You are on page 1of 154

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI
SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI


MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN
Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN

HAZIRLAYAN
Ahmet ULUSOY
034214032004

KONYA – 2007
ÖZET

“Başlangıcından 17. Yüzyıla Kadar Osmanlı Medreseleri’nde Eğitim-Öğretim


Faaliyetleri” konulu bu araştırma ile medreselerin, Osmanlı Devleti’nin eğitim-
öğretimindeki yeri ve önemi ortaya konulmuştur. Çalışmamızda, İlk Osmanlı
Medreseleri’nden başlayarak 17. yüzyıla kadar olan devrede Osmanlı medrese
sisteminin teşkilatlanması ve eğitim-öğretim yapılanması ele alınmıştır. Bu
teşkilatlanma ve eğitim-öğretim yapılanmasının Osmanlı eğitiminde icra ettiği
fonksiyonlara değinilmiş, bu değerlendirme medreselerin sosyal boyutları da göz
önünde bulundurularak yapılmıştır. Bu değerlendirme çerçevesinde Osmanlı
medreseleriyle ilgili bazı hususlar açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI
SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI

KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI


MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN
Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLCAN

HAZIRLAYAN
Ahmet ULUSOY
034214032004

KONYA – 2007
ÖZET

“Başlangıcından 17. Yüzyıla Kadar Osmanlı Medreseleri’nde Eğitim-Öğretim


Faaliyetleri” konulu bu araştırma ile medreselerin, Osmanlı Devleti’nin eğitim-
öğretimindeki yeri ve önemi ortaya konulmuştur. Çalışmamızda, İlk Osmanlı
Medreseleri’nden başlayarak 17. yüzyıla kadar olan devrede Osmanlı medrese
sisteminin teşkilatlanması ve eğitim-öğretim yapılanması ele alınmıştır. Bu
teşkilatlanma ve eğitim-öğretim yapılanmasının Osmanlı eğitiminde icra ettiği
fonksiyonlara değinilmiş, bu değerlendirme medreselerin sosyal boyutları da göz
önünde bulundurularak yapılmıştır. Bu değerlendirme çerçevesinde Osmanlı
medreseleriyle ilgili bazı hususlar açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ .................................................................................................................iii
GİRİŞ.....................................................................................................................1
1. Araştırmanın Amacı ve Önemi.......................................................................1
2. Araştırmanın Sınırları .....................................................................................3
3. Araştırmanın Metodu......................................................................................3
4. Araştırmada Kullanılan Kaynaklar .................................................................4
I. BÖLÜM .............................................................................................................6
1. BİR EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMU OLARAK MEDRESE.................6
1.1. MEDRESENİN TANIMI VE TARİHİ GELİŞİMİ.................................6
1.2. MEDRESELERİN TEŞKİLAT YAPISI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLILARA KADARKİ
GELİŞME SAFHASI....................................................................................12
II. BÖLÜM..........................................................................................................20
2. İLK OSMANLI MEDRESELERİ ............................................................20
2.1. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA ..............24
2.1.1. Fizikî Yapı ................................................................................................ 24
2.1.2. Sosyal Yapı............................................................................................... 28
2.1.3. İdarî Yapı.................................................................................................. 30
2.1.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması ................................................................... 32
2.1.5. Diğer Hizmet Personeli ............................................................................ 39
2.2. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ ..........................................................................................40
2.2.1. Eğitim-Öğretim Metodu ........................................................................... 41
2.2.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları .......................................................... 45
III. BÖLÜM ........................................................................................................48
3. FATİH SULTAN MEHMED DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE
TEŞKİLATI ....................................................................................................48
3.1. SAHN-I SEMAN ÖNCESİ FATİH MEDRESELERİ ..........................48
3.2. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİ.......................................................49
3.2.1. Sahn-ı Semân Medreselerinin İnşası ........................................................ 49
3.2.2. Osmanlı Medrese Tarihinde Sahn-ı Semân Medreseleri’nin Yeri ve Önemi
............................................................................................................................ 53
3.3. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA ...........54
3.3.1. Fizikî Yapı ................................................................................................ 54
3.3.2. Sosyal Yapı............................................................................................... 56
3.3.3. İdarî Kadro................................................................................................ 59

i
3.3.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması ................................................................... 60
3.3.5. Diğer Hizmet Personeli ............................................................................ 64
3.4. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ ..........................................................................................66
3.4.1. Eğitim-Öğretim Metodu ........................................................................... 66
3.4.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları .......................................................... 68
IV. BÖLÜM.........................................................................................................77
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE
TEŞKİLATI ........................................................................................................77
4.1. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİ ......................................................77
4.1.1. Süleymâniye Medreseleri’nin Tesisi ........................................................ 77
4.2. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİNİN TEŞKİLAT YAPISI .............77
4.2.1. Fizikî Yapı ................................................................................................ 80
4.2.2. Sosyal Yapılanma ..................................................................................... 80
4.2.3. İdarî Yapı.................................................................................................. 82
4.2.4. Akademik Yapı......................................................................................... 82
4.2.5. Diğer Hizmet Personeli ............................................................................ 84
4.3. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ ..........................................................................................85
4.3.1. Eğitim-Öğretim Metodu ........................................................................... 85
4.3.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları .......................................................... 86
4.4. KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’DAN SONRA MEDRESELER ....89
V. BÖLÜM ..........................................................................................................90
5. KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR TEŞKİLAT YAPISI VE
EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLI
MEDRESELERİNE TOPLU BİR BAKIŞ.......................................................90
5.1. KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI
MEDRESELERİNİN TEŞKİLAT YAPISINA TOPLU BAKIŞ .................90
5.2. KURULUŞUNDAN XVII. YÜZYILA KADAR GENEL
HATLARIYLA OSMANLI MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ ..........................................................................................92
VIII/XIV .........................................................................................................104
IX/XV .............................................................................................................104
X/XVI .............................................................................................................104
SONUÇ ..............................................................................................................106
BİBLİYOGRAFYA..........................................................................................108

ii
ÖNSÖZ

Bilgi edinme ve eğitim, fert ve toplum ölçeğinde insanın varlık ve


devamlılığına esas olan geniş tabanlı ihtiyaçlardır. Eğitim, cins ve kalitesine
bakılmadan dil, din, örf, âdet, tarih şuuru, sanat anlayışı gibi birçok ortak
paydanın fertler tarafından taşınması demektir.

Osmanlı eğitim sistemi içinde teşkilatlı, yüksek seviyede eğitim ve


öğretimi gerçekleştiren müesseselerden bir tanesi şüphesiz medreselerdi.

Osmanlı Devleti’nin fetih siyasetinin en belirgin uygulamalarından biri,


yöre ve o yöreye iskân ettirilen ahâli için câmi, medrese, imâret türünden dinî,
ilmî ve sosyal müesseseler kurmaktı. Kurulan bu müesseseler Osmanlı
toplumunda Türk-İslam kültürünün süratle yayılmasını sağlamıştır.

Osmanlı devleti içinde yüksek öğretim yapan kurumlar arasında yeralan


medreselerin en önemli görevlerinden biri ilmiye sınıfını yetiştirmekti. Devlet
kademesinde istihdam edilen din adamlarının, öğretmenlerin, idarecilerin, hatta
hekim ve mühendislerin buradan yetiştiği düşünülürse bu eğitim birimleri bir
mânâda devletin beyni konumundaydı. Ancak Osmanlı medreselerinin sadece
dinî eğitim veren, fâkih yetiştiren ve devlet kademelerinin personel ihtiyacını
karşılayan kurumlar olarak nitelenmesi, Osmanlı medreselerinin birçok yönünü
eksik bırakır. Bu nedenle Osmanlı medreselerinin fonksiyonlarının sadece belli
konularda eğitim-öğretim vermekle sınırlı olmadığı, aksine bu kurumların kabul
ettiği öğrencilere, bilinçli bir kontrol yöntemiyle, belirli değerleri kazandırarak,
toplumun yeni bir kimliğe sahip olmasında, halkın değişik kesitleri arasındaki
bütünlüğü sağlamasında ve nihayet siyasî otorite ile toplum arasında iletişim ve
diyaloğun gerçekleştirilmesinde aktif rol alan kurumlardan biri olduğu
söylenebilir.

Bu çerçevede Osmanlı devlet yapısı içinde gerek meydana gelen sosyal


boyutlu hâdiseler, gerekse zaman içinde devlet kademesinde meydana gelen
gelişmeler, Osmanlı medrese geleneğinde yeni açılımlara zemin hazırlamıştır.

iii
Çalışmamız dâhilinde, kuruluşundan 17. yüzyıla kadar Osmanlı
medreselerinin teşkilat yapısı ve eğitim-öğretim faaliyetleri, ifade ettiğimiz bu
çerçevede, farklı boyutlarıyla ve tarihî gerçekler ışığında ele alınmaya
çalışılmıştır.

Bu çalışmanın ortaya çıkmasında rehberliğiyle bana yol gösteren


danışman hocam Yrd. Doç. Dr. Sayın Mustafa GÜLCAN’a ve kaynak
konusunda yardımlarını esirgemeyen İSLAM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
MÜDÜRLÜĞÜ’ne teşekkürlerimi sunmayı borç bilirim.

Ahmet ULUSOY

Konya - 2007

iv
GİRİŞ
1. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Millet özelliğini taşıyan her insan toplumu; her tür inanç, gelecekte
yaşamak isteyen her medeni varlık, eğitimle içli-dışlı olmak mecburiyetinde
kalmıştır. Eğitim, cins ve kalitesine bakılmadan, dil, din, örf, âdet, tarih şuuru,
sanat anlayışı gibi birçok ortak paydanın fertler tarafından taşınması demektir.
Eğitim, insanlık tarihi kadar eskidir ve vazgeçilmezdir. Türk milleti olarak
geçmişte Türk toplum yapısı ile iç içe olan eğitim kurumları vardı. 1924 öncesi
bunlardan bir tanesi, belki de en önemlisi medreselerdi.

Kurum olarak ilköğretim seviyesinin üstünde eğitim yapan medrese


teşkilatı, İslamiyetin ilk devirlerinde daha şekillenmemişti. Okunan sadece
Kur’an olduğu için okumak ve öğrenmek sadece camilerde yapılırdı. İslam da
toplu öğretim yapılan ilk yer Erkam bin Ebi’l Erkam bin Esed’ın evidir. Hz.
Peygamber (S.A.V) müslümanlara orada Kur’an öğretiyordu. Daha sonraları
cami ve mescidler, geniş anlamda okul görevini yapmaya başladılar. İhtiyaçların
büyümesi üzerine eğitimin, cami dışında hususi mekanlarda yapılmak istenmesi
medrese teşkilatını ortaya çıkarmıştır diyebiliriz (Bkz. Atçeken,1998:188).

İslam toplumları eğitim kurumları konusunda sıkıntı çekmemiştir.


Erkam’ın evi müslümanların yetiştiği ilkokul işlevini görmüş, arkasından
peygamber mescidi, daha sonra diğer camiler birer eğitim kurumu olarak her
seviyeden insanın yetiştirildiği yerler olmuştur. İslamiyetin ilk günlerinden beri
İslam toplumlarında okuma yazmanın öğretilmeye başlanmasını Kur’an-ı
Kerim’in ilk inen “oku” ayeti kerimesinin bir yansıması olarak görmek gerekir.

Türkler müslüman olduktan sonra kendilerinden öncekilerin yaptıkları gibi


eğitimi ele almışlar, camilerin dışında mektep ve medreseler açmışlardır.
Özellikle Mısır’da Fatımi devletinin şii mezhebi öğretisini yayma konusunda
sistemli ve medotlu çalışmalarını hızlandırması Selçukluları harekete geçirmiştir.
Şiilerin amacı, İslam dünyasında şiilerin çoğunlukta olmasını sağlamak ve İslam
ülkelerini elde etmekti. Bunun üzerine Selçuklu Türkleri, şii mezhebine karşı
uyanık, bilgili ve şii propagandasını etkisiz kılabilen, sünni inancın

1
savunucularını yetiştirmeyi bir kamu hizmeti saydılar. “Nizamiye Medreseleri”
bu amaçla açılmaya başlandı (Baltacı,1976:7). Daha sonra Anadolu Selçuklu
Devleti’nin de medreselere büyük önem verdiğini görüyoruz.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin


kendinden birçok değer kattığı medrese teşkilatının, Osmanlılar zamanında
geliştirilerek daha da ileri götürüldüğü tarihi bir hakikattir. Kendi fetih
politikasına göre Osmanlı Devleti’nin fethettiği yere ilk önce bir cami ve yanına
da medrese inşa ettirmesi, bu cihan devletinin eğitime verdiği önemi bize açıkça
göstermektedir. Belki de Osmanlı Devleti’nin bir cihan devleti olmasında,
eğitime verdiği önemin bir sonucu olarak yetişen liyâkatli devlet adamlarının
etkin rolü olmuştur. Tabiki Osmanlı gibi farklı kültürlere sahip bir toplumda,
ilmiye teşkilatının kurulması, geliştirilmesi ve zirveye ulaştırılması kolay
olmamıştır. Fatih Sultan Mehmet gibi birçok padişah ve devlet adamı Osmanlı
medrese teşkilatını zirveye ulaştırmada büyük gayret sarfetmişlerdir. Ancak
Osmanlı medreselerinin zamanla, devletin diğer kurumları gibi gerilediği
bilinmektedir. Zaman zaman bu gerilemeye yönelik ıslah çalışmaları da
yapılmıştır.

Bu bağlamda, ilim ve kültürün şekillenip yaygınlaşmasında eğitim


birimlerinin ve bu birimlerden yetişen insanların oynadığı etkin rol, bize eğitim
kurumlarının ne derece önemli olduğunu göstermektedir. İşte buraya kadar
kısaca değindiğimiz İslam toplumunun eğitim seyrinde Osmanlı devleti, kurmuş
olduğu medrese teşkilatıyla nasıl bir fonksiyon icrâ ediyordu? Kurmuş olduğu bu
medreselerde eğitim- öğretim düzeni ve teşkilat yapısı nasıldı? Sorularının cevabı
bu çalışmada incelendi ve çalışma bu doğrultuda şekillendi.

Bilindiği gibi eğitim ve öğretim, hiçbir devlet ve toplumun


vazgeçemeyeceği bir faaliyettir. Bununla beraber her devlet, vatandaşını kendi
şartları, ihtiyaçları ve ileriye dönük hedeflerini göz önünde bulundurarak
yetiştirmeye çalışır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti de vatandaşını kendi durum
ve şartlarına göre uygun bir şekilde yetiştirmeye gayret etmiştir. Bu gayenin
tahakkuku için de Osmanlı Devleti’nin tesis ettiği en önemli müesseseler
medreselerdi.

2
Bu haliyle medreseler Osmanlı Devleti’nin kaderine yön veren devlet ve
toplum hayatında son derece önemli etkilere sahip ilmiye sınıfı mensuplarını
yetiştiren bir kurum olarak karşımıza çıkıyorlar.

Medreselerin asırlar boyunca Osmanlı Devleti’ndeki hukukçuları, din


adamlarını, öğretmenleri, çoğu idareci sınıfı hatta hekim ve mühendisleri
yetiştiren bir eğitim ve öğretim kurumu olduğunu hatırlamak bu kurumların
önemini ortaya koymaktadır.

Osmanlı Medreseleri’nin gerek teşkilat yapısı ve gerekse eğitim-öğretim


faaliyetleri ile toplumla bütünleşen yanlarının varolması da ayrıca dikkate değer
bir husustur.

Geçmişten bu yana Osmanlı medreseleri ile ilgili yazılan yazıların çoğu,


medreselerin dereceleri, okutulan dersler ve ders kitapları gibi salt bilgi içeren
yazılar mahiyetindedir. Medreselerin sosyal yönlerine değinen yazı sayısı çok
sınırlıdır. Bu noktadan hareketle Osmanlı Medreseleri’nin teşkilat yapıları ve
eğitim-öğretim faaliyetlerinin yanında sosyal yönlerinin de ele alınmasının
medreseleri daha anlaşılır hâle getireceğine inanıyoruz.

İlk Osmanlı medreselerinden başlayarak Sahn-ı Semân Medreseleri ve


Süleymaniye Medreseleri ile alâkalı bazı bilgi eksiklikleri veya bilgi yanlışlıkları
da bu medreseler hakkında farklı değerlendirmelere yol açmıştır.

Bütün bu bahsedilen hususlar çerçevesinde Osmanlı Medreseleri’nin


sosyal yönleriyle birlikte ele alınmasına ve tarihî gerçekler ışığında
değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.

2. Araştırmanın Sınırları

Çalışmamız, İlk Osmanlı Medreseleri’nin inşasından başlayıp


Süleymâniye Medreseleri’ni de içine alan 16. yüzyılın sonlarına kadar olan
devreyi kapsar nitelikte oluşturulmuştur.

3. Araştırmanın Metodu

Çalışmamız, kuruluşundan 17. yüzyıla kadar Osmanlı Medreseleri’nde


eğitim-öğretim faaliyetleri çerçevesinde ele alınmıştır. Beş bölümden oluşan

3
çalışmamızın birinci bölümünde, bir eğitim ve öğretim kurumu olarak
medresenin tanımı ve tarihî gelişimi üzerinde durulmuş, medreselerin
Osmanlılar’a kadarki gelişme safhalarına değinilmiştir.

İlk Osmanlı Medreseleri, Sahn-ı Semân ve Süleymaniye Medreseleri ise


teşkilatlanma ve eğitim-öğretim yapılanması ana başlıklarında
değerlendirilmiştir. Medreselerin teşkilatlanmaları fizikî yapı, sosyal yapı, idarî
yapı, eğitim-öğretim yapılanması ve hizmet personeli alt başlıklarında ele
alınırken, eğitim-öğretim faaliyetleri ana başlığını ise eğitim-öğretim metodu ile
okutulan dersler ve ders kitapları alt başlıkları oluşturmuştur.

Son bölüm olan beşinci bölümde ise başlangıcından 17. yüzyıla kadar
Osmanlı Medreseleri’nin, teşkilat yapısı ve eğitim-öğretim faaliyetleri açısından
genel bir değerlendirmesi yeralmıştır.

4. Araştırmada Kullanılan Kaynaklar

Osmanlı medreseleri ile alakalı geçmişten günümüze birçok eser kaleme


alınmıştır. Çalışmamız Osmanlı medrese eğitimi ile ilgili olduğu için ilk önce
Osmanlı medrese eğitimi ile alâkalı eserler tespit edilmeye çalışılmıştır.
Tabiatıyla Osmanlı medreseleri, kendilerinden önce kurulan Selçuklu dönemi
medreselerinden ve diğer İslam memleketlerindeki medreselerden etkilenmiştir.
Bu açıdan çalışmamızda, Osmanlı öncesi medreseleri ele alan kaynaklara da yer
verilmiştir.

Osmanlı öncesi medresleri konu alan kaynaklara M. Asad Talas’ın yazmış


olduğu Nizamiye Medreseleri ile ilgili müstakil bir eser olan “Nizamiyye
Medreseleri” isimli eseri, yine Selçuklu dönemine vurgu yapan, daha çok
medreselerin fizikî yapılarının değerlendirildiği Aptullah Kuran’ın yazdığı
“Anadolu Medreseleri”, Osman Turan’ın Belleten dergisinde çıkan ve Anadolu
Selçuklu dönemine ışık tutan “Selçuklu Devri Vakfiyeleri, Şemseddin Altun Âba
Vakfiyesi ve Hayatı” isimli makalesi, İsmet Kayaoğlu’nun “İslam Kurumları
Tarihi I ve II” isimli eserleri örnek gösterilebilir.

İlk Osmanlı medreseleri ile ilgili Mustafa Bilge’nin “İlk Osmanlı


Medreseleri” isimli eseri, Mefâil Hızlı’nın “Osmanlı Klasik Döneminde Bursa

4
Medreseleri” isimli eseri, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Belleten dergisinde çıkan
“Osmanlı Medrese Geleneğinin Doğuşu” isimli makalesi, Yekta Demiralp’in
“Erken Dönem Osmanlı Medreseleri” isimli eseri yararlandığımız kaynaklardan
birkaçıdır.

Bunun yanında yararlandığımız kaynaklar arasında Sahn-ı Semân ve


Süleymâniye Medreseleri’ne ışık tutan temel kaynak mahiyetindeki İ. Hakkı
Uzunçarşılı’ya ait “Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı” isimli eserini zikretmek
gerekir. Buna ilave olarak Fatih ve Süleymâniye Vakfiyelerine vurgu yapan
Hüseyin Atay’ın Vakıflar Dergisi’ndeki “Fatih-Süleymâniye Medreseleri, Ders
Programları, İcazetnâmeler” isimli makalesi ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun
“Osmanlı ve Bilim” isimli eseri, yine Fatih Kanunnâmesini mukayeseli bir
şekilde ele alan Abdülkadir Özcan’ın “Fatih’in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-
ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi” isimli makalesi yararlandığımız kaynaklara
örnektir.

Ayrıca Ahmed Cevdet Paşa’nın “Tarih-i Cevdet” isimli eseri, Emin


Bey’in İlmiye Salnâmesi’nde çıkan makalesi, A. Adnan Adıvar’ın “Osmanlı
Türkleri’nde İlim” isimli eseri, Şehabettin Tekindağ’ın “Medrese Dönemi” isimli
makalesi, yararlanmış olduğumuz kaynaklara örnektir.

5
I. BÖLÜM

1. BİR EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMU OLARAK MEDRESE

1.1. MEDRESENİN TANIMI VE TARİHİ GELİŞİMİ

Medresenin farklı yönleri ile birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan


bazıları şunlardır:

İslam tarihinde eğitim ve öğretim kurumlarının genel adı olan medrese,


sözlükte “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için
tekrarlamak” anlamına gelen ders (dirâse) kökünden mekân ismidir
(Bozkurt,C.28, 2003: 323).

Arapça “Derase” kökünden gelen “Medrese” kelimesi, “talebenin ilim


öğrendiği yer” mânâsında olup, umumî olarak Sıbyan mektebinin üstünde eğitim
ve öğretim yapılan orta ve yüksek tahsil müesseselerine delâlet etmektedir
(Baltacı, 1976: 25).

Bir eğitim ve öğretim kurumu olan “medrese” ismi, “okumak”


anlamındaki Arapça “derase” kökünden gelir. Buna göre medrese, “talep edilen
şeyin okutulduğu yer, mekân, ders okutulan yer” anlamındadır (Furat, S. 8, 2003:
182).

Medrese sözcüğü, “İslam ülkelerinde, görenekçi yöntemlerle yürütülen


öğretim kurumu” anlamında kullanılmıştır. Medreseler genel olarak Sıbyan
mektebi mezunlarının eğitildiği öğretim kurumlarıdır (Demiralp, 1999: 3).

Medrese; Arapça ders okunacak yerle beraber talebenin içinde oturup ders
okuduğu bina mânâsına da gelir (Pakalın, C. 2, 1983: 436).

Medrese, “ders yapılan” veya “ders çalışılan yer” demektir (Kütükoğlu,


2000: 3).

Medreseler kamuya açık belirli programı olan eğitim kurumlarıdır


(Özbilgen, 2003: 307).

6
Bütün bu tanımlamalardan medresenin, “öğrencilerin içinde oturup ders
okuduğu bina” anlamına geldiği ve İslam eğitim sisteminde orta ve yüksek
öğretimi düzenleyen bir kurum olduğu ortaya çıkıyor.

Medreselerin tarihi gelişimini, İslam tarihinde eğitim-öğretim


faaliyetlerinin başladığı devre kadar götürmek mümkündür. Ancak bir millette
ilmin başlangıç tarihini kesin bir şekilde tespit etmek hemen hemen mümkün
değildir. Adıvar bu doğrultuda şunları kaydetmektedir: “İlim, bir harbin ilanı, bir
sulhün akti yahut istiklâl gibi muayyen bir günde asla başlamış değildir” (Bkz.
Adıvar, 1943: 1). Her ne kadar bir millette ilmin başlangıç tarihi kesin sınırlarla
tespit edilemese de, kaynaklar umumiyetle İslam dünyasında eğitim sisteminin
başlangıcını Hz. Peygamber zamanına kadar götürmektedirler. İslam’da toplu
öğretimin yapıldığı ilk yer, Erkam bin Ebu’l-Erkam’ın evidir. Hz. Peygamber
orada müslümanlara Kur’an öğretiyordu (Atçeken, 1998: 188).

Başlangıçta sistemli bir eğitim-öğretim faaliyetinden söz etmek mümkün


olmasa gerektir. Eğitim faaliyetleri, her şeyden önce yeni bir dinin prensiplerinin
öğretilmesine yönelikti. Bu durum müslümanları camiye yöneltti. Dar cemaat
yapısı içerisinde Hz. Peygamber ve çevresi, tabiî birer öğretmen
durumundaydılar; bu ilk öğretmenler, bu cemaatin daha ziyade yeni dinle ilgili
öğrenmek istediklerini sözlü olarak öğretiyorlardı (Unan, C. 5, 1999: 149). Bu
bakımdan medresenin felsefî ve tarihî kökleri, İslamiyetin temel kaynakları
mesabesindeki Kur’an ve Hadiste yer alan teşri’î emirler ve bu emirlerin düşünce
birikimidir (Akgündüz, 1997: 234, 235). Hicretten sonra da eğitim-öğretim
faaliyeti Medine’de devam etti. Medine mescidinin planında bir de “suffa”
denilen mektep bulunmaktaydı. Suffa’nın ihtiyaca cevap vermemesi üzerine de
Medine’de 9 mescidde daha tedris faaliyeti yürütüldü. Emevîler devrinde ise
büyüklerin eğitimi camilerde yürütülürken çocukların eğitimine daha çok önem
verildiği ve bu maksatla büyük “küttâblar” açıldığı görülmektedir (Baltacı, S. 3,
1979: 5).

7
Abbasiler devri İslam maârif tarihinde önemli bir merhaledir. Genel
anlamda resmî ve sarayın dışında herkese açık ilk okuma ve daha doğrusu
araştırma enstitüsü veya akademisi, Halife Me’mun devrinde Zerdüştî okullarının
ilhamıyla 832’de Bağdat’ta kurulmuştur. “Beytu’l-Hikme” denilen bu
müesseselerde Arap, Yahudi ve Hristiyan ilim adamları beraber çalışıyorlar;
Yunan, Hint ve eski İran kültürüne ait kaynakları tetkik ediyorlardı. Yine bu
devirde Bağdat’ta “Beytü’l-İlim” ve “Dâru’l-İlim” adıyla açılan müesseselerin de
medreselerin doğuşuna müessir oldukları anlaşılıyor (Atçeken, 1998: 189).

“Medrese” adı altında ilk müessesenin ne zaman inşa edildiği hususunda


farklı görüşler bulunmaktadır.

İslam tarihçileri umumiyetle Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi’nin


ilk kurulan medrese olduğunu kaydetseler de bu medrese inşa edilmeden önce
medresenin varolduğu bilinmektedir (Bkz. Kafesoğlu, 1973: 162; Kayaoğlu,S.49,
1985: 126; Gül, 1997: 10; Atçeken, 1998: 189; Furat, 2003: 183; Bozkurt,C.28,
2003: 324). Ancak, Bağdat’taki Medrese-i Nizamiye’nin İslam ilim tarihinde ilk
medrese sayılması, bu medresenin umumî ve tam teşkilatlı olması, müderris ve
talebenin barınması ve beslenmesi için vakıflar bulunması itibariyledir diyebiliriz
(Bkz. Berki, C. 10, S. 110-111, Tarihsiz: 232).

İslam tarihinde ilk inşa edilen medreselerden bazıları şunlardır:

1. 349/960 tarihinde Ebu’l-Velid Hasan b. Muhammed Emevî’nin


Nişabur’da yaptırdığı medrese,

2. 354/965’ten önce İbn Hibban Teymî’nin Nişabur’da inşa ettirdiği


medrese,

3. 402/1011’den önce Nişabur’da yapılan es-Saidiye Medresesi,

4. 405/1014’den önce Nişabur’da yapılan Ebu Osman Sabunî Medresesi,

5. 405/1015’den önce Nişabur’da yapılan İbn Furek Medresesi,

8
6. 450/1058’den önce Buşih’te yapılan İbn Gadıret Esedî Medresesi
(Atay, 1983: 31).

A. Gül de yukarıdaki altı medreseyi içine alan on dört medreseyi


kaydetmiştir. Medreseler sırasıyla şöyledir:

1. 349/960 Ebu’l-Velid Hasan b. Muhammed el-Ümevî’nin Nişabur’da


yaptırdığı medrese.

2. Nişabur’da Şafiî fâkihi es-Saig en-Neysaburî (ö. 349/960) için


yaptırılan özel mektep: Bu, fıkıh, kelam, hadis, tefsir, Kur’an ve diğer İslamî
ilimlerin okutulduğu ilk müstakil medresedir (Gül,1997:10).

3. Nişabur’da 353/965’ten önce İbn Hibban et-Teymî’nin yaptırdığı


medrese,

4. Ebû Hâtim el-Bustî (ö. 353/965)’nin özel medresesi.

5. Ebu Ali el-Huseynî (ö. 392/1002)’nin hadis mektebi. Bu mektebin 1000


öğrencisi vardı.

6. 402/1011’den önce Nişabur’da yapılan es-Sa’îdiyye Medresesi.

7. 405/1014’ten önce Nişabur’da yapılan Ebu Osman es-Sâbunî


Medresesi.

8. 405/1015’ten önce Nişabur’da yapılan İbn Furek Medresesi.

9. Nişabur’da Beyhakiyye Medresesi: Şafiî fakihi Ebu Bekr el-Beyhakî


441/1050’de yaptırdı.

10. Gazneli Mahmud (389-421/999-1030)’un Gazne’de, kardeşi Nasır b.


Sebüktekin (ö. 424/1033)’in Nişabur’da 437/1046’da yaptırdığı medrese.

11.Tuğrul Bey (428-55/1037-63)’in Nişabur’da 437/1046’da yaptırdığı


medrese.

12. Buşih’te 450/1058’den önce yapılan İbn Gadiret el-Esedî Medresesi.

9
13. Taberan ve Bağdat’ta açılan medreseler: Bunlar da daha ziyade fıkıh
(İslam Hukuku) öğretimi yapılıyordu.

14. Nişabur’da Ebu Ali el-Huseynî ve Ebu’l-Kasım el-Kureyşî (ö.


464/1072) tarafından açılan öğretim müesseseleridir (Bkz. Gül, 1997: 10, 11).

Medrese adıyla açılan ilk yüksek eğitim ve öğretim müesseselerinin


İslamiyetin Türkler arasında yayılmasından önce Belh ve Buhara’da bulunan eski
Budist “vihara”larının örnek alınarak yapıldığını kaydeden kaynaklar
çoğunluktadır (Bkz.Atçeken, 1998: 189; Kütükoğlu , 2000 :3; Bozkurt,C.28,
2003: 324). Uygurlar tarafından M.Ö. III. asırda Asoka devrinde kurulan
viharalar, birer üniversite mahiyetindeydiler (Baltacı,S.3,1979: 4).

Bozkurt, kaynaklarda medrese olarak anılan ilk eserin, fâkih ve muhaddis


Ebu Bekir Ahmed b. İshak es-Sıbgi (ö. 342/954) tarafından Nişabur’da kurulan
“Daru’s-sünne” olduğunu kaydeder. Hasan b. Ahmed el-Mahledî ve Muhammed
b. Hüseyn el-Hasenî gibi hadis âlimlerinin imlâ meclisleri düzenlediği bu Daru’s-
sünne’de 1000 kadar öğrencinin ders yapabildiği belirtilmektedir (Bozkurt, C.
28, 2003: 324).

Bozkurt’un naklettiğine göre İbni Kesir, Büveyhi hükümdarlarından


Bahâüddevle zamanında vezirlik görevine getirilen Ebu Nasr Sabür b. Erdeşir’in
Bağdat’ın batısındaki Kerh’te kurduğu Daru’l-ilm’in fukaha için tahsis edilen ilk
medrese olduğunu söyler. Buranın Nizamiye Medreseleri’nden çok önce
kurulduğu belirtilmektedir. Bağdat’taki Nizamiye’den önce Nişabur başta olmak
üzere Doğu İslam dünyasında otuzdan fazla medresenin kurulduğu ifade
edilmektedir (Bkz. Bozkurt, C. 28, 2003: 324).

Horasan ve Maveraunnehr’in çeşitli bölgelerinde fıkıh ve hadis öğretimi


için Nizamiye Medreseleri’nden önce birçok medrese kurulmuştu (Kazıcı, 1995:
48).

Medreselerin resmi bir teşekkül olarak devlet eliyle kurulması X. asırda


Karahanlılar (840/1211-2) zamanında vuku bulmuştur (Atçeken, 1998: 189). İlk

10
defa Karahanlı hükümdarı Aslan Gazi Tafgaç Han (v. 1035), Merv’de bir
medrese tesis etti ve vefatında orada defnolundu (Baltacı, S. 3, 1979: 5).

Şiî inancına mensup, şiîlik propagandasını yayan Büveyhoğulları ve


Fatımîler’e karşı Selçukluların Irak’ı fetihleri ve Bağdat’a girmeleri, Ehl-i
Sünnet’in şiîler üzerine zafer başlangıcı sayılabilir. Bu dönemde Selçuklular daha
açık fikirli ve gerçek ilim takipçisi olarak ortaya çıkmışlardır. Alparslan ve
Melikşah’ın veziri Nizamülmülk’ün kurduğu medreseler bu dönemde hakiki
birer ilim yuvası olmuştur (Bilge, 1984: 3).

Abbasi halifelerinin ülkesinde hakimiyet Büyük Selçuklular’a geçtikten


sonra ünlü devlet adamı Nizamülmülk (1018-1092) tarafından bir genel öğretim
müessesesi halinde 13.10.1065 tarihinde Bağdat’ta açılan ve kurucusunun ismine
bağlanarak “Nizamiye” adıyla anılan medrese, Türklerin İslam dünyasına
kazandırdıkları yüksek öğretim kurumlarının öncüsü oşmuştur (Unat, 1964: 3).

Şiîliğin yayılmasını engellemek ve devletin ihtiyacı olan ilim adamı,


idareci ve bürokratları yetiştirmek maksadı ile, sünnî olan Selçuklu Türk-İslam
Devleti’nce Nizamiye ve diğer adlarla medreseler kurulmuş ve sünnî inanca
dayalı İslamî ilimler okutulmaya başlanmıştır (Gül, 1997: XV). Devletlerini
sağlam temellere oturtmak ve batınî inançlara karşı en faydalı yolun ilmi yaymak
olduğunu anlayan Selçuklular’da medreseler, bu gayenin tahakkuku için ortaya
çıkmış ve sonra geliştirilmiştir (Anadol ve Abbasova, 2002: 346). Gerçekten, bir
ilim ocağı olarak medreselerin geniş anlamda devlet eli ile kurulup
teşkilatlanması ve vakıf suretiyle tahsilin parasız olması Selçuklular’ın eseridir
(Kazıcı, 1995: 48).

Selçuklular tarafından Bağdat’ta faaliyete geçirilen Nizamiye


Medreselerini (459/1065) bu medreselerin birer benzeri olan Merv, Herat,
İsfahan, Belh, Basra, Musul, Amül, Taberistan gibi şehirlerde kurulan medreseler
takip etti (Unan, C. 5, 1999: 150).

11
Selçuklular Anadolu’ya hâkim olduktan sonra da birçok medrese
kurmuşlardır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda Anadolu’da beylikler döneminde de çok
sayıda medrese kurulmuştur. Böylece medreseler XIV. yüzyılın başlarında
Anadolu’nun her yanına yayılmış bulunuyordu. 1330’larda Anadolu’ya bir
seyahatte bulunan İbni Batuta, Anadolu’nun her tarafında hatta küçük
kasabalarında bile medreselerin bulunduğunu kaydediyor (Bkz. Taşdemirci, S. 3,
1989: 520).

İlk olarak IV./X. asırda Buhara, Nişabur, Horasan gibi İslam dünyasının
doğu bölgelerinde ortaya çıkan medresenin, buradan Bağdat, Suriye, Mısır,
Tunus ve Endülüs gibi diğer İslam memleketlerine yayıldığı görülüyor.
Anadolu’da ise medreseler ilk defa VI./XII. yüzyıllarda Selçuklular ve Beylikler
döneminde, Suriye ve Bağdat medreseleri örnek alınarak çeşitli yerlerde
kurulmuştur (Sarıkaya, 1997: 24).

Bu bilgiler, medresenin her İslam ülkesinde farklı şartlar altında meydana


geldiğini, ilk medreselerin Türkistan ve Horasan’da kurulduktan sonra diğer
İslam ülkelerine yayıldığını ortaya koymaktadır.

1.2. MEDRESELERİN TEŞKİLAT YAPISI VE EĞİTİM-ÖĞRETİM


FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLILARA KADARKİ GELİŞME
SAFHASI

Kuruluş tarihi bakımından medrese sisteminin yapısı, fıkıh (hukuk) ilmi


uzmanları tarafından tanımlanan, yorumlanan ve korunan hukukî bir temele
dayanıyordu. Teşkilat bakımından medreselerde yürütülen tahsilde fıkıh ve ona
yardımcı olan bütün sahalara öncelik tanınmıştır (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 232).

Başlangıçtan beri İslam dünyasında medreseler, vakıflarca idare


edildikleri için medrese binalarına müessesenin mâlî durumuna göre imâret,
kütüphane, hamam gibi diğer müesseseler de ilave edilirdi. Bunun için her
medresenin bir vakfiyesi bulunur, bunda vâkıfın (vakfı kuran kimse) şartlarına

12
göre medresenin nasıl işleyeceği, müderris, talebe ve memurların ne kadar maaş
alacakları ve daha başka konular yeralırdı (Kazıcı, 1995: 43).

Büyük Selçuklu Devleti vezirlerinden Nizamülmülk’ün inşa ettirdiği


Nizamiye Medreseleri’nin yönetimi Nizamülmülk ve çocuklarının elindeydi.
Medreseye kitaplar, arazi ve dükkânlar vakfedilmişti (Bozkurt, C. 28, 2003: 326).
Bağdat’ta inşa edilen Nizamiye Medresesi’nde talebeye sadece ders verilmekle
kalınmıyor, talebenin yiyecek ve barınma ihtiyaçları da karşılanıyordu. Bunu
sağlamak için ünlü vezir medreseye, Bağdat’ta Dicle nehri kenarına karşı han,
hamam ve çiftlikler vakfetmişti (Kütükoğlu, 2000: 3). Bağdat Nizamiyesi’nde
aralarında memleketin en ileri gelenlerinin çocuklarının yanında, en fakir aile
çocuklarının da bulunduğu 6.000 talebe aynı anda eğitim-öğretim görüyordu
(Anadol ve Fazile, 2002: 349). Bu kuruluşun senelik masrafının 15.000 dinar
olduğu tahmin edilir (Talas, 2000: 47).

Talas’ın bize naklettiğine göre Nizamülmülk, her memurun, hocanın ve


hoca yardımcısının ve hatta kapıcının Nizamiye Medreseleri’ne kabul
edilebilmeleri için Şafiî ve Eş’arî olmalarını şart koşmuştur (Talas, 2000: 48).

Bu uygulamanın temelinde, o dönemde oldukça etkili olan Şiî


propagandasına karşı, sünnî mezhebe mensup ve sünniliğin yayılmasını gaye
edinen bir girişimin varolduğu bilinmektedir.

Bağdat Nizamiye Medresesi’nin bu özelliklerinin yanında mimarî yapı


özelliklerinin de daha sonra inşa edilen medreselere örnek olduğu, sonraki
medreselerin teşkilat yapılarını önemli ölçüde etkilediği tarihî kaynaklarda ifade
edilmektedir. Bu itibarla Bağdat Nizamiye Medresesi’nin mimarî özelliklerine
değinmek yerinde olur.

Bağdat Nizamiye Medresesi taştan ve iki katlı olarak inşa edilmiştir.


Zeminde girerken sağda iki oda olup, birincisi küttab olarak kullanılırdı; daha
sonra kuyunun solunda esas salon ve kurucusunun mezarı, birinci kata çıkan

13
merdiven, uzun bir galeri, kütüphane olarak kullanılan bir oda ve talebelere
ayrılan diğer bir oda bulunmaktaydı. Dersler talebelere salonda veriliyordu.

Kare şeklinde büyük bir bahçe ile çevrili olan Nizamiye’nin birçok geniş
konferans salonları ve dershaneleri, depo ve erzak kileri olarak kullanılan zemin
katta bir hamamı ve bir de mutfağı vardı (Talas, 2000: 42).

Devlet tarafından maddî ve manevî yardım gören ve saray tarafından


himaye edilen Nizamiyeler’in gerek teşkilat, gerekse öğretim bakımlarından o
çağın diğer öğretim kurumlarından çok üstün olduğu muhakkaktır (Kuran, 1969:
6).

Medrese görevlilerinin sayısı kurumun büyüklüğüne ve okutulan derslere


göre değişmekteydi. (1233-34)’te tamamlanan Mustansıriyye Medresesi’nde dört
Sünnî mezhepten birer müderris vardı. Burada altmış iki fâkih, dört mescid, bir
Şeyhu’l-hadis, iki Kârî, on Müstemî, bir Şeyhu’t-tıb, on kadar da tıp öğrenimi
gören öğrenci bulunuyordu. Medresenin bünyesinde yetim çocuklar için de bir
mektep yeralmaktaydı (Bozkurt, C. 28, 2003: 326). Mektebe bağlı bir kütüphane,
hamamlar, hastahane ve bir de mutfak bulunmakta idi. Girişte bir duvar saati,
mektebin yanında halifenin bir köşkten bütün binaya bakabileceği bir bahçe
bulunuyordu (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 127).

Memlukler dönemi medreselerinde ise görevlilerin durumu ve görevleri


şöyleydi: Hadis hocalarına Muhaddis, Şeyhu’l-hadis veya Şeyhu’r-rivâye
deniliyordu. Muhaddis, bölgedeki hadis şeyhlerini, onların doğum ve ölüm
tarihlerini, ilmî durumlarını bilirdi. Şeyhu’r-rivaye muhaddislerin rivayet ettikleri
hadislerin lafızlarını tashih ederdi. Hafızlar Kur’an’ı ezberleyenlerin derslerini
takiple görevliydi. Müfessir, Kur’an ayetlerini açıklar, Müderris talebeye ders
anlatır, Muîd müderrise yardımcı olurdu. Müfîd, ders çalışmaları esnasında
öğrenciye yardım eder, Müntehî tartışılan konularda araştırma yapardı. Kâtibu’l-
gaybe, talebenin devam durumunu izlerdi. Zâbitu’l-esmâ ise öğrencinin kaydıyla
ve onların derse ilgisini takiple görevliydi. Muallimu’l-küttab küçük çocuklara
İslamiyetin esaslarını öğretir, Kâs (kıssa anlatan) halka ibretli olaylar ve sözler

14
nakleder, Kâriu’l-kesâsî de kâs gibi bir görev yapardı. Vâiz, halka şiirler ve güzel
sözlerle zühd, tevekkül gibi konular hakkında vaaz verirdi. Fıkıh medreselerinde
ayrıca Reis, Müftü, Kadı, Şâhid, Mütesaddir, Müfîd gibi görevliler bulunurdu.
Hadisle ilgili bölümlerde yardımcıya Müstemlî, dil hocalarına Nahvî denirdi.
Kıraat hocaları da hadis hocaları gibi Şeyh olarak adlandırılırdı. Ribat, zâviye ve
hankâhlarda ders verenlere şeyh denirdi. Medreselerde ayrıca Nâsih, Verrâk,
Musahhih, Muarrid gibi yazı ile ve yazı malzemesinin sağlanmasıyla ilgili
görevliler de bulunurdu (Bozkurt, C. 28, 2003: 326).

Anadolu Selçuklu medreselerindeki teşkilat yapısı ve eğitim şeklinin


klasik İslam medrese eğitimine paralel olarak devam ettiği ifade edilmektedir
(Bkz. İhsanoğlu, C. 1, 1999: 232).

Metinleri bulunabilen medrese vakfiyelerinden Anadolu medreselerinde


eğitimin Salı ve Cuma günleri hariç hafta boyunca yürütüldüğü ve eğitim
süresinin azami beş yıl ile sınırlandığı anlaşılmaktadır. Fakih denilen medrese
öğrencilerine başlangıçta “mübtedî” daha sonra “mutavassıt”, en sonunda da
kendi kendine istidlal yaparak hüküm çıkarabilecek duruma gelince “müstedil”
denilmekteydi (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 233).

M. 1201/2 tarihli Konya’daki Altun-Âba Medresesi Vakfiyesi Anadolu


Selçuklu Medreseleri’ndeki teşkilatı ortaya koyması bakımından önemlidir.
Vakfiyeye göre vâkıf (vakfeden kişi) Hanefî mezhebinden olacağını şart kıldığı
müderrise 800, muîde 240 dinar tahsis etmiştir. Hanefi ve Şâfiî mezhebinden
olması kaydedilen talebe ve fâkihlerden istidlâl yapabilecek, ilerlemiş üç
talebeye her birine üçte biri olmak üzere ayda 45 dinar, orta derecede olan on beş
talebeye her birine 10 dinar olmak üzere ayda 150 dinar, başlangıçta olan
(mübtedî) yirmi talebeye her birine 5’er dinar olmak üzere ayda 100 dinar,
medresedeki cemaate namaz kıldıran ve Hanefi mezhebinde olması şart kılınan
imama yılda 200, müezzine 100 ve medresenin serilmesi, temizliği ve
içeridekilerin hizmetine bakan ferrâşa ayda 5 dinar maaş tahsis edilmiştir. Bu
kayıtlara göre medresede okuyan talebenin mevcudu 38’den ibarettir (Turan, C.

15
XI, S. 42: 202). Vakfiyenin tasnifine göre medresenin ilk talebesine “müteallim”,
yüksek talebesine de “mütefakkih” denilmektedir (Konyalı, 1964: 824).

Mübârizeddin Halifet Gazi’nin Amasya’da 606/1209-1210 senesinde


kurduğu medresenin vakfiyesinde ise bir müderris, iki muîd ve on iki fâkih
(talebe) bulunacak, müderris yıllık bin iki yüz hâlis gümüş dirhem maaş
karşılığında Hanefî fıkhını okutacaktır (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 233).

Mevcut vakfiyelerden anlaşıldığına göre Anadolu Selçuklu


Medreseleri’nde öğrenci sayısı 20-40 arasındadır. Sivas Buruciye Medresesi’nde
30 öğrenci Konya Altun-Âba Medresesi’nde 38 öğrenci vardı (Kuran, 1969: 3).

Anadolu Selçuklu devletinde iklim şartları ve birtakım unsurlar göz önüne


alınarak medreseler iki tip üzerine inşa edilmiştir. Bunlar: “Açık Avlulu
Medrese” ve “Kapalı Kubbeli Medrese” tipleridir. Bunların arasında aslında
büyük bir fark yoktur. Kapalı avlulu tipte orta mekân kubbe ile örtülüdür. Bu
sebeple plan kare veya kareye yakın bir dikdörtgen biçiminde olur (Atçeken,
1998: 191). Açık avlulu tipin avlusu ise genellikle giriş ekseni itibarı ile
uzunlamasına dikdörtgen biçimindedir (Aslanapa, 1984: 135).

Anadolu Selçuklu medreseleri genellikle tek katlıdır. Fakat iki katlı


olanlar da mevcuttur (Sırçalı Medrese gibi). Eyvan sayıları belli değildir.
Eyvanlar sivri, beşik tonozlu örtülü; ana eyvanın yanlarındaki odalar ise
umumiyetle kubbelidir (Atçeken, 1998: 191).

Herhangi resmî bir derecelendirmeye tabi tutulmadığı görülen Osmanlı


öncesi medreseler, umumiyetle müderrislerin ilmî kabiliyetlerine göre şöhret
bulmuştur. Temel eğitimini tamamladıktan sonra, herhangi bir ilimde ihtisas
yapmak isteyen talebeler, o bilim dalındaki tanınmış hocalara gidip onlardan ders
görürler ve icâzet alırlardı. İcazetnâmelerde müderris esastı ve eğitim görülen
medreselerin adı değil, okutulan derslerin tanımı ve icâzeti veren müderrisin
hocalarının silsilesi gösterilirdi (İhsanoğlu, C. 1, 1999: 233).

16
Başlangıcından itibaren medresede yürütülen eğitim-öğretim faaliyetleri
önemli bir husustur. Bazı kaynaklar Selçuklu öncesi ve Selçuklu döneminde inşa
edilen medreselerde yalnızca dinî ilimlerin okutulduğunu ileri sürerken, bazı
kaynaklar da bu medreselerde naklî ilimlerin yanında aklî ilimlerin de
okutulduğunu ifade etmektedir. Bu hususa açıklık getirmek için bu devrin eğitim-
öğretim faaliyetine değinmek gerekir.

Bilindiği gibi Kur’an, ilk ayeti ile öğrenmeyi emreden bir dinin kitabıdır.
Bu kitabın gönderdiği peygamber de ümmetine bu yolda talimat vermiştir. Kitap
ve Sünnetin bu konudaki emirlerini yerine getirmeye çalışan müslümanlar, daha
İslamın ilk yıllarından itibaren öğrenmek için bütün imkânlarını seferber etmiştir
(Kazıcı, C. 5, 1999: 161).

Kur’an, Hadis ve Arapça öğretimi ilk zamanlardan itibaren camilerde


yapılmaktaydı. Fıkıh ve ilahiyat alanındaki gelişmeler neticesinde, bu konularla
ilgili dersler de camilerde okutulmaya başlandı. Bu bilgi dallarının hepsinin bir
arada okutulduğu camiler olduğu gibi, birinin veya birkaçının okutulduğu
camiler de vardı. Camilerde İslamî ve lisanî bilimler dışında, aklî bilimler de
okutulurdu. Mesela el-Ezher Camii’nde tıp okutulduğundan bahsedilmektedir.
Fakat felsefe camilere girememiştir (Taşdemirci, S. 3, 1989: 527).

İhtiyaçların artmasıyla Emevîler devrinde inşa edilen müstakil


mekteplerde din eğitiminin yanında çeşitli müspet ilimler de okutuluyordu.

Halife Me’mun’un (813-833) devrinde Zerdüştî okullarının ilhamıyla


832’de Bağdat’ta inşa ettirdiği Beytu’l-Hikme’lerde Arap, Yahudi ve Hristiyan
ilim adamları beraber çalışıyorlar, Aristo ve Eflatun gibi birçok filozofun
eserlerini Arapçaya çeviriyorlardı (Atçeken , 1998:189 ).

Devlet tarafından maddî ve manevî yardım gören ve saray tarafından


himaye edilen Nizamiye’lerin gerek teşkilat ve gerekse öğretim bakımından o
çağın diğer eğitim kuruluşlarından üstün olduğu muhakkaktır.

17
Bazı kaynaklar ilk Nizamiye Medreseleri’nde fıkıh dersleri ile sarf, nahiv
gibi Arapça dil eğitimi dışında özellikle aklî ilimlerden ders okutulduğuna dair
bilgi bulunmadığını kaydederler (Bkz. İhsanoğlu, C. 1, 1999: 232).

Nizamiye Medreseleri konusunda ayrıntılı bilgi veren Talas ise, Eş’arî


âlimler tarafından kabul edilmeyen genel felsefe ve metafizik konularının
Nizamiye’de yasak edildiğini ifade eder ve Nizamiye’nin belli başlı hocalarının
ve yardımcılarının biyografik incelemelerine göre bu medresede öğretilen
konuların genel bir programını verir. Buna göre Bağdat Nizamiyesi’nde okutulan
dersler şunlardır:

1- Kur’an ve Kur’an ilimleri, 2- Hadis ve ilimleri, 3- Şafiî usulü fıkhı ve


Eş’arî kelamı, 4- Şafiî fıkhı, 5- Arapça ve ilimleri, 6- Âdab ve kısımları, 7-
Riyaziyat ve Ferâiz (aritmetik ve mirasın taksimi ile ilgili ilim) (Bkz. Talas,
2000: 50).

Kuran ve Kazıcı da Nizamiyeler’in ders programında tıp, riyaziye ve


hey’et derslerinin varolduğunu ifade etmektedir (Bkz. Kuran, 1969: 6; Kazıcı,
1995: 44).

M. 1233-34’te tamamlanan Bağdat’taki Mustansıriyye Medresesi’nde dört


sünnî mezhepten birer müderris vardı. Medresede bir Şeyhu’l-hadis, bir Şeyhu’t-
tıb, on Müstemi, iki Kârî ve on kadar da tıp öğrenimi gören öğrenci bulunuyordu
(Bozkurt, C. 28, 2003: 326). Şeyhu’t-tıp ünvanlı müderris bu on talebeye tıp
ilmini öğretirdi (Kuran, 1969: 4).

Yine bu döneme ait Kırşehir’deki Cacabey Medresesi’ndeki


Germiyanoğulları tarafından inşa edilen Kütahya Vacidiye Medresesi’ndeki
mimari değişikliklerden hareketle bu medreselerde astronomik gözlemler
yapıldığı ileri sürülmektedir (Bkz. Furat,S.8, 2003: 184).

Anadolu Selçuklu medreselerinde daha çok ihtisaslaşma görülür.


Medreseler okutulan konulara göre daru’l-hadis, fıkıh medresesi ve tıp medresesi
şeklinde sınıflandırılmıştır. Konya’daki İnce Minareli Medrese (1258) bir daru’l-

18
hadis, yine Konya’daki Sırçalı Medrese (1242) fıkıh medresesi, Kayseri’deki
Çifte Medrese’nin doğudaki kısmı ise bir tıp medresesidir (Kayaoğlu, 1994: 54).

Daru’l-hadislerde verilen esas ders hadis ilmi idi. Fıkıh medreselerinde


ise, “İslam hukuku” esasına dayanan fıkıh tedrisi yapılırdı. Tıp medreselerinde
ise tıp tahsili yapılırdı (Bkz. Kuran, 1969: 4).

Anadol ve Abbasova Selçuklu Medreseleri’nde Hadis ilmi, Fıkıh, Kelam


ilmi Hey’et, Riyaziye, Tıp, Edebiyat, Belağat ve Arûz gibi derslerin
okutulduğunu kaydeder (Bkz. Anadol ve Abbasova, 2000: 349-351).

Bunun yanında medrese, ister bir hayırseverden, isterse bir devlet


tarafından yapılmış olsun, ders okumak ve ilim tahsil etmek için yapıldığından,
yaptıranın kafasında, kendine göre bir programı mevcuttu. Onu medresenin
vakfiyesine yazdırmayı ihmal etmezdi ( Atçeken ,1998 : 189 ).

Medrese, eğer bir devlet ve hükümet başkanı tarafından inşa edilmiş ise,
programına daha çok önem verildiği ve kurucusunun gayesine hizmet edecek bir
öğretimin takip edildiği görülmektedir (Atay, C. XIII, 1981: 172).

Medrese eğitimini başarıyla tamamlayanlara icâzet verilir, belli bir süre


sonra kendisinde kabiliyet görülmeyen öğrenci uzaklaştırılırdı. Dersler
umumiyetle ezberleme, tekrar, tefakkuh, müzâkere ve imlâ metodlarıyla
öğrenilmeye çalışılırdı (Bozkurt, C. 28, 2003: 326).

19
II. BÖLÜM

2. İLK OSMANLI MEDRESELERİ

Osmanlı Devleti kuruluşunun ilk yıllarından itibaren, daha önce


Anadolu’daki Türk devletlerinde de görüldüğü gibi, bilimsel yapılanmaya
gereken önemi vermiştir (Kahya, C. 8, 1999: 25). Zîra Türkler, daha Anadolu’ya
gelmeden ilmî faaliyetlerde bulunmuşlar ve özellikle Büyük Selçuklularda
olduğu gibi Anadolu Selçuklu Devleti de çeşitli şehirlerde medreseler tesis
etmişlerdi. Bu medreseler gerek teşkilat ve gerekse idarî bakımdan daha sonra
kurulacak olan Osmanlı medreselerine örnek olmuştur (Halaçoğlu, C. 12, 1994:
439).

Bu yönüyle ilk Osmanlı medreseleri, teşkilatlanma ve idarî yapılanma


bakımından Selçuklu devri medreselerinin bir devamı olarak kabul edilmektedir.

Burada ilk Osmanlı medreseleri hakkında birkaç hususa değinmek gerekir.


Bunlardan ilki, ilk Osmanlı medresesinin nerede kurulduğu meselesidir.
Taşköprülüzade İsamüddin Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi’nin “eş-Şekaiku’n-
Nu’maniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmaniye” isimli eserinde Osmanlı
devletinde ilk kurulan medresenin İznik medresesi olduğunu belirten kesin bir
kaydın olduğu ifade edilirken (Bkz. Hızlı, S. 88, 1991: 279), Arif Bey bu konuda
farklı bir görüşü dile getirir ve şöyle der: “Orhan Bey saltanatının üçüncü yılında
İzmit’i fethettikte oradaki mebâni-i kadîmeden birini medreseye kalbetti.
Memâlik-i Osmaniye’de ilk medrese budur. Lâkin İzmit aksâ-ı memlekette
olduğundan medresesi matlup derecede feyz ve şöhret bulmadı. Hükümetinin
altıncı senesinde İznik’i aldı. Ehemmiyet-i mevkisine ve şöhret-i kadimesine
nazaran merkez-i hükümet yaptı. Zaman-ı kadîmdeki şöhretinin ihyâsı
maksadıyla mebâni-i kadimeden birini medrese haline vaz ettirdi” (Arif Bey,
1922: 139).

Burada ilk medresenin İznik’teki Süleyman Paşa Medresesi olduğuna


işaret edilmekte ancak İznik Medresesi’nin ondan daha şöhretli olduğu

20
bildirilmektedir (Bilge, 1984: 12; Hızlı, S. 88, 1991: 27). Gerçekten de İznik
Medresesi Çelebi Sultan Mehmed’in (Pakalın, 1983: 436) Bursa’da yaptırmış
olduğu medreseye kadar Osmanlı medreselerinin en şöhretlisi olarak kalmıştır
(Bilge, 1984: 12).

Ancak ilk Osmanlı medresesi hususundaki genel kanaat, 731-732 H.


1330-1331 M. senesinde İznik’te yapılan ve müderrisliğine Davud-i Kayserî’nin
getirilmiş olduğu medrese yönündedir.

Tevarih-i Âl-i Osman ve Şekâiku’n-Nu’mâniye gibi tarihi kaynaklarda


Orhan Bey’in İznik’te yaptırmış olduğu medresenin Osmanlı devletinde yapılan
ilk medrese olduğu kaydedilmesine rağmen (Bkz. Hızlı, S. 88, 1991: 27), Ârif
Bey’i bu konuda farklı bir görüşe sevkeden hususun İzmit’in fethi konusunda
kaynaklarda yeralan farklı tarihler olduğu söylenebilir.

İzmit’in 727 (H) = 1326-1327 (M), 728 (H) = 1327-1328 (M) ve bazen de
731 (H) = 1330-1331 (M) gibi farklı tarihlerde fethinin gerçekleştiğinin Osmanlı
kaynaklarında kaydedildiğini ifade eden İ. Hâmi Danişmend, Bizans
rivayetlerine dayanan batılı kaynaklarda ise İzmit fethinin 738 (H) = 1337-1338
(M) tarihinde gerçekleştiği bilgisinin yeraldığını ifade eder. Danişmend, bu fetih
tarihindeki ihtilaf konusunda iki sebep gösterir. Birincisi, İstanbul’un fethinden
sonra yazılan Osmanlı kaynaklarının Osman Bey ve Orhan Bey zamanını
yeterince aydınlatamamasıdır. İkincisi ise, İzmit’in Bizanslılarla Osmanlılar
arasında bir iki defa alınıp verilmiş olmasıdır. Danişmend’e göre daha önce
alınmış olmasına rağmen İzmit’in kat’i surette fethi 738 (H) = 1337-1338 (M)
tarihindedir (Bkz. Danişmend, C.1: 22).

Bu bilgiler ışığında, yukarıda da belirtildiği üzere Osmanlı devletine ait ilk


medresenin İznik’te yeralan medrese olduğu ifade edilebilir.

İznik’teki medreseden başka Osmanlılar, diğer şehirlerde de medreseler


inşa etmişlerdir. Nitekim Orhan Gazi Bursa’nın fethini müteakip, süratle imar
faaliyetlerine başlamış, bu arada kurduğu birçok sosyo-kültürel müesseseye iki

21
medreseyi de ekleyerek şehrin ilim ve kültür hayatına canlılık kazandırmıştır.
Medreselerin ilkini Hisar’da, diğerini ise Orhan Camii’nin yanında inşâ
ettirmiştir (Hızlı, 1998: 15).

Öte yandan ilk dönemde Bursa, Edirne ve diğer Osmanlı şehirlerinde


birçok medrese inşâ edildiğini ifade eden Halaçoğlu, bunları Bursa’dan
başlayarak şöyle sıralar (Bkz. Halaçoğlu, C. 12, 1994: 410-413): Bursa’da Orhan
Gazi zamanında yapılan Lala Şahin Medresesi, I. Murad dönemi medreselerinden
Çekirge mevkiinde yeralan Hüdavendigâr Medresesi, Ulu Camiî civarında
bulunan Esediye Medresesi, Yıldırım zamanında yapılan Çandarlı Hayreddin
Paşa’nın oğlu Ali Paşa Medresesi, Ebu İshak Medresesi, I. Murad Han’ın hanımı
Gülçiçek Hatun Medresesi, Eyne Bey ve Molla Yegân Medresesi, Eyne Bey
Subaşı Medresesi, Ferhâdiye Medresesi, Molla Fenâri Medresesi, Yıldırım
Medresesi, Çelebi Mehmed devrinde Bayezid Paşa Medresesi, Çelebi Mehmed
tarafından kurulan Yeşil Medrese veya Bursa Sultaniyesi, II. Murad devrinde
Fazlullah Paşa Medresesi, Hacı İvaz Paşa Medresesi, Kara Hasan Paşa
Medresesi, İsa Bey Medresesi, Sultan II. Murad’ın Muradiye Medresesi
sayılabilir. Bunların hepsi de vakıflar bağlanmak suretiyle varlıklarını
sürdürmüştür. Bunlardan özellikle Orhan Gazi’nin Manastır Medresesi, I.
Murad’ın Hüdâvendigar Medresesi, I. Bayezid’in Yıldırım Medresesi, Çelebi
Sultan Mehmed’in Yeşil Medresesi (Bursa Sultaniyesi), Hacı İvaz Paşa
Medresesi ve II. Murad’ın Muradiye Medresesi, birinci derecede eğitim ve
öğretim kurumları olarak vazife görmüştür.

Osmanlı sultanları ve devlet adamları Edirne’nin fethini müteakip burada


da medreseler inşa etmişlerdir. Bunlardan Çelebi Mehmed Medresesi (Eski
Camiî Medresesi) adından da anlaşılacağı üzere, Çelebi Mehmed tarafından Eski
Camiîn arkasında 1413 yılında inşa ettirilmiştir. Medreseye Yıldırım Bayezid
zamanında bazı yerlerin gelirleri evkaf olarak bağlanmıştır. Öte yandan
Edirne’de Sultan II. Murad’ın yaptırdığı Daru’l-Hadis Medresesi ile Üç Şerefeli
Saatli Medrese ilmî derece yönünden önemli bir seviye olup hususiyetlerini uzun

22
süre devam ettirmişlerdir. Bunlardan ayrı olarak II. Murad zamanında Rumeli
Beylerbeyi olan Sinan Bey tarafından yaptırılan Beylerbeyi Medresesi, Kürt
Hoca Medresesi, Amasya ileri gelenlerinden Şah Melek b. Şâdi Bey Medresesi,
Çelebi Mehmed devri meşayihinden olan Şeyh Şucâ Medresesi, Saruca Paşa
Medresesi ve Halebiye Medresesi sayılabilir (Halaçoğlu ,C.12 , 1994 : 412 ).

İznik, Bursa ve Edirne haricindeki diğer Osmanlı şehirlerinde de


medreseler inşa edilmişti. Bunlardan Afyon’da Umur Bey Medresesi,
Alaşehir’de Yıldırım Medresesi, Amasya’da I. Bayezid, Çelebi Mehmed ve II.
Murad Medreseleri, Yörgüç Paşa Medresesi, Balıkesir’de Yıldırım Medresesi,
Bergama’da II. Murad zamanında yapılmış Hatip Paşa ve Umur Bey
Medreseleri, Bolu’da Yıldırım Medresesi, Çorum’da II. Murad Medresesi,
Dimetoka’da Oruç Paşa Medresesi, Filibe’de II. Murad devrinde Rumeli
Beylerbeyi olan Kula Şahin Paşa tarafından yaptırılan medrese ile ayrıca
Gelibolu, İştip, Kütahya, Malkara, Merzifon, Milas, Mudurnu, Sapanca, Tire,
Tokat, Üsküp, Yenişehir (Bursa) ve Yenişehr-i Fenar (= Larissa)’daki medreseler
sayılabilir (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 410-413).

Erken dönem Osmanlı medreselerini mimarî yönden inceleyen Yekta


Demiralp 1300-1500 (M) yılları arasında Anadolu’nun en küçük yerleşim
birimlerinde dahi medreseler inşâ edildiğini ifade eder. Günümüze ulaşamamış
medrese sayısının ise hayli fazla olduğunu belirtir ve bu medreselerden
günümüze ulaşabilen otuz altı medresenin kendisi tarafından incelendiğini
vurgular. Bugün mevcut olmayan erken dönem Osmanlı medreselerinin yirmi
beşini ise liste halinde verir (Bkz. Demiralp, 1999: 13).

XIV. yüzyılın başlangıcından Fatih Sultan Mehmed devrinin başlangıcına


kadar büyük şehirlerden Bursa’da yirmi beş, Edirne’de on üç, İznik’te dört olmak
üzere toplam kırk iki medresenin kurulmuş olduğu, aynı dönemde daha küçük
şehirlerde ise kırk medresenin bulunduğu bilinmektedir (İhsanoğlu, C. 1, 1999:
237).

23
Kısaca 1331-1451 yılları arasında, Osmanlı devletinin ilim çevreleri henüz
kuruluş döneminde iken toplam seksen iki medresenin tesis edilmiş olması,
Osmanlılarda eğitim ve bilim ortamının çok hızlı bir şekilde geliştiğini
göstermektedir. Bu durum, her üç senede en az iki medresenin kurulmasına
tekabül eder. Aynı şehirlerde medrese sayısının artmasıyla medreseler arasında
bir derecelendirme ihtiyacı doğmuştur. II. Mehmed (Fatih)’ten önceki dönemde
medreselerin statüsüne göre bir derecelendirmeye gidilmesi, medreseler arasında
bir fark ortaya çıkarmıştır (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 414).

Osmanlıların ilk birbuçuk asır içinde yapmış oldukları medreselerin


derece ve sınıf itibariyle en mühimleri İznik, Bursa ve Edirne idi. Kuruluşun
başlangıcında İznik Medreseleri bu beyliğin birinci sınıf medresesi idi; sonra
Bursa’da yapılan medreseler dolayısıyla İznik ikinci dereceye inerek Bursa’daki
(Sultan Medresesi) birinci dereceyi aldı. Edirne devlet merkezi olduktan sonra II.
Murad zamanında 851 (H.)/1447 (M) senesinde tamamlanan Üç Şerefeli Camiî
yanındaki büyük medrese ile Daru’l-Hadis o tarihte Osmanlı memleketlerindeki
medreselerin üstünde yeraldı (Uzunçarşılı, 1988: 2-3).

2.1. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA

2.1.1. Fizikî Yapı

Önceleri camiler, aynı zamanda medrese olarak kullanılır iken, müstakil


medreselerin ortaya çıkmalarıyla medrese mimarisi doğmuştur. Umumiyetle
camiler etrafında kurulan medrese binaları, iklim şartlarına ve devre hakim olan
mimarî tarzına göre taştan, tuğladan, kerpiçten veya ahşaptan yapılmışlardır.
Bazen de daha önceden başka gayeler için yapılmış olan binalar, medrese olarak
kullanılmışlardır (Baltacı, 1976: 25).

Osmanlı biliminin teşekkülü ve gelişmesi Osmanlı öncesi Selçuklu


döneminde Anadolu şehirlerindeki eski ilim müesseselerinin yerleşik gelenekleri
ile dönemin en mühim ilim ve kültür müesseseleri sayılan Mısır, Suriye, İran ve
Türkistan’dan gelen âlimlerin sayesinde gerçekleşmiştir (İhsanoğlu, C. 8, 1999:

24
17). Osmanlılar ilk medreseleri kurarlarken Selçukluların, Mısır ve Türkistan
medreselerinin teşkilat ve eserlerinden istifade etmişlerdir (Pakalın, C. 2, 1983:
436). Selçuklu, Mısır ve Türkistan medreselerini örnek alarak medreseler açmaya
başlayan Osmanlıların bu faaliyetleri, kendilerinden önce Anadolu’da bu alanda
yapılan faaliyetlerin bir devamı sayılabilir (Taşdemirci, S. 3, 1989: 520).

E. Hakkı Ayverdi, Osmanlı mimarisinin ilk devri ile ilgili bilgiler verirken
Osmanlı medreselerinin mimarî özelliklerinden de bahseder. İlk devir Osmanlı
medreselerinin mimarî özellikleri bize bu dönem medreselerinin fizikî
yapılanmaları hakkında da bilgi verir. Ancak fizikî yapılanmadan önce İznik’te
inşa edilen ilk Osmanlı medresesi hakkında bir hususu dile getirmek gerekir.
Geçmişten bu yana İznik’te kurulan ilk Osmanlı medresesinin manastırdan
çevrilme olduğu tekrar edilegelmektedir. Ancak Ayverdi, Molla Hüsrev
tarafından 841 (H)/1437-38 (M)’de tescil edilen Orhan Gazi Vakfiyesi suretinde:
Orhan Gazi’nin bu vakfının 841 (1437-38) yılında Molla Hüsrev tarafından tescil
edildiğini, sonra vakfiyenin 895 (1489-1490)’da Sultan II. Bayezid’e arz ve 903
(1497)’de tekrar tescil olunduğunu ifade eder ( Ayverdi , C. 1, 1966 : 175 ).

Bu bilgi doğrultusunda Ayverdi, medresenin manastırdan çevrilme değil,


yeni inşa edilen bina olduğunu belirtir. Medresenin yerini Hayrüddin Paşa
Caminin kuzeyinde ve Nilüfer İmâreti’nin doğusundaki kale duvarıyla hudutlu
olan boş bir arazi olarak gösterir (Bkz. Ayverdi, C. 1, 1966: 172). Bu ilk
medreseden başka İznik’te inşa edilen Süleyman Paşa Medresesi’nde ise, güzel
bir revâk, ferah bir avlu, yeterli adet ve ebatta hücre, dershane, müderris odası,
hususî bir giriş gibi önemli unsurları içinde barındırdığı, Lala Şahin
Medresesi’nde ise Selçuklu ve beylikler döneminin etkisi olduğu aktarılmaktadır
(Bkz. Ayverdi, C. 1, 1966: 175).

İlk Osmanlı medreselerinden Bursa’daki Yıldırım Bayezid Medresesi


(1399), Çelebi Mehmed’in Yeşil Medresesi (1415) ile II. Murad’ın Muradiye
Medresesi (1426)’nin ölçü farkları bir yana bırakılırsa hemen hemen aynı plân
üzerine inşa edildikleri görülür. Her üçünde de Selçuklu medreselerinde görülen

25
revaklarla çevrili bir açık avlu, revakların arkasında öğrenci odaları
bulunmaktadır. Burada görülen fark, Selçuklu medreselerindeki simetrik
eyvanların ortadan kalkması, kıble tarafından çıkıntı halinde büyükçe kubbeli
dershanenin eklenmesi ve her öğrenci odasının dışarıya bir pencere ile
açılmasıdır. Bir fark da tek katlı olan bu medreselerde portallerin sadeleşmesi,
taşla tuğlanın birlikte kullanılmasıdır. Bu üç medresenin kubbeli dershanelerinin
önü açık olduğu için bunlara eyvan dershane denilmektedir. Bu üç medrese
dışında, Hüdavendigâr Medresesi (1363), Çelebi Mehmed’in Merzifon’da
yaptırdığı medrese (1414) ayrı birer mimarî özellik ve gelişme çizgisini
gösterirler. II. Murad’ın Edirne’de yaptırdığı Saatli Medrese ise Bursa’da
Yıldırım Bayezid’in başlattığı Osmanlı medrese tipinin devamı olarak kabul
edilir ancak, kubbeli bir eyvanın yanında kapalı bir dershanenin yer alması ile
onlardan ayrılır. Bu kapalı dershane daha önce Orhan Gazi devrinde inşa edilen
İznik Süleyman Paşa Medresesi’nde ortaya çıkmıştır (İhsanoğlu, 2003: 93-94).

İlk Osmanlı medreselerinin fizikî yapılanma bakımından daha önce


kendine örneklik teşkil eden Selçuklu medreselerinden önemli ölçüde
etkilendiğini ifade etmiştik.Bu bakımdan Selçuklu medreselerinin daha önce
değinmiş olduğumuz fizikî yapısıyla ilgili bazı bilgileri hatırlatmak yerinde olur.

Örneklerini, Büyük Selçuklu devrinde Melikşah’ın veziri


Nizamülmülk’ün Tus’da ve Bağdat’ta yaptırdığı eyvanlı medreselerden alan
Anadolu Selçukluları da medreselere çok önem vermişlerdir. Avluya açılan dört
büyük eyvanlı Asya medreseleri örneği, Selçuklular devrinde ana hatları
muhafaza edilerek tatbik edilmiştir. İklim şartları da göz önüne alınarak bu
dönemde medreseler iki tip üzerine yapılmışlardır. Bunlar: 1- Açık Avlulu
Medreseler, 2- Kapalı Kubbeli Medreseler.

Bunlar arasında büyük fark yoktur. Kapalı avlulu tipte orta mekân kubbe
ile örtülüdür. Bu sebeple plan kare veya kareye yakın dikdörtgen biçiminde olur.
Açık avlulu tipin avlusu ise genellikle giriş ekseni itibariyle uzunlamasına
dikdörtgen biçimindedir (Atçeken, 1998: 191).

26
Selçuklu medreselerinde form, dıştan içe doğru değil, içten, yani avludan
dışa doğru gelişmiş ve avlu düzeni binanın şekillenmesinde en önemli eleman
olmuştur. Açık avlulu Selçuk medreselerinde portal genellikle binanın
uzunlamasına ekseni üzerinde, ana eyvanın karşısındadır. Kapıdan giriş eyvanına
geçilir. Bütün kapalı avlulu medreselerde olduğu gibi açık avlulu Selçuklu
medreselerinde de dershane hacimleri ana eyvanın bir veya iki yanına konulmuş
ve genellikle bu odalar kubbeli yapılmıştır (Kuran, C. 1, 1969: 101).

Eflakî’nin dağınık kayıtlarını bir araya toplayan Baykara, Selçuklu


dönemi Konya medreselerinin fizikî yapısı ile ilgili şunları aktarır: “Medreseler
umumî bir kapıdan girilen yapılardır. İçlerinde ikişer, üçer “talib-i danişmendin”
kaldığı pencereli hücreler vardır. Sahın, gezinilebilen, nispeten geniş bir alan
olmalıdır. Sofa veya sofalar zeminden biraz yüksekte olup, medresenin “asitâne-i
medrese” denilen önemli kısmıydı. İçinde bir havuz bulunabilen medreselerin
toprak damı özellikle yaz mevsiminde bir gezinti yeri idi. Burada köşk denilen
mekânlar da bulunabiliyordu. Medresede ayrı bir kapısı olan bir bahçe olurdu.
Burada çoğu zaman bir de su kuyusu bulunabilirdi” (Baykara, 1985: 11).

Selçuklu medreselerinin büyük ölçüde tesirinin olduğu ilk Osmanlı


medreselerinde de umumiyetle büyükçe bir oda hacminde ve genellikle kubbe ile
örtülü olan dershane zemini hasır veya kilimle kaplanırdı. Öğrenciler minderler
üzerinde oturur, müderris büyükçe bir rahle önünde oturduğu yerden ders
anlatırdı. Medrese avlusunda çoğunlukla bir kuyu, müstakil suyu olan
medreselerde ortada bir şadırvan veya bir köşede sebil yeralırdı. Bunun dışında
çamaşırhane, gusulhane, abdesthane için ayrılmış mekânlar vardı (İşpirli, C. 28,
2003: 331).

Medrese binaları çok defa camilerin yanında veya camilerle birlikte inşa
olunan kargir yapılardı. Genel olarak tek katlı ve bir avluyu çevreleyen revakın
etrafında sıralanmış odalarla bunların arasında münasip bir yere inşa olunmuş
büyük, kubbeli bir dershane veya mescitten müteşekkil bulunurdu (Unat, 1964:
5).

27
Bütün bu bilgilerden, erken Osmanlı külliye mimarisinin örneklerinin belli
bazı özellikler ortaya koyduğu görülmektedir. Medresenin de dâhil olduğu
külliyeyi meydana getiren bu fonksiyonel yapılar, arazinin topoğrafyasına bağlı
olarak konumlanmışlardır. Gene erken dönem külliyelerinin muhteşem
örneklerini teşkil eden hükümdarların yaptırdığı külliyeler, yeni yerleşmelerin
doğuşunu sağlayan çekirdeği oluşturmuşlardır (Cantay, C. 10, 1999: 310).

2.1.2. Sosyal Yapı

Geçmişten bu yana inşâ edilen medreselerin temeli vakıf sistemine


dayandığından şüphesiz ki medreselere sosyal bir hüviyet kazandıran sistem
vakıf sistemi olmuştur.

Modern devlet anlayışına göre, devletin halka götürmek mecburiyetinde


olduğu hizmetlerden hemen hemen hepsi Osmanlılar’da vakıf müessesesi yoluyla
karşılanmıştır. Osmanlılarda vakıf yoluyla hayat bulan kuruluşların en
mühimlerinden birisi hiç şüphesiz külliyelerdir (Yediyıldız, S. 219, 1962: 264).
Bu külliyeler içerisinde önemli sosyal fonksiyonları içeren kurumlardan biri de
medreselerdi.

Osmanlı medreselerinde öğretim kadrosu ve görevlilerin maaşları,


öğrencilerin yeme, içme ve yatma masrafları, eğitimle ilgili araç ve gereçler vakıf
gelirlerinden karşılanmıştır (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 19).

İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı medresesine de Sultan Orhan Gazi


tarafından Kozluca Köyü ve çevresiyle birlikte İznik çevresindeki evler vakıf
olarak bağlanmıştı (Bkz. Ayverdi, C. 1, 1966: 172). Vakıf gelirlerinin altıda biri
talebelere, altıda beşi de müderrislere tahsis edilmişti (Halaçoğlu, C. 12, 1994:
410). Yine Şehzade Süleyman Paşa’nın İzmit’te inşa ettirdiği medresede
talebelere 5 akçe, Şah Melek Paşa’nın Edirne’de kurduğu medresede ise
talebelere 10 akçe yevmiye verildiği bilinmektedir (Bkz. Bilge, 1984: 39).

İlk Osmanlı medreselerinde müderrislere günlük maaş yanında bir takım


yan ödenekler de verilirdi. Bunlar senelik veya mevsimlik hesabıyla olur ve

28
lâhmiye, bahâriye, yaylâkiye ve taâmiye isimlerini alırdı. Taâmiye olarak
buğday, arpa, kışlık yakacak olarak da odun verilirdi. Sultan I. Murad’ın meşhur
Kaplıca Medresesi’nde bulunan talebeler ve diğer vazifeliler caminin yanındaki
imâretten istifade ederlerdi. İmârette her gün pişirilen yemekten, Muharrem
ayının 10. gününde pişirilen aşûra’dan, Ramazan günlerinde pişirilecek hususî
yemeklerden ve senede sadece iki defa pişirilen “zibâc” isimli yemekten
müderris efendiye, diğer vazifelilere ve talebelere ne kadar verileceği önceden
tespit edilmişti (Bkz. Bilge, 1984: 28).

Bu doğrultuda İlk Osmanlı Medreseleri’nde görevli müderrislerin,


talebelerin ve diğer hizmet personelinin yeme, içme, barınma, maddî kazanç gibi
sosyal ihtiyaçlarının eksiksiz karşılandığı anlaşılmaktadır.

Selçuklulardan bu yana Osmanlı medreselerinin diğer bir sosyal özelliği


de eğitimde fırsat eşitliğini sağlamasıdır. Devletin himaye ettiği medreselerde,
fakir talebenin ilim tahsil etme fırsatı daha geniş ve daha avantajlı olmuştur.
Öğrencilerin tüm ihtiyaçları karşılıksız sağlanmıştır ( Akyüz, 1993: 72 ; Anadol-
Abbasova , 2002 :348 ).

İlk Osmanlı Medreseleri’nin bir diğer sosyal boyutu da cer uygulamasıdır.

Örgün eğitimlerini yılın belirli dönemlerinde alan büyük kentlerdeki


medrese öğrencileri, tatil olan üç aylarda (Receb, Şaban, Ramazan) özellikle
Ramazan ayında taşraya giderek, bir taraftan teorik bilgilerini pratik olarak
uygulama fırsatı bulurken, diğer taraftan yıllık eğitim giderlerinin ve kış dönemi
erzak ihtiyaçlarının belirli bir kısmını karşılamaya çalışırlardı. Medreselerdeki
eğitimin tatil olduğu dönemde taşraya yapılan bu seyahat sadece öğrencilere
maddî katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda devletin farklı bölgelerindeki
değişik örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri, kültür ve sanatları tanımalarına
imkân sağlıyor ve onların toplumla bütünleşmesini kolaylaştırıyordu (Cihan, C.
5, 1999: 179).

29
Öğrencilerin sadece medreseye ait bir hücrede kalmadıkları, çeşitli dinî
hayır kurumlarında çalışarak öğrenimini sürdüren bir çok kişinin cami,
kayyimhâne, tabhâne, aşhâne, müezzin odaları ile türbelerde sâkin oldukları ifade
edilmektedir (Bkz. Cihan, C. 5, 1999: 178).

Medrese öğrencilerinin, gündüz okunan dersleri yeniden gözden geçirip


pekiştirmek, arkadaşlarından yeni bilgiler almak ya da karşılıklı olarak fikir
teâtisinde bulunmak üzere, akşamları başka medreselere gittikleri ve bazen
arkadaşlarının yanında misafir olarak kaldıkları da bilinmektedir (Bkz. Cihan, C.
5, 1999: 178).

2.1.3. İdarî Yapı

Esas itibari ile medrese bir vakıf kurumu olduğundan işleyişi,mâli


kaynakları,bunların kullanılması ve denetlenmesi tamamıyla vakıf kuralları
içinde yapılırdı ( İşpirli ,C. 28 ,2003 :330 ).

Konuya açıklık getirebilmek için vakfın tarifini yapmak gerekir. Vakıf, bir
kişinin kendi mülkiyeti olan bir şeyi, toplumun ihtiyacı için dinî, hayrî veya
sosyal bir amaca, Allah’a yakın olmak niyetiyle müebbed olarak tahsis etmesi
aktidir (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 14).

Muhtelif İslam milletleri tarafından benimsenen ve kendi millî kültürlerini


meydana getirme ölçüsünde, kendi dünya görüşleri ve istikbal felsefelerine
intibak ettirilen vakıf müessesesinin, Büyük Selçuklulardan itibaren bir hız
kazandığı, daha sonra kurulan İslam devletlerinde ve bilhassa Osmanlılarda çok
daha büyük gelişmeler gösterdiği biliniyor.Daha önce ifade ettiğimiz üzere
devletin halka götürmek mecburiyetinde olduğu hizmetlerden hemen hemen
hepsi Osmanlılar’da vakıf müessesesi yoluyla karşılanmıştır. Bunlar ana
hatlarıyla din, eğitim-öğretim, ulaşım, sağlık, sosyal yardım hizmetleri olarak
sınıflandırılabilir (Yediyıldız, S. 219, 1962: 263-264).

30
Medreselerde vakfiye, medreselerin hukukî manada (mahkemeden tescil
edildikten sonra) kuruluşunu sağlamak ve vakfedilen malları tespit ederek,
bunların geliriyle medresenin bakımı, müderris, öğrenci ve diğer görevlilere
verilecek günlük maaş ve burslarının temini ve diğer masrafların karşılanması
için düzenlenmiştir (İhsanoğlu, S. 247, 2003: 882).

Konu toplum eğitimini ilgilendirdiği için, Osmanlı medreselerinde


devletin daima sıkı bir denetimi vardı. Bütün medreseler önceleri Kazasker’e
bağlı iken, XVI. yüzyıl sonralarından itibaren yüksek dereceliler Şeyhulislam’a
verilmiş, diğerleri Kazasker’de kalmıştı. XIX. yüzyılda teşkilat meşihat
makamına devredilmiştir (İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Gerek eğitim-öğretim, öğrenci alımı ve bu öğrencilere oda tahsisi


bakımından, gerekse denetim ve kontrol edilmesi, asayiş ve güvenliğin
sağlanması açısından Osmanlı Medreseleri özerk bir yapıya sahiptir.
Medreselerin teftiş ve denetimi merkezî otoritenin özel izni ile
gerçekleştirilmektedir (Cihan, C. 5, 1999: 181).

İlk Osmanlı Medreseleri’nde her bir medresenin yönetimi genellikle


müderrisin sorumluluğunda idi. Talebenin gördüğü derslerin deftere kaydını da
müderris yapardı. Geliri ve kapasitesi küçük olan medreselerde ayrı bir mütevelli
olmayıp bu görevi de müderrisler yerine getirirdi. Talebenin çalışmasını,
medresedeki inzibatı ve gündelik hayatı müderris takip ederdi (İşpirli, C. 28,
2003: 330). İlk Osmanlı Medreseler’inde umumiyetle medreselerle ilgili detaylar
görev başında bulunan müderrise bırakılmıştır (İhsanoğlu, S. 247, 2003: 882).

Osmanlı eğitim sisteminde, idarî teşkilatlanmanın merkez organları, ders


vekâleti kanalıyla Şeyhulislamlık, Rumeli ve Anadolu kadıaskerliğidir. Eyalet,
sancak ve kaza kadıları, taşradaki eğitim idarecileridir. Tedrisâtın muhtevası,
usulleri ve idaresi konusunda ise müderris ve mütevellinin yetki sorumluluğu
vardır (Sarıkaya, 1997: 32).

31
Orhan Gazi İznik’te imparatorluk camiini yükseltirken orada bir de bir asrı
geçen bir zaman boyunca Osmanlı medreselerinin en yükseği olarak bakılacak
olan bir medrese yaptırmış, medresenin idaresi, İslam âlemindeki diğer bütün
medreselerde olduğu gibi müderris titri altında Şeyh Davud-ı Kayserî’ye
verilmiştir (Kazıcı, C. 5, 1999: 163; Çelebi, C. 5, 199: 170).

İlk dönem Osmanlı medreselerinde müderrislere müderrislik görevlerinin


yanında vakıf nâzırlığı, toplanan gelirlerin tasarrufu konusunda yetki, medrese
binalarına yapılacak herhangi bir tamiratı yürütme gibi görevler de verilmişti.
Nitekim İznik Rükneddin Medresesi’ne vakfedilen köy gelirlerinin idaresi yine
müderris efendiye verilmiştir. Bursa ve diğer sonraki medreselerde de bu durum
devam edegelmiştir (Bilge, 1984: 25). Bu idarî sistemde çoğu zaman
müderrislerin azil yetkileri medreselerin mütevelli heyetlerine bırakılmıştır
(Halaçoğlu, 1995: 137).

Osmanlı medreselerinin ilk safhalarında medresenin idaresi ile ilgili


birçok görevin müderrislere verildiği ortaya çıkmaktadır. Daha sonraki
dönemlerde medreselerle alakalı teşkilat ve tafsilatın gelişmesiyle idare kadrosu,
mütevellî (nazır) ve ona bağlı kâtip, câbi (medreseye ait vakıf mallarının
vergilerini toplayan), câbi kâtibi, mutemet ve noktacı gibi memurlardan
oluşmaya başlamıştır (Bkz. Furat, S. 8, 2003: 205).

Bütün bu bilgilerden, İlk Osmanlı Medreseleri’nde idarenin vakıf


kurallarına bağlı olarak mütevelli heyeti, müderrisler, kâtip, câbi, câbi kâtibi,
mutemet ve noktacı gibi memurların nezaretinde yürütüldüğü ortaya çıkmaktadır.
Medresede eğitim-öğretim faaliyetleriyle ilgli detayların ise eğitim-öğretim
geleneğine bağlı kalmak şartıyla müderrisin insiyatifine bırakıldığı anlaşılıyor.

2.1.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması

Osmanlı biliminin teşekkülü ve gelişmesi Osmanlı öncesi Selçuklu


döneminde Anadolu şehirlerindeki eski ilim müesseselerinin yerleşik gelenekleri
ile dönemin en mühim ilim ve kültür müesseseleri sayılan Mısır, Suriye, İran ve

32
Türkistan’dan gelen âlimlerin sayesinde gerçekleşmiştir (İhsanoğlu, C. 8, 1999:
17). Nitekim çoğunlukla İznik’te kurulduğu kabul edilen ilk Osmanlı
medresesinin müderrisi Davud b. Mahmud b. Muhammed Kayserî, ilk
tahsilinden sonra Kahire’ye gitmiş, orada tefsir, hadis ve fıkıh usulü ilimlerini
okumuş ve Anadolu’ya dönmüştür (Hızlı, S. 88, 1991: 28). Bu bakımdan
Osmanlılar, bütün Türk devletlerinde kurulan eğitim müesseseleriyle diğer İslam
devletlerinde gelişen eğitim müesseselerinden istifade etmişlerdir. Bağdat-
Semerkant bölgelerinde gelişen aklî ilimlerle, Şam-Mısır bölgesinde gelişen naklî
ilimler, Osmanlı eğitim müesseselerinde ağırlıklarını bu yönüyle hissettirdiler
(Baltacı, S. 3, 1979: 6).

İlk devre Osmanlı Medreseleri daha önce Amasya, Konya, Kayseri,


Karaman ve Aksaray gibi, Anadolu şehirlerinde başladığını gördüğümüz tedris
faaliyetinin devamı telakki olunabilir. Bu faaliyet yabancı memleketlerden gelen
âlimler ile onların talebesi veya tahsillerini ilim bakımından gelişmiş İslam
ülkelerinde tamamlayan şahsiyetler sayesinde olmuştur (Baysun, C. 8, 1979: 71;
İhsanoğlu, C. 1, 1999: 234).

Bizzat Osmanlı medreselerinde yetişenlerin müderris olarak iş başına


geçmelerine kadar, ilk Osmanlı medreselerinde görev alan müderrisler menşe
itibariyle ya Anadolu’da doğup yetişenler, ya Anadolu’da doğmuş olup
tahsillerini Mısır, İran ve Türkistan gibi eski İslam ilim merkezlerinde
tamamlayarak geri dönenler ya da Anadolu dışında doğup, oralarda yetişen ve
sonradan Osmanlı ülkesine gelenlerden oluşmaktadır (İhsanoğlu, C. 1, 1999:
235).

İlk devir Osmanlı medreselerinin umumî ölçülerle Anadolu Selçuklu


Medreseleri’nin bir devamı olduğu kabul edilmekle birlikte diğer İslam
memleketlerindeki medreselerden de etkilendikleri söylenebilir (Baltacı, 1976:
15).

Osmanlı devletinin, müessese, teşkilat ve medeniyet konularında Türk-


İslam devletlerinden her suretle etkilenmiş ve ilham almış olması doğaldır. Bu

33
bakımdan, siyasal ve askerî olaylar, bunların karakteristik özellikleri dışında,
teşkilat ve medeniyet konularını, Osmanlı devletinde onların bir devamı ve
tekâmülü olarak kabul etmek yerinde olur (Gökbilgin, 1977: 3).

Bütün bu bilgilerden, değişik İslam bilim merkezlerinin Osmanlı ilminin


gelişmesine kaynaklık ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim ilk Osmanlı müderrisi
Davud-ı Kayserî’nin yüksek tahsilini Mısır’da yapması (Bkz. Uzunçarşılı, 1988:
1) bunun en açık göstergesidir.

Erken devir Osmanlı medreselerinde ilk teşkilatlanmanın Yıldırım


Bayezid zamanında gerçekleştiği ifade edilmekle beraber (Baltacı, 1976: 15;
Baysun, C. 8, 1979: 72; Halaçoğlu, C. 12, 1994: 14; İzgi, 1997: 35), bu
teşkilatlanmanın ilk defa II. Murad zamanında gerçekleştiği de belirtilir (Bkz.
Uzunçarşılı, 1988: 2). Ancak Gelibolulu Mustafa Âli’nin, “Kitabu’t-Tarih-i
Künhü’l-Ahbar” isimli eserine kaydettiği “Eğerçi ecdad-ı izâmında Yıldırım
Bayezid Han’dan kendülere gelince vâki olan âbâ-i kiram bu kavâninin bir
mikdarını icrâ buyurmuşlar, lâkin bi’t-tamam tertib ü ihtimam niyyetini güyâ ki,
Ebu’l-Feth merhûmın mesûbatı defterine ta’lik kılmışlar” ifadesi, Osmanlı
medreselerine dair ilk teşkilatın Yıldırım Bayezid zamanında tertip edildiğini
ortaya koymaktadır (Bkz. Âli, 109a).

Baltacı, Fatih Kanunnâmesi ile Gelibolulu Âli, Kâtip Çelebi ve


Taşköprülüzâde’nin eserleri gibi önemli kaynaklardan yararlanarak, Yıldırım
Bayezid’in kurduğu dâru’ş-şifa binasıyla bir organizasyonun oluşturulduğu, II.
Murad döneminde bu sınıflandırmanın geliştirildiğini zikretmektedir (Bkz.
Baltacı, 1976 :26 ). Ancak Yıldırım Bayezid ve II. Murad devirlerinde
gerçekleştirildiği kabul edilen bu teşkilatlanmanın ayrıntısı hakkında bilgi sahibi
değiliz. Fatih’in yaptığı düzenlemenin hemen öncesinde Osmanlı medreselerinin,
yüksek tahsil kısmı hariç tutulursa Telvih, Miftah ve Haşiye-i Tecrîd Medreseleri
olmak üzere üç kısma ayrıldığı ifade edilmektedir (Baysun, C. 8, 1979: 72;
Yaşar- Sevim, 1990: 321).

34
Osmanlıların ilk bir buçuk asır içinde yaptırmış oldukları medreselerin
derece ve sınıf itibariyle en mühimleri İznik, Bursa ve Edirne’de idi. Kuruluşun
başlarında İznik Medresesi bu beyliğin birinci sınıf medresesi idi. Daha sonra
Bursa’da yapılan medreseler dolayısıyla İznik ikinci dereceye inerek Bursa’daki
Sultan Medresesi birinci dereceyi aldı. Edirne devlet merkezi olduktan sonra II.
Murad zamanında 851 (H.) (1447 M.) senesinde tamamlanan Üç Şerefeli Camii
yanındaki büyük medrese ile Daru’l-Hadis o tarihte Osmanlı memleketlerindeki
medreselerin üstünde yeraldı, tedris ve tahsisatı itibariyle Bursa’daki Sultan
Medresesi ikinci dereceye indi. Üç Şerefeli Medrese müderrisine o tarihe kadar
hiçbir medrese müderrisine verilmeyen yüz akçe yevmiye verildi. Halbuki İznik
Medresesi müderrisinin yevmiyesi otuz ve Bursa’daki Sultan Medresesi
müderrisinin yevmiyesi ise elli akçe idi (Uzunçarşılı, 1988: 3).

Osmanlı devleti öncesinde olduğu gibi Osmanlılarda da eğitim-öğretim


yapılanmasında müderris ve muîd önemli bir yere sahiptir (İzgi, 1997: 43).

İlk devir Osmanlı medreselerinde bir müderris bulunurdu. Orhan Gazi


kurduğu medreseyi Davud-ı Kayserî’ye vermiş, onun vefatında medreseye bir
diğer müderris tayin olmuştu (Bilge, 1984: 19).

Bu dönemde Osmanlı medreseleri tek müderrisli olmasına rağmen birden


fazla hoca bir medresede ders verebiliyordu. Bazen, bir müderris veya bir başka
medrese çalışanı aynı sektör içindeki benzer ya da farklı kurumlarda birden fazla
görev alabiliyordu. Mesela bir müderris bir medresede hadis, diğer bir medresede
İslam hukuku ve tefsir okutabildiği gibi, aynı kişi büyük bir camide Cuma
vaizliği ve bir başkasında da imamet görevinde bulunup her bir iş için muayyen
bir ücret alabiliyordu (Cihan, C. 5, 1999: 181).

Müderrislerin tayinleri ilk devirlerde o medreseyi kuran padişah veya paşa


tarafından yapılırdı. Daha sonra divanda kararlaştırılmış, kendilerine, tayin
edildiklerine dair bir berat verilmiştir. Azilleri ise, işe devamsızlık, şer’î
kanunlara aykırı beyanda bulunmak ve sözler söylemek gibi sebeplere

35
dayandırılmıştır. Çoğu vakıflarda ise azil yetkisi vakıf mütevellisine verilmiştir
(Halaçoğlu, C. 12, 1994: 416).

Osmanlı devletinde ilk devirlerde müderrisin azledilme durumlarına pek


rastlanmamış, çeşitli sebeplere dayanarak müderrislikten azletme işi XVI. asır
sonlarında başlamıştır (Bilge, 1984: 21).

Bütün vakfiyelerde müderrislerde ilmî bakımdan aranacak vasıflardan


vâkıf’ın şartları kısmında bahsedilmiştir. Bu kısım bazılarında uzun tutulmuş,
bazılarında ise sadece “istihkak edenlere” diye kısaca geçilmiştir.

Fatih devrindeki medrese teşkilatından evvel de müderris olmak bir sıraya


tâbi idi. Müderrislik etmeye hak kazanan bir ilim adamının uzun müddet bir
medresede “muîd”lik ve “danişmend”lik etmesi lazımdı. Ancak ondan sonra
müderrisliğe geçebilirdi (Pakalın, C. 2, 1983: 437).

Müderrislere müderrislik yanında verilen ek görevler; vakıf nâzırlığı,


toplanan gelirlerin tasarrufu hususunda yetki, medrese binalarına yapılacak
herhangi bir tamiratı yürütme gibi vazifelerdi (Bilge, 1984: 25).

İlk Osmanlı Medreseleri’nde tespit edilen medrese vakfiyelerinde en


yüksek maaşın müderrislere verildiği görülür. Bursa Manastır Medresesi’nde
müderris efendi günde 50 akçe alırken müderris yardımcısı olarak medresede
vazifeli bulunan muîd 5 akçe alırdı (Bilge, 1984: 26).

İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı medresesinin müderrisi günlük 30 akçe


alırken, Bursa’daki Sultan Medresesi müderrisi 50 akçe, Üç şerefeli Medrese
müderrisi ise o tarihe kadar hiçbir medrese müderrisine verilmeyen 100 akçe
yevmiye almıştır (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 3).

Bazı vakfiyelerde ise müderris ve diğer vazifelilerin maaşları sabit


tutulmamış, toplanacak hâsılat üzerinden hesap edilmiştir. Orhan Gazi İznik’te
bulunan medresenin vazifelilerine ve talebelere ödenecek olan maaşı bir rakamla
tespit etmemiş, toplanacak hâsılatın 1/6’sını talebelere, kalanı da müderris
efendiye bırakmıştır. Bunun yanında müderrislere günlük yevmiyeleri yanında

36
birtakım yan ödenekler de verilirdi. Bunlar senelik veya mevsimlik hesabıyla
olur ve lahmiye, bahâriye, yaylâkiye ve taâmiye isimlerini alırdı (Bilge, 1984:
27-28).

Bu doğrultuda ilk Osmanlı medreselerinde müderrislerin diğer medrese


görevlileri arasında en yüksek maaşı alan kişiler olduğu söylenebilir.

Medrese eğitiminin temel unsurunu müderrisler oluşturuyordu. Özellikle


ilk devir Osmanlı eğitim sisteminde talebenin hangi medresede okuduğu önemli
değil, hangi hocadan ders aldığı önemliydi. Özellikle icazetnâmelerde hoca
silsilesine vurgu yapılırdı. İlk Osmanlı medreselerinde ders veren müderrislerin
çoğu İslam dünyasının tanınmış ilim merkezlerinde yetişmişler, sonradan gelerek
ders vermek üzere istihdam edilmişlerdir (İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Eğitim kadrosu içinde en önemli görevlilerden biri de “muîd”dir. İlk devir


Osmanlı medreselerinde muîd, aynı İslam âleminde kullanıldığı mânâda
medresede müzakerecilik eden müderris muavinleri için kullanılıyordu. Müderris
yardımcısı olan muîd, talebelerle aynı yerde oturmaktaydı. Müderris dersi takrir
ettikten sonra muîd o dersi tekrar eder ve müderrisin takriri esnasında dersi
anlayamamış olanlara böylece yardımcı olmuş olurdu (Bilge, 1984: 34). Baltacı
muîdliğin ilk defa Büyük Selçuklular zamanında Nizamiye Medreseleri ile ortaya
çıktığını ifade etmektedir (Bkz. Baltacı, S. 3, 1979: 7).

Bilge ise muîdlik vazifesinin İslam âleminde ilk kez hicrî V. asırda ortaya
çıktığını ifade etmektedir (Bkz. Bilge, 1984: 34).

Muîdler maaşlı görevlilerdi. Örneğin, müderrisin 50 akçe aldığı bir


medresede muîde 5 akçe yevmiye veriliyordu. Nitekim Manastır Medresesi’nde
muîde 5 akçe verilirken, Edirne Daru’l-Hadis Medresesi’nde günde 8 akçe
yevmiye verilmiştir (Bilge, 1984: 26).

Muîdler aynı zamanda öğrencinin disiplininden de sorumluydular. Muîd


olarak atanacak kişilerde aranan özellikler vakfiyelerde belirtilmiştir. Osmanlı
öncesi Anadolu medreselerinde olduğu gibi Osmanlı medreselerinde de bir

37
medresede görevli muîd sayısının sabit olmadığı gözükmekle birlikte, genellikle
her müderrisin yanında iki muîd bulunmaktaydı (Demiralp, 1999. 10).

İlk kurulan Osmanlı medreselerinde bir müderrisin yanında bir muîd


bulunurken, XVI. asırda muîd sayısının ikiye çıktığı anlaşılmaktadır (Bilge,
1984: 37).

Muîdin medresede müderris yardımcılığından başka gördüğü ek


vazifelerden en mühimi medresede bulunan talebelere namaz vakitlerinde namaz
kıldırmasıdır (Bilge, 1984: 37).

Muîd, medresenin tedris heyetiyle yakından ilgili olup, vakfiye şartlarına


göre, iade hizmetine layık ilmî seviyesi yüksek eser sahibi kimseler arasından
seçilirdi (Tekindağ, 1973: 24).

İlk Osmanlı medreselerinin eğitim-öğretim yapılanması içinde diğer


önemli unsurlardan biri de şüphesiz talebelerdi. Osmanlı medreselerinde
talebelerin sıbyan mektebini bitirerek veya o seviyede hususî bir öğretim görerek
medreselere geldiği anlaşılmaktadır. Zira en aşağı seviyedeki Haşiye-i Tecrîd
medreselerinin derslerini anlayabilmek için hiç olmazsa okuma yazmanın ve bir
miktar ilmihal bilgilerinin öğrenilmiş olması gerekir (Baltacı, 1976: 32).
Medreselerde eğitim gören öğrencilerden ilk seviyedekiler (mübtedîler) “sûhte”
adını alırken, ileri seviyedekilere “danişmend” deniyordu (İzgi, 1997: 51).

A.Cihan, Osmanlı medreselerinin öğrencileri arasında standart bir yaş


ortalamasının olmadığını ifade ederken (Bkz. Cihan, C. 5, 1999: 178), Akgündüz
ise yaş sınırlaması ile ilgili genel teamülün 14 yaş altında ve 30 yaş üstünde olan
kimselerin medreselere alınmaması şeklinde olduğunu belirtir (Bkz. Akgündüz,
1997: 436).

Yatılı sistemle işlediği bilinen Osmanlı medrese eğitim pratiğinde, eş


zamanlı eğitim geleneklerini ve hatta günümüz tecrübelerini dahi aşacak nitelikte
beslenme, barınma, sağlık ve psikolojik yardım ilişkilerine önem verildiği
anlaşılmaktadır (Akgündüz, 1997: 443). Nitekim daha önce de ifade ettiğimiz

38
gibi Orhan Gazi’nin İznik’teki medresesi için tanzim ettiği vakfiyesinde medrese
gelirinin 1/6’sını talebeye tahsis etmesi bu hizmetin en açık göstergesidir.
Şehzade Süleyman Paşa İzmit’te inşa ettirdiği medresesindeki talebelere her gün
5 akçe yevmiye tayin etmiştir. Yine II. Murad devri emirlerinden Şah Melek Paşa
Edirne’de kurduğu medresesi için tanzim ettirdiği 835 (H)/1431 (M) tarihli
vakfiyesinde müderrise günlük 10 akçe, talebeye de müderris kadar yani 10 akçe
ayırmıştır (Bkz. Bilge, 1984: 39).

Akgündüz, Osmanlı medreselerine mezhep bağlamında ehl-i sünnet


inancına sahip olanların alındığını, medreseye öğrenci seçiminde, medresenin
vakfiyesindeki şartlar ve merkezî yönetimin belirlediği esaslar yanında
müderrislerin de büyük insiyatife sahip olduğunu, klasik Osmanlı asırlarında
medresenin disiplininden doğrudan doğruya müderrisin sorumlu olduğunu ifade
eder (Bkz. Akgündüz, 1997: 433-440).

2.1.5. Diğer Hizmet Personeli

Eğitim sistemlerinin program ve öğrenciden sonra en önemli


unsurlarından biri de önceden kararlaştırılmış amaçlar ve programlar
istikametinde sistemin hammaddesi olan öğrenci üzerinde nitelik dönüşümünü
klavuzlayan ve bu oluşuma destek hizmet üreten personeldir. Akademik kadro
başta olmak üzere eğitim iş görenleri, örgütlü her eğitim tecrübesinin temel çıkış
noktası ve eğitim sistemine hayatiyet kazandıran temel ögedir (Akgündüz, 1997:
444).

İlk Osmanlı medreselerine her yönüyle kaynaklık eden Selçuklu


Medreseleri’nde görev yapan hizmet personeli ile ilgili bu medreselerin
vakfiyelerinde birtakım bilgiler verilmektedir. Bunlara kısaca değinmek yerinde
olur.

593 (H)/1196 (M)’den önce Sultan II. Kılıç Arslan devrinde inşa edilen
Altun-Aba Medresesi’nin vakfiyesinde, medresedeki cemaate namaz kıldıran ve
Hanefi mezhebinden olması şart kılınan imama yılda 200, müezzine 100 ve

39
medresenin serilmesi, temizliği ve içerisindekilerin hizmetine bakan ferrâşa ayda
5 dinar maaş tahsis edilmiştir. Ayrıca vakfiye, medresede bir kütüphane
olduğunu kaydetmekte ve kitap ödünç almak isteyenlerin kitabın karşılığı olan
kıymette parayı kütüphaneciye (hâzinu’l-kütüb) verip ödünç olarak kitap
alabileceklerini kaydetmektedir (Turan, C. XI, S. 42: 202). Bunun yanında
Anadolu Selçuklu veziri Celâleddin Karatay tarafından 649 (H)/1251 (M)’de
yaptırılan Karatay Medresesi’nde müderrisin okutma işlerinden başka, talebe,
imam ve müstahdemlerin maaş ve tayin işleriyle mütevelli ile birlikte uğraşacağı
kaydedilmektedir. 671 (H)/1272 (M) yılında inşa edilen Kırşehir dışındaki Caca
Bey Medresesi’nin vakfiyesinde öğrenciler arasında tertip ve nizamı muhafaza
eden ve onlara verilecek nesneleri hazırlayan nâkibe her yıl 300 dirhem
verileceği kaydedilmiştir (Bkz. İzgi, 1997: 41-42).

Bütün bu kayıtlardan, Anadolu Selçuklu Medreseleri’nde imam, müezzin,


kütüphaneci ve nâkib gibi hizmet personelinin görev yaptığı anlaşılabilir.

İlk Osmanlı medreselerinin hizmet kadrosunun da Selçuklu


medreselerinin hizmet kadrosuna benzer bir yapılanmada olduğu söylenebilir.

Osmanlı medreselerinde hizmet kadrosunu umumiyetle hâfız-ı kütüb


(kütüphaneci), bevvâb (kapıcı), ferrâş (temizlikçi), kennâs-ı helâ (helâ
temizleyicisi), sirâcî (kandilci) gibi elemanlar meydana getiriyordu (İzgi, 1997:
41).

2.2. İLK OSMANLI MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM


FAALİYETLERİ

İlk dönem Osmanlı medreseleri, Osmanlı öncesi Amasya, Konya, Kayseri,


Karaman ve Aksaray gibi Anadolu şehirlerinde gelenekleri yerleşen eğitim
faaliyetlerinin bir devamı olarak görülebilir. Anadolu’daki bu faaliyetler, o
dönemin en mühim ilim ve kültür merkezleri sayılan Mısır, Suriye, İran ve
Türkistan’dan gelen âlimlerin sayesinde mümkün olmuştur (İhsanoğlu, C: 1,
1999: 234).

40
Osmanlılar bütün Türk devletlerinde kurulan eğitim müesseseleriyle, diğer
İslam memleketlerinde gelişen eğitim müesseselerinden istifade etmişlerdir.
Bağdat-Semerkant bölgesinde gelişen aklî ilimlerle Şam-Mısır bölgesinde gelişen
naklî ilimler, Osmanlı eğitim müesseselerinde ağırlıklarını hissettirmişlerdir
(Baltacı, C. 3, 1979: 6; Kazıcı, C. 5, 1999: 164).

Osmanlılar ilk planda ihtiyaç duydukları yetişmiş elemanları diğer


beyliklerden ve Mısır, Şam gibi ilim merkezlerinden almışlardır (Çelebi, 1999:
C. 5, 170).

Osmanlı medrese sistemini büyük ölçüde etkileyen XI. asrın ikinci


yarısında Selçuklular tarafından Bağdat’ta faaliyete geçirilen Nizamiye
Medreseleri’ni (459/1065), bu medreselerinin birer benzeri olan Merv, Herat,
İsfahan, Belh, Musul, Amûl, Taberistan gibi şehirlerde kurulan medreseler takip
etti. Bu müesseselerde oluşan ilim ve eğitim-öğretim anlayışı, zaman içinde,
İslam dünyasının tamamında benimsendi. Dolayısıyla sünnî İslam dünyasının
büyük bir kesiminde yetişen âlimler gibi Osmanlı uleması da hemen hemen aynı
eğitim sisteminden geçmiş ve aynı kaynaklardan beslenmişti (Unan, C. 5, 1999:
150).

İlk Osmanlı Medreseleri’ne her yönüyle örneklik teşkil eden Anadolu


Selçuklu Medreseleri’nde tahsilin umumiyetle üç devre veya dereceye ayrıldığı,
öğrenci sayısının 20 ile 40 arasında değiştiği, öğrenim süresinin beş yıl olduğu,
öğrencilere “fâkih” denildiği, Salı ve Cuma günleri hariç haftada beş gün ders
yapıldığı ifade edilmektedir (Bkz. İzgi, 1997: 42).

2.2.1. Eğitim-Öğretim Metodu

Eğitimin gerçekleşmesi için öğretimin, belli hedeflere dönük öğrenmeleri


oluşturmak üzere planlanması, uygulanması ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Etkili öğretim, öğrenme olayının doğasını ve değişik gelişim aşamalarındaki
öğrencilerin özelliklerini anlamayı gerektirir (Senemoğlu, 1997: 399).

41
Eğitim programlarının önemli temel ögelerinden biri de, öğrenme
tecrübelerinin klavuzlanmasıdır. Program muhtevası neyi öğretelim? sorusuna
cevap ararken, öğrenme-öğretme sürecinde ise nasıl öğretelim? sorusuna cevap
aranır (Akgündüz, 1997: 407).

İlk devir Osmanlı medreselerinde bu metod anlayışı içinde dersler, ehl-i


sünnet mezheplerinden Hanefî fıkhı esas alınarak verilirdi (Halaçoğlu, C. 12,
1994: 416; Hızlı, S. 88, 1991: 28).

İlk Osmanlı Medreseleri’nde okutulan dersler, talebenin pedagojik


yaşlarına göre belirli dönemde bütünüyle okutulur, her ilim dalında yazılmış ve
İslam ulemâsı tarafından itibar görmüş eserlerin dışındaki kitapların seçilerek
okutulması müderrislerin insiyatifine bırakılırdı (Baltacı, S. 3, 1979: 8). Bu
bakımdan ilk devir Osmanlı müderrislerine, okutmaları gereken belli başlı
eserlerin dışında okutacakları eserler için, bir serbestlik verildiği söylenebilir.

Daha önce de belirtildiği üzere ilk başta İslam dünyasında faaliyet


gösteren medreselerde tahsil ve tedris faaliyetlerinin mihverinde, başlangıçtan
itibaren eğitim-öğretimin sürdürüldüğü müesseseler (mektepler, medreseler)
değil, hocalar (âlimler, müderrisler) bulunuyordu. Bu durum Osmanlı
medreseleri ve ulemâsı için de geçerli olacaktır (Unan, C. 5, 1999: 151).

İlk Osmanlı Medreseleri’nden başlamak üzere Osmanlı medrese


eğitiminin temel unsurunu müderrisler oluşturuyordu. Osmanlı sisteminde ilk
dönemlerde talebenin hangi medresede okuduğu önemli değil, hangi hocadan
dersi aldığı önemliydi. Özellikle icazetnâmelerde hoca silsilesine vurgu yapılırdı
(İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Medreselerdeki örgün eğitimin, genel olarak, haftada beş gün yılda dokuz
ay olduğu ifade edilebilir. Salı ve Cuma günlerinin hafta tatili, hicrî takvime göre
Receb, Şaban, Ramazan aylarına tekabül eden 7. 8. ve 9. ayların ise yıllık tatil
olması teâmül haline gelmiştir (Bkz. Cihan, C. 5, 1999: 179). Yıldırım Bayezid
devri müderrislerinden Molla Fenârî’nin hafta tatili olan Salı ve Cuma günlerine,

42
talebenin ders kitaplarını istinsah edebilmeleri için Pazartesiyi de eklediği (Bkz.
İşpirli, C. 28, 2003: 331), II. Murad dönemi müderrislerinden Mehmed bin
Beşir’in ise sadece Cuma günü tatil yaptığı aktarılmaktadır (Halaçoğlu, C. 12,
1994: 415).

XIV. yüzyılda dört saat olan günlük derslerin XV. yüzyılda beş saate
çıktığı, bu derslerin sabah ve ikindiden sonra olmak üzere iki seansta yapıldığı
bilinmektedir (Cihan, C. 5, 1999: 179).

Umumiyetle derslere sabah namazından sonra başlanır, müderris


talebeleriyle birlikte vakit namazını kılardı. Derse girilir, Kur’an’dan bir parça
okunur, Peygambere dua ve selamdan sonra konuya geçilirdi. Dersler öğleye
kadar sürerdi. Öğleden ikindiye kadar ders yapılmazdı. İkindi namazından sonra
ikindi dersleri başlardı (Köroğlu, 1999: 195).

Müderrisler okuttukları dersten herhangi bir bahis üzerine öğrencilere


münazara yaptırırlar ve neticede iki taraf arasında hakem olup mütalâalarını
söylerlerdi (İzgi, 1997: 45).

Müderrisler İslam dünyasının Gazzâli, Ebû Hafs en-Nesefî, Adudiddin el-


İcî, Sa’deddin et-Taftazanî, Seyyid Şerif el-Cürcânî, Kâdı Beyzavî, Zemahşerî ve
Râzî gibi üstadların klasik metinler haline gelmiş olan Arapça kitaplarını takrir
eder, tartışmalar, sorular ve cevaplar Türkçe olurdu (İşpirli, C. 28, 2003: 328).
Medreselerde ders sıradan bir takrir değildi. Ders bilhassa ilerlemiş talebe ile
“mübâhese” şeklinde cereyan ettiğinden, müderrisin bir saatlik ders için günlerce
hazırlanması gerekirdi (Baysun, C. 8, 1979: 76).

İlk devir Osmanlı medreselerinde öğretim dili, derslerde kullanılan ana


kitaplar çerçevesinde ve müderrislerin menşeleri itibariyle Arapça idi. Fakat XV.
yüzyıldan itibaren birçok değerli Türk ilim adamının katkılarıyla bu kitapların
türlü haşiye ve şerhleri Türkçe yazılmaya, konuları Türkçe takrir ve münakaşa
olunmaya başlamıştır (Unat, 1964: 3).

43
Bu çerçevede ilk devir Osmanlı Medreseleri’nde yazı dili umumiyetle
Arapça olmasına rağmen konuşma dilinin Türkçe olduğu, derslerdeki
müzakerelerin Türkçe yapıldığı ifade edilmektedir (Bkz. Yediyıldız, S. 219,
1962: 266; Taşdemirci, S. 3, 1989: 528; Çelebi, C. 5, 1999: 173).

İlk devirden başlayarak Osmanlı medreselerinde kullanılan öğretim


metodu dedüktif karakterdedir. Bu metodun esasını naslara ve otoritelere
dayandırma teşkil eder. Meseleler naslara ve otoritelere dayanılarak izah edilirdi.
Bu dedüktif metod ilk zamanlarda ezberi esas almıştı. İlk önce Kur’an’ı
ezberlemek ve mümkün olduğu kadar çok sayıda hadis öğrenmek gerekiyordu.
Bir müddet sonra imlâ metodu gelişmeye başladı. Kur’an dersleri hariç, diğer
derslerde not tutuluyordu. Zamanla imlâ metodunun yanında Şerh ve İzah
metodu da gelişti. Medresede okutulan kitapların nüshalarının çoğalması ve
bunların öğrencilerin eline geçmesinden sonra, yavaş yavaş imlâ metodu terk
edilmeye başlandı. Bundan sonra metni bir öğrenci yüksek sesle okuyor, hoca da
izahlarda bulunup metin üzerinde düzeltmeler yapıyordu. Ancak imlâ
metodundan tamamen vazgeçilmemiştir. Hoca zaman zaman kendisinin yaptığı
izahları yazdırıyordu (Taşdemirci, S. 3, 1989: 530).

Osmanlı medreselerinde ders geçme esas olduğundan sınıf diye bir şey
mevcut değildi (Baltacı, S. 3, 1979: 8; Akyüz, 1993: 72). Öğretim süresi daha
ziyade öğrencinin çalışkanlığına, gerekli olan dersleri ve imtihanları verme
durumuna bağlı olup, bugünkü anlamda yıllara ve sınıflara göre
düzenlenmemişti. Belirli dersleri okuyan ve gerekli sınavları başarı ile veren
öğrencilere, “temessük” denilen ve yüksek dereceli bir medreseye gitmesini
sağlayan bir mezuniyet belgesi tevcih edilirdi (Ünal, 1998: 100). Medresede
öğrenimini sekiz yılda tamamlayanların yanında aynı dersleri seçen ve beş yılda
icâzet alanlar da olurdu (Köroğlu, 1999: 190).

Osmanlı medrese eğitiminde en önemli metodlardan biri de “Cerr” adı


verilen uygulamadır. Cer, medrese öğrencilerinin kutsal sayılan Recep, Şaban ve
Ramazan aylarında, özellikle Ramazan ayında ülkenin dört bir yanına dağılması

44
geleneğidir. Bu uygulama ile medrese öğrencisi gittiği yerde namaz kıldırıp vaaz
ederek bir tür öğrencilik stajı yapardı. Medrese, hocası ve okulu bulunmayan en
küçük ve uzak köylerde etkisini bu yaygın eğitim yoluyla duyururdu. Öğrencinin
tüm ihtiyaçları yasal bir sorumluluk olmaksızın, imece ile karşılanır, kendisine
köyden ayrılırken para, çeşitli giyecek ve yiyecek maddeleri verilirdi. Öğrenci
medresesine döndüğünde ihtiyaçlarının bir kısmını böylece karşılamış olurdu.
Cer ile medrese halkın ayağına gider, halkla kaynaşır, halkı elinde tutardı
(Akyüz, 1993: 66). Herkes okuma imkânı bulamamasına rağmen cer yolu ile
ülkenin her yanında ortak bir sözlü kültür oluşmaktaydı (Yediyıldız, S. 219,
1962: 268).

2.2.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları

İlk Osmanlı Medreseleri’nde hangi kitapların nasıl okutulduğu açıkça


bilinmemektedir. Çünkü bu dönemle ilgili bilgiler, umumiyetle daha sonraki
yazılan eserlerle bize ulaşmıştır (Unan, C. 5, 1999: 155). Fakat ilk Osmanlı
medreselerinde geleneksel ders ve yöntemlerin uygulandığı kuşkusuzdur
(Özodaşık, 1999: 7). Bu doğrultuda ilk Osmanlı medreselerinin tahsil ve
programında Selçukluların ve diğer Türk devletlerinin büyük katkılarının olduğu
söylenebilir (Bkz. Baltacı, S. 3, 1979: 6; Gül, 1997: 33).

İlk Osmanlı medreselerinde eğitim, geleneğe dayalı olarak tamamen


vâkıfların (vakfı kuranların) koymuş oldukları şartlar çerçevesinde tayin olunan
müderrislerin insiyatifine bırakılmış görülmektedir. Mesela, İznik Orhan Bey
Medresesi’nin vakfiyesinde müderris Dâvud el-Kayserî’nin “medresede tâlib-i
ilme her gün ders okutacağı” şartı dışında bağlayıcı bir ifade bulunmamaktadır.
Yine 1348’de kurulan Bursa Lala Şahin Paşa Medresesi vakfiyesinde
“müderrisin âlim ve ifadeye kâdir bir kimse olması ve tatil günleri dışında şer’î
bir özrü olmadığı takdirde dersleri kat’iyyen terk etmemesi” ifadesi yeralmıştır.
II. Murad’ın Edirne’de inşâ ettirdiği Daru’l-Hadis Medresesi’nde hangi derslerin
okutulacağı belirlenirken, müderrisin ders günlerinde hadis ilmi ve onunla ilgili
diğer ilimleri öğreteceği, ancak özellikle felsefî ilimlerle iştigal etmeyeceği kaydı

45
konmuştur. 1415 senesinde Karamanoğlu Ali Bey’in Niğde’de kurduğu
Akmedrese’nin vakfiyesinde “bu medreseyi ulûm-ı şer’iyye tedrisiyle meşgul
fukaha ve mütefakkıhaya ve ulum-ı diniyye’nin muhtac olduğu ulûm-ı edebiyye
tahsili ile müteveggil evli, bekâr, leylî ve nehârî talebe ile Hanefi ve Şâfiî
mezhebine göre olan müderris ve muîde vakfetti” denilmektedir (Bkz. İhsanoğlu,
C. 1, 1999: 236).

Bu bilgiler, Fatih’in kurduğu Sahn-ı Semân Medreseleri öncesinde


geleneğe dayalı medrese sisteminin temel özelliklerini açıklaması bakımından
önemlidir.

İlk Osmanlı medreselerinde okutulan derslerle ilgili Yahya Akyüz,


derslerin neler olduğu ve derslerin sıralarının kesin olarak bilinmediğini, ancak
bu derslerin Selçuklulardakilerle aynı veya benzer olduklarını, naklî bilimlerin
yanında, matematik gibi bazı aklî ilimlerin de okutulduğunu ifade eder (Bkz.
Akyüz, 1993: 55).

Bu konuda A. Adnan Adıvar ise Orhan Gazi tarafından İznik’te kurulan


ilk Osmanlı medresesi için, “bu medresede müsbet ilimler noktasından bir
hususiyet aramak beyhudedir. Hiçbir tarihî kaynağa dayanmaya lüzum görmeden
söyleyebiliriz ki, Orhan Bey’in bu ilk medresesi, daha evvel Selçuklular devrinde
açılmış olan medreselerin, gerek bina ve gerekse tedris bakımından bir
devamından başka bir şey değildir” ifadesini kullanır (Bkz. Adıvar, 1943: 2).

İlk Osmanlı medreselerindeki tedris faaliyetleri hakkında E. İhsanoğlu da


önemli değerlendirmelerde bulunmuştur. İhsanoğlu konu ile ilgili bize şunları
aktarmaktadır: “Fatih öncesi Osmanlı medreselerinde eğitim, Nizamiye
Medreseleri’nin geleneği üzerine devam etmekte olup, esas hedefi dinî ilimlerin
okutulması ve özellikle fıkıh tahsilinin yaygınlaştırılmasıdır. Ancak bazı
Selçuklu Medreseleri’nin şifâhânelerin yanında kurulmuş olması, bazı
medreselerde de rasat kuyularının bulunması bu medreselerde tıp, astronomi
bilimleriyle de ilgilenildiği konusunda birtakım ipuçları vermektedir. Selçuklu
dönemi ve Fatih öncesi Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tasnifine girmeyen

46
felsefî, riyazî ve tabiî ilimlerin tahsili ise medrese dışı ilim adamlarının evinde
veya şifahânelerde eskiden beri devam eden geleneğe uygun olarak yürütüldüğü
söylenebilir” (Bkz. İhsanoğlu, C. 1, 1999: 236). Yine bu doğrultuda Adıvar’ın
ifadeleri önemlidir. Osmanlı devrinin ikinci medresesi olarak bilinen Lala Şahin
Medresesi’nde ve daha sonraki medreselerde yapılan eğitim-öğretim faaliyetleri
hakkında Adıvar bize şunları bildirmektedir: “O vakitler hemen bütün ilim
kitaplarının Arapça yazılmış olduğundan medreseler programında bu dilin
mühim bir yer tuttuğu muhakkak olup, fıkıh ve kelâm yanında aklî ilimlerden
mantık ve riyâziyatın da tamamiyle ihmal edilmediği kestirilebilir” (Bkz. Adıvar,
1943: 3).

İznik’te inşa edilen ilk Osmanlı medresesinde yapılan eğitim ve görülen


öğretimin derecesi hakkında kesin bilgiye sahip olmamakla birlikte müderrisliğe
tayin edilmiş şahıslar, bunların hayat ve eserleri, ilmî kapasiteleri tetkik edilecek
olursa bu medresenin oldukça yüksek seviyede bir eğitim ve öğretim kurumu
olduğu düşünülebilir (Kazıcı, C. 5, 1999: 163). Nitekim ilk Osmanlı
medreselerinin Davud-ı Kayserî gibi tasavvuf ile aklî ve dinî ilimleri şahsında
toplamış bir müderris ile başlaması, Kadızâde-i Rumî gibi aklî ilimlerde, Hacı
Paşa gibi tıpta ve Molla Fenârî gibi dinî ilimlerde zirve olmuş öğrenciler
yetiştirmesi bu eklektik yapıyı açıkça göstermektedir (Çelebi, C. 5, 1999: 173).

47
III. BÖLÜM

3. FATİH SULTAN MEHMED DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE


TEŞKİLATI

3.1. SAHN-I SEMAN ÖNCESİ FATİH MEDRESELERİ

II. Mehmed (Fatih)’in İstanbul’un fethi ile şehre her yönden yeni bir
düzen vermek için çeşitli faaliyetlere giriştiği biliniyor. Bu faaliyetler içinde
şüphesiz maârif teşkilatı da yeralmaktaydı.

Fatih Sultan Mehmed fethi müteakip İstanbul’da hemen tedrisata


başlansın diye Ayasofya, Senserj ve Bahâs (Küçük Ayasofya), Pantokrator
(Zeyrek), Hora Manastırı (Ka’riye), Altı Mermer Meryemi, Pantapopt (Eski
İmaret), Sen Teodor (Vefa Camii) ve Hriston Kilisesi (İsa Kapısı Mescidi)’ni
cami ve medreseye çevirmişti. Böylece sekiz kilise, sekiz cami ve medrese haline
gelmişti (Baltacı, 1995: 245).

II. Mehmed (Fâtih) bu medreselerden birinin müderrisliğini Bursa


Muradiye Medresesi müderrisi olan Mevlânâ Alâüddin Tûsi’ye, diğer ikisinin
müderrisliklerini Bursalı Hocazâde ile Mevlânâ Abdülkerim’e vermiştir
(Uzunçarşılı, 1988: 5). Ayasofya Medresesi’nin ilk müderrisi ise Molla Hüsrev
olmuş, daha sonra burada Ali Kuşçu da ders okutmuştur (Baysun, C.8, 1979: 73).
Diğer medreselere de uygun müderrisler tayin edilmiştir.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nden önce inşa edilen Zeyrek Medresesi’nde


Ali Tûsi’nin müderrislik yaptığı dönemde talebeye ait 40 hücre bulunduğu ve bu
hücrelerin her birinde birer öğrenci kaldığı ifade edilmektedir (Bkz. Baysun, C.
8, 1979: 72 ; Uzunçarşılı, 1988: 5).

Molla Hüsrev’in ilk müderrisliğini yaptığı Ayasofya Medresesi Sahn-ı


Semân Medreseleri’nin kuruluşuna kadar en yüksek Osmanlı medresesi olarak
kalmış, hatta müderrisliğine yevmî 60 akçe tahsis edilen bu medrese, sonradan
Sahn-ı Semân’dan üstün tutularak müderrisine 500 akçe ödenmiştir (Tekindağ,
1973: 12).

48
Fatih İstanbul’u fethettikten sonra onu imar edip yeni şahsiyetini
oluşturmak için büyük bir hamle yapmış ve etrafındakileri bu hamleye
katılmaları için teşvik etmiş, böylece hayır sahiplerinin de gayretiyle yüzden
fazla kilise ve manastır, mescid, medrese ve hanikâha dönüşmüştür (İhsanoğlu,
C. 8, 1989: 51).

3.2. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİ

3.2.1. Sahn-ı Semân Medreselerinin İnşası

Fatih devrinde inşa edilen Sahn Medreseleri ile ilgili değerlendirmeler


genellikle Medrese vakfiyesine ve Fatih’in teşkilat kanunnâmesine dayandırılır.
Ancak Sahn-ı Semân Medreseleri için en temel kaynak Fatih Vakfiyesi’dir.

Önce Arapça, daha sonra Türkçe olarak tanzim edilen bu vakfiyenin


günümüze ulaşan on ayrı nüshası bulunmaktadır (Unan, S. 30, 1994: 49-57).
Arapça ile Türkçe metin arasında bazı farkların bulunduğuna ilk önce Adnan
Adıvar tarafından işaret edilmiştir (Bkz. Adıvar, 1943: 30-32). E. İhsanoğlu ise
E. Hakkı Ayverdi’nin ve İsmail Erünsal’ın da vakfiyede yeralan vakıf
kayıtlarındaki farklılıkları tespit ettiklerini ifade eder (İhsanoğlu, 2003: 50).

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin inşası hakkında E. İhsanoğlu Vakıflar


Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan vakfiyenin Türkçe nüshasına dayanarak
bize şu bilgileri verir: “Vakfiyeye göre Fatih yeni başkentini ilim merkezi
yapmak için caminin etrafında yüksek sekiz medrese ve bu medreselerin
arkasında “Tetimme” adıyla bilinen sekiz küçük medrese inşa ettirmişti. Böylece
caminin iki tarafında toplam onaltı medrese olup, bunların dışında caminin batı
kapısına mâil tarafında, bir “Daru’t-Ta’lim” yani sıbyan mektebi de kurmuştur
(İhsanoğlu, 2003: 51).

Vakfiyede yeralan Sahn-ı Seman Medreseleri’nin inşasıyla ilgili temel bir


özellik de sekiz medreseden her birinin temellerinin hikmet kaideleri üzerine
dayandığı ve yapılarının güzelliklerini hendesî ölçülerden aldıkları ifadesidir
(Bkz. Kayaoğlu, S. 49, 1985: 16).

49
Fatih’in teşkilat kanunnâmesinde (Kanunnâme-i Âl-i Osman) ise Sahn-ı
Seman Medreseleri’nin inşasıyla ilgili “hâliya binâ eylediğüm medâris-i âliyeye
Sahn deyü isim konulmuşdur” ifadesi yeralmaktadır. A. Kadir Özcan, “Sahn”
kelimesinin Taşköprizâde’nin Şakayık’ında geçmediğini ve “Sahn” kelimesinin
vakfiyenin Arapça metninde yer almadığını ifade eder ve bu kısmın sonradan
yazılmış olabileceğini belirtir (Bkz. Özcan, S. 33, 1982: 39).

Fatih’in teşkilat kannunnâmesi (Kanunnâme-i Âl-i Osman) ve medrese


vakfiyesi dışında yeralan tarih kitaplarında, Sahn Medreseleri ile ilgili fazla
malûmat bulunmamaktadır. E. İhsanoğlu bu sınırlı kaynaklar çerçevesinde Fatih
ile aynı çağda yaşamış olan ve daha sonraki dönemde yaşayan tarihçilerin bu
konuda kayda aldıkları bilgileri bize aktarır (Bkz. İhsanoğlu, 2003: 55-66). Buna
göre Fatih dönemine ait en eski metin, Fatih’in çağdaşı olan İmrozlu Rum tarihçi
Kritovulus’un eseridir. Kritovulus fetihten sonra İstanbul’un idaresi ve îmarı ile
ilgili şunları aktarır: “Kendisi dahi şehrin ortasında ve yüksek bir noktasında
cesamet ve kıymet cihetiyle emsâlini aşan bir cami inşa ettirmek için bir yer
seçerek içine konulacak sütunların, taşların ve sâir inşaat malzemesinin
hazırlanıp tedarik edilmesini ferman eyledi.” Bu metin Fatih Külliyesi’nin
1463’te başlayan inşaatından önceki durumu açıklaması bakımından önemlidir.

Fatih’in çağdaşı olan ve İstanbul’un fethinde bulunan Tursun Bey’in (öl.


1490’dan sonra) “Tarih-i Ebu’l-Feth” adlı eserinde Fatih Camii’nin ve Sahn-ı
Semân Medreseleri’nin inşasından şu şekilde bahsettiğini İhsanoğlu yine
kaydeder (Bkz. İhsanoğlu, 2003): “Ve caminin bazı taraflarına sekiz güzel
medrese yaptırdı. Taş yastık ve hasır yatağa bile razı olan müzakereci suhteler
için Tetimme odaları yaptırdı. Faziletlilere ve talebelere günlük ve aylıkla ders
görmelerini tekrar emir buyurdu. Bu medreseler durumlarına uygun olarak,
Semâniye diye isimlendirildi.”

II. Bayezid dönemi müelliflerinden İdris-i Bitlisî’nin (öl. 1520) Sultan’ın


emriyle yazdığı “Heş Bihişt” (Sekiz Cennet) adlı Farsça tarih kitabı, Fatih
dönemi için önem arzeden bir kaynaktır. Bu eserde Fatih Külliyesi ile ilgili

50
bilgiler, “İstanbul’da Yeni Camii, Sultanın hayır kapıları, Semâniye Medreseleri
ve onlara ilave olarak yapılan Tetimme Medreseleri hakkında” başlığı altında
bulunmaktadır. Buna göre İdris-i Bitlisî konu ile ilgili özet olarak şu bilgileri
vermektedir (Bkz. İhsanoğlu, 2003: 37): “İslam’ın yörüngesinde bulunan, sâlim
düşüncesi zamanın mühendislerine ölçü olan padişah, o geniş şehirde, maddî ve
manevî güzellikleri bir araya getiren, kadîm tarz üzere bir camiî ve onun
etrafında birkaç medrese ve daru’ş-şifa bina edilmesini irade buyurdu. O gönül
açan alanın ön tarafında büyük bir avlunun içinde, çevresinde dokuz felek gibi
çok sanatlı kubbeler bulunan, gökyüzüne benzer büyük tek kubbeli bir cami ve
onun iki yanında ilim ehlinin ve talebelerinin oturmaları için hendese kanunlarına
uygun olarak sekiz medrese yapıldı. Her medresenin önüne ders vermek için
daha büyük kubbeli bir derhane tesis edildi. Felek-i Âzam’ın diğer sekiz feleğe
fâik oluşu gibi caminin kubbesi de diğer sekiz kubbeye fâik idi.

Fatih Medreseleri ve ilmiye tarihi ile ilgili en çok kullanılan ve atıfta


bulunulan eser Gelibolulu Mustafa Âli’nin (1541-1599) “Künhu’l-Ahbâr” adlı
eseridir. Âli’nin bu eserinde yeralan “Binâ-i Medâris-i Semân ve Tetimmât-u
İmârat ve Debiristân u Germâbe-i Râhat Resân ve Bimâristan” isimli başlıkta
Sahn-ı Semân Medreseleri’nin inşası hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Nâkılân u rast-beyân ve âkılân-ı firâset-bünyân, çâr-erkân-ı cevâmi
havalisindeki imâret ü bünyân nakl-ü tasvirin bu minvalle izhar u ilân eyledi ki,
nefs-i İstanbul’da bina eylediği cami-i şerifin yemin ü şimâlinde dörder medrese-
i ulyâya ve her birinde on tokuz bâb hücre-i süknâ ki, ikisi muîd içün müheyyâ,
onbeş danişmendân içün hüveydâ, ikisi dahî ferraş u bevvâb niyetine bina
olunmuşdur ve mecmû-ı dâru’l-mülk İstanbul’un meyânında vukû bulmagın,
Sahn Medreseleri denilmişdir. Hususa ki, sekiz medrese olmağla, rişk-i
semaniye-i Cennet ve hased-kerde-i seb-i semavat, Medaris-i Semân nâmı ile
karîn-i iltifat kılınmışdır” (Gelibolulu Mustafa Âli, b121).

Bu bilgilerden İstanbul’un merkezinde inşa edilen caminin her iki


tarafında dörder medrese inşa edildiği, bu medreselerin her birinin ondokuz

51
odaya sahip olduğu, bu ondokuz odanın ikisinin Muîd’e, ikisinin Ferraş ve
Bevvâb’a, onbeşinin de Danişmendler’e tahsis edildiği ve inşa edilen bu
medreselere Sahn Medreseleri denildiği anlaşılmaktadır.

Âli’nin söz konusu eserinin “Der-Beyan-ı Nehc-i Ülemâ ve Bünyân-ı


Tarik-ı Ashab-ı Dirâset ve Kazâ” başlıklı yazısında “Fe-la Cerem, Medaris-i
Semâniye ki, Sahn Medreseleri dimekle ma’rûf ve Heşt Behişt-evsâfile ol belde-i
tayyibede mevsûfdur” denilmektedir (Bkz. Âli, b123).

Bu bilgiden de Sahn Medreseleri diye şöhret kazanan Medaris-i


Semâniye’nin belde-i tayyibede (İstanbul’da) sekiz cennet diye vasıflandırıldığı
anlaşılmaktadır.

Buraya kadar, Fatih’in çağdaşı olan ve ondan sonra yaşayan tarihçilerin


Fatih dönemiyle ilgili verdikleri bilgilerden ve Fatih Külliyesi’ne ait vakfiyeden
Sahn-ı Seman Medreseleri’nin inşasıyla ilgili bir çerçeve oluşturmuş
bulunmaktayız. Bu çerçeveye günümüz tarihçilerinin ve araştırmacılarının
katkılarını dahil etmek yerinde olur.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’da Büyük Karaman’la Küçük Karaman


semtleri arasında (bugünkü Fatih semti) bir cami ile talebe yetiştirmeye mahsus
medreseler yaptırmaya karar verdikten sonra bu işe, güzel tahsil görmüş olan
Vezir-i Âzam Mahmud Paşa’yı memur ederek derhal işe başlatmıştır. Bu
tesislere 867 Cemaziyelahir (1463 Şubat)’de başlanmış ve tesisler 875 Receb
(1471 Ocak)’de bitirilmiştir. Bu suretle iki minare ve bir şerefeli cami ile iki
tarafında yüksek tahsil için sekiz medrese ve bu medreselerin arkalarına da
“Tetimme” ismiyle bu büyük medreselere mahreç olmak üzere sekiz medrese
daha yaptırmıştır (Uzunçarşılı, 1988: 6).

Fetihten on sene sonra 867/1462-63’te şehrin en hakim yerlerinden olan


Havariyyun Kilisesi harabeleri üzerine külliyenin temeli atılmış ve külliye sekiz
senede 875/1470-71’de tamamlanmıştır. Külliye, camiî, Tetimme Medreseleri,
Semaniye Medreseleri, daru’ş-şifa, imâret, hamamlar, kütüphaneler, daru’t-

52
ta’lim, muvakkithâne, tabhâne ve bahçeden meydana gelmekteydi (Baltacı, 1995:
245).

Sarıkaya bu külliye müştemilatı içinde bir tımarhâne bulunduğunu ifade


eder (Bkz. Sarıkaya, 1997: 26). Halaçoğlu da bu külliye içinde vakıf suretiyle bir
sıbyan mektebinin tesis edildiğini belirtir (Bkz. Halaçoğlu, 1995: 133).

Bu bilgiler doğrultusunda Fatih Sultan Mehmed’in inşa ettirmiş olduğu


Fatih Külliyesine dâhil olan Sahn-ı Semân Medreseleri’nin, konumu, fizikî,
mimarî özellikleri ve müfredat programı başta olmak üzere birçok yönden
yüksek bir öğretim kurumu olduğu ortaya çıkıyor.

3.2.2. Osmanlı Medrese Tarihinde Sahn-ı Semân Medreseleri’nin


Yeri ve Önemi

Fatih Sultan Mehmed’in inşa ettirdiği Fatih Külliyesi, Osmanlı


Devleti’nin bir buçuk asırlık tarihinde mimarî cesamet bakımından en büyük;
dinî, ilmî ve sosyal hizmetlerin yürütülmesi açısından en mütekâmil külliyedir.
Külliyenin bu hâle gelmesinde cihangir padişahın arzusu ve Osmanlı kültürünün
seviyesi etkili olmuştur. Bu külliyenin içinde Sahn-ı Semân veya Sahn
Medreseleri adı ile bilinen sekiz büyük medrese ve bunlar ile bir arada Tetimme
adı ile inşa edilen yine sekiz alt medrese grubu, bu külliyenin ilim ve eğitim
tarihi açısından dikkate değer en önemli unsurlarıdır. Gerçekten bu medreselerin
kurulmasının Osmanlı ilim ve eğitim tarihi içinde bir dönüm noktası ve yeni bir
tekâmül merhalesi olduğu hep kabul gören bir kanaat olarak günümüze gelmiştir
(İhsanoğlu, 2003: 46).

Fatih’in, plansal ve işlevsel özelliklerini bugün bile görebileceğimiz


Medrese-i Semâniye (Sekizli Medrese)’yi inşa ettirmesi eğitime verdiği önemin
somut bir kanıtıdır (Sakaoğlu, 1993: 25).

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin devrin yüksek ilminin tahsil edildiği ve


önemli bir yere sahip olduğu bilgisi Tarih-i Cevdet’te yer almaktadır. Ahmed
Cevdet Paşa konu ile ilgili bize şu bilgileri aktarır: “Özellikle sekiz Sahn

53
müderrisi bütün ilim adamlarının en seçkin ve başta geleni olmakla halk içinde
ve yüksek seviyedeki kimseler gözünde pek büyük yükseklikte anılırlardı. Ve
kıymetlerinin bilindiğine, tartışılmaz değerde olduklarına delil olarak da şu örnek
önemlidir: Ali Cemalî Efendi’ye meşihat-i İslamiye mesnedi tevcih olunduğu
zaman kendisi Hicaz’da idi. Gelinceye kadar fetva işleri Sahn müderrislerine
havale edilmişti” (Ahmed Cevdet Paşa, C.1, Tarihsiz: 102).

Bu doğrultuda Sahn-ı Semân Medreseleri’nin inşasıyla başlayan yeni


dönemin, Osmanlı ilim hayatı ve medrese teşkilatı için bir dönüm noktası olduğu
söylenebilir.

3.3. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE TEŞKİLATLANMA

3.3.1. Fizikî Yapı

İstanbul’un fethini müteakip Fatih Sultan Mehmed’in bugünkü Fatih


semtinde inşa ettirmiş olduğu Fatih Külliyesi çeşitli birimlerden oluşmuştur.
Külliyenin müştemilatında iki minareli ve bir şerefeli cami ile iki tarafında Sahn-
ı Semân veya Semâniye Medreseleri ismiyle sekiz medrese yaptırılmış, ayrıca bu
medreselere talebe yetiştirmek için de medreselerin arkasında “Tetimme” ismi
verilen sekiz medrese daha inşa edilmiştir. Külliyede bunlardan başka
misafirlerin hayvanları için ahırlar, bir imâret, aşhâne, daru’ş-şifa denilen bir
hastahane, bir muallimhane, bir kütüphane, ders okumaya mahsus Daru’t-ta’lim
ve iki hamam bulunmaktaydı. Ayrıca bu külliye içinde vakıf suretiyle tesis edilen
bir sıbyan mektebi de yeralıyordu (Halaçoğlu, 1995: 133). Sarıkaya da bu külliye
içinde bir tımarhânenin olduğunu kaydeder (Bkz. Sarıkaya, 1997: 26).

Fatih’in kendi adına inşa ettirdiği bu külliye yapısı, fonksiyonel


yapılarının çeşitliliği, konumlanmaları ve bünyesinde bulundurduğu 16 medrese
ile Bursa Yıldırım Külliyesi’nden sonra eğitim sistemini de düzenleyen önemli
bir külliye kuruluşu olmuştur (Cantay, C. 10, 1999: 311).

Fatih Külliyesi At Meydanı’ndan başlayıp, Edirne Kapısı’na uzanan yolun


kuzey kenarında Mimar Sinaneddin Yusuf (Atik Sinan)’un hazırladığı plana göre

54
inşa edilmiştir. Külliye kuruluşu itibariyle eksenel bir düzenlemeye sahiptir. Orta
eksen üzerinde cami ve haziresi, yanlarda paralel bir çift eksen üzerinde
dörderden sekizer medrese ve bunları doğu ve batıda bütünleştiren külliye duvarı
ile bu duvarlarda yeralan Çorba kapısı, Türbe kapısı, Boyacı kapısı, Börekçi
kapısı gibi külliye kapıları yer alır. Paralel beş eksen üzerinde toplanan cami ve
eğitim yapılarının dışında Fatih Külliyesi’nde yeralan sosyal-sağlık hizmetlerinin
verildiği daru’ş-şifa, tabhâne, imaret ve kervansaray ise külliyenin kıble tarafında
ara iki eksen üzerinde konumlanmıştır (Cantay, C. 10, 1999: 311).

Bu külliye içinde önemli bir yere sahip olan Sahn-ı Semân


Medreseleri’nin ise fizikî yapı bakımından Bursa’da Yıldırım Bayezid ile
başlayan Edirne’de II. Murad ile gelişen bir çizginin devamı olduğu
anlaşılmaktadır. Plan bakımından Bursa’daki medreselerin tipolojisinin bir
devamı olan Sahn Medreseleri’nin, daha önce inşa edilen medrese tiplerine
uygun olarak, üç tarafı revaklarla çevrili bir açık avlusu vardır. Önlerinde revak
bulunmayan dershaneler yan revaklara kubbeli birer geçitle bağlanır. Her
medresede ondokuz oda ve bunların eyvan vazifesini gören bir ufak açıklık ve bir
giriş bulunmaktadır (İhsanoğlu, 2003: 94).

Fatih’in kendi adını taşıyan Fatih Camii’nin iki tarafında yeralan Sahn-ı
Semân Medreseleri’nin kuzeyde yeralan kısmına Karadeniz Medreseleri,
güneyde yeralan kısmına da Akdeniz Medreseleri denilmiştir (Bkz. Baysun, C. 8,
1979: 73). Bu medreselerden kuzey taraftakilere sıra ile Başkurşunlu, Çiftebaş
Kurşunlu, Çifte Ayak Kurşunlu, Ayak Kurşunlu ve güney taraftakilere ise Baş
Kurşunlu, Ayak Kurşunlu, Çifte Ayak Kurşunlu, Çifte Başkurşunlu denir. Her
birinde ondokuzar olmak üzere bu sekiz medresedeki hücre (= oda)lerin sayısı
152 idi (Tekindağ, 1973: 13).

Karadeniz ve Akdeniz Medreseleri olarak adlandırılan Sahn-ı Semân


Medreseleri’nde önceki plan şemalarının tekrarlanmış yorumunu bulmakla
beraber, kubbeli dershanede kapının bir taraftaki revak altına açılması, cephede

55
iki pencerenin yeralması ve diğer tarafta bir avlu içine konumlanan helâlar,
medrese planlamasında farklı özellikler olarak belirtilebilir (Cantay, 2002: 42).

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin dershane duvarları küçük ebat kaba yontma


taştandır. Dershanelerin bazısının pencere aynalarında altı köşe ve üçgenlerle
yapılmış tezyinat vardır. Dershanelerin arkasında geniş birer avlu üzerinde
dörder helâ ve gusülhâne yapılmıştır. Dershanelerde üç altlık, üç üstlük pencere
bulunmaktadır. Akdeniz tarafındakilerde kasnak penceresi olmadığı halde
Karadeniz cihetinde kasnaklarda sekizer pencere bulunmaktadır. İçlerinde bir
mihrab ve Akdeniz tarafındakilerde dört hücre vardır (Ayverdi, C. 3, 1973: 388).

Fatih Semâniye Medreseleri’nde doruk noktasına ulaşan ve müstakil


dershane olarak vasıflandırılan kapalı dershane sistemi, Fatih devrinde ve daha
sonraki devirlerde inşa edilen medreselerin ana unsurunu teşkil etmiştir
(İhsanoğlu, 2003: 95).

Nitekim Sahn-ı Semân Medreseleri daha sonraki Osmanlı medreselerinin


prototipini teşkil etmiştir.

3.3.2. Sosyal Yapı

Fatih Medreseleri’nin yeraldığı Fatih Külliyesi, sadece eğitim ve


öğretimin değil, diğer sosyal ihtiyaçların karşılandığı bir yapılar manzumesidir.
Medreselerin dışında, talebenin parasız yıkanma için istifade ettiği hamamlar,
yemeklerin piştiği ve yendiği aşhâne ve yemek salonları, seferden gelenler için
misafirhaneler, zayıf ve hastalara nekâhathâne, beslenme ve dinlenme yeri
mahiyetinde tabhâne, kara yolculuğundan gelenlerin atlarını muhafaza için büyük
bir ahır, küçük çocukların okuması için ilk mektep, zamanın bilinmesi için
muvakkithâne, külliyeyi oluşturan yapı elemanlarıdır (Özdemir, C. 10, S. 33,
1990: 14).

Bu sosyal bütünlük içerisinde Sahn-ı Seman Medreseleri’nin sahip olduğu


sosyal yapıyı medrese vakfiyesinden öğreniyoruz. Medrese vakfiyesinde;
medreseden her birinde bir müderris bulunması ve günde 50 akçe alması, her

56
medresede müderrise yardımcı birer muîd olması ve günde 5’er akçe alması, her
medresede 15’er danişmend bulunması ve günde ikişer akçe almaları şart
kılınmıştı (Bkz. Kayaoğlu, S. 49, 1985: 16).

Medrese mensubu olan muîd ve danişmendlere verilen günlük ücretin


yanında ekmek ve çorba gibi gıdalarla da günlük yiyecek ihtiyaçları karşılanmış,
ayrıca medreseye ek olarak yapılan Tetimme binasında eğitim gören ve
“Sohtegân” adı verilen talebelerin her birine her ay 12’şer akçe mum parası
verildiği ifade edilmiştir. Bu talebelere de sabah ve akşam imaretin
yemekhanesinden yahni ve çorba, seher vaktinde pirinç, ikindi zamanında ise
gendüm (buğday) aşlarından verilmek suretiyle gıda ihtiyaçları karşılanmıştır
(Bkz. Âli, b123).

Yukarıda Âli’nin ifade ettiği Tetimme talebelerine verilen aylık 12 akçelik


tahsisatın, Adıvar’ın (Bkz. Adıvar, 1943: 31) ve Kayaoğlu’nun (Bkz. Kayaoğlu,
S 49, 1985: 16) medrese vakfiyesindeki tespitlerine göre aylık 12 akçe değil 15
akçe olduğu ifade edilmektedir.

Bu bilgiler ışığında Fatih Külliyesi bünyesine dahil olan eğitim


kurumlarındaki müderrislerin, muîdlerin, danişmendlerin ve talebelerin yeme-
içme, barınma ve maaş gibi birçok sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı ve onlara
rahat bir eğitim-öğretim ortamı sağlandığı söylenebilir.

Daha önce de ifade edildiği üzere Sahn-ı Semân Medreseleri’nin her


birinde bir dershane ve ondokuz oda bulunmaktadır. Bunların 15’i talebeler için,
ikisi muîd için ve ikisi de hizmetliler içindir (Tekindağ, 1973: 13). Buna göre
Sahn-ı Semân Medreseleri’nde yatılı 120 talebe bulunmaktaydı (Özdemir, C. 10,
S. 33, 1990: 14). Sahn Medreselerindeki odaların toplamı ise 152 idi
(Uzunçarşılı, 1988: 8).

Sahn-ı Semân arkasında bulunan ve Semâniye’ye hazırlık sınıflarından


oluşan Tetimme Medreseleri ise sekiz medreseden oluşmaktaydı. Bu
medreselerin başlarında on, ortalarında dokuz oda olmak üzere yetmiş altı oda

57
bulunmaktaydı. Her tetimmede sekiz talebe hücresi ve her hücrede üçer talebe
bulunmaktaydı (Baltacı, 1995: 246). Bu ise toplamda 192 öğrenci eder.

Bu bilgilerden Sahn-ı Semân Medreseleri’nde her öğrenciye bir oda,


Sahn-ı Semân’a hazırlık medresesi olan Tetimme Medreseleri’nde ise her üç
öğrenciye bir oda verildiği anlaşılmaktadır. Bu özellik, günümüz modern eğitim
sisteminin ulaştığı ferah ve geniş eğitim-öğretim imkânlarının bu dönemde
varolduğunu ortaya koymaktadır.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin sosyal yapısı içerisinde tatil günlerine de


değinmek yerinde olur. Osmanlılardan önceki medreselerde tatbik edilen tedris
ve tatil günleri, Osmanlı devrinde de itibar görmüş, umumiyetle haftanın üç günü
(Salı, Perşembe, Cuma) tatil yapılmıştır (Baltacı, 1976: 43). Ancak bu üç gün
azamî tatil süresidir. Haftada üç gün tatil yapan müderrisler olduğu gibi iki gün
ve bir gün tatil yapan müderrisler de vardı (Bkz. Halaçoğlu, C. 12, 1994: 415).
Verilen bu tatil süresinde talebeler, kitap istinsâh ederler ve kendi hususi işlerini
görürlerdi (Baysun, C. 8, 1979: 76). Haftalık tatil dışında bayram günleri ve “üç
aylar” adı verilen Receb, Şaban ve Ramazan aylarında da tatil yapılırdı (Cihan,
C. 5, 1999: 179). Özellikle Ramazan ayında “cerre çıkma” adı verilen bir
uygulama ile büyük kentlerdeki medrese öğrencileri taşraya giderek teorik
bilgilerini pratik olarak uygulama fırsatı buluyor, bu hizmet karşılığında ise
toplum, sosyal yardım anlayışı içinde talebelerin bazı ihtiyaçlarını karşılıyordu.
Medrese öğrencilerinin taşraya yaptıkları bu seyahat sadece öğrencilere maddî
katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda medrese öğrencilerinin imparatorluğun
farklı bölgelerindeki değişik örf ve âdetleri, gelenek ve görenekleri, kültür ve
sanatları tanımalarına imkân sağlıyor ve onların toplumla bütünleşmesini
kolaylaştırıyordu (Cihan, C. 5, 1999: 179). Hatta medrese sisteminde yetişen
öğrencilerin Tanzimat’tan sonra açılan mekteplerde yetişen öğrencilere göre daha
“memleketçi” oldukları ifade edilmektedir (Bkz. Akyüz, 1993: 72).

Osmanlı medreselerinin müştemilatı içinde bulunan cami, Osmanlı


Medreseleri’nin halka açılan kapısı durumundadır. Medresede elde edilen

58
bilgiler, medresenin hocaları veya talebeleri tarafından bu yolla halka
aktarılabilmektedir (Yediyıldız, S. 219, 1962: 268). Bu özellik, medrese-halk
ilişkisini ortaya koyması bakımından son derece önemli bir uygulamadır. Bu
yolla medrese, hem halkı bilgisiyle aydınlatmış, hem de halkla bütünleşerek
halkın desteğini almış ve varlığını devam ettirmiştir.

İslam medeniyetinin temelinde ilim taliplerine destek verilmesi bir


gelenek olduğundan medrese civarındaki evlerden ve konaklardan da öğrencilere
yiyecek maddeleri gönderilir, ayrıca ihtiyaçları olan kışlık odun ve giyecek
yardımı yapılırdı (İşpirli, C. 28, 2003: 331).

Böylece medrese talebesiyle toplum arasında yüzyıllar boyunca gelenek


halini almış bir ortak anlayış oluşmuştur.

3.3.3. İdarî Kadro

Esas itibariyle medrese bir vakıf kuruluşu olduğundan işleyişi, malî


kaynakları, bunların kullanılması ve denetlenmesi tamamıyla vakıf kuralları
içinde yapılırdı (İşpirli, C. 28, 2003: 330). Hükümdarlar tarafından kurulan
müesseseler de vakıf sistemine dâhildi (Unan, C. 5, 1999: 151). Medreselerin
işleyişinde bu vakıfları yöneten bir mütevellî heyeti bulunurdu. Görevli
mütevellinin maiyyetinde kâtip, câbi, câbi kâtibi ve mu’temed adlarında
memurlar yeralmaktadır. Vakıfları kontrol eden Veziriâzam ve Divan-ı Âli’dir.
Hükümdar da hakem durumunda bulunmaktadır. Veziriâzam, medrese
kütüphanesine alınacak memurun tayini hatta kitap alınması gibi hususlarda da
birinci derecede rol oynamaktadır. Medrese kadrosunu oluşturan memurlardan
biri de noktacıdır. Medreselerdeki müderris, muîd ve danişmendlerin derslere
vaktinde gelip gelmediklerini tespit etmekle vazifeli olan noktacılar, devam
etmeyenlerin durumunu mütevellisine bildiriyor. Mütevelli de vazifesine
gelmeyenlerin maaşlarını kesiyordu (İzgi, 1997: 43).

Medreselerdeki eğitim toplum eğitimini ilgilendirdiği için devamlı sıkı bir


denetim altındaydı. Bütün medreseler önceleri kazaskere bağlı iken, XVI. yüzyıl

59
sonlarından itibaren yüksek dereceliler Şeyhülislam’a verilmiş, diğerleri
kazaskere kalmıştır (İşpirli, C. 28, 2003: 330).

Fatih Kanunnâmesi’nde de ilmiye teşkilatının başı Şeyhülislamdı


(Taşdemirci, S. 3, 1989: 525). Ancak, ülkenin her köşesine dağılmış, farklı
seviyelerdeki yüzlerce medrese üzerinde Şeyhülislamın fazla bir idari yetkisi
yoktu. Buralarda daha ziyade mahallin ulemâ başkanı sayılan müftülerin
denetimi sözkonusuydu. Buna göre idarî teşkilatlanmanın merkez organları, ders
vekâleti kanalıyla Şeyhülislamlık, Rumeli ve Anadolu kadıaskerliğidir. Eyalet,
sancak ve kaza kadıları ise taşradaki eğitim idarecileridir. Tedrisatın muhtevası,
usulleri ve idaresi konusunda ise müderris ve mütevelli söz sahibidir (Sarıkaya,
1997: 32).

Bu özellik medreselerin yönetim bakımından mahallî, denetim


bakımından da merkeziyetçi olduğunu gösterir. Ayrıca medresedeki tedris
programının ve usullerinin müderrise ve mütevelliye bırakılması eğitimde
özerklik anlayışının bir göstergesidir.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin idarî sistemi de yukarıda ifade ettiğimiz


sisteme dâhildir diyebiliriz.

3.3.4. Eğitim-Öğretim Yapılanması

İstanbul’da Sahn-ı Semân ve Musıla-i Sahn (Tetimme) Medreseleri


yapıldıktan sonra Osmanlı sınırları içindeki medreseler yeni bir teşkilata tabi
tutuldu. Buna göre medreseler Haşiye-i Tecrid, Miftah, Kırklı, Hariç, Dahil ve
Sahn-ı Semân olarak sınıflara ayrıldı (Tekindağ, 1973: 14).

Müderrisin yevmiyesi yirmi veya yirmibeş akçe olan medreseler Haşiye-i


Tecrid, müderrisin yevmiyesi otuz veya otuz beş akçe olan medreseye Miftah,
müderrisin yevmiyesi kırk akçe olan medreseye Kırklı veya Telvih, bundan bir
derece yüksek olan medreseye de Ellili Medreseleri denilmiştir. Bundan sonra en
yüksek tahsil yolu ise Sahn-ı Semân Medreseleriydi. Musıla-i Sahn veya

60
Tetimme Medreseleri de Dâhil medreseleri derecesinde idi (Bkz. Uzunçarşılı,
1988: 11-12).

Fatih’in tertib ettiği medrese dereceleri konusundaki bilgilerini Gelibolulu


Mustafa Âli’nin “Künhü’l-Ahbâr” isimli eserine dayandıran (Bkz. Âli, b124)
birçok tarihçi, bu tertibat içine Altmışlı Medrese derecesini de alırlar. Ancak
Fatih’in teşkilat kanunnâmesinde “ve Dâhil müderrisi ve Hâriç müderrisi dahi
makam-ı mevleviyettedir. Ve Hâriç ve Dâhil ve Sahn ellişer akçe ile olur. Elli
akçe müderris cümle ağaların üstünde oturur” (Özcan, S. 33, 1982: 39) denilerek
Sahn Medresesi’nin müderrisleri ulemâ arasında en yüksek pâye sahibi olarak
tespit edilmiştir. İhsanoğlu da Altmışlı Medreselerin sonradan kurulduğunu ifade
etmektedir (Bkz. İhsanoğlu, 2003: 66). Yukarıda da ifade edildiği üzere konuyu
ayrıntısıyla araştıran Uzunçarşılı (bkz. Uzunçarşılı, 1988: 11) Fatih’in tesis ettiği
medrese teşkilatında medrese derecelerini sayarken Altmışlı Medrese’den
bahsetmez. Aynı şekilde Tekindağ da Fatih’in medrese teşkilatı içinde Altmışlı
Medreseleri göstermez (Bkz. Tekindağ, 1973: 14). Ancak burada bir konuya
açıklık getirmek gerekir. Bilindiği üzere İstanbul’un fethiyle birlikte camiye
çevrilen Ayasofya Kilisesi yanında tesis edilen Ayasofya Medresesi’nin
müderrisine günlük altmış akçe yevmiye veriliyordu (Bkz. Uzunçarşılı, 1988:
10). Sahn müderrislerine elli akçe yevmiye verilmesine rağmen Ayasofya
Medresesi müderrisine altmış akçe yevmiye verilmesi, akıllara en yüksek
pâyenin, müderrisine günlük altmış akçe ödenen Ayasofya Medresesi olduğunu
getirir. Ancak Osmanlı medreselerinde dereceleri göstermek için üç ayrı usulün
kullanıldığı bilinmektedir. Bunlar Haşiye-i Tecrid, Haşiye-i Miftah, Haşiye-i
Telvih medreseleri şeklinde kitap adlarına, yirmili, otuzlu, kırklı, ellili gibi
müderrise ödenen günlük ücretlere ve Hâriç, Dâhil, Sahn, Altmışlı şeklinde
medreselerin statüsüne göre yapılmış derecelendirmelerdir (İşpirli, C. 28, 2003:
330).

Ayasofya Medresesi müderrisine günlük altmış akçe verilse de önceleri


derece itibariyle Sahn-ı Semân Medreselerine eşit olduğu bilinmektedir (Bkz.

61
Uzunçarşılı, 1988: 10). Bu sebeple Fatih’in nizama koyduğu medrese dereceleri
sıralamasında ilk dönem statü itibariyle Sahn-ı Semân Medreseleri ve Ayasofya
Medresesi eşit olduğu için en yüksek derece olarak Sahn Medreseleri
gösterilmiştir diyebiliriz.

Bütün medreselerde olduğu gibi Sahn-ı Seman Medreseleri’nde de eğitim-


öğretim yapılanması içinde en temel unsur şüphesiz müderrislerdi. Osmanlı
medrese vakfiyelerinde müderrislerin genelde bazı özelliklere sahip olmaları
istenir. Sahn-ı Seman Medreseleri’nin vakfiyesinde de müderrisin sahip olması
gereken özellikler şöyle sıralanmıştır:

“…Seccâde nişin-i sadr-ı ifâde olmağa istihkâkı zâhir, mebâdi ve


mukaddimat-ı akliyyât ve nakliyyatda nazîri nâdir, esbâb-ı liyâkat makâm-ı
tedris-i câmi, ulûm-ı nâfia tahsiline sarf-ı ömr-i aziz eylemiş bir müderrisin-i
fihâm beyninde terk ve ta’tili mu’tad-ı eslaf-ı kirâm olan eyyâmın gayrında külle
yevm medresesine varup vâkıf-ı mekârim-âyinim medâris-i aliyelerine tertîb ve
ma’ârif buyurdukları müsta’iddine ifâde-i envâ-i ulûm ve ma’ârif ve ifâzâi esnâf-
ı hikem ve letâif eyleyüp müderrisin-i mezbûrinden her biri külle yevm
mukabele-i tedrisde rey’i vakfı şeriflerinden elli akça vazifeye mutasarrıf ola”
(İzgi, 1997: 45).

Vakfiyede geçen müderrislerle alâkalı bu ifadeden, kurulan Semâniye


Medreseleri’nden her birine, Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen özelliklere sahip,
aklî ve naklî bilimlerde uzman, eğitici olma sıfatını taşıyan ve ömrünü faydalı
ilimlere adamış birer müderris atanacağı, bu müderrislerden her birinin tatil
günleri hariç, her gün medreseye giderek, vakıf şartlarına uygun olarak orada
hazır bulunanlara (talebelere) çeşitli ilimlerden okutacağı, ayrıca hikmet türleri
ve inceliklerinden feyiz vereceği ve bunun karşılığında her bir müderrisin
vakıftan günlük elli akçe alacağı anlaşılmaktadır.

A. Kadir Özcan’ın neşrettiği Fâtih’in teşkilat kanunnamesinde Sahn


müderrislerine ait elkâb şu şekilde belirtilmiştir: “Sahn ve Dâhil müderrislerine:
İftihâru’l-ulemai’l-muhakkıkîn, muhtâru’l-fuzalâi’l-müdakkıkîn, yenbâû’l-fazl

62
ve’l-yakîn vârisü ulûmi’l-enbiyâ ve’l-mürselîn el-muhtasa bî mezîdi inâyeti’l-
Meliki’l mu’în yazıla” (Özcan, 1982: 50).

Eğitim-öğretim yapılanmasında diğer medreselerde olduğu gibi Sahn-ı


Semân Medreseleri’nde de müderristen sonra en önemli unsur muîd idi.

Danişmendler arasından en liyakatli olanlardan seçilen muîd, hem


müderrisin derslerini tekrarlar, hem de danişmendlerin disiplini ile meşgul
olurlardı. Sahn-ı Semân muîdlerinin ise, bunlara ilaveten Tetimme
Medreseleri’nde sühtelere ders verdikleri görülmektedir (Baltacı, 1976: 33).

Medrese vakfiyesinden edindiğimiz bilgiye göre Semâniye


Medreseleri’nde görev yapan muîdlerde aranan özellikler şu şekilde ifade
edilmektedir: “…zümre-i müsta’iddînden birer mu’îd ki akranı beyninde ferîd ve
ta’lim-i kütübde mâhir ola. Her müderrisin medresesinde mu’îd olup vazife-i
yevmiyyesi beş akça ola” (Uzunçarşılı, 1988: 8). Buna göre muîdlerin iyi huylu,
doğru düşünen, akranları arasında seçkin, kitapları özetlemede yetenekli,
öğrenme ve uzun konuları hazmetmede kabiliyetli kişilerden olacağı ve bunların
günlük beş akçe ücret alacakları anlaşılmaktadır.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin eğitim-öğretim yapılanmasında muîdlerden


sonra danişmend (öğrenci)ler gelmekteydi. Sahn Medreseleri vakfiyesinde
danişmendler için ise şu ibâreler geçmektedir: “…ve her medrese içün onbeşer
nefer danişmend ta’yin buyırdılar. Onlar dahî kütüb-i mu’tebereden fehme kâdir
müderris huzırında fünûn-ı şettâdan mübahese ve muhatabaya kabil tâlib-i ilim
olup her biri külle yevmin ikişer akçe vazifeden mecmu-ı her gün otuz akçe
vazifeye mutasarrıf olalar” (İzgi, 1997: 53). Buna göre her medrese için on beş
danişmend tahsis edildiği, bunların zekâ ve kabiliyetleri açık, okuduklarını
anlayacak, müderrislerin huzurunda çeşitli ilimleri tartışmaya yetenekli ve ders
günlerinde müderrisi dinlemeye hazır kişiler olması gerektiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca danişmendlerin vakfiyeden günlük ikişer akçe alacakları ifade edilmiştir.

63
Vakfiyede yeralan bu bilgilerden, Sahn-ı Semân Medreseleri’nin eğitim-
öğretim yapılanmasında önemli unsurlar olan müderris, muîd ve danişmend
(talebe)lerin belirlenen bazı niteliklere sahip olmaları gerektiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca vakfiyede tespit edilen medreselere verilecek müderris, muîd ve öğrenci
sayısının standart tutulması ve kapasitenin üstünde öğrenci alınmaması günümüz
modern eğitiminin en önemli hedefleri arasındadır.

Sahn-ı Semân Medreseleri’nin eğitim-öğretim yapılanmasında Mülâzemet


usûlünden de bahsetmek gerekir. Unan’ın ifadesine göre XV. yüzyılda ve XVI.
yüzyılın ilk çeyreğinde mülâzemet usûlü fazla yaygın değildir. Unan’a göre Fatih
Kanunnâmesi’nde geçen mülâzım kelimesi daha ziyâde mezun manâsında
kullanılmıştır (Bkz. Unan, 1999: 153). Ancak kanunnâmede mülâzım kavramı
geçtiği için mülâzemet usulüne değinmek yerinde olur.

Osmanlı medrese sisteminde bir medrese talebesi Hâşiye-i Tecrid


Medreseleri’nden başlayarak değişik medrese derecelerini kat eder. Dâhil ve
Hâriç derslerini gördükten sonra Sahn-ı Semân’a ulaşırdı. Burayı da bitirdikten
sonra kendisine müderrislik edebileceğine dair icâzet (diploma) verilirdi. Bundan
sonra müderris adayı “nevbet” denilen müderrislik veya kadılık için sıra beklerdi.
Aday Anadolu’da müderris veya kadı olmak istiyorsa Anadolu kazaskerinin,
Rumeli’de müderris veya kadı olmak istiyorsa Rumeli kazaskerinin belirli
günlerindeki meclisine devam edip “matlab” denilen deftere ismini kaydettirirdi
(Uzunçarşılı, 1988: 45). Bu durumda olan danişmendlere de “mülâzım” adı
verilirdi. Bir çeşit staj devresi olan mülâzımlık iki veya üç yıl sürerdi (Baltacı,
1976: 35).

3.3.5. Diğer Hizmet Personeli

Sahn-ı Semân Medreseleri’nde tedris dışı faaliyetlerde görevli olan hizmet


personelinin de görevleri ve alacakları ücretler vakfiyede belirlenmiştir.
Vakfiyeye göre tedris dışı hizmet faaliyetlerini yürüten personelin görevleri ve
aldıkları ücretler şu şekilde tespit edilmiştir (Bkz. Kayaoğlu, S. 49, 1985: 17):
“Her medrese-i şerîfe için bir bevvâb (kapıcı) tâyin buyrulup, bu parlak ve

64
yegâne medresenin kapı ve pencerelerini zamanında açıp, zamanında kapayıp
gece ve gündüz hizmetinde bulunsun. Kapı halkası gibi medreseye bağlı olsun;
müderrisin seccâdesini yaysın ve toplasın, dersin sonuna kadar pür-nur olan ders
yerinde hazır olarak dünya ve ahirette nura mazhar olsun.

İki kişi medreseye hâdim (hizmetçi) ve bir kişi ferrâş (temizlikçi) olup,
medreseyi, içini ve tuvaletlerini temizlemede kusur etmeyip, bu işi yaptıkları
hakkıyla belirgin olmakla, vakf-ı şerîflerinden her birine günde iki akçadan
toplam altı akça verilmesi şart kılınmıştır.

Medreselerin hasır, kandil, kandil yağı ve fitil ihtiyaçları için günde ikişer
akça tayin buyrulmuştur.”

Uzunçarşılı Sahn-ı Semân Medreseleri’nin dışarıdan kirletilmesini


engellemek için “mubassır” (gözetici) isimli bir görevlinin çalıştığını ve bu
görevi karşılığında iki akçe yevmiye aldığını ifade etmektedir (Bkz. Uzunçarşılı,
1988: 8).

Bu görevliler yanında Sahn-ı Semân Medreseleri’nin tedris dışı


faaliyetlerini yürüten görevliler arasında kütüphane görevlileri de bulunmaktaydı.
Medrese vakfiyesinde kütüphane görevlileriyle ilgili şu bilgiler verilmektedir
(Bkz. İhsanoğlu, 2003: 54): “Medrese’ye vakfedilen kitaplardan oluşan
kütüphaneye bir Hâfızu’l-kütüb tayin edilsin. Bu kişi mûteber kitapların
isimlerini bilen, müderris, muîd ve talebelerin ihtiyaç duydukları kitapları tanıyan
biri olsun. Hafızu’l-kütüb, nâzır veya nâibin bilgisi dahilinde vakıf kitapları
medrese mensuplarına ulaştırsın ve bu kitapları korusun. Bunun karşılığında
vakıftan günlük altı akçe maaş alsın. Hafızu’l-kütüb için bilgisi geniş ve iyi olan
bir kâtib tayin edilsin. Kâtip, Daru’l-kütüb’de bulunan kitapların sayılarını ve
isimlerini yazsın ve kime ne kadar kitap verildiğini defterine kaydetsin. Hafızu’l-
kütüb ile güvenilir kâtibi, talebelere ihtiyaç duydukları kitapları dağıtsın ve
ihtiyaç giderildikten sonra toplasın ve geri alsın. Bunu yaparken bir varak bile
zâyi etmesin aynı zamanda ihtiyaç sahiplerinin de ihtiyaçlarını gidersin. Bu görev

65
karşılığında kâtip dört akçe alsın. Vakıf nâzırı da her ayın sonunda vakıf
kitaplarının kaybolmaması için sıkı kontrolde bulunsun ve onları korusun.”

Bütün bu bilgiler ışığında Sahn-ı Semân Medreseleri’nde tedris dışı


hizmet personeli görevlendirmek suretiyle medreselerin temizliği,
havalandırılmasının sağlanması, öğrencilerin kitap temin etmelerine yardımcı
olan görevlilerin düşünülmesi bize, bu medreselerin öğrenci kişilik hizmetlerinin
tam anlamıyla karşılandığı sistemli bir yapılar bütünü olduğunu gösterir.

3.4. SAHN-I SEMÂN MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM


FAALİYETLERİ

3.4.1. Eğitim-Öğretim Metodu

Sahn-ı Semân Medreseleri’nde kullanılan eğitim-öğretim metodu daha


önce diğer İslam ülkelerinde teşekkül etmiş ve ilk Osmanlı medreselerinde de
kullanılmış metodların bir devamı niteliğindeydi. Buna göre talebeler hocanın
etrafında bir halka oluşturur, başarılı ve çalışkan olanlar ön tarafta bulunurlardı.
Öğrenim araç-gereci olarak her öğrenci ders kitabının yanında bir de defter
bulundururdu. Bir müderris en çok 20, genellikle de 15 öğrenciyi okuturdu
(Sarıkaya, 1997: 40).

Osmanlı Medreseleri’nde seviyeye göre eğitim-öğretim faaliyetlerinin


yürütüldüğü; kitap (ders) geçmenin esas alındığı, derslerin sık sık tekrarlarla ve
karşılıklı münakaşalarla (cedel) takrir edildiği ve dershâne yakınındaki cami veya
mescidlerde, öğrenilen bilgilerin tatbiken verildiği anlaşılmaktadır (Baltacı,
1976: 45; Pakalın, C. 2, 1983: 438).

Müderrisler, okuttukları derslerden herhangi bir bahis üzerine talebelerine


münazara yaptırırlar ve neticede iki taraf arasında hakem olup mütalâalarını
söylerlerdi (Uzunçarşılı, 1988: 57; Baltacı, 1995: 250).

Medresede dersler sabah ve ikindi namazı sonrası olmak üzere iki devrede
olurdu. Ancak icâzete esas olan dersler sabah dersleriydi. Bu derslere medrese

66
dışından gelenlerin de katılmalarına müsaade edilirdi. Akşam dersleri ise genel
mahiyette idi (Özdemir, C. 190, S. 33, 1990: 15; İşpirli, C. 28, 2003: 331).

Diğer Osmanlı Medreseleri’nde olduğu gibi Sahn-ı Semân


Medreseleri’nde de öğretim süresi daha ziyade öğrencinin çalışkanlığına ve
gerekli olan ders ve imtihanları verme durumuna bağlı olup, bugünkü anlamda
yıllara ve sınıflara göre düzenlenmemişti. Öngörülen dersleri okuyan ve gerekli
sınavları başarı ile veren öğrencilere, “temessuk” denilen ve öğrencinin yüksek
dereceli bir medreseye girmesini sağlayan bir mezuniyet belgesi verilirdi.
Yüksek dereceli bir medreseyi başarı ile bitiren öğrenciye ise herhangi bir
medresede ders vermeye yetkili kılan veya kadı olarak görev yapmasına imkan
sağlayan icazetnâme verilirdi (Sarıkaya, 1997: 36).

Osmanlı medrese eğitiminde genel olarak Fahreddin er-Râzî ekolünün


büyük etkisi olmuş ve dersler bu ekol üzere yürütülmüştür (İşpirli, C. 28, 2003:
330).

Osmanlı medreselerinde talebeler, yakın iletişim içinde bulundukları


müderrise istedikleri zaman soru sorabilirlerdi. Ders içinde ve ders dışında
sorulacak sorulara cevap verme durumunda olan müderris sürekli okumak ve
hazırlıklı olmak zorundaydı (Köroğlu, 1999: 190). Medresede dersler basit
takrirlerden ibaret değildi. Bilhassa yüksek dereceli medreselerde dersler
ilerlemiş talebelerle “mübâhese” şeklinde cereyan ettiğinden müderrisin bir
saatlik ders için günlerce hazırlık yapması gerekirdi (Baysun, C. 8, 1979: 77).
Her ders başlangıç (iktisâr), orta (iktisad) ve ileri (istiksâ) seviyesinde ele alınırdı
(İşpirli, C. 28, 2003: 329).

Osmanlı medreselerinde XV. asırda günde dört, XVI. asırda günde beş
ders okutulmuştur. Osmanlı medreselerinde talebelerin ve hocaların ihtiyaçlarını
karşılayabilmeleri için derslere ara verilmesi, teneffüs yapılması bir gelenek
hâlini almıştı (Bkz. Baltacı, 1976: 44). Bunun yanında müderrisler talebeyi
kontrol altında tutar ve devamsızlık yapan öğrencilerle bizzat ilgilenirlerdi
(Özdemir, C. 10, S. 33, 1990: 15).

67
Osmanlı eğitim-öğretim metodunda daha önce de değindiğimiz üzere
“cerre çıkma” uygulaması önemli bir uygulamadır. Bu uygulamaya göre
medreselerin tatil dönemi olan üç aylarda (Receb, Şaban, Ramazan) özellikle
Ramazan ayında merkezdeki öğrenciler taşraya giderek hem edindikleri bilgileri
uygulama fırsatı bulurlar, hem de adet gereği toplumun öğrencilere bu hizmetleri
karşılığında yaptıkları yardımlarla öğrenciler ihtiyaçlarını karşılarlardı.
İstanbul’dan taşraya giden öğrencilerin seyahat esnasındaki beslenme giderleri
ile diğer yol masrafları hazinece karşılanıyordu. İmparatorluğun kıyı bölgelerine
gitmek isteyen öğrenciler gemi ile seyahat etmekte ve onların güvenli bir şekilde
gidecekleri şehir ya da limana ulaşması konusunda gemi kaptanlarına sorumluluk
yüklenirken, iç bölgelere gidenler ise yol boyunca seyyahhânelerde
konaklamakta, bunların yol emniyeti ve güvenliği güzergâhtaki kadılarca
sağlanmaktaydı (Cihan, C. 5, 1999: 179).

O halde denilebilir ki Osmanlı medrese modeli ile özdeşleşen eğitim-


öğretim metodu teorik bilgi aktarımıyla sınırlı, rutin bir işlem olmayıp; insan
şahsiyetinin her boyutuna yönelmiş sosyal karakterli entegre bir çabadır.
Sözkonusu bu yaklaşımın çıkış noktası ise müderrisin model şahsiyeti ile öğrenci
arasındaki yoğun etkileşimdir. Teorik bilginin inanç ve beceriye dönüşebilmesi
ise ancak şahsiyetler etkileşimi ile ulaşılabilir bir hedeftir.

Bu doğrultuda Osmanlı medrese bünyesinde önemli bir yere sahip olan


Sahn-ı Semân Medreseleri’nde de söz konusu eğitim-öğretim metodunun
uygulandığı görülmektedir.

3.4.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları

Fatih Külliyesi, bünyesinde yeralan doğrudan eğitim amaçlı üniteleriyle


Osmanlı düşünce ve eğitim geleneğinde önceki ve sonraki dönemler için
belirleyici bir rol oynamıştır. Bu cümleden olarak Fatih külliyesinde sıbyan
mektebinden en üst düzey medreseye kadar dönemin bilgi ve insan yetiştirme
kültürü ile bütünleşen akademik amaçlı bir yapılanma göze çarpmaktadır.
Kuruluş döneminde eşine rastlanılmayan söz konusu bu çeşitlilik, Fatih

68
Külliyesi’ni bir bakıma ülke genelinde akademik amaçlı müesseseleri özetleyici
kurumsal bir hüviyete kavuşturmuştur. Ayrıca kuruluş dönemine ait medrese
vakfiyelerinde tedris faaliyetleri daha çok naklî bilgi disiplinleri çerçevesinde
değerlendirilirken, Fatih Külliyesi Vakfiyesi’nde bu konuda aklî ve naklî bilgi
disiplinlerinin beraber yürütüleceğinin vurgulanması dikkat çekicidir (Ünal,
1998: 95).

Bu doğrultuda Adıvar, Fatih’in ilme karşı alaka ve himayesini şu şekilde


dile getirir: “Çocukluğunda okumak ve yazmaktan hoşlanmayan bu büyük
padişah, gençliğinde ortaçağın en büyük ilim ve irfan hâmilerinden biri olmuştur.
Hatta boş zamanlarını daima en yüksek âlimlerle fikir teâtisi yaparak geçiren II.
Mehmed, bilhassa ilim ve felsefeye olan alakasını bütün hayatı boyunca
göstermiştir” (Adıvar, 1943: 16).

Eğitimde büyük atılımın İstanbul’un alınışından sonra Fâtih tarafından


başlatıldığı bilinmektedir. Fatih önce kütüphanesine Grekçe ve Latince bilim
kitaplarını toplatıp, sayılı filozofları, bilginleri ve sanatçıları İstanbul’a davet
ederek pozitif bilimlerin, felsefenin ve sanatın egemen olduğu bir kültür ve
eğitim ortamı tasarlamıştır (Sakaoğlu, 1993: 25).

Fatih’in naklî ilimler yanında aklî ilimlere de önem verdiğini gösteren


bilgileri ise İnalcık şu şekilde aktarır: “Fatih Sultan Mehmed, din ve felsefe
arasındaki ilişki üzerine Gazali’yle İbni Rüşd arasındaki ünlü tartışmayı yeniden
açarak dönemin iki büyük ilahiyatçısı olan Alâeddin Tûsi ile Bursalı
Hocazâde’ye konu üzerinde birer risale yazmalarını önerdi. Dönemin uleması,
Hocazâde’nin eserini üstün buldu’’ (İnalcık, 2003: 185). Görüldüğü gibi felsefî
konuların da Fatih döneminde tartışmaya açılmış olması, padişahın aklî ilimlere
karşı tutumu konusunda bize önemli fikirler vermektedir.

Fatih döneminde aklî ilimlere alakanın artmış olmasının yanısıra yukarıda


da belirttiğimiz gibi felsefî ve ilmî düşünüşün de önem kazandığı görülüyor.

69
Bu bakımdan Fatih devrinde pek çok Latince eser Türkçe’ye çevrildiği
gibi, özellikle tıp, matematik ve astronomi dallarında yeni eserler yazılmıştır. Bu
eser veren kişiler arasında bilhassa Türkistan’dan İstanbul’a gelen Alâaddin Ali
b. Muhammed Kuşçu en önemlilerindendir (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 417).

Fatih Sultan Mehmed’in devrin büyük matematik ve astronomi âlimi Ali


Kuşçu’yu, her menziline 1000 akçe ödeyerek Semerkant’tan İstanbul’a daveti ve
günlük 200 akçe ile Ayasofya Medresesi’ne tayini (Bkz. Baltacı, 1995: 245)
devrin ilim anlayışını ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir.

Ali Kuşçu İstanbul’da kelam, filoloji, matematik ve astronomi ile ilgili


eserler kaleme almıştır. Bunlardan gök cisimlerinin dünyadan uzaklıklarına dair
olan “Risâle fi’l-Hey’e” ile ayrıca “Risâle fi’l-Hisab” ve Uluğ Bey’in Zîc’ine
yazdığı şerh zikredilebilir. Fatih döneminin matematikçisi Hızır Bey oğlu Yusuf
Sinan Paşa’dır. Onun en önemli eseri tasavvufa ait “Tazarruât”ı ile astronomiye
dair olan “Çağminî Risalesi”ne yazdığı şerhtir. Ayrıca zamanın en meşhur
bilginlerinden Hocazâde de fizik ve matematik üzerine çalışmalar yapmış, bu
konuda yazılmış kitaplara açıklamalarda bulunmuştur. Fatih zamanında tıp
alanında da hayli çalışmalar yapılmıştır. Bu devrin en önemli hekim ve bilim
adamları yanında “Kitab-ıTıb” ve “Maddetu’l-Hayat” adlı eserin yazarı ve
dönemin ünlü şeyhlerinden Muhammed bin Hamza Akşemseddin, Fatih’in
hocası olup “Gayretu’l-Emânî Tefsiru’s-Seb’i’l-Mesâni” isimli tefsir sahibi
Molla Gürânî, Amasya Daru’ş-Şifası başhekimi olup, “Cerrahnâme-i İlhâni”
yazarı Sabuncuoğlu Şerefeddin Ali bin Elhâc İlyas, idrar yolları hastalıkları
uzmanı olan Altıncızâde, ayrıca Ahmed Kutbeddin-i Acemî, Şükrullah-ı Şirvânî,
Hoca Ataullah-ı Acemî, Yakup Hekim, Lâri-i Acemî ve Hekim Arab sayılabilir
(Halaçoğlu, C. 12, 1994: 418).

Bütün bu bilgiler ışığında Fatih döneminde naklî bilimlerin yanında aklî


bilimlerin de ihmal edilmediği ortaya çıkmaktadır.

70
İlme ve ilim adamına verilen değerin muazzam bir şekilde arttığı Fatih
döneminde Sahn-ı Semân Medreseleri’nde acaba hangi dersler ve ders kitapları
okutulmaktaydı? Şimdi bu konu ile ilgili bilgilere müracaat etmek yerinde olur.

Sahn-ı Semân Medreseleri için en temel kaynak şüphesiz medrese


vakfiyesidir. Ancak Sahn-ı Semân Medreseleri Vakfiyesi’nde hangi derslerin
okutulacağına dair kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Vakfiyede sadece “…büyük
müderrisler zümresi arasında alışılmış tatil günlerinin dışında her gün medreseye
gelip, kerem sahibi vâkıfın yüce medreselerine tertip ve tayin buyurdukları
yetenekli öğrencilere çeşitli ilim, hikmet ve mârifetleri öğretsin” (Kayaoğlu, S.
49, 1985: 16; İhsanoğlu, 2003: 52) ibaresi yeralmaktadır. Ancak bu dönemde
yaşamış bazı âlimlerin biyografileri Sahn-ı Semân Medreseleri’nde hangi
derslerin okutulduğunu tespit etmemize yardımcı olmaktadır. Bu âlimlerden en
önemlisi Şakayık-ı Nu’maniyye ve Mevzûâtu’l-Ulûm eserlerinin müellifi
Taşköprülü-zâde Ahmed İsamüddin Efendi’dir. Kısaca ‘’Şakâyık’’ olarak bilinen
eserinde Taşköprülüzâde, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren her
padişahın dönemini bir tabaka olarak ele almış, Osmanlı uleması ve eserleri ile
ilgili ulaşıp kaydedebildiği bütün bilgileri on tabakadan oluşan bu eserinde
derlemiştir (Bkz. İsamü’d-din Ebu’l-hayr Ahmed Efendi,nşr.Ahmed Subhi
Furat,1985)

Taşköprülüzâde 946 Rebiulevvel (1539 Ağustos)’de tayin edilmiş olduğu


Sahn müderrisliğinde Sahih-i Buhârî’yi iki kere tamamıyla ve Kadı Beyzavî
tefsirinden Bakara Suresi’ni ve Hidâye’yi nikâh bahsinden büyua ve Telvîh’i
taksim-i evvelden mebâhis-i ahkâma kadar okutmuştur (Uzunçarşılı, 1988: 42).

Baltacı da 946/1540-41 ve 964/1556-57 yıllarında Sahn-ı Semân


Medreseleri’nde tahsil müddetlerinin birer sene olduğunu 983/1578-79 senesinde
bu sürenin altı ay olduğunu ve 1006/1597-98 tarihinde ise tahsil müddetinin en
az altı ay olarak tespit edildiğini ifade eder ve Sahn-ı Seman Medreseleri’nde
okutulan dersleri ve ders kitaplarını şöyle sıralar: Fıkıhtan Hidâye, Usul-u

71
Fıkıhtan Şerh-i Adûd, Hadisten Buhârî ve Tefsirden Keşşâf ve Beyzâvî (Baltacı,
1976: 41).

İlmiye Salnâmesi’nde ise Sahn-ı Semân Medreseleri’nden bahisle


buralarda muhtelif fen ve ilimlerin okutulduğu ifade edilir (Bkz. Emin Bey,
1334: 645). Hammer de Sahn-ı Semân’da okutulan on dersten bahseder ve
bunları şöyle sıralar: İlm-i Sarf, İlm-i Nahiv, İlm-i Mantık, İlm-i Kelam, İlm-i
Edeb, İlm-i Bedî, İlm-i Meânî, İlm-i Beyân, İlm-i Hendese ve İlm-i Hey’et (Bkz.
Hammer, C. 3, 1984: 835). O. Ergin ise Sahn-ı Semân’da okutulan dersleri şu
şekilde sıralar: Keşşâf Tefsiri, Kelâmdan Seyyid Şerif’in Mevâkıf Şerhi, Usul-ü
fıkıhtan Ömer Merğinânî’nin Hidâyesi ile bunun Bayburtlu Ekmelüddin
tarafından yapılan şerhi (Ergin, C. I-II, 1977: 100). Yahya Akyüz, Sahn-ı Semân
Medreseleri’nde aklî ve naklî ilimlerin bir arada okunduğu sonucunu çıkarır ve
burada tıp öğreticiliğinin de usta-çırak ilişkisi içinde Daru’ş-Şifa’da naklî ilimleri
okumuş Sahn danişmendlerine verildiğini ifade eder (Akyüz, 1993: 58).
Uzunçarşılı ise Musıla-i Sahn’da yani Tetimme’de Şerh-i Adûd, Hidâye, el-
Keşşâf an Hakayıku’t-Tenzîl ve Envâru’t-Tenzîl isimli derslerin okutulduğunu
ifade ettikten sonra Sahn-ı Semân Medreseleri’nde de bu derslerin daha
mufassallarının okutulmuş olabileceğini belirtir (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 28).

Kâtip Çelebi’nin “Mizanu’l-Hakk fi İhtiyari’l-Ehakk” isimli eserinde


geçen “Ebu’l-Feth (Fatih) Sultan Mehmed Han Medaris-i Semâniye’yi yaptırıp
kanuna göre iş görülüp okutulsun diye vakfiyesinde yazmış ve Haşiye-i Tecrid ve
Şerh-i Mevâkıf derslerinin okutulmasını bildirmişti” (Kâtip Çelebi, 1980: 21)
ibâresi konuya yeni bir boyut kazandırmaktadır.

Kâtip Çelebi’nin, Sahn Medreseleri’nin vakfiyesine isnad ile böyle bir


bilgi aktarmasına rağmen daha önce de ifade ettiğimiz gibi vakfiyede okutulan
derslerin isimleri açıkça verilmemiştir. Ayrıca Haşiye-i Tecrîd kitabı
medreselerin en alt kademesinde (yirmili veya yirmibeşli) okutulan bir eser
olduğu gibi, Şerh-i Mevâkıf adlı eser de Kırklı Medreseler’e ait bir eserdir
(Ayrıntılı bilgi için bkz. İhsanoğlu, 2003: 67).

72
Yaltkaya’nın temas ettiği ve genellikle Fatih dönemine ait olduğu ifade
edilen “Kanunname-i Talebe-i Ulum” adlı metinde ise okunması gereken dersler
şu şekilde sıralanmıştır:

“Ve kütüb-ü meşruadan dahi mutavvelattan ve muhtasarattan âdet-i kadim


üzere okuyalar. Hususa ki mansıb-ı kazâ sevdasında olan ve şuyûhu müderrisîn,
kütüb-i mutebarâddan Şerh-i Adud ve Hidâye ve Keşşaf ve sâir ihtiyar ettikleri
kitaplar aydalar, takrir edeler. Ve şuyuh-ı mezkûreden derece aşağı olan
kimesneler Telvih’e dek aydalar. Andan bir derece aşağı olanlar Miftah’a dek
aydalar. Ve ol dereceden bâki sığari müderrisin Şerh-i Tevâli ve Şerh-i Metâli ve
Mutavvel ve Haşiye-i Tecrid aydalar. Ve mütun-u fıkıh ve şüruh dahi her
müderris takâtı yettikçe aydalar. Fi’l-cümle kitab-ı sâbık âdetçe okunmadan
kitab-ı lâhika şüru etmeyeler. Ve talebe müderrisine müracaat ettikleri vakit
istihkak-ı zâtileri manzur ola. İzafet hesabın minbat etmiyeler. Ve kimse
kimseden tergibat ile danişmend ayartmak vaki olmıya. Ve müderrisinden
müsteidlere teklif edip tetimmelerde Şerh-i Şemsiye ve mafevkin aydalar. Tâ
İsfehâniye varınca mülâzım olup kapuma mülâzemete geldikleri vakit ol
temessük için müderrisin dahi icâzet virecek, yazdıkları temessüklerde okunan
kitapların kemmiyet ve keyfiyetlerinde hilaf-ı vâki söz yazmıyalar. Ve illâ itabi
azime müstehak olalar. Müderrisler yanında olan müsteidleri her haftada dört
derse müdavemet ittüreler. Taksir edeni tedip idüp ifrâd edeni reddedeler”
(Yaltkaya, 1999: 465).

Yaltkaya, “Kanun-u Talebe-i Ulûm” adı verilen bu nizamnâmenin


İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde Halis Efendi kitaplarının siyaset kısmında
206 numarada olduğunu ifade eder (Yaltkaya, 1999: 464). Konu ile ilgili olarak
Süheyl Ünver ise şunları belirtir: “Bu eser bildirildiği kütüphane ve numarasında
bulunamamıştır. Profesör Yaltkaya bu notu Profesör İsmail Hakkı
Uzunçarşılı’dan aldığını söylemiştir. Lakin o da notları arasında bulamadığını
bildirmiştir. Hâlâ bunu arıyoruz, muhtelif kütüphanenin siyaset kitapları arasında
şimdiye kadar bulamadık. Biz bu satırları Fatih devrinde tanzim olunduğundan

73
bahsettiğimiz tedris nizamnâmesinden çıkmış sayıyoruz” (Bkz. Ünver, 1946:
101).

“Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı” isimli eserinde Uzunçarşılı,


Yaltkaya’nın tarihlendirmeden verdiği “Kanunnâme-i Talebe-i Ulûm”a işaret
ederek bu kanunun XVI. asrın başlarına ait olduğunu kaydeder (Bkz. Uzunçarşılı,
1988: 72).

Görülüyor ki aslı İstanbul Üniversitesi Halis Efendi Kolleksiyonu 206.


numarada olduğu belirtilen metin tekrar bu sefer XVI. yüzyıla ait bir kanunnâme
olarak ortaya konuyor.

Şehabeddin Tekindağ, medrese eğitimi ile ilgili olarak yazdığı


makalesinde yukarıda sözünü ettiğimiz “Kanunnâme-i Talebe-i Ulûm” adlı
kanunnâmenin II. Selim (1566-1574) devrinde tanzim edildiğini tahmin ederek
bu metnin Hazerfan Hüseyin Efendi’nin Telhisu’l-Beyan’ında “Kanûn-i Talebe-i
İlm” şeklinde verildiğini kaydeder ve iki metni de yayınlar (Bkz. Tekindağ,
1973: 22).

XV. ve XVI. asırlarda Osmanlı medreseleri tarihini ve teşkilatını geniş


kaynaklara dayanarak ele alan Cahid Baltacı ise söz konusu kanunnâmeyi
Tekindağ’ın II. Selim dönemine ve Uzunçarşılı’nın da XVI. yüzyılın başlarına
dayandırmasını göz önüne almadan metne Yaltkaya’yı kaynak gösterir (Bkz.
Baltacı, 1976: 36).

Hüseyin Atay ise “Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi” isimli eserinde


sözkonusu bu metnin Fatih dönemine ait olabileceğini bildirmektedir (Bkz. Atay,
1983: 79).

Osmanlı kanunnâmelerini çok kapsamlı bir şekilde inceleyen Ahmed


Akgündüz ise Kanuni Devri Kanunnâmeleri arasında ilmiye sınıfı ile ilgili olarak
iki ayrı hukukî düzenleme bulduğunu, bu düzenlemelerin müşterek hükümlerinin
yanında ayrı hükümleri de kapsadığını ifade etmektedir. Birinci düzenlemenin ise
dört farklı nüshasının olduğunu ve bu nüshalardan birinin ünvanının,

74
“Kanunnâme-i Ehl-i İlim” olduğunu belirtir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi
tarihçilerin değinmiş oldukları “Kanunnâme-i Talebe-i Ulûm” isimli metinle aynı
olan “Kanunnâme-i Ehl-i İlim”, Akgündüz’ün tespitine göre 944/1557 yılına
doğru Rumeli kazaskerliği görevi yapan Ebu’s-Suud Efendi döneminde
hazırlanmıştır (Akgündüz, 1992: 661).

Bütün bu bilgilerden, çoğunlukla Fatih döneminde hazırlandığı kabul


edilen sözkonusu kanunnâmenin Fatih dönemine ait bir kanunnâme olmadığı
ortaya çıkıyor.

Ayrıca geçmişten bu yana Sahn-ı Semân Medreseleri’nin


teşkilatlanmasında ve yukarıda sözünü ettiğimiz Sahn-ı Semân Medreseleri’nin
ders programı olarak kabul edilen kanunnâmenin hazırlanmasında Vezir-i Âzam
Mahmud Paşa, Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu’nun büyük katkıları olduğu
söylenegelmektedir.

Genellikle konu ile ilgili Gelibolulu Mustafa Âli’nin “Künhü’l-Ahbâr”


isimli eseri kaynak gösterilerek bu iddia dile getirilmiştir. Halbuki ne Âli’nin bu
söz konusu eserinde, ne de Sahn-ı Semân Medreseleri’nin Vakfiyesinde Vezir
Mahmud Paşa, Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu’nun Fatih Medreseleri’nin ders
programını hazırladığına dair bilgi bulunmamaktadır.

Âli’nin “Künhü’l-Ahbâr” isimli eserinde Mahmud Paşa ile ilgili şu bilgi


geçmektedir: “tarîk-ı ulemâdan zuhur ve sadaret rütbesine bir sadr-ı meşhûr olan
Mahmud Paşa Nevvera’llahü merkadeh ta’yin olunub, meratib-i ulemâya ol
şehriyar-ı sâhib ma’rifeti ragıb bulması, i’tilâ-i fuzalâi istid’â eyledi” (Âli, 107b).
Bu cümleden, “tarîk-ı ulemâdan çıkan Mahmud Paşa’nın sadrazam olması
âlimlerin ve maarifet sahiplerinin itibar kazanmasına sebep oldu” şeklinde bir
anlam çıkarılabilir (Bkz. İhsanoğlu, 2003: 60).

Yukarıdaki cümleden anlaşıldığına göre Âli, Fatih’in eğitim politikasında


Mahmud Paşa’nın önemli rol oynadığını vurgulamıştır. Ancak burada Mahmud
Paşa’nın herhangi bir ders programı hazırlama faaliyetinden bahsedilmemektedir.

75
İzgi’nin de ifade ettiği üzere Fatih’in medrese teşkilatını ve bu
medreselere ait ders programlarını Vezir-i Âzam Mahmud Paşa, Molla Hüsrev ve
Ali Kuşçu’nun hazırladığı bilgisi sonraki döneme ait olan kayıtlar arasındadır
(Bkz. İzgi, 1997: 61).

76
IV. BÖLÜM

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMİ OSMANLI MEDRESE


TEŞKİLATI

4.1. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİ

4.1.1. Süleymâniye Medreseleri’nin Tesisi

Medrese Teşkilatının mühim bir merhalesi Kanunî Sultan Süleyman


tarafından, Süleymâniye Medreseleri’nin kurulmasıyla gerçekleşmiştir. Ordunun
tabib, cerrah ve mühendis ihtiyacını göz önünde tutan padişah, Süleymâniye
Camiî yanında bir tıp medresesi ve daru’ş-şifa, dört medrese, bir daru’l-hadis ve
bir de tetimme (Musıla-i Süleymâniye) tesis etti (Ahmed Cevdet Paşa, C. 1,
Tarihsiz, 103).

Camiî ile medreselerin ve diğer tesislerin inşasına 7 Cemaziyelevvel 967


(24 Mayıs 1550) senesi Perşembe günü başlanmış, Sultan Süleyman ve
Şeyhülislam Ebu’s-Suud Mehmed Efendi bizzat burada hazır bulunmuşlar ve
Ebu’s-Suud Efendi mihrabın temel taşını koymuştur. Cami, Ağustos 1556’da
bitmiş, medreselerin kuzeyde bulunan ikisi 1552’de, batı tarafındaki diğer ikisi
de 1559’da bitmiştir. 1557 senesinde de Daru’l-Hadis Medresesi sona ermiştir
(Uzunçarşılı, 1988: 34).

Semâniye Medresesi’nin kuruluşundan yaklaşık yetmiş yıl sonra Sultan


Süleyman İstanbul’da Süleymaniye Külliyesini kurmuştur. Külliye, biri hadis
öğretimi için (Daru’l-hadîs), biri tıp (Daru’t-tıb) ve dördü genel medrese olmak
üzere toplam altı medreseden meydana gelmekteydi. Ayrıca külliyede bir sıbyan
mektebi, bir imâret, bir hastahane ve Kur’an öğretimi için bir Daru’l-Kurra da
bulunmaktaydı (Sarıkaya, 1997: 29).

4.2. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİNİN TEŞKİLAT YAPISI

Süleymâniye Medreseleri, Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılan


cami, daru’ş-şifa, tabhâne, kervansaray, daru’l-hadis, daru’l-kurra, türbe ve

77
medreselerden oluşan külliyenin parçalarıdır. Medreselerin dördü “Evvel”,
“Sânî”, “Sâlis” ve “Râbî” adlarını taşımakta ve “Evvel” ile “Sânî”nin batı
(Marmara), “Sâlis” ile “Râbî”nin doğu (Haliç) tarafında yeraldıkları kabul
edilmektedir (Kütükoğlu, 2000: 117).

Süleymâniye Camiî’nin kuzey tarafına düşen kısmında medrese-i evvel ve


medrese-i sânî denilen birinci ve ikinci medreselerle kuzeydoğu kısmında bir
hamam ve caminin mihrabı karşısında kıble tarafında bir Daru’l-hadis ve caminin
tam güneyine tesadüf eden kısmında medrese-i râbî ve bunun doğusunda da
medrese-i sâlis yeralıyordu. Caminin güneybatısında tıp medresesi ve eczahane,
caminin batı kısmına düşen tarafında ise imâret, tabhâne ve daru’ş-şifa
yaptırılmıştır. Bunlardan başka Kur’an-ı Kerim tâlimi, namaz usul ve kaidelerini
öğretmek için bir mektep ile bir de kütüphane inşa edilmiştir (Uzunçarşılı, 1988:
33).

Sahn-ı Semân’dan yaklaşık bir asır sonra inşa edilen Süleymâniye


Külliyesi Osmanlı devletinde eğitimde varılan en yüksek noktayı temsil
ediyordu. Önce Sahn-ı Semân ile ardından Süleymâniye Medreseleri’yle Osmanlı
medrese sistemi dereceler, dersler, gelir kaynakları ve yönetim bakımından
önemli gelişmeler kaydetti (İşpirli, C. 28, 2003: 328).

Süleymâniye Medreseleri yapılıncaya kadar en yüksek müderrislik Sahn-ı


Semân müderrisliği iken, Süleymâniye medreselerinin inşasından sonra
müderrisler İbtida-i Altmışlı yani altmış akçe yevmiyeliden başlayarak Hareket-i
Altmışlı, Musula-i Süleymâniye, Hamise-i Süleymâniye ve müderrisliğin son
kademesi olan Daru’l-Hadis-i Süleymâniye müderrisliğine kadar bir müderrislik
derecesi takip ederdi (Uzunçarşılı, 1988: 37).

Ahmed Cevdet Paşa’nın daha sonra sıkça kullanılan kaydında bize


aktardığına göre Kanunî Sultan Süleyman devrinde müderrislik rütbesi on iki
derece itibar olunmuştur. Buna göre Süleymâniye Medreseleri, “İbtidâ-i Hariç,
Hareket-i Hâriç, İbtidâ-i Dâhil, Hareket-i Dâhil, Muvassıla-i Sahn, Sahn-ı
Semân, İbtidâ-i Eletmişli, Hareket-i Eletmişli, Muvassıla-i Süleymâniye, Hamis-i

78
Süleymâniye, Süleymâniye ve Daru’l-Hadîs” medreseleridir (Bkz. Ahmed
Cevdet Paşa, Tarihsiz: 103).

Ahmed Cevdet Paşa’nın Süleymâniye Medreselerinin dereceleri ile ilgili


kaydettiği bu bilgi daha sonra başta “İlmiye Salnâmesi” olmak üzere (Bkz. Emin
Bey, 1334: 648) birçok kaynakta zikredilmiştir.

Burada Süleymâniye Medreseleri’nin teşkilatı ile ilgili bir hususa açıklık


getirmek yerinde olur. Başta “İlmiye Salnâmesi” olmak üzere (Bkz. Eminbey,
1334: 648) daha sonra birçok kaynak Süleymâniye medreselerinde “Tabiiyât” ve
“Riyâziyât” derslerinin okutulduğu müstakil medreselerin varolduğundan
bahseder.

Konu ile ilgili Osman Ergin, Süleymâniye medreseleri arasında Riyâziyât


ve Tabiiyât için ihtisas medreseleri olmadığını ve Süleymâniye Medreseleri
Vakfiyesinde Daru’t-Tıb ve Daru’l-Hadîs’ten başka ihtisas medresesinden
bahsedilmediğini ifade eder (Ergin, 1997: 100). Bu konuda Atay da medrese
vakfiyesine dayanarak Süleymâniye Medreseleri’nde Riyaziyât ve Tabiiyât gibi
tecrübî ve aklî ilimleri okutan özel bir medresenin varolmadığını belirtir (Bkz.
Atay, C. XIII, 1981: 180). Konu ile ilgili E. İhsanoğlu da Süleymâniye
Medreseleri’nde Riyaziyât ve Tabiiyât gibi derslerin okutulduğu medreselerin
varlığından söz edilemeyeceğini dile getirir (Bkz. İhsanoğlu, C. LXIV, S. 240:
567).

Bütün bu bilgilerden, Süleymâniye medreselerinde Riyaziyât ve Tabiiyât


derslerinin okutulduğu özel medreselerin varolduğunu gösteren vakfiye
kayıtlarında herhangi bir bilgi yeralmadığına göre, Süleymâniye medreselerinde
ayrıca bu derslerin verildiği özel medreselerin varolmadığı ortaya çıkmaktadır.
Ancak burada Atay’ın da ifade ettiği gibi (Bkz. Atay, C. XIII, 1981: 180)
Süleymâniye Medreseleri’nde Tabiiyât ve Riyaziyât ilimlerinin okutulmadığı
anlamı çıkarılmamalıdır. Elbette Süleymâniye Medreseleri’nde Tabiiyât ve
Riyaziyât dersleri veriliyordu ama sırf bu derslerin tedris edildiği özel medreseler
yoktu.

79
4.2.1. Fizikî Yapı

Süleymâniye Külliyesi’nde Mimar Sinan, bütün fonksiyonel yapı


birimlerini, aynı kattaki bir alanda yorumlayabilmek için bir tepenin
eteklerindeki eğimli alanlara setler inşa etmiştir. Bu ana ilkenin varlığı yanında,
doğudaki medreselerde, mülâzım odalarında ve hamamda yakın kotlarda
tasarımlara da yer vermiştir. Paralel üç eksen üzerine yerleşen yapı birimlerinde,
ana eksen üzerindeki camiyi, yapı ekseni boyunca, merkezî kubbeye iki yarım
kubbe ilavesi ve yanlarda, orta ve köşedekiler büyük, aradakiler daha küçük
olmak üzere beşer kubbe ile yorumlanmıştır. Caminin üzerinde yeraldığı ana
eksene paralel iki eksenden batıdaki üzerine mektep, iki medrese, tıp medresesi
ve ecza deposunu (daru’l-akâkir), doğudaki iki medresenin kuzeyine kendi
türbesini, kıble yönüne hamamı, daru’l-hadis medresesini, cami haziresi içerisine
Kanunî Türbesi ve Hürrem Sultan Türbesi’ni planlamış ve inşa etmiştir. Mimar
Sinan bu önemli külliyede, sosyal içerikli tabhâne, imaret ve daru’ş-şifa
yapılarını, külliyenin ana eksenine dik bir eksen üzerine konumlamıştır. İmareti
tabhânenin yanına almış, imaretin altına “L” planlı kervansarayı inşa etmiştir.
Mimar Sinan, külliyede batıdaki yan eksende yer alan medresenin batı ucuna bir
tıp medresesi ve bir daru’l-akâkir inşa etmiş, bunların kuzeyine paralel iki eksen
üzerine çift avlulu olarak plânladığı daru’ş-şifa ile, batıdaki eğitim yapıları ile
aynı eksen üzerinde bir de tıp kompleksi meydana getirmiştir (Bkz. Cantay,
2002: 62-63).

4.2.2. Sosyal Yapılanma

Osmanlı medrese sisteminde en büyük gelişmelerden biri de şüphesiz ki,


Kanunî Sultan Süleyman devrinde meydana gelmişti. Kanunî devri her alanda
olduğu gibi medrese teşkilatında da zirveyi ifade eder. Süleymâniye
Vakfiyesi’nden anlaşıldığına göre Süleymaniye Camiî’nin kuzey tarafına düşen
kısmında medrese-i evvel ve medrese-i sânî denilen birinci ve ikinci medreseler
ile, kuzeydoğuda bir hamam, kıble tarafında bir “Daru’l-hadîs”, caminin tam
güneyine tesadüf eden kısmında medrese-i rabi’, bunun doğusunda medrese-i

80
sâlis, caminin güney batısında tıp medresesi ve eczahâne, caminin batı kısmına
düşen tarafında ise imâret, tabhâne ve daru’ş-şifâ denilen hastahane yapılmıştı
(Kazıcı, C. 5, 1999: 165).

Bu yönüyle Süleymâniye Medreseleri sosyal özellikte birçok yapıyı içinde


barındıran manzumeler bütünü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Süleymâniye Medreseleri’nde her medresede talebenin yatıp kalkması için


hücre denilen medrese odaları vardı. Talebeler yemeklerini me’kel denilen
imâretin ayrı yemekhanesinde yerlerdi. Talebelere günde iki defa yemek
verilmekteydi (Uzunçarşılı, 1988: 36).

Ayrıca Süleymaniye Daru’ş-Şifâsı’nda yatan hastalara sağlık hizmeti


verildiği, bunun yanında ilaçların hastalara bedava sağlandığı aktarılan bilgiler
arasındadır (Bkz. Cantay, S. 2, 1984: 34).

Tekindağ’ın, “Menâzıru’l-Avâlim” adlı eserden naklettiğine göre


Süleymâniye Medreseleri’nin sosyal yapılanma yönüne şu şekilde vurgu
yapılmaktadır (Bkz. Tekindağ, 1973: 17): “…ve dahî bu daru’z-ziyâfeye muttasıl
bir matbah-ı taam ve fukara-i talebe-i ulûm içün bir me’kel-i taam bina itmişdir.
Ve dahî marzi-î fukara ve gurebâ ve mecânin-i halka muâcele içün kubab-ı
müteaddide ile buyût ve hucurâtı ve bir çeşme-i âbı ve bir hamam-ı muhtasarı
müştemil bir daru’ş-şifâ bina itmişdir.”

Medreseler bir vakıf kuruluşu olduğu için medreselerin yıllık ihtiyaçları


vakıfların arazi ve diğer gayrimenkullerinden elde edilen gelirlerle
sağlanabiliyordu. Hatta bazen, medresedeki temizlik malzemeleri, cizyeden muaf
tutulmak şartıyla, çeşitli gruplarca temin edilebiliyordu (Cihan, C. 5, 1999: 180).

Daha önce de ifade edildiği üzere yılın belli tatil dönemlerinde medrese
talebelerinin teorik bilgilerini pratiğe dökmek için, memleketin çeşitli yerlerine
gitmeleri, medreselerin bünyesinde yeralan camiler vasıtasıyla medreselerin
halkla bütünleşmeleri, daha önceki medreselerde olduğu gibi Süleymaniye
medreselerinde de varolan sosyal özelliklerdi.

81
Bütün bu yönleriyle Süleymâniye Medreseleri, daha önceki Osmanlı
medreselerinde de olduğu gibi halkla bütünleşmiş ve halkın desteğini alarak
varlığını sürdürmüş eğitim kurumları özelliğini taşımaktaydı.

4.2.3. İdarî Yapı

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi medrese bir vakıf kurumu olduğundan,
işleyişi, malî kaynakları, bunların kullanılması ve denetlenmesi tamamıyla vakıf
kuralları içinde yapılmıştır (İşpirli, C. 28, 2003: 330). Medrese vakfiyesinde
ayrıca medresenin idaresi, disiplini, derecesi, okutulacak dersler, müderris ve
talebenin maaş, harçlık ve vazifeleri ile medrese idaresinin (mütevellî) hak ve
görevleri gibi hususlar da yeralırdı (Sarıkaya, 1997: 34).

Kanunî Sultan Süleyman’ın, Süleymâniye Medreseleri’nin işleyişine dair


tanzim ettirdiği vakfiyesinde yönetim kadrosu olan mütevelli ve maiyetine
verdiği memurların seçiminde çok titiz davrandığı ifade edilmektedir.
Süleymâniye Medreseleri’nin işleyişinde görevli mütevellinin maiyetine kâtip,
câbi (vergileri toplayan), câbi kâtibi ve mutemet adlarında memurlar verilmiştir.
Ayrıca vakfiyelerde ıslaha muhtaç olan medreselerin eskisi gibi tamir edilmesi ve
yıkılan yerlerin restore edilmesi istenmektedir. Bu suretle medreselerin dâhili
olduğu kadar hârici işlerini de yöneten bir idare heyeti olduğu anlaşılmaktadır
(Tekindağ, 1973: 22).

4.2.4. Akademik Yapı

Diğer Osmanlı medreselerinde olduğu gibi Süleymâniye Medreseleri’nde


de akademik yapının en önemli ismi şüphesiz ki müderrislerdi. Bunun için
Süleymâniye Medreseleri vakfiyesinde müderrislerde bulunması gereken
özellikler şöyle sıralanmıştır: “Adı geçen medreselerin her birinde dindar,
faziletli, âlim ve değerli, ileri gelen hikmet sahibi üstün kişilerden olan
“hakâyık”ın hazinelerinin anahtarı, “dakâyık”ın remizlerinin “keşşaâf”ı olan arık,
temiz, zeki, âlim ve âmil, fazilet sahibi, olgun ve birçok fenler bilen bir müderris
olsun ki dini ilimleri öğretmede ve yakinî bilgileri anlatmada talebeleri ve

82
istidatlıları hisse sahibi kılıp tahsil günlerinde bilinen şekilde dershaneye gelip
elde dolaşan makbul kitapları okutup, aklî ve naklî fenleri müzakere ederek
çalışmaya önem verirlerse günlük vazifeleri altmış akçe olacaktır” (Atay, C. XIII,
1981: 182).

Vakfiyeye göre müderriste aranan birçok özellik zikredildikten sonra


vazifesi karşılığında müderrisin altmış akçe alacağı belirtilmiştir.

Osmanlı eğitim sisteminde müderristen sonra gelen diğer önemli bir kişi
muîd idi. Yine Süleymâniye Vakfiyesi’nde Süleymâniye Medreseleri’ne tayin
edilecek muîdlerde şu vasıflar aranıyordu: “Ve tullâb-ı ilmden birer ma’ârif u
fezâyil ile mümtaz rütbe-i istifâdeden derece-i ifâdeye vusûle isti’dad ile ser-
efrâzını muîd eyleyeler ve vazife-i yevmiyyeleri beşer akçe ola” (İzgi, 1997: 49).
Yine burada da muîdlerin marifetli, faziletli müderrislerin ilimlerinden istifadeye
kabiliyetli olmaları istenmekte ve beşer akçe yevmiye tahsis edilmektedir.

Osmanlı medreselerinin akademik yapısı içerisinde eğitim-öğretim


kademesinin müderris ve muîdden sonra en önemli ismi talebe, yani
“danişmend”di.

Süleymaniye Vakfiyesi’nden danişmendlerin günlük iki akçe aldıkları


ifade edilmektedir (Bkz. Kayaoğlu, S. 49, 1985: 18). Yine söz konusu vakfiyede
danişmendler için şu kayıtlar yeralmaktadır: “Ve medreselerün her birinde vaki’
olan hucuratda sâkin olup sedâd u salâh ile mevsûf ve reşâd u felah ile ma’rûf,
müdârese vü tekmilde müdavim ve mübâhese vü tahsilde mülâzım olan onbeş
nefer kimesne danişmend olup cidd-i celî ve cehd-i kavî ile şuğl idecek vazife-i
yevmiyeleri ikişer akçe ola” (İzgi, 1997: 53).

Vakfiyede yeralan bütün bu bilgilerden; Süleymâniye Medreseleri’nin


eğitim kademesinde yeralan müderrislerin ve muîdlerin belli özelliklere sahip
olmaları gerektiği, aynı şekilde öğrencilerin de belli seviyede olmaları istendiği
ortaya çıkmaktadır. Böylelikle Süleymâniye Medreseleri’nde eğitim-öğretimin
belli seviyede ve kalitede yürütüldüğü anlaşılıyor.

83
Daha önce de ifade edildiği üzere Osmanlı medreselerinin eğitim-öğretim
yapılanmasında mülâzemet usulü önemli bir uygulamadır. Daha önce herhangi
bir kurala bağlı olmayan mülâzemet usulü, Kanunî Sultan Süleyman döneminde
Şeyhulislam Ebu’s-Suûd Efendi tarafından belirli bir kaideye bağlanmaya
çalışıldı. Buna göre mülâzım olması gereken kişilerin isimleri “Matlab” veya
“Rûz-namçe” denilen bir deftere yazılacaktı. Anadolu’da müderrislik veya
kadılık edeceklerin Anadolu kazaskerinin mülâzemet defterine, Rumeli’de vazife
alacak olanların ise Rumeli kazaskerinin defterine adlarını yazdırmaları
öngörülmüştü. Bütün bunlara ilave olarak, yedi seneden bir mülâzım yazılmasını
sağlamak için, “nevbet” ilan edilmesi kararlaştırılmıştı (Unan, C. 5, 1999: 153).

4.2.5. Diğer Hizmet Personeli

Süleymâniye Medreseleri’nde de tedris ve idare kadrosu dışında


medresenin temizliği ve bakımıyla görevli kişiler bulunmaktadır. Süleymâniye
Medreseleri vakfiyesine göre her medresedeki kapıcıya, temizlik yapan
ferrâşlara, helâ temizleme işini yapan kişilere ve kandil yakmakla görevli kişilere
günde iki akçe verilmesi şart kılınmıştır (Kayaoğlu, S. 49, 1985: 18).

Bu görevliler dışında Süleymaniye Medreseleri kütüphanesinde görevli


kişiler de bulunmaktadır. Bunlar Hafız-ı Kütüb ve Kâtib-i Kütüb adı verilen
kişilerden oluşmaktadır. Vakfiyede kütüphanede görevli bu kişilerin vezir-i azam
emri ile atandığı şöyle ifade edilmektedir: “Medaris-i mezkûreye (Süleymaniye
Medreseleri) kütüb tedârik olundukda hafız-ı kütüb ve kâtib-i kütüb vüzeray-ı
izâm zevî’-ihtirâm marifetleriyle tayin ve vazifeleri tebyîn oluna” (Tekindağ,
1973: 22).

84
4.3. SÜLEYMÂNİYE MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ

4.3.1. Eğitim-Öğretim Metodu

Süleymâniye Vakfiyesi’nde medreselerdeki eğitim-öğretim metodları


konusunda fazla bir malûmat bulunmamaktadır. Yalnızca “müderrislerin tahsil
günlerinde medreseye gelip elde dolaşan makbul kitapları okutup aklî ve naklî
fenleri müzakere etmeleri” gerektiği bildirilmektedir (Bkz. Atay, 1981: 93).
Ancak Osmanlılardan önce teşekkül etmiş tedris usûlünün Osmanlılar döneminde
de umumî ölçülerle devam ettiği bir gerçektir. Buna binaen Osmanlı
medreselerinde seviyeye göre eğitim-öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü, kitap
geçmenin esas alındığı, derslerin sık sık tekrarlarla ve karşılıklı müzakerelerle
takrîr edildiği ve dershane yakınındaki câmi veya mescidlerde öğrenilen
bilgilerin tatbiken verildiği bilinmektedir (Bkz. Baltacı, 1976: 45).

Osmanlı medreselerinde her dersin “İktisâr”, “İktisad” ve “İstiksâ” adıyla


başlangıç, orta ve ileri seviyede işlendiğini ifade etmiştik (Bkz. İşpirli, C. 28,
2003: 329). Bilhassa ilerlemiş talebelerle ders “mübâhase” şeklinde geçtiği için
müderrislerin derslere iyi hazırlanmaları gerekirdi (Baysun, C.8,1979: 76).

Medrese eğitimi belleğe (hâfızaya) dayanırdı. Müderris dersi anlatır,


talebe bunu dinlerdi. Önceden hazırlanan derslerin müzakeresi yapılırdı. Ders
dışında talebe muîde dersi anlatır, muîd ise eksikleri ve hataları düzeltirdi
(Köroğlu, 1999: 189; Özbilgen, 2003: 308).

Medrese öğrencilerinin, gündüz okunan dersleri yeniden gözden geçirmek,


arkadaşlarından yeni bilgiler almak ya da karşılıklı olarak fikir teâtisinde
bulunmak üzere, akşamları başka medreselere gittikleri de bilinmektedir (Cihan,
C. 5, 1999: 178).

Ayrıca haftanın her Perşembe günü Süleymâniye Müderrislerİ topluca


Şeyhu’l-İslâmı ziyarete gider ve bu ziyarette heyete Daru’l-Hadîs müderrisi
başkanlık ederdi (Ezherli, C. 7, S. 70-71, 1968: 66).

85
Bunun yanında yukarıda ifade ettiğimiz eğitim-öğretim metodlarının
umumiyetle Süleymâniye Medreseleri’nde de uygulandığı bilinmektedir. Ayrıca
daha önce de ifade ettiğimiz üzere, Osmanlı medreselerinde “cerre çıkma”
uygulamasının teorik bilgilerin pratiğe döküldüğü bir metod olduğunu
hatırlatmak gerekir.

Bu metodlardan yola çıkarak Süleymâniye Medreseleri’nde esaslı bir


öğretme-öğrenme faaliyetinin uygulandığı, öğretilen teorik bilgilerin çeşitli
yöntemlerle pratiğe döküldüğü söylenebilir.

4.3.2. Okutulan Dersler ve Ders Kitapları

Kanunî’nin vakfiyesinde daha önce de ifade ettiğimiz gibi Süleymâniye


Medreseleri’nde okutulacak dersler ve kitaplarla ilgili fazla bilgi
bulunmamaktadır. Sadece Daru’l-Hadîs Medresesi’nde okutulması gereken
birkaç hadis kitabının ismi zikredilen vakfiyede, müderrislerin elde dolaşan
makbul kitapları okutmaları ifade edilmektedir (Bkz. Atay, 1981: 92).

Daha önce değindiğimiz ve konuya açıklık getirmeye çalıştığımız


çoğunlukla Fatih dönemine isnad edilen ve Fatih’in hazırlatmış olduğu ders
programı olarak kabul edilen “Kânûn-i Talebe-i Ulûm” isimli düzenlemeden
burada bahsetmek gerekir.

Daha önce de ifade edildiği üzere Uzunçarşılı’nın 16. yüzyılın başlarında,


Tekindağ’ın ise II. Selim devrinde hazırlandığını ileri sürdükleri “Kanûn-i
Talebe-i Ulûm” isimli düzenlemenin 1557 yıllarına doğru Ebu’s-Suûd Efendi’nin
Rumeli Kazaskerliği görevinde bulunduğu sırada hazırlandığını Ahmed
Akgündüz ifade etmektedir (Bkz. Akgündüz, 1992: 661).

Akgündüz’ün “Kanunnâme-i Ehl-i İlim” ismiyle tespit ettiği bu


düzenlemenin 1557’li yıllarda hazırlanmış olduğunu ifade etmesi, Kanunî
döneminde yapılan eğitim ve öğretim faaliyetlerinin aydınlatılması bakımından
son derece önemlidir. Akgündüz’ün işaret ettiği bu kanunnâmede eğitim-öğretim
faaliyetleri şu şekilde düzenlenmiştir:

86
1. Min ba’d muhassilinden tullâb-ı ilim derslerin adetçe tamam etmedin
tavassut-ı gayr sebebiyle Âsitâne Ulyâma mülâzemete gelmeyeler. Eğer bu
taifeden bir kimesne mülâzemete gelürse, mülâziminden addolunmaya.

2. Ve âdet-i kadîme üzere kütüb-i mu’tebere ne vechile okuna geldiyse,


gerü ol vech üzere okuyalar ve acele edüb talebe dilek vechile terakkî kasd edüb
kimesneye varmaya. Min ba’d bu yasağın bozub dilek vechile bir kimesneyi
verirse ve anun gibi kimesneyi müderrisinden her kangısı kabûl ederse, azl
etmekle komazın, itâb-ı azîme müstehak olur. Ve ol dilek vechile müderrisine
varan talebe mansıb içün kapu mülâzemetine gelmek olmaya.

3. Ve her müsta’id ki, müderris-i sâbıkdan dershânede okunan kitablardan


adetçe ne mikdar okuduysa, keyfiyyeti ne vechile vâki’ oldiyse, elinde temessüki
olub içinde beyân oluna. Ve ol temessüki nazar etmedin müderris-i lâhik anı
kabul etmeye.

4. Ve kütüb-i meşrû’atdan dahî mutavvelâtdan ve muhtasarâtdan âdet-i


kadîme üzere okuyalar. Husûsan ki mansıb-ı kazâ sevdasında ola.

5. Ve şuyûh-ı müderrisîn kütüb-i mu’teberâtdan Şerh-i Adud ve Hidaye ve


Keşşâf ve sâir ihtiyar etdikleri kitabları edeler.

Ve şuyûh-ı mezkûrdan bir derece aşağı olan kimesneler, Telvih’e değin


edeler. Ve ol dereceden bâki sığar-ı müderrisîn Şerh-i Tavâli, Şerh-i Metâli ve
Mutavvel ve Haşiye-i Tecrîd edeler. Ve mütün-ı fıkıh ve şürûh dahî mutlaka her
müderris tâkati yetdikçe edeler. Filcümle kitab-ı sâbık adetçe okunmadan kitâb-ı
lâhıka şürû etmeyeler.

6. Ve talebe müderrisîne müraca’at etdikleri vakit istihkak-ı zâtileri


manzur ola. İzâfeten hesâbın min ba’d etmeyeler.

7. Ve her medresenin mütevellîleri ve nâzırları, kânun-ı mezkûr-ı tamam


muhâfazat edeler. Bu kanunla amel etmeyen müderrisînden ve talebeden her kim
olursa, anlar i’lâm edeler. Etmezlerse itâb-ı azîme müstehak olurlar.

87
8. Ve kimesne kimesneden terğibâtla danişmend ayartmak min ba’d vaki’
olmaya.

9. Ve müderristen, müsta’iddîne teklif edüb Tetimme’lerde Şerh-i


Şemsiyye ve mâ fevkın etdireler; ta İsfahaniye varınca.

10. Mülâzım olub kapuma mülâzemete geldikleri vakit ol temessük için


müderrisînden alınan mektûbları bile getüreler.

11. Ve müderrisîn dahi icâzet virecek yazdıkları temessüklerde okunan


kitabların kemiyetinde ve keyfiyetinde hilaf-ı vâki’ söz yazılmaya ve
söylemeyeler. Sonra teftîş olunub hilaf-ı zâhir olursa, itâb-ı azîme müstehak
olurlar.

12. Ve müderrisler yanlarında olan müsta’idlere her haftada dört dersi


müdâvemet etdüreler. Taksir edeni te’dib edeler. Taksirde ifrâd edeni red edeler.
Şöyle ki, bundan böyle bu kanun ile amel olunmayacak olursa, müderrisinden ve
talebeden her kim olursa, itâb-ı azime ve ikâb-ı elîme müstehak olurlar. Key
ihtiyat etmek üzere olalar (Bkz. Akgündüz, 1992: 663-664).

Kanunnâmede eğitim-öğretim yapılanmasının genel bir çerçevesi


çizilmiştir. Müderrislerin ve öğrencilerin uymaları gereken kurallar tespit
edilmiştir. Okunan kitaplar ile ilgili de “adet-i kadîme” tabiri geçmektedir. Yani
daha önceden okunması adet haline gelmiş kitapların okunmasından
bahsedilmektedir. Bunun yanında kanunnamede “Şerh-i Adud”, “Hidâye”,
“Keşşâf”, “Telvîh”, “Şerh-i Tavâlî”, “Şerh-i Metâli”, “Mutavvel”, “Şerh-i
Şemsiyye” ve “İsfahânî” gibi kitap isimleri geçmektedir.

Bütün bu bilgilerden Süleymâniye Medreseleri’nde yukarıda ismi


zikredilen kitapların eski adet üzere okundukları kestirilebilir.

Hüseyin Atay, Süleymâniye Medreseleri’nde okutulan dersleri Kanunî


Sultan Süleyman Kanunnâmesine, Süleymâniye Vakfiyesine ve Taşköprülü-
zâde’nin okuttuğu kitaplara dayanarak tespit etmeye çalışır. Buna göre Daru’l-
Hadîs medresesinde “Meşârık”, “Mesâbih”, “Müslim”, “Buhârî” ve elde dolaşan

88
aklî ve naklî kitaplar okutulmuştur. Diğer medreselerde de “Mutavvel”, “Haşiye-i
Tecrid”, “Ferâiz Şerhi”, “Şerh-i Miftâh”, “Mesâbih”, “Şerh-i Vikâye”, “Tavzih”,
“Meşârık”, “Şerh-i Mevâkıf”, “Hidâye”, “Buhârî”, “Telvih”, “Kâdı Beyzâvî” ve
“Keşşâf” isimli kitaplar okutulmuştur (Bkz. Atay, C. XIII, 1981: 185).

Baltacı da Kanunî’nin tesis ettiği Daru’l-Hadîs Medresesi’nde “Sahih-i


Buhârî” ve “Sahih-i Müslim” kitaplarının okutulduğunu, ayrıca tıp medresesinde
de tabâbete ait kitapların tedris edildiğini ifade eder (Bkz. Baltacı, 1976: 50).

Pakalın ise Süleymaniye Medreseleri’nde fıkıh, kelam, Arap edebiyatı,


şer’î ilimler, tabiyyat, riyaziyyat ve tabâbet gibi farklı ilimlerin okutulduğunu
ifade eder (Bkz. Pakalın, C. 2, 1983: 439).

Tekindağ’ın bildirdiğine göre Süleymaniye Medreseleri’nde haftada dört


gün ders okutuluyordu (Bkz. Tekindağ, 1973: 13).

4.4. KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’DAN SONRA MEDRESELER

Osmanlı medrese teşkilatındaki gelişmeler, Kanunî Sultan Süleyman’dan


sonra da devam etmiştir. II. Selim devrinde (1566-1575) Edirne’de Selimiye
Medresesi (980/1572-73) tesis edilerek müderrisine günlük 70 akçe verilmekle
Süleymâniye Daru’l-Hadis’i dışında Süleymâniye Medreseleri’nin üstünde bir
pâye meydana getirilmiştir. III. Murad devrinde (1575-1595), Manisa’da
Muradiye Medresesi (1000/1591-92) inşa edilip müderrisine 70 akçe verilmiştir.
Yine bu devirde İstanbul’da Divan Yolu’nda Sinan Paşa Daru’l-Hadisi
(1001/1592-93) tesis edilerek müderrisine günlük 130 akçe verilmiş ve bu
medrese böylece Süleymâniye Daru’l-Hadis’inin pâye olarak üzerine çıkmıştı.
III. Mehmed devrinde ise Medine’de 1005/1596-97’de yeni bir medrese tesis
edilerek müderrisine günlük 150 akçe verilmek suretiyle 16. asrın en yüksek
pâyeli medresesi tesis edilmiştir (Bkz. Baltacı, 1976: 50; Sarıkaya, 1997: 30).

89
V. BÖLÜM

5. KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR TEŞKİLAT YAPISI


VE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ BAKIMINDAN OSMANLI
MEDRESELERİNE TOPLU BİR BAKIŞ

5.1. KURULUŞUNDAN 17. YÜZYILA KADAR OSMANLI


MEDRESELERİNİN TEŞKİLAT YAPISINA TOPLU BAKIŞ

Osmanlı devletinde ilk defa Orhan Bey zamanında kurulan medreseler,


zaman içinde büyük bir gelişme göstermiş, gerek Fatih, gerekse Kanunî
döneminde gerçekleştirilen yeni düzenlemelerle de mükemmel bir işlerliğe
kavuşturulmuştur. Böylece medreseler, bir yandan ilim adamları yetiştirirken,
diğer yandan da zamanın toplum ve ihtiyaçlarına cevap verir hale gelmişlerdir.

Osmanlı medreselerinde ilk teşkilatlanmanın Yıldırım Bayezid devrinde


gerçekleştirildiği belirtiliyor (İzgi, 1997: 5). II. Murad devrinde de medreselere
yeni bir nizam verildiği ifade edilmektedir (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 414). Ayrıca
Fatih’in meydana getirdiği medrese teşkilatı öncesinde Osmanlı medreselerinin
Telvîh, Miftah ve Haşiye-i Tecrîd okunan medreseler olarak üç kısma ayrıldığı
bilinmektedir (Tekindağ, 1973: 12).

Osmanlı medreselerindeki asıl teşkilatlanma Fatih döneminde


gerçekleşmiştir. Fatih, İstanbul’u fethedip Sahn-ı Semân Medreseleri’ni
kurduktan sonra medreselerde bir teşkilatlanmaya gidilmiştir. Nitekim Fatih
Kanunnâmesi’nde, “Ve Sahn mollaları makam-ı mevleviyyetdedir ve elli akçeli
müderris cümle ağaların üstünde oturur. Sahn’a vardıktan sonra beş yüz akçe
kadı olup, andan kadı asker olurlar” (Özcan, S. 33, 1982: 39) şeklindeki kayıtla
ilmiye statüsünü ortaya koymuştur.

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere Sahn’ın inşasından sonra medreselerin


dereceleri Haşiye-i Tecrîd (Yirmili), Miftâh (Otuzlu), Kırklı, Hâriç, Dâhil ve
Sahn-ı Semân şeklinde ayrılmıştır. II. Bayezid devrinden itibaren de altmışlı
medreseler yapılmıştır (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 415).

90
Kanunî Sultan Süleyman döneminde de medreselerde bir teşkilatlanmaya
gidilmiştir. Kanunî, Osmanlı kültür, bilim ve eğitim tarihinin zirvesini teşkil
edecek olan bir külliye ile bu teşkilatlanmayı sağlamıştır.

Ahmed Cevdet Paşa, daha önce de değindiğimiz Kanunî dönemi medrese


teşkilatlanmasını şu şekilde sıralar: “İbtida-i Hariç, Hareket-i Hariç, İbtidâ-i
Dâhil, Hareket-i Dâhil, Muvassıla-i Sahn, Sahn-ı Semân, İbtida-i Eletmişli,
Hareket-i Eletmişli, Muvassıla-i Süleymâniye, Hamis-i Süleymâniye,
Süleymâniye ve Daru’l-Hadis” (Ahmed Cevdet Paşa, C. I, Tarihsiz: 103).

Baltacı, Kanunî dönemine izafe edilen medrese pâyelerinin aslen XVI. ve


XVII. yüzyıllarda tesis edildiğini belirtir (Bkz. Baltacı, 1976: 49). İhsanoğlu ise
XVIII. yüzyılın ilk yarısında Musıla-i Süleymâniye ile Süleymâniye Medreseleri
arasına Havamis-i Süleymâniye adı altında bir pâye daha ilave edildiğini ve on
iki pâyeli bu sistemin II. Meşrutiyet’e kadar sürdüğünü ifade eder (İhsanoğlu, C.
I, 1999: 241).

Bunun yanında Osmanlı medreseleri amaçları ve gördükleri hizmetler


bakımından iki gruba ayrılmıştır. Bunlar, “Umumî Medreseler” ve “İhtisas
Medreseleri”dir.

Umumî Medreseler: İslamî ilimlerle (Ulûm-i İslamiyye) İslam dünyasına


dışarıdan giren ilimlerin (Ulûm-i Dâhile) çeşitli nisbetlerde okutulduğu
medreselerdir. Umumî olarak kadı, müderris ve müftü yetiştirmek maksadıyla
kurulmuşlardır. Bu medreseler köylere varıncaya kadar Osmanlı ülkesinin her
tarafına yayılmıştır (Baltacı, 1976: 20).

İhtisas Medreseleri: Bu medreseler doğrudan doğruya ihtisası gerektiren


Ulûm-i İslamiyye’den birini yahut da Ulûm-i Dâhile’den birini öğretmeyi hedef
alan ve o ilmin tahsiline mahsus metodlarla öğretim faaliyetlerinde bulunan
medreselerdir (Baltacı, 1976: 20).

İhtisas medreselerini de kendi aralarında üç gruba ayırmak mümkündür.


Bunlar ise, “Daru’l-Hadîsler”, “Daru’l-Kurralar” ve “Daru’t-Tıblar”dır.

91
Daru’l-Hadisler: Hz. Muhammed (sav)’in hadis-i şerifleriyle ilgili
ilimleri öğrenmek maksadıyla açılmış medreselerdir. İlk Daru’l-Hadîs, I. Murad
devrinde açılmış ve daha sonra Süleymaniye Daru’l-Hadis’i inşa edilmiştir.

Daru’l-Kurralar: Kur’an-ı Kerim’in doğru okunuşu ile Hz. Peygamber’e


dayanan okuyuş rivayetlerini öğretmek üzere açılmışlardır. İlk Daru’l-Kurra,
Yıldırım Bayezid tarafından Bursa’da açılmıştır. Genellikle cami hizmetlileri
buradan yetişirlerdi.

Daru’t-Tıblar: Tıp ilimlerinin ve uygulamasının beraberce öğretildiği


medreselerdir. Daha önceleri Daru’ş-Şifâ olarak anılan bu müesseseler,
Süleymâniye Külliyesi’nin kurulmasından sonra Tıp medresesi adını almıştır
(Bkz. Baltacı, 1976: 20-22; Ünal, 1998: 96-97).

Bu yönüyle Osmanlı devleti kurmuş olduğu medrese teşkilatıyla toplumun


birçok alanda ihtiyaç duyduğu uzman kişileri yetiştirmiştir. Ayrıca Osmanlı
medreseleri toplumun eğitim-öğretim ihtiyacını karşılamak gibi mühim bir
görevi üstlenmiştir. Bu bakımdan ayrı bir öneme sahiptir.

5.2. KURULUŞUNDAN XVII. YÜZYILA KADAR GENEL


HATLARIYLA OSMANLI MEDRESELERİNDE EĞİTİM-ÖĞRETİM
FAALİYETLERİ

Osmanlı medreselerinde okutulan bilimleri üç kısma ayırmak mümkündür.


Bunlar: Dinî-Hukukî bilimler, Aklî bilimler ve Âlet bilimleridir.

Dinî-Hukukî Bilimler: Osmanlı medreselerinde en çok üzerinde durulan


bilimlerdir. “Ulûm-ı Âliye” yani yüksek bilimler denen bu bilimler, Tefsir,
Hadis, Fıkıh olarak temel üç bilime ayrılmaktadır.

Aklî Bilimler: “Ulum-ı Akliye” denen Felsefe, Matematik, Hey’et


(astronomi) bilimleridir.

Âlet Bilimleri: Bu bilimler başka bilgileri öğrenmek için araç sayılırlar.


Başlıcaları: Sarf, Nahiv, Belağat, Mantık, Maânî, Bedî, İnşâ gibi bilimlerdir
(Bkz. Akyüz, 1993: 60-61).

92
Osmanlı medreselerinde aşağıdan yukarıya her derecede medresede hangi
ders ve kitapların ne ölçüde okutulduklarını net bir şekilde söylemek güçtür.
Çünkü genellikle medrese vakfiyelerinde okutulması gereken dersler ve ders
kitaplarından fazla bahsedilmemiş, derslerin “adet-i kadîm” üzere okunacağı
ifade edilmiştir. Bilindiği üzere Osmanlı devletinden önce Selçuklularda ve diğer
İslam memleketlerinde yerleşmiş bir medrese geleneği vardı. Umumiyetle
Osmanlı devleti de bu gelenek üzere eğitime devam etmiştir. Bu yerleşmiş
gelenek dolayısıyla Osmanlı medrese vakfiyelerinde “adet-i kadîm” vurgusu
sıkça yapılmıştır diyebiliriz.

İlk Osmanlı medreselerinde Nizamiye Medreseleri geleneğine dayalı bir


eğitim yürütülmekteydi. Bu medreselerde naklî ilimler ağırlıklı olmakla birlikte
aklî ilimlere de yer verildiği ifade edilmektedir (Bkz. Akyüz, 1993: 55;
İhsanoğlu, C. I, 1999. 236).

Sahn-ı Semân ve Süleymâniye Medreseleri vakfiyelerinde de okutulan


dersler ve ders kitapları adına fazla bilgi yoktur. Ancak Uzunçarşılı ve Baltacı
başta olmak üzere birçok tarihçi bu dönemde okutulan ders ve ders kitaplarının
tespiti konusunda Taşköprülü-zâde Ahmed İsamüddin Efendi’nin
otobiyografisine başvurur.

Ahmed İsamüddin Efendi 1495’te doğmuş ve 1525’te otuz yaşında iken


müderris olmuştur. Taşköprülü-zâde en düşük pâyeli medreseden başlayarak
Sahn-ı Semân Medreseleri’ne kadar yükselmiş ve bütün medreselerde
müderrislik yapmıştır (Bkz. Uzunçarşılı, 1988: 40-41). Taşköprülü-zâde’nin
müderrisliği sırasında medreselerde okuttuğu dersler, okutulan ders ve ders
kitaplarının tespiti açısından önemlidir.

Taşköprülü-zâde’nin otobiyografisine dayanarak Uzunçarşılı ve Baltacı


XVI. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı medreselerinde okutulan dersleri ve ders
kitaplarını tespit etmeye çalışmışlardır.

93
Biz de burada Uzunçarşılı’nın ve Baltacı’nın tespitlerinden istifade
edeceğiz (Ayrıntılı bilgi için bkz. Baltacı, 1976: 37-42; Uzunçarşılı, 1988: 19-31;
Ünal, 1998: 98-99).

Haşiye-i Tecrid (Yirmili) Medreseleri

Bu medresede ders kitabı olarak Kelam’a ait Haşiye-i Tecrid adlı kitabın
okutulmasından dolayı bu ad verilmiştir. Bunların tahsil müddeti 1526-27
sıralarında iki yıl iken, 1575-76’da en az bir yıl ve 1597-98 tarihinde üç ay olarak
tespit edilmiştir.

Dersler: Sarf, Nahiv, Akâid- Kelam, Usul-i Fıkıh, Belağat Hey’et.

Kitaplar: Emsile, Bina, Maksud, Avâmil, İzhar, Kâfiye, Şerh-i Tevâli,


Metâli, Telvih, Haşiye-i Tecrid, Şerh-i Ferâiz, Mutavvel, El-Mülâhhas, Risale-i
Fethiyye. Bu derslere ilave olarak Hesap, Hendese, İlm-i hikmet, Hikemiyyat
Tarih ve Coğrafya dersleri de okutulmuştur.

Miftah (Otuzlu) Medreseleri

Bu medreselerde belağattan, Şerh-i Miftah’ın okutulmasından dolayı bu ad


konulmuştur. Bunların tahsil müddeti, 1529-30 sıralarında iki sene iken 1575-
76’da en az iki ay, 1597-98 tarihinde üç ay olarak tespit edilmiştir.

Görülen Dersler: Fıkıh, Belâgat, Kelam, Hadis

Okutulan Kitaplar: Tenkih ve Tavzih, Şerh-i Miftah, Haşiye-i Tecrid,


Mesâbih.

Kırklı ve Hâriç Ellili Medreseler

Bunların tahsil müddetleri de, 1535-36 yıllarında iki veya üç yıl iken
1575-76’da en az üç ay, 1597-98 tarihinde beş ay olarak tespit edilmiştir.

Görülen Dersler: Fıkıh, Usul-i Fıkıh, Belâgat, Kelam, Hadis

Okutulan Kitaplar: Tenkîh ve Tavzih, Miftah u’l-ulûm, Meşârik, Hidâye,


Mesâbih, Buhâri, Müslim, Şerh-i Mevâkıf.

94
Dâhil Ellili Medreseler

1539-40 yıllarında tahsil müddetlerinin bir yıl olması 1597-98 senelerinde


ise, altı ay olması kararlaştırılmıştır.

Görülen Dersler: Fıkıh, Usul-i Fıkıh, Tefsir, Hadis

Okutulan Dersler: Telvih, Keşşaf ve Beyzavi, Hidaye, Buhâri

Sahn-ı Semân Medreseleri

Bunların 1540-41 ve 1556-57 yıllarında tahsil müddetlerinin birer sene


oldukları anlaşılmakla beraber 1578-79’da altı ay ve 1597-98 tarihlerinde en az
altı ay olarak tespit edilmiştir.

Görülen Dersler: Fıkıh, Usul-i Fıkıh, Tefsir, Hadis

Okutulan Kitaplar: Hidaye, Telvih, Şerh-i Adud, Buhari, Keşşaf ve


Beyzavî.

Altmışlı Medreseler

Bu medreselerin de tahsil müddetlerinin 1545-46 sıralarında bir yıl olduğu


anlaşılmaktadır.

Görülen Dersler: Fıkıh, Usul-i Fıkıh, Kelam, Tefsir, Hadis.

Okutulan Kitaplar: Hidâye, Telvih, Şerh-i Ferâiz, Buhari, Keşşâf, Şerh-i


Mevâkıf (Ünal, 1998: 98-99). ( Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Baltacı, 1976:
37-42; Uzunçarşılı, 1988: 19-31; Ünal, 1998 : 98-99 ).

Osmanıl medreselerinde okutulan derseler aşağı dereceli medreselerde


muhtasar, yüksek dereceli medreselerde ise mufassal olarak işlenmekteydi
(Uzunçarşılı, 1988: 9).

Osmanlı medreselerinin klasik döneminde okutulan dersler ve bu derslerin


kitapları ile ilgili bilgiler genelde bunlardır. Bu derslerin yanında Osmanlı
medreselerinde Aritmetik, Geometri, Cebir ve Astronomi gibi Riyâzi ilimler ve

95
Tabiî ilimlerden klasik Fizik okutulduğu bilinmektedir (İhsanoğlu, C. 1, 1999:
247).

Osmanlı medreselerinde söz konusu bu derslerin nasıl görüldüğü de


önemli bir konudur. Osmanlı medreselerindeki eğitim-öğretim usulü hakkında
mevcut olan bilgilere de müracaat etmek yerinde olur.

Osmanlı medreselerinin en büyüklerinde bile talebe sayısının yirmiye


ulaşmadığı, seviyeye göre eğitim-öğretim faaliyetlerinin sürdürdüğü, kitap
geçmenin esas alındığı, derslerin sık sık tekrarlarla ve münâzaralarla takrir
edildiği bilinmekle beraber öğretim yöntemi esas olarak ezbere dayanıyordu.
Öğretim süresi daha ziyade öğrencinin çalışkanlığına, gerekli olan dersleri ve
imtihanları verme durumuna bağlı olup, eğitm bu günkü anlamda yıllara ve
sınıflara göre düzenlenmemişti. Belirtilen dersleri okuyan ve gerekli sınavları
başarı ile veren öğrencilere “temessük” denilen ve yüksek dereceli bir medreseye
gitmesini sağlayan bir mezuniyet belgesi tevcih edilirdi (Ünal,1998: 100).

Osmanlı medreselerine derslere genellikle sabah namazından sonra


başlanır, müderris talebeleriyle birlikte vakit namazını kılardı. Derse geçilir,
Kur’an’dan bir parça okunur, Peygamber (s.a.v)’e dua ve selamdan sonra konuya
geçilirdi. Dersler öğleye kadar sürerdi. Öğleden ikindiye kadar ders yapılmazdı.
İkindi namazından sonra ikindi derleri başlardı (Köroğlu, 1999: 195).

Medreselerde öğretim dili Arapça idi. Bu, İslam dininin kutsal kitabı
Kur’an-ı Kerim ile Hz.Peygamberin sözlerinin Arapça olmasının bir gereği
sayılabilir. Türkçe ise sözlü açıklamalarda ve tartışmalarda kullanılıyordu. Farsça
da ilk defa Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı medresede okutulmaya başlandı
(Ünal, 1998: 100).

Osmanlı medreselerinde ilk dönemlerde müderrisler günde dört ders


vermekle yükümlü idiler. Tedrisat medreselere ve müderrislere göre haftanın en
çok üç günü (Salı, Perşembe, Cuma) tatil olmak üzere devam ederdi. Nitekim
Yıldırım Bayezid dönemi müderrislerinden Mehmed b. Beşir’in ise sadece Cuma

96
günü tatil yaptığı görülmektedir (Halaçoğlu, C. 12, 1994: 415). Bunun yanında
takip edilen tatil günleri ve ders saatlerinde zamanla farlılıklar görülmektedir.
XVI. asırda bu rakamın beşe çıktığı görülmektedir. Tatil günlerine gelince,
bunlar, Salı, Perşembe ve Cuma günleridir. Bunların dışında bayramlarda ve Cer
dönemlerinde de tatil yapılmaktaydı. Ayrıca bazen iki hatta haftada bir gün tatil
yapıldığı da bilinmektedir. Öğrenciler haftada kendilerine ayrılan iki ya da üç
günlük tatil süresi içerisinde eğitimden kopmayarak verilen ödevleri ve ders
kitaplarını yazıyorlardı (Ünal, 1998: 101).

Osmanlı medreselerinde talebelerin sıbyan mektebini bitirerek veya o


seviye de hususi bir eğitim görerek medreselere girdikleri anlaşılmaktadır.
Haşişe-i Tecrid medreselerinde bir müderrisin dersine başlayan talebe oradaki
dersleri okuduktan sonra hocasından icâzet (temessük)’le otuzlu bir medresedeki
müderrisin derslerine devam eder, oradan icâzetle farklı bir medreseye ve oradan
da icâzetle Sah-ı Semân’a veyahut Süleymâniye’ye girer ve bitirerek mülâzemet
için sıraya dâhil olurdu (Baltacı, 1976: 32).

Vakfiyede cemaat adıyla geçen medreselerdeki kadro, vakfiyeden ve


öğrenci kanunlarından anlaşıldığına göre idare, tedris ve hizmet olmak üzere üç
sınıftı. Tedris yani öğretim kadrosu müderris muîd’den meydana geliyordu.
İdare kadrosu, mütevelli ve ona bağlı kâtip, câbî (medreseye ait vakıf gelirlerini
toplayan), câbi kâtibi, mutemed ve noktacı gibi memurlardan oluşuyordu.
Hizmetli kadrosunu ise genellikle hafız-ı kütüb (kütüphaneci), bevvâb (kapıcı),
ferrâş (temizlikçi), kennas-ı helâ (tuvalet temizleyicisi), sirâcî (kandilci) gibi
elemanlardan meydana geliyordu (İzgi, 1997: 36).

Osmanlı medreselerinde bazı araştırmacıların günümüzde profesör


karşılığında kullanıldığını ifade ettikleri müderris, belirli bir tahsilden sonra
icâzet, mülâzemet ve berât alarak medreselerde ders veren kimselere
denilmektedir. Tek dershaneli medreselerde bir, birden fazla dershanesi olan
medreselerde her dershane için bir müderris bulunurdu. Vakfiyelerde
müderrislerin genelde aklî ve naklî ilimleri bilir olması emredilmekte birlikte her

97
müderis kendi ihtisasına göre bir ders okuttur ve talebe aynı derece dâhilinde
diğer bir müderrise daha giderek orada da diğer bir ders okuturdu. İslam
âleminde genel olarak ilim tahsilinde kitaplardan çok müderrise ehemmiyet
verilmiş, ilim tahsil etmek isteyenlere her şeyden evvel iyi bir müderrise talebe
olması tavsiye edilmiştir (Ünal, 1998: 102).

Yukarıda medrese vakfiyelerinde müderrislerin akli ve naklî bilimleri bilir


olması emredildiğini söylemiştik. Meselâ, Semâniye Medreseleri’nin
vakfiyesinde müderrisin şu evsafta olması istenmektedir: “...Seccâde-nişîn-i
ifâde olmağa istihkâk-ı zahir, mebâdi ve mukaddimât-ı akliyyât ve nakliyyâtda
naziri nâdir, esbab-ı liyakat, makam-ı tedrîs-i câmi, ulüm- nâfia tahsiline sarf-ı
ömr-i azîz eylemiş bir müderrisin-i fihâm beyninde terk ve ta’tîli mu’tad-ı eslaf-ı
kiram olan eyyamın gayrında külle yevm medresesine varup vâkıf-ı mekârim-
âyinin medâris-i âliyelerine tertib ve tayin buyurdukları müsta’iddine ifade-i
envâ-i ulum ve maarif ve ifaza-i esnaf-ı hikem ve letaif eyleüp müderrisin-i
mezbürinden her biri külle yevm mukabele-i tedrisde rey’i vakf-ı şerîflerinden
elli akça vazifeye mutasarıf ola...”( İzgi ,1997: 45).

Süleymaniye Medreseleri vakfiyesinde ise, müderrisin vasıfları şöyle


sayılmaktadır:

“...Medaris-i mezküre ve mecalis-i ma’mürenün her birinde efazıl-ı ulema-


i din perver ve ekâbir-i fudalâ-i hikmet güster-i hüner verden miftah-ı kunüz-i
haka’ik, keşşâf-ı rumüz-ı dakâik, taki vü zekî âlimü âmil ve fazul-u kâmil, zü-
fünun, midak-ı inni â’lemü ma la ta’lemün bir müderris ola ki ifadesi ulum-i
diniyye ve ifaza-i ma’arif-i yakıniyye birle talebe-i ilmü müsta’iddleri mahzüz
behre- mend idüp vech-i mâhud üzere eyyam-ı tahsilde dershaneye hazır olup
tedris-i kütüb-i mütedavile-i makbule ve müzakere-i fünun-i ma’küle ve
menküleye iştigal de ihtimam derlerse vazife-i yevmiyyeleri 60 akça ola...”
(Sahn-ı Semân ve Süleymâniye de Müderrislerin vasıfları içim Bkz. İzgi, 1997:
45-46).

98
Osmanlı medrese teşkilatında hariç ve dahil derslerini gören talebe, Sahn-ı
Semân ve Sahn-ı Süleymâniye Medreseleri’ne devam eder ve burayı
tamamladıktan sonra icâzet alır yani kendisine müderrislik edebileceğine dair
diploma verilirdi. Bundan sonra müderris adayı nevbet denilen müderrislik veya
kadılık almak için sıra bekler, Anadolu’da vazife alacaksa Anadolu
Kazaskeri’nin Rumeli’de görev olacaksa Rumeli Kazaskeri’nin muayyen
günlerindeki meclislerine devam edip “matlab” denilen deftere (ruznâmeye)
mülâzim kaydedilir ve sırası gelinceye kadar beklerdi (Uzunçarşılı,1988: 45).

Gerek mülâzemet ve gerek nevbet usülü meşhur Ebusuud Efendi’nin


1557’deki Rumeli kazaskerliği zamanında intizama girmiş ve bu hususa ait bir
defter tutulmuştur. Müderrislerin son merciî ve en yüksek âmiri bu tarihlerde
kazaskerlerdi. Mülâzım gösterme yetkisine sahip olan kişiler ise, Şeyhülislam
Padişah hocaları, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri, Nakibül Eşraflar, Mevâlî
(Dersaâdet ve Bilad –ı Selase Kadıları) , Dersaâdet ve Bilad-ı Selâse Müftileri ile
Sahn ve Darü’l Hadis Müderrisleri idi. Mülâzemet ise padişah cüluslarında, ilk
sefer ve muzafferiiyetlerde, şehzâde doğumlarında, ilmiye bürokrasisinin üst
makamlarına yapılan atamalarda ve meşhur ulemâlardan birinin ölümünde olurdu
(Uzunçarşılı,1998: 45 vd.).

XV. ve XVI. asırlarda müderrislerin medreselerde kalış müddetleri


farlılıklar arzetmektedir. Sahn- ı Semân’ın hâkim olduğu devirlerde bu müddet’in
üç yıl olduğu, daha sonraki senelerde bütün ilmiyenin daha az zamanda terakki
ederek paye iktisâb ettikleri görülmektedir. Müderrislerin terakkileri Fatih
devrinde beşer akçe ile sağlanırken ondan sonraki dönemlerde onar akçe ile
terakki ettikleri belirlenmiştir (Ünal, 1998: 103). Bir müderris ilk rütbeden son
rütbeye kadarki ilmiye yolunu 25-30 yılda alır, bu yol alışa “kat-ı metârib”
denir ve müderrisin medreselerdeki aşağıdan yukarıya doğru dolaşmasına ise
“devr-i medâris” denirdi (İzgi, 1997: 44).

Medrese bünyesinde yetiştirilen eğitim kadrosunun istihdamı şeyhülislam


ve kazaskerin sorumluluğu altındadır. Söz konusu sorumluluk, müderrislik

99
kadrolarına atanacakların seçimi, uygun kadrolara atamanın yapılması, meslekî
başarıya bağlanmış terfi işlemleri, disiplin sorunları ve buna bağlı azil işlemleri
ile emeklilik gibi özlük hizmetlerini kapsamaktadir. Bir medreseye tayin
yapılırken oraya aynı derecede birkaç müderris talib olursa aralarında imtihan
yapılırdı. Müderrislerin tayinleri önceleri Fatih Kanunnâmesi mucibince
kazaskerin padişaha arz etmeleriyle yapılırken, XVII. asır ortalarından itibaren
Haşiye-i Tecrid, Miftah ve Kırklı medreselerin müderrislerinin tayinleri de
Şeyhülislamın Sadrıâzam vasıtasıyla inhası üzerine yapılmıştır. Padişahın tayin
için iradesi alındıktan sonra Sadrıâzam, müderrislik ruus ve beratlarının
yazılmasını rüus kalemine emrederdi. Müderrislere medrese hocalığının yanında,
vakıf nâzırlığı, toplanan gelirlerin tasarrufu hususunda yetki, medrese binalarına
yapılacak herhangi bir tamiratı yürütme gibi ek görevler de verilmiştir (Ünal,
1998: 102-104).

Osmanlı medreselerin de müderrislerin yanında muidler de önemli


görevleri ifâ etmişlerdir. Muîd müderris yardımcısı, müzakereci, okutulan
bahisleri, ders bittikten sonra, talebelere tekrarlatan kişi idi. Danişmendler
arasında ve en liyakatlı olanlardan seçilen muîd, bu günkü asistan
pozisyonundadır. Bunlar talebelerle aynı yerlerde oturmaktadırlar. Müderrislerin
derslerin öğrencilere tekrar eden muid, aynı zamanda öğrencilerin disiplini ile de
meşgul olmaktadır. Sahn-ı Semân muîdlerinin ise bu göreve ilaveten Tetimme
Merdeseleri’nde öğrencilere ders verdikleri görülmektedir (Ünal, 1998: 105).

Osmanlı medreselerinin en önemli unsurları olan müderris ve muid’den


sonra talebe kadrosuna değinmek yerinde olur.

Medrese talebelerine tarih boyunca talib, fâkih, mülâzım, talebe, tüllab


danişmend ,suhte, softa ve müsteîd gibi isimler verilmiştir. Bu kelimeler genel
olarak talebeyi ifade etmekle beraber sıbyan mektebi talebelerine sadece talebe,
yüksek seviyedeki medrese talebelerine de danişmend denilmektedir. Osmanlı
medreselerinde talebenin sıbyan mektebini bitirdiği her medrese için
müderrisinden icâzetini alarak sırasıyla üst derecedeki medreselere doğru

100
tedrisine devam ederdi. Medrese vakfiyeleri gereğince müderris, vakfiye
şartlarına uygun öğrenci seçme yetkisine sahiptir. Böylece akademik düzeyi ve
şahsiyet özellikleri itibariyle tasvib edilen öğrenci ile müderris arasında eğitimin
amacı ve ilkelerine uygun çok yönlü etkileşim ve birlikte öğrenme yaşantılarının
gerçekleştirilmesi mümkün olabilmiştir. Medreseye müracaat eden öğrencilerin
yaş itibariyle 14-30 yaş arasında olması, 14 yaşından küçük 30 yaşından büyük
olanların medreselere alınmaması genel teâmüldür. Medreseye alınacak öğrenci
sayısı medresenin kapasitesine ve vakfiyede belirtilen şartlara göre belirlenmekle
beraber Osmanlı medreselerinde genel itibariyle öğrenci sayasının 20’yi
geçmediği bilinmektedir. Osmanlı medreseleri ömrü boyunca yatılı sistemle
faaliyet göstermiştir. Bu durum klasik Osmanlı asırları için de geçerlidir.
Medresenin merkezinde eğitim ve öğretim faaliyetleri için ayrılan bir dershane
veya oda bulunur. Öğrencilerin barınmaları için hücre denen yatakhaneler, yeme-
içme ihtiyaçlarının karşılandığı imaret denen yemekhaneler bulunurdu. Hem
softalar, hem de danişmendlerin yeme-içme, giyinme, barınma ve harçlık gibi
ihtiyaçları vakıfların gelirleri ile karşılanırdı (Ünal,1998: 105-106).

Medreselerin tedris kadrosunun yanında idari ve hizmet kadrosunun da


görev ve sorumlulukları, atanma usulleri, ücret ve sosyal hakları Osmanlı
medreselerinin vakfiyelerinde titizlikle hükme bağlandığı görülmektedir. Daha
önce de ifade ettiğimiz üzere Osmanlı medreselerinde idare kadrosu, mütevelli
ona bağlı kâtip, câbi, câbi kâtibi, mutemet ve noktacı gibi memurlardan
oluşuyordu. Noktacı; vakfiyelerde, medresedeki müderris, muîd ve
danişmendlerin derslere vaktinde gelip gelmediklerin tespit eder ve devam
etmeyenlerin durumu mütevellisine bildirirdi. Mütevelli de noktacının verdiği
bilgilere dayanarak vazifesine gelmeyenlerin maaşlarını keserdi. Medreselerin
hizmetli kadrosunun ise hafız-ı kütüb (kütüphaneci), bevvâb (kapıcı), ferrâş
(temizlikçi) kennas-i helâ (tuvalet temizleyicisi) ve siraci (kandilci) gibi
elemanlardan oluşmuş olduğunu daha önce ifade etmiştik.

101
Medreselerde müderris dışındaki bu personelin tayin usulü oldukça
basittir. Vakfiyelerdeki hükümlere göre mahallinden (kadılar) yapılan tayin
teklifleri, merkez tarafından sonuçlandırılmıştır. En basit görevler için dahi
Osmanlı hâkimiyet biçiminin bir yansıması biçiminde padişahın tasdikinden
geçen berat alma zorunluluğu vardır( Ünal, 1998: 105-106 ).

Bu yaklaşım usulsüzlükleri önleme ve merkezin vakıf kuruluşlarını sıkı


denetimi konusunda büyük bir kolaylık getirmiştir. Vakıfları kontrol eden
Sadrıazam ve Divân-ı Hümâyun’dur (Ünal,1998: 105-106).

Osmanlı medreselerinde işleyişe dair aktardığımız bu bilgilerden sonra,


İhsanoğlu’nun hazırladığı, Osmanlı medreselerinin sayıca gelişmesinin istatistikî
bir analizi olan incelemesine değinmek yerinde olur.

İhsanoğlu, Bilge ve Baltacı’nın bu konuda hazırlamış olduğu eserleri


istatistikî bir analize tâbi tutmuş ve elde ettiği bilgileri cetveller halinde
düzenlemiştir. Aşağıdaki vereceğimiz ilk üç cetvelde İhsanoğlu, Osmanlılarda
medrese inşa faaliyetlerinin Osmanlı Devleti’nin siyasi ve iktisâdi yükselişine
paralel olarak geliştigini XVI. yüzyılda gelişmenin en üst noktasına vardığını
ifade eder. İhsanoğlu devamla, bu gelişmenin XVI. yüzyıla kadar geometrik bir
dizi şeklinde olduğunu, böylece her yüzyıldaki medrese sayısının bir önceki
yüzyıla göre ikiye katlandığını, XIX. yüzyılda (1868 yılı öncesinde) yeni tarz
eğitim kurumlarının da yaygılaşmaya başladığı bu dönemde İstanbul’da 166 adet
faal medrese ve bu medreselerde toplam 5369 “talebe-i ulûm”un ders gördüğünü
belirtir ( Bkz. İhsanoğlu, C. 1, 1999: 243-244).

102
Cetvel: 1

Önemli Merkez ve Bölgelere Göre Osmanlı Medreseleri

VIII/XIV IX/XV X/XVI Dönemi Belirsiz Toplam

Olan Medreseler

İznik 4 4

Bursa 19 11 6 36

Edirne 1 (Dârü’ş-Şifa) 20 10 31

İstanbul 23 113 6 142

Anadolu 12 31 32 13 88

Balkanlar 4 12 18 5 39

Suriye 3 3

Hicaz 6 6

Yemen 1 1

Toplam 40 97 189 24 350

103
Cetvel: 2

Medreselerin Padişah Dönemlerine Göre Dağılımı

Orhan gazi (1326-1356) 10


I. Murad (1359-1389) 7
I. Beyazid (1389-1402) 23
Çelebi Mehmed (1402-1421) 7
II. Murad (1421-1451) 38
II. Mehmed (1451-1481) 30
II. Bayazid (1481-1512) 33
I. Selim (1512-1520) 8
I. Süleyman (1520-1566) 106
II. Selim (1566-1574) 17
III. Murad (1574-1595) 42
III. Mehmed (1595-1603) 5
Dönemi Belirsiz Olan Medreseler 24
Toplam 350

Cetvel: 3

Yüzyıllara Göre Medreselerin Türleri


VIII/XIV IX/XV X/XVI Dönemi Belli
olmayan
Medreseler
Medreseler 37 90 168 24

Dârü’l-Hadis 2 2 13

Dâru’l-Kurra - 3 11

Dârü’ş-Şifa 1 2 2

Toplam 40 97 189 24 350

104
İhsanoğlu, 4. cetvelde ise Osmanlı Devleti’nin tarihi ömrü içerisinde
Rumeli bölgesinde medrese yapımına verdiği önemi ifade etmektedir.

Cetvel: 4

Osmanlı Dönemi Rumeli Medreseleri

Bölge Medrese

Yunanistan 189

Bulgaristan 144

Arnavutluk 28

Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Karadağ 105

Kosova- Makedonya-Sırbistan, Slovenya ve Voyvodina 134

Romanya 9

Macaristan 56

Toplam 665

105
SONUÇ

Çalışmamızın buraya kadar olan kısmında Osmanlı medreselerini teşkilat


ve eğitim-öğretim faaliyetleri açısından incelemiş olduk. Böylelikle medreseler,
Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderine yön veren, devlet ve toplum hayatında son
derece önemli etkilere sahip “ilmiye sınıfı” mensuplarını yetiştiren bir kurum
olarak karşımıza çıkıyorlar. Tanzimatla birlikte, devlet idaresinde görev alacak
kadroları yetiştiren kurumlarda radikal bir takım değişikliklere girişilinceye
kadar, medreselerden yetişen ulema, imparatorluğun en önemli mevkilerinde
görev yapmıştır. Medreselerin, asırlar boyunca Osmanlı Devleti’ndeki
hukukçuları, din adamlarını, öğretmenleri, çoğu idareci sınıfı, hatta hekim ve
mühendisleri yetiştiren bir eğitim-öğretim kurumu olduğunu hatırlamak, bu
kurumların önemini anlamamıza yeter.

Bu önemli eğitim kurumlarının en baştaki amacı, başarı ve yeteneklerine


göre fertlerin muhtelif seviye ve branşlarda yetiştirilmesiydi diyebiliriz.
Branşlaşmaya elverişli akademik teşkilatı ile medrese ve bağlı birimleri, sisteme
alınan öğrenci potansiyelini genel eğitime tâbi tuttuktan sonra, başarı ve
yeteneklerine göre seçim imkânı tanıyarak yetiştiriyor ve toplum hizmetine
sokuyordu. Medrese vakfıyeleri, ilmiye kanunnâmeleri ve uygulamayı aksettiren
çeşitli belgeler, medreselerin bu çok yönlü akademik yapısını ve eğitim
kademelerindeki işleyişi bize açıkça göstermektedir.

Ayrıca Osmanlı medreselerini sosyal teşkilatlar bütünü olarak da


değerlendirmek gerekir. Osmanlı külliyeleri bu yönüyle, bünyesinde barındırdığı
farklı işlevlere sahip birimlerle toplumla bütünleşmeyi başarmış sosyal
özellikteki yapılar manzumesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Külliyeler içerisinde
de eğitim-öğretime dair en önemli kurum medreselerdir. Medreselerin daima
topluma kapılarını açık tutması, külliye içerisinde yer alan cami vasıtasıyla halkı
bilinçlendirmesi ve aydınlatması medrese-halk bütünleşmesinin en güzel
örneğidir.

106
Selçuklular ile birlikte devlet yapısında önemli bir konuma sahip olan
medreseler, Osmanlı ilmiye teşkilatı içinde de mühim bir yer tutmuştur. İlmiye
teşkilatına belli bir dönem ikbal devrini yaşatan bu medreselerin zaman içinde
gerilediği bilinmektedir. Fakat bu gerilemeye rağmen kapatılana kadar Osmanlı
medreselerin gerek bürokrasiye, gerekse ilmiye teşkilatına kazandırdığı değerler
son derece önemlidir.

Sonuç olarak Osmanlı medreseleri hakkında genel bir değerlendirme


yapmak gerekirse şunları söylemek lâzımdır:

Kuruluş felsefesi itibariyle Osmanlı medreselerinde yükselmek, ancak


başarıya, yani zekâ, çalışkanlık ve diğer bazı meziyetlere bağlıydı.
İmparatorluğun altın çağını yaşadığı dönemde medreseler gerek işleyiş, gerekse
verdiği eğitimin niteliği bakımından yüksek bir seviye teşkil ediyordu. Devletin
sevk ve idare kademelerinde görev alan kişilerde de, bu okullarda olduğu gibi
başarı ve yetenek kıstas olarak ön plana çıkıyordu. Ancak zaman zaman medrese
teşkilatı içinde ilme ve ilmi düşünceye verilen değerden uzaklaşılması bu
değerlerin yerini iltimas ve liyâkatsizliğin alması bu kurumu sekteye uğratmıştır.
Fakat kuruluşundan ortadan kaldırılışına kadar medreselerin, asırlar boyu
Osmanlı bürokrasisine, ilim ve irfânına hizmet ettiği de bir hakikattir.

Başlangıcından XVII. Yüzyıla kadar çeşitli yönleriyle ele aldığımız


Osmanlı medreselerinin, tarihi seyir içerisinde geçirdiği devreler göz önünde
bulundurularak bu devreler boyutunda değerlendirilmesi Osmanlı medreselerini
daha anlaşılır hale getirecektir.Osmanlı medreseleri ile ilgili yapılacak olan
çalışmalarda medreselerde yürütülen eğitim-öğretim faaliyetlerinin yanında
medreselerin sosyal boyutu ve sosyal fonksiyonu üzerinde durulması son derece
önemlidir.

107
BİBLİYOGRAFYA

ADIVAR, A. Adnan; Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1943.

AHMED CEVDET PAŞA, Tarih-i Cevdet, C. I, Hikmet Neşriyat,


İstanbul.

AKGÜNDÜZ, Ahmed; Kanunî Sultan Süleyman Devri Kanunnâmeleri,


Fey Vakfı Yayınları, İstanbul 1992.

AKGÜNDÜZ, Hasan; Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi (Amaç,


Yapı, İşleyiş), Ulusal Yayınları, İstanbul 1997.

AKYÜZ, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Kültür Koleji Yayınları, İstanbul


1993.

ANADOL, Cemal; ABBASOVA, Fazile; Türk Kültür ve Medeniyeti,


Bilge Karınca Yayınları, İstanbul 2002.

ÂRİF BEY, “Devlet-i Osmaniye’nin Teessüs ve Takarruru Devrinde İlim


ve Ulemâ”, Daru’l-Fünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, S. I, 1922.

ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, İstanbul 1984.

ATAY, Hüseyin; Fatih-Süleymâniye Medreseleri Ders Programları ve


İcazetnâmeler, Vakıflar Dergisi, C. XIII, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları,
Ankara 1981.

_______________; Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi (Medrese


Programları, İcazetnâmeler, Islahat Hareketleri), Dergâh Yayınları, İstanbul
1983.

ATÇEKEN, Zeki; Konya’daki Selçuklu Yapılarının Osmanlılar Devrinde


Bakımı ve Kullanılması, TTK Yayınları, Ankara 1998.

AYVERDİ, E. Hakkı; İstanbul Mimarî Çağının Menşei Osmanlı


Mimarisinin İlk Devri (1230-1402), C. I, Baha Matbaası, İstanbul 1966.

_______________; Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri (1451-1481), C. III,


Baha Matbaası, İstanbul 1973.

108
BALTACI, Cahid; “Fatih Sultan Mehmed Devri İlim Hayatı ve Sahn-ı
Semân Medreseleri”, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire
Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1995.

_______________; “Millî Eğitimin Dünü, Bugünü ve Yarını”, Millî


Eğitim ve Kültür, S: 3, Haziran 1979.

_______________; XV. ve XVI. Asırlar Osmanlı Medreseleri, İstanbul


1976.

BAYKARA, Tuncer; Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Kültür ve


Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985.

BAYSUN, M. Câvit; “Osmanlı Devri Medreseleri”, İslam Ansiklopedisi


“Mescid” Maddesi, C. 8, MEB Basımevi, İstanbul 1979.

BERKİ, Ali Himmet, “Selçuklular ve Osmanlılar Devrinde İlk İslam Türk


Üniversiteleri”, Diyanet Dergisi, C: 10, S: 110-111 (Alp Arslan Sayısı)

BİLGE, Mustafa; İlk Osmanlı Medreseleri, Edebiyat Fakültesi Basımevi,


İstanbul 1984.

BOZKURT, Nebi; “Medrese”, İslam Ansiklopedisi, C. 28, TDV Yayın ve


Matbaacılık, Ankara 2003.

CANTAY, Gönül, “Osmanlı Dönemi Külliyeleri”, Osmanlı (Kültür ve


Sanat), C. 10, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

_______________; “Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifahanesi”,


Kaynaklar, Emek Matbaası, Ankara 1984.

_______________; Osmanlı Külliyelerinin Kuruluşu, Atatürk Kültür


Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2002.

CİHAN, Ahmet; “Osmanlı Medreselerinde Sosyal Hayat”, Osmanlı


(Toplum), C. 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

ÇELEBİ, İlyas; “Osmanlı Medreselerinin Kuruluşu, Yükselişi ve Çöküş


Nedenleri,” Osmanlı (Toplum), C. 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

109
DANİŞMEND, İ. Hâmi; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I, Türkiye
Yayınevi.

DEMİRALP, Yektâ; Erken Dönem Osmanlı Medreseleri (1300-1500),


Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1999.

EMİN BEY, “Tarihçe-i Tarîk-i Tedris”, İlmiye Salnâmesi, Âmire


Matbaası, 1334.

ERGİN, Osman; Türk Maarif Tarihi, C. I-II, Kültür Yayınları, İstanbul


1977.

EZHERLİ, İhsan; “Osmanlı Medreseleri Eğitim ve Öğretim Metodları”,


Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C. 7, S. 70-71.

FURAT, Ayşe Zişan; “Eğitim-Mimarî İlişki Açısından Kuruluş Dönemi


Osmanlı Medreseleri”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S: 8,
2003.

GELİBOLULU MUSTAFA ÂLİ, Kitabu’t-Târih-i Künhü’l-Ahbâr, C. I (1.


Kısım), Erciyes Üniversitesi Yayınları, No: 106, Kayseri 1997.

GÖKBİLGİN, M. Tayyib; Osmanlı Müesseseleri, Teşkilatı ve Medeniyeti


Tarihine Genel Bakış, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1977.

GÜL, Ahmed; Osmanlı Medreselerinde Eğitim-Öğretim ve Bunlar


Arasında Daru’l-Hadislerin Yeri, TTK Yayınları, Ankara 1999.

HALAÇOĞLU, Yusuf; “Osmanlılarda İlim, Din ve Sosyal Müesseseler”,


Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C. 12, TTK Yayınları, Konya 1994.

_______________; XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet


Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK Yayınları, Ankara 1995.

HAMMER Baron Joseph Von Purg Stall, Osmanlı Devleti Tarihi, C. III,
Üçdal Neşriyat, İstanbul 1984.

HIZLI, Mefâil; “Osmanlılarda İlk Medreseler, İlk Müderrisler”, Millî


Kültür, S. 88 (Eylül), Ankara 1991.

110
_______________; Osmanlı Klasik Döneminde Bursa Medreseleri, İz
Yayınları, İstanbul 1998.

İHSANOĞLU, Ekmeleddin, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Kurumları”,


Osmanlı Medeniyeti Tarihi, C: 1, İstanbul 1999.

_______________; “Osmanlı Bilimine Toplu Bakış”, Osmanlı (Bilim), C.


8, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

_______________; “Osmanlı Medrese Geleneğinin Doğuşu”, Belleten, S:


(LXV/247), TTK Yayınları, Ankara 2003.

_______________; “Osmanlı Medrese Tarihçiliğinin İlk Safhası (1916-


1965)”, Belleten, C. LXIV, S. 240, TTK Yayınları, Ankara 2001.

_______________; Osmanlılar ve Bilim, Nesil Yayınları, İstanbul 2003.

İNALCIK, Halil; Osmanlı İmparatorluğu, Klasik Çağ (1300-1600), (çev.


Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003.

İŞPİRLİ, Mehmet; “Medrese”, İslam Ansiklopedisi, C. 28, TDV Yayınları,


Ankara 2003.

İZGİ, Cevat; Osmanlı Medreselerinde İlim (Riyazi İlimler 1), İz Yayınları,


İstanbul 1997.

KAFESOĞLU, İbrahim; Büyük Selçuklu İmparatoru Melikşah,


Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, İstanbul 1973.

KÂHYA, Esin; “Osmanlılardaki Bilimsel Çalışmalara Genel Bir Bakış”,


Osmanlı (Bilim), C. 8, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

KÂTİP ÇELEBİ, Mizânu’l-Hakk fî İhtiyari’l-Ehakk, (Yayına hazırlayan:


Orhan Şaik Gökyay), Kervan Kitapçılık Basın Sanayi, İstanbul 1980.

KAYAOĞLU, İsmet; “Osmanlı Eğitim Vakıfları”, Milli Kültür, S. 49


(Temmuz), Ankara 1985.

_______________; İslam Kurumları Tarihi-I, A. Ü. İlahiyat Fak.


Yayınları, Ankara 1985.

111
_______________; İslam Kurumları Tarihi-II, S.Ü. Basımevi, Konya
1994.

KAZICI, Ziya; “Osmanlı Eğitim ve Öğretim Sisteminde Genel


Medreseler”, Osmanlı (Toplum), C. 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

_______________; Ana Hatlarıyla İslam Eğitim Tarihi, M.Ü. İlahiyat


Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1995.

KONYALI, İ. Hakkı; Abideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya


1964.

KÖROĞLU, Hüseyin; Konya ve Anadolu Medreseleri, Konya 1999.

KURAN, Aptullah; Anadolu Medreseleri, C: I, TTK Yayınları, Ankara


1969.

KÜTÜKOĞLU, Mübahat; XX. Asra Yetişen Osmanlı Medreseleri, TTK


Yayınları, Ankara 2000.

ÖZBİLGEN, Erol; Bütün Yönleriyle Osmanlı (Âdâb-ı Osmaniye), İz


Yayınları, İstanbul 2003.

ÖZCAN, Abdülkadir; “Fatih’in Teşkilat Kanunnâmesi ve Nizam-ı Âlem


için Kardeş Katli Meselesi”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 33,
Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1982.

ÖZDEMİR, Çağatay; “Fatih Medreseleri,” Türk Yurdu, C. 10, S. 33 (379),


Mn Ofset, Mayıs 1990.

ÖZODAŞIK, Mustafa; Cumhuriyet Dönemi Yeni Bir Nesil Yetiştirme


Çabaları, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya 1999.

PAKALIN, M. Zeki; Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2,


MEB Basımevi, İstanbul 1983.

SAKAOĞLU, Necdet; Osmanlı Eğitim Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul


1993.

112
SARIKAYA, Yaşar; Medreseler ve Modernleşme, İz Yayıncılık, İstanbul
1997.

SENEMOĞLU, Nuray; Gelişim ve Öğrenme, Ankara 1997.

TALAS, M. Asad; Nizamiyye Medresesi, (çev. Sadık Cihan), Samsun


2000.

TAŞDEMİRCİ, Ersoy; “Osmanlı İmparatorluğunda Medreseler”, Erciyes


Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S: 3, 1989.

TEKİNDAĞ, Şehabettin; “Medrese Dönemi”, Cumhuriyetin 50. Yılında


İstanbul Üniversitesi, 1973.

TURAN, Osman; “Selçuklu Devri Vakfiyeleri, Şemseddin Altun Âba


Vakfiyesi ve Hayatı”, Belleten XI, S: 42, TTK Yayınları.

UNAN, Fahri; “Osmanlılarda Medrese Eğitimi”, Osmanlı (Toplum), C. 5,


Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999.

_______________; “Osmanlı Medreselerinin İlmî Performansı Üzerine


Bazı Düşünceler”, Türkiye Günlüğü, S. 30, Eylül-Ekim 1994.

UNAT, Fâik Reşit; Türk Eğitim Sisteminin Gelişimine Tarihi Bir Bakış,
MEB Basımevi, Ankara 1964.

UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı; Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, TTK


Yayınları, Ankara 1988.

ÜNAL, M. Ali; Osmanlı Müesseseler Tarihi, Kardelen Kitabevi, Isparta


1998.

ÜNVER, Süheyl; Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, İ.Ü. Yayınları,


İstanbul 1946.

YALTKAYA, M. Şerefettin, “Tanzimattan Evvel ve Sonra Medreseler”,


Tanzimat I, MEB Basımevi, İstanbul 1999.

YAŞAR, Yücel; SEVİM, Ali; Türkiye Tarihi II, TTK Yayınları, Ankara
1990.

113
YEDİYILDIZ, Bahaaddin; “Sosyal Teşkilatlar Bütünlüğü Olarak Osmanlı
Vakıf Külliyeleri”, Türk Kültürü, S: 219, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1962.

114
EKLER (Tablolar, Belgeler ve Resimler)

1- Hukuki Statüsü, Finansman Kaynağı ve Yapılanma Bakımından Osmanlı


Eğitim Kurumları (Hasan Akgündüz, Klasik Dönem Osmanlı Medrese Sistemi
(amaç, yapı, işleyiş), İstanbul, 1997).

2- Osmanlı Kamu Bürokrasisi ve Geleneksel Eğitim Sistemi (Akgündüz, a.g.e.).

3- Osmanlı Medrese Sisteminin İdari Teşkilatlanması (Akgündüz, a.g.e.).

4- Medrese Ölçeğinde İdari Teşkilatlanma (Akgündüz, a.g.e.)

5- Osmanlı Devleti’nde Ulemâ Hiyerarşisi (Halil İnalcık, Osmanlı


İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1500), çev. Ruşen Sezer, İstanbul,2003).

6- Geleneksel Medrese Proğramı Modeli (Akgündüz, a.g.e.).

7- Osmanlı Medrese Sisteminin Akademik Örgütlenme Modeli Ana Gövdeyi


Oluşturan Eğitim Kademeleri ve Proğramları (Akgündüz, a.g.e.).

8- Osmanlı Medreseleri’nin Dereceleri, Medrselerde Okutulan Dersler ve Ders


Kitapları (Yekta Demiralp, Erken Dönem Osmanlı Medreseleri (1300-1500),
Ankara,1999).

9- Osmanlı Medreseleri’nin Dereceleri, Okunan Başlıca Ders Kitapları, Ders


Kitabının İlgili Olduğu Bilim Dalı ve Müderrislerin Maaşları (Yahya Akyüz,
Türk Eğitim Tarihi, İstanbul,1993).

10- Bursa Orhan Külliyesi ve Çevresinde İnşa Edilen Yapılar (E.Hakkı


Ayverdi, İstanbul Mimari Çağının Menşei Osmanlı Mimarisinin İlk Devri
(1230-1402), C.1, İstnbul,1966).

11- İznik Süleyman Paşa Medresesi Restütisyon Plânı (Ayverdi,a.g.e.).

12- Bursa Yeşil Külliyesi Vaziyet Plânı (Gönül Cantay, Osmanlı Külliyelerinin
Kuruluşu, Ankara,2002).

13- 1331-1451 Tarihleri Arasında Osmanlılar’ın Anadolu ve Rumeli’de


Fethettikleri Şehir ve Kasabaların Fetih Tarihleri ve Buralarda Kurulan İlk

115
Medreseler (Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı Medrese Geleneğinin Doğuşu”,
Belleten (LXV1/247), 2002).

14- Edirne Darü’l- hadis Külliyesi Vaziyet Plânı (Oktay Aslanapa, Türk Sanatı,
İstanbul, 1984).

15- Fatih Külliyesi Vaziyet Plânı (Cantay, a.g.e.).

16- Süleymâniye Külliyesi Vaziyet Plânı (Ömer Lütfi Barkan, Süleymâniye


Camii ve İnşâsı (1550-1557), C.1,Ankara 1972).

17- Sahn-ı Seman Medreselerinin Tamirine Dair 24 Rebiü’l-âhir1299/15 mart


1882 Tarihli Telhis (Murat Akgündüz, Osmanlı Medreseleri (19. Asır), İstanbul
2003).

18- Bir İcazetnâme Örneği (Hüseyin Atay, Fatih-Süleymâniye Medreseleri Ders


Proğramları ve İcazetnâmeler, Vakıflar Dergisi, C.X111,Ankara, 1981).

19- Kanunâme-i Ehl-i İlim (Hasan Akgündüz, a.g.e.).

20- Kanunnâme-i Sultan Süleyman Han (Hasan Akgündüz, a.g.e.).

21- Hazerfen Hüseyin Efendi’nin Telhisü’l-Beyan’ından (Hasan Akgündüz,


a.g.e.).

22- Bursa Yıldırım Külliyesi (Cantay, a.g.e.).

23- Fatih Külliyesi Akdeniz ve Karadeniz Medreseleri


(http://www.vgm.gov.tr/eserler/yurtici_detay/yurtici_medrese.asp.3).

24- Süleymâniye Külliyesi (Gönül Cantay, a.g.e.).

116
EK 1:

117
EK 2:

118
EK 3:

119
EK 4:

120
EK 5:

121
EK 6:

122
EK 7:

123
EK 8:

124
EK 9:

125
EK 10:

126
EK 11:

127
EK 12:

128
EK 13:

129
EK 14:

130
EK 15:

131
EK 16:

132
EK 17:

133
EK 18:

134
135
136
137
EK 19:

138
EK 20:

139
EK 21:

140
EK 22:

141
EK 23:

142
EK 24:

143

You might also like