Professional Documents
Culture Documents
Norman Davies - Avrupa Tarihi
Norman Davies - Avrupa Tarihi
Avrupa Tarihi
Çeviri Editörü
Mehmet Ali Kılıçbay
Çevirenler
B u r c u Ç ı g m a n • Elif T o p ç u g i l
K u d r e t E m İ r o g l u » Suat Kaya
IMGE
kitabevi
İçindekiler
Önsöz 7
Harila Listesi IL
Avrupa Efsanesi 13
Giriş 17
]. Yarımada: Çevre ve Tarihöncesi 67
11. Hellas: Eski Yunan,... 117
III. Roma: Eski Roma, MÛ 7 5 3 - M S 337 173
IV. Origo: Avrupa'nın Doğuşu, y. MS 3 3 0 - 8 0 0 241
V. Medium: Ortaçağ, y. 7 5 0 4 2 7 0 321
VI. Pestis: Hıristiyan Dünyası Bunalımda, y. 1 2 5 0 - 1 4 9 3 . . . . 411
VII. Renatio: Rönesanslar ve Reformlar, v. 1 4 5 0 - 1 6 7 0 509
VIII. Lumen: Aydınlanma ve Mutlakıyet, y. 1650-1 7 8 9 623
IX. Revolutio: Kargaşa İçinde Bir Kıta, y. 1 7 7 0 - 1 8 1 5 723
X. Dynamo: Dünyanın Güç Merkezi, 1 8 1 5 - 1 9 1 4 807
XI. Tenebrae: Avrupa Geriliyor, 1 9 1 4 - 1 9 4 5 943
XII. Divisa et lndivisa: Bölünmüş ve Bütünleşmiş Avrupa, 1 9 4 5 - 1 9 9 1 .. 1123
NORMAN DAVIES
Oxford, Bloomsday, 1993
Harita Listesi
1. Yarımada, y. MÖ 10 0 0 0 12
2. Kraliçe Avrupa 16
3. Avrupa'nın Çeşitli Doğu-Batı Ayırımları 35
4. Avrupa: Fiziki Bölgeler 68
5. Antik Ege: MÖ 2. Binyıl 112
6. Tarihöncesi Avrupa 118
7. Roma-Siciiya-Kartaca, MÖ 2 1 2 164
8. Roma imparatorluğu, MS 1. Yüzyıl 172
Konstantinopolis 234
10. Avrupa: Göçler 244
11. Papa Stephanus'un Yolculuğu, MS 7 5 3 314
12. Avrupa, MS y. 9 0 0 324
13. Alçak Ülkeler, 1265 400
14. Avrupa, y. 1 3 0 0 412
15. Moskof Devletinin Genişlemesi 498
16. Avrupa, 1519 510
17. Antik ve Modern Roma 615
18. Avrupa, 1 7 1 3 622
19. Mozart'ın Prag Yolculuğu, 1787 717
20. Avrupa, 1 8 1 0 724
21. Devrimci Paris: a) Eski Kent; b) 1814 Seferi 796
22. Avrupa, 1815 806
23. Avrupa, 1914 926
24. Birinci Dünya Savaşında Avrupa, 1 9 1 4 - 1 9 1 8 944
25. Yeni Avrupa, 1 9 1 7 - 1 9 2 2 985
26. İkinci Dünya Savaşında Avrupa, 1 9 3 9 - 1 9 4 5 1063
27. Savaş Sonrası Almanya, 1945'ten sonra 1114
28. Bölünmüş Avrupa, 1 9 4 9 - 1 9 8 9 1121
29. Avrupa, 1992 1199
HdriJrt ).
Yarımada, MO 10.000
Avrupa Efsanesi
Başlangıçta Avrupa yoktu. Beş milyon yıl boyunca var olan tek şey; dünyanın
uzun ve en büyük kara kitlesinin önünde, bir geminin pruvasındaki baş gibi
duran, kıvrımlı ve adsız bir yarımadaydı. Batıya doğru, hiç kimsenin aşamadı-
ğı okyanusla; güneye doğru adalarla, koylarla ve kendi yanmadalarıyla bölün-
müş kapalı ve birbiriyle bağlantılı iki deniz uzanıyordu. Kuzeyde, çağlar bo-
yunca genişleyen ve büzülen bir canavar ya da donmuş bir denizanası gibi
büyük kutup buzulları; güneyde ise, bütün insanların ve uygarlıkların geldiği
ve dünyanın geri kalan kısmına uzanan bir köprü yer alıyordu.
Buzul çağları arasındaki ara dönemlerde Yarımada, ilk yerleşik konukları-
nı kabul etti. Neanderthal insansıları ile Cromagnon mağara adamlarının da
adlarının, çehrelerinin ve fikirlerinin olması gerekir. Ama gerçekte kim olduk-
larının bilinmesi olanaksızdır; onları ancak duvarlara çizdikleri resimlerden,
yaptıkları aletlerden, kemiklerinden hayal meyal çıkarabiliyoruz.
Son buzul çekilmesiyle, yani yalnızca on iki bin yıl önce Yarımada yeni
göçmen dalgaları aldı. Bilinmeyen öncüler ve maden arayıcıları, kıyıları dola-
şarak, karaları ve denizleri aşarak, en uzak adalara ulaşıncaya kadar yavaş ya-
vaş batıya doğru ilerlediler. Bu insanların kalıcı en büyük şaheseri inşa edildi.
Fakat bu büyük taş ustalarının esinlerini nereden aldıklarını, bu büyük yuvar-
lak taşları nereden bulduklarını söyleyebilecek çağdaş bir tahmin bulunma-
maktadır. 1
Yarımada'nın öteki ucunda ise. Bronz Çağı'nın şafağında başka insanlar,
Helenler, etkileri günümüze kadar süren bir topluluk oluşturmuşlardı. Helen-
ler, kıtanın içlerinden üç ana dalga halinde indiler ve MÖ ikinci binin sonuna
doğru Ege kıyılarını denetim altına aldılar. Bölgeyi fethettiler ve mevcut yerli
halkla karışıp kaynaştılar. Peleponnesos ve Anadolu (Küçük Asya) arasındaki
sulara serpilmiş binlerce adaya yayılddar. Anakaranın hâkim kültürünü ve da-
ha eski olan Girit kültürünü benimsediler. Konuştukları dil onları "barbar-
l a r d a n , "anlaşılmaz sözler söyleyenlerden ayırdı. Onlar, Eski Yunan'ın yara-
tıcıları oldular [BARBAROS],
Daha sonra, klasik dönemlerin çocukları insanlığın nereden geldiğini
sordukları zaman onlara, dünyanın kim olduğu bilinmeyen bir "tanrısal fail"
-opt/ex re rum- tarafından yaratılışı anlatıldı. Tufan'dan ve Europa'dan söz edil-
di.
Avrupa, klasik dünyanın en kutsal söylencelerinden birinin konusuydu.
Europa, Girit'in efendisi Minos'un annesi ve dolayısıyla Akdeniz uygarlığının
en eski kolunu doğuran kişi (progem(rix) idi. Adı Homeros tarafından da anıl-
mıştır. Ama Siraküzalı Moschus'a atfedilen Avrupa ve Boğa'da ve Romalı şair
Ovidius'un Metamorplıoses'unun (Başkalaşımlar) tümünde, Tanrıların Babası
tarafından baştan çıkartılmış masum bir prenses olarak ölümsüzleşıirilmiştir.
(Efsaneye göre) Prenses Europa (Avrupa), ülkesi Fenike'nin kıyıları boyunca
bakireleriyle birlikte dolaşırken, kar beyazı bir boğa görünümündeki Zeus ta-
rafından kandırılmıştır:
Bu, Pompei evlerindeki Grek vazolarına resmedilmiş (Bkz. levha no. 1), mo-
dern zamanlarda Tiziano'nun, Rembrandt'ın, Rubens'in, Veronese'nın, Claude
Lorram'ın tablolarına yansımış, bilinen bir Avrupa öyküsüydü.
Tarihçi Herodotos ise, MÖ beşinci yüzyılda yazarken bu öyküden etkilen-
memiştir. O n a göre, Prenses Europa'nın kaçırılması, sadece çağlar kadar eski
bir geçmişi olan kadın kaçırma savaşları içindeki sıradan bir olaydı. Sur şeh-
rinden bir grup Fenikeli, Argos Kralının kızı lo'yu kaçırmış; bunun üzerine
Girit'ten deniz yoluyla Fenike'ye giden bir grup Yunanlı da, Sur Kralının kızı-
nı kaçırmıştı. Bu bir "kısasa kısas" durumuydu. 3
Avrupa Efsanesi 15
Bugünkü Tarih
TARİH, herhangi bir genişlikte yazılabilir. Evrenin tarihi tek sayfada, bir ma-
yısböceginin yaşam dönemi kırk ciltte anlatılabilir. 1930'lar diplomasisi üze-
rinde uzmanlaşmış önde gelen ve seçkin bir tarihçi, Münih Bunalımı ve So-
nuçları ( 1 9 3 8 - 1 9 3 9 ) üzerine bir, Barışın 5on Hajtası üzerine ikinci, 3J Ağustos
J 9 3 9 başlıklı üçüncü bir kitap yazmıştı. Meslektaşları artık Gece Yarısına Bir
Dakika Kala 1 başlıklı bir taçlandırma cildini boş yere beklediler. Bu, "azın da
azı hakkında durmadan daha çok bilmeyi istemek" şeklindeki modem zorla-
maya bir örnektir.
Avrupa tarihi de herhangi bir genişlikte yazılabilirdi. İçeriğinin yüzde
doksandan fazlası Avrupa'ya ilişkin olan Fransız dizisi L'évolution Je l'humanité
(İnsanlığın Evrimi), Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yüz on ana ve çok sayıda
tamamlayıcı cilt halinde planlanmıştı. 2 Elinizdeki çalışma ise tersine, iki ka-
pak arasına aynı malzemeyle daha fazla bilgi sıkıştırmayı amaçlamıştır.
Yine de hiçbir tarihçi, düşünce ekonomisinde şairlerle yanşamaz:
Bazı nedenlerle tarih monografileri hep daha kısa olduğu halde, genel araştır-
malar her yüzyıl için yüzlerce sayfalık geleneksel büyüklüklere ulaşmıştır. Ör-
neğin Cambridge Mediaeval History ( 1 9 3 6 - 1 9 3 9 ) (Cambridge Ortaçağ Tarihi),
Constantinus'tan Thomas More'a kadar olan dönemi sekiz ciltte ele alır.'1 Al-
man Handbuch der europäischen Geschichte (Avrapa Tarihi Elkitabı) ( 1 9 6 8 -
1 9 7 9 ) , Charlemagne'dan Yunanistan'daki cuntacı albaylara kadar olan on iki
yüzyıiı, her biri gülle gibi yedi ciltte anlatır. 5 Yaşadığı çağı, antik veya ortaçağ-
dan daha geniş kapsam içinde anlatmak da yaygın bir uygulamadır, ingilizce
bilen okuyucular için yol gösterici bir koleksiyon olan Rivington'un sekiz cilt-
lik "Avrupa Tarihinin Dönemleri", geçmişten bugüne hep artan genişlikte ya-
zılmıştır: Charles Oman'ın Karanlık Çağlar, 476-9J8'inde ( 1 9 1 9 ) 4 4 2 yıl, her
sayfaya 1,16 yıl; A. H. Johnson'un On Altıncı Yusyıl Avrupa'sında ( 1 8 9 7 ) 104
yıl, her yıla 4 . 5 7 sayfa; W. Alison Philips'in Modem Avrupa, 1815-1899'unda
( 1 9 0 5 ) 84 yıl, her yıla 6 . 5 9 sayfa düşecek şekilde anlatılmıştır. 6 Daha yeni ko-
leksiyonlar da aynı örüntüyü izler, 7
Okuyucuların çoğu genellikle kendi yaşadıkları dönemi anlatan tarihle il-
gilidir. Ama tarihçilerin hepsi onlara teslim olmaya hevesli değildir. "Bugünün
işleri', yarım yüzyıl geçmeden 'tarih' olmaz" tezi, "ulaşılabilen ve sonradan de-
ğeri anlaşılan belgeler insanın zihnini aydınlatıncaya kadar" kanaatini de taşır. 8
Bu geçerli bir bakış açısıdır. Ama herhangi bir genel araştırmanın, en ilginç ol-
maya başladığı noktada birdenbire kesilmesi anlamına gelir. Çağdaş tarih, siya-
si baskının her türüne karşı duyarlıdır. Ancak, iyi eğitimli hiçbir yetişkin, çağ-
daş sorunların kökenine dair iyi bir temeli olmadan yeterince etkili olmayı
umamaz. 9 Dört yüz yıl önce, Sir Walter Raleigh idam cezası hükmü altında ya-
zarken, tehlikeleri çok iyi anlamıştır: "Modern tarih yazan her kim olursa, Ger-
çeği ta topuklarına kadar izlediğinde, tarih, şansı varsa dişlerine vuracaktır." 1 0
Bu karmaşıklığa rağmen, "Avrupa" veya "Avrupa uygarlığı" üzerinde ça-
lışmalar konusunun (veya sorununun) çok da değişmediğini, çeşitlenmediğini
fark edince şaşmamak gerekir. Avrupa tarihinin bütününü, birden çok sayıda
kitaba ve yazara başvurmadan araştırmak için yapılan başarılı girişimlerin sa-
yısı az ve aralan seyrektir. H. A. L. Fisher'in Avrupa Tarihi ( 1 9 3 6 ) , 1 1 Eugene
Weber'in Modern Avrupa Tarifli ( 1 9 7 1 ) , 1 2 istisnalar arasındadır. Her ikisi de,
belirsiz "Batı uygarlığı" kavramı (Bkz. aşağıda) üzerine yazılmış yetkin bir
eserdir. Kenneth Clark'ın Avrupa'nın geçmişine sanat ve resim penceresinden
bakan Uygarlık'ı, 13 Joseph Bronowski'nin, yaklaşımını bilim ve teknoloji tarihi
yoluyla yapan insanın Yükselişi ( 1 9 7 3 ) 1 + gibi tek konu üzerine yoğunlaşmış
olanlar, büyük araştırmaların muhtemelen en etkileyicileridir. Nitekim her
ikisi de zengin televizyon yapımlarının yan ürünleridir. Daha yeni bir eser ise
konuya jeolojiyi ve ekonomik kaynakları esas alan materyalist bir görüş açı-
sından yaklaşmaktadır. 1 5
Sorun, çok ciltli tarih araştırmalarının değeri değildir; ama bu tür araştır-
malar, okunmak için değil danışılmak için yazılmış referans çalışmaları olma-
ya mahkûmdur. Ne bütün zamanını derslerine veren tarih öğrencileri ne de
genel okuyucu, en çok ilgilerini çeken konulara girmeden önce on, yirmi veya
yüz on ciltlik genel Avrupa sentezlerini aşıp geçmeye çalışırlar. Bu bir şanssız-
lıktır. Bütünün çerçevesini, parçalar üzerindeki ayrıntılı çalışmalar tartışılmak-
sızın yeniden ortaya çıkan parametreler ve varsayımlar oluşturmaktadır.
Son yıllarda, Avrupa tarihinin genel çerçevesinin ivedilikle yeniden göz-
den geçirilmesi gereği, hayli uzmanlaşılmış geniş çaplı çalışmalar modasına
göre daha geniş yer tutmaktadır. Fernand Braudel'in 1 6 çalışması gibi birkaç
seçkin istisna da ancak kuralın kanıtlanmasına yarayabilir. Ama pek çok tarih-
çi ve tarih araştırmacısı daha geniş bakış açılarının ihmal edildiği noktaya,
"azın da azı için durmadan daha çoğu" noktasına çekilmişlerdir. Oysa beşeri
bilimler de büyütmenin her derecesine ihtiyaç duyar. Tarihin, uzayda gezinen
gezegenleri bire bir görmeye; yapıp yerdeki insanları gözlemlemeye, onla-
rın derilerini ve ayaklarının altını kazmaya ihtiyacı vardır. Tarihçi, teleskop,
mikroskop, beyin tarayıcısı ve jeolojik sondaj gibi araçların eşdeğerlerini kul-
lanmak durumumdadır.
Tarih araştırmasının son yıllarda yeni yöntemler, yeni disiplinler ve yeni
alanlarla büyük ölçüde zenginleştirildiği tartışmasız bir gerçektir. Bilgisayar-
lardaki ilerleme, şimdiye kadar tarihçilerin ulaşabildiklerinin ötesinde bütün
bir niceliksel araştırmalar alanı açmıştır [RENTESJ. Tarih araştırması, teknik-
lerin kullanımından, sosyal bilimler ve beşeri bilimlerden alınan kavramlardan
büyük ölçüde yararlanmıştır 1ARICIA] ICEDRA] [CHASSE] [CONDOM]
İEPIC] [F1ESTA] [GENLER] [GOTTHARD] [LEONARDO] [LIETUVA]
[NOVGOROD] [PLOVUM] [PROPAGANDA 1 [SAMPHIRE] [VENDANGE]
Fransız Annales Ofeulu'nun 1929 sonrasında öncülük ettiği bir eğilim, şimdi
neredeyse evrensel bir kabul görme noktasındadır [ANNALES]. Sözlü tarih,
tarihsel psikiyatri (veya "psiko-tarih"), aile tarihi, üsluplar, tavırlar tarihi gibi
yeni akademik alanlar bugün iyice oturmuştur [BOGEYİ [MORES] [SES |
[ZADRUGA], Öte yandan, çağcıl ilgi alanlarını yansıtan birçok konu, tarihe
taze bir boyut kazandırmıştır. İrkçılık karşıtlığı, çevre, cinsiyet, cinsellik, Se-
mitizm, sınıf, barış, şu andaki yazıların ve tartışmaların büyükçe bir bölümü-
nü işgal eden konulardır. "Siyasi doğruluk"un imalarına aldırmadan hepsi de
bütünü zenginleştirmeye çalışmaktadır [SlYAH ATHENA] [KAFKASYA]
[ECO] [FEMME] [NOBEL] [POGROM] [SPARTACUSI.
Bununla beraber, alanların çoğalması, profesyonel yayınlardaki bu geliş-
meyle at başı giden artış, kaçınılmaz olarak şiddetli zorlamalar yaratmış; pro-
fesyonel tarihçiler, "edebiyatla yarışmak" ümitsizliğine kapılmışlardır. Ultra-
uzmanlaşmanın geçitlerine daha derin dalmaya, ama böylece genel kamuoyuy-
la iletişim kapasitelerini yitirmeye itilmişlerdir. Daha çok uzmanlaşma, betım-
leyici tarihin zararına gelişmiştir. Bazı uzmanlar, gene! çerçevelerin revizyona
ihtiyacı olmadığı; yeni keşfe giden tek yolun dar bir cephede daha derinlere
inmek olduğu varsayımı üzerinde çalışmışlar; "derin yapılar" üzerinde duran
diğer uzmanlar ise, hep birlikle tarihin "yüzeyine" sırt çevirmişler; bunun ye-
rine, "uzun vadeli, temel eğilimler"in analizi üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bazı
tarihçiler, edebi tartışmalarda bir metnin edebi anlamının bir değeri olmadığı-
nı savunan bazı edebiyat eleştirmeni yoldaşları gibi, genel kabul görmüş "ger-
ç e k l e r i n araştırılmasını terk etmeye hazır bir görüntü vermişler; neyin, nere-
de, nasıl, ne zaman meydana geldiğini öğrenmeye hiç de niyeti olmayan
öğrenciler yetiştirmişlerdir.
Olgusal tarihin yenilgisine, özellikle okullardaki tarih derslerinde, "empa-
fi", yani başkalarının duygularını anlama çabasını oluşturmak, yani tarihsel
düş gücünü uyarmak için hazırlanan egzersizler eşlik etmiştir. Düş gücü, kuş-
kusuz tarih çalışmasının yaşamsal unsurlarından biridir. Ama "başkalarının
duygularını anlama" egzersizleri, bir parça bilgiyle doğrulanabilir. Tarihsel en-
formasyonun hatırı sayılır bir kaynağı olarak düşsel edebiyatın bile tehdit al-
tında olduğu bir dünyada öğrenciler, bazen öğretmenlerinin, geçmişe karşı bir
duyarsızlık yaratmaya yönelik önyargılarından başka hiçbir şey öğrenememe
tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır, 1 7
Tarihle edebiyatın birbirlerinden ayrılmaları çok üzüntü vericidir. Mesle-
ğin belli kesimlerinde, beşeri bilimlerin geneli içindeki "yapısalcıların karşısı-
na birdenbire "yapı-karşıtları" çıkınca, hem tarihçiler hem edebiyat eleştir-
menleri, sadece bütün geleneksel bilgiyi değil birbirlerini de dışlamaya
girişmişlerdir. Neyse ki yapı-karşıdarmın daha vahşi görünümü yapı-söküüne
uğrarken, sadece belirli grupların anlamasına yönelik bu batını gediklerin ka-
patılabileceği umudu da korunmaktadır. 1 B Akıllı, saggörülü tarihçinin neden
eleştirel değerlendirmeyle edebi metinleri veya edebiyat eleştirmenlerinin ne-
den tarih bilgilerini kullanmaması gerektiği konusunda ciddi hiçbir gerekçe
yoktur [GATTOPARDO] [KONARMYA1.
Bu nedenle, uzmanların kendi olanaklarına artık fazlaca güvendikleri gö-
rülecektir. Tarihçilik mesleğinin sanayi işçisi ardarıyla, kovanın işçilerine dü-
zen ve emir veren kraliçe arıları, gra»ds simplijkaieuıs (büyük basıtleştiriciler)
arasında her zaman haklı bir ayrım olmuştur. İşçiler idareyi tamamen ele geçi-
rirlerse bal olmayacaktır. Geniş "genel tarih" çerçevelerinin her zaman sabit
olduğu kabul edilemez. Onlar da modaya göre değişecektir ve elli veya yüz yıl
önce sabitleşmiş olanlar da artık revizyon için yeterince olgunlaşmıştır (aşağı-
ya Bkz.). Aynı şekilde, jeolojik tarih tabakaları üzerine çalışmanın, arazide ya-
pılan çalışmadan asla ayrılmaması gerekir. ''Eğilimler", "topluluklar", "ekono-
miler" veya "kültürler" araştırmasında kadınların, erkeklerin, çocukların yeri
ihmal edilmemelidir.
Uzmanlaşma, acımasız siyasi çıkarlara kapı açmıştır. Hiç kimse kendi
özel doğrusunun ötesinde bir kanaat önermeye yeterli görülmediğine göre, av
hayvanları başıboş dolaşmak üzere otlağa salıverilmişler demektir, ilgili et-
kenlnerin tümünün tam anlamıyla gözden geçirilmesini daha baştan dışlayan,
kaba seçilmiş konulara bağlı katı belgesel araştırma bileşimi özellikle kötüdür.
Böyle bir çalışına için A. J, P. Taylor'un şöyle söylediği rivayet olunur: "Yüzde
doksan doğru ve yüzde yüz yararsız..." 1 9
Bu gelişmelere verilecek sağgörülü karşılık, yorumda çoğulculuğu ve "sa-
yılarda güvenliği" savunmak; yani her birine ve hepsine yönelik sınırlamalara
karşı koymak için geniş bir özel görüşler çeşitliliğini özendirmektir. Tek bir
bakış açısı risklidir. Ama elli, altmış veya üç yüz görüşün birlikte geçerli bir
karışım oluşturmasına güvenilebilir. "Tek bir Doğru değil, duyarlılıklar kadar
doğru vardır."- 1 '
Aşağıda II. Bölüm'de Arkhimcdes'in ünlü -ft- sayısı sorununa getirdiği çö-
züme, yani bir çemberin çevresinin çapına oranlanarak hesaplanmasına deği-
nilmekledir. Arkhimedes, çemberin çevresinin uzunluğunun, çemberin dışına
çizilen bir karenin kenarlarının toplam ile çemberin içine çizilen bir karenin
kenarlarının toplamı arasında bir yerlerde olduğunu bilmektedir (Bkz. Diyag-
ram) Buııu doğrudan açıklayamayınca, kafasında, çemberin içindeki 99 ke-
narlı bir çokgenin kenar uzunluklarını toplayarak tahmini, yaklaşık bir sonuca
ulaşmayı düşünmüştür. Çokgenine verdiği fazla kenarlarla, çemberinkine en
yakın şekle ulaşacaktır. Aynı şekilde bir başkası da, aydınlatma kaynaklarının
sayısı arıtıkça, geçmiş gerçeklikle Larihçinin onu yeniden inşa etme girişimi
arasında oluşacak boşluğun küçülmeye başlayacağını düşünebilir.
Bir başka yerde tarihçinin görevi, iki boyutlu sıarik resimle, hareketli, üç
boyutlu dünyayı asla doğru yansılamayacak olan bir fotoğrafçının işine benze-
1 ilmekledir. "Tarihçi, tıpkı foLoğraT makinesi gibi daima yalan söyler."- 1 Bu
benzetme geliştirilseydi, fotoğrafçıların kendi çalışmalarının -tıpatıp benzeme-
nin amaçlandığı yerde- tıpatıp benzerlerinin, aynı konunun resimlerinin sayı-
sını çoğaltarak büyük ölçüde sağlanabileceği söylenebilirdi. Değişik açılardan
ve değişik merceklerle, filtrelerle, filmlerle yapılmış çok sayıda çekim, tek çe-
kimin büyük seçiciliğini tamamen azaltabilir. Film yapımcılarının da keşfettiği
gibi, art arda çekilmiş çok sayıda görüntü ise, zamanın ve hareketin akla yakın
bir taklidini gerçekleştirebilir Aynı şekilde, "çerçevedeki tarih" de, ancak ta-
rihçi mümkün olan en geniş kaynaklar alanının sonuçlarını bir araya getirebi-
lirse yeniden inşa edilebilir. Bunun etkisi asla mükemmel olmayacaktır; ama
her değişik açı ve her değişik teknik, hepsi birlikte bütünü oluşturan parçala-
rın aydınlatılmasına katkıda bulunur.
Çarpıtma, bütün enformasyon türlerinin zorunlu özelliğidir. Mutlak nes-
nellik, asla erişilmez olandır. Her tekniğin kendine göre güçlü ve zayıf yanları
vardır. Önemli olan, her tekniğin değerinin ve çarpıtmasının nerede yattığını
anlamak ve en makul yaklaşık sonuca ulaşabilmektir. Tarihçilerin şiir, sosyolo-
ji, astroloji veya başka araçlar kullanmalarına, bu tür kaynakların "öznel", "ta-
raflı" veya "bilitndışı" olduğu noktasından hareketle karşı çıkan eleştirmenler,
aslında bilineni ifade etmektedirler. Sanki iskeletin röntgen filmlerine veya ra-
llimin ultrason taramalarına karşı çıkılabilirmiş gibi, insan yüzünün çok zayıf
bir görüntüsünü verme noktasındadırlar. Hekimler insan zihninin ve vücudu-
nun sırlarını keşfetmek için bilinen her aygıtı kullanırlar. Tarihçilerin de geçmi-
şin gizemli noktalarına sızabilmek için benzer bir donanıma ihtiyaçları vardır.
Uzun bir iktidar dönemi yaşamış olan belgesel tarih, yaklaşımın ayni de-
recede en değerli ve en riskli yollarından biridir. Dikkatsiz uygulandığında,
yalanın iğrenç biçimlerine açıktır ve kaydedemedigi büyük geçmiş deneyim
alanları vardır. Bütün bunlara rağmen, tarihi belgelerin hâlâ bilginin en verim-
li damarı olduğunu kimse inkâr edemez [HOSSBACH] [METRYKA] [SMO-
LENSK],
Cambridge tarih okulunun kurucusu Lord Acton, belgesel tarihin çok za-
rarlı bir etkisini önceden görmüştür: tarihçinin kanıtı yorumlamak yerine ka-
nıt toplamaya öncelik verme eğilimi... Acton bundan yaklaşık doksan yıl önce,
"Tarihçiden bağımsız tarih yapma eğilimi olan, yani belgeyi içindekinden çok
daha fazla önemseyen bir belge çağında yaşıyoruz" 2 2 diye yazmıştı.
Genel bir ifadeyle tarihçiler, cefakâr okuyucularının karşılaştıkları sorun-
lardan çok kendi tartışmalarının üzerinde durmuşlardır. Bilimsel nesnellik pe-
şinde koşulması, başlangıçtaki düşsel uçuşları azaltmakta ve gerçeği düşten
ayırmakta çok işe yaramış, aynı zamanda tarihçilerin kendi keşiflerini aktar-
makta kullanabilecekleri araçları da azaltmıştır. Çünkü iyi tarihçinin sadece
olayları kurması ve kanıt toplamasına yetmez... Görevin diğer yarısı, okuyucu-
nun zihnine nüfuz etmek, her tarih tüketicisinin sahip olduğu çarpıtma algıla-
yıcısıyla savaşmaktır. Bu algılayıcılar sadece beş fiziksel duyuyu değil, dilbilim
terminolojisinden, coğrafi adlardan, siyasi kanaatler için simgesel kodlardan
başka, önceden kurulmuş bir entelektüel devreler kompleksini, sosyal gelenek-
leri, duygusal eğilimleri, dinsel inançları, görsel belleği, geleneksel tarih bilgisi-
ni de içerir. Her tarih tüketicisi, geçmiş hakkında kendine ulaşan bütün bilgile-
rin içinde filtre edilmesi gereken geçmiş bir deneyimler deposuna sahiptir.
Bu nedenle, etkin tarihçilerin bilgilerini aktarmaya olduğu kadar toplayıp
biçimlendirmeye de dikkat etmeleri gerekir. Çalışmalarının bu bölümünde şa-
irler, yazarlar, sanatçılarla aynı zihin uğraşısını paylaşmalıdırlar. Geçmişle ilgi-
li izlenimlerimizin biçimlendirilmesi ve aktarılmasına yardım eden herkesin;
tarihçilerin, müzikologların, müzecilerin, arşivcilerin, çizerlerin, haritacıların,
anı defteri tutanların, biyografi yazanların, ses kayıtçılarının, film yapımcıları-
nın, iarihi roman yazanların, hatta "şişelenmiş ortaçağ havası" satanların çalış-
malarından gözlerini ayırmamalıdırlar. Her aşamada anahtar nitelik, ilk kez
Vico tarafından tanımlandığı üzere, "yaratıcı tarih düş gücü"dür. Bu olmadan,
tarihçinin çalışması ölü bir mektup, yayımlanmamış bir mesaj olarak kalır
[PRADO] [SONATAJ [SOVKINOl
"Birkaç ayrı devletten oluşan bir tür büyük cumhuriyet. Bunların bazıları monar-
şik, bazıları karma yönetime tabi... Ama her birinin ötekiyle bağlantısı var. ibadet
biçimleri farklı olsa bile, hepsi de aynı dinsel temele dayanıyor. Hepsi de, dünya-
nın başka yerlerinde bilinmeyen, aynı kamu hukukuna ve siyaset ilkelerine sa-
hip..." 26
Yirmi yıl sonra Rousseau'nun görüşü ise şöyledir: "Artık Fransız, Alman, İs-
panyol, hatLa İngiliz yok; sadece Avrupalılar var." Bir başka görüşe göre "Av-
rupa düşüncesi" nihai olarak 1796'da, Edmund Burke "Hiçbir Avrupalı, Avru-
pa'nın hiçbir yerinde tam anlamıyla sürgünde sayılamaz" 1 7 diye yazdığı zaman
gerçekleşmiştir. Buna rağmen, Avrupa toplumunun coğrafi, kültürel ve siyasi
parametreleri daima tartışmaya açık kalmıştır. William Blake 1794'te, "Avru-
pa: Bir Kehanet" başlığıyla yayımladığı en anlaşılmaz şiirlerinden birini, cen-
netin dışına doğru eğilmiş ve pergel tutan Tanrı resmi ile süslemiştir. 2 8
Avrupa'nın dış hatlarını büyük ölçüde, geniş bir kıyı şeridi belirler. Ama
kara sınırlarının çizilmesi daha uzun sürmüştür. Asya ve Avrupa'yı birbirin-
den ayıran çizgi, antik dönemde yaşayanlar tarafından Çanakkale Boğazı ile
Don Nehri arasında saptanmıştır. Ortaçağda da böyle olmayı sürdürmüştür.
Bir on dördüncü yüzyıl ansiklopedi yazan, oldukça kesin olan şu tanımlamayı
üretebilmiştir:
"Avrupa'nın bütün dünyanın üçte biri olduğu söylenir. Adını, Libya Kralı Agde-
nor'un kızı Europa'dan alır. Jüpiter bu kızın ırzına geçmiş ve Girit'e götürmüştür.
Bundan sonra kıtanın büyıik bolümü Avrupa (Europa) olarak anılmıştır. Avrupa,
Tanay (Don) nehrinden ballar ve Kuzev Okyanusu boyunca ispanya'nın ucuna
kadar uzanır. Doğu ve batı tarafı, Pontus Denizi diye bilinen Karadeniz'den baş-
lar, Büyük Denizle (Akdeniz) birleşir ve Cebelitarık'ta (Cadiz adaları) sona
erer.
Papa İkinci Pius (Enea Piccolomini) ilk Avrupa Devleti Ürerine Tez adlı eseri-
ne ( 1 4 5 8 ) , o dönemde Türk tehdidi altında olan Macaristan, Transılvanya ve
Trakya'yı anlatarak başlar.
Ne antik çag ne de ortaçağ insanları, on sekizinci yüzyıla kadar süreklilik
kazanamayan çeşitli bölümlerden oluşan Avrupa düzlüğünün doğu ucuna dair
kesin bilgiye sahiptir. Dolayısıyla 1730'da Rusya hizmetindeki Strahlenberg
adlı İsveçli bir subay tarafından dile getirilinceye kadar, Avrupa'nın sınırları-
nın Don'dan Ural Dağlarına ve Ural Nehrine doğru genişletilmesi gerektiğini
öne süren çıkmamıştır. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Rus hükümeti,
Yekaterinburg ile Tyumen arasındaki patika üzerinde Avrupa'yla Asya'nın sı-
nırını belirleyen bir sınır karakolu kurmuştur. Bundan sonra, Sibirya'ya pran-
galı olarak götürülen Çar yanlısı sürgünlerden oluşan çeteler, bu karakolun
önünde diz çökme ve son kez Avrupa toprağını avuçlama geleneğini başlat-
mışlardır. Bir gözlemci "Dünyanın hiçbir yerinde, bu kadar çok kırık kalp gö-
ren bir başka sınır karakolu yoktur" diye yazmıştır. 3 0 1833'te Volger'in Hand-
buclı de s Gtograpie (Coğrafya Elkitabı) yayımlanınca, "Atlantik'ten Urallar'a
Avrupa" düşüncesi de genel kabul görmüştür. 3 1
Her şeye rağmen, egemen olan bu görüşün hiçbir kutsallığı yoktur. Avru-
pa'nın Urallar'a uzanması Rus İmparatorluğunun yükselişinin bir sonucu ola-
rak kabul edilir. Ama bu kabul, özellikle analitik coğrafyacılarca büyük ölçüde
eleştirilmiştir. Hal ford Mackinder, Arnold Toynbee gibi çevre faktörlerine ön-
celik verenlerin ya da "Rusya'nın, Avrupa'nın coğrafi antitezi olduğu"nu yazan
İsveçli coğrafyacı J. Reynold'un gözünde Urallar'dan geçen sınırın geçerliliği
zayıftır. Rusya doğumlu Oxford profesörünün, sınırları daralıp genişleyen
"gel-git Avrupası" hakkındaki görüşlerine katılacak olunsaydı, Rus gücünün
azalışı bir revizyonu gündeme getirebilirdi. 3 2
Coğrafi Avrupa, bir kültürel topluluk olarak ulusların Avrupası ile daima
rekabet halinde olmak zorundaydı; ortak siyasi yapıların yokluğu halinde de
Avrupa uygarlığı, ancak kültürel ölçütlerle tanımlanabilirdi, Hıristiyanlığın ye-
ni ufuklar açan rolüne genellikle özel bir önem, Hıristiyan Âlemi yaftasının
düşmesiyle de terk edilmeyen bir rol verilmiştir.
Şair T. S. Eliot, 1945'te yenik Almanya'ya seslenirken, Avrupa uygarlığı-
nın, Hıristiyan özün tekrar tekrar sulandırılmasından sonra ölümcül tehlike
içinde olduğu görüşüne açıklık getirmiş; ulus-devletlerin kendilerini sonuna
kadar dayattıklarının görüldüğü yıllarda oluşan, "Avrupa'nın zihinsel sınırları-
nın kapanması" yaklaşımını tanımlamıştır. Eliot, "Siyasal ve ekonomik bağım-
sızlık veya özerkliği kaçınılmaz olarak bir tür kültürel bağımsızlık izledi" de-
mektedir. Kültürün organik doğası üzerinde durmaktadır: "Kültür, büyümesi,
gelişmesi gereken bir şeydir. Bir ağacı inşa edemezsiniz; sadece eker, bakar ve
olgunlaşmasını beklersiniz..." Avrupa ailesi içindeki birçok alt-kültürün karşı-
lıklı bağımlılığını vurgulamıştır. Onun kültürel "alışveriş" dediği, organizma-
nın can damarı, yaşam-kanıdır. Ve Eliot, bilim adamlarının özel görevine dik-
kat çekmekte ve özellikle, içerisinde "Yunanistan'ın, Roma'nın, israil'in
mirasını" barındıran Hıristiyan geleneğinin önemini vurgulamaktadır:
"Her biri kendi bağımsız kültürüne salıip halklar arasında ortak bir kültür yarat-
manın en etkili yolu dindir ... Avrupa'yı Avrupa yapan temeî ortak Hıristiyan gele-
neğinden ve bu ortak Hıristiyanlığın beraberinde getirdiği ortak kültürel unsurlar-
dan söz ediyorum. (...) Sanatımız Hıristiyanlığın içinde gelişmiştir. Avrupa
hukukunun son döneme kadar Hıristiyanlık içinde kökleşmiştir. Bir Avrupalı bi-
rey Hıristiyan dinine inanmayabilir, ama söylediği, yaptığı, euıgi her şey Hıristi-
yanlık mirasına dayanacaktır. Ancak Hıristiyanlık kültürü, bir Voltaire veya Ni-
etzsehe yaratabilirdi. Avrupa kültürünün, Hıristiyanlık inancının tamamen yok
olmasına kalkınabileceğine inanmıyorum." 33
Beş yüz yıldan uzun bir süre boyunca Avrupa'nın tanımlanmasında en büyük
sorun, Rusya'nın dahil edilip edilmeyeceği üzerinde yoğunlaşmıştır. Modern
tarihin bütünü içinde Ortodoks, otokrat, ekonomisi geri ama yine de genişle-
yen Rusya, kötü bir sara nöbeti olmuştur. Rusya'nın Batılı komşulan, sık sık
onu dışlamak için bahane aramışlardır. Ruslar ise kabul edilmek istenip isten-
mediklerinden hiçbir zaman emin olmamışlardır.
Örneğin 1517 de, Krakov'daki Jagellon Üniversitesi rektörü Maciej Miec-
howita, Don Nehrini sınır kabul ederek Asya Sarmatya'sı (Sarmalia asiatica)
ile Avrupa Sarmatya'sı (Sonu atı a europert) arasındaki Batlamyusçu farkı des-
tekleyen bir tez yayımlar. Böylece Polonya-Litvanyası içeride, eski Rusya dışa-
rıda kalmıştır. 3 7 Üç yüz yıl sonra aynı belirsizlik, sürmektedir. Polonya-
Litvanyası yakınlarda parçalanmış, Rusya sınırı ise çarpıcı biçimde baııya kay-
mıştır, Fransız Devrimi arifesinde bu bölgeden geçerken Polonya'nın artık Av-
rupa'da olmadığından hiç kuşkusu kalmamış olan Fransız Louis-Philippe de
Segur'ün; "Polonya'ya girdikten sonra insan Avrupa'yı tamamen terk etmekte
olduğuna inanıyor... Her şey zaman içinde bin yıl geri gittiğiniz izlenimini ve-
rebiliyordu" diye yazmıştır. Avrupa üyeliği için ekonomik gelişmişliği temel
ölçüt sayarsak, de Segur, kesinlikle çağdaştır. 3a
Ancak dönem, tam da Rus yönetiminin Avrupalı kimliğinde ısrar ettiği
dönemdir. 1767'de Imparatoriçe Ekaıerina, topraklarının Asya'dan Kuzey
Amerika'ya doğru kesintisiz olarak uzandığı gerçeğine aldırmadan, "Rusya'nın
bir Avrupa devleti olduğunu" kesin olarak ilan etmiştir. St. Petersburg ile iş
yapmak isteyen herkes bunu dikkate almaktadır. Her şeye rağmen Rusya,
onuncu yüzyıldan itibaren Hıristiyan âleminin ayrılmaz bir parçası; Rus impa-
ratorluğu da diplomatik kulisin değerli bir üyesi olmuş; "Ayı" korkusu, Rus-
ya'nın Avrupa üyeliği hakkındaki genel kabulün genişlemesini engelleme-
miştir. Ve bu kabul ediliş, Rusya'nın on dokuzuncu yüzyılda Napoleon'un ye-
nilgisindeki rolü ve Rus kültürünün Tolstoy, Çaykovski ve Çehov döneminde-
ki görkemli yiıkselişiyle büyük ölçüde güçlenecektir.
Batıcılar ve Slavcılar diye ikiye ayrılan Rus aydınları, Rusya'nın Avrupalı-
lık derecesinden emin değildir (Bkz. Bölüm X, s. 8 5 8 - 5 9 , 8 6 3 ) . Slavcı Nikolay
Danilevski ( 1 8 2 2 - 8 5 ) , 1871'de yazdığı Rusyfi ve Avrupa adlı eserinde Rus-
ya'nın, Asya ile Avrupa'nın ortasında kendi özgün Slav kültürüne sahip oldu-
ğunu savunmuş; buna karşılık Dostoyevski, şair Puşkin'in bir anıtının açılışın-
da yaptığı konuşmada, Avrupa'ya Övgü düzmeyi yeğlemiştir; "Avrupa ulusları,
bizim için ne kadar değerli olduklarını bilmiyorlar." Sadece küçük bir Vostoç-
niki, "Doğulu, Asyalı" (veya Dogucu, Asyacı) grubu, en çok Cin ile ortak yan-
ları olan Rusya'nın kesinlikle Avrupalı olmadığında ısrar etmiştir. w
1917'den sonra Bolşeviklerin yönetimi ele geçirmeleri, birçok eski kuşku
ve belirsizliği yeniden canlandırır. Bolşevikler, dışarıda büyük ölçüde barbar
olarak, Churchill'in sözleriyle bir baboonery, yani Attila ve Cengiz Han gibi
ölüm ve yıkım saçan vahşî Asyalılar çetesi olarak kabul edilmiştir. Sovyet Rus-
ya'nın keındi içindeyse, Marksist devrimciler, genellikle Yahudiler tarafından
yönetilen, Batı parasıyla desteklenen ve Alman gizli servisince yönlendirilen
bir Batı tohumu olarak suçlanmışlardır. Güçlü bir resmi görüş çizgisi de Dev-
rimin, "çökmüş" Avrupa ile bütün bağları kopardığına inanmıştır. Pek çok
Rus, bu soyutlanmadan dolayı aşağılandığını hissetmiş ve yeniden canlandırıl-
mış bir Rusya'nın, vefasız Batı'yı hemen alaşağı edeceği inancı ile övünmüştür.
1918'in başlarında, devrim yıllarının önde gelen bir şairi, "İskitler" başlıklı
meydan okuyan şiirinde şöyle seslenmektedir:
İlk kez olmasa da Ruslar aynı anda iki yöne birden dönmüşlerdir.
Bolşevik liderliğine gelince, Lenin ve çevresi Avrupa ile çok sıkı bir şekil-
de özdeştir. Kendilerini, Fransız Devriminin oluşturduğu bir geleneğin miras-
çısı olarak kabul etmişler; o andaki köklerini Almanya'daki sosyalist harekette
görmüşler; stratejilerinin, Batı'nın ileri kapitalist ülkelerindeki devrimlere ka-
tılmak olacağını düşünmüşlerdir. Komintern, komünistlerin önderliğinde bir
Avrupa Birleşik Devletleri olasılığını tartışmıştır. Sovyetler Birliği sadece bü-
tün eski Bolşeviklerin katledildiği Stalin döneminde, kendini Avrupa işlerin-
den manen uzak tutmayı yeğlemiştir. Söz konusu yirmi-otuz yılda, Prens N. S.
Trubetskoy, P. N. Savitski, G. Vernadski'nın de aralarında bulunduğu etkin
bir göçmen Rus aydın grubu da, Rusya'nın kültür karışımı içindeki Asyalı un-
surlara yeniden değer kazandırmaya çalışmışlardır. Ycvra^ivlsi veya "Avrasya-
lılar" olarak bilinen bu grup, bir yandan Batı Avrupa'nın üstün niteliklerine
kuşkucu bir uzaklıkta dururken Bolşevizme de kökten karşı çıkmışlardır.
Kuşkusuz, yetmiş yıllık totaliter Sovyet yönetimi, Avrupa üzerine fiziksel
olduğu kadar ağır zihinsel perdeler de çekmiştir. Sovyet rejiminin halkçı yanı,
İkinci Dünya Savaşı sırasında edinilen deneyimlerle desteklenen bir tavır için-
de, kaba bir yabancı düşmanlığı biçiminde büyümüş ve Stalin yanlıları tarafın-
dan sürekli işlenmiştir. Ancak birçok Rus şahsen, Sovyet bloğu içindeki Rus-
olmayan insanların büyük çoğunluğunun sahip oldukları Avrupalı kimliğini
kalplerinde hissetmiştir. Bu, onların komünizme karşı manevi kurtuluşları
için bir can simididir. Onlar için, Vaclav Havel'in deyişiyle "Avrupa'nın Dönü-
ş ü m ü selamlama olanağı komünizmin zincirleri kopartılınca doğmuştur.
Rusya'nın Avrupalı nitelikleri hakkındaki kuşkuculuk, her şeye rağmen
Rusya içinde ve dışında var olmayı sürdürmüştür. Hem "Batı" dan içtenlikle
nefret eden hem ona imrenen Rus milliyetçilerinin görüşü, Sovyet gücünün
çöküşüyle aşağılandığını hisseden ve imparatorluğunu geri almaktan başka
hiçbir şey istemeyen Stalinistler için bir toparlanma noktası oluşturmaktadır.
Komünizm sonrası bir demokrasi umuduna karşı muhalefetin çekirdeği olan
Rus milliyetçilerinin ve ıslah olmamış komünistlerin çelişkili ve tuhaf ittifakı,
Moskova'nın Washington ve Batı Avrupa ile artan yakınlaşmasına ancak kuş-
kuyla bakacaktır.
Batılı liderler, kendi açılarından en çok istikrara ihtiyaç duymaktadırlar.
SSCB'nin insancıl versiyonu denilebilecek Gorbaçov'a kalıcı bir ortak bulama-
yınca, paldır küldür Rusya Federasyonuna destek olmaya girişmişler, Mosko-
va'nın ekonomik yardım, NATO ve Avrupa Toplulugu'na katılma taleplerini
sempatiyle karşılamışlardır. Ama sonra, içlerinden bazıları geri çekilmeleri
görmeye başlamıştır. Rusya Federasyonu her şeye rağmen tutarlı bir ulus-
devlet değildir, liberal demokrasi için yeterince olgunlaşmamıştır. Hâlâ Avras-
ya'yı baştan başa kaplayan çokuluslu bir komplekstir, hâlâ önemli ölçüde as-
keri niteliktedir ve hâlâ güvenliği konusunda emperya! reflekslerle hareket et-
mektedir. Komşularının kendi yollarında yürümesine izin vermeye hiç
yanaşmamaktadır. Tıpkı Avrupa'nın öteki eski emperyal devletleri gibi, em-
peryalist mirası dağıtmanın yollarını bulmadıkça, hiç de Avrupa Topluluğu
için uygun bir aday olarak kabul edilmeyi umut edemeyecektir. Bu görüş, en
azından Avrupa Par la meıı tosu'nun en yaşlı üyesinin Eylül 1993'teki konuşma-
sında dile gelen güçlü bir tezdir [EEST1].
Bazı yorumcular, İngiltere'nin Avrupa kimliğinin Rusya'nınkinden daha
belirsiz olduğunda ısrarlıdır, ingiltere, Norman istilasından Yüz Yıl Savaşları-
na kadar kıtasal işlere alabildiğine bulaşmış olsa da, modern tarihin çok büyük
bölümünde şansını başka yerde aramıştır. Britanya Adaları'ndaki komşularını
zorla boyunduruk altına aldıktan ve yuttuktan sonra deniz aşırı bir imparator-
luk kurmak için denizlere açılmıştır. Tıpkı Ruslar gibi İngilizler de Avrupa dı-
şı çıkarları öncelikli olmak koşuluyla kesin bir şekilde Avrupalıdırlar. Onlar
aslında yarım Avrupalıdırlar. "Kıta"ya adeta çok uzaktan bakma alışkanlıkları,
imparatorlukları yok oluncaya dek değişmemiştir. Dahası, emperyal deneyim-
leri onlara, Avrupa'ya Batı'da, esas olarak "büyük devletler" koşulları içinde ve
aslında hesaba katılmayan Dogu'da ise esas olarak "küçük devletler" koşulları
içinde bakmayı öğretmiştir. Londra'daki Albert Anıtı'nın ( 1 8 7 6 ) çevresindeki
heykeller arasında Avrupa'yı simgeleyen bir grup heykel vardır. Sadece dört fi-
gürden oluşur: İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya... Bütün bu nedenlerle ta-
rihçiler, İngiltere'yi genellikle "özel bir durum" olarak kabul ederler. 4 1
1920 lerin ilk Pan-Avrupa girişimcileri (Bkz. s. 9 9 1 , 1132), ingiltere'nin de,
Rusya'nın da Avrupa'ya katılacağına inanmazlar.
Bu dönemde, Avrupa'nın kültürel altbölümlerini tanımlama konusunda
da çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Al-
man ağırlıklı Miüeleuropa (Orta Avrupa) anlayışı, Merkezi Güçlerin siyaset
alanına girmek için; iki dünya savaşı arasındaki dönemde, "Doğu Orta Avru-
pa" denilen bir nüfuz bölgesi, Finlandiya ve Polonya'dan Yugoslavya'ya kadar
bağımsızlıklarını henüz kazanmış "halef ülkeler"i belirtmek için ortaya atıl-
mıştır. 1945'ten sonra, Sovyet Bloku içinde tutulan, benzer sözde bağımsız
devletler grubu için uygun bir etiket olarak yeniden canlandınlmıştır. O dö-
nemde, NATO ve Avrupa Topluluğu'nun egemen olduğu "Batı Avrupa" ile,
Sovyet komünizminin egemen olduğu "Doğu Avrupa" arasındaki temel ayrılık
katılaşmış görünmektedir. 1980'lerde Çek romancı Milan Kundera'nın öncü-
lük ettiği bir grup yazar, var olan engelleri ortadan kaldırmak için yeni bir
"Orta Avrupa" versiyonu ortaya atmışlardır. Ama bu da, yine bir başka olu-
şum, bir başka gerçek "ruh â l e m i " d i r 4 7
"Avrupa'nın kalbi", hem coğrafi hem de duygusal çağrışımlara sahip çeki-
ci bir düşüncedir. Ama bir o kadar da bulunmaz Hint kumaşıdır. Bir yazar,
onu Belçika'ya, öteki Polonya'ya, bir üçüncüsü Bohemya'ya, dördüncüsü Ma-
caristan'a ve bir beşincisi Alman edebiyat âlemine yerleştirir. 43 Ama o her ne-
rede idiyse, İngiltere Başbakanı, 199Vde, kendisinin de orada olmaya çalıştığı-
nı açıklamıştır. Kalbin ölü noktada bulunduğunu düşünenler için "Avrupa'nın
Kalbi", Sı. Clement köyünde, Avrupa Topluluğu'nun ölü noktasında veya coğ-
rafi Avrupa'nın ölü noktası olan Varşova varoşlarında ya da Utvanya'nın de-
rinliklerindedir.
Avrupa'nın iç savaşların en uzunuyla bölündüğü yetmiş beş yılı boyunca,
Avrupa birliği kavramı, kültür ve tarih ufku en geniş halklarca canlı tutulabil-
miştir. Özellikle soğuk savaşın kırk yılı boyunca, yalnız inatçı milliyetçiliğe
karşı değil, aynı zamanda sadece zengin Batı'ya dayalı bir Avrupa dar görüşlü-
lüğüne direnmek için de en büyük entelektüel desteği almıştır. Neyse ki uy-
gun yapı ve konumda birkaç kişi vardır ve açıklanır açıklanmaz kehanet yan-
kısı uyandıracak vasiyetlerini yazılı olarak bırakmışlardır.
Bu tür insanlardan biri, İngiltere'deki Doğu Avrupa araştırmalarının ön-
cüsü R. W. Seton-Watson'un ( 1 8 7 9 - 1 9 5 1 ) büyük oğlu Hugh-Seton Wat-
son'dur ( 1 9 1 6 - 1 9 8 4 ) . Daha Thomas Masaryk'in dizlerinde oynayan bir çocuk-
ken Fransızca, Almanca, italyanca kadar rahat bir şekilde, Sırpça-Hırvatça,
Macarca ve Romence konuşmaktadır. Slav ve Doğu Avrupa Araştırmaları Oku-
lu'nda Rusya Tarihi profesörlüğü yaptığı Londra'da doğmuş; kendini genellik-
le bir İskoç olarak tanımlamıştır. Yaşadığı dönemin geleneksel bilgeliğine, hik-
metine asla teslim olmamıştır. Avrupa kavramıyla ilgili vasiyetini, ölümünden
sonra yayımlanan bir makalede açıklamıştır. Tezi, üç temel noktayı vurgular:
Bir Avrupa idealine olan ihtiyaç, Doğu ve Batı Avrupa uluslarının birbirlerini
tamamlayıcı rolleri ve Avrupa kültürel geleneğinin çoğulculuğu... Bunların
her biri, belli uzunlukta alıntıları hak etmektedir.
Seton-Watson'un ilk oku, Avrupa'nın birliğini, yalnızca NATO'nun gü-
venlik veya Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun ekonomik çıkarları üzerine inşa
etmek isteyen dar ufuklulara yönelmiştir:
"Pozitif bir ortak amaca olan ihtiyacı; tereyağının fiyatından daha heyecanlı, sa-
vunma anlaşmaları ödeneğinden daha yapıcı bir şeye, bir Avrupa gizemciliğine
olan ihtiyacı yabana atmayalım." 44
Üçüncü ok, basit veya monolitik bir Avrupa kültürü görüşünü taşıyanlara yö-
nelmiştir:
"Avrupa kültürü kapitalizmin veya sosyalizmin bir aracı değildir: Avrupa Ekono-
mik Topluluğu Eurocraı'larının (Avrupa Topluluğu bürokratları) veya herhangi
bir başkasının tekelinde de değildir. Ona sadakat borçlu olmak, öteki kültürler
üzerinde üstünlük iddia etmek anlamına gelmez. Avrupa kültürünün birliği, sa-
dece her birimizin atalarının üç bin yıllık emeklerinin nihai ürünüdür Karşılaya-
bileceği tehlikeler konusunda sorumluluk üstlenmekten kaçındığımız, şimdiki ve
geleceğin genç kuşaklarını yoksun bırakmanın ise bir suç oluşturacağı bir miras-
ın. Tersine, görevimiz onu korumak ve yenilemektir." 47
Avrupa-merkezcilik
Avrupa taı ihyazımı, sırf konuyu dağıtmamak amacıyla dikkatini Avrupa konu-
ları üzerinde yoğunlaştırdığı için Avrupa-merkezcilikle suçlanamaz. Avrupa-
merkezcilik bir tavır sorunudur, içerik sorunu değil. Avrupalı yazarların, ken-
di uygarlıklarını üstün ve kendine güvenir, kendine yeter kabul eden ve Avru-
palı olmayan görüş açılarım dikkate alma gereğini duymayan geleneksel eği-
limlerine atıfta bulunur. Avrupa tarihinin esas olarak Avrupalılar tarafından ve
Avrupalılar için yazılmış olmasında da şaşırtıcı veya üzücü bir yan yoktur.
Kendi köklerini arama duygusu herkeste vardır. Ne yazık ki Avrupa tarihçile-
ri, konularına genellikle Narkissos'un sadece kendi güzelliğinin yansımasını
görmek için havuza baktığı gibi eğilmektedirler. Avrupa uygarlığını Tanrı'nın
arzularıyla özdeşleştirmesinden bu yana Guizoi'un birçok taklitçisi türemiştir.
"Avrupa uygarlığı, ezeli ve ebedi gerçeğe, Tanrı'nın yoluna... g i r m i ş t i r . " G u i -
zot ve pek çok benzerine göre Avrupa vaat edilmiş toprak, Avrupalılar seçil-
miş halktır.
Birçok tarihçi, bu "kendine hayran" tutumu sürdürmüş; Avrupa örneği-
nin, diğer büıün halklar için özlenen bir model oluşturduğunu açıkça ve sık
sık savunmuşlar, hatta Avrupa kültürünün komşu Afrika, Hint veya İslam kül-
türleri ile karşılıklı etkileşimine, yakın zamana kadar pek az önem vermişler-
dir. Avrupa uygarlığını, öncelikle "Töton Kabilelerinin eseri olarak gören
Amerikalı ünlü bir bilim adamı, 1898'de yazdığı kitabında, Avrupa'nın evren-
sel model olduğunu bir "bilinen" olarak ele almıştır:
"Antik dünyanın mirasçıları, klasik temel üzerine istikrarlı yeni bir uygarlığı ya-
vaş yavaş kuran Tölon kabileleridir; ve bu uygarlık, son zamanlarda dünyaya ya-
yılmaya ve ortak etkiler altında yeryüzünün tüm sakinlerini sıkı ilişkiler içine
sokmaya başlamıştır." 51
Oxford Üniversitesi Yayınevi yakınlarda tek ciltlik bir Avrupa tarihi yayımla-
maya karar verdiğinde yazarlar, önsözlerine benzer bir tercih duygusunun et-
kisiyle başlamışlardır:
"Çeşitli dönemlerde birçok büyük uygarlık var olmuş ise de; en derin ve en geniş
etkiyi uyandıran ve şimdi de (Allantik'in her iki yakasında gelişıiği üzere) dünya-
nın bütün insanları için standart oluşturan, Avrupa uygarlığıdır."52
Batı Uygarlığı
Avrupa tarihi iki yüz yılın büyük bir bölümünde, "Balı uygarlığı" mirasıyla sık
sık karıştırılmıştır. Gerçekten, "Batılı" olan her şeyin uygar, uygar olan her şe-
yin Batılı olduğu izlenimi yaratılmıştır. Abartmalar veya sadece ilgisizlik yü-
zünden, belli belirsiz dahi olsa Doğulu veya "oryantal" olan her şey, geri ve
ikinci sınıf sayılmaya ve dolayısıyla de ihmal edilmeye layıktır. Bu hastalığın
belirtilerinin bulunduğu çalışmalar, İslam ve Arap dünyasına karşı Avrupalı
tavrı içinde, yani "Oryantalizm" adı verilen gelenek içinde ustaca sunulmuş-
t u r 6 0 Ama bunun, Avrupa'nın kendi bazı bölgeleriyle, özellikle Doğu Avru-
pa'yla ilgili olarak da aynı güçte işlediği kolayca kanıtlanabilir. Kısaca, Batı Uy-
garlığı, her ne kadar Avrupa'nın çok ötesindeki uzak diyarlar için
kullanılabilirce de Avrupa'nın bütününü kapsayacak şekilde ele alınamaz.
Kendilerini "Batılı" (özellikle İngiliz, Fransız, Alman ve Kuzey Amerika-
lı) olarak görmeye düşkün tarihçiler, Avrupa'nın geçmişini tam olarak görme-
ye nadiren gerek duyarlar. Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde, Batı Avrupa'nın
daha batı kesimleri kadar fazla durmaya gerek duymazlar. "Avrupa" veya "Hı-
ristiyan âlemi" başlığını taşıyan, ama bununla hiçbir ilgisi olmayan birçok
maskara tarih çalışması gösterilebilir. Birçok "Avrupa uygarlığı" araştırması,
kendisini sadece Yarımada'nın vine kendisinin seçtiği parçalarıyla ilgili konu-
lara hapseder. Bu tür çalışmalarda tıpkı Polonya, Macaristan, Bohemya, Bi-
zans, Balkanlar, Baltık devletleri, Beyaz Rusya, Ukrayna, Kırım veya Kafkasya
gibi; Portekiz, irlanda, Iskoçya, iskandinavya da yoktur. Rusya bazen vardır,
bazen yoktur. Dolayısıyla, bu Batı uygarlığı her ne idiyse, Avrupa tarihinin
özetlenmesinde dürüst bir tavır içinde değildir. Bu "Batı" her neyse, Batı Av-
rupa'nın tam bir eşanlamlısı değildir. 61 Bu, çok tuhaf bir olgudur. Avrupa ta-
rihçilerinin, kendilerini, sıradan peynirler kadar delikli bir peynir olan Grav-
yer üreticileri gibi gördükleri varsayılabilir.
Örnekler çok, ama üç ya da dördü de yeterlidir. Seçkin bir Oxford hocası
tarafından yazılan Ortaçağ Avrupa Tarihi, uzun bir süre konuya standart bir gi-
riş olma görevini yerine getirmiştir. Ancak önsözü okuyanlar, içerikle başlığın
uyuşmadığını görünce şaşıracaklardır:
"Benim doğu mılliyelçiliği dediğim şey, Slavlar arasında olduğu kadar Afrika ve
Asya'da ve... Latin Amerika'da da gelişmiştir. Buna, 'Avrupalı olmayan' diyeme-
dim; en iyisinin doğu' demek olduğunu düşündüm; çünkü ilk kez Batı Avru-
pa'nın doğusunda ortaya çıktı." 66
"Ait oldukları, bilinçli olarak iletici bir uygarlığa... uyarlanan dilleri vardı. Bu uy-
garlık içinde, yetenekleri ödüllendirmede tarafsız üniversiteleri ve okulları vardı.
Dünya çapında ünlü,., felsefecileri, bilim adamları, sanatçıları ve şairleri... vardı.
Yüksek mesleki niteliğe sahip hukukçuları, doktorları vb. uzmanları vardı. (...)
Kendilerini İngilizlerle, Fransızlarla aynı düzeye koymaları için, kendilerine ya-
bancı olan neyse onu alıp, kültürel olarak donanmaya ihtiyaçları olduğunu dü-
şünmüyorlardı. (...) En acil ihtiyaçları, onlara göre, kendi ulusal devletlerini kur-
maktı. (...)
Slavların, daha sonra Afrikalı ve Asyalıların durumlarıysa tamamen farklıy-
dı." 67
Avrupa Yarımadasının çok ötesine uzanan Roma /mpdrmorîugtı, her şeye ragıuen
Avrupa'nın gelişmesi üzerinde sürekli bir etki yaratmıştır. Bugün bile, bir zaman-
lar imparatorluğun tamamlayıcı parçasını oluşturmuş Fransa veya İspanya gibi ül-
kelerle Romalıların hiçbir zaman ulaşmadıkları Polonya veya İsveç gibi ülkeler
arasında belirgin bir fark vardır. Bu çerçevede "Batı", Avrupa'nın, Roma mirasın-
dan pay iddia edemeyen kısımlarıyla değil, edebilen bölümleriyle örtüşür (Bkz.
Harita 3).
Merkez üs olarak Avrupa'da yerleşmiş olan Hıristiyan uygarlığı, yedinci yüz-
yıldan itibaren Islamiyeı ile olan dinsel sınırla tanımlanmıştır (Bkz. Bölüm IV).
Hıristiyanlık Batı'dır, islamiyet Doğu.
Katolik Dünyası, özellikle 1054 bölünmesinden sonra Roma ve Yunan kilise-
lerinin farklı gelenekleri ve Uatincenin evrensel dil olarak kullanılması üzerine in-
şa edilmiştir. Dinsel ve laik oıoriıenın birbinden genellikle ayrı durması nedeniyle
başta Rönesans, Reform, Bilimsel Devnm, Aydınlanma olmak üzere konformist
olmayan hareketlerin başarısını kolaylaştıran bir Avrupa, bu özelliğiyle Katolısiz-
min eşitidir (Bkz. Bölüm VI!).
Protestanlık, on altıncı yüzyılda Katolik denetimini kıran Kuzey Avrupa ülke-
leri grubu içinde Batı uygarlığına yeni bir odak sağlamıştır. İspanya veya Polonya
gibi büyük Katolik güçlerin dramatik çöküşüne, deniz ve kara gücü üstünlüğü-
nün ekonomik ve teknolojik yeteneklerle desteklendiği Birleşik Eyaletler, ingilte-
re, İsveç ve daha sonra da Prusya'nın yükselimi eşlik etmiştir.
"Batı uygarlığı'mn Fransız iüicvi, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda üs-
tünlük kazanmıştır. İfadesini, her ikisi de sürekli bir etkinliğe sahip olan laik Ay-
dınlanma felsefesinde ve 1789 Fransız Devriminin ideallerinde bulur. Fransız dili,
Almanya ve Doğu Avrupa'nın okumuş eliılerince kabul görmüş; bu da Fransızca-
yı bugün bile. eski saltanat günlerindeki Latinceden çok daha evrensel hale getir-
miştir.
Batı uygarlığının emperyal d'irevi, 1914 öncesi uzun Avrupa barışı döneminin
önde gelen emperyal güçlerinin sınırsız özgüvenlerine dayanmakladır. Bu türev
başkalarına hükmetmek için Tanrı vergisi "emperyal ırk" hakkına olan inanç ve
kendilerini kültürel, ekonomik ve anayasal gelişme olarak üstün görmeleri tara-
fından ateşlenmektedir. Almanya, İngiltere ve Fransa, önyargılarıyla diğerlerini de
etkileyen açıkça lider ülkelerdir. Portekiz veya Hollanda gibi öteki büyük impara-
torluk-sahipleri Avrupa içindeki küçük oyunculardır. Rusya ve Avusturya ise, et-
kileyici emperyal güçler idiyseler de, otekı nitelikler açısından yeterli değillerdi.
Zengin emperyal kulüp için Bau, ileri endüstriyel ekonomileri ve gelişmiş idari
sistemleri tarafından; Dogu ise köylü toplumlar, devletsiz uluslar ve kaba otokra-
siyle belirlenmiştir.
MatlîSiSI türev, emperyal türevin aynadaki yansımasıdır. Marx ve Engels, Batı
Avrupa'nın emperyalist ülkelerinin yüksek bir gelişme düzeyine ulaştığı önerme-
sini kabul etmişler; ancak Batı'mn bu erken gelişmesinin yine erken bir çöküş ve
devrimle sonuçlanacağına inanmışlardır. Onların bu kanaatlerinin, yaşadıkları
dönemde çok fazla ağırlığı olmamış, ama Marksizm-Lenınizıu'in beklenmedik bi-
çimde Sovyeıler Birliği'nin resmi ideolojisi olarak kabul edilmesiyle, bir sure için
büyük bir önem kazanmıştır.
Balı uygarlığının birinci Alımın türevi, Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla
hız kazanmıştır. Orta Avrupa'nın, özellikle Avusturya'nın Almanya tarafından yö-
netileceğini düşünür, Fransa ve Rusya'nın askeri yenilgisini ve gelecekteki büyük-
lüğün Anglosakson güçlerce paylaşılmasını umut eder. Bu görüşü destekleyenler;
Fransa ile rekabetleri liberalizmi ve "1789 düşünceleri"ni reddedişleri, Abendlich
(Batıya aiı olan) ve Wesdirfi (Batı) arasında bir fark yarattığı halde, Almanya'nın
Doğu Avrupa1 da ki uygarl aştırma misyonundan fıiç kuşku duymamışlardır. Proje-
nin siyasi formulasyonu, Friedrich Naumann ile yakından ilişkili olup, Alman-
ya'nın 1918'deki yenilgisiyle kesin olarak ortadan kalkmış, bu yok oluşun yası da
Spengler'in Der tmlergnng des AbmJli]ml«'ınde (1918-1922) (Batı'mn Çöküşü) tu-
tulmuştur. Laik kültür alanında MıHeleuropti'nın (Orta Avrupa) değer ve inançlar
sistemi, sırtını Doğu ya dönmüş ve Alınan yaşam tarzını ve dilini tam da Alman-
ya'nın emperyal hırsının dorukta olduğu dönemde benimseyen güçlü bir Yahudi
unsurun etkisine çok şey borçludur 68 (WIENER WELT).
Ban uygarlığının WASP lıırevi (White İBeyazl Anglosakson Protestan; Ameri-
ka tarihinin oluşum yıllarında etkin sosyal ve kültürel grup). Birinci Dünya Savaşı
sırasında açığa çıkan, ABD ve İngiliz imparatorluğunun ortak çıkarları sayesinde
gerçekleşmeye başlamıştır. O dönemdeki Amerikan seçkinlerinin İngilizsever eği-
limlerine, Protestanlığın paylaşılan geleneklerine, parlamenter yönelime ve örf ve
âdet hukukuna, Avrupa'daki Alman egemenliğine muhalefete ve bugün uluslara-
rası iletişimin başlıca aracı haline gelen İngiliz dilinin üstünlüğüne dayanmışıır.
Amerika'nın geleneksel emperyalizm biçimlerim küçümsemesine rağmen, ABD'yi
Avrupa emperyal güçlerinin dengi sayar. En bilinen kültürel anıtları, "Büyük Ki-
taplar Projesi"nde (1921) ve Entycfopoedıcı Bnfannıaı'yı İngilizlerden almalarında
görülmekledir. Bunun stratejik yansımaları, diğer yansımalarla birlikte, "jeopoliti-
ğin babası" Sir Haiford Mackinder 69 tarafından formüle edilmiş ve ilk kez 1922
Washington Konferansı'nda dile getirilmiş; ABD'nin 1941'de Avrupa'ya çıkışından
ve Büyük İttifakın onaylanmasından sonra lam güçle yaşama geçirilmiştir. Etkin-
lik alanı açısından küresel olup, odaklandığı yer "Orta-Adantik"tir. Pasifik'te ingi-
liz imparatorluğunun gerilemesi ve Amerikan çıkarlarının öne çıkmasından sonra
kaçınılmaz olarak zayıflamış; İngiltere'yi, NATO ve onu izleyen Avrupa birleşme-
sine yardımcı olan bir "özel ilişki'yle baş başa bırakmış ve yirminci yüzyılın geri
kalan kısmında da egemen olan, karakteristik bir "Müttefik Tarih Planı"nııı esııı
kaynağı olmuştur (Bkz. aşağıda).
Ban uygarlığının ikinci Alman tiirevi, Nazilerce tasarlandığı uzcre, birinci tü-
revinin birçok özelliğini korumuş, ama kendine özgü bazı özellikler, örneğin
"Ari" ırkçılığı, Büyük Alman milliyetçiliğini, pagan milliyetçiliğini ve Bolşevik
karşıtlığını da eklemiştir, Almanya'nın, Avrupa'da üstünlük için I933'te başlayan
ve 1945 in yıkıntıları arasında sona eren ikinci kalkışmasının temelini oluşturur.
Yahudileri özellikle dışlar.
Batı uygarlığının Amerikan türevi, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin li-
derliğini kabul eden ve Amerikan demokrasi ve kapitalizmine kur yapan ülkeler
grubu içinde oluşmuşlur. Eski Anglosakson türevinden doğmuş; ama zamanla
Avrupalı kökenini terk etmiştir. Artık WASP'in Amerikan toplumundaki üstünlü-
ğüne de, İngiltere'nin Avrupa'daki Amerikan ajanlığı şeklindeki temel rolüne de
bağımlı değildir. Nitekim, çekim merkezi, kısa sürede Orta-Atlanıik'ten "Pasifik
Kıyısı "na kaymışlır. Batı Avrupa'daki NATO ülkelerine ek olarak Japonya, Güney
Kore, Filipinler, Avustralya, Güney Afrika, İsrail, hatta Mısır, Suriye ve Suudi
Arabistan'a kadar "Batılı"(!) ülkeler tarafından desteklenmiş ve Soğuk Savaş'ın
kırk yılı boyunca dünya çapındaki komünizm tehdidi algısıyla canlı tutulmuştur.
Doğrusu, bu anlayışın daha ne kadar kendini "Batı" diye nitelemeye devam edece-
ği merak konusudur.
Ban uygarlığının Avrupa tiirevi, yeni bir Avrupa (Batı) Topluluğu'nu yavaş
yavaş olgunlaştırma çabaları içinde ortaya çıkmıştır. Demir Perde'nın varlığına,
Fransız-Alman uzlaşmasına, deniz aşırı imparatorlukların reddine, Avrupa Eko-
nomik Topluluğu'nun maddi refahına ve Anglosaksonların nüfuzunu sınırlama
arzusuna dayanır. Geriye doğru Charlemagne'a, ileriye doğru, kurucu üyelerinin
liderliğinde birleşen bir Avrupa federasyonuna yönelir. Topluluk, kendi temel fa-
aliyetini ekonomi alanıyla sınırladığı sürece, Amerika'nın Batı'va alternatif vizyo-
nuyla veya Amerika liderliğinde kendisini savunan NATO ile yarışabilmesi müm-
kün değildir. Ama İngiltere'nin devreye girişi. Demir Perde'nin çöküşü, daha ya-
kın siyasal ve parasal birlik planlan ve birliğe üyeliğin doğuya doğru yayılması
umudu, derin bir kimlik ve niyet bunalımına yol açmak üzere hep bir araya gel-
miştir.
(Doğu Tanrt'nın; Batı Tanrının; Kuzey ve Güney toprakları ise oııun ellerindeki barış
içinde dinlenmede.)74'
Ulusal Tarilıler
Modern zamanlarda hemen her Avrupa ülkesi, bir bütün olarak Avrupa tarihi-
ni öğrenmek için harcadığı enerji ve kaynaktan daha fazlasını kendi ulusal ta-
rihini öğrenmek için harcamıştır. Cok anlaşılabilir nedenlerle, parçalar bütün-
den daha önemli görülmüştür. Dil engelleri, siyasi çıkarlar ve en küçük
direniş çizgisi, ulusal tarih yazmanın egemen kalelerini yaşatmaya ve buna eş-
lik eden davranışları sürdürmeye yardımcı olmuştur.
Sorun, eski alışkanlıkların siyasi çöküş veya ulusal yenilgilerle asla altüst
edilmediği İngiltere'de özellikle şiddetlidir. Son zamanlara kadar ingiliz tarihi,
genellikle Avrupa tarihinden ayrı, farklı bir uzmanlık, ayrı deı-sler, ayn öğret-
menler ve ayrı kitaplar gerektiren bir konu olarak ele alınmıştır. Geleneksel
dar görüşlülük, Britanya tarihini İngiliz tarihiyle eş tutan bir başka yaygın ge-
lenekle çakışmakladır. (Sadece en yaramaz, en haylaz tarihçiler kendi yazdık-
ları "İngiliz Tarihi"nin yalnızca İngiltere'yle ilgili okluğunu belirtirken sıkıntı
duyar.) 7 9 Politikacılar, yanlış kurulan denklemi düşünmeden kabul etmiştir.
1962 de, "Majestelerinin M u h a l e f e t i n i n lideri, İngiltere'nin Avrupa Ekonomik
Topluluğu'na katılmasına karşı çıkarken, tamamen yanlış bir şekilde, böyle bir
adımın "bin yıllık Britanya tarihinin sonu" demek olduğunu açıklayabilmiş-
tir. 80 İngilizler, sadece içine kapanık yaşayan dar görüşlü adalılar olmadıkları
gibi, çoğuna kendi adalarının temel tarihi hakkında hiçbir şey öğretiltnemiştir.
Benzer davranışlar üniversiteye de hâkimdir. Onurlu istisnalar kuşkusuz
vardır; ama Britanya'nın en büyük tarih fakültesi, I974'e kadar "Britanya tari-
hi" öğretmeye başlamamış; bu tarihten sonra bile konu neredeyse tamamen
"İngiliz" kalmaya devam etmiştir. Öğrenciler İrlanda, Iskoçya, Galler hakkın-
da nadiren bir şeyler öğrenmekledirler. "Avrupa tarihi"nden sınava girdikle-
rinde, Doğu Avrupa hakkında isteğe bağlı birkaç soruyla karşılaşırlar; Britanya
hakkında ise hiç soru sorulmaz. Buradan çıkartılacak çıplak sonuç, İngilte-
re'nin ötesindeki her şeyin yabancı sayıldığı bir dünya görüşüdür 81 Bir muha-
life göre, aslı astarı olmayan lemel varsayım, "Britanya Tarihi açısından önemli
olan her şey, Britanya davasının deyimleriyle açıklanabilirdir. Veya yine "Bri-
tanya" (aslında İngiliz) tarihinin Avrupa tarihinden derin bir şekilde kökten
ve yoğun ayrılığı... güçlü bir daraltıcı kültürel faktör haline gelmiş dar görüş-
lülük yaratır" demektedir. 8 2 Bir başka haşin eleştirmene göre bir genel yapılar,
gizli araştırma ve aşırı profesyonelleştirme bileşimi, Britanya tarihini "tutarsız-
Iık" noktasına indirgemiştir. Bu eleştirmen de, "Okullarda olduğu gibi üniver-
sitelerde de, tarihin bir eğitim sağladığı inancı... neredeyse ortadan kalkmıştır"
diye yazmıştır. 8 3
Britanya üniversitelerinde öğretildiği şekliyle kültür tarihi, dar bir ulusal
odağa bağlanmıştır. Geniş uluslararası karşılaştırmalar yerine eski moda ulusal
kökler çalışmaları tercih edilmektedir. Örneğin Oxford Üniversitesinde ingi-
lizce fakültesinin bütün öğrencileri için zorunlu tek konu olarak sadece Beo-
wulPun Anglosaksonca metni kalmıştır. 8 4 Çok yakın zamanlara kadar Oxford
Üniversitesi Modern Tarih Fakültesindeki tek zorunlu okuma parçası, Aziz
Bede'in yedinci yüzyılda yazdığı "İngiliz Kilisesi ve Halkının Tarihi"nin Latin-
ce metnidir. 8 5
Benzer gariplikler, kuşkusuz bütün ülkelerde vardır. Örneğin Almanya'da
üniversiteler, "akademik özgürlük" konusunda Humboldt ilkesinin yarattığı
sorunların sıkıntısını çekmektedir. Alman tarih hocaları, ne istiyorlarsa onu
öğretmekte serbest olmakla ünlüdürler. Alman tarih öğrencileri, hocalarının
sunduğu menüden seçtikleri herhangi bir şeyi öğrenmekte özgürdürler. Üni-
versitelerin çoğunda tek kural, her öğrencinin antik, orta ve modern çağ tari-
hinden birini seçmek zorunda olmasıdır, Bu nedenle Alman devletinin yoğun
baskısının yaşandığı dönemde, resmi ideolojiye sempati duyan profesörler,
menliye ağır bir Alman ulusal tarihi dosyası yüklemekte özgür olmuşlardır
(Yeniden Tötoıı kabilelerine dönüş). Devletin müdahaleden kaçındığı daha ye-
ni dönemlerde de, ilgilenen her öğrenci, Alman ulusal tarihini tümüyle öğre-
nebileceği bir menü düzenlemekte özgür olmuştur.
Ulusal taraflılık, ulusal çarpıtma sorunu, en çok okul kitaplarında ve po-
püler tarih kitaplarında görülür. Tarihçilerin, ellerindeki malzemeyi yoğunlaş-
tırmak ve birleştirmek zorunda olmalarından daha zoru, önyargılarına hâkim
olmaları, önyargılarını dizginlemeleridir. Bu iş için pek az yorum gereklidir.
İlk olarak, çoğu Avrupa ülkesinde tarih eğitiminin geleneksel olarak güç-
lü bir milliyetçi çeşniye sahip olduğu bir veri olarak kabul edilebilir On doku-
zuncu yüzyıldaki köklerinde tarih öğretimi, vatanseverliğin hizmetine veril-
miştir. En ilkel şekliyle, iktidardaki hanedanların unvanları, mensuplarının
adlan ve hanedana ilişkin tarihlerin biraz fazlasını kapsayan bir listeden iba-
rettir. Buradan ulusun kahramanlarına, zaferlerine ve başarılarına ilerlemiştir
[BOUBOULINA]. En aşırı biçimiyle ise, okul çocuklarını, ulusun savaşlarında
ölen ve öldürenler olarak gelecekteki rollerinden sınava tabi tutmakla işe baş-
lamıştır. 8 6 Ama milliyetçi tarih öğretiminin karşı çıkılmadan uygulandığını
varsaymak da doğru olmaz. Daha geniş ufukların da fark edilmesini öğretmeye
çalışma yönünde bir karşı akım uzun süre var olmuş ve uygulamalar, en azın-
dan Ban Avrupa'da 1945'ıen sonra radikal biçimde değişmiştir. 87
Örneğin "Modern tarih" üzerine, Avusturya Galiçya'sında 1889'da yayım-
lanan dikkate değer bir kitap, milliyetçilik çağının kabullerine doğrudan karşı
çıkmıştır. Ortaokul ve liseler için Lehçe hazırladığı kitabını, o zaman Rus
hâkimiyeti altındaki kendi kentinde serbestçe yayımlayamamış Varşovalı bir
tarihçi olan yazar, öncelikleri şöyle açıklamıştır:
"Modern çağın mücadele ve başarılarında, uluslar kendi adlarına değil kolektif
olarak hareket eder. Karşıltklı ilişki içindeki grup ve müttefikler halinde bir araya
gelirler, "Eşzamanlı yöıııem'i. bu nedenle kullanmak, yani herhangi belirli bir dö-
nemin olaylarına karışan bütün uluslar adına konuşmak zorundayız. Böyle bir ge-
nel tarih, olaya karışan bütün ulusların lam bir resmini sunamaz... ve onların te-
kil tarihleri... öze!, ulusal tarihler kategorisine girmelidir." 88
"Avrupa tarihi, kendi parçalarının toplamından fazla bir şey olabilir; ama bütün
de kendine özgü nitelikleriyle bu parçalar incelenmeden inşa edilemez. (...) Ulu-
sal larih bizi tatmin etmeyebilir; ama "Pan-Avrupa tarılıi"ne ulaşmak da kolay de-
ğildir." 98
Bu bilgece bir önermedir. Asıl söylemek isiedigiyse, daha geniş bir Avrupa
topluluğunun yavaş yavaş oluşmasıyla birlikte, Avrupa tarihinin yeniden for-
müle edilmesinin yavaş yavaş ilerlemesi gerektiği, bunun da bir günde oluştu-
rulamayacağıdır.
Ne yazık ki milliyetçilik yavaş ölmektedir. Nisan 1605'te, İngiltere ile Is-
koçya'nın özel bir birlik içinde birleşmesinden hemen sonra Sir Francis Bacon,
Lordlar Kamarası Başkanina "her iki ulusun adil ve tam, tek bir tarihinin ya-
z ı l m a s ı n ı tavsiye eden bir mektup yazmıştır. Bu öneri hâlâ gerçekleşmemiştir.
Britanyalı kimliği sorununu işlemeye çalışan birkaç Britanya tarihçisinden bi-
rinin sözleriyle, "Britanya'nın yapısı hakkında temel sorular sormaya yönelik
kökleşmiş isteksizlik bugün de sürmektedir." 9 9
Avrupa ile ilgili çağdaş görüşler, iki dünya savaşının duygu ve deneyimlerin-
den, özellikle "Büyük ittifak "ın zaferinden büyük ölçüde etkilenmiştir.
1918'deki, 1945'teki ve I989'da Soğuk Savaş'ın sonundaki zaferleri sayesinde
Batılı Güçler, olaylarla ilgili yorumlarını bütün dünyaya yayabilme olanağını
bulmuşlardır. Bu noktada, özellikle ulusal bir suçluluk duygusuna ek olarak
Müttefiklerin yeniden-eğitim politikalarıyla ikna edilme katsayısı yükseltilen
Almanya'da başarılı olmuşlardır.
Mütıefikler'in savaş zamanındaki tavırlarından çıkartılan öncelik ve ka-
buller, yirminci yüzyıl irdelemelerinde fazlasıyla sık kullanılmıştır ve bunlar
bazen daha uzak dönemlere de yansıtılmışıır. Bunları şöylece özetleyebiliriz:
— "Atlantik toplumu"nun, insanlığın gelişiminin doruk noktası olarak
sunulduğu tek ve laik bir Batı uygarlığına olan inanç. Anglosakson demokrasi-
si, Magna Carta geleneği içinde hukuk devleti ve kapitalist bir serbest piyasa
ekonomisi, "lyi"nin en yüksek biçimi sayılmaktadır. Bu anlayışın kilit noktala-
rı Wilson İlkelerinden kendi kaderini tayin etme ( 1 9 1 7 ) hakkı ve Atlantik
Şam'dır ( 1 9 4 1 ) .
— 1 9 3 9 - 1 9 4 5 arasındaki İkinci Dünya Savaşı'ntn, "Faşizme karşı Savaş"
ve "lyi"nin "Kötü"ye karşı galibiyetini tanımlayan olay olarak algılandığı "an-
ti-faşist" ideoloji. Faşizme karşı çıkmak veya ondan zarar görmek, övgüye la-
yık olmanın en büyük ölçüsüdür. Faşizmin karşıtları ve mağdurları, hayranlık
ve sempatinin en büyüğüne layıktır.
— İki kez yenilmiş bir düşman olan Almanya'ya, sanki o bir şeyıanmışça-
sına duyulan bir ilgi. Almanya, hem Birinci Dünya Savaşı'na neden olan uğur-
suz emperyalizmin hem de İkinci Dünya Savaşı'nı tahrik eden öldürücü fa-
şizm etiketinin birincil kaynağı olarak kınanmaktadır. Savaşa Almanya yanın-
da katılan birey ve uluslar, özellikle 1 9 3 9 - 1 9 4 5 arasında "işbirlikçi" damgasını
taşımıştır. (N. B. Alman kültürü ile Alman politikaları karıştırılmamalıdır.)
— Hoşgörülü ve romantize edilmiş bir Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği
görüşü; Doğudaki, kısaca "Rusya" diye adlandırılan stratejik müttefik, tstik-
rarlı olarak Baıı'ya yaklaşması adına, Rusya'nın açık hataları asla düşmanların-
kiyle aynı görülmemiştir. Antifaşist ittifak içindeki bir ortak olarak Rusya'nın
olağanüstü özveriyle faşizme diz çöktürmüş olması, sicilindeki bütün olumsuz
kayıtlardan daha ağır basmaktadır.
— Avrupa'nın, Doğu ve Batı diye ikiye bölünmesinin sessizce kabulü.
Mademki daha ileri olan Batı'da Atlantik değerlerinin egemen olması bek-
lenmektedir, o halde Rusya'nın anlaşılabilir güvenlik arzusu da onun Doğu'ya
hâkimiyetini haklılaştırmaktadır. Batılı güçlerin, kendilerini muhtemel bir Rus
yayılması tehdidine karşı korumaları doğaldır, ama onlar da Rusya'nın meşru
nüTuz alanına müdahale etmemelidirler.
—• Yukarıda belirtilen konularda güveni artırmayacak bütün gerçeklerin
bilerek ihmal edilmesi.
Müttefik Tarih Anlayışı doğal olarak iki dünya savaşının politika ve sem-
patilerinden doğmuştur ve asla bilinçli veya kesin olarak formüle edilmemiş-
tir. Ozgıır toplumların şamatası içinde, ne bir tekel kurabilir ne de sistematik
olarak yanlışlaııabilir. Ama İkinci Dünya Savaşı'ndan yarım yüzyıl sonra bile
her yerde, akademik tartışmalarda ve belki bilmeden hükümetlerin politika
kararlarını aydınlatan kavramsal çerçevede açıkça yer almaktadır. Müttefik as-
kerlerin, Hiıler ve Stalin'in "aynı derecede kötü" olduklarını söyledikleri için
resmen tutuklandıkları günlerin doğal kalıntısıdır. 1 0 4
Akademik sahada Müttefik Anlayış, tartışmalar ve özel konularda olduğu
kadar, kurumsal öncelikler ve yapılarda da etkili olabilmiştir. Tarih ve siyaset
biliminde. Nazizm ve Nazizm ile ilgili konulara yönelik araştırmanın ve özel-
likle Amerika'da Alman araştırmalarının önceliğinin kırılmasına katkıda bu-
lunmaktadır. Doğu Avrupa'yla ilgili konuların analizinin, neden ayrı "Sovyet"
veya "Slav" araştırma enstitülerinde sürdüğünün, Sovyeloloji mesleğinin Sov-
yet yaşayışının gerçeklerini açıklamaktan neden açıkça kaçındığının açıklan-
masına yardımcı olmaktadır. 1 0 5 Sovyet ve Slav dünyası içinde Rus kültürünün,
genellikle Rus olmayan kültürlerin toptan dışlanmasına varacak ölçüde aşırı
önem kazanmasından kısmen sorumludur. Bütün bunların da ötesinde, ikinci
Dünya Savaşı'yla ilgili görüşleri kuşatan varsayım ve aldatıcı görüntülerin için-
de de Müttefik Anlayış vardır. Bu savaştan yarım yüzyıl sonra, Müttefik efsa-
nesine aykırı olayların çoğunun küçültülmesi veya hesaba alınmaması devam
etmektedir [ALTMARKT] İKATYN) IKEELHAUL],
Savaş dönemine ilişkin pek çok basmakalıp inanç, özellikle Doğu Avrupa
ile ilgili olanları ebedileştirilmiştir. Bu ön kabullerin çeşitli ulusların Müttefik
amaçlarına boyun eğme derecesine bağlı olarak keskin bir algılama hiyerarşisi
içinde işlemekte oldukları gözlemlenebilir. Örneğin Rusya ile uzun bir işbirli-
ği ve Almanya ile uzun bir düşmanlık geleneğine sahip olan Çekler ve Sırplar,
Müttefik şemaya gayet iyi uymuşlardır. Dolayısıyla, "cesur", "dost" ve "de-
mokratik" diye selamlanabilirler. En azından Bosna'daki savaşa kadar... Buna
karşılık Batı'nın dostluğunu reddettiği ve düşmanla işbirliği yaptığı düşünülen
Slovaklar, Hırvatlar ve Baltık ulusları benzer iltifatlara layık görülmemişlerdir.
Polonyalılar ise her zaman olduğu gibi hiçbir şemaya uymamışlardır. Alman
saldırganlığına direnmelerine bakılıp azimle demokrasi için savaştıkları nasıl
söylenebil irse, Sovyet saldırganlığına karşı direndikleri için de "hain", "faşist",
"sorumsuz" ve "antidemokrat" oldukları söylenebilir, Ukraynalılarda sınıflan-
dırmaya karşı koymuşlardır. Muhtemelen (Alman işgali dolayısıyla) en çok si-
vil kayıp veren Avrupa ülkesi oldukları halde, asıl siyasi amaçları, Sovyet ve
Rus hâkimiyetinden kurtulmaktır. Böyle can sıkıcı bir ulusla ilgili olarak yapı-
lan en iyi şey, mevcut değillermiş gibi davranmak ve "Küçük Ruslar" oldukları
yolundaki Çarlık yalanını kabul etmek olmuştur. Oysa gerçekte Ukraynalılar
ne küçüktür ne de Rustur [UKRAYNAI.
Siyaset alanında Müttefik Anlayış, ABD'nin İngiltere'yle varsayılan "özel
ilişki "sinin lemel taşı ve demokratik Almanya ile demokratik Japonya'nın Bir-
leşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi organlara alınmamasının kaynağı ol-
muşııır. Bu durum, bir İngiliz Başbakan Fransız Cumhurbaşkanını "Magna
Carta" ve "İnsan Hakları"nın göreceli yararları konusunda azarladığı zaman,
veya bir Avrupa "süper devleti" beklentisi Pitt veya Churchill'inkini anımsatan
tavırlarla yıkıldığı zaman açıkça ortaya çıkmıştır. İngiliz Avam Kamarası'nda,
sanki başka savaş suçu yokmuş gibi, savaş suçlarını, "Almanya'da veya Alman
denetimi altındaki topraklarda" işlenen savaş suçlarıyla sınırlayan bir Savaş
Suçları Yasası lehine verilen oyların altında yatan da Müttefik Anlayıştır. Was-
hiııgton'da bir ulusal Soykırım Anıt Müzesi açılmasında da Müttefik Anlayışın
bulunduğu söylenebilir. 1 0 6
Ancak Müttefik Anlayışın hâkimiyetinin belki en güçlü göstergesi, 1989'
dan sonra komünizmin çöküşüne gösterilen tepkilerdir. "Gorbymania"nın
(Gorbi manyaklığı, e.n.) patlak vermesi, savaş dönemi müttefiklerinin (önce
SSCB ve sonra Yugoslavya) bütünlüğüne verilen öncelik ve Doğu Avrupa'da
yurtseverlikle milliyetçiliğin kasten karıştırılması, ancak önceden oluşmuş ta-
rihi reflekslere dayanarak açıklanabilir. Batı kamuoyunun "Rusya" ve "Sovyet-
ler Birliği"nın aynı şey olmadığını; Gorbaçov'un çok nefret edilen bir rejimin
başı olduğunu; Yugoslavya Federasyonu'nun bir komünist cephe örgülü oldu-
ğunu; en aşırı milliyetçiliğin Sırbistan'ın komünist liderliğinde görüldüğünü;
Litvanya, Slovenya, Ukrayna veya Hırvatistan'ın devlet olmayı meşru bir şekil-
de isteyen farklı Avrupa ulusları olduğunu öğrenmesi ancak yavaş bir alıştır-
ma süreci ile mümkün olmuştur. "Batı"nın birçok temel konuda yanıltıldığı-
nın anlaşılması, Avrupa tarihinin revizyonu yönündeki taleplerin artmasına
bağlıdır.
Avro-ıarih
1945'ten sonra Batı Avrupa'da başlayan Avrupa birliği hareketinin fitili, önem-
li tarihi boyutu olan bir idealizm taralından ateşlenmiştir. Geçmişin çatışmala-
rını körükleyen aşırı milliyetçiliğin kabarmasını durdurmayı amaçlamıştır. Bü-
tün toplumların, hem şu an için gerekli bir kimlik duygusuna hem de
paylaşılan bir geçmiş duygusuna ihtiyacı vardır. Öyleyse tarihin revizyonu da
doğal bir ihtiyaçtır. İlk aşamada, bütün Avrupa ülkelerinde hızla üremiş tarih-
sel yanlış bilgilendirme ve yanlış anlamalar kökünden sökülmeye çalışılmıştır.
İkinci aşama, yeni bir "Avro-ıarih"in (Avrupa tarihi) olumlu içeriği üzerinde
bit oydaşma sağlanması aşaması olmuştur.
Tartışmalar için ilk ortamı Avrupa Konseyi sağlamıştır. Batı Avrupa'da
yirmi dört hükümet tarafından desteklenen bir kuruluş olarak Avrupa Konse-
yi, kendisini Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun ve NATO'nun siyasi ufkuyla
asla sınırlamamış; ayrıca kültürel alanda da Konscy'e üye olmayan dört Sovyet
bloğu ülkesinin, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan ve SSCB'nin işbirliğini de
sağlamıştır. Tartışmaya, Vatikan'dan Kremlin'e kadar değişik kesimler tarafın-
dan kaynak sağlanmıştır. 1953'te Calw'de "Tarih Öğretiminde Avrupa Fikri"
başlığıyla düzenlenen ilk kolokyumdan sonra. Konsey, kırk yıl boyunca her
yıl, tarih sorunları üzerine en az bir büyük uluslararası toplantı düzenlemiştir.
1965'te Elsinor'da düzenlenen "Tarih Öğretimi" sempozyumu, 1986'da düzen-
lenen "Viking Çağı" semineri, tarih öğretiminde hem geniş kapsamlı konula-
rın hem de geniş coğrafi ve kronolojik dağılımın arzu edilebilir olduğunu gös-
termiştir.
Tarih öğreticiliğinin ve okul öğretiminde beceriye dayalı bir "yeni tarih"
öğretiminin sorunlarının ötesinde temel sorun, Avrupa eğitim sisteminde mil-
liyetçilik ve dinsel önyargıların elenmesinde yoğunlaşmaktadır. Ulusal tarih
ders kitaplarının yetersizliğine özel bir dikkat gösterilmiştir. Bütün Avrupalı
eğitimcilerin, hem kendi tarihlerinin hem komşu tarihlerin sunulması sırasın-
da sorumlu oldukları ihmallerin araştırılması için çok sayıda iki taraflı komis-
yon kurulmuştur. Bu noktada, Ban Almanya'da Braunschweig'da kurulan Ge-
org Eckeri Uluslararası Ders Kitapları Araştırma Enstitüsü, bfr öncü rolü
oynamıştır. 1 0 7
Ancak Avrupa tarihi konusunda bir oydaşma oluşturulmasına karşı engel-
ler tümen tümendir. Bir görüş, de Gaullecü Europe de s pat lies (Vatanlar Avru-
pası) kavramına bağlanarak, saldırgan özelliklerden tamamen arındırılmış ulu-
sal tarihlerin bir karışımıyla yetinmiş olabilir. Ötekiler, ulusal unsurları daha
uyumlu bir bütün içine yerleştirmek istemişlerdir. Büyük bir engel, değişen si-
yasi gerçeklerde ve (Batı) Avrupa Birliği üyeliğinin genişlemesinde yatmakta-
dır. Kurucu ilk altı ülkenin tarih algılamalarını uzlaştırabilen bir tarih düşle-
mek bir şeydir; On ikilerin, On dokuzların, hatta Otuz sekizlerin duyarlık-
larını önceden sezinlemek ise çok daha büyük bir iştir. 1990'lardan itibaren
Avrupa Birliği kavramı, artık Ban Avrupa ile sınırlanamamaktadır. "Modern
Tarih ders notları, eski çifı odaklı Avrupa görüşünü, bütünü kucaklayan bir
kavramın lehine terk etmek zorunda kalacaktır." 1 0 8 Bu arada cesur ruhlar da
yeni bir senteze girişmekten vazgeçmemişlerdir.
Brüksel'deki Avrupa Komisyonu'nun finansal destek sağladığı (gerçekleş-
memesine rağmen) bir tarih projesi, 1989-1991 in siyasi tufanı öncesinde ha-
zırlanmıştır. "Bir Anlayış Macerası" başlıklı proje, üç aşamalı olarak planlan-
mıştır: 5 0 0 sayfalık bir Avrupa tarihi araştırması, on bölümlük bir televizyon
dizisi ve Avrupa Toplulugu'nun sekiz dilinde aynı anda yayımlanacak bir ders
kitabı... Kitabın yazarları "siyasi araşıırma"lan hakkında gerçekten açık ol-
muşlardır; amaçları, egemen ulus-devletlerin etnik özelliklerine göre yazılan
tarihi tekrar yerine koymaktır:
"Milliyetçi içgüdüler", talihsiz bir ifadedir. Ama hem erken Hıristiyanlık üzeri-
ne kitapların hem de L'idee de l'Europc dan s f'fıistoiıe'nin (Tarihte Avrupa Fik-
ri) ( 1 9 6 5 ) büyük yazarı, Avrupa'nın temelinin "farklılık içinde birlik" olduğu-
na emindir: "Avrupa'nın sadece bir kültürler mozaiği değil, aynı zamanda
organik bir bütün olduğuna dair kesin tarihi gerekçeler vardır."
Tam da referansının coğrafi çerçevesinin çöktüğü sırada piyasaya çıktığı-
na göre, girişilen maceranın zamanlaması kötüdür. "Avrupa"yı, iskandinavya,
Avusturya ve İsviçre dahil Avrupa TopluUığu'na üye ülkelerin toprağı olarak
tanımlayıp Finlandiya, Polonya, Macaristan ve Bohemya'nın durumunun açık
olmadığını ima etmiştir. Ama öyleyse, burada bir başka Batı uygarlığı uygula-
ması vardır. Birçok eleştirmen nazik değildir. Bir eleştirmen "macera"nın ahla-
ki niteliğini "Sovyet bloku tarihyazıcılığı.,,"na benzetmiştir. "Macera"nm yak-
laşımı, bir başka yerde "Avrupa'nın yarısı hakkında yarı doğrular" başlığıyla
özetlenmiş tir. 1 , 0
"Macera", özellikle Yunanlıları çok kızdırmıştır. I981'den bu yana Yuna-
nistan da Avrupa Topluluğu üyesi olduğu halde, Duroselle, antik Yunan ve Bi-
zans'ın katkılarını çoğunlukla görmezden gelmiştir. Avrupa Parlamenio-
stı'ııdaki Yunanlı üyeler, Atina Başpiskoposu ve daha başkaları, Avrupa
Komisyonu'na protesto mektupları göndermişlerdir. Metin, Şeytan Ayederi'ne
benzetilmiş, Fransız tarihçi Ernest Renan'm görüşlerine dikkat çekilmiştir:
"L'Europc esi greajııe pat ia pensçe el Varı, ronıaine par le droi(, el judeo-
cîııctiemıe par !a rdigioıı." (Avrupa, düşüncesi ve sanatıyla Yunanlı, hukukuy-
la Romalı ve diniyle Musevi-Hırisıiyan'dır.) Bir İngiliz muhabir, Europa (Avru-
pa) ve /storia (tarih) sözcüklerinin kökenini incelemiş; eğer Yunan katkısı red-
dedilirse, bu kitaba ne ad verilecekrir diye sormuştur. Ve bir an gelmiş,
Avrupa Komisyonu projeden çekilmek zorunda kalmıştır. 1 1 1
En etkili gözlem, Atina Akademisi'nde ortaya atılan görüşler arasından
çıkmış; Duroselle'in kavrayışı "bir Avrupalı Avrupa larilıi" olarak nitelenmiş-
iir. Eger yalnızca Batı Avrupa ile sınırlı bir çalışma "Avrupalı" olarak smıflan-
dırılacaksa, bunun ardından Avrupa'nın geri kalanının Avrupalı olmadığı so-
nucu çıkacaktır. "Batılı olmayan" "Avrupalı olmayan" demektir; basit coğrafya
dışında ber şeyde "Avrupa" "Batı" ile eşanlamlıdır. 1 1 2 İster Bizans Avrupası, is-
ler Ortodoks Avrupası, ister Slav Avrupası, ister Osmanlı Avrupası, ister Bal-
kan Avrupası veya Sovyet Avrupası olsun, Doğu Avrupa daima sınırın ötesin-
dedir. Duroselle'i, Yunan mı Slav mı olduğunu belirtmeden "Avrupa'nın antik
halkları" tanışmasına götüren temel yanlış budur. Yazarın kendini savunma
girişimleri her zaman isabetli olmamıştır. Kitabında Marathon Savaşı'na değin-
mediği eleştirisine, Verdun Savaşı'na da değinmediği biçiminde karşı koyduğu
söylenmiştir; ki bu durumda, kitabın Avrupa tarihinin bütünü konusunda ol-
duğu kadar Batı Avrupa tarihi konusunda da zayii olduğuna hükmedilmesi ge-
rekir. 1 1 3
Projenin, on iki ayrı ülkeden on iki tarihçi tarafından oluşturulan kitabı,
1992'de yayımlanmıştır. Metin kolektif tartışmalarla oluşturulmuştur. "Barbar
İstilaları" şeklindeki bir Fransız tanımı, "Germen tsıilaları"na dönüştürülmüş-
tür. Sir Francis Drake'in "korsanlığı" şeklindeki bir ispanyol tanımı iptal edil-
miştir. General de Gaulle'Un, kapaktaki portreler arasında bulunan bir resmi
Kraliçe Vicıoria'nınkiyle değiştirilmiştir. Ama hangi nedenle olursa olsun, Av-
rupa Talihi Kitabı., bir İngiliz yayıncı bulamamış ve on altı Alman eyaletinin
katı izin ölçüllerini aşmasının olanaksız olduğuna karar verilmiştir." 4
Ancak Avro-ıarih, saçma ve boş işlerle de uğraşmamışın - . En güçlü nokta-
sı, kendi misıiğini yaratabilecek bir Avrupa toplumunun dinamik vizyonunun
araştırılmasında belirmekledir. Başlangıçtaki haliyle bu vizyon zorunlu olarak
bodur bırakılmıştır. Daha sonra, kendi kökenini Soğuk Savaş'ın ortasında bul-
muştur. Ama sağlam, kusursuz bir siyasi toplumun yegâne örneğinin ulus-
devleiler olmadığı yolunda bir temel gerçeği de yakalamış olabilir. Ulus-
devletlerin kendileri, bizatihi "düşsel topluluk"lardır, güçlü mitler ve tarihin
siyascten yeniden yazılması üzerine kuruludurlar;
"Yuz yüze ilişkilerin egemen olduğu ilkel köylerden dalıa buytik butun topluluk-
lar (belki bu köyler bile) düşseldir. (...) en küçük ulusun üyeleri bile kendi yurt-
taşlarım asla tanımayacaktır (...) ama yine de her birinin kafasında kendi toplum-
larının imgesi yaşar." 115
Avrupalıların da aynı düş gücüne ihtiyacı vardır. Er veya geç, Avrupa'nın gele-
ceğiyle ilgili yeni hedeflere eşlik etmek üzere, Avrupa'nın geçmişiyle ilgili
inandırıcı bir tablonun oluşturulması gerekecektir.
1990'lanıı Avrupa hareketi, başarılı olabilir veya olmayabilir. Başarırsa,
ona bir toplum olma duygusunu kazandırmak için yardımcı olacak tarihçilere
çok şey borçlu olacaktır. Tarihçiler, çok yönlü kimlikleri ve çok yönlü bağlı -
lıklanyla mevcut sınırları zaten aşmış milyonlarca Avrupalıya, manevi bir va-
tan kazanmalarında yardımcı olacaklardır.
Avrupa Tarihi
"1930 larda Fransa'da bir okul çocuğuyken, 'Avrupa tarihi nedir' sorusunun yanıtı
kolay ve açık görünüyordu...; Fransa ile ilgili herhangi bir yer, olay veya şahsiyet,
Avrupa tarihine (hana bütün Tarihe) aitıir. (...) lAma bugün|, bir tek değil, bir-
çok Avrupa tarihi var." 116
"Avrupa tarihi nedir" sorusuna yanıt veren bir başkası, Avrupa'nın geleneksel
dar görüşlülüğü ve geniş ufuklara olan ihtiyaç üzerine sıkıcı bir nutuk atmış-
tır;
"Avrupa tarihi kavramı, gerçeklen Avrupa'nın tarihidir, ama Avrupa gözüyle gö-
rülen bir tarihtir ve tarihin Avrupalı vizyonudur, (...) Bu lür bir sunuş, günümüz-
de savunulamaz."' 17
"Avrupa Tarihi, tarihçinin olmasını istediği şeydir. Siyasi, dini, askeri, barışçı, cid-
di, romantik, yakın, uzak, trajik, komik, önemli, anlamsız, kısaca sizin olmasını
istediğiniz her türlü olay ve düşüncenin bir özetidir. Bir tek sınırlayıcı etken var-
dır: Olay veya düşüncenin, Avrupa dediğimiz bölgede yer alması veya o bölgeden
çıkması gerekir. Ama bu bölgenin lam olarak ne anlama gelmesi gerektiğinden
emin olmadığım gibi, onun dışındaki bölge hakkında da tam bir belirsizlik içinde-
Yaşlı hocam, her zamanki gihi yüzde ellinin üzerinde haklı ve yüzde yüz eğ-
lendiricidir. Ama kendini, gerçekten var olsa bile Avrupa tarihinin kaygıya de-
ğer bir konu olmadığını düşünenler grubuna sokmuştur.
Bu nedenle sonuç olarak, entelektüel tanımlamalar, yanıtladıklarından
daha çok yeni sorular yaratmaktadır. Avrupa tarihi için olduğu kadar bir deve
için de aynı şey söz konusu olabilir. Pratik çözüm, denemeye kalkışmak ve
açıklamak değil, betimlemektir.
Y A R I M A D A
Çevre ve Tarihöncesi
AVRUPA'nın çevresel tarihinin birçok tanımı hakkında dikkat çeken bir deter-
minizm vardır. Avrupalıların çoğu, kendi kıtalarının, Doğa tarafından dünya
üstünlüğü için görevlendirilmiş muhteşem bir bağış olduğuna inanır. Yine bir-
çoğu, Avrupa'nın iyi talihinin bir şekilde sonsuza dek süreceğini hayal etmiştir.
1748'de Montesquieu "iklim imparatorluğu" demiştir, "bütün imparatorlukla-
rın ilkidir." Ve Avrupa iklimini rakipsiz göstermeye kalkışmıştır. Kendinden
sonraki birçok düşünür gibi Montesquieu'ye göre de Avrupa ve İlerleme eşan-
lamlıdır. 1
Ulusal dar görüşlülük de bolca vardır. Beşeri coğrafyanın kurucusu, An-
nales okulunun entelektüel atalarından biri olan büyük Paul Vıdal de la Blache
( 1 8 4 5 - 1 9 1 8 ) bile, Galya şovenizminin bir cinsinden ibarettir. Fransa coğrafya-
sının, "çeşitlilik" temeli üzerinde oluştuğunu vurgulamıştır. Şunları yazmakta-
dır; "Kendisine saldıran çeşitliliklere karşı Fransa, kendi özümleme gücünü
(Jorce d'assımilatiün) çıkartmıştır. Aldığı her şeyi dönüştürür." Buna karşılık
Britanya üzerine edebi değeri olmayan komik şiir dizeleri aktarır: "bu önemsiz
adacık, birkaç dönüm ve havası iğrenç..." Yüz yıl sonra Fernand Braudel'in de
aynı şeyleri yaptığı görülür.- Gerçekten de çeşitlilik veya farklılık, Fransa'nın
görkemli makyajının bir özelliğidir. Ama bu, Fransa'nın tekelinde değildir; bü-
tün Avrupa'nın kalite işaretidir.
Aslında Avrupa Yarımadası, hiç de gerçek bir "kıta" değildir; çünkü ken-
dine yeten, kendi kendini sıntrlayan bir kara kitlesi değildir. On milyon kilo-
metrekarelik yüzölçümüyle, Asya'nın dörtte birinden de küçüktür, Afrika'nın
Hanla 4.
Avrupa Fiziki Bölgeler
üçte biri, Kuzey ve Güney Amerika'nın her birinin yarısı kadardır. Modern
coğrafyacılar, Avrupa'yı da Hindistan gibi Avrasya'nın bir alt kıtası; "eski kıta-
nın bir burnu, Asya'nın baıvlı eki" olarak tanımlarlar. Ama gene de Avrupa'nın
çok fazla fizik özellikler repertuvarına sahip olduğunu inkâr etmek mümkün
değildir. Avrupa'nın yüzey şekilleri, iklimi, jeolojisi, bitki örtüsü, gelişmesinin
anlaşılabilmesi için zorunlu olan iyi huylu bir çevre oluşumuyla birleşmiştir.
Avrupa'nın yüzey şekilleri, başka hiçbir kıta ya da alt kıtanınkilere benze-
mez. Kuzey ve güneyin çöküntü alanları, kara içine derinlemesine girerek bir-
birine paralel iki deniz zinciri oluşturan okyanus sularıyla örtülmüştür. Ku-
zeyde, Kuzey Denizi ve Baltık deniz geçitleri, Atlantik'ten Rusya'ya 2 , 5 0 0
kilometre; Güneyde Akdeniz ve Karadeniz sistemleri, Cebelitarık'tan Kafkas-
ya'ya 4 . 0 0 0 kilometre boyunca uzanır. Bu korunaklı denizlerin içinde geniş bir
daha küçük körfezler kompleksi ve muazzam bir adalar payeti yer alır. Sonuç
olarak, kıyı çizgisinin kara kütlesine oranı olağanüstü yüksektir. 37 bin kilo-
metrelik uzunluğuyla Avrupa kıyı çizgisi neredeyse Ekvator çizgisine eşittir.
İlk insan için bu, muhtemelen ulaşılabilirliğin en önemli ölçüsü olmuştur.
Ayrıca, Yarımada'nın kıyıları, Avrasya'nın batı ucundaki ılık enlemlerde
yer aldığı için, yararlanmaya elverişli bir iklime katkıda bulunur. Hâkim okya-
nus rüzgârları batıdan eser; deniz havasının yatıştırıcı etkisinden en çok yarar-
lanan, büyük kıtaların batı kıyılarıdır. Öteki birkaç kıtanın batı kıyıları da aynı
avantajdan yararlanıyor olabilir. Ama başka yerlerde, batı kıyısı eğer yüksek
dağ donıklarıyla veya buz akıntılarıyla bloke edilmemişse, Sahra, Kalahari ve-
ya Alacama gibi çöllerle çevrilidir.
Bu nedenle Avrupa'nın iklimi, kıtanın bulunduğu enleme göre alışılma-
dık ölçüde yumuşaktır. Yani Gulf Stream'in etkisiyle Kuzey Avrupa ılık ve
nemli; Güney Avrupa nispeten sıcak, kuru ve güneşlidir. Orta ve Doğu Avru-
pa, açık ve soğuk kışları ve fırın gibi sıcak yazlarıyla gerçek bir kıtasal iklimin
özelliklerini taşır. Ama hava her yerde değişkendir. Aşırılıklar pek görülmez.
Ocak ve Temmuz sıcaklık ortalamaları arasındaki farkın 45 dereceye yaklaştı-
ğı Avrupa Rusyastnda bile bu fark, Sibirya'dakının sadece yarısıdır. Avrupa'nın
en yağışlı bölgesi, üç buçuk metrelik yıllık ortalama yağışla Batı Norveç'tedir.
En kurak bölge ise, yılda ortalama iki buçuk santimin altındaki yağışla Hazar
denizi çevresidir. En soğuk nokta -20 derecelik Ocak ortalamasıyla Vorku-
ta'dadır; en sıcak nokta ise +29 derecelik Temmuz ortalamasıyla Sevilla ile
Astrakan arasında tartışma konusudur. Bu sınırlar Asya, Afrika veya Ameri-
ka'daki benzerleriyle karşılaştırılmaz.
Avrupa'nın ılıman iklimi, ilkel tarımın gereklerine uygundur. Yarıma-
da'nın büyük bölümü, ekilebilir doğal otlaklar bölgesinde yer alır. Yakacak ve
barınak sağlamak için bol miktarda orman vardır. Yüksek yaylalardaki otlak-
lar, verimli vadilerin çok yakınında oluşmaktadır. Batıda ve güneyde hayvan-
lar açıkta kışlayabilirler. Yerel koşullar genellikle özel uygulamaları özendirir.
Geniş bir kıta sahanlıgıyla birleşen uzun kıyı şeridi, balıkçılara zengin arma-
ğanlar sunmuştur. Açık ovalar, özellikle Tuna havzası, göçebelerin at yetiştir-
diği ve sığır sürdüğü Avrasya steplerini korumuştur. Adlarını, ağaç boyundan
yüksek otlaklardan alan Alplerde, sürülerin iyi otlaklara göçü, eski zamanlar-
dan beri uygulanmaktadır.
Avrupa'nın iklimi, muhtemelen kıtadaki insan faunasına hâkim olan deri
rengini de açıklar. Güneş ışınlarının ve dolayısıyla ültraviyole radyasyonunun
normal ölçülerde olması, normal pigmentasyon (deri boyası) düzeylerinin Ya-
rımada'nın gen havuzunda şifrelenmesi demektir. Tarihi dönemlerde soluk
yüzlerin, açık renkli veya sarı saç ve mavi gözlerle birlikte kuzey bölgelerde
egemen olduğu kesindir. Avrupalıların ve torunlarının büyük çoğunluğu, bu
ve benzeri görünüş özellikleriyle kolayca ayırt edilebilir.
Kuşkusuz son dönemlere kadar, en yüzeysel ırksal faktörler dışında bir
şeyi dikkate almak mümkün değildi. Örneğin kan gruplarının, vücut dokuları-
nın ve DNA etkilerinin analizi, yirminci yüzyılın sonlarına kadar bilinmiyor-
du; bütün insanların ortaklaşa sahip olduğu genetik malzemenin miktarı orta-
ya çıkartılmamıştı. Irkçı teorisyenler sonuç olarak, deri rengi, boy veya
kafatası şekli gibi dış görünüş özelliklerinden sonuç çıkarmak eğilimindeydi-
ler. Gerçekte ise, Avrupa nüfusunun ırksal makyajı her zaman dikkate değer
bir çeşitlilik sunmuştur, iskandinavya'da görülen ve "Kuzey ırkı" denilen ırkın
uzun boylu, mavi gözlü, güzel ciltli platin sarışınları, "beyaz" diye nitelendiri-
len tek grubu oluşturur. Güneyin büyük kısmında çoğunlukta olan "Akdeniz-
li" veya "Hint-Akdeniz Irkı" denilen ırkın kısa boylu, kahverengi gözlü, esmer
tenli ve siyah saçlı insanlarıyla çok az benzerlikleri vardır, iki uç arasında bir-
çok derecelenme vardır. Yarımada nüfusunun çoğu Moğol, Hindu veya Siyah
ırklardan açıkça ayırt edilebilir, ama Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da çoğunlukta
olan öteki gruplardan ayırt edilemez.
Tarihöncesi alanındaki en umut verici ilerlemelerden bazıları, şimdi mo-
dern genetik araştırmalar yoluyla sağlanmaktadır. Serolojinin (serumbiliın)
hassaslaşması, I 9 5 3 ' t e DNA'nın bulunuşu ve bunun ardından insan genleri
üzerine üç milyar "harfin" haritalanması çalışması, çok karmaşık araştırmalara
olanak sağlamıştır. Genetik ve dilbilim arasındaki korelasyon, bugün, biyolo-
j i k ve kültürel evrim modellerinin sanıldığından da yakın olabileceğini akla
getirmektedir. Son zamanlardaki araştırmalar, genetik malzemenin tarihöncesi
Avrupa içindeki hareketinin, paralel eğilimlerle iletişim halinde olduğunu gös-
termektedir. Önde gelen bir bilim adamı, "genler, insanlar ve lisanlar... dizile-
re ayrılmıştır" diye yazmaktadır. 3 Yerel araştırmalar, yalıtılmış kültür toplu-
luklarının, örneğin Hint-Avrupa ailesinden olmayan Baskların, kendilerine
özgü önemli genetik özellikler taşıdığını göstermektedir. Genel sonuçlar, çı-
karsamalar yoktur. Ama bir zamanlar sahte-bilim sayılan, Avrupa'nın genetik
mirasının araştırılması, bugün saygın bir uğraştır. Nihayet, "uzak atalarımızın
bize bıraktığı mesajı okumaya" 4 başladığımızın göstergesidir [KAFKASYA]
[TAMMUZ].
Psikolojik açıdan Yarımada, ilk insana kamçılayıcı bir fırsat ve şans har-
manı sunmuştur. Gerçi bir miktar girişkenlik isteyen stres de yaratmıştır, ama
yine de yararlanılabilir. Yaşam zordur, ama ödüllendirir. Mevsimsel ritimler,
program ve tedbir gerektiren faaliyetleri beslemiştir. Değişken hava, esnekliği
geliştirmişin - . Okyanus fırtınaları, kar, kuraklık, Vıasıalık gibi üstesinden gelin-
mesi gereken pek çok doğal tehlike vardır; ama sağlık ve kurtulma umudu da
vardır. Avrupa'nın tarihöncesi ilk sakinlerinin. Kuzey Amerika'nın doğu kıyı-
larında yaşayan binlerce yıl sonraki torunlarına göre daha az tehlike hissettik-
leri kabul edilebilir.
Gerçek yaşamda olduğu gibi, Avrupa Yarımadası'nın insan uygarlığının
gelişebileceği tek yer olduğunu söylemek düşüncesizlik olur; alternatif yerle-
rin çoğu henüz geride durmaktadır. İnsanlığın ilk türedigi alt-tropikal nehir
vadileriyle karşılaştırıldığında Yarımada'nın mevsimsel ritmi ve hoş ılımanlığı,
sürekli gelişim için bütünüyle daha kabul edici bir mekân sağlamıştır. Jeolojik
ve biyolojik çevre zengin ve değişkendir. "Genç" yüksek dağlar, antik höyük-
ler, aktif volkanlar, derin vadiler ve geniş ovalar; yüksek yaylalarda birbiriyle
yarışarak delice akan seller, geniş nehirler, binlerce göl; alt-kutup (yarı arktik)
tundraları, donmuş toprak altı tabakası, buzullar; kayalık kıyılar, kumsallar,
geniş deltalar vardır. Açık otlaklar, geniş dökülen-yapraklı ormanları, sık çam
ormanları, yarı-tropikal palmiyeler, geçirgen, yarı-çöl topraklar, geniş batak-
lıklar, derin lös ve "kara toprak" bölgeleri vardır. Biıki yaşamı ve bitki faunası
yelpazesi büyüktür. Avrupa'nın yeter miktarda el değmemiş bölgesi, ilkel ya-
şam ve yerleşimin neye benzediğini göstermek üzere bugüne kadar gelmiştir.
Bunlara rağmen, yüksekliklerin ve mesafelerin ölçüsü, başka yerlerdekin-
den daha az ürkütücüdür. Avrupa'nın yerleşim birimleri, ilkel insanlarca bir
engelden çok bir davet olarak görülmesi gereken bir doğal yollar şebekesiyle
birbirine bağlıdır. Tıpkı kara içi kıyıların çoğunun bir kanoyla dolaşılabilmesi
gibi, birden fazla nehirden yararlanarak istenilen yöne gitmek de mümkün-
dür. Seine, Ren, Elbe, Oder, Vistül, Niemen, Dvina nehirleri kuzeye; Ebro,
Rhône, Meriç, Dinyeper ve Volga güneye; Tagus, Loire, Severn batıya; Tha-
mes, Tuna, Po ve Dinyester doğuya akar. Bunlar arasında sonsuz bir kısa yol-
lar, kolay geçişler dizisi vardır. Sözgelişi, yukarı Burgonya'nın Auxois bölge-
sinde insan birkaç saat içinde kendisini Akdeniz'e, Atlantik'e veya Manş
Denizine götürecek nehirler arasında gezinebilir. Orta Alplerde Ren ve Rhône
nehirlerinin kaynaklan, sırasıyla kuzeye ve güneye akmadan önce, Andermatt
yakınında yan yana doğar. Dvina-Dinyeper geçişinde, Vitebesk civarında, İs-
veç'ten gelen bir teknenin yönünü Mısır'a gidecek bir noktaya çevirmek müm-
kündür.
Kuşkusuz, Avrupa'nın otoyollar ve yan yollar aracılığıyla insan hareketi-
ne ve yerleşimine açıldığı uzun süreci küçümsememek gerekir. Ama Avru-
pa'da yolculuğun göreceli kolayhgıyla daha büyük kıtalarda seyahat arasında
bir karşılaştırma yapılamaz. Çin'den, antik ipek yolundan gelen kervanların,
Asya'nın ana gövdesini geçmek için bir yıla hatla daha fazlasına ihtiyaçları var-
dı. Ama anımsamayacak bir dönemden bu yana, sağlıklı ve yeterince girişken
bir yolcu, Avrupa'nın bir ucundan öteki ucuna günlerle değilse bile haftalarla
ölçülebilecek bir sürede gidebilmektedir.
Avrupa'nın "doğal" veya "tarihi" bölgelere ayrılması, çok zaman eğlenceli
olduğu kadar sonuçsuz bir entelektüel deneye konu olmuştur. "Doğu Avru-
pa"dan ayırarak "Batı Avrupa"yı tanımlama girişimlerinin sayısı, bölünme çiz-
gilerini oturtmak için kullanılan ölçütler kadar çoktur (Bkz. Harita 3, ve Giriş,
s. 2 2 - 2 5 ) . "Kuzey Avrupa" ile "Güney Avrupa" arasındaki fark ve bunun ölçü-
tü, Yarımada'nın merkezi yüksek dağlık bölgesinde net ve kalıcıdır. Ama ne
Avrupa'nın uzak batısında, Iberya'ya, ne uzak doğusunda Karadeniz'in hinter-
landına aynı ölçüde uyar. "Orta Avrupa" veya "Doğu-Orta Avrupa" gibi bölge-
lerin soyağacını ortaya çıkarmak için yapılan tartışmalar, ustalıklı olduğu ka-
dar da çarpıtılmıştır. 5 Avrupa'nın fiziki ve coğrafi özelliklere göre bölgelere
ayrılması daha güvenilir bir zemindir.
Avrupa Yarımadası, beş doğal parçadan oluşur. Tarihi dönemlerde, bu
parçalara hâkim olan siyasi birimler durmadan gelip giderken, bu temel coğra-
fi birimler değişmeden kalmıştır. "Yeryüzünün mağrur imparatorlukları" arka
arkaya yıkılıp gitmiştir. Ovalar, dağlar, denizler, yarımadalar ve adalar ise gö-
rünüşe göre sonsuza kadar kalacaktır.
1. Büyük Avrupa Ovası, Atlantik'ten Urallara, dört bin kilometre boyunca ke-
sintisiz uzanır; Avrupa'nın hâkim karasal özelliğidir. Gerçekten Urallar pek de
zarif bir köprü olmadığı için, Ova, Doğu Sibirya'nın Verkoyansk dağ silsilesine
kadar uzanan düzlüğün daha büyük olan açılımının bir uzantısı olarak görüle-
bilir, Urallar'm uzantısında, Barents Denizi ile Hazar Denizi arasında 2 bin ki-
lometre boyunca uzanır. Alçak toprakların kıyılarıyla tepeleri arasında genişli-
ği 2 0 0 kilometrenin alıma iner. Ovanın hemen hemen bütün büyük nehirleri,
doğu-batı doğrultusunda bir doğal kesintiler dizisi oluşturup ovayı çaprazlama
altı veya yediye bölerek kuzey-güney doğrultusunda akar. Vistül Nehri'nin do-
ğusunda, içine girilmesi imkânsız Pripet bataklıkları. Ovayı biri Baltık göller
bölgesini çevreleyen kuzeydeki ve öteki steplerden gelip steplere giden anayol
olarak işlev gören güneydeki olmak üzere iki doğal yola ayırır. [UKRAYNAJ
Ova, Ren ve Oder nehirleri arasındaki bölgede en kırılgan noktasındadır.
Burada kesif ormanlık tepelerle kaplıdır. Ardeımes, Teuteburger Duvarı ve
Harz, bugün de heybetli engeller olarak durmaktadır. Hem yatay olarak Ova
boyunca hem de dikey olarak Ovadan Alplere olan hareketi engellerler. Mo-
dern Almanya'nın haritası, ülkenin neredeyse bütün gelişiminin ya Ova üzeri-
ne ya da Ren, Main, Neckar ve Tuna nehirleri havzalarına nasıl kanalize oldu-
ğunu gösterir.
Ovaya yerleşen insanların sürekli sıkıntısını çektikleri bir sorun, bu top-
raklara doğal bir sınır bulamamak olmuştur; bunun için mücadele etmeleri ge-
rekmiştir. Düzlüklerde yaşayanlar, yükseklerin vahşi, yağmacı insanlarının
tersine, kendilerini uysal toprak işleyicileri olarak görmüşlerdir. Oysa aslında,
sistematik ordu kurma ve işgal sanatını öğrenmek zorunda olan ova insanının
kendisidir. İnsan ovada, ilk vuran olmazsa kendisinin vurulup düşeceğini öğ-
renmiştir. Belki de bu nedenle, Ovanın yerleşim akınlarına direnmesi; zama-
nın en zorlu ordularını beslemesi bir rastlantı değildir. Fransa, Prusya ve Rus-
ya, üçü de ovaların bitmez tükenmez savaşlarından güçlü çıkmış ve üçü de
kendi durumuna uyan bir savaşçılık geleneği geliştirmiştir. Düzlükler onlara.
en büyük düşmanlarının çoğunu durdurma olanağı vermiştir: Kunersdorf ve
Kursk'ta, Leipzig ve Tanneberg'de, Waterloo'da ve Stalingrad'da...
Avrupa Ovası'nın fiziki yükseklik ve eğimleri iki farklı yönde belirir: Bir
yanda Alp silsilesinden kuzey denizlerinin kıyılarına doğru, öte yanda doğu-
dan batıya, Uralların doruğundan ( 1 8 9 4 metre), Fransa'nın Atlantik kıyılarına
doğru. Ana doğu-batı eğimi, yaklaşık 4 . 8 0 0 km. boyunca, ortalama olarak
1830 metre veya her kilometrede 41 cm. azalır.
Avrupa Ovası'nın fiziki eğimlerine aykırı "kültürel eğimler" düşüncesi,
Avrupa'nın özel yerleşim ve siyasi evrim modeline cevap olarak gelişmiştir.
Kalıcı yerleşim, bu şekilde önce güneyde ve batıda, sonra kuzeyde ve ortada,
son olarak da doğuda ortaya çıkmıştır. Son dört bin yılın büyük bölümünde,
Ovadan dağlara geçmek ve Akdeniz'e inmek, gerçekten bir "kültürel çıkış"t da
göze almak olmuştur. Aynı şekilde, modern zamanlarda Avrupa Ovası boyun-
ca batıdan doğuya ilerlemek, geniş ölçüde bir "kültürel iniş"e katılmak olarak
kabul edilmiştir.
Kuhurgefalle veya "kültürel eğim" kavramı Doğuya sahip çıkarken, Batı-
nın kültürel egemenliğine karşı çıkan Alman milliyetçilik ideolojisinde de ör-
tülü olarak yer almaktadır. Bazı boyutlarıyla Fransa'nın Belçika ve Almanya'ya
karşı, Almanya'nın Slavlara, Polonya'nın Rusya ve Ukrayna'ya karşı, Rusya'nın
Orta Asya halklarına karşı tavırlarında da gözlemlenebilir, insan doğası, daima
komşuları Styx'de (mitolojide ölüler dünyasını kuşatan nehir, ç.n.) yaşarken
kendisinin yüksek kültür yaylalarında yaşadığını düşündürmek eğilimindedir.
Örneğin Britanya Adalarinda ingiliz çoğunluk, bütün kültürel eğimlerin Ox-
ford'un veya Hyde Park Köşesi'nin Himalaya örneği doruklarından, aşağıdaki
"Kelt saçağı"na, "İskoç sisi"ne, "İrlanda bataklıgi'na, "Kanal pusu"na doğru
döküldüğünü görmek ister. İngilizlerin "tvoglar (beyaz olmayan halklar, ya-
bancılar) Calais'den başlar" sözü, anlam olarak Fransızların "histoires bel-
gcs"ine (Belçikalı öyküleri, Belçikalıları küçümseyen fıkralar), Metternich'in
pek Viyanalı vurgulaması "Asya I.andsfrtısseden (köy yolu) başlar"ına veya Po-
lonya'nın "Na Rusi sie mtısi" (Rusya'da insan mecburdur) atasözüne çok ben-
zer. Esnek kültürel coğrafyalarının doğasında var olan önyargılar, kuşkusuz
Ova yaşamının istikrarsızlığından kaynaklanan endişelerle de beslenmektedir.
UKRAYNA
UKRAYNA, çok sayıda Avrupa halkının, üzeri rulon geçil» nihai anavatanlarına ulaştı-
ğı ülkedir. Antik donem (erde. Slavların gelmesinden çok tince Karadeniz steplerine
egemen olan halklardan sonra, bugünkünden farklı olarak Iskilya veya Sartnatya
olarak anılmışın 1 |CHERSONESOS|. Volga geçişi ile Karpat boğazla rı arasında, güney
Avrupa ovasının en höyük bölüm ünü işgal eder: Asya ile Avrupa arasındaki ana ka-
ra yolu buradan geçer. "Sınırda" anlamına gelen Slavca adı. Aınenkan "sınır bölge-
si" kavramını anımsatır. Step karayolunun nehir ticaret yolunu kestiği. Dıııyoper'in
hızlandığı yerdeki « l a k noktası. Balının yerleşik ülkeleriyle Doğunun açık stepleri
arasında bir geçiş noktası oluşturduğu için. her gelen Ukrayna'ya şiddetle sahip çık-
mıştır, Ukrayna, Dorıbass kömürü. Krivoı Rotı deırıın gibi ıtıaden kaynakları açısın-
dan /.engindir, Uııüi "kara t o p r a ğ i ' n m humusu, 1917 öncesinde Kua'nın bir numara-
lı tahıl ihracatçısı olan, en zengin tarım topraklar in ııı özünti oluşturur.
Buna rağmen Kırım Yarımadası ve ana nehir vadileri dışında -lıeııı |HAZARYA|
hem de ilk Dogu Slav devletinin odağı olmuş Dinisıro. Dinipro ve Din nehirleri (Bkz.
Kk III, s, 1309)- Ukrayna'nın büyük bir bölümü, ancak modern zamanlarda sistema-
tik olarak yerleşik yaşama geçmiştir. Bu döneme katlar "vahşi ova l a f ı n geniş açık
alanlarına, puıaıaparların ve göçebelerin akınları ve Kazaklarla Tatarların savaşları
hâkim olmuş; 15.-I8. yüzyıllar arasındaki Osmanlı egemenliği, Ukrayna'yı Karade-
niz'e ve Müslüman dünyasına yaklaştırmıştır. 1569'dan sonra Polonya hâkimiyeti,
Polonyalı birçok toprak sahibi ve Yahu d i yi de beraberinde bu ülkeyi: getirmiştir.
1654 ile 1945 arasında aşamalar halinde sürekli uzayan Rus egemenliği. Rusları ve
Ruslaştırmayı geiirmişı.ir. Zaporozya Kazaklarının Dinyeper nehrindeki bir ada üze-
rinde bulunan "Siclı'ı (Şeyhliği). Rus ordusu tarafından 1775'ie, Kırım Tatar Hanlığı
ise 1783'te yıkılmış. Çarlık yönelimi boyunca büıün ülke resmen "kiıçiik Rusya" ola-
rak adlandırılmış, yeni sömürgeciliğe göre düzenlenen güney eyaletleri ise "Veni Rus-
ya" diye anılmışın 1 .
Ukrayna'nın yeni sakinleri, kaderin birçok cilvesinden sonra, topraklarına sıkı
bir şekildi 1 bağlanmışlardır. Bu, tınların hüzünlü şiirlerine de göze çarpacak biçimde
yansır.
3AF10B1T
flıc yMpy, ro noxonafiTe Ölünce bana bir mezar yap
Mette Ha Mormti,
Kski. bir tepenin üzerine
Cepea cTeny uınpoKoro,
Ha BKpaiHİ mhjiİH, Benim sevgili Ukrayna'mda
İHo6 jtaHH uiMpoKono^i, Sının olmayan step toprağında
I ÜHinpo, i Kpy«ti
Byjto BHflHO, Öyjıo MyTM, Sonsuzluk, buğday tarlalarının genişliği
Ak peBe peBy4HH. Ve Dinipro kıyısının ıslak bayırları
Ak noHece 3 y KpaiHH Nereden görülebilirse
y CMHUtm MOpe
Ynnmodd.- Çevre ve Tflrilıöncesi 75
Nereden dııuılabilirse
İnsanın kabarmayı hissedebildiği
Nehrin heybetli kükremesi
Mezarımı oraya yap
- Ve çık ortaya
Zincirlerini kopararak
özgtirliigıinti düşman damarların
Kötü kanıyla ktılsa
Sonra o büyük ailede
Unıılıtıa, yeni ve özgiir bir ailede.
Ama iyi niyetle
Sessizce beni anlat 1
Ancak, ova tıcr zaman kuvvet politikaların m oyna alanı olduğu için Ukraynalı-
lar kaderlerini tayin h a k k ı n nadiren bulabilmişlerdir. Ülke yirminci yüzyılda defalar-
ca zapt edilmiştir. 1918-20 arasında. Rusya'nın Kızıl ve Beyazlan için esas savaş
alımlarından biri işlevini gören kısa ömıırlii Cumhuriyetleri, muzaffer Kızıl Ordu tara-
rından yıkılmıştır (Bkz. s. 975-976). Kıtanın, insan marifetli en korkunç felaketlerinin
ve kapsamlı soykırımlarının kurbanı olmuşlardır. 1918-20 savaşları. 1930'ların ko-
lektifleştirme kampanyası, 1932-1933'üıı terör ve kıtlığı. İkinci Dünya Savaşının yıkı-
mı sırasındaki kayıplarının 20 milyona yaklaştığı sanılmakladır |ÇERNOBIL| |HA-
SAT). Bazı Lkraynalılar. Kuşlar, Polonyalılar ve Almanlar karşısında kendi
yetersizlikleri yüzünden hayal kırıklığına uğramışlar, onların zulmünün, komşularına
karşı acımasız saldırılara girişmelerinin nedenini anlayamamışlardır |BUCZACZ|
|POGROM|.
Ukrayna'nın nüfusu, büyüklük olarak ingiltere veya l'Vansa'ııınküıc denktir ve
önemli azınlıkları içerir; ama Ukraynalıların tarih kitaplarındaki yeri çok küçüktür.
Uzun süre. dış dünyaya karşı Övülmeleri gerekliği zaman "Ruslar" veya "Sovyetler"
olarak takdim edilmişler, sadece köliılenmck istendikleri zaman kendilerine " l k r a y -
nalılar" denilmiştir (LETTLAND|. 1990'lara kadar özgür bir sesleri olamamış. Ukray-
na Cumhuriyeti, bağımsızlığını, geleceği belirsiz olmakla birlikle nihayet Aralık
1991'de ilan etmiştir. 2
ST. GOTTIIARD Geçidi. OrUı Alplerdekı on kıstı yola lıâkimdir. Avrupa'nın eri önemli
tına yolu olduğu rahatça söylenebilir, kuzeye doğru Reıı Nehrinin aktığı Reuss vadi-
sini ve giineye doğru l J o Nehrinin aklığı Tıeıno vadisini biri eşi irerek Giiney Almanya
ile kuzey İtalya artısında en doğrudan bağlantıyı sağlar. 2108 metrelik yüksekliğiy-
le. kışın ve külü havalarda uzun süre kapalı kalan rakiplerinden önemli ölçüde al-
çaktır' (Bkz. Kk III. s. 1279).
St. Goııhard yolun un. oldukça yakın zamanlara kadar büyük bir geçit olmama-
sı ilginçtir. Çok daha bandaki gemilim, özellikle Büyük Sı, lîcrnard'ı. Vlon Jovis'i ter-
eilı eden Romalılar burayı geliştirmemişlerdir, Kuzeyden güneyi- sürekli göçlere rağ-
men, Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonraki yüzyıllarda da kullanılma-
mıştır. Sorun, bugünkü Andermatt'ın birkaç mil kuzeyinde sarp ve kayalık bir kan-
yona giren Yukarı Reuss vadisinin kısa bir bölümüyle ilgilidir. Üst girişi dimdik uçu-
rumlarla çevrili ini kanyon (Scholleınen Gorge). yoğun mühendislik çalışmaları yapı-
lıncaya kadar bütün trafiğe meydan okumaya yetmiştir. Çalışmalar, MS 1200
yılından bir süre sonra başlamıştır, Kanyonun girişine, görkemli yapısıyla bir Gotik
katedralin tonozu kadar emek isteyen Şeytan köpriisü'nün muhteşem kemeri uza-
nır. Geçilin en dik noktasında HVOtioncs\vya Sehollcııdiyc bilinen kaya basamakla-
rı çıkıntılar arasına asılı ahşap platformlardan desteklerle birlikle, uçurumun dikliği-
ni azaltır. Geçilin zirvesindeki kilise misafirhanesinin. Ilildesheim Piskoposu Sl.
Gotıhard'a adandığı MS 1300'ılc. yolcu akınının sürekli ve düzenli bir hale geldiği
ti
Aradan geçen allı yüz yaz boyıınctı St. Gollhard, Avrupa'nın en önemli kuzey-
güney yolu olarak lııznrıcı etmiştir. Uıcarno gölünün başındaki Mıdorfıan bevanlı-
na'nırı başındaki Biasea'ya kadar hacı. tüccar ve asker akını, beş veya allı konaklık
60 millik yumuşak bir tırmanışla başlar. Tremolit denilen ve yarı şeffaf bir madenin
yalağı olan fırkülücü "Titreyen Vadi" boyunca uzanan güney girişi bile. Şeytan köp-
rü sıı'nden daha az göz korkutucudur. Zikzaklı yol ancak yük kalırları, tahtırevanlar
ve yayalar tarafından göze alınabilir. Yolun IflSO'da genişlet ilmesinden önce. teker-
lekli bir araçla geçil i aşan lek insan. 1775"ıe. girdiği bir iddiayı, bir İsviçreli rehber-
ler grubuna, faytonunu bütiiıı yol boyunca omuzlarında taşımaları içîıı iicret ödeye-
rek kazanan İngiliz Charles Grev illedir.
Sı. Golıhard'ın açılması önemli sırattık sonuçlar doğurmuştur. İsviçre'nin, ge-
çidin ve dolayısıyla bir biıliın olarak İsviçre Konfederasyonu'ııun koruyucusu konu-
mundaki l;rı bölgesine özel bir hareketlilik kazandırmıştır. Orduların Almanya'dan
Lombardiya'ya kolayca geçmelerine ve geri dönmelerine olanak sağlamıştır. Bu ola-
nak. çok sayıda imparator ve en önemlisi I79i)'da Rus general Suvorov tarafından
kullanılmıştır.
1882'de St. Gollhard demiryolunun inşa edilmesi. St. Goimrd karayolunun ya-
pımı kadar önemlidir. Bu inşaat içııı, zirvenin allında 1 ü kmlik bir tünelle birlikle 80
küçük tünel yapılması gerekmiştir, lîıınlann en ünlüsü olan Halen sprıuıg veya T a r -
soıı'ım Sıçrayışı" rıda. irenler sağa yönelerek 11 i ı • spiral geçile girer ve birkaç u i z
metre .yukarıda sol ı a radarı çıkar. Aralarında proje ıntihendisıniıı de bulunduğu çok
sayıda işçinin yaşamına ma! olan tünel. 1980'den itibaren her mevsimde her hava
koşulumla işleyen allı şeritli ib.ö kilometrelik bir karayolu Itineline bağlanmıştır.
Motosikletlerini, arkalarındaki deri elbiseli arkadaşlarının kendilerini kucakladığı gi-
bi kucaklayan motosiklet sürücüleri, geçiıi birkaç dakika içinde aşarlar.
Ama Şeytan Köprüsü'ııün durdurduğu günümüz yolcuları, modern viyadügün
alımda kayalara inşa edilmiş tıılıal' hır anıt görürler. Çarlık dönemi Kiril alfabesiyle
yazılmış meiın şöyle çevrilebilir; TU I, D MARKŞAL KONT SUVORÛY Rİ.YINİTSKI'NİIV
1789'DA ALPLKRt AŞARKKN YAŞAMLARIMI YITİRKN Yİ O İT SİLAII ARKADAŞLARI-
NA" 2 13ı ı yürüyüşün yüzüncü yi İt dolayısıyla dikilen bu anıl, hem Avrupa'nın birliği
hem de dağlarının haşmetim en uygun biçimde anımsatmakladır.
SUND
AVRUPA'NIN pek çok adasından hiçbiri yüksek, siyah bazali kayalıkları ile İzlanda,
Norveç ve Iskoçya arasında, fırtınalı Kuzey Atlantik'in ortasında yükselen Karne'n in
ıssız ihtişamına erişemez Merkezi Stremoy ve ana limanı Torshavrı olan yerleşime
açık on yedi ada, I 9 8 4 ' i e esas olarak balıkçılıkla geçmen 4546-1 kişilik bir nüfusu
beslemekledir. Sekizinci yüzyılda yerleşen İskandinav'lardan sonra (lıılating'ın. yani
balı Norveç meclisinin ve kendi yerel l.oegtıny'lerinin y e r i m Karoeliler almıştır
|DING|. Dilleri, Norveççenin bir diyalektidir: ama kendi destanları, kendi şair ve sa-
natçıları, kendi kültürleri de vardır. 1814'tcn sonra Norveç Danimarka'ya bağlanın-
ca "Avrupa'nın en küçük demokrasisi", Danimarka hâkimiyetinin ve Danimarka çı-
karlarının konusu olmuştur.
Sonuç olarak Karoe ulusal harekeli, "en az ortak noktaya sahip oldukları (ek
İskandinavya ülkesi" Danimarka'ya karşı başlatılmıştır. 1 Burada Karoeliler, her şey-
den önce kendi kimliklerini korumayı amaçlayarak İzlanda'nın izinde yürümüşlerdir.
Bekitmen an. Haziran 1940'ta. Kopenhag Nazi işgali altındayken, bir İngiliz savaş
gemisi Torshavnlı bir gemi kaptanına. Danimarka bayrağı yerine Karoc bayrağı çek-
mesini emredince gelmiştir. Sınırlı bir egemenlik hakkı için düzenlenen 1916 refe-
randumu. I Nisan 1948 yerleşim uzlaşmasını meydana gelirmiş ve Karoe'nin. Dani-
marka egemenlik alanı içinde özerkliği kabul edilmiştir. I 9 7 0 ' i e Karoe'ye Kuzey
Konseyi'nde bağımsız üyelik verilmiştir. Torshavn'daki "Kuzey evi". İsveç kerestesi.
Norveç arduvazı. Danimarka camı ve İzlanda çatısıyla inşa edilmiş ve Kın mobılyala-
rıyla donatılmıştır.
Tuna Havzası, tıpkı Midi gibi, Ovayı Akdeniz'e bağlar; ama burada bağlantı ba-
tı-doğu doğrultusundadır. Tuna, Kara Ormanlardan doğar, Passau'da Bavyera
Geçidinde dağ çizgisini aşar ve doğuya doğru 2 5 1 4 km. boyunca insanların
doğudan yaklaşabilmesi için en basit yolu; Ova insanlarının güney denizlerine
inebilmesi için en çekici yolculuk programını sunar. Uzandığı alanın büyük
kısmı itibariyle, Roma imparatorluğu, yani "uygarlık'Ta olan başlıca sınır hattı-
nı oluşturmuştur. Tuna havzası, modern zamanlarda çokuluslu büyük Habs-
burg imparatorluğunun üssü, Hıristiyanlık ile Müslümanlığın Avrupa'daki
başlıca çatışma alanı olmuştur [DANUBİUS],
Ancak bu tür köprü bölgelerden hiçbiri, içinden Volga'nın geçtiği bölge-
den daha önemli değildir. Modern anlayışta Kıtasal (Avrupa-Asya) sınırın,
Ural Dağları ve Ural Nehrinin oluşturduğu çizgi üzerinden geçtiği kabul edil-
mektedir, Volga Havzasında Uralların batısı Avrupa; Uralların doğusu, Sibirya
ve Kazakistan, yani Asya'dır. Bu nedenle Volga kıyılarında Saratov veya Çarit-
sin'de insan tam kapının önündedir. Volga, steplere giden yol üzerindeki ilk
Avrupa istasyonudur; Baltık ile Hazar'ı birleştiren koridoru doldurur. On ye-
dinci yüzyıla kadar Volga, Hıristiyan yerleşimin, dolayısıyla önemli bir kültü-
rün sınırıyla da örtüşmüşıür. Avrupa'nın en büyük nehri ve Yarımada'nm "At-
lantik'ten Urallar"a kadar uzanan değerli bir koruyucusudur.
DANUBIUS
ANTIK çağda Tuna nehri. Avrupa Yarımadası'nı böleri en büyük hatlardan biri sayıl-
inişli. VIS I. yüzyılda Roma İmparatorluğunun sınırım oluşturan. Laıincedc Danuvi-
us, Yunancada Asın'denilen bu hal. uygarlıkla barbarlığı birbirinden ayırmışlır.
Ancak sonraki dönemlerde Tuna. Avrupa'nın büyük geçitlerinden biri. Baiı'yı
Dogu'ya bağlayan bir açık bulvar haline gelmiştir.' Bernini'ntn. Roma'da Piazza Na-
vona'da bulunan Dört Nehrin Çeşmesi için yaptığı ünlü bestesinde. Afrika'nın Nil'i,
Asya'nın Ganfı. Amerika'nın Plate'si gibi. Avrupa'ya kişilik kazandıran da Tuna'dır.
Nehir, yukarı kesimlerinde Donau adıyla. Germen dünyasının laıtı kalbinde
akar. Kara Ormanlarda Donaueschingen'deki Kürsıcııberg Parkı'nda bulunan bir
plaket nehrin doğduğu yeri de gösterir: HIKR RNTSPRIGT DİK DON Al fl'ıma'nırı
Kaynağı Burasıdır). Ilohenzollernlerin vatanı Sigmaringen'den sonra Kulsal Roma
Imparalorluğu'nuıı iki önemli kemi olan Ulm ve Regensburg'dan geçer: Passau'dan
sonra. Oesterreich'in "doğu ülkesine" girer. Avusturya'da INIBELUNGEN] yoluna
rehberlik eder. İmparator III. F'riedrich'in, Auslria eril in Orbc ultima anlamındaki
kendi A-KTO-U vecizesinin altında gömülü oldrtgu Uinz'den: Franz Ferdinand'ın me-
zarının bulunduğu Amsıeıten'deıi: Kafka'nın öldüğü Kierling'den: Haydn'ın "ebedi is-
tırahatgâhı" olan Klsenstadı'daıı geçer:
VENDANGB
014
AVCİ-TOPLAYICI
ÖRCiLTLC siyasal topluluğun veya " d e v l e r i n kökenleri, neolitik çağdan önce ender
görülmüştür. Marksistler dahil bazı kuramcılar. Bronz ve Demir çağlarının kabileleri
veya kabile şeflikleri başka bazı kuramcılar ise. tanıtıdaki neolitik devrim ve buna
bağlı olarak yerleşik yaşamın gelişmesi üzerinde durmuşlardır, örneğin V. Gordon
Childe'a göre. devlet örgütlenmesinin akrabalığa değil de sabit iskâna tabı olduğu
önkoşulları arasında birbirinden farklı unsurlar olan. toprak üzerinde egemenlik,
sermaye fazlası, simgesel anıtlar, uzak mesafe ticareti, işbölümü, katmanlara ayrıl-
mış toplum, bilimsel bilgi ve yazı sanatının bilinmesi yer almaktadır. Bu (tir önkoşul-
ların varlığına ilk olarak Mısır ve Mezopotamya ile Antik Yunan kent-devletlerınde
rastlanmıştır (Bkz. Bölüm II).
Ancak karmaşık avcı-toplayıcı toplumunun analizi, konuyu zaman içinde çok
daha gerilere götürür Aveı-toplayıcılann veya toplayıeı-avcıların kısa sürede orta-
dan kalkmamalarım tarımın ilerlemesine bağlamak m ü m k ü n görünmemektedir. Ter-
sine, çünkü milyonlarca yıl boyunca bilmez Lükenırıez "boş zamanları" olmuş ve bol-
luk içinde yaşamışlardır. Gelişmeye başlayan tarıma yabancı değildirler, ama marji-
nal veya tamamlayıcı bir faaliyet alması dışında tarımı reddetmişlerdir. 1
Dahası, tarihöııcesinin sonraki aşamalarında farklılaşmış uzmanlıklara izin
veren bir toplumsal yapı geliştirmişlerdir. Bazı gruplar, durmadan gezen avcı-
savaşçılara ve yerleşik toplayıcılara ek olarak yeni bir süreç olan balıkçılıkla, de-
niz ürünleri, yabani ol ve kabuklu yemiş toplamada, tuzakla kuş avlamada usiala-
şabılmişlerdir. Başka grtıplarsa, federasyonların ve bölgesel ittifakların örgütleyici-
si veya müzakerecisi olarak uzmanlaşmayı tercih etmiştir. Başka bir deyişle "avcı-
toplayıcı" unvanı, aynı zamanda bir siyasal temsilci sınıfı da içerir. Tarihsel sorun,
kuzey Amerika. Avustralya ve Yeni Gine yerlileriyle ilişki ve karşılaştırma halinde
ele alınabilir.
Bu nedenle avct-toplayıeılarla ilgili temel soru, "nasıl olup da yüksek bir tarım
ve siyaset toplumu düzeyine eriştikleri" değil; "başlangıçtaki yaşam tarzlarının onla-
ra sağladığı güvenli, mürelieh ve psikolojik olarak özgürleşııren avantajlarından
vazgeçmeye onları neyin ikna eıltği"dir veya en azından öyle görünmekledir.
LAUSSEL
TAMMUZ
KVRRNIN Anası Iştar veya Aşetar'ın oğlu olan Tammuz, antik Mısır ve Babil'ın Tahıl
Tanrısıdır. Hasat sonunda, son demetlerin sapları, tanrının gelecek mevsime katlar
içinde saklanıp korunabileceği kamış yelpazeler veya kafesler halinde örülmektedir.
Bu tahıl idoller veya "kukla-bebekler"iıı yapılmasına buğday üretilen her yerde
rastlanır. Balkanlarda Karadağ Yelpazesi olarak bilinen kukla-bebek. Nıl yöresindeki
öııcillünc benzer şekilde yapılmaktadır. Almanya'da ve İskandinavya'da tahıl sapın-
dan yıldızlar veya melekler, Noel süslemelerinin sevilen malzemelerindendır,
İngiltere'deki geniş tahıl bebek rcpcrluvarına, bu sanalın yok olmaya başladığı
l95()Terde. kırsal-çevre koruyuctılarıııca sahip çıkılmıştır. Keman sapı. at nah. ağaç
budağı, kedi pençesi, çan, fener ve benzeri bastı dizaynlar, buğday yetişen her yerde
bulunabilir. Yerel özellikler ise Shropshire kısrağı. Derbyshire tacı, Cambrıdge şem-
siyesidir. Norlhumberlaııd'ıtı Kern Bebeği ve Kenı'in Sarmaşık Kızı: "Dünya Aııa"mn
veya daha eskilerde Mısırlı Işiar'm kızları. Yunanlıların Demeler'i ve Roma'mn Ce-
res'inden başka bir şey değildir. 1
Dünyanın bildiği üç büyük tahıl lürti vardır: pirinç, mısır ve buğday. Avrupa,
bu üçü arasından buğdayı seçmiştir. Buğday. Avrupa'ya Mezopotamya'dan gelmiş
ve Avrupalılar kuvvet kullanarak girdikleri her yere buğdaylarını da beraber götür-
müşlerdir: Önce. neolitik kuzeybatının boş topraklarına, daha yakın zamanlarda da
Amerika. Avustralya ve Sibirya'nın bakir otlaklarına... "Seçlm"in yapıldığı (bu üç ta-
hıldan hangisinin seçileceği) yerlerde süreç, binlerce yıl boyunca sonsuz bir deneme-
ler dizisini gerektirmiştir Rakip tahıllar olan arpa. esmer (seri) buğday, akdarı, yu-
laf, çavdar Avrupa'da var olmaya devam e.imıştır. ama Kral Buğdayın zafer
yürüyüşüne karşı koyamamıştır. 2
Buğdayın, (taneli ollar ailesinin Triticum grubu) binden fazla bilinen türü var-
dır. % 70 karbonhidrat. % 12 protein. % 2 yağ. % 1.8 mineral içerir. İçerdiği pro-
tein pırinçtekınden daha fazladır: bir libresindcki (450 gr.) kalori miktarı lîiOU'ün
i'ı zeri ildedir. Bııgday esaslı beslenme. Avrupalıların çoğuna pirinç ve mısır yiyenlere
göre beden yapısı bakımından açık bir üstünlük sağlayan etkenlerden biridir. Buğ-
day, sadece baharda ekimi ve sonbaharda hasadı sırasında yoğun emek gerektiren
mevsimlik bir tahıldır. Bıilıın yıl boyunca disiplinli birlikler halinde çeltik alanların-
da çalışmak zorunda olan pirinç yeıişiırıcilerinitı (ersine buğday, üreticilerine geniş-
leme, ikincil ürünler yetiştirme, toprak ıslahı, inşa, politika ve kavga için zaman ve
serbestlik lamuıışnr. Bu bileşim, feodalizmden bireyciliğe, savaş kışkırtıcılığından
emperyalizme kadar, Avrupa'nın sosyal ve siyasal yaşamının pek çok özelliği için
gerekli önkoşulları gayeı iyi içerebilir. Ancak buğday, toprağı hızla yorar. Antik çağ-
larda toprak, verimliliğini ancak buğday tarlaları düzenli olarak nadasa bırakılıp ev-
cil hayvanlarea gübrelenerek koruyabilmiştir. Buradan da toprak tarımıyla hayvan-
cılığın karışımı olan geleneksel Avrupa çiftçiliği modeli ve, tahıl, sebze ve etle
sağlanan beslenme çeşitliliği gelişmiştir.
Buğdaydaki proleın. ekmek yapımında suyla karıştırınca hamurun meydana
geldiği nişastası az ııııu (glüten) vermek gibi eşsiz bir özelliğe sahiptir. Glüten, hamu-
run fermantasyonundan açığa çıkan karbondioksili tutar. Sonuç hafif, güzel ve ra-
kiplerine göre çok daha kolay hazmedilebilen buğday ekmeği somunudur. 3 "Bugün
bize günlük ekmeğimizi nasip et" rinasına yansıyan duygu. Avrupalıların bazı Orta-
doğulu komşularıyla paylaşabilecekleri bir duygudur; ama Hintlilerle, Çinlilerle, Az-
teklerle veya Irıkalarla değil.
Kalkolitik Çag, bazı tarihçilerin, Taş Çağı ile Bronz Çağı'nın kesiştiği uzun ge-
çiş dönemini tanımlamak için kullandıkları bir deyimdir.
Bronz Çağı, bakır ve kalayın karışmasından oluşan yeni bir alaşımın üre-
tilmesiyle dikkat çeker. Ortaya çıkışı, Ortadoğu'da MÖ 3 0 0 0 yılında, kuzey
Avrupa'da muhtemelen bin yıl sonra başlamış; özellikle Akdeniz'de, kent kül-
türünün geliştiğine; yazılı kayıtlara, uzmanlaşmış zanaatlara, yaygın ticarete
tanık olmuştur. En büyük başarıları, Mikeıı'de (Mycenae) 1876'da Heinrich
Schliemann tarafından, Girit'in Knossos kentinde 1 8 9 9 - 1 9 3 0 arasında Sir Arı-
hur Evans tarafından sergilenmiştir. Bu yerler, Stonehenge'de üç aşamalı yapı-
mı MÖ 2 0 0 0 yılında başlayan taş meydanların aşağı yukarı çağdaşıdır. "Aub-
rey Holleri"nden sağlanan Stonehenge'deki birinci aşamaya ait kömür-kalem
çalışmaların kopya iarihi MÖ 1848 (t 2 7 5 yıl); üçüncü aşamaya ait bir taş
oyuktan alınan bir parçanın tarihi MÖ 17L0 (± 150 yıl) olarak saptanmıştır.
Dolayısıyla, Ege'de Ortadogudakilerle akraba veya benzeşen bir ileri uygarlık
gelişirken, kuzeybatının insanları hâlâ Neolitikten Bronz Çağına geçiş sürecini
yaşamaktadırlar [SAMPHİRE).
Ancak "ileri" veya "geri" kültürlerden söz edilmesinden, her biri elli ton
ağırlığındaki seksen mavi taşı Güney Galler'deki Prescelly Dağlarından taşıma-
yı ve hayran kalmış gözlemcilerde bir gün eş-bilgi say arın çalışan parçalan etki-
sini bırakan aynı dikkat ve düzenle dikmeyi başarmış Stonehenge mühendisle-
rinin ustalığıyla vazgeçilmiş olabilir. 1 6 Gerçeklen Sıonehenge'deki ve Myce-
nae'de bulunmuş boş mezarlardaki eşyaları anımsatan oyma balta ve hançer-
ler, Akdenizlilerle doğrudan temasla ilgili spekülasyonları yeniden gündeme
getirmiştir.
VINO
ŞARAP, sıradan bir içki değildir. Daima aşk ve dinle bir arada olmuştur. Tıpkı Ve-
nüs'üııki gibi onun adı d a Saııskrıtçc n m "sevgtii"den türetilmiştir, Avrupa'ya Kaf-
kasya'dan gelen ve Antik dünyanın hem günlük yaşamında hem de dinsel törenlerin-
de başrolü oynayan şarap, ilk kez Nuh taralından üretilmiş (Yaradılış IX. 20), sadece
pagan içki alemlerini değil, Hıristiyanlığın paylaşma kadehini de esııı kaynağı etmiş-
tir. 1
Tuna yakınında Sabarya'da (bugünkü Szombathely) doğan Tourslu Saint Mar-
tin. şarapseverlerin ilk koruyucu azizidir. Si. Urban ve (adı "şarap bııharı"yla ilgili
bir oyunu anımsatan) St. Vincent da, şarap üreticilerinin ve tüccarlarının koruyucu-
sudur.
Ortaçağ Avrupasında ticari amaçlı şarap üretimine. Bordeaux bölgesindeki
Chalean-Pricure'de ve Burgotıya'da Göte de Beaııne üzerinde bulunan Clos V'ougeot
gibi yerlerde bulunan Venediklin papazları öncülük etmiştir. Macon yakınında Cöte
d'Or üzerindeki Cluny tarikatı ile NuiLs Sl. Georges'daki Cileaux tarikatı, geleneği
yaygınlaşiırmışur. Kroıssart'a göre İngiltere'nin Bordeaux'yu ele geçirmesi, üzümle-
rin memlekete taşınması için 300 gemilik bir filo gerektirmiştir. Föcamp Manastırın-
da elde edilen bir Bcncdiclmc (1534) ve DauphintVdeki Chartreu.Vde elde edilen
Charıreuse şarapları, seit.leştirilmiş şarap sanatının öncüsü olmuşlardır.
•Avrupa'nın şarap bölgesi Yarımada'yı ikiye böler. Kuzey kesimi. Loire nehrin-
dim. Champagne yoluyla Mosel ve Rhineland'a ve oradan da doğuya. Tuna kıyıları-
na, Moldova ve Kırım'a kadar uzanan bir çizgiden geçer. Hır zamanlar Roma İmpa-
ratorluğuna ait o l m a m ı ş pek az şarap üretim bölgesi vardır. Sırbistan'da.
Romanya'da. Bulgaristan'da ve Yunanistan'da alkol karşılı Osmanlılar tarafından
engellenen Balkan şarapları İspanyol. İtalyan ve Fransız şarapları kadar eskidir.
Şarap tüketiminin ıızun erimli sosyal, psikolojik ve tıbbi sonuçları vardır. Al-
nı anya'dak i Protestan-Katolik bölünmesinde olduğu gibi, dinsel ve siyasal gruplaş-
malarda, hatta savaşların kaderinde de belirleyici rol oynamıştır. "VVaterloo'da sa-
vaşan şarap ve biradır. Şarabın kızıl öfkesi, bira çocuklarının yıkılmaz duvarını boş
yere, tekrar tekrar yıkamıştır..." 2
Ama Sı. Martin'in vatanı, bağcılıktaki üstünlüğünü yine de yitirmemiştir. To-
kay yamaçlarındaki volkanik topraklar, Macar ovasındakı sıcak yaz havası. Bodrog
Nehrinin nemi. "Aszu" üzümlerinin soylu çürükleri, eşsiz bir bileşim oluşturur. Altın
Tokay'ın sert kokulu, acı, yumuşak, şeftalimsi özü herkesin tadına varabileceği bir
şey değildir; ve son yirmi otuz yıldır ender olarak üretilmektedir. Ama bir zamanlar
iki bin yıl boyunca Polonya'nın öze! mahzenlerinde, monarklarııı ölüm anı için sak-
lanmıştır. Franz-Joseph günlerinden kalma bir şişe "Imperial Tokay". erbabı için en
kabule değer armağandır. 3
GGANTUA
MALTA adasının iki tarihi bilmecesi vardır: dili ve tarihsel iaş anııları. Dil, Güney
Sami dillerinin bu1 koludur. Antik Fenike kökenli mi (btiyük olasılık budur) yoksa or-
taçağ Arap kökenli mi olduğu tartışmalıdır. I.atııı alfabesiyle yazılan tek Sami dili-
dir. Taş anıtlar ise çok daha eskidir Gozo adasındaki Gganııja tapınagındaki ve Hal
Saliieııi'de benzeri olmayan yerallı hyfmgcum'undaki, yani "toplu mezar odala-
r ı n d a k i asıl yerler. MÖ 2 4 0 0 yılından kalmadır. Kayalara oyulmuş ilk anıtlar, bin
yıl öncenin tarihini taşır. 1
Malta'da uygarlıkların ortaya çıkması. Avrupa tarihinin stenoya yazılmış bir
rehberi gibidir. 2 Büyük taş anıtları (megalitler) inşa eden neolitik mağara sakinlerin-
den ve Bronz Çağının madenci halkından sonra MÖ yedinci yüzyıldan itibaren Karla-
çalılar ve Vlı) 218'deıı Hibaren Romalılar Malla'ya gelmişlerdir. Gozo adası genellik-
le. Odvsseus'ım zorda kalıp sığındığı "Kalipso Adası" olarak tanımlanır. Sı. Paul. MS
60 yılında Valetta ko>unda bir deniz kazası geçirmiştir. VIS 39ö yılında Dogu Roma
(Bizans) lıııparatorlugu'tıa tahsis edilen Malta, bundan sonra sırasıyla 870'ıon itiba-
ren Araplar. 1091'den itibaren Normanlar, 1â30'dan itibaren Hospiıal Şövalyeleri.
1798'den itibaren Fransızlar, 1802'den itibaren İngilizler ve nihayet çok geç kalmış
olsa da 1Ö(vVıen itibaren bizzat Maltahlar taralından yönetilmiştir.
Bölgeler arası ticaret, özellikle maden ticareti, Bronz Çağı Avrupasının önemli
özelliklerinden biridir. Yarımada'nın maden kaynaklan zengin ve çeşitlidir,
ama dağılımı düzensizdir; bu dengesizliğe karşı geniş bir ticaret yollan ağı
oluşmuştur. Gerek kaya tuzu madenciliği yoluyla gerekse deniz kıyısı tuzla ta-
valarında su buharlaşması yoluyla elde edilen tuz, en eski dönemlerden beri
bilinmektedir. Katalonya'daki Cardona'dan Avusturya'daki Salzkammergut'a
veya Polonya'daki Wieliczka'ya kadar birçok yerde büyük kaya tuzu dağları
kendiliğinden oluşmuştur. İlkel tuzla tavaları, şalinde, Dinyeper'den Rhöne'a
kadar bütün sıcak güney kıyıları boyunca kurulmuş; sonra da daimi "tuz yol-
ları" işlemeye başlamıştır. Bunlardan en ünlüsü Roma ile Adriyatik kıyıların-
daki tuzlaları birleştiren antik Via Sûlaria'dır. Hem Jutland'ın batı kıyılarında
hem de Vistül'ün doğusunda Baltık kıyılarında bulunan amber, mücevher ola-
rak çok rağbet görmüştür. Antik "amber yolu", Oder Nehri vadisinden aşağı
indikten sonra Moravya Geçirinden Tuna'ya ulaşır ve Brenner Geçiü üzerin-
den Adriyatik'e çıkar. Obsidyen (volkanik cam) ve lapis lazuii de (laciverttaşı)
çok talep edilmektedir. Bakır ve kalay çok üretilen madenlerdendir. Bakır, ön-
ce Kıbrıs'tan (Cyprus) (bakır adı buradan gelmektedir), sonra Dolomitlerden
ve Karpatlann bütün yukarı kesimlerinden gelmiştir. Karpat bakırı, çok erken
dönemlerde kuzeye, İskandinavya'ya doğru yol almış, sonra güneye, Ege'ye
gönderilmiştir. Eskilerin kurşundan hiç ayıramadığı kalay, uzaktaki Corn-
vvall'dan getirilmiştir. Bakır ve kalay madenlerinin aranması, kıtanın bütünü-
nü kapsayan temasları, doğada çok daha hazır olarak bulunan ve bakır ve ka-
laydan sonra en çok aranan demirden daha etkili bir şekilde uyarmıştır.
Talebi yoğun olan çeşitli malların kolayca bulunabileceği bölgelere özel
bir önem verilmiştir. Bu bölgelerden biri, Ischl ve Hallstatt'ın tuz dağlarıyla
Noriae'nın melal madenlerinin yan yana uzandığı Salzkammergut'tur (Nori-
cum). Bir başkası gümüş, kurşun, demir ve tuzun birbirinden bir taş atımı
uzaklıklarda bir arada olduğu Vistul Nehrinin yukarı kesimlerinde, Krakow
civarındadır. Yine de en verimlisi Ege adalarıdır. Melos Adası obsidyen, Paros
beyaz mermer, Kitnos bakır, Sifnos ve Alina açıklarındaki Lavriyon gümüş ve
kurşun üretmiştir. Girit ve daha sonra Miken'in refah ve gücü, bu Ege kaynak-
larına egemen olmaları ve bütün kıtayı aşan ticaret yollarının merkezinde bu-
lunmalarıyla doğrudan ilgilidir. Girit ve Miken, Bronz Çağında "uluslararası
ruh" denilen şeyin odak noktası olmuştur.
DASA
POPlilrKR bir m a l a n atik tarihi. Madenci Kavmin neolitik çağ Avrııpasıııda ilerleme-
sine. hem llitıı-Avrupa dillerinin hem de ondalık sistemin yaygınlaşmasının eşlik el-
liğini savanıır. İddia, numaralandırmada ondalık sistemi kullanan lliııt-Avrupa dille-
rinden seçilen sayı adlarının bir listesiyle desteklenmektedir. Sonuçta ortaya,
tarihöncesi Avrupa'nın onlu sistemde sayı saymayı, bu sayıların yazılı biçiminin ge-
lişmesinden üç milyon yıl önce bildiği gerçeği çıkmaktadır,'
Kuşkusuz, hiçbir doğrudan kanıt bulunmasa bile, bu insanı, okuma-yazınanırı
bilinmediği eski bir toplumda, yeni sayma modelleri oluşturulabileceğini düşünmeye
itmektedir. Ancak, bugün kullanılan rakamların tarihöncesi dönemlerden bu yana
değişmeden kaldığına dair bir kesinlik yoktur; dolayısıyla, birbirine çok benzeyen
binim dillere karşı önermenin doğruluğu test edilirken dikkatli olunmalıdır:
Ne Giril ne Miken, antik dünyayla ilgili ilk bilgilerimizi sağlayan erken klasik
dönem araştırmalannca tanınıyordu. Ama bugün Girit'te Minos kültürünün,
Yunan anakarasında Miken kültürünün, "ilk Avrupa uygarlığının" ikiz tepele-
rini oluşturduğu kabul edilmektedir, M iken'de yeraltı kraliyet mezarlarında al-
tın bir ölü maskesi bulup, telgrafla "Bugün Agamemnon'un yüzüne baktım"
diye yanlış haber aktaran Schliemann'ın, sıradan bir zengin tarihöncesi mezar
değil, çok daha önemli bir şey bulduğu bugün artık gayet açıktır ( L O O T [ .
Hem Girit'le Knossos, Faistos ve Malya'daki saray kalıntıları hem de Yunan
anakarasında Miken, Tirins ve Pilos yerleşimleri, daha önce bilinenlerin hiçbi-
rine benzemeyen, çok daha sofistike bir sanat, din, teknoloji ve sosyal örgüt-
lenmenin bol miktarda kanıtını sergilemiştir. Minos uygarlığının, "ihtişam dö-
nemi" de denilen altın çağı, MÖ 1900 yılında başlar. Burçları Argos Ovası'na
ve Korinthos Körfezi'ne hâkim Miken kentininkiyse, üç veya dört yüzyıl sonra
başlamıştır. Çanakkale Boğazı'na hükmeden Troyalılarla birlikte Minoslular ve
Mikenliler, Avrupa tarihini yüzsüz arkeolojinin nüfuz alanından çıkartmışlar-
dır [ T R O N O S ] ,
Orta Avrupa'da Bronz Çağının sonlarında, yakılmış ceset küllerinin ayrın-
tılı mezar malzemeleriyle birlikte kavanozlara konulduğu mezarlıklarıyla ünlü
"ölü yakma kültürleri"ne bağlı geniş bir grup vardır. Bronz Çağı'nın önemli
yerleşim yerleri Terramare (İtalya), El Argar (ispanya), Leubingen, Buchau,
Adİerberg (Almanya), Çekoslovakya'da Prag yakınlarında Unetice ve Roman-
ya'da O tornan i'd e bulunmuştur.
İkinci binyılın son çeyreğinde, MÖ 1 2 0 0 yılında Bronz Çağı Avrupası, da-
ha önce hiç yaşamadığı beklenmedik bir yıkımla karşılaşır. Arkeologlar bunu
"genel sistemlerin çökmesi" diye tanımlarlar. Ticaret durmuştur, kentler terk
edilmiştir, siyasi yapı yıkılmıştır. İstila dalgaları, kalanların üzerine çökmüş-
tür. Art arda gelen korkunç doğal afetlere güçlükle dayanmış olan Girit, Mi-
ken'in kendi de yıkılmadan önce, Mikenli Yunanlıların eline düşmüştür. Biv
tek yüzyıl içinde, bütün yerleşik merkezler ilgisizliğe terk edilmiştir. Ege, iç
kısımlardan gelen kabilelerin işgaline uğramış, Anadolu'daki Hitit imparator-
luğu sona ermiştir. Mısır, kimliği belirsiz "deniz kavimleri" tarafından kuşatıl-
mıştır. Orıa Avrupa, ancak Keklerin görünmesivle içinden çıkabildiği bir uzun
hareketsizlik dönemine yeniden girmiştir. Yunan, Troya Savaşlarının masalsı
dönemini, sonraki site devletlerinin kayıtlı tarihinden ayıran, kendi arkaik Ka-
ranlık Çağına dalmıştır.
SAMPHIRE
KAYNAMIŞ DENİZ REZENESİ... Temmuz veya ağustosla bataklık rezenesi pek top-
lanmaz. Çünkü toplandıktan hemen sonra dikkatle yıkanmalı ve çok tazeyken yenil-
melidir. Yıkanmış rezeneyi, bozulmamış kökleriyle birlikte öbek öbek bağlayın; az ve
tuzsuz suda sekiz-on dakika kaynatın; ipi kesin ve erimiş yağla servis yapın. Rezene-
yi, her sapın kökü aşağıda kalarak şekilde tutup hafifçe ısırarak ve etli kısmı odunsu
özden ayırarak yiyin, 1
Tarihöncesine ati yiyecekler yok olalı çok olmuştur, dolayısıyla üzerinde çalış-
mak kolay değildir. Neolitik dönemlerin mönüsünü vegastronomik teknolojisini yeni-
den oluşturmak tçin günümüzde yapılan girişimler altı atta bilgi kaynağına dayan-
makladır. Tarihöncesi çöplükler, arkeologlara büyük kemik, yumurta kabuğu ve
deniz kabtıklusu-arııgı koleksiyonları sunar. Kulübelerin mutlak alanları, genellikle
ayırt edilebilen ve analiz edilebilen tohumlar! ve çiçektozu ianelerini açığa vurur.
Çok sayıda balıkçılık araç ve gereci, yiyecek hazırlama, pişirme ve yeme kap ve aleti
bu güne kadar kalmıştır. (Kaynatma kazanları yaygındır: ama pişirme fırınları değil-
dir.) Geçmişin biltün besin kaynaklan maya, şarap veya soğan gibi modern malze-
melerle, yabani ortamdaki çok geniş yenilebilir bitki ve laıına repertuvarından çıkar-
ı l a b i l i r . Daha önce tadılmış olduğu bilinen bülün lezzetler, arlık yemek kitaplarında
yer almamaktadır: Kayın ağacı meyvesi, kuzey karabatağı, kirpi, yabani lahana,
dağ eriği gibi... Bunların çoğu. her alandaki maharetleri çok önemli ihtiyaçlardan
kaynaklanan ilkel veya endüstri-öncesi toplumların geliştirdiği, yabani otlardan
rüzgâr kurutmasına, tuzlamaya, korumaya kadar, besin teknolojisiyle karşılaştırma-
lar yapılarak da Öğrenilebilir. Nihayet modem teknikler, tarihöncesi cesetlerin mide
içeriklerinin incelenmesine de olanak sağlamaktadır. Örneğin Tollund Adamı arpa.
kelen tohumu ve yabani bitki yemiştir |T0LLl!ND|.
Sonuç olarak, otantik bir neolitik yemeğin yeniden meydana getirilip getirile-
meyeceği. bir yandan virpa ile servis yapılan kemik iliği karıştırılmış rezene peşinde
koşulurken. tercihen yapılması islenen bir tanışma konusudur:
Kemik iliği. (225 gr. kemik iliği, un, luz, kızarmış ekmek.) Kemikleri kazıyıp yıkayın,
testereyle dikine ortasından yarıya kadar kesin. ... Unu suyla karıştırıp sert bir ha-
mur yapın, oklavayla açın. Kemiğin uçlarını ilikle karışacak şekilde hamurla kapatın
ve kemikleri unlu bir kumaşla bağlayın. Kaynayan su dolu bir tavanın iğine dikey
olarak koyun ve yaklaşık iki saat ağır ateşle kaynatın. (...) Kumaş bağlarım çözün ve
kemik uçlarındaki hamuru çıkartın. I ler birinin çevresine bir kâğı! peçete sarın ve kı-
zarmış ekmekle servis yapın. 2
Sowan veya Virpa. (4S0 gr. yulaf ezmesi, i . ö kilo buğday ezmesi. 9 litre su). Her iki
ezmeyi de bir taş çanak içine koyun. 8 litre ılık su kalın, ekşiyineeye kadar 5-8 gün
bırakın. Temiz sıvıyı boşaltın. Bu. ferahlatıcı bir içki olan sıvatstır. Çanakta kalan
ise koyu bir kolaya benzer. Krema yoğunluğunu kazandırmak için 1 litre daha su ek-
leyin, Bir süzgeç üzerindeki tülbentten süzün. Kitle edilecek sıvı... yulaf ezmesinin
b ü i ü n besleyici özelliklerini taşıyacaktır. (...) Bir tahin kaşıkla yumuşak ovalama ve
tülbendin sıkılması... süreci hızlandırır. 3
Mamurun yeniden yoğrulması, şiir çevirisine hayli benzer. Yapılabilir, ama as-
la lam olarak değil. Tarihöncesi yemek tarifleri, kolonyal yerleşimler veya ortaçağ
müziğiyle ilgilen iliyorsa ve eğer açık sözlü oıanüklik ve ipucu olmaksızın başkaları-
nın duygularını anlama ikiz tehlikesi kaçımlmazsa, büyük bir düş gücü ve disiplin
gerekiirir. Neolitik dönem aşçıları kemik iliğini gerçekten kâğıt peçete içindi; mi sun-
muşlardır veya v/rpalannt lülbeıule mi süzmüşlerdir'' Rezenenin toplanabildiği sıra-
da tarihöncesinde Bilirkişiler var mıydı?
TRONOS
Demir Çağı, tarihöncesini, düzenli tarih kaynakları alanına sokar. Demir Çağı-
nın, Anadolu'da Hititler tarafından başlatıldığı genellikle kabul edilmiştir. Ala-
ca Höyük'te kral mezarlarından çıkartılan demir ağızlı, altın kabzalı hançer,
MÖ üçüncü binyıldan kalma olabilir. Demirin kullanımı MÖ 1200'de önce bu-
radan Mısır'a, sonra MÖ 1000 yılında Ege'ye ve MÖ 750'de Tuna Havzast'na
yayılmıştır [TOLLUND].
Yarımadanın anakarasında, tarihöncesi Demir Çağı geleneksel olarak
Hallstatt (MÖ 7 5 0 - 4 0 0 ) ve La Tene (MÖ 4 0 0 - 4 5 0 ) olmak üzere birbirini izle-
yen iki döneme ayrılır. Saltzkammergut yakınlarında bir yer olan ve I846'da
keşfedilen Hallstatt, adını, ölülerini yakan eski halkın gelenekleriyle Doğudan
gelen laze etkileri harmanlayan bir dönem ve kültüre vermiştir. İsviçre'de, Ne-
uchaıel Gölü kıyısındaki La Tene, 1858'de keşfedilmiş, demir işçiliğinin çok
yüksek bir yetkinlik düzeyine eriştiği ikinci döneme adını vermiştir. Sert de-
mir cevherinden ve kesici yanı ürkütücü bir şekilde keskinleştirilebilen yu-
muşak demirden çok güzel işlenmiş kılıçlar, tepelere kurulu büyük kalelerde
yaşayan savaşçı bir toplumun göstergesidir. Bu insanlar çömlekçi çarkına, at-
ların çektiği savaş arabalarına, para basmaya ve gelişmiş stilistik sanatın yerli,
Akdenizli ve hatta göçebe unsurları birleştiren biçimine aşinadırlar. Polon-
ya'nın güneyinde, Krakow yakınlarındaki Kutsal Haç Dağlan üzerinde bulu-
nan Rudki'de, tarihöncesi Avrupasının en gelişmiş demir işçiliğinin izlerini bı-
rakmışlardır. Etkin olarak ticaretle uğraşırlar ve prenseslerinin mezarları, Kelt
mücevherleri, Eırüsk vazoları. Yunan amforaları, Roma el sanatı eserleriyle
doludur. Tartışmasız kabul edilmese de, yaygın olarak "Alplerin kuzeyinde
adını bildiğimiz ilk büyük ulus" olan Keklerle özdeşleştirilmiştir. La Tene'ııin
dışında, Provence'da Entroment, Burgonya'da Alesia ve Emilia'da Villanova'da
da önemli yerleşim yerleri vardır.
Keltlerin ortaya çıkmasıyla birlikte Avrupa tarihöncesi, bütün sorunların
en karmaşığıyla karşılaşmıştır: Arkeologların, başka kaynaklar aracılığıyla öğ-
rendikleri etnik ve dil gruplaşmalarıyla tanımladıkları maddi kültürlerin ben-
zeşmesi, karşılaştırılması... Tarihöncesi uzmanlarının çoğu, gerçeklen La
Tene'daki o demir ustalarının Keltler olduğunu, MÖ birinci bin yılında Kelt
kabilelerinin oluşumu veya akınından türediklerini. Yunan ve Roma kayıtla-
rında Keltoi veya Celtae olarak adı geçen halkla aynı soydan olduklarım kabul
ecler. Konuyla ilgili en son araştırmalar, modern Kelt halklarının geçmişinin
çok daha eskiye, neolitik döneme kadar gidebileceğini göstermektedir. 1 7 Ama
şurası kesindir; günümüzdeki dilbilim araştırmaları, Kelt dillerinin Latince,
Yunanca ve günümüz Avrupasındaki birçok dille akraba olduğunu kuşkuya
yer bırakmayacak biçimde kanıtlamıştır. Kekler, tarihoncesinin "arkeolojik"
topluluklarından daha net olarak tanımlanabilecek bir dilbilim toplumunun
öncü koludurlar ve Hint-Avrupa olgusunun tam ortasında durmaktadırlar.
Kalküta'da çalışan bir İngiliz yargıç olan Sir William Jones, 1786 gibi eski
bir tarihte, ana Avrupa dillerinin, Hindistan'daki önemli dillerle yakından ilin-
tili olduğu yolunda çığır açan bir keşike bulunmuştur. J o n e s , klasik Latince ve
Yunanca ile antik Sanskritçe arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu kuram, son-
radan bugünkü birçok Hint dilinin Avrupa'daki benzerleriyle, yani Latin, Kel-
lik, Germanik, Ballık ve Slavik dil gruplarıyla aynı aileden olduğu şeklinde
lers çevrilmiştir (Bkz. Ek III, s. 1292).
TOLLUND
Ama Tollund Adamı yalnız değildir. Benzer keşifler, oluz yıl (ince Cheslüre'daki (İn-
giltere) Lindovv Moss'ıa da yapılmışın': ve Kylül 1991'do. Güney Tirol'de Olzıaler
Alplerinin Sıınılaun Ridge bölgesi yakınlarında son derece ilginç bir ceset ortaya çı-
kartılmıştır. Bronz Çağı öncesi bir avcıya ait olduğu sanılan ceset, tam giyimli ve
tam donanımlıdır. 1.52 cm. boyunda, â4.4 kg. ağırlığında, muhtemelen yirmi yaşın-
da. mavi gözlü, yüzü tıraşlıdır ve bozulmamış, eksiksiz bir beyne sahiptir. Başlan
aşağı işlenmiş deri tunik ve tozluklar, keçi derisi bir başlık, huş ağacı kabuğundan
eldivenler, yüksek boyunlu, kalın tabanlı bollar giymiştir Derisinin d ü n verinde ma-
vi kabile işareti dövmeleri vardır ve köseleden yapılmış, y i r m i güneş-ışıııı şeridi ve
bir taş boncuklan oluşan bir gerdanlık takmaktadır. Tahta çerçeveli bir sırt çantası,
97.5 santimlik kırık bir yay. kemik uçlu 14 okluk bir sadak, saf bakır tcpelikli. laş-
ağızlı bir balta, çakmaktaşından kısa bir bıçak, çakmaktaşı ve kavların bulunduğu
bir kuşak taşımaktadır Görünüşünden, bir tipiye yakalanıp donarak öldüğü anlaşıl-
maktadır. Öliim katılığı, hâlâ gözüne siper etmeye çalıştığı bükülüp gerilmiş kolunda
toplanmıştır. MÖ 2731 (± 125) yılından kalma bu ceset. Insbtırg Cniversıtesi'nin
derindondurucusunda. hiç hesapta olmayan bir hedefe, yaklaşık 5 . 0 0 0 yıllık bir ge-
cikmeyle nihayet ulaşmıştır. 2
Tarihöncesi cesetlerin, bilimsel enformasyon için değerli kaynaklar olduğu
açıktır. "I'rehistorik pataloji'deki son gelişmeler, bu vücutların giysileri, hastalıkları,
bakterileri ve beslenmelerinin ayrıntılı analizini olanaklı kılmaktadır. Ama kemikleri
1908'de Süsses'teki bir kazıda ortaya çıkarılan Pilldown Adamı örneğinin unutul-
ması olanaksızdır. Tollund Adamı ile aynı yıl bulunan Pilidown Adamı, en büyük
sahtekarlıklardan birini açığa çıkartmıştır.
"Sürekli çoğalan arkeolojik buluşlar, Hint-Avrupa vatanıyla ilgili eski teorileri saf
dışı bırakmaktadır. (...) Kurgan kültürü, ilk Hint-Avrupalı adayı olarak kalacak
görünmektedir. Neolitik veya kalkolitik dönemlerde, ortak sözcüklerin yardımıy-
la yeniden oluşturulan varsayımsal Hint-Avrupa ana kültürüyle benzeşecek başka
hiçbir kültür; ve Hint-Avrupa dilleri konuşanların varlığını kanıtlayan erken ta-
rihli kaynakların ve kültürel sürekliliğin bulunduğu bütün toprakları etkilemiş
başka hiçbir büyük genişleme ve fetih hareketi yoktur." 18
Minos uygarlığı, bin yıllık bir dönemin büyük bölümünde Girit'te geliş-
miştir. Knossos sarayını ortaya çıkartan Sir Arthur Evans'a göre bu uygarlık,
Erken Minos I'den Geç Minos İ l l e kadar, her biri özel bir seramik stiliyle ta-
nımlanan dokuz farklı aşamadan geçmiştir. Doruk noktasına, MÖ ikinci binyı-
Im ikinci çeyreğinde, Minos 11 döneminin ortalarında bir yerde ulaşılmış; za-
manla saray terasındaki hizmetkârlar farkına varmadan "büyük felaketlerin
ilkiyle karşılaşmışlardır.
Minosluların etnik kimliği, ciddi bir tartışma konusudur. Helen oldukları
yolundaki eski varsayım, bugün artık pek fazla kabul görmemektedir, İlk dö-
nemlerin dilinin anlaşılmasına yardımcı olabilecek Lineer (doğrusal) A yazısı
henüz deşifre edilmemiştir. 1952'de kesinlikle Yunanca olarak tanımlanan Li-
neer (doğrusal) B'nin ise, sadece son aşamaya ait olduğu açıkça görülmekte-
dir. Arthur Evans, Girit üzerinde yalnızca güçlü bir Mısır etkisi olduğuna de-
ğil, aynı zamanda bir Mısır sömürgeliği olasılığına da inanmaktadır. "NÜ
Vadisi'ndeki hanedan unsurlarının, eski nüfusun bazı bölümlerinin... Girit
üzerinde fiili bir yerleşim kurmuş olup olamayacakları yerinde bir sorudur. "2-
Ancak ikinci binyılda Girit, çeşitli göçmen dalgalarının akınına uğramış gö-
rünmektedir. Adanın Helenleştirilmesinin, "büyük felaketler"den biraz önceki
son dalgayla başladığı haklı olarak öne sürülebilir.
Harua 5.
Antik Ege: MÖ 1. Binyıl
Başka bir olasılık, orta dönemdeki Minosluların, Anadolu'dan gelen Hitit-
ler olduğudur. Hititler, Hint-Avrupa ailesin den d iti er ve "Kanesçe" denilen bir
dili konuşurlar. Büyük konfederasyonun merkezi, bugünkü Anadolu'daki Hat-
tuşaş'tır ve hem Mezopotamya'ya hem Mısır'a karşı büyük bir direniş göster-
miştir. MÖ on dördüncü yüzyılda, en büyük kralları Şuppiluliumaş veya Şup-
piluliuına (MO 1 3 8 0 - 1 3 4 7 ) , hâkimiyet alanını Kudüs'e kadar genişletmiştir.
MÖ 1269'da, Mısır'la bir ittifak antlaşması yapmışlardır. (Bu olayın Hitit ve
Mısır dillerinde kaydedildiği, var olan en eski diplomatik belge niteliği taşıyan
tabletin metni, bugün New York'taki Birleşmiş Milletler binasının fuayesinde
sergilenmektedir.) MÛ 1256 yılında Hitit Kralı III. Hattuşili, Mısır Firavunu
Ramses'le evlenen kızının düğününe katılmak için Mısır'a gitmiştir. Yani eğer
Hitit etkisi Ortadoğu'nun çok dışına yayılmışsa, anakaradan Girit'e de uzan-
mış olması büyük bir olasılıktır. Özellikle Hitiılerin merkezi Çatalhöyük'te de
bir boğa tapınışının ortaya çıkartılması, çok daha yakın bir ilişkiyi işaret et-
mekledir. Ama hiçbir şey kesin değildir.
Sonraki Yunan efsane edebiyatına göre Girit, hem Zeus'un hem de kor-
kunç Minos canavarının -Minotaur- (insan etiyle beslenen, yarı-insan yarı-
boğa bir efsane canavarı) doğduğu yerdir. Zeus, Prenses Europa'yı kaçırdıktan
sonra, doğal olarak adadaki evine getirir. 1da Dağs'ndaki bir mağara, bugün bi-
le Zeus'un doğduğu yer olarak turistlere gösterilmektedir. Öte yandan Minos
canavarı, tuhaf bir aşkın ürünüdür. Minos kraliçesi Pasiphae, deniz tanrısı Po-
seidon'a verdiği kurbanlık bir boğaya âşık olmuştur ve Knossos sarayının mi-
marı Daedalus'un yardımıyla, boğayla sevişme imkânını bulmuştur. Daedalus
bu amaçla, içerisinde cesur kraliçenin tahminen uygun pozisyonu aldığı içi
oyuk ağaçtan bir inek yapar. Bu döllemenin meyvesi, yarı-insan yarı-hayvan,
l'infamia di Creti (Girit'in namus lekesi, yüz karası), korkunç Minotaur'dur.
Bunun üzerine mimar Daedalus'a, Minotaur'un muhafazası için bir labirent
yapması emredilmiştir.
Bu noktada, Atinalı kahraman Theseus'un sahneye girmesiyle olay iyice
karmaşıklaştr. Theseus'un Minotaur'u öldürme saplantısı, bir boğayla oynaş-
mış bir başka ananın çocuğu olması gerçeğiyle gayet iyi açıklanabilir. Ati-
na'nın her yıl Girit'e haraç olarak verdiği yedi oğlan ve yedi bakire kız gönde-
rilmesiyle bağlantılı bütün olaylarda Theseus, Knossos'a ulaşmayı planlamış;
ve Kraliçe Pasipbae'nin kızı Ariadne'nin sağladığı bir ip yumağı sayesinde labi-
renti iyice öğrenip Minotaur'u öldürüp kaçmıştır. Daha sonra Ariadne ile bir-
likte, ondan ayrıldığı Naksos adasına gelir. Bir başka acıklı ihmal öyküsüne
göre, Theseus Atina'ya ulaşınca, yelkeninin rengini siyahtan beyaza çevirmek
olarak belirlenen anlaşmalı başarı işaretini vermeyi unutur. Kederli babası Ae-
geus kendisini, daha sonra aynı adla anılacak olan denize atar. Bu öykülerin,
Girit'in büyük güç olarak, anakaradaki Yunan topluluklarını haraca bağladığı
döneme ait olduğu açıktır.
Efsanede Daedalus da insanoğlunun ilk uçuşuyla ödüllendirilmiştir. Gi-
rit'i terk etmesi Minos tarafından yasaklanınca, balmumu ve tüylerden bir çift
kanat yapıp, oğlu lkarus'la birlikte Ida Dağı'nın yamaçlarından süzülerek uç-
muştur. lkarus, güneşe çok yaktn uçar ve ölür. Ama Daedalus, tanı kurtuluşa,
yani anakaraya uçmuştur. Ovidius, "Minos her şeye sahip olabilir ama havaya
değil" (Omnia possidcat, nc>n possidet aera Minos) diye yazmıştır.
1da Dağı, denizden 2 4 3 4 metre yüksektedir ve sıcak akımların, bu insan-
kuşları, bütün Ege uygarlığını bir harita gibi altlarına serdiği bir yüksekliğe
nasıl taşıdığı kolayca anlaşılabilir. Girit 2 1 0 km uzunluğunda, ince uzun, ka-
yalık bir kara parçasıdır ve güneyde Afrika kıyılarına, kuzeyde Ege'ye bakar.
Hâkim uzantısı, batıda Sicilya'ya, doğuda Kıbrıs'a doğrudur. Kuzeybatıdan, arı
kovanı örneği kral mezarları ve Aslanlı Kapısı ile Miken kentinin hâkim oldu-
ğu Pelloponnessos'a uzanır. Kuzeydoğuda, Anadolu üçgenindeki antik Troya
kenti yer almaktadır. Ortada, Kiklad adaları dağınıklığının merkezinde ilk Gi-
ril kolonileri yer almaktadır. En yakında ise, koyu mavi denizde fışkırmış bir
siyah elmas gibi duran çok güzel ve uğursuz Thera adasının mükemmel konisi
yükselmektedir.
Minosluların, gemilerinin menzili dışında kalan ülke ve uluslar hakkında
çok şey bildikleri kuşkuludur. Elbette Kuzey Afrika'yı, özellikle ticaret yaptık-
ları Mısır'ı bilmektedirler. Teb'deki tapınak duvarlarında Giritli görevlilerin
resmi vardır. Geç Minos II dönemi, yani Knossos'un en ihtişamlı günleri, 18.
Aminhoıep Hanedanı'nın sonuna, dolayısıyla Tutankamun'un tahta çıkışına
rastlar. Minoslular, antik Yakındoğu kentleri Sidon, Tyre, Eriha'yı ve bunlar
aracılığıyla Yakın Doğu ülkelerini de tanımıştır. MÖ on sekizinci yüzyılda Ib-
raniler hâlâ Mısır'da tutsaktırlar. Ariler İran'dan Hindistan'a henüz göç etmiş-
lerdir. Babilliler, kanun-yapıcı Hammurabi tarafından birleştirilen İki Nehrin
Topraklan'nı (Mezopotamya) yönetmektedirler, "Göze göz, dişe diş" ilkesine
dayalı Hammurabi Kanunu, çağın en yüksek uygarlık noktasıdır. Asurlular,
çok kısa süre önce Babil'in efendisi olmuşlardır. Batı Asya'da dönemin en güç-
lü devletini kurmuş olan Hititler, Filistin'e baskı yapmaktadırlar (Bkz. Ek 111,
s. 1276).
Minosluların, italya'nın ön-Latin halklarıyla iyi ilişkiler kurmuş olmaları
mümkündür. Batı Akdeniz'de seyreden gemilerine bir engel çıkarılmamakta-
dır. Malta ve Güney İspanya'nın Çan Ustası Halkı ve Büyük Kaya Anıt Ustala-
rıyla tanışmış, oradan, Tripolye Halkı ile karşılaştıkları Karadeniz'e geçmiş
olabilirler. Karadeniz'deki bu karşılaşma, daha sonraki karşılaşma üzerinde,
yani ticaretin, iç kesimlere hâkim UnStice ve Tumulus halklarından yola çıkan
güney ayağı üzerinde komisyoncu veya tellal işlevi görmüş olabilir. En önemli
mal olan bakırın ana kaynağı. Dolomit ve Karpatlar'daki madenlerdir.
Bunun ötesinde Minosluların doğrudan bilgileri üzerindeki perde sıkıca
örtülüdür. Onlar Bronz Çağında güneşlenirken, kuzey toprakları yavaş yavaş
neolitik çağın son aşamalarına geçmektedir. Hint-Avrupalıların batıya doğru
yürüyüşleri kuşkusuz başlamıştır. Bu yürüyüşe zaman zaman, kendilerinden
önceki barışçı hemcinslerine de, kendi kadınlarına da zorla boyun eğdiren er-
kek-egemen savaşçı kültürü yoldaşlık etmiştir. Keltlerin öncü kolu, zaten orta
Avrupa'daki istasyondadır. Germen, Baltık ve Slav kabileleri, gerilerde bir yer-
de dinlenmekledirler. İlk kuzeyli tuzak-avcıları, sınır ötesinden Ege'ye ulaş-
mışlardır. Amber ve yeşim taşı, Girit'e gitmenin yolunu bulmuştur.
Birdenbire deniz yüzeyine fırlayan Thera (Santorini) adasının bu oluşum
biçimi, tarihöncesi Avrupasının en önemli olaylarından biridir. Tıpkı modern
zamanlardaki Krakatoa olayında olduğu gibi, bir "kıyameti" andırırcasına, 30
metreküplük bir kaya, ateş ve sülfirik asit kütlesi, stratosfere doğru 48 kilo-
metre fırlamıştır. 160 km. uzaktaki Knossos'ta bulunan izleyiciler, ilk duman-
ları, ani alevleri, sonra da ateşli kül sütununu görebilmişlerdir. Dokuz dakika
önce aynı yerde olsalardı patlamayı, patlamanın homurtusunu ve düşme sesle-
rini de duymuş; deniz yatağındaki yarıkları doldururcasına fırlarken, salt Girit
kıyılarını üç yüz metre denizin altına batıran güçlü bir gelgit dalgasının gelişi-
ni durdurmak için denizin geri çekilmesini görmüş olacaklardı.
Knossos'un yukarılarında, j u k t a s Dağının kuzey yamaçlarındaki dağ tür-
besinin rahipleriyse, felaketin istediği insanı kurban etmekle meşguldürler. Bu
durumda her günkü meyve, tohum, şarap ikramları, hatta yetişkin boğa kesil-
mesi yeterli olmayacaktır. Tapmağın karanlık orta odasında bir adam, beyaz
kabartma bir boğa figürü ile süslü bir kan kovası hazırlamaktadır. Batı odası-
nın dip tarafında, genç bir kadın bacakları ayrık, yüzüstü uzanmıştır. Alçak
bir masada, göğsüne yabani domuz başı oyması bulunan bronz ağızlı bir bıçak
konulmuş genç bir adam yatmaktadır. Onun yanında, pahalı bir demir yüzük
ve sırıkla sandal kullanan bir tanrı figürünün oyulduğu akik bir mühür taşı
takmış güçlü bir adam bulunmaktadır. Ama Thera'nın fırlamasının oluşturdu-
ğu deprem önce davranır. Tapınağın çatısı çöker. Kurban töreni asla tamamla-
namaz. Törene katılanların vücutları, üç bin beş yüz yıl sonra keşfedilmek
üzere neredeyseler, nereye yıkılmışsalar orada kalmıştır. 2 3
Thera'nın oluşumunun tarihlendirilmesi büyük ölçüde dendrokronoloji
sayesinde başarılmıştır. MÖ 1628'de, bir yanda Kaliforniya'nın dikenli-koni
çamları, öte yanda İrlanda'nın bataklık meşeleri kadar birbirinden uzak ağaç
çemberlerinin büyümesi bir durgunluk dönemine girer. Kuzey kutbunun ta-
mamında sıcaklıklar, muhtemelen hızla uçuşan volkanik tozların "perdeleyici
etkisi"nin bir sonucu olarak belirgin bir biçimde düşmüştür. M Ö 1 6 4 5 ' t e (t 20
yıl) bütün dünyayı etkileyen felaketin onayını, Grönland'daki buz yatakların-
da bulunan sülfirik asit tortusu vermektedir. Thera'dan sağlanan en yeni kar-
bon-tarihleme de, orijinalinin tahmini tarihi olan MÖ 1 5 0 0 yılından en az yüz
yıl önceki bir fırlama {deniz yüzeyine yükselme) tarihi önermektedir. Elbette
hâlâ bilimsel kuşkular vardır; ama MÖ 1628'in "üzerinde çalışılacak en iyi hi-
potez" olduğu açıktır. 2 4
Knossos'taki saray, daha sonraki Pompeii ve Herculaneum felaketlerin-
den kurtulur. Yükselmenin meydana geldiği gün, batıdan bir rüzgâr esmiş ve
en yoğun lav külü tortusu Anadolu kıyılarına dökülmüştür. Hatta öyle ki, sar-
sıntıdan Knossos sarayı da sallanmış, duvarlar ve sütunlar yıkılmıştır. Hayati
öneme sahip Minos donanmasının, tamamen yok olmadıysa bile ağır hasar
gördüğü düşünülmelidir. Birkaç saat içinde Thera'nın konisi ürkütücü, kü-
kürtlü bir lagün gölünün çevresinde, için için yanan siyah bazalt uçurumlara
dönüşmüştür. Lagünün ortasındaki kaya kökü gibi Giril de yanmış, yıkılmış
bir imparatorluğun ortasında kalakalmış olsa gerektir.
Girit'iıı doğusundaki arkeolojik tabakalanma Thera'nın yükselişini, on-
dan sonra gelen ve bugün bile açıklanamayan, Knossos sarayını harabe haline
getirmiş bir felaketten ayıran bir zaman farkını, bugün bile okunabilen, çok iyi
pişirilmiş kil tabletlerle sergilemektedir. Bir zamanlar öne sürüldüğü gibi,
Knossos'u yıkan Thera'nın patlaması değildir. Ama Minos'un sonunu getiren
darbelerden ilkini vurduğu kesindir. Mutlaka çok büyük olması gereken mad-
di hasar ve can kaybı, ticaretin durmasını da beraberinde getirmiştir. Güçsüz-
leşmiş bir Girit, Dor savaşçılarının merhametine kalmış ve zamanı gelince de
tamamen Helenleştirilmişıir.
Avrupa'nın ilk uygarlığının kötü sonu, kaçınılmaz bir biçimde genel ola-
rak uygarlıkların yükselişleri ve çöküşleri üzerinde durulmasına yol açmıştır.
Son felaketten kurtulan Minosluların, talihsizliklerinden kendi yetersizlikleri-
ni sorumlu tutup tutmadıkları merak edilebilir. Fiziksel bilimlerin çeşitli dalla-
rında uygulanan Felaket Kuramı'nm, insan sorunlarının uzun vadeli modelle-
rine de aynı ölçüde uygulanıp uygulanamayacağı merak edilebilir. Matematik
Kaos Kuramı'nın uzun, sakin büyüme ve gelişme dönemlerinin niçin birdenbi-
re karışıklık ve düzensizlik dönemleriyle kesildiğini bir şekilde açıklayıp açık-
layamayacağı merak edilebilir. Ama Thera'nın deniz üstüne yükselerek oluşu-
muna, bazı tarihöncesi kelebeklerin çırpınan kanatlarının yol açması akla
uygun mudur?
Arkeologlar ve tarihöncesi uzmanları büyük zaman dilimleri içinde dü-
şünür. Onlara göre, Knossos ve Miken ile son bulan tarihöncesi Bronz Çağı
uygarlığı, Avrupa tarihinin ilk üç büyük döneminden ilkidir, ikinci dönem,
klasik Roma ve Yunan dünyasıyla eşzamanlıdır, Roma imparatorluğunun so-
nunda, "sistemlerin çöküşü"yle başlayan üçüncü dönem ise modem Avru-
pa'nın yükseliş dönemine rasılar. Ve hâlâ bizimledir.
Knossos'un yıkılmasından sonra neredeyse 3 . 5 0 0 yıl geçmiş; bu süre için-
de Avrupa'nın görünümü pek çok kez değişmiştir. Tıpkı Yunan'ın, Girit'in
şöhretine, kıvancına halef olması gibi, Roma, Yunan temellerinin üzerinde,
"Avrupa" da Roma kalıntılarının üzerinde kurulmuştur. Öyle görünüyor ki,
dinamik gençlik, kendine güvenen yetişkinlik ve güçsüz yaşlılık (dönemi), bi-
reylerin yaşamında olduğu gibi toplumların siyasal ve kültürel tarihinde de
geçerlidir. Avrupa'da Giriı'inkine benzer bir yazgıyı daha sonra yaşayanlar, ya-
ni bir zamanlar güçlüyken sonra zayıflayan devlet ve uluslar eksik değildir.
Î989'da Doğu Avrupa halklarının özgürleşme patlaması, daha çok barış ve
birlik umudu esinlerken, Nisan 1986 da Çernobil'deki nükleer patlama da,
Thera benzeri kıtasal felaketler konusunda insanları uyarmaktadır. Geç Avru-
pa ll'yi izleyenlerin kaygısı, sonlarının birtakım yeni barbarların istilası sonu-
cu son çöküş mü, yoksa bir felaket çöküşü mü olacağıdır. Ama belki Geç Av-
rupa lll'ün son altın yaz mevsimini görünceye kadar da yaşayacaklardır.
II
HELLAS
Eski Yunan
Bunların dışında bir de "Yunan Adaları" hakkında düş kuran genç Lord Byron
vardır;
Eski Yunanın siyasi tarihi bin yıldan fazla bir zamana yayılmış ve birbirinden
farklı dönemlerden geçmiştir. Minos ve Miken ikiz uygarlıklarının merkezin-
de gelişen başlangıçtaki tarihöncesi dönem, MO on ikinci yüzyılda sona ermiş-
tir. Sonraki aşamalarında, Troya Savaşıyla biten ve Yunan edebiyatının Hercu-
les, Ajax, Akhilleus ve Agamemnon gibi efsanevi adlarla doldurulduğu sözde
"Kahramanlık Çagı"yla büyük ölçüde eşzamanlıdır. Troya, özellikle lyonya'da
yüzyıllar boyunca büyük Yunan yerleşim merkezlerini destekleyen Ege'nin As-
ya tarafında kurulmuştur. Troya'nın yıkılışı konusundaki geleneksel tarih MÖ
1184'tür. Yapılan kazılar, efsanelerin tarihsel temelinin sanıldığından da güçlü
olduğunu göstermiştir.
Bunu, tarihi hatta arkeolojik kayıtların yetersiz kaldığı uzun bir "Karanlık
Çağ" izlemiştir.
Yunan kent devletlerinin "Altın Çağı", sekizinci yüzyıldan dördüncü yüz-
yıla kadar sürmüş ve yine farklı dönemlerden geçmiştir. Arkaik dönem, gele-
neksel tarih olarak MÖ 776'nın kabul edildiği ilk olimpiyat, Yunan takviminin
keyfi başlangıcı olarak tarih kayıtlarına geçmiştir. Yunanın en parlak dönemi
beşinci yüzyılda başlamış ve Makedonyalılara teslim olmak zorunda kaldıkları
MÖ 3 3 8 yılında sona ermiştir. Ondan sonraki işgal döneminde Yunan kemle-
ri, önce Makedonyalılar, sonra Romalılar olmak üzere yabancı hâkimiyeti al-
tında sıkıntı çekmiştir [ E C O ] [NOMISMA],
ECO
KKOLOJIk tahrip. liskı V'utıan yönetimlerinin dikkatini daha MÖ altıncı yüzyılın baş-
larında çekmiştir. Yasa-yapıcı Solon, toprak erozyonuna önlemek için dik yamaçla-
rın ekiminin yasaklanmasını önermiş; Peisislratus, ormanların yok olmasını ve aşırı
otlatmayı önlemek İçin zeytin ağacı eken çiftçilere ikramiye vermiştir. İki yüz yıl son-
ra Platon, Atina'da toprağın uğradığı tahribatı şöyle yazmaktadır:
"Daha önce elde bulananla karşılaştırılınca şimdi elde kalan, iskeleti çıkmış bir
hastaya benziyor bereketli ve yumuşak toprak bütünüyle yok olmuş. (...) Bazı dağ-
larda, arılara kovan olmak dışında bir işe yaramayacak odundan başka hiçbir şey
kalmamış artık. Oysa daha dün oralarda ağaçlar... ve sınırsız otlaklar vardı. Dahası,
eskiden çeşmelerin aktığı noktalarda, aziz türbelerinin hâlâ bulunduğu toprak, şimdi
artık bu bol kaynakları ve dereleri bağışlamayan Zeus'un her yıl yağdırdığı yağmur-
larla zenginleşmişti." 1
Bu "isi işmarcı kocakarı dırıltı l a n "m reddeden Ibn Vteymun veya Aziz Francesco git) i
muhalif d ü ş ü n ü r l e r farklı, küçük bir azınlık olarak k a b u l edilmelidirler.
Rönesans ve Bilimsel Devrim (Bkz. VII. Bölüm) sırasında laik düşüncenin dog-
ması da bu t a v r ı değiştirmemiştir. "Asıl a m a ç l a r d i k k a t e alındığında insanın" de-
m e k l e d i r Francis Baeon. " d ü n y a n ı n merkezi kabul edilmesi gerekir." Açık uçlu mad-
di ilerleme dahil, gelişme A y d ı n l a n m a n ı n a m a ç l a r ı n d a n b i r i d i r . Yeni ekonomi b i l i m i
u y g u l a n a r a k , başka şeylerle b i r l i k l e insan da yargılanmıştır. Ama gerçek ekolojistle-
rin gözünde "ekonomi: maddi açgözlülük, rekabet, hırs. kendini beğenmişlik, bencil-
lik. ileriyi görememek gibi eıı çirkin eğilimlerimizden, yeteneklerimizden bazılarım
ön plana ç ı k a r ı m ıştır" 3 |PAZAR|.
Kuşkusuz A y d ı n l a n m a döneminde d ü n y a artık "İkinci Geçiş"e doğru gitmekle-
dir. Yenilenebilir botanik ve zoolojik k a y n a k l a r ı s ö m ü r m e mantığı "doğaya tecavüz"
o l m a k t a n çıkıp, yenilenemeyen kaynakların, özellikle k ö m ü r ve petrol gibi Fosil yakıt-
ların azgın t ü k e t i m i n e uzanmıştır. Bu aşamada, A v r u p a kesinlikle başı çekmiştir. Sa-
n a y i d e v r i m i insan sayısının saf ağırlığını, kentlerin yayılıp saçılmasını, relah bek-
lentisini, ııikelim. doğa kirlenmesi ve bitkinlik oranını büyük ölçüde artırmıştır.
Daha da önemlisi, ekolojik zarar verme kapasitesini. Solon ve l ' l a t o n ' u n asla düşü-
nemeyecekleri b o y u t l a b ü y ü t m ü ş t ü r .
İnsanların, çevre tahribatının etkilerini ciddiye a l m a l a r ı uzun b i r zaman almış-
tır. Kski İ m p a r a t o r Napoléon. 1 8 2 F d e Si. Helene'deki l.ogwood l l o u s e ' d a ölüm dö-
şeğinde y a l a r k e n , son a ş a m a s ı n d a k i hastalığı çok acı v e r i y o r d u . Ölüm sonrası açık-
lamada, ölüm nedeninin karın kanseri olduğu belirtil m işi i. A m a 1 8 4 0 ' l a , ceset
yeniden g ö m ü l m e k üzere Fransa'ya g ö n d e r i l d i ğ i n d e yapılan muayenede, saç kökle-
rinde arsenik kalıntıları g ö r ü l d ü . Böylece ö l ü m ü n cinayet olabileceği y o l u n d a k i ilk
kuşkular o n a y l a n m ı ş o l u y o r d u . Ancak yüz y ı l d a n fazla bir süre sonra, yeni bir kuş-
ku o r t a y a çıktı. On dokuzuncu yüzyılın başlarında, arsenik bileşimleri (kâğıt, k u m a ş
gibi malzemelerde), renk sabitleştirmede kullanılıyordu. Ve l.oııgvuıod Uouse'ta yapı-
lan derin incelemeler, eski i m p a r a t o r u n özel olarak yeniden dekore edilen odasının
d u v a r kâğıtlarında gıiçlü bir arsenik bileşeni b u l u n d u ğ u n u o r t a y a koydu. Konu hâlâ
tartışılmaktadır. Ama N a p o l f o n ' u n ö l ü m ü n ü n , bir cinayetten değil, çevre kirlenme-
sinden k a y n a k l a n m ı ş olması olasılık dışı değildir 1 (Bkz. s. 810).
Bu Altın Çağın başlıca çatışmalan, Büyük Kyros (MÖ 5 5 8 - 5 2 9 ) yöneti-
minde Yunan dünyasının doğu yansını ele geçirmiş olan Pers İmparatorlugu'na
karşı verilen savaş ve sonra da Yunan kentlerinin kardeş kavgasına giriştikleri
Peloponnessos Savaşıdır (MÖ 4 3 1 - 4 0 4 ) . İşgalci Perslerin 4 0 9 yılında Marathon
ovasında veya Thermopylae Geçidi ve Salatnis Koyunda (MÖ 4 8 0 ) durdurulup
püskürtüldükleri çarpışmalar, sonu gelmez övünmelere yol açmıştır. Buna kar-
şılık, Sparta'nın MÖ 4 0 4 yılında Pers desteğiyle kazandığı utandırıcı zaferden
veya Thebes'in Sparta üzerindeki acımasız baskısından pek söz edilmez.
Pers Savaşları, Pers hâkimiyetinden kurtulan Yunanlara, kalıcı bir kimlik
duygusu kazandırmıştır. Özgür Hellas (Yunan); "Sanlı Batı", "Özgürlüğün
Toprağı", "Güzellik ve Zekâ"nın vatanı olarak görülmüştür. Doğu ise köleli-
ğin, vahşiliğin ve cehaletin mekânıdır. Aeschylus, bu duyguyu Pers Kraliçesi-
nin ağzından dile getirir. Oğlunun Salamis'te yenildiği haberi ulaştığında, Su-
sa'daki kraliyet sarayında manzara şöyledir:
Yunanın sadece özgürlük, İran'ın tamamen tiranlık olduğu görüşü son derece
sübjektiftir. Ama "uygarlık" ile "Avrupa" ve "Batı"yı inatla ilişkilendiren gele-
neği de bu (sübjektif) görüş kurmuştur (Bkz. Giriş, s. 4 0 ) [BARBAROS].
NOMISMA
ı
BARBAROS
"liıı dikkati: değer çatışma içimle. Diililn kendini beğenmişliği. İHitiit) ustuııliık imaları.
İniltin önccM ve cnkilik iddialarıyla, doğul yönelim Hakkıyla ilgili bütün şımarıklıgtyla.
'Avrupa' doğmuştur}
CHERSONBSOS
" Taıır Yarnııaılasınm bıttıiıııkii <ı<lı ulan Kırını ((İrinim). "kale hisar. istihkam" anlamındaki 'fiirk\r "kerim" soz-
ı'iıSliiMlıın t c l i r vo un hcşinri Mlzyıidan kalmadır (Orijinal metindeki ilade -s 103- aynen İm şet i İlledir.) hararın
"kerim" « M H g ü karşılığında kullaudıgı IHKİ'.İZH' sö/cüiüıı -furtross- Türkçe kaı^slıi;ı "kale. lıisar"ılır. Oysa "kerim"
ıi)/eüj;ıl ktıkcıı olarak Araına'Uır \r "asıl rimıerl. h a k l a y a n " demektir. ^ n.)
Bosphorus'u (Koi'v Boğazı) üzerindeki Panlıcapeımı. Don nehri üzerindeki Tanis,
Rıanagona ve benzerleri. Mıleıos-Olbıa (Refah) kolonileridir. Kuruluşu. Ponıus step-
lerinde yaşayan İşkil ve Taurik halkların tanımını ilk kez yapan tarihçi I lerodotos'ıın
komşu Oibia'yı ziyaretiyle hemen hemen eşzamanlıdır. Chersonesoslular da komşu-
ları gibi. iç kesimlerdeki kabilelerle ticaret ve deniz yoluyla taşınan buğday, şarap,
hayvan derisi ve tuzlanmış balık ticaretiyle geçınmişlerdir. Muhtemelen y i r m i bin
olan nüfusu, tipik bir düzgün iaş sokaklar ağı ve alışılmış agora, akropolıs. tiyatro
ve limandan oluşan bir kentte yaşamıştır. 1
Tipik Yunan kenl-devletlerinden farklı olarak Chersonesos. Yunan. SarnıaL. Ro-
ma ve Bizans aşamalarını geçip sonraki 1700 yılın b ü l ü n badirelerinden kurtulmuş-
tur. Dayanışmacı bir Yunan ileri karakolu olduğu başlangıç döneminden sonra, Y1Ö
2. yüzyılda Pantieapeum yakınında kurulu, gelişmekte olan Bosfor (Phosphorus)
Krallığı tarafından zapt edilmiştir. Çok yüksek refah düzeyi, özellikle Atinalılarla
yaptığı tahıl ticaretinden kaynaklanan Krallıkta hâkim giiç, steplerden bu tarafa en
son göç dalgasını oluşturan ve bir önceki Yunan uygarlığıyla kaynaşabilmelcrı saye-
sinde çok parlak bir sentez oluşturan Iran Sarmallarıdır. İç kesimlerdeki İskit şefleri-
nin emrinde çalışan kuyumcuları, antik dünyanın sanat değeri taşıyan en muhteşem
mücevherlerini üretmiştir. Chersonesos'un Yunan olmayan Sparlalı hanedanı. Mo-
zart'ın ilk operası Miiradauı Re di Ponu>'ya da konu olan ve MÖ 63 yılında l'anlıca-
peum'da ölen Ponıus Kralı VI. Mıthridaıes Hupaıor'u sonuna kadar korumaya çalış-
mıştır. (Kerç kentindeki akropolisin adı hâlâ Mithridates Tepesfdir.) O dönemde
kurulan k o m a garnizonu yaklaşık iki yüzyıl boyunca t a m bir hâkimiyet kuramamış-
tır.
Sayısız istilalara, özellikle Gol. Hım ve Nazar istilalarına rağmen, geç Roma/
erken Bizans döneminde Chersonesos'ta yaklaşık elli Hıristiyan kilisesi kurulmuş-
tur. Bunlardan birinde. 9 8 8 veya 9 9 l ' d e . en son barbar ziyaretçi, Kiev Prensi VVo-
lodymir (veya Viladimir). Bizans İmparatorunun kız kardeşiyle evlenmeden önce Hı-
ristiyan olmak için kilise vallizha nesin in mermer havuzuna girmiştir. Bu tarihten
sonra I lazar egemenliği zayıflamış ve Bizanslılar Chernosesos'u. ancak Klımala Kya-
letı'nin başkenti 2 olarak yeniden kurabilmişlerdir. "Yarımada Kenti"nin son yıkılışı,
1299'da. Kırım'ı vatanları haline gel irmeye uğraşan Moğol Tatarlarının elinde ol-
muş: artık ne on beşinci yüzyılda Osmanlıların gelişini ne de I783'le Rus fethim gö-
rebilmiştir.
Chersonesos'ta kazılar 1829'da başlamış, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce yo-
ğunlaşmış ve 1920'de bir Sovyet Arkeoloji Heyeti tarafından devralınmıştır. Çarlık
arkeologları, esas olarak Sı. Vladimir'in vaftizine kanıl aramış, !891'de. yanlış nok-
taya büyük kubbeli bir bazilika inşa etmişlerdir. Sovyetler ise. köleci toplumun mad-
di kültürünün kalıntılarını aramışlar. 3
Klasik Karadeniz şilelerinin zenginliği, sahiplerine güçlü bir tarihi gurur duy-
gusu kazandımıışiır. Sivastopol askeri limanı. Chersonesos yıkıntılarının yanında,
"Görkemli Kent" anlamındaki uygun bir Yunanca adla kurulmuştur, Petersburg Via
Kırım Kal ili i Prens Potemkın adına yapılan Taıırkl Sarayıyla, Rusya'nın ulusal kla-
Kik mimarı üslubu da başlamışın'. 185'1-1856'rlakı İngiliz ve Kransız saldırılarından
ve Rusların kahramanca savunmasından sonra Kırım s a h i l i m , çarlık görevlilerinin
ve sonra Sovyel Parti ilen gelenlerinin yazlık sarayları için gözde bir yer lıaiinc gel-
miştir. I lepsi de varlıklarını, larılıın, Sı. Vladımır'le başladığı yolundaki kuşku uyan-
dıran Rus versiy otluyla haklı çıkartmışlardır. HM I- 19-12'de Sivastopol'ün ikinci kez
kuşatılmasından sonra Kırım, kısa bir süre. "Golland Projeı'leriyle yarımadanın ye-
| niden Alınan kolonicilerin eline düşmesine yol açan Naziler taralından işgal cdilmiş-
; ı.ir. 1 9 ^ ' l e . bir başka kuşkulu olayın 300. yılında. Moskova'daki Sovyel Hükümeti.
Kırım'ı Ukrayna'ya armağan etmiştir. Armağan. Kırım ve Ukrayna ile Rusya arasın- i
daki bağın kop mazi iğinin simgelenmesi amacıyla verılmişLir. Ama Sovyel ler Birli-
ği'nin yıkılmasından sonra lam tersi bir etkisi olmuştur. Ağustos 1991'de. Sovyel ler
Birliği Komiimsı Parıisı'nin son Genel Sekreteri. Moskova'daki, Sovyet döneminin
sonunu getiren başarısız darbeye, Sivastopol sahilinde Koros'taki villasında tatilin:
geçirirken yakalanmıştır 4 (Bkz. s. 1195).
Son dönemde Kırım, yerli halkının zengin çeşitliliği neredeyse yok olmuştur.
Kski Tauriler veya Tauri-lskiHer uzun süredir etkisizdir. Kırım Golları. ülkelerinin ıç
kısımlarındaki Mangup adlı kalelerini 1475'e kadar savunmuşlardır. Tatarlar.
19-12'dc Slalln taralından sürülmüşlerdir. Puntus Rumları 19-19'da sürülmelerine
kadar kalmışlardır. Nazilerden kaçan bir avuç Yahudi. 1980'lerde İsrail'e gitmiştir.
Ruslar ve Ukraynalılar mullak bir çoğunluk olarak kalmışlardır. 1992'de. eski Sov-
yel ordu grupları, kıyıdaki çakıllı plajı. Chersonesos'tın kesik uçlu harap sülunları
allında yazlık haki ilnirormalarını arayarak paylaşırken, geri dönen Tatarlara, Uk-
raynalıların Karadeniz Kilosuna sahip çıkmasına, Rusya'nın özerk bir Kırım cumhu-
riyeti talelıine öfkeyle bakmışlardır. Hiçbir yer, onlara görkemin tükenişini bundan
daha iyi anım saramayacaktır.
MASSILIA
i VI ASİ M .1A (Marsilya). MÖ 600 yılında Anadolu'dan gelen Yunanlı Plıokaililcr taralin-
: dan kurulmuştur. Photis efsanesine göre. grubun lideri, tam. yerli l.igurya kabilesi
• reisinin en sevdiği kızı için nişan töreni yapıldığı sırada, kadırgalıyla limana girer,
j Genç kız. nişan kupasını oraya toplanmış yerli savaşçılardan beğendiği birine uzat-
i maya davel edilince, kız. kupayı onlar yerine yakışıklı bir Yunanlıya uzatır. Bütiin
; Yunan kolonilerinin en zengin ve en dinamiği böylece kurulmuş olur.
; Antik Massilia'nın, beyaz taştan sarp kayalıklarla çevrili, kıyı açıklarındaki bir
| adayla korunan muhteşem limanı. 2 â 0 0 yıldan fazla bir süre, büyük bir ticari ve
I kii İl üre i merkez olarak işlev görmüştür. Yönelim, bir ticari oligarşidir. Y'aşam boyun-
| ea görevde kalmak üzere seçilen ve 6 0 0 vatandaştan oluşan Büyük Meclis, y ü r ü t m e
; organını oluşturan ün Beşler Konseyi'ni atar. Massilialılarm ticareti ve keşifleri çok
i uzaklara yayılmıştır. Toskana'daki Luna'dan Iberya'mn güneyine kadar, denizlere
h â k i m d i r l e r . Hepsi de k o r u y u c u tanrıça Klcs A n e m i s i n e a d a n m ı ş olan Nicea'da (Ni-
ce), Anı.ıpolısTe (Amibes). Rhoda'da (Arles) ve uzak Kıııporia'da ticari ileri karakollar
k u r m u ş l a r d ı r Denizcileri l l e r k ü l S u t ı ı n l a n ' n m (Cebelitarık Boğazı) ötesindeki okya-
nustan korkmarrııslar ve kuzeyde İzlanda'ya, güneyde b u g ü n k ü Sencgal'e ulaşmış
kabul edilmektedirler. Dördüncü yüzyılın cesur Massilialarından b i n olan l'ytheas.
deniz yoluyla, llerodölos'tın B r i t a n y a dediği Teneke A d a l a r ı (Britanya) dahil Avru-
pa'nın kuzey kıyılarına kadar gitmiştir. Bugün örneği b u l u n m a y a n " D ü n y a n ı n İnce-
lenmesi" adlı çalışması. Strabon ve Polybius tarafından bilinmekteydi.
Fenikelilerin ve Kariacalıların kıskanç rekabeti karşısında Massilia. destek için
sık sık Roına'ya b a ş v u r m u ş t u r . Ama bir ara bunu o kadar sıklaştırmıştır ki, V1U 12"»
yılında Galyalılara karşı yine böyle bir askeri y a r d ı m çağrısı üzerine, Roma lejyonla-
rı bütün ülkeyi zapt etmiş, böylece T r a n s a l p i n Galyu Ryaleti (Provence) k u r u l m u ş -
tur. Buradan Yunanca, Latince ve Keliçe konuşan üç dilli b i r topluluk o r t a y a çıkmış-
tır. Kentin daha s o n r a k i y a ş a m ı Arap, Bizans, Cenova ve N 8 1 " d e n itibaren Fransız
olmak üzere bütiin Akdeniz politikalarını yansıtır. Marsilya zenginliğinin en güçlü
dönemi, on dokuzuncu yüzyılda. Yakındoğu'nun Fransız ç ı k a r l a r ı n a açılmasıyla baş-
lamıştır. Napoléon'un Mısır seferi, Lesseps'ın Süveyş Kanalını inşası kilit gelişmeler-
dir.
Deniz, eski Massilia gibi b u g ü n k ü M a r s i l y a ' n ı n da h â k i m i d i r . Marcel Pagııol'un
d r a m a t i k üçlemesiyle ölümsiızleşt.irilen i,c \ticııx Port'un ( İ M İ l.iman) yerini, bendin
ötesindeki Port / I ı / f o r a m e a l m ı ş t ı r . Ama Faııny. M a r i n s v e C e s a r ' ı n . gemilerin hüzün-
lü gidiş gelişleriyle umutsuzca hırpalanan çalkantılı d u y g u l a r ı d u r m a d a n yinelenir:
Notre Dame de la Garde'ın terasına veya bir Yunan tapınağının üstüne çıkarsanız,
aşağıda gemilerin. Phoıis'in kadırgaları gibi l i m a n a süziildüklerini b u g ü n de görebi-
lirsiniz. Veya Château d'IFdeki Monte Crısto Kontu gibi veya M a r ı u s gibi denize doğ-
ru kaçıp k u r t u l m a y ı düşünebilirsiniz. 2
BAHARAT-ÖKÖZ
! PYTIIAGORAS (başarı donemi, yaklaşık MÖ r>30). iki ünlü ilke gel işi ırm ıştır: "Sayılar
lıer şeydir" ve "Bakla yemek, insanın anne baltasının kafasını yemesine eşdeğer bir
i suçtur". Modern bilimin kökeniyle ilgilenen bilim adamları oıııın matematiğini: Yu-
j r a n zekâsının işlemesiyle ilgilenenler de onun gastronomi hakkındaki düşüncelerini
incelerler (Bkz. Ek III. s. 1281).
Kski bir donemin İlacı Babaları gibi Pylhagoras da dinsel bir muhaliftir vc Bü-
yük Yunanistan'da (Vlagna Graecia). hizipçt bir koloni bulmak amacıyla ülkesi olan
Sisam adasını terk etmiştir. Orada, besin ve beslenmeyle ilgili başka şeyler yanında
dinle ilgili düşüncelerini de uygulama özgürlüğü bulur. Temel çelişkisi, insanın ölü-
münden sonra ruhunun bir başka insana veya bir hayvana geçmesi anlamındaki
macmpsychosis, "ruhların hicreti, göçü" kavramından kaynaklanmaktadır. Kısaca
l J yllıagoras. hayvanların kurban edilmesi geleneğine temelden karşıdır ve tanrılara
sunmak için yakılmış ot ve baharat kokusunun (tütsü), iğrenç kızarmış yağ kokusun-
dan daha uygun olduğunu savunmaktadır.
Ama eğer baharat Cennetle bir bağ demekse, baklalar da Ölüler divarıyla bir
bağdır. Yumrusu/, kökleri bıkıp usanmadan güneş ışığına doğru yükselen baklanın,
yeraltı dünyasından göçen "insan ruhu için bir merdiven" işlevi gördüğü düşünül-
müştür. Kapalı bir kapla çimlendirilip çoğaltılan (üretilen) baklalar, karınca gibi kay-
naşan cinsel organlar ve düşük ceninleri andıran bir müstehcen şekiller karmaşası
oluşturur. Benzer tabular, asil el. özellikle sığır eli tüketiminde de vardır. Buna kar-
şılık. her yerde yayılan ve doğaya zarar veren d o n u z ve keçi gibi hayvanların zarar-
lı ve dolayısıyla yenilebilir oldnguna ıııikmedılmışıir. İnsanın, vüıı veren koyun, çalı-
şan okuz vb gibi en sadık dosllarıysa yararlı sayılmış ve dolay ısıyla yenilmemişıir.
Asal olmayan ellerin (hayvanların) eklemlen zorunluysa yenilebilir; ama kalp veya
beyin gibi hayali organlar yenemez. Tareniıımlıı Ansıoksenes'e göre. sonuç olarak
ideal beslenme, ma/,a (arpa yemeği), şarap, meyve, yabanı ebegümeci ve ç i r i ş i m , ar-
Kw (buğday ekmedi), ham veya pişmiş sebzeler. kan yapıcı baharatlar ve özel du-
rumlarda yavru domuz vc oğlaklan oluşur Bir keresinde Pylhagoras tarafından bir
bakla tarlasından kurtarılan bir okiize. yerel l l c r a tapınağında arpa yemeğinden olu-
şan bir "ömiır boyu emekli aylığı" bağlanmıştır.
Daha bilinen bir anekdot ise, l'yılıagoras'ın öğrenciyken, VI(3 4 9 6 Olimpiyatın-
da araba yarışını kazanan Akragaslı Kmpedokles'e. ödül olarak geleneksel kızarmış
öküz eli sunmayı reddetmesidir. Bunun yerine, yağ ve baharattan yapılmış, dalgalar
halinde kabaran günlük ve lavanta sakızı dumanları arasında tanrıları selamlaya-
rak bir öküz maketini yakmıştır. Pyihagoras'ın ardılları, beslenmenin ahlakın önem-
li. zorunlu bir parçası olduğuna inanmışlardır. Onlara göre Tanrı, "insanlar hayvan-
ları kalleimeyi sürdürdükçe, birbirlerini öldürmekten de kurtulamayacaklardır" der 1
IKONOPISTB).
(Yalnız, gölgeler arasında bile liri (lir sesini) yükselten o, sonsuz şükrü başarabi-
lir. Yalnız, Ölü ile birlikte gelincikleri yiyebilen o, en yumuşak notayı bile asla aı-
lamayacaktır, Havuzdaki yansıma genellikle bizden önce kaybolsa da - Görüntü-
yü tanı! Sesler, ancak her iki âlemde birden kalıcı ve yumuşak olacaktır.) 8
Şiir okuma, müzikle iç içedir; yedi telli lirin melodisi, güzel o k u n m u ş bir altı
ayaklı dizeye ç o k uygun bir eş işlevi görmüştür. Yunanca bir sözcük olan mu-
sike, ister söz ister nota olsun bütün melodik sesleri içerir. En basit yazılarda,
yaygın hiciv sanatında ŞÜT bulunur.
Her şey komik, her şey tozlu, her sey hiçbir şey JıCTVRA ynekoıç ıcai navza Kovza TO firjdf'v.
Manııkslîlığın dışında mevcut her şey var11 Jtavm fâp Moyftjv tazı Ta yifvöneva
AKGBUS'UN 0("ILU TIIBSKUS... Ü Z Ü M Ü . TIPKI V1KŞIN kil.IH.I BIK ŞIŞK GİBİ Ku:\ Di';.
KABAKIP TAŞSAI.AR BILB DALGALARI AŞACAKSIN.
C I T V ı R D I O I N ' ı Z Z A M W ... Z K K Â N ı Z A ı K Y R A N O U U R U M .
Kıyıdan uzak adasından anavatana hareket eden Cyrcne. (bu tavsiyeyi) yerine getir-
miştir.
I.iılya Kralı Krezus. savaşmak mı. harımı korumak nıı gerektiğini hilmek ister. Kâhin der
ki: "SAVAŞA GİT Vb! BÜYÜK BIR İMPARATORLUĞU YIK." Krezus savaşa gitmiş ve kendi
imparatorluğu yıkılmıştır.
VIÖ 4 8 0 yılındaki Salamis savaşından önce bir Atina heyeti. Pers işgalcilere karşı
A p o l l o n ' u n y a r d ı m ı n ı rica eder:
DA N B I R D U V A R V K R I R . . . S I Z I \ K Ç O C U K L A R ı N ı Z ı K U T S A M A K IÇIN
Atinalı a m i r a l Temisıokles. haklı olarak, kazandığı zaferin analılarının, ahşap gemi-
leri olduğu sonucuna v a r m ı ş t ı r .
Peloponnesos Savaşının sonunda Atina'ya zafer alayıyla giren Sparıalı gene-
ral L y s a n d r o s ııyarılımşlır:
ffl MUHAFIZ SKNİ. (H RLKYKN ACİR ZİRHLİ I'İYMJKI.KRK VI1! YILAN Cim SINSİI.KRK.
DÜNYANIN M.f \ i : \ V I K AN IIİI.I'İKÂK r.OCUkl.AklNA KARŞİ l YARIYORUM.
HALK YlC İN LAKININ KANAATİ D l t f l l , KKNIll VARA DİLİMİN. KLNDI 1X)C\\. kKNDI İÇ.
dÜDULKRIN. HAYATININ Rl'llIIİKKİ 01 .SU V
EPIC
CADMUS
KKNİKI*; Kralı Ageııor'uıı oğlu ve Prenses Kuropa'nın erkek kardeşi olan Cadmus.
pek çok Yunan efsanesinde başroldedir. Boetya Thebes'in in (Boeolian Thebes) kuru-
cusu ve alfabeyi (Yunanistan'a) getiren kişi olarak onurlandırılmıştır. Kaçırılan kız
kardeşini aramak için dünyayı dolaşırken, Dclphoi'de kahine danışır. Kendisine,
"bir ineğin dinleneceği bir yerde" bir kent kurması söylenir. Böylece iyi bir boğayı
i Phocis'len Boetya ovasının içlerine doğru takip etti. Sonunda, boğanın bir tepeciğin
yanında yere uzandığı noktayı işaretleyip Thebes'in oval akropolü Kadınca'yı inşa
etmeye başlamıştır. Kentin sakinleri, Cadmus'tın Athena'mn tavsiyesi üzerine öldür-
düğü bir ejderhanın dişlerinden yaratılmışlardır. Alhena, Cadmus'u onların valisi
olarak atamıştır ve Zeus da ona bir eş vermiştir: I larmonia.
Dyonisos ve llercules'in. kâhin Tiresyas'ın ve büyüleyici müzisyen Amplıi-
on'tın doğum yeri olan Thebes kenti. Oedipus vc Thebes'e Karşı Yediler tragedyala-
rının geçtiği yerdir. Atina'nın komşusu ve. soydan geçme rakibi; Sparta'nın müttefiki
ve yıkmışıdır: ve kendi de İskender iaralindan yok edilmiştir |OEDIPUS|.
Söylentiye göre Cad m us1 un Yunan'a getirdiği Kenikc Alfabesi fonetiktir, ama
tamamı sessiz harftir. Ortağı olan İbrani alfabesi gibi hiyeroglifin yerini alan ilk ha-
liyle MÖ 1200'den bu yana bilinmektedir. Çocukların kolayca öğrenebildiği basit bir
sistem olarak, eski Ortadoğu uygarlıklarının din adamları taralından bin yıl boyun-
ca kullanılan gizli yazının tekelim kırmıştır. Harflerin adları Yunancaya da hemen
hemen aynen geçmiştir: aleph (alplıa) -- "öküz", bclh (bela) = "ev", gimel (gamma)
= deve. dalelh (delta) = "çadır kapısı" gibi. Kski Yunan alfabesi, özgün on altı Ketli-
ke sessiz harfine beş sesli harf eklenerek türetilmiştir. Sayı olarak kullanmak için de
iki kalına çıkartılmıştır. Zamanla, temel Avrupa alfabelerinin (modern Yunan, kı-
nı s fc, halin. Glagolu (eski bir Slav alfabesi. Bugün sadece Dalmaçya ve Uırvatis-
t a n d a k i Katolik kiliselerinde kullanılıyor, ç.ıı.) ve Kırıl- atası haline gelmişin' 1 (Bkz.
Bk III. s. 1278).
Latin alfabesinin ilk belirtileri. MÖ altıncı yüzyıldan itibaren görülmeye başla-
nır. Khalkhodon kolonilerinde, örneğin Büyıık Yunanistan'daki (\lagna Greacia) Cu-
ıııae'de bulunan bir yazıya dayanır. Daha sonra. İrlanda dilinden Fiııce'ye kadar Ba-
lı Hıristiyan dünyasının bülün dillerince. lıaıta son dönemlerde Türkçe dahil
Avrupalı olmayan d ı l l e r r e d e kabul edilmiş ve uyaıTannıışiıi'.
Glagoliı ve Kiril alfabeleri. Bizans döneminde Yunancadaıı. belirli Slav dilleri-
nin yazılması amacıyla geliştirilmiştir Ortodoks Sırbistan'da. "Sırp Ibrvaiçası" Kiril
alfabesiyle; l l ı r v a l i s i a n ' d a ise aynı dil Lalın alfabesiyle yazılır [ILLYRIA],
Keııike. Yunan ve Roma yazılarının köşeli stili, t,aş-keskisiyle yazılmıştır. Klya-
zısı stilinin ledrıcl evrimi, balmumu üzerine s(,ı/«s (sivri uçlu yazı aracı) ve parşö-
men üzerine lüy kalem kullanılmasıyla m ü m k ü n olmuşlur.
Roma "büyük harfleri" (maiisküller) zaten vardır, ama bugünku "küçük harf-
ler"ın temeli olan i,atin minüskülleri, MS 900 civarında görülmeye başlanmıştır |PA-
LEO|.
Harfler ve edebiyat. Avrupa uygarlığının övünç kaynaklarından biridir. Cad-
mııs'ıın lııkâyesiyse. bu kaynağın köklerinin Asya'da olduğunu örtiilii de olsa işaret
etmekledir.
MUSIKE
M \ \ \ f , \ muAvAr terimi, hem şiiri hem de denetim altındaki sesi içerir. İler ikisinin
; de uzım lıir tarihi vardır.
Antik \ nııan müziği, " m a k a m l a r " üzerine kurulmuştur. Müzikal bir makam: hır
derere, bir gam gibi. aralıkları, melodi türelimi için bir temel oluşturan notaların ar-
dışık. birbirini izleyen değişmez düzenidir. Yunanlılar hu makamların altısını bilmek-
ledirler ve IMItagoras. bunların lamamlavırılarını ve yarı-lonlarım belirleyen mate-
matik frekansları doğru olarak hesaplamışın'. Ancak makam sistemi, sonradan
gelişen anahıai'lar ıe gamlar sistemiyle tamamen aynı işlevi görmez. Anahtarda bir
değişme, sadece perdeyi değiştirirken: makam değişmesi aralıkların gruplaşmasını,
şeklini (kon figiirasy on unu) d e r i ş t i r i r .
Dördüncü yüzyılda Sı. Ambrosiııs, dini kullanım amacıyla d ö r l adcı sözde
"otantik makam" seçmiştir Büyük Gregorius. bunlara "başkasından alınma" deni-
len dört iane daha makam ekleyerek "Kilise m a k a m l a r ı n ı n sayısını sekize çıkart-
mış; bunlar, eski tarz Kilise müziğinin lemelini oluşturmuştur |CANTUS], On altıncı
yü/Ailda İsveçli Keşiş Glaruslu lleinrieb (Glareanus), karmaşık bir dizi ad vererek,
tek istisna dışında antik oriiinallenne benzemeyen or, iki makamlık tam bir tablo
oluşturmuştur:
Yunatı mimarisi, sınırsız teknik ustalığı ince bir duyarlılıkla kullanmayı başar-
mıştır. Mezopotamya ve Mısır'da büyük ölçüde dev boyutlarla etkili kılınmak
istenen bina yapma sanatı, Yunan'da daha çok manevi değerleri sergilemeyi
amaçlamaktadır. Ustalıkla inceltilmiş, üstü kapalı sütunlar, oyma süslü kaide
ve alınlıklarıyla Dor tapınaklarının çok güzel oranlanmış uyumu, Posido-
nia'daki (Paestum) Poseidon Tapınagı'nda görüldüğü gibi ağır sıklet kas gücü-
ne de, Atina Parthenonu'nun beyaz mermerden beşli sütununda olduğu gibi
dayanılmaz bir zarafeti taşıyabilmiştir. Tapınağın tarzı ve durumu, süzülür gi-
bi duran sütunların arkasındaki kapalı cella yani "mabet"te yaşayan tanrısal
varlığın özel nitelikleriyle uyum halindedir. MÖ ikinci yüzyılda Saydalı Anti-
paier tarafından klasik turistlerin ilk kuşağı için yapılan, "Dünyanın Yedi Ha-
r i k a s ı n d a n beşi Yunan mimarlarının başyapıtlarıdır. Yedi Harika'nın, Mısır
Piramitleri ve Babil'deki Semiramis'in Asma Bahçeleri'nden sonraki sıralaması
şöyledir: Olimpia'daki Zeus Tapınağı, Ephesos'taki ( ü ç ü n c ü ) Artemis Tapına-
ğı, Halicamassos'taki Mausoleum, Rodos'taki Colossus ve İskenderiye'deki
Pharos Deniz Feneri IZEUS).
Yunan bilimi, sadece genel felsefenin bir koludur. Felsefecilerin çoğu,
hem fizik hem de soyut bilimlerle ilgilenmiştir. Her şeyin sudan türediğine
inanan Miletoslu Thales (yaklaşık MÖ 6 3 6 - 5 4 6 ) , bu teze uygun bir şekilde bir
su kuyusuna düşerek ölmüştür. Nil Nehrindeki kabarma seviyelerini, gemiler
arasındaki mesafeleri, dağların yüksekliklerini hesaplamış, güneş tutulmaları-
nı önceden haber verebileceğine inanılmıştır. Buna karşılık Efesli Herakleıtos
(başarı dönemi, yaklaşık MÖ 5 0 0 ) , ateşi sürekli değişme halinde olan madde-
nin ilk hali olarak düşünmüştür. Perikles'in öğretmeni Klazomenaili Anaksa-
goras (yaklaşık MÖ 5 0 0 - 4 2 8 ) , bütün canlılara hayat veren ve gücünü, sonsuz
sayıda bölünebilir "çekirdekler" üzerinde yoğunlaştırarak onları maddenin her
biçimine dönüştürebilen üstün ııoıts, yani Akıl'ın varlığını savunmuştur. Geze-
genlerin dünyadan fırlayan taşlar, güneşinse hareket halindeki kızıl-ateş oldu-
ğunu ileri sürmüştür.
Akragaslı Empedokles (yaklaşık MÖ 4 9 3 - 4 3 3 ) , dünyanın ateş, toprak, ha-
va ve su olmak üzere dört unsurdan meydana geldiğini ve bu unsurların, sevgi
ve çatışmanın karşıt baskısı altında durmadan birleşip ayrıldıklarını savun-
muştur. Söylentiye göre, ruhunun yeniden bedene bürünme yeteneğini dene-
mek için Etna yanardağının kraterinden içeri atlamış, ama yanardağ, sadece
tek bir sandaleti geri göndermekten başka bir şey yapamamıştır. Abderalı De-
mokritos (yaklaşık MÖ 4 6 0 - 3 6 1 ) , Lekippus'un atom teorisini, bütün fiziki
maddelerin automa veya "bölünemeyenler" dediği çok küçük parçacıkların te-
sadüfi çarpışmaları yoluyla açıklanabileceği varsayımıyla biraz daha netleştir-
miştir. İnsan budalalıklarıyla dalga geçmesinden ötürü, gülen filozof olarak
popüler bir üne sahiptir.
0EDIPUS
TIIKBKS KRALI. "Şişık Ayak" Ocdipus. antik Yunan efsanesinin vc edebiyatının her
yerde hazır olan karakterlerinden biridir. Bu efsaneden ve edebiyattan çıkan Klasik
Geleneğin fısıl görüntülerinden birinin de malzemesini oluşturur.
Ocdıpus'ıın öyküsü, kral ve kraliçe olan anne ve babası tarafından reddedile-
rek inplum dışma itilmiş Thebes'in. istemeyerek de olsa intikamını korkunç bir şekil-
de almak zorunda kalmasının öyküsüdür. Babası Kral kaius'un, onunla ilgili kötü
bir kehanetten korkması yüzünden daha bebekken ölüme terk edilen Ocdiptıs. bir ço-
ban tarafından kurtarılır vc Korinthos yakınlarında, onun kim olduğunu bilmeyen in-
sanlar tarafından büyütülür. Delphoi kâhinine danışınca kendisine, babasını öldü-
rüp annesiyle evleneceği söylenir. Bu yüzden Korinthos'tan kaçıp Tlıebcs'e gelir.
Tesadüfi bir karşılaşma sırasında Laius'ıı öldürür; Büyük Sfenks'in sırrını çözer:
kenti onun teröründen kurtarır ve kendisine ödül olarak Kralın dul kalan eşi Jokas-
la, yani kendi öz annesi eş olarak verilir. Bilmeyerek yapılan bu ensesi birleşmeden
d ö r l çocuk babası olduktan sonra gerçeği öğrenir. Jokasla'nın umutsuzluk içinde
kendini astığını görür. Bunun üzerine kendi kendisini kör eder ve kızı Anıigone'yle
birlikle sürgüne gider. Oedipus'un sonu. acı içinde orada burada dolaşıp durduğu sı-
rada bir kulsal korunun içinde kaybolup gittiği Aıina'daki Kolonnus'la gelir.
l-lomeros, hem llyada'da hem Odıssea'da Oedipııs'a değinir. Ama bu. muhte-
melen sonraki hikâyenin ana kaynağı olan kayıp Thcbais destanıdır. Daha sonra So-
fDklcs'in Tlıebes üçlemesinin o n a süsü. Aesclıylus'un Thcbes'e Karşı I t v M v ' i y l e Ku-
ripides'in Yol vuruntun ve fenıkeli kailin inin temelini oluşturmuştur.
Oedipııs. sonraki Avrupa Kelebi vatının lıer yerinde tekrarlanır. Romalı şair
Stalyus. Racine'in ilk oyunu I,u Tlıebaide (1663) için hır model oluşturan Thebaidad-
lı bir destan yazmıştır. Romalı t r a g e d y a n Seneka. Sophokles'in Oedipus'u üzerine,
dalıa sonra Corneille ( I 6 5 9 i \c Andır. Gide (195!)) tarafından yazılacak yem versi-
yonlara ve. çağdaş şair Teri I luges tarafından yapılan ama kaybolan bir uyarlamaya
esin kaynağı olan bir çeşitleme oluşiııi'mıışlur. Sophokles'in Oedipııs ÖMm/ii/.s'la'sı.
hem T. S. Kliot'un "İlııi.\ar Devlet .-Utom/'nın (19İ32) hem de Jean Cocteau'nun "Ce-
hennem Makinesi"nin (1934) temelini ohışiurur. Sophokles'in ."1/H<go«ı;'unu. Coctc-
atı. Jean Anoııilh ( I 9 4 4 ) ve Breclıl (HW7) tarafından yazılan aynı adlı başka tiyatro
eserleri İzlemiştir. Anl.hony Burgess, . W ( I 9 7 I ) başlıklı bir Oedipııs romanı yazmış-
tır. Ingres'in iki iane Oedipııs ir Sfenks tablosu vardır. Sıra v iııskı'm n Cocteau'nun
Latince librettosunu oluşturan üedipus-Re.\ ( I 9 6 7 ) adlı bir opera-oratoryosu ve l'a-
solini'nin yine aynı adlı bir filmi (19(37) vardır.'
Ancak efsaneyi en iyi biçimde, erkek çocukların babalarına duyduğu bastırıl-
mış düşmanlığa "Oedipııs kompleksi" adını veren Sigmund t rend kullanmıştır Has-
talığın. annenin sevgisini kazanmak için baba ile oğulun girişliği rekabetten doğan
belirtileri, yaşamın sonraki aşamalarında patalojik bir anne saplantısına yol açabil-
mekledir.
Antik temaların, çağdaş amaçlarla yeniden yaratılması çalışması olarak tanım-
lanabilecek Klasik Gelenek. Oedipııs benzeri binlerce örnek gelişi irmekledir. Röne-
sansa kadar beş yüzyıllık Yunanca ve Latince eğilimiyle beslenen Klasik Gelenek,
eğitimli bıilıın Avrupalıların aşına oldukları bir bilgi gövdesi sağlamışıır. Hıristiyan-
lıkla birlikle "Avrupa külUirüntin kan dolaşımı" içinde bir akım ve "bir acil tanınma
kodu" oluşturmuştur. 20. yüzyılın sonlarındaki gerilemesi, toplumsal ve eğitimle ilgi-
li (inceliklerin değişmesiyle hızlanmıştır. Destekçileri, Avrupa uygarlığının yabancı-
laşma yüzünden çürümesi islenmiyorsa kurtarılmasının kaçınılmaz olduğunu sav un-
makladırlar.
HYSTERİA
TİPİ,A ilgili çeşitli llipokratik tezlere göre hisleri, rahim düzensizliğiylc birlikte orta-
ya çıkan, kadınlara özgü bir hastalı Hır. Hisıeria. Yunanca "rallim, dölyalagı" ve ay-
başı kanının anlamayışının yol açtığı bir asabı sıkıntı, heyecan anlamına gelir.
"Aybaşı kanı bilerek önlenir veya kendiliğinden bir çıkış yolu bulamazsa hastalık başlar,
lîu durum, rahim ağzı kapalı ise veya vajinanın hır bölümü sarkmış ise ortaya çıkar. (...)
kan. iki ay boyunca rahim içiııdı- birikirse çıkısının önlendiği akciğerlere yiiriir. 1
Bir başka açıklamada ise rahmin kendisinin yerinden çıkıp vücut boşluğu (kavitesi)
çevresinde dolaşmaya başladığı düşünülmekle, bu sırada kalp veya beyin üzerine
baskı yaparak gerginliğe ve sonunda kontrol edilemez paniğe yol açlığı savunulmak-
tadır. Dinsel tabular, ölümden sonra insan gövdesinin parçalara ayrılıp incelenmesi-
ni yasaklamıştır: kadın (ve erkek) bedeninin ıç düzeni bu nedenle modern zamanlara
kadar anlaşılamamıştır. Ama bir yorumcuya göre. kadınlara yönelik antik tavır, an-
tik anaıomik kuramlar hesaba alınmadığı zaman bile devam etmekledir. "Kavrayış,
kadınların düşüncelerinin, üretici bölgeleri taralından aksı yönde ctkilenebildiginde
ısrar etmekledir." 2
Kadın bedeninin tarihi karmaşık bir konudur. Çağlar boyunca kadın vücudu-
nun ölçüsü, ağırlığı, şekli, kas gelişimi, aybaşı kanaması, çocuk taşıma kapasitesi,
olgunlaşması, yaşlanması ve hastalık özellikleri önemli ölçüde değişmiştin tıpkı
sembollerinin, dinsel çağrışımlarının, estetik değerlendirmelerinin, süslenmeleri-
nin. giyimlerinin ve görünüşlerinin değişmesi gibi... Kadınların, sahip oldukları fi-
zik potansiyelin farkında olmaları özellikle sınırlanmıştır. O kadar ki, konuyla ilgi-
li standart bir kitapta "Herhangi bir kadın 1900'den önce seksten zevk alabiliyor
muydu?" 3 sorusu yer alabilmektedir, Krkek bedeninin tarihinde bu tür şeyler so-
rulmaz.
Rahmin harikulade işleyişiyle ilgili olarak modern araştırmalar, kadının sinir
ve üretim sistemleri arasındaki karşılıklı ilişkinin son dcrccc sofistike olduğunu öne
sürmekledir. Kadın sağlığı hakkında, 1944-1945'teki uzun Budapeşte Kuşatması sı-
rasında yapılan bir araştırma, alışılmadık yükseklikte bir amcnorrhca düzeyi sapta-
mıştır: aybaşı kanaması mantıklı bir gerginlik dolayısıyla geçici olarak d u r m u ş t u r ,
histeriden dolayı değil. Kadın cinsel organının, m a k s i m u m tehlike dönemlerinde mi-
n i m u m doğum oranının çok makul olacağı uyarısına ihtiyacı yoktur.' 1
ELEKTRON
BlıKKTRON. yani "parlak taş", amber taşının eski Yunancadaki adidir. Yunanlılar,
amberin, ovulduğu zaman başka nesneleri, örneğin tüyü çekme gücü kazandığını bi-
liyorlardı. Mileloslu Thaïes, amberin rulıu olduğunu, yani canlı olduğunu söylemiş-
tir. lilektra. yani "Parlak Olan". Yunan mitolojisindeki iki önemli kadına verilen ad-
dır. Bunlardan, Atlas'ın kızı olan, Zeus'un çok sevdiği metresidir. Agamemnon ve
Kliıemnestra'nın kızı ve Oresle'nin kız kardeşi olan öteki ise Sophokles ve Kurıpı-
des'ın trajedilerinin kahramanıdır.
İlen ve çeken ama görünmeyen fizik gücün, "manyeıizmin" babası William Gil-
bert. De i V / a ^ M e (1600) adlı tezinde "elektrik" deyinceye kadar, bir adı olmamıştır.
Gilbert. "Dünya büyük bir mıknatıstan başka bir şey değildir" diye yazmıştır.
Klektrik ve manyeıizm üzerinde daha ileri çalışmalar, J. C. Maxwell (1831-
1879) bu ıkı kavramı elektromanyetik güçler teorisinde bir leştir inceye kadar, A. M.
Ampere. H. C. Oersıed ve Michael Karaday tarafından yapılmıştır. II. R Hertz
(1H57-I894) bir "değişik frekanslar tayfını (spcclrumf dolduran elektromanyetik
dalgaların varlığını kanıtlamıştır. Klektriğin uygulaması, dinamo ve elektrik moto-
rundan. radyo ve X-işınlarına geçmiştir. Nihayet 1891'de İngiliz fizikçi J. D. Sıoııcy.
maddenin en küçük unsurunu oluşturan ve pozitif yüklü protonlar ve yüksüz nötron-
larla birlikte. Sl, Petrus kilisesinin kubbesindeki bir topluiğne başının birbirine oranı
Ölçeğinde olmak üzere bir atomun çekirdeği etrafında yörüngeler özerinde dönen ne-
gatif yüklü tanecikler için bir ad. bir tanım ararken onlara elektron demiştir 1 (Bkz.
Kk III. s. 1332)
ARCHIMEDES
zalen 3. M r>9205'tır.
3. I'roblema Hovmum. Archimedes, bir kısmı siyah, bir kısmı kahverengi, bir
kısmı beyaz, bir kısmı da benekli boğa ve ineklerin bulunduğu bir sığır sürüsü olan
Tanrı Apollon hakkında görünüşte açık sözlü bir şaka düşünmüştür. Boğalar arasın-
da beyaz olanların sayısı, siyahların sayısından üçte bir fazladır ve kahverengiler-
den fazladır... vs. vs. Inekier arasında beyazların sayısı, bııtıin siyah sığırların sayı-
sının üçle birinden bir çeyrek fazladır... vs. vs. Sürünün kompozisyonu nedir" Yanıt,
ayakla durabilecek yer bulmuşlarsa Sicilya adasındaki hayvanların sayısından çok
daha fazla olan 79 milyardan da fazla olarak ortaya çıkmıştır. (25 bin kilometreka-
relik Sicilya adası. Kına yanardağının kaynayan kraterimle durmak zorunda kala-
caklar dahil, hayvan başına iki melrekareden sadece on iki milyar 750 milyon hay-
van barıiKİırabilir.) 1
ATHLETOS
DEMOS
BAZI İNSANLAR. MÖ r>07'dc. kalıcı bir halk egemenliğinin Alcmaenid Klcstencs ta-
rafından geliştirildiğine inanarak MS 1993'te "demokrasinin doğumunun 2500. yıl-
d ö n ü m ü n ü " kutlamaya kalkışmışlardır. Bu amaçla, Londra'dakı Guildhall'de klasik
Derneği'nin Başkanı tarafından mükeller bir ziyafet verilmiştir. 1 Oysa aslında Atına
demokrasisinin lobuınları Klestenes'ten önce atılmıştır. Akropol'ün yanındaki P n y \
amlitıyalrosunda toplanan Vatandaşlar Meclisi K e c l e m . Solon ta rafından kurul-
muştur. Ama Bcclcsia. MÖ 360'tan 510'a kadar süren elli yıllık Uranlıklarını destek-
lemek için onu kullanan Pesislral.os ve oğulları gibi aristokrat liderler tarafından ko-
layca man i pille edilmiştir.
I'csısıralos ile iktidarı paylaşmaya çalışan zengin bir aileye mensup Klesterıcs.
daha sonra sürgünü tercih etmiştir. Muhtemelen, Delphoi'deki Zeııs Tapmagı'nın
cephesini, akrabalarının işlediği bir katliamı affettirmek için Parıan mermerıyle yeni-
leyen odur. MÖ 513 yılında, yine muhtemelen Terslerden yardım almak için Atlı-
ka'ya karşı düzenlenen başarısız bir saldırıya önderlik etmiştir. Ama bundan üç yıl
sonra Pisistratosların sonuncusunu kovan, Klesıenes değil. Spartalılardır.
Klestencs'in, atalarının güvenip dayandığı kabile örgütlenmelerini ortadan kal-
dırmak için halktan destek istediği söylenir. Keclesia'ya "bağımsız yetki" verilmesini
önererek dolaylı yoldan daha geniş reformları teşvik etme yetkisi kazanmıştır. Dört
eski kabileyi, her biri kendi kutsal tapınak ve kahramanlık kültüne sahip on yenisiy-
le değiştirmiş; kabilelerin alt bölümleri olan demen, yani cemaatleri iyice kuvvetlen-
dirmiş ve oy kullanma hakkının kapsamını Atina topraklarının bütün özgür sakinle-
rini içine alacak şekilde genişletmiştir. Daha da önemlisi. Vatandaşlar Meelisi'mn
gündeminin uygulanması için bir yürütme kurulu işlevi gören Boule),:i k u r m u ş t u r
" H u k u k i sürgün"ü başlaunıştır. "Kamuoyu örgütleme sanatının kurucusu" diye anı-
lır.
185 Yıl süren Atina demokrasisi, mükemmel olmaktan uzaktır. Halk egemenli-
ği. 500'lcr Meelisi'nin (Bönle) entrıkalarıyla, cemaatlerin dik kafalılıklarıydı, zengin
efendilerin (patronların) ve demagogların aralıksız baskısıyla sınırlıdır. Ecelesia top-
lantılarında 6 0 0 0 olan yeter sayıyı sağlayabilmek için vatandaşlar sokaklardan kır-
mızı boyaya batırılmış iple çekerek getirilmişlerdir. Gerek merkez organlarında ge-
rek bölge organlarında katılımın boyutu, yoğun bir bilimsel tartışma k o n u s u d u r 2
Ama yine de gerçeklen vatandaşlar "yönelmiştir". Yasa önünde eşinirler. Sırategos.
yani ordu komutanı dahil en yüksek on yetkiliyi onlar seçmişlerdir. Görev süresi bir
yıl olan yüzlerce idari makaın için kendi aralarında kur'a çekmişlerdir. Çok daha
önemlisi, kamu görevlilerinden hesap sormuşlardır. Sahtekâr ve beceriksiz yetkililer
görevden alınabilmiş, hatla idam edilebilmiştir.
Platon, demokrasinin ehliyetsizler, yetersizler. beceriksizler yönetimi olduğunu
savunmuş, ama herkesi elkileyememiştir Aristophanes. 'Tny.x Dcmos'u... sinirli,
huysuz, inatçı ihtiyar adam" diye espri yapar. Bir yerde kendisine sorulur: "Pekiyi
çözüm nedir 7 " Yanıt verir: "Kadınlar..."
Antik Atina demokrasisiyle çağdaş Avrupa demokrasisi arasındaki bağ. ne ya-
zık ki zayıfı,ir. Demokrasi, kendi doğum yerinde üstünlük kazanamamış: Romalı dü-
şünürlerin hayranlığım kazanamamış ve neredeyse bin yıldan fazla bir süre unutul-
muştur. Bugünkü Avrupa'nın demokrasi uygulamalarının kökeni daha çok Vikıng
tipi halk meclisleri |DING|, feodal krallarca toplanan diyet meclisleri ve ortaçağ kent
cumhuriyetleridir. Hak sahibi vatandaşlardan oluşan Atina tarzı bağımsız bir mec-
lis, politik sistem olarak hiç mirasçı bırakmamış olan eşitini Novgorod. Macaristan
ve Polonya'da bulmuştur. Aydınlanma kuramcıları, klasik bilgiyi bir anayasal re-
form merakıyla harmanlamış ve romanlize edilmiş bir antik Atina vizyonu, klasik
eğilim almış bu liberaller arasında kısmen elkili olmuştur. Ama onlar da Atına taıv.ı
demokrasiyi eleştirmişler, örneğin De Tocqueville "çoğunluğun islibdadına" çatmış-
tır. Kdmtınd Burke, Fransız modeli demokrasiyi "dünyanın en utanılacak şeyi" ola-
rak nitelemiştir.
Günümüzde demokrasinin özü konusunda az da olsa bir uzlaşım vardır. Bu öz.
kuramsal olarak özgürlükten adalete, eşitlikten hukukun üstünlüğüne, insan hakları-
na saygıya, siyasi çoğulculuk ve sivil toplumun geliştirilmesine kadar bütün erdem-
lere yüksek değer atfeder. Ama uygulamada "halk tarafından yönetilmek", "halkın
yönetimi" imkânsızdır. İngiliz tipi parlamenter egemenlikten başlamak üzere, halk
egemenliğinin Kua düzeyinde pek çok türü vardır. Ve bütün türler kendi kusurlarını
kemli içinde taşır. Winston Churchill, bir keresinde "demokrasi, bütün diğerleri dı-
şında. siyasal sistemlerin en kölüsüdür" demiştir. Önemli olan. her zamanki gibi,
baskıya karşı duyulan neredeyse evrensel tiksintidir. Özgürlüğüne yeni kavuşan
ulusları demokrasi yönüne iten de budur. 1918'de yeni kurulan Çekoslovakya'nın
Cumhurbaşkanı "Bütün tarihimiz bizi demokratik Güçlere doğru y ö n l e n d i r m e k l e d i r
diye konuşmuştur.^ I 9 8 9 - I 9 9 l ' d e , bütün eski Sovyet bloğu ülkelerinin liderleri ten-
der duygu lan seslendirmişlerdir.
Bu, tıpkı öteki hareketler gibi demokrasinin de kendi kuruluş efsanesine yeni-
den gerek duyduğunu reddetmek anlamına gelmez. Tersine, onun da bir antik soya-
ğacına ve değerli kahramanlara ihtiyacı vardır. Ve Alcmaenid Klestenes'ten daha an-
tik ve daha değerli kim vardır kı?
"Güzele olan sevgimiz, aşırıya kaçmaz; akılla ilgili şeylere duyduğumuz sevgi bizi
yumuşatmaz. Zenginliğe, övünülecek bir şey olarak değil, yerinde, hakkıyla kulla-
nılması gereken herhangi bir şey olarak saygı duyarız. (...) Burada, herkes sadece
kendi sorunlarıyla değil, devletin sorunlarıyla da ilgilenir. ( . . . ) Politikayla ilgilen-
meyen insan, sadece kendi sorunlarını düşünür demek istemiyoruz, burada hiç işi
yoktur demek isliyoruz. (...) Diğerleri ise, bilgisizlik dışında cesurdurlar; ama ne
zaman ki düşünmeye başlarlar; korkmaya da başlarlar. Ama en doğru biçimde
gerçeklen cesur sayılan insaıı. yasamda neyin tatlı neyin k o r k u n ç olduğunu bilen
ve sonra başına ne gelecekse karşılamak üzere azimle üstüne giden i n s a n d ı r . " M
MAKEDONYA
Ptolemaios hanedanı, arada sırada VII, Physcon ( " G ö b e k " ) Ptolemiaios'ta ol-
duğu gibi, en iğrenç sapıklıklarıyla ünlendikleri zaman bile, sanata ve bilime
olan düşkünlükleri ve himayeleriyle dikkat çekmişlerdir. Bir dizi çarpık evlilik
içinde Physcon, aynı zamanda erkek kardeşinin dul eşi (dolayısıyla aynı anda
hem kız kardeşi hem karısı hem baldızı) olan kız kardeşiyle evlenmenin; kız
kardeşini, daba önceki bir evlilikten olan aynı kız kardeşin (dolayısıyla aynı
anda hem ikinci karısı hem yeğeni hem de üvey kızı olan) kızıyla evlenmek
için boşamanın ve oğlunu öldürmenin (aynı zamanda yeğen) bir yolunu bul-
muştur. Başka kültürlerin iğrenç bulduğu ensest, hanedan kanının asaletini
korumak amacıyla Firavunların oluşturduğu bir gelenektir.
Therma (Selanik), Antioch (Antakya), Pergamum (Bergama), Palmyra
(Palmira) ve hepsinden öte Mısır lskenderiyesi yine de büyük kültürel, ekono-
mik ve siyasal merkezler haline gelmiştir. Çökmekte olan hanedanların yanın-
da mayalanan Yunan ve doğu etkilerinin harmanı, Batılı ve Latin efendilerine
karşı açık bir zafer kazanan o eşsiz Helenistik kültürü yaratmıştır. Özellikle
Roma'nın yıkılışından sonra bile, bin yıl boyunca Roma imparatorluğunu
ayakta tutan Bizans "Romalıları", Helenistik Yunanlıların mirasçısı ve çok ye-
rinde bir saptamayla Büyük İskender'in son halefidirler.'Horatius'un deyimiyle
Graecia çapta fenan victorem cepti, "Fethedilmiş Yunanistan, acımasız fatihini
fetheımiştir".
Bu nedenle Helenistik kültür Helen atasınmkinden çok daha geniş bir te-
mele dayanmaktadır. Atina Hatiplerinin sonuncusu Isokrates'e (MÖ 4 3 6 - 3 2 8 )
göre, "Atina, Yunan adının artık bir ırk konusu olarak değil bir zekâ konusu
olarak düşünülmesi gerektiğini göstermiştir." Sonuç olarak Yunanlı yazarların
sayısı gerçeklen artmıştır. Strabon'dan (yaklaşık MÖ 63 - MS 2 1 ) Pausanias'a
(başarı dönemi, yaklaşık MS 150) kadar bir coğrafyacılar ekibi vardır. Şair bol-
luğu söz konusudur: Apollonius, Aratus ve Adottts İç in Ağtl'ın yazarı Bion;
Hermesaniax; Moschus, Meleager ve Musaeus; Oppian, T i m o n ve Theocritus.
Bir tarihçi ordusu vardır; Krallıkların ve hanedanların kronolojisi için sistem
icaı eden Mısırlı Manethos ve Kaldealı Berosus (Bar-Osea); Roma'nın Yunanlı
methiyecisi Megalopolisli Polybius (MÖ 2 0 4 - 1 2 2 ) , Judea Valisi ve Yahudi Sa-
vajı'nın yazarı j o s e p h u s (doğumu MS 3 6 ) , Appian, Arrian, Herodian ve Euse-
bius. Galenus (MÖ 1 2 9 - 9 9 ) bir yığın tıp kitabı, Hermogenes (başarı dönemi,
yaklaşık MS 170) hitabet üzerine standart bir bilimsel tez yazmıştır. Yenistoacı
filozoflar, örneğin Hierapolisli Epiktetos (MS 5 5 - 1 3 5 ) ; Plotinıus ( 2 0 5 - 7 0 ) ,
Porpbyrius (MS 2 3 2 - 3 0 5 ) , Proklus (MÖ 4 1 2 - 3 8 8 ) gibi Yeniplatoncularla ya-
rışmıştır. Epiktetos'un yazdığı Enchiridion veya Stoacılığın "El Kitabı", daha
sonraki klasik dünyanın ahlak anlayışı için bir rehber sayılmıştır. Biyografi ve
deneme yazarı Plutarkos (yaklaşık MS 4 6 - 1 2 6 ) , Samosatalı Lucianus (yaklaşık
MÖ 120-80), ikinci yüzyılda Efesli Kenephon'a kalan bir düzyazı geleneğini
güçlendirmiştir. Yunanlılar ve Helenistler, Romalılarca yönetilirken de düşün-
meyi, yazmayı ve yaratmayı bırakmamışlardır [PAPYRUS],
Helenİst dönem yazarlarının bir çoğu, ikinci dil olarak Yunancayı kullan-
mıştır. Dört İncilin yazarları Hıristiyan incilcileri Matla, Markos, Lukka ve J o -
hannes ve hepsinin üstünde Si. Paul'ün yanı sıra Josephus, Lucianus ve Mar-
cus Aurelius bu kategoriye girerler.
Atina'nın Yunanistan'daki üstünlüğüne, Helenisı dünyada da Mısır Isken-
deriyesi kısa zamanda sahip olmuştur. Pıolemiaoslarm yönetiminde Doğunun
en büyük ve eıı kültürlü kenti haline gelmiştir; refah ve görkem açısındansa
Roma'dan sonra ikincidir. Çokuluslu ve çokdilli nüfusu, "Makedonyalılar",
Yahudiler ve Mısırlılardan oluşmuştur. Şimdi Britislı Museum'da bulunan Ro-
zeita Taşı'nda (1799'da Mısır'ın er-Reşiı kenti yakınında bulunan Yunanca ve
hiyeroglif yazılı tablet, ç.n.) yazılı kararname, Champolion'un hiyeroglif yazı-
sını çözmesine yol açan üç dilli bir metindir, 700 bin ciltlik küıüphanesiyle
olağanüstü Museum veya "Musalar Koleji", eski Yunan kültürü ürünlerinin
toplanmasına, korunmasına ve araştırılmasına tahsis edilmişiir. Tıpkı büyük
Pharos Feneri'nin limandaki deniz geçişlerini aydınlatması gibi, sonraki klasik
dünyanın entelektüel yaşamını aydınlatan bir bilim ışığıdır, iskenderiye'deki
ilk kütüphanecilerden biri olan Bizanslı Aristophanes (yaklaşık MÖ 2 5 7 - 1 8 0 ) ,
hem Yunan edebiyatının ilk açıklamalı yayınlarını hem de Yunanca grameriyle
yazını kurallarının ilk sistematik analizlerini gerçekleştirmiştir. Semadireklı
Arislarchus (başarı dönemi, yaklaşık MÖ 150), Uiada ve CWyss«t'nın metinle-
rini bir araya getirmiştir. İskenderiye'deki başarılı Musevi topluluğunun lideri
Judaeus Philon veya Philo (yaklaşık MÖ 3 0 - M S 4 5 ) , Yunan felsefesiyle gele-
neksel Yahudi ilahiyatını uzlaştırmaya çalışmıştır. Ne zaman yaşadığı bilinme-
yen lskederiyeli mühendis Heron, başka şeylerin yanı sıra, buhar makinesini,
sifonu ve bir paralı-otomatik oyun makinesini icat etmiştir.
Kültürel değişim tarihi içinde sözde "gizli anlamlı" yazılar özel bir öneme
sahiptir. Uzun süre bilinmeyen bir yazar olan Herıııes Trısmegistus'a ("üç kez
en büyük Hermes", Tanrıların kâtibi) atfedilen, İskenderiye'deki bu büyük Yu-
nanca nıeLinler koleksiyonu, aslında bir antik Mısır ansiklopedisi niteliğinde-
dir. Kırk iki kutsal kitap, Firavunların kanunlarının, tanrılarının, dinsel tören-
lerinin, inançlarının, kozmografyasının, astrolojisinin, tıbbının bir özetidir.
Üçüncü yüzyıldan kalan öteki kitaplar, açıkça Hıristiyanlığın yükselişine karşı
yazıldığı anlaşılan, yeni Plaıoncu ve Kitabı Mukaddes'in Musevilerce yorumu-
na dayanan bir tuhaf metinler karışımını içermektedir I S l Y A B ATHENA].
PAPYRUS
SİYAH ATHENA
BAŞKA hiçbir tez, klasikler dünyasını Shah Mhcna başlığım taşıyan tezden dalı a
derin bölmem ıştır. Gelenekçiler, onu bir kapris olarak görmüşler, başkaları ciddiye
alınması gerektiğini savunmuşlardır. 1 Tez. biri eleştirel öteki öneri niteliğinde olmak
üzere iki boyutludur. Rleşlirel boyut, biraz zorlamayla, klasiklerle ilgili çalışmaların,
on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl Avrupalılarının öz-merkezli (kendi-merkezli) var-
sayımlarıyla küflendir i İd iğin i: Yunan ve Roma'nın. Yakındoğu'nun eski u y g a r l ı k l a r ı
na oları kültürel borcunun sistematik olarak görmezden gelindiğini savunur. "Yunan
uygarlığının Ari modeli'nden söz etmek kışkırtıcıdır; öyleyse "Avrupa'nın kültürel
kendini beğenmişliğini azaltmak"lan söz edilmesi yararlı olabilir.
Tezin temel önerisi. Yıman uygarlığının özellikle Mısır'da köklendigi, Mısır tıy-
garlığınınsa "aslında Afrikalı" olduğu ve "siyahlar" taralından yaratıldığı ikiz kavra-
mı üzerinde yoğunlaşır. Bu çizgi, sağlam olmayan bir zemine dayanmaktadır. Mısır
asıllı Hıristiyanlar olan Kıptilerin. Yıınancanın sözcük dağarcığına katkıları, olsa ol-
sa marjinaldir. Me/.arları süsleyen resmilerde de görüldüğü üzere Firavunların deri
rengi, genellikle siyah olan kölelerininkinden çok daha açıktır. Mısır erkekleri güneş
yanığı esmer, kadınları soluk tenlidir. MÖ yedinci yüzyılın Nubıa Hanedanı, oluz bir
hanedan içinde, gerçeklen "siyah" kategorisine sokulabilecek tek hanedandır. Kuş-
kucular, bilim adamlarının ABD'nııı ırkçı politikaları taralından " k o r s a n l a n d ı g f n d a n
kuşkulanabilirler.
Bu durumda, belki bilineni yeniden ifade eımck gerekmekledir, tiğer yelerince
geriye gitmek göze alınırsa. Avrupa'nın r<; Avrupa uygarlığının kökenlerinin . U n / -
pa'nın çok ötesine uzandığı kuşkusuzdur. Sorun, iarihöncesi uzmanlarının m; kadar
geriye, hangi başlangıç noktasına kadar gıimeleri gerektiğidir |CADMUS] IKAFKAS-
YA| [DASA) |EP1C|.
Harita 7.
Roma-Sicilya-Kartaca, MÖ 212
Kentin akropolü (en yüksek noktadaki iç kale) konumundaki Ortygia
adası, altıncı yüzyılda, sağlamlaştırılmış bir şoseyle anakaraya bağlanmıştır.
Arethusa pınarının enles taze suyuyla sulanan adaya, limanın karşısında Oly-
ırıpıum'da sürülmemiş arazi üzerindeki benzer bir yapı olan Zeus tapmağına
bakan büyük bir Apollon tapınağı hakimdir. Beşinci yüzyılda ovanın tamamı,
bütün doğal özelliklerin üzerini örten olağanüstü uzunlukta taş surlarla çevril-
miştir. Uzunluğu 24 km'den fazla olan bu surlar, dağların eteklerindeki Eurya-
los kalesine bağlanmıştır. Beş farklı mahallede yaşayan yarım milyondan fazla
vatandaşı kuşatırlar. Asıl Agora veya Forum, kendi iç kalesine sahip Achradina
yani "Yukarı Kent "in içindedir. Onların ötesinde Tyche ve Epipolae mahallele-
ri, onların yukarısında Neapolis veya "Yeni Kent"in, bir yamaç üzerindeki am-
iitiyatrosu, bir lapmaklar kümesi ve "Hieron'un Altar"ı içindeki, antik dünya-
nın en büyük kurban adama yerinin bulunduğu anıtsal binaları yer almakladır
Büyük limana dökülen Anapus Nehrini ikiye bölen bir bataklık alan, üıılü bir
salgın yaz hastalıkları yatağıdır. Bu kusur dışında Siraküza, eşsiz lütufların re-
havetindedir. Bir süre sonra bu bölgenin valisi olan Ciceron'a göre, güneşin
parlamadıgı bir tek gün yoktur Siraküza'da, Yükselen ova, şarap-koyusu dalga-
lar arasından esen her esintiyi yakalar. Kışın bile kayaların üzerinde çiçek
açar; bugün de açmaktadır.
Roma ordusunun gelişinden önce Siraküza, beş yüz yıldan uzun tarihiyle
övunebilmiştir. MÖ 7 3 4 le Korintboslu koloniciler tarafından kurulan Sirakü-
za, Ronıa'dan sadece yirmi yıl gençtir ve nüfuzunu bir kardeş koloniler ağına
yaymışıır. MÖ 474'ıe Salamis savaşından 6 yıl sonra Etrüsk deniz kuvvetleri-
nin yok edilmesi ve buna bağlı olarak Roma'nın şansının ilk engelinin ortadan
kalkmasının sorumluluğunu üstlenmiştir. Birçok kent devleti gibi Siraküza da
oligarşık, demokratik ve monarşik yönetim aşamalarından geçmiştir. En başa-
rılı sınavlarını arka arkaya gelen MÖ 4 1 5 - 4 1 3 Atina ve MÖ 4 0 5 - 4 0 4 Kariaca
kuşatmalarıyla atlatmıştır.
Daha iyi bilgi bulunmadığından, antik Sicilya tarihinin, bir dizi kanlı dar-
be ve karışıklık içinde hüküm süren ve birbirini izleyen 5iraküza tiranlarına
dayanarak yazılmasında yarar v a r d ı r , " Yaşh Dionisius (yönetimi MÖ 4 0 5 -
3 6 7 ) . Aristoteles tarafından "yoksul sınıflara demagojik yalvarmalarla güç ka-
zanan" tiran tipine örnek olarak gösterilmiştir. Filozof kralların yönLemini iz-
leyerek Platon ve Akademi'den şahsen özel ders alan akrabası Dion (yönelimi
3 5 7 - 3 5 4 ) , Yunanistan'dan ayrıldıktan sonra Sicilya'nın yönetimini, tıpkı Gari-
baldi'ııin (İLalya'nın birliği için bin kişilik kuvvetiyle mücadele eden İtalyan
general) Biııleri'nin hücumunda olduğu gibi geçirmiştir. "Özgürlüğün oğlu"
Korintboslu Timoleon (yönetimi MÖ 3 4 4 - 3 3 6 ) , paralı askerlerin yardımıyla
zafer kazanan bir başkasıdır; ama anlaşılan birçok kentte demokratik anayasa
uygulamalarını da başlatmak zorunda kalmış ve Yunaıı-Kartaca nüfuz alanları
arasında Halycus Nehri üzerinde bir sınır oluşturmayı başarmıştır. Zalim
Agathokles (yönetimi MÖ 3 1 7 - 2 8 9 ) , zengin bir dulla evlenince şansı açılmış
halktan bir çömlekçidir. MÖ 3 1 0 yılında Siraküza'ya yönelik ikinci Kartaca
kuşatmasını, savaşı Alrika'ya taşıyarak çözmüştür. Bu "türüne özgü, nev'i şah-
sına münhasır" "Sicilya Kralı"nın zehirli bir kürdan yüzünden felç olduğu ve
ölü yakılacak odun yığınının üstüne diri diri yatırıldığı söylenir. İkinci kuşak
Siraküza, Roma'nın genişlemesinden, uzun bir iktidar dönemi olan Siraküzalı
destekçisi Kral 11. Hieron (yönetimi: MÖ 2 6 9 - 2 1 5 ) lehine ortalığı temizleyen
maceracı Epirus Kralı Pyrrhus tarafından kurtarılmıştır. Archimedes'in hamisi
11. Hieron, barışı. Roma ile imzaladığı hiç kesintiye uğramamış bir antlaşmayla
korumuş ve Siraküza'ya son bağımsız refah dönemini yaşatmıştır. Ancak Hie-
ron'un, Pön Savaşlarının en kritik anında ölmesi, Roma yanlısı gruplarla Kar-
taca yanlısı guruplar arasında bir mücadeleyi gerektiğinden önce başlamıştır.
Torunu ve halefi Hieronymus, sırf, önce kraliyet ailesini, sonra da Roma yanlı-
larını sıkıştıran bir halk isyanıyla devrilmek üzere, Roma ile (dedesinin yaptı-
ğı) ittifakı bozmuştur.
MÖ 2 1 5 yılında Siraküza'da, yönetici olarak iki Kartacalının seçilmesi Ro-
ma'yı çok öfkelendirmiştir. Kısa bir süre sonra Sicilya'ya dört Roma lejyonu
( 4 2 0 0 ile 6 0 0 0 erden oluşan tümen) gönderilmiş ve sınırdaki küçük bir çatış-
ma, casus belli, yani savaş nedeni sayılmıştır. MÖ 214 yılının sonlarında veya
daha büyük bir olasılıkla MÖ 213'ün başlarında Marcellus, karadan ve deniz-
den Siraküza'yı kuşatmıştır. Kuşatanlara göre tarih, kentin kuruluşunun 538.
yılıdır. Kartaca ile rekabet, dönemin en önemli siyasi özelliğidir. Roma'nın
Güney İtalya'yı fethinin doğal uzantısıdır. Kartaca yerleşik, kendini kabul et-
tirmiş bir güç, Roma ise buna meydan okuyandır. Birinci Pön savaşına (MÖ
2 6 7 - 2 4 1 ) , Siraküza Kralı Hieron ile Messena kenti arasındaki bir tartışmaya
Roma'nın karışması yol açmıştır; ve Kariaca'nın Sicilya'daki bütün servetinin
varlığının Roma'nın eline geçmesiyle sona ermiştir. Kartaca, kayıplarını, MÖ
227 yılında Carıhagonova (Cartagena) adıyla bir kentin kurulduğu doğu tber-
ya'da yeni bir koloni oluşturarak gidermiştir. Roma, bu gelişmeleri gergin bir
kuşkuyla izlemiş ve ikinci Pön savaşları, Kartaca'nın Ebro üzerinde egemenli-
ğini tanıyan bir antlaşmaya rağmen, Roma'nın lberya'daki Saguntum'a müda-
halesi üzerine başlamıştır. Hannlbal de, orta Akdeniz'in stratejik kontrolünü
tehlikeye düşüren büyük bir yangın çıkartarak savaşı Roma kapılarına taşımış-
tır. Siraküza ise bütün bu gelişmelerin eksenidir.
Beş kez konsül seçilen M. Claudius Marcellus (ölümü: MÖ 2 0 8 ) , eski Ro-
ma ekolünden dindar bir savaş kahramanıdır. MÖ 2 2 2 yılındaki ilk konsüllü-
gü sırasında lnsubria Kekleri (Galyalıları) Kralını Milano yakınındaki bir ova-
da teketek bir karşılaşmada kılıcıyla öldürmüş ve ele geçirdiği bütün Galyalı
ganimetlerini Jüpiter Feretrius tapınağına bağışlamıştır. Çarpışma sırasında
Hannibal tarafından pusuya düşürülüp öldürülmek istenmiş, hayatını Plutark-
hos kurtarmıştır. Livius, Polybyus, Plutarkhos dahil herkesin kabul ettiği üze-
re, Roma'nın Siraküza'yı işgali, çabuk sonuç alınacağına olan kesin inançla
başlamış, ancak Marcellus yıkılmaz duvarlar ve cesur savunmacılarla karşılaş-
mıştır. Ama yaklaşık 25 bin kişiden oluşan üç lejyona ek olarak 100 savaş ge-
misi, büyük bir kuşatma araçları katan ve Siraküzalı danışmanların kendi ara-
larında bölündüğü bilgisiyle donanmıştır. Livius, bir kişi dışında her şeyi
hesapladığını yazmaktadır.
Bu adam, uııicus spccUitoi raeli siderumtjuc, "cennet ve yıldızların yegâne
gözlemcisi, ama top ve diğer savaş araçlarının mucidi ve mühendisi olarak çok
daha dikkate değer olan" Archimedes'tir. 2 3 Kral II. Hieron'un saltanatı boyun-
ca Archimedes, kuşatmaya karşı her menzil ve çapta hünerli bir savaş makine-
leri yığınağı oluşturmakla uğraşmıştır.
Livius'un, Roma birlikleri deniz kıyısındaki surlara ulaştığı andaki man-
zarayla ilgili betimlemesi güzel bir edebiyat çalışmasıdır:
Polybius, şekilleri aynı adı taşıyan bir müzik aletine benzediği için s a m b u c a e
denilen yüzen kuşatma kulelerinin, kuşkusuz bugünkü Yunan buzukisinin,
atası olduğunu anlatır.
En sinir bozucu olan İse, Archimedes'in saldırganları kaldırıp denize dök-
mek için icat ettiği aygıtlardır:
"Birden surlardan tam gemilerin üzerine, yukarıdan gelen büyük ağırlıklarıyla on-
ları batırabilecek ç o k büyük direkler atılmaya başladı, ö t e k i gemiler demir pençe-
lerle, sivri madeni burunlarla, pruvalarından yakalanıp vinçle yukarı çekiliyor-
muş gibi havaya kaldırıldı, sonra kıçtan itibaren dibe gömülecek şekilde bırakıldı.
Yine diğer gemiler, kenıin içerisindeki makineler aracılığıyla kendi çevrelerinde
fırıl fırıl döndürülüp, ... güvertede çarpışan insanları yok ederek ... ıslak kayalara
fırlatıldı. İkide bir bir gemi havaya kalkıyor, mürettebatı her yana saçılıncaya ka-
dar... saga sola d ö n d ü r ü l ü y o r d u . " 2 5
"Archimedes, her zamanki gibi kendi halinde, bir diyagram yardımıyla bazı prob-
lemler üzerinde çalışmaktadır. Kendini çalışmaya verdiği için Romalıların saldırı-
sının farkında değildir.
Aniden karşısına kılıcını çekmiş bir asker çıkar, onu Marcellus'a götüreceği-
ni söyler. Archimedes, problemi bitmeden gitmeyi reddeder. Bunun üzerine asker
öfkelenir ve onu öldürür.
Bir başka anlatıma göre Romalı... Archimedes'ı hemen öldürmeye kalkar.
Archimedes, beklemesini rica eder, böylece sonucun da ortaya çıkmış olacağını
söyler Ama asker dinlemez ve onu hemen öldürür.
Archimedes'in askerlerle, Marcellus'a güneş saatleri, küreler, çeyrek küreler
gibi bilimsel araçlarını götürürken karşılaştığını anlatan üçüncü bir hikâye daha
vardır Askerler Archimedes'i, altın götürdüğünü sanarak öldürmüşlerdir.
Ancak Archimedes'in ölümünden Marcellus'un çok tedirgin olduğu, üzüldü-
ğü, Archimedes'in yakınlarını bulup saygılarını sunduğu genel olarak kabul edil-
mekledir.
ROMA dünyası söz konusu olduğunda, antik veya modern, Yunan veya başka
hiçbir uygarlığa uygulanmamış bir tutarlılık niteliğiyle karşılaşılmaktadır.
Hem planınm düzenliliği hem de çok kuvvetli Roma çimentosunun bir arada
tuttuğu Roma surlarının taşları gibi Roma ülkesinin çeşitli kısımları da fizik,
örgütsel ve psikolojik bir bütün olarak birbirine bağlıdır. Fizik bağlar, her eya-
lette kurulu askeri garnizonların oluşturduğu ağı ve eyaletleri Roma'ya bağla-
yan taşlan yapılmış yol şebekesini içerir. Örgütsel bağlar, ortak hukuk ve yö-
netim ilkesine ve ortak yönetim standartları uygulayan dünya çapında bir
memurlar ordusuna dayanır. Psikolojik denetimler, başkent Roma'nın otorite-
sini tehdit eden herhangi bir kimse veya herhangi bir şeyin mutlak bir kesin-
likle yok edileceği korkusu ve cezası üzerine kuruludur.
Roma imparatorluğunun birlik ve tutarlılık saplantısının kaynağı, Ro-
ma'nın erken gelişme modeli içinde görülebilir. Yunan çok sayıda dağınık
kentten oluştuğu halde, Roma tek bir organizmadan meydana gelmiştir. Yunan
dünyası, Akdeniz deniz hatıı boyunca yayılırken, Roma dünyası toprak fetihle-
riyle bir araya toplanmıştır. Kuşkusuz, bunun tersi de tamamen yanlış değildir:
Y'unanlılar Büyük İskender'de bütün zamanların en büyük ülke fatihini bul-
muşlar; Romalılarsa bir kez İtalya'nın dışına çıktıktan sonra, deniz gücü ders-
lerini çalışmayı ihmal etmemişlerdir. Ama, zorunlu fark yadsınamaz. Yunan
dünyasının anahtarı, yüksek pruvalı gemileriyse, Roma gücünün anahtarı da
ilerleyen lejyonlarıdır. Yunanlılar denizle, Romalılar karayla nikâhlıdırlar. Yu-
nanlılar yürekten, denizci, Romalılar yürekten, kara adamıdırlar.
Kuşkusuz Roma olgusunu açıklamaya çalışırken, "karanın emredicili-
gi"ne yönelik bu neredeyse hayvani içgüdü vurgulanmalıdır. Roma'nın önce-
likleri ülkesinin örgütlenmesi, genişletilmesi ve savunulmasında yalar. Her
koşulda toprak yerleşimi, toprak mülkiyeti, toprak ekonomisi, toprak yöneli-
mi ve lopraga dayalı bir toplumun alışkanlık ve hünerlerini yaratan unsur, ve-
rimli Latium ovasıdır. Roma'nın askeri örgütlenme ve düzenli yönetim yete-
nekleri buradan doğmuştur. Sırasıyla, toprağa ve kırsal yaşamın yarattığı
istikrara derin bir bağlılık, Roma'nın graviUts, sorumluluk duygusu; pietas, ai-
leye ve ülkeye bağlılık duygusu ve iustiticı, doğal düzen duygusu erdemlerini
beslemiştir. Yaşlı Caton, "Toprağı işleyenler, en güçlü adamları ve en cesur as-
kerleri oluştururlar" demiştir. 1
Roma uygarlığına yönelik modern tavır, son derece etkilenmiş olmaktan,
alabildiğine nefrete kadar yayılan bir yelpaze oluşturmaktadır. Her zaman ol-
duğu gibi tarihçiler arasında da güce tapanlar, özellikle güçlü olan her şeye
hayran olmaya daha başıaıı hazır, Roma'nın gücünü Yunan'ın kurnazlığından
daha çekici bulanlar vardır. Niçin yapıldığını asla düşünmeden Colosseum'uıı
büyüklüğüne ve sağlamlığına hayrandırlar. Oysa Colosseum, Roma uygarlığı-
nın simgesidir. Bilinen sözdür: "Colosseum yıkılırsa Roma, Roma yıkılırsa
dünya yıkılır." 2 0 l e yandan, Roma'dan nefret eden katı bir görüş de vardır.
Birçokları için Roma, Yunan'ı taklit eden ve onu büyük ölçüde devam ettiren-
lerin en iyisidir. Yunan uygarlığının niteliği vardır, Roma sadece niceliktir. Yu-
nan asıldır. Roma türevdir. Yunan icat edendir, Roma "Araştırma ve Geliştir-
me" dairesidir. Aslında bunlar daha aydın bazı Romalıların görüşüdür.
Horatius, Episteles adlı eserinde "Yunanlıların da bizim gibi, eski tarihli bir
eser hâlâ var diye gurur duymak gibi gariplikleri var mıdır?" diye sorar. Daha-
sı Romalılar, kopya ettikleri şeyleri basitleştirmiş, avamlaşıırmışlardır. Örne-
ğin mimarlıkta, ağır ve lüks Korinthos tarzını almış, ama Dor veya lon tarzını
almamışlardır. Bir eleştirmen, "Romalılar gibi alabildiğine faydacı bir ulusla te-
masa geçince Yunan sanatının bülün dokusu parçalanmıştır" diye yazmakta-
dır. 3
Gerçekten Roma Yunan'a çok şey borçludur. Din alanında Romalılar, Ze-
us'u Jüpiter'e, Hera'yı Juno'ya, Ares'i Mars'a, Afrodit'i Venüs'e dönüştürüp,
Olimpik tanrıları toptan almışlardır. Stoacılığın Roma için Atina'dan daha sim-
gesel olduğu noktasından hareketle, Yunan ahlak felsefesini kabul etmişlerdir.
Edebiyatta, Yunanlı yazarlar, Latin halefleri tarafından bilinçli olarak örnek
alınmışlardır. Eğitim görmüş bir Romalının Yunancayı çok iyi bilmesi gerekti-
ği tartışmasız kabul edilmiştir. Spekülatif felsefe ve bilim alanında Romalılar
önceki kazanımlara gerçekte hiçbir katkıda bulunmamışlardır.
Yine de, Roma'yı Yunan-Roma uygarlığının ikinci derece ortağı saymak
yanlış olur. Roma dehası da yeni alanlara, özellikle hukuk, askeri organizas-
yon, yönetim ve mühendislik alanlarına yansımıştır. Dahası, Roma devleti
içinde yükselen gerginlik, en yüksek düzeyde bir edebi ve sanatsal duyarlılık
yaratmıştır. Önde gelen pek çok Romalı asker ve devlet adamının çok iyi yazar
olması bir rastlantı değildir, ikinci derece Romalılardan oluşan uzun listeyi de
unutmamak gerekir. Karşıt görüştekilerse, son derece iğrenç kölelik kurumu-
na, ölçüsüz zalimliğe ve nihayet Helenizmi sofu gösteren gerilemeye işaret
ederler.
En geniş tanımıyla antik Roma'nın tarihi, "Ölümsüz Kent"in MÖ 7 5 3 yı-
lında kurulmasından, Roma imparatorluğu'nun MS 1453'teki nihai yıkılışına
kadar 2 2 0 6 yıl sürmüştür. En kullanışlı tanımıyla kentin kuruluşundan, Roma
imparatorluğunun, Roma kentinin başkent olduğu batı kısmının yıkılışına ka-
dar, bu sürenin ancak yarısı kadar yaşamıştır. Alışılageldiği üzere: Krallık,
Cumhuriyet ve İmparatorluk olmak üzere üç farklı döneme ayrılır [AUC].
Yarı efsanevi Roma Krallığı, birçok açıdan Yunanistan'ın erken "Kahra-
manlık Çağının karşılığıdır. Söylentiye göre Aeneas'm, bir dişi kurt tarafından
emzirilen öksüz ikiz torunları Romulus ve Remus'un öyküsüyle başlar, MÖ
5 1 0 yılında, yedi kralın sonuncusu Mağrur Tarquinius'un kovulmasıyla sona
erer. Bu iki yüz elli yıl, yazılı tarihin çok öncesinde geçmiştir. Roma kentinin
kurucusu Romulus'un, Yeni kentin iskânına yardım eden Sabin Kadınlarının
Kaçırılması'nı örgütlediği söylenmektedir. Bir Sabin olan Numa Pompilius,
takvimi ve resmi dini uygulamaları başlatmıştır. Forum içinde, kapıları savaş
zamanında açılan ve barış zamanında kapanan Janus Tapıtıagı'nı kurmuştur.
Bir Latin olan üçüncü kral Tullius Hostilius, komşu Alba Longa kentini yık-
mış ve halkını sürmüştür. Ancus Marcius, yabancı ülkelerden getirilen köle-
lerden plebleri veya "avam" sınıfını yaratmıştır. Altıncı kral Servius Tullius Ro-
ma'ya, pleblere "yaşlılar" veya "soylular" karşısında bağımsızlık tanıyan ilk
anayasasını kazandırmış ve Latin Birliğini kurmuştur. Beşinci ve yedinci kral-
lar Tarquinius Priscus ve Tarquinius Superbus, Etrüsk soyundandtr. Beşinci
kral Priscus Roma'ya, sonradan kendi adıyla anılmış olan geniş kanalizasyon
sistemi dahil ilk bayındırlık hizmellerini getirmiştir. Yedinci kralsa, oğlunun
Lucretia'yı kaçırması üzerine azledilmiştir [ E T R U S C H E R İ A ] .
Tiber Nehrinin geçtiği stratejik noktaya hâkim yedi tepesiyle Roma, Lati-
um kentleri arasında "Latin" dilini konuşan tek kenttir. O ilk yıllarda, daha
güçlü komşularda, özellikle, çok iyi korunan Veii adlı kentleri Forum'a sadece
16 km uzakta olan Etrüsklerce yönetilmiştir. Vulcı, Tarquinia ve Perugia'daki
"Etrüsk Kaleleri" kalıntıları ileri, fakat gizemli bir uygarlığa kanıttır. Roma,
onlardan çok şey almıştır. Livius'a göre kent, Etrüsklerin saldırı ve Tarquinius
hanedanını yeniden iktidara getirme girişiminden, ancak tek gözlü Horatius
Cocles'in Sublicia Köprüsünü tutmasıyla kurtulmuştur:
AUC
Mevcut takvimin işlemez hale geldiğini fark eden Caesar'dır. Kski Roma yılı.
\ ı . kal. Ma i us, yanı 21 Nisan'da başlayan. 10 aya bölünmüş 30-1 günden ibarelin'.
Geri kalan Janiarius ve P'ebi'uarıus, geçici önlem olarak lüreiilmişlır. Bıı nedenle.
MC Ikenlın kuruluşundan itibaren) 708 yılında. Caesar'ın üçüncü konsüllüğü sıra-
sında. zora başvuran reformlar uygulanmış: içinde bulunulan yılın. 151 gün uzatıla-
rak ALG I Orak 707 / MÖ -I5 yılında başlaması ve 3 i Aralık'a kadar on iki ay. 365
gün devam etmesi sağlanmışıır. Başka düzenlemeler. A l C 7 3 7 1 MS -I yılında Au-
gıısiııs döneminde, eski beşinci \e altıncı aylar Qttinlı!is ve S e b i l i s i n adları .lıılıııs
(Caesar'dan sonra) ve Augusms olarak değiştirilip, d ö n vılda bir hissettik: yanı "ar-
lık gün" Idöri yılda bir gelen 366 günlük artık yıl} uygulaması başlatılarak yapılmış-
tır. Sonuçla ortaya çıkan 365 !/< günlük Jtılian Yılı. 11 dakika 12 saniyelik küçük bir
yanılmayla uygulamaya konulmuş ve MS I 5 8 2 yılına kadar bütün dünyada yürür-
lükle kalmıştır.
Bulun bunlara rağmen, konsüllerin yönelimin bütünü için atanmasına devam
edilmiş ve yılları konsiillükiere göre sayma geleneği onlarla birlikle korunmuştur
İmparatorların saltanai yıllarına her zaman başvurulmamıştır. Konsüllük sistemi
kaldırıldıktan sonra başlayan İmparatorluk döneminde A l C sistemi. "Indieıio" yanı
on beş yıllık vergi dönemleriyle ilgisi dolayısıyla desteklen m işi ir. \IS altıncı yüzyılın
o n s l a r ı n d a Hıristiyanlık dönemi kesin olarak başladığında. Roma donemi on tiç yüz-
yıldır sürmektedir 1 |ANNO DOMINI|.
ETRUSCHERIA
ROMA y a k ı n ı n d a k i Santa Severa yani eski Pyrgi'de arkeologlar denize bakan iki Kt-
riisk tapınağı b u l m u ş t u r , 1 9 5 7 - 1 9 6 4 arasında gerçekleştirilen bu buluş, olağanüstü-
dür. Mczardakilerden farklı bir şeyler sunan ilk K ı r ü s k kalınlısıdır. Yaklaşık MÖ 5 0 0
t a r i h l i bu kalıntıdan, üzerinde Pönee ve Ktrüskçe yazılar b u l u n a n kâğıt inceliğinde
altın tabletler çıkmıştır:
EGNATIA
lindan taş döşetilmişin', î ı ı l i i sözdür: "İler yol Roma'ya çıkar." Ama her yol da Ro-
i ma'dan ayrılır. j
Cumhuriyetin son yüz yılında dış seferler, bir dizi iç savaş kargaşasına yol aç-
mıştır. Reformcular düşük riıtbelerdekilerin taleplerini karşılamaya çalışırken,
başarılı generaller başkent Roma'daki merkezi yönetimin kontrolünü ele geçir-
meye çalışmaktadırlar. Sonuçta ortaya çıkan çekişmeler kaos ve diktatoryal
yönetim kesintilerine neden olmuştur. MÖ 133-121 arasında, en sevilen halk
savunucuları Tiberius Sempronius Gracchus ve kardeşi G. Sempronius Gracc-
hus, kamu arazilerini Cumhuriyet yöneliminin fetihlerinde hizmeli olan top-
raksız köylülere dağıtmaya kalkışmış; her ikisine de egemen oligarşi karşı çık-
mış ve ikisi de öldürülmüştür. MÖ 8 2 - 7 9 arasında, L. Sulla Felix, çağının en
büyük askeri G. Marius'un (MÖ 1 5 7 - 8 6 ) yandaşlarını yendikten sonra kendini
Diktatör ilatı etmiştir. MÖ 60 yılında, rakip üç asker-politikacı, M. Licinius
Crasus, Pompeius Magnus ve Julius Caesar, ilk üçlü yörıetimli-devlet başkanlı-
ğını (triumviral) oluşturmuşlardır. Caesar MÖ 48'de, kendi dışında yaşayan
son tritımvir (üç devlet başkanından biri) Pompei'i yok ettikten sonra /mpera-
tot unvanında bak iddia etmiştir. Nihayet, MÖ 31 yılında, ikinci triumvirliğin
de düşmesinden sonra Öctaviaııus iç savaşlara bir son vermiştir. Actium'da ka-
zandığı zafer, Mısır'ın teslim olmasını, Antonius ve Kleopatra'nın ölümünü,
muhalefetin sonunu ve kendisinin "Augustus" sanını almasını da birlikte ge-
tirmiştir. Bu doğrultuda Roma Cumhuriyetinin son nefesini vermesi, Akdeniz
kıyısının en azından ismen bağımsız son parçalarının da ele geçirilmesiyle eş
zamanlıdır. Yaklaşık 5 0 0 yıl içinde J a n u s Tapmağının kapıları sadece üç kez
kapanmıştır. (Tapmağın kapıları barış zamanında kapanıyor, savaş zamanında
açılıyordu, ç.n.) [AQU1LA],
Hepsinden öte iç çatışmalar, politik tavırlarda, her ikisi de kaybeden tara-
fı desteklemiş iki Calo'un kariyeriyle çok güzel tanımlanan değişimin dışa
yansımasıdır. "Nüfus ve Ahlak Bakanı" Marcus Porcius Cato (MÖ 2 3 4 - 1 4 9 )
Romalıların eski tutumluluk ve dindarlık erdemleri için bir deyim haline gel-
miştir. Yirmi yıl süren askerlikten sonra, askerlik ve tarım üzerine kitaplarını
yazmak üzere çiftliğine çekilmiştir. Helenistik lüks ve allâmelik dalgasına ve
özellikle, gördüğü kadarıyla Scipios'un kişiliksiz kariyerizmine sövüp saymış-
tır. Yaşamının son yıllarında bıkıp usanmadan Kartaca'nın yok edilmesi çağrı-
sında bulunmuştur. Büyük torunu M. Porcius Cato Uticensis de (MÖ 9 5 - 4 6 )
aynı dürüst ve inatçı kişiliği sergilemiştir. Eğitilmiş bir Stoacı olarak, Caesar'ın
dikıatoryal hırslarını kontrol kampanyasında Pompei'ye katılır. Poırıpei'nin
amacı ortadan kalkınca, Libya çölünde, sadece Utica kasabasının kuşatılmasıy-
la sonuçlanan kahramanca bir yolculuktan sonra teslim olmaktansa kendini
öldürür. Son gecesini Platon'un, ruhun ahlaksızlığı hakkındaki kitabı Plıae-
do'yu okuyarak geçirir. Böylece, istibdada karşı cumhuriyetçi muhalefetin, il-
keli muhalefetin sembolü olmuştur. Cicero onu över. Caesar, Anticalo'sunda
esas olarak onu küçümsemeye çalışmıştır. Kendi de bir despota teslim olmak-
tansa intihar eden şair Lucan (MS 3 9 - 6 5 ) , onu siyasi özgürlüğün şampiyonu
sayar. Lucan'dan sonra Dante'de onu Araf Dağı'nm, dolayısıyla da manevi öz-
gürlüğe giden yolun bekçisi olarak gösterir.
r —~~— ~~ı
| AQU1LA
i
| KARTALIN, "kuşların kralı" rütbesi, arslanın "hayvanların kralı" rütbesi kadar eski-
i dir. Roma bilgisinde, .hıpıter'in yıldırım taşıyan "l'ırlına knşu"dur. Kartallar, Babil
; ve İran'da, güç ve heybet, simgesi olarak resmedilmiş ve doğa fetihlerinden sonra
Romalı General Marius tarafından da kabul edilmiştir. Roma imparatorluğu lejyon-
ları. kartal alemli sancaklar arkasında yürümüş: Roma konsülleri, kartal başlı asa-
lar taşımıştır 1 (Bkz. Kk III. s. 1288).
Slav folklorunda tiç erkek kardeş Leh. Çek ve Rus bahtlarım keşfetmeye kal-
karlar. Leh, batıya doğru ovayı aşarken. Rus doğuya. Çek güneye Bohemya'ya gi-
der. Leh, beyaz bir kartalın yuva kurduğu büyük bir ağacın altındaki golün kenarın-
da d u r u r . 0. Polonyalıların babasıdır ve Gniezno. yani "kartal yuvası" onların ilk
evi, ilk vatanıdır,
Galler Ülkesinde de Snowdon dağının tepesi, ulusal vatanın kalbi. /:'n n. "kar-
talların yeri" adını taşır.
Kartal, Hıristiyan sembolizminde. İncil yazarı Aziz Johannes'le birleştirilmiştir
(Aziz Matta Meleği. Aziz Lukka Boğası. Sı, M arku s Asla m'n m yanı sıra). C zerinde,
yalancı iblisleri defedecek Kitabı Vlukaddes'in bulunduğu açılmış kanatlarıyla kilise
kürsülerinde görünür. Aziz I licronymus'a göre. Miraç'ın (göğe yükselmenin) simgesi-
dir.
Bütün Avrupa tarihinde imparatorluk kartalı, diğer h ü k ü m d a r l a r üzerinde üs-
tünlük iddia eden yöneticiler tarafından kullanılmıştır. Charlemagnc. kartal işlemeli
bir pelerin giymiş. Büyük Canute. kartal işlemeli bir pelerinle gömülmüştür.- Hem I.
Napolton, hem III. NapolSon kartal simgesini zevkle kullanmışlardır. NapolCon'un
veliahlı Roma Kralı aiglat. yani "kartal yavrusu" lakabını almıştır. Yalnızca, her za-
man farklı olan İngilizler, k a n a l a hiç ilgi duymamışlardır.
İslam rütbe işaretlerinde çok eski tarihlerde görülen kartallar. Avrupa hane-
dan armalarında da baştan itibaren y i n e l e n i r 3 Sırbistan ve Polonya beyaz bir kar-
talla övünür, Polonya'nınki taç giydirilmiş kartaldır (Komünist rejim geçici olarak ta-
cı çıkarmıştır). Ilem Ti rol hem de Brandenburg-Prusya kırmızı, İsveç'in Varmland
eyaletiyse mavi bir kartalla eğlenir, spor yapar. Almanya f e d e r a l Cumhuriyeti. Aac-
hen kent armasından alınma tek bir stilize siyah kartalı benimsemiştir. Palaeologos
hanedanı döneminde Bizans imparatorluğu. Doğuda ve Batıda Roma'nm devamı ol-
manın simgesi olarak siyah, çift başlı açık kanatlı bir kartal kabul etmiştir. Zaman
içinde bu gelenek "Üçüncü Roıııa" denilen Moskova çarlarına. Kutsal Roma-Gcrmen
imparatorluğuna ve Avusturya'nın I labsbıırg hanedanına da geçmiştir.
Alman atasözü. Kin Ad ter facngl teine Mueckcn. "bir kartal sinek yakalamaz"
der.
A0ÜINCUM
KOMŞUSU Carmtntum gibi ••\quincum da. Tiberıus'un saltanat döneminde Tuna üze-
rinde bir askeri kamp olarak kurulmuştur, kısa stire sonra bir canabae yani "gayrı
resmi yerleşmeler" akınına uğramış ve MS ikinci yüzyılda resmen municipium. bele-
diye statüsü kazanmıştır. Panon ya ovalarından Roma imparatorluğuna giriş yolu
üzerinde, hem askeri bir üs hem de bir ticaret merkezi olarak büyük bir güçle geliş-
miştir. Zenginliği, askeri ve sivil ikiz amfiıiyatrolarma ve zengin evlerini süsleyen
duvar resimlerine yansımıştır. 1
•\quinoum kalıntıları. bugünkü Budapeşte'nin varoşlarındadır 1BUDA|. İngiliz-
ler gibi Macarlar da. bugünkü vatanlarına, Koma imparatorluğunun yıkılmasından
sonra göç eniklen için Roma dünyasıyla doğrudan ilişkileri olmamıştır. Ama "Koma
miraslarını", her şeyden usum tutup bağırlarına basmışlardır- |BARBAROS|.
ARICI A
RÛMA'NIN güneyine on iki inil ti/,aklıkta, Alba tepelerinin ortasındaki bir kraterde.
Nemi Göli), "koru gölü" vardır İmparatorluk dönemlerinde, yakınlardaki Nemi köyü-
ne Arieia denilmektedir; bütün Roma dönemi boyunca golün yanındaki orman, kut-
sal Arieia Korusunu. Duma ncmm'ims'in evini. "Korıı'nun Dıanası"nı gölgelemiştir
(l)iana: Romalıların av tanrıçası, ç.n )
Aricia tapınışı, S l r a b o n ' u n yazılarından ve m o d e r n arkeolojiden u m u l m a k l a -
dır. Birçok açıdan sıradandır. Dalları kırılmamış, sönmeyen aleşin korunağı olan
kıılsal bir meşeye tapınmayı gerektirir. Dıana'nın dışında, iki küçük tanrısal varlığa
da hitap eder: Dir su pensi olan Kgena ve bir /,eus gazabı kaçkını olan Virbus... Bu-
güne kalan adak h ö y ü k l e r i n i n de gösterdiği gibi. asıl sadık m ü r i t l e r i gebe kalmak is-
teyen kadınlardır. İ l e r yıl yinelenen yaz festivalinin yapıldığı g ü n , korıı sayısız meşa-
leyle aydınlanır ve İtalya'nın her yerinde k a d ı n l a r ş ü k r a n ateşlen y a k a r l a r .
Aııeak lapını bir açıdan da olağandışıdır Rex Memorenais. yani " K o r u n u n Kra-
lı" unvanını taşıyan Aricia Başrahibı. bu m a k a m a gelmek için kendinden önceki Baş-
r a h i b i öldürmek zorundadır. A y n ı anda hem r a h i p hem katil hem de müstakbel bir
cinayetin k u r b a n ı d ı r . Öldürüleceği gece bile. kılıcını çekip g u r u r l a k o r u y a y ü r ü y e r e k ,
gelecek yarışmacının o r t a y a çıkacağı saati bekler, meşeden bir ince dal kırarak onu
ö l ü m düellosuna davet eder.
Aricia K o r u s u , yakın zamanlarda, James Krazer'in, m o d e r n a n t r o p o l o j i n i n ku-
rucu eserlerinden biri olan Allın Gafının (1890) başlama noktası olarak d i k k a t çek-
miştir. Krazer'in yeri, d ü n y a n ı n d ü ş ü n ü ş ü n ü değiştiren öncülerden b i n olarak M a r x ,
Freud ve Kırı stein düzeyindedir. Frazer. kendi kendine basit s o r u l a r s o r m u ş t u r : "Ra-
hip neden selefini öldürmek zorundadır? Neden onu ö l d ü r m e d e n önce. ilk olarak Al-
lın Dalı k o p a r m a k z o r u n d a d ı r ? " 1
Olası yanıtları araştırırken, isler antik ister modern her d o ğ u r g a n k ü l t ü r d e
rastlanabilecek doğaüstü inançların b i r sorgulamasını yapmıştır. Çin'deki y a ğ m u r
y a ğ d ı r m a y ı : F i r a v u n l a r d a n Dalay L a m a ' y a rahip kralları. Yeni Gine'den Gilgıı Sedi-
i ' f n e kadar ağaç ruhlarını, Skye Adası'ndan Adonis Bahçelerine kadar mısır ruhları-
nı. I Mayıs festivallerini. Yaz Ateşi Festivallerini, hasat festivallerini incelemiştir.
Kötülüğün başka ruha geçişi ve ruhların kovulması konusunda llavaılıler arasında
yaygın iç Ruh ve Sibirya Samoyedleri arasında y a y g ı n dış Rull inancını tanımlamış-
tır. Bengal Khond-ları'nııı k u r b a n törenlerinden l.itvaııya'daki "Tanrı yeme" ve De-
von orakçılarının crying Ihc neck törenlerine kadar geniş bir k u r b a n törenleri yelpa-
zesinin taslağını çıkartmıştır.
Frazer. yaşadığı dönem için d e v r i m sayılabilecek iki v a r s a y ı m geliştirmiştir.
Bir y a n d a n "ilkel" veya " y a b a n i " u y g u l a m a l a r ı n ciddi fikirlere dayandığını ve dolayı-
sıyla. kaba g ö r ü n ü m l e r i n e rağmen saygıdeğer olduklarını s a v u n m a k t a d ı r ; öte yan-
d a n uygar d ü n y a n ı n . Hıristiyanlık d a h i l sözde ileri d i n l e r i n i n , kendilerinden önceki
pagan dinlere çok şey borçlu olduklarını göstermiştir. " F s k i k r a l l a r ı n ve r a h i p l e r i n
y a ş a m l a r ı dersle doludur. Bunun için de, d ü n y a gençken o l u ş m u ş butun geçmiş bil-
gelikler özetlenmekledir" diye yazmıştır. 2 Veya yine:
"Doğulu yaklaşırla güre Sicilyalı kadınlar. ışıksız yerde ve ıslak sahanların içine buğ-
day, mercimek ve kıışyemi ekerler. (...) Bitkiler hemen huy verir: Saplan kırınızı kur-
delelerle bağlanır ve içinde bulundukları kaplar. ... Cuma günü kılıselerdeki ölü Isa
tahvilleriyle siisKı ıııiKirlarırı Özerine konulur. (...) Geleneğin lamamı, -mezarlar ve fi-
lizlenmiş tohum tabakları- muhtemelen farklı lıir ad allında Adonıs'e tapınmanın de-
vamından başka bir şey değildir." 4
CEDRA
YUNANLILARIN ve Romalıların, iki farklı ağaç türünü, ardıç ve sediri lanıyaeak tek
bir dünyaya sahip oldukları gerçeği, aslında doku/, sayfalık bir eki hak eder. Bilim
adamlığı çapında gerçek bir uzman ıaralından lalep edilen Antik Akflcni1/. Dritt) asın-
da Ağaçlar re Km.vs<(.'git>i bir konu ise, şu anda okumakla olduğunuz büyüklükte bir
eildi gerektirir. 1
Ve bunun her sayfası değerlidir. Kendim adamış bir bilim adamının, çok kısıtlı
bir aracı çok geniş bir cephede kullanarak (bir başka deyişle, eger klasik dünyanın
tına hatlarında bir kesit görmek için. ancak uygun mecaza izin verilmişse) neler ya-
pabileceğini göstermişi ir. Benzer başka çalışmalar gibi arkeoloji, edebi referanslar,
yazılar, tapınak görevlilerinin hesap ve raporları, deııdrokronolojı gibi farklı kanıl
kaynaklarının çok titiz bir incelemesiyle başlar. Daha sonra konuyu. Knossos'takı
sedir kliklerinden Aşil'in küllerinden fışkıran ot filizlerine. Birinci Tön Savaşı için
kırk beş günde inşa edilen iki yüz yirmi Roma gemisinden Julius Caesar için Ren
Nehri üzerinde on günde yapılan köprüye kadar araştırır.
Vıınan ve Roma. kuzeydekiler gibi, keresteye dayalı uygarlıklar değildir |N0V-
G0R0D|. Ama kereste hakkındaki bilgileriyle ünlüdürler ve keresle ticareti bu uygar-
lıklarda çok gelişmiştir. Konu hakkında bilgi edindikten sonra, ne Salamıs'iekı .Atina
donanması köknar ağacı olmadan ne de bir Roma kadırgasının 100 ayaklık (!) mf.)
direği de. kara çam olmadan düşünülebilir. I lor çıplak yamaç, Romalıların Güney
İtalya'yı ve Kuzey Afrika'yı ormansızlaştırmasının bir anısıdır |EC0).
Tarih, sempatik tarihçiler isler. Klasik ağaçları ve keresteleri, New Yorklıı bir
kereste tüccarının oğluna bağlayan daha güzel bir menteşe asla olmamıştır.
SAMOS
SP ART ACI) S
SPARTACUS (ölümii MÖ 71). bir gladyatör w: antik dönemin en büyük köle ayaklan-
masının lideridir. Doğum yeri Trakya olan Spartacus. kaçıp Captıa'daki gladyatörler
okuluna köle olarak satılmadan önee Roma ordusunda askerdir. MÖ 7:j'te kaçmış ve
kendi gibi kaçak bir grup arkadaşıyla Vezüv dağında kararg<âh kurmuştur. İki yıl bo-
yunca kendisini yakalamak için yapılan bütün girişimleri boşa çıkartmışın'. Ordusu.
İtalya'yı enine ve boyuna aşan. Alplere ve Messina Boğazına kadar yürüyen yakla-
şık viiz bin umutsuz insan sayısına ulaşmıştır. MÖ 72 yılında iktidardaki konsüllerin
her birini meydan savaşlarında sırayla yenmiştir. Nihayet l.ucanıa'daki Pelelia'da
köşeye kıstırılmış. Galyalı ve Germen mıiıterikleriyle bağlantısı kesilmiş ve praetor
!„ LieiniıısCrassus güçleri tarafından yok edilmişi ir. Spartacus. çarpışmak m ü m k ü n
olmaktan çıkarsa teslim olmamak için önce atını öldürmüş, sonra da kılıç elde kendi
ölmüştür. 1
Crassus. Roma'dakı en zengin köle sahiplerinden biridir. Marius hizbinin el
koyduğu mülklerden yararlanmış ve kölelerim kârlı uçarı işlerde eğiterek, gümüş
madenciliği yaparak çok zenginleşmiştir. MÖ 70 yılında Pompei ile birlikle D ı u s "
adıyla Konsül. Mt) 60 yılında Pompei veCaesar'la birlikle ı r i u m v i r olmuştur. Spar-
tacııs'a karşı kazandığı zaferi. Capua-Roma arasındaki 120 millik yola çarmıha ge-
rilmiş tutsakları dizerek ve Roma halkına on bin masanın kurulduğu bir ziyafet vere-
rek kutlamıştır. Zenginleşmeye ancak Suriye Valisiyken Parılar taralından
öldürüldüğü MÖ 53 yılına kadar devam edebilmiştir. Ağzı eritilmiş allınla lika basa
doldurulmuş olarak kafası kesilmişi ir. Pari kralının, olayı tanımlayan yorumu şöyle-
dir: "Ölürken, hayatla çok istediğin melalle doyur kendini."
Kölelik. Roma toplumunda her yerde her zaman olmuştur ve bazı tahminlere
göre ekonominin killi kurumudur. Tarıma ve sanayiye insan gücü sağlamış ve koni-
lerin lüksünü desteklemiştir. Köleleri ve onların çocuklarını fiziksel, ekonomik, cinsel
toptan sömürüye tabi fııimuştur. Milyonlarca tutsağın elde edildiği Cumhuriyet dö-
nemi savaşları ve sonraki yıllarda da. sistematik köle kaçırmalar ve köle ticareti ile
desteklenmiştir. JuliusCaesar. Aluatia'da (Namur) tek bir çarpışmadan sonra elli üç
bin Galyalı tuısak satmıştır. Delos Adası, Doğudan ve Tuna'nın ötesinden getirilen
barbarların ana antreposu işlevini görmüştür.
Kölelik, Roma döneminden çok sonra da. başka kültürlerin çoğunda olduğu gi-
bi Avrupa yaşamının bir özelliği olarak devam etmiştir. Yavaş yavaş sertlik k u r u m u
karşısında gerilemeye başlasa da. bütün ortaçağ Hıristiyanlığı boyunca ayakta kal-
mıştır. Kendiliklerinden Hıristiyan olan kölelerin azat edilmesi dışında. Hıristiyanlar
arasında genellikle köleliğe izin verilmiştir. Müslüman kölelere geldikleri ülkelerdeki
gibi davranılan Rönesans kalyasında bile oldukça yaygındır. Daha yakın dönemler-
de. Avrupa güçleri, köleliği sadece kölelerin I lırisiiyanlığa geçişini yaşatan deniz aşı-
rı kolonilerinde hoş karşılamışlardır.
Köleliğin kaldırılması. Avrupa Aydınlanmasının en (»nemli sosyal sonuçların-
dan biridir. Üç ana aşamada gelişmiştir. Kv sahibi ülkelerde köle sahipliğinin yasak-
lanmasını. uluslararası köle ticaretinin ve deniz aşırı kolonilerde köle sahipliğinin
d u r d u r u l m a s ı izlemiştir. Britanya örneğinde bu aşamalar 1772, 1807 ve 1833'te
gerçekleşmiştir. Ancak köleliğin kaldırılması. Sparlacus'unki gibi ayaklanmalar sa-
yesinde değil. Kmerson'un da belirttiği gibi. "liranın pişmanlığı sayesinde" gerçek-
leşmiştir. 2
Günümüzde, komünistler Spartaeus'u tarihi bir kahraman olarak kabul eder-
ler. Adı. Alman Komünist Partisi KPD'nin atası olan I 9 I 6 - lf)19'un Spartakus Birliği
(Spartakusbtınd) tarafından odııııç alınmış. Arthıır Köesıler tarafından Glarbaıorlır
(1939) adlı romanının baş kahramanı olarak kullanılmıştır. Marksist görüşe göre ko-
li' ayaklanmacılar, antik toplumun zorunlu bir özelliğidir, bu nedenle onlara komü-
nist ders kitaplarında özel bir önem verilmiştir. Sparıactıs'nn bir benzeri. Kırım'ın
İskit köleleri arasındaki ilk isyanlardan b i n i l i n lideri Soumactıs'da. yani "Sovyel
l o p r a g f n d a bulunmuştur. Sovyet tarihçileri. Sparıacus ve Crassus'un dünyasıyla
Gıılag tiiın> ası arasındaki paralellikler üzerinde durmaya gerek görmemişler, kolek-
tifleşi irme ve nomaıklaiura,) ı zorlamışlardır ICHERSONESOSj.
NOMEN
Kİ,AN YK All.K, koma'nın kişi adları sisteminin de temelini oluşturur. I'ai.rici sınıli
üyesi bütün erkeklerin üç adı vardır. Pracrıuıncıı veya bii'iııei ad. genellikle on iki ad-
lık kısa bir listeden seçilir ve genellikle kısaltılmış olarak y azılır:
C(Gj = Gaius, Gıı = Gnaeııs, I) = Decıınus. Kİ = Klavius.
I, = l.ueıus, \1 = Mareıus, N = Mumerıus. P = l ' u b l l u s .
ö = OuinUıs K = Kııliıs. S = Se.uııs. T = Tılııs
boııırn, kişinin klanını, cognomcu ise ailesini gösterir. Dolayısıyla "C. Juliııs
Caesar". Juliler klanından (gcııs). Cacsar ailesinden tdoınus)Gaiusdemektir.
Aynı soylu klan iiyesı bütün erkekler, aynı n o m a ı ) (klan adı) paylaşırlarken,
onların baba t a r a f ı n d a n biitün erkek a k r a b a l a r ı da, hem aynı tumıcnî hem de aynı
ıvgnomcn"\ (aile adı) paylaşırlar. Dolayısıyla herhangi bir anda, o r t a l a r d a dolaşan
| ve her biri aneak kendi pracnoım'ni ile ayırt edilebilen birçok Juliııs Caesar v a r d ı r .
| l ı ı l ü generalin babası. L Juliııs Caesar'dır. Aynı ailenin birçok üyesinin üç adı da
; avın ise. ek sıfat veyn lakaplarla a y ı n edilirler:
Buna karşılık kadınlara, ya paırici için klan adının dişili ya da plcblcr için aile
adının dişili olmak üzere tek bir ad verilir. Dolayısıyla, örneğin Julilerin b ü l i i n kızla-
rının adı Julla. kivilerin kızlarının adı l.ivia olur. Kız kardeşler ayırt edilmezler. Mar-
eus Anıoniııs'un iki kızının da adı " A n ı o ı ı i a ' d ı r , Sonradan, b i n Neron'un. öteki Ger-
manieus'uıı annesi o l m u ş t u r . Marıus'un bülüıı kızları "Maria'dır. Bu. Koma
kadınlarının l a m bir bireysel kimliğe layık g ö r ü l m e d i k l e r i aşağı k o n u m u n bir göster-
gesidir. 1
Roma p r a t i ğ i n i n gösterdiği gibi. çoklu adlar, sadeee bağımsız h u k u k i statüye
sahip v a t a n d a ş l a r için gereklidir. Bu nedenle A v r u p a t a r i h i n i n büyük bölümünde, in-
sanların çoğu çok daha azıyla y e t i n m i ş t i r . Sahip oldukları şeyin t a m a m ı bir ön ad
veya "I lırisı iyan a d ı " ile soy adı ya da sılat t ü r ü n d e n bir t a n ı m l a m a d ı r . Bütün Avru-
pa dillerinde "Küçük John. Büyiik T o m ' u n o ğ l ı f n a benzer sözler v a r d ı r . Kadınlar, ki-
şi adına ek o l a r a k , k i m i n karısı ya da kızı o l d u k l a r ı n ı gösteren bir t e r i m de kullan-
mışlardır. Slav d ü n y a s ı n d a bu. -ova veya -ovııa senekleri halini alır. Maria
Steianova (Lehçe). "Sıclan'ın karısı Mary"; Kleııa Borisovna (kasça). "Boris'in kızı
I Iclcıı" demektir. Ünlü kişiler ve yabancılar, ait oldukları (kökenleri olan) yerleri gös-
teren adlar almışlardır.
Ortaçağda, feodal soylular kendilerini, mertebelerini onaylayan /(c/lcnyle bir-
leştirmek gereğini duymuşlardır. Sonuç olarak, von veya di gibi önekler veya -ski gi-
bi soııeklerle birlikte yer-esaslı soyadlarını benimsemişlerdir. Dolayısıyla Kransa
prensi Charles de borainne, Almancada "Kari von botlıaringıen". Lehçede (Polonya
dili) "Karol Lotarinskı" olarak tanınacaktır. Ksnar örgütleri üyeleri, uğraştıkları za-
naat veya ticaret dalını gösteren adlar kabul etmişlerdir. Son derece yaygın olan Ba-
kers (Kırmalar). Carlers (Arabacılar). Ylıllers (l)eğırmenciier). Smıtbs(Demirciler), ai-
le soyadları geleneğine oturan en büyiik gruplardır. Daha yeni dönemlerde,
devletler, bireyleri sayım, vergi toplama ve askere çağırma gibi tuzaklara düşürerek
geleneği yasal zorunluluğa dönüştürmüştür. 2
Iskoçya Gaelleri ve Polonya Yahudileri, uzun süre soyadı kullanmaktan kaçmış
iki eski topluluktur. İler ikisi de. yüzyıllarca geleneksel ad biçimlerini baba adi (örne-
ğin Yahudice " A b r a h a m Ben Isaac" (Isaac'ın oğlu Abralıam) veya kişisel sıl'at-lakap
kullanarak yaşatan bir cemaat özerkliğim kullanabilmiştir. İngilizce konuşan bazı
ovalıların Rob Koy AlaeGregor (yaklaşık, 1660-1732) dediği ünlü dağ eşkıyası, kendi
memleketi Inversnaid'de Rob Ruadlı (Red Roberi) olarak tanınmaktaydı Gacl ve Ya-
hudi adlandırma tarzı, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında bürokrasinin kurbanı öl-
müştür. Jakobif yenilgisinden sonra İskoç dağlıları, eskiden ender kullandıkları klan
adlarına göre kaydedilmiş, bu nedenle binlerce MacGregors. MacDonalds ve Macl.c-
ods türemiştir. Polonya'nın bölünmesinden sonra Rusya'dakı Polonya Yahudileri ge-
nellikle doğdukları kasabanın veya soylu işverenlerinin adını almışlardır. Prusya ve
Avusturya'da kendilerine devlet görevlilerince Alman soyadları verilmiştir. 1795'ten
1806'ya kadar Varşova'daki Yahudi cemaati, kentin, kendi kalasına göre soyadı da-
ğıtan Prusyalı yöneticisi K. T. A. Ilofmann'ın merhametine kalmıştır. Şanslı olanlar
Aprelbaum (lilma ağacı). Ilimmell'arb (Gök rengi) veya Vogelsang (Kuş şarkısı) ile ye-
tinmişler, daha az şanslı olanlar Kischbein (Balık kemiği). Ilosendut't (Pantolon koku-
su) veya Kaızenellenbogen'a (Kedi dirseği) razı olmuşlardır. 3
Paıriri ve plebler sınıfı, askeri amaçlarla comitia centuriata yani "yüzler mecli-
sinde"nde bir araya gelirlerdi. Kentin dışında, otuz beş kabile olarak düzen-
lendikleri geniş Mars Alanı'nda (Campus Mar(tus), toplanırlardı. Her kabile
equi(cs yani "süvari sınıfı şövalyeler" en üstte, pediles yani "piyadeler"in en
yoksulları en altta olmak üzere zenginliğe göre beş sınıfa ayrılırdı. Nihayet bir
de mülksüz proletlarii, yani işçiler sınıfı da vardır. Her sınıf, kendi içinde cetı-
(uriae, "bölükler"e ve her bölük kendi içinde "kıdemliler" (senioıs-yaşltlar lis-
tesindeki 4 5 - 6 0 yaş arası erkekler) ve "kıdemsizler" (juniors 17-45 yaş arası,
aktif hizmetle sorumlu erkekler) diye ayrılarak örgütlenmiştir. MÖ 241 yılın-
da yapılan bir nüfus sayımı, her birinde yaklaşık 7 0 0 erkeğin bulunduğu 3 7 3
bölükle loplar» 2 6 0 . 0 0 0 vatandaş olduğunu ortaya çıkartmıştır. Burada tüm
Roma toplumu (erkek) gözler önüne serilmektedir. Bu comilia centuriata, ya-
ni "yüzler meclisi" zamanla, baş magisfraflann seçimi, askeri liderlere "ko-
muta etme hakkı"nın, imperium, tevcihi, kanunların onaylanması, savaşa veya
barışa karar verilmesi gibi patrici'ye ayrılan işlevleri üstlenmiştir. Mensup ol-
dukları bölüklerin görüşlerini içeren loprak tabletleri, iki sepetten birine ata-
rak oy kullanırlar Bütün bu muamelelerin bir gün içinde tamamlanması gere-
kirdi.
Bu meclislerin içinde himaye grupları çok önemli bir rol oynamıştır. Hi-
yerarşik ve fazlasıyla bölümlere ayrılmış bir toplumda bu doğaldır, hatta zen-
gin soyluların alt düzeydekilerin faaliyetlerini yönlendirmesi ve dolayısıyla
halk kurumlarının kararlarını etkileyebilmeleri için zorunludur. Bu sonuca
ulaşmak için her patronu s, cliens'lerden (himaye edilen, yanaşma) oluşan taraf-
tarlar uıtmuşıur. Patron, politikalarının ve tercih etliği adayların desteklenme-
sini beklemektedir. Yanaşmalar ise para, iş veya mülk beklentisindedirler.
Zengin bir patrona hizmet toplum içinde ilerlemenin en iyi yoludur. Roma yö-
netimine demokratik biçimler ve oligarşik kontrolün bir karışımı olma özelli-
ğini veren patronajdır.
Bu meclisler ağı, makamların rotasyonu ve sık sık loplantı ihtiyacı, kuv-
vetli bir ait olma duygusu yaratmıştır, Her Roma vatandaşı kabilesine, klanı-
na, ailesine, bölüğüne ve patronuna göre nerede durduğun çok iyi bilir. Kalı-
bın ve hizmet, kabul edilmiş ırksal ya da toplumsal özelliklerin bir parçasıdır.
Resmi deyimle, baş yetkilileri atayan da, Senatoya gönderilecek yetkilileri ata-
yan da halk meclisleridir. Aslında, kendi çıkarlarına çalışan tüm öteki kurum-
ları oluşturan da senatörlerdir. Senatoya hâkim olan Cumhuriyete de hükme-
der.
Gerek Cumhuriyet, gerek İmparatorluk döneminde gelişmelerin ana sah-
nesi olan Senato, 3 0 0 ila 6 0 0 arasında değişen erkek üyeye sahiptir. Danışma
içiıı toplantıya çağrılan Senatonun üyeleri konsül tarafından atanırlar. Ama
konsüller "deneyimli erkeklere" öncelik vermek zorunda oldukları ve senato-
daki patronlar, devletin bütün önemli makamlarını kontrol ettikleri için. Sena-
to, hükümet üzerindeki ağırlığını keyifle sürdürür. Herhangi bir anda Senato
içindeki üstünlük, rekabet halindeki kişilere, klanlar ve clienlelae veya yanaş-
ma grupları arasındaki hassas güçler dengesine bağlıdır. Ama aynı patrici ad-
lar, bir türedi zenginler dalgası onları silip süpürünceye kadar yüzyıllar bo-
yunca tekrar tekrar gelmiştir.
Senatörlerin etkinliği, zaman içinde hiziplerin büyümesi oranında azal-
mıştır. Senato iç çekişmelerle bölününce, sistemi işler tutmanın tek yolu; ge-
rek ortak rızayla iktidara getirilmiş bir diktatör için, gerek bir grup, bir hizip
için olsun, arzusunu silah zoruyla kabul ettirmektir. MÖ birinci yüzyıldaki
diktatörler dizisinin kaynağı budur. Sonunda, Octavianus Caesar'ın (geleceğin
Augustus'u) başında bulunduğu grup, kendi arzusunu herkese kabul ettirmiş-
tir. Büıün senatörlerin kaderini elinde tutan Octavianus, patronların patronu
olmuştur.
Roma'nın ortak baş yöneticileri olan iki konsül. 1 Ocak'tan itibaren bir
yıl için göreve gelirler. Aslında bu, askeri nitelikli bir görevdir. Senato tarafın-
dan önerilir ve onlara imperinm'u. yani "askeri komutanlığı" özel hizmetler
için veren comitia centuriala tarafından atanırlar. Ama süreç içinde ek işlevler
de yüklenmişi erdir. Senato'ya başkanlık ederler; Senato ile işbirliği halinde dış
ilişkilerin sorumluluğu onlara aittir. Yargı sistemini yöneten Preafoıes, yani
"baş yargıçların", vergi ve vatandaşlık-nüfus işlerini yöneten censors'un, kamu
maliyesini yöneten quaesıoi'cs'in, kentin güvenlik ve düzenini sağlayan, Olim-
piyat Oyunları'ndan sorumlu cıcdilcs'in. baş kâhin pmılı/e.v'ın emrinde kentin
içişlerinin yürütülmesini gözetirler. Kabilelerle işbirliği yaparak Senato ile
halk arasında barışı korumaları beklenir. Romalıların, kentin tarihi kaydını
tutmaları, numaralandırılmış yıllarla ilgili olmayıp, konsüllerin öneminin bir
ölçüsüdür [AUC].
Marius ve Sulla'nın reformları sayesinde konsüllüğun profili değişmiştir.
Prccoıısuks, yani konsül yardımcıları aracılığıyla eyalet yönetimi uygulaması,
konsüllügün etki alanını genişletmiş; ama ordunun doğrudan kontrolü olana-
ğı da yitirilmiştir.
Roma yönetim sistemi, birçok yanlış-kavrama konu olmuş gibi görün-
mektedir. Çok uzun bir süre sürekli değişim içinde olmuş, belki Antoninuslar
dönemindeki kısa bir süre dışında türdeşliğin sağlanması için ciddi bir önlem
almamıştır. Tartışmasız başarısı sınırlı, fakat açıkça tanımlanmış hedefler ko-
nulmasına bağlıdır. Dış savunma, hukukun uygulanması ve iç güvenlik için
bir ordu oluşturmuştur. Uygun bulunan yerel ve bölgesel elitlerin otoritesini,
genellikle dinsel ayinlere ve sivil törenlere katılmalarını sağlayarak destekle-
miştir. Hem devletin yerleşik hak ve ayrıcalıklara müdahalesinin hem de hu-
kuksal otoritenin savunulmasındaki merhametsizliğin ölçüsünü ayarlayan bü-
yülü bileşimin uygulanması büyük bir dikkat gerektirmiştir. Romalı ozan
Vergilius'un sözleriyle:
EPIGRAPH
RPİGRAKİ, yani yazıt (kitabe) okuma bilimi, klasik dünyanın keşfedilmesinde önemli
desteği olan bilim dallarından biridir. Pek çok malzeme ve kültürel kanıl yok olduğu
için. laş ve metal üzerinde bugüne kalaıı yazıtlar paha biçilmez bir bilgi kaynağıdır.
Mezar taşları. ithaf tabletleri. heykelcikler. kamusal anıtlar ve benzerlerinin d i k k a i l e
incelenmesi. y a z ı n a anılan halk hakkında zengin bir özel deıav lar hasadı sağlar; Ni-
le y a ş a m l a r ı , adları ve unvanları, yazıları, meslekleri, m e n s u p n i d u k l a r ı a l a y l a r (as-
keri birlikler), kanunları, tanrıları, ahlak anlayışları gibi... Corpus lııseripUoııum
imanım (C1L) ve Corpus hıscripionum Graeeortım (CIG) gibi. her ikisi de on
dokuzuncu yüzyılda Berlin'de hazırlanan b i i y i i k epıgralık koleksiyonlar, kaydedildik-
leri anıtlar kadar sağlam ve kalıcıdır.
Roma yazlılarının en ünlüsü olan ve yüzyıllarca K o r u m meydanında d u r a n On
İki Levha Kanunları, gün iı müze kadar gelemem işi ıı1: a m a gelebilen malzemenin çeşiı-
! liliğl o l a ğ a n ü s t ü d ü r .
Roma mezar taşları, genellikle ölen insanın yaşamının ve mesleğinin şiirsel bir
tanımını içerir, M o g o n i i ı ı m ' d a IMaınz) bulunan bir mezar iaşt. ilhaf edildiği k i m s e n i n
ö l ü m biçimine karşı adeta bir protestodur:
(Çohaıı Jııcıındus. Marcus Terenims'urı üzyiir kölesi. Uy yolcu, kini olursan ol. dur ve İni
«alırları dikkatle oku. Hayatınım nasıl benden yanlışlıkla alındığını (iğren ve umui.suz
feryadımı dinle. Oluz yıldan fazla yaşayamazım. Bir köle benim canımı aldı. sonra kendi-
ni ııehre attı. Adam. efendisinin mahrum kaldığı, kendi canını aldı. Patronum I HI taşı.
masrafını kendi ödeyerek dıkii)
Roma edebiyatı, askeri ve daha geniş ölçekte dar kafalı bir toplumun genelge-
çer ahlakına meydan okumak için çok daha çekici bir unsurdur. Roma aydın-
larının, özellikle boş zamanı bol olan geç Cumhuriyet ve erken imparatorluk
dönemi aristokrasisi arasında açıkça müşterileri vardır. Ama nedense, Yunan
benzerleri gibi ortama doğal bir şekilde uyum sağlayamamışlardır. Edebiyatın
karmaşık dünyasıyla Roma'nın genellikle sert dünyası arasında daima bir geri-
lim vardır. Bu gerilim, Latin edebiyatının neden geç geliştiğini ve neden Cato
gibi, onu yoz Yunan alışkanlıklarının katıksız bir taklitçisi olarak görenlerin
düşmanca lavnyla karşılaştığını da çok iyi açıklayabilir. Dramatik komedinin
neden ithal edilen ilk tarz olduğunu ve neden taşlamanın (hicvin), Romalıla-
rın dürüstçe kendilerine ait olduğunu söyleyebildikleri tek tür olduğunu da
açıklayabilir. Latin repertuvartnın otuz kadar ustasından sadece Vergilius, Ho-
ratiııs, Ovidius ve Cicero dünya çapında tanınmıştır. Ama Roma yaşamının
lüksünden, oburluğundan ve zalimliğinden irkilen herkes, kendi çevrelerine
karşı çok güçlü tepkiler gösteren duyarlı ruhlara, Caıullus'un enfes lirik şiirle-
rine, juvenalis'in akla durgunluk veren zekâsına, Martialis'in nükteli şiirlerine
de ilgi duymalıdır.
İlk Romalı yazarlar Yunanca yazmıştır. Homeros'u Latinceye çeviren Livi-
us Andronicus (yaklaşık MÖ 2 8 4 - 2 0 4 ) , Tarenıum'un MÖ 272'de yağmalama-
sından sonra Ronıa'ya getirilen eğitimli Yunanlı bir köledir. Yüksek Latin ede-
biyatı MÖ üçüncü yüzyılın ikinci yarısında Cn. Naevius'un (ölümü, yaklaşık
MÖ 200), T. Maccius Plautus'un (yaklaşık MÖ 2 5 4 - 1 8 4 ) , P. Terentius Afer'in
(doğumu, MÖ 185) oyunlarıyla ortaya çıkmıştır. Bu üç yazar, Yunan komedi-
lerinin parlak uyarlamalarını yapmışlar; onlarla birlikle tiyatro Roma kültürü-
nün önemli kurumlarından biri haline gelmiştir. Latin şiiri, edebiyatta ilk ye-
nilikçilerden Q. Ennius (MÖ 2 3 9 - 1 6 9 ) ile başlar. Trajediyi başlatmış, hiciv
sanatını uygulamış, sonraki birçok şair için temel şiir ölçüsünü sağlayan ak-
sanlı, allı ayaklı LaLin mısrasını (hcxametcr) oluşturmuştur.
Hitabet (güzel konuşma) sanatı, Roma yaşamında, Yunan'da olduğu gibi
önemli bir role sahiptir. En büyük uygulayıcısı M. Tullius Cicero (MÖ 106-
43), Latin düzyazısı için her zaman örnek alınan parlak bir üslupla konuşmuş
ve yazmıştır. Bir "yeni adam", Cicero, MÖ 63 yılında en yüksek makam olan
konsüllüğe kadar yükselmiş, ancak sürgün edilmiş; ikinci bir siyasi faaliyet
döneminden sonra mahkûm edilmiş ve boynu vurulmuştur. Ahlak felsefesi ve
siyaset kuramı hakkındaki görüşlerinin yanı sıra konuşmalarını içeren yazıla-
rının, hem Hıristiyan düşüncesi hem akılcı düşünce üzerinde büyük etkisi ol-
muştur. Hukuk düzeni ve cumhuriyetçi yönetim savunuculuğunun şampiyo-
nudur. Halefi, Kordobalı bir hitabet ustası olan yaşlı Seneca da (yaklaşık MÖ
55 - MS 3 7 ) , büyük bir hitabet antolojisi derlemiştir.
Tarih yazımı çok doyurucudur. Titus Livius (MÖ 59 - MS 17), 35'i hâlâ
elimizde olan 142 kitaplık bir Roma tarihi yazmıştır. Roma Cumhuriyetini
idealize etmiş ve analizinden çok üslubuyla etkilemiştir. "İğrenç bir inanç için
değil de, tatmin bulmak" için yazan Livius, dünyanın en büyük ulusunun tari-
hini yazmaya başlamıştır. Julius Caesar (MÖ 1 0 0 - 4 4 ) , Roma tarihinin hem en
büyük yaratıcısı hem de yazıcısıdır. Galya savaşı ve Pompei'e karşı iç savaş
üzerine açıklamaları, bir zamanlar Avrupalı her okul çocuğunun bildiği, sade
ve içtenlikti başyapıtlardır. C. Sallustius Crispus (MÖ 8 6 - 3 4 ) , hem siyasete
hem edebiyata olan ilgisiyle Caesar'ı izlemiştir. Cornelius Tacitus (MS 55-
120), Livius'un vakayinamelerini (olayları tarih sırasına göre kaydeden eser)
imparatorluğun ilk yüzyılından itibaren ve imparatorlara ağırlık vermeden
sürdürmüştür. Taklit edilmesi mümkün olmayan özetleyici üslubu, Germania
gibi monografilerinde de görülebilir. Gibbon, bir dipnotta, "Çağların devril-
mesi, aynı felaketler yüzünden olabilir; ama çağlar, bir Tacitus onları tanımla-
madan da devrilebir" diye yazmıştır. 9
Biyografi sanatı da gelişmiştir. En büyük temsilcisi, zaman zaman impara-
tor Hadrianus'a sekreterlik yapmış olan C. Suetonius Tranquilius'tur (MS 6 9 -
140). On /ki Caesar'm Hayatı adlı açık saçık eseri, sadece Tacitus'un kayınpe-
deri Britanya valisi Agricola tarafından aşılabilen bir bilgi ve eğlence madeni-
dir.
Latin edebiyatı, doruk noktasına Augustus dönemi şairleri Vergilius, Ho-
ratius, Ovidius, lirik şair C. Valerius Catullus (yaklaşık MÖ 8 4 - 5 4 ) , ağıt şairi
Albius Tibullus (yaklaşık MÖ 5 5 - 1 9 ) ve hırçın Cynthia'ya yazdığı aşk şiirleri
Catullus'un Lesbia'ya yazdıklarına benzeyen, "adıyla müsemma" Sextus Pro-
penius (yaklaşık MÖ 5 0 - 1 5 ) ile ulaşmıştır. "Aşk tanrısı çıplaktır" diye yazar
Propertius, "ve güzellik tarafından kurulan hileli oyunları sevmez."
P. Vergilius Maro (MÖ 7 0 - 1 9 ) , en sıradan konu veya sorunlarda bile na-
diren yavanlaşan bir di) yaratmıştır. £clogues, yani "Seçmeler"i, pastoral şiir-
lerdir; Georgics ise çiftçiliği över. Aeneid, yani "Aeneas'in Seyahati", Roma'nın
Homeros'a ve Yunan'a olan minnetini kutlayan ( ! ) uzun bir alegorik epiktir.
Vergilius, Troya'dan kurtulanlardan biri ve hem Romulus'un hem de geus lui-
la'nın atası olan Aeneas'in maceralarını yeniden anlatarak, okumuş yazmış Ro-
malıların özdeşleşmeyi arzuladıkları efsanevi şecereyi oluşturmuştur. Günde
bir satır hızıyla on yılda yazılmıştır ve şarkı olarak benzersiz bir tonla söylenir.
Berrak ve sakin, dayanıklı, kurnaz ve usta, hüzünlü:
TEL1X QUI P O T U İT RE RUM C O G N O S C E RE CASAS.
(Olayların nedenini öğreııebilirse mutludur.)
S E D F U G I T INTERF:A, F U G I T 1RREPARAB1LE T E M P U S .
(Ama bu arada zaman uçmakladır, anımsamanın ölesine.)
E T P E N I T U S T O T O DJVİSOS O R B E BRITANNOS.
(Ve Britonlar bütün dünyadan tamamen kopartılmışür.)
Dante'ye göre Vergilius, i! maestro di Itır eh t' sanno, "kim bilir nelerin ustası" ve
"çok geniş bir sözcük nehrinden dökülen çeşme"dir. İlk Hıristiyanlar için,
dördüncü Eclogue'da (karşılıklı konuşma şeklinde pastoral şiir), İsa'nın doğu-
munu önceden tahmin ettiği düşünülen pagan şairdir. Günümüz içinse "dilin
efendisi, (...) yarı-tanrı şair, (...) insan dudağının şekillendirdiği en görkemli
şiir vezninin kullanıcısı"dır. Petrarca'nın Pozzuoli'sine göre, kendi mezar yazı-
tını muhLemelen yine kendisi yazmıştır:
(Manıua beni doğurdu; Calabria ileriye taşıdı; şimdi Napoli tutuyor beni. Çayırla-
rın, tarlaların ve Tanrıların şarkısını s ö y l ü y o r u m . ) 1 1
i LUDİ
"1)1 M Y ı ! (Vıheimiş insanlar" der Jııvenalis, "şimdi sadece iki şeyle ilgilenmektedir-
ler: ekmek \e sirk. ." Seneea ise. "Karşılıklı k o n u ş m a , sohbel s a n a l ı ö l m ü ş t ü r ! Bu-
i gün kimse a r a b a yarışçılarından başka şey ti/erine konuşabilir mi'.'" diye sormakla-
i dır. I.tjdı veya O y u n l a r . Roma yaşamının en önemli özelliği haline g e l m i ş t i r l-'.sas
j olarak, yıl içinde Nisan. Temmuz, Uy kil ve Kasım a y l a r ı n d a k i dört halta içinde ger-
i çekleşlinlen o y u n l a r . Büyük Sirk (Circus \ l a x i m u s ) ve Colosseum'un neredeyse sü-
rekli olarak açık kaldığı bir boyuta ulaşmıştır. MÖ 2(VI'ıeki, t a r i h i kanıtlara geçmiş
ilk o y u n l a r d a tiç çifl. köle, öldüresiye dövüşmiişı.ür. Dört yüzyıl sonra İ m p a r a t o r I r a -
lan. 1 0 . 0 0 0 insan ve 11.(XX) hayvanın ö l d ü r ü l d ü ğ ü abartılı bir festival düzenlemiş-
tir. 1
Profesyonel gladyatörler, öldiirüeü d ö v ü ş gösterileri s u n a r l a r . Düzenli sıralar
halinde yürüyerek Yaşam Kapısı'ndan geçip arenaya girerler ve şu geleneksel söz-
lerle i m p a r a t o r l u k p o d y u m u n a seslenirler: .-İve, Caesar! Morimri Saktiamus (Selam
Caesar! Ölmek üzere o l a n l a r seni selamlarlar). Ağ ve üç dişli mızrakla d o n a n m ı ş rtıe-
i /r7/7"ler. kılıç ve kalkanla ağır silahlanmış . s c ı / c / m ' l e r l c karşılaşır. Bazen t u t s a k l a r
veya egzotik b a r b a r l a r takımına karşı bıı iki g r u p güçlerini birleştirir. Karşılaşmada
i kaybedenlerin reselleri, et çengellerıyle sürüklenerek Ölüm Kapısı'ndan dışarı atılır.
! Bir g l a d y a t ö r yaralanırsa, i m p a r a t o r veya O y u n l a r a başkanlık eden bir başkası.
| " h a ş p a r m a k y u k a r ı " veya " b a ş p a r m a k aşağı" işaretiyle, cezasının tecil edilmesine
' veya ö l d ü r ü l m e s i n e karar verir. O y u n l a r ı düzenleyenler, g l a d y a t ö r okulları arasın-
d a k i rekabeti kullanmış ve ünlü o y u n c u l a r ı n kazandığı k a r ş ı l a ş m a l a r ı n reklamını
yapmıştır.
d ü n ü m ü z e kalan bir Oyun programı, T. ı Pugnax ;Yer III ve M p Murraııus Ner
III, yani C a p u a ' d a k i Neron g l a d y a t ö r o k u l u n d a n üçer galibiyetleri olan. biri T r a k y a
silahlarıyla, yani küçük kalkan ve eğri kılıç, öteki Galyalılara özgü Minııillo stili Pııg-
n,7.v kullanan iki dövüşçü arasındaki mücadelenin ayrıntısını vermektedir. Pugnax e
(icıvıj (muzaffer) o l u r k e n . M u r r a n ı ı s ' u n sonu ıj(penı.us) lolüm) o l m u ş t u r . 2
M ü t h i ş m a n z a r a l a r görme isteği, g l a d y a t ö r gösterilerinin, y a v a ş y a v a ş gerçek
boyutlarına eş bir askeri ç a r p ı ş m a y l a , halta su basmış a r e n a l a r d a deniz mücadele-
kiriyle, vammes yani "vahşi hayvan avı"na dönüşmesine yol açmıştır. Nihayet bü-
yük müstehcenlik. vahşilik, kitlesel / a l i m l i k eylemleri istenmiştir. Popüler oykıiler,
k o l l a n ve ayakları gerilmiş d u r u m d a k i kızlara ineklerin vaıınal sıvılarının sıvandığı
ve vahşi boğalar tararından lecavüz edildiği. I l ı r i s i ı v a n tutsakların d i n d i r i kızartıl-
dığı, çarmıha geçildiği, aslanlara bındirıldigi veya aslanların tiıuine alıklığı, timsah-
larla dolu sularda yarı batmış sandallarla gozmeye zorlandığı örnekler ince ayrıntı-
larıyla anlatılmıştır. Bunlar, sadece sonsuz, tur k u r b a n ve işkence çeşitliliği içinde
geçen örneklerdir. Ve H ı r i s t i y a n İmparator llonorıııs. Senatoyu lağvedil» VIS 404 yı-
lında Oyunlara son verinceye kadar devanı eımıştır.
Ancak hiçbir şey. bu l.ıır I utku lan. Roma'da başlayıp Bizans'la devam eden
a r a b a yarışları kadar tahrik etmemiştir Geleneksel olarak, buyıik ödüller için yarı-
şan dörder allı altı takım, sirkin o r l a çizgisinin etrafını yedi kez hızla döner. Heye-
can y a r a t a n devrilmeler ve öldürücü çarpışmalar olağandır. Büyük bahisler cereyan
eder. Başarılı yarışçılar kitlelerin Idolti haline gelirler ve senatörler kadar zengin
olurlar. Başarılı atlar, taş heykelciklerle anılır: "Binicisi, M a v i l e r d e n K o r l u n a l u s
olan Tııscus, 3 8 6 g a l i b ı y e l . "
Varışlar. Beyazlar, kırmızılar, Yeşiller ve Maviler olmak üzere, yarışan ahırla-
rı. takımları ve binicileri parasal olarak destekleyen dört loncanın elindedir. Bu des-
t e k l e y i n g r u p l a r birçok karışıklığın da sorumlusu o l m u ş t u r . Bizans döneminde ku-
rumlaşl.ıi'ilınışlar ve siyasi partilerin ilk biçimini o l u ş t u r d u k l a r ı düşüncesi bir ara
yaygınlaşlıysa da. bugün arlık bu düşünce terk edilmiştir; ama hizip veya fraksiyon
benzeri g r u p l a ş m a l a r Bizans'ın sonraki lörensel etkinliklerinde yine görülmüşün'.
Hıristiyan kiliseleri her zaman hiddetle homıırdanmışiır: "Bazıları inançlarını yarış
arabalarına, bazıları da atlara yatırdı: ama biz Tanrımızın adını anacağız." 3
Gerisi, artık bir son sözdür. Hepsi "özgürlüğe" ağlamış, hepsi barışı özlemiştir;
Ama "barış geldiğinde, o da artık despotizmin barışıdır."
Her şeye rağmen, Augusms'un (saltanat döııemi MÖ 3 1 - M S 14) bütün
yaptıklarını, propagandanın ürünleri diye bir yana itmek de mümkün değildir.
Kuşkusuz kötü yanları vardır, ama Romalılar için önemli olan, kâhinlerin
onunla birlikte olmasıdır. Suetonius, Augustus'un annesinin, onun doğumun-
dan dokuz ay önce bir gece yarısı ayini için Apollo tapınağına nasıl götürüldü-
ğünü anlatır. Ama sonra Augustus, Ludı Victoıii Caesares'i ilk kutladığı sırada
gökyüzünde bir kuyrukluyıldız belirir. Ve Agrippa gibi, savaşı astlarına bırak-
tığı Aclium savaşından bir önceki akşam, kıyı boyunca eşekle giden bir Yunan
köylüsüyle karşılaşır. "Ben Eutychus'unı (Refah)" der köylü, "bu da eşeğim
Nikon (Zafer)..." 1 8 I C O N D O M İ .
Pıiııcipalusluğun veya imparatorluğun ilk dönemlerinin doğası özellikle
hayal kırıcıdır. İmparator Augusıus, cumhuriyet kurumlarını kaldırarak değil,
bu kurumların kontrolündeki bütün görevleri kendisi üstlenerek, kendi ve ha-
lefleri için kalıcı bir güç elde etmiştir. Kendini Imperator, yani "Başkomutan",
Konsül, Tribun (halkın haklarını savunan yargıç), Ccrıstu (Nüfus ve Ahlak Ba-
kanı), Ponlijcx Maxi»ı us, yani Baş rahip ve İspanya, Galya, Suriye ve Kilikya (o
dönemde Adana ve çevresi) valisi ilan etmiştir. Sonuç olarak bir otokrat kadar
geniş yetkilere sahip olmuştur; ama bu yetkileri merkezi otokratik kanallar
aracılığıyla kullanmamıştır. Senatörler oligarşisinin sözde Cumhuriyeti yerine,
eski kurumlarını yeni bir biçimde çalışmaya zorladığı bir sözde imparatorluğu
koymuştur. Yeni bir görev olan Princeps senalus olarak üyeleri, ya vaktiyle
kendi atamış olduğu eski magistrailardan ya da imparatorluk adaylarından
oluşan senatonun başkanı gibi hareket etmiştir. Senatoyu, o sırada bütün im-
paratorluğun bölündüğü eyaletlerin yaklaşık yarısından yükümlü; ama görüş
ve kararlarını da bir imparatorluk vetosuna tabi kılmıştır. Diktatoryal yetkiler,
ceza yargılamasıyla görevli Praefeclus Urb veya ticaret, piyasalar ve tahıl yardı-
mıyla görevli eski belediye görevlilerine (PraefecHıs Amumae) devredilmiştir.
Aynı şekilde, yol ve nehirlerden kamu binalarının onarımına her şeyi denetle-
yen, gözeten Curators, artık sadece İmparatora hesap vermektedir. Daha resmi
bir aristokrasinin oluşması, özellikle İmparatorluğun güçlü Pers etkisi altında-
ki doğu kesiminde Hıristiyanlık döneminin bir olgusudur (Bkz. Ek lll, s.
1283).
CONDOM
"... benimle sevişmek islediğinde, küçük parmağımın ilk boğumu kadar bir kelen par-
çasına sarılı bu şifalı bitkiyi takıyordu \e sevişirken boynumun çevresine sardığı
uzun bir ipi vardı; \e işle ipin uçundaki bu şey veya bilki. midemin ağzına kadar sar-
kardı. (...) Bir gecede iki veya dalıa fazla kez Penimle sevişmek islediği olurdu. İşle o
zaman, bedenini benimki ile hirleşıirmeden inıee sorardı: fiiıki ııerde''.. Bitkiyi avucıı-
ua koyardım, ipin oıeki ucu boynumda dururken bilkiyi kemli eliyle midemin ağzına
yerleştirirdi.
Kksik kalan tek ayrıntı, bitkinin adıydı." 1
Cumhuriyet döneminin temel yasa yapma yöntemleri yavaş yavaş terk edil-
miştir. Ama birçok kuralı da kalmıştır. Comiıia tributa, başka organlardan ge-
çen yasaları onaylamak için ara sıra toplanmıştır; senalus coıısulfa, yani "Sena-
to kararlan" çıkartılmaya devam etmiştir. Ancak MS ikinci yüzyıldan itibaren
imparator, fermanları, kanunları, genelgeleri, dilekçelere karşılık olarak veya
yargısal temyiz başvuruları üzerine verdiği kararlan ve "yazılı hükünıler"i,
emirleri veya idari talimatlarıyla yeni yasaların tek kaynağı haline gelmiştir.
Bu andan itibaren Senaıo, İmparatorun valileri, yüksek bürokratları tarafından
bir yüksek temyiz mahkemesine dönüştürülmüştür.
Zaman içinde Roma hukukunun geniş külliyatı, tekrar tekrar kodifiye
edilmiştir. Gregorius Codex'! (MS yaklaşık 2 9 5 ) , Hermogenianus Codex'i
(yaklaşık MS 3 2 4 ) ve Theodosius Codex'i (MS 4 3 8 ) , olmak üzere, kısmi üç gi-
rişim vardır. Aynı şekilde Theodor Fermanı (MS 515'ten önce), sözde Alaric
Dua Kitabı ( 5 0 6 ) ve Burgunya Kanun derlemesi ( 5 1 6 ) ile barbar krallar, Ro-
ma'dan ele geçirilen eyaletlerde buldukları yasaları özetlemeye çalışmışlardır.
Ama asıl sistemleştirme çalışması, İmparator Justinianus döneminde yapılmış-
tır. Bunlar arasında Kararlar ( 5 3 1 ) , Kurumlar ( 5 3 3 ) , Httkui? Bilginlerinin içti-
hatları ( 5 3 4 ) , Gözden Geçirilmiş Kanun Derlemesi ( 5 3 4 ) ve Yertiliklcr'den ( 5 6 5 )
oluşan elli parçalık külliyat, hukukun kamusal ve özel, cezai ve medeni, laik
ve dini, bütün boyutlarını kapsamıştır. Bu dev mirasın günümüze aktarılması
Justinianus hukuk kitapları sayesinde mümkün olmuştur [LEX],
Provincia, yani "faaliyet alanı" terimi, esas olarak fethedilen ülkeleri yö-
nelmeye gönderilen valilerin yargılama yetki alanını işaret eder. imparatorluk
dönemindeyse, doğrudan fethedilen ülkenin kendisi için kullanılmıştır. Her
eyalete yetki alanlarını, al t-bölümlerini ve ayrıcalıklarını belirten bir berat, lex
provincialis (eyalet yasası) verilmiştir. Her biri askeri birlikler besleyen, vergi
toplayan ve fermanlar aracılığıyla hukukun gücü adına konuşan, ya bir pro-
konsül (konsül yetkilerine sahip vali) ya da propraetor (yargıç yetkilerine sa-
hip vali) olan bir valiye emanet edilmiştir. Her valinin maiyetinde Senato tara-
fından atanan bir hukukçular grubu, bir askeri muhafız birliği ve bir
memurlar (katipler) ordusu vardır. İmparatorun doğrudan kendi kontrolü al-
tında tuttuğu imparatorluk eyaletleriyle Senatoya bırakılan eyaletler arasında
bir ayrım yapılmıştır. Eyaletlerin oluşmasının, hem başkent Roma için hem de
Roma imparatorluğunun akıbeti için uzun vadeli sonuçları olmuştur. Kısa va-
dede başkent Roma büyük vergi akını ve yoğun insan ve mal trafiği sayesinde
müthiş zenginleşmiştir. Uzun dönemdeyse, eyaletlerin sürekli iç birleşmeleri
yüzünden başkent, zenginlik ve güç kaynakları bakımından zor durumda kal-
mış; dört yüzyıl boyunca "Roma Ana", kendi çocuklarına gereğinden fazlasını
geri vermiştir.
Roma küçülürken eyaletler büyümüştür. İlk aşamada eyalet seçkinleri,
geleneksel oligarşiyi batıran ve imparatorluktan kaçan şövalye ve senatör sü-
rülerini beslemiştir. Askeri kuvvetlerin gittikçe kendine yeter hale gelen dış
hatlarda, bir başka deyimle taşrada yoğunlaştığı ikinci aşamada, Lugdunum
(Lyon) veya Modiolanum (Milano) gibi eyaleı merkezleri başkentle rekabet
eder hale gelmiştir. Siyaset hayatı, çoğu daha sonra imparator olan eyalet ge-
nerallerinin rekabetiyle uğraşmıştır. Üçüncü aşamadaysa, başkent Roma ile
taşra arasındaki bağlar, eyaletlerin özerk statü iddia etmeye başlayabileceği
noktaya kadar zayıflamıştır. Özellikle Batıda meyve, dalından düşmek üzere-
dir. İktidarın ve kaynakların merkezkaç şekilde değişimi, imparatorluğun son-
raki sıkıntılarının altında yatan nedendir [ILLYR1CUM] [LUGDUNUMİ,
İmparatorluk maliyesi iki kısma ayrılmıştır. Senato Acrerium'u, Satürn ve
Ops Tapınağındaki Cumhuriyet Hazinesinin ardılıdır, imparatorluk maliyesi,
Fiscus ise Augustus'un getirdiği bir yeniliktir. Kuramsal olarak imparatorun
özel mülkiyetinden (palrimonium Caesarıs) ayrıdır; uygulamada ise ikisi ara-
sındaki sınır önemsenmez. Ana gelir kaynakları, İtalya içindeki kamu arazile-
rinin kira geliri, eyaletlerden gelen vergiler, portona, yani "kapı hakları", tuz
üzerindeki devlet tekeli, para basımı, köleler üzerinden alınan doğrudan vergi-
ler, köle azat etmeler, veraset ve olağandışı borçlardan oluşmaktadır. Ordu dı-
şında ana harcama kalemleriyse dinsel törenler, bayındırlık işleri, yönetim,
yoksullara yardım, tahıl sübvansiyonu ve imparatorluk mahkemesidir. İmpa-
ratorluk memurları, başkent Roma dışındaki tüm vergilerin toplanmasını üst-
lenmişlerdir.
Ordu, sayı ve güç olarak İmparatorluğun, her birinde yaklaşık altı bin
profesyonel askerin bulunduğu 28 lejyondan oluşan sürekli savunma gücü ha-
line gelinceye kadar yavaş yavaş gelişmiştir. Deniz kuvvetleri, Akde-
niz'dekilerin yanı sıra Ren ve Tuna üzerindeki filolara sahiptir. MÖ 2 yılından
itibaren Augustus, Roma'da üslenen ve seçkin imparatorluk muhafızlarından
oluşan dokuz piyade taburu oluşturmuştur. Askerlere, her imparatorluk mu-
hafızı için 720, her süvari eri için 3 0 0 , her lejyoner için 225 denarius yıllık üc-
ret ödenmiştir ve hizmet süresi yirmi yıldır.
Lejyonlar, numara ve adlarıyla bilinir. Augustus, lejyonlara aynı numa-
rayla farklı adlar vererek, kendisinin ve Marcus Antonius'un ordusunda da
kullanılan birbirini izleyen (ardışık) numaralandırma sistemini korumuştur.
Dolayısıyla bir Legio 111 Augusta ve Legio III Cyrenaica veya bir Legio VI Vict-
rix ve bir Legio VI Ferrata vardır. İmparatorlar, kendi kurdukları birimlere kı-
dem vermek istedikleri için, birçok lejyon 1 numarayı almıştır. Çarpışmalar sı-
rasında imha edilen lejyonlar, örneğin Germanya'da kaybedilen XVII. XVIII.
ve XIX. lejyonlar veya MS 120 yılında Britanya'da imha olan Legio IX Hispana,
bir daha asla yeniden kurulmamıştır.
ILLYRICUM
LUGDUNUM
MÖ -13 yılında Prokonsiıl Vlunlatus Planeti s. Ren ve Saöne nehirlerinin kesiştiği nok-
taya tepeden bakan yeni bir kentin orla çizgisini çizmiştir, Lugdunum. Roma Ç a b a -
sında. yıldız biçimli bir düzgün yollar ağının kesişme noktasının en önemli kenti ola-
caktır. Aml'iliyalroları. Kotın. ieres tepesinden bugün hile görülebilir Sadece Rhöne-
Ren koridorunu değil. İtalya'dan Manş'a kuzeybatıya giden yolu da kontrol et m iş-
tir.'
Rhöne. ulaşıma elverişli olduğu halde, hızlı akan ve hırçın bir nehirdir. Akıntı
yönünde gemiler, birçok kayalık ve adaya bindirmek tehlikesiyle karşı karşıyadır:
Akıntıya ters yönde ise. ancak atların yardımıyla ilerleyebilir. Buharlı gemilerin ge-
liştirildiği 182 l'den önceki yıllarda, yükleri sallar üzerinde aşağıya sürüklenmeden
Lyon'a doğru yukarı çekmek için allı bin al çalışmıştır.
1271'den 148 Je kadar, aşağı Rhône uluslararası bir sınır o l u ş t u r m u ş t u r .
I/Hınpı olarak bilinen sol yaka, Kuısal Roma İ m p a r a t o r l u ğ u içinde kalmıştır. Sağ kı-
yı, İr Riaume ve butun adalar ise Fransa Krallığına aillir. Ceııova ve Arles arasında
oıı beş taş köprü yapılmış: karşı kıyıda ise Valence ve Beaueairo benzeri birçok ikiz
kasaba takımı o l u ş m u ş t u r .
\ y ı u d ö n e m d e byoıı. bir zamanlar antik Galya'da sahip olduğu ekonomik öne-
mi yeniden kazanmıştır. Sonradan Fransa'nın kuzey ve güney topraklarını b i r b i r i n e
bağlayan T r a ı ı s ı z geçidi" adını aldığı 3 \ l a r l 131 l ' d e kenle giren Yakışıklı Philippe
t a r a l ı n d a n Fransa'ya katılmıştır. 1420'den itibaren her yıl d ö r t uluslararası l'uara
ev sahipliği etmiş: M f i - l ' l e n itibaren. Ceııova ticaretini altüst eden ayrıcalıklar ka-
zanmış ve Mt-M'ıen IT>T>9'a kadar Fransa'ya İtalya ile olan savaşlarında lojistik üs
desteği sağlamıştır. Tüccar elifin içinde: Mediciler. Guadagniler (Gadange) ve çok sa-
yıda Ceııovalı içeren birçok İtalyan aile öne çıkmıştır. Bu "canlı", kararlı ve gizemli
kem., "çok özel bir hareketlilik ve sükunet kompozisyonu y a k a l a y a r a k " kendini "Av-
rupa ekonomisinin sürükleyici merkezi" haline g e t i r m i ş t i r . 2
"Vieux b y o n " (Wski Lyon). Saône Nehrinin yanında y u v a l a n a n bu eski mahalle,
altın yılları anımsatır. Bir y a m a ç t a yoğunlaşan, " b i r uçtan bir uca tünele benzer pa-
sajlara bağlı" d a r yollar ağıyla, gayet süslü Gotik ve Rönesans tarzı konaklar, ıç
bahçeler, m e y d a n l a r ve kiliselerle d o l u d u r . Manécenlerie, yani "katedral koro oku-
h f n d n n Rue Juıverie üzerindeki //otei (tcGmlangc'a kadar yer adları, kentin eski sa-
kinlerinin anılarıyla kuşatılmışı ır. Belleeour Semti, iki nehir a r a s ı n d a k i ova üzerinde
XIV. botıis dönemini sergiler. Paris'ten deniz y o l u y l a getirilen Güneş Kralı heykelci-
ği. gelirken felakete uğramış ve nehirden çıkarılmak zorunda kalmıştır.
I.yon'un verili stratejik k o n u m u ve ipeğe dayalı e n d ü s t r i y e l atılımı (JACQU-
ARD). coğrafyacıları, rıiye Fransa'nın başkenti olma konusunda hiç Paris'in önüne
geçemediği konusunda m e r a k a d ü ş ü r m ü ş t ü r . Beklenti, gerçekleşmeyen bir olasılık
olarak kalmıştır. 1311 yılından itibaren l.yon, l-'ransa'nin ikinci kenti o l m a y a razı ol-
m u ş t u r . Coğrafya, sadece neyin m ü m k ü n olduğunu belirler; hangi olasılığın kazana-
cağını değil. Üstat. " B i r ülke. t o h u m l a n doğa tarafından yeşertilen, a m a kullanımı ın-
! sana bağlı olan. henüz harekete geçmemiş bir enerjiler d e p o s u d u r , " d ive v a z m ı ş t ı i " '
I
i
PANTA
PLINIUS İznik, bir tiyatro için on milyon seslerce ve yanan bir cimnazyum
için büyük bir miktar harcadı. (...) Claudiopolis'te dağın eteğine
bir hamam yapıyorlar. Ne yapayım?
TRAJANUS Sen oradasın, kendin karar ver. Mimarlara gelince, biz Roma'da
Yunanistan'dan getirtiyoruz. Sen de çevrende bulacaksın.
PLINIUS Eyalet kentlerinden gelmesi gereken para toplandı, ama yüzde
12'den borç alacak k i m s e çıkmadı. Faiz oranını mı düşürmeli-
yim... yoksa onbaşıları eşit paylarla borç almaya mı zorlamalı-
yım?
TRAJANUS Borç alacakları cezbetmek için faizleri uygun oranda düşür, ama
kimseyi borç almaya zorlama. Bu yol, çağımızın ölçülerine uy-
maz.
PLINIUS Aşağı Moesya Temsilcisi, ayrıcalıklarını gözetmek üzere Bizans'a
bir lejyoner bölüğü gönderdi. Şimdi Juliopolis de aynı şeyi yap-
mak istiyor.
TRAJANUS Bizans büyük bir kent. (...) Ama aynı yardımı Juliopolis'e yapar-
sam, bütün küçük kentler aynı şeyi isteyecek.
PLINIUS Büyük bir yangın Nikomedia'yı mahvetti. 150 kişilik bir itfaiye
birliği kurmak iyi olmaz mı?
TRAJANUS Hayır. Adı ne olursa olsun bu tür birleşmeler kesinlikle siyasi
birlikler haline gelir.
PLINIUS Hıristiyanlarla ilgili kararlar bana hiç gönderilmedi, bu nedenle
onların neyle cezalandırabileceğini bilmiyorum. Hıristiyanlık-
tan geri donenler affedilecek mi? Sadece inançları yüzünden ce-
zalandırılmaları gerekir mi?
TRAJANUS Hıristiyanların özellikle aranıp bulunmasına gerek yok. Bizzat
karşına getirilirler ve mahkûm olurlarsa cezalandırılmaları gere-
kir. Ama onlara karşı kimliği belirsiz ihbarların, suçlamada hiç-
bir ağırlığı yoktur. 3 3
"Akıllı ve iyi bir adam için, insan yaşamının her türlü olayı karşısında rahat ve
hoşnut olmak dışında hangi özel farklılık kalıyor? Ne ruhundaki kutsal İlkeyi gü-
cendirmek ne kafasındaki sükunu, bir sürü fanıastık meşguliyetle bozmak... Söz-
lerinde gerçeğe kesin bir saygıyı ve eylemlerinde adaleli gözetmek; ve bulun in-
sanlık onun bütünlüğünü, alçak gönüllülüğünü sorgulamak için komplo
kurduğu halde, o, onların kuşkularına saldırmaz. Ama yaşamın, herkesin temiz
bir vicdanla, kendi ölümü için korkmadan ve hazırlıklı olarak, sızlanıp gönülsüz-
lük etmeden kaderine razı olarak ulaşmak için çabalaması gereken gerçek sonuna
götüren yoldan da s a p m a z . " 2 6
Marcus Aurelius, akıl almaz bir "kim ve nerede olduğunu bilme" duyarlılığına
sahiptir:
Hıristiyanlık
Hıristiyanlık kökeni itibariyle bir Avrupa dini değildir. İlişkili olduğu Musevi-
lik ve islam gibi o da Batı Asya'dan gelmiş; Avrupa yüzyıllar boyunca Hıristi-
yanlığın esas yoğunluk merkezi olmamıştır,
Topluma ayak uyduramamış bir Yahudi gezgin vaiz olan Nasıriyeli Isa,
Augustus döneminin ortalarında Roma'nın Judaea eyaletinde doğmuştur. Ku-
düs'te, ön adı bilinmeyen, daha sonra muhtemelen Galya'da, Vienne'de hizmet
etmiş bir şövalye olan Pontius Pilatus'un yöneticiliği (procurotor'luğu) sırasın-
da çarmıha gerilerek idam edilmiştir. Pilatus'un, hiç suçu olmadığı halde, Ya-
hudi Sanlıedrin'inin (Musevi din soylulanyla dinsel hukuk bilginlerinden olu-
şan ve yetkisi tüm antik Filistin'i kapsayan mahkeme, e.n.) İsa'nın öldürül-
mesi talebini kabul ettiği söylenir [CRUX],
Kanıtları kısmen birbirini yineleyen, kısmen birbiriyle çelişen dört kısa
İncil'in dışında İsa'nın yaşamı konusunda çok az şey bilinmektedir. Kendisin-
den söz eden hiçbir tarihi belge yoktur, Roma yazılı kaynaklarında onun izine
rastlanmaz. O dönemin Josephus veya Philo gibi Yahudi yazarlarının da bü-
yük ölçüde dikkatini çekmemiştir. Görüşleri, sadece pek çok teşbihli anlatı-
sından, çeşitli olaylar hakkında söylediklerinden, vaizliğinin kerametlerinden,
havarilerle konuşmalarından ve bir avuç önemli beyanından (Dağ'daki vaazla-
rı, Tapınak'taki ve yargılanması sırasındaki yanıtları. Son Akşam Yemeği'ndeki
karşılıklı konuşmaları, Haç üzerine sözleri) bilinmektedir. Yahudi belgelerinin
özlenen kâhin kurtarıcısı Mesih olduğu iddia edilmiştir; ama Isa, bu büyük
belgeler külliyatını iki emre indirger:
"İsa ona dedi ki, Tanrı'yı bütün kalbinle, bütün ruhunla, bütün aklınla sevecek-
sin. İlk ve en büyük emir budur. İkincisi de ona benzer; komşunu da kendin ka-
dar seveceksin" (Matta 2 2 : 3 7 - 3 9 ) .
Birçok vesileyle "Benim krallığım bu dünyanınki değil" diyen İsa, laik otorite-
ye karşı çıkmamıştır. Öldüğünde ne örgüt ne kilise veya papazlar ne siyasi va-
siyetname, hatta ne incil bırakmıştır; öğrencilerine bilmece gibi direktifler dı-
şında...
"Cger birisi arkamdan gelirse, bırakın feragat etsin; onun için haç çıkartın ve beni
takip edin. Her kim yaşamını korur ( ö l m e m e k ister), onu (yaşamını) kaybedecek-
tir; her kim kı benim uğruma ölür. onu (yaşamını) bulacaktır" (Matta 16: 2 4 - 2 5 ) .
Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğunun resmi dini olacağı önceden kolay ko-
lay görülememiştir. Sonraki dönemlerin Hıristiyan mümin kuşakları için Hı-
ristiyanlığın zaferi sadece Tanrının arzusudur; ciddi biçimde sorgulanmaz ve
tahlil edilmez. Ama ilk yüzyıllardaki birçok Romalı için herhalde tam bir bi-
linmeyen olmuştur. Isa uzun süre gösterişsiz bir yerel olgu olarak kabul edil-
miştir. İnançları Yahudilikten başka inançlarla karıştırılan hayranları, evrensel
kabul görecek bir din bulmaya hiç de hevesli olmamışlardır. Kölelerin ve basit
balıkçıların inançları, sınıf veya bölge çıkarları açısından bir avantaj sağlama-
maktadır. "Tanrının Manevi Krallığı" ve Caesar yönetimi (dini yönetim ile laik
yönetim, tanrısal otorite ile yeryüzü otoritesi, (Tanrı'ııın hakkı Tanrı'ya, Cae-
sar'ın hakkı Caesar'a) arasında böylesine açık bir fark oluşturan Incilleri, önce
bütün dünyevi hırslardan arınmış görünmektedir. Hatta sayıları arttığı ve im-
paratorluk kültüne kaıılmayı reddettikleri için, baskı gördükleri sırada Hıristi-
yanlar isteksizce genel tehdit olarak görülmüşlerdir [ A P O C A L Y P S E ] .
CRUX
KARK. daire. üçgen, ok, çcnlik gibi haç da İniliin insanlık t a r i h i boyunca tekrarla-
nan. yok edilmesi olanaksız ilkel işaretlerden biridir. Bazen "işaretlerin işaret i" deni-
len haç. bilini içinde T o p l a m a " , " a r l ı " , " o l u m l u " anlamında da kullanılmakladır. An-
! eak İsa'nın çarmıha gerilmesine bağlı olarak ilk aşamadan itibaren 11irisiiyanlığın
i başoi sembolü haline gelmiştir.
| İlaç. Hıristiyan dünyasında her zaman her yerde, kiliselerde, mezarların üs-
tünde, kamusal anıtlarda, hanedan armalarında, ulusal b a y r a k l a r d a vardır Hıristi-
yanlar İlaç işaretiyle valliz edilirler; rahipler onları İlaç işareti ile kutsarlar; Tanrı-
dan y a r d ı m dilerken veya İncil dinlerken kendi kendilerine de (Kal o İlkler ve
Ortodokslar b i r b i r i n i n tersi yönde olmak üzere) haç çıkartırlar. Ortaçağda. İlaçlı Se-
ferlerine katılan askerler pelerinlerinin üstüne İlaç takmışlardır. Hıristiyan Haçının,
her biri özel simgesel veya süs niteliğinde bir çağrışımı olan pek çok çeşidi o l a b i l i r 1
(l'-Skz. Kk III, s. 1289) |DANNEBR0G|.
Ama Hıristiyanlık öncesi işaretler de, Hıristiyanlıktaki benzerleriyle birlikle Av-
r u p a ' d a uzun süre varlıklarını korumuştur. Ktı bilineni, adı Sanskrıiçe bir deyim
olan "refah, mtılluluk. iyilik'Ten lüretilen asırlık swastika, yani "kancalı haç"lır. Fskı
Çin bilgilerine göre. kancalar aşağıya sola kıvrık olursa "kötü ş a n s ' i , y u k a r ı y a sağa
dönük olursa "iyi şansı" simgeler. Kancalı Haçın İskandinav biçiminde, ışık saçarak
i kesişen iki yıldırım çubuğu veya alevler içinde kesişen iki sopa olarak düşünülmüş-
tür. İrlanda'da görülen yuvarlak Keli formunda, güneşi temsil etmek üzere yapılmış-
tır. 2 Pagan Nazilerin, Iıakeııknvz'un (gamalı haçın) modern bir versiyonunu pari ile-
rinin a m b l e m i olarak seçmelerinden önce, arkasında dalıa binlerce yıl vardır.
Doğulu ve I lırıslıyan o l m a y a n bu tür işaretlerin aktarılmasının bir başka örne-
ği. eski Sarmalyalıların / a m ^ / l a n , yani "resımsel veya grafik anlam yiıkle-
me'lerıdıi'. yer yer dalıa basıl. Çın ıd coğrafilerin e benzeyen t a m d ı l a r , ortaçağ başla-
nnrin Yakındoğu'ya ilerleyen Türk boylarının işaretlerinde yemden ortaya çıkarıl-
mıştır. Bu yolla. Balının tıaçlılarıyla Kutsal Topraklarda karşılaşan Islamı hanedan
armaları sistemine katkıda bulundukları düşünülmüştür. 3 Aynı zamanda. Polon-
ya'nın biraz daha geç bir dönemde o n a y a çıkan lek-tıp arma sistemiyle çarpıcı bir
benzerlik taşır. Sonuç olarak bilim adamları. Polonya aristokrasisinin eski Sarmat-
yalı atalardan ürediğı yolundaki benzer bir iddianın tamamen de gerçekdışı olmadı-
ğını düşünmek eğilimindedirler. Polonyalıların sözde "Sarıııat İdeolojisi" dedikleri
şey. Hanedan arması sahibi klanları, dikkate değer süvari gelenekleri hep steplerin
çok zaman önce kaybolmuş doğulu atlılarına bağlamıştır. Bir görüşe göre. Polon-
ya'nın Sarmal bağlamışı, en iyi MS dördüncü yüzyılda Dogıı Avrupa'nın ıssız kırla-
rında kaybolup giden Sarmaıya Alanları'nın bir mirası olarak açıklanabilir.''
(Sarmalva tamgalan)
v-v V Y H T
(Polonya klan simgeleri laşıvan armalar)
APOCALYPSE
"Ve tanrı onların gözlerindeki tııiLmı yaşları silm-k; artık ne ölüm ne acı ne de aflıl
olaeak: ne de geçmişte kalan şeyler İçin daha fazla acı çekecekler.
Ve takılında ayağa kalkarak. "Bakın, her şeyi veriden yaptım" dedi Ve baııa da "\az:
lııı si«ler doğru vc güvenilirdir" dedi Ve hana dedi ki: "Yapılır. Ben Alta ve Omega.
yani başlangıç veson'ıım." 1 (Vahiy 21: 4-6)
Kilit ad, kuşkusuz Aziz Paulus olarak tanınan Tarsuslu Paul'dür (ölümü, yak-
laşık MS 6 5 ) . Yahudi olarak doğup, eski Musevi tarikatı Farisi eğitimi gören
Aziz Paulus, İsa'nın müritlerine yönelik ilk Yahudi zulmünü yapanların ara-
sında yer almış, MS 35 yılında Kudüs'te ilk Hıristiyan şehit Stephanus'un taş-
lanmasında bulunmuştur. Ama sonra. Sam a giderken birden değişerek vaftiz
olmuş ve Yeni Yol'un en enerjik misyonerlerinden biri haline gelmiştir. Onun
bu amaçla yaptığı üç seyahat, Hıristiyanlığın gelişmesinde tek başına en önem-
li itici güç olmuştur. Çeşitli başarılar kazanmıştır. MS 53 yılında "Bilinmeyen
Tanrıya" bir mihrap kurduğu Atina'da, Yahudilerin düşmanlığını çekerken,
Yunanlılarca da kuşkuyla karşılanmıştır:
"Epikiirosçu ve Stoacı bazı düşünürler ona karşı çıktılar. İnsanlar birbirlerine "Bu
boşboğaz neler saçmalıyor" diyorlardı. Yabancı tanrıları ileri süren birine benzi-
yordu; çünkü onlara isa'yı ve yeniden dirilişi anlatıyordu. Onlar da onu alıp Areo-
pagus'a götürerek, bu yeni doktrinin ne olduğunu öğrenebilir miyiz, dediler. Ati-
nalılar zamanlarını başka şey için değil, ama yeni bir şeyi anlatmak veya dinlemek
için harcadılar" (Resullerin İşleri 17; 1 8 - 2 1 ) .
İFFET
İFKI'T (cinselliğin tamamen terk edilmesi anlamında) ilk Hıristiyanlar tarafından ah-
lak anlayışlarının temel bir özelliği olarak kabııl edilmiştir. İler ne kadar Juvcnalis.
"Satürn'ün tahla çıkmasından bıı yana" görülmediğini ima etmişse de. Antik loplunı-
larıtı bilmediği bir kavram değildir. Pagan ralıibelerce. örneğin Roma'nm ocak tapı-
nışı bakirelerince, ölüm cezasıyla birlikle; Musevi dünyasında da tamamı erkekler-
den oluşan bazı gruplarda uygulanmıştır. Ama hiçbir zaman evrensel bir ideal
olarak benimsenmemiştir.
Gerçekten, cinsellikten tamamen uzak bir yaşam arayışı ciddi toplumsal sıkın-
tılar yaratmıştır. Roma yaşamının en saygıdeğer kurumu olan aileyi tehdit etmiş ve
evlilik kurumunu zayıflatmıştır. Bebek ölüırı oranının yüksek olduğu ve ortalama ya-
şam süresinin y i r m i beş yıl olduğu bir ortamda, sayıyı korumak için ortalama aile.
her yetişkin kadınından beş hamilelik beklemektedir. Yetişkinler arasındaki bekârlık
yemini, türün üremesini ciddi biçimde tehlikeye sokmuştur.
Ama Hıristiyanlar, iffeti, azalmayan bir şevkle üstün ve aziz tutmayı sürdür-
müşlerdir. Aziz Paulus'tan itibaren "ten köleliği" gittikçe a r l a n şiddetle kınanmıştır.
Aziz Paulııs. "İnsan ruhundan sonra Tanrının yasası içinde m u t l u y u m " diye yazmak-
tadır. "Ama organlarımda bir başka yasa görüyorum... Aklımın yasasına karşı ge-
len. beni organlarımdaki günah yasasına tutsak eden... Sekse istekli olmak ölümdür;
manevi düşüncelere sahip olmaksa yaşamdır, barıştır." 1
Bu Paulusçu görüşlerin ı ulu İması. ancak büUin dünyevi uğraşlardan kurtulma-
yı isteyen manevi yaşam aracılığıyla kısmen açıklanabilir. Memen gerçekleşmesin-
den kaygı duyulan "İkinci Geliş" (kıyamet) inancı da. doğumların fazlasını geri vere-
ceği düşünüldüğünden, bu tür bir einscllik anlayışının benimsenmesinde rol
oynamış olabilir. Cinsel haz. orgazm özgür iradenin tamamen kaybına yol açlığı için
kınanmıştır. Pek çok İnsan, çocuğun karakterinin, anne babanın cinsel ilişki sırasın-
daki tutumlarına, duygularına bağlı olduğuna inanmıştır. Bu da. çifllcr kirli, iffetsiz
cinsel duyguların doğacak bebeklerine zarar verebileceğinden korktukları için yeni
yasaklar yaratmıştır. Galen, bu noktada spermin, çalkalanmış kanın köpüğünden
oluştuğu yolundaki yanlış bir tıbbi kanıya dikkat çeker, ürkekler için seks. ruhsal ol-
duğu kadar fiziksel düzensizlikle de bağlantılıdır. Kadınlar içinse ömür boyu bakire-
lik, koea baskısından ve geleneksel ev ödevlerinden kurtulmanın en emin yolu ola-
rak görülmüştür. Bu nedenle genel olarak seks, "babaların günahlarım" kuşaklan
kuşağa aktaran bir mekanizma olarak kabul edilmiştir.
MS 3 8 6 yılının Ağustosunda Milano'da, en ünlü din değiştirmelerden biri. zina
yaptığını kendiliğinden ili raf eden birisi tarafından gerçekleştirilmiştir. Aziz Augus-
lus'un itiraflar'ı. onun iffet anlayışıyla ilgili kabullerin içyüzünün kavranmasında
çok hayali bilgiler sağlar. Ancak bu arada. Aziz Paulus'ian sonra üç yüz yıl geçmiş-
tir. Yerleşik Hıristiyan toplulukları çoğalmak gereği duymakladırlar.
Bu nedenlerle. Hıristiyanlığın ikinci ideali olan evlilik, birinci ideali olan iffetin
yanında yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır. Burada evlilik, resmen ge-çici bir önlem,
kendini lııç tutamayanlar için geçici de olsa bir önlem, şehvet düşkünlüğüne ve zina-
ya karşı bir koruyucu olarak görülmüştür. Aziz Paulus, Korinıtıos llırisliyanlarına
"Yanmaktansa evlenmek yeğdir" diye yazmaktadır. 2
Btı "vücut bozgunu" ortaçağda da etkisini sürdürmüştür. Laik Latin ruhban sı-
nıfı. bekarlık yemini konusunda keşişlere katılmıştır. "Bakire Azizc"ler dünyanın her
yerinde saygı görmüşlerdir. Hem gebe kalmaya, hem çocuk doğurmaya rağmen le-
kesiz Bakire Meryem küllüne. Teslis (üçleme = Tanrı, Meryem, Isa veya Baba. Oğul,
Kutsal Ruh) inancıyla uyumlu benzer bir slalü sağlanmıştır. Hıristiyan zahitler (so-
fu. kalı Hıristiyanlar), zihinsel ve kendi kendini hadım etme dahil fiziksel yasağın,
perhizin her türlüsünü denemişlerdir.
(Bekâret, evlenmeme) tarihi, günümüz okuyucusunun antik zihniyeti kavraya-
b i l m e s i n e en iyi yardımcısı olan McntaiitCs. (Zihniyetler) adlı çalışmadaki konular-
dan biridir. Uzun süre önce ortadan kalkmış, çok ketum bir d ü n y a y a giriş noktası iş-
levi görür. Gerek Yunan, gerek Latin Kilise Babaları arasında iffet konusundaki
tartışmaları betimleyen bu yetkin çalışma, ilk Hıristiyanlarca tereddütsüz baskıcılı-
ğın bir şekli olarak görecekleri bu cinsel tutumları günümüzün cinsel tutumları açı-
sından y o r u m l a m a m a k l a d ı r . Ama her iyi tarihçinin yapması gereken bir görevi üst-
lenmiştir; Geçmişle, iffetin cinsel sapıklıkların en doğaya aykırısı olarak görüldüğü
bııgün arasındaki farkı göstermek... Peter Brown şu sonuca varmaktadır: "Günümüz
insanı için erken Hıristiyan temalar olan cinsel feragat, cinsel ılımlılık, evlenmeme
yemini ve hakire yaşam bıız gibi soğıık imalar taşımaya başlamıştır. (...) Bizim döne-
mimize ilişkin olarak yardım veya rahatlatma babında ne söylerse söylesinler oku-
yucu kendi kararını kendi vermelidir."3
ETZ CHA-Y1M H1
LA-MA-CHA-Z1-KIM BA
naM? ri'DDin] rrç
V'TOM-CHE-HA M'-SHAR
D'RA-CHE-HA DAR-CHEY NO-AM
: d i t y rrnın'O}
V'CHOL N'Tl-VO-TE-HA SHA-LOM
PASQUA
AVRUPA uygarlığını oluşturan bütün temel gelenekler, ciddi olarak Şeytanın farkın-
dadır. Tarih öncesi dinde, pagan folklorunda olduğu gibi. genellikle boynuzlu bir
hayvan biçimini almıştır: Bir ejderha, bir iblis, cadıların şabatının keçi-adami: boy-
nuzlarını. kuyruğunu ve çatal mızrağını tamamen gizlcyemeyen ayartıcı Bay... Kla-
sik mitolojide. Gılgamış ile llınva\va'nııı karşılaşmasında izlenebilen birsoyağacıyla.
yeraltı dünyasının efendisidir |EP1C|. Manıkccıı (hem Tanrı'ya hem şeytana inanan
din) |B0GUM1L| gelenekte Karanlıklar Prensi'dir. Aristoteles'e göre Şeytan. Tann'nın
yokluğundan başka bir şey olamaz. Ama Platouculara göre. Şeytan zaten diabolos,
yani karşıttır, muhaliftir, fiski Düşman'dır. liski Ahit'te. özellikle Job'un Kitabı'nda
günahın ve nedensiz acıların kaynağıdır. Hıristiyan bilgisinde, boşlukta uçarken
İsa'yı kandıran yaratık, yere inerken Salan (şeytan, iblis) ve Lucifer (bir anlamda di-
şi şeytan) olmaktadır. Ortaçağ cin-şeytan incelemelerinde (demonoloit). /\ziv. Augustı-
nus'tın özgür irade ve Tanrı'nın kötülüğe izin vermesi üzerine tartışmalarında. Mil-
lon ve Goethe'nın başyapıtlarında olduğu gibi odak noktasını oluşturur. Yakın
dönemde Avrupalılar muhafızları kaldırmışlardır (!). Ama Avrupa tarihini Şeytansız
I düşünmek de. Hıristiyanlığı Isa'sız düşünmek kadar tuhaftır. 1
CATAC0MB1
Ruhban sınıfın, laiklerin dışında ayn bir sınıf olarak büyümesi, aşamalar ha-
linde gerçekleşmişe benzemektedir. Cemaat liderliği olarak piskoposluk (Epis-
copos) ve diyakozluk (diaconus) görevi, geniş kutsama işlevleriyle birlikte, pa-
pazınkinden (prcsbyter) önce gelir. Herhangi belirli bir eyalet veya ülkede
piskoposların Patriark, "Baba" unvanı, tutarsız bir şekilde uzun süre kullanıl-
mıştır. Roma piskoposuna özel bir statü verilmemiştir, imparatorluğun baş-
kentindeki Hıristiyan topluluğa önderlik etmekten doğan saygınlık, impara-
torluk kentte ikameti yasaklayınca azalmıştır. Bu durum Roma'daki
Hıristiyanları daha ağır baskıya maruz bırakmıştır. Bütün bu ilk yüzyıllar bo-
yunca "Aziz Petrus'un tahtı"nda bir piskoposlar grubu oturmaktadır; ama be-
şinci veya bazılarının hesabına göre yedinci yüzyıla kadar Kilise içinde bir ön-
der güç olarak ortaya çıkmamışlardır.
"Kilise Babaları", dördüncü yüzyıldan itibaren önceki dönemin Hıristiyan
önderleri için kullanılan kolektif bir unvandır. Atinalı Aristides'ten Tertullia-
nus'a (MS 1 5 5 - 2 2 5 ) kadar Apolojistler (savunmanlar), ortodoks inançlarının
son tahlilde ne olduğunu açıklamışlardır. Hippolyıus (MS 1 6 5 - 2 3 6 ) , iskende-
riyeli Clement (yaklaşık MS 1 5 0 - 2 1 5 ) , Origen (MS 1 8 5 - 2 5 0 ) , Kartacalı Kipri-
yanu (ölümü, MS 2 5 8 ) dahil ötekilere, paganlara ve dine aykırı düşünenlere
bağlılıklarını savunmaları dolayısıyla saygı gösterilmiştir. Patristics, yani "Ba-
baların yazdıkları"nın esası, A z i z j o h a n n e s Chrysostom'unkilerden (MS 3 4 7 -
4 0 7 ) önce bitmiş sayılmaz.
Sapkınlık, kuşkusuz göreceli bir kavramdır. Bir grup müminin başka bir
gruba yönelttiği bir suçlamadır; ancak suçlayanlar kendi dogma tik-tekelci
doğrularına inanıyorlarsa vardır. Hıristiyan tarihinde sadece ikinci ve üçüncü
yüzyıllarda, genel görüş birliğinin güçlendirilmesi anlamında ortaya çıkmıştır.
Çoğu Kilise Babası, değişen ölçülerde sapkın, (heretik) düşünce sahibidir.
Sonradan Ortodoksluk tarafından tanımlandığı üzere, sapkın düşünce biçimle-
ri arasında Doketizm, Montanizm, Novatiyanizm, Apolinaryanizm, Nestorya-
nizm, Ötikianızm, Aryanizm, Pelagiyanizm, Donatizm, Monofisitizm ve Mo-
notelitizm vardır. Bunlardan Aryanizm özellikle önemlidir, çünkü impara-
torluğun içinde veya dışında birçok toplumu kendisine bağlamıştır. İskenderi-
yeli bir rahip olan Arius (yaklaşık MS 2 5 0 - 3 3 6 ) tarafından kurulan Aryanizm,
Tanrı'nın oğlu olarak kabul ettiği İsa'nın, Baba Tanrı'nın bütün kutsallığını
paylaşamayacağını kabul eder. Ekümenik Kiliseler Konseyi, düşüncesini ilk
kez ortaya atmış, ancak tepki görmüştür. Ama aynı görüş, imparator II. Cons-
tantinus'un desteğiyle yeniden gündeme getirilmiş ve Romalı olmayan birçok
halk, özellikle Gotlar tarafından kabul edilmiştir. Hatta üç ana altgruba ayrıl-
mıştır: Anomoyanlar, Homoyanlar ve Yarı-Aryanlar... Altıncı yüzyıla kadar da
etkisini korumuştur İBRITO],
Hıristiyan monastisizmı (manastır sistemi, insanlardan ve dünyadan ta-
mamen koparak dinle uğraşma), başlangıcında tamamen Doğu kökenlidir.
Arius'un muhalifi ve ilk münzevi topluluğun kurucusu Çöldeki Aziz Antonius
da (yaklaşık MS 2 5 1 - 3 5 6 ) yine bir İskenderiyelidir.
Bu nedenle, o dönemde Katolik (evrensel) ve Ortodoks (doğru) diye ta-
nımlanan Hıristiyan kavramları ve uygulamaları, uzun yıllar süren tartışma ve
kavgaların ürünüdür. Kesin olarak tanımlanmaları için, dördüncü yüzyılın
sonlarında aktif olan dört Kilise Doktoru'nun (Aziz Martin, Aziz Hieronymus,
Aziz Ambrosius ve Aziz Augustınius) çalışmalarının beklenmesi gerekmiştir.
Bu dört kişi, kristoloji (tsabilim) sorunundan hemen önceki Logos tartışmaları
bir yana, Rahmet, Kefaret ve Kilise doktrinleri; İsa'nın kurduğu kutsamalar
(sakramenıler), Vaftiz ve Aşai Rabbani Ayini (şarap ve ekmek yeme ayini) ve
en önemlisi Teslis (üçleme: Baba, Oğul, Kutsal Ruh) üzerinde çalışmışlardır.
MS 3 2 5 yılında İmparator Consiantinus, Anadolu'daki İznik'te ilk Genel Kili-
seler Ruhani Meclisini toplamış, üç yüz delegeden, temel Hıristiyanlık inancı-
nın ana unsurlarının özetlenmesi istenmiştir. Toplantıya İskenderiye hizbi,
özellikle Atanasius'un (yaklaşık MS 2 9 6 - 3 7 3 ) önderliğindeki antiaryan veya
Teslisçi grup hâkim olmuştur. Bu grup, Kordoba ve Lyon dahil, Batıdan gelen
bir avuç piskopostan ibarettir. Toplantıya katılmayan Roma piskoposu I. Sil-
vestrus iki elçi tarafından temsil edilmiştir. Ürettikleri sonuç da, Kudüs'te kul-
lanılan bir vafıiz formülüyle, ünlü homoousius yani "özlerin birliği, özdeşlik"
düşüncesinin bir karışımıdır. İznik Akideleri, gelmiş geçmiş bütün Hıristiyan-
ları bağlayıcı hale getirilmiştir;
Göçler ve Yerleşmeler
CSABA
Teknolojik açıdan Demir Çağı tarımının sürekli hareket halinde olmaktan çok
hep aynı toprak parçasını ekmeye dönüşmüş olduğu bir noktaya ulaştığını be-
lirtmekte yarar vardır. Barbarlar sadece güneş altında bir macera değil, kök sa-
labilecekleri bir yer aramışlardır.
Avrupa yarımadası halkları, etnik açıdan çok değişken bağlantılara sahip
olmuşlardır. Ancak bazı çekincelerle birlikte, Hint-Avrupa unsurunun, birinci
bin yılın ilk yansında çoktan hâkim hale geldiği söylenebilir. Avrupa'da yaşa-
yanların çoğunluğu köken olarak Latin veya Helen olmadıkları halde, Batıda-
kiler toptan Latinleştirilmiş, Doğudakilerse toptan Helenleştirilmiştir. Bazı
dikkate değer istisnalar dışında barbar göçmenler, öteki Hint-Avrupa ailelerin-
den birine mensupturlar (Bkz. Ek 111, s. 1 2 9 2 - 1 2 9 3 ) .
Göçmenler dışında Hint-Avrupalı olmayanlara, Ural-Fın grubu üyeler; İs-
panya'nın asıl Iber kabilelerinden grupçuklar; İtalya'nın uzak kesimlerindeki
Latin-öncesi nüfustan kalanlar ve Balkanlardaki llliryahlar, Trakyalılar ve
Trakyalılar arasından asimile olmamış unsurlar dahildir. Yahudiler, Akde-
niz'in bütün büyük kentlerine dağılmışlardır. Ural-Fın grubu halklar zaten
kendi tamamlayıcı parçalarına ayrılmışlardır. Finler, yani Su oma İai nen, Sibir-
ya'daki hareket noktalarından yarı-arktik tayga boyunca göç etmişler, daha
sonra Rusya'nın kalbi olacak olan Baltık'ın sonu ile yukarı Volga arasındaki
toprakları işgal etmişlerdir. Etnik olarak hem Hunlarla hem Macarlarla ve Çe-
remisler, Mordvinler, Permiyanlar, Vogullar, Ostyaklar gibi, Ural bölgesinin
gerisindeki birçok küçük grupla ilişkilidirler. Uzaktan da olsa Türklerin, Mo-
ğolların ve Tatarların dahil olduğu Altay grubu ile de akrabadırlar. Komşuları
Laplar, zaten kutup ren geyıklerıyle yaptıkları bitmez tükenmez yolculuklany-
la meşguldürler. Laplar kendilerine "Sameh" derdi; ama Kuzey uluslarıyla ka-
rıştırdıklarından onlara Finli demişlerdir. İsveç'in Finnmark ili (Fin ucu) adı-
nı bu karıştırmadan almıştır.
Kafkasya'da parçalanmış diğer iki ayrı halk grubu, çok az bilinen bağlan-
tılara sahiptir. Kuzey Kafkasyalılar Abazlar, Çeçenler ve Avarlardan, güney
Kafkasyalılar ise Lazlar, Mingreller ve Gürcülerden oluşmaktadırlar. Ruslaştı-
rılmış adı Nikolay Yakoveliç Marr ( 1 8 6 4 - 1 9 3 4 ) olan iskoç kökenli amatör bir
dilci, bu Kafkasya dillerini Bask, Etrüsk ve eski ibrani dillerine, buradan da
Avrupa'nın bütün kayıp eınik uçlarına bağlayan bir kuram geliştirmiştir. Ne
yazık ki, Gürcülerin en büyüğünce (Stalin, e.n.) korunmasına rağmen Marr'tn
teorisi büyük ölçüde çürütülmüştür.
Asya göçebeleri, yazılı tarihin büyük bölümüne yayılmış dalgalar halinde
Avrupa Yarımadasına nüfuz etmişlerdir. MS beşinci yüzyılda ortaya çıkan
Hunlar, aynı steplerde aı koşturan ilk göçebe aşiretlerin, özellikle de Batlam-
yus'uıı MS ikinci yüzyılda Step ülkelerinin efendileri olduklarını belirttiği eski
İskitler ve Iran Sarmallarının ardılları; hepsi de orta Avrupa'ya ulaşmış olan
Avarların, Macarların ve Moğolların öncülleridirler. Diğer göçebeler, haeraket-
lerini Karadeniz çevresiyle sınırlamışlardır, Türki Bulgarların bir kolu, orta
Volga bölgesinde bir krallık kurmuştur. Bir başka kol, MS yedinci yüzyılda
Tuna'nm denize döküldüğü yerin yakınına yerleşmiştir. Hazarlar, Bulgarların
izinden giderek Kafkasya'nın kuzeyinden Dinyester'e uzanan bir krallık kur-
muşlar; Peçeneklerse, Hazarların dümen suyunda Balkanlara ilerlemişlerdir.
Peçeneklerden sonra Karadeniz steplerinde Kumanlar da bir başka kısa ömür-
lü devlet kurmuşlardır. Çingeneler veya "Roman"lar, Avrupa'ya on birinci
yüzyılda Hindistan'dan gelmişlerdir. Türklerin bir kolu, hemen hemen aynı
dönemde Kafkasya sınırını aşmış; ana kol ise Balkanları on dördüncü yüzyılda
relhetmiştir.
Hinı-Avrupah olmayan bütün bu halkların çok azı kalıcı izler bırakmış-
lardır. Basklar ve Maltalılar, yüzyılları, hiçbir komşularınınkiyle ilgisi olmayan
diller konuşarak geçirmişlerdir. Museviler de kendi ayrı kimliklerini korumuş-
lardır. Baltık bölgesinde Finler ve Esıonyalılar, "Hungaria"da Macarlar, mo-
dern uluslar olmayı başarmışlardır. Laplar hâlâ ren geyiği takip etmektedirler.
Tatarlar, Moğolların son torunları. Kırım'daki yeni sınır dışı etmelere rağmen
Volga boyundaki "Taıaristaıı"da ayakla kalmışlardır. Çingeneler hâlâ Avru-
pa'nın her yanında vardırlar. Biiyüfc bir imparatorluğu kuran ve kaybeden Türk-
ler, Avmpa'da, İstanbul'un yakın çevresinde güvenilmez, tehlikeli, başkasının ka-
rarma tabi, ayak basacak kadar bir yer tutmuşlardır. Balkan Bulgarları Slav
dünyasıyla öyle özdeşleşmişlerdir K 1980'lerde, komünist rejim, Türk azınlığı
"gerçek Türk" değil, "Türklcş(irilmiş Slav" oldukları gerekçesiyle baskıya tabi
tutmuştur. Bulgar görevliler tutarlı olsaydı, Bulgarların luıııumın de "gerçek
Slav" değiî, "Slavlaştınlmış Türkler" oldukları gerekçesiyle loptan kovulmalarını
tavsiye etmeli gerekecekti [GAGAUZİ.
Vurgulamak gerekir ki, "Hint-Avrupah" deyimi, zorunlu olarak bir dil
grubuna, sadece bu dilleri kendi ana dilleri olarak kullanan halklarla sınırlı
olarak atıfta bulunmaktadır. Bu gruba dahil bütün dilleri, 5 0 0 0 yıl önce Avras-
ya'da bir yerlerde konuşulan ortak bir proto Hint-Avrupa diline bağlamak
mümkündür. O tarihten bu yana bu dil grubu, İzlanda'dan Seylan'a uzanan ge-
niş bir bölgeye ve modern sömürgeleştirme yoluyla da dünyanın bütün kıtala-
rına yayılmıştır. "Dillerin, insan soyunun en değerli serveti olduğu" söylenir:
Hint-Avrupalıların da, insanlık tarihinin en önemli dil topluluklarından biri
olduğundan kuşku duyulamaz 5 (Bkz. Ek İli, s. 1292).
Ancak asıl sorun, dil mirasları dışında Hindo-Avrupalıların ortak yanları-
nın ne olduğunu belirlemektir. Dilin mutlaka tıkla bağlantılı olduğu yolundaki
eski düşünce önemini yitirmiştir. Diller, ırksal bir gruptan ötekine kolayca ak-
tarılabilir. Belli bir süreden beri, insanların "ana dilleri"yle ırksal kökenleri ara-
sında karşılıklı ilişkiye hiç ihtiyaç duyulmamaktadır. (Bu durum, İngilizcenin
milyonlarca Afro-Amerikalı ve Afro-Karayibli tarafından kabul edildiği Ingiliz-
ce-konuşan dünya örneğiyle kolayca kanıtlanabilir.) Avrasya özelinde, esmer
tenli "Hini" unsurun mu kendi dilini daha açık tenli "Avrupalı" komşularına
verdiği, yoksa tam tersinin mi söz konusu olduğu ya da ikisinin de bu dili bir
üçüncü taraftan mı aldığı elbette belli değildir. Afganistan'da, bütün Hint-
Avrupalıların oradan çıktığına dair bir inanış vardır. Aynı nedenle, gerçekten
varsa bile "Avrupalı", "Kafkasyalı" veya "Ari" denilen ırk grupları, Hint-Avrupa
dilleriyle uyuşmaz. Örneğin Türklerin çoğu, ırk olarak Kafkasyalılara benzer,
ama dilleri bakımında kesinlikle Avrupalı değildirler [KAFKASYA],
Kuşkusuz, tarihi dönemler içinde Avrupa halklarına uygulandığında, ırk
saflığı başlangıç noktası değildir. Roma İmparatorluğunda, Kuzey Afrikalı zen-
cilerle Ban Asyalı Samiler yoğun olarak birbirine karışmıştır. Barbar kabileler
genetik stoklarını hep tutsak kadınlardan ve mahkûmlardan aldıklarıyla yeni-
lemişlerdir. İrlanda veya İskandinavya'ya yapılacak bir ziyaret, ırk tiplerinin
düş ürünü olmadığını gösterebilir, ama dil, kültür ve politika, ırktan çok etni-
sıtenin belirleyicileri olmuştur. Gerçek, hangi uzunlukta olursa olsun belli bir
süre birlikte yaşayan kabilesel veya sosyal grupların, ortak bir dil kabul etme-
leri gerektiğidir. Aynı gerçek, sık sık, kimlik duygusunu korumak için ıııelez-
leştirmeye karşı resmi veya gayrı resmi engeller oluşturacaktır. Üyeliğin, din-
sel tabuların arka çıktığı akrabalık ölçülüyle tanımlandığı bazı durumlarda,
melezleşmenin cezası kovulma olabilir. Bu yolla, dil ve akrabalık birlikte yol
alır.
Hint-Avrupalıların kuzey ovalanndaki öncüsü Kekler, Romalılar döne-
minde batıya doğru hayli ilerlemişlerdir. En ileri arkeolojik kültürlerden bazı-
larını onlar kurmuşlardır (Bkz. s. 105). Metal işleme sanatının yayılmasına
katkıda bulunmuşlardır; demir silahlar konusundaki zenginlikleri çarpıcı ge-
lişmelerini çok iyi açıklayabilir. Kekler, Roma'ya MÖ 3 9 0 yılında, Yunanis-
tan'a MÖ 2 7 9 yılında, kurbanlarını, iri gövdeleri, kızıl saçları ve vahşi yaradı-
lışları, iğrenç kafa avcılığı alışkanlıklarıyla korkutarak saldırmışlardır. MÖ
ikinci yüzyılın son yirmi yılında Galya ve İspanya'da, Tötonların yardımıyla
Jutland'dan ayrılan Cimbri birliğinin içinde. Konsül Marius tarafından yakala-
nıncaya kadar çok büyük yıkıma yol açmışlardır. Tölonları Campo Putridi'de
(Bkz. s. 108) yok eden Marius, Cimbri'leri de Campi Raudi'de MÖ 101'de yok
etmiştir. Ancak bir iki aksilik, akışı durdurmamıştır. Kelt kökenli Bohemiler
"Bohemya"da bilinmektedir. Öteki Keltler, zorla Kuzey İtalya'ya yerleştirilmiş-
ler, böylece Cisalpin Galyası (Güney Alpler Galyası) oluşturulmuştur, ö n l a r
da ülkenin tamamını Alplerin batısından kuzey batısına işgal ederek Transal-
pin Galyasını kurmuşlardır. Başka yerlerle birlikte Galiçya'yı da yaratarak Pi-
reneleri aşmışlar ve Ren bölgesine girmişlerdir. MÖ sekizinci yüzyılda kıyıdan
uzak adaları zapt ederek "Britanya" Adaları'nı zaten çoktan kurmuşlardır.
Dolayısıyla, Roma lejyonlarının Batı Avrupa'nın büyük bölümünü fethet-
tiği Cumhuriyet döneminde, yerel direniş Keklerden gelmiştir. İmparatorluk
döneminde Roma! ılaş tırıl m ış İspanya'da Iberyalı Keklerin, Galya'da Galyalı
Romalıların, Britanya'da Britanyalı Romalıların demografik stoğunun temelini
oluşturmuşlardır. Kelt kabile adlarının çoğu, günümüzde Kelt bağlantılarını
tamamen yitirmiş yerlerde bile görülebilir: Boii (Bohemya), Belgae (Belçika),
Helvetii (İsviçre), Treveri (Trıer), Parisi (Paris), Rcdones (Rennes), Dummonii
(Devon), Cantiaci ( K e m ) , Brigantes (Brigsteer),,. Zamanla birçok bölgede Ger-
manik halkların yeni akınlarına uğrasalar da, uzak kuzey batıda, İrlanda'da
"Britanya'nın Kek Saçağı"nda, Batı Iskoçya'da, Galler'de ve Cornwall'de kalıcı
müstahkem mevkilerini oluşturmuşlardır, MS dördüncü yüzyılda Anglosak-
sonların baskısı üzerine, Kekler Cornwall'den göçüp "Finisıerre"ye geçerek
Brötanya'yı oluşturmuşlardır. Günümüze kadar gelen altı Kelt dilinden üçü
Goidelic veya Q - K e k ç e grubuna, üçü de Brythonic veya P-Kehçe grubuna gi-
rer. Cymru am bytlıl Keklerin bir kolu Anadolu'ya hareket etmiştir. Aziz Pau-
lus, MS 52 yılında bu "Doğunun Galyahları"nı ziyaret ettiği zaman, "Ey çılgın
Galatlar" diye hayret ve öfkeyle söylenmekten kendini alamamıştır (Gal. 3: 1).
Uç yüz yıl sonra, Trier'den gelen Aziz Hieronymus, Galatların, kendi memle-
keti olan Rlıineland'daki Galyalılarla öz olarak aynı dili konuştuğunu dürüstçe
belirtmiştir ITR1STAN],
Germen halklar. Roma döneminin muhtemelen en büyük barbar toplulu-
ğudur. İlk olarak İskandinavya'nın güneyinde görülen Germenler, o zaman-
dan beri bu adı taşıyan topraklara, yoğun biçimde yerleşmeye başladıkları MÖ
90 yılında Posidonius tarafından Cermani olarak adlandırılmışlardır. Batıda
Keklerle karışmışlar, böylece Cimbri ve Tötonlar gibi kabileler, farklı biçimde
Kek, Germen veya Germenleşmiş Kek adını almışlardır. Doğuda Slavlarla ka-
rışmışlar, böylece Tacitus'un sözünü ettiği kabilelerin, örneğin Venedi'lerin
Slav Wendler mi, Germen Vandaller mi yoksa Germenleştirilmiş Slavlar mı ol-
duğu tartışması alevlenmiştir.
Germen halklar genellikle üç gruba ayrılmaktadır, a) İskandinavya gru-
bu, sonraki Danimarka, İsveç, Norveç ve İzlanda topluluklarını doğurmuştur,
b) Kuzey Denizi kıyılarına yerleşen Batı Germen grupları, Batavlar, Frizler,
Alamanlar, Jütler, Angllar ve Saksonlar'dır; Hollandalıların (Felemenklerin),
Flamanların, İngilizlerin, ovalı İskoç topluluklarının ve kısmen Fransızların
ilk atalarıdır, c) Elbe Nehrinin doğusundaki Doğu Germen grupları: Savabyalı-
lar, Lombardlar, Burgondlar, Vandaller, Gepidler, Alanlar ve Gotlar'dan oluş-
muştur. Kuzey ovalarında görülen kabile trafiği sıkışıklığının sorumlusu bü-
yük ölçüde onlardır ve Batı Roma İmparatorluğunun yaşadığı bunalımın baş
aktörleri arasındadırlar [FUTHARK].
Tacitus'un Gamama adlı eseri, Germen kabilelerinin geleneklerinin, sos-
yal yapılarının ve dinlerinin, ayrıntılarıyla bugüne ulaşmalarını sağlamıştır.
Bronz Çağı'ndan beri Akdeniz dünyası ile ticari ilişkileri vardır ve Roma'nııı
tarım yöntemlerini, hatta bağcılığım benimsemişlerdir. Klanlar, akrabalıkla
birleşmiştir ve savaşçıların oluşturduğu demokratik bir meclis olan [DING],
yani "Şey" ile birlikte yönetilmişlerdir. Dinin temeli, bereket tanrıları Njords
(Nerıhus) ve Freyr, büyünün efendisi ve savaş tanrısı Wodin (Odin) ve çiftçi-
leri devlere, perilere ve her türlü kötülüğe karşı koruyan Thor'dır (Donar).
Genellikle Kral unvanını alan savaş önderleri, hem askeri hem dini işlevleri
birleştirdikleri için papazlık söz konusu değildir. Gotlar erken bir dönemde
Aryanizmi kabul etmiş olsalar da genel olarak Hıristiyanlığa uzun süre diren-
mişlerdir.
TRISTAN
"Ve suııra Sir Tristan hemen denize açıldı ve l,a beyle Isınul... kamaralarımla susadıkla-
rını fark ettiler ve kılı.ıık allın bir kase gönlüler, içindeki giizel bir şaralıa lıenayordıı.
(...) Gıildııler, neşelendiler, ralıaı, ratıat birbirlerine şarap içirdiler. (...) Ama içki bedenle-
rine yayılınca, birbirlerini n kadar .sevdiler ki, ııe mutlulukları ne kederleri lıiç bilme-
di..." 4
"Slavonyalılar tek bir orıak dil kullanmışlardır. (Bu dil kaba ve düzensizdir.) Es-
mer Tatardan ayrılan ve görünüşünün, mensubu olmadığı görkemli Germen en-
damına ve hos lenine benzeyişiyle tanınmışlardır. Rusya ve Polonya eyaletleri
topraklarında dört bin altı yüz köy yayılmıştır ve kulübeieri kaba keresteden üs-
tunköru çatılıvermiştir. (...) Dalkavuktuk etmeyeceksek, bunları belki kunduzun
mimarlıgıyla karşılaştırabiliriz. (...)
"Toprağın verimliliği, ç o k sayıda Slavonya köylüsüne, toprağı işleyenlerin
emeğinden daha fazlasını sağladı. ( . . . ) Ama akdarı ve " p a n i k " ektikleri toprak, on-
lara ekırıek yerine kaba ve daha az besleyici bir yiyecek verdi. Yüce Tanrı diye, gö-
rünmeyen bir gök gürültüsü efendisine taptılar...
Slavonyalılar (Slavlar), bir despota itaat etmeye tenezzül etmediler. Yönetici-
ye itaat yaşa ve yiğitliğe gönlillü bir saygı kabul edildi; ama her kabile veya köy
ayrı bir cumhuriyet olarak var oldu ve hiçbirinin baskı altında olmadığına inan-
maları gerekiyordu. (...) Yaya ve hemen hemen çıplak savaştılar. (...) Yüzdüler,
daldılar, kutsanmış kamışlardan hava alarak suyun altında kaldılar. Ama bunlar
casusların ve gruptan ayrı düşenlerin başarısıydı. Slavonyalılar içinse, askerlik sa-
nalı bir bilinmeyendi. Adlan ve fetihleri bilinmiyordu."^
FUTHARK
"KİBRİT çöpü işaretleri" (njncs). Vikıngler iarafından kullanılan ve ilk altı harfi rlola-
yısiyle T ı r f f t a r t " olarak bilinen bir alfabenin temelini oluşturur. Bu işareıler, tahta-
ya veya taşa, uzun yılankavi yazılar şeklinde keski kalemiyle kazınırdı. İler biri on
altı temel işaretten oluşan iki ana türü vardı: Ortak veya Danimarka Fuıharkıvc Is-
ve,ç-Norveç Fuıhaıtr.
ok a uslarla a r n e g a f u
"Bir meyve ağacından bir dal kırarlar ve onu uzun parçalar halinde dilimlerler: Ilımlar-
dan bazı riınleri (çöpleri) ayırır ve talih onları yakalasın diye beyaz lıır kumaşın Üzerine
atarlar. Sonra dev ki rahibi... veya ailenin babası... tanrılara dua ellikten sonra çöplerin
LlETUVA
UTVANVN dilinin "bütün llint-Avrupa dillen arasında en arkaik dil" olduğunu1 veya
" a r k a i k f o r m l a r ı n ı ö t e k i ç a ğ d a ş l l i n t - A v r u p a d i l l e r i n d e n d a h a iyi k o r u d u ğ u n u " 2 ka-
b u l e t m e y e c e k o t o r i t e y o k t u r . K a r i B r u g m a n ' ı n Grundriss a d l ı ç a l ı ş m a s ı n ı n , y a n i
karşılaştırmalı I lindo-(iermcn dilleri taslağının 1897'de y a y ı m l a n m a s ı n d a n bu yana
bilvanya dili Romantik eğilimli eıimolopstler arasında favori olmuştur.
l . i l v a n y a s ö z c ü k h a z n e s i n i n , h i ç b i r k l a s i k ç ı n i n t a n ı m a y a c a ğ ı b i r s ö z c ü k l e r çe-
kirdeği içerdiği doğrudur: vyras ( a d a m ) , saıılic (güneş), ugıus (ateş) kalha (lisan)...
I.ıt.vanya i k i l i o l d u ğ u k a d a r ç o ğ u l s a y ı l a n , b u r u n d a n gelen u z u n ü n l ü l e r i , y e d i l i i s i m
ç e k i m l e r i n i . I . a t ı n c e n i n k ı n e b e n z e m e y e n z a m a n l a r d a n . I'iıl ç e k i m l e r i n d e n , k i p l e r d e n
o l u ş a n bir f i i l s i s t e m i n i k o r u m u ş t u r . O l e y a n d a n L ı t v a n y a c a d a S l a v c a u n s u r l a r d a
! çoktur. gatva "hoş" (Rusça goltna). rauka " d " (Lehçe ırka)-. ımık.stis "kuş", y.icma
"kış", snicgas "kar" (Lehçe pUısy/'k, ama ve sn/c,?). Polonya dili Lehçede de çoğul sa-
yılar. burun ünlüleri ve yedili ad çekimleri vardır. Lılvanyaca (veya Kransızcanın)
tersine, birçok Slav dili cinsiyetsiz, formu yiıirrııemışıır. Gerçekte Lilvanyaca. esas
olarak Ballık ve Slav dil gruplarının İter ıkısındekı ortak ezelliklerle tanımlanmakla-
dır. Ulvanyaeanın Sanskriiçenın yakın akrabası olduğunu düşünen düş kırıklığına
uğrar.
İler şeve rağmen Litvanyacanın bugüne kalmış olması dikkal çekicidir, Lilvan-
ya (îrand Düklüğü'nün bükiım sürdüğü uzun yüzyıllar boyuncu yerel bir köylü lehçe-
si olarak kalmış (I5kz. s. 420), yüksek kiilLijr veya devlet dili olarak hiç kullanılma-
mışın'. Ruski veye "Ruıhence" yazılmış Lıtvanya Kanunları. Latineeye (1530) ve
l.ehçeyc (1531) çevrilmişlir. ama Liıvanyacaya çevrilmemişıir. Ancak VI. Mazvi-
das'ın llmihalciliğinin başlamasıyla birlikle Lilvanyaea da dini amaçlarla kullanıl-
mıştır. On dokuzuncu yüzyılda Rus eğitimciler, Lilvanyacayı Kiril alfabesiyle basma-
ya çalışmışlardır. Ama VVilno'nin (Vilnius) Polonyalı piskoposları, bu manevraya,
Lılvanyacanm ilk eğıLiminin Roma alfabesiyle olmasını deslcklcycrck ve böylece Lil
vanyanın Kalolisizme derin bağlılığım çimenlolayarak başarıyla karşı kovmuşlardır.
Bu da. aıııaiör dilcilerin bir yazıl metni karşısında çok zorlanmalarına neden olmuş-
utr
Batılı geleneklere rağmen, barbar göçlerinin bir bütün olarak görülmesi gere-
kir. Çünkü ne Germen halklarla, ne de Batı'daki Roma ön haıtıyla sınırlı kal-
mışlardır. Dördüncü yüzyılın sonunda Baıı'da ani bir tufan olarak ortaya çıkan
şey, aslında coğrafi ve kronolojik olarak çok daha geniş bir tiyatro oyununda-
ki tek bir rolden ibareıtir.
Yaklaşan tufanın ilk işareti, MS 3 7 6 yılında, Hunların sıkıştırdığı Ostro-
goılann İmparator Valens'ten Moesya'ya yerleşme izni istemeleri olmuştur. Bir
kısmının Tuna'yı geçmelerine isin verilmiş, ama hem silahlarını hem çocukla-
rını teslim etmeleri istenmiştir. İki yıl sonra, MS 3 7 8 yılında, Edirne'de (Hadri-
aııopolis) İmparatorun öldürüldüğü bir meydan savaşına girişmişler, Goıların
müttefiki Sarmat Alanlarının ağır süvari birlikleri sayesinde, yenilmez bilinen
Roma lejyonları kesin bir yenilgiye uğramıştır. (Askeri tarihte, Sarmat tarzı
mızraklı süvari birlikleriyle ve onların çok büyük teçhizatlarıyla yaptığı güç
gösterisi, ortaçağ savaş sanalının en belirgin özelliklerinin ilk kez sergilenme-
sidir.) Dört yıl sonra sıra Vizigotlardadır. Kralları ve başkomutanları Alarıc,
Ostrogotların başarısına kayıtsız kalamamıştır. Kendine sus payı olarak magis-
ter militanı illyricum unvanı verilir. Ama otuz yıllık macera döneminde impa-
ratorun verdiği görev, onu önce Atina'yı (MS 3 9 6 ) sonra Roma'yı (MS 4 1 0 )
yağmalamaktan alıkoymamıştır. Alaric'in öfkesinin açık nedeni, Vizigotların
Noricum'a yerleşme taleplerinin İmparator tarafından reddedilmesidir. Daha
sonra Afrika'ya götürülmelerini öngören bir planı kabul etmiştir. Ama İmpara-
torun Cosenza'da ölmesi, yine bir yön değişikliğine neden olur. Alaric'in halefi
Athaulf, imparator Honorius'un tutsak üvey kızıyla evlenirken, (İmpara-
tor'un) erkek kardeşi Wallia'ya da Vizigotları Akitanya'ya yerleştirmesi için sü-
re verilmiştir. Toulouse'daki (Tolosa) Vizigot Krallığı, kısa ömürlü olmuştur;
ama MS 507 yılından bir süre sonra İspanya'da, bırakacakları en uzun ömürlü
miraslarını (devletlerini) kurmak için çıktıkları yolun başlangıç noktasını da
oluşturmuştur.
Vizigotların öfkesi, sonraki üç büyük istilanın da başlangıcı olmuştur.
Galya lejyonları, Alaric'e karşı Konstantinopolis'i savunmak için geri çekilin-
ce, Ren garnizonu tehlikeli biçimde zayıflamıştır. Burgondlar, aşağı yukarı MS
4 0 0 yılında Ren ve Main nehirlerinin kesiştiği bölgeye gitme şansını yakala-
mışlardır. Otuz yıl sonra, Romalı General Aetius'un meydan okumasıyla karşı-
laşmışlardır; nitekim generalin Hun ihtiyat kuvvetleri, Burgondlan sürUp at-
mışlardır. Ama Burgondlar MS 443 te, Lyon yakınlarına sürekli olarak
yerleşmek üzere geri dönmüşlerdir, Burgonya Krallığı bundan sonra, önemli
Alp geçitlerini kontrol eden Rhöne ve Saöne vadilerinde gelişmesini sürdür-
müştür [ N l B E L U N G j .
MS 4 0 6 yılı Noel'inde büyük bir göçebe barbar aşireti Coblenz yakınların-
da donmuş Ren Nehrini geçer. Vandaller, Suevler ve Alanlar Galya'ya dökülür-
ler. Vaııdaller, Alaric'in Afrika'daki esas hedefine dolambaçlı bir yoldan gider-
ler. Pireneleri MS 4 0 9 yılında, Cebelitarık Boğazını MS 429 yılında ve Kariaca
kentinin kapılarını MS 439 yılında aşarlar Ren'den itibaren 4 0 0 0 km.'lik yolu
otuz üç yılda tamamlamışlardır. Kartaca'daki üstlerinden denize açılarak Bale-
ar Adalarını ve Sardinya Adasını ele geçirirler. MS 4 5 5 yılında Genseric'in ko-
mutasında, Alaric'i taklit edip Roma'yı yağmalarlar. Afrika'daki Vandal krallı-
ğı, imparatorluk bir yüzyıl sonra kendini toparlayıncaya kadar, bu bölgenin en
büyük gücü olarak kalmıştır. Vandaller, eski yol arkadaşları olan Suevler ve
Alanlardan ispanya'da ayrılırlar. Suevler uzak kuzey batıda, Galiçya'da bir
krallık kurmuşlar; batılı Alanlar'sa Tajo vadisine gitmişlerdir.
NIBELUNG
BURGONYA sarayı, beşinci yüzyıla girerken onlarca yıldır Ren Nehri üzerindeki
Worms'da, eski û r/7 as Lang/om/m'dadır. Kski bir kabile reisinin adıyla Nibelunglar
olarak bilinen Burgondlar buraya, imparatorluk sınırlarının yedek kuvvetleri olarak
getirilmiş; Romalı general Aelitıs ile yaptıkları savaşlar ve llunların ilerlemesi sıra-
sında, MS 435-436 yıllarında dışarı atılmışlardır. Kral olan üç erkek kardeş Gund-
harius (Gunther). Gilharaius (Giselher) ve Godomar (Gemot) adları, daha sonraki
Burgond Kamınu'nda (Lex Rurgundinrum) geçmektedir. Cenevre'de mola verdikten
Ve 1 liMmdarlık diyeli burada toplanmışur.
İmparator ve İm para torluklar fiııre burad-ï Marlir l.utlıer vardı 1
EPIDEMIA
| ÇİÇKk hastalığını Avrupa'ya getirenlerin Ilımlar okluğu kabul edilir. Atilla'nın sa-
; \ aşçılarından çoğu MS -^ö1 yılımla Chaınps CalaıılınkpıcsTe yenilgilerinden oııee za-
i ten bıı hastalığa yakalanmışlardı. 1 Demek kı. Avrupa'nın tehlikeli lıaslalıklar havu-
! zuna bir öldürücü bir hastalık daha eklemişlerdir. Çiçek, on sekizinci yüzyılda hâlâ
j çok savıda insanın dilimime yol açatıılıyordu. Çiçek aşısının keşfinden birkaç yıl ön-
ce. I T l Ü ' d a k i salgında Paris'le l I 001) kışının olduğu ileri süriilmuşiür kurbanlar
arasında. I 77(i'do ölen XV bonis ve I7l)0'da ölen II. Joseph bile vardır.
Bilinmeyen zamanlardan bu yana. salgın hastalıkların gölgesinden bile hep
korkuImuşLur. Rus folklorunda, köylülerin tehlikeye ragınen öptükleri Veba bakire-
sı'ııin hayalelinin hikâyesi de yer almakladır. Vahiy Kitabında "soluk renkli alı" üze-
rinde bir Dördüncü Allı vardır ve o, "adı kendine çok yakışan Ölüm "dür.
Burada epıdemiyolojisı (salgın araştırıcısı) için olduğu kadar, uzun dönem ta-
rihçisi açısından da can alıcı nokıa. kuşaklar boyunca son derece ılımlı bir düzeyde
seyreden bazı hastalıkların neden birdenbire mahvedici bir şiddetle patladığını anla-
maktır. Çevresel değişiklikler, insan soyunun yaşadığı miilasyon veya yeni insan
alışkanlıkları hep birtakım yardımcı unsurlar olabilir. Örneğin çiçek hastalığı, türii-
ııün en büyük felaketini henüz yaratmamışken de ortaçağ Avrupasında çok iyi bili-
nen bir hastalıklı. Ama Amerika kıtasına ulaşınca, Azlek uygarlığını hemen hemen
yok ederek, Amerikan yerlilerinin neredeyse onda birini öldürüp insan soyunun %
20'sini % 3'e dönüştürerek, köleliği tek başına kurup ayakla lutarak eşi görülme-
miş bir yıkım yaratmıştır. 2 Frengi, "Amerikalıların İntikamı", benzer ama lersıne bir
yol izlemiş; Amerika kıtasında küçük deri tahrişlerine yol açmakla yetinmişken. Av-
rupa'da milyonlarca insanı öldürmüş ve çirkinleşUrmişiir jSYPHILUS|.
Sıtma bir İstisnadır. Çok eski zamanlardan beri hep görülen, hatta Büyük İs-
kender'in de yakalandığı iddia edilen sıtma, hiçbir zaman sansasyonel salgınlar ha-
linde ortaya çıkmamıştır. Ama özellikle Roma yakınındaki sıtma parazitinin sıcak,
durgun suyunda üredigi Kompanya bataklığı gibi yerlerde düzenli biçimde ve dur-
maksızın öldürmüş ve toplam olarak "en büyiik sayıda en büyük zarara" yol açmış-
tır. 3
Her öldürücü hastalığın kendine özgü bir donemi ve her dönemin kendine öz-
gü bir salgını vardır. Cüzam, on üçüncü yüzyılda doruğuna ulaşmıştır. Cüzamın
ününü on dördüncü yüzyılda (Bkz. Bölüm VI.) ve daha birçok kez Kara Ölüm (veba)
yıkar, f r e n g i . Rönesans ve Reform sırasında ve Aydınlanma dönemine girerken
şiddetlenmiştir. Verem, hasadını Romantikler arasında biçmiştir; Cbopın'in, Stovvac-
kı'nin. Keais'in ve daha pek çoklarının veremden öldüğü iddia edilir. Kolera. Avru-
pa'nın ilk sanayi kentlerinin belası, gripse yirminci yüzyıl başlarının beklenmedik
hasatçısıdır. Yirminci yüzyıl sonlarının cüzamı AİDS. bir bilim çağının kendini beğen-
mişliğini sarsacak ve salgın hastalık felaketlerinin sadece geçmişin meraklı öyküleri
olmadığını gösterecek boyuta ulaşmıştır |LEPER( |SAN1TAS|.
Aynı şekilde Merovig'in torunu, Salique Frankların kralı, Hlodvig veya Clovis
(yaklaşık MS 4 6 6 - 5 1 1 ) , Roma feoderalus'u unvanından yararlanarak egemenli-
ği tartışmalı Galya eyaletindeki hâkimiyetini artırabilmektedir. Clovis, Tour-
nai'deki Eski Salique başkentinden başlayarak, rakip Riparia Franklarının ül-
kelerini (bugünkü "Franconia") fethetmeden önce Galya'daki son Roma
generali Sygarius'u yenmiştir. Bunun ardından Alemanları, Burgondtan ve
507'de Akitanya Vizigotlarını mağlup etmiştir. Daha küçük Frank prenslerini
öldürüp, bir de Hıristiyan eş (Clothilda) aldıktan sonra Reims'de, muhtemelen
MS 4 9 6 yılının Paskalya Youıısu'nda vaftiz edilerek Hıristiyan olmuştur. So-
nuç, Pirenelerden Bavyera'ya uzanan büyük bir "Meroven" krallığıdır. Clovis,
Konstantinopolis'te, rivayete göre, onursal Konsül unvanıyla birlikte İmpara-
tor'dan bir de taç almıştır. Otuz yıllık bir saltanattan sonra yeni başkenti Pa-
ris'te ölmüştür. Farkında olmadan, hem Fransa hem de Alman imparatorluğu-
nun kuruluşuna katkıda bulunması sağlanan, Lavisse'in "bir ulus değil, ama
bir tarihsel güç" dediği bir gücün temelini atmıştır.
Altıncı yüzyılda, Justinianus döneminde, İmparatorluğun kısa bir süre ye-
niden güç kazanmasına rağmen barbar fetihleri de yoğunlaşmıştır. Güney Gal-
ya'daki selefinin tersine, Ispanya'daki Vizigot krallığı gelişmiş, Toledo'yu baş-
kent yapan Leovigild yönetiminde, Savabya krallığını yutmuştur. Birçok Tuna
eyaletiyle birlikte İtalya eyaletlerinin de dahil olduğu Ostrogot krallığı, göç
eden Germen kavimlerinin sonuncusu olan Lombardlar tarafından teslim alın-
mıştır. Lombardlar veya Langobardlar, yani "Uzun Sakallar", yüzyılı, Hunların
dağılmasından itibaren, Ttına'nın ötesinde Gepidleri ve Avarları yönetmekle
geçirmişlerdir. Ama MS 5 6 8 yılında güneye yönelerek merkezi Pavia olan yeni
bir egemenlik kurmuşlardır. Bundan sonra İtalya yarımadası güneyde Lom-
bardlar ve Bizanslılar ile, sürekli büyüyen bir güç olan Franklar arasında mü-
cadele konusu olmuştur. Franklar, aslında mümkün olan her yöne doğru geliş-
mektedirler. Galya'ntn kuzey kıyılarına yerleşmiş bir Sakson grubunu
yerlerinden atarlar. Doğuya ilerleyişlerindeyse asıl Sakson gövdesini ve Thu-
ringleri sıkıştırırlar. Avarları Bavyera geçirinde tutan ve Germen yerleşimcileri
orta Tuna'daki Ostland'larına yani Avusturya'ya gönderen Franklardır. Bu da
Avarların, Tuna havzasında Slav ilerleyişini hazırlayan nihai çöküşü olmuştur.
Batı Slavları, ovayı yukarıya, Elbe ve Tuna'ya doğru aşmışlardır. Oder
nehrinin batısındaki Lusatia'nın Wendleri veya Sorbları ile Pomeranya'nın Ka-
subları hâlâ yerlerindedir. Çek kabileleri Bohemya'yı, Slovaklar Karpat dağları-
nın güney yamaçlarını egemenlikleri altına almışlardır. Bu iki kabile, sekizinci
ve dokuzuncu yüzyıllarda gelişip büyüyen Büyük Moravya İmparatorluğumun
kurucularıdır. Lehler veya Polanie, yani "açık ovaların halkı", ilk olarak Oder
Nehrinin doğu kollarından biri olan Warta'da ortaya çıkmışlardır. Akraba ka-
bileler, Vistül havzasının neredeyse tamamını işgal etmiştir.
Ttmpo kr&kouröıka
D7 G D7 G 1)7 G
Plynie W ı s l a . plynie
Po polskıej krainie
Po polskiej krainie
1 dopokı plynie
Polska nie zaginie.
Polska nie zaginie.
"Akar Vıstül. akar / Polonya ülkesi boyunca, / Polonya ülkesi boyunca, / O aktığı
sürcce, / Polonya da hep ayakla olacak / Polonya da hep ayakla olacak."
Doğu Slavları, Dinyeper'den kuzeye ve doğuya doğru Ballık içlerine, Fin top-
raklarına ve yukarı Volga ormanlarına ilerlemişlerdir. Onların merkez-kaç ha-
reketleri, Ruıenyalılarla Rusların daha sonraki bölünmelerinin altında yatan
ayrılmayı yaratmıştır. Lehlerin şarkısı Vistül ise, Ruslar da "öz anaları" haline
gelen Volga'nın şarkısını söylemişlerdir.
Güney Slavları, Tuna Nehrini birçok noktada aşarak altıncı yüzyılda Ro-
ma İmparatorluğu'nu istila etmişlerdir. MS 5 4 0 yılında Koııstantinopolis'i ku-
şatırlar. lllirya'yı, Bulgaristan'ı, Makedonya'yı, [MAKEDONYA] Yunanistan'ın
büyük bölümünü Slavlaştırırlar. Adları ilk kez bugünkü Polonya'nın güneyin-
de geçen Hırvailar, yukarı Sava'yı ve Dalmaçya kıyılarına yerleşmişlerdir. Yu-
karı Drava bölgesine yerleşen bir başka grup, Slovenler olarak tanınmaya baş-
lar. Sırplar, bölgeye, Drava, Sava ve Tuna'nın kavşak noktasından hâkim
olmuşlardır.
Göç eden aşiretlerin dinamizminin, bütün komşuları için ciddi etkileri,
anlamlan vardır. Gidilen yerde daha önce bulunan topluluk ezilmemiş veya
massedilmemişse genellikle harekete yönlendirilmektedir. Batıdaki Keltler,
Galya'da Bataklığa saplanmış, Britanya'da kuşatılmışlardır. Sadece İrlandalılar
istiladan kurtulmuşlardır, Irlaııda'daki Kelt halklardan İskoçlar, dağlık Kale-
donya'ya göç etmişler, oradaki yerli Piktlere boyun eğdirip Gaelik Iskoç-
ya'sının temelini almışlardır. Aynı dönemde, Cornwall'den gelen bir başka
Kelt göçü de Keli Briıanyasının temelini oluşturmuştur. Bir başka yerde ise,
Kelt Briıonlar Anglosaksonlar tarafından Galler'deki kalelerine doğru püskür-
tülmüşlerdir.
Doğuda, Karanlık Çağların en karanlık dönemlerinden birinde, Tuna
havzasındaki karışıklık neredeyse üç asır boyunca çözülememiştir. Slavlar o
dönemde yazılı kaynaklardan hâlâ kaçınmaktadırlar, Avarlarla ve Germen ileri
karakollarıyla mücadeleleri hakkında yelerince belge yoktur. Bulmacanın son
parçası, dokuzuncu yüzyıldaki göçebe Macarların istilasına kadar ortaya çık-
mamıştır (Bkz. s. 3 2 3 - 3 2 4 ) . Pontus Steplerinde karışık bir insan topluluğu,
Asyalı bir başka maceracı kavmin, Hazarların egemenliği altına girmiş, yedinci
yüzyılın başında da onlar. Kuzey Kafkasya'daki bir Türki bir hanedanının ege-
menliğine girmişlerdir. Bu insan karmaşası içinde Hint-Avrupa Slavları da bu-
lunduğu halde, dokuzuncu yüzyılda Kiev devleti kuruluncaya kadar hakim
unsur olamamışlardır [HAZARYA).
HAZARYA
"Ilım ırkınılan ulan w kendiler i ne ('pazarı ılıveıı (iııg ve Mt>tt"« topraklar m d ti bir kavim
vardır, savaşçı lıir kavim .. ve hepsi ile Yahudi inancını kabul eder." 1
Göçlerin, Yarımada'nın etnik ve dil makyajı üzerindeki etkisi de çok derin ol-
muştur. Birçok ülkede, nüfusun etnik karışımını köklü bir biçimde değiştir-
mişler ve bazı bölgelerde ise tamamen yeni unsurlar getirmişlerdir. Avrupa Ya-
rımadasının nüfusu nasıl MS 400'de açık bir biçimde "Romalılar" ve
"barbarlar" olarak ikiye ayrılmışsa, MS 6 0 0 veya MS 700'den itibaren de, çok
daha girifl bir yarı barbarlaşmış eski Romalılarla yarı Romalılaşmış eski bar-
barlar karışımına ev sahipliği yapmıştır.
Örneğin İspanya'da, Romalılaşmış Kelt lberler, önemli miktarda bir Ger-
men aşısı, sonra da önemli miktarda Faslı ve Yahudi tabakaları almışlardır;
Galya'da Galya-Romalılar, kuzey doğuda ağır, güney batıda hafif olmak üzere
kuvvetli, fakat düzensiz Germen aşısı almışlardır. İtalya'da da Latinleştniş
Kelt-ltalikler ve Yunanlılar, kuzeyde hâkim olan güçlü bir Germen unsuru
kabul etmişlerdir. Britanya'da Ro ma lı-Bri tan yalıları ya absorbe edilmişler ya da
geride iki farklı topluluk (batıda Keltler, doğuda ortada ve güneyde Germen-
ler) bırakarak yerlerini terk etmişlerdir. Kaledonya (Iskoçya), ovalı Germen-
lerle dağlı Keltler arasında bölünmüştür. Germanya'da batı ve doğu Germen
kabileleri arasındaki denge, dogudakilerin çoğu göç ettiği için kesin olarak ba-
tıdakiler lebine değişmiştir. Slav halklar, sadece kuzey ovalarının büyük kesi-
mini değil Balkanların kesin kontrolünü de ele geçirmişlerdir. Ama yeni Slav
ülkelerinde Ulahlar dahil, Slav olmayan birçok halk da kalmıştır *
Etnik değişmeler kaçınılmaz olarak dile de yansımıştır. Ban Roma nın 1in-
gua /ranca'sı olan kaba halk Latincesi, Portekizceden Romenceye varana ka-
dar tedricen uydurulmuş bir yozlaşmış yeni-Latince deyimler gürühunun içi-
ne düşmüştür. Latince piller (baba) İspanyolca veya İtalyancada padte,
Fransızcada pere, Ronıencede taıa haline gelmiştir.
Dilde gelişme çok yavaş olmuştur. Fransızca özelinde, Galya'nın halk La-
tincesi, kabul edilebilir bir modern Fransızcaya ulaşıncaya kadar sekizinci
yüzyılda Roma dili, on birinci yüzyılda Eski Fransızca, on dördüncü yüzyılda
Orta Fransızca olmak üzere üç farklı aşamadan geçmiştir. Yeni gramer ve yeni
' V l a c h veya W l o c h , Latınceye giren eski bir Stavonca s ö z c ü k t ü r Birçok VıH.Km<ı d o ğ u r m u ş -
tur. Sırbistan'da eski Vallachıa, Tesalya'da B ü y ü k Vallachıa, kuzey R o m a n y a ' d a K ü ç ü k Vallac-
hıa, güney R o m a n y a ' d a W a l i a t h i a , Dinar Alplerinde Maurovallaehıa, Negrolatinı yanı "Kara
U l a h l a r " ( W l a c h ) ülkesi gibi.. W l o c h y , l ' o l o n y a dilinde bugün de " k a l y a " karşılığı kullanılan
bir s ö z c ü k t ü r . Biz Türkçecle Vlac kelimesini U l a h , Vallachia'yı ise 1.0 A t ile karşılıyoruz ( e . n . )
sözcük formları, eski Latince ad çekimleri, fiil çekimleri ve diğer çekimler gibi
gelişen yeni gramer ve yeni sözcük formları evrimleşmişlerdir: Borınm; bonam,
bonas; bon, bonnc, bonrıes'e dönüşmüştür. Rex, le roi olurken, amal değişip ai-
»ıcr; rcgina değişip la reme olmuştur. Roma dilindeki en eski metin olan Stras-
bourg Andı, Fransa krallarının hep birlikte Germen kökenli Frankça konuş-
mayı bıraktıkları MS 8 4 3 yılından kalmadır. Britanya, Lalinccnin tamamen
süpürülüp atıldığı eski Roma eyaletlerinden biridir.
Doğu Roma'da ise Yunanca, hem resmi dil olarak hem de birçok yerde,
özellikle Anadolu'da yaygın yerel dil olarak kullanılmayı sürdürmüştür. Ama
Peleponez dahil birçok bölgede bir süre için tamamen veya kısmen Slavlaşnuş-
tır. Aşırı basitleştirmeden sakmılmalıdır; ama Bavyeralı bilim adamı J a c o b
Fallmerayer'in ( 1 7 9 0 - 1 8 6 1 ) lieber die Entstehung der Neugriechen'de ( 1 8 3 5 )
geliştirdiği tez dikkat çekicidir. Fallmerayer'in yaşadığı dönemin Yunanları
arasında derin sarsıntıya yol açan çalışması, günümüzün Yunan ulusunun,
"damarlarında ancak bir damla gerçek Yunanlı kanı bulunan" Helenleştirilmiş
Arnavut ve Slavlardan ürediğini savunmaktadır. Bu bir abartma olabilir, ama
şu anda yaşayan her Yunanlının, antik Yunan'da yaşayanların doğrudan etnik
torunu olduğu iddiası kadar anlamsız değildir. Bugünkü Avrupalılar, sulandı-
rılmamış "etnik saflık" için daha mantıklı açıklamalar geliştirebilirler (MAKE-
DON YA ].
Slavların dağılması üç ana Slav dil grubuna bağlı bir düzine Slav dilinin
evrimini teşvik etmiştir (Bkz. Ek 111, s. 1293).
Bu nedenle, Avrupa Yarımadasının etnik yapısı sekizinci yüzyıldan itiba-
ren kalıcı bir modele ulaşmaya başlamıştır. Nitekim sekizinci yüzyıl, önemli
toplumsal kristalleşmelerin meydana geldiği bir dönemdir. Yine de, Avru-
pa'nın gelecekteki temel nüfus yapısının hepsinin tamamlanması için beş bü-
yük göçün daha yaşanması gerekmiştir. Bu beş göçmen guruptan bir ianesi
olan Vikingler korsandır (Bkz. s. 3 2 3 ) . ikisi, Macarlar ve Moğollar, göçebedir
(Bkz. s. 3 2 3 - 3 2 8 ) . Öteki ikisi, Kuzey Afrika Müslümanları ve Türkler ise yeni
bir dinin savaşçılarıdırlar (Bkz. 282, 4 1 4 ) . Avrupa, çok farklı unsurlardan ge-
be kalmış ve doğurması acılı bir şekilde uzamıştır.
PALAEO
A A A a /VI KVl w m
B S 6 b N ki n n
Antik yazı biçimlerinin incelenmesi demek olan paleografi, tarihçi ve arşivci
için h a y a t i önemde bir yardımcı b i l i m d i r . Genellikle bir belgenin nerede, ne zaman
ve k i m i n t a r a f ı n d a n yazıldığına k a r a r verilmesini sağlayacak tek araçtır. Her dö-
nem. her yer ve her yazı kendi özelliklerini sergiler. 1 Yunan. Kiril ve A r a p yazısı ha-
l i n yazısınınkine benzer b i r e v r i m geçirmiştir. Hepsi de ilk biçimsel tarzdan, s o n r a k i
d ö n e m l e r i n el yazısı f o r m u n a d o ğ r u gelişmiştir. A r a p ç a n ı n ilginç b i r T i i r k versiyo-
n u y l a yazılmış Osmanlı elçilik tutanakları, kolay deşifre edilmeleriyle ü n l ü d ü r (Bkz.
R k . l l l . s . 1287).
M a t b a a n ı n İcadı ve daktilo harfleri, belgelerin çözülmesini çok k o l a y l a ş t ı r m ı ş
olmasına rağmen paleografi d a i m a gerekli o l m u ş t u r . Çünkü m e k t u p l a r ve anı defter-
leri elle yazılmaya devam etmiştir. 1 9 9 0 yılında b i r A l m a n s a h t e k a r l a r g r u b u . Adolf
l l i l l e r ' i n uzun süredir kayıp olan g ü n l ü k l e r i n i b u l d u k l a r ı n a neredeyse b ü t ü n d ü n y a y ı
inandırmışlardı. Sahtekârların, y a p t ı k l a r ı işi paleografi konusunda incelemek üzere
görevlendirilen ünlü İngiliz paleografi profesöründen de usla o l d u k l a r ı g ö r ü l m ü ş t ü r . 2
1 Çoğunlukla büllım başlarında kull;ıııılaıt iri. yuvarlak Roma harfleri (e. n.).
Justinianus (saltanatı MS 5 2 7 - 5 6 5 ) . esas olarak, Roma hukukunu derlemesi)
ve yitik Batı Eyaletleri üzerinde imparatorluk egemenliğinin yeniden tesisi için
yaptığı kararlı girişimlerle anılmaktadır. Hukuk alanındaki reformları elbette
kalıcı başarılardır; ama bir bütün olarak İmparatorluğun bakış açısıyla onun
kafasındaki Batı, daha acil sorunlardan farklı bir şey olsa gerektir. Justinia-
nus'un saltanat dönemi, Adriyatik'te Slavların, Doğu Akdeniz kıyılarında Pers-
lerin ortaya çıkışına tanık olmuştur. Hipodrom ağaları Mavilerle Yeşiller ara-
sındaki didişmeler ve veba Konstantinopolis nüfusunun büyük kısmını yok
etmiştir. Kent, MS 5 4 0 yılında Slavlar, MS 5 6 2 yılında Avarlar tarafından kuşa-
tılır. Justinianus, Yeşillerin yöneticisi bir Kıbrıslının kızı olan Teodora adlı
sözde bir dönsözle evlenerek gereksiz bir skandala yol açar. Prokopius'a atfe-
dilen G izli Tarih'e göre Teodora bir keresinde "aynı anda daha fazla insana da-
ha çok mutluluk verebilmesi için Tanrı'nın ona daha fazla delik bahşetmeme-
sine" üzüldüğünü söylemiştir. Ama faal ve akıllı bir eş olmuştur; Justinianus-
Teodora ortaklığı ünlü bir ortaklıktır (Bkz. Ek 111, s. 1297).
Jusıinianus'un Batı'yı yeniden fethetmesi, ilk seferini MS 5 3 3 yılında Afri-
ka'ya düzenleyen generali Belisarius'un kahramanlığı sayesinde olmuştur.
Vandal krallığını bir vuruşta yıkan generalin sürpriz başarısı, onu Sicilya ve
İtalya'daki Ostrogotlara saldırmaya yöneltmiştir. Sadece 7 bin 5 0 0 kişiden olu-
şan bir ordu, 1 0 0 . 0 0 0 Germen savaşçıyla övünen bir ülkeye saldırmıştır. MS
535 yılında Belisarius, hükümran Konsülü olarak Palermo'yu alır; MS 9 Aralık
536'da çılgın Roma piskoposunun talebi üzerine Roma'ya girer. Orada, MS
5 3 7 - 3 8 yıllarında, Aurelia surlarının, göçebe kalabalıkları güçlükle durdurdu-
ğu zorlu bir kuşatmaya karşı koyar. En kritik anda savunmacılar, Gotların
koçbaşlarını, Hadrianus'un mozolesinden sökülen mermer tanrı ve imparator
heykellerini aşağıya yuvarlayarak kırmışlardır. Belisarius Gotların başkenti Ra-
venna'yı MS 5 4 0 yılında ele geçirir. Ama savaş on üç yıl sürmüştür. Roma ken-
ıı, iki ceza kuşatmasıyla daha karşı karşıya kalmıştır. Totila'nın MS 5 4 6 yılın-
daki işgali, Alarie veya Genserie'in yaptıklarının tamamından daha yıkıcı
olmuştur. Got birlikleri duvarları yarmış, kapıları yakmış ve halkı kent dışına
sürmüştür. "İmparatorluk kenti, kırk gün boyunca kurda kuşa bırakılmıştır." 8
Şanslar bir kez daha döner. Belisarius'un başladığını, MS 5 5 3 yılında, Saray'ın
vaşlı hadımlarından Narses tamamlamıştır: İtalya Ravenna'ya atanan bir valiy-
le bir imparatorluk eyaleti olarak yeniden kazanılmış; Ostrogotlar ve onların
;apulcu aşiretleri dağıtılmışlardır. MS 5 5 4 yılında, imparatorluk güçleri lspan-
va'ya saldırarak, Vizigotları merkezdeki ovalara sürerler ve bir Roma eyaletini
güneyde yeniden kurarlar.
TE1CH0S
DİNSKI, ikonalar Avrupa sanatının en sürekli lüriıdür. Ama asla öncelikle sanatsal
çalışmalar olarak yapılmamıştır: dine bağlılığın göstergesidir. Resimlerin gerisinde-
ki manevi dünyaya açılan "sır kapıları", "sezgi kapılarf'dır. Değerleri, izleyicinin ila-
hiyat bilgisine ve duygusal kabullenişıne b a ğ l ı d ı r 1 Ortaçağda Balı. daha sonra ken-
disine. ait önemli okullar kurmuş ise de. Bizans Imparaiorluğıı önde gelen ikona
merkezlerini uzun süre korumuştur.
İkonalara saygı duyanlardan beklenen tavır. Yunanca ftcsyclm yani "uyanık.
İçlikte sükunet." sözcüğü ile özetlenir. Sabır, dünyadan kopuş, alçak gönüllülük ve
dua konsantrasyonu gerektirir. "Güzel Sevgisi" konulu bir beşinci yüzyıl Bizans ince-
leme kitabı ve metinler antolojisi olan riıifoknHa. bu pozisyonu bir fare yakalamak
için mıhlanıp kalmış bir kediye benzetir. ::
Kfsaneye göre Azız Lukka ilk ikona ressamıdır ve konusu Bakire ile Çoeuk'ıur. j
(Bkz. levha 22.) "Clırıstus t'anlokramr" ile birlikte Bakire Yleryeııı. daima konu liste- j
sinin başındadır. Bakire Meryem üç standarl pozisyonda görülür: Çocuğu yüzüne
ııımıgıı l'ilcııs: Çocuğu, ileri uzatıp açııgı kolları üzerinde tuttuğu oriıiıirta-. kollarının
havada, Çocuğun ise rahminde olduğu orakla pozisyonu."
L.zun tamomaclıiü yani "İkonalar Savaşı" döneminde Şamlı Azız .lohannes (MS
(•}7~>-7'l(J). ıkonaseverlerin en büyüğü, yani "ikona kölesi"dlr. Ama ikonalara saygı
göstermekle, ikonalar aracılığıyla çok daha derin Tanrı sevgisi arasındaki farkı da
vurgulamıştır Aziz Johfimıes. üç aşamalı dinbillmsel ikon teorisine de açıklık getirir:
Isa İnsan olur: İnsan Tanrı görüntüsünde yaratılmıştır; bu nedenle ikonalar. Tanrı-
nın ve Azizlerin gerçek göriinıitleridir.
Ortodoks kiliselerinde ikonaların daima merkezi bir yerleri olmuştur. Ironost.a-
s / s v e y a "ikon perdesi", cemaati, kilisenin rahiplere ayrılmış yerinden ayırır. Gele-
neksel olarak sırasıyla en üstle toplu olarak azizler, Kılise'nin on iki yortusu, Onıki
Havan ve on iki peygamber olmak üzere dört sıra ikona ihtiva eder. Ortadaki çiîl ka-
pı, Baş ıııelek Cebrail. Tanrının Anasını ve Dörı İncil Yazarını temsil eden altı panoy-
la kaplıdır. Bu kapılara Yunanistan'da "Güzellik Kapıları", Rusya'da "İmparatorluk
Kapılan" denilir. Bunların üzerindeyse daha büyük. Ilükiım veren Tanrı, Teslis ve
Çarmıha Gerilme ikonaları yer alır. Orlodoks ayini sırasında bir ikona, genellikle
müminlerin öpmesi için kilisenin içinde törenle dolaştırılır.
İkonalar taşınabilir ahşap panolara yapılır. Ressamlar beyaz veya yaldız ze-
min üzerine saf yumurta suluboyası kullanırlar. Stilize pozisyonlar, jestler ve yüzler,
gerekli saygı havasını yansıtır: 5 Resimlerde pcrspekıile yer verilmcyişi dikkat çekici-
dir |FLAGELLATIO|.
Ortodoks ikon ressamlığı birçok farklı dönemler geçirmiştir. İlk "Altın Çağ",
Tasvir kırıcılık çalışmayla sona erer. İkinci dönem. 1204 yılında Bizans'ın Latinler
tarafından fellııyle biler. Bizans'ın son dönemleri ise Bulgaristan'da. Sırbistan'da,
Rusya'da ulusal okulların geliştiğine tanık olmuştur. Şimdiki Kus Ortodoks Kilisesi j
zorunlu bir Vluskovıi tarz dikle edinceye kadar Novgorod. Beyaz Rusya ve Rsokov
i t e n d i geleneklerini yelıştırmişlerdir 0 tarihlerden soııra Ortodoks ikona sanalı KaLo-
1 lik sanatındaki gelişmelerden dikkate değer ölgiide ayrılmıştır. Ama yine de bazı
önemli çapraz döllemeler olmaktadır. Girit'le eşsiz bir "bileşik Vcııeio Bizans tarzı"
o n a y a çıkmıştır. Benzer bir Katolik ve Ortodoks tasvir harmanı. Ukrayna I n i a t e Sa-
natında gözlemlenebilir' |GRECO|.
Kilise ayrılığına rağmen (Bkz. 37)8-361) Ortodoks ikonaları Batı'da yüksek dü-
zeyde değerlendirilmeye devam etmişi ir. Katolik Avrupa'nın bıilün ünlü "Siyah Ma-
donna"ları Bizans kaynaklarından alınmıştır |MADONNA|. Pikardiya'daki başka bir
olağanüsiii siyah ikona olan baon'ıın "Kutsal Yüz"ü de Bizans dönemi Isa ıkonala-
i rındandır. "Torıno Kefenf'tıi kuvvetle anımsatan Suinl l'ace. Kutsal Yüz. nıandylioıı
sınıfına girer, yani insan eli değmeden yapılmış bir resimdir. Çam tahta tvallere ya-
' pılınış olmasına rağmen. Slav dillerinden birinde, muhtemelen Sırpça, ilgisiz bir ya-
zıt taşımaktadır: OBRVS GOSPODKN N A L B R I S ' : "K fendim izin kumaş üzerine res-
mi..." Bir zamanlar Bizans'la gösterilen Kutsal Kefen'in bir kopyası olabilir. Ne
olursa olsun, baoıı baş diyakozu, geleceğin Papa IV. Urbanus'u Jacques de Troyes
ı aralından. G ti ney İtalya'da Bari'de Sırp manastırı ndaki "dindar adanV'dan alınmış-
tır. Günümüze kalmış 3 Temmuz 1249 tarihli bir mekıuba göre başdiyakoz. ikonu.
Monırenıl'dekı Citeaııx kadınlar manast.ırının baş rahibesi olan kız kardeşi Sibylle'e
armağan olarak göndermiş. Laon Katedraline bu yolla ulaşmıştır. 5
İkonalara, hunin inançlı Ortodoks evlerinde saygı gösıerilir. Maksim Gorkı
1870'lerdc. buy akbabasının İN izni Novgorod'daki evlerinden şunları anımsar;
"Tanrı'dan söz edince büyükannemin yüzü gençleşti. (...) Saçlarının kabarık lü-
lelerim boynuma doladım. "İnsan T a n r ı y ı göremez", dedi. "görseydi kör olur-
du Ancak Azizler onun yüzüne dosdoğru bakabilir." Onun ikonaların tozunu
alışım, oyukları lemizleyişim görmek çok ilginçti.... İkonayı çevikçe kaldıracak,
ona gülıımseyeeek ve derin bir sevgiyle "Ne giızel yüz" diyecekti. Sonra haç çı-
kartacak ve ikonayı öpecekti." 6
İmparatorluk sarayı, bir bürokratlar ordusu tarafından işletilen geniş bir mer-
kezi yürütme organının göbeğidir. Heraclius, Pers kökenli Bastleus unvanını
alınıştır ve devlet mekanizmasının despolik yapısı kendi doğulu törenleri için-
de çok belirgindir. "Bizans", kölece itaat, gizlilik ve entrikanın hepsini karşıla-
vacak tek bir deyim haline gelmiştir. Eski Roma kurumlarından bazıları yü-
zeysel olarak korunmuş, ama tümüyle ikinci dereceye itilmiştir. Senato, katı
bir rütbeler tablosuna göre düzenlenmiş bir memurlar meclisidir. Devlerin,
cparcfıos (vali), sympoııus (başbakan) ve logoıfıete (baş yargıç) unvanlı şef ba-
kanları, sarayın baş yetkilileriyle, yani Paracomoenus (mabeyinci, kethüda,
kahya) unvanlı büıün harem ağalarıyla eşit düzeydedir. İmparatorluk, saray
mensuplarının önde gelenlerini hadım ettirerek, Batı'da sık sık görülen, saray-
da kalıtsal güç kazanma olasılığına karşı kendini açık bir şekilde korumuştur.
Askeri savunma, domestos tarafından komuta edilen merkezi bir imparatorluk
ihtiyat kuvveti ve yabancı paralı askerler ile strategos tarafından komuta edi-
len themes veya "askeri bölgeler" arasında bölünmüştür.
TAXIS
Ancak Bizans, öncelikle bir deniz gücüdür. Koç başları ve "Yunan ateşi"yle
mücehhez üç yüz parçalık donanması, kendisini her gelene karşı koruyabil-
miştir. MS 6 5 5 yılında Likya'da Phoenix açıklarında Araplarla yapılan büyük
savaşa rağmen Bizans deniz kuvvetlerinin Ege ve Karadeniz'deki hâkimiyeti
devam etmiştir.
Bizans devleti, toplumsal ve ekonomik konularda "baba"ca yönetim anla-
yışını sonuna kadar uygulamıştır. Ticaret, bütün ihracat ve ithalattan düzenli
ve zorunlu olarak % 10 vergi alan kamu görevlilerince kontrol edilir. Devlet
düzenlemeleri ticaret ve endüstri yaşamının her alanını yönetir. Devlet imalat-
haneleri, örneğin gynaceum, yani kadınların çalıştıkları ipek atelyesi, surlar da-
hilinde tam istihdamı garanti eder. İmparatorluğun altın sikkesi (1 nomisma =
12 miliörcssia = 144 pJıoîcs) Doğu'nun ana uluslararası parasıdır. Konstantino-
polis'te işçilerin düzenli olarak yediği havyar, Karadeniz'de devletin işlettiği
dalyanlarda bolca üretilmiştir.
Bizans, sahip olduğu Yunan kültür örtüsü altında, çok farklı etnik köken-
leri olan çokuluslu bir toplumu barındırmıştır. Hazarlar, Franklar, Ruslar İm-
paratorluğun dantel ipleri olabilirler. Nüfus, Balkanlarda Yunan-Slav, Asya
eyaletlerinde post-helen ve Ermenidir. Kırsal bölgelerdeki serf köyleri dışında
Bizans toplumu yüksek eğitimli ve rafinedir. Kilise okulları, devlet üniversite-
leri, hukuk akademileri vardır ve kadın eğitimi için olanak sağlanmıştır, iman-
la ilgili edebiyat gelişmiştir. Ama onuncu yüzyılın Digertis Aknfas'ı da "şimdi-
ye kadar yazılmış en görkemli cfıanst'iı de geste (kahramanlık destanı)"; Proko-
pius'tan Anna Porphyrogeneta'ya ( 1 0 8 3 - 1 1 5 4 ) Bizans tarihçileri ise "Antik Ro-
ma ile modern Avrupa arasındaki ... en nitelikli tarih ekolu" olarak nitelendi-
rilmiştir. Bizans sanatı ve mimarisi kesinlikle benzeri olmayan tarzlar
geliştirmiştir. İkona karşıtı yasaklamalara rağmen veya belki bu yasaklar saye-
sinde Bizans ikonası, Avrupa sanatına sonsuz bir kaLkı sağlamıştır, Batı'ııın
birçok ülkesi biçimsel kültür anlamında dışarıdaki karanlıkla mücadele eder-
ken, Bizans uygar kalmıştır. 1 1
İslamiyet'in Yükselişi, MS 6 2 2 - 7 7 8
"MS 6 3 8 yılının bir Şubat günü, Halife Ömer beyaz bir devenin üstünde Kudüs'e
girdi. Yıpranmış, kirli bir kaftan giymişti; kendini izleyen ordu ise kaba saba ve
bakımsız görünümlüydü; ama disiplini mükemmeldi. Halıfe'nin sağ tarafında, tes-
lim olan kentin en yüksek yöneticisi olarak Patrik Sophronius vardı. Ömer, arka-
daşı Mahmut'un öldürüldüğü Süleyman Mabedinin bulunduğu yere ilerledi. Pat-
rik, onu seyrederken İsa'nın sözlerin» anımsadı ve göz yaşları içinde mırıldandı:
"Peygamber Danyal'ın anlattığı yıkılmışlığın, yalnızlığın çirkinliği, iğrençliği ' 1 5
O tarihten soııra Kutsal Yerler islam güçlerinin elinde olmuştur. Patrik talihin
esiridir. Hıristiyan hacılar hedeflerine kolayca ulaşamamış, Kudüs yerine daha
ç o k Roma'yı ziyaret etmeyi seçmişlerdir. Hıristiyanlığın çekim merkezi drama-
tik bir şekilde batıya kaymıştır.
Peygamberin ö l ü m ü n ü izleyen yüzyılda, İslam orduları amanstzca ilerle-
miştir. Bizans, MS 6 7 3 - 7 8 ve MS 7 1 7 - 1 8 ' d e olmak üzere iki kez kuşatılmışsa
da başarılı olunamamıştır. Ama doğuda Kâbil, Buhara ve Semerkand, batıda
Kartaca ve Tanca zapt edilmiştir. Herkül Sütunlarının (Cebelitarık Bogazı'nın
iki yanındaki kayalıklar) MS 7 1 1 yılında Arap komutan El Tarık (Tarık bin Zi-
yad) tarafından aşılması (ki boğaz bundan sonra Cebelitarık (Gibraltar) adını
almıştır) Vizigot İspanyasını ele geçiren ve Pireneleri aşan Müslümanları Av-
rupa'nın ortasına getirmiştir. 732'de, Muhammed'in ölümünün yüzüncü yılın-
da, Fransa Krallığının kalbinde, Paris'e birkaç günlük mesafede bulunan Loire
nehri üzerindeki Tours kentine kadar ulaşmışlardır.
Bu geniş fetihlerin sonucu olarak ispanya'da, Fas'ta, Tunus'ta, Mısır'da,
iran'da ve Semerkand bölgesinde, uzaktaki Halifelere normal hizmetlerden
fazlasını da yapmaya gerek olmadan, özerk İslam devletleri oluşmuştur, islam,
bir tek yüzyılda Hıristiyanlığın yedi yüzyılda geliştiği kadar gelişmiştir. Müslü-
man fatihler, tberya'da kendi tarihlerini anımsayarak ülkeye El-Ancialus (En-
dülüs) "Vandalların Ülkesi" adını vermişler ve birçok küçük emirlik kurmuş-
lardır. Tarık bin Ziyad'ın gelişinden hemen sonra kurulan Kurtuba emirliği,
Avrupa kıtasındaki Müslüman varlığının en dayanıklı, en kalıcı unsuru olmuş-
tur. Kendinden sonra kurulan El Muravi imparatorluğu ve Kırnata emirliğiyle
birlikte Kurtuba, yaklaşık sekiz yüzyıl ayakta kalmıştır. En güçlü olduğu Ab-
durrahman (saltanatı MS 9 1 2 - 9 6 1 ) döneminde lberya yarımadasının büyük
bir bölümüne yayılmış, hatta bütün islam dünyasının halifeliği iddiasında bile
bulunmuştur. Yüksek bir uygarlık düzeyiyle birlikte büyük bir Arap, Faslı,
Berberi ve Yahudi nüfus akınını da getirmiştir. Sekizinci yüzyıldan on ikinci
yüz yıla kadar ispanya'ya birçok Kuzey Afrikalı göç olur [MEZQU1TAI.
Bu noktadan itibaren, lslamın Avrupa'da kalıcı bir varlığı olmuştur. Önce
güney batıda Iberya'da, sonra güney doğuda Balkanlar'da ve Karadeniz bölge-
sinde (Bkz. Bölüm IV). Hıristiyanların ve Müslümanların etkileşimi, Avrupa
kültür ve siyaset yaşamının en kalıcı özelliklerinden birini oluşturmuştur. Se-
kizinci yüzyıldan itibaren Avrupa'da, ezanın, yani müezzinin müminleri sabah
ve akşam ibadet için toplanmaya davetinin duyulmadığı tek bir gün olmamış-
Sabah ezanında, dördüncü tertipten sonra bir çağrı daha eklenir: al sala! fchair
m in al nawm, (essalatu hay run minen nevm) "İbadet uykudan yeğdir. 1 ' Çağrıyı
duyan her Müslümanın, dördüncü ve beşinci tertipler dışında sözleri ezberden
yinelemesi gerekir: "Allah'tan başka iktidar ve kuvvet yoktur." Her yetişkin ve
sağlıklı Müslüman, günde beş kez Sakıt yani "tapınma secdesi"ni yerine getir-
mekle (namaz kılmakla) yükümlüdür.
Bu arada, Franklar Loire Nehri civarında Müslüman ilerleyişini püskürt-
mek için kendilerini hazırlamaktadırlar. Merovinj sarayının reisi Charles Mar-
tel, Müslümanları durduran bir ordu toplamıştır. MS 732'deki Poitiers Savaşı,
Hıristiyanlarca çok abartılmış olabilir; Araplar fazla genişletilmiş ulaştırma
hatları boyunca geri çekilmek zorunda kalmış olabilirler. Ne de olsa Cebelita-
rık'tan 1600 km. uzaktadırlar. Yine de, bu durum bazı olağanüstü metinler
esinlenmiştir:
"Denk bir mesafe korunmuş olsaydı, Kuzey Afrika Müslümanları lskoçya dağları-
nın ve Polonya'nın sınırlarına gelmiş olacaklardı; Ren Nehri, Nil veya Fırat'tan da-
ha geçilemez durumda değildi ve Arap donanması bir direnişle karşılaşmadan
Thames Nehrinin ağzına kadar ilerleyebilirdi. Belki şimdi Kuran'ın yorumu O x -
ford okullarında öğretiliyor ve öğrenciler sünneL edilmiş bir halka kulsallıgı ve
Mulıammed'in vahyinin doğruluğunu gösteriyor olabilirdi." 1 5
"Soylu arkadaşım, bilerek mi vurdun? / Seni. ben Roland'dan daha çok kim sever
/ Ve sen bana karşı gelmedin, meydan okumadın. / Olıvier dedi ki: "Şimdi seni
duyabiliyorum ama görmüyorum; Tanrı seni gözünden ayırmasın. Sana vurdum
mu7 Lütfen beni affet!" "Bana bir şey olmadı. Seni burada, tanrının önünde affet-
tim." O anda ikisi de birbirlerini eğilerek selamlar. Ayrılırken, birbirlerini ne ka-
dar sevdiklerini anlarlar.1,16
M EZ 0 U İTA
AVRUPA'DA uygarlık devresini, şiirdi kordoba'da katedral kilisesi olan Mezııtula Al-
jaırıa'dan (Ylezkita Caınıi) daha iyi yansılan başka bina yokiıır. Kn eski böliimu. Ab-
durrahman (VIS 75î>-7ÖB) saltanatı döneminden kalmadır, Ispanyol-lslam sanalının
bir hazine dairesi olmak açısından. Sevilia'daki Alkazar ile veya Granada'daki efsa-
nevi Kllıamra sarayıyla aynı düzeydedir. Ama onım farkı ve üstünlüğü. şimdi harap
durumda olan. ama aynı yerde VIS 741 yılına kadar ayakla kalmış ve bir zamanlar
Hıristiyan ve Müslüman eemaatlerinee paylaşılmış l.atin-Bızans ürünü SI. Vinccnı
Bazı lika sı' udun alınan malzemenin kullanılmasında yatar. Dahası, hem cami hem
bazilika, zamanında bir Yunan veya muhtemelen Koııike binasından dönüştürülen
büyük bir Roma tapınağının temelleri üzerindedir. Ancak İstanbul'daki Sı. Sol'ia
Ayasol'ya bu kadar çcşilli bağlantılara sahip olabilir.
Mezıiuiia'nın ölçülen, ortaçağ Roma'smdan çok daha büyük bir kente yakışa-
cak düzeydedir. Ortadaki, duvarlarla ve süslü burçlarla çevrili Portakal Bahçesi ile
birlikte 130 m x 180 m'lik bir alanı kaplar. Ama en etkileyici yanı. İslam ve Hıristi-
yan unsurların birleştiği birçok özelliktir. Biiyük hol. ıkı kemer katını destekleyen
çok renkli bir mermer sulun orınanıyla doludur. Değişik başlıklarla süslü sütunlar
eski bazilikadan g r i m ıştır Daha alçak "al nalı" kemerler, birbirini (akıp eden beyaz
kireçtaşı ve kırmızı tuğla parçalarından yapılmışın - . Yukarıdaki yuvarlak kemerler
ise saT Roman üslupladır. Ana kuzey kapısı. DKI S sOzciiğiiniin karşılığı olan AL
\1ULK 1,11,1,Ali (İmparatorluk ve güç sadece Allah'ındır) sözlerinin ortasında melal
plakalarla kaplıdır. Nefis Güvercin Kapısının, bir ortaçağ sivri kemeriyle çevrili çok
süslü bir Arap kemeri vardır. Mekke'nin bulunduğu yönü gösteren Mihrab veya "yö-
nelme oyuğu", onu tamamen güneye yönelten Suriyeli mimarlarca yapılmıştır: tek
bir yarım-kubbe tavanın altında küçük bir sekizgen oda biçimindedir. Çok-renkli mo-
zayik bir kemer-altı yoldan girilir ve bundan önce iiç küçük Bizans kubbesinin alım-
daki geçit vardır. On dördüncü yüzyılda gotik süsleme ve feodal hanedan armalarıy-
la tazelenmiş Kraliyet Mahfelı gibi bölümlerde bile Iran farzı kül'i yazılar çok boldur.
Hıristiyan Baroku. cami içindeki sunak taşma, saçakhğa ve lııcalar Şapeline ilham
vermiştir. 1
İspanya'da, Kordoba Mezquita - sı veya eski Toledo kenti gibi pek az yer güçlü
bir süreklilik duygusu ifade eder. Günümüz turistleri, Avrupalıları matematik Yunan
felsefesi ve kâğıtla birlikle portakalla, limonla. ıspanakla, kuşkonmazla, patlıcanla,
enginarla, makarnayla, diş macunuyla tanıştıranın Müslüman İspanya olduğunun
anlatılmasından hoşlanır |XATIVAH|.
Ama sorun, sürekliliklerin az olmasıdır. Ispanya'daki Müslüman uygarlık, sa-
dece yerine başkası konarak iptal edilmemiş, m ü m k ü n olan her yerde yok edilmiştir
(Bkz. s. 374). Ziyaretçiler. K x t r a m a d u r a ' d a k i sahipsin Truiilo Müslüman kalesini ve-
ya Kaslilya'dakt çölleşmiş Vaseos kentini gördüklerinde gerçek bir tarih duygusu ya-
şayabilirler. kordoba'da, Mez<|uila'dan, kentin dışındaki Yledinct üt Zehra sarayına
çıkılır. Burası, bir zamanlar, bir "güneş ışığı yansıtma istasyonları" şebekesiyle yir-
mi dört saat içinde Mısır'la iriibat kurabilen, yabancı büyükelçilerin, taht odasına iiç
mil uzunluğunda bir gölgeliğin altından çift. sıra Berberi muhafızların eşliğinde gel-
mesini isteyetnlen bir halifenin ikametgahıdır. Bir zamanlar altı bin kişilik bir harem
dahil olmak üzere yirmi bin kişiye ev sahipliği yapmıştır. 1010 yılındaki Berberi is-
yanı sırasında yıkılmış, kalıntıları ancak 1911 yılından sonra o n a y a çıkarılmıştır. 2
"Ole" diye bağıran İspanyolların çoğu. "Allah"a bir duayı seslendirdiklerinin
farkında değildirler.
INDEX
BSKİ Kilise geleneği. Papa Innocenlius'u (yönetim d ö n e m i MS 401-4 17) ilk yasak ki-
l a p listesiyle, Papa Cclasiııs'ıı (yönelim d ö n e m i MS 4 9 2 - 4 9 6 ) konuyla ilgili ilk resmi
e m i r l e o n u r l a n d ı r m ı ş t ı r . Gelasius k a r a r n a m e s i n i n ekinde o l a n l i k kilise k a n u n u üzerı-
ne tavsiye edilen ve t a m a m l a y ı c ı nitelikte metin listeleri vardır. A m a günümü'/, bilim
a d a m l a r ı k a r a r n a m e n i n Gelasius'la ilişkisinden emin değildir. Kesin olan. Kilisenin,
ya/,ılı sözcüğün uygun, edepli o l u p olmadığını b i l d i r m e hakkını her zaman k o r u m u ş
olmasıdır. Beşinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar, A r i u s ve Photius'tan l l u s ve
Pico Deila Vlirandola'ya ( 1 4 8 6 ) kadar tek Lek yazarlara her t ü r l ü yasağı uygulamış-
lir. M a t b a a n ı n o n a y a çıkmasıyla bir adım daha atılmıştır. Z a m a n bakımından önce-
lik k o n u s u n d a yine bazı tartışmalar var ise de. Papa VIII. Innocenıius ( 1 4 8 4 - 1 4 9 2 )
bütün y a y ı n l a r için bir piskoposun izinin alınması gerekliği kuralını başlatmış ya da
iyice s e r t l e ş t i r m i ş t i r |MATBAA|.
Rönesans ve Reform sırasında üretilen kitap seli karşısında. Kilise hiyerarşisi.
Vatikan'dan gittikçe daha çok talimat islemeye başlamış; T a r e n l o Ruhani Meclisi ise
u y g u l a m a işlemiştir. Sonunda. 1557 yılında Papa VI. Paul, IihIi:x L.ibroıvm Prohibi•
lorum. "Yasak k i t a p l a r Listesi" düzenlemiştir, a m a Vatikan ile çıkan anlaşmazlık sa-
yesinde, bu ilk liste, ö r t b a s edilmiştir. Sonunda y a y ı m l a n a n . I5">9'da hazırlanan
ikinci listedir. Ruhani Meclisin lalebi iızerinc tekrar yenilenen !.~>64 Trıdcıu l n d e \ ' i
sonraki uygulamalar için bir norm oluşturmuştur. I'iu İndeks. Kilise'nııı onaylamadı-
ğı yazarlar ve kitaplar listesine ek olarak, karar verirken uygulanacak on ölçü getir-
nıişür. 1564'ıen bu yana Roma'nın "Kara l,ısıe"sı sürekli uzatılmış, kuralları ise
1596. 1664. ! 758, 1900. 1948 de değiştirilmiştir (Bkz. Kk III. s. 1334).
V'ıllar boyunca İndeks pek çok eleştiriye konu olmuştur. Hiçbir zaman etkili
olamamıştır, çünkü yasaklanan kitaplar Vatikan'ın ulaşamayacağı Rrotestan devlet-
lerde daima bir yayıncı bulmuştur. Dahası, yasak meyveler daima daha taılı olduğu-
na göre, baskı allına almak, gizlemek istediği şeyin değerini l'iilen artırmakla ciddi
biçimde suçlanabilmişim. Kilise düşmanları bunu Katolik hoşgörüsüzlüğünün bir ka-
nılı olarak kullanmakta hiç gecikmemişlerdir. Aydınlanmadan itibaren, "azat edilmiş
aydınlar". İndeksin hem lekil kararlarıyla hem de bizatihi varlığıyla alay etmekten
hiç geri kalmamışlardır. İndeksin karşı çıkmaya çalıştığı diinyayı-sarsanlar ve en
çok-satanlar listesine bakıldığında bunun nedeni de anlaşılabilir.
Ûte yandan, İndeks, içeriği itibariyle yargılanabilir. Ama laik veya dinsel. Pro-
testan. Katolik veya Ortodoks, modern Avrupa'da ki her otorite Vatikan'ın yayınları
kontrol etmek arzusunu paylaşmıştır. Sansürcüler, yirminci yüzyılın ikinci yarısına
kadar Avrupa'nın bütün ülkelerinde iş başında olmuşlardır. Papalık Indeksı'nı eleş-
tirmek adına şamata çıkarıanlaruı çoğu, bizzat kendilerinin bir kitabı yasaklamak is-
lemelerinde bir çelişki görmemişlerdir. Avrupa edebiyatı klasiklerinin Vatikan dışın-
daki makamlarca yasaklanma, yer ve zamanına bakmak bile tek başına yeterlidir:
Kuşkusuz malzeme açıkça küfürlü, kışkırtıcı, müstehcen veya gerçek dışı olduğu za-
man bile yayınına izin verilmesi gerektiğini savunan köktenci bir liberal görüş var-
dır. İnsanların iğrendikleri şeyi hoş görmelerini istemekledir. Bu görüş Musevi Kat-
liamı veya Salınan Rüşdi'nin "Şeytan Ayetleri" kıiabı hakkında çıkarılan Islami
fetva gerçeğini reddeden sözde "revizyonist tarih" ile 1980'lerde denenmiştir. Uygu-
lamada birçok liberal, kendi mutlak ilkelerinin uygulanmasından çekinmektedir.
İler toplum ve her kuşak, kabul edilebilir olanla kabul edilemez olan arasındaki de-
ğişen çizgiyle ilgili tutumunu belirlemelidir. 2 Papalık İndeksi ile çağdaş totaliter san-
sürü karşılaşlırmak doğru olmaz. 1933-19-13 Nazi Almanyasında 1917-1991 Sov-
yet dünyasında bütün kitaplar, özellikle onaylanıncaya kadar resmen yasak
sayılmıştır. Bu çerçevede, piskopos lisansı ilkesinin Indeks'ıen daha baskıcı olduğu
düşünülebilir.
1966'da Vatikan İman Doktrini Meclisi yayın yasaklamanın askıya alındığını
ilan etmiştir. O sırada indeks 4 . 0 0 0 yasak kitap içermekteydi.
Yukarıdaki bilgilerin büyük bölümü kusursuz bir kaynaktan alınmıştır, on se-
kiz cildin her birinde bir olumlu piskoposluk kararının kanıtı vardın N l l l l b OBSTAT:
"Kngel yok Hır" ve İYİ PRİM ATl.R, "Basılsın". 3
RUFİNUS
Charles Butler. Dişil Monarşi veya Arılarla İlgili bir İnceleme. 1609
.loh n Sırı ilh. Virjinya Haritası, 1612
Robert ßu rtoıı. Melankolinin Anatomisi. 1621
Ortak İbadet ve Isa Ayinlerinin Yönelimi {1675-)
Kitabı Mukaddes. Eski ve Yeni Ahit Oa/î//(1675-)
Edmund Poeocke (editor), Specimen llıstoriae Arabtım, 1650
Maimonides. Porte Atos/s(1655)
Greg. Abuliaragi lıisiorıa compendiosa dynasliatvm.
1663
|Richard Alleslree| Kadınların Çağrısı: ürkeğin Bütün Ödevleri'nin Yazarı Ta-
rafından. 1673
Johann Schaeffcr. Laponya Tarihi. 1674
II. W. Ludolf. Rusça Gramen. 1696
William Blaekstone, ingiltere Kanunları Üzerine Yorumlar. A a l ı , 1 /tij-6!-)
I*. VI. VI tiller. Rıgveda-Sanhiia: Brahnıaıtlanıı Kutsal İlahileri, 18-lf)-
1873
Lewis Carroll. Alicr'in Harikalar ülkesinde. 1867)
Morinan Davies. Tanrıların Oyun Alanı: Polonya Tarihi, (2 cill. 1981)
ZEUS
BRITO
I ' K I . A G I I S (yaklaşık VİS 360-420). bir Galli veya en azından Britanya adalarından
bir Kelı'ı.ir ("Relagiııs". onun lakabı olan "Denizin Oğlu" anlamındaki "Morgan"ın
Greko-Romen karşılığıdır). Dostları ona " l i r i ı o " derlerdi. Bir Hıristiyan ilahiyatçısı ve
dönemin önemli öğreti tartışmalarına Batı Avrupa'dan katılan birkaç kişiden biriydi.
Ortodoks öğretinin. Yunanlıların kesin ifadeyle belirti iği i'ızcrc. billurlaşmaya başla-
dığı dönemde yaşamıştır. Görüşleri dinsel değerlere aykırı sayıldığı halde yaşamsal
önemde katkılar sağlamıştır. İlahi Rahmet. l!k Günah. İnsanın Düşüşü. Özgür İrade
ve Kader gibi temci konularda kesin açıklamalar haline gelmiş l'ormülasyonlar için
onu teşvik eden I lıppo piskoposu Azız Atıgusünus ile aynı dönemde yaşamıştır. Ro-
ma'da tanıştığı bir başka Briionla. Celesiıus'la birlikte, insanın kendi iradesiyle er-
demli olabilme yeteneği, bir başka anlatımla, sorumlu davranış üzerindi! durmuştur.
Dayandığı "zil tercih gtieü" olarak bilinen temel kavram. ,ŞV navssilalis cst. pırca-
ttım non esi: si volunuıis vıııan polcsı. (İhtiyaç varsa, günah yokun': ama irade var-
sa günah işlemek mümkündür) formülünde gizlidir. Kurtuluşa doğru ilk adımın ey-
lem veya iradeyle atılması gerektiğini savunmuştur.
Bu görüşler kısmen Tanrının lüll'unu, rnlünu en aza indirgediği için, kısmen de
günahı insanın doğası olmaktan çok halası olarak görmesi nedeniyle reddedilmiştir.
I'elagyanizm kavramı, genellikle, ilk günah anlayışını reddeden veya sınırlayan ilahi-
yat görüşleri için kullanılmaktadır. On yedineı yüzyılda Armınııs ve .lansen çevresin-
de gelişen tartışmaları önemli ölçüde etkilemiştir. (Bkz. s. 533-544).
MS 410 yılında. Roma'daki Got kuşatmasından kaçan Pelagius ve Selestiyus.
sonraki öğreLisel suçlamalarıyla karşılaşacakları kuzey Afrika'ya sığınmışlardır.
Kariaca Ruhani Meclislerinden biri altı temel hatayı kınamıştır:
Ermeni Kilisesi, eyaletin hâlâ Roma lmparatorlugu'na ait olduğu dönemde ge-
lişmeye başlamıştır. Kelt Kilisesi gibi Ermeni Kilisesi de merkezle butun tema-
sını kaybetmiş ve sözcüğün tam anlamıyla alışılmışın dışına çıkmış, eksantrik-
leşmiştir. Keltler Pelagiyanizme geçerken, Ermeniler Monofizitizm'e dönmek-
ledirler. Hıristiyanlık Gürcistan'a, ülkeyi Kapadokyalı mühtedi bir köle-kızın
çekip çevirdiği sırada, MS 3 3 0 yılında ulaşmış, Ermenistan'dan bir adım uzak-
laşarak Asya politikasıyla daha az ilgilenmiş ve Konstantinopolis ile ilişkileri
korumuştur. (Gürcistan Kilisesi, 1811'de zorla Rus Ortodoksluğuna bağlanın-
caya kadar ayrı ve sürekli bir tarihe sahip olmuştur.) Uçımcü Genel Ruhani
Meclis, bir Ruhani Meclisler serisi oluşturarak MS 431 yılında Efes'te toplanır.
Doğu ve Batı kiliseleri tarafından tanınan yedi Ruhani Meclis, 1. İznik (MS
3 2 5 ) , 1. Konstantinopolis (MS 3 8 1 ) , Efes (MS 4 3 1 ) , Kalkidon (Kadıköy) (MS
4 5 1 ) , II. Konstantinopolis (MS 5 5 3 ) , 111. Konstantinopolis (MS 6 8 0 - 6 8 1 ) , 11.
İznik (MS 7 8 7 ) ruhani meclisleridir. Efes ruhani meclisinde dine aykırı Nastu-
rilik sapkınlığını kınamıştır. Gibbon, Efes ruhani meclisini bir "Kilise içi ayak-
lanma" olarak nitelemektedir. Öncekiler ve sonrakiler gibi o da, Kilise işlerin-
deki en yüksek otorite olduğunu iddia eden Konsıınopolis'teki İmparator
tarafından toplanmıştır. Tamamen Doğulu piskoposların hâkimiyeti altında
geçmiştir. Batılı Piskoposlar kararları artan bir gönülsüzlükle kabul etmişler-
dir.
Öğreti ayrılıkları, görünürde Hıristolojinin (İsa bilim) deva bulmaz kılı
kırk yarma alışkanlığı üzerinde; İsa'nın kişiliği üzerinde, isa'nın iradesi, Kuısal
Ruhun meydana gelişinde İsa'nın rolü üzerinde durmakladır. İsa, sadece ilahi
kişiliğe mi yoksa hem insani hem ilahi ikili bir kişiliğe mi sahiptir? Ortodoks
liderler DiyoTizitizm'i (Diophysitism-çift doğacılık) desteklemişler ve Kalke-
don Tanımlaması (MS 4 5 1 ) içinde, iki Yapıda, "karışmaz, değiştirilemez, bölü-
nemez ve ayrılamaz" şekilde birleşmiş Tek İnsan" formülünü onaylamışlardır.
Monofizitisıler (Monophysitism-tek doğacılık) kınanmıştır; ama onlar Do-
ğudaki gelişmelerini sürdürmüşlerdir. İmparatoriçe Todora ile Ermenistan,
Suriye ve Mısır Hıristiyanlarının çoğunluğu Monofizittir. isa'nın tek iradesi mi
yoksa çift iradesi mi vardır? Honorius, MS 634'te Konstantinopolis'e yazdığı
bir mektupta "tek irade" deyimini dikkatsizce kullanmıştır. Ama Ortodoks li-
derler, MS 681 yılında altıncı Genel Ruhani Mecliste kabul ettikleri Dioteli-
tizm'i (Dioıhelitism, çift irade) desteklemişlerdir. Monotelitisder (Monotheli-
tism, lek irade) kınanmış ve Papa Agapo'nun delegeleri Meclis'te yönetimine
kabul edilmişlerdir. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh Üçlemesi içinde, Kutsal Ruh,
kutsallığın tek kaynağı olarak Oğul aracılığıyla Baba'dan mı titremektedir yok-
sa Baba ve Oğul'dan birlikte, ortaklaşa mı türemektedır? Konstantinopolis, per
/ilium'u (Oğul aracılığıyla), Roma/ilto<jue'u (Baba ve Oğul'dan birlikte) savun-
muştur. Sorun, ilk kez MS 589'da İspanya'da su yüzüne çıkmış ve dokuzuncu
yüzyılda büyük kopmalara yol açmıştır. Hiçbir zaman da çözülememiştir.
Monastisizm'in (dinsel inzivanın) çekiciliği, siyasi ve sosyal düzensizliğe
bağlı olarak artmıştır. Doğunun tekil veya cemaatsel monastisizm uygulamala-
rı Batıya da yayılmıştır. İlk cemaatsel manastırlar Batı Roma İmparatorluğu-
nun çökmesinden önce görülmüştür. St. Martin Liguge manastırını MS 3 6 0 yı-
lında kurmuştur. Ama en büyük etkiyi, eıı yaygın şekilde benimsenmiş inziva
kurallarını oluşturan Nursialı Benedictus'un (yaklaşık MS 4 8 0 - 5 5 0 ) kurduğu
manastır yaratmıştır, imparatorluk otoritesi özellikle Batı eyaletlerinde zayıf-
larken, manastırlar barbar çölünde klasik öğretinin bir vahası işlevini gittikçe
daha çok yerine getirmişlerdir. Hıristiyan öğretinin, Yunan felsefesine ve Latin
yazarlara hayranlıkla birleşmesi, Doğuda, özellikle İskenderiye'de uzun za-
mandır kabul edilmektedir; ama Batı'da işlenmesi gerekmiştir. Bu anlamda en
önemli kişilik, Cassiodorus diye de tanınan, Ostrogot kralı Theodorus döne-
minde İtalya valiliği yapmış Senatör Flavius Magnus Aurelius'tur (yaklaşık MS
4 8 5 - 5 8 0 ) . Belisarius'un gelmesinden sonra bir manastıra çekilerek, ruhani ve
cismani konuların birbirinin tamamlayıcısı olarak görüldüğü bir eğitim siste-
mini savunmuş ve eski belgeleri toplamaya başlamıştır. Bunun için biraz geç
kalmış bile sayılması mümkündür (ANNO DOMIN1] [BAUME],
Yedinci yüzyıldaki islam şoku, Hıristiyan aleminin çehresini sonsuza dek
değiştirmiştir, islam, Akdeniz ülkelerinin kültürel birliğine son vermiş ve on-
ların kuzeydeki ileri karakollar üzerinde her zaman uygulayageldikleri
hâkimiyeti kırmıştır. İran, Suriye ve Mısır'ı alarak beş Patrikten, in partifcus ın-
gidehıtm olarak çalışmaya zorlanacak üçünü (Antakya, Kudüs ve İskenderiye)
belirleme gücünü elde etmiştir, islam'dan önce Roma Patriği, dört Yunanlıya
karşı tek ses olarak konuşmaklayken İslam'dan sonra denge "bire bir" haline
gelmiştir; Roma Kilisesi daha büyük bir manevra alanı kazanmıştır. Dahası,
Doğunun Monofizistleriyle olan tehlikeli tartışma çözülmemiştir. Yeni Müslü-
man hükümranlar, dine aykırı düşüncelere karşı Ortodoks Htristıyanlardan
daha hoşgörülüdürler. Bu sayede Monofizist Ermenistan, Suriye ve Kıpti Kili-
seleri tekrar birleşmeye çağrılmaktan tamamen kurtulmuşlardır.
Belki en önemlisi de, Islamm, Hıristiyanlığı dünyadan koparmasıdır. ls-
lamdan önce Hıristiyan indileri hem Seylan'a hem Habeşistan'a ulaşmıştı; İs-
lam'dan sonra ise, yüzyıllar boyunca Asya ve Afrika'da daha fazla yayılmaları
etkili biçimde engellenmiştir. Çoğu Hıristiyan, ömründe hiçbir Müslüman
görmemiş, ama hepsi de tslamın gölgesinde yaşamıştır. Aslında islam, içerisin-
de Hıristiyanlığın bütünleşip tanımlanabileceği sağlam dış kabuğu ve bu an-
lamda nihayet "Avrupa" denilen şeye tek ve en büyük itici gücü sağlamıştır.
ANNO DOMINI
İSA'NIN doğuırıtından altı asır sonra. "Hıristiyan Döncm"de (Miladi Tarih) yaşadığı-
nın bilincinde olan pek ay, insan vardı. Gerçeklen. "İsa'nın Galile'de yurümcsi"ndon
bu yana tarihin leıııel kronolojisi, Vtınanca konuşan bir İşkil keşiş ve tahminen MS
">ö0 yılında Roırıa'da ölen Cassiodorııs'un bir dostu olan Dionysitıs Ivvigtıus'tın ça-
lışmasından önce oluşmamışı ır. Bu çalışma. Dıonysius'tın. yılların sayımının İsa'nın
Yeniden Dirilişi'ne bağlı olması ve başlangıcın Tebliğ Günü (Cebrail tarafından Mer-
yem'e ulaştırılan haber) olması gerektiği yolundaki düşüncesidir, lîu tarihi, ^ani lîi-
ritıei Yılın Birinci Günü'ııü. MS 2"> M a r t a . İsa'nın doğum giinu olan 2"> Aralık'Lan do-
kuz ay öncesine sabıllemışiir. Geriye doğru sayılan bütün önceki yıllar, : m w
Chrisiıını (AC) veya "İsa'dan Önce" (BC - YIÖ. Milattan Önce) olarak; sonraki yıllar
ise "Yeniden Doğuş'tan sonraki Yıllar" veya Anni Dommi. "Efendimizin Yıllan" (Al) -
VIK Milattan Sonra) olarak belirlenmiştir. Sıl'ır yılı yoktur. 1
Miladi Tarih veya Ortak Tarih'ien önceki çok daha ıızıın yüzyıllar, önce Latin
sonra Doğu kiliscsi'ncle değerlendiril in iştir, kronoloji üzerine tür kitap olan Dc Tem-
Itibus'un yazarı Saygın Bede (Y1S 673-735). sekizinci yıızyılııı başlarında İngiliz Kili-
sesi Tanhi'm yazarken yeni sistemi tamamen kabul etmiştir.
btı sırada her türlü yerel kronoloıı de yürürlükledir, ün kullanışlı sistem, salta-
nat yılları sistemidir. Tarihi zaman, saltanat dönemleri ve kuşaklarla ölçülmüştür.
Tarihler, belirli bir imparator, papa veya prensin saltanatında bulundukları noktaya
göre belirlenmiştir. Vlodel Kski Alı i ite de vardı i: "Astır kralı Şalmaneser'in Samana
üzerine y ü r ü y ü p kuşattığı yık israil Kralı Kİ ah'm oğlu lloshea'nın yedinci yılı olan,
Kral llezekialTnın dördüncü yılında meydana geldi..."
Miladi Tarih birçok rakip- kronoloji sistemiyle rekabet etmek zorunda kalmıştır.
Yunan Olimpiyatlar Tablosu, yani MÖ 1 Temmuz 776'da Coroebııs Ülimpıyadıyla
başlayan Olimpiyatlar arasındaki dört yıllık dönemler, MS dördüncü yüzyılın sonu-
na kadar devam etmiştir. İskenderiyeli Rumlar tarafından kullanılan Naboııassar'ın
Babı! Tai'ihi. ortaçağda Batlamyus'ıın eserlerinden ianınmışlır. Başlangıç noktası.
MS 26 Şubat 747 Çarşamba'ya eşitlir. Selevkoslarm, Babil'ııı MÖ 311 yılında Selou-
kus Nıcator tarafından işgaliyle başlayan Makedonya Tarihi. Doğu Akdeniz'de yay-
gın bir şekildi 1 kullanılmıştır Vlusevıleree "akitler tarihi" olarak bilinen Makedonya
Takvimi, yine Musevileree on beşinci yüzyıla kadar kullanılmıştır. Roma Tarihi.
"Kentin Kuruluşu"ndan |AUC| sonra yılların geçişi esasına dayanır. İspanya'da Se-
zarlar Tarihi. Iberya'nın MÛ 39 yılında Okl.avianus tarafından fethıylc başlamış; Vi-
zıgoilar tarafından da kabul edilerek, Katalonya'da 11fiO'o. Kasfılya'da 1382'ye.
Portekiz'de N l Ö ' e kadar yürürlükte kalmıştır. Hicri tarihin başlangıcı. \IS 16 Tem-
muz 622 Cuma'ya denktir. Bulun Müslüman dünyasında yürürlüktedir.
Bu karmaşa içinde İsa'nın doğum tarihinin Dionisıus Kxıguus tarafından yapı-
lan hesabının yanlış olması şaşırtıcı değildir. Dionisyus. Birinci Yılı. önce Oluııpik
195 tarihiyle: ikinci olarak "kentin kuruluşundan itibaren" ( A l . 0 754 ılo: son olarak
ve yanlışlıkla "Auguslus'ıın oğlu C. Caesar'ın ve Paıılus'un oğlu I- Aııtilıus Pau-
lus'un Konsüllüğü" ili; eşitlemişiir. Aslında isa'nın gerçekten MS I yılında doğduğu-
nu kanıtlamanın hiçbir anlamı yoktur. Gerek Lukka'yı gerek Matıa'yı izleyenlere gö-
re. Miladı Taritı. ya Büyük l l e r o d ' u n son yılında (MÛ4) ya da Kilislin'de Roma
İmparatorluğunun ilk nüfus sayımının yapıldığı tarihle (MS 6-7) başlamıştır.
Museviler için olduğu gibi Hıristiyanlar için de birinci tarih yılı. Yaradılış Yılı
veya Anmış Mimdi'dir. Bizans kilisesi bu tarihi, Ortodoks dünyanın bir kesiminde.
Yunanistan ve Rusya'da modern zamanlara kadar dini takvimin esası olarak kalan
MÖ 5509'da sabitleştırmıştir. Musevi dm adamları, modern Musevi takviminin baş-
langıç noktası olaıı MÖ 3760 yılını tercih ederler. Kıpti Kilisesi de İskenderiye Kilise-
si gibi YIÖ 5500'ü esas almıştır İngiltere Kilisesi ise 1650 yılında Başpiskopos I s -
her zamanında. MÖ 4 4 0 0 yılında karar kılmışım
Doğu. klasik ve Hıristiyan kronolojilerinin eleştirel karşılaştırmalarının yapıl-
ması ve uyumlandırılmaları için. Rönesans'ın büy ük bilim adamı Joseplı Scaiiger'ın
CI5-10-1609) beklenmesi gerekmiştir. Scalıger'ın. Protestan çıkarlarını dikkate alına-
rak yazılan l)c Hımndulıonc Tr-ınponım "Tarihlerin Reformu" adlı çalışması, Papa
Gregorius'un Jıılyen takvimi reformuyla eşzamanlıdır. Kronoloji biliminin ve tarihsel
zamanın ölçümü ile ilgili modern yaklaşımların başlangıcını oluşlurııııışlur. 2
Ancak "Yeni Tarz" olarak bilmen ve Kaıolik Avrupa ülkelerine 1585'te giren
Gre-goryeıı Takvim, bülün dünyada kabul edilmiş değildir. Protestan veya Ortodoks
ülkelerin çoğu. "Kski Tarz" .lülyen takvimiyle devam etıtıış. Yeni Tarzı, ruh onları ha-
rekele geçirince!!) kabul etmişlerdir: Iskoçya 1700'de. İngiltere 1752'de. Rusya
1917'de. İki takvimin de kullanıldığı ıızıın dönem boyunca, bülün uluslararası ha-
berleşmelerin İkisine de atıfla yapılması, mektupların iki tür tarihi de taşıması ge-
rekmiştir-. " V I 2 Mart 1734" veya 24 Kkım/7 Kasım 1917".
Sonuç olarak merak edilen pek çok nokta hâlâ geçerlidir. Takvimler arasındaki
fark. on yedinci yüzyılda on veya on bir gün olduğuna göre. Dover'den kalkıp Manş
Denizini geçerek Calais'ye, ancak gelecek ayın ortasında ulaşılabilecektir. Aynı şekil-
de. Kskı Tarz yıl 25 VlariTa. Yeni Tarz yıl 1 Ocak'ta başladığına göre, Calaıs'ten bu
yıl ayrılıp Dover'e bir önceki yıl ulaşmak mümkündür. Rusya'da 17 Aralık 1917 ile
I Ocak 191fi (Yeni Tarz) arasında hiçbir şey olmamıştır. 1918'dcn 1910'a kadar.
Sovyet komünistleri, Fransız devrimcilerini taklit ederek yedi günlük haftayı kaldır-
mış. gün adlarını sayılarla değiştirmiş ve "Devrim Yıllarını" 1917'den itibaren say-
maya başlamışlardır 3 [VENDEMAİRE).
BAUME
VI ICH Kl,İN Rehberi. Baumc Manasiın'nm İrlandalı keşiş Sl. Colomban tarafından al-
tıncı yüzyılda kurulduğunu yazar. Adının Keltçe orijinali "mağara, yeraltı odası" de-
mektir ve Avrupa'nın en dramatik yerleşmelerinden birinde: engin bir kireçtaşı vadi-
sinin tabanında, Baıırne Ovasında. Jura'nın çam ormanlarının derinliklerinde yer
alır. Doubs hietıri üzerinde elli mil öiedeki, kör Sl. Odile'in tekrar görmeye başladığı,
aynı adı taşıyan bir kadınlar manastırı gibi Baume Maııasfırı'nm da, Galya-Roına
uygarlık alanının ı>agarı Burgondlar tarafından zapt edildiği ve Hıristiyanlığın, uzak
ıssız bölgelerde münzevi lopluluklarca yeniden kurulmakta olduğu bir dönemden
kalma olduğu söylenir. Yüzlerce köy ve benclicitım arazisine hükmederek büyük bir
zenginlik kazanmış ve giiçlü bir kurum haline gelmiştir. Sonunda manastır kendini
aristokratlk düzende laik leşin ıs bir topluma dönüştürmüştür. Devrimcilerin, manas-
tırı feshedip anıtlarının çoğunu parçaladığı ve kasabanın Baume-les-Moines olan adı-
nı Boume-les-Vlessieıırs olarak değiştirdiği 1790 yılma kadar ayakta kalmıştır. 1
Hıristiyanlıktaki dinsel inzivanın (monastısızm) tarihinde, Batime benzeri Bur-
gonya toplulukları, anlik dünyanın (İrlanda'da hâlâ korunan) inziva sistemiyle,
onuncu yüzyıldan itibaren ortaya çıkan büyük ortaçağ kuruluşları arasında önemli
bir bağ oluştururlar. Nihayet. Berno ve yoldaşlarının büyük Cluny manastırını kur-
mak i ç i n 9 I O ' d a yola çıktıkları yer de Baume'dir (Bkz. s. 345).
Ancak Baumc'nın geçmişiyle ilgili bu ayrıntıların çoğunun, olsa olsa doğrulan-
mamış söylenceler olduğunu öğrenmek Michchn Rehberinin okuyucuları için bir düş-
kırıklığı olacaktır. Baume'u SL. Colomban'a bağlayacak sağlam kamı, yokum, alımcı
yüzyılda kurulduğunu kabul etmek için de bir neden yokıur. Aslında Balma'da, bir
e r / M a ilan ilk kez kesin olarak söz edilmesinin tarihi, onun Baume-les-Dames'a Sı.
Odile manastırından daha yem olduğunu kanıtlayan 869'dur. İler ihlimalde, St. Co-
lomban ile ilişki, böylece baba ocaklarının şeceresini süslemek isteyen Cluny keşişle-
ri tarafından ieal edilmiş olmakladır. 2
Aynı kuşkular. Baume'un en renkli siması. XIV. I.ouis döneminin otuz yıllık baş
rahibi Watieville Senyöriı Jean (1618-1702) hakkında da vardır. Asker, kalil ve ke-
şiş U'atleville. bir keresinde yargılanmaktan kaçıp, papalık tarafından affedilmeden
önce paşalık ve Vlora valiliği rütbesine yükseldiği İstanbul'a sığınmıştır. Saini Si-
mon'a göre. samimi bir pişmanlıkla günahının kefaretini ödeyen günahkarlara ör-
nektir. kayıtlara göre ise, ihanetiyle kendi memleketi olan Krnache-Comle eyaletinin
Kransızlar tarafından kaba bir şekilde fethini kolaylaştıran müzmin bir dönektir. Me-
zar taşında şunlar yazılıdır:
Bu nedenle Banme. efsanenin olduğu kadar tarihin de esasını oluşturur. İnsan, geç-
mişi her zaman kendi amaçları doğrultusunda kullanmak ihtiyacındadır. Bilimsel
monografi yazarları, kaybedilecek bir oyun oynamakladırlar. Geçmiş, gelecek kuşak-
lara aktarılırken daima gerçeklerin, efsanelerin ve açık. kesin yalanların yanıltıcı bir
karışımı olacaktır.
Papalığın serbest olması belirli bir tarihe bağlanamaz. Roma Patrikleri, üstün-
lük iddialarını ortaya atmalarından çok önce de geniş bir özgürlük alanı ka-
zanmışlardır. Kilisenin Latin ve Yunan kesimleri arasındaki büyüyen farklar,
geçici ama sık ayrılıklara yol açmışıır, telafisi imkânsız bir kopmaya değil.
Şans eseri, ilk dörı yüz yılda, yani Roma kenti hâlâ İmparatorluğun kalbi du-
rumundayken, Roma Kilisesine genellikle Yunanlılar ve Yunan Felsefesi
hâkim olmuştur. I. Leo (MS 4 4 0 - 4 6 1 ) , Latinliğini vurgulayan ilk Papa'dır. Ay-
nı dönemde Latin Patrikler, sivil otoriteyle olan birçok kavgalarında Roma
kentinin arkasına sığınarak siyasi kontrolden hep uzak kalmışlardır. Sonuç
olarak Batı için çok tipik ve Doğu için çok yabancı olan dinsel ve laik otorite-
nin ayrılması, o andan itibaren yerleşik bir gerçekliktir. Altıncı yüzyılda Roma
Patrikleri, öncelikle, jüsrinianus ve sonra da Lombardlar döneminde impara-
torluk gücünün yeniden kazanddıgına tanık olmak zorunda kalmışlardır. Bu
patriklerden ikisi, Silverius (MS 5 3 6 - 3 7 ) ve Vigilius (MS 5 3 7 - 5 5 5 ) , imparator-
luk yetkilileri tarafından tutuklanmışlardır, ikincisi, ayrıca imparatorluk yetki-
lilerinin Monofizit tartışmasıyla ilgili vahşice zorbalıklarına boyun eğmiştir.
Aziz Peırus'un tahtına oturan ilk keşiş 1. Gregorius (MS 5 4 0 - 6 0 4 ) , genel-
likle hem idari yetenekleri hem de ilkeli tutumu dolayısıyla müstakbel papalık
gücünün mimarı olarak görülmüştür. Kendi kendine yakıştırdığı nitelemeyle
"Tanrının hizmetkârlarının hizmetkârı" olarak, Roma şehrinin sivil işlerini yü-
rütmüş, Lonıbard krallarıyla bir yerleşme sorununu müzakere etmiş, Kilise top-
raklarını ve maliyesini yeniden düzenlemiş, Roma'nın Afrika, İspanya, Gaiya ve
Britanya ile ilişkilerini düzeltmiştir. Rcgıda Pastoralis (Kırsal Kural) adlı eseri,
hızla ortaçağ piskoposlarının el kitabı haline gelmiştir. Konstantinopolis'teki
biraderini (Konstantinopolis Patriği), "Ekümenik Patrik" (Bütün Hıristiyan
âleminin Patriği) unvanını kullanmasından ötürü sık sık protesto etmiştir. Öl-
düğü sırada denge Roma lehine değişmekteydi. Kafaları Müslümanların şiddetli
saldırılarıyla meşgul jmparatorlarsa, imparatorluk iddialarıyla ilgili umul verici
gövde gösterilerine rağmen, italya üzerindeki bütün nüfuzlarını yitirmişlerdir.
Monotelit sorunun bir sonucu olarak, Kırım'da sürgünde ölen son şehit papa I.
Martin, Ravenna Valisi tarafından yakalanarak kamçılanmış ve Konstantinopo-
lis'teki bir mahkeme tarafından sürgüne gönderilmiştir [ C A N T U S ] .
CANTUS
a. • t
b.
e. t - ® 7- J W
a) M. Yüzyıl çubuksıız Kutisma Notlanıa sistemi, b) 12.-13. Yüzyıl. Yuııan-
Bızans harf sistemin in kullanılan Kus nol alama sistemi, e) 17-20. Yüzyıl. Rus Orto-
doks ayin müziği notalama sisteminde- kullanılan müzikal işaretler.
(Yİ anlı a bey'e göre.)
Krank yazar St. Amandlı I hıebald'ın (yaklaşık VIS 840-930) De harmonim HIS-
Ululionc adlı incelemesinde açıklandığı üzere. Batı'da. aksanların Kaimce metnin he-
celeri üzerine yerleşürildiği benzer bir uygulama kabul edilmişlir. Sı. (ialili Notger
Bu Ihtı lus. (ro/w'lan yani "esas şarkı üzerine eklim m iş melodi leri" geliştin niştir. On
bir inci yüzyılda, müzikolog Gııido d'Arezzo (yaklaşık VIS 993-1050). sol-l'a l on iğin in
atası olan bir ııotasyon sistemi bulmuştur.
D'Arezzo. yani Vali izci Yahya İlahisinin tu qucani Iaxis mısramdaki ilk Hecele-
ri alarak, pesıen tize geçen allılı IT-RI'l-Ml-SOb-I.A-KA akorunu oluşturmuştur. Ye-
dinci hece olan (S)anete (l)olıannis karşılığı olan Sİ. daha sonra eklenmiştir. D'Arez-
zo. bugünkü beş satirli portenin öncülü olan on satıra kadar ulaşan uzamsal bir
porle de gelişiırmişlir. Bu portenin, hareketli bir anahtar işareti. "nokıalar"dan ve
"çubuklar"daıı oluşan bir "kan: noiasyon"tı vardır. Notaların sabit, süreleri ıın yoksa
vurgulamaları mı sapladığı tartışmalıdır:
(Kutsal Yahya, bırak senin örneğin kalsın aklımızda. / Önce birlikte senin muci-
zelerini söyleyebiliriz. / Kalpler yola getirilmelidir ve bizi bağlayan zincirler /
Param parça edilmelidir.) 3
On ikinci yüzyılın sonlarından itibaren. Gregoryen şarkı, iki veya daha fazla melodik
serinin bağımsız olarak söylendiği çokseslilik sanatıyla zenginleştirilmiş, uygulama,
enst rümantal eşliğin gelişmesini teşvik etmiştir. Ortaçağ kulağı sadece oktavlar, beş-
likler ve dörtlüklerin uyumunu ayırt edebilmiştir. Ama muhtemelen halk şarkıları ve
halk danslarından sabit ölçülerin (mezürlerin) öğrenilmesi ve melodilerin kesiştiği
yerlerde kontrpuan ihtiyacı, ritm ve armoni çalışmasını özendirmiştir. Bunlar, melo-
dıyle birlikle, modern müzikal romum ıcmel unsurlarını oluşturmuşlardır. Kanon sa-
natı ise on üçüncü yüzyılda başlamış ve ondan sonra, müzikal cümlenin standart
sözcük hazinesi, geniş bir duygu ve anlam alanına ıletilebilmıştır. Kısaca, Avrupa
"müzik dilı"niıı. Kilise müziğinden Slra\ insky'c uzanan kesini isiz bir tarihi vardır;'
On dokuzuncu yüzyılda "Sicilya harekeli" denilen akım, Gregoriyen şarkıyı Av-
rupa müziğinin tek gerçek kaynağı kabul etmiştir. I.e Mans yakınında bulunan Soles-
mesli lîenediktin keşişleri, bu hareketin teori ve pratiğini yeniden oluşturmayı üst-
lenmişlerdir. Başka eserlerle birlikte biszt'ın Chrisi.us'ma da esin veren çalışma-
ları. günümüzün en önemli otoritesi kabul edilir.
Sekizinci yüzyılda İmparator, Batı'da artık bir güç gösterisinde bile bulanama-
maktadır. MS 7 1 0 yılında İmparator II Justinianus, Roma Patriğini Konstanti-
nopolis'e çağırır ve bir Suriyeli olan Patrik Konstantin (MS 7 0 8 - 7 1 5 ) , görev bi-
linci ve saygıyla itaat eder. Görüşmelerinde (Roma Piskoposu ile iktidardaki
imparator arasında son görüşme olduğu kanıtlanmıştır) imparator, günahları-
nın affı ve dostluk karşılığında, tören gereği de olsa Patrik'in ayağını öpmüş-
tür. Ama Constantinus kısa bir süre sonra öldürülmüş ve Ravenna eyaleliyle
ilgili anlaşmaları geçersiz kalmıştır. MS 732'de İmparator Leo, Loınbardların
eline geçen Ravenna eyaletini geri almak ve Ikoııoklasm fermanına karşı çıkan
Patrik III. Gregorius'u (MS 7 3 1 - 7 4 1 ) yakalamak için bir donanma kurar. Ama
donanma Adriyatik denizinde batar. Bu tarihten sonra, uygulamayla ilgili her
konuda Patrikler tamamen bağımsız hale gelmiştir. Sonraki hiçbir Roma pis-
koposu seçilirken asla imparatorluk himayesi (himaye) aramamıştır. Konstan-
tinopolis'ten hiçbir resmi görevli asla Roma'da yetki kullananıamıştır.
Roma Patrikliği, her durumda bağımsızlığın destekleyecek araçlara sahip
olmuştur. İslam'ın Kudüs yolunu kapatmasından sonra büyük bir önem kaza-
nan Roma hacemm koruyucusu olarak büyük bir saygınlık kazanmış ve hazır
bir geliri elde etmiştir. Papalık kararnamelerinde söz konusu olan geniş yargı-
lama hakkını, özellikle Kanon (Din Hukuku) kodifikasyonundan (yazılı hale
getirilmesinden) sonra uygulamaya sokacağı bir hukuki karar organına sahip-
tir. Hızla ve çokça genişleyecek olan Aziz Petrus mülkü (Kilise topraklan),
dünyevi güç için sağlam bir temel kazanmıştır. Lombardlarla ve sonra Lom-
bardların rakibi Franklarla ittifakında, uluslararası korunma araçları elde et-
miştir. Hıristiyan Kilisesinin birliği, teoride hâlâ vardır, ama gerçekte yok ol-
muştur. Papa unvanı, bir zamanlar bütün piskoposlara memnuniyetle ve-
rilmişti. Oysa, bu tarihten sonra sadece Roma piskoposlarına tahsis edilmiştir.
Papalığın asıl doğduğu dönem budur [ R E V E R E N T İ A ] ,
ikincisi İznik'te yapılmış olan Genel Ruhani Meclislerin yedincisi, lko-
noklasm konusuna tahsis edilmiş; Roma'dan, I. Hadrianus tarafından gönderi-
len bir görüş doğrultusunda karar almıştır: Tasvirlere saygı duyulabilir, ama
Tanrı'ya gösterilenle aynı düzeyde değil... Roma ve Konstantinopolis'ın inanç
sorunlarında ortak eylem içinde olduğu son olay budur.
REVERENTİA
Hıristiyanlık İhracı, MS 3 9 5 - 7 8 5
I0NA
YAŞU aziz Colomba 587 Mayısında bir akşam, ufacık, ağaçsız Hebrid adası lo-
na'daki kendi manastır kilisesinin mihrap mci'divenlerınde son neresini verir. 0 sıra-
da Vlezmurları (ilahileri) kopya etmektedir ve tam da otuz dördiineti mezmurtın vez-
nini uyarlamıştır: "Allah'ın iyi şey istemeyeceğini savunurlar..."
Donegalli olan Colomba, on iki erkek kardeşiyle \1S 563 yılında Innis Dıvi-
niüh, "Druids Adalan"na çıkmadan önce. Derry'dcrı başlamak üzere irlanda'da bir-
çok kilise kurmuştur. Kendi ada kilisesinde Dalriada Kralı tacını giyen "Iskoçya Ha-
varisi". Keli Hıristiyanlığının ve Gal uygarlığının Baıı Iskoçya'da yayılmasında etkili
olur. Norihumbria'daki I, inci ıslar ne misyonu, onun cemaaliyle birlikle Kuzey İngilte-
re'nin llırisliyanlaştırılmasına başlayacaktır. Canterburyli St. Augustınus'un Kem
kenlinde Roma misyonunu kurduğu yıl ölmüştür.
Keli Kiljsesi'ııin loııa'nın kaderi üzerindeki etkisi ibret vericidir. Ada. YIS 806
yılında, başrahip ile altmış sekiz keşişin öldürüldüğü korkunç Yikıng saldırısından
kurtulmuştur. St. Colomba keşişlerinin geleneği, Adalar t,ordu Kegınald'ın. yaklaşık
1200 yılında onların yerine bir Benedikt'in manastırı ve Augustinus rahibeler ma-
nastırı kurmasıyla lerk edilmiştir. Bu kuruluşlar, 1560'la yeniden düzenlenen İskoç-
ya Kilisesi monasıisizmi laınamen kaldırdığında zaten ya ölmüş ya da ölmek u/.cıv-
dır Adada. 1899'da monaslisizmi bir restorasyon görüşüyle Iskoçya Kilısesi'ne
yeniden sokan Argyleli Campbell Dükleri'rin eline geçer. Yeniden inşa edilen kated-
ral. 1905'te yeniden takdis edilir. M i i m e n i k çalışma ve ibadete adanarak yeniden
oluşturulan lona cemaati. 1938'de Dr. George Maclcod tarafından bulunmuştur. 1
İler çağın kendine özgü bir Hıristiyanlık alameti vardır.
İtalya'da ise pulatapar Lombardlar, hemen hemen aynı anda, kralları Agi-
lulfun, bir Katolik Frank olan Theodelinda ile evlenmesi vesilesiyle Hıristi-
yanlığı kabul etmişlerdir. Lombardiya'nın demir tacı, Lombardların kurduğu,
Milano yakınlarındaki Monza bazilikasında kitabesiyle birlikte görülebilir:
AGILULF GRATIA DEI VIR GLORIOSUS REX TOT1US ITALIAE O F F E R T
SAN C T O 10HANN1 BAPT1STAE İN ECCLESS1A MODİCAE. Katoliklerle Ar-
yanlar arasındaki çatışma, MS 6 8 9 yılında Coronate'deki nihai Katolik zaferine
kadar sürmüştür {CÜZAM],
COMPOSTELA
KKSANKVK göre Havari Aziz Ishak'ın (Sı. Jaeques, Sı. .lanıcs. San Diego). kopuk ba-
şı ile birlikle Filistin'den Galiçya'ya iaş bir sandal içinde dördüncü yüzyılda bilinme-
yen bir larihıe getirilmiştir. Sandalın bağlandığı palamar babası Corımna yakınında-
ki Padron'da. küçük iskele kilisesinde muhafaza odilmekLedir. Olayın haberi daha
hızla yayılmaya başlamış ve iki yiizvıl kadar sonra l.ibredon'da veya Santiago'da
(San D i ego - Santiago) Aziz Ishak'ın türbesinin bulunduğu yer. giıiikçe arlan mik-
larda bir hacı akmına uğramıştır. MS 859 yılında San Diego'ya yapılan bir dua, l,e-
on llırisliyanlarına Kuzey Afrikalı Müslümanlara karşı mucizevi bir zafer kazandırır.
San Diego (Aziz Ishak), Malamoros. yani "Kaslı öldüren" lakabını alır. 899'dan son-
ra San Diego'ya mezarı üzerinde, hancın simgesi olarak bir katedral inşa edilmiştir.
Amblemi hacıların ad listesi ve Atlantik yıldız kabuğu la tvmposuia'dır.
İlacıların motivasyonu basit değildir. Bazıları ünlü azizlerin, kendi ruhları için
aracılık edeceğine olan güçlü inançtan yola çıkmıştır, bazıları şifa bulmak için. Çoğu.
arakadaşlık keyfi için, eğlenceli bir macera için veya kazanç ya da bir şeyden kaç-
mak gibi daha temel gerekçelerle gitmiştir, Santiago özellikle çekicidir, çünkı) "insa-
nın gidebileceği kadar" uzaktadır ve ayrıca Kilise tarafından resmi bir tövbe yeri ola-
rak belirlenmiştir.
Dört uzun hacı yolu. Santiago'ya Balı Avrupa'nın ortasından geçerek ulaşır
(Bkz ek III. s.1313). Bir yol, Paris'teki St. Jaetıııes Kilisesi'nclen başlar, Tours. Poıli-
ers, Saınıcs ve Bordoeaux üzerinden güneye gider. İkincisi. Burgonya Yezelay'dekı
Azize Marie Madeleinc kilisesinden çıkıp Boıırgcs ve Kimogcs yoluyla güney batıya
iner. Üçüncü yol. Auvergne'de. Ke-Puy-en-Velay'daki Nötre Dame, katedralinden baş-
lar. Bu iiç yol. Pirenelcr'deki Roncevalles geçidinde birleşir. Dördüncü yol. Ar-
les'daki Sı. Troplıime'den ayrılır, balı yönünde Totılouse'a gider. Gol de SoınporiTa
Pireneler'i geçer ve öteki üç kolla Arga Nehri üzerindeki Ptıenıa la Reina'da buluşur.
Son iki yüz elli mil boyunca hacılar, Asıurias. Burgos ve Leon'un her zaman şaşıriıcı
manzarası içinden geçerek. Porıal de la Gloria'dan önce durııncaya kadar, aynı Ca-
mine de Santiago boyunca yürürler.
Doruk noktasında olduğu on dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda Santiago'ya
hacca gitmek, kıta aşırı büyıik bir maceradır, ingiliz ve İrlandalı hacılar genellikle
önce Totırs'a ya da denizden Gironde üzerindeki Talmonl'a gitmişlerdir. Almanlar ve
İsveçliler, önce Rhöııe nehri üzerinden aşağıya Lyon'a gelir, oradan Vczelay veya l,e
Puy'a geçerlerdi. İtalyanlar deniz yoluyla Marsilya'ya veya doğrudan Arles'a gider-
lerdi. Rehber kitaplar yazılmıştır. Yol üzerindeki Manastırlar ve türbeler, örneğin
Contıes'ıakı Azize Koy Manastırı hacıların bağışlamla zenginleşmiştir. Roncavel-
les'deki sığınak yılda otuz bin kışıve yemek vermiş: yol üzerindeki kilise bahçeleri
daha ileri gidemeyenleri kabul etmiştir.
Tarihçiler, Hıristiyan birliğini sağlayan etmenleri tartışır. Santiago de Compos-
tela. kesinlikle bunlardan biridir. 1
CÜZAM
"Kiliseye, manastıra, fuara, değirmeni'. pazara ve meyhaneye girmeni yasaklı) oruııı. (...)
cüzamlı gijsilerm olmadan kentli evinde a ş a m a m , yalınayak yürümen yasaklıyorum.
(...) Irmakta veya çeşmede su ıçnıeııi veya yıkanmanı yasaklıyorum. Kendi eşin dışında
başka kadınla yaşamanı yasaklıyorum. Yolda birisiyle karşılaşır ve konuşursan, rıizyâr
yöniirıe dönmeden yanıt vermeni yasaklıyorum... Bir kııyuvn veya kuyu ipine clrlivensız
dokunmanı yasaklıyorum. Çocuklara dokunmanı veya onlara Pir şey vermcııı kesinlikle
yasaklıyorum. Cüzamlılar dışında başkalarıyla yemeni veya içmeni yasaklıyorum."-
(Dük dedi ki: Kadını hastalarıma getireceğim. Hepsi de onu çok sevecek, böyle-
ce namusunu yitirmiş olarak ölecek.) 4
ALTİNCİ yüzyıl Codex Argcnteaus'u (0x1 DG I fol. 118 v.). Upsala Üniversitesi Kii-
lüphanesi'ndedlr. isveç'e Prag'dan getirilmiştir. Krguvan kırmızısı parşömen üzeri-
ne gümüş rengi harflerle yazılmış olup. Kitabı Mukaddes Goıça çevirilerinin, l l f i l a s
(Wulfilla. yaklaşık MS 311-383) tarafından tamamlanan belki en güzel ilk kopyası-
dır. Hıristiyan tutsakların Aryan lorunu Wulfilla (Küçük Kurl). Tuna sınırındaki ko-
naklaması sırasında "Golların Piskoposu" olarak atanmıştır. Onun Kiıabı Mukadde-
si GoLçaya çevirmesi, ana dilde yazıların ve Cermen edebiyatının uzun tarihini de
başlatmıştır.
Şimdi Kloransa'nın Laurentıa K ü t ü p h a n e s i n d e bulunan Codex Amialintjs, o
kadar eski değildir. Tahminen MS 690-700 yıllarında, Baş Rahip Ceolfrid'in iktidarı
sırasında Northumbria'daki Jarrow'da yazılmıştır. Kiıabı Mukaddesin. Aziz Hierony-
mus tarafından Lalineeye çevrilen meveuı en eski kopyasıdır. Sassiodorus tarafın-
dan yapılan daha eski bir kopyaya dayanır (Bkz. s. 296) ve Amiata Manastırı'nda
konuk olduğu sırada Başrahip Ceolfrid tarafından Papalığa sunulmuştur, üstiinc ya-
zıldığı parşömen, bin beş yüz hayvanın derisinden oluşmakladır.
Wulfilla'nin, Gol ça çeviriyi. Aziz l l i e r o n y m u s ' u n İncil'i Latincc'ye çevirmesin-
den önce tamamlaması kayda değer bir noktadır. İkisi de çevirilerim, güvenilir hiç-
bir versiyonu bulunmayan daha eski Yunanca metinlere dayandırmıştır. Kski Yu-
nanca dinsel metinlerin günümüzde yeniden düzenlenmesi ise. İskenderiye'den
getirilen dördüncü yüzyıl ürünü Codex Vaticanus'a. bir Rus Çarı tarafından Sina Da-
ğı'ııdan getirilip British Yluseum'a satılan yine dördüncü yüzyıl iiriinü Codex Siıuviı-
cus'a-, KonsıantinopolisTen gelen ve yine British VUıscum'da bulunan beşinci yüzyıl
Codex Alcxandrinus'una ve Paris'teki Bibliothèque N a t i o n a l e r e bulunan beşinci
yüzyıl Codex iïphraemi'smi dayanır.
Geçen her kuşağın heveslendiği. Kitabı Mukaddesi oluşturan yazıların lam
doğru ve güvenilir bir metnini oluşturma ödevinin yerine getirilmesi hiçbir zaman
mümkün olmamıştır. Ama bu yönde durmaksızın girişimde bulunulmuştur. Kski
Abid. Ibranice ve Arami dilinde. Yeni Ahid. Helenistik Yunanca yazılmıştır. Kski
Ahid. Septtıaginı olarak, İskenderiye'deki Yunanca konuşan Museviler için Yunanca-
ya çevrilmiştir. Dolayısıyla kuramsal olarak her iki Ahdin Yunanca tam metinlerinin
MS birinci yüzyıldan itibaren v a r o l d u ğ u düşünülebilir.
Katolik ve Protestan şekliyle bugünkü Kitabı Mukaddes versiyonlarının sayısı
ise yüzü bulmakladır. Her iki Ahdin birleştirilmiş bir külliyat içinde harmanlanması,
dördüncü yüzyılda esas Kutsal Kitap metni kabul edilinceye kadar mümkün olma-
mıştır. O sırada. Kitabı Mukaddesin her kitabının sayısız versiyonu. Kiıabı Mukad-
dese dahil olmayan kutsal metinlerle birlikte, bağımsız olarak elden ele dolaşmakta-
dır. Sadece günümüz bilim adamlarınca, antik papirüslerde bulunan parçalardan.
Kilise Babaları tarafından aktarılan pasajlardan. Latince çeviri öncesindeki "Kski
İnanç" metinlerinden ve antik Yahudi ve Hıristiyan eleştirmenlerinin çalışmaların-
dan bilinmektedir. Kleştırmeıılerin çalışmalarından en önemlisi, allı paralel sütunda
Ongo Avı upa'nın Doğusu y M5 330-800 313
"Unde et Cum nimia celeritaıe, Deo praevio, ad Francorum, coniunxit clusas. Qu-
ass ingressus cum his qui eo erant, confestim laudes omnipotent! Deo raddidıt; et
coepıum gradiens iter, ad venerabile monasterium sancti Christi marıyris Mauri-
cii... sospes hisdem beatissimus pontifex ... adveniı."
(Pavia'dan ayrıldıktan sonra, Allah'ın yardımıyla, büyük bir hızla Frank Krallığı-
nın kapılarına vardı. Maiyetiyle birlikle geçidi aşarak, her şeye gücü yelen Allah'a
mutlulukla şükre»). Yolculuğun başlangıcında sarp tepelerden geçilmişti, ama
mübarek Papa, bir İsa şehidi olan St. Maurice'in muhterem manastırına kazasız
belasız ulaştı.) 26
Bir düzine yüksek rütbeli rahiple birlikte ve Frank özel görevliler Dük Aıtchar
(Ogier) ile Metz Piskoposu Şansölye Chrodegang rehberliğinde seyahat et-
mekledir. Patrik, St. Maurice'de Frank krallığına, Pepin'in özel temsilcisi St.
Denis Manastırı Baş Rahibi Fulrad tarafından buyur ediliT. Manastır, beş yüz-
yıl önce Romalı komutan Mauricius'un, Thebes lejyonu askerlerini, Hıristiyan
dindaşlarına karşı savaşmaktansa emirlere itaat etmemeye çağırdıktan sonra
ölümle tanıştığı Agaunum'un bulunduğu yerde inşa edilmiştir. Oradan, Pont-
hion'da bir randevu düzenlemesi için Peppin'e bir mesaj gönderilir. Haberciler
Kralı, Bonn'dan dönüş yolu üzerindeki Ardennes'te bulacaklardır. Pepin, oğlu
genç Charles'e, yola çıkıp konukları yolda karşılaması için talimat verir. St.
Maurice'ten ayrıldıktan sonra Stephanus da, Leman gölü çevresini dolanır ve
Jura'yı geçer. Stephanus'un maiyeti ve kralın oğlu, Aralık sonlarında Burgon-
ya'da bir yerde buluşurlar. On iki yaşındaki Charles, Ponthion'dan güneye 160
km. yol kat etmiştir.
Stephanus, Panthion'a MS 6 Ocak 754'te ulaşır. Romalıların ifadesine gö-
re Kral onu selamlamak için kentin dışına kadar gelmiş, atından inmiş, secde-
ye varmış ve atın gemini bizzat tutmuştur. Bu noktada, Patrik göz yaşları için-
de Kralın yardımını rica eder:
"Mübarek papa ağlayarak, yüksek ve en Hıristiyan kraldan, barış adına, Aziz Peı-
rus adına ve Roma Cumhuriyeti adına anlaşmaya varmasını istedi," 2 7
Frankların anlatımına göre ise, "Roma Papası, Kral'tn huzuruna çıkar ... onu
ve onun şahsında Frankları pahalı armağanlar yağmuruna tutar ve Lombardla-
ra ve onların kralına karşı ortak çıkarları hesabına yardımını ister." 2 3 Peppin,
Stephanus'u, kışı St. Denis'de geçirmesi için Baş Rahip Fulrad'a emanet eder.
Sonraki haftalarda Pepin ile Aisıulf arasında elçiler gidip gelmişlerdir.
Lombardlara, toprak işgallerinden ve "kurallara aykırı taleplerinden" vazgeç-
melerini tembih için Lombardiya başkenti Pavia'ya bir Frank özel görevli gön-
derilir. Lombard Kralı Aistulf, Pepin'in küçük erkek kardeşi Carloman'ı
Franklara özel temsilcisi sıfatıyla göndererek karşılık verir. (Carloman Ro-
ma'da bir manastıra çekilmiştir ve dolayısıyla Lombard ülkesinde yaşamakta-
dır.) Franklar 1 Mart'ta, Bernacus'ta (Berny Riviere, Aisne) yıllık bahar eğlen-
celeri "Champ de Mars"ı yaparlar. Sonra 14 Nisanda mevsim seferinin hedefi
konusunu görüşmek üzere Doğu'dakı Cariaskum'da (Quercy) toplanırlar. Oy-
birliğiyle olmasa da Lombardlar üzerine yürünmesine karar verilir.
Burada kaynaklar ayrılmaktadır. Fredegard Vefeayt'sini devam ettiren ya-
zar, Frank ordusunun Alpleri Mont Cenis'den nasıl geçtiği ve Val de Susa'da
Lombardları nasıl ezici bir yenilgiye uğrattıklarını anlatır. Buna karşılık Liber
Ponti/icalis, yaz ortasında Stephanus'un Pepin'i ve Kraliçesi Bertrada'yı kutsal
yağ sürerek ve onlara "Romalıların Soylusu" unvanını vererek St. Deniş Ma-
nastırı'nda nasıl yeniden kutsadığtndan söz etmektedir. Pepin'in oğulları ve
mirasçıları da sonsuza dek hükümdar kalmaları için kutsanmıştır. Bu işlemle-
rin tarih seli iği bir başka çağdaş belgeyle, muhtemelen bir görgü tanığı ifadesi
olan Clausulcı de Unctione Pcppini ile de onaylanmaktadır.
Sonuçların ortaya çıkması iki yıl sürmüştür, ilk Frank zaferinden sonra
Aistulf, Pepin'e boyun eğmiş ve Piskopos Roma'ya gönderilmiştir. Ama birkaç
ay içinde Lombardlar sözlerinden dönmüşler ve saldırılarını yeniden başlat-
mışlardır. Bunun üzerine, MS 7 5 6 yılında Pepin Lombardiya'ya ikinci bir sefer
düzenlemiştir, başkent Pavia'yı almış ve bütün direnmeleri kırmıştır. Franklar
eski Ravena Valiliğini Lombardlar'dan bu fırsattan yararlanarak (daha önce de-
ğil) almıştlar ve Patriğe bağışlamışlardır. Böylece Papalık devleti için de bir
toprak temeli oluşturmuşlardır. Sıephanus, Ravenna'yı, Bizans iddialarına kar-
şı Aziz Petrus mal varlığının bir parçası kabul ederek İmparatora sadakati terk
ettiğini açıklamıştır.
Ama daha birçok konu hâlâ karışıktır. Öyle görünüyor ki, birçok önemli
gelişine bu olaydan sonra kayıtlara girmiştir. Böylesine bir operasyonda papa-
lık kançılaryası özellikle uzmandır. Örneğin Liber Ponfi/kalis'e göre "Pepin'in
Bağışı" MS 756'da değil, 753'te Quercy'de gerçekleşmiştir. Dahası, bu kaynak
Pepin'in, sadece Roma'nın antik unvanla hükmettiği bir mülke (Ravenna) geri
döndüğünde ısrar etmektedir. Bugün bilindiği üzere, papalık arşivi, sahte
Constantinus Bağışını tam bu sırada düzenlemektedir. Sahtekarlık altıncı yüz-
yılda ortaya çıkarılıncaya kadar bütün sadık Katolikler, Roma Kilisesi'nin Ra-
venna Vilayetini, Pepin'den dört yüz yıl önce, ilk Hıristiyan imparatorun elin-
den aldığına inandırılmalardır. Dolayısıyla bu durum, sahte "Constantinus
Bağışı"nın, Pepin'in gerçek bağışını desteklemek için arşivde düzenlenmiş ola-
bileceğini meydana çıkaracaktır. Pepin'in Lombardları cezalandırması sırasın-
da, Bizanslılarla da dostça ilişkiler kurduğunu göstermektedir. Vekai'yi sürdü-
ren Frank yazar gelişip serpilmediği dışında, bu ilişkinin ne olduğunu
bilmediğini söylemektedir. 2 9 Kuşkusuz Bizanslıların, Vilayetin geri dönmesi
için sorduğu "ne oldu" sorusu, sadece Vilayetin son dönemde Papa'ya verildi-
ğini anlatmaktadır. Roma'nın ihanetine uğramış ve güçsüz Bizanslılar, Lom-
bardlarla ortak amaç oluşturmaya çalışmaktan vazgeçmişlerdir.
Tarihle çok sık görüldüğü gibi, uzun vadeli sonuçlar önceden bilinemez.
Franklar kendilerini İtalya'dan koparıamamışlardır. Roma Piskoposu kendisi-
ni yüksek Paırik, "Papa" olarak kabul ettirebileceği bir pozisyona oturtmuş-
tur; papalık, egemen bir devlet için gerekli toprak temelini kazanmıştır ve
Franklarla papalığın ittifakı uluslararası sahnenin kalıcı bir özelliği olmuştur.
II. Sıephanus, Alpleri geçmeyi göze alarak kuzeyin, güney sorunlarında sürek-
li söz sahibi olmasını sağlayan ilişkiyi şahsen oluşturmuştur. Hepsinden
önemlisi, İmparatorluğun Batı'daki otoritesi tehlikeli biçimde zayıflamıştır.
Piskopos Stephanus'u karşılaması için Burgonya'ya gönderilen çocuksa, kendi-
sine ait bir imparatorluk kurabileceği düşüyle baş başa bırakılmıştır.
V
MEDIUM
Ortaçağ, y. 7 5 0 - 1 2 7 0
750-1054
Hcırifa Ü2.
Avrupa, MS y. 9 0 0 .
DİRHEM
12 \1.\V1S 922'de bir kervan Bulgarların Volga ırmağının üstündeki şehri Snvar'a gi-
riyordu. Hazar Denizi kıyısındaki Cürcanıyye limanından yola çıkalı üç aydan fazla
zaman olınıışrıı. Kervan, seyahatlerini yazıya döken Arap tüccar Ibn h'azlan'ın yöne-
timindeydi. 1 Bu olay. beş yiız yıldan dalıa uzun bir süreden beri Doğu Avrupa ile
\rap devletleri arasında gerçekleşen l i r a n temasların küçtik bir örneğini oluşturur.
Ibn fazlan kürk almaya geliyordu: elbette satın aldıklarının bedelini ödemek için ya-
nında oldukça fazla dirhem taşıyordu.
Dirhem 2,!>7 gram ağırlığında saf gümüş bir paradır \e bir dinarın onda biri
değerindedir. Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar çeşitli hanedanlar taralından
darp edilmiştir. Yerel paralar tedavüle çıkmadan önce Doğu Avrupa'da standart pa-
ra dirhemdi. Bütün Kııs.Avrupasmda. Beyaz Rusya. I k r a y n a . Ballık devletleri. İsveç
ve Kuzey Polonya'da çok fazla dirhem bulunmaktaydı, l-ln büyük dirhem hazinesi
")0.0(KVden fazla sikke, içermektedir. Güvensiz günlerde kendi sahipleri tarafından
gömülen paralar bazen arkeologlar veya hazine avcıları tarafından bulunana kadar
gömüldükleri yerlerde kalmışlardır. Bunlar her hazinede bulunan en yeni paraya gö-
re oldukça kesin biçimde tarihlenebilmekıedirler.
Dirhem hazineleri üstünde yapılan incelemelere göre dört dönem saplanmakta-
dır. Yaklaşık 800-25 yıllarını kapsayan ilk dönem öncelikle Kuzey Afrika'dan gelen
Abbasi dirhemlerini içerir. Bu dirhemlerin Hazarlarla Akdeniz yoluyla yürütülen
Arap ticaretine ait olmaları olasılığı yüksektir |HAZARYA|. 82ö-90r> yıllarını kapsa-
yan ikinci dönemde. Kuzey Afrika paralan azalır, yerlerini Orta Asya dirhemleri alır.
!)0;Vr>0 yıllarını kapsayan üçüncü dönemde halen en fazla Samarra paraları bulun-
maktadır. fakat Büevyhogulları ve Ziyari paraları da oldukça fazla sayıdadır.-
Yikiııg döneminde. İsveç Vikingleri Baliık-Dınycpcr yolunu egemenlikleri altına
aldıklarında, dirhem bütün kuzey ülkelerine taşındı |FL1THARK| |RUS'|. İsveç'le ve
özellikle de Goıland'da önemli keşifler yapılmıştır. 3 Gerçeklen de. Ibn Kazlaıı seya-
hatnamesinde bir grup İsveçliye rastladığını yazdığı gibi. dirhem sahibi olmak statü
ve gösteriş konusu haline gelmişti:
"Ticaret için Volga Nehri kıyısındaki çarşıya gelen bir grup |lsveçtı| gördüm.
Onlardan daha boylu posltı insanlar görmemiştim, iler biri hurma ağacı gibi yük-
sek. sarışın ve gürbüz insanlar. Ne iç elbisesi ne de kaftan giyerler, ürkekleri vücut-
larının bir tarafına altıkları ve elleri serbest bırakan kaba bir üstlüğe sarmırlar...
Kadınlardan her birinin memesi üzerine, kocasının zenginliğine ve mevkiine gö-
re demirden, gümüşlen, bakırdan veya allından bir hokka bağlıdır. İler hokkanın
İçinde bir halka ve ona bağlı bir bıçak vardır... Ayrıca boyunlarında altın veya gü-
müşten gerdanlıklar taşırlar. Biri 10.000 dirheme sahip olunca karısına bir gerdan-
lık yapar. Aynı şekilde kazandığı her 10.000 dirhem içm bir gerdanlık ekler. Bazen
bir kadının boynunda pek çok gerdanlık bulunur." 4
Macarlar bu göçebeler içinde Orta Avrupa'ya yerleşen son grup olmuşlardır.
Fin-Uygur halkların Uygur kolundan bir halk olan Macarların bilinen en eski
yurtları Ural dağlarının doğusundaki Irtiş ve Ob ırmaklarının vadileridir. MO
üçüncü binyılda Fin akrabalarından ayrıldılar. Bundan sonra güney steplerine
doğru art arda çeşitli konaklarda, önce Kama ve Ural ırmakları arasında "Mag-
na Hungaria", daha sonra Azak Denizinin kuzeyinde "Lebedia" ve son olarak
Dinyeper ve Dinyester arasındaki Eıelköz, yani "Mezopotamya" ülkesinde du-
rarak yavaş yavaş göçebe yaşama uyum sağladılar (Bkz. Ek 111, s. 1300). Step-
lerdeki birinci binyılda Macarlar iskit, Sarmat, Alan, Bulgar, Hazar, Uz ve Pe-
çeneklerin komşularıydı. O zamandan Nyek, Kürtgyarmat, Tarjan, J e n o , Ker,
Keszi ve Macar adında yedi kabileye bölünmüşlerdi-son ad hepsi için kullanı-
lıyordu. Bizans kaynaklan Karadeniz sahillerinde köle ticareti yaptıklarını an-
latır.
Macarların son göçleri dokuzuncu yüzyılın sonunda oldu. Step halkları
son birkaç on yıldır karışıklık içindeydi. Araplar Uzları (Oğuz) dağıtıp hay-
vanlarını çaldılar, Uzlar aynısını Peçeneklere yaptı. 894'te Peçenekler Bulgar
çanyla anlaştılar ve birlikte Macarlara saldırdılar. Macarların kendi adlandır-
malanyla "honfoglolas" yani "ana yurda yerleşme zamanı" gelmişti. Komşuları
tarafından ezilen Macarlar batıya göç etmeye karar verdiler. Son yıllarda hem
Franklar hem de Bizans'a hizmet veren atlıları, ilk kez Etelkoz'a dönmediler.
Bunun yerine, başlarında Arpad olduğu halde, halklannın oluşturduğu uzun
konvoyu Karpatların Verecke Geçiti'nden geçirdiler. Son göç 8 9 5 baharınday-
dı. Yaklaşık 2 0 . 0 0 0 savaşçı ve 4 0 0 . 0 0 0 aşiret halkı Macar ülkesini kurmak
üzere "Macaristan" (Hungaria) ovalarına gelmişti [CSABA] [ŞAMAN].
Moğollar veya 'Taıa'lar, göçebe imparatorlukların en büyüğüne hükmet-
mişlerdi. Orta Asya'nın kuru steplerinde yerleşmiş olan bu halkın talihi bazen
açılıyor bazen kapanıyordu, ama Batı'da yaşanan gelişimi iki ayrı olayda doğ-
rudan etkilediler. Cengiz Han (h. 1 2 0 6 - 2 7 ) Karakurum'dan yola çıkarak Pasi-
fik'ten Karadeniz'e, Kore'den Kırım'a kadar uzanan toprakları ele geçirdi (Bkz.
s. 3 9 2 ) . Moğol İmparatorluğunu yeniden kuran Timur veya diğer adıyla Ti-
murlenk ( 1 3 3 6 - 1 4 0 5 ) Semerkand'dan başlayarak daha güneye, Delhi'den
Ege'ye kadar uzanan topraklara hükmetti. Bir başka Orta Asya halkını göçe yö-
nelten de dolaylı olarak Moğollar oldu. Aslen Türkistanlı olan ve halen burada
akraba halkları yaşayan Türkler sekizinci yüzyılda yerlerinden edildiler. Batı-
nın ufkunda önce on birinci yüzyılda Selçuk Türkleri olarak görüldüler (Bkz.
s. 3 6 1 - 3 6 2 ) , sonra on üçüncü yüzyılda Osmanlı Türkleri sahneye çıktı (Bkz. s.
4 1 4 ) . Destansı dolaşmalarının öyküsü Batı'nın Charlemagne ile başlayıp Haçlı
Seferlerinin sonuna kadar uzanan dönemine denk gelir.
DING
Galiçya ve Aslurya Kralı Alfonso'dan gelen Froia adlı bir elçi şahane bir çadır ge-
lirdi. Fakat Paskalya günü Elbe'nin ötesindeki Nordliudi asi olup ayaklandı ve
aralarında adalet dağıtmakla görevli elçileri ele geçirdi.,, Kral bir ordu topladı ve
onları savaşta yenip tutsak aldı. Ve Aix-la-Chapelle'deki sarayına gidip Konstanü-
nopolis'ten gönderilen bir Yunan heyetini kabul etti. Bu yıl Mars denilen yıldız
Hazirandan T e m m u z a kadar göklerde görülmedi. Balear Adaları Berbenler ve Ku-
zey Afrikalı Müslümanlar tarafından yağmalandı. Lizbon'u yağmalamış olan Kral
Alfonso Froia ve Bassiliscus adlı elçilerini kışın zaferinin nişanesi olarak zırhlar,
kalırlar ve Berberi esirlerle birlikte Büyük Kral'a gönderdi. Sonra Noel ve Paskalya
Kral tarafından burada kutlandı."
Eski "Avrupa" adınm dirilişi Büyük Karlın sarayında oldu. Karolenjleritı dün-
yanın üstünde egemenlik kurdukları bölümüne verilecek, pagan ülkesi, Bizans
ve büıün Hıristiyan dünyasından kendilerini ayırt edecek bir ada ihtiyaçları
vardı. Yani bu "ilk Avrupa" Charles'ın kendisinden daha uzun ömürlü olma-
yan geçici bir Batı kavramı oluşturmuştu.
PAPESSA
YINKhKNKN bir ortaçağ geleneğine göre Azız Pctrus'un tahtı bir zamanlar bîr kadı-
nın eline geçmişti. Kn yaygın değişkeye göre MS 8f>,~> yılında (ilinüş olan Papa IV
heo'mın yerine Johannes Anglıeıısadlı biri geçmişti. I.eo'ıuın ardılı Atina'da öğrenim
görmüştü ve bilgece derslerle Cima'yı ]Roma yönelim kurulu) fazlasıyla etkilemişti.
Fakat iki yıl sonra Roma'da bir sokakla doğum sırasında ölünce büyük skandal ol-
du. Bu anlatım Troppau OP'tu Marcınus Poloııus'un fy. 12(10-78) eserine kadar izle-
nebilir. Polonııs olayları gerçek olgular olarak anlaıır. Clmmıcon sutnmorum poıılifi-
anrı iıııpcrMonımıpıt' adlı eseri kaynak olarak fazlasıyla kullanılmıştır. Bir farklı
değişke "Papa Jcaııne"ı 1087 yılında ölen III. Victor'un ardılı olarak anlaıır. lîı.ı de-
ğişkene bir ata binerken doğum yaparak cinsiyet nü ele verir, lleuıen alın kuyruğuna
Medium: Ona^ag. y. 750-1270 333
AGOBARD
BÜTÜN KKIIANKTL.KRI-; göre, 8 1 0 yılı Charlemagne'ın on kolit yılı olacaktı, İki gün
ve iki ay tutulması olmuş, hepsi l-'rank ülkesinde gözlemlenmişti. Ve Charlemagne'ın
Halifenin armağanı olan fili de bu alametleri destekler biçimde ölmüştü. Gittikçe da-
ha fazla yayılan sığır vebası vardı ve Benevento Dükü isyan el m işti.
Bütün bunlar, dalta da fazlası Lyon piskoposu Agobard (y. 779-840) tarafın-
dan içtenlikle kaydedilmiştir. Dahası. Agobard halkın batıl inançlara kapıldığını da
görmektedir. Halk sığırlarının Benevento Dükü'ııün casuslarının döktüğü zehirli bir
toz nedeniyle öldüğüne inanmaktadır. Ayrıca Krank ülkesinin "göksel denizciler" ta-
rafından kullanılan "bulutlan gemiler" tarafından işgal edilmekte olduğuna da inan-
maktadırlar İşgalcilerin Krankların harmanlarını gökten attıkları dolularla dövdük-
leri. sonra da ".Ylagoııia" ülkesine taşıdıkları söylenmektedir. Agobard bu tür
öykülere kendisini kolay kaptırmaz, inceledikten sonra, bu iddiaları reddetmiştir.
Ama Katolik Kilisesinin Yahudiler la rafından işgal edilmekte okluğuna inanır görün-
mektedir. 1005 yılında toplu eserleri bulunduğunda, en az beş risalesini Yahudi leh-
tidine ayırmış olduğu anlaşılmıştır.'
Agobard'ın en önemli hareketi ise, evrensel Hıristiyanlık ülkesi için evrensel
Hıristiyanlık hukukunun oluşturulması isteğidir. "Kğer Tanrı acı çekerek kefareti
Gövdesi ile odedıyse" diye yazmıştır, "hukukların inanılmaz çeşitliliği ... oııtın ilâhi
birlik çabasına karşı değil ıııidır'.'" - Agobard ilk Avrupa merkczıyet.çisidır.
PFALZ
kııdiis. Köksel Zioıı. Yatıya, kurtuluşun müjdecisi Seni gordıi... Fricdrıclı Roma impara-
torluğunun Katolik imparatoru l>u ışıklar uıauı prense bir armaAart olarak suııdıı. şim-
di. Ky kutsal bakire, onu Saııa adıyor Ky Sl.dla Yİ arış. I'ly Denizler Yıldızı, yoksul Kried-
rıclı'i «Ozelımine al... ve İ m p a r a t o r u n karısı Baelris'i koru.
Bugün Aaeheıı'dakı imparatorluk şapeli romanesk sanalın en önde gelen birkaç
örneğinden birini oluşturmakladır. Ama bundan da önemli bir vanı vardır. Bu yapı
herhangi bir kitabın verebileceğinden daha canlı bir larilı dersi vermekledir. Z.iyarel-
çiler binaya girdiklerinde Kurt Kapısından, geçerler-, efsaneye göre şapeli ele geçir-
mek içini Şeytanın yarattığı kurtlan dolayı bu adı almıştır. Barbar ve klasik. Hıristi-
yan ve pagan dünyaların, '/.amanın ruhsal orıamuım sağladığı en güçlü karışımdan
ancak yavan zihinler etkilenmez. Burada Batı Avrupa'nın bir zamanlar romanesktik
heniız yeniyken ve uygarlık hâlâ Doğu'dayken yarattığı en büyük anıl durmakladır. 1
KRAL
864'te Pistres Fermanı ile Kel Charles sonunda bütün yerleşimlere istihkâm
vapma ve bir süvari birliğini hazır tutma emrini verdi. Ama kurtuluş henüz
gelecek gibi değildi. Her yıl Karolenjlerin kendi aralarındaki savaşlar kraliyet
ailesinden ölümler, geçici paylaşımlar ve daha büyük Viking akınlarıyla geçi-
yordu. 8 6 7 ' d e n 8 7 8 ' e kadar Danlar İngiltere'yi ellerinde tuttular. 8 8 0 ' d e Elbe
vadisini yağmaladılar. 8 8 5 - 6 ' d a kırk bin Viking yedi yüz uzun gemiden inerek
b u g ü n k ü Champ de Mars'a geldi ve on bir ay süreyle Paris'i muhasara etti.
Kont O d o kahramanca savunma yaptı ve sonunda kral Kel Charles'ın Viking-
lere yedi yüz libre gümüş ödeyerek onları Burgonya'ya gönderdiğini öğrendi.
Charlemagne'ın faaliyet alanı içine girmeyen Britanya Adaları'nda Viking
etkisi özellikle şiddetliydi. Dan işgalleri iki yüz yıldan daha uzun süren bölün-
meler yarattı. W e s s e x kralı Egbert 8 2 8 yılında Bretwalda, yani bütün Britanya
kralı olarak tanındı. Bir kuşak sonra ise Danlar W e s s e x üstünlüğüne meydan
okuyorlardı. W e s s e x kralı Büyük Alfred (h. 8 4 9 - 9 9 ) onları tabi kılmak için bir
ömür harcadı. Bir an geldi, 8 7 8 yılında, Sonıerset'te Atlıelney bataklığında sak-
lanmak zorunda kaldı. Ama aynı yıl kî savaşlarda ülkeyi bölmeyi başardı. W e d -
more Anlaşması Datıdagîı-Dan yönetimine tabi büyük bir alan tanımlıyordu.
Bu andan itibaren, 1066 yılına kadar, İngiltere Wessex hanedanı ile Danlar
arasında çekişme alanı oldu. Onuncu yüzyılda son York Dan kralı Eric Blooda-
xe'in kovulmasından sonra, Viking akınları öç alma amacıyla devam etti.
994'te Londra Dan ve Norveçlilerin birlikte saldırısına uğradı. 1 0 1 7 - 3 5 yılla-
rında Knut, yani Canute İngiltere ile İskandinavya'yı birleştiren kocaman Ku-
zey Denizi imparatorluğuna hükmetti. Eski Anglosakson krallığı Westminster
Manastırı'nın kurucusu günah çıkartıcı Edward zamanında (h. 1 0 4 2 - 6 6 ) kısa
bir soluk aldı. 1066'da Edward'in ölümü üç rakip, Norveçli Harold Hardrada,
Wessexli Harold Godwinson ve Normandiya Dükü Piç Guillaume arasında sa-
vaşa yol açtı.
İngilizler Danlarla savaşırken, Britanya Adalarının kalanı Vikinglerle Kelt-
ICT arasında uzun, karmaşık savaşlara sahne oldu. Kuzeylilerin federasyonları
Keltik prenslerin gerileyen birlikleriyle dövüştü, irlanda'da Keltler, Vikingle-
rin sahillerdeki berkitilmiş yerleşimlerine karşılık iç bölgeleri tuttular. Bir yüz-
yıl süren sonuçsuz kargaşadan sonra Bhriain Boroimhe (Brian Boru, h. 1002-
14) yöneliminde üstünlüğü ele geçirdiler. Boroimhe'nin ölümüyle krallığı
O'Brianlar, O'Neiller ve O'Connorlar arasında çatışma konusu oldu. Bundan
sonra gene İrlandalıların adanın tamamına hükmettikleri yüz elli yıllık bir dö-
nem geldi. Erinlı bir Ard Rih, yani "Yüce Kral" Meath, Munster, Leinstvver,
Ulster ve Connaught'daki küçük krallıklar üstünde otorite kurdu. Tarih önce-
lerinden kalan kadim Breton yasaları yönetim ve toplumsal geleneklerde bir
çerçeve oluşturmak üzere yazıya geçirildi ve /ine, yani klanların geleneksel ya-
şamı bu yasalara uygun toplantılar, yargıçlar ve gittikçe kurumsallaşan Kilise-
nin etkisiyle dönüştü. Gallerde Keltik prenslikler sahilde Vikinglerle, iç ke-
simde baskısını hiç azaltmayan İngilizlerin arasında kaldılar. Sekizinci
yüzyıldan itibaren Mercia kralı Offa tarafından oluşturulan büyük Dyke yöne-
timine girdiler ve Strathclyde ile Cornwall'daki ırktaşlarıyla bağları koptu. De-
vamlı şarkıları söylenen Rhodri Mawr (Büyük Roderick, öl. 8 7 7 ) ile Gruffydd
ap Llewellyn'in (Griffith, öl. 1062) kimliğinde önderlerini ve geçici şeflerini
buldular İLLANFAIR].
! LLANFAİR
' GAKLKRDKKI ortaçağ yer adları mükemmel beti m kıyıcı özelliklerinin yanında, yerle-
j şımlerle ilişkili olarak olduğu gibi kaydedilmiş tarih öncesine ait tarihsel gelişimlerle
| ilgili birçok ipucu sunarlar. Btı adlar garip olduğu kadar bilgi vericidirler.
| İngiliz fethinden önceki dönemde (Bkz. s. 43:3 -436) Ga İlerde toprak yerli prens-
lerin. Anglonorman uç lordlarının ve kilise hiyerarşisinin rekabet halindeki yargı
yel kişine bağlıydı. Tamamen ü a l kültürüne dahil olan prensler Gwyncdd, l'owys,
Dehcubarih, Morganwg ve Gvvenl adlı beş prensliği yönetiyordu. İngiliz ve Fransız
bağlantıları içindeki savaş lordları güney ve doğuda egemendi. Kilise l.aLincesiyle
: eğitim gören piskoposlar Bangor. Sı Asaph. St Davıds ve L l a n d a f f d a k i dört diyakoz-
i lııkta örgütlenmişlerdi Galli ve Galli olmayan adların din dışı ve kilise adlarıyla etki-
I leşimi çözümlendiğinde, tarihçiler yerleşimlerin nasıl, ne zaman, kim taralından ve
ne amaçla kurulduğuna dair bir resim çıkartabiliyorlar. 1
Giiilerdeki bazı yerler, örneğin yalnızca Galoe biçimler laşır ve köken olarak
açıkça kiliseyle ilgilidirler Bunlardan en yaygını Klanfaır'dir. anlamı "Aziz Mer-
yem , in"dir, Bu kategorideki öteki yer adları Beıus-y-Coed (Ormandaki Şapel) veya
Bglwys Kair (Azız Meryem kilisesi) gibi adlardır Daha yaygın olan yer adları köken
olarak kiliseden kaynaklanan. I'akal ıkı dilli bir yapı kazanmış olanlardır. Angle-
sey'dek i Uanbedr/Laınpeler (Azız Pelnıs'un) ve Cacrgybl/Kutsalbaş veya Glamor-
gan'daki Uanbedr Kynydd/IMerıson-sııpcr-Montem gibi adlar bunlardandır. Din dı-
şı yer adlarından da iki dilli olanlar vardır. Brecknoekshire'dakı Aberıavvcl/
Swansea. Cas Gvvenı/Chepstovv ve Y GelIi Gandry/I lay-on-Wye gibi. Modern "May"
sözcügii ortaçağ IMorman dilindeki l,a I laie l'ai liée'den (kırkılmış Çalı) gelir.
Son kategoride iki dilli biçimler kilise ve din dışı bağlantılarla karışık haldedir.
Ylonmouthshire'daki IJanfilıangel/Troddi/Milcholl T m y ve Glamorgan'daki l.lansanf-
Iraid-ar-Ogwr/Sl Bride's Minor bu adlardandır.
Ancak en ünlü Gal yer adlarının kökenleri ortaçağa inmez. I830'de Londra-
Holyhead demiryolu açıldığında Menai boğazının Anglesey tarafındaki ilk istasyon
Llanfair köyündeydi. L'n ve turisi çekmek peşindeki istasyon ınüdiını bu adı iyileştir-
meye karar verdi ve "Kadim Gal" adını benimseyerek istasyon tabelasını büyüttü.
Britanya Posta İdaresinin kabul elliği adla U a n f a i r ' i n 'Mones the Station" olan adı
"IJanl'airpvvllgwyngyllgogerychwerndorinvlllaiiysilliogogfigoch'' oldu. Turistlere bu
adın "Hızlı akan girdap yakınındaki beyaz TıııTık çukurtındaki Aziz Meryem ile kırmı-
z ı mağara yanındaki S t Tysilio Kilisesi" anlamına geldiği söyleniyor. 2
Feodalite, teknik anlamıyla... birtakım hür insanlara (lordlar) karşı öteki hür in-
sanların (vassalitr)... iıaat ve hizmet düzenlenmeleri ve zorunluluklarını... ve tor-
dun vassaline karsı koruma ve himaye zorunluluklarını yaralan kurumlar toplamı
olarak görülebilir. 6
Anahtar öğeler zırhlı süvari, vassallik, fief verme, bağışıklık, özel kaleler ve şö-
valyeliktir.
Büyük at zırhları ve zırhlı şövalyeleri taşıyacak büyüklükte atlar gerekti-
ren ağır süvarilik Batı'ya İran ve Bizans'tan gelmiştir. Charles Martel yalnız bu
tür süvari kullanımını başlatmakla değil, onları beslemek için geniş Kilise top-
raklarına el koymakla da tanınır. Bu nedenle oııa "Avrupa feodalitesinin kuru-
cusu" denilmiştir. 7 Üzengi aynı dönemlerde icaı edilmiştir. Alın sırlında daha
Mfdıum: Or(ar.ag. y. 750-1270 341
Feodalite adının türediği jeodum veya/ie/eski beneficum, yani bir efendinin ge-
lecekte talep edeceği belirsiz hizmetleri karşılığında bir arazi parçasını arma-
ğan olarak vermesi uygulamasından gelir. Karolenjler zamanında böyle toprak
bağışları askeri hizmet karşılığı ödenen "ücret" anlamına gelmeye başlamıştı.
Zamanla feodal ödeme tarifesi gelişti ve genişletildi. Aslında şövalye hizmeti
verilen bir arazi karşılığında kaç şövalye hazırlanacağına bağlı olarak hesapla-
nıyordu. Ama şato bekçiliği ve refakat görevleri, lordun sarayındaki adli hiz-
met, lordun meclisindeki (consilium) danışmanlık ve çeşitli mm/ium, yani
"yardım" görevleri de buna eklendi. Lordlar yardımı, bir yılın gelirine ek ola-
rak lordun fidyesi, en büyük oğlun atanma töreni, en büyük kızın çeyizi veya
haçlı seferi olarak da ödenebilen "dört ayni yardım'"da dahil olmak üzere mali
"bağış" olarak da yorumlama eğiliminde oldular. Ayrıca custodia (malikâne
muhafızlığı), gire (barındırma), marrıagc (evlenme izni) ve retrait (sözleşmeyi
ödeyip satın alma) haklarının karşılığını da istediler. Fakat görevlerinin yerine
getirilmesi karşılığında vassal veya kiracı, hem toprağın gelirini alıyor hem de
bütün üstünde yaşayanları yargılama hakkı elde ediyordu. Görevini yerine ge-
tirmeme durumunda toprak ve geliri sahibine iade ediliyordu.
Fief ilke olarak bölünemez ve devredilemezdi. Sözleşme iki taraftan biri-
nin ölümü halinde (Almancada ManfalI veya Herrenfall) kendiliğinden geçer-
siz oluyordu. Uygulamada vassaller akrabalarının haklarını devralmaları ve
toprağı bölmek veya devredebilmek hakkını elde edebilmek için ellerinden ge-
leni yaptılar. Lordlar da kendi adlarına kadınların, küçüklerin veya kısıtlıların
hakkı devralışını denetlemeye çalıştılar. Özel terimler ve tuhaf kalıplar ortaya
çıktı. Paris piskoposunun en büyük vassali, kutsanması sırasında piskoposu
omuzlarında taşımak zorundaydı. Kent'teki belirli fiefler, Manş'ı geçerken ki-
racıların "gemide kralın başını tutmak" koşuluyla verilmişti. Mali geliri artır-
mak için başvurulan yollar inanılmazdı. Portekiz kralı Ferrand Fransa kralı ile
1212'de Flandre fiefi için anlaştığında, mirasçısı olan kızını evlendirme iznini
alabilmek için elli bin lira "bağış" ta bulunmak zorunda kalmıştı.
Hukuk uyuşmazlıklarının çok fazla olması şaşırtıcı değildir. İlk dönem-
lerde bütün egemen bölgelerin feodal uyuşmazlıklar için ayrı feodal hukuk
normları (Lchnrechl) ve ayn mahkeme sistemleri (LefınsgerkJıO yaratmaları
olağandı. Prens geleneksel olarak mahkeme başkanıydı ve en büyük vassali ta-
hakkuk işlevini yürütüyordu. Feodalitenin, fiefler kalıtımsal hale geldiğinde
ve vassallikle uyumlu bir bütünlük oluşturduğunda ortaya çıktığı genellikle
kabul edilmektedir. Feodalite "vassalin konumuyla feodal sistemi oluşturan fi-
ef tasarrufu arasındaki ayrılmaz birliktir." 1 0 Ama son haliyle vassallik ve fief
verme bağdaşmaz olmuştur. Vassaller, şövalye ailesinden gelen kişiler olarak
lordlanııın çıkarlarını korumaya yemin etmişlerdi. Fief sahibi olarak da kendi
çıkarlarını kollamak durumundaydılar. Feodal toplumun karakteristik özelliği
olan çekişmeler, ihanetler buradan ortaya çıkıyordu.
Feodal toplum, krallıktaki eıı üst mertebeden kişiyle en ahlakini birbirine
bağlayan yoğun bir sözleşme ilişkileri şebekesi halindedir. En yüksek düzeyde
fief temlik etmek, hükümdarla onun "başta gelen kiracıları" yani krallığın
önemli eyaletlerini ellerinde tutan baronlar arasındaki sözleşme anlamındadır.
Ama başta gelen kiracılar da daha aşağıdakilere fief verme haklarını kullanırlar
ve böylece en alt statüye kadar inilir. "Üst"lerine göre vassal konumunda bu-
lunan birçok kişi "alt"larına göre lord konumundadır.
İlk dönemlerden bugüne kalanları fazla oimasa da, feodal sözleşmeler ge-
lecek kuşaklar için carta ve seneLİere kaydedilmiştir.
Teslis adına... Amin. Ben, Louis, Tanrı'nm inayetiyk Fransa Kralı, bu andan itiba-
ren burada mevcut olan ve gelecekteki herkese, Champagne Kontu Henri'nin bi-
zim huzurumuzda Savigny fiefini Beauvais piskoposu Barlolomee ve ardıllarına
temlik etliğini bildiririm. Ve bu fief için söz konusu piskopos bir şövalye ve Koni
Henri için adalet ve hizmet yardımı için söz vermiştir... ve gelecek piskoposların
da aynı biçimde davranacağım kabul etmiştir. Mantes'da, Fani Dünya'mn 1167 yı-
lında düzenlendi... ve kâlip Hughes tarafından v e r i l d i . "
dun hesabına işlenen tarlalar) ücretsiz hizmet etmesi karşılığı bir toprak par-
çası veriyordu. Serflik özgürler ile özgür olmayanlar arasında bir ticaret oldu-
ğu için fief anlaşmasının birçok öğesinden yoksundu. Fakat toprak karşılığı
hizmet, sadakat karşılığı himaye alışverişini düzenleyen bir sözleşme olduğun-
dan benzer ilkelere dayanıyordu. Serflik sıradan kölelikle karıştırılmamalıdır.
Avrupa'nın bazı yerlerinde (örneğin Kuzey İtalya'da) seriler tıpkı şövalyelerin
lordlarına etlikleri gibi efendilerine sadakat yemini ediyorlardı.
Bu sözleşme ilişkisi şebekesiyle feodal toplum aşırı hiyerarşik bir yapı ha-
line gelmiştir. 8 4 3 yılındaki Verdun Antlaşması "herkesin bir lordu olmalı" il-
kesini dile getirmiştir. En azından kuramsal olarak mutlak bağımsızlık sahibi
olabilecekler yalnızca Papa ile İmparatorun kendisiydi ve onlar da Tanrı'nın
vassaliydiler. Bu durumu tanımlama çabalan sonucunda "feodal merdiven" ve-
ya "feodal piramit" gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Bir kontluğun lordu neşey-
le kiracılarının kiracılarının kiracılarının, oluşturdukları tabakanın tepesinde
otururken... en aşağıda da serfler yer almaktadırlar. Bu tür modeller yapay si-
metri ve netlikleriyle yanıltıcıdır. Gerçekte feodal toplum çelişkili bağımlılık-
lar ve sadakatler üzerine kuruludur; bağışıklıklar ve ayrıcalıklarla, bir zaman-
lar açık seçik olan hizmet koşullarının kuşaklar boyu süren ayrıcalık, hak
çatışmaları ve unutulan zorunluluk mücadeleleriyle geçirdiği değişimlerle kar-
maşık bir yapıdır. Hiyerarşik olduğu doğrudur, fakat düzenli ve kurallı değil-
dir.
Allodium, "özgür toprak mülkiyeti"nin yaşaması da eşitsiz bir gelişim gös-
termiştir. Gelecekle İsviçre olacak olanı gibi bazı bölgelerde özgür topraklar
yaygındır; Kuzey Fransa gibi bazı bölgelerde görünürde ortadan kalkmıştır.
Çoğunlukla feodal ve özgür topraklarla, toprakları kısmen fief kısmen özel
mülk olan aileler korkunç biçimde iç içe geçmişlerdir. Feodal zihniyette özgür
toprak kısa sureli bir sapmadır. Ona b a z e n f e odum solis (güneş fiefi) adı verilir.
Psikolojik olarak bunun sonuçları çok basittir. Neredeyse herkes toplumsal
düzen içindeki yeri tarafından koşullanmış biçimde hukuki veya duygusal ba-
ğımlılık baskısını hissediyordu. Bu bağlar onlara güvenlik hissi ve sorgulana-
maz bir kimlik çerçevesi veriyordu. Ama aynı zamanda bireyler sömürü, baskı
ve gönülsüz cehalete açık hale geliyorlardı. "Ortaçağın modern topluma göre
karakteristik olan zıt tarafı bireysel özgürlüğün olmamasıydı." 1 2
Yaşamları konusunda duydukları güçsüzlük hissinin de ortaçağ insanları-
nın dinle bu kadar dolu olmaları ve özellikle ölümden sonraki yaşam inancı-
nın ve marazi ölüm kültlerinin bu kadar güçlü oluşu da eklenmelidir.
/mmumfas, yani bağışıklık vergilerden veya merkezi otoriteye karşı öteki
vükümlülüklerden bağışlanmayı içermektedir, ilk günlerde bu kurumdan en
fazla yararlanan Kiliseydi, fakat yavaş yavaş çeşitli biçimlerde bağışıklıklar çok
geniş birey, kurum ve lonca kesimlerine tanındı. Bu anlayış yöneticilerin artık
bütün sorumluluklarını yerine getiremedikleri görüşünden kaynaklandı; siya-
set, yargı ve ekonomi alanlarındaki otoritelerinin parçalanmasını teşvik ettiler.
Sonuçta her yerel yönetimin yalnız tektip hukuk kuralları tarafından değil, fa-
kat belirli manastırlara, bölgelere ve kentlere özel "serbestlik"lerin tanındığı
özel kurallar içeren fermanlarla da yönetildiği parçalı otorite yaygınlaştı. Par-
çalılık feodal yönetimin alameti olmuştur.
Taş şatolar, zırhlı süvarilerle birlikte, sonunda Viking, Müslüman, Macar
akınlarının yol açlığı zararı durdurmayı sağlayan etkenlerden biri olmuştur.
Bir uçurum veya sahilin tepesine tünemiş girilmez ormanla çevrili surlar, yö-
renin halkı için sığınma yeri oluşturuyor, garnizonun kolaylıkla ulaşabileceği
yöre toprakları buradan yönetiliyordu. Şato yapımı dokuzuncu-onuncu yüz-
yıllarda, kral ve prenslerin otoritesi dibe vurduğunda başladı ve şatolar, akın-
cılar ülkeyi terk ettikten çok sonra da kral ve prenslere kafa tutmak için kulla-
nıldı. Böylelikle özel şatolar yerel ve feodal iktidarın odağı haline geldi,
merkezi devletin yeniden doğuşuna sürekli bir engel oluşturdu. Yüzyıllar son-
ra Kardinal Richelieu gibi devlet adamları feodal soyluluğu yıkmaya çalıştığın-
da, ilk işleri şatoları ortadan kaldırmak oldu [MİR],
Clıevrtlcne "şövalye sınıfı" sözcüğünden türetilen şövalyelik en dar anla-
mıyla her şövalyenin bağlı olduğu "onur yasası"na atıfta bulunmaktadır. Bu
yasa dürüstlük, sadakat, alçakgönüllülük, mertlik, dayanıklılık gibi ahlaki de-
ğerler içermektedir. Şövalyenin kiliseyi koruması, zayıfların imdadına koşma-
sı, kadınlara saygı göstermesi, ülkesini sevmesi, lorduna itaat etmesi, kâfir-
lerle savaşması, doğruluk ve adaleti yüceltmesi ve sözünün eri olması gerek-
mektedir. Bu anlamıyla şövalyelik, şövalyelerle ilgili bütün gelenek ve uygula-
maların, dolayısıyla unvan, tarikat, tören, soylu armaları ve terimlerinin top-
lamıdır. En geniş anlamıyla, şövalyelerin bütünüyle egemen oldukları ve
savundukları şey, bütün olarak feodal toplumu belirleyen etiğe sahip çıkma
anlamına gelir. Şövalyelik Hıristiyanlıkla birlikle "ortaçağ zihııiyeti"nin daya-
naklarından biridir.
Doğum süreci içindeki feodalitenin birçok öğesi daha Karolenj zamanın-
da mevcutsa da, bunların uyumlu bir toplumsal düzen halinde bütünleşmeleri
süreci çok daha ileri tarihlere kadar başlamamıştır. "Feodalitenin klasik çağı"
genellikle onuncu yüzyılla on üçüncü yüzyıl arası olarak kabul edilir. Konu-
nun önde gelen bilim adamları iki feodal çağ ayırt ederler; birincisi dokuzuncu
yüzyıldan on birinci yüzyılın ortalarına kadar sürer, bu dönemde savaş lordla-
rıyla köylüler arasındaki küçük ölçekli, kast temelinde yükselen düzenlemeler
geçerlidir. "İkinci feodal çağ" on birinci yüzyılın ortalarından on üçüncü yüz-
yılın ortalarına uzanır ve feodal kültürün gelişimiyle kalıtsal soyluluğa tanıklık
etmiştir. 13 Özellikle şövalyelik çok yavaş gelişmiştir. On ikinci yüzyıl Rönesan-
sına kadar davranış biçimleri tam olarak oluşmuş değildir (Bkz. s. 3 7 7 - 3 7 9 ) .
Karolenj yönetiminin çöküşünden kaynaklanan feodalite, özünde Batıya
özgü bir olgu olarak kalmıştır. Bizans İmparatorluğu askerlere kalıtımsal top-
rak bağışları yapılması için hükümler getirmiştir ve Doğu Slavlarınm paresi
sistemi de benzer uygulamaları içeriyor gibi görünür. Fakat Doğunun devlet
feodalitesi (eğer böyle nitelendirilebilirse) temel bileşenlerin birçoğundan
yoksundur. Orta Avrupa ülkeleri göz önüne alındığında, tarihçiler feodal ku-
rumların kapsamı konusunda ciddi anlaşmazlıklara düşmektedirler. Marksist-
ler feodalitenin toplumsal düzenin temelini oluşturduğunu varsayarlarken,
M a l i n i n : Oıtaccıg, v. 7 5 0 - 1 2 7 0 345
başkaları bütün olarak buna karşı çıkarlar. H Her şey kullanılan feodalite tanı-
mına bağlıdır.
Feodalite Kiliseyi derinden etkilemiştir. Kilisenin merkezi otoritesini bü-
yük ölçüde zayıflatmıştır. Yerel güçlere büyük iktidar kazandırmış ve ruhban
sınıfım onların merhametine muhtaç hale getirmiştir. Küçük feodal birimler
küçük rütbeli ruhban sınıfı üyelerini yönlendirmişlerdir. "Piskoposlar cübbeli
baronlara dönüşme tehlikesi içindeydiler; krallar yüksek rütbeli papazları ken-
dilerine hizmet etmesi gereken resmi görevliler olarak görüyorlardı; ve efendi-
ler [Kilise] af kağıtlarını en fazla fiyat verene satıyorlardı." 1 5 Papalık da bunun
dışında kalmamıştır. Kaynaklan sınırlı olan papalar Romalı soyluların, italyan
prenslerin ve sonraki aşamada canlanan imparatorların kuklaları durumuna
gelmişlerdir.
Burgonya'da yer alan Cluny'deki Benedikten manastırı sayesinde Batı ma-
ııastırcılığı (inzivaya çekilme) kendini değişen koşullara uyarlayabilmiştir. Ya-
lıtılmış manastırlar ve inziva yerleri akınlara ve yerel baronlara karşı özellikle
korumasızdı. Konumlarını kuvvetlendirmek için ortaklaşa bir çabaya ihtiyaç-
ları olduğunu fazlasıyla hissediyorlardı. 9 1 0 yılında Auvergne Kontu Sofu Gu-
illaııme tarafından kurulan Cluny tarikatı bu ihtiyaca yanıt veren reformların
kaynağı oldu. Cluny tarikatı mensupları, insanlık dışı uzunluktaki ibadet ve
ayinler içeren Benedikten kurallarını değiştirdiler. Daha önemlisi manastır
başrahiplerini kurdukları veya birlikte çalıştıkları bütün kardeş kurumların
üstünde söz sahibi bir konuma getirdiler. Gerçekte ilk nıanasıır tarikatını
oluşturan onlar oldu. Demir disiplinleri ve yerel kaygılardan bağımsızlıkları
onları Kilise siyasetinde önemli bir ses haline getirdi. Öncelikle reformlarına
papanın desteğini sağlayarak papalığın üstünlüğünün sarsılmaz destekçisi ol-
dular. 9 1 0 - 1 1 5 7 yılları arasında Cluııy tarikatının uzun ömür sürmüş olan ye-
di başrahibi (Berno, Odo, Aymard, Majolus, Odilo, St Hughes ve Saygın Pier-
re) İspanya'dan Polonya'ya kadar uzanan üç yüz on dört manastırdan oluşan
bir ağ kurdular. "Papalık monarşisi"nin önde gelen kurucusu 11. Urbanus'un
da Cluny mensubu olması hiç de tesadüf değildi (Bkz. aşağıda).
Feodalite Batı kültürüne büyük bir miras bırakmıştır. Konuşma ve terbiye
kurallarını oluşturmuş; mülkiyete, yasal yönetime ve devletle bireyin ilişkileri-
ne yönelik tutumu belirlemiştir. Sözleşme ve haklarla görevlerin dengesi ko-
nularına verdiği önemle karşılıklı güven ve verilen sözü tutma adına uzun sü-
reli bir etki yaratmıştır. Bu tutumlar askeri hizmetler ve toprak mülkiyetinin
dar kapsamlarından çok daha etkili sonuçlar yarattı.
Feodal düzenin askeri olanakları, korku saçan Macarlar dokuzuncu yüz-
yıl sonunda sahneye girdiklerinde ilk sınavını verdi (Bkz. s. 3 2 6 ) . Hunlarla ak-
raba olmamakla birlikte Macarlar da benzer yırtıcı geleneklerle yaşıyorlardı ve
Hungarya'daki aynı ovalara yerleştiler. 8 9 5 yılından 9 5 5 yılına kadar altmış yıl
süreyle mevsimlik yağma akınları eski Karolenj imparatorluğunu sarstı. Her
şeyleriyle Vikingler kadar öldürücüydüler ama çok daha fazla sürüler halinde
hareket ediyorlardı. Şantaj ustasıydılar; haraç ve fidye olarak büyük paralar
I r»ı-»tarlılar Rrf>ı-ıta Irmanı'nrlcı t t ^ h ^ ' m n f>v- c s h i h m i rlflftıtlılar 004'!t*
Moravya, 9 0 7 ' d e Bavyera, 9 2 2 ' d e Saksonya'yı çiğnediler. 940'larda istedikleri
gibi dolaşabildiklerini gördüler: Apulia, Aragon, Akitanya'ya uzandılar. So-
n u n d a Alman prens ve soyluları 9 5 5 yılındaki Bavyera işgaline direnmek için
birleşme kararı aldıklarında, kendilerine denk bir rakiple karşı karşıya geldi-
ler. 1 0 - 1 2 Ağustosta Augsburg yakınındaki Lechfeld'de Saksonya kralı Otto
Almanları üç gün süren kıyımdan sonra ünlü zaferlerine kavuşturdu. Macarlar
uslandılar. Kalanlar geri döndüler ve sürülerine bakmaya, ovalarını ekmeye
başladılar [ B U D A ] .
Bazı nedenlerle bazı tarihçiler arasında Macarların etkisini asgariye indir-
me eğilimi vardır; "onlar Batı tarihinde yaratıcı bir etken değildi" derler. 1 6
( B u n u n anlamı Macarlar Cambridge'e ulaşmadı d e m e k t i r . ) G e r ç e k t e n de yıkıcı
bir etkendiler. Fakat önemli gelişimleri başlatan dürtüyü sağladılar. Büyük
Moravya'yı tahrip ederek (Bkz. s. 3 5 0 - 3 5 1 ) T u n a havzasının etnik ve siyasal
ö r ü n t ü s ü n ü değiştirdiler ve Orta Avrupa'nın gelecekteki profilini belirlediler.
Varlıkları yalnız Macaristan için değil, fakat B o h e m y a , Polonya, Hırvatistan ve
Sırbistan, Avusturya ve Alman İmparatorluğu için can alıcı bir elken oldu. Ku-
zey Slavlarını G ü n e y Slavlarından ayıran canlı bir duvar oluşturdular. Alman
yerleşimcilerin Tuna'dan aşağı inip "Avıısturya"da tutunmalarını kolaylaştıran
yolu açtılar. Alman prenslerini birleşmeye zorladılar ve Lechfeld galibini impa-
ratorları olarak tanımaya mecbur ettiler. Savaşın s o n u n d a Alman askerlerinin
Saksonya kralı Otto'yu nasıl kalkanları üstünde taşıdıklarını ve onu orada im-
parator ilan elliklerini anlatan bir kayıt vardır. Macarların niyeti bu olmayabi-
lir. Fakat yedi göçebe kabilenin Karpatları aşıp bir ö m ü r süresi içinde Avrupa
haritası üstünde altı veya yedi kalıcı çizgi yaratması hiç de k ü ç ü m s e n e c e k bir
iş değildir. A n c a k uzak bir adada sırtı denize dönük bir tarihçi, koltuğunda
oturup bu gelişmeleri önemsiz bulabilir.
Elbette Saksonya kralı l. Otto'nun (h. 9 3 6 - 7 3 ) 9 6 2 yılında Roma'da res-
men İmparator tacı giymesi yalnızca Lechfeld zaferine bağlanamaz. Doğancı
Heinrich (h. 9 1 9 - 3 6 ) Saksonya'yı çoktan k o r k u l u r bir güç haline getirmişti.
Harz dağlarındaki Mamleben sarayından doğuya yürüyüşleri başlatan; Dan,
Slav ve Macar akınları karşısına Alman yerleşimciler yerleştirip surla çevrili
kasabalar kuTan oydu. Quedlinburg, Meissen ve Merseburg o n u n hükümdarlı-
ğı zamanında kurulmuştu. Yani Otto sağlam temeller üstünde duruyordu. Se-
ferler kilise yardımıyla pekiştirilmişti. Magdeburg manastırı ( 9 6 8 ) , Branden-
burg ve Havelberg piskoposlukları ve Hamburg'daki yeni liman artık planlana-
bilirdi. 9 5 1 - 5 2 ve 9 6 6 - 7 2 yıllarında İtalya'ya düzenlenen üç sefer Almanya'yla
İtalya arasında k u r u l m u ş olan imparatorluk bağlanusıntn yeniden düzenlenişi-
ni güvence altına aldı. Bir dizi iç savaş ve mantıklı evlilik bağı birbiriyle dü-
zenli bir ilişki içinde olmayan Frankoniya, Loıharingya, Savabya ve Bavyera
düklükleri arasında bütünleşmeyi sağladı.
Bundan sonra yeniden kurulmuş olan imparatorluk Napoleon tarafından
yıkılana kadar sürekli bir varlık gösterdi. Saksonya hanedanı, e k o n o m i k yaşa-
mın merkezi hâlâ Rhineland egemenliğinde kalsa da, kendi ağırlık merkezini
doğal olarak doğuya kaydırdı. Krallar yaratan başkent Aachen'de kaldı ve Lot-
M e d i u m : Ortaçrtğ, y 750-12 70 347
haringya'nın eski "Orıa Krallık"taki mülkiyeti ona Batı siyasetinde sürekli bir
dayanak oluşturdu. 1024'ıetı 11 25 yılma kadar devam eden Saksonlardan son-
ra gelen Salik hanedanı Frank kökenliydi. Ama artık Frank imparatorluğunu
yönetmiyorlardı. Yönettikleri, Alman Ulusunun Kutsal Roma imparatorlu-
gu'na d ö n ü ş e c e k olan yaratıktı. " A l m a n y a " m n mayalanacağı topraklar (Bkz.
Ek 111, s. 1 3 0 6 ) .
9 7 2 ' d e , İtalya'ya yaptığı son seferinden sonra, I. Otto ç o k önemli bir adım
attı. Bizans'ın İtalya'daki topraklarım fethettikten sonra, onları unvanların kar-
şılıklı tanınması karşılığında iade etmeyi teklif etti. Eğer kendinin eşit impara-
torluk statüsünü tanırlarsa, "Romalıların İmparatoru" unvanını terk edecekti.
O ı t o ' n u n oğlunun ö n c e k i Bizans imparatoru 11. Romanos'un kızı T h e o p h a n o
ile evliligiyle anlaşma mühürlendi. Bu andan sonra iki imparatorluk olacaktı.
Tek evrensel imparatorluk düşü sonsuza kadar yitirilmişti. Gerçekten de The-
ophaııo'nun oğlu 11. O t t o (h. 9 8 3 - 1 0 0 2 ) daha geniş bir ülke rüyasına kapıldı.
Aacheıı'ı ziyaret ederek Charlemagne'ın türbesini açtı ve doğudaki Polonyalı
komşularına resmi bir ziyaretle bulundu. Ama görüşleri ne Almanya'da ne de
Konsıanıinopolis'te destek gördü ve izleyicisi de olmadı. Ardılı 11. Heinrich (h.
1 0 0 2 - 2 4 ) , Sakson soyundan son imparator, ç o k geçmeden İmparatorların ola-
ğan yükü haline gelecek olan bütün sorunlarla uğraşmak durumunda kalacak-
tı. Bunlar Almanya'daki iç savaşlar, Slavlara karşı sınır savaşları, İtalya'ya gezi-
ler, Fransa'yla çıkan arızi çatışmalardı.
I. O l t o Papalığa otokratik k ü ç ü m s e m e y l e bakıyordu. Hiçbir papanın tma-
paraiorluğa bağlılık yemini etmeden kutsanmamasını emretmişti. Roma tri-
bünlerini ve Prefeklini astıktan sonra, kendi taç giymesinin ilk adımı olarak
XIII. J o h a n n e s ' i n ( 9 6 5 - 7 2 ) papa seçilmesini sağladı. O dönemde Latinlerin Pa-
pası Yunanlıların Patriklerinden daha bağımsız değildi. Genel ifade ile, Sakson
imparatorları "Batı Fransa"nın birbirleriyle savaşan feodal yöneticilerini kendi
hallerine bırakmışlardı. O n u n c u yüzyılda Karolenjlerin mirasçıları, Paris Kon-
tu Robert, özellikle destek verdiği kişilerin kral olduğu "Fransızların Dükü"
Hugues le Grand'la rekabet ve karşılıklı dayanışmanın bileşiminden oluşan
karmaşık bir ilişki içindeydiler. Süreç içinde Lotharingya'daki etkilerini ve
böylece eski F r a n k krallığının merkezini yitirdiler. 9 8 7 ' d e son Korolenj kralı
varis bırakmadan öldüğünde, mücadele Dükün oğlu Hugues Capet lehine çö-
:Uİdü (h. 9 8 7 - 9 6 ) ve bu kişi yaklaşık dört yüz yıl sürecek bir hanedanın kuru-
cusu oldu.
Bundan sonra Fransa krallığı sürekli bir varlık olacaktı. Capet hanedanı-
nın önderliği kaçınılmaz olarak ağırlık merkezini batıya kaydırdı. Elbette
Charlemagne'ın anısı ve Lotharingya üstündeki iddialar devam elti. Fakat
Krallık özündeki Frank niteliğini yitirdi. Son ifadelere ters bir biçimde Alman
komşularıyla s o n u gelmeyen savaşlara girişmedi, fakaı yeni oluşturulan impa-
ratorluktan kesin bir biçimde ayrılışı yeni bir kimliği oluşturan güçlü bir mo-
'.or etkisi yaptı. Bu da Fransa Ulusu'nuıı mayalanacağı topraklardı.
Frank imparatorluğunun s ö n ü p Sakson imparatorluğunun güçlü bir bi-
;imde doğduğu d ö n e m d e , Bizans İmparatorluğu Makedonya hanedanı yöneti-
minde gücünün doruğuna ulaşmıştı. I. Basil (h. 8 6 7 - 8 6 ) eski bir at cambazıydı
ve tahtı bir cinayetle ele geçirmiş, fakat bir "iyileşme ve pekişme çağı" başlata-
rak yetenekli bir yönetici olduğunu göstermişti. İkisi de okumuş olan ardılları
Bilge V. Leo (h. 8 8 6 - 9 1 3 ) ve Konstantinus Vll. Porphyrogenitus'un uzun hü-
kümdarlıkları Konstantinopolis'in ticaretten refaha eriştiği bir döneme denk
gelmiştir. 5avaşçı imparatorlar loannes Tzimiskes (h. 9 6 9 - 7 6 ) ve II. Basil Bul-
garoktonos "Bulgar-kesen" (h. 9 7 6 - 1 0 2 5 ) bütün cephelerde saldırgan bir siya-
set izlediler. Imparatoriçe Zoe (y. 9 7 8 - 1 0 5 0 ) üç imparator kocası aracılığıyla
yarım yüzyıl kadar süreyle iktidarı elinde tuttu. Mozayik portresi bir yanında
Isa, öte yanda yazısı rahat biçimde okunmaz hale getirilmiş bir imparatorla
birlikte Aya Sofya'da halen durmaktadır. Zoe'nin entrikacı kardeşi Theodora
(h. 1 0 5 5 - 6 ) kısa süre tek yönetici olarak ortaya çıkmıştır [ATHOSİ.
Makedonyalılar yönetiminde Bizans devleti varlığını hem içeride hem dı-
şarıda hissettirmiştir. Patrikler umutsuz bir itaat altında tutuldular, imparator-
luk sarayı bütün eyaletlerde aynı uygulamaları gerçekleştiren büyük bir bü-
rokrasiye hükmediyorlardı. Ordu profesyonel, şövalyemsi kadrolarla yeniden
örgütlendi. Aristokratik kabileler devlet hizmetine alındı. Devlet ticaret ve fi-
yatları düzenledi ve kendi gelirini azamiye çıkardı. Konstantinopolis altı hane-
li nüfusuyla Dogu ile Batı arasında önde gelen ticari antrepo işlevi görüyordu
ve zamanının bütün Avrupa kentlerini geride bırakmıştı. Bizans'ın kara gücü
büyük ölçüde güçlenmişti. 1. Basil Taremo'yu ete geçirerek Bizans'ın Güney
ltalya'daki varlığını yeniden tesis etti ( 8 8 0 ) . İki eksharklık vardı; biri Kalabri-
ya'da biri Langobardiya'da; bir de Bari'de Catapenatus bulunuyordu. Doğuda
yıllık seferler onuncu yüzyıl boyunca devam etti ve Suriye, Kıbrıs, Giril, Kilik-
ya, Mezopotamya'nın bir bölümü kazanıldı. Arap ilerlemesi durduruldu. Do-
kuzuncu yüzyılda yerli Bagrat hanedanı tarafından yönetilen Ermenistan Bi-
zans tabiyetine yeniden alındı. 9 2 4 te Konstantinopolis'! muhasara etmiş olan
Bulgarlar egemenlikleri batıya doğru genişlettiler, fakat zaman içinde vaftiz ve
kılıçla uslandırıldılar.
Siyasal istikrar sahneyi kültürel Rönesans için hazırlamıştır. I. Basil ve bir
filozof olan VI. Leo son yüzyılların imparator fermanlarını derlediler. Bizans
kilise mimarisi uyumlu bir bütünlük sağladı. Edebiyat adamları sarayı doldur-
du. Patrik ve öğreımen olan Photios (y. 8 1 0 - 9 3 ) anlık çağla ilgili araştırmaları
canlandırdılar. Simeon Metaphrates (öl. y. 1000) Hıristiyan azizlerin yaşamla-
rıyla ilgili standart derleme olan Menologion'u bir araya getirdi. Çağdaşı şair
loannes Geometres ilahiler, ep i gramlar ve büyük hümanist duyarlılık gösteren
şiirler yazdı. Mikhael Psellos (y. 1 0 1 8 - 8 1 ) saray filozofu ve çeşitli alanlarda
bilgili biriydi; tarih, ilahiyat ve edebiyat konularında büyük bir yekun tutan
eserler verdi. "Makedonya Rönesansını" değerlendirenler bu gelişimin yaratıcı
olmaktan çok ansiklopedist olduğunu söylerler.
ATHOS
K87) YİLİNA ail bir kbrysolnıl. imparatorluk fermanında I. Basıl Aılıos "kutsal Da-
ğı"nm keşiş ve münzevilere terk edilmesini resmen onayladı. Bundan sonra bülün si-
viller ve kadınlar (insan olan \e olmayan) llalkıdı'nın denize uzanan üç burnundan
en doğusunda bulunan 3 0 0 k i l o m e t r e karelik " B a k i r e n i n Bahçe'sinden sürüldü. İlk
sürekli manastır. Yüce Laura 9 3 6 yılında kurulmuştu. Temel typikon yani berat 972
yılından kalınadır. Athos Dağı'nı oluşturan yarımada 2.033 meLreye kadar yükselir
ve bundan sonra merkezi köy olan Karyes'te toplanan manastır başrahipleri konse-
yi ve bir pıvıos, yani başkan taralından yönetilecektir. 1
Athos manastır anlayışı, kuruluşundan itibaren cemaat, gelenekleriyle inziva
geleneklerini uzlaştırmak zorunda kalmıştır, Onuncu yüzyılla on altıncı yüzyıl ara-
sında inşa edilmiş olan yirmi biiyiik manastırdan on üçü saf biçimde cocnobiLiclir,
bülün faaliyetleri birlikle yürütürler; yedisi ise idiorlıylhnıivMr. bülün keşişler kendi
başlarına yerler us çalışırlar. Bunlar arasında en eski üçu. Yüce Laura, Yalopedı ve
Gürcülerce kurulmuş olan Iveroıı da vardır. Manastırlar dışarı doğru uzanan çiftlik-
ler. şapeller ve inziva hücreleriyle bir ağa bağlıdır. Münzevilerin nihai toplanma yeri
baş döndürücü Karoıılia yerleşiminde, yarımadanın yalçın sırüanrıdadır. Burada la-
Inrcni gibi dağılmış kişisel kulübelere dik uçurumlar, taş basamaklar ve ıp merdi-
venlerle ulaşılır.
Yüzyıllar boyunca Aılıos Arap korsanlar. Ulah çobanlar, Katalan akıncılar da-
hil birçok saldırı tehtıdıne uğradı, balın İmparatorluğu zamanında ( I 2 0 T 6 I ) düzenli
saldırılarla keşişlere Katoliklik kabul ettirilmek islendi ve sonraki biitün Doğu-Batı
birleşme çabalarına dirençli bir muhalefet buradan gelecekti. Bundan sonra Sırp
Bulgar ve Kl'lak prenslerinden gönüllü himaye gördüler. Selanik M 3 0 ' d a Türkler ta-
rafından l'etbed ildiğinde. padişah keşişlerin ayrıcalıklarını tamdı.
On dokuzuncu yüzyılda Aihos St l Y i e r s ö u r g tarafından Rus etkisinin aracı ola-
rak görııldıi. Beş bin kadar Rus keşiş buraya, özellikle St Panıeleimon Roııssi-
kon'tına ve St Andreas .sAıic'stne yerleşti. Yunan. Sırp, Romen ve Bulgar kurumları
benzer biçimde ulusal kiliselerin aıanlarıııa dönüştüler. Alhos 1917 Rus Devrimin-
den sonra son büyük hamisini yitirdi. Şu andaki yasal konumuna Yunanistan'la
1926'da düzenlenen anlaşmayla kavıışitı.
Oııyıllarca süren çürümeden sonra. I9(i0'lerde yeni bir keşiş dalgası buranın
nüfusunu y. 1300'ierc çıkarın ve reform talepleri ortaya çıktı. Manastırlar t a m i r
edildi, ticari ormancılık başlatıldı, yollar yapıldı ve (erkek) turistler kabul edildi. Ro-
ma'yla temasların yeniden tanımlanması için tartışmalar başlatıldı. AUıoslıı bir ke-
şiş uluslararası kamuoyuna seslenen bir risale ile şikayetlerini dile getirdi. 2 Bir göz-
lemciye göre "Athoslnlar hizipçilikleri ve dedikoducııluklarıyla ünlüdür". "Nc de olsa
Bizans dünyasından kalanların kalbi burasıdır." ; t
Batı'yı saran Felaketlerden korunmuş ve güvenli olan Bizans, biçem yaratma
peşindeydi. Büyük Otto'nun tarihçisi ve İtalya Kralının elçisi Cremonalı Liutp-
rand 949'da Konstantinopolis'i ziyaret ettiğinde şaşırmıştı. Konstantinos
Porphyrogeniıus tarafından karşılanışı onu güçlü biçimde etkilemiş ve rahat-
sız etmiştir;
İmparatorun tahtının önünde üç yaldızlı demirden bir agaç vardı ve dallan gene
yaldızlı demirden yapılmış çeşitli kuşlarla doldurulmuştu; bu kuşlar çeşitli biçim-
lerde ötüyordu. Tahtın kendisi de o kadar kurnazca yapılmıştı ki, bir an alçak gö-
rünüyor... ve bir an sonra yükseklere çıkıyordu. İki yanında k o c a m a n yaldızlı me-
tal veya ahşaptan arslanlar bekliyor ve kuyruklarını yere vurup ağızlarım
kocaman açıp dillerini hareket ettirerek kükrüyorlardı.
iki hadım eşliğinde bu salona imparatorun ö n ü n e gelırildim. Ben içeri girince
arslanlar kukredi, kuşlar öttü... Fakat üçüncü kez kendimi tanıttıktan sonra başı-
mı kaldırdım, imparatora baktım ve biraz önce benden biraz yüksekte olduğunu
gördüğüm imparatorun nerdeyse salonun tavanına kadar yükselmiş ve başka giy-
siler içinde olduğunu gördüm. Bunun nasıl yapıldığını bilmiyorum... 1 7
ı
BOGUMİL
İMPARATOR loannes T/imiskes 975'te dinsel sapkın hır Urmeni cemaatini Bulgar
Trakya'sında Philipopolis (Filibe, Plovdiv) çevresine yerleştirdi. Bunlar Bizanslılar
taralından bir şiire önce durdurulan çok geniş bir hareketin kalıntısı olan Paulusçu-
lardı. Aynı sırada Ortodoks Kilise pek bilinmeyen bir Bulgar papaz olan Bogoınıl'in
ızleyicileriyle uğraşmaklaydı, liu papazın da kabahati kuşkulu biçimdi' Paulusçtıla-
rııı görüşlerini andırıyordu. İki görüş de dilalıstli, Gnostiklere \c (Hıristiyan olma-
yan) Manihkeenlere kadar uzanan bir geleneğin mirasçısıydı. Birbiriyle kaynaşan bu
iki grup. "Karadeniz'den Biskay"a kadar bilii'm Avrupa'ya yayılacak olan bir görü-
şün rle temellerini oluşturdu. 1
Bogumılsivoym Bogomillik, Balkanların Yunan veya Bulgar lordlarından bez-
miş olan ezilmiş Slav köy lülerine çekici geliyordu. Bu görüş iki ana biçimde gelişti,
ana akım Bulgar değişkesi, diğeri de adım lam anlamıyla Faıılusçu düalıst. bir öğre-
tinin kök saldığı Makedonya sınırındaki bir köyden alan Dc^ov/lsv-Hİeğişkcsiydi. Bu
öğreti Bulgar Basil taralından Konslanlınopolis'e taşındı ve lövbc etmeyen taraftar-
larının çoğu odun ateşinde yakıldı. Ama öğreti on ikinci yüzyılın ortalarında tekrar
su yüzüne çıklı ve "sahte pıskopos'un görevinden uzaklaştırılarak Bogomil eğilimler
gösteren bir patriğin emekli edilmesi gerekli.
Bogomil öğretisi Ortodoks Hıristiyanlıktan kötülüğün kaynağıyla ilgili konular-
daki görüşüyle ayrılır. Bogomiller flskı Ahıl'leki yaradılış hikâyesini reddederler ve
dünyanın Tanrı'mn büyük oğlu olan Şeytan tarafından yaratıldığına inanırlar. Ayrı-
ca İsa'nın mucizelerini de alegorik hikâyeler olmaları dışında reddederler. Kutsal Ya-
zıları, ikonaları, perhiz günlerini ve Ortodoksluğun bütiin lilürji ve ritüellerinı inkâr
ederler. Özellikle l-laç'ıan nefret ederler ve onu İsa'nın ölümüne yol açan araç olarak
görürler. Bir açıklamaya göre Tanrı yaratılmış olanları Şeytana lerk ederek gazalimi
dindirmiş, sonra oluşan yanlışlıkları düzeltmesi için ikinci oğlu İsa'yı göndermiş.
Isa. "Dünya'nın viıcut buluşu" Bakire'nın içine kulağından girmiş, orada eıe bürün-
MerJium Ortaçağ,}-. 750-1270 353
Kiev prensi Volodymyr yani Vladimir sık sık, bir başka çok geniş fakat kı-
sa süreli ülkenin kurucusu olarak Charlemagne'a benzetilir. 2 0 Parallellik en
azından ikisinin de daha sonra ulusal efsanelerin kahramanı olmalarıyla yete-
rince uygundur. Elbette Volodymyr Frank Charlemagne Fransız olduğu ka-
dar Rustu. O sırada Rusya, Charlemagne'm zamanında Fransa ne kadar mev-
cutsa o kadar mevcutlu. Ne var ki Rus Ortodoks Kilisesi beş yüz yıl sonra
sahneye çıktığında, Kiev mirası üstünde tekelci bir hak iddia etti ve modern
Rus propagandası özellikle Ukraynalılar arasındaki rakip iddia ve gelenekleri
bastırmak için her şeyi yaptı. Bu arada Charlemagne'm ıhan s on de geste'iıı ulu-
sal kahramanına dönüştürüldüğü gibi "Prens Vladimir" de ortaçağ Rus byhny-
sinin ana kişiliğine dönüşlü. Roland, Olivier ve Piskopos Turpin'in karşılıkları
Alyoşa, Popoviç, Dobryna Nikitiç ve cesur köylü llya Popoviç: Krastıoc Solııiş-
feo, "Sevgili Küçük Güneş Işıgımız"m yoldaşlarıdır. Bu lâkaba en azize benze-
meyen azizin kendisinden daha gürültülü gülen de çıkmaz (Bkz. Ek 111, s.
1309)
NOVGOROD
12. ile 13. tabaka arasında bulunan (1269-9!)) 37 nolu parçada evlilik leklılı vardır
Nıkita'dan UlyaniLsa'ya. benimle evlen. Seni istiyorum, sen de beni. Ignatio da tanık
olacak. '
BİRİK
1075 YILINDAN bir sil IT önce Kral Svcın lll'sson. Büyük Knııı'ıın yeğeni A udun adlı
hır adamla görüşlü. Andım Grönland'dan Danimarka'ya gelmiş ve ona kutup ayısı
getirmişti. Bu olay Audun'un Öyküsü adlı sagada anlatılır. Kısa şiire sonra Kral Al-
man papa-/. Bremenh Adam'la görüştü. 1'apaz anıtsal /lam/ıurg ftstoposlugo Tarihi
adlı çalışması için bilgi topluyordu ve o sırada İskandinavya bu piskoposluk bölge-
sindeydi. Adam'a göre Kral ona bu denizde birçokları tarafından ziyaret edilmiş bir
başka ada olduğunu ve burada çok güzel yabani asma yetişip mükemmel şarap ya-
pıldığı için V'inland adını aldığını açıklamıştı. Dahası bu üzümler çok boldu. 1 Bu, Av-
rupa'da Kuzey Amerika'ya ilişkin en eski atıdır. Arkeolojik kanıtlar, özellikle Kuzey
Newfoundland'dan çıkartılanlar Kuzeylilerin gerçekten okyanus ötesi yerleşimler
kurduğunu d o ğ r u l a m a k t a d ı r . 2
"Buz Denizi'nirt keşîi birkaç yüzyıla yayılmıştır. İzlanda sekizinci yüzyılda İr-
landalılar tarafından biliniyordu. Burada Kuzeyli yerleşimi y. 870'lcrdc başladı.
Grönland ilk yerleşimcilerden seksen yıl kadar önce y. 985/6 yılında, aynı zamanda
Vinland'ın ilk kez görüldüğü zamanda keşfedilmişti.' 1
Bu keşiIIe baş kahraman maceracı Kızıl Kirik'lir (y. 940-1002). Kırık Norveç
Jaederen'deki evinden bir dizi cinayetten sonra ayrıldı, l'akat daha sonra köleleri bir
komşunun çiftliğini yıkmak için bir toprak kayması düzenlediklerinde İzlanda'da da
bir kavga başlattı. İzlanda Thomess Meclisi tarafından kanun dışı ilan edilince, baş-
kalarının da gelmesini teşvik etmek için Yeşil Ada (Grönland) adını verdiği adanın
batı kıyısında bir yerleşim oluşturdu. Bu İzlanda'nın MS 1000 yılında resmen Hıris-
tiyanlığı benimsemesinden on beş yıl önceydi Kirik'in küçük oğlu "Şanslı" l.eif
Kriesson y. 1001 yılında batı adaları hakkında anlatılanları doğrulamak için Grön-
land'dan yola çıkıı ve llelluland ("Diiziaş Clkesi". olasılıkla Ballın Adası). Markland
("Orman Ülkesi", olasılıkla Labrador) ve ulaşılması zor Vinland "Şarap Clkesi" hak-
kında bilgilerle döndü. Asmaları bulan Leıfın tayfalarından Alman Tyrkır'di ve Ki
rik'in gelini Gutrid'in zengin ikinci kocası Thorfınıı Karlsel'ni Amerika kıyısında sü-
! rekli yerleşimler oluşturmak için buraya iki kez sefer düzenledi. Kric'ın kural
tanımaz kızı Kreydis de Vinland'a iki defa gılli. İlk seferde bir Kızılderili saldırısını
| göğüslerini açarak d u r d u r d u ğ u anlatılıyordu. İkincisinde bütün yoldaşlarını öldiir-
I _
dii. î 0 0 9 sonbaharında Gutrıd. Karlscliu'ııin karısı ve Krırik'ın büyük oğlu Thorsle-
in'iıt dulu. Vinland'da doğum yaptı ve ilk Avrupalı Amerikalıya Snorri adı verildi.
Vinland'm tam yerinin bulunması bilim adamları arasında sonu gelmeyen tar-
tışmalar yaratmıştır. Şimdi oydaşına Ncvvl'oundland ve l,'Anscaux-Medado\vs tarafı-
na doğru eğilim göstermektedir. Tyrkır'in bulduğu vinbcr. yani "şarapyemişi" yaba-
ni keçıyemişi ve "kendi kendine yetişen buğday" lymc otu olabilir, konu fazlasıyla
'İskandinav masalı' doğurmuştur. Bu konuda 1920 yılında Manila'nın bağında bir
şakacının çakıl taşına kazıdığı Mİ veya MS 1001'e larihlenen rıınik yazı veya Va-
le'in 196~>Te yayımladığı Vinland Haritası anılabilir.' 1
Ana kaynak halen Kuzey Sağaltırı, özellikle G'raerifernc/ın^ (y. 1190). Kı-
rık Sagası (y. 1260) ve islandingabok'dur (y. 1127). Son kitap Snorri Karsefnis-
son'ıın büyük lorunu olan bir piskopos başkanlığında bir heyet taraTındaıt yazılmış
İzlanda tarihidir.''
İzlanda dışında ıızak Kuzeyli kolonileri yaşamamışlardır. Vinland birkaç onyıl
sonra terk edilmiştir, Grönland bir süre mors dişi. kürk ve beyaz şahin ticaretiyle
zenginleştiyse de on dördüncü yüzyılda gerilemiştir. Kemik hastalıkları ve bozulan
iklim egemen oldu. Grönlaııd'dan İzlanda'ya son gemi H l O ' d a geldi Son Kuzeyli
Grönlandlı bir süre sonra, "malcm tutulmadan, kefensiz, bilinmeden" öldü.' 1 Onun
veya son arkadaşlarından birinin donmuş kalıntıları Grönlarıd sahilinde löfifi'da
Klizabeıh devri kâşiflerinden John Davys (1550-1603) faralindaıı bulundu. Tam altı
yüz ytl önceki Kızıl Birik ve beif l-lricsson gibi Davys de "Büyük Geçıf'ten ötede tali-
bini denemek için kuzeybatının uzaklarına doğru seyrelmekleydi.'
MISSA
HIRİSTİYAN ayin usulü hiçbir zaman statik olmamıştır, ilahiler, mezmurlar, dersler,
vaazlar, yanıtlar, bestelenmiş mezmurlardan oluşan Kutsal İbadet ve Ayinler beşin-
ci yüzyıldan itibaren biçimlenmeye başlamıştır. Keşişlerin, bir zamanlar günde bir
kez okunan yüz elli ezber duayı yaygınlaştırmalarına olanak sağlayan kanonık saat-
ler Sl Benediclus tarafından kıırumtaşlırılmıştır. Troyos piskoposu l'rudctılius (öl.
861) onaylanmış ayın usulü metinlerinin ilk özetini hazırlayan kişi olarak tanınmak-
ladır.
Hıristiyan ayinlerinin en kutsalı missa belirli biçimini bir süre sonra almıştır.
Hukharist. "Şükran Ayini". "Koınünyon" veya "Mesih'in Akşam Yemeği" anısı gibi
adlarla bilinen miıısa geleneksel olarak öteki Kutsal Ayinlerden ayrılmıştır. Kn eski
M inşa düzeni, onuncu yüzyıldan kalmadır. Komıinyonun merkezi eylemi papazın ek-
mek ve şarabı İsa'nın gövdesi ve kanı olarak kulsaınasıdır ve sonra bunları ayine
katılanlara sunar On iiçiincü yüzyıldan I963'e kadar Roma Kilisesi şarap kadehini
ruhbanın kutsamasıyla sınırlanmıştır. \ m a şmıdi. onurıal biçiminde olduğu gibi. "İki
Türlü Komiinyon" sunmaktadır. Komünyoıuın teolopk yorumu, özellikle Toııımasocu
aşkın ikame anlayışı Relörmasyon sırasında birçok çatışmaya yol açmıştır.
Missa ayininin farklı bölümlerinde farklı müziklerin çalınması mirzık tarihi açı-
sından çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Duruma göre değişen sözler, yani propri-
um genellikle ezber okunur veya müzikle söylenirdi. Bunlar Introılvs. Gracluale. 01'-
l'ertvrium ve Coınmunıon ilahilerinden oluşuyordu, f a k a t metinleri değişken olan
ayinlerin değişmez bölümleri lürdinarius) müzikte birçok incelmiş yeniliklerin yapıl-
masına olanak sağladı. Ordinarius şunları içeriyordu: Güneş ı.apımındaıı gelen antik
bir beddua olan Kyrie Eleison (Rab Merhamet Göster). Paskalyada genellikle söylen-
meyen bir ilahi olan Gloria in I-ACCISIS Deo. Ûvdo yanı İznik Akidesi. Komünyoıulan
önce okunan yüceltme ilahisi Sandys, dünyevi günahlardan arındıran ilahi Agnus
Dei ve son olarak Dismissal. İte. nnssa esi (I luzur içinde gidin. Missa sona erdi).
Ordinarius iki veya daha fazla ses için düzenlenince ve sonra korolarla müzik
aletleri de eşlik etmeye başlayınca, ortaçağ çok sesli müziğinin ana iddiası ortaya
çıkmış oldu. Kksıksiz bir Mıssa ayini Guillatıme de Vlachaul (öl. 1377) tarafından
bestelendi ve benzer kompozisyonlar Rönesans döneminde yaygınlaştı. Kn iistün
ustalar kuşkusuz Raleslnna (ol. 1594) ve Anglikan kilisesi hizmetinde bir Katolik
olan çağdaşı William ßyrd'di (1543-1623), Talestrina'nın çok özgün Missa l'apae
Mareeilaei 1555) bestesi Tarento Ruhani Meclisinin talimatlarına uygundu ve sözle-
rin açık seçik olmasına büyük önem veriyordu fCANTUS].
Masanın müzik tarihine etkisini hesaplamak m ü m k ü n değildir. Şarkı söyleme-
nin titiiritnin (ayin usulü) ruhani ve estetik etkisini dönüştürmesi gibi. //ı/şuanın ko-
ro ve müzik aletlerine göre düzenlenmesi Avrupa'nın müzik geleneğinin evrimim bü-
yük oranda etkiledi, "bitüriik metin. Balı Hıristiyan dünyasının kültür tarihine
i müziğin girdiği kapıyı oluşturur." 1
J. S. Bach'm harikulade Si minor Missa'sı missa müziğinin dinsel ayinlerden
ayrıştığı aşamayı doğurdu. Haydn bu tür on dört missa yazdı. Vurmalı çalgılar için
Mıssa (171)6) ve Nefesli çalgılar için Misssa da (1802) bunlar arasındaydı. Mozart
bitmemiş müthiş Requiem de (1791) dahi! on sekiz parça yazdı. Beethoven'in Re ma-
jör tonunda göre Missa Solemnis'i (1823) bu dizinin şaheseri olarak kabul edilebilir:
onu romantik ıarzda hiszı. Gounod. Bruckner ve Janacck izleyeceklerdi. Yirminci
yüzyılda Missa hem Hıristiyan inancının zayıflaması hem de geleneksel müzik for-
munun parçalanmasına karşın yaşamaya devam elli. f'rederick Delius koro için Mı-
eızsche'nin din karşılı metinlerine dayanan Bir Yaşam Missası'tn (1909) besteledi.
Sıravinsky'nin Koro ve Yaylı Çalgılar İçin Missa (1948) bestesi Vlachaul modeli üstü-
ne yem çok sesli deneylerdir. 2
Şarkı söylenen ve söylenmeyen birçok Missa ayini Katolik ve Ortodoks kilise-
lerde büUin dünyada devam etmekledir. M&vadan kaynaklanan dinsel gelenek de.
s müzik türleri de tüm canlılıklarını korumaktadır.
1054-1268
lararası ün kazandı. T ama ra'ya adadığı epik şiiri Kaplan Postundaki 5övalye, iyim-
ser bir yaklaşımla "Rönesansın ilk soluğu" olarak adlandırılmıştır. 2 3
Ortaçağ toplumu ezici biçimde kırsaldı. Yaşam feodal malikâneler ve
lordla serfin değişmeyen ilişkileri çevresinde örgütlenmişti. Dolayısıyla rü-
şeym halindeki kentlerin ortaya çıkışı manzaranın bütününü değiştirmiyordu.
Ama kemler yalnızca gelecek açısından değil, ticaretin örgütlenmesi ve kültü-
rün yayılması açısından da önemliydi.
Sur içindeki şatolar gibi surlarla çevrili kentler kırsal kesimin güvensiz
ortamını yansılıyordu. Surlar, kapılar ve kuleler güvenli bir vaha yaratmak
içindi. Ama aynı zamanda farklı toplumsal cemaatlerin oluşumunu da besli-
yordu ve bu cemaatler kendilerine ayrı hukuki ve siyasal kimlik kazandırma
peşindeydi. Limanlar ve kavşak noktalarında, pazar alanlarında, kont ve pis-
kopos çevresinde toplandılar. Birçok yeni doğmuş kent yok olup bilinmezliğe
karıştı, ama on ikinci yüzyıla gelindiğinde Avrupa'da bazı bölgeler canlı bir
kentleşme göstermekteydi. İtalya'nın liman kentleri Venedik, Piza ve Cenova
rmeüydü. Kısa süre sonra Lombardiya ve Rhineland kentleri ve bir dizi tekstil
kenti; Toskana'da Floransa ve Siena, Flaııdre'da Ypres, Bruges ve Gand onlara
rakip olarak ortaya çıktı. Londra ve Paris ekonomik nedenler yanında siyasal
nedenlerle de büyüdü. En büyüğü elli bin nüfusluydu ve nüfus sürekli artıyor-
du İF1ESTA].
Kent toplumu, kendilerini daha kalabalık zanaatkarlara ve köksüz unsur-
.ara karşı örgütleyen bir burgerler sınıfının oluşmasıyla vurgulu hale gelmek-
:evdi. Önemli olan Batı'daki kentlilerin çoğunluğunun kent duvarları dışında
egemenliğini sürdürmekte olan feodal düzenlemelerden kendilerini kurıarma-
orıydı. "Özgürlük burjuvazinin hukuki statüsü haline geldi... artık kişisel bir
ıvrıcalık değil, kent toprağının miras bıraktığı mekâna bağlı bir baktı." 2 4 Ama
Müslüman modeline göre düzenlenmiş kölelik özellikle İtalya'da yaygındı. Ak-
deniz ticaretinde Yahudilerin kazandığı etkinliği kırmak için özel sözleşmeler
düzenleniyordu I G E T T O ] .
Ticaret ağı az sayıdaki sınanmış yol üstünden işliyordu. Venedik ve Ce-
-.ova Doğu Akdeniz ticaretinin örgütleyiciliğini Konstantinopolis'in elinden
:'.dı. Kuzey Denizi ticaret yolları İngiliz yününe duyulan taleple gelişti. Lom-
bardiya ve Rhineland (mnsalpm koridorun iki ucunda bulunuyordu. 1180'den
.ibaren Champagne kontları serbest ticaret bölgesinin ilk örneğini oluşturdu-
.-r: bu bölgenin fuarları uluslararası ticaretin takas alam oldu [GOTTHARD]
HANSA].
On birinci yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa'nın çoğu bölgesinde gö-
' j n ü r d e bağlamışız bir dizi yenilik uzun sureli bir hareket başlattı. Kurumlar
: luşuyor, geçici çareler uzun dönemli tasarılar haline geliyordu.
14 Nisan 1059'da Papa 11. Nicolaus papa seçiminin Kardinal Kurulu tara-
.ndan yapılacağını belirten fermanı çıkardı. Bu hareket papalığın bağtmsızlığı-
sağlamayı ve iki rakip siyaset tarafından atanan iki rakip papanın yol açtığı
i ski savaş sahnelerinden kaçınmayı amaçlıyordu. Yüzyıllarca papaların "Roma
3 6 6 A v r n p n Tiim/ii
halkı ve ruhban sınıfı" tarafından atanmış olması onları yerel siyasetin etkileri-
ne maruz bırakmıştı. Daha sonraları Alman imparatorlar aday gösterme adeti-
ni getirmişlerdi. Şimdi Papalık kendini dış denetimden kurtarmak üzere zo-
runlu adımları atıyordu. Roma Curia'sı, papalık saray ve hükümeti kısa süre
sonra ilk kez dile getirildi İ C O N C L A V E ) .
Ağustos 1059'da Apulıa'daki Melfi'de Tancred d'Hautevılle'in on iki oğ-
lundan dördüncüsü olan Robert Guiscard Papa tarafından Apulia ve Kalabriya
dükü olarak atandı; "geleceğin" Sicilya düklüğü de ona veriliyordu. Karşılık
olarak Dük Robert, atandığı ülkeleri ele getirebilirse, Papa'ya dönüm başına
on iki pence ödeyecekti. Bu dönemde bu anlaşma Papalığın dolambaçlı diplo-
masisinde bir başka manevrayı işaret ediyordu. Papa, Norman maceracılara
1017'de Kalabriva'ya gelmelerinden sonra bile karşı çıkmıştır; nitekim 1054
yılında Bizans'la yaşanan ayrışma sürecinde Alman ordusuyla güneye yürüyen
Papa IX. Leo Normanlarca tutsak edilmişti. Ama şimdi 11. Nicolaus onlarla iş
yapmak istiyordu. Ûngöremediği, d'Hautevillelerin planlan hemen uygulama-
ya sokacaklarıydı. Bunlar 1060'ia Messina Bogazı'nı geçtiler ve Sicilya'nın
Müslümanlardan alınması için düzenli fetihlere başladılar. On yıl içinde Paler-
mo'yu aldılar, Bizanslıları İtalya'daki son toprakları Bari'den çıkardılar. Böyle-
ce güneydeki Norman fetihleri, Garibaldi'nin zamanına kadar varlığını sürdü-
recek olan İki Sicilya Krallığı'nın kuruluşunu sağladı.
F 1 E S T A
Kski veya yeni. festivaller yıllık olaylardır. Yerel onurla geçmiş yüzyılların süreklili-
ğim birbirine bağlarlar. 1
Ama askeri zaferlere eşlik eden festival ve geçitler kadar görkemlisi yoktur.
Haziran lf)-10Ta \VehrmachL Paris'te simgesel olarak Arc de Triomplıe'u yürüdii.
Beş yıl sonra kızıl Meydan'da İVetırmarcht bayrakları Slalin'in ayaklarının dibine
yığıldı. Almanya'da değilse de Bağlaşık ülkelerde i I Kasım onyıllarea 'Anına Günti'
olarak eıddı bir gösteriş vesilesi yapıldı.
GETTO
HANSA
i ' "
be'den I lambıırg'a sanki Almanya'nın Dogu'dakı beben sra 11 m'unu felhedecckmiş gi-
bi yola çıkar. 2 Ama bu büyük bir çarpıl madır Alman tarihinde Hansa geleneği, ken-
disini bastıran Prıısyacılık. ulusçuluk ve emperyalizmle zıt bir lavır alıştır. Avrupa
tarihinde Hansa, güçlii yerel özerklik, uluslararası işbirliği ve karşılıklı rel'aha dayalı
bir gelecek ıııııut edenler için bir meşale gibi parlamakladır.
İlk bakışta Papa emrini zorla uygulayacak araçlara sahip olmadığı için, İmpa-
ratorun konumu güçlü görünüyordu. Uygulamada birçok piskopos ruhban dı-
şı hamilere bağımlılıklarını kabul ettiklerinden ve birçok baron bir prens veya
imparatora bağımlı olduğundan, feodal düzenin merkezkaç güçleri Papanın le-
hine çalıştı. Uzun dönemde rekabet berabere kalma ve uzlaşmayla sonuçlandı,
ama bundan önce ilk rauntta İmparator ciddi biçimde aşağılanma sürecinden
geçti.
Hildebvand'ııı meydan okuması din dışı bir kavga başlattı. İmparatorun
emriyle piskoposlar Papayı aforoz ettiler. Papa hemen imparatoru aforoz elti
ve İmparatorun tebaasını sadakatten kurtardı. Alman baronlar hemen isyan et-
tiler ve Savbiyalı Rudolfu "antisezar"ları olarak seçtiler. Heinrich pişmanlık
yolunu seçti. Kış günü Mont Cenis'i karısı ve çocuğuyla aşarak Hildebrand'ı
ıssız Canossa şatosunda buldu. Orada üç gün, eski püskü giysiler ve çıplak
ayakla karda bekledi ve Papa'dan affedilmeyi diledi. Dördüncü gün Hildeb-
rand yumuşadı ve Heinrich "Kutsal Peder, beni affet!" diye ayaklarına kapan-
dı. Ama Canossa'daki dramatik sahneden hiçbir sonuç çıkmadı. Kısa süre son-
ra Heinrich din adamlarını bizzat atama âdetine döndü. Almanya'daki uzun iç
savaştan ve Heinrich'in ikinci kez aforoz edilmesinden sonra imparatorluk pis-
koposları Brixen'de bir sinod topladılar ve "anti-papa" olarak 111. Clemens'i
seçtiler. Böylece Batı'da iki papa ve iki imparator oldu. 1083-4'te imparatorluk
partisi Roma'yı ele geçirdi, Hildebrand Sant'Angelo şatosuna sığındı. Robert
Guiscard ona bir Müslüman ordusuyla eşlik etti ve bu ordu Roma'yı yağmala-
dı. Hildebrand sürgünde öldü. Heinrich 1106'da öldü, ama ölümünden önce
karısı Adelaide onu kamuoyu önünde Kilise'ye karşı çıkmakla suçladı.
1122'deki W o r m s Konkordası, Papa ve İmparatora atamada ortak yetki tanıya-
rak kavgayı uyuşmayla sona erdirdi IMARSTON],
1075'te Piza kenti belediye yasaları, consueiudine di mare için papalığın
onayını istedi. Altı yıl sonra emperyal bir belgeyle hakları tanındı. Düzenleme-
nin bir parçası olarak Toskana dükü kent içindeki bütün yargılamaları iptal et-
li ve Pizalıların onayı olmadan bölgede hiçbir marki alamamayı kabul etli. Bu
sırada Piza basitçe Papalıkla İmparator arasındaki çatışmaya karşı önlemler al-
ma çabasındaydı, ama aynı zamanda büyük kentlerin beledi bağımsızlık elde
etmeleri sürecine de öncülük etmiş oluyordu. Piza Sicilya ve Sardinya'daki
Müslümanlara karşı seferlerdeki yağmalardan zengin olmuştu. Eğik kulesiyle
ünlü katedralinin muhteşem mermerleri de bu zenginliği yansıtmaktadır (y.
1089). Bu süreçte denizdeki rakibi Cenova tarafından engellendi ve karadaki
komşusu Floransa tarafından yutuldu. Ama zengin kent komünlerinin artma-
sı, anayasa, askeri kuvvetler ve sivil onurla donanmaları gelecek yüzyılların
belirgin özelliği olacaktı. Fransa'da Le Mans. St Quentin ve Beauvais on birinci
yüzyılın sonunda bağımsız kentler olmuştu. Flandre'da Sı Ömer Fermanı
( 1 1 2 7 ) Bruges ve Gand için de yolu açtı Kuzey Almanya'da Lübeck özerk yö-
netimi ( 1 1 4 3 ) Hamburg'a öncülük elli ( 1 1 8 9 ) . Bu komünler içinde tüccar bir-
likleri ve zanaaıkâr loncaları oluşmaya başladı.
MARSTON
KSKİ MARSTON bu kitabın yazıldığı yere en yakın ortaçağ kilise bölgesidir. Yakla-
şık dokuz yüz yıllık kesintisiz bir tarihe sahiptir. Şapeli I I22'de ( h l ö r d ' ü ı k ı Sı F ı r
deswidc Austin Manasıın'na adanmış \e izleyen yüzyılda kilise bölgesi statüsüne
yükseltilmişti. 1451'de bir papalık hükmii onu komşu lleadingıon kilise bölgesiyle
birleştirdi ve bu d u r u m 1637'ye kadar devam etli. Modern çağın çoğu bölümünde
lleadınglon lordluğunun sayesinde yaşayabildi.
I z u n tarihinde Vlarsion bazı olaylar yaşadı. 0 \ l ö r d kentinden üç mil uzaklıkta-
ki bu "bataklık" köyü Yîarston feribot undan başka ilginç hiçbir özelliğe sahip olma-
dı. Feribot 1279'dan 1960'lara kadar Chervvell ırmağında işledi. Modern kent banli-
yölerinin büyümesinden önce köy en büyük haliyle kırk-elli haneydi, iki bin beş yüz
dönüm tarım arazisi ve iki yüz kadar atıyla sekiz yüz koyunu vardı. IGöâTen sonra
iki büyük tarla çayır olarak kullanılmaya başladığında nüfus azalmışıır. ingiliz ıç sa-
vaşı sırasında Marstım. Osford'ıaki kral karargâhını muhasara eden Parlamento
kuvvetlerinin eline geçti. Parlamentocularm komutanı Sir Thomas Fairfax Hi43'te
Croke ailesinin Marston Malikânesinde kışladı. Ve Oliver Cromwell onu burada ziya-
ret etli. 1816'dan önce köyde okul yoktu, bu tarihte paralı bir öğrenci yurdu açıldı.
1851'de ilkokul öğretime başladı. Kilise bölgesindeki tek hayır kurumu 1071'de dul
Mary Brett'in y i r m i iki şilin altı peni değerindeki tarlasının gelirini yoksullara ekmek
dağıtılması için vakfetmesiyle kuruldu. Kilise bölgesinin ulusal ün kazanan tek saki-
ni T r u m p adlı dişi leriyer köpekti. 1815'te Hlsfield köyünde satın alınmıştı. Trump'ın
yem sahibi sporcu papaz Rev. Jack Russell köpeğini kendi adını taşıyan köpek cinsi-
nin yetiştirilmesinde kullanmıştır. 1
Marston kilise bölgesi kilisesi St Nicholas son dönem dikdörtgen Gotik 1 arzda
inşa edilmiştir ve "mütevazı" diye tanımlanır - Mazgallı bir küçük kulesi vardır. Ori-
jinal dokudan ancak küçük parçalar kalmışıır. Taş işçiliğinin büyük bölümü on dör-
düncü yüzyıldan kalmadır; 1883'te t a m i r görmüştür. İç donanımda kullanılan meşe
Elizabeth veya Jacobtıscu dönemden kalmadır.
Yaklaşık 1210'(lan 1991'e kadar burada görev yapanların listesi kilisenin or-
tasındaki bir tahtada asılıdır. Köyde oturmayan papaz yardımcılarının görev yaptık-
ları 1529'la 1637 yılları arasındaki kesintiye rağmen liste güçlü bir süreklilik duy-
gusu vermektedir. Adı bilinen en eski papaz llerevvard oğlu OsbertTir (y. 1210).
John de Bradeley (1349) kara vebadan ölmüştür. Robert Kene (1397-8) soyadı kulla-
nan ilk papazdır. Thomas Fylldar (1529) Domınıkendir ve Reformasyon öncesi görev
Medıum: Ortaçağ, y. 750-1270 373
yapan son Katolıknr. John Ailen (lfi37-85) Piskopos I,and taralından atanmıştır, ye-
niden oluşturulan kilise bölgesinde kırk seki/ yıl görev yapmıştır. Onun K d u a ı d dö-
nemindeki ardılı John llamılıon Morıımer'in de görev süresi aynıdır (1904-52).
Bütiin Avrupa'da on binlerce kilise bölgesi toprağa bağlı bir otorite ağı oluştu-
rur. 13u ağ sivil iktidardan genellikle çok datıa eski ve süreklidir. Taca karşı piskopo-
sa bağlıdır. İngiltere'de kontluklardan eskidir. Büyük oranda köy cemaatleriyle çakı-
şır ve bu toplumda köy papazı siyasal rejim ve toprak mülkiyetinden bağımsız
olarak saygın ve etkin bir konuma sahip olmuştur. Son zamanlarda kilise bölgesi he-
yeti yerel demokrasi kurumu olarak ortaya çıkmıştır. Kilise itfaiyesi ve kilise salonu
da toplumsal yaşamın odak noktası olmuştur.
Kilise bölgesi doğum, evlilik ve olum kayıtları, İngiltere'de I. Klizabel.h'in zama-
nından beri tutulmaktadır ve şecere ve nüfus bilgilerinin ana kaynağını oluşturmak-
tadır. Yerel tarihin doğal giriş kapılan bu kayıtlardır.-®
İler şeyden önce kilise bölgesi Avrupa kırsal kesiminde yaşam düzeninin köşe
taşıdır. Köylülerin mevsimlere karşı sonu gelmez savaşımı sertliği, vebaları, kıtlık ve
savaşları, yoksulluğu ve Ortak Tarım Poltlikası'nı atlatmıştır:
Çıldırııcı kalabalığın onursuz mücadelesinden u/ak
Onların bilinçli arzulan hiç yoldan sapmayı bilmedi;
Yaşamın serin kamulaştırılmış vadisinde
Kendi usullerinin sessiz Ladini hep korudular. 4
MORES
ON BİRİNCİ YÜZYILDA bir Bizans prorscsi Doge'vle evlenmek için Y'enedik'e geldi-
ğinde, yemeğim allın çatalla yediği anlaşılmıştı. Piskopos taralından toplum dışı
davranışı nedeniyle azarlanmıştı. Ortaçağda Batı'da insanlar yemeklerini ortak bir
tabaklan parmaklarıyla alıp yerlerdi. Çatal ancak Rönesans'la, o da ancak lokmala-
rı kendi tabağına almak için yaygın olarak kullanıma girdi.' Bıçak, çatal ve kaşıktan
oluşan masa donanımı on sekizinci yüzyılın yeniliğidir,
Avrupa görgü kuralları insanlara uygun davranış kurallarını anlatan elyazma-
ları salgınından tamamen incelenebilir. Bu tür elyazmalarının en eskilerinden bırı
olan. Hughes St Vicıor'ıın (öl, 1141) yazdığı De inslilutione novitarum din adamları
sınılina hitap ediyordu, Tannhauser'e atfedilen on üçüncü yüzyıl Bavyera yazması
liofzııeht (Saray Adabı), on beşinci yüzyılda John Rııssell'in yazdığı Bookor Counes-
ye gibi kaba saraylılara hilap ediyordu. Bu t ü r ü n en (.ikili örneklerinden biri olan
Krasmus'tın yazdığı De Civiliıaıe Morum Pucrilıum (1530) yüz otıız kez yayımlandı.
Rusya'da Büyük Belro iki yiiz yıl sonra ülkesini "uygarlaştırmak" istediğinde basıl-
dı.' Baldassure Casiiglione'uıı II Corlegiano (1328) ve Lııkasz Gornickı'nin benzer
Latince risalesi 0 5 6 6 ) uzun süre uluslararası ilgi gördü. Bunlardan sonra, özellikle
Fransız modelinde sayısız 'yüksek sosyete' rehberi sürekli genişleyen toplumsal çev-
relere görgü kurallarını yaydı.
Bir zamanlar tarihçiler görgü kurallarım geçici modalar olarak değerlendirir-
lerdi. fakat ciddi çözümlemeler, bu türün geniş toplumsal ve psikolojik değişiklikle-
rin dışsal kanıtlarını o r l a y a koyduklarını savunmaya başladı. İler t ü r l ü harekete
! karşı geliştirilen tulum, zaman içinde saptanabilir ve uzun erimli eğilimlerle ilişkilen-
d iıi lebi lirdi.
Örneğin tükürmeyle ilgili öğütler bir dizi temel değişikliği orlaya koyar:
'fabağın içine veya üstünden tükürmeyin (İngiliz, y. 1463).
j Avcılar gibi tabağın üstünden liikürmeyın (Alman, 15. yüzyıl),
j Tükürürken arkanızı dönün ki tükürüğünüz başkasına gelmesin. Kger yere (e-
< m iz olmayan bir şey düşerse ayağınızla ezin (Krasmus. 1530).
| Hğer mümkünse masada tükürmekten kaçının. (İtalyan, 1558).
Rskiden. mevki sahibi kişilerin önünde yere tükürmeye izin verilirdi... Bugtin
bu hareket-yakışıksızdır (Fransız. 1572).
Sık sık tükürmek hoş görülemez. Önemli evlerde insan mendilinin içine lükii-
j rür... Tükürüğünüzün üstüne basmak için aramak zorunda kalacağınız kadar uzağa
' t ü k ü r m e y i n (Liege. 171-1)
Tükürülmesi gerekeni yulmak çok kolu bir davranıştır... Mendilinize tükürdük-
ten sonra hemen onu katlamalı ve bakmadan cebinize koymalısınız (La Salle, 1729).
Çocukların oyun arkadaşlarının yüzlerine tükürmeleri affedilmez bir kabalıktır
(ba Salle. 1774).
Tükürmek daııııa imrendirici bir alışkanlıktır. Kaba ve uygunsuz oluşunun ya-
nında. sağlık için de çok koludur (İngiliz. 1859).
Bugün babalarımızın açıkça yapmaktan tereddüt etmediklerini bizlerin sakla-
yarak yaptığımızı fark ettiniz m i 7 . Tükürük hokkası modern evlerde- artık bulunma-
yan bir ev eşyasıdır (Cabarıes, 19H)). 3
Tükürme ihtiyacının on sekizinci yüzyıla kadar, sınırlamaların nerede, ne za-
man ve nasıl lükıirüldüğüyle ilgili olarak sürekli artmasıyla birlikte engellenmemiş
olduğu görülüyor. On dokuzuncu yüzyılda lüktirme, belki verem korkusuyla, kölıi
davranışlar araşma girdi. Ama görgü kurallarıyla tüttin çiğneme alışkanlığının bir
gereği olan tükürük hokkasının varlığı, belirli derecede ikiyüzlülük bulunduğunu da
ortaya koyuyor. Ancak yirminci yüzyılda lam bir yasaklama etkin hale geldi.
1960'lara kadar bondra otobüslerinde "Tükürmeyiniz" levhaları asılıydı. Bu sırada
bazı i'oek grupları hayranlarını, toplumsal karşı çıkışın göstergesi olarak tükürmeye
çağırıyordu. Tükürme saygınlığın işaretine dönüşecekti.
"Uygarlaşma süreci" toplum içindeki davranışlarda kendi hareketlerini giderek
daha fazla sınırlama olarak görülmeye başladığı gibi, çocuk eğitimi de yetişkinlerde
kendini sınırlama yaraiır:
böylece yüzyıllar alan ve ulanılır, çirkin davranışlara ilişkin standartların doğ-
duğu loplumsal-tarihsel süreç, bireyin kendi yaşamında kısa biçimiyle yemden yaşa-
nır... Biogenesıs yasalarına paralel sosyogenesis ve psikogenesisln temel yasaların-
dan da söz etmek mümkün görülmektedir.' 3
Bu "uygarlaşma" kuramını eleştirenler, uygarlığın bu d a r tanımına itiraz ede-
bilirler. Bazıları bunun özel Alman kuramı olduğunu düşünebilir: düzgün davranış-
lar ve boş kafalar. Birçok kişi aavoir vivıv sanatın in insanın tükürük ve bağırsak
kontrolüyle gümüş masa takımlarını kullanma yeteneğinden daha fazla bir şey oldu-
ğunda ısrar edebilir. Norbcrl Elias'ın "uygarlık eğrileri" ve eşitsiz gelişme kuramı
herkesi ikna edeme.yebillr. f a k s ı herkes "Batılı uygar adam"la, hijyen, saygı, birey-
sellik ve "kişisel mekân" kavramlarının gerçek anlamlarıyla bulunmadığı ortaçağ
davranış biçimlerini birbirinden ayıran bir uçurumun varlığını kabul edecektir. Yal-
nız bazı ortaçağ öğülleri üstünde düşünmek bunun için yel erlidir:
ŞÖVALYE R0DRİG0 DİA7. I 0 9 9 ' d a Valencia'da öldü. Tarihe ömrünü horn Vlagriplı-
ler için hem onlara karşı savaşmakla geçiren biri olarak geçti. Ama efsanede Arapça
i.'/-sm-Wden gelen l:!l Cid "Seyit" unvanıyla Hıristiyan davasının kusursuz savunu-
cusu. Kastilya'mn ulusal kahramanı derecesine yükseltildi. Lfsane daha yüzyıl geç-
meden El Camo c/d mio Cul adlı epik romanla yayılmaya başlamıştı 1 (Bkz. I'lk III. s.
1301).
; Tarihi kişilerin özel ulusal kahraman statüsü kazanması, iinlti insanların yü-
celLilmelerinden çok daha karmaşık bir süreçtir. Ancak düşman komşu veya baskıcı-
lardan ayırt edilerek tanımlanabilen ortaklaşa kimliğin oluşumunun bir parçasıdır.
; Tarihinde dış işgalcilerin bulunmadığı özellikli İngiltere'de tek olası aday Robin 1 lo-
1 od. halkı Anglonorman baronlara karşı savunan gölgeli kanun dışı k i ş i l i k t i r 2 Ingilte-
\ re'nin komşuları arasında ulusal kahramanlar. Llcwckkyn ap Grulîydd. Cesuryiirek
William Wallace. Hugh O'Neill veya Jeanne d'Arc olsun, ancak İngilizlerle savaşan
i kişilerdir. Daha sonraki Britanya tarihinde Britanvalı ulusal kahramanlar A m i r a l
I Nelson veya Dük Wellington gibi imparatorluğu düşmanlarından kurtaran askeri ki-
i şilerdır. Arnavutluk'ta İskender Boğ olarak bilinen Joroj kasiriota (1403-67), Kl Cid
gibi. Osmanlı ve VItisiüman davasına hem katılıp hem onunla mücadele etmiş olma-
sına karşın Osmanlılara karşı direnişin simgesidir,
j Romantizm 19. yüzyılda ulusçulukla çakıştığında (Bkz. s. 861-862) ulusal kah-
| raman kültü zorunlu hale geldi. Kurumsallaşmış bir kadim kahramana sahip olma-
i yan uluslar daha yeni olanları benimsediler. Kosciuszko, Kossulh ve Şeyh Şamil,
. Ruslara karşı savaştı; Tirol'de Andreas Hofer Fransızlara karşı, "Tatraslı Rotıin llo-
! od" Janosık Avusturyalılara karşı savaştı. TaLras'ın kuzeyinde Janosik Polonyalı
! dağlıların kahramanı, güneyde Slovakya'nın ulusal kahramanıdır.' 3 Avrupa kimliği
| açısından şunu doğrulukla söylemek gerekir ki. bütün olarak Avrupa'nın erkek veya
kadın kahramanı yoktur.
Bütürı bu yenilikler bilim adamlarının "On ikinci Yüzyıl Rönesansı" adını ver-
dikleri - Batı Hıristiyanlığının artan güvenlik ve refahla ülkülerini uygulamaya
geçirmek için bilinçle harekete geçtiği sürece katkıda bulundu. Atama Müca-
delesi veya Haçlı Seferleri gibi olaylar yalnızca yeni enerjinin kanıtları değil,
aynı zamanda "ideolojik"ti. Bilgi açlığı yeni zihniyette içkin biçimde mevcut-
tu. Kitap üretimindeki ve kütüphane sayısındaki belirgin artış tanınmış ente-
lektüel merkezlerde kendisini gösterdi. Latin klasikleri rağbet buldu, Latince
önemsendi ve geliştirildi, Latince şiir üst ve alt sınıflarda moda oldu:
XATIVAH
KÂĞIT YAP VIA SANATI ve mesleği Avrupa'da ilk kez 1144Te Valencıa'daki kügiik
Müslüman kasabası Xativali, bugünkü San Kelıpe'de kaydedilmiştir. Çin'den Semer-
kanı ve Kahire yoluyla Avrasya'ya ulaşması bin vıl almıştır. Kalıp ve filigran gibi
önemli teknik gelişmeler bir yüzyıl sonra İtalya'da büyük olasılıkla Ancona yakının-
daki Kabriano'da başladı, bilinen en eski filigran (Fabriano işareti olan) bir K'riir.
Kâğıt buradan geniş alanlara yayılarak papirüs, parşömen ve i x r g a m o n gibi
eski yazı malzemesinin yerini aldı. İlk kâğıt değirmenleri Atıvergne'de A m b e r d e
( 1326). Nürnbeg (1390). Portekiz'de beira'da (1411). İngiltere'de llerılörd'da (on
dördüncü yüzyıl ortaları), koiisfaiUmopolis'te CI-1531 K r ı k o v (1491) ve Moskova'da
(1560) inşa edildi. Matbaanın icadıyla kâğıt lalebi fazlasıyla arttı |MATBAA|.
Standart kâğıt boyları 1389'da, Kmperyal (22*30 inç). Royal, Orta ve Arşiv
boyları olarak lîologna'da belirlendi. Kifa|i sayfaları kâğıtlar bir (folio), ıkı (quarto)
ve üç kez (oclavo) katlanarak elde ediliyordu. 1783'te Annonay'da kâğıi işi yapmak-
la olan Monıgolfier kardeşler kâğıılan sıcak havayla uçan balonlarını yaptılar Ka-
kal kâğıdın esas üstün katkısı bilginin aktarılmasında oldu. llerdcr "kâğıdın mucidi-
ne selam" diye yazıyordu, "dünyadaki bütün monarklardan daha fazla edebiyata
yararlı olmuştur".
Kile yapılan kâğıdın bugün de meraklıları var. Periyodik yayınları Almanya'da
çıkan bir Lluslararası Kâğıt Tarihçileri Birliği ve bir dizi müze var. Kabriano'da,
Fransa'da Moulin Rıcard-en-Bas'da, Hollanda'da Koog an der Zooıı, Almanya'da Ni-
ederzwonilz. İsviçre Basle'de Sı Albaıı ve Silezya Dusznikı Zdroj'da kâğıt, değirmen-
leri halen çalıştırılıyor. 1
C0NSP1R0
K I T S A L YİAIIKEYİK BİRLİĞİ. Heilige Fonme Avrupa'nın ilk gizli derneği olma ayrı-
; çalığına sahiptir, gizli kalanlar dışında. Dernek Almanya'da, on ikinci yüzyılın sonla-
rında Gııelph partisinin önderi Arşları Heinrich'« getirilen emperyal yasakları izlc-
ı yen kargaşa ortamında gündeme geldi. Amacı emperyal otoritenin çöktüğü yerlerde
1 adaleli yerine getirmek ve başkanlığını FreischOffcn veya franc-iugclcrin (scrbesı
yargıç) yaptığı orman mahkemeleri yoluyla halka korku salmaktı. Birlik Wissenden
yanı M t»ilge"ler-den oluşan seçkin üye kaslı, gelişkin bir yemin, işaret, ritüel sistemi
ve Olxrstsi.utillierrm başlangıçta kolonya piskoposunun başkanlık etliği hiyerarşik
bir yapıya sahipti. On dördüncü yüzyılda yüz bin üyesi vardı. Wcstphalia'da çalış-
maları resmen tanınmıştı. On beşinci yüzyılda İmparator Sigismunde da üye yapan
| derneğin etkinliği 1490'lara kadar zayıflamadan devam elti. Son toplantısı 1368'de
yapıldı.
Femgerichte (orman mahkemeleri) savcı ve savunmanın tanıkları dinlediği hc-
j lirlenmış kurallara sahipti. Ama verdikleri tek ceza ölümdü. Mahkûm edilen kişi bir
ağaca asılıyordu ve ağaçta mistik SSGG (Stein, Strick, Gras ec Grün f l a ş . İp. Ol ve
ı Yeşil) harflerini taşıyan bir bıçak bulunuyordu.
j Gizli dernekler, kategoriler genellikle iç içe geçse de siyasal, dinsel, toplumsal
ve suç örgütleri olarak sınıflandırılabilir. On yedinci yüzyılın başlarında mistik Rt>-
j sea Croce(Gül Ilaç Kardeşlik) demeği varlığını açık etme kararı almıştı. Gizli Leosoli
! sistemi İngiliz Robert Kludd (1574-1637) tarafından sistemleştirildi. Bütün Avru-
pa'da. Bacon'dan Descartes'a kadar çok kişinin ilgisini çekti ve franmasonluğıın ilk
I aşamalarında önemli etkide bulundu tMASONLUK|.
! 1776-85 arasında kısa ömürlü olan Adam VYeishaııpt'un Aydınlar Tarikatı
Bavyera'da çok gelişmiş toplumsal reform tasarıları hazırladı. Üyelerinin franma-
sonlarla. lıatla Jakobenlerle iyi ilişkileri vardı. On dokuzuncu yüzyılın başlarında
Carbonarı derneği. Marya ve Irlanda'dakı gizli dernekler güçlendi (Bkz. s. 869-870).
Bazıları halen varlıklarını sürdürüyor 1 |ORANGE|.
Tarihte komplo kuramları moda değildir. Kakat Avrupa larihi hiçbir zaman
j komplocu örgütler, komplolar ve komplocuların olmadığı bir dönem yaşamamıştır.
Friedrich bütünüyle kendi ürünü olmayan bir girdapta yaşıyordu. Gençliğinde
papalık vesayeti altında, papalık onayıyla yalnızca Sicilya kendisine verilmiş,
ancak Almanya'da yirmi yıl baron savaşlarından sonra, papanın eski mükellefi
ve papalığın himayesindeki Brunsvvickli Otto'nun aleyhine dönmesiyle İmpa-
ratorluğa yükselmişti. Flandre'daki kaderi belirleyen, Fransızların papalığa
karşı Otto'nun kurduğu cepheyi ezdiği Bouvines savaşında kendisi yoktu.
Bundan sonra papalığın ona karşı cephe alması da siyasal oyunun bir alayıydı.
1235'te Almanya'da düzeni zorla sağladı, en büyük oğlu Heiıırich'i daha genç
olan Conrad lehine sürgün etli. 1236-7'de Cortenuova'da Lombardiya kentle-
rini ezdi ve bir fil alayıyla Cremona'ya yürüdü. 1241'de Cenova'da papalık do-
nanmasını batırarak düşman piskopos ve manastır başrahipleri sürüsünü rehi-
ne aldı. Ama 1248'de Parma muhasarası başarısızlığa uğradıktan sonra, hare-
mini kaybetti. Anlaşılan dünyada hiçbir güç, Guelph ve Ghibelline partizan
nefretini durdurmaya yetmiyordu.
Friedrich'in ölümünden sonra oğlu IV. Conrad (h. 1 2 5 0 - 4 ) ve lorunu
Conradin (öl. 1 2 6 8 ) Hohenstaufen hanedanının devamını sağlamayı becere-
mediler ve İmparatorluk bir kez daha uzun süreli bir ara dönemle ( 1 2 5 4 - 7 3 )
sarsıntı içine girdi. Papalık hemen Sicilya üstünde egemenliğini ilan etti ve
adayı Fransız Anjou hanedanına teslim etti. Papalar görünürde zafer kazanmış
olsalar da, Fransa krallığına gittikçe daha fazla bağımlı hale geliyorlardı. X.
Gregorius zamanında (Tedaldo Visconti, 1 2 7 1 - 6 ) hızlı ve etkin papalık seçim-
lerini sağlamak için düzenlemeler tamamlandı [ C O N C L A V E I .
İmparatorluğun yaşadığı huzursuzluktan yararlanan Fransa oldu On bi-
rinci yüzyılda Capet kralları yalnızca Paris çevresindeki İle de France'da kü-
çük bir kraliyet arazisine hükmediyorlardı. Bu alan dışında kral ayrıcalıkları
gerçekle fieflere terk edilmiş durumdaydı. Ama IV. Louis'den (h. 1 1 0 8 - 3 7 ) iti-
baren bir dizi uzun ömürlü monark Fransa'nın birliğini sağladı. Bu konuda
özellikle kuzey eyaletlerinde refah içindeki komünlerde yaşanan dikkat çekici
demografik büyümenin ve önemli topraklan, özellikle de Midi'yi krallığa kat-
manın yararını gördüler. VII. Louis (h. 1 1 3 7 - 8 0 ) Fransa'nın bütün soylularını
İkinci Haçlı Seferine çıkartacak kadar, daha sonra Compostela ve Canterbury'e
hacca gittiğinde ülkesi huzur içinde kalacak kadar güçlüydü. Vassalı İngiltere
kralı 11. Henry ile evlenen Kraliçesi Akitanyab Eleanor'u reddettikten sonra,
Iskoçya sınırından Pirenelere kadar uzanan rakip bir Plantagenet ülkesinin to-
parlanışını seyretmek zorunda kaldı. Ve Capeı kralları eski üstünlüklerini ye-
niden elde etmek zorundaydılar (Bkz. Ek 111, s. 1304) [ G O T İ K ] ,
Bu dönemde Fransa ve İngiltere'de gelişmeler birbiriyle yakından ilişkili
oldu. Anjou veya Plantagenet hanedanı Fatih Guillaume'un torunu Matilda ile
Anjou kontu Geoffrey Plantagenet'nin evliliğinden doğan Anglonorman bir
soydu. Oğullan 11. Henry (h. 1 1 5 4 - 8 9 ) Stephan'm hükümdarlığının yarattığı
kargaşaya son verdi ve kraliçesi Eleanor'la İngiltere tahtını 1399'a kadar elinde
tutacak bir monark hanedanı kurmaya yetecek kadar uzun süre birlikte oldu.
Hükümdarlığı Northumberland'la Gaskonya arasında ülkesinin her yerine se-
yahat etmekle ve Kilise ile Devlet arasında Piskopos Becket'in öldürülmesine
varan ( 1 1 7 0 ) çatışmayla geçti. Hayatta kalan büyük oğlu Arslan Yürekli Ric-
hard (h. 1 1 8 9 - 9 9 ) kendisini lamamen Haçlı Seferlerine vermişti. Richard'ın
kardeşi Topraksız Jean (h. 1 1 9 9 - 1 2 1 6 ) tiranca davranışlarıyla halkının güveni-
ni ve Bouvines Savaşı'ndaki yenilgisiyle Normandiya Düklüğünü ( 1 2 1 4 ) böy-
lelikle de Magna Carta'yla tanıdığı ödünlerle ( 1 2 1 5 ) İngiliz siyasetindeki inisi-
yatifini yitirdi, j e a n ' m oğlu 111. Henry (h. 1 2 1 6 - 7 2 ) Dante tarafından "etkisiz
ruhların çıkmazı" diye aşağılanan uzun bir hükümdarlık sürdü (Bkz. Ek 111, s.
1312).
İlk Plantagenet yılları İngiltere'nin İrlanda'ya ilk seferlerine de tanık oldu.
Pembroke kontu Richard Strongbow önderliğindeki bir grup Anglonorman
maceracı tahtından indirilen Leinster kralını destekleme kararı aldı. Şövalyele-
rinin 1169 da Wexford'a yaptıkları çıkartmadan sonraki bir dizi harekâtı 11.
Henry'yi onların peşinden gitmeye ve önde gelen İrlanda krallarının sadakatini
sağlamaya zorladı. Bundan sonra İngilizler adadan hiç çıkmadtlar. Topraksız
Jean Dominııs Hibcmiae, İrlanda'nın Lordu unvanını babasının zamanında aldı.
1210 da Dublin'de sürekli bir İngiliz kolonisi ve ingiliz hukukuna göre ingiliz
kral vekillerince yönetilen bir dizi yerleşim oluşturdu. 111. Henry zamanında
yeni gelenlerle yerlileri ayırt eden ve İrlandalıları iktidardan uzaklaştıran yasal
düzenlemeleri getiren ilk ayrımcı hareket uygulamaya konuldu.
Akitanyalı Eleanor ( 1 1 2 2 - 1 2 0 4 ) herhalde zamanının en dikkat çekici ki-
şiliğiydi. Zamana damgasını yalnızca göze çarpan ruha sahip bir kadın olarak
değil, aynı zamanda büyük siyasal ve kültüre) etkiye sahip bir hami olarak da
vurdu. Büyük bir düklüğün inatçı varisiydi. On beş yaşında evlenen Eleanor,
kral kocasını reddettiği için tutuklu halde İkinci Haçlı Seferinden geri getiril-
mişti. Yirmi sekiz yaşında boşandı ve iki ay sonra yüzyılın hanedan darbesini
gerçekleştirerek tekrar evlendi, Kırklarında Godstowlu Güzel Rosamund'la
ilişki kuran ikinci kocasından ayrılarak kendi tarzında bir hükümranlık yap-
mak için Poitiers'ye döndü. Çocuklarından ve torunlarından bir imparator, üç
İngiltere kralı, Kudüs ve Kastilya kralları, Brötanya dükü ve bir Fransa kraliçe-
si daha çıktı. Poitiers'de benzer zihniyetteki kadınlar arasında Troukadourlarm
Kraliçesi' oldu:
(Hanımım, ben seninim ve sen benim olacaksın, / daima senin hizmetinde olaca-
ğıma yemin ettim. Bu sadakat yeminidir / Bu uzun zamanın geçmesi için sana yal-
vardım. / Benim ilk neşem daima sen olduğun gibi/ Son neşem de hep sen olacak-
sın/ Bu yaşam bende devam ellikçe.)^ 7
Düşman Fransız yorumu, Eleanor'un ününü zehirleme ve ensest hikâyelerle
karalamaya çalıştı. Ama o, düşmanlarının tahrip eımek üzere oldukları ülkesi-
nin kültür tarihinde önemli kişiliklerden biri olarak durmaktadır.
Akitanya bugün Occiıania olarak bilinen kendine özgü kültür ve dil böl-
gesinin merkezi kesimini oluşturuyordu. Evet yerine "oc" denilen kıngue d'oc,
Kuzey Galya'nın "Fransız" dili olan latıgue d'oil'den oldukça farklıydı. Kaıaion-
ya'dan Provance'a kadar bütün Midi'de konuşuluyordu. Aragon Kralhğı'ndan
halen İmparatorluğa ait olan Arelate'a (Burgonya-Arles Krallığı) kadar bütün
siyasal sınırları aşıyordu. On ikinci yüzyılda ve on üçüncü yüzyılın başlarında,
Fransız ilerlemesinin arefesinde, burası Avrupa'nın en parlak uygarlıklarından
birinin yurduydu.
Philippe-Auguste (h. 1J 8 0 - 1 2 2 3 ) Fransız monarşisine belirleyici dürtüle-
rinden birini kazandırdı. Kraliyet topraklarını üç katına çıkartırken, impara-
torluk ve Papalık arasındaki rekabetten yararlanarak büyük yararlar elde etti.
Ulusal ordunun ve bfliîlis yani kraliyet kahyası sistemi yoluyla merkezi yöneti-
min temellerini attı. Bundan sonra önde gelen soyluların entrikalarına diren-
meyi ve Plantagenet hanedanını yıkmayı becerebildi. Topraksız Jean'ı feodal
zorunluluklarını yerine getirmediği suçlamasıyla Fransa'daki yasal hakların-
dan yoksun ederek mahkemenin kararını kılıçla pekiştirdi. 1202'den itibaren
Normandiya, Anjou, Touraine ve Poitou'nun büyük bölümünü sorunsuz bi-
çimde ilhak etti. 1214 Bouvines çarpışmasında atsız kalmışken ve vassalleri ta-
rafından kurtarılırken, Fransa'nın hem imparator hem de Plantagenet düş-
manlarını yok etti.
Torunu IX. Louis (h. 1 2 2 6 - 7 0 ) Fransa'ya askeri ve ekonomik başarıların
getiremeyeceği itibarı kazandırdı, VIII. Louis'nin Akitanya ve Languedoc'u ye-
ni güvence altına alarak genişlettiği imparatorluğu devralan IX. Louis komşu-
larıyla savaşmak zorunda kalmadı, O zaman kavrandığı biçimiyle Hıristiyan
Kral ülküsünün örneğini kişiliğinde verdi. Jean Sire d e j o i n v i l l e tarafından ya-
zılan hayatı büyüleyici bir portre ortaya koyar. En büyük oğluna "Moıı cfter
/iIs" demiştir, "senden halkı sevmeni rica ediyorum... Çünkü gerçekte, senin
krallığı kötü biçimde yönetmendense, bir İskoç'un... halkı iyi ve sadakatle yö-
nelmesini yeğlerim". 2 8 Louis gençliğini, tehlikeli bir feodal tepki doğduğun-
dan annesi, Eleanor'un torunu Blanche de Castille'in naipliği altında geçirmiş-
ti. Ama dürüstlüğü ve evlenilebilir akrabaların sınırlı sayısı büyük fiefleri gene
Taçla paylaşılır duruma getirmişti. Yoğun çekişmeler çağında birçok kraliyet
ve feodalite davasında arabulucu seçilerek Vincennes Meşesi altında adalet da-
ğıtmıştı. Yahudilere ve Midiye karşı davranışı azizlere yakışır nitelikleydi.
Uzun hükümdarlığının sonunda St Louis rakipsiz biçimde Hıristiyanlığın en
önde gelen hükümdarıydı.
GOTİK
du. Katharlar döneklikle ölüm arasında seçime zorlandılar. Çoğu ölümü seçti.
Bir Kathar dönek olan Robert la Bougre* yönetimindeki Kutsal Engizisyon
gerçek bir işkence ve terör salgını başlattı. 1244'te Montsegur'da, per/etti'nin
kutsal mekânında, iki yüz inatçı geniş bir ateşin üstünde yakıldı. Yıldan yıla,
köy köy, kılıç ve davalarla yok eıme devam elti. Queribus Kalesi 1255'te düş-
tü. On dördüncü yüzyıla gelindiğinde kalan eski Katiıarlar kendilerini Roma
Kilisesi'nin bölgesi içinde buldular. Langueodc eyaleti Fransa krallığının par-
çası olmuştu. Fransa'nın birliği Midi'nin acıları üstüne kurulmuştu. 5 5
Haçlı Seferlerinin başka yararları da oldu. Kâfirlere karşı olduğu gibi eve
daha yakın inançsızlara karşı da yöneltilebilirdi. St Bernard 1147'de Frank-
furt'ta Sakson soyluların Kutsal Topraklara gitmekten çok Slav komşularına
saldırma isteğinde olduklarını gördü. Bir papalık fermanı, Divina disperısatione
alındı ve St Bernard kuzey haçlılarını "Tanrı'nın yardımıyla dine girene veya
yok edilene kadar kafirlerle savaşma"ya yöneltti. 3 6 Vendlere karşı Haçlı Sefe-
rinde ( 1 1 4 7 - 1 1 8 5 ) Saksonlar, Danlar ve Lehler dik başlı Pomeranya ve Lusatia
kabilelerini Katolikliğe boyun eğdirdiler (Bkz. Tablo 2 6 ) .
Bremen piskoposu İL Hartwig, 1408'de, Livonya'da başka bir "sürekli
haçlı seferi" başlattı. Merkezleri Riga olan silahlı Alman keşişleri Kılıç Kardeş-
leri tarikatından alınan yardımla örgütlenerek bütün kuzeydoğu Ballık kıyısını
Katolik denetimine soktular. Livonya Tarikata boyun eğdirildi, Estonya Danla-
ra, Finlandiya İsveçlilere teslim edildi. Bu seferler adı bilinmeyen bir yazar ta-
rafından Livlandiscfıe Reimcltronifı adlı y. 1295'te yazılan bir kronikte anlatılır.
Tanrı adına öldürme ve yakma dürtüsü burada dile getirilir:
DANNEBROG
HEJNAL
i Macarca şafak anlamındaki bir sözcükten gelen ve bundan kalk borusu anlamını ka-
I 7,anan Hejııal behçeye düşman saldırısını haber veren trampet sesi olarak geçti
l l c j n a l Krakovvski
Bugün hvjnal mariaski. yani Sı Vlary trampet çağrısı eski k r a k o v ' u n birçok il-
ginçliğinden biridir. Kemin meydanına bakan eski kilisenin kulesinde çalınır. Gece
gündüz, yaz kış her saaı başı çalınır ve her seferinde kuzeye, güneye, doğuya ve ba-
tıya doğru d ö n kez tekrarlanır. Açık akorlarla basil bir melodidir ve son kadansları
daima kısa iıılulıır. 121 l ' d e veya belki de ^ J Ö ' d a bir Moğol okııyla boğazından vu-
rulan ırampetçinın anısını yaşatmakladır. Kesmiıyc uğrasa da onun trampet çalma-
sı kentlilerin kaçmasını sağlamışın - . Kalanlar onu ölümsüzleştirmek için hir kent
trani|xıtçisi istihdam etmişlerdir.
Ritiiel. nn dokuzuncu yüzyılda ve 1939-45 yıllarındaki Alman işgali sırasında-
ki kısa kesintiler dışında yedi yüz yıldan fazla süreyle devam ettirilmişi ir. Trampetin
çalındığı kiliseden daha eski bir gelenektir. 1945'len sonra Polonya Radyosu öğleyin
saat iki sinyali olarak bu müziği kabul etmişi ir. Milyonlarca dinleyiciye Polonya kül-
türünün eskiliğini ve Polonya'nın dışa açık konumunu anımsatır. Cengiz Han'ın ve
Avrupa'nın ortasına giren atlılarının halen yaşayan birkaç canlı anısından bırıııı
oluşturur. 1
25 Kkim 1403'ıe İsviçre'nin bozan kentini alevler sardı. Piskopos hemen yan-
gın önlemleri olarak on bir maddeli bir bildiri yayımladı, beşinci madde "gecenin
her saatinde Katedralin kulesindeki gözcülerden biri saati bağırarak kentin öteki
bekçilerine söylemek zorundadır... yoksa 6 rfıvmrceza verecektir" demekledir. Altı
yüzyıl sonra, her akşam saat allından itibaren gözcü hâlâ dört yöne bağırır: "II a
som»? üis'."1
Vorkslıire'dc Ripon'da 8136 yılından beri "sözleşme borusu"nıın "trampet çaldı-
ğı" söylenir.
1987'de Danimarka tibeltolfta Avrupa Ver ve Kule Bekçileri Birliği kuruldu.
Üyelerinin çoğu modern zamanlarda diriltilen geleneklerin temsilcisidir. Krakov. bo-
zan ve Rıpon, Almanya'da Annaberg, Celle ve Nordlingen, İsviçre'de Ystad'la birlikte
"başından beri" gözcülüğü sürdürme iddiasıyla seçkin grubu oluştururlar.
toplanan haracı ödemek zorundaydı. Ama Ortodoks Kilisesi baskı alıma alın-
madı. Dönem "Tatar boyunduruğu" dönemiydi.
Venedikli Marco Polo'nun seyahatnamesinde "Rusya eyaleıi"nin bu dö-
nemki betimlemesi bulunmaktadır. Babası Kırım'ı 1260'ta ziyaret etmiştir:
BUDA
MACAR kralı IV. Bela 1244'feTuna kıyısındaki Peç şehrine özerklik beratı verdi. Ka-
rarı Tatar işgalleri sonrasındaki geniş yeniden inşa programının bir parçasını oluş-
turuyordu. Bundan sonra kent. krala teı k edilen iktidar alanları dışında bulun yetki-
leri kutlanarak kendisini Magdeburg Hukuku'na göre yönetecekti. Zaman içinde
benzer düzenlemeler ırmağın karşı kıyısındaki banliyö Buda kalesi için de yapıldı ve
tek kent çevresinde iki a v n hukuki birim oluştu.' Al mancada Oflen olarak bilinen
Buda. 1361 'de Ksiergoıı'dan sonra Macar başkenti oldu.
Bir kentin yaşamı kuruluş sözleşmesinde tanınan hakların niteliğinden geniş
ölçüde ei.kıİçiliyordu. Krallar ve prensler taralından tanınan belediye beratları yay-
gınsa da. özellikle Almanya'da piskoposlar da fazlasıyla etkindi. Macaristan ve Po-
lonya gibi soyluluğun guçlii olduğu yerlerde. Kilise ve Devletin ıızıırı kolundan bağı-
şıklık kazanan vahalar oluşturan özel kentler de kurulmuştu. Kentlerin büyümesi
ortaçağ sonlarında merkezkaç eğilimleri fazlasıyla güçlendirdi. Toprağa bağlı devlet-
ler ve soylu özgürlükler sistemine katkıda bulundu.
Bir kentin Magdeburg modelini benimsemesi doğrudan buranın Mman yerleşi-
mi olduğunu göstermez, Magdeburg Hukuku bulun Doğu ve Orla Avrupa'da Alman
olan ve olmayan kentler tarafından benimsenmişti. Peşle ve Buda'da Osmanlı yöne-
limi zamanında bile güçlü bir Alman topluluğu vardı. İkiz kentler I872'ye, Macaris-
tan'ın I labsburg ikili monarşisinden ayrı varlığını ifade etmesinden kısa süre sonra-
sına kadar tek belediye yönelimi allında bırleşlirılmediler. 1 8 % ' d a Macaristan'ın
kuruluşu için düzenlenen abartılı bininci yıl festivaline birlikte ev sahipliği yaptılar.
Macaristan'ın bininci yılı doğal olarak Sı Stephanus'un kişiliği ve Papa tarafın-
dan verilen armağan taç. üsti'mde odaklanmayı doğurdu. Bu olay, Peç'in kuruluşu gi-
bi. Balı'yla kurulan son bağlantının da pekiştirilmesi olarak anlaşılıyordu. Stepha-
nus'un kraliçesi Gisella, Bavyeralı lleinricb'in (kendisi de aziz ilan edilen geleceğin
Alman İmparatoru) kız kardeşiydi, Stephanus'un 1000 yılında taç giymesi, tabla çık-
masında onun Bulgar ve Ortodoks destekli rakiplerine karşı yardımcı oldu. Bu lacm
Arpad'dan I labsburglara kadar biilüıı Macar kralları tarafından takıldığına inanılır
ve bütün geçerli taç giyme törenlerinin zorunlu parçasıdır. Birçok kez kaybolmuş ve-
ya saklanmış, ama asla tahrip edilmemiştir. 1405'tc taç biikscınburglu Sıgismund
tarafından illegal olarak götürülürken Avusturya bataklıklarına düştü, fakat batak-
lık göksel ışınlarla parıldamaya başlayınca bulundu. IfMâ'ıe gene ülkeden kaçırıldı.
ABD'ye götürüldü ve gizlice Fert. Kn«x'a saklandı. 1978'de Macaristan halen komu-
nısL idare allında olmasına karşın Budapeşte'ye iade edildi.
Dolayısıyla, "St Stephanus T a c f n ı n Sı Stephanus'a ait olup olmadığı tartışma-
sının yapılması ilginçtir. Ayrıca, sonraki iddialara karşın Roma'dan geldiği de tartı-
şılmaktadır. Son dönemdeki bilimsel görüşlere göre. ana altın band, <.wrıwa gratra.
on birinci yüzyılda Bizans'ta, olasılıkla I. Cezanın (h. 1074-7) eşi Synadcnc için ya-
pılmıştır. Geleneksel görüşe göre "Yunan Tacı" eski bir taçtan. I. Slephanus için ya-
pılmış olan conmu lalına'dan dökülmüştür. 2 Modern goriişe göre Sı Slcphanus'la
tek olası bağlantı şimdi kayıp olan, bir zamanlar l.atin Tacı'nın kemerli tepesinde
bulunan orijinal haçtır.
kökeni ne olursa olsun Tacın iki parçası. Yunan ve Latin bölümleri. Macaris-
tan'ın batıyla ilişkilerinin değil ortaçağ Vlacaristannun Hıristiyanlığın kalbinde yer
aldığı dönemin anısını taşımaktadır. Yunan Tacı değişik mücevherlerden oluşan bir
şeritle küçük plakalardan oluşan emaye bölümleri taşır. Önünde, alnın üstünde. Me-
sih Panlakrat.or'un yüksek plakası vardır: arkada yeşil hale biçiminde VII. Mikhaıl
Dtıkas'ın (h. 1071-8) jilakası bulunur, İmparatorun iki yanında imparatorun oğlu
Konstanlinus ile Kral Geza'nın portreleri bulunmaktadır. Geza'nın plakasında Yu-
nanca bir yazı vardır: GKOBITZAS PISTOS KRAI.FS T I R Kİ A S (Gcza. Türkiye'nin
inançlı kralı). Şeridin diğer bölümleri Bizans tarzı melek ve azizlerle süslüdür, batin
tacında, tersine, şeritlerin birleşme noktasında tahtında Isa olmak üzere havariler
vardır. 1531'de Habsburgların ilk taç giyişinde orijinal haçın yerine takılan eğimli
haç hepsinin üstündendir.
Kesin olan. Tacın en güçlü yanım oluşturduğu söylenen niteliğidir • tacın yok
edilmesi olanağı yoktur. 4
MURANO
MI. RANO Venedik lagiinasmda bir adadır. Burası 999 yılından kalına Romanesk ki-
lise Sanla Mai'ia e Donaio'nun ve eski Venedik Cumhuriyeti cam sanalı işlerinin bu-
lunduğu yerdir.
Camcılık Avrupa'da eski zamanlardan ben bilinir, fakal Yunan ve Roma camı
yapı olarak kaba. renk olarak maiur. Ancak Murano'da. on üçüncü yüzyılın başında
cam ustaları dayanıklı ve saydam camı ürelebilmışlerdir. f o r m ü l onyıllarca gizli kal-
mış, sonra Nuremberg'e sızdırılmış ve buradan bütün kıtaya yayılmışın'.
Saydam cam optik bilimini olanaklı kıldı ve kesin ölçüm yapan aletlerin gelişi-
minde can alıcı rol oynadı. Mercek ilkesi ve dolayısıyla ışığın kırılması y. 1260'larda
biliniyordu ve Roger Racon ilk gözlüğü yapmış olmakla tanınır. (Sirasbourg katedra-
linin vitraylarından birinde İmparator VII. Ileinrich'itı (öl. 1313) gözlüklü portresi
vardır.) Cam pencereler on dörtle on altıncı yüzyıl arasında, önce kiliselerde ve sa-
raylarda sonra daha mütevazı konutlarda yaygınlaştı. Cam kavanozlar, imbikler ve
tüpler kimyaya dönüşecek olan simya deneylerinin yapılmasını kolay la şiirdi. Cam
koruyucular ve seralar bahçe tarımını geliştirdi. Hepsi cama dayalı mikroskop
(1ö90). teleskop ( 1608). baromeıre (164-1) ve termometre (IT>93) dtinya hakkında
bilgimizde devrim yaram, İlk kez Murano'da üretilen gümüş sırlı cam kendimizi gör-
me konusunda bir devrimdi.
Camın yol açtığı toplumsal sonuçlar çok çeşitlidir. Gözlük kullanımı keşiş ve bi-
lim adamlarının okuma süresini uzattı ve öğrenimin yaygınlaşmasını hızlandırdı
Pencereler (izcilikle Kuzey Avrupa'da bina içindeki faaliyet süresini uzattı İşyerleri
daha iyi aydınlatılıp ısıtıldı. Seralar çiçek, meyve ve sebze üretimini geliştirdi, eski-
den yalnızca Akdeniz'de bilinen daha sağlıklı ve bol diyet olanağı sağladı. Rüzgar-
dan korunaklı fenerler, kapalı arabalar, gözcü kuleleri gelişirken, astronomiden tıb-
ba kadar ölçüm atelteri yapıldı.
Aynanın önemli psikolojik etkileri oldu. Kendi yüzlerim daha net görebilen in-
sanlar yeni bir vicdan anlayışı geliştirdiler. Görünümlerinden, dolayısıyla elbise, saç
biçimleri ve, kozmetikten daha fazla haberdar oldular. Ayrıca dış görünümle içsel ni-
telik hakkında daha fazla düşünüldü, kısaca kişilik ve bireysellik incclendi. Portre,
biyografi ve moda çalışmaları artlı. Ortaçağ adetlerine hiç uymayan kendi duygu ve
düşüncelerini denetleme alışkanlığı. Örneğin Rembrandt'ın resimlerinde ve nihayel
romanda yankısını bülmuştur. Versaılles Sarayı'ndaki Galcric <ies Glaccs (Aynalar
Galerisi) 15 Kasım 1684'te açıldı. Bu galeri zamanının bari kasıydı. .Merkez pavyo-
nun bütün cephesini kaplayan ve parka bakan dev aynalar ön yedi kocaman pence-
renin ve on yedi kocaman kandilin ışığını yansıtıyordu. Ortaçağ Chartres vitrayları-
nın laik karşılığıydı.
Eskilerin camda gördükleri karanlıktı. Modern çağda onun aracılığıyla net gö-
rülebildi ve şaşırlıeı. parlak ışık huzmeleri içlerine kadar işledi. 1
Başka tarihçiler daha da ileri giderler. Önceki koşullarla karşılaştırarak, kent-
lerin büyümesini özel bir durum olarak kabul ederler ve buradaki faaliyetler
Avrupa ekonomisinin "harekete geçmesi"nin kanıtı olarak görülür, 4 1 Bu belki
biraz abartılıdır, 1180'den itibaren Champagne ovalarında düzenlenen yıllık
Lagny, Provins, Troyes veya Bar-sur-Aube fuarları gerçekten de önemli bir ge-
lişmedir. Bu fuarlar Lombardiya, Rhıneland, Alçak Ülkeler ve Kuzey Fransa
arasındaki yarı yolda kurulmuştur ve uluslararası bağlantıları olan tüccar ve fi-
nansörler için buluşma noktaları oluşturmuştur. Bütün Avrupa için değilse bi-
le, Avrupa'ya yayılan ekonomik sistemin odak noktalarını oluşturduklarını
söylemek mümkündür.
Kentlerin zenginliği birçok siyasal sorun çıkartmıştır. Kent birlikleri yerel
piskopos ve kontun otoritesine meydan okuyabilecek araçlara kavuşurken,
loncalar ve tüccar birlikleri kent babalarına baskı yapabiliyorlardı. (Kayıtlara
geçmiş ilk grev Douai dokumacıları tarafından 1245'ıe örgütlenmişti.) 4 2 Feo-
dal düzen içeriden zayıflıyordu. Almanya'da Kolonya ve Nuremberg gibi kent-
lerin güçlü bağımsızlıkları Kilise veya baronların niçin Hohenstaufen'in otori-
tesini yeniden dayatamadıklarını da açıklar, italya'da Milano, Cenova, Venedik
ve Floransa'nın devasa kaynakları Guelph ve Ghibelline savaşlarının denetim
altına alınamayışımn, Papanın veya imparatorun direnemeyişinin nedenidir.
Flandre'da kentlerin aşırı büyümesi Doğu'ya göçlerin önemli ögelerindendir.
Doğu ve Batı Avrupa arasında belirgin bir karşıtlık vardır; yine de her zaman
karşılıklı etkileşimin güçlü belirlilerini ele verir. Avrupa hareket halindedir.
İki yıl sonra Kontes Aleida Schie Irmağı üstünde Ren deltasının gelgit sularıyla
karıştığı noktada bir set ve savak inşa edilmesini emretmiştir. Amacı komşu
Delft kentinin küçük ırmak limanı Delftshavn arasındaki kanal sularını düzen
alıma almaktı. İrmak çığırının iki kilometre yukarısındaki Rotte üstünde ku-
rulacak başka bir bentle de inşaat il iş kil end irildi. Üç yıl sonra, 11 Ağustos
1270'te, genç kont V. Floris, Rotterdam kentine ayrıcalıklar tanıdı. 4 4 Aynı sıra-
larda Amstel Irmağı ü s t ü n d e 35 km kuzeyde bir b e n t inşaatı başladı. Ren İt
magı a d ı m a d ı m düzen altına alındı.
Bentler bu bölgedeki en eski insan ü r ü n ü inşaat o l m a s a l a r da Scheldl il
Hıns arasında 25 0 0 0 km kare bir alanda k o c a m a n bir k e m e r halinde t e h l i k e
sular barındıran b i r alanda özellikle ticari gemiciliğe yardımcı o l m a k ü z e r e tî
sarlanmışlardı ( B k z . Harita 1 3 ) . Geriye bakıldığında, bu inşaatlar Avrupa'nı
en yoğun nüfuslu ü l k e s i n i n , d ü n y a n ı n en b ü y ü k l i m a n ı n ı n ve Avrupa'nın e
k e n d i n e özgü u l u s u n u n evriminde can alıcı ö n e m e sahip adımlar olarak görü
lür. O zaman böyle anlaşılamazdı.
H a r i t a 13.
Alçak Ülkeler, 1265
Hollanda ülkesi Kutsal Roma İmparatorluğunun en ıssız ve azgelişmiş
bölgelerinden biriydi. Hoh-land, yani baıaklık-ülke anlamına gelen adı gerçek-
ten de bölgenin bütünüyle su artıklarıyla kaplı olmasından kaynaklanıyordu.
Bütün alçak toprakların en alçağı burası, Ntderlanden'di. Deniz tarafındaki
kum adalarıyla içteki kara kesimi arasındaki yüzeyin üçte ikilik bölümü deniz
seviyesinden alçaktı. Burası çoğunlukla çamur tabakaları, tuzlu bataklıklar, sel
yatakları, tuzlalar ve tehlikeli wadden yani sığlıklarla doluydu. Kışın sığ sula-
rın donduğu ve buz üstünde yolların oluşıuğu zamanların dışında burada ge-
nellikle teknelerle dolaşılabilirdi.
Ren deltası Avrupa kara oluşumunun en yeni ve hareketli bölgesiydı. Son
Buz Çağından birkaç bin yıl önce oluşmuş olan bölge kuzeye akan üç ırmağın,
Scheldt (Escaut), Maaş (Meuse) ve Rjin (Ren) ırmaklarının birbiriyle yarışan
gücü, batı rüzgârı ve deniz gelgitiyle biçimlenmişti. Sonuçta değişime ve hare-
kele çok açık bir bölgeydi. Denizden kaynaklanan kum 70 m yüksekliğe ve 4
veya 5 km genişliğe kadar çıkan büyük bir kumul şeddi oluşturuyordu. Bu
şeddin arkasında ırmaktan kaynaklanan ve sürekli biçim değiştiren çökelti
vardı. Tatlı sular burayı daima yıkıyor ve denize doğru uzanan dinmek bilme-
yen bir savaşımla yeni uzantılar oluşturuyordu. Roma zamanında büyük iç la-
günanın, Flço Lacus'un kıyısında kum şeddi üzerinde bir dizi istihkam vardı.
"Eski Reıı"ın ana suları denize halen modern Leiden'de bulunan bir kanalla
ulaşırken, "Eski Maaş" yolunu yirmi mil kadar güneyden ayrı bir yoldan açı-
yordu.
Ama araya giren bin yıl önemli değişiklikler getirdi. 839'da büyük bir sel
Ren ırmağını Maas'la birleştirdi ve Lek, Waal ve "Yeni Maas"tan oluşan birle-
şik kanallar yarattı. Taze suyla dolu lagüna kuzeyde susuz kalırken, kısmen
balçıklaştı. Sonra, on iki ve on üçüncü yüzyıllarda daha sıcak iklim deniz sevi-
yesinde yavaş yavaş bir yükselme yarattı. Kumul set sürekli aşındı, Scheldt ha-
lici çeşitli kanallarla bölündü ve Anvers deniz trafiğine açıldı, adalar çoğaldı.
Tuzlu şu kuzey lagununa doldu, Zuider Zee Frizya'yı ikiye böldü. Yüksek gel-
gitler ana kanalların kolları üstünden aşıyordu ve kıyılardaki yerleşimleri teh-
dit ediyordu. Setlerin yapılmasını teşvik eden de bu sorundu.
On üçüncü yüzyılın ortalarından önce delta bölgesinde insan yaşamı üç
tip yerleşimle sınırlıydı. Ana kara kıyısında bir dizi eski yerleşim vardı. Nijme-
gen (Novionıagum yani Yenipazar) yakınındaki Arnhem (Arenacum, yani
Kumkenti) ve Utrecht (Trajectum ad Rhenam, yanı Ren Güzergâhı), bunların
hepsini Romalılar kurmuşlardı. Antwerp (Aen de Werpen yani Demirleme ye-
ri) Scheldt kıyılarında St Amand kilisesi çevresinde yedinci yüzyılda gelişmiş-
ti. Kumullar üstünde, 1 1 2 0 yılında kurulan Walcheren'deki Middleburg ma-
nastırı veya 1242'de kurulan avlak s'Gravenhaage, yani Kontun Çiti gibi bazı
yalıtık durumda yerleşmeler vardı. Bir dizi balıkçı köyü kumulların rüzgâr
alan tarafında zengin beslenme kaynağı buluyordu. Bunların bazıları Dord-
recht ( 1 2 2 0 ) , Haarlem ( 1 2 4 5 ) , Deft ( 1 2 4 6 ) ve Alkmaar ( 1 2 4 5 ) gibi resmi söz-
leşmeli kem statüsü kazandılar. Ama hiçbiri komşu Flandre'daki büyük doku-
ma kentlerinin kaynaşan nüfusuna yaklaşamadı. Utrecht piskoposu yüzyıllar-
ca temel dinsel ve dünyevi otorite oldu. Delta limanlan kıyı ticaretine konak
menzilleri olarak hizmet etti.
Toprağın elverişli hale getirilmesi eski ve gelişen bir sanattı. Hollan-
da'nın, üstünde güvenle konut inşa edilebilen taşkın seviyesinden yukarıdaki
karakteristik tarpe n, yani yapay "d ağ "lan anımsanamaz bir zamandan başla-
maktadır. Plinius tarafından onlardan söz edilmiştir. Zeevvering, yani "deniz-
savunması"ndaki en eski dalgakıranlar sekizinci veya dokuzuncu yüzyıldan
kalmadır. On birinci yüzyılda savak kapaklarının mükemmelleştirilmesinden
sonra dalgakıranlar yaygınlaştı. Deniz seviyesinden aşağıdaki toprak ve tarlala-
rın inşası y. 1150'lerde drenaj sistemi geliştirilince başladı. Dalgakıranların ya-
pımı için zorlu bir emekle yumuşak toprağa daire biçiminde kazık hatları dö-
şeniyor, sonra araları çamur ve taşla dolduruluyor ve sıkıca tutturulan otla
kaplanıyordu. Kapatıldıktan sonra yeni arazinin on, on beş yıl tatlı suyla sü-
rekli yıkanması ve tuzdan arındırılması gerekliydi. Ancak o zaman zengin
alüvyonlu toprak çabaların karşılığını vermeye başlıyordu. Ama verimliliği ün-
lüydü: Sudan kazanılmış topraklarda otlayan koyun ve sığırın et, yün ve derisi
makbul olduğu gibi yoğun yerleşimi besliyor ve komşu kentlere de bol ihracat
yapılabiliyordu.
Hollanda'da denizin doldurulması on üçüncü yüzyılda henüz emekleme
dönemindeydi, bataklıkların hemen kıyısında ufak parçalar kazanılabiliyordu,
Rüzgârla çalışan su tutucuların kullanılmaya başlamasından önce geniş parça-
ları kurutacak etkin bir yol yoktu. 1421'deki korkunç St Elizabetlı taşkınında
büyük zarar oldu; yetmiş iki köy, on bin kişi sular altında kaldı ve toprak dol-
durma süreci iki yüzyıl geriledi. Deniz seviyesinin altındaki sürekli drenaj ge-
rektiren toprakların büyük bölümü, dönüşümlü taretlerle hiç durmaksızın su
pompalayan ve rüzgârın yönünden etkilenmeyen rüzgâr değirmenleri y.
1150'lerde yapılana kadar do İd uru lam adı. 1918 tarihli Toprak İslah Yasası'na
kadar Hollanda'nın bütününün ıslahı için bir gelişme olmadı. Bir başka felaket
getiren sel 1953'te, büyük Delta Planı'na ( 1 9 5 7 - 1 9 8 6 ) göre bütün ırmaklar ve
denize varan kanalların düzenlenmesinden önce yaşandı. Sekiz yüz yıllık inat-
çı çaba, elbette halkın üstünde etki bırakacaktı. Bazı tarihçiler bunu Hollanda
kimliğinin belirleyici öğesi olarak açıklarlar.
Bentlerin inşaatı bu uzun tarihte özel bir aşamadır. Bentler savakların
bekçileri tarafından denetlenen iç sular sistemi yaratmıştır. Denize açılan ge-
miler bu dar geçitlerden kolayca geçemedikleri için antrepolar gemilerin daha
küçük kanallarla kargo değiş tokuşu yapabildikleri bentler çevresinde oluştu.
Schiedam-Rotterdam ve Amsterdam, deniz ticaretiyle ırmak ticaretinin kesiş-
me yerlerinde gelişti. Ancak önde gelen rakiplerinin aleyhine bir dizi olağandı-
şı gelişme olmasaydı bu kadar önem kazanamazlardı. Bunlar arasında, daha
sonraki bir tarihte, Anvers'in tamamen keyfi tahribi de vardı ki, Scheldt'in
1 6 4 8 - 1 8 6 3 ' t e zorla kapatılması sonucunu doğurmuştu (Bkz. s. 6 1 3 ) .
Anarşinin butun kapıları açıldı; yüksek rütbeli ruhban ve baronlar savaşlarla böl-
gelerini genişleııiler; soyguncu şövalyeler yollan ve ırmakları tuttular; yoksulların
sefaleti, güçlülerin tiranlık ve şiddeti yüzyıllardır görülmemiş derecedeydi... Ro-
ma İmparatorluğu artık dağılmak üzereydi. 5 0
Umutsuz Paleologoslar her yerden imdat arandılar. Venedik'e karşı zaman za-
man Amasra, Pera ve İzmir'i, Lesbos (Midilli), Kos (lsıanköy) ve Samos (Si-
sam) adalarını ele geçiren Cenovalılara döndüler. Aragon'la ittifak yaptılar ve
birçok kez mezhep ayrımına son verme niyetiyle Papalığa yanaştılar. İç Savaş-
ların en ateşli döneminde, 1321-1354'te, yönetimlerini Epir'e kadar yeniden
yaydılar. 1382'ye kadar Motra'da Mistra'da ikinci bir imparatorun yönetimi de-
vam etti. Bu dönemde V. loannes ( 1 3 4 1 - 1 3 9 1 ) Katoliklerin ve Türklerin tabisi
oldu. 1399'da ardılı 11. Manuel ( 1 3 9 1 - 1 4 2 5 ) destek bulmak amacıyla Roma,
Paris ve Londra'ya umutsuz bir seyahat yaptı [MUS1KE1.
Bu dönemin en heyecanlandırıct gelişmesi Bizans'ın yerini alacak olan ye-
ni savaşçı biT Türk aşiretinin sahneye çıkmasıydı. Osmanlılar, Moğolların Sel-
çukluları yenmesinin ardından doğan boşluğu doldurdular. Adlarını, Anadolu
içlerinde bir ileri karakol sahibi olan kurucuları Ertuğrul'un oğlu I. Os-
man'dan (h. 1 2 8 1 - 1 3 2 6 ) aldılar. Bu üsten geniş topraklara akınlarda bulundu-
lar ve Bizans sınırını gerilettiler, Ege'de korsan donanmaları oluşturdular, Bal-
kanlara geçtiler. Avrupa'ya, ilk kez 1308'de bir grup Türk paralı asker,
Bizans'ın kendi paralı askerleri olan Büyük Katalan Birliği kendilerini istihdam
eden imparatora isyan edip Türkleri kendi hesaplarına işe alarak onları karşı
kıyıya geçirdiğinde ayak bastılar. Aynı yıl Efes'i aldılar. 1326'da ilk Osmanlı
başkenti olan Bursa, 1329'da İznik, 1337'de İzmit alındı. Osman'ın oğlu Orhan
(h. 1 3 2 6 - 1 3 6 2 ) Çanakkale'de sürekli bir köprübaşı tutarak. Sultan ünvanını
aldı. Osman'ın Torunu I. Murad (h. 1 3 6 2 - 1 3 8 9 ) ikinci başkenti Edirne'ye taşı-
dı ve eski Selçuklu unvanı Sultan-ı Rum ile anılma cesaretini gösterdi. Sultan
Bayezid (h. 1 3 8 9 - 1 4 0 2 ) Küçük Asya'nın büyük bölümünü fethetmeyi başardı
ve Hıristiyan Yunan yerleşim yerleri Müslüman Türklerle doldu. Bayezid Pelo-
ponnez ve Eflak'a da girdi. 1402'de öldüğünde, Osmanlı toprakları bir yüzyıl
öncekinden dört kat büyüktü ve Konstantinopolis'ın çevresi sarılmıştı (Bkz.
Ek III, s. 1319).
Bu fetih yüzyılında Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasındaki sınır yeniden
çizildi. Bizans'ın Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Bosna'daki eski tebaası
yenilmez Türkler tarafından boyun eğdirilene kadar kısa süreli bağımsızlık ve
kargaşa dönemi yaşadılar. Osmanlılar üstün bir gazi ulusuna önderlik ediyor-
lardı ve bunu biliyorlardı, Bursa'daki eski camide, Orhan'ın kitabesinde şunlar
yazılıdır: "Gaziler sultanının oğlu, gazi, gazi oğlu gazi, ufuklardaki uçbeyi,
dünyanın kahramanı Sultana," 6
Ortaçağ Yunanistan'ı, Latin ve Osmanlı fetihleri arasında yerel prenslikle-
re bölünmüştür. Epır despotluğu, Atina düklüğü, güneydeki Akaya prensliği
ve Naksos adasındaki düklük birkaç güneşli yüzyıl yaşamıştır. Ticari çıkarları
İtalyan kentlerine bağlıydı, yöneticileri Latin, halkları Ortodokstu [ROMAN].
Bulgaristan da Bizans yörüngesinden çıkmıştı. On ikinci yüzyıl sonunda
ortaya çıkan ikinci Bulgar imparatorluğu dinamik, çokuluslu bir ülkeydi, lvan
Aseıı (h. 1 1 8 6 - 1 2 1 8 ) "Bulgar ve Yunanlıların Çarı", ülkesini başkent Tırno-
va'dan Belgrad ve LJsküp'e kadar genişletti. Ardılı 11. Ivan Asen (h. 1 2 1 8 - 1 2 4 1 )
Arnavutluk, Epir, Makedonya ve Trakya'yı aldı. Sonraki iki hanedan Kuman
asıllıydı. Ama 28 Haziran 1330'da Çar Mihael Şişman Sırplar tarafından kılıç-
lan geçirildi ve egemenlik onların oldu. Sonraki onyılda Osmanlılar Meriç
ovasına girmeye başladılar. 1366'da son Bulgar çarı III. lvan Şişman kardeşini
Osmanlı haremine göndermek ve Osmanlı tabiyetini kabul etmek zorunda
kaldı. Tırnova yıkıldı. Bulgaristan'ın beş yüz yıllık Osmanlı eyaleti dönemi
başlıyordu.
ROMANIA*
ZADRUGA
NİĞBOLU
Ortodoks Kilisesi ilk bakışta Katolik Kilisesinden çok daha pasif gibi gö-
rünür. Başkanı olan Konstatuinopolis Patriği Bizans imparatorluğunun kaderi-
ne doğrudan bağımlıydı. Ama etkisi önemsiz değildi. Hıristiyanlığın Moğol ve
Türk saldırısı allında bulunduğu Doğu'da Sırp, Bulgar ve Balkanlı Romenler
arasında, Moskova Rusları ve Litvanya Ruteııleri gibi bugünün modern ulusal-
lığının tohumlarını atan Ortodoks Kilisesi'nin inatçı kararlılığı oldu.
Yarımadanın öteki ucunda, İspanya'da, Reconquista gerçekten de durmuştu
(Bkz. Ek 111, s. 1301). 1248'den sonra Magripli orduları Sierra Nevada'ya çekil-
diler ve onların gölgesinde Kırnaıa emirliği iki yüzyıl daha gelişimini sürdürdü.
Bundan sonra Iberya'daki tek Müslüman devleti o olacaktır. Bu devletin sınırla-
rının dışında yerel Müslüman önderler, örneğin lbn-Hud, Afrikalı Magripli
efendilerini devirdi ve Endülüs'te Kastilya'ya bağımlı olarak yaşamlarını sürdür-
düler. Bunun sonucunda kırsal kesimi askeri tarikatlar, kentleri Müslüman ve
Yahudi göçmenlerle dolu uzun bir sınır bölgesi oluştu. Halkın çoğunluğu dinle-
ri ne olursa olsun İspanyolca konuşuyordu. 1179'dan beri bağımsız olan Porte-
kiz krallığı Algarve'yi 1250'de fethetmişti ve Aılamik sahilini elinde tutuyordu.
Pirenelerin kuzeyinde Bask bölgesini oluşturan Navarra krallığı 1234'ten beri
Fransa egemenliği altındaydı ve bağımsızlığını 1516'da alacaktı.
Kuzeyden güney kıyısına kadar uzanan muzaffer Leon ve Kastilya krallığı
Granada'yı her tarafından kuşatmıştı, fakat kendi içinde anarşiye düşmüştü,
ilk conquistadores kuşağı güneyi yağmalamaktan ve büyük îatijundialar kur-
maktan zengin olmuştu. Recoııcjuisia nedeniyle azizliği kabul edilmiş olan Aziz
III. Ferdinand'ın (h. 1 2 1 7 - 1 2 5 2 ) ardılları çelişmeli hanedan sorunları, soylula-
rın bölünmüşlüğü, Cories veya diyetlerin ve hermandades, yani kemlerin "si-
lahlı birligi"nin çatışmaları nedeniyle birbirlerine düşmüşlerdi. X. Alfonso (h.
1 2 5 2 - 1 2 8 4 ) Almanya'da imparatorluk tacı için boşuna mücadele verdi. XI. Al-
fonso (h. 1 3 1 2 - 1 3 5 0 ) 1340'ıa Salado'da Magriplilere karşı yüz yıldır ilk Kastil-
ya zaferini kazandı ve Algeciras boğazını geçti. Gaddar Pedro (h. 1 3 5 0 - 1 3 6 9 )
lakabını hak ediyordu. 111. Henry (h. 1 3 9 0 - 1 4 0 6 ) yönetim yeteneğini ingiliz
Lancasler hanedanından krallarla yaptığı ittifakla doğruladı. Ama genç yaşta
öldü ve Kastilya, Constable (kraliyet muhafızı), St James Tarikatı başkanı Alva-
ro de Luna'nın despotik yönetimine geçti. Meseta, yani platonun yaylalarında
beslenen dayanıklı Afrika merinos koyunu sayesinde Kastilya, Bilbao ve San-
tander'den Flandre'a gönderdiği yünlerle Avrupa'nın en önemli yün ihracatçısı
oldu.
Aragon krallığı, tersine, denize yönelmişti (Bkz. Ek İH, s. 1311). Pirene-
ler'deki Aragon bölgesiyle Katalonya ve Valencia'dan oluşan krallık, sahilde
çok eskiden beri köşe başı tutmuştu. Fatih 1, Diego (h. 1 2 1 3 - 1 2 7 6 ) Magripli-
lerle savaşarak Minorka ve Mayorka'yı aldı ve Murcia'yı cömertçe Kastilya'ya
verdi. 111. Pedro'ya (h. 1 2 7 6 - 1 2 8 5 ) 1282'de Fransızların çıkartılmasından son-
ra Sicilya krallığı verildi. Sardinya 1326'da Cenovalılardan alındı. V. Alfonso
(h. 1 4 1 6 - 1 4 5 8 ) Güney İtalya'yı 1442'de Anjoululardan aldı. Aragon'un Batı
Akdeniz'deki egemenliği Barcelona, Palermo ve Napoli'de üslere sahip, Kata-
lancanın lingtıtı franca haline geldiği ve soyluların önemli özgürlüklere sahip
olduğu korkutucu bir deniz gücü yarattı, Monark ve soylular arasındaki uyuş-
mazlıklar Corics Jusficiar'ına bildiriliyordu; bu kişi, senyörleri tarafından üst
hâkem görevine getirilmiş genellikle küçük rütbeli bir şövalyeydi. Soylular,
1287'de Birlik Ayrıcalığı ile haklarına müdahale eden monarka silahla karşı
koyma yetkisini aldılar. Bu hak Polonya dışında hiçbir yerde yoktu. Sonuç gö-
rülmedik ulusal dayanışma getirdi. V. Ferdinand (h. 1 4 7 9 - 1 5 1 6 ) "Aragon soy-
lularını bölmek, Kastilya soylularını birleştirmek kadar olanaksız" diyordu.
On beşinci yüzyılda Aragon hem Iberya'daki en büyük kente (Barcelona) hem
de kıtadaki en büyük kente (Napoli) sahipti.
Ortaçağ İspanyasının kültürel sentezi taklit edilemez bir oluşumdur. Beş
krallıkta üç büyük din: Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik mevcuttu ve
konuşulan altı büyük dil vardı: Kasıilyaca, Gallego, Katalanca, Portekizce,
Arapça ve Baskça. Orıa platodaki çiftlik ve askerler tarafından yönetilen Hıris-
tiyan halk genellikle verimli güneyin daha kentlileşmiş ve medeni Magriplile-
rinden daha kabaydı. Fakat yüzyıllar süren bir yalıtılmışlıkıan çıkıyorlardı ve
artık Hıristiyanlığın öteki kesimleriyle tam ticari ve entelektüel ilişkiler geliş-
tirmekteydiler. İspanya Yahudileri, Müslüman yöneticilerin hoşgörüsüyle yarı-
madada tutunmuşlardı ve bütün bölgeye dağılıp yönetim, tıp, eğitim, ticaret ve
maliyede önemli roller oynamaya başlamışlardı. Birçok alanda önemli kişiler
yetiştirmişlerdi. Mısır'a göç etmiş olan Filozof Kurtubah Maimoııides [İbn
Mey m un] ( 1 1 3 5 - 1 2 0 4 ) uzun zaman Şaşırmışların Kılavuzu adlı eseriyle anım-
sanmıştı. Gaddar Pedro'nun baş vergi toplayıcısı olan Samuel Halevi (öl. 1361)
güzel sanatların koruyucusuydu. Dönme Pablo de Santa-Marıa (Solomon Hale-
vi, öl. 1350) diplomatlık, Burgos piskoposluğu yaptı ve ünlü bir anıisemiı ol-
du. Daha önce dinler arasında çatışmalar çoktu. Sonra, özellikle 1 3 4 8 - 1 3 5 1 ile
1 3 9 1 d e çirkin pogromlar düzenlendi. On beşinci yüzyılda geniş bir convcrsos
yani Yeni Hıristiyanlar kastı (Lunalar, Guzmaniar, Mendozalar, Enriquezler)
Kilise ve Devletin yüksek mevkilerini doldurdular. Bu sembiyozu Akdeniz Ro-
maneski, Katolik Gotiği ve oryantal süslemelerin mükemmel bir karışımı olan
İspanya mimarisi kadar iyi anlatan bir şey bulunamaz 8 (KABALA].
Katolik dünyasının ortasındaki siyaset imparatorluk, Papalık ve Fransa
krallığı arasındaki rekabet çevresinde dönüyordu. On dördüncü yüzyıl boyun-
ca üç taraftan her biri o kadar büyük yerel gerilimler yaşadı ki hiçbiri uluslara-
rası başarı elde edemedi. 1 2 5 6 - 1 2 7 3 kesintisinden sonra imparatorlar Alman-
ya'nın öldürücü işleriyle öylesine meşguldüler ki, İtalya'yı terk ettiler. İtalya
olaylarının altında kalan Papalık mezhepçiliğe düşmeden önce yaklaşık yetmiş
yıl süreyle Fransa'ya sığındı. Fransa krallığı ingiltere'ye karşı olan Yüzyıl Sa-
vaşlarında çok yıpranmıştı ve on beşinci yüzyıl ortalarına kadar kendine gele-
medi. 1410'a gelindiğinde üç imparator, üç papa ve iki Fransa kralı vardı, Ka-
tolik Hıristiyanlığın önderleri umutsuz durumdaydılar. Merkezdeki kaosun
büyüklüğü yeni güçlü devletlerin kurulması için fırsat yarattı. Aragon dışında
yeni devletler İsviçre, Butgonya ve Polonya-Litvanya'ydı.
Kutsal Roma İmparatorluğu Hohenstaufenlerin düşüşüyle kalıcı biçimde
zayıflamıştı. Conradin'in Napoli'de idam edilmesiyle başlayan imparatorlar ke-
sintisi onyıîlarca süren bir kaos yarattı (Bkz. s. 382). Daha kötüsü, imparator-
luk iktidannın yeniden kurulabileceğine dair beklentinin olmamasıydı. Ho-
hensıaufenler İtalya hırslarına fazla değer vererek ardıllarını Almanya'da
sürekli bir itaat konumuna düşürmüşlerdi, imparatorluk kasaları boş ve top-
rakları parçalanmış olduğundan artık başka türlüsü olamazdı. Sonuç olarak Al-
man prensler ayrıcalıklarını sürdürdüler ve imparatorluğun seçimlere bağlı ya-
pısı kemikleşti. 1338'de Seçici Meclis imparator seçimi konusunda bir papalık
talebini reddetti ve 1356 tarihli Altın Ferman imparator seçimi mekanizmasını
bir süre için belirledi. Bundan sonra Frankfurt-am-Maın bütün imparatorluk
seçimlerinin mekânı olacaktı. Yedi aday elektör arasında en çok oyu alan belir-
leyici olacaktı. Yedi elektör Mainz, Köln ve Trier piskoposları, Bohemya, Rhine
Palatinate, Saksonya ve Brandenburg dükleriydi.* Altın Fermanı düzenleyen
KABALA
1 2 6 T T K N bir şiire sonra Takat 1290'dan önce. Seter ha-Zohar al ha-Torah ("Kanını
Üstüne Nur Kitabı") adlı Ibraniee bir eser İspanya Yahudileri arasında dolaşmaya
başladı. Bu kitabın ikinci yüzyılda yaşamış bir haham olan Simeon ben Yolıai'ye ait
olduğu iddia ediliyordu. Gerçekte yerel bir bilim adamı, büyük ihtimalle l.eorılıı \lo-
ses (1230-1305) tarafından düzenlenmişti. Kski Ahdin ilk beş kitabı (Penlatök) hak-
kında karmaşık ve uzun y o r u m l a r içeriyordu ve çok geçmeden Yahudi ve Hıristiyan
Kitabı Mukaddes uzmanları arasında ünlü olmuştu. Lç ciltlik kalıcı bir yayımı Marı-
lova, İtalya'da 1358-1 SfiO'ta yapıldı. Bu kitap, Kabala'nın standart kitabiydi ve ha-
len de öyledir.
Kabala sözcüğü "gelenek" demektir. Genellikle kutsal yazıların sözel metni için-
deki gizli anlamları bulmak için yüzyıllardır kullanılan öğreti ve teknikleri anlatmak
için kullanılır. Kabalanın temel öğretileri muhtemelen klasik dönemin sonunda ye-
424 A v r u p o T a n / n
Hohenstaufenler İtalya'da acılı bir miras bıraktılar. Kuzeyde savaşan kent ko-
münleri Alman baskılarının yerini aldı. Lombardiya ve Toskana kentlerinin
hepsi çatışan rakiplerden Milano, Floransa veya Venedik'ten birinin eline düş-
tü. Bu donem kent ticaretinin zenginlik ve kültürel görkem, fakat aynı zaman-
da sonu gelemeyen mücadele çağıydı. Şairlerle ve ressamlarla birlikte zehir-
ciler ve kılıç adamları çoğaldı. İmparatorlukla Papalık arasında 1275'te imzala-
nan bir konkordato Orta İtalya'da Aziz Petrus mülkünün korumacılığı hakkın-
daki bütün emperyal hak iddialarını kaldırdı. Papa Devleti, Roma'ya ek olarak
Romagııa, Pentapolis, Ancona Ucu ve Campagna'ya sahip oldu; kendini özgür
fakat korunaksız buldu. Ve sonunda Roma'nın huzursuz hemşehrileri tarafın-
dan ebediyen rahatsız edildi. Güneyde Papalığın himayesi altında olan Anjou
hanedanı Hohenstaufenlerin yerine geçmesi için getirilmişti, fakat kendisi ta-
hammül edilmez oldu. 30 Mart 1282 tarihli "Sicilya Duaları" sırasında Paler-
mo'nun öfkeli halkı Fransız yöneticilerinden herhalde dört binini öldürdü ve
Sicilya'da Aragon yönetiminin başlamasına, Aujouluların Napoli'yi kuşatması-
na ve yirmi yıllık savaşa yol açtı [CONCLAVE].
CONCLAVE
ROMA Katolik Kilisesi demokratik değildi. Ama papa seçim yöntemi zorlu deneyim
gerektiriyordu. Gonclavesistemi, Papa X. Grcgorius tarafından atanmasındaki skan-
dal yaralan gecikmelere karşı düzenlenmişti. 1268 yılının sonunda Viıerbo'daki top-
lantıda kardinaller üç yıl tartıştılar. Ağız dalaşları keni yetkililerini o kadar çileden
çıkardı ki kardinallerin ikamelgalıı dışardan kilitlendi, çaıı söküldü ve yemekleri aç-
lık seviyesine düşürüldü.
Bundan sonra Kardinal Kurulu görevli papanın ölümünden sonra on beş gün
içinde Roma'da Vatikan Saravı'nda toplanacaktı. (Telgraf ve demiryolundan önce bu
süre otomatik olarak İtalya dışındaki kardinalleri elemek anlamına geliyordu.) Son-
ra papalık mabeyincisi saygıdeğer efendileri uygun bir daireye, genellikle SiMinus
Şapelim,' kilitleyecek ve orada onları karar alana kadar coıı chıave "anahtarlarla"
birlikte tıılacakiı. Oylama, alkış, anlaşma veya gelenekselleştıgı üzere gizli pusulayla
yapılabilirdi Sabahlan ve öğleden sonra yapılan oylamalarda her kardinal lercih et-
liği adayın adını mihrap üstündeki kutsal kadehe koyuyordu. I ler gün mabeyinci ye-
tersiz turların oy kağıtlarını yakıyor ve soba bacasından içeri sıvalı duman gönderi-
yordu. Oylama, başarılı aday oyların üçte ikisinden bir Fazla oy alana kadar devanı
edecekti, t) an mabeyinci durumu anlatan beyaz dumanı gönderir ve elektörler seç-
tikleri yeni papa için kutsal saygı yemini e d e n i seçimlerini pekiştirirlerdi.
X. Gregorius'un sistemi özünde aynen yürürlükle kaldı, yalnızca l a c a n t i s
apostolicae scdis hükmüyle (1945) değiştirildi. Yirminci yüzyılda ilahi takdir 1903'le
coııcla tel veto eden İmparator Kranz-.loscph'i aştı ve H)39'da bir günlük amel a w
ile rekor kırıldı. Papa II. Jean Paul Kkim I 9 7 8 ' d c sekizinci turda, sonunda yüz dokuz
kardinalin yüz üçünden oy alarak seçildi. 1
(Düşünceden düşünceye, dağdan dağa,/ Sevgi beni götürüyor, bütün bilinen yol-
ları/ huzurlu bir yaşamla uzlaşmaz buluyorum/ İssız bir tepeyi [süsleyen] bir ır-
mak veya kaynak olduğunda/ Veya iki tepe arasında gölgeli bir vadi paklandığın-
da]/ Huzursuz ruh ancak kendini sakinleşıirebilir/ Ve Aşkın emretligi gibi/
Güler, ağlar veya korkar veya güven duyar/ Ve yüz, ruhun götürdüğü yere giden/
Dönüşlerle acı çeker ve huzursuz olur/ Ve bir durumda kalamaz/ Onu görünce,
böyle bir yaşamı öğrenen insan/ Der ki: bu ateşler içinde ve durumundan enıın
değil.)12
COMPUTIO
BÜYC
I,OLLARDI,ARIN 1395 tarihli "On İki Karar"ı ortaçağ İngiltere Kilisesinin büyüyle
ilişkisine doğrudan bir saldırı içerir. Protestan harekeı "büyüyü dinden çıkarı inak"
konuşumla çok güçlü dürtüye sahiptir ve Protestanlığın bu ilk ortaya çıkışı da bıı
dürtüyü aynı giiçle ifade etmiştir:
Kilise'de şarap, ekmek ve mumla. su. ııız. >ag veiilıstiyle. taş mihrapla veya giysilerde,
başlık. Iıaçve hacıların asalarında yapılan şev tan çıkarıma ve kutsama işlenilen, kutsal
ilahiyata değil hiiyiirillere ait işlemlerdir, çunkii hız... böyle etkilenmiş lxı Kir yanlıklar-
da. şeytanın işlerinin ilkesi ıılaıı yanlış inanı,' dışında tıır değişiklik gürnuiyoruz. 1
On beşinci, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Avrupa her türlti büyü biçimine bağlı-
lığını sürdürüyordu. Ortalık simyacı, astrolog, kâhin, sihirbaz, ocaklı ve cadılarla do-
luydu jSlMYAI |HEXEN| |NOSTRADAMUS|. Kırsal kesimde hortlak, peri. gulyabanı
ve cinler cirit atıyordu. Lollardların gurusıı Wyclif, herkes anlayabilsin diye Kitabı
Mukaddesi Ingilizceye çevirdi. Ama üç yüz yıl sonra, CromweH'in püriten İngiltere-
sinde William Lilly'in astrolojik almanağı Merlınus Anglicus ve ColhxLion of Anacın
and Moderne l}roı>heeics'\ satış listelerini altüst ediyordu.- Büyü ve din genellikle
ayırt edilemez d u r u m d a y d ı Hıristiyan azizleri ululayan insanlar Puck, Kraliçe Vlab
ve Büyücü M e r l i n ' e d e inanıyorlardı. Büyü Reformasyon'dan sonra da gücünü koru-
muştu.
Dolayısıyla, bu açıdan Protestanlığın büyüye saldırısı. Protestanlığın sözde za-
fere eriştiği ülkelerde bile ancak kısmı başarı sağlayabildi. Ama köktencilerin niyet-
leri sarsılmazdı. Wyclifden sonra Lutlıer'in günah bağışlama belgelerine (Bkz. s. 524-
r
! ;>2,>) ve Calvin in cisim değiştirmeye sihir' diye saldırıları geldi. Dinsel yaşamın do-
i gaüsiiıyle ilişkili her yönü kuşkuyla karşılanır oldu. Protestanlar yemin, mucize, kut-
sama, simge. imge. kutsal su. azız günü, ayın. hacılıktan nel'rel ediyorlardı Dahası.
Protestan Hıristiyanlık büyüden uzak kabul edildiğinden. Protestanlığın düşmanı
"papalık ayinleri" büyüyle eşdeğer tutulmuştu. Papa büyücü \e Katolik ayini şeytan
işlerinin parçasıydı.
Gerçekle bu görüşler yüksek derecede ikiyüzlülük içeriyordu. Bütiin kural ve
reformlara karşın Proleslan din adamları sınıfı büyüyle modııs ı-'mTKtfolıışlurmak-
l a n kaçınmadılar. Anglikan ve huteryenler. dinsel törenlere Kalviııist. Anabaplist ve
öteki evangclistlerden daha yakındılar. Ama haç işaretim, mahkeme yeminlerini, do-
ğumdan sonra kadınların "kilise z ı y a r e l f n i terk etmek zordu. Kilise binalarının, sa-
vaş bayraklarının, yiyecek, gemi ve mezarların kutsanmasını terk etmek olanaksız
görünüyordu. Proiestanlık, bilinçli inanca verdiği önemle yeni tür bir Hıristiyanlık
yaratmak istiyordu, ama büyü hiçbir zaıııaıı ortadan kaldırılamadı.
Büyünün gerilemesi gerçekte on yedinci yüzyılın sonlarına kadar başlamadı
Bu gelişme Bilimsel Devrime (Bkz. s. 551-jö'I), sonuçla akılcılığın yükselmesine, mo-
dern tıbba, malemalige ve olasılığın daha fazla kavranmasına, daha az tehdit edici
loplumsal çevrenin oluşmasına bağlanır [LLOYD'S|, Ama büyüye duyulan inanç ve
dinle olan karşılıklı bağımlılığı hiçbir zaman yok olmadı. Yirminci yüzyılda yıldız lal-
ları her yerde bulunmaktadır, blollardlar ülkesinde ayin büyüsü Britanya monarşisi-
nin yeni rılücllerıyle canlanmış. H)53'leki taç giyme töreniyle doruğa çıkmıştır. 3 Po-
lonya ve İtalya gibi Katolik ülkelerde papazlar motosikletten futbol maskotlarına
kadar her şeyi knısarlar. Vaiikan halen inançla şifa dağılma ve kehaneti benimse-
mekledir |BERNADETTE| |FAT1MA|. Komünizmin Ortodoks dinini ortadan kaldırdığı
Rusya'da bile astroloji inancı ve periler tasfiye edilememektedir
Büyü ve dm araştırmaları kaçınılmaz olarak önyargı ve tercihlerle iç içedir.
Krazer'ın Altın D a l ı n d a n beri bilimsel antropologlar tarafsız olmaya çalışmaktadır-
lar. Ama bilim adamları başka halkların büyülerini karalama eğilimine her zaman
dırenemezler. Bu da bir tür batıl inanç o l u ş l u m yor olabilir |ARICIA|.
ANGELUS
PAPA 11. Urbanus Birinci İlaçlı Scl'crı için vaaz ederken, insanları günde iiç kez An-
gelus okumaya davet etmişti. Kutsal Bakire İlaçlıların knruyııcusuydıı ve Arıgclua
Domini annunciaviı Manav (Tanrının meleği Meryem'e bildirdi) diye başlayan dua
çoktan B a k i r e y e yönelen standart niyaz olmuştu. Papanın isteğine uyulmadı. Ama
Sainies Poıtou'dakı Sainı-Pierrc katedrali istisnaydı. Saintes'dekı duacılar bu duayı
düzenli söyledikleri gibi gıin doğumu, öğle ve günbatımında bağlılıklarını ifade çi-
mek için çan çalma geleneğini de başlatmışlardı.
Papa XXII. Jobanncs. K î l f i ' d e öncüllerinin yerel geleneğe göre uygulamasını
canlandırdı. Azizeler âdetinin bütün kiliselerde uygulanmasını emretti.' Başka otori-
teler bu uygulamayı I 4 ö 6 ' d a . III. Callixius'un papalık dönemine bağlarlar. İler du-
rumda. A n ^ u s çanları Müslıimanlardaki müezz.in sesleri gibi batin Hıristiyanlığının
bul ün kent ve köylerinin karakteristik özelliği oldu. Ortaçağ fonda gürültünün bulun-
madığı zamandı. Fabrika, motor, trafik, radyo, fon müziği yoktu. Ses değerini yiıir-
meınişıi. Küçük kentlerin dar. kalabalık sokaklarında satıcıların bağırmaları zana-
atkarların dükkânlarından gelen seslerle karışıyordu. Ama geniş kırlarda doğanın
sesi bozulmuş değildi. Kilise çanlarıyla yarışan ı.ek ciridi ses ağaçlardaki rüzgar se-
si, sığırların böğürmesi ve uzaklardan gelen demirci örsünün çınlamasıydı |SES|.
MONTAILLOU
Vebayı tanımlayan en iyi yazılardan biri Galli şair leuan Gethin'e aittir. 1349
Mart veya Nisanında patlak veren salgının tanığıdır:
" Ö l ü m ü n kara bulut gibi üstümüze çöktüğünü gördük. Veba gençleri aramızdan
kesip alan, hoş yüzlere karşı da hiç acıması olmayan acımasız bir hayalettir. Kol-
tuk altında şiş çıkana eyvahlar olsun... elma biçimindedir, soğan başı gibidir, kim-
seyi ayırt elmeyen küçük bir çıbandır. Yanan kor gibi fokurdar, kül rengi acı
şey... Kara bezelye tohumuna benzerler, gevrek fok balığı parçaları gibidir... mid-
ye kabuğunun közleri gibi karmakarışık, yarım penslik para büyüklüğünde kara
beladır..." 1 7
Halkın vebaya tepkisi panikten görev bilir metanete, vahşi sefahate kadar de-
ğişkenlik gösteriyordu. Kaçabilenler kaçtı. Boccaccio'nun Dccamcron'u veba
süresince bir şatoya sığınmış erkekli kadınlı bir topluluk arasında geçer. Hayâ
sınırlarını aşan bazıları içki ve cinsellik düşkünü orjilere başvurur. Din adam-
ları genellikle cemaatlerini yönlendirememe durumunda kalmıştır. Bazı yerler-
de hastalar kendi başlarına bırakılmıştır. Kara bayrak terk edilmiş mahalle kili-
selerinde mahzun dalgalan m ıştır. Tanrının günahları nedeniyle insanları ceza-
landırdığı inancı yaygındı.
Kayıpları hesaplamak zor ve çok teknik bir görevdir. Çağdaş tanıklar ge-
nellikle ve açıkça abartılıdır. Boccaccio'nun Floransa'da yüz bin kişi öldüğü
haberi kentin bilinen toplam nüfusunu aşmaktadır; 5 0 . 0 0 0 daha yakın bir tah-
min olabilir. Genel olarak kentler kırsal kesimden, yoksullar zenginlerden,
genç ve güçlüler yaşlı ve zayıflardan daha fazla kayıp verdiler. Ölen papa veya
kral olmadı. Nüfus sayımına benzer bir veri yokluğunda, tarihçiler hesaplarını
parça parça kayıtlara dayandırırlar. İngiltere'de mahkeme kayıtları, frank-
pledge (mahallelinin davranışlarında on iki yaşından büyük erkekleri sorumlu
tutan eski bir yasal düzenleme) harç ödemeleri, otopsi sorgulamaları veya pis-
koposluk kayıtları kullamliT. Özel çalışmalar çok yüksek ölüm oranları göster-
mektedir; Oxfordshire'deki Cuxham malikânesi, sakinlerinin üçte ikisini kay-
betmiştir; l s ingiltere'nin mahalle papazlarının cemaatleri % 45 oranında
küçülmüştür. Ama genel sonuçlara varmak güçtür. Dikkatli tahminler kayıpla-
rı üçte bir olarak gösterir. "Kara Veba sonunda Avrupa'da üç kişiden birinin
öldüğü... gerçekten pek de uzak sayılamaz."' 9 Bu durumda ingiltere'de 1 , 4 - 2
milyon kişi, Fransa'da sekiz milyon ve bütün Avrupa'da herhalde otuz milyon
kişi ölmüş demektir.
Böyle büyük can kaybının toplumsal ve ekonomik sonuçları da büyük ol-
malı. Gerçekten de Kara Veba tarihçiler tarafından Batı Avrupa'da feodal siste-
min gerilemesinin belirleyici noktası olarak görülmüştür. On dördüncü yüzyı-
lın ikinci yarısı açıkça malikânelerin boşaldığı, ticaretin zayıfladığı, emek
kıtlığının ve kentlerde hoşnutsuzluğun yaşandığı dönemdir. Ama bugünlerde
uzmanlar bu değişikliklerin 1347'den önce görülmeye başladığını ileri sürü-
yorlar. Demografik gerileme bile en azından otuz yıl öncesinden başlamıştır.
Yani Kara Ölüm bu süreçlerin başlatıcısı değil hızlandırıcısıdır. Serfler artan
biçimde angarya yükümlülüklerini para ranta dönüştürüyorlar ve daha hare-
ketli, daha az bağımlı bir emek gücü oluşturmaya başlıyorlardı. Feodal vassal-
ler askeri ve hukuki zorunluluklarını nakit ödemeye dönüştürüyorlar ve İngil-
tere'de piç feodalizm denilen olguyu yaratıyorlardı. Hepsinden önemlisi insan
gücü azlığıyla karşılaşan emek pazarında ücretler elbette taleple birlikte yük-
selecektir. Para ekonomisi genişlemişti, toplumsal engeller tehdit altındaydı
iPROSTIBULAj.
Psikolojik travma çok derin oldu. Kilise kurum olarak zayıflamakla bir-
likte halkın dindarlığı arttı. Hayır kurumları çoğaldı. Yoğun sofuluk moda ol-
du. insanlar Tanrının gazabının yatış tırıl ması gerektiğini hissettiler. Alman-
ya'da Avignon'dan gelen emirlerle baskı altına alınana kadar birçok flagellant
(başkasını veya kendini kırbaçla cezalandıran) cemiyet doğdu. Günah keçileri
arandı. Bazı yerlerde cüzamlılar seçildi, başkalarında Yahudiler suları zehirle-
mekle suçlandı. Eylül 1348'de Chillon'da Yahudiler yargılandı ve işkenceyle
kanıt toplandı. Bu toptan pogromların işaretiydi. Basel'de bütün Yahudiler ah-
şap binalara dolduruldu ve canlı canlı yakıldı. Stuttgart, Ulm, Speyer ve Dres-
den'de benzer sahneler yaşandı. Strasbourg'da iki bin Yahudi kesildi, Mainz'de
sayı on iki bin kadardı. Almanya Yabudilerinden kalanlar Polonya'ya kaçtı,
bundan sonra da Avrupa'nın önde gelen Yahudi merkezi burası oldu [ALT-
MARKT) [TEFECİLİK],
PROSTIBULA
Kara Ölümü izleyen dönemde halk ayaklanmaları dönemin önde gelen özelliği
oldu. Hayatta kalan köylülerden talep edilen yük ağırdı ve azalan emek gücü,
İngiltere'de Tarım tşçileri Statüsünde ( 1 3 5 1 ) olduğu gibi ücretleri düşük tut-
ma eğilimine karşı direndi. Köylü jacqueric'si acımasızca bastırılmadan önce
İle de France ve Champagne'da soylu şatoya ve ailelerine saldırdı. Ama 1378-
1382'deki salgından tam bir kuşak sonraki ayaklanmalar, bazı genel toplumsal
hastalıkların belirtisi olarak ortaya çıkar. Marksist tarihçiler bu olayları sınıf
savaşının "zamansız karakteristiğine kanıt olarak görürler. Bazıları da bunları
"geleceği olmayan öfke patlamaları" olarak küçümser. 2 0
Ancak olayları yaşayanların, kentlerdeki salgın kargaşa, kırsal kesimdeki
daha yaygın şiddetle kendisini gösterince korkuya kapılmakta haklı nedenleri
vardı. 1378'de ciompi, yani yün-tarakçıları Floransa'da isyaıı edince kenti bir-
kaç ay ellerine geçirdiler. 1379'da Gand ve Bruges dokumacıları Flandre kon-
tuna karşı 1320'lerin olaylarını anımsatır biçimde ayaklandılar. İki isyanda
kraliyet orduları tarafından meydan savaşı yapılarak bastırıldı ve Gand savaşı
altı yıl sürdü. 1381'de İngiltere'nin çeşitli kontluklarında köylü isyanları çıktı.
1382'de sıra Paris'teydi.
Hareketin dallanıp budaklanması, Fransa sarayında bulunan Floransalı
tüccar Buonocorso Pitti tarafından kâğıda döküldü:
"Gand halkı senyörleri, Burgonya düşesinin babası olan Flandre kontuna karşı
ayaklandı. Kalabalık halinde Bruges'e yürüdüler, kenli aldılar, kontu kovdular ve
memurlarını soyup öldürdüler... Önderleri Philip van Artvelde'ydi. Flaman isyan-
cıların sayısı arılıkça Paris ve Rouen halkına gizli elçiler gönderildi... Böylece bu
iki şehir Fransa kralına karşı isyan etti. Paris halkının ilk ayaklanması bir seyyar
satıcının sattığı sebze ve meyvelerden vergi alınmak istenmesi üzerine 'kahrolsun
grtbdle' (tuz vergisi) diye bağırmasıyla patlak verdi. Bu bağırtıyla birlikle halk ver-
gi toplayanların evlerine koştular ve onları soyup öldürdüler... Popolo grosso veya
Fransızcada boutgeois denilen varlıklı insanlar, kalabalığın kendilerini de soyaca-
ğından korkarak silahlandılar ve onları durdurmayı başardılar." 2 1
| ALTMARKT
| 1349'DA Büyük Perhizin arifesi Perşembe günü. Dresden'de Mtmarkı Kski Kent
Meydanı yanan odunların dumanıyla dolmıışiıı. Yleıssen diıkii kenlin bütün Yahudi-
j lerinin. herhalde vebayı yayma suçundan yakılmalarım emretmişti. Bu gerçek ttulo-
rial'c, Çhroımım i'anvm M r s r / a ı s e ' d e anlatılır. 1
| Alu yüzyıl sonra, başka bir Perhiz Perşembesinde, 13 Şubat, 1945'ıe s a a l ak-
' şanı onda Dresden'in eski meydanı, üslünde uçan RAK 83 filosu keşif uçaklarından
i alılan aydınlatıcı alevlerle ışıldadı, Mımarkl. Avrupa tarihinin en yıkıcı bombardıma-
nına hedef alanı olarak seçilmişti,
| Yalnızca askeri ve sınai hedeflerin bombalanacağı yolundaki açıklamaya kar-
; şııı RAI ; vc USAI\ Alman burıv/alle'nin yolunu seçerek, ayrımsız biiiün alanı bomba-
j lama stratejisini benimsediler, VIülielik Bombardıman Saldırısının Öncelikleri konu-
I sundakı s e n larfışmaları Hava Kuvvetleri korgenerali Artbur l l a r r i s ' i n önderlik
j ettiği alan bombardımanı taraftarları kazandı. Teknik, ağır bombardıman uçaklarını
i bir keme göndermek ve yıkım etkisi y a r a t m a k t ı . 2 1 larris "diş çeker gibi Almanya'nın
| kentlerini teker leker sıradan geçireceğiz" diye övünüyordu. İlk bin bombardıman
uçağı saldırısı Köln'e karşı 31 Mayıs HM2'de düzenlendi. Ama Hamburg'a karşı 27/
28 Temmuz I943'ıe kırk binden fazla insan ölene kadar islenen hedefe ıılaşılama-
' mışiı.
I Saksonya'nın başkenti Dresden 1945'e etkilenmeden girdi. Ortaçağ Altsladl'ı
! muhteşem meydan ve bulvarlarla çevrili, Rönesans ve Barok anıtlarıyla doluydu,
i Kraliyet Sarayı Georgenschloss 1535'len kalmaydı. Katolik llol'kırehe ( t 7 5 1 ) Sak-
i son elektörlerin Katolikliğe geçişinin anısını (aşıyordu. Protestan Krauenkirchc
(1742) bunun üzüntüsüyle yapılmıştı,
Dresden Sovyetlerin Müttefiklerden hava yardımı isteği karşısında Ana Hava
Akını alanı olarak seçilmişti. Kenı Sovyet ilerlemesinden kaçan yüz birtlcrce göçme-
nin ve çoğu genç kadından oluşan sağlık ekiplerinin ana toplanma yeriydi.
| Aydınlatma bombası atıldıktan on dakika sonra ilk 529 baneaster akını alLrnış
ı sekiz derece güneybatı uçuş yönünden başladı. Uçaksavarların durduramadığı bom-
bardıman uçakları ölümcül yüksek patlayıcıları ve yangın bombalarını attılar. Kırk
beş dakika içinde ateş yağmuru başladı. Dresden'in antik kalbi ve içindeki herkes
yok oldıı.^
Sabah k u r t a r m a ekipleri ulaştığında. ABD Stratejik Hava Kuvvetleri Birinci Bö-
lüğünden 4 5 0 Flying t>'onrvss'it\ ikinci akını başladı. Avcı eskortlar hareket eden her
şeyi bomba yağmuruna tuuu.
/.arar hakkındaki tahminlerde büyük farklılıklar vardır. Britanya Bombardı-
man Araştırması bin allı yüz seksen bir dönümün tamamen tahrip edildiğini bildirir.
Savaş sonrası Dresden Planlama Raporu üç tun yüz kırk dönümün % 75 tahrip edil-
miş olduğunu yazar. Yerel Myieilung Tolc. yanı "Öliim Bürosu" Mayıs 1945'te otuz
dokuz bin yedi yüz yetmiş üç tanımlanan ölü bildirir. Bu rakam kayıp ve kayıl dışı
gömülenleri veya toplu mezarları kapsamaz. Bunun asgari olduğu kabul edilmelidir.
Büro başkanı daha sonra yır/, oluz beş bin ölü tahmininde bulunmuştur. Briıanyalı
bir tarihçi yüz yirmi-yüz elli bin arasında ölüm olriııgıı tahminini yürü Ilıyor. 11 İliç
kimse SS kordonlarının arkasında sayısız araba bir kez daha A l t m a k r l ' ı n odun ateşi-
ne cesol taşırken, sayılmayan kaç ölü olduğunu bilmiyor.
Akının stratejik etkisi hafif görünüyor. İki gün içinde Dresden'e trenler yollan-
dı. Can alıeı önemdeki savaş rabrikalan Drcsdcn-Neusıcdlitz elektronik tesisi gibi ha-
sar görmemişti. Kızıl Ordu 8 M a y ı s a kadar gelmedi.
Bunun ardından enformasyon savaşı başladı. Associated Press'in daha sonra
sahip çıkılmayan bir haberinde "Müttefikler, uzun sunidir beklenen Alman nüfus
merkezlerine terör bombardımanı kararını sonunda aldılar" deniliyordu. Bir Nazi
açıklaması bunu doğruladı: "SHAI5K savaş suçluları soğukkanlılıkla masum Alman
halkını yok etme kararı aldı". Avam Kam arası' nda 6 Mart 1945'te milletvekili Ric-
hard Slokes "terör bombardımanı resmi hükümeL politikasının artık bir parçası mı
oldu?" diye sordu. Resmi yanıt "Terör taktikleriyle zaman veya bomba kaybetmiyo-
ruz" o l d u . 5
13 Şubat 1946'da akşam 10.10'da Almanya'nın bütün Sovyet bölgelerinde ki-
lise çanları bu olayın anısına çalındı. Bütün Dresden kiliseleri arasında yalnız Krau-
enkirehe parçalanmış kubbesiyle, ayaktaydı. Aynı gün eski Ilava generali llarrıs.
melon şapkasıyla Southlıamplon'dan bir gemiye binip yurtdışındaki sivil görevine
doğru yola çıkıyordu. 1953'u: geç kalmış bir şövalye unvanı alsa da. Londra'da
Strand Caddesı'nde 31 Mayıs 1992'deki anıt açılışında yoldaşları gibi onurlandırıl-
nıamışlır. Bu Köln akınının ellinci yıldönümüydü. Köln Oherl)ürgcrmestteı'\ bir pro-
testo yayımladı: "Benim görüşüme göre A r t h u r l l a r r i s gibi savaş kahramanlarını,
doğru tarafta dava uğruna da savaşmış olsa anmanın anlamı y o k t u r " diye yazdı.
Dresden 199,5Teki kendi yıldönümünü beklerken, Almanya devlet başkanı İler-
z o g d a h a fazlasını ifade elti: "Dresden'in bombalanması savaşta insanın vahşileşme-
sinin örneğidir" dedi. "Tarihin her ulus tarafından kendi yaptıklarından iyi olanların
seçilerek yazılışına devam edilmesine izin verilemez. Kger Avrupa birliğini gerçekten
istiyorsak tarih de b i r l e ş ı i r i l m e l ı d i r . " 7
TEFECİLİK
Gerçekle faize karşı yasalarda gedik çoktu. Hıristiyan bankerler yüksek faiz oranları-
nı. ödünç alınan l o p lam ları değil ödemeleri yazarak gizliyorlardı. 2 Yahudi bankerler
en büyük s u ç l a n m a y a herhalde geniş halk kitlelerine küçük m i k t a r d a borç para ver-
d i k l e r i için m a r u z kalıyorlardı. İkiyüzlülük ve kin ölçülü herhalde kaçınılmazdı ve ka-
pitalizmin can alıcı önemde tekniklerinden biri yüzyıllardır engellenmişti. Gene de Ya-
hudilerin A v r u p a kredi ve bankacılık t a r i h i n d e k i önde gelen rolü tarihsel bu' o l g u d u r .
TABARD
I. RICI İARD'IN 1393 yılında çıkarttığı bir kararla İngiltere'de her hanın bir levha as-
ması zorunlu UıLııldıı. Sonuçta pitoresk ad ve işaret levhalarından oluşan kocaman
bir açık hava müzesi ortaya çıktı. 1
Ortaçağ hanları çoğunlukla haclarla ilişkiliydi. Chauccr'ın Canterbury İlacıları
yola Soulhvvark'daki Tabard'dan başlıyorlardı. Adını 1189'da alan Tlll'l TRVPPls TO
JURI SALKM Notlingham'da halen durmaktadır. I.ondra hanları 1666 Büyük Yangı-
ıııyla yok oldu. Aldgale'dekı on üçüncü yüzyıl lıaııı HOOP AND GRAPHS en eski han
olma iddiasını taşıyor.
Birçok han adını sahiplerinin armalarından ahi'. II. Rıchard'ın silahlarının tıs-
i tünde VV1IITK HART vardı. RISING S I N 111. Kdward, B l . l t : BOAR \ o r k hanedanı.
GRKKN DRAGON Pembroke kontu. GRKYİİOND VII. Ilenry'niıı armasıdır. Birçokları
da meslek ve loncalar [aralından kurulmuştur. BLACKSMITHS' ARMS veya WKA-
VKRS' ARMS hu n la I'd andır. R K M ' L K AND WKDGK veya MAN AND SCVTIIK zana-
atkar aletlerini çağrıştırır. Maşımla bağlantısı olanlar sayılamayacak kadar çoktur
PACK IIORSI-; veya COACH AND IIORSKS ve RAILWAY TA VUR N gelişen ulaştırma
araçlarını yansıtır. Sl James, Londra G B I ' d e k ı B L I K POSTS 18. yüzyıl çöp durakla-
rını işaret eder. Sporla bağlantı da oldukça [azladır. MARK AND I I O I N D S veya FAL-
CON avcılığa. DOG AND D I C K . KIGIITING COCKS yasaklanalı uzun zaman olmuş !
vahşi oyunlara aitlir.
Daha modern hanlar çoğunlukla popüler kahramanlara ve edebi kişiliklere
adanmıştır. Bunlar arasında LILY. LANGTRY ve LADY HAMILTOM'dan (WC2) ART-
| M I , DOOGKR. VAX/A IX)OI,İTTİ,l.i ve Bromley'deki B l N T K R ' e kadar örnek verilebi-
lir. TRAFALGAR gibi tarihi savaşlar veya 1651'dc II. Clıarles'i saklayan ROY Al,
OAK da esin konusudur. Daha az dramatik olan olaylar THK CARDINAL'S KRROR
(Tonbridge M a n a s t ı n ' n m i 34 O" ta basılması) THK WORLD T I R N K I ) l l ' S I D K DOWN
(1683'te Avustralya'nın keşli) ve Wembley'deki THK TORCIl'da (1948 Olimpiyat,
Oyunları) yankısını bulur.
Bozulmuş adlar çoktur. THK CAT' N' KIDDI.lv bir zamanlar Calais'yi İngiltere
adına elinde tutan bir şövalye olan Caıoıı le Ki d el e'ııı bozuk söylenişidir. BAG O'N-V
II,S Latince Baa-hanalcsymi İÇkidlerden gelir. GOAT AND COMPASSKS Puriten slo-
gan "God üncompasse-s ( « ' i n bozuk halidir. Yurtsever atıllar popülerdir. ALBION.
ANCIKNT BRITON. BRITANNIA ve VICTORIA bunlardandır. ANTIGALLICAN (SKİ)
Napoleon bozgununun ünlü savaşçılarından birinin adıdır.
Ama yabancı ülkelerde unutulmam ıştır. KING OK DKNYIARK (MI) 1606 yılın-
daki IV. Charles'in ziyaret anısını taşır. IIKRO OK SWITZERLAND Wilhelm Tell'e
göndermedir. ANGKRSTKIN Llovd'u yeniden kuran Ballıklı Alman'ın. INDKPKN
1)1'',NT ( N l ) Macar önder Kossuth'un onuruna bu adları almışlardır. Lambeth'deki
SPANISH PATRIOT 1930'lardakı Uluslararası Tugay'ın gazileri taralından kurul-
muştur |ADELANTE|.
Yine de anlaşılmayan adlar kalır. MAG PİK AND S T I M P (Old Bailey), Box-
ted'dek i WIG AND KIDGKT veya GOAT IN BOOTS ( N W i ) adlarının nereden geldiğini
kim bilebilir.
(Barış yeleri kadar övülemeyecek bir hazinedir/ Savaştan nefret ediyorum; savaşa
pek değer verilmemeli/ Haklı veya haksız uzun sûredir basım dertle/ Yüreğimde
seveceğim Fransa'yı görmek istiyorum.)
C H A S S E
GASTON Phocbus'un l,c l.ıırc de ta Chasso (Avcılık kitabı) veya tam adıyla Lcs Dc-
dııils dc ta ehasse tfrs? hesum sauıagc.s d des oiseatıi\ dc ptvyc'sı (1381) üretilmiş
olan en boş yazma kilap resimlerıyic dikkat çekici bir toplumsal belgedir. Kıı iyi Pa-
ris Bil>iioihcc]iıe Nationale'dakı 6 1 6 nolu elyazması bilinir. Yazarı, Phoebus adı veri-
len III. (iaston. Koix kontu ve Bearn scignnıı'iı (1331-13911. Gaskonyalı renkli bir
maceraperesttir. Crecy'rie Fransa ve Prusya'da 'lolon Şövalyeleri için savaşmıştı ve
kronikçi Kroissarı'ı Pırcnclerdekı Orlhez şatosunda sık sık ziyarel ederdi. İler lürlü
av ve av yöntemi incelenmiştir: k u r t . geyik. ayı. domuz ve porsuk: kan tazısı, tazı.
bekçi köpeği (masıil)\v. cpanyöl; izlemek, kovalamak, i uzak. ağ. vurma, kapan, hat-
la kaçak avlanma. Kokunun alınmasından hayvanın ölümüne kadar her adım uz-
man biçimde anlatılmış ve şekillerle gösterilmiştir 1 (Bkz. Tablo 30).
On dördüncü yüzyılda avcılık Avrupa ekonomisinin ayrılmaz parçasıydı. Av
hayvanı, özellikle kuşlar diyetin önemli bir bölümünü oluşturmaklaydı. -\v silahları.
yay, kılıç ve mızrak, at biniciliği, av h a y v a n l a r ı n ı n psikolojisi ve birlikte ö l d ü r m e k
askeri becerinin de önemli b ö l ü m ü n ü o l u ş t u r u y o r d u . Katı y a s a k l a r l a k o r u n a n avlak-
lar k r a l i y e ı ve soylu ayrıcalıklarının önemli bir u n s u r u y d u .
O r m a n l a r ı n ve avın daha bol ve tarımın daha narin olduğu Doğuda avcılık sa-
nalı daha da önemliydi. Tarihçi Marcin K r o m e r . 1577'de Podolya'da Dlnyesier kıyı-
sında bizon avını anlatırken İspanyol e o / m t o s m a çok benzeyen terimler kullanır:
"Bu sırada avcılardan biri. güçlü köpeklerin yardımıyla yaklaşıp bizonu yorgunluk veya
yaraları nedeniyle düşüp yığılana kadar ağacın çevresinde döndürür, kovalayıp durur,
l-lger avcı... tehlike karşısında kalırsa, arkadaşları büyük kırmızı şapkalarını sallayarak
bizonun dikkatini çekerler, çünkü kırmızı renk onu öfkelendirir, böylece kızdırılan bizon
ilk adamı bırakıp sonrakine saldırır ve o da onun işini bitirir." 2
Fransa için Yüz Yıl Savaşları uyarıcı bir deney oldu. Nüfus neredeyse % 50
azaldı. Ulusal yenilenme neredeyse en alt düzeyden başladı. "Evrensel örüm-
c e k " ve diplomasi ustası XI. Louis yönetiminde (h. 1 4 8 1 - 1 4 8 3 ) özellikle Bur-
gonya tehlikesinin ortadan kaldırılmasıyla Fransa ilerleme olanağı buldu.
İngiltere için Yüz Yıl Savaşları d ö n e m i ulusal toplumun oluşumunda can
alıcı önemdeydi. Plantagenet İngilteresi, başlangıçta kültürel olduğu kadar si-
yasal anlamda da Fransız uygarlığının bir uzantısından başka bir şey olmayan
bir hanedan ülkesiydi. S o n u n d a kıtadaki mülklerinden kopan ülke, Lancester
İngilteresi bir ada krallığına dönüştü. Ayrılığı nedeniyle güven içinde ve kendi
İngilizliğinden emindi. Anglonorman düzen bütünüyle İngiliz leş m iş ti. Geoff-
rey C h a u c e r (y. 1 3 4 0 - 1 4 0 0 ) ile İngiliz edebiyatı uzun yolculuğuna başladı. II.
Richard (h. 1 3 7 7 - 1 3 9 9 ) ve üç Lancester. IV. Henry (h. 1 3 9 9 - 1 4 1 3 ) , V. Henry
(h. 1 4 1 3 - 1 4 2 2 ) ve VI. Henry (h. 1 4 2 2 - 1 4 6 1 ) d ö n e m l e r i n d e Fransa savaşları
monarşi ve baronlar arasındaki şiddetli mücadelelere yönelen e n e r j i n i n boşal-
tılması için güvenli bir kanal oluşturdu. 11. Richard tahttan ç e k i l m e k zorunda
bırakıldı ve sonunda Pontefract'ta öldürüldü. İV. Henry, Sir J o h n of Gaunt'un
gasıp oğlu, sahte şecereyle tahıı ele geçirdi. V, Henry'nin Fransa'yı fethetme
hayali kısa sürdü. VI. Henry bir başka bebek kraldı ve sonunda azledildi. Ama
siyasal sahnenin kanlı gösterilerinin altında güçlü bir yurtseverlik ve ulusal
onur gelişiyordu. Kuşkusuz William Shakespeare'in iki yüz yıl sonra, zamanın
ve enerjisinin çoğunu Fransa sorunlarıyla geçiren J o h n of Gaunt'un ağzından
en hoş yurtsever methiyeleri dile getirmesi anakroniktir. Fakat daha önceki
çağın çelişkileriyle gelişen bir duyguyu ifade etmektedir
RENTES
CODPIECE
MİKROP
POLONYA kralı ve. Litvanya Büyük Dükü Casiınır Jagiellonczyk. Krakov'da Temmuz
1492'de Wawel Kaledrali'nde Kutsal Haç şapelinde gömüldü. Dört yüz seksen bir yıl
sunra Mayıs l973'Lc. Krakov kardinal piskoposu Karol Wojlyla bir grup muhafa-
zakâra Casimir'in Avusturyalı kraliçesi Klizabeth'le birlikte mezarlarının açılması iz-
nini verdi. Olay tek değildi. Büyük Casimır'in (öl. 1370) mezarı I 8 6 9 ' d a açılmıştı ve
yeniden gömülmesi Polonya'da büyük yurtsever gösterilere yol açmıştı. St Jadwi-
ga'nın mezarı da (öl. 1329) 1949'da açılmıştı.
Ama 1973'leki mezar açılışı her yönüyle rahatsız ediciydi. Kısa sürede olayla
ilgili en az on altı kişi belirlenemeyen nedenlerle öldü. Dünya basını "Firavunun La-
n e t i m i anımsadı ve beş yüz yaşındaki basil hakkında kurgulamalarda bulundu. Kra-
kovlu bir gazetecinin I,analer. Mikroplar ve Bilim Adamları adlı kitabı çok satanlar
arasına girdi. Bu kitap, ortaçağ tarzına uygun biçimde, okuyucularının dikkatini in-
sanın ölümlülüğüne çekiyordu. 1
Ortaçağ sonu Iskandinavyasında üç monarşi fırtınalı soyluluk ve Hansa ticari
faaliyetlerinin gölgesi altındaydı. Viking toplulukları on üçüncü yüzyılda deniz akın-
larını bırakmışlar ve alçak topraklarında tarım yapmaya, kereste ve maden üretme-
ye. Reania'mn ünlü ringa yataklarında balıkçılık yapmaya başlamışlardı. Lübeck ve
Visby'rie üslenen Hansa Birliği İskandinavya'yı, hem Batı Avrupa'ya hem de Rus-
ya'ya bağlıyordu.
1397'dc veraset yoluyla Danimarka, evlilikle Norveç ve seçim yoluyla İsveç'i
yönetmekle olan olağanüstü Kraliçe Margeret (1353-1412) üç ülke arasında sınırlı
bir birlik oluşturmayı başardı. Ama bu Colmar Birliği birleşme değil yan yana gel-
meydi vc ulusal bileşenlerine ayrılması kaçınılmazdı. Kraliçe Vlargeret'in babası IV.
Waldemar Alterday'ın sevdiği bir sözle "yarın başka bir gündür."
TEMPUS
l'ADOVA'DA astronomi profesörü olan Giovanni da Doneli (1318-1389) İliç de ilk sa-
at yapımcısı değildir. Danıc. Parariiso'da saatten söz eder ve Londra'da St Paul'da
1286. Milano'da 1309'da saat bulunduğuna dair kayıtlar vardır. Pakaı Doııdı'niu I!
Traaus As tarif adlı incelemesi (1364) saatçilikle ilgili en eski ayrıntılı anlatımdır. İn-
celeme. kasnak çevresine sarılmış ağırlıkla çalışan yedi kadranlı astronomik saati
konu edinir. (3u incelemeden yola çıkarak çeşitli modeller yapılmıştır; bunlardan bi-
ri Kensingıon Bilim Müzesi'nde. bir diğeri Washington Smith son ian Knstiliı-
sil'ndedır) 1 (Bkz. Rk III, s. 1310).
Saalin icadı genellikle sekizinci yüzyılda, Çinli Lıang Lin-Son'a mal edilir. Ama
on üçüncü yüzyıl sonuna kadar Avrupa'da uygulaması yoktur. İlk saat basitçe saat-
leri vuran bir çandır. 3u lıir bir makine 1386'da yapılmıştır ve Salisbury Katedralin-
de balen çalışmaktadır. Sonraki modellerin kadranları vardır, yalnız günün saatleri-
ni değil ayın hallerini, gezegenlerin geçişlerim, hatla azız ve yortu günlerini de
gösterir. Kn güzel örnekleri Milano (1335). Strasbourg (1354), Lund (1380). Rouen
(1389), Wells (1392) ve Prag'da (1462) görülür. Mekanik saatler gölge saatleri, gü-
neş kadranları, k u m saatleri ve cıva saatlerinin verini almıştır. Özellikle güneş ışığı-
na güvenilmeyen kuzey ülkelerinde çok çekiciydiler, liütün büyük katedraller, kent
meydanları, kapı ve manastırlara saat konuldu.
Saatlerin sabit süreli olduğu y i r m i dört saatli saat. günlük zaman kullanımın-
da devrim yaptı. İnsanların çoğu gün doğumuna ve gün baıımına göre yaşıyordu.
Saat sisteminin bilindiği yerlerde saatler mevsimlere ve ülkelere göre değişkendi.
Gündüzlerin "dünyevi saatleri", hem "gece saatleri"nden hem de kilisenin matin, tav-
da, prime, terce, scxt. none, vespers ve compline diye bölümlere ayrılan "dinsel sa-
af ten farklıydı. Sıradan insanlar sabit günlük rutin ve eşit saat fikrini ortaçağ keşiş-
lerinden aldılar. Bunlar daha sonraki kent yaşamının ve sanayi disiplininin
normlarına örneklik elti. Saat güçlü toplum sal laştırıcı etkisiyle "totaliter görev efen-
disi'dir. N c w w n fiziği bütün evrenin tek büyük "göksel saat" olduğu fikrini kutsallaş-
tırdı ve Kinstein'la Proust gibi modern zihinler zamanın mekanik biçimde algılanma-
sının nasıl doğadışı olduğunu göstermeye çalıştılar- ICOMBRAY) | e = mc 2 |.
Saatçiliğin gelişiminde köşe taşları, on beşinci yüzyılda cv saatlerinin, on altın-
cı yüzyılda duvar saatlerinin yapılmasını sağlayan küçülme, güvenilirliği fazlasıyla
artıran pandül (1657), denizlerde hep sorun olan mesafe ölçme konusuna çözüm ge-
tiren deniz kronometresi (1761) ve analuarsız mekanizmanın (1823) bulunuşudur.
Zaman ölçmenin son durağı, üç bin yılda bir saniyeye kadar doğru olan atomik saa-
tin Britanya Llusal Kizik l a b o r a t u a r ı ' r i d a 1955'te yapılmasıdır.
Yüzyıllar içinde saatçilik fazlasıyla uzmanlık gerektiren bir zanaat olmaktan
kitle üretimi yapılan bir sanayiye dönüştü. İlk merkezler Nuremberg ve Augsburg'la
Paris ve Blois'ydı. İsviçre Huguenot işçiliğinden yararlandı, on yedinci ve on sekizin-
ci yüzyıllarda ingiltere üstünlük sağladı. Fransa kulu taşanını ve süslü saatlerle, ay-
rıcalık sağladı. Karaorman ahşap gugukkuşıı saatleriyle uzmanlaşır On dokuzuncu
yüzyılda Cenevre ve Jura'daki Chaux-les-Konds'da bulunan saat endüstrileri yüksek
kaliteli, makineyle yapılmış saatleriyle dünya çapında ün kazandı.
Saatçilik mesleği eski anahtarcı ve kuyumcu loncalarından gelişti. Cnlü adlar
arasında ilk saat yapımcısı Bloislı Jacııuede la Garde (1551). Pandül ve yay dengesi-
nin mucidi ha Hayeli Christian Huygens (1629-1776). deniz kronometresinin ustala-
rı John Arnold. Thomas tiamshaw ve John Harrison (1693-1776). Versailles saatçi-
si. kendi kendine kurulan montre pcrpcluclic mucidi Abra ham-Louis Breguet (174 7-
1823) ve Big Ben'in tasarımcısı Edward John Dent (1790-1853) sayılabilir. Varşova-
lı Antoni Patek ve Bcrnli Adrienne Philippe 1832'de güçlerini birleştirip Paıek-
Philippe firmasını kurmuşlardır ve bu bugün de İsviçre'nin önde gelen firmasıdır.
Artık saatler kentleşmiş Batı toplumunun evrensel özelliğidir. Doğu Avrupa
köylüleri sürece daha yavaş katıldılar. Milyonlarca Sovyet askeri için Kızıl Ordu'nun
1944-1945'le Avrupa'ya girişi, "özgürleştirme" ve saat sahibi olmak için büyük fır-
sattı.
V l l l . Innocentius "son zamanlarda kulağımıza geliyor ki" diyordu "... iki cinsten
dc birçok insan kendilerini şeytanlara inculti et succubi terk etmişler ve büyü, si-
hir, el çabukluğu ve öleki lanetli bağlamalar yoluyla... annelerin rahminden be-
bekleri kesip alıyorlar... toprağın ürününü, asmanın üzümünü, ağaçların meyvesi-
rıi lanetliyorlar ... Bu koıu büyücüler, ayrıca Vaftiz oldukları ieın kendilerinki de
olan inanca küfredip inkâr ediyorlar ve... ruhlarını en pis ölümcül tehlikelere dü-
ŞÜrecck... İnsanlığın Düşmam'nı teşvik etmekten geri kalmıyorlar." 3 1
Bundan sonra, üç yüz yıl daha, Avrupa'nın çoğu yerinde büyücülük ve büyücü
avcılığı salgın haline geldi [HEXEN].
Kilise tarafından geliştirilen ortaçağ etigi, hem toplumsal düzenin hem de
ahlaki değerlerin hiyerarşik harmanlanmasıyla yönetiliyordu. Herkes ve her
şey kendilerine üstün olana tabi olmalıydı; serfler efendilerine itaat etmeli, ka-
dınlar erkeklerce yönetilmeliydi. Bağışlanabilir günahlar yedi ölümcül günah-
tan ayırt edilmeliydi. Eski "kefaret parası" geleneğinin bulunduğu ülkelerde
soylu birinin öldürülmesi veya böyle birine tecavüz edilmesi daha ciddi bir
durumdu ve dolayısıyla onursuz kurbanlardan daha fazla paraya mal oluyor-
du. Ceza tarifeleri küçük ihlallerin büyükler gibi cezalandırılmadığını gösterir.
St Augusıinus'un cinsel konulardaki baskıcı öğretisine karşın, cinsel kabahat-
ler şiddetle cezalandırılmıyordu. Dante'nin dediği gibi, yanlış yönlendirilmiş
sevgi, nefret veya ihanetle yönlendirilen günahlarla karşılaştırılamaz. Zina ya-
panlar cehennemin en yüksek dairesinde toplanacaklardı. Hainler çukura atı-
lacaklardı. Tanrıya ihaneı en büyük kötülüktü. Küfür ve sapkınlık en büyük
rezaletti. 1 4 1 4 - 1 4 1 7 de Jan Hus'u yakmış olan Constanz Ruhani Meclisi tah-
minen yedi yüz kadar fahişeyi toplantı zamanı bu kente çekmişti t P R O S T l B U -
LA}.
Ortaçağ hukuku da değerler hiyerarşisinin yönetimindedir. İnsan yasaları
en azından kuramsal olarak Kilise tarafından tanımlanan ilahi yasalara tabidir.
Uygulamada farklılık ölçüdedir. Rakip yargılama erklerinin (kilise mahkeme-
lerinde kilise hukuku, kent ve malikâne mahkemelerinde yerel âdetler, kral
mahkemelerinde kraliyet fermanları) kargaşası, hukuki kaynaklar, uygulama-
lar ve cezaların karışıklığına da yol açmaktadır. Roma hukuku Güney Avru-
pa'da ana kaynak olarak kalmıştır, Germen ve Slav kabile gelenekleri Kuzey ve
Doğu Avrupa'da ana kaynaktır.
Örf hukuku, yine de ilkel uygulamaların kaba kalıntısı olarak düşünül-
memelidir. Bu, prens ve tebaası arasındaki uzun pazarlıkların ürünüdür ve ge-
nellikle yazıya geçirilmiştir. Weistitmcr, örnek olarak Avusturya ve Batı Alman-
ya'nın bazı bölgelerinde geçerliydi. Avusturya'da bunlar Bannlaidingen,
isviçre'de Öffnungen olarak bilinmekteydi. Alsace'ta bunlardan altı yüzü varlı-
ğını sürdürmüştür, bunlar Dingofrodeln olarak bilinir. Varlıkları, Elbe'nin do-
ğusunda geçerli olan ve köylü Gemeinde, yani kırsal kesim komünlerinin ko-
numunu korurken Gnmderrrscfıa/ı'a karşı Gutherrschaft kavramını güçlendir-
miştir. Bu durum Batı Almanya'nın doğuda yaşanan yeni serflik dalgasından
nasıl kurtulduğunu da açıklar (Bkz. s. 6 2 9 - 6 3 0 ) . Doğu Avrupa'nın Bohemya
ve Silezya gibi bazı bölgelerinde Atman yerleşimlerinin etkisi, Alman ve yerel
hukuk geleneklerinin karışmasına yol açmıştır.
Sonraki yüzyıllarda klasik eser araştırmalarının canlanması Roma huku-
kunun geleneksel hukukun aleyhine etki alanının genişletmesine yardımcı ol-
du. Örneğin 1495'te Roma hukuku ReichUammergericht, yani Alman İmpara-
torluğu Yüksek Adalet Mahkemesince benimsendi. Etkisi geniş oldu. İmpara-
torlukta iktidarın gittikçe parçalandığı düşünüldüğünde, bu durum bütün
prenslerin kendilerini tek yasama organı olarak görmelerini ve bu sırada yaşa-
mın bütün alanlarının hukuk konusu yapılmasını teşvik etmiştir. Alman
Rechtstaat, yani "kanun devleti" Baden'deki ünlü sokak levhasına yansıyan an-
layışı geliştirecekti: "Bu yolda seyahat etmek serbesttir." 5 2
Yalnız ingiltere kendi örf hukukuna bağlı kaldı. İngiltere'de Ren'in batı-
sındaki öteki ülkelerdeki gibi, hukukun sustuğu yerde yurttaşın özgür olduğu
kabul ediliyordu. Fransa, kraliyet ordonnance* ve merkezi parlamentonun ar-
tan iktidarı dışında, kuzeyde geleneksel hukukla Midi'deki Roma hukuku ara-
sındaki bölünmeyi yaşamaya devam etti.
Birçok ülke erken tarihlerde yoğun değiştirme faaliyetine girişmişti. Kas-
tilya'da sonraki ispanyol hukuk geleneğini oluşturan Leyes de las Siete Pariidas
( 1 2 6 4 - 1 2 6 6 ) , örneğin Polonya'da Büyük Casimir'in kararlan ( 1 3 6 4 ) ve Dyges-
tö ( 1 4 8 8 ) , Litvanya'da Casimir Jagiellon'un Sudiebnift'i ( 1 3 6 4 ) gibi aynı amaç-
lara hizmet ediyordu. Polis gücünün yokluğunda zorlama zayıf kalıyordu. Ka-
nun kaçakları her yerdeydi. Dolayısıyla tutuklananların cezalandırılması
şiddetli ve ibret olma şeklindeydi. Asma genellikle kura ile meydanlarda yapı-
lırdı, Sakatlamak dağlayarak veya el-kol keserek uygulanırdı ve toplumsal ola-
rak caydırıcı olması hedeflenirdi. Devlet hukukuyla birlikte gelişen hapis ve
para cezaları yoksul mahkûmlar için insanlık dışı koşullar doğurmuştu, çünkü
mahkûmların bakımı için ayrılan kaynak çok azdı veya hiç yoktu.
Ortaçağ eğitimi on iki ve on üçüncü yüzyıllarda atılan temeller üstünde
kuruldu. Alfabe ve rakamlardan oluşan ilk eğitim konulan yaygın biçimde aile
veya köy papazının gözetimine bırakılmıştı. Orta eğitim katedrallerin ve za-
man içinde artarak kent meclislerinin destegindeydi. İçerik, öğrenciler arasın-
da sayıları azalmış olsa da gene ruhban sınıfının eğitimine yönelikti. TVivi-
um'un üç disiplini, gramer, retorik ve mantık temel programdı. Winchester
Koleji ( 1 3 8 2 ) veya Deventer Latince Okulu gibi kurumlaşmış eğilim yerleri
uluslararası değilse de ulusal üne kavuşmuşlardı. İtalya ve Almanya'daki bir-
çok büyük kentte ticaret okulları açıldı. On dördüncü yüzyıl Floransasında
bin iki yü2 öğrencisi olan böyle altı okul vardı. Üniversiteler Latin Hıristiyan
dünyasında on beşinci yüzyılda yaygınlaştı. Bunlar arasında Leipzig ( 1 4 0 9 ) , St
Andrews ( 1 4 1 3 ) ve Louvain ( 1 4 2 5 ) önde geliyordu.
Ortaçağ edebiyatı karakter olarak baskın biçimde dindardı, fakat chansons
de geste ve bylirıy gibi dindışı gelenekler de gelişimlerini sürdürdü. Kitapların
çoğu Latince veya Yunanca yazılıyordu. Çoğu yazıldıkları çevreyle sınırlı kal-
dı. Örneğin on beşinci yüzyılda, beş yüzyıl önce bir Alman rahibe olan Gan-
derdheimîi Hrotswitha tarafından yazılmış bir dizi Latince komedinin keşfi,
ortaçağ edebiyatının bir bölümünün genel ilgi alanına giremediğini gösterir.
Ama baladlar ve aziz yaşamları gibi yoğun popüler edebiyatı kısmen kadınla-
rın formel eğitim alamaması nedeniyle yerel dillerde gittikçe gelişiyordu. Po-
püler tiyatro kilise tarafından sahnelenen mucize oyunlarıyla başladı. Yeni ge-
lişmeler geleceğe gebeyse de, dar çevrelerle sınırlıydı (Bkz. VII. Bölüm).
fi. Efnı.sr/lrn;)
Ortaçağ tarihçiliği kronik ve yıllıklar çerçevesinde kaldı. Genellikle keşiş-
ler geçmişi kaydetmek istiyorlardı, ama açıklama niyetleri yoktu. İlahi tecelli
yeterli neden olarak kabul ediliyordu. Ortaçağ kronikleri birkaç yüz ana konu-
yu içerir. Bazıları, ingiltere'deki ilk Anglosakson kroniği veya Kievli Nestor'un
on birinci yüzyıla ait kroniği gibi yerel dillerde yazılmıştır. Aynı şekilde Ville-
hardouin (y. 1 1 5 0 - 1 2 1 2 ) , Joinville (y. 1 2 2 4 - 1 3 1 7 ) , Froıssart ( 1 3 3 7 - 1 4 0 0 ) ,
Commynes'in ( 1 4 4 7 - 1 5 1 1 ) eserlerinden oluşan büyük Fransız kronikleri dizi-
leri vardır. Ama Latinceyle Yunanca egemendir. Kronikler olaylar karşısında
yoğun biçimde kilise görüşünü ve hükümdarın tarafını tutarlar. Villerhardou-
in "Qui Diex vicît aidier nuh fıom ne li puet nuire" (Tanrının yardım etmek iste-
diğine kimse zarar veremez) diye bitirir. Siyasal düşünce Kilise ve Devletin ik-
tidar sorununu tanımlamak üstünde yoğunlaşmıştır. Karolenj düşüncesi
Bizans sezar-patrikliğine yaklaşmıştı. Feodalite sözleşme kavramını vurguladı.
Atama çatışması ve türevleri hem papalığın üstünlüğü hem de Dante'nın Mo-
naıdıia'sı gibi imparatorluk davasına yönelik coşkulu savunmalar üretti. Ro-
ma hukuku çalışmaları, özellikle Fransa'da Roma egemen monarşi düşüncesi-
ni canlandırdı. Ama Padovalı Marsilio'nun papalık karşıtı De/cnsor Pacis kitabı
kadar devrimci olanı yoktu. Paris üniversitesinde rektörlük yapmış olan Mar-
silio otoritenin dindışı devleti yönetecek halka ait olmasını önerme cesaretini
göstermişti.
Uluslararası ilişkiler Agustineusçu adil savaş idealine göre yürütülüyor-
du. Kuramsal olarak savaş ancak belirli koşullarda haklı sayılabilirdi. Ramon
di Penafort'a göre bu koşullar şöyleydi: Zararı karşılama isteği, başka araçların
tüketilmesi, profesyonel asker kullanımı, savaşı başlatanın iyi niyeti ve egeme-
nin kabulü. Uygulamada savaş yaygındı. Özel veya kamusal herkes, kuramını
haklı çıkartarak kendine hizmet verecek din adamlarını daima buluyordu. Ge-
çici barış dönemleri savaşın olağan egemenliğine karşı kısa süreli kesintilerdi.
Ve savaş askerlerin önüne dizginlenemeyen alanlarıydı. Ortaçağ askeri lojistiği
ve teknolojisi çelişkilerin hızla çözülmesine olanak vermiyordu. Ordular kü-
çük, eylem alanları genişti. Yenilen bir düşman kolaylıkla toparlanıp saldırıya
geçebilirdi. Harekât yerel şato ve istihkâm noktalarına yöneliyordu. Muhasara
meydan savaşından daha yaygındı. Savaş ganimeti zaferden daha fazla arzula-
nıyordu. On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda önce İtalyan kentleri tarafın-
dan kullanılan paralı askerler hantal feodal ev sahiplerine destek olmaları için
getirilmişlerdi. Uzun yaylar, tatar yayları on ikinci yüzyılda ilk ortaya çıkışla-
rından beri gelişmiş, ateş gücünü yükseltmişlerdi. İlk kez on dördüncü yüzyıl-
da kullanılan barut, topçuluğu geliştirdi ve Hussitlerle Türklerin elinde belir-
leyici bir silah oldu. Ama zırhlı şövalye ana savaş gücünün belkemiğini
oluşturmaya devam etti.
Ortaçağ mimarlığı iki sınıf taş binadan, kilise ve şatodan ibaretti. Ortaçağ
sonlarında kilise tarzının on dokuzuncu yüzyılda Gotik unvanı verilecek olan
estetik esinden, cennete doğru yükselip uçmaktan kaynaklandığı düşünülmüş-
tür. Bu yapısıyla sık sık şatoların kule, burç ve mazgallarının askeri işlevselli-
ğiyle karşılaştırılın ıştır. Gerçekten de GoLik özellikler, sivri kemerlerden uçan
payandalara kadar estetik olduğu kadar işlevseldir: Etkin tonoz ve geniş pen-
cere alanları açmak için tasarlanmıştır. Gotik tarz, St Denis'deki başrahip Su-
ger'nin yeniliklerinden bütün Latin Hıristiyanlığına yayıldı. Gotik katedraller
Sevilla'dan Dorpat'a kadar aradaki bütün yerlerde inşa edildi. Ortodoks dünya
bunun tersine, Romanesk-Bizans geleneğine sadık kaldı. Katolik-Ortodoks bö-
lünmesinin doğusunda ne Gotik katedraller ne de şato vardır. Yeni gelişen si-
vil gurur muhteşem çan kuleleri, belediye konakları ve kumaş çarşıları inşaatı-
na yol açtı. Güzel örnekleri Brüksel ( 1 4 0 2 ) , Arras, Gand, Ypres ( 1 3 0 2 ) ve
Krakov'da ( 1 3 9 2 ) yapıldı [ G O T İ K ] .
Ortaçağ güzel sanatlarının çoğu kilise ve katedral ortamında üretildi. Re-
sim, ikona, minber parçaları veya kilise duvarlarındaki dinsel sahnelerle sınır-
lıydı. Kitap resimleri Kitabı Mukaddes ve mezmur kitaplarını süslemek içindi.
Taş heykelcilik katedral cephelerindeki heykel ve tablolar ile mezar ve kilise-
nin dua okunan bölümlerine dikilenlerden ibareui. Ahşap heykelcilik koro
bölümü pervazlarında veya sahnelerinde kullanılıyordu. Vitray, Goıik kilise
pencerelerinde yaygındı. "Bütün sanat az veya çok uygulamalıydı." 3 3
Ama ortaçağ sanatında dindışı sanat da hiçbir zaman eksik değildi ve geli-
şiyordu. Prensler, sonra zengin burjuvalar portre ve heykellerini yaptırtmaya
başladılar. Kitap resimciliği clıtınson de geste kopyaları ve saat, bitki ve hayvan
kitapları gibi moda kitaplarda uygulandı. Ortaçağ sonlarında elbisede zengin
malzeme, fantastik stil ve parlak renklerin kullanıldığı şaşaalı gösterişçiliğe yol
açtı. Yeşil sevgiyi, mavi sadakati, sarı husumeti, beyaz masumiyeti temsil edi-
yordu. Armacılık orijinal askeri işlevinden toplumsal gösterişe yükseldi.
Oriaçag müziği de dinsel ve dindışı tarzlarda verimli bir gelişine gösterdi.
Başat sesler halen kiliseden çıkıyordu, ama özellikle Burgonya ve Flaman
kentlerinde dindışı sanat himayesi artıyordu. On dördüncü yüzyılın ars ııova
tarzı tıpkı Gotik mimari gibi uluslararası etki yarattı. Fransa'da Bedford Dü-
kü'nün saray müzisyeni J o h n Dunstable (y. 1 3 9 0 - 1 4 5 3 ) , Guillaume Dufay (y.
1 4 0 0 - 1 4 7 4 ) gibi yenilikçi ve etkileyiciydi. Koral çokseslilik enstrümantal mü-
zikle birlikte gelişti. Santur 1400'de, klavikord 1404'te ve org 1450'de sackbul,
yani trombon 1495'te kayıtlara geçmişti.
"Ortaçağ kişisi" bir soyutlamadır ve bu haliyle tarih dışıdır. Bireyler ta-
nım gereği tekildirler ve hiç kimse zamanın bütün toplumsal, entelektüel ve
sanatsal eğilimlerini yansıtamazlar. Ama birçok ortaçağ girişimini çevreleyen
bilinmezliği aşmak için de çaba gösterilmelidir. Bireysellik moda değildir. Jan
van Eyck gibi sanatçılar sık sık imzalarını, örneğin J V E F E C I T diye atarlar ve
çoğu ünlü sanatçının adı bilinmez. Dolayısıyla modern çalışmalar sıradan in-
sanların yaşamlarını ayrıntısıyla yeniden kurguladıklarında büyük değeri ka-
zanacaklardır [ M E R C A N T E ] .
Fakat hiç kimse ünlü Katalan doktor, filozof, dilbilimci, şair, şaşılası sey-
yah ve şehit Ramon Llull (y. 1 2 3 5 - 1 3 1 5 ) kadar Hıristiyanlık misyonuna duy-
duğu inanç ve yine bütün zengin akımlara açık olma niteliğiyle daha ortaçağlı
değildir. Mayorka Palnıa'da Aragon işgalinden hemen sonra doğan Llull, La-
tince kadar Arapça da bilirdi ve Magrlpli ve Yahudi filozofların eserleriyle ye-
tişmişti. Yıllarca Randa tepesindeki Miramar'daki Fransisken manastırında ça-
lıştı. Papa ve prensleri doğu dillerinin öğretimini benimsemeleri için sonu gel-
meyen ikna gezilerine çıktı. Çeşitli zamanlarda Montpellier, Paris, Padova,
Cenova, Napoli ve Messina'da ders verdi ve Gürcistan, Habeşistan'a kadar uza-
nan yolculuklara çıktı. 1311 Viyana Ruhani Meclisinde sevgili önerisinin is-
men kabul edildiğini gördü. Trajik biçimde taşlanarak öldüğü Müslüman Ku-
zey Afrika'ya defalarca misyoner olarak gitli. Libro def Genlil ( 1 2 7 2 )
(Putatapar ve Üç Bilgenin Kitabı) önce Arapça yayımlandı. Bu kitabında üç
din arasındaki sonuçsuz çelişkileri anlatır. Ars Majör ve Ars generaîis kitapla-
rında kurgusal felsefe yapar ve Giordano Bruno ile Leibniz gibi çok farklı dü-
şünürleri etkilemiş, ama genel olarak görmezlikten gelinmiştir. Llull evrensel
bilgi hayaline sahiptir:
IEvrensel bilgil hesap yapan bir makine gibi geometrik simgelerin yarı çaplarıyia
b ö l ü n m ü ş iç içe dairelerden oluşan bir mekanizmayla bütün bilginin temel ilkele-
ri veya "temel sözcükleri" birleştiren bir biçim aldı. Sanki her sorun, her bilim,
hana inancın kendini bile açıklayıp ortaya çıkartmaya hazır sibernetik bir makine
gibi... 3 4
Llull'un B\anquerna ( 1 2 8 3 ) adlı kitabı, bazen dünyanın ilk romanı veya ilk
ütopik risalesi olarak anılır. El Desconort veya Lo Cant de Ramon adını verdiği
şiirleri basit ve içlendir. Llull'a "büyük bir Avrupalı" denilmiştir.
MERCANTE
GKNÇ Mcsser Krancesco Daimi 1348 veya 1349'da Floransa yakınında Prato ken-
tinde küçük bir toprak parçasını miras aldı. Anne ve babası Kara Oliim'de ölmüştü.
Araziyi sallı ve parasını papalık kenii Avignon'da iş kurmaya yatırdı. Buradan İtal-
ya'ya ipek. baharat, silah ve zırh ithal ederek zengin oldu. Zamanla işini Floransa'ya
taşıdı. Piza. Cenova. Bareelona. Valcncia, Vlayorka ve İbiza'da şube açtı. Özellikli?
yün ticaretinde güçlüydü; İngiltere. İspanya vc Balearlardan doğrudan yapağı satın
alıyordu. Floransa'd a tezgahına oturup Prato'da muhteşem p a t e o ' n u n inşaatına
ve Apeniıı yamaçlarındaki kır malikânesinin idaresine gözeimcıılik yapıyordu. Halen
duran p a / a m » mermer panelli cephesiyle kemerli avlunun içine inşa edilmişti. Bura-
sı karısı Monıına Marglıarita tarafından idare ediliyor, gayrimeşru kızı ve köleler da-
hil geniş bir ev halkı ona yardım ediyorlardı. Sürekli gelip giden haberci ve katır ker-
vanlarıyla daima canlıydı. Mcsser Krancesco 16 Ağustos 1410'da safra taşından
varis bırakmadan öldüğünde, malikânesini, kâğıtlarını ve yetmiş bin allın florinden
oluşan devasa kazancım Prato'nun yoksul halkına bıraktı. Kapıda şu yazıl vardı:
f r a n c c s c o ' n u n vasiyeti ayrıca kölelerin azal edilmesi. tıüLiın alacakların iplali ve te-
fecilikten elde edilen kârların iadesini de içeriyordu. 1
Datini A r ş i v i yüz elli bin m e k t u p , beş yüz hesap dellcrı. dört yüz sigorta poliçe-
si ve iıç yüz ortaklık senedi içerir. Messer Prancesco'nun a y r ı n t ı l a r a verdiği olağa-
nüstü önemle, uluslararası b i r şirketi nasıl yönettiğini o r t a y a koyar. Aynı z a m a n d a
tarihçiler için o r t a ç a ğ şirketi ve ev y a ş a m ı konusunda eşsiz bir resim s u n a r . - Tipik
bir faturada şunlar yazılıdır:
Tanrının adıyla. 12 .Şuöat 13!®. Bartolome! (larzoni'deıı burada Horm haşıııy iri s 4 d
alınan 400 florin için Ciovarıni Vsapıırdo'ya ilk alışveriş olarak olağan sure için 3 30(> li-
ra 13 s A d Barceloııesı vadeli ıiç üdnıııe. Ödeyin ve oradaki hesabımızdan alın Tanrı -sizi
korusun. Kraıırencu ve Anılrca. Barceltıııa'daıı selamlar. Kabul Ki Mtırı 1399. kırınızı
Kiıap I U 9 7 ' y e kaydedildi.-1
Dun gere rüyamda paramparça ulaıı bir gemi gördüm... ve bana çok ;ıeı \erdı Çünkü iki
ay önce Venedik'ten Katalımya'ya guten kalyondan hâlâ haber yok. Ocmivi üç yüz flori-
ne sigorta eltim... çok canım sıkılıyor... Daha çok aradıkça daha az buluyorum. \e olaca-
ğını Tanrı lıilir.''
Braudel'o göre Mereantea taglio veya Fernhandlcr. "uzun mesafe tüccarlarının zen-
gin ve güçlü d ü n y a s ı " , küçük ölçekli yerel piyasa ekonomilerinden küçük işlemler ve
yoğun rekabet d i y a r ı n d a n ayrı tutulmalıdır. Birinciler gerçek kapitalist öncülerdir.
Onların üstün zihinsel güçleri ve b ü y ü k m i k t a r d a nakit p a r a y ı yönelmeleri sayesin-
de pazar rekabetinin k u r a l l a r ı n d a n k u r t u l a b i l i r l e r . Büyük kâr vaat eden tek işlem ve-
ya yoğun işlerle bu küçük büyük tüccarlar g r u b u fahiş k â r l a r elde etmişlerdir:
On beşinci yüzyıl genel olarak ortaçağla modern çağ arasında geçiş dönemi
olarak değerlendirilir. Bazı alanlardaki değişim hızının artması ortaçağ gelene-
ğinden belirgin bir kopuş oluşturur. Eğitim, sanat ve bir dereceye kadar ulusal
monarşinin doğuşu siyasal bakımdan bunu doğrular (Bkz. Vll. Bölüm). Çoğu
alanda eski düzen devam eder. Bazı değişiklikler elbette ısrarlıdır. Eger bazı
oriaçag sonu kentlerinde, özellikle italya ve Alçak Ülkelerde yaşam erkenden
gelişip serpildiyse de kırsal kesimde geniş oranda gelişmelerden etkilenmeden
kalmıştır. Eski ve yeni yan yana yaşamıştır [MATBAA]. Batıdaki Latin Hıristi-
yanlığıyla doğuda Ortodoks Hıristiyanlığı arasındaki fark sürekli artmıştır.
On beşinci yüzyıl Hıristiyanlıkla Müslümanlığın stratejik karşılaşmasında
önemli bir dönüşüme tanık olmuştur. 1400'de Avrupa Yarımadası hâlâ yüz yıl-
dır süren Müslüman kıskacı içindeydi. Kıskacın bir kolu halen tehlikeli biçim-
de Granada'daydı. Öteki kol daha da ısrarla Konstantinopolis'i tehdit ediyor-
du. Ama 1500'de kıskaç kaydı ve karşılaşmanın ana ekseni dramatik biçimde
yer değiştirdi. Sonunda Batı'da yenilen Müslümanlar, Doğuda zafere ulaştılar.
Magripliler sendelerken Osmanlı Türkleri kazandılar. Batı Avrupa Müslüman
muhasarasından kurtulduğu sırada Doğu Avrupa yoğun biçimde Müslüman
tehditiyle karşılaştı. 1400'de Müslüman dünyanın ana ağırlığı bütün gelenek-
sel güney cephesinde hissediliyordu. 1500'de Peygamberin yeşil bayrağı halen
Afrika sahilinde dalgalanmakla birlikle özellikle Doğuda canlıydı. Latin Batı-
nın Hıristiyanlar! sevinirken Ortodoks Doğunun Hıristiyanları seviııemiyorlar-
dı [MATR1MONIO].
MATBAA
Vıiceler'ın Yücesi, bebekleri dile getirenin güciiyte... bu soylu kitap kamış, stilo, falcın
yardımı olmadan, ama baskı ve vuruşun mulueşem uyumunun yardımıyla oran ve ölçü
içinde Kfeııdı'nin Yaradılışının 1400. Yılında şanlı Alman ulusunun seçkin kenti Ylaınz'dc
basılıp tamamlardı. 1
I
I VLAD
i
| DRAKLLA veya Kazıkçı Ylad (Türk tarihinde Kazıklı Voyvada olarak bilinir y.ıı.) ola-
: rak da bilinen Kflak prensi III. Ylad (1431-1476) tarihe, acımasızlık efsanesi olarak
geçti. Son zamanlarda sapıklıklarına eklenen cinsel vurgular kötü ününe ün katlı.
Ama o. Romanya'daki doğum yen Sighişoara ve Poenarı ve Bran'daki şatoları halen
i ziyaret edilebilen tarihi bir kişiliktir. I'lflak prensliği aşağı Tıına'nın solunda kalır ve
onu bağımlısı kabul eden Büyük Vlacar Krallığı ile büyüyen, haraç ödediği Osmanlı
İmparatorluğu arasında sıkışmıştır. 1 -143-1444 Varna 1 laçlı Seferi sırasında, o yem
yetmeyken. Osmanlı padişahı II. Ylural'a rehine olarak gönderilmişti ve maruz kaldı-
ğı belalar onun sonraki obsesyonlarınııı psikolojik kökeni olarak değerlendirilebilir.
Türklerin ceza olarak pala. yani "sivri sopa" kullanmaları iyi bilinir. Ama III.
Vlad'ın elinde bu korkunç bir terör aracına dönüşmüştü. İyice inceltilmiş ucuyla ince
ve- yağlı kazık kurbanın rektumundan sokulup ağzından öyle çıkartılırdı ki. ölüm
günlerce gecikebilirdi. III. Vlad I456'da. Türklerin İstanbul'u fethetmelerinden sade-
ce üç yıl sonra iktidara geldi ve kendini kâfirlere karşı direnen Hıristiyan prenslerin
savunucusu olarak gördü. Tuna'ya yaptığı bir sefer, söylendiğine göre ona. merha-
metle kalası kesilen ve yakılanlar dışında, kazıklanacak y i r m i üç bin sekiz yüz sek-
sen üç tutsak kazandırmıştı. Yurdunda iktidarı hTlak soylularının kitle halinde öldü-
rülmesiyle başlamıştı, herhalde yirmi bin erkek, kadın ve çocuk şatonun penccresı
önündeki ormanda kazığa geçirilmişti.'
Drakula'nın Macar kralı Ylaiyas Corvin tarafından yakalanıp hapsedilmesi
1403'te Viyana'da Almanca bir eserin yazılmasına yol açmıştı: Gcsehiclue Dracolc
Waydc ve ortaya çıkan edebiyatın kaynağı bu kitap oldu. 1488'de çıkan Rusçasını
herhalde Korkunç tvan biliyordu ve anlaşılan ondan yararlandı. Bu kitabın sayfaları
bize Doğuda ve Batıda dinsel fanatizmle patolojik zalimlik arasındaki tuhaf bağlantı-
yı gösterir. İspanya Kngizisyonu yıllıkları veya İngiltere'de John l'ö,\e'ıın "R(K>k of
Marıyrs" (1563) kitabında anlatılan Marian sorgulamaları, Kflak vaınpir-prensinm
yarattığı dehşetle aynı türden hastalığa aittirler 2 |LUD1| (TORMENTA],
Gündoğumundan hemen önce Guistinani göğüs zırhına aldığı bir gülle parça-
sının darbesiyle kanlar içinde çekildi. Hasan adlı dev gibi bir yeniçeri burçlara
çıktıktan sonra vurulmuş, ama bunun olabileceğini göstermişti. Küçük gezinti
iskelesi Kerkoporta, kaçan Yunanlılar tarafından açık bırakılmıştı ve Türkler
içeri doldular. İmparator beyaz Arap kısrağından indi, arbedeye karıştı ve kay-
boldu.
Konstantinopolis yağmalandı. Büyük kıyım ve tecavüz oldu. Ayasofya ca-
miye çevrildi:
Müezzin en yüce kuleye çıktı ve ezan okudu... İmam vaaz etti ve 11. Mehmet, az
zaman önce son sezarın önünde Hıristiyan ayini yapılan yerde şükür namazı kıl-
dı. Padişah Ayasofya'dan büyük Constatıtinus'un yüzlerce halefinin soylu, fakat
lerk edilmiş malikânesine doğru ilerledi... insanın büyüklüğünde yaşanan deği-
şimler zihnine melankolik düşünceler doldurdu ve Fars şiirinden seçkin bir beyit
okudu: " Ö r ü m c e k şahın sarayına ağını örmüş ve Afrasiyab'ın kulelerinde nöbetçi
parolasını baykuş o k u m u ş " 3 7
GONCALVEZ
1441 'DE AN'I'AM GONCALVEZ küçük gemisiyle Lizbon'dan ayrıldı. Kaş'ın Atlantik
sahili boyunca güneye yönelerek Kanarya Adalarını geçti ve Rojadnr Burnu'nu do-
landı. Afrika'nın bu bölgesinde rüzgârlar kuzeyden estiğinden, daha yedi yıl önce
benzer bir Portekiz gemisi korkutucu Burnu geçmeyi ve sağ salim Avrupa'ya dönme-
yi başarmıştı.
Gonealvez balina yağı ve deniz arslanı derisi toplamaya başladı. Ama Kin de
Oro kıyısına yanaştığında, birkaç yerliyi efendisi Prens Knricıue'ye armağan götür-
me fikrine kapıldı. Ertesi akşam on gemiciden oluşan bir grup içlere doğru yöneldi.
Şalakta elleri boş kumları aşıp gelirken, bir devenin arkasında yürüyen ve iki mızrak
laşıyan çıplak bir Berberi gördüler. Adam kendisini canla başla savundu, ama kala-
ı— — ~—
ı
! balıklılar ve çok geçmeden ona ıalsak aldılar. Herhalde yerli bir köle olan ve oraya
gelen talihsiz bir zenci kızla birlikle ikisini bağladılar ve gemiye aldılar. Bu ikisi Avru-
palıların Sahra'nııı güneyindeki köle avcılığının kaydedilen ilk kurbanlarıydı.'
Goncalvez çok geçmeden Nutıo Trıslao yönelim indeki bir başka gemiyle birleş-
ti. Tayfaları bir gece bir yerli kampına saldırdılar. Vahşi "Portekiz" ve "Santiago"
çıglıklarıyla uyuyan köylülere hücum ettiler ve fıçünü öldiiriıp on tutsak aldılar. Liz-
bon'a toplam on iki tutsakla dündüler. Yaptıkları kronıkçi Azıırara tarafından kayde-
dildi ve Prens Knrique K o m a y a elçi göndererek papadan yeni İlaçlı Seferini kutsa-
masını istedi. Papa. "söz konusu kutsal savaşa katılan herkes için... günahların
tamamının affedileceği" çağlısında b u l u n d u k
Köle avcılığı ve ticareti Afrika hayalının unutulmaz özelliğiydi. Avrupalılar, es-
kiden Yltisliiman tüecarlarca yürütülen köle ticaretinin denetimini ele geçirdiler Kö-
le ticareti Avrupalıların Amerikalılarla ilk temasa geçmesinden elli yıl kadar önce j
başladı ve Avrupa işadamlarını yeni fırsatları değerlendirecek bir konuma getirdi. !
'1301'de İspanya Hıristiyan kızların Atlantik ötesindeki garnizon genelevlere götürül-
mesini sınırlayan bir ferman çıkardı, lö l ö ' i e İspanya Afrika'dan Amerika'ya ilk zen-
ci köle partisini gönderdi ve Amerika'dan kölelerce yetiştirilmiş ilk şeker yükünü al-
dı.
Goncalvez'den yüzyıldan fazla bir şiire sonra Atlantik köle ticaretinde yeni bir
aşama başladı. İngiliz kaptanlar İspanya ve Portekiz tekelini kırdılar Kkıııı I.~>(î2'de i
John Hawkins. Plympouth'tan Salomon, Swallow ve Jonas adlı üç gemiyle Gine sahi-
! İme doğru yola çıktı. Korsan veya amiral olarak tanımlanan kaplan. Btiyiik Gü-
zergâh adı verilen ağı kurarak İngiliz mallarını Afrika sahiline, Afrikalı köleleri Hint
adalarına ve Amerikan mallarını İngiltere'ye satarak iiç kal kâr elde etti. Bu ilk yol-
culuğunda bir Portekiz köle gemisinin yükünü denizde devralarak kısa yoldan kâr
sağladı l i W i e k i ikinci yolculuğunda İngiliz kraliçesinin kendisinden mali destek
gördü ve şövalye ilan edilerek 'zincire vurulmuş yarım bir Müslüman" arması olan
bir madalya aldı. Dçiıncü yolculukla 1307'dc. tayfalarını Sierra Leone ve Castros
krallarına paralı asker olarak kiralayarak dört yüz yclmiş köle kazandı-' [USKOK|.
Böylelikle Avrupa ticareti Afrikalı destekçiienylc uzun süreli ve kârlı bir ortak-
lık kurdu. Bir tarihçi kötülüğün kökü "bir yanda köle talebinde, öteki tarafta Afrikalı
[ önderlerin Avrupa tüketim malları ve özellikle ateşli silahlarını elde etmekteki tehlı-
i keli çıkarlarından kaynaklanıyor" diye yazmaktadır.' 1 On dokuzuncu yüzyılda ticare-
te son verilmesinden önce on beş milyon Afrikalı Ban yarımkürede köle yapılmak
ıızere yakalandı. Bunlardan herhalde '>n bir veya on iki milyonu karşı kıyıya canlı i
vardı. 5 |
Bu sırada Kastilya ile Aragon'un birleşmesi kişisel olay olarak kaldı. İki krallık
kendi ayrı hukuk ve yönetimlerini korudular, lsabella'nm Kastilya soylularına
saldırmak, Ferdinando'nun Aragon Cortes'iyle birlikte çalışmaktan başka yolu
yoktu. Ferdinando görüşme odasında bir pencerenin kapatılmasını islerken
bile "eğer/ueros izin verirse" demek zorundaydı. Ortak amaç duygusuna orlak
para kullanımının başlaması ve licari engellerin kaldırılması ve kısmen ultra-
Kaıolik ideolojinin güçlendirilmesiyle varıldı. 1476'da Isabella karanlık, ama
eıkin yasa güçlendirme örgütünü kurdu ve ilk hedef olarak kendine Kasıil-
ya'nın soylu eşkıyaları Sama Hermandad, yani Kutsal Kardeşlik üyelerini seçti.
1483 te Kastilya ve Aragon Birleşik İspanya'nın ilk kurumu olan Kutsal Engi-
zisyona ev sahipliği yapmak zorunda kaldı. Engizisyon başkanı kraliçenin gü-
nahlarını çıkartan Dominiken Thomas Torquemada'ydı ( 1 4 2 0 - 1 4 9 8 ) . Bundan
sonra hıyanet ve sapkınlık gerçekten ayırt edilemez oldu. Uyum sağlamayan-
lar, Yahudiler ve muhalifler ciddi takibata uğradılar. Kırnata emirliğinin varlı-
ğı bu ortamda artık daha fazla tahammül edilemez olmuştu [DEVİATIO].
Granada'nın (Kırnata) sonunda fethi 1481'de başladı ve on yıl sürdü.
Granada, Konstantiııopolis'in doğu kentleri arasında olduğu gibi, zenginlik ve
nüfus olarak ispanya eyaletlerinden üstündü. Surlarla çevrili yetmiş kent. çok
verimli bir kır tarafından besleniyordu ve sonuna kadar direnmeyi umabilirdi.
Ama Magripli önderlerin sezgisizliği birleşik İspanya güçlerinin önünü açtı.
Granada muhasara edildiğinde, muhasaracılar barınabilmek için Sanla Fe yani
Kuısal İnanç adı verilen ahşap bir kent kurdular. 2 Ocak 1492'de kent teslim
oldu. Aşırı Hıristiyanların gözünde Konstaniinopolis'in öcü alınmıştı.
DEVIATIO
DEVLET
lvan 1477-1478'de beş eyaleti Moskof topraklarından çok daha büyük olan
Novgorod üstüne yürüdü. Novgorod dünyevi Litvanya egemenliğiyle dinsel
Kiev metropolılliğinin otoritesini yeni kabul etmişti, lvan bunu kişisel bir ha-
karet olarak gördü, ordusu kısa süre içinde savunması zayıf kenti teslime ve it-
tifaklarını değiştirmeye zorladı. İkinci ziyaret kışkırtmaları bastırmak içindi ve
geniş katliamlar ve sürgünlerle sonuçlandı. Pskov ve Vyatka da aynı muamele-
yi gördü. 1480 yazında Altın Ordu hanı Ahmed, Moskova'ya haraç almak için
üçüncü seferini düzenledi. Polonya-Litvanya'nın yardımına güvenmişti, ama
bu gerçekleşmedi, lvan direnip Ahmed eli boş dönünce, Moskova'nın Altın
Ordu'ya bağımlılığı sonunda bitmiş oldu, Moskova özgürdü. Bu sırada lvan
kendinden "Çar" ve Samoyederhcts yani sezar ve otokrat olarak söz etmeye
başlamıştı Yüz yıl önceki Charlenıagne gibi yarı barbar bir prens kendi imge-
sini yalnız modern bir devletin kurucusu olarak değil Romalıların eski, ölmüş
ve pek peşinden ağlanmayan imparatorluğunun dirilticisi olarak da oluşturu-
yordu.
Krallar Günü veya Epipfmnie Yortusu 6 Ocak 1493, Kremlin, Moskova. Kutsal
günün kutlamaları Büyük Dükün özel şapeli Blagoveshchensky Sobor, Müjde
Kaiedrali'nde, görkem içinde yapıldı. Noelin 12. Günü, Doğum ayininin son
aşaması ve İsa'nın kendisini üç krala gösterdiği zamanın temsiliydi. Çınlayan
sesler Bizans dualarını Eski Kilise Slavcası ile söyledi ve bunlar katedral kub-
belerinde ve freskli duvarlarında yankılandı. İç bölümü ayıran duvar kiliseden
çok daha eskiydi. Moskova'nın en büyük ressamlarının, Yunanlı Theophanes,
Andrey Rulbev, Gorodetsli Prokhor'un yaptığı ikonalarla kaplıydı, Kara cüb-
beli ve sakallı papazlar, hazırlık niteliğindeki kuşanma, buhur yakma ve arma-
ğanların örtülmesi gibi törenleri yerine getirerek mihraptaki özel bölmelerini
dolandılar.
Aziz loannes Khrysostomos ibadetinin yerini alan Büyük Sı Basil ibadet
tarzıyla yortu ayini yapıldı."11 Slav değişkesi temelde Balkan Ortodoks uygula-
malarıyla aynıydı. Bildik olmakla birlikte, sahnenin önünde sabırla bekleyen
Rus cemaat için, İtalyanların veya İspanyolların Latinceyi anladıklarından da-
ha anlaşılır değildi. Synaxi$, yani Cemaaı, kuLİayıcılar yüksek koridora girince
başladı ve bir diyakoz Huzur Duasını okudu: "Yukarıdan gelen huzur için,
Harita i 5.
Moskof Devletinin Genişlemesi
ruhlarımızın selâmeti için, Rabba dua edelim. Bütün dünyanın huzuru için..."
ilahiler, yortu şarkıları, mezmurlar, güzellemeler, Havarilerden ve İndilerden
dersler, yakarışlar, başka dualar ve Kutsal Teslis adına Melek ilahileri bunu iz-
ledi. Olağan Giriş peşinden okunan İncil Matta ll'nin ilk satırlarından seçil-
mişti:
Papaz, kitabı alırken eğilip ve kutsal kapıdan geçip uca doğru ilerledi, ba-
tıya dönüp dedi:
Çok uzaklarda, Moskova halkının bilmediği bir yerde, Okyanus Amirali aytıı
sıralarda İspanya'ya dönüş yolculuğunun son aşaması için kış ortası fırtınaları-
na karşı savaşıyordu. Bir hafta içinde Palos'a ulaşacaktı.
O yıl Moskova'da Noel kutlaması çok özel duygularla renklendi. Bilgili
keşişler, bir süreden beri kimsenin yılnı sona erdiğini göremeyeceğini söylü-
yorlardı. Ortodoks hesaplamalara göre Ağustos 1492, Kolomb'un yolculuğa
çıktığı ay, Yaradılış'tan beri geçen yedinci bin yılın sonuydu ve çoklarınca
Dünyanın Sonu olması bekleniyordu. Gerçekten de sonraki yıllar için kilise
takvimi hesaplarını yapmak için kimse bir adım atmamıştı. Ortodokslar Latin
Kilisesinde geçerli o l a n j ü l y e n takvimini kullanmakla birlikte, Yaratılış yılları
anni nıundi'yi hesaplamak için farklı sistemleri vardı. Gene, Bizanslılar gibi, di-
ni yılı 1 Eylül'den başlatmak gelenekleriydi. Dolayısıyla Yaratılışın yedi günü
inancı yedi bin yılın metaforu olarak kabul edilip Yaratılış MÖ 5509'da başlatı-
lınca, MS 1492 7 0 0 0 AM IDünyanın yaratıldığı yıl] oluyordu ve en olası Yargı
Günü bu yıldı. 31 Ağustos kritik tarihli. Bu olmadığına göre gök kubbenin çö-
keceği gün 31 Aralık'a, dindışı yılın son günü ve Hz İsa'nın doğuş zamanının
ortasına ertelenmiş demekti. Epifania olaysız gelince, Moskova rahat bir nefes
aldı."
Moskova gerçekten de yeni kariyerinin eşiğinde duruyordu. Büyük Dük
111. Ivan Yargı Gününü hesaplarına katmıyordu. Kremlin, yani "Müstahkem
Kent"i başkent olarak biçimlendirecek görkemli planları tamamlamak üzerey-
di. Simgesel ve ideolojik araçlarla, Moskova'nın artan siyasal gücüyle çakışa-
cak olan güçlü Rus mitosunu devreye sokmaya hazırlanıyordu.
Rusların birçok kentinde kremlin vardı. Ama Moskova kremlini İÜ. tvan
tarafından yeniden tanımlandığı şekliyle her yerde mevcut olanı aştı. Ocak
1493'te kırmızı tuğlalı geniş duvarlar ve uzun kuleler tamamlanalı birkaç ay
olmuştu. Bütün Londra kentini içine alacak büyüklükte 2.5 km çevresi olan
düzensiz bir üçgen oluşturan alanı kaplamaktaydı. Merkezinde dön katedral
ve büyük dükün ikamelgâhıyla çevrili havadar bir meydan vardı. Müjde kated-
rali eski haliyleydi, daha üç yıl ötıce son rötuşlar yapılmıştı. Komşusu Us-
pensfcy Soboı, Doımitioıı Katedrali, metropolitin makamı artık on üç yaşınday-
dı. Bolognalı mimar Aristotle Firavanti tarafından yapılmıştı ve antik Vladimır
stili modern kullanımlar için uyarlanmıştı. Burası Moskova kilise mimarisi
için standart haline geldi. İçinde galeriler olmayan kocaman bir açık alan vardı
ve uygun kubbe ve tonozlarla örtülmüştü. Freskleri halen taklil edilemeyen
parlak renklerle ve Yunanlı Dionysos'un uzun figürlerivle boyanıyordu. Öteki
yandaki Rflcpolo^henic Kilisesi yedi yaşındaydı. Arlıangclslîv Sol>oi", Rönesans
cephesiyle, halen çizim aşamasındaydı. Cranovitaya Palala Ivan'ın konutuydu
ve Marco Rulto ile Pietro Solano tarafından yapılmış, adını cephesindeki elmas
kesimi taşlardan almıştı, lvan, birkaç yıl en sevdiği bakanla aynı konutu pay-
laştıktan sonra konutuna taşındı. Bu konut, Ivan'ın atalarına yüzyıllarca hiz-
met eden eski ahşap konağın yerini aldı. Hıristiyan dünyasında Roma ve Kons-
tantinopolis'in dışında pek az başkent onun görkemiyle boy ölçüşebilirdi.
Granovitaya Sarayında Ivan'ın hane halkı iki güçlü kadının rekabetiyle
bölünmüş durumdaydı. Bunlar ikinci karısı Zoe Palaeologos ile gelini Elena
Sıepanovna'ydı. Zoe, son Bizans imparatorunun yeğeni, lvan'la ilk karısı Tver-
li Maria'nın ölümünden sonra evlenmişti, ilk meşguliyeti başta on üç yaşında-
ki Vasili olmak üzere yedi çocuğunun mirasını korumaktı. Elena, Moldova
Gospodarı IV. Stephan'ın kızıydı ve Ivan'ın ilk mirasçısı ve veliahdı, yeni öl-
müş olan Genç Ivan'ın duluydu. Kaygısı dokuz yaşındaki oğlu Dimitri'nin çı-
karlarını korumaktı. 1493'te III. Ivan henüz veliaht olarak oğlu Vasili veya to-
runu Dimitri'yi seçme konusunda karar vermiş değildi; ikisini de beğeniyordu.
Kremlin'de görüntünün altındaki gerilim oldukça elektrikli olmalıydı. 44
III. lvan Rusya'da Tatar boyunduruğunu kıran çar olarak anımsanır. Ta-
lar finans, askerlik ve siyaset yöntemlerinin bileşeni olarak değerlendirilmesi
daha doğru olabilir. Bu yöntemleri han ve prenslerin değişen ittifaklarını Tatar
boyunduruğu yerine Moskova boyunduruğunu getirmek için kullanmıştır.
1480'den sonra egemenliğini kesin biçimde reddettiği Altın Ordu ile mücade-
lesinde en yakın müttefiki Kınm Hanlığıdır. Ona, Tatarların hiçbir zaman kal-
kışmadığı biçimde Hıristiyan prensliklerin özgürlüklerine saldırmakta yardım-
cı olmuştur. Daha sonra tekel elde eden Moskova açısından, Büyük lvan Rus
egemenliğini yeniden kurmuştur. Novgorod veya Pskov okulundan olanlar
açısından o Hıristiyan karşıtıydı, Rusya'nın en iyi geleneklerinin yıkıcısıydı.
Vasiyetini yazarken kendisini, babası gibi, "Tanrı'nın en parlak kölesi" olarak
tanımlamıştı. 45
III. Ivan yirmi yıl önce "çar" yani sezar/kayzer adını almıştı. Pskov cum-
huriyetiyle yaptığı bir anlaşmada, muhtemelen öteki yerel prenslere karşı üs-
tünlüğünü ifade etmek için bu unvanı kullanmıştı. Ve 1480'lerde çeşitli fırsat-
larda bu davranışını tekrarladı. Ama "çar" Büyük Dük'ıen yukarıda olmakla
birlikte Bizans'ın basileos unvanıyla eşdeğer değildi. İmparatorun bütün öteki
süslemelerine sahip olmadıkça tam emperyal saygınlığı kazanmış sayılmazdı.
Sezar sonuçta yüce Augustus'un vekil veya naibine verilen lakaptı.
1489'da 111, Ivan bir başka unvan düşündü. Habsburglarla ilişkilerinde
ona papa tarafından taç giydirilebileceği söylendi. Bandaki konumu elbette
kral konumuyla yüceltirdi. Ama rex veya korol unvanı Moskova onurunu ze-
deleyen bağlantılar içeriyordu [KRAL). Bunu kabul etmek Yunanlıların Flo-
ransa'da işlediği iddia edilen Gerçek Inanç'a ihanet suçunu tekrarlamak olur-
du. Ivan reddetti. "Atalarım bir zamanlar Roma'yı papaya veren imparatorlarla
arkadaştı" dedi. 4 6 Ama Habsburg emperyal amblemini benimsedi. 1490'lardan
itibaren çift başlı kartal Viyana ve Konstantinopolis'te olduğu gibi Moskof dev-
letinde de görülmeye başladı [AQUILA1.
Dünyanın sonu hakkındaki korkuların yanında, Moskova Kilisesi büyük
belirsizlikler yaşıyordu. Konstantinopolis patriğiyle yolu ayrılmıştı (Bkz. s. 487-
4 8 8 ) , ama tam bağımsız olamamıştı. Litvanya'da ikamet eden Kiev metropoli-
tinin tersine, Moskova metropoliti piskoposlar tarafından seçiliyordu ve başka
üst mevki tanımayan bir kilise örgütü tarafından yönetiliyordu. Kırk yıl bo-
yunca bu durumu bir imparatorun yokluguyla bağdaştırmak, Bizans geleneği-
ne göre Kilise ile Devlet ayrılamadıgından olanaksızdı. Doğru inanç olmadan
imparator olamayacağı gibi, imparator olmadan Doğru İnanç da olamazdı Ba-
zıları umudunu Konstantinopolis'in bir Ortodoks Hıristiyan imparator tarafın-
dan yeniden fethine, anıldığı adla Büyük Idea'ya bağladı. Ötekiler Latinlerin
Alman imparatoruyla bir düzenleme yapılabileceğini umdular. Kalan tek seçe-
nek Sırpların ve Bulgarların geçmişte yaptıklarını yapmak, kendi imparatorla-
rını bulmaktı.
Ama somut sorun sekizinci bin yıl için paskalya hesaplarını yaparak yeni
paskalya düzenini oluşturmaktı. Metropolit Zosimus'un 1492 baharında aklın-
daki sorun buydu. Giriş'te "Rabbimizn Gelişini bekliyoruz" diye yazmıştı,
"ama bunun saati bilinemez". Sonra kısa bir tarih özeti ekledi. Constantinus
Yeni Roma'yı kurmuş, St Vladimir Rus'u vaftiz etmişti. Şimdi 111. lvan "yeni
Konstantinopolis-Moskova'nın yeni imparator Constantinus'u" olacaktı. 4 7
Moskova'nın artık bürüneceği yeni örtünün soyagacına ilk dolaylı al t f buydu.
Yine 1492'de ve yine ilk kez, "yeni Konstantinopolis-Moskova" daha bil-
dik unvanla Üçüncü Roma olarak adlandırıldı. Bu yıl Novgorod piskoposu
Gennadius'ün Roma Efsanesi Beyaz Klobuck'un çevirisini ele geçirdiği ve gi-
rişte efsanenin elyazması nüshasının Roma'da nasıl bulunduğunun anlatıldığı
iddia edilir. Bilim adamları bu metnin yaşı konusunda anlaşamıyor, bazı bö-
lümlerinin daha sonraki tarihlerde eklendiğini iddia ediyorlar. Ama Giriş in
Moskova'dan Üçüncü Roma olarak söz etmesi bununla ilgisiz değildir. Giriş'in
yazarı bazen Ezra'nın Kıyamet i üstüne çalışan bildik bir çevirmen olarak ka-
bul edilir. Bu eser, piskopos Gennadius'un Moskova Kilisesine Latince Vulga-
(ö'ııın eşdeğeri bir Kitabı Mukaddes çevirisi bağışlama isteğinin bir parçasıy-
dı. 4 8
Bir kez Rus prenslikler hizaya getirilince Moskova'nın emperyal hırsı el-
bette batt komşusu Litvanya Büyük Dükalığma yönelecekti. Litvanya Moğol
işgaline uğramamış ve bundan yararlanmış, kuzey kesimi üs olarak kullana-
rak, Moskova'nın yaptığı gibi, eski Rus topraklarını ilhak etmişti. On beşinci
yüzyıl sonunda Litvanya, Moskova gibi, Baltık denizinden Karadeniz sınırları-
na kadar uzanan ve öncelikle Dinyeper havzasından oluşan kocaman bir ülke-
yi yönetiyordu.
Litvanya, Moskova'nın tersine Batı etkisine açıktı. Büyük Dükaltk yüzyıl-
dan fazla süreyle Polonya ile kişisel birleşmenin yararını görmüştü (Bkz. s. 4 5 5 -
4 5 6 ) . 1490'lara gelindiğinde Vilnius'taki Litvanya sarayı ve Katolik yönetici
elit, dil ve siyasal kültür bakımından büyük oranda Polonyalılaşmıştı. Litvan-
ya karadan yalnız Polonya'yı ve Litvanya'yı değil, Bohemya'ya ve Macaristan'a
da sahipti. Moskova'nın tersine Litvanya büyük dinsel çeşitlilik gösteriyordu.
Roma Katolik düzeni ne çok sayıda Ortodoks Hıristiyan ne de güçlü Yahudi
unsurun sürekli etkisine dizgin olabiliyordu, Moskova'nın tersine Litvanya
O n o d o k s Kilisesi ne Konstantinopolis ne de eski Bizans sadakatinden kop-
muştu. Kiev metropolitinin, Slav Ortodoksluğunu bölen ve ayrı Rus Ortodoks
Kilisesi oluşumu yönünde dirençle ilerleyen Moskova'nın siyasetine direnmesi
için ber türlü neden mevcuttu.
1493 Ocağında Moskova'nın Litvanya'yla ilişkisi yeni bir biçim almak
üzereydi. Altı ay Önce Polonya Kralı ve Litvanya Büyük Dükü Casimir Jagiel-
lonczyk ölmüştü ve ülkesi ikinci ve üçüncü oğulları arasında paylaşılmıştı. Po-
lonya krallığı J a n Olbracht'a, Litvanya bekâr Aleksander'e kaldt. (En büyük
oğlu zaten Bohemya ve Macaristan kralıydı.) III. Ivan fırsatı gördü. Bir yandan
Büyük Dük Aleksandr'la İvan'ın kızı Elena'yı siyaseten evlendirmek için gö-
rüşmeleri başlatmak üzere Vilnius'a elçi göndermeye hazırlanırken, aynı za-
manda iki devletin arasındaki modus vivendiyi bozmak üzere koşullan hazırlı-
yordu. Moskova tarihinde ilk kez elçilerini o zamana kadar bilinmeyen
gosudor vscya Rusi (bütün Rusların lordu) unvanını kullanma talimatını ver-
di. 4 9 Bir yanıyla dost, öteki yanıyla potansiyel düşmanlığı gözeten klasik çift
yönlü diplomasi yürütüyordu. Ivan bilerek Litvanya'yı bütün Doğu Slavlarının
geleceğini ilgilendiren soruna doğru çekiyordu.
Ivan amacına ulaşmak için duygusal bir gösteri hazırladı. Noelden bir sü-
re önce Kremlin'de çalışan iki Liıvanyalıyı tutuklattı. Onları kendisini zehirle-
meye çalışmakla suçladı. J a n Lukhomski Lle Polak Maciej'e karşı suçlamalar
pek yerinde görünmüyordu, ama suçlu veya masum olmaları önemli değildi.
Bütün dünyanın görmesi için donmuş Moskova gölünde açık bir kafese konul-
dular ve İvan'ın elçisi Litvanya'ya doğru yola çıkarken kafeste canlı canlı yakıl-
dılar, 5 0 Buz ateşin sıcaklığıyla erir ve kafes sulara gömülürken, kömürleşen in-
sanlardan büyük bir çıtırtıyla buhar çıkıyordu; Litvanya'nın siyasal geleceği
hakkında bir şeyler söylendiği tahmin edilebilirdi.
"Bütün Rusların Lordu" unvanı iarih veya o günkü gerçeklikle uyumlu
değildi, ingiltere krallarının Fransa'da hak iddia etmesiyle aynı kategoride bir
iddiaydı. 1490'larda, birleşik Kiev Rusyasının bütün izleri silindikten iki bu-
çuk yüzyıl sonra, böyle bir unvan, Fransa kralının Alman imparatorluğuyla
mücadelesinde kendisini bütün Frankların lordu ilan etmesine benziyordu. O
sırada Lıtvanya Rutenlerinin kendilerini Moskova Ruslarından farklı bir kim-
lik sahibi olarak görmeleriyle çelişiyordu. Gerçekten de Litvanyalılar için
lvan'ın espri yeteneği dışında buna değer vermeleri söz konusu olamazdı. Ama
beş yüz yıl sürecek toprak hırsının ideolojik köşe taşının ifade edildiğini bile-
mezlerdi.
Dolayısıyla 1493 te, Üçüncü Roma ideolojisinin bütün unsurları hazırlan-
mıştı. Ortodoks Kilisesinin kendisine imparator arayan bir dalı ve Bizans im-
paratoruyla akraba, kendisine çar unvanı almış ve bütün Rusların lordu olma
iddiasında bulunan bir prens vardı. Bu unsurları yoğun bir teokratik devlette
aranan mistik tarzda kuramla yoğuracak uygun bir ideolog dışında her şey ha-
zırdı. Bu adam da eksik değildi,
Pskovlu Philotheus (y. 1 4 5 0 - 1 5 2 5 ) , Pskov Eleazar manastırında yetişmiş
bir keşişti. Ezra ve Danyal'ın kehanetlerinden, Sırbistan ve ikinci Bulgaristan
İmparatorluğunun tarihsel geçmişine, düzmece-Methodius ve Manasses Kro-
niği'nden Beyaz Klobuck HFsanesi'ne kadar bilgi sahibiydi. Bu bilgiler ona öz-
gü değildi. Philotheus yalnızca bunları Moskova prensleri lehine kullanma is-
teğiyle özellik kazanıyordu. Pskov, Novgorod gibi Moskova korkusuyla
yaşıyordu. Keşişlerin çoğu şiddetle Moskova karşıtıydı. Kroniklerinde Kitabı
Mükaddes'teki Nabukadnezar Rüyası veya Danyal'ın Hayalindeki dört hayvan
bölümlerini yorumlarken, Nabukadnezar'ı Moskova'yla özdeşleştiren bir tu-
tum içindeydiler. Hangi nedenle olursa olsun Philotheus bu malzemeyi Mos-
kova lehine çevirmeye hazırdı. 1493'te, kırk yaşlarının başında, daha sonra he-
gumen veya başkan olacağı manastırda resmi bir otoritesi yoktu ve henüz onu
ünlü edecek Namelerinden hiçbirini yazmamıştı. Ama onun görüşlerini biçim-
lendirecek olan Kilise çalkantısı gelişiyordu. Bu zaman içinde bütün Hıristi-
yanların Çara tam teslim olmalarını ve Latin Kilisesi'ne tam olarak karşı çık-
malarını savunmaya başlayacaktı, lvan'ın halefine verdiği Name'sinde yeni çarı
adalete çağırıyordu, çünkü dünya artık tarihinin son dönemine giriyordu;
Ve şimdi size diyorum; dikkatli olun ve kulak verin inançlı çar; Hıristiyanlığın
bütün imparatorları sizde birleşti. İki Roma düştü ve Üçüncüsü ve Dördüncüsü
olmayacak. Sizin Hıristiyan İmparatorluğunuz, büyük ilahiyatçıya göre sona er-
meyecek. Ve Kiliseye göte Kutsal Davud'un sözü yerine gelecek: "O benim sonsuz
dinlenme yerim olacak..." ^
Daha sonra Munexin'e Name'sinde Philotheus "Astrologlar ve Latinlere Karşı"
gürlüyordu:
Ve şimdi, yalnızca Doğu nun Kutsal Katolik ve Apostolik Kilisesi evrendeki gü-
neşten daha parlak ışık saçıyor ve yalnızca Roma'nın yüce Ortodoks Çarı, tufan-
dan gemisiyle kurtulan Nuh gibi Kiliseyi y ö n e t i y o r . . . " ' 2
Burada, 111. İvan'ın ölümünden yirmi yıl sonra, açıkça onun siyasetinden esin-
lenmiş biçimde, hiçbir uzlaşma alanı bırakmayan Kilise ve Devlet ideolojisi
kesin bir dille formüle ediliyordu.
Sonraki Rus geleneği Moskova'nın basitçe Bizans kisvesinin mirasçısı ol-
duğunu kabul etti. Gerçekte Bizans formları kabul edilirken Bizans ej/ıosunun
özü kaybedilmişti. Moskova ideologları Doğu Roma Hıristiyanlığının evrensel
ve ekümenik ideallerine ilgi göstermediler. Bu konuların en tanınmış tarihçisi
Üçüncü Roma ideolojisini "cafcaflı bir ikame" olarak tanımlar. "Bizans'ın Hı-
ristiyan evrenselliği Moskova ulusçuluğunun dar çerçevesine göre dönüştürül-
müş ve saptırılmıştır." 5 3
Moskova ilahiyatı III. İvan'ın son yıllarında bu kısmıyla ilgili muhalefetle
karşılaştı ve en uzlaşmaz öğeler lehine çözüme kavuşturuldu. Karşı çıkışlar-
dan biri Zhidovstvuyuşçiye, yani Yahudileştiriciler diye bilinen mezhebin veya
eğilimin görüşleriydi. Öteki muhalefet, Hıristiyan manastırların toprak elde
ederek zenginleşmesine karşı çıkıyordu. Volokhamsk manastırı başrahibi J o -
seph hem "antiyahudileştirici" hem de "mülkiyetçiler"in örgütleyicisiydi.
Toprak mülkiyeti Moskova Kilisesinin iktidarının ayrılmaz parçasıydı.
Ama önderliğini "Volga Ötesindeki Yaşlılar"ın yaptığı, Ortodoks manastırının
eski, münzevi geleneğine bağlı kalan püriten keşişler grubu buna muhalefet
etliler. III. lvan manastır zenginliğini ruhban sınıfının egemenliğinden çıkar-
mak için bir şema hazırlamıştı, ama bundan vazgeçmesi için ikna edildi. Konu
onun ölümünden sonra patlak verdi; eski sevgili Patrikeev, şimdi keşiş olup
Ortodoks dinsel hukukunun el kitabı Nomocanon'un yeni yayınını hazırladı.
Patrikeev'in yardımcılarından biri olan Büyük Maxim Kilisesi'nin toprak mül-
kiyeti konusunda "mülksüz" yorum önerisi hazırlamıştı, ama canını kurtarıp
kaçmayı başarabildi ancak.
Yahudi leş tir idlerin muhalefeti daha tutkuluydu. 1470'lerde ortaya çık-
mışlardı ve Moskova karşıtı siyaset oluşturdukları söyleniyordu. Görüşleri id-
diaya göre Polonya ve Litvanva Yahtıdilerinden esinlenmişti ve üyelerinin Ya-
hudiliğin gizli hayranları olduğu söylenmekteydi. Faaliyetleri çarı kaygı-
landırmış görünmüyor. Böyle kuşkulu bir Novgorodluyu Uspensky katedrali-
ne başpapaz olarak atamıştı ve Elena Stepanovna'dan destek görmeleri söz ko-
nusu olabilirdi. 1490'da teslis karşıtlığı ve ikonakırıcılığı suçlamalarını görüş-
mek üzere bir konsil toplanmasına karşın, bu görüşlere rağbet en üst seviyede
de devam etti. Fakat ManastiT Başkanı Joseph mücadeleden vazgeçmedi.
1497'de Provestitel (Aydınlatıcı) adlı eserinde "Yahudileşıirici ve Sodomlaştırı-
cı" olmakla suçladığı kişi "pis kölü kurt" Metropolit Zosima'dan başkası değil-
di. 5 4 Joseph ve ortağı Piskopos Gerınadius İspanya Engizisyonunun hayranla-
rıydı ve heyecanları sonunda yüce auto-da-jĞ ile ödüllendirildi. Yurttaşlarını
Rus tarihinde sürekli ortaya çıkacak bir temaya, kötülük Batı'dan gelir görüşü-
ne inandırmayı başardılar. O zaman Batı öncelikle Novgorod ve Novgorod'un
ötesinde Polonya-Litvanya demekti.
111. İvan'ın diplomasisi aynı yöne çevriliyordu. 5 5 Bugünlerde diplomasi
aşırı yavaş ilerlerdi. Moskova elçileri altı ayla dört yıl arasında görevlerini ya-
pıp döndüler ve genellikle durumun kendilerine verilen talimatlara göre değiş-
miş olduğunu gördüler. Yine de 1490'larda Litvanya'nın çevrelenmesinin, Mos-
kova'nın öncelik verdiği bir iş olduğu açıktı. İvan'ın babası Litvanya'yla barışı
on yıllarca korumuştu, onun ölümüyle Ivan ve annesi, "Kardeşim Polonya Kra-
lı ve Litvanya Büyük Dükü Caisimir"e emanet edilmişlerdi. 5 6 Şimdi her şey de-
ğişiyordu.
1493'te 111. Ivan yirmi yıllık yoğun diplomasi faaliyetinin sonuna geliyor-
du. Ana iş Jogiellonları çevrelemek ve sınamaktı. Moldava Gospodarı IV. Step-
han'ın, oğlunun evliliğiyle mühürlenen anlaşması, Moldavya'nın Polonya kra-
lına bağlılık göstermesini engellemeye yetmemişti. Macaristan'la kurduğu
Jagiellon karşıtı pakt, Matthias Corvinus'un ani ölümüyle ve Wlasyslaw Jagiel-
lon'un Macar kralı seçilmesiyle yıkılmıştı. Bağımsız Mazovya dükleriyle bile
temas kurmuştu. III. Ivan, 1486'dan itibaren, o zamana kadar Moskova'nın
Litvanya fiefi olduğunu sanan Habsburglarla bile ilişkiye geçerek, sürekli elçi
değiş tokuşu yapıı. 1491'de bir Avusturya elçisi, J ö r g von T h u m , imparator-
luk, Toton Şövalyeleri, Moldava ve Tatarların katıldığı büyük bir Jagiellon kar-
şıtı koalisyon planladı. Ocak 1493'te İvan'ın elçisi Yuri Trakhaniot, Maximili-
an') Colmar'a kadar takip ederek görüştü ve sonunda imparatorun Jagiel-
lonlarla barış yaptığını, artık bir Haçlı Seferiyle ilgilenmediğini öğrendi. III.
İvan'ın Kırım Tatarlarıyla ilişkisi önemli Litvanya karşıtı nitelik içeriyordu.
Onlardan esas yararlamşı Altın Ordu'ya karşı müttefik oluşlarıydı ve Haziran
1491'de Altın Ordu'nun Dinyeper ağzında kurduğu kampı dağıtmak için üç
ordu göndermişti. Aynı zamanda Moskova'dan destek bulan Tatarların enerji-
lerinin çoğunu Polonya ve Litvanya'ya akm düzenlemeye harcadıklarını da gö-
rüyordu.
1 4 9 2 - 1 4 9 3 Kışında Moskova Litvanya'yla düzensiz sınır savaşına girişti.
Sınırdaki küçük prensliklerden bazıları taraf değiştirdi. Ryazan prensi, Litvan-
yalı Smolensk Voyvodası tarafından gerçekleştirilen ceza seferinin öcünü al-
mak istiyordu. Dinyeper kaynaklarındaki Vyazma kentini ele geçirme emri al-
mış olan Moskova ordusu birkaç gün içinde barış misyonuyla Vilnius'a
yöneldi. İvan'ın düşüncesinin barış mı savaş mı olduğunu kimse bilemezdi. .
Dolayısıyla bu keşifler çağında, Moskova, uzak da olsa tamamiyle yalıtıl-
mış değildi. Moskova elçilerinin her biri yabancı mühendislerle, mimarlarla ve
silahçılarla dönüyordu. Alman ve Polonyalı tüccarlar her yıl büyük miktarlar-
da kürk almak için geliyorlardı. Tudor Ingilteresi, Valois Fransası veya Ferdi-
nando ve isabella Ispanyasıyla doğrudan temasın olmadığı doğrudur. Hollan-
da'yla Ballık ticareti Livonya'da kalıyordu ve henüz Kuzey Burnu'nu dolaşan
rota açılmamıştı. Yine de Moskova Avrupa'nın geri kalanıyla sağlam iletişim
yolları kurmuştu. Kuzeyde "Alman Yolu" Novgorod'dan Reval ve Riga'ya, bu-
radan da Lübeck denizine gidiyordu. Karada orman yollan Smolensk önlerin-
deki batı sınırından Vilnius'a ve Varşova'ya uzanıyordu. 111. İvan posta ve pos-
ta atları sistemi kurdu ve vasiyetinde bu sistemin yaşatılmasını istedi. 5 7
Güneyde ırmaklar yolcuları hızla Hazar Denizi ve Karadeniz'e ulaşitrtyor, ora-
dan gemilerle bütün Akdeniz'e geçiliyordu. Osmanlı ilerlemesine karşı Mosko-
va, eski Bizans dünyasıyla, yani Balkanlardaki Yunanistan'la özellikle Athos ve
Yunanistan yoluyla İtalya'yla temas halindeydi.
Moskova her koşulda kendi keşiflerini yapmaktaydı. 1466-1472'de Tverli
tüccar Afanasii Nikitin (öl. 1472) Iran ve Hindistan'a altı yıllık bir seyahat
yaptı. Bakü yoluyla Hürmüz'e gitti ve Trabzon-Kefe yoluyla döndü. Maceraları
ilk seyahat kitaplarından olan Khozenie za iri moria (Uç Deniz Ötesinde) adıy-
la yazıya döküldü. On yıl sonra Saltık ve Kurbskii'nin askeri seferleriyle Ural-
lar aşıldı ve Irtiş'le Obı'nin kaynaklarına ulaşıldı (Lewis'le Clark'ın Amerika'da
üç yıl sonraki seyahatlerine eşdeğer bir keşif). 149l'de iki Macar kâşif Peçora
kollarını takip ederek Kutup bölgesine girdi ve gümüş, bakır madenleri buldu.
Keşif olan Moskova'ya Ocak 1493'te Avusturyalı kaşif Snups'ın İmparator Ma-
ximilian'dan bir mektup getirip Obi'nin keşfi için izin istemesini açıklamakta-
dır. İvan, Habsburglarla bağlantıyı artık uygun görmediğinden Snups reddedil-
di.
Okyanus Amirali'nin keşif haberleri çeyrek yüzyıl gecikmeyle Yunanlı
Maxim tarafından Moskova'ya ulaştırıldı. Yunanlı Maxim (Mikhail Trivolis, y.
1 4 7 0 - 1 5 6 0 ) parçaları halen kültürel bir bütün oluşturan ölmüş Bizans dünya-
sına aitti. Epirus'ta Arrta'da Osmanlı yönetimi altında doğmuştu; ailesi Vene-
dik Korfu'suna taşındı. 1493'te Floransa'da Platoncu öğrenim gördü ve Savo-
narola'ııın derslerine katıldı. Venedik ve Mirandola'daki çalışmalarından sonra
Yunanca metinlerin çözümünde uzmanlaştı. Savonarola'nın kendi manastırı
St. Marco'da Dominiken tarikatına bağlandı. Sonra keşiş Maximus adıyla, Pan-
Ortodoks ve Greko-Slav ortamda Ortodoks ve Katolik gelenekler arasındaki
bölünmeden etkilenmeyen Athos Dağındaki Vatopesi manastırında, on yıl çe-
virmenlik yaptı. Sonra Moskovalı bilim adamları eğitimini görmedikleri için,
Moskova'ya Çarın Yunanca ve Bizans elyazmalarını düzenleme göreviyle davet
edildi. Kısa sürede Moskova Kilisesinin katı dar görüşlülügüyle ters düştü,
böylelikle büyücülükle, casuslukla ve Konsıanıi no polis patriğine bağlılıkla
suçlandı. Ama uzun hapis cezasından sağ çıktı, IV. Ivan'la tanıştı ve onun ko-
ruması altına girdi. "Türünün son örneklerin biri"ydi. 5 a
Maxim'in "Küba denilen büyük bir ada"dan söz eden yazıları 1550'lerde
ortaya çıktı. 5 9 Kolonıb'un Karayiplere çıktığı konusunda bilgisi olduğundan
kuşku yoktur. Fakat kariyerinin kronolojisi önemlidir. Maxim otuz yıl zindan-
da kaldığına göre bu bilgiyi Moskova'ya ilk geldiği I518'de, Kolomb'un ilk se-
yahatinden yirmi beş yıl sonra edinmiş olduğu varsayılabilir.
Tarihin mucizevi tesadüflerinden biri modern Rusya ile modern Ameri-
ka'nın, ikisinin de 1493 yılında gün ışığına çıkmalarıdır. Avrupalılar Yeni
Dünya'yı öğrendiler ve gördüler; aynı anda Moskovalılar kendi Eski Dünyala-
rının sonunun henüz gelmediğini öğreniyorlardı.
VII
RENATIO
Rönesanslar ve Reformlar, y. 1 4 5 0 - 1 6 7 0
-î-
PAGAN dini (örenlerinde önemli bir role satıi|> olan dans. ortaçağda kırsal eğlencele-
rin dışında biiyiik ölçüde görmezden geliniyordu. 1-189'da Toriona'da Bergonzio di
BoLia'mn Milano dükünün düğününde sergilediği dini olmayan dansın (arzın kayıtla-
ra geçmiş en eski örneği olduğu genelde kabul edilir Bahtla. Catherine de Médicis*
zamanında İtalya'dan Fransız sarayına ihraç edildi ve orada XIV. I.ouis'niıı döne-
minde en önemli sanat ttirii haline geldi, bulli'nin Triomphe de l'Amour'u (l 68 Dope-
ra* balen in tarzını ıızıın süre belirledi
Balenin modern teori ve praliği biıyuk ölçüde on sekizinci yüzyılın ortalarında
Paris'le, özellikle de krallık bale üstadı Jean Georges Noverre (1727-1810) larafın-
dan gel işi i ri İd i. Marie Camargo veya kendini alçak gönüllü bir şekilde le dieu de la
danse olarak adlandıran Gaetano Vesıris gibi önde gelen dansçılar, eğilimlerini ve
performanslarını beş klasik pozisyonun gramerine dayandırmışlardı. Daha sonraki
bir aşamada. Les Sylphides (1882) veya l e o Delibcs'in Coppelia'sında (1870) görül-
düğü gibi, klasik tekniğin romantik müzikle bileşiminin son derece etkileyici olduğu
anlaşıldı.
Rusya. Fransız ve İtalyan balesini ilk kez Büyük Pelro zamanında İthal elli. fa-
kat on dokuzuncu yüzyılda hızla taklitten yaratıcı mükemmelliğe ulaştı. Çaykovs-
ki'nın Kuğu Gölü (1876). Uyuyan GOzcHWOO) ve Fuidıkıran için bestelediği müzik
Rusya'mın üstünlüğünün temellerini attı. Barışın son yıllarında Scrgei Diaghilev
(1872-1929) tarafından başlatılan Ballets Russes eşi görülmemiş başarılara nııza
altı. Fokın'ın kareografisi. Nizlnski ve Karsaviııa'nın dansları ve hepsinden öle Sıra-
vinski'nin partilurları Aleş A'ı/şu ( 1910), Pelruşka (1911) ve Bahar '/Örc/ı; (1913) ile
baleyi doruğa çıkardı. 1917 devrimlerinden sonra Ballels Russes ^uri dışında kalır-
ken. Sovyet Bolşoy ve Kirov Baleleri büyüleyici teknik ustalığı katı sanatsal tutucu
hıkla birleştirdiler.
Baleden Tarkli olarak modern dans. tahmin edildiğinden daha eskidir Vluzıkset
ritmi uyumlu beden hareketlerine çevirmeye dayanan modern dansın temci ilkeleri,
müzik öğretmeni François Delsane (1811 -1871) tarafından oluşturuldu. Delsarte bu
sanatın iki önemli temsilcisine esin kaynağı oldu: bunlardan biri ritmik jimnastiğin
öncüsü İsviçreli Jacques Dalerozc (1865-1950) ve diğeri de Macar Rodolf baban
(1879-1958) idi. Orta Avrupa'da modern dansın Nazileri kızdırmasından sonra, ağır-
lık merkezi Kuzey Amerika'ya kaydı.'
FLAGELLAT10
LBONARDO j
I
LKONARDO DA VİNCİ (14^2-1519) on çok yan uğraş olarak sürdürdüğü rcsimlenyle
tanınan solak ve eşcinsel hır mühendisti. Floransalı bir avukat ile Vinci köyünden
köylü bir kızın aşklarının çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Genel olarak Avrupa'dan
çıkan "dahilerin" çok daha yönlü olarak hilinır. Bazıları tamamlanmamış olan resim-
lerinden günümüze sadece bir düzine kadarı kalmıştır. Fakat bunlar arasında Pa-
ris'teki Mona Lisa. Milano'daki Son Akşam Yemeği ve Krakov'daki Şeritli Kadın gibi
bir dizi başyapıt bulunur. Solak olması onu tersten yazmaya zorluyordu ve metin sa-
dece bir ayna yardımıyla okunabiliyordu. Cinsel eğilimi Sala i adındaki asalak bir
eşe tahammül etmesine ve sürekli bir idam edilme korkusu içinde yaşamasına ne-
den oldu. En değerli mirası, hiçbir zaman gün ışığına çıkmayan binlerce aygıtın ve
ıcaiın taslaklarım ve açıklamalarını içeren ciltler dolusu bilimsel döllerinde buluna-
bilir.' Tabii bir dahinin özelliklerini ölçmeye çalışan herkesin sürekli olarak dikkatini
çekmesine hiç şaşmamalı. Sözde onun Özelliklerini paylaşan önemli Avrupalılara ait
her ı.iir listede adı geçmektedir:
beonardo'nun ölümüncicrı sonra danasını kopya clmek için bir deney yapıldı. Üvey
erkek kardeşi Bartolomeo beonardo. annesi gibi aynı kasabadan gelen bir kız aradı,
ondan bir erkek çocuk yaptı ve oğlanı Kloransa'nın en iyi stüdyolarından birinde ye-
tiştirdi. Pıerino da Vinci (1530-1533) büyük bir yetenek sergiledi: Gençliğinde yaptı-
ğı resimler yanlışlıkla Michelangelo'ya atfedilecek kadar iyiydi. Ancak dehası henüz
olgunlaşmadan öldü. 3
Rönesansın nedenleri geniş olduğu kadar derindi de. Bunlar kentlerin ve orta-
çağ sonu ticaretinin büyümesine, zengin ve güçlü kapitalist patronların doğ-
masına, hem ekonomik hem de sanatsal yaşamı etkileyen teknik gelişmeye
bağlanabilir. Fakat ruhani gelişmelerin kaynağı her şeyden önce ruhani
âlemde aranmalıdır. Burada Kilisenin zayıflığı ve geleneksel öğretisini kuşatan
umutsuzluk en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Rönesansın ve ay-
nı zamanda reformların köklerinin fikir aleminde bulunması hiç de tesadüf
değildir.
On beşinci yüzyıldaki Yeni Bilgi üç yeni özellik içeriyordu. Bunlardan bi-
ri, özellikle ortaçağ bilim adamlarının dikkatini çekmeyen ve uzun bir zaman-
dır görmezden gelinen Homeros ve Ciceron gibi klasik yazarların yeniden ele
ahnmasıydı. ikincisi Ladnceye en önemli ortak olarak eski Yunancanın can-
landırılmasıydı. Üçüncüsü ise orijinal İbranice ve Yunanca metinlerin eleştirel
incelemesine dayanan Kitabı Mukaddes araştırmacılığının doğuşuydu. Bu son
faaliyet laik Rönesans ile kutsal yazıların otoritesine büyük önem veren dini
reformlar arasında önemli bir bağ kurulmasına yol açtı. Matbaanın gelişinden
çok önce klasik metinlerin bilim adamlarınca eleştirilmesi gittikçe hız kazanı-
yordu. Burada önderlik yine Petrarca tarafından yapıldı. Ve böylece kendisi
Boccaccio, Guarino, Filelfo, Bruni, Aurispa ve yorulmak bilmez koleksiyoncu
ve papanın sekreteri G. F. Poggio Bracciolini ( 1 3 8 0 - 1 4 5 9 ) tarafından taklit
edildi. Poggio'nun rakibi Lorenzo Valla ( 1 4 0 6 - 1 4 5 7 ) hem Ciceron'un kullan-
dığı Latinceye üstünlük kazandıran De Elega/ıtiis LaCinae Linguae adlı bilimsel
araştırmadan hem de sahte Constantinus Bağışı'nın yorumlanmasından so-
rumluydu. Bir zamanlar Floransa'da Yunanca profesörlüğü yapan Bizanslı Ma-
nuel Chrysoloras ( 1 3 5 5 - 1 4 1 5 ) ile şair ve Homeros çevirmeni Angelo Poliziano
( 1 4 5 4 - 9 4 ) tarafından teşvik edilen Yunan geleneği, 1453'ten sonra Yunan mül-
tecilerin ve onların el yazması kitaplarının yarattığı dalgayla güçlendi. Daha
sonraki bilginler kuşağıysa İtalya'da kabalayı yorumlayan Helenist ve Doğu
dilleri ve edebiyatı uzmanı G. Pico della Mirandola ( 1 4 6 3 - 1 4 9 4 ) ve Marsilio
Ficino ( 1 4 3 3 - 1 4 9 9 ) ; Fransa'da Jacques Lefevre d'Etaples ( 1 4 5 5 - 1 5 3 7 ) ve Guil-
laume Budé ( 1 4 6 7 - 1 5 4 0 ) ; Almanya'da İbrani araştırmacısı Johann Reuchlin
( 1 4 5 5 - 1 5 2 2 ) , gezgin şövalye Ulrich von Hutten ( 1 4 8 8 - 1 5 2 3 ) ve Philip Me-
lanchthon ( 1 4 9 7 - 1 5 6 0 ) tarafından yönetiliyordu. Özellikle bilimin geleceğiyle
ilgili olarak önem taşıyan yapıt, Ficino'nun İskenderiyeli Hermes Trismegistus
çevirişiydi. Matbaa ise hareket oldukça ilerlediğinde gündelik hayata girdi
[KABALA] [MATBAA],
Bu tür "hümanistlerin" heyecanlı toplulukları Oxford ve Saiamancadan
Krakov ve Lwow'a kadar her yerde ortaya çıkıyordu. Kardinal Beaufort'dan
Kardinal Olesnicki'ye kadar hümanistlerin koruyucuları genellikle önemli Ki-
lise mensuplarıydı. Hepsi de eskiye olan bağlılıklarıyla, daha küçük kardeşle-
rinden biri olan Anconalı Cyriac'ıtı eti de cocur'ünü tekrar ederlerdi: "Ölüleri
uyandırmaya gidiyorum." Hepsi de içlerinde en büyükleri olan Rotterdamh
Erasmus's saygı gösteriyordu.
Rotterdamh bir Hollandalı olan ve daha çok takma "Desıderus" ve "Eras-
mus" adlarıyla tanınan Gerhard Gerhards ( 1 4 6 6 - 1 5 3 6 ) Hıristiyan humanizma-
sının en önemli temsilcisiydi. Deventer'de bilgin, Utrecht'de koro şefi, Camb-
rai Piskoposunun sekreteri, Londra ve Cambridge'! sık sık ziyaret eden ve
Basel'de uzun zaman yaşayan Erasmus, "kendini Tanrısallığın bilimsel incele-
mesinin en önemli uzmanı.,, klasik kapsamlı bilginin ve edebi zevkin mihenk
taşı yaptı" 6 Matbaa çağının ilk gerçekten popüler yazarlarından biri olarak
(Moriae Encomium [Delinin Deliliğe Övgüsü, 1 5 1 1 ] adlı yapıtı hayatı boyunca
43 baskı yaptı) yeni humanizmayı Katolik gelenekle evlendirmek için herkes-
ten fazla çalıştı. Enchiridion Miliris Clıristimıı (Hıristiyan Askerin El Kitabı,
1 5 1 6 ) adlı yapıtı bir başka çok satandı. Yakın dostu Thomas More gibi, Pla-
toncudan çok bir Paulusçu idi. Yunanca Yeni Ahit'i yayımlaması ( 1 5 1 6 ) bir
dönüm noktasıydı. Kitabın önsözü şu ünlü sözcükleri içeriyordu:
(Hayatım ! fırtınalı denizlerde kırık dökük bir gemiyle / tüm kötü ve dindar ey-
lemlerimizin hesabım vermek için / çağrıldığımız ortak limana ulaştı / Sanalı ido-
lüm ve hükümdarım yapan / sevilen fantezi nereden geliyor / Artık bir hata yığını
olduğumu biliyorum / ve her insanın kendi zararına bir şeyleri arzuladığım / Bir
zamanlar hafif ve neşeli olan o aşk düşünceleri / şimdi iki ölüm bana rahat vermi-
yorsa ne olacak? / Diğeri sıkıntı verirken, birinin kesinliğini biliyorum / Ne resim
ne de heykel gerçek bir sükun veriyor / ruhum bizi bağrına basmak için haçta
kollarını açan / ilahi aşka doğru dönüyor,) 12
Rönesans düşüncesinde eğitim çok önemli bir role sahipti. Hümanistler, Yeni
İnsanı yaratmak için okul çocukları ve öğrencilerle işe başlamak gerektiğini
biliyorlardı. Vittorino da Feltre'den Erasmus'un Bir Prensin Eğitimi'ne kadar
eğitimle ilgili tezler ve deneyler çoğaldı. Onların ideali Hıristiyan eğitiminin
temel sistemini korurken, gençliğin hem zihinsel hem de fiziksel yeteneklerini
geliştirmekti. Bu amaçla Yunancanın ve Latincenin yanı sıra jimnastik dersleri
başladı. Mantova'daki Vittorino akademisi genellikle bu yeni tarzın ilkokulu
olarak kabul edilir. Dana sonraki örnekler arasında Londra'da yeniden kuru-
lan St Paul Okulu ( 1 5 1 2 ) bulunmaktadır.
Rönesans müziği, Missd için çok sesli bestelerin yanı sıra laik koro müzi-
ğinin ortaya çıkmasıyla kendini gösterir. Büyük ustalar, Josquin des Prez
( 1 4 4 5 - 1 5 2 1 ) ve çalışmaları Fransa'da olduğu kadar İtalya'da da ödüllendirilen
Clement Jannequin ( 1 4 8 5 - 1 5 5 8 ) , sesle manzaralar çizdiler. Jannequin'in Les
Oiseaux, Les Cris de Paris veya La Bataille de Marignan gibi parçaları neşe ve
enerjiyle doludur. Madrigal sanatı uluslar arası bir lavtacılar okuluyla devam
ettirilerek, büyük ölçüde yayıldı.
Rönesans sanatı üzerine ders kitapları, konuyu birbirinden kesin çizgiler-
le ayrılan üç döneme ayırma eğilimindedir. On beşinci yüzyılın Erken Röne-
sansının ardından on altıncı yüzyıl ortalarında "ulaşılan uyum" ile Geç Röne-
sans ve ondan sonraki taklitçi aşırı üslupçuluk gelir. Büyük yenilikçiler
arasında perspektifin fatihi Paolo Uccello ( 1 3 9 7 - 1 4 7 5 ) , gerçekçi eylemin usta-
sı Andrea Mantegna ( 1 4 3 1 - 1 5 0 6 ) ve manzarayla insan biçiminin büyülü bir-
leştiricisi Sandro Botticelli ( 1 4 4 6 - 1 5 1 0 ) bulunmaktadır. Uç yüce dev ise genel-
likle Leonardo, Raphael Santi ( 1 4 8 3 - 1 5 2 0 ) ve müthiş Michelangelo olarak
kabul edilir. Elbette taklitçiler sürüyleydi. Ancak taklit bir dalkavukluk biçi-
midir ve insan yüzüyle bedeni, manzara ve ışığın ele alınması dönüşüme uğra-
mıştır. Raphael'in Madonna'ları ruh olarak ortaçağ ikonlarından dünyalar ka-
dar farklıydı.
Yine de aşırı titiz sınıflandırmalara karşı gelinmelidir. Bir kere yenilikçilik
devam etti. Formun ve rengin kullanılışında hiçbir yapıt Antonio Allegri'nin
(Correggio, 1 4 8 9 - 1 5 3 4 ) , Venedikli Tiziano Vercelli'nin ( 1 4 7 7 - 1 5 7 6 ) ve Jaco-
po Robusti'nin (Tintoretto, 1 5 1 8 - 1 5 9 4 ) veya Venedik üzerinden Toledo'ya
ulaşan Giritli Domenico Theotocopuli'nin (El Greco, 1 5 4 1 - 1 6 1 4 ) cesur tualle-
ri kadar yenilikçi olamazdı. Ayrıca ilk önce Burgonya'da hâkim olan Kuzey
Avrupa sanatı kuvvetle bağımsız bir yolda gelişti. Albrecht Durer ( 1 4 7 1 -
1 5 2 8 ) , Nurembergli Lucas Cranach ( 1 4 7 2 - 1 5 5 3 ) , peyzaj ressamı Regensburg-
lu Albrecht Altdorfer ve portre ressamı Augsburglu Hans Holbein etrafında
oluşan Alman okulu, güneyle temas halindeydi, ancak etkilenmekten çok
uzaktı. Son olarak süregelen ortaçağ gelenekleriyle daha yakın bir bağlantı
içinde olan güçlü ve özgün sanatçıları hesaba katmak zorundayız. Bunların
arasında Almanya ve Polonya'da çalışan olağanüstü mihrap oymacısı Veit
Stoss veya Wit Stwosz'u ( 1 4 4 7 - 1 5 3 3 ) , Grûnewald'in gizemli ustasını ( 1 4 6 0 -
1 5 2 8 ) , Cehennem vizyonlarıyla fantastik Hollandalı Hieronymus Bosch'u*
(ölümü 1516) veya Flaman "köylü hayatı" ressamı Yaşlı Pieter Bruegel'i (y.
1 5 2 5 - 1 5 6 9 ) sayabiliriz.
Rönesans mimarisi genellikle Gotik üsluba gösterdiği tepkilerle kendini
gösterir. En erken örneği Pazzi Şapelinde ( 1 4 3 0 ) görülen Floransa "klasik üs-
lubumu birçokları beğeniyordu, Andrea Palladio'nun ( 1 5 1 8 - 1 5 8 0 ) klasik vil-
laları Avrupa soyluları arasında takıntı durumuna gelmişti. Çok güzel resim-
lendirilen ve Venedik'te basılan Quattro Libri della Architectura (l570) adlı
eseri bütün saygın kütüphanelerde yerini almıştı. Barut tozu kalelerin modası-
nın geçmesine neden olduğunda, inşaat fonları özellikle Loire'da aristokratla-
rın oturduğu bölgelerdeki muhteşem saraylara, belediye idaresinin gururunu
yansıtan kasaba evlerinin önündeki anıtlara, Almanya ile Hollanda'daki ke-
merli meydanlara ve Amsterdam'dan Ausburg'a, Leipzig'e ve Zamosc'a kadar
İtalyan tarzı resmi kent binalanna harcanmaya başladı,
Rönesans edebiyatının en temel özelliği dünyaya her açıdan yepyeni bir
üslupla bakan yerel dillerin kullanılmasında görülen patlamaydı. Hümanistle-
rin deneme olarak yaptıkları çalışmalar, on altıncı yüzyılda yerini tam anlamıy-
la gelişmiş ulusal edebiyatlara bıraktı. Aslında halk dilinde yazılmış popüler bir
edebi geleneğe sahip olmak modern ulusal kimliğin anahtar unsurlarından biri
SINGULARIS
BİRKYCİL1K genelde "Batı uygarlığının" doğasında var olan özelliklerden biri olarak
kabul edilir. Miclıel de VlonLaignc. oncu bireycilerden biri olduğunu rahatlıkla iddia
edebilirdi:
Dünyadaki en bttyiik şey ııasıl kentline aıl olacağını bilmektir. Herkes önündeki şeye ba-
kar. l-'akat İmi kendi içime bakıyorum. Kendimin dışında lıiçbir kaygım yok. Sürekli olarak
kendi hakkımda dıişı'iniip itişmiyor, kendimi konimi ediyor, kendimin tadına bakıyorum...
Topluma kısmen bir şeyler borçluyuz, fakat çoğunlukla kendimize borçluyuz. Kişinin ken-
dini başkalarına ödünç vermesi ve yine kendini sadece kendine vermesi gerekir'
Bireyciliğin kökleri Platonculukia. Hıristiyan ruh u;o loi isinde ve ortaçağ felse-
fesinin nominalizminde saplanmıştır. 2 Fakaı ana dalga Bıırckhardl'ın parlak bireyle-
riyle karakterime ettiği Rönesans ile birlikle geldi. İnsana duyulan kıilürel ilgi. kişisel
vicdana duyulan dini ilgi ve kapitalist girişimciliğe duyulan ekonomik ilgi hep birlik-
te bireyi merkeze koydu. Aydınlanma bocke ve Spinoza ile başlayarak, "bireyin öz-
gürlüğü" ve "insan h a k l a n " konusunu Avrupa kültürünün orlak diline katılana ka-
d a r inceden inceye işledi.
On dokuzuncu yüzyılda bireyci leorı birkaç farklı yol üzerinde gelişti. Kani kı-
sıtlamaya ugramaksızın kişisel çıkarların peşinde koşulmasının ahlak dışı olduğunu
belirtmişi! ve bireylerle toplumun birbiriyle çelişen çıkarlarını uzlaştırma görevi Öz-
gürlük Üzerine, (1850) adlı eseriyle John Stuart M i l l e düştü. S o c M s m e ct liberie'de
(1898) Jean Jaurès sosyalist terimlere başvurarak benzer bir denemeye girişti. Vine
de her zaman aşırı olanı takip etmeye hazır insanlar vardı. Birey ce MiilkiyetH 1844)
adlı eserinde Max SU m e r "ulus", "devlet" veya "toplum" gibi her türlü kolektifi iği
küçümsüyordu. Sosyalist Düzende insan Ruhu (1891) adlı çalışmasında Oscar Wil-
de ise yaratıcı sanatçının mullak haklarını savundu: "Sanal dünyanın bugüne kadar
gördüğü bireyciliğin en yoğun ifadesidir."
Virminci yüzyılda hem komünizm hem faşizm bireyi kıiçümscdi. Demokratik
devletlerde bile. abartılan hükümet bürokrasileri hizmet etmek için yaratıldıkları ki-
şilere genellikle zulmettiler. Yen) liberal tepki 1920'lerin "Viyana Okulunda" hız ka-
zandı. l i d e r l e r i n i n l ü m ü |Karl Popper (doğumu 1902), l.udwig von Mises (1881-
1973) ve Friedrich von llayek (doğumu 1899)| göç a t i l e r . Ilayek'in Serflıgc Giden
Yol (1944) ve Bireycilik vc Ökonomik Düzen (1949) adlı eserleri savaş sonrası yemi
tutucuları eğitti. Ateşli bir öğrenci bir keresinde hiddetle şöyle ilan ediyordu: "Top-
lum diye bir şey yoktur."-*
Bu lürden aşırılıklar vatandaşı sadece bir mal, hizmet ve hak tüketicisi olarak
sunmak eğilimindeydi. Politika bir "yakınmalar k ü l l ü r i ı ' n e doğru yozlaşma tebdilini
taşıyordu. Belirli bir noktada bunun lam karşıtı olan eğilim, aynı derecede saygıde-
ğer olan görev geleneği içinde kendini yeniden öne sürmekteydi. 4
Reform asvon: Buna rağmen Reformasyonu basitçe Rönesansın bir devamı ola-
rak görmek mümkün değildir. Hümanizmadan farklı olarak, refornıasyon or-
taçağın en derin iman geleneklerine hitap ediyordu ve sadece bilginleri değil
kitleleri de etkileyen dini bir yeniden canlanma dalgası üzerinde ilerliyordu.
Katolik Kilisesini bozulmamış durumda tutmak için elinden geleni yapan ve
reform hareketinin bir kolu dağılmaya başladığında, arınmış ve birleştirilmiş
bir din için yürüttükleri kampanyayı iki misli güçlendiren insanlar tarafından
başlatılmıştı. İnsanın tolerans gösterme özelliğiyle hiçbir ilgisi yoktu. Bu yüz-
den Rönesansın ve Reformasyonun çtkış noktalarının ortak olması, sonradan
bunların çok ayrı yönlerde akan nehirlere bölündüğü gerçeğinin gizlenmesine
neden olmamalıdır. Benzer bir bölünme Kilise reformu hareketinde de gelişti.
Geniş kapsamlı dinsel bir canlanma olarak başlayan şey, zamanla sonraları Ka-
lolık Reformu ve Protestan Reformu olarak bilinen iki ayrı ve birbirine düş-
man harekete bolündü.
On beşinci yüzyılın sonunda açıkça görülen dini canlanma, büyük ölçüde
ruhban sınıfının çöküşünden duyulan popüler nefret ve bıkkınlıkla yönlendi-
riliyordu. Genel Ruhani Meclisin her on yılda bir toplantıya çağrılacağı ilan
edilse de, Kilise 1430'lardan beri bunu bir kere bile yapmamıştı, St Vincent
Ferrer OP (y.ö. 1455) ve Sienalı Sı Bernardine'den Polonyalı St Casimir'e ka-
dar ( 1 4 5 8 - 1 4 8 4 ) , uzun bir azizler soyunun aziz mertebesine yükseltilmesi bir
bütün olarak Kilisede görülen aşikâr aziz yokluğunu azaltamadı. Avrupa pa-
pazlık gibi kutsal değerleri satın alan piskoposların, akrabalarını kayıran papa-
ların, rasgele cinsel ilişkide bulunan rahiplerin, aylak keşişlerin ve hepsinden
önemlisi Kilisenin müthiş dünyevi zenginliğinin öyküleriyle çalkalanıyordu.
Tabii yine yakın gelecekle olacakların habercisi Floransa'dan geldi. Fana-
tik birader, Fra Girollamo Savonarola'nın ( 1 4 5 2 - 1 4 9 8 ) vahşi cehennem ateşi
vaazları, 1490'larda geçici olarak Medici ailesini ülke dışına süren ve sadece
biraderin yakılmasıyla sonuçlanan bir ayaklanma başlattı. İspanya'da Kardinal
Ximenes'in yönetiminde dini disiplin, enerji dolu bilginlikle birleştirildi.
1498'de kurulan Alcala Üniversitesindeki yeni ilahiyat okulu, çokdiliı Kitabı
Mukaddesi ( 1 5 1 7 ) hazırladı. İtalya'da ise Kardinal Giampietro Carafa'nın
( 1 4 7 6 - 1 5 5 9 ) yönetiminde, geleceğin IV. Paulus'u ve 1511 'deki İlahi Aşk Kilî-
sesi'nin (Oıatoire), yani Romalı kilise mensuplarının sözü geçen topluluğunun
kurucusu, kendilerini diğerleriyle birlikte yoğun iman uygulamaları ve hayır
işlerinin yer aldığı bir sisteme bağladılar. Bunlardan ne keşiş ne de birader
olan kilise mensuplarının bir dizi yeni Katolik dinsel örgütü doğdu (bunların
arasında Theatineleri ( 1 5 2 3 ) , Barnabiteleri ( 1 5 2 8 ) , Cizvitler! ( 1 5 4 0 ) ve Orato-
irecılan sayabiliriz).
Dini canlanmanın etkileri Rodrigo de Borgia (IV. Alexander, 1 4 9 2 - 1 5 0 3 )
ve Giuliano della Rovere'nin (II. Julius, 1 5 0 3 - 1 5 1 3 ) papalıkları sırasında Kili-
senin ününün en kötü olduğu zamanlara denk geldi. Alexanderen tutkuyla
bağlı olduğu şeyler altın, kadınlar ve piç çocuklarının kariyerleriydi. J u l i u s "iç-
ten gelen bir savaş ve fetih aşkını" yüceltti; kendisi tam zırh kuşanarak savaşa
katılan, San Pietro'yu yeniden inşa eden ve Papalık Devletlerini kuran papa
olarak anımsanır. 1508'de Almanya'da "günahların pişmanlık getirerek affedil-
mesinin" satışı (Arafta cezalandırılmaktan kurtuluşu garantileyen kâğıt sertifi-
kalar) yoluyla savaşlarının maliyetini ve San Pietro'nun inşaatını ödemeyi
planlarken, Roma, Saksonya'da bulunan Wittenberg'den Augustinus tarikatın-
dan genç bir keşiş tarafından ziyaret edildi. Martin Luther gördükleri karşısın-
da dehşete kapıldı. "Ahlak bozukluğu bile" diye yazdı, "mükemmelliğe ulaşa-
bilir." 1 3
Böylece Luther ( 1 4 8 3 - 1 5 4 6 ) on yıl içinde kendini ilk "Protestan" isyanı-
nın başında buldu. Wittenberg'de ilahiyat hocası olarak verdiği dersler "sadece
inançla haklı çıkmanın mümkün olduğu" öğretisinin birkaç yıldır olgunlaş-
makta olduğunu gösterir; dahası, kendi içsel kanılarıyla boğuşan bir adam ola-
rak o günün nazik hümanistlerine karşı ç o k az sabrı vardı. G ö r ü l m e d i k bir şe-
kilde zalim ve aksi bir insandı. Kullandığı sözcükler genellikle bir daha ağza
alınacak gibi değildi. O n a göre Roma cinsel sapıklığın merkezi ve Mahşerin
Canavarıydı.
Luther'in öfkesi Almanya'da J o h a n n Tetzel adında affedilme sertifikaları
satan bir biraderin onaya çıkmasıyla doruk noktasına ulaştı. Tetzel, emrinde-
ki lerin papalığın kasalarına büyük miktarlarda paralar ödemesini hiç hoş bul-
mayan Saksonya elektörü tarafından bölgeden sürüldü. Böylece Luther, Tet-
zel'in teolojık dayanaklarına meydan okuyarak, aslında h ü k ü m d a r ı n ı n izlediği
politikayı destekliyordu. 31 Ekim 1517'deki Bütün Azizler Yortusu arifesinde
Wittenberg kalesi kilisesinin kapısına bu bağışlanma sertifikalarına karşı fikir-
lerini içeren Doksan Beş Tez adındaki kâğıdı asarak kaderini etkileyen bir
adım attı.
Bu ünlü meydan o k u m a hareketi birkaç sonuç verdi. Birincisi, Lutlıer
kendisini bir dizi açık tartışmanın ortasında buldu, bunların arasında en
önemlisi resmi olarak aforoz edilmesiyle sonuçlanan (Haziran 1 5 2 0 ) Leip-
zig'deki Dr von Eck'in yönettiği tartışmaydı. Yaptığı hazırlıklar sırasında Lut-
her, Lutherciligin temel tezlerini kaleme aldı (Kararlar, Hıristiyan İnsanın Kur-
tuluşu, Alman L/Iusutıa Hitaben, Tanrının Kilisesinin Babil Tutsaklığı) ve halkın
önünde Papalığın çıkardığı Aforoz Kararını, Exurge Domine'yi yaktı. İkincisi,
bu olaylardan sonra Alman siyaseti Luther'in cezalandırılmasını savunanalarla
karşı çıkanlar olarak ikiye bölündü. 1 5 2 1 ' d e İmparator V. Kari, Luther'i
Worms'daki İmparatorluk Konseyi önünde konuşması için çağırdı. Cons-
tanz'daki Hus gibi Luther de kendisini metanetle savundu:
GESANG
Ein' fesie Burg ist unser God Tanrımız hâlâ güvenli dayanağım izdir
ein gute Wehr und Waffen Güvenilir bir kalkan ve silahtır;
Kr hilft uns frei aus aller Not. Şimdi sizi tutsak alınış olan,
Die uns hat betroffen. Bütiin kötülüklerden kurtulmamıza
yardım eder.
Der alte boeseKeind Cehennemin eski Prensi
Mit Ernst er's letzt meint, Amacı yenilse de yükseldi artık;
gross Macht und viel List, Bu sırada o
sein grausam Ruestung ist Güçlü bir beceri ve güç sergiledi
auf Erd ist nich seins gleichen.1 Dünyada ise hiçbir dostu yok. 2
Bir keşiş olarak huther kilise müziğine yabancı değildi. Güzel tenor bir sesi vardı ve
herkesin kilisede şarkı söyleme zevkini paylaşmasını istedi. Müziksel katılım, bütün
bu inananlar cemaatinin teolojik öğretisinin ayinsel karşılığı olacaktı. Luther toplu
olarak miizik yapılmasına son derece önem verdi. Formula Mıssae'sı (1523) rlaha
sonraki İsveç ayini için temel oluşturarak l.atinee Missa'y\ yeniden yapılandırdı. Öğ-
rencisi J. Walter tarafından yayımlanan Geystliehe Gesangk Buchlein (1526) çok
sesli korolar için bir arılolop haline geldi. I 5 2 5 ' t e dünyanın ilk müzik matbaasını
VV'itienberg'le kurdu. Deutsche Messe und Ordnung Gottesdienst (1526) adlı çalışma-
sı ana dilde söylenen bir Missa türü oluşturdu Bu çalışma I lusçu ilahi "Jesus Chris-
tus, unser Heiland"m bir versiyonu ile sona eriyordu. Heinrich L u f f l ' u n t'jıehiridı-
on'u (yine 1526) o güne kadarki ilk toplu ilahı kitabıydı. Worms Diyetinden sonraki
beş yıl içinde. Lutlıer'in izleyicileri iyi bir müzik donanımına sahip olmuşlardı.
butlıcrci müzik geleneği uzak erimli sonuçlar verdi. İler kilisenin cemaati kendi
şarkıcısını (caınor), orgcusunu, koro okulunu ve eğitimli şarkıcılarla çalgıcılar grubu-
nu devam ettirmek zorundaydı. Sonuç olarak Almanya'nın Avrupa'nın en iyi müzik
eğitimi almış ulusu, yani Avrupa'nın laik müziğinde en zengin kaynak olmasında
önemli bir rol oynadı. Dahi J. S. Bach. Luı.lıercilikıen daha bereketli toprak bulamazdı.
Almanya'nın müziksel saygınlığının kökeninde Alman dilinin ve ritimlerinin
yanığım ileri süren bir hipotez vardır. Bu, doğru ya da yanlış olabilir, l-'akaı 1525'te
bıı t her'in şu sözleriyle karşılaşırız: "Metin notalar, aksan, melodi ve performans ger-
çek a n a d i l d e n ve onun yansımalarından gelişmelidir". Luther'in halk dilinin kullanıl-
masına verdiği önem Alman eğitim sistemini derinden etkiledi. Luther. Waller. Rhavv
ve Heinrich Sehutz'un (1585-1672) ilahileri ve ayınSeriyle daha sonraki Bach,
l l a y d n . Mozart. Beethoven, Schubert ve Brahms'ırı muhteşem eserleri arasında do-
laysız bir bağlantı vardır.'
İzole edilmiş durumdaki Luther geleneğini kutlamak kuşkusuz Katolik miıziğe
ve çeşitli Hıristiyan geleneklerinin zengin etkileşimlerine ihanet etmektir. Ancak "Ka-
tolik çok sesliliği" üzerindeki yasağı. Cenevre Mezamirhı (1562) metrik eş perdelilik
koleksiyonu d u r u m u n a düşüren Kalvinizmin steril müziğine bir bakış almak. Lut-
her'in müzik üretimindeki etkileyici üslubunu görmek için yeterlidir.
İngiltere Kilisesi. TaIIis. Gibbons ve Byrd taralından başlatılan harika bir gele-
nek geliştirerek Uııher'in müzikalitesini birçok yönden paylaştı. Sonraları Chapel
Royal soylularından olan Waith a m Manastırının bir keşişi tarafından bestelenen
Tallıs's Canon büyüleyici basilliğiyle Kıtı' Teste B u r g u n Anglikan karşılığıdır ve ek
olarak sekiz parçalı bir şarkıdır:
TALLIS KANONU 8 8 8 8 ( İ M )
İW=F -J-z
M ^ M
Bu gccc şükürler olsun sana Tanrım
Işığın verdiği l ü m nimetler için
Ne olur Kralların Kralı tut beni
İler şeye kadir kanatlarının allında. 1
Aynı şekilde bıılher gibi kolaylıkla çok sesliliği benimseyen Ortodoks Kilisesi-
nin muhteşem müzik geleneğini de görmezden gelemeyiz. Burada müzik aletleri Hac-
rine konulan yasak, koro şarkısına son derece özel hır uzmanlaşma getirdi. Katolik
Kilisesi her zaman müzik aletlerinin eşlik etmesine izin vermişti. Günümüze kadar
gelen alet en eski kilise orgu 1320 tarihli Valais'dekt Sion'da hâlâ kullanılmaktadır.
Ancak Rusya veya Ukrayna'da çok seslilik sadece insan sesiyle sağlanmak zorun-
daydı; böylece müziği takdir etliği kadar yapmaya da hazır bir kültür doğurdu. Bu
anlamda Çaykovski de tıpkı Bach gibi bir tesadüf değildi.
HOL İZM
ŞUBAT 1528'DE muhteşem "Dr Paracelsus"; yeni atandığı Basel'in kent hekimi gö-
revini kaybetti. Üniversiteden kovulmuştu, eczacılar loncasına saldırıda bulunmuştu
ve bir piskoposu kendisine tam muayene ücretini ödemediği için mahkemeye vermiş-
ti. Devletle yüksek rütbeli bir memuru, taraf tuttuğu için halk önünde suçladığında
tutuklanmayı göze aldı ve kaçlı. Fikirleri daha sonraki çağm bilimsel olduğu söyle-
nen tıbbı için öldüğü kadar o günlerin skolastik tıbbı için de kabul edilir türden değil-
di.
Paracelsus olarak bilinen Philippus Aureolus Thcophraslus Bombastus von
Hohenheim (1493-1541) S c l w y z kantonunda yer alan Kinsiedcln'de doğdu, hullıer,
Erasmus ve Mıchelangelo'nun çağdaşıydı. 1524*lc Ferrara'daki tıp fakültesinden
mezun olmuştu. Ancak yüksek ihtisas yapmadan yedi yılını yolculuk ederek geçirdi
ve şifalı bitki satıcılarının, çingelerin ve büyücülerin ilmini öğrendi ve hayalını zana-
atkârlık sayılan berber-cerrahlıkla kazandı. İspanya. Portekiz. Rusya. Polonya. İs-
kandinavya. İstanbul. Kırım ve muhtemelen Mısır'a gitti. Daha önceleri Katolik oldu-
ğundan genellikle Anabaptisller ve Özgür Ruh Kardeşliği gibi radikal sekilerle
arkadaşlık kurdu. İsyankâr köylüleri desteklediği için l 5 2 5 T e Salzburg'ta tutuklan-
dığında idam edilmekten zor kurtuldu. Basel'in yanı sıra. uzun süre konuk olarak
kaldığı yerler Strasburg. Nuremberg. Sı Gailen, Tyrol'daki Meran. Sı Moritz. Bad
Pfeifers, Augsburg. Moravya'daki Kromau, Bratislava. Viyana ve VillachTı. İlahiyat-
tan büyüye kadar her konuda bol bol eser bırakmış bir yazardı; bunların arasında
en önemlisi Opus Paramirium{ 1531) ya da "Mucizelerin ötesindeki Vapıt'ıı.
Paracelsus tıbbi bilginin eski metinlerden elde edilebileceği yolundaki egemen
olan inancı reddetti. Basel'de Avicenna'nııı eserlerini yakan bazı öğrencilere katıl-
mıştı. Bunun yerine o, bir yandan pratik gözlemler ve diğer yandan "dört d i r e k ' e
(doğa felsefesi, astroloji, simya ve "Erdem" (bununla insanların, bitkilerin ve mine-
rallerin doğal olarak beraberinde getirdikleri güçleri kastediyordu)) dayanan öğreni-
mi tercih ediyordu. Deneysel olana duyduğu eğilim organ kesilmesi ameliyatları, an-
tisepsi. homeopaıi ve banyo ile icdavi gibi bilimsel konularda bir dizi parlak
incelemeyi ve teknikleri kazandırdı. Diğer fikirleri ise onu sülfür, tuz ve cıvaya daya-
nan alternatif bir biyokimya sistemine götürdü ve ona hiç silinmeyen büyücü ıınva-
nını kazandırdı. Dörı yüz yıl sonra bile Avrupa'da hekimlik mesleği, onun holisıik re-
çetesini. yani iyi hekimin çevresel, psikosomatik ve doğa üstü dahil olmak üzere has-
tanın sağlığını etkileyen bütün faktörlerin u y u m u n u sağlamak için çalışması gerekti-
ği ilkesini ele almaya hazır değildi.
Paracelsııs, bırakın genleri ve kromozomları, henüz hiç kimsenin sindirim, do-
laşım. sinir veya üreme sistemlerinin işleyişini anlamadığı bir zamanda yaşadı. Yine
de içğörülerinin birçoğu yüz yıllardır yankısını sürdürüyor:
İleni erkeğin hem de kadının yarım tohumu vardır, ikisi bir araya geldiğinde tam Uir to-
hum oluşturur,,, böl yatağında (amber ya da mıknatıs gibi) çekici tıir güç bulunur... İrade
bir kez sabidendikteıı sonra, dölyatagı. kalp. karaciğer, dalak, kemik, kan iızsuların-
dan... ve bedende bulunan her şeyden kadın ve erkeğin tohumunu kendine çeker. Çünkü
[yedenin her parçasının kendine özgü tohumu vardır. Ancak bütün bu tohumlar bir araya
geldiğinde, sadece tek bir tohum meydana gelir. 1
İngiltere kralı Vtll. Henry 1529'da İngiliz Kilisesini Roma'dan ayıran siyaseti
başlattı. Bunun ilk nedeni Henry'nin erkek bir mirasçıya duyduğu takıntılı is-
tek ve papanın kendisine boşanma izni vermeyi reddetmesiydi. Daha önceleri
Luther'i itham ettiği için Fidei Defensor unvanını kazanan Henry'nin dini mo-
tivasyonları pek fazla değildi; fakat Kilisenin ayrıcalıklarına ve mülklerine sal-
dırarak Parlamentoda büyük destek ve olağanüstü maddi avantajlar kazandı.
Annates Yasası ( 1 5 3 2 ) Roma'ya yapılan maddi ödemeleri kesti. Temyiz Yasası
( 1 5 3 3 ) Roma'nın dini kanun yapma hakkını engelledi. Üstünlük Yasası
( 1 5 3 4 ) papanın otoritesini tümüyle hükümsüz kıldı ve Kralı ingiltere Kilisesi-
nin tek başkanı mevkine yükseltti. Thomas More veya Kardinal J o h n Fisher
gibi kararları kabul etmeyi reddedenler vatana ihanetten idam edildiler. On
Madde Yasası ( 1 5 3 6 ) ve Altı Madde Yasası ( 1 5 3 9 ) Roma Missa ayininin ve ge-
leneksel öğretinin dokunulmazlığına karşı çıktı. Kilise ve Devletin dolaysız
birliği (daha sonraları Erastiyanizm olarak adlandırıldı) Anglikanlığı, Katolik
uygulamalardan çok Ortodoksluğa yaklaştırdı [ÜTOPYA].
1541'de yapılan ikinci girişimde Jean Calvin ( 1 5 0 9 - 1 5 6 4 ) Cenevre kent
devletinin kontrolünü ele geçirdi. Luther'den daha radikal kaçak bir Fransız
olan Calvin, Protestanlığın en etkili kolunun kurucusuydu. Lefevre d'Etaples
ruhuyla yetiştirilen bir bilgin ve bazen de Katolik bir hukukçu olarak Margue-
rite d'Angouleme'in çevresi tarafından korunmuştu. Sorbonne'un rektörü Nic-
holas Cap'in Kitabı Mukaddes'in egemenliği üzerine bir vaizini dinledikten
sonra yeni düşünceye inanmaya başladı. Baskı göreceğinden korktuğundan
doğum yeri olan Noyon'daki maaşlı papazlık görevinden istifa etti ve Basel'e
kaçtı. Orada 1536'da yeni ufuklar açan eseri Institution de la religion ehretien-
ne'i yayımladı.
Calvin, ilahiyat, Kilise ile Devlet ilişkileri, özellikle de kişisel ahlak doğ-
ruluğu hakkında özgün fikirler geliştirdi. Missfl ayini konusunda Zwingli'nin
görüşünü kabul etti; fakat takdiri ilahi öğretiyi şoke edici olduğu kadar yeniy-
di de. İnsanlığı önceden Lanetlenenler ve Seçilmişler olarak bölünmüş bir kit-
le olarak görüyordu. Bu yüzden öğrencilerine kendilerini savaş halindeki bir
azınlık, düşman bir dünya tarafından kuşatılmış haklı kardeşler topluluğu, ya-
ni "Günahkârlar arasındaki Yabancılar" olarak görmelerini öğretti:
Ainsi les Bourgeois du Ciel n'aiment point le Monde, ni les choses qui sont au
Monde ... il sécrieni avec le Sage: "Vanité des Vanités; tout n'est que vanité et ron-
ge men t d'Espri ı'.
(Cenneı kentinin sakinleri Dünyayı sevmezler, dünyevi şeyleri de... Bilgeyle bir-
likte haykırırlar. "Kibirlerin kibri; her şey sadece kibirden ve ruhun kemirilmesin-
den ibarettir.") 14
ÜTOPYA
"HİÇBİR YKRDK"* an lamın ına gelen ütopya sözcüğü. Sir Thomas More taralından
ideal bir hükümet biçimi arayışını anlatan kitabı için 1516'da uydurulmuştu. Yazarın
şehit olmasından sonra 1551 'dc 4 FrulcfuH, pleasant and witiic worke of the best
slate of a publiquc weale. and oflbe new yle called Utopis (Halkın refahının ve Ütop-
ya denilen yeni adanın en iyi d u r u m u üzerine kapsamlı, hoş ve zeki bir çalışma) adıy-
la Ingiüzceye ve ayrıca Pransızcaya. Almancaya. İspanyolca ve Italyancaya çevrilen
kitap çok sattı. More kitapta mülkiyelin ortak olduğu, hem erkeklerin hem de kadınla-
rın genel eğitimden yararlandığı ve bütün dinlere izin verilen bir ülkeyi anlatıyordu.'
ütopyacı düşünce, insanın daha iyi bir dünyanın ideal vizyonuna duyduğu de-
rin gereksinimi destekler. Bu tarz Platon'un Cumhuriyet inden Bacon'un Yeni Atlan-
tis ve Harrington'un Oceana'sına kadar birçok destekçi bulmuştur. Dystopia veya
"Kötü Yer"in neden olacağı dehşetleri hayal ederek de benzer şekilde etkilenilebilir.
İşte Aldfıus Huxley'nin Cesur Yeni Dünya (1932) veya George Orwell'm Bindokuzyiiz
Scksendötti 1984) adlı eserlerinin amacı buydu. Yirminci yüzyılda ülopyacıhk genel-
de sol kanal fikirleriyle özdeşleşlirildi. Sovyeı Rusya bu akımın takipçileri tarafın-
dan. genellikle kapitalist demokrasinin kötülüklerinden kurtulmuş modern bir tilop-
* Orijinal metinde ulopia sözcüğü "no p/ace" ile karşılanmıştır. Kski Yunancanın ou (hayır) ve topos
(yer)sözcüklerinden Lûrcıilcn utnpla. "yer yok" değil, "hiçbir yerde" anlamına gelir (c.n ).
ya olarak kabul ediliyordu. I 9 1 9 ' d a Amerikalı bir ziyaretçi "Geleceği gördüm" de-
mişti, "ve işliyor". Bu tür fikirler "sosyalizm" ve "gelişme" adına işlenen kitlesel kı-
yımların duyulmasıyla artık hoş görülmüyor. Modern liberaller ise daha zahmetli
otan bireylerin durumunu düzeltme göreviyle uğraşıyorlar 2 |HASAT| IVORKUTA).
Bu kadar kolaylıkla kabul edilmeyen bir başka gerçek de, faşizmin de kendine
özgii ütopyalarının olmasıdır. Zalim fethin ilk devresinin sona ermesinden sonra, bir-
çok komünist gibi birçok Nazı de güzel, uyumlu bir geleceği düşledi. Örneğin Kransız
yazar "Vercors", Kransız-Alman birliğinin parlak geleceğini dört gözle bekleyen işgal
altındaki Fransa'da bulunan Alman bir görevlinin düşüncelerini anlatır. "Güzel vc
Canavar'ın yeniden sahnelen işi olacak." 3 Savaştan sonra birçok demokrat komüniz-
me karşı geldiği için Doğu Avrupa'nın komünist hapishanelerine atıldı ve mahkum
edilmiş Nazi hücre arkadaşlarının hüsrana uğrayan düşlerini dinlemek zorunda kal-
dı. f a ş i s t ütopya, tıpkı komünistlerin ütopyası gibi hatalıydı vc çok fazla acı çekmeye
neden oldu. Ancak bunu gerçek bir dürüstlükle düşleyenler de vardı [LETTLAND|.
FAUSTUS
"DR FA USTU S "U N gerçek yaşamı, 1541 'de Brcisgau'daki Staul'cn'de ölen derbeder
bir şarlatan ve panayır büyücüsünün yaşamıdır. Sözde Copornicus gibi bir Krakov
Üniversitesi mezunu olarak, kendini Magister Georgiüs Sabellicus Kaustus Jumor
olarak tanıtıp, çok sayıda Alman üniversitesini sık sık ziyaret etti. Küfürleri, suyu
şaraba dönüştürmek gibi "mucizeleri" ve Şeytanın müttefiki olma iddiasıyla ünlendi.
İstismarları bir dizi sözde Faustbuch 1ara esin kaynağı oldu. Bunların arasında
I 5 8 7 ' d e Frankfurt'la derlenen birincisi; I 5 8 8 ' d c Dancaya, 1â92'de Kransızcaya ve
Klemenkçeye, 1594'ıcn önce Ingılızceyc ve 1602'de Çekceyc çevrildi.
Kurgusal bir figür olarak Kaust. "dünyanın Büyük İ m p a r a t o r u " olmak için mii-
cadelc eden kendinden aşırı emin lıırslı bir adam olarak göründüğü Chrislopher
Marlowe'un bir oyununda f 5 9 4 ' l e ilk kez sahneye çıklı. Şevlan onu gücünü lekrar
ele geçirmeden önce bir güç dönemini zevkle yaşadı. Goeıhe'nın iki bölümden oluşan
nazım trajedisinin (1808-1832) en önemli başkahramanı olarak benimsenmeden (in-
ce. l.essing'in kaybedilen bir dramında ve F. M. Klınger'ıtı bir romanında (1791) or-
taya çıklı.
Goclhe'nin FausCu kolay özetlenebilecek türden bir eser değildir Faust'un
Mepbislo ile yaptığı birlik ona yeniden gençleşmeyi vaat eder ve yüz yaşına kadar
yaşar. Gib mvinc Jugcnd mır /;ıırtıck' (tima gençliğimi g e n ver!) Özel duyguların da-
ha küçük dünyasını ele alan birinci bolümde Kaust. Şeytan karşısındaki görevi ve
' Gretchen'e duyduğu sevgi arasındaki çelişkiyle mücadele eder. Toplum ve politika-
nın daha büyük dünyasını ele alan ikinci bölümde müsrif İmparatorun bakanıdır, öl-
düğünde Gretcheıı mü dalı el e eder ve Şeytan kandırılır; aşkın zafer kazanmasıyla
cennet koroları kurtarılmış bir ruhun gelişmesini tebrik eder:
j
Der früh Gel lehle.
Mchl mehr Getrubte.
[îr knmmt zurück!
Goethe'nin baş yapıtı, Gouııod ve Bcrlioz tarafından bestelenen iki operaya ve-
ya bıszl'iıı Fausl Senfonisine (1857) esin kaynağı oldu. Daha yakın tarihlerde Tho-
mas Mann'ın romanı Doklor Fa us t (194 7) günü m ıızün Almanyasının merhametsizce
yargılanması geleneğini canlandırdı. Bir müzisyen. Adrian l.everkühn. Wagner'in ve
Nielzschc'mn eserleriyle baştan çıkarak, baştan çıkartıcı bir kadından şeytanı frengi
belasına tutulur ve nihilist bir kantatı, D. Fausti Wehek!ag'ı besteledikten sonra son
nefesini verir. Kantatın bitiş bölümünde solo olarak çalan bir çellonun uzun süren
dimmuendosu, Alman uygarlığının tümden umutsuzluk doğurmayabileceği ipucunu
vererek "gecedeki ışığı" anımsatır. 2
Karşı Reform hareketi, çok sayıda Katolik azizler vererek bereketli bir hasat
yaptdar. İspanyol mistikleri vardı: Avilalı Azize Teresa ( 1 5 1 5 - 1 5 8 2 ) , S t j e a n de
la Croix ( 1 5 4 2 - 1 5 9 1 ) ; hasta ve yoksullara hizmet eden geniş bir kuşak vardı:
St Philip Neri ( 1 5 1 5 - 1 5 9 5 ) , St Camillo de Lellis ( 1 5 5 0 - 1 6 1 4 ) , St Vincent de
Paul ( 1 5 7 6 - 1 6 6 0 ) , St Louise de Marillac ( 1 5 9 1 - 1 6 6 0 ) , ayrıca Cizvit azizler ve
şehitler vardı: St François Xavier ( 1 5 0 6 - 1 5 5 2 ) , St Stanislaw Kostka ( 1 5 5 0 -
1 5 6 8 ) , St Aloysius Gonzaga ( 1 5 6 8 - 1 5 9 1 ) , St Peter Canisius ( 1 5 2 1 - 1 5 9 7 ) , St
J o h n Bere hm ans ( 1 5 9 9 - 1 6 2 1 ) ve St Robert Bellarmine ( 1 5 4 2 - 1 6 2 1 ) .
Karşı Reformun etkileri bütün Avrupa'da hissedildi. Kiliseye geleneksel
destek en çok italya'da ve ispanya'da veriliyordu, ancak konformizm karşıtla-
rının fikirleri orada bile gizlilikten çekilip açığa vurulmak zorundaydı. Fransa
ile Birleşik Eyaletler arasında sıkışıp kalan İspanyol Alçak Ülkeleri, Louvain
Üniversitesi (Leuven) ve Douai'deki Cizvit Kolejinin öncülüğünü yaptığı Ka-
tolik saldırganlığının yuvası haline geldi. Yine de hâkim olan şevk ve coşkuya
karşı önemli bir tepkisel hareket Ypres Piskoposu ve Cizvitlerin ateşli eleştir-
meni Cornélius j a n s e n ( 1 5 8 5 - 1 6 3 8 ) tarafından kışkırtıldı. Jansen St Augustı-
nus'un eserlerini özetlediği, Augusltmus ( 1 6 4 0 ) adlı incelemesinde, inananın
İlahi Lütuf ve ruhani yeniden doğuşa duyduğu gereksinime özel bir önem ve-
rerek, gününün, dini kendi çıkarma göre yorumlanması ve yüzeysel ablak de-
diği anlayışına saldırdı. Roma'ya olan bağlılığını hiç bozmamasına ve Protes-
tanların inançla bağışlanma öğretisini reddetmesine rağmen, İlahi Lütuf
konusu üzerine önermelerinden birkaçı Protestan görüşlerine yakındı ve bu
yüzden açıkça lanetlendi (Bkz. VIII. Bölüm).
İsviçre ise Katolik ve Protestan kantonların düşmanlığına tanık oluyordu.
Zürih ve Cenevre öğretileri çevrede yer alan birçok Alp köyüne nüfuz etti. Mi-
lano'nun Kardinal Paşpiskoposu St Charles Borromeo ( 1 5 3 8 - 1 5 8 4 ) tarafından
İtalyan sınırında vahşetle yok edildiler ve Saksonya'da çok satan kitap Dindar
Yaşama Giriş'in ( 1 6 0 9 ) yazarı St François de Sales'in ( 1 5 6 7 - 1 6 2 2 ) daha nazik
iknalarının itirazına uğradılar [MENOCCH1],
Fransa'da birçok Katolik yeni saldırganlık karşısında tavırsız kaldı; bu-
nun nedeni kısmen Galikan geleneğini ve 1516 tarihli Concordat'yı destekle-
meleri ve kısmen de Fransa'nın Habsburglara gösterdiği düşmanlıktı. Fakat
Roma yanlısı, "Papanın mutlak yetkisini savunan" bir parti, Guises fraksiyonu
etrafında önem kazanmaya başladı. Ancak 23 Ağustos 1572'de St Barthélémy
Gecesi katliamında yirmi bin Huguenot Paris'te diri diri kesildiğinde, en karan-
lık eylem gerçekleştirilmiş oldu; bundan sonra Papa bir Te Deum duası okuttu
ve İspanya kralı "gülmeye başladı". On yedinci yüzyılda j a n s e n i z m , mücadele
halinde olan aşırılarla Huguen otların partizanlığı karşısında bir çare olarak orta
yolu teklif ediyordu.
MENOCCHı
LESBIA
1622'DE HALKA çok az açık olan bir kilise duruşmasında Kloransalı baş rahibe Be-
nodeıta Carlinı doğal olmayan şeyler yapmakla suçlandı. Mistik vızyonlarıyla övün-
müş. kutsal yara izinin kendinde olduğunu iddia etmiş ve bir cinsel suç yüzünden
kuşku uyandırmıştı. Mahkeme sonucu rütbesi indirildi ve kırk beş yılını hapisle ge-
çirdi.
ö n d e g e l d i Amerikalı bir yayıncı 198,Vıe halkın çok daha ilgisini çekerek Rö-
nesans kalyasında l.czbiyen Bir Rahibe adında bir kitapla duruşmanın hikâyesini
yeniden ele aldı. Ne yazık ki duruşma notları kitabın başlığının ima ettiklerine pek
uymuyordu. Rönesans sonrası Engizisyon mahkemesi üyeleri sanığın dini inançları
üzerinde odaklanmışlardı. Yalnızca le/biyen "yaşam tarzının" korkutucu ayrıntıları-
nı vurgulamada başarısız değillerdi, aynı zamanda sadecc ilgilerini çekmemişti. Ha-
yal kırıklığına uğrayan bir eleştirmen, erkeklerin ancak şimdiki yüzyılda lezbiyenliğı
anlayabildiği y o r u m u n d a bulundu. Aynı zamanda anlamı güçlendirmek için karşıt
sözcükleri bir araya getirdiği belli olan "lezbiyen rahibe" terimi kolaylıkla merak
çekmekle... ve belirli sayıda satışı garanti etmektedir." 2
Gerçekten de geçmişin standartlarıyla günümüzün standartları arasındaki zıt-
lığı vurgulamak tarihçilerin görevidir. Bazıları bu görevi bilinçli olarak, bazıları da
şans eseri yerine getirmekledir.
Avrupa'nın deniz aşırı ülkeleri Kolomb veya Karayiplerle başlayan bir konu
değildir. Kutsal Toprakların haçlı krallıklarında yaşanan bir deneyim zaten es-
ki tarihe karışmıştı. Bir diğeri olan Kanarya Adaları ise yetmiş yıldır gelişmek-
leydi. Ancak uzak adalarla bir kez temas kurulmasından sonra, Avrupalılar
hep daha fazla sayıdaki girişimlerle deniz aşırı ülkelere yelken açtılar. Ticaret
yapmak, ganimet toplamak, fethetmek için veya dinsel nedenlerle yolcuklar
yaptılar. Birçokları için bunlar farklı ırklardan insanlarla ilk kez karşılaşmala-
rını sağlıyordu. Fethedilen ülkelerde yaşayanlar üzerindeki taleplerini geçerli
kılmak için İspanyol krallarının ilk önce Avrupalı olmayanların da insan oldu-
ğu fikrini aşılamaları gerekti. Fatihlerin bütün yerli halklara okumak zorunda
olduğu 1512 tarihli Şartname'ye göre: "Efendimiz, Tanrımız, Yaşayan ve Son-
suz olan, Cenneti ve dünyayı ve sizin ve benim ve dünyadaki tüm insanların
ataları olan bir erkek ve bir kadını yarattı..." 2 1 Bu düşünceyi onaylamak için
Papa III. Paulus 1537'de "bütün Kızılderililerin sadece Katolik inancını anla-
makla kalmayan, fakat aynı zamanda bu inanca sahip olmak için gittikçe artan
bir istek duyan gerçek insanlar olduğu" hükmünü ilan etti 2 2 İGONCALVEZI.
ilk keşif seferleri devam etti ve genişletildi. Batıda dördüncü büyük bir
kıtanın olduğu inancı Kolomb'un Palos'a ilk dönüşünden sonraki yirmi yıl
içinde deneme ve yanılgılarla yavaş yavaş yayıldı. Başarının sorumluluğunun
kime ait olduğu ise şiddetli tartışmalar doğurdu. Kolomb nerelerde dolaştığını
hiç bilmeden üç yolculuk daha yaptı. Bir başka Cenovalı, Giovanni Caboto
(John Cabot, 1 4 5 0 - 1 4 9 8 ) VII. Henri'nin izniyle Mayıs 1497'de Matthew gemi-
siyle Bristol'den yelken açtı ve Çin'in bir bölümü olduğu sandığı Cape Breton
Adasında karaya çıktı. Bir zamanlar Sevilla'da Medicislerin acenteliğini yapan
Floransalı Amerigo Vespucci ( 1 4 5 1 - 1 5 1 2 ) 1497 ile 1504 tarihleri arasında üç
ya da dört kez Atlantik ötesi yolculuk yaptı. Bundan sonra ispanya'nın "Şef Pi-
lot"u ya da piloto mayor unvanını kazandı. Doğru ya da yanlış bir şekilde dör-
düncü kılanın adını ondan almasının nedeni de buydu. 1513'te kaçak gemi
yolcusu Vasco Nunez de Balbao (ölümü 1519) Panama kıstağını yürüyerek ge-
çerek Pasifik'i gördü. 1519-1522'de Portekizli kaplan Ferdinand Magellan'ın
( 1 4 8 0 - 1 5 2 1 ) önderliğindeki bir ispanyol seferi dünyanın çevresini dolaştı.
Böylece dünyanın yuvarlak, Pasifik ve Atlantiğin ayrı okyanuslar olduğu ve
Amerika'nın ikisinin arasında yer aldığı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ka-
nıtlandı ISYPHILUS],
Yeryüzünün aksi tarafında beşinci bir kıtanın olduğundan bir yüzyıl daha
hiç kuşkulanılmadı. 1605'te Peru'dan kalkan bir İspanyol gemisi ve java'dan
kalkan bir Hollanda gemisi Carpentia Körfezine yelken açtı. Büyük Zuid kıta-
sının veya "Güney Kıtasının" (Avustralya ve Yeni Zelanda) ana hatları Hollan-
dalı denizci Abel Tasman ( 1 6 0 3 - 1 6 5 9 ) tarafından 1642-3'te çizildi.
Yeni kıtaların ticari fırsatlarından en çabuk yararlananlar Portekizlilerdi.
1500'de Brezilya'yı, 1505'te Mauritius'u, 1509'da Sumatra'yı ve 1511 'de Malac-
ca ve "Baharat Adaları"nı (Endonezya) aldılar. Ticaretlerini korumak amacıyla
Hindistan'daki Goa'dan Çin'deki Macao'ya kadar uzanan bir kaleler zinciri
kurdular. İspanyollar ise bunun tam aksine askeri güçlerini kullanmaktan çe-
kinmediler. Çok kısa bir süre önce lberya'yı hâkimiyetleri altına almış olan El
Dorado düşünün büyüsüne kapılan fatihler, şimdi enerjilerini Amerika'nın fet-
hedilmesine yönlendirmişlerdi. 151 l'de Küba'da yerleştiler ve burayı daha
sonraki seferler için bir üs olarak kullandılar. 1519-1520'de Hernando Cortez
( 1 4 8 5 - 1 5 4 7 ) Meksika'daki Aztek imparatorluğunu bir kan denizinde ele geçir-
di. 1520'lerde ve 1530'larda Kosta Rika, Honduras, Guatemeia ve Yeni Graııa-
da'da (Kolombiya ve Venezuela) kalıcı yerleşim birimleri kuruldu. 1532'den
sonra Francisco Pizarro ( 1 4 7 6 - 1 5 4 1 ) Peru'deki lnkaların imparatorluğunu ele
geçirdi.
SYPHILUS
UZUN BİR Z A VI AN boyunca resmi bir adı yoklu. Almanlar. Polonyalılar ve İngilizler
ona "Fransız hastalığı" diyorlardı. Fransızlar ise "Napoli hastalığı" diyorlardı. Napo-
lıler "İspanyol hastalığı". Portekizliler "Kastilya hastalığı" ve Türkler de "Hıristiyan
hastalığı" adını takmışlardı. Bu hastalığı tedavi etmeyi ilk başaranlardan biri olan
Dr. Rtıy Diazde Isla "ispanyol yılanı"' diyordu.
Frengi, Avrupa kıtasına ilk çıkışını l49B'ıe Bareelona'da gerçek leşti rdi. Daha
sonraları Diaz de Isla, Ninu'nın kaptanı Viçeıue Pinzon'tı tedavi ettiğini iddia etli ve
hastalığın Atlantik'i Kolomb'un tayl'alarıyla geçtiği kabul edildi. İster denizcilerle, is-
ter kölelerle ve ister her ikisiyle taşınmış olsun, işgalci Fransız ordusunun karşılan-
dığı zamanlarda !494'te hastalık Napoli'ye ulaştı. Bir sonraki yıl Fransız ücretli as-
kerleri dağıtıldığında, hastalığı beraberlerinde neredeyse tüm Avrupa ülkelerine
taşıdılar. 1495'te İmparator Mavimi Han Tanrı'nın günaha girmeye karşı verdiği ce-
za olarak kabul edilen "Kötü Frengi"ye karşı bir ferman yayımladı. 1496'da Cenevre
kenti frengi barındıran genelevlerini temizlemeye çalıştı. I497'de uzaktaki Fdin-
burg'fa çıkartılan bir kanun hastalığa yakalananları damgalayarak Inctıkeith adası-
na gitmelerini emretti. Voliairc ise daha sonraları VIII. Charles'm İtalya seferi hak-
kında şunları yazdı: "Fransa tüm kazandıklarını kaybetmedi. Frengiyi korudu." 2
Açık olmayan nedenler yüzünden frengiye neden olan npirochct-c mikrobu. Tre-
poneırıa pallıduın. Avrupa'ya ulaştığında çok öldürücü bir form kazandı. Son derece
bulaşıcı frengi çıbanları meydana getirerek, o günlerin yıkanmayan kasıklarında sık
Rrnfllio Rcjtıcsrtnslm ve fie/ormlar, y. J 450-1670 555
İNFANTA
MARTİN DF V00S. Aniuerpcnli yüksek düzeyde bir memur. 1572'de Aııtoorı Ansel-
me için bir aile portresi yaptı. Biri oğullarını diğeri kızlarını intan karı kocayı masa-
da otururken resmeimişii. Tabloda ev sahibinin 9 Şubat 1536'da . karısı Johanna
l looftmans'ın 16 Aralık 154S'ıo. oğulları Acgıdius'un 21 Ağustos 1565'te ve kızları
Johanna'nın 26 Kylül 1566'da doğduğunu ilan eden tomar şeklinde boyanmış bir
yazıt bulunmakladır. Hem çocuklar hem de yelişkinler olmak üzere ayrı ayrı birey-
lerden oluşan modern aile kavramının ortaya çıkmasını göstermektedir. 1
1579'da SanchezCoello, İspanya kralı II. l-clipc'nin on uç yaşındaki kızı İspan-
ya Prensesi (Infama) Isabella'nın bir portresini yaptı. Mücevherli başlığı, kıvrık saç-
ları. uzun yuvarlak yakası, resmi elbisesi ve yiizüklü parmaklarıyla ışıldayan lam
bir küçük hanımdı. Bıı gelenek İspanyol sarayında 1650'lerc ve bir başka lııfanta.
IV. Felipe'nin kızı. Avusturya kraliçesi Margharıla'nın Velazııucz taralından yapılan
ünlü portre serilerine kadar devanı ell i. Burada da yedi ya da sekiz yaşındaki zarif
kız, korseli ve kabarık etekli elbisesi ve bir kadın kuaföründen çıkma Hileleriyle min-
yatür bir hanım olarak gösterilmiştir. O çağda çocuklar hâlâ lam büytimcıııiş. fakat
niteliksel olarak ebeveynlerinden farklı olmayan, boyu daha kısa insanlar olarak dü-
şünü lüyordu 2 (Bkz. 51 no'lu resim).
liskıden ne çekirdek aile ne de çocukluk dönemi birbirinden ayrı bizatihi ilikler
olarak görülüyordu. Bülün kuşaklar büyük evlerde bir arada yaşıyorlardı. Çocuklar
kundak takımından doğrudan yetişkin elbiselerine geçiyorlardı. Kvde yaşayanların
bülün oyunlarına ve l'aaliyeilerıne kanlıyorlardı. Kn zengin sınıflar haricinde tümü
de çok az okula gidiyor veya hiç gitmiyordu ve eğer öğrenim göreceklerse hep bir
arada görüyorlardı. Genellikle yedi ya da sekiz yaşlarında hizmetçi ya da çırak ola-
rak işe konuluyorlardı. Çocuklar arasında o kadar fazla sayıda ölümler oluyordu ki.
herkes onların çabuk büyümesini Islıyordu. Aileler varlıklarını sürdürüyorlardı, fa-
kat bu "sessizlik içinde" oluyordu. Çocukluk da varlığını sürdürüyordu, ancak bu dö-
neme hiçbir özel sıatü lan inmiyor ve mümkün olduğunca hızlı sona erdiriliyordu.
"Çocukluğun keşfedilmesi" on allıncı vc on sekizinci yüzyıllar arasında biçimle-
nen bir süreçti. Bu zamanın kıyafetler inde vc resim, heykel veya oymalarında, oyun-
cakların ve özellikle çocuklar için eğlencelerin icat edilmesinde, değişen ahlak anlayı-
şında ve tavırlarda, hepsinden öte eğitime köklü yeni yaklaşımda izlenebilir.
Ortaçağ çocukları, faaliyetlerini ilk elden gözlemledikleri büyükleriyle birlikte
yaşayarak, yemek yiyerek ve uyuyarak Öğrenmişlerdi. Yetişkin dünyasından yalıtıl-
mamış veya konulmamışlardı. Sadece yüksek sınırlardan gelen oğlanlar okula gidi-
yorlardı ve bunu çok amaçlı ve her yaşlan gelen gruplarla gerçekleştirdiler. Bir oku-
lun sınırlara bölünmesinin ilk örneklerinden biri 1519'da l o n d r a ' d a k ı Sı l ! aul
Okulunda kayıtlara geçti. Yaşa göre gruplandırma vc okulun uzamasıyla, beklenen
disiplinde de büyük artış meydana geldi. Hıristiyan ahlakı, nezaket kuralları ve aşa-
ğılayıcı cezalar yukarıdan zorla uygulatılıyordu. Okula giden oğlanlar yetişkinliğe gi-
den uzatılmış ve aşamalı bir gelişmeyle ilk karşılaşanlar oldular. Genellikle on üç ya-
şında evlenen kızlar ise daha çok allanıp geçiliyorlardı.
Çocukluk masumiyeti akla getirir. Yine de çocuklarda ve onlarla kurulan ilişki-
lerde erdemsizlik eskiden beri doğal kabul edilmiştir. XIII. bouis'nın (doğumu M i d i )
oğlansı davranışları t ü m ayrıntılarıyla saray doktoru Herouard tarafından gözlem-
lendi. Danphin örneğin y a l a k l a mürebbiyesmi ellediği veya "bir asma köprü gibi"
inip kalkan ilk ercksiyonlarını gösterdiği için azarlanmadı. On d ö r l yaşında annesi
tarafından evlendirilerek "tümüyle kırmızı penisıyle". "bir saat kadar sonra dönüp
iki kez becerdiği" gerdek yatağına valırıl m işli. 3
As Vou l.ike li (Nasıl İslersen) adlı oyundaki kendi kendine konuşmada özetlen-
diği gibi "insanın çağlan", Shakespcare'in zamanında açık bir şekilde iyi çizilmiş bir
düzeni izliyordu. Ancak her çağ kuşaklarla ilgili kavramlara kendi kalkışını yapmış-
tır. Eğer çocukluk erken dönem modern Avrupa'da keş feci ı İdiyse, yetişkinlik deGoei-
he'nin H - m t a 1 ' i n d e n sonra Romantikler ve endüstri sonrası çağın "kıdemli vatan-
daşları" tarafından keşfedildi.
Avrupa'nın o zamana dek sımsıkı kapalı ekolojik bir bölge olan Amerika ile et-
kileşimi büyük bir insan, hastalık, bitki ve hayvan değiş tokuşuna neden oldu.
Bu "Kolomb Değiş Tokuşu" kararlı bir şekilde Avrupa' nıtı çıkarma hizmet elti,
Avrupalı koloniciler zorluklara vc mahrumiyete cesurca dayandılar ve bazı
yerlerde düşman "Kızıldeıilerle" savaştılar. Fakat kendilerinin ve silahlarının
neden olduğu katliamlarda verilen kayıplarla karşılaştırıldığında zararları çok
azdı. Bunun bazı yararları oldu, fakat beraberinde birçok yerde nüfusun azal-
ması ve yağmacılığı da getirdi. Avrupa frengiyi aldı; fakat bu hastalığın yol aç-
tığı tahribat yerli Amerikalıların büyük bir kısmını gerçekten yok eden çiçek,
zaiülcenp ve tifüs salgınlarınlanyla karşılaştırılamayacak kadar azdı. Avrupalı-
lar Amerikalılara atları tanıttılar ve karşılığında çok önemli iki besini, patates
ve mısırı; ayrıca evcil kümes hayvanları arasında en önemlisi ve besleyicisi
olan hindiyi aldılar. Patates irlanda'da erken bir tarihle yetiştirilip Almanya,
Polonya ve Rusya'nın başlıca urünu olarak düzenli bir şekilde Kuzey Avru-
pa'da yayıldı. "Amerikan mısırı" ve "Amerikan nadası" olarak bilinen mısır ise
besin değeri azalmış toprağı zenginleştirdi ve hem sırayla farklı ekinler ekil-
mesini hem de hayvan yetiştiriciliğini büyük ölçüde kolaylaştırdı. Mısır, on al-
tıncı yüzyılda Po İrmağı vadisinde gayet iyi yetiştiriliyordu. İklim koşulları
yüz yıl kadar sonra iyileşene dek Alpleri geçmesi engellendi, fakat uzun vade-
de etkisi çok büyüktü. Erken modern dönemin sonunda Avrupa'nın nüfusu-
nun dramatik bir şekilde artışının ardında yatan en önemli etkenlerden biri
olarak Amerikalıların besin kaynağına yaptıkları katkıyı saymak son derece
mantıklıdır 2 3 [SYPHİLUS].
Avrupalıların Amerika'ya gelişlerinin betimlemeleri yakın bir zamanda te-
mel bir revizyondan geçti. Bunlar "Kolomb'un etkisinden arındırıldı." Bir za-
manlar "keşif" olarak anılan şeye artık "karşılaşma" veya "kültürlerin buluş-
ması" deniliyordu. 2 4 Ancak dürüst davranıp buna fetih demek daha doğrudur.
Kolomb'un kendinin de mertebesi düşürüldü. Yaptığı yolculukların önemi Vi-
kinglere veya İrlandalılara ve hatta deri kaplı sepet işi kayıgındaki bir Galliye
devredildi. San Salvador'da (Watling Adası) karaya çıkması Bahamalardaki Sa-
mana Cay olarak değiştirildi. 25 Artık bu "eşsiz denizcinin" acımasız ve doy-
mak bilmez "kolonici bir korsan" veya israil'in kayıp kabilelerinin peşinde yel-
ken açan Donkişotvari bir Yahudi olduğu söyleniyor. 2 " Hatta başka bir kıta
olduğunu, Avrupa'ya daha önce gelen Amerikalı kadınlardan duyduğu bile
söylendi. 2 7 Kolomb'un faaliyetleriyle ilgili kaynaklar yetersiz ve mitler ise çok
fazladır. 28 Amerikanın gerçek kâşifleri Meksika veya Peru fatihlerinin adımla-
rını takip edenler, yani çoğunlukla ne olup bittiğini anlamaya çalışan "dünya-
nın ilk antropologu" Bernardino de Sahagun gibi rahiplerdir. 2 9
Amerika ile ilişki Avrupa kültürüne derin bir etki yaptı. Yeni Dünyaya
ulaşabilenlerle ulaşamayan ülkeler arasında bir uçurum açılmaya başladı. "Fel-
sefe tüccardan doğmuştur. Bilim ise ticaretten. Bundan sonra Avrupa ikiye bö-
lündü. Batı denizle meşguldü. Doğu ise kendi kendiyle." w
İlJt modern loptum daha yakın bir icat olan sınıflarla değil sosyal düzenlerle ve-
ya "mertebelerle" (Latince status, Almanca Stande ve Fransızca etat) izah edili-
yordu. Bu temel sosyal gruplar fonksiyonlarıyla, bu fonksiyonu kolaylaştırmak
için konulan yasal kısıtlamalarla, ayrıcalıklarla ve birlik olmuş kurumlarıyla
tanımlanıyordu. Zenginlik ve gelir sadece ikinci derecede bir rol oynuyordu.
Herhangi bir ailenin hangi mertebeye gireceğinin (ruhban sınıfı dahil) belir-
lenmesinde kalıtım ana ölçüttü.
Soylular, örneğin ortaçağ şövalyelerinin ardılları, askeri fonksiyonları ve
toprak sahipliği ile mallarının idaresi için kendilerine özel haklar tanıyan yasa-
larla tanımlanıyorlardı. Düzenli orduların büyümesiyle bu zümreye özgü olan
asken fonksiyonları azaldı, fakat yönelen kastın belkemiği durumundaki po-
zisyonları değişmeden kaldı. Bölgesel meclisleri aracılığıyla ülkelerinin kırsal
bölgelerindeki yerel politikayı idare ettiler ve genellikle topraklarında yaşayan-
lar üzerinde tam yargılama hakkının tadını çıkardılar. Birçok ülkede ingilte-
re'nin asilzadeleri veya ispanya'nın asilzadeleri gibi üst sınıftan kişiler tarafın-
dan yönetildiler veya Almanya'da olduğu gibi sayısız rütbeye bölündüler.
Kendi kendini yöneten kentler ve kent loncalarının özgürlüğü üzerine inşa
edilen kemli mertebesi de asilzadeler, azatlı köleler ve malı mülkü olmayan
plebler olarak tabakalandırılmıştı. Krallık ayrtcalıklarıyla korunuyorlardı ve
kent duvarları içinde tam yargı yetkisine sahiptiler. Köylüler ise serfleştirilmiş
çoğunluk ve özgür olarak kalan veya sertlikten kurtulma yolunda olan bir
azınlıktan oluşuyorlardı. Serflerin statüleri kilisenin, tahtın ya da soyluların
topraklarında yaşamalarına göre önemli ölçüde değişebiliyordu.
Parçalara ayrılmış birçok yargılama hakkının bir arada bulunması devlet
despotluğu ve dolayısıyla Moskova Çarlığı veya Osmanlı idaresiyle uyuşmu-
yordu. Batı mutlakiyetçiliğini Doğu otokrasisinden oldukça farklı hale getiren
sosyal temel de burada yatıyordu. Daha erken dönemden miras alınan bir dizi
uygulama üzerine inşa edilmişti ve yeniliklere rağmen hâlâ temelde ortaçağ
unsurlarını barındırıyordu. Doğuda olduğu gibi Batıda da bireyler üzerindeki
sosyal kısıtlamalar modern standartlara göre ağırdı. Sadece serfler değil, fakat
herkesin birlik olmuş bir kuruma ait olması ve onun kurallarına itaat etmesi
bekleniyordu. Burckhardı gibi tarihçilerin Rönesans bireyciliğini kutlamaları-
nın temel nedeni, hâkim olan sosyal engeller ve bölünmelerden özgürleşme
yolundaki ilk cılız çabaları memnuniyetle karşılamalarıydı. Michelangelo'nun
zanaatçılar loncasından çıkartılmasında olduğu gibi bir istisna söz konusu ol-
duğunda, bunu ancak bir papa gerçekleştirebiliyordu. 3 1
Avrupa'nın enflasyonla ilk karşılaşması olan jiyal devrimi ilk olarak tefeci-
lerin günahkârlıklarına bağlandı. 1550 lerden itibaren de, Salamanca Üniversi-
tesinin araştırmaları yoluyla İspanyol altınının ve gümüşünün kıta içine akma-
sına bağlandı. "İspanya'yı yoksul yapan" diye yazıyor bir yorumcu, "onun
zenginliğidir". 3 2 Çağdaş tarihçilerin görüşü fiyatların vahşice dalgalanması ve
hükümetlerin bununla başedebilmek için madeni paralarındaki altın veya gü-
müş miktarını tekrar tekrar azaltma çabalarıyla bulansa da, on altıncı yüzyıl-
daki genel eğilimin düzenli fiyat artışı olduğu tümüyle ortadadır. Örneğin ma-
deni para kaynağı kısmen kısıtlı olan Fransa'daki tahıl fiyatları 1600'de 1500'e
göre yedi kat fazlaydı.
Böylece özellikle Batı Avrupa'da yaşamanın maliyeti dramatik bir şekilde
arttı (Bkz. Ek 111 s. 1323). Bunu açıklayan son dönem bilginleri külçe altın ve-
ya gümüşe daha az önem vererek nüfus artışı, toprak açlığı, artan rantlar ve
vergiler üzerinde durdular. On altıncı yüzyılda nüfusu yüz bin ve üzerinde
olan Avrupa'nın beş dev keminin sayısı neredeyse on dörde çıktı: İstanbul,
Napoli, Venedik, Milan, Paris, Roma, Palermo, Messina, Marsilya, Lizbon, Se-
vilya, Antwerpen, Amsterdam ve Moskova Köylüler büyüyen kentlere akın el-
ti; ücretler fiyatların altında kaldı, dilenciler çoğaldı. Toprak sahipleri
kârlarını en yüksek seviyeye çıkardılar ve sürekli olarak gelirlerinin düşen de-
ğeriyle boğuşan hükümetler vergileri artırdılar. Orı yedinci yüzyılın başlarına
kadar çok az rahatlama görüldü.
Fiyat devriminin sosyal sonuçları birçok anlaşmazlığa konu olmuştur. Pa-
ra ekonomisinin genişlemesi özellikle İngiltere ve Hollanda'da toplumsal hare-
ketliliği artırdı. Tüccar burjuvazi büyük ölçüde güçlendi. Kapitalizm kalkış
noktasına ulaştı. Yine de Batıda kentlerin büyümesi Doğu'daki buna koşut
"yeni serdiğin" büyümesiyle yakından bağdaştırıldı. Almanya, Polonya ve Ma-
caristan'daki soylu sınıfı konumlarını güçlendirirken, daha batıda yer alan
benzerleri bir karışıklığın içine itildiler. Dönemi inceleyen ingiliz tarihçileri
orta sınıfın güçlenmekte mi yoksa batmakta mı olduğuna karar verememekte-
dirler. İngiliz İç Savaşı farklı bir şekilde kendine güvenen bir orta sınıfın tah-
rip edilmiş aristokrasiye karşı kendini ileri sürmesine veya fiyat devrimiyle
yoksullaşan bir orta sınıfın umutsuzluğuna bağlanmaktadır 3 3 [CAP-AG].
Burada özellikle ilginç olan ekonomik ve dini gelişmeler arasındaki bağ-
lantılardır. Protestan Reformu her zaman dinsel ve siyasal terimlerle açıklanır-
dı. Ancak "Protestan Ahlakı" ile ticari girişimler arasındaki bağlantıyı fark
eden sadece Marksistler değildir. Max Weber'in Protestan Ahlakı ve Kapilalı'c-
min Ruhu ( 1 9 0 4 ) ve Richard Tawney'in Din ve Kapitalizmin Yükselişi adlı eser-
leri, ayrıntılarında çok eleştirilse de tüm bir yorumcular okuluna esin kaynağı
olmuştur. Zaten kapitalizmin teknisyenlere olduğu kadar ideologlara da ihti-
yacı vardı. Bu anlamda Protestan yazarlar aşırı faizle ilgili derine işlemiş tavır-
lara karşı gelmede hiç kuşkusuz önemli bir rol oynadılar. Ancak bunu tarihçi-
lerin tahmin eniklerinden daha geç bir tarihte yaptılar. Tawney kamı olarak
büyük ölçüde İngiliz Püriteni Richard Baxter'e dayanıyor; Weber ise bir tarih
hatası yaparak on sekizinci yüzyıldaki Amerikalı Benjamin Franklin'e dayanı-
yor. Hollanda devleti ancak 1 6 5 8 yılında tefecilik yaptığı için hiçbir bankacı-
nın Missa'dan atılamayacağı yasasını koydu. Demek ki kuram pekâlâ pratiğin
gerisinde kalmıştı [TEFECİLİK],
Gerçekte kapitalizm Katolik kentlerinde de Protestan kentlerinde olduğu
gibi hızlı gelişti. Augsburglu Fugger ailesi hiç de püriten değildi. Zenginleşme-
sinin nedeni ticaretin ve endüstirinin genişlemesi ve aynı zamanda tüm yıkıcı-
lığına rağmen savaşın mal ve mali hizmetler talebini artırmasıydı. Protestan
ilahiyatçıları kapitalist tekniklerin savunucuları olarak, Protestan kentlerine
akın eden sayısız sığınmacı girişimcilerden daha az etkiliydi.
işte bu göçler yoluyla ortaçağ kapitalizminin tohumları bütün Avrupa'ya
saçıldı. Cenevre'deki en büyük iş adamı, Francesco Turreuini ( 1 5 4 7 - 1 6 2 8 )
L.ucca'dan gelen bir sığınmacıydı, isveç'te Gııstavus Adolphus'un maliyeciliği-
ni ve endüstri yönetimini üstlenen Louis de Geer ( 1 5 8 7 - 1 6 5 2 ) Liege'den geli-
yordu. Sessiz William'in ilk bankeri Marcus Perez ( 1 5 2 7 - 1 5 7 2 ) İspanya'dan
gelen dinini değiştirmiş bir Yahudiydi. 3 4
Çağın askeri değişikliklerinin (şimdi birçok şev gibi bir "Devrim" olarak sı-
nıflandırılmaktadır) uzak menzilli etkileri oldu. Özünde mızrak, tüfek ve geliş-
tirilmiş ağır silahlarla yeni silahların kullanılmasını, profesyonel subayları ve
eğitimcileri gerektiren sistemli eğitimin başlamasını ve sadece en zengin hü-
kümdarların karşılığını ödeyebileceği düzenli orduların büyümesini içeriyordu.
Bir olayın peşinden diğeri geldi. On altı ayak uzunluğundaki İsviçre piya-
de mızrağı, süvari ataklarını durdurmak için uzun zamandır istenen aracı sağ-
ladı. Ancak girdap gibi dönen saldırı hattına karşı koyabilmek için çok k e s i r
bir şekilde dönmesi ve manevra yapması gereken, hareketli bir mızrakçılar ka-
resinde etkili bir şekilde kullanılabiliyordu. İspanyolların keşfettiği gibi en ba-
şarılı şekilde, ateş güçleriyle saldıranları gerçekten yere ytkabilen tüfeklerle bir
arada kullanılıyordu. Ancak tüfeğin kesinliği ve yeniden doldurulma süresi so-
run çıkartıyordu. Sadece bir grup tüfekli, yaylım ateşleri arasında mızrakçılar-
dan oluşan karenin zekice içine ve dışına hareket ederek, bir arada ateş etmek
üzere eğitildiklerinde etkili oluyordu. Bu taktik ilk kez 1512'de Ravenna'da
görülmesine rağmen, yaygın bir şekilde 1560'lardan itibaren Alçak Ülkeler sa-
vaşlarında benimsendi. Mızrakla tüfeğin bileşimi disiplinli profesyonellerin
metaneti ve birlik duygusuyla birlikle özenli talim teknikleri gerektiriyordu.
Mızrak karesine yantt ağır silahların geliştirilmesinde bulundu. Ortaçağ
istihkâmlarının hızla modasının geçmesine neden olan top, artık savaş alanın-
da düşman hatlarında boşluklar açmak için yaygın bir şekilde kullanılıyordu.
Yine de daha çok kullanılan ağır silahlar için karmaşık teknik destek, etkili bir
demir endüstrisi, yüksek kaliteli barut tozu, pahalı nakliye ve profesyonel top-
çulara ihtiyaç vardı.
Deniz savaşlarında topun kalibresinin artması gemilerin boyunun, tonila-
tosunun ve manevra yeteneğinin hızla artmasına neden oldu. Savaş gemileri-
nin yüzen silah platformlarına dönüştürülmesi gerekliydi. Gemilerin hacminin
artması ölçüm aletlerine, doğru astronomik verilere, haritalara ve geliştirilmiş
matematiğe bağlı olan denizcilik bilimini teşvik etti.
Karada ise en çok istihkâm sanatının ağır silah bombardımanın etkilerin-
den nasıl kurtarılacağı sorunu üzerinde duruldu. On altıncı yüzyılın ortaların-
da ortaya çıkan tıace itaîienne, bir yandan topçuların kolayca hedef olmalarını
önlerken, aynı zamanda azalan karşı ateşe kendilerini açan geliştirilmiş bir
hendek, tuzak ve alçak, açılı tabyalar sistemi kurdu. 1568'de italyan mühen-
disleri tarafından bu şekilde saglaml aş tın lan Antwerpen, kuşatma savaşının
üstünlüğünü geri getirecek bir moda başlattı. Ünlü Sebastian le Presıre de Va-
uban'ın ( 1 6 3 3 - 1 7 0 7 ) zamanına gelindiğinde mühendisler ağır silahları kulla-
nanlar üzerinde avantajı tekrar kazanmışlardı. Süvari sınıfı hiçbir zaman yok
olmadı, fakat adapte olmak zorunda kaldı ve gittikçe artan bir şekilde keşif
için tatbikat yapan ve hafif çarpışmalara katılan hafif atlılar, savaş alanı savun-
ması için mızraklı süvariler ve hareketli ateş gücü için ağır süvariler olmak
üzere kararlı alaylara bölündü.
Bu gelişmeleri denetleyen askeri komutanlar bir sürü bilmedikleri tekno-
lojik ve örgütlenmeyle ilgili sorunlarla karşılaştılar. Artık part-time çalışan
soylu askerler yetmiyordu. Maaşlı kariyer memurlarının ortaya çıkmasına pro-
fesyonel askeri ve denizci kasım takviyesi eşlik etti. Askeri kariyerler sadece
eski soyuluların oğulları için değil, aynı zamanda bütün yetenekliler için gele-
cek vaat ediyordu. Bu nedenle yönetenler bu kişilerin eğitilmeleri amacıyla as-
keri akademiler kurmak zorunda kaldılar.
Yönetenler aynı zamanda orduları için yeni gelir kaynakları ve bunların
idaresi için yeni bir bürokrasi bulmak zorundaydılar. Ancak bunu bir kez ger-
çekleştirdiklerinde, soyluların gücünü azaltmak ve emrindekileri itaate zorla-
mak için gücü başkasınınkiyle karşılaştırılamayacak bir politik araca sahip ol-
duklarını anladılar. Askeri devrim olmaksızın modern devlet düşünülemez.
Çakmaklı tüfekten mutlakiyetçiliğe veya deniz havan topundan ticari anlayışa
giden yol dolaysızdır.
Yine de askeri devrim, kuramcı bozuntularının Batı Avrupa'nın çeşitli bö-
lümlerinde yaptıkları bölgesel incelemeleri alıp, tüm kıta için haksız genelle-
melerde bulunmaya eğilimli oldukları bir konudur. Süvari sınıfının piyadelere
olan üstünlüğünü yitirmediği Doğu Avrupa savaş yöntemlerinin her nasılsa
ertelendiği sık sık belirtilir. Ancak durum böyle değildir. Polonya ya da Mos-
kova ordularının Batılı meslektaşlarından ders almaya ihtiyacı yoktu. Kısa bir
süre içinde en son teknolojik ve örgütlenmeyle ilgili gelişmelerle tanıştılar; an-
cak sert bir iklimde doğunun geniş ve boş düzlüklerinde savaşarak Kuzey İtal-
ya veya Hollanda'nın savaş alanlarında bilinmeyen lojistik sorunlarla karşılaş-
tılar. Polonya'nın harika kanatlı süvarileri Balı tarzındaki piyadelerle
karşılaştıklarında, I 6 0 5 ' t e Kircholm'da İsveçlilere karşı yaptıkları gibi feci bir
şekilde hepsini kılıçtan geçirdiler. 1610'da Kluslıino veya 1621'de Chocim'de
doğu tarzı hafif atlı sürüleriyle karşılaştıklarında bu başarılarını tekrarladılar
(Bkz. aşağıda). Aynı zamanda birimlerinin esnek, hücremsi yapısı sayesinde
towarzysze veya süvari "komutanları" daha az uyum yeteneği olan bütün or-
duların parçalandığı düşman topraklarda yem ve yiyecek sağlayabiliyor, çatış-
malara girebiliyor ve varlıklarını sürdürebiliyorlardı. Polonyalılarla karşılaş-
malarında Moskovalılar, çoğu kez kötü anlaşılan Batı yenilikleri yüzünden
birçok kez başarısızlığa uğradılar. Ancak eskiden beri birinci sınıf ağır silahla-
ra sahiptiler; sonunda İsveç'in Poltava üzerindeki askeri hâkimiyetini kıran
Rus ağır silahlarıydı. 3 3
* Orijinal meıinde kitabın adı Lıvy Üzerine Sövkvifr bitiminde geçmektedir. Ancak cs^riıı doğ-
ru adı çeviride verildiği biçimdedir (c.n.).
içinde imparatorlukta kontrolü ele almak için sağlam bir teklifte bulanacak bir
Macar-Avusturya monarşisini kurmanın eşigindeymiş gibi gözüküyordu. An-
cak sonunda ani ölümüyle bütün planlar boşa çıktı. Eğitim görmüş oğlu bir
Jagiellon'a tercih edilerek okuma yazma bilmeyen Macar soyluiartnca redde-
dildi. Artıklar küçük bir gecikmeyle Habsburglar ve Türkler tarafından toplan-
dı. Yağma edilen krallık kütüphanesinin kitapları gibi, Rönesans Macarisıanın-
dan arta kalanlar böylece rüzgârlara saçıldı ÎCORVINA],
Elbette bazı bölgelerde krallık gücünün pekişmesi, birkaç rakip idealden
biri olmanın dışında, mutlakiyelçiliğin gelip çatmasından söz edebileceğimiz
anlamına gelmiyor. Fransa'da kral üzerindeki kısıtlamalar hâlâ o kadar fazlay-
dı ki bilginler, örneğin I. Fraııçois'nın yönetimindeki Fransa hükümetinin "da-
ha isıışari" mi yoksa "daha az ademi merkezi" mi olduğu konusunu uzun
uzun tartışabiliyorlardı. 36 İngiltere'de Tudor monarşisinin kendini kanıtlama-
sından sonra, Stuartların sonraki yönetimi altında kendini kanıtlayan Parle-
menıoydu. Kutsal Roma İmparatorluğunda imparatorluk kurultayı tmpatora
karşı güç kazar. \ P ol on ya - Ut va ny a' da ise cumhuriyetçilik monarşiye karşı
zafer kazandı.
Bude gibi bazı Rönesans bilginlerinin monarşi üzerine görüşlerini oluş-
turmak için Roma imparatorluğunu model aldıkları doğrudur; fakat Piskopos
Goslicki (Goslicius) gibi diğerleri de geriye dönüp Roma Cumhuriyetine bak-
mışlardır. Dönemin en çok etki yapan siyasi araştırmalarından biri olan Jean
Bodin'in yazdığı De Ia Republique* ( 1 5 7 7 ) kurumsal monarşiyi yeğlerken, Tho-
mas Hobbes'in yazdığı Leviöfîıan ( 1 6 5 0 ) mutlakiyetçiligi yeğlemek için sözleş-
me kuramını ilginç bir şekilde kullandı. Hobbes fazla kanıt göstermeksizin,
kralların sınırsız haklarını geçmişte belirsiz bir zamanda emrindekilerin gö-
nüllü olarak kendi haklarından vazgeçmelerine borçlu olduğunu ileri sürdü.
Sonuç olarak ortaya çıkan Leviathan, "insanlardan oluşmuş canavar" (kendi
modern devlet benzetmesi) üzüntü duyulacak bir gereklilikti:
İnsanların kendilerini korku içinde tutan ortak bir güç olmadan yaşadıkları za-
manlarda,... her insanın her insana düşman olduğu savaş denen durumda bulu-
nurlar. Bu tür bir durumda endüstriye,... denizciliğe,... sanata, edebiyaıa, topluma
ve... vahşi ölümün sürekli korkusuna yer yoktur; insanın yasamı yalnız, yoksul,
kirli, zalimce ve kısadır.
* Orijinal metinde böyle verilmesine karşılık, Bodin'in eserinin asıl adı Les 5« Lhres de la
RtyuMiıjue'tır (e.vı.).
CORVINA
Diplomasi, ticari zihniyet gibi devlet gücünün artmasına bir tepki olarak doğ-
du. Geçmişte hükümdarlar her görev sona erdiğinde elçilerini geri çağırmak-
tan hoşnuttular. On beşinci yüzyılda papalık kentleri ve diğer İtalyan kentleri
Venedik'in peşinden gelene kadar, Venedik kalıcı bir yurtdışı elçiler sistemini
sürdüren tek yerdi. Ancak 1500'lerden itibaren hükümdarlar, yavaş yavaş sü-
rekli elçiler atamayı statü ve bağımsızlıklarının bir işareti olarak görmeye baş-
ladılar. Ayrıca ticari ve siyasi haber almanın gelişmesine de değer veriyorlardı.
Bu alandaki ilklerden biri, St J a m e s sarayı nezdindeki elçilik kurulu önce Dr.
Gondesalvi de Puebla'nın ( 1 4 8 7 ) , sonra da bir kadının (Galler prensesi ve kra-
lın kızı Catherine d'Aragon) başkanlığında kurulan Katolik Ferdinando ol-
muştur. Ayrıca Fransa kralı I. François da, 1526'dan sonra Babıâli nezdindeki
de dahil olmak üzere kapsamlı bir diplomatik birim kuran ilk hükümdardır.
Böylece kısa bir süre içinde her önemli sarayın ve başkentin kordiploma-
tiği oldu. Belirli derecede tehlikeli koşullarda yaşayan diplomatlar çok çabuk
bir şekilde dokunulmazlık, devlet ilişkileri, diğer ülkelerin kanunları, güven
ve önce gelme gibi konularda gerekli kuralları oluşturdular. Papa 1515'te pa-
palık elçisinin grubun en kıdemli üyesi sayılacağı, imparatorluk elçisinin mes-
lekdaşlarından önce geleceği ve diğer tüm elçilere ülkelerinin Hıristiyanlığı
kabul etme tarihine göre kıdem verileceği kanunu koydu. Ancak pratikte bu
Renal io.1 Roues «uslar vc Re/omilar, y. 14^0-1670 567
DOLAR
lını laral'ıntlan 1936'da Habeşistan'ın işgalini finanse etmek için vc İngilizler tarafın-
dan da Bombay'dı 1 basıldı. İki yüzyıl sonra uluslararası bir para birimi olarak balen
Asya'nın bazı bölgelerinde tedavüldedir. 2
Dolar l7B7'de ABD'nın ve 1871 \1e Kanada'nın para birimi olarak kabul edil-
di. Ancak şu anda Avrupa'nın para birimleri arasında yer almamakladır.
ORANGE
imparator 11. Rudolf gerçekten de müthiş bir gariplik yaparak Prag'la bir mec-
lis topladı. Zamanın en parlak sanatçılarından ve bilim adamlarından oluşan
seçilmiş yandaşları, doğal ve doğaüstü olanı günlük araştırmalarının bir parça-
sı olarak kabul eden insanlardı. Kepler, Brahe, Campıon ve Bruno'dan ayrı ola-
rak, Giuseppe Arcimboldo ( 1 5 3 7 - 1 5 9 3 ) sürrealist resmin kurucusu olarak ve
ilüzyonisı ve opera tasarımcısı Cornelius Drebber ( 1 5 7 2 - 1 6 3 3 ) devridaim ma-
kinesinin mucidi olarak ün kazandı. Londra'yı ziyaret eden Drebber, 1. James'e
bir mil uzaklıktan kitapları okuyabilen bir teleskop yapma sözü verdi. Tıpkı
Rudolf un kendisinin Kısasa Kısas'taki D ü k e esin kaynağı olabileceği gibi,
Shakespeare'in Fırtına'stndakı "kendini gizli bilimlere vermiş" Prospero için
model olduğu düşünülmektedir. 4 - Rudolfuıı müthiş sanat kolleksiyonu Otuz
Rlihiüo: Rönesunstar ve Reformlar, y 1450-1670 573
Yıl Savaşlarının son devrelerinde İsveç ordusunun sıratejik hedefi haline geldi
[SİMYA] [OPERA],
İspanya görkemden çöküşe bir yüzyıldan biraz fazla bir zaman içinde geç-
li. "Birkaç muhteşem on yıl boyunca İspanya dünyadaki en büyük güç" ve
"Avrupa'nın herkesten önemli efendisi o l a c a k t ı . " 4 3 V. Charles/1. Carlos'un
( 1 5 1 6 - 1 5 5 6 ) yönetiminde Amerikan allının Avrupa'ya getirilmesiyle Avrtı-
pa'daki en iyi ordunun koruması arasında açık bir ilişki olduğunu kanıtlaya-
rak crucero, conquistadores ve lercio çağını yaşadı. 11. Felipe'nin ( 1 5 5 6 - 1 5 9 8 )
yöneliminde iç direniş, Fransa ve ingiltere'nin düşmanlığı ve Alçak Ülkeler is-
yanıyla el altından mahvedilene kadar siyasi ve kültürel gücünün doruğunda
kaldı. Felipe'nin vârislerinin yöneliminde (111. Felipe ( 1 5 9 8 - 1 6 2 1 ) , IV, Felipe
( 1 6 2 1 - 1 6 6 5 ) ve geri zekâlı II. Carlos ( 1 6 6 5 - 1 7 0 0 ) ) balan hanedanın, soylula-
rın hizipleşmesinin ve Oluz Yıl Savaşlarına katılmasının zayıüaııcı etkilerin-
den hiçbir zaman kurtulamadı. Çöküş o kadar aniydi ki ispanyolların kendile-
ri bile "ilk başarının bir engano, yani ilüzyondan başka bir şey olup olmadığı"
merak ediyorlardı 4 4 [ F L A M E N K O l -
SİMYA
çalışmaya dalmış II. Polipe. çeşitli geniş dominyonlarının asla l'/.ln vermeyeceği ruha-
ni vc idari birliği uygulatmaya çalıştı. İlci iane paralel konsey aracılığıyla yönetti: bir
ianesi icmel sıyascı konuları, diğeri ise allı ana bölgesel birimin yönetimiyle meşgul-
dü. Babasının kası.ılyn. Aragotı. Iıalya. Bıırgonya ve Amerika miraslarına ek olarak.
1330'de annesinin geniş Portekiz, mirasını da devraldı. Çcşiılı Diyetlerin haklarına
önem vermemesi Aragoniti Jtısıtzar'm asılmasıyla doruk noktasına ulaşlı. Yine de
"bir monarşi, bir imparatorluk, bir kılıç" dıişıi Kralın nasıl trabajar para el puehlo
yapılacağını, yanı "balkı için nasıl çalışacağını" en iyi bildiği bahanesiyle durmaksı-
zın k o v a l a n d ı 4 5
OPERA
BIvSTKCİSİ ona a favola in ımısıea, ''müzikleştirilmiş bir l'abl" adını verdi, l-'.ski Yu-
nan tiyatrosunun bir lakliti olarak düşünüldü ve Mantova'daki Aecademia deglı In-
vaglnii önünde, muhtemelen Gonzagaların dukalık sarayında yer alan Nehirler Gale-
risinde Şubat 10()7Vlc sahnelendi. Beş perdesi enstrümenlal ara faslı vc resila-
liflerle bağlantılı bir dizi madrigal (çoğunlukla çalgısız olarak çeşitli perdelerde bir-
kaç sesle söylenen şarkı) grup ve danstan oluşuyordu. Operanın güllesi şair Ales-
sandro Slriggio tarafından yazılmıştı. Cehennemi sahnelerin müziği trombonlarla,
kırları ve çobanları içeren sahneleri de flütlerle ve ['lavtalarla çalınıyordu. III Perde-
nin sonundaki büyük tenor aryası "Posscnte spino" \\e. opera doruk noktasına ulaşı-
yordu "Repertuardaki ilk geçerli opera" Claııdio Vlontereverdi'nin (Mco'sıı idi. 1
Son dönem Rönesans Italyasıııdaki saray eğlencelerinde ortaya çıkmasından
sonra müziği, laik tiyatroyu ve müthiş manzaraları birleştiren opera tarzı birçok
devreden geçti. Kn verimli savunucusu sekiz yüz opare güftesinin yazarı Pıetro \lc-
tastasio (1098-17821 olan opera seria, klasik ve tarihi konulara adanmıştı. Bunun
yanı sıra fars şeklinde opera, opera eomique\cn operete ve müzikli komedilere dek
uzanan uzun süreli hafif eğlence geleneğini başlattı. On sekizinci yüzyılın sonlarında
başlayan ciddi konulu opera Viyana, lialyan. I-Yansız. Alman ve Rus okullarında do-
ruğa ulaştı. Romantik milliyetçilik ise önemli bir bileşen oldu. Kıı yüksek şöhretler
Verdi ve Puecini'nin âşıkları ve Kıchard VVagncr'ın fanatik yardımcıları arasında tar-
tışma konusu oldu. Berg'in Wom:ck'i (192f>). Brıtten'in Pel-er Grimesi (19dâ) ve
Stravinsky'nin -\htaksim İlerlemesi {]',-)?> \ ) dahil zengin bir kategorinin öncüsü olan
modern opera, Debııssy'nin Pelleas et Melisande't (1902) ile başladı. (Bkz. 13; III s.
1338) [SUSANINI |TRISTAN|.
Orpheus teması birçok kez bestecilere esin kaynağı oldu Jacopo Peri'ııin Klo-
ransa'ya özgü sahne oyunu (akıörler maske giymektedir). Vlontevcrdi'nin Vlani.o-
va'daki prodüksiyonunu haber veriyordu. Glııck'ıın Orpheus er Kurydıee'ı (1 7(32)
klasik repertuvarı açtı. OlTenbach'm Orpheus Cehennemde'si1" (1858) s u m d a n ope-
retlerin en neşelilerinden biridir. Luciano Berin'nıın Operası ise (1971) geleneksel
hiköyevi seri halindeki partim rlarla aktarır
PLAMENKO
* tngilızceyc Orpheus in tJıe Underworld olarak çevrilen bu operanın özgün Fransızca adı Orphc-
ııs ıitıt Krı/cıs'dir (Orpheus Cehennemde) (e n ).
Rem«iti Roneşmıskı ve Re/onu (ar. y. 1450-1670 577
PICARO
John G a v ' i n sansasyonel hır şekildi 1 popüler olan 1728 l a r i h l ı Dilenci Operası adlı
kitabıyla d o r u k noktasına ulaştı. 1
Serserilerle külhanbeylerinı konıı alan edebiyat açıkça yaygın t o p l u m s a l koşul-
lara bir lepkiydi. Serserilik ve dilencilik, ortaçağın o r m a n l a r d a y a ş a y a n kamın ka-
çaklarıyla 011 dokuzuncu yüzyılın alay leşkıl eden kentli y o k s u l l a r ı arasında orta
noktada kaian bfıyıık bir sosyal boşluğu d o l d u r u y o r d t ı . I lıyerarşık kırsal kesim top-
l u m u n u n dağılmasıyla o r t a y a çıktı ve son dereee yetersiz yasa uygulamasıyla kor-
kunç cezalan bir a r a y a getiren bir sosyal politikayla teşvik edildi. Kadınlar ve erkek-
ler sürüler halinde sokaklara döküldüler: çünkü işsizdiler, adaletten kaçıyorlardı ve
hepsinden öle serilerin. uşakların bunaltıcı, bağımlı statülerinden kaçmaya can alı-
y o r l a r d ı . / t e c o vahşi fakat özgürdü.
Serseriler sayıca fazla oluşlarında ve kendilerine a i l sosyal hiyerarşilerde ko-
r u n m a a r a d ı l a r . Aileleri ve çocuklarıyla g r u p l a r halinde yolculuk eltiler ve bazıları
da yalnızca acıma u y a n d ı r m a k için çocuk yaptılar. İ l e r b i n kendi yöneticileri ve ko-
r u y u c u l a r ı olan yankesici, hırsız, ev soyguncusu, seyyar satıcı, dilenci, gerçek ve
sahte s a k a l l a r , hokkabaz, eğlence ustası, falcı, s e y y a r kalaycı, fahişe, çamaşırcı ka-
tlın. vaiz ve mi.ızisyen loncalarında toplandılar. Matta roıwdsch veya y.argon olarak
bilmen kendi gizli dillerini hile y a r a t t ı l a r . " K r a l l a r ı n ı " ve "kraliçelerini" seçtikleri top-
lantılar ve " p a r l a m e n t o l a r " için zaman z a m a n bir a r a y a geldiler ve çingene kabilele-
ri ve ücretleri ödenmeyen askerlerle aynı yolları paylaştılar:
VALTELL1NA
TEMMUZ 162()'DK tızak Alp vadisi Valtlin'deki Valtellina'da kanlı bir soykırım ger-
çekleşti. Vadideki Katolik hizip Protestan komşularına saldırdı ve Milano'dan gelen
İspanyol birliğinin yardımıyla yakalayabildiği herkesi öldürdü. Otuz Yıl Savaşlarının
başlangıcında meydana gelen bu l ' e M n e r m o r d çeşitli güçleri Valtellına'nın stratejik
potansiyeli konusunda uyardı.
Valtelline. ana Alpler dağ sırasının Bern ma bölümünün güney tarafından yer
alır. Adda Nehri tarafından oluşturulmuşun' ve Corno Gölünün ucundan doğuya doğ-
ru 120 kırı. boyunca uzanır; sonra kuzeydoğuya dönerek Bormio'daki eski Roma
kaplıcasına gelir. Önemli bir yan vadi oları Val dı Posehiavo. kuzey yönünde Bcrnia
Geçil i üzerinden St Morilz'c uzanır Ana vadi ise Stelvıo Ge.çitı ya da Siill'serjoch
Reıidfio. Röiiesanslrt» ve Re/ormlar, y. i 450-1670 581
(3.000 m.) üzerinden Güney Tyrol'e varır. 1 5 2 0 ' d c Ana yolun kıızey-güney haltını
geçerek. Val di Posehiavo'yy ve Val Vamonica'nin içine uzandığı nokıada. Viadonna
: dı T i r a n o türbesi yapıldı. 1 6 0 3 ' t e C o m o Golünden itibaren vadinin girişini k o n t r o l cl-
: nıek için bir İspanyol kalesi inşa edildi. Adda'nın güneşli kuzey l a r a ç a l a r ı n d a k i köy-
ler şeridi kestaneleri. ırıeirlerı. balları ve a r o m a l ı k "Retıco" şarabıyla ü n l ü d ü r ' (Bkz.
Kk III s. 1279).
Aneak önemli olan siyası coğrafyaydı. 1600'lerde A l p l e r i geçen yolların nere-
deyse t ü m ü Savoie Dükii. İsviçre k o n f e d e r a s y o n u veya Venedik C u m h u r i y e t i tarafın-
dan k o n t r o l ediliyordu, \ v u s l u r y a l l a b s b u r g l a r ı l i a l y a ' d a k i İspanyol a k r a b a l a r ı n ı n
desteğini islediklerinde Valtelline, l l a b s b u r g bölgesinin İki ana bloğu arasında tek
bağımsız koridor olmuşitı. Aslında İspanya ve Alçak Ülkeler a r a s ı n d a k i deniz yolları-
nın gittikçe daha fazla Hollanda ve İngiliz savaş gemileriyle tehdit edilmesinden bu
yana. ValLellina İspanya ve İspanyol k a l y a s ı n d a n İ m p a r a t o r l u ğ a altın ve ganimetleri
göndermek için en son güvenli yol haline geldi, l l a b s b u r g l a r ı n temel siyasetlerinin
şah d a m a r ı y d ı .
Viııe de y ü r ü y e n mızraklı asker kıtaları ve sekizlik sikkelerle y ü k l ü katır kon-
v o y l a r ı saldırıya son derece açık kaldı. Çoğunluğu Kalvinizme dönen bölgenm yerli
s a k i n l e r i t a r a f ı n d a n hoş k a r ş ı l a n m ı y o r l a r d ı : Val di Poselıiavo'yu elinde tutan İsviçre
Graubuııden Birliği veya G r i s o n l a r m d o ğ r u d a n saldırısına açıktılar vc karmaşık
mülk sahipliği anlaşmazlıklarının değişen kader rüzgârlarının eıkisi a l ı m d a y d ı l a r .
Milanolu Viseonti Dükleri ve Chıır piskoposları arasındaki ortaçağ t a r t ı ş m a l a r yü-
zünden, hem l l a b s b t ı r g l a r hem de Grisonlar Vallellina'da toprak hakkı m i r a s almış-
lardı. Bu o l a y l a r ı n dışında k a l m a m a k için Fransızlar da C h a r l e m a n g e ' m Valtellına'yı
ebediyen St Deniş Manastırına bağışladığını iddia etliler.
1620'den sonra vadi Riclıelieu'nüıı Venedik, İsviçre ve Savoie ile y ü r ü t t ü ğ ü
d i p l o m a s i n i n odak noktası oldu. Bundan sonraki y i r m i yıl içinde beş kez Fransız ve
İspanyol garnizonlarının yer değiştirmesini gördü. 1023 ve I 6 2 7 ' d e t a h k i m sonucu
papalık güçlerine teslim edileli. 1623-1625'le G r i s o n l a r m eline geçti. 1633 ve 1635-
1637'de HtıgucnoL Kohan Dükü öncülüğündeki Fransız güçleri t a r a f ı n d a n alındı. An-
cak Fransızlar Protestan dostlarını o kadar gücendirdiler ki. yerel bir papaz. Gcorgc
Jenalsch tarar değiştirdi. İspanyolları kente çağırdı ve vadi Roma Katolikliğine dön-
dü. Bundan sonra Ren Nehrine el k o y m u ş Fransızlar, Valtellina'yı güven içinde Kato-
lik ve sonuçta İtalyan kaderiyle baş başa b ı r a k a b i l i r l e r d i . Bir kuşak suren kargaşa-
dan sonra, v a d i eski şarap üreticiliğine geri d ö n d ü ve Sassella, G r u m c l l o . Valgella.
Monlagna ve turuncu renkli sofralık şarap Sl'ıırzat'ı üretmeye d e v a m etli.
BATAVIA
Burada dünya çapında yaptığı işlerde Tann'nııı lütluyla pek çok bolluk gören ve otuz \ıl
iyinde (»nuru hariç) yüz elli tun guldenin üzerinde para kaybeden tüccar Isaac le Vlalre
yatıyor, 30 Kyliil 1C2-Tte bir Hıristiyan olarak (>l(tii.:!
ALCOFRIBAS
IlSKİ RAİ IIP. eski hukukçu ve hekim Prançoıs Rabelaıs'nin eserleri erken d ö n e m mo-
d e r n A v r u p a ' n ı n sunabildiği en zengin edebiyat ve t a r i h hazinelerinden b i r i n i oluştu-
rur. Ancak t u h a f oluşları, hoşgörüsüz bir çağın kuşkularını uyandırdı ve ilk olarak
harflerin sırası değiştirilerek yapılmış bir t a k m a adla Alcofribas Nasier adı altında
basıldı, btıcien Kebvrc ve M i k h a i l B a k l h i n ' ı n incelemeleri bu eserlerin bilginlerin ilgi-
sini hâlâ geniş ölçüde çektiklerini göstermekledir
Annales'in ortak kurucusu Pebvre. Rabelais uzmanlarının Panıagruel ve Gar-
ganıua'nın mucidinin gizli ve partizan bir ateist olduğu inancına d a y a n d ı k l a r ı n ı öğ-
rendikten sonra R a be la ıs'ye ilgi duydu. Tek k u r a l ı Fa ıs ce que voudrais ("Canın ııe
istiyorsa onu yap") olan Ttıeleme t o p l u l u ğ u n u icat e m i ğ i n e göre. kimse Rabelais'nin
geleneksel bir dini d ü ş ü n ü r olduğunu iddia edemezdi. Öte y a n d a n onu Hıristiyanlık-
Remi( i o; Röııesanslarvc Refortniar. y. İ450-1670 585
i
; lan s a p m a k l a suçlamak ciridi bir işli. Buna y a m ı olarak K e b i r e " k o l c k l i i z ı y ı ı i y e f i n
| en bıivuk incelemelerinden b i r i n i gerçekleşıirdi-. Le Probleme de l'ineroyunee au.v
A l f svrt'/c(1942). Büı.ün s k a n d a l suçlamalarını v e m ü m k ü n olan her sıradışı inanç
kaynağım radikal Protestanlık. bilim, lelsele ve gizil bilgileri incelediki.cn sonra, Ra-
i belais'nın "inanmak isleyen bir yüzyılın" "derin dindarlığını" paylaştığı sonucuna
vardı. 1
Seçkin bir Rus Dosloycvski uzmanı olan Bakllıın. Rebalais'yi psikolojik açıdan
inceledi. Rabelais saygısızca g ü r ü l t ü l ü kahkahalarla g ü l m e usıası olarak ün salmıştı
|NEZ|. Ancak kendisi bu daha derin aleme gülmenin gözyaşlarına karıştığı bir nokta-
da girer. Bu yüzden Baki hin. Rabelais'nin ünlü "gülmek insanlığın i şa r e l i d i r " öner-
mesi üzerinde y o ğ u n l a ş a n bir hipotez o r t a y a allı. "Gülmek insanidir, insan olmak
g ü l m e k t i r . " .Wict/x esi, de rirc que de larınes ecrire. Pour ee que rirc est fe pmpıv de
: l'homme.
; Ancak B a k i n i n modern uygarlığın, özelliklerin bu en insani olanını ciddi bir bi-
I çimde bastırdığından k u ş k u l a n m a k l a d ı r . Rebalais'niıı çağından sonra A v r u p a l ı l a r o
karlar çekingen leştiler ki, sadece değersiz şeylere g ü l ü y o r l a r . Aslında neyin gülmeye
1 değer olduğunu a r l ı k b i l m i y o r l a r . Bu Michel Foııcaull'nun t o p l u m s a l çözümlemesine
koşut son derece k a r a m s a r bir görüştür. Burada insan Rabelais'nin gerçekten insan
olan son A v r u p a l ı o l u p olmadığını merak etmekten kendini alamıyor" |CARITAS|.
NEZ
Sonra İngiliz şu işareti yapiı. Tümüyle açık olan sol elini lıavaysı kaldırdı ve şuura... ani-
den diiri. parmağım kapattı: tamamen uzatılmış başparmağım burnunun kıkırdağına
bastırdı. Sonra lijmüylc açık safi elini kaldırdı \e başparmağını sol elinin küçük parmağı-
rıııı yarıma koydu vı; durl sag el parmağını yavaşça havada hareke! euırdl. Sonra tam
karşıt Pir davranışla sol eliyle yaptıklarını sag eliyle \e sag eliyle yanlıklarını sol eliyle
yaptı.
Son zamanlarda yapılmış bir incelemeye göre "burna baş parmağını bastırmak" ya
da "umursamazlıkla başını vana çevirmek" tıirn Avrupa'da el hareketleri içinde en
yaygın olanıdır. Bir alay cime durumu olduğunu iletir. Fransa'da le pied de nez ya
da "aptalın burnu". İtalya'da mararnco ya da "miyavlamak", Almanya'da die lange
Nase (uzun burun), Portekiz'de as locar Iromfelc. "trompet ül'lemek", Sırbistan-
Hırvatistan'da sviri ti svode. 'Tlıiı çalmak" olarak bilinir. Hepsinin de önemli bölge-
sel ve değişik kapsamlı varyasyonları olan Fingertips Kiss, Temple Screw. Hyclid
Pull. Fore-arm Jerk. Ring. Fig. Nose tap ve l'-ışard/'nden daha yaygın ve daha az
muğlaktır.'
Sadece Avrupa'ya veya Hıristiyanlığa özgii bir el hareketleri kültürü olup ol-
madığı tartışılabilir. Ancak hareketlerin zamanla değiştiğinden kuşku duyulamaz.
Çin'de saygı ifadesi olarak diz çöküp alınlarını yere dokundurmayı resmen reddeden
İngilizler, daha kolay cinsiyetsiz ve sınıfsız selamlaşma biçimi olarak el sıkışmayı
icat ederek, on sekizinci yüzyılın sonlarında evde baş eğerek selamlaşmayı bırakır
lar. 1857'dc bir centilmenin eli kendisine uzandığında Madame Bovary 71 t'anglaıse
do/ıc" dedi. Ancak yirminci yüzyılda kıtanın diğer bölümleri rut in halinde uygular-
ken. İngilizler el sıkışmayı sık sık redderek inatla ketumla şu lar.- Onlar şimdi baş eğ-
meye, her ıkı cinsi de kucaklamaya ve halk içinde el öpmeye hep hazır oluşları iki
dünya savaşı, modernleşme, faşizm ve hatta komünizme bile dayanan Polonyalılara
nazaran. Avrupa yelpazesinin karşı tarafından yer almaktadırlar.
TORMENTA
ON ALTINCI yüzyıl Parıs'indeki Yaz Ortası fuarında kedi yakmak hep ilgi çeken bir
lıarakelLİ. Büyük bir sahne kuruluyor ve böylece birkaç düzine kedinin bulunduğu
büyük bir ağ alttaki şenlik ateşine indiriliyordu. Kralların ve kraliçelerin de dahil ol-
dukları izleyiciler, acı içinde bağıran hayvanlar yanıp, kızarır ve sonunda karbonla-
şırken gülmekten yerlere yatıyorlardı. Belli kı zalimlik komik bulunu yordu.' Horoz
döğüşü. ayının üzerine köpek saldırtmak. boğa güreşi ve tilki avcılığı dahil Avru-
pa'nın daha geleneksel sporları arasında kendi rolünü oynadı |LUDl|.
İki yüzyıl sonra. 2 Mart 1757'de R o b e n Françols Damiens Paris'le "onurlu ce-
zalar" almaya mahkûm e d i l d i
Üstündeki gömleğin dışında çıplak durumda, elinde yanan hal mum undan bir meşale,
özel suçlu arabasının içinde getirildi. Darağacı Place de Grave'de. bulunuyordu Göğsün-
den. kollarından, kalçalarından ve baldırlarından kıskaçlanırıış durumda, yüklenen suçu
R e m i l IO K o n ç s u n s l a r ve R e / o m ı l ö r , y. J 4 5 0 - / 6 7 0 587
işlediği sag elinde bıçağı tutarak sülfürle dinilen yakılacak, organları kaynayan yafi. eri-
miş karşım ve jarıan reçineye batırılacak ve sonra vücudu yanıp, kul haline gelerek rüz-
gara saçılmadan imce dorı al tarafından parçalanacaktı.
Ateş yakıldığında ısı o kadar zayıftı ki. sadece bir elin arkasındaki deri hasar gör-
dü. l-'akaı sonra güçlü ve adelelı adam olaıı rellaılardan hırı. her lıiri 1.3 ful uzunluğun-
daki meral kıskaçları kapn ve döndürüp çevirerek elinden tjıryufc parçalar kopardı ve ak-
kor halindeki hır kaşıkla ıslatılan yaralar açtı.
Kliııde yanar lıalde bulunan ıkı libre ağırlığındaki bir meşaleyi taşıyarak, üzerinde
bir gömlekten lıaşka hır şey olmadığı lıalde. iki tekerlekli bir yük arabasında götürülecek
ve burada kurulmuş olan dyı ağarına çıkartılarak memeleri, kolları, kalçaları, baldırları
kızgın kerpetenle çekilerek, babasını (kralı) öldürdüğü bıçağı sag elinde tutarak ve kerpe-
tenle çekilen yerlerine erimiş kurşun, kaynar yag. kaynar reçine ve birlikte eritilen bal-
mumu ile kükiirt dökülecek, sonra da bedeni dört ala çektirilerek parçalatılacak ve vücu-
du ateşte yakılacak, kül haline getirilecek ve bu küller rüzgara savrulacakiır.
... ateş u kadar harsızdı ki, yalnızca ellerinin iist derisi biraz zarar gördü. Sonra kol-
larını dirseklerine karlar sıvamış bir işkenceci, bu iş için özel olarak yapılmış yaklaşık
bir buçuk ayak uzunluğundaki kerpetenle, önce onun sağ baldırını, sonra sag kolunun iç
kesimlerini, sonra da memelerini çekti, liu işkenceci gürbüz ve güçlü olmasına rağmen,
kerpetenin içme aldığı et parçalarını çekmekte çok zorlanıyordu, bunları kerpetenle iki
üç kere tutup bırakıyor ve kopardığı parçaların her biri altı liralık bir ekü büyüklüğünde
bir yara açıyordu.*
Çığlıkları arasında Daırıieııs tekrar tekrar şöyle bağırdı: "Tanrım, acı bana!" ve "Lsa
bana yardım eti" Seyirciler Damiens'i hiç vakit geçirmeksizin tescili eden yaşlı bir şıracı-
nın mcTi-ıameiiyie büyük ölçüde terbiyelerin takındılar.
Mahkeme KSlibi Sieur de Rreton. birkaç kez acı çeken adamın yanına gitti ve bir
söyleyeceği olup ol madiğim sordu. 0 'hayır' dedi...
Son ceza. allar bu işi yapmaya alışık olmadığından çok uzun sürdü \ l l ı ala gerek-
sinim duyuldu, fakat sonradan onlar bile yetmedi...
Cellat onu parçalara ayırmayı teklif etli. fakat kâtip allarla tekrar denemelerini cm-
retti. İtirafçılar tukrar yakına geldiler ve onlara "Öplin beni efendiler" dedi ve bir ianesi
alnından öptü.
İki ya da uç denemeden sonra cellatlar bıçaklarını çıkardılar ve bacaklarını kesti-
ler... Öldiiğiiııü söylediler. Ancak vücudu parçalara ayrıldığında, alt çenenin saııkı ko-
nuşmak isler gibi bâlâ hareket etliğini gürdüler.. İdam kararına gön: elin son parçaları
gece HKiO'a kadar tüketilmedi.. 2
* Yazar alıntılarını ç o k serbest bir şekilde yapmıştır. İngilizce çeviri de son derece serbest ve ha-
talıdır. Kıyaslama için T ü r k ç e çeviriden iki paragraf koyuyoruz ( B k z . M i c h e l F o u c a u l t , Ha|>is-
haııeııin Dogıısıı, İ m g e Kitabevı Y a y ı n l a n , çev. M e h m e t Ali Kılıçbay, A n k a r a . 2. bas., 2 0 0 0 , s. 33-
3 4 ) (e n . ) .
bir bıçakla küçük bir yara açmıştı. Parlamento hakkında bir şikâyetle bulundu. Kaç-
maya hiç çalışmadı ve sadeec Kralı biraz korkutmak işlediğini söyledi. Günümüzde
garip davranışlı ve sabit fikirli biri olduğu yargısına varılırdı.
İşkence, Roma devirlerinden bu yana hem yasal işlemlerin hem de idamların
kabul edilmiş bir özelliğiydi. Aziz Augusıinus yanılma payını anlamış. I'akaı gerekli
de olduğunu kabul etmişti. İdamlarda işkence yapılmasının öğretici bir amacı oldu-
ğuna inanılıyordu. Suçlu kazığa oturtulduktan. bağırsakları çıkartıldıktan, kazıkla j
yakıldıktan veya tekerlek üzerinde parçalandıktan sonra, ölüm cezanın en hafif bölü-
mü oluyordu |VLAD|.
Damiens'in ölümü Fransa'da türünün son örneğiydi. Aydınlanma bu tür şeyle-
ri onaylamıyordu. Kısa bir süre sonra Milanolu Marki Cesare Bcccaria-Bonesana
(1735-1 794) l)ei delilli t delle peııe ("Suçlar ve Cezalar Csüinc") adlı bir broşür ya-
yımladı. Volıaire'in yazdığı önsözle birçok dile çevrilen risale Avrupa'da reformun
katalizörü oldu. Genel olarak ilk önce insani idam yöniemleri üzerinde duran ve so-
nunda da ölüm cezasının kaldırılmasını isleyen uzun süreli bir trendin başlangıç
nokıası olarak kabul edilir. Böylece "zalimlik sınırı" liberal görüşün işkencenin iş-
kence edileni değil, edeni ve onların efendilerini küçük düşürdüğünü ileri sürmesine
kadar geriledi. Ancak hikâye tümüyle bundan ibaret değildi. Ve işkence Avrupa'da
bir türlü son bulmadı 1 |ALCOFRIBAS|.
İtalya Savaşları sık sık modern tarihin başlangıcı ve sonradan uluslararası bo-
yut kazanan yerel çelişkinin modeli olarak kabul edilmiştir (ancak her ikisi de
değildi). Fransız birlikleri Napoli'ye gitmek için Eylül 1494'ıe Montgenevre
geçitiııi geçtiklerinde, bunu Roussillon armağan verilerek satın alınan ve Ara-
gon ve Franche-Comte ile önceden tazmin edilen İmparatorluğun açık onayıy-
la yaptılar. Böylece çelişki daha başından "uluslar arası bir boyut kazandı". So-
nuç ise her biri bozmak amacıyla güçlü koalisyonların kurulmasına neden
olan üç Fransız seferiydi. VI11. Charles'ın seferi ( 1 4 9 4 - 1 4 9 5 ) galibiyetle Mila-
no, Floransa ve Roma'yı geçtikten sonra Napoli'yi ele geçirdi; fakat aynı hızla
geri çekilmeye zorlandı. XII. Louis'nin seferi ( 1 4 9 9 - 1 5 1 5 ) hedef olarak Leo-
nardo'nun atlı heykelini kullanarak Milano'yu benzer şekilde ele geçirdi; an-
cak Papa H. Julius'un kurduğu Kutsal İttifakın muhalefetiyle karşılaştı. I.
François'nın seferi (1515-1 5 2 6 ) diğer şeylerin yanı sıra İsviçre'yi kalıcı olarak
tarafsız ülke durumuna getiren ve Papayı 1 5 1 6 tarihli Concordat'ı imzalamaya
ikna edeıı şaşırtıcı Marignano zaferiyle başladı. Ancak 1. François ve V. Char-
les'ı ölümcül düşmanlar haline getiren imparatorluk seçimlerinin acı geçmesi
yüzünden sefere ara verildi. 1525'ıe Pavia'da Marignano'nun intikamı alındı ve
I. François tutsak düştü. İmparatorluk güçleri Provence üzerinden Marsilya'ya
kadar baskı yaptılar. Serbest bırakılmasından sonra François, aşırı güçlenmiş,
İmparatora karşı yeni bir Kutsal İttifakın kurulması için yeni papayı ikna etti.
İmparatorluk birliklerinin 1527'de gerçekleştirdiği korkulu Roma Yağması bu
R c n d i i o . R ö n t s o n s l a ı v c Re/orm/«r, y . 1 4 5 0 - 1 6 7 0 589
NOSTRADAMUS
Yazar krallık atlarının hızla çektiği bir arabayla bir ay içinde getirilerek Sı Germaın-
en-baye'de Kraliçenin huzuruna çıkartıldı ve d ö r t oğlu arasında d ö r t kral gördüğünü
söyleyerek Kraliçenin korkularını yatıştırdı.
Ancak üç yıl sonra II. Ilenri bir turnuvada öldürüldü. Rakibi Iskoçya Muhaliz
Birliğinin Komutanı Monıgomery'nin parçalanan mızrağı Kralın allın kaplı miğferi-
nin açılan ön parçasını yararak göz.ünü ve boğazını parçalamış ve on gün süren şid-
detli ızdıraptan sonra ölümüne neden olan yaralar açmıştı.
Nostradamus olarak bilinen Michel de Nosıredame (1503-1566) Midi'de stradı-
şı bir şifacı olarak biliniyordu. Sı Remy-en-Provence'daki Vahudi dönmesi bir aile-
den geliyordu ve Montpellicr'de tıptan mezun olmuştu. İksirleri ve ilaçları öğrendi ve
Carcassonne Piskoposu için bir hayat iksiri ve papa elçisi için ayva reçelinden bir di-
Rcıımıo: Roııesanslor vc Reformlar. > 1450-1670 591
Aynı yıl içinde en genç erkek kardeş olan on bir yaşındaki IX. Charles, bir
A v u s t u r y a prensesiyle nişanlandı,
Ö l ü m ü n d e n sonra gelen bu başarı her zaman için kehanetlerin ü n ü n ü n yayıl-
masına neden oldu. O günden sonra kitaplar defalarca basıldı ve denizaltılar ve
ICBM'lcrden Kennedy'lerin ve a y d a k i a d a m l a r ı n ö l ü m ü n e kadar neredeyse bilinen
her olaya uygulandı. N o s l r a d a m u s XVI. Louis'nin Varennes'e kaçışı sırasında konuk
olduğu Saıılce ailesinin adını d o ğ r u bildi. Hem Napoleon hem de " İ l i ş l e r " olarak ge-
çen l l i t l e r ' i n k a r i y e r l e r i n i n yıldızlarda önceden g ö r ü l d ü ğ ü n e inandırdı. Dörtlükleri
h a r i k a bir şekilde a n l a m l ı ve anlaşılması güçtür ve her l i i r l i i r a s t l a n t ı y a uydtırıılabi-
1 ir. .Ancak birçokları Hisseliye çok y a k l a ş ı r l a r :
BARD
BLARNEY
Size beslediğim sevgi o kadar değişmez ki, düşmanlık denen şey sizinle olan arka-
daşlığımı kesinlikle bozamaz, fäkal hizmet ettiğim amaca bağlı kalmak zorunda-
yım. Kalbimin arayıcısı olan yüce Tanrı,,, bu düşmanı olmayan savaşa nasıl mü-
kemmel biv nefretle baktığımı biliyor. İkimiz de sahnedeyiz ve bu trajedide bize
verilen rolleri oynamak zorundayız. Bari bunu onurlu bir şekilde, kişisel düşman-
lık beslemeden yapalım.51
Görkem stratejisi III. Ivan tarafından başlatılan Moskof devleti izlediği yo-
la harika bir inatla tutundu. Grojny ya da "Korkunç" olarak bilinen IV. Ivan
(y. 1 5 3 3 - 1 5 8 4 ) seleflerinin hazırladığı babadan irsi devlet yönetimine son şek-
lini verdi. "Herkes kendini fcholop'lar olarak kabul ediyor" diye yazıyordu ilk
Batılı seyyahlardan biri, "yani Prenslerinin kölesi olarak." 5 3 Oprichnina'yı (on-
darı sonra gelen büıün Rus emniyet teşkilatlarının atası) kurarak, kendi özel
isteği ve hükmetme yetkisi için bütün eyaletleri feshetmeyi başardı ve denetsiz
bir terör idaresi yürüttü. Novgorod'u yerle bir ederek ve tüm halkını haftalar-
ca kan gölü içinde kesip biçerek Moskof devletinin Rusya'daki üstünlüğünü
kabul ettirdi. Eski boyar klanlarının gücünü ve şemsini Sobor'lannı, yani Mec-
lislerini ortadan kadırarak tümüyle itaate hazır, hiyerarşik bir toplum yarattı.
İlk Moskova Patriğini atayarak Rus Ortodoks Kilisesinin ayrı ve bağımlı olma-
sına son şeklini verdi ve böylece onu bütün dış etkilerden kopardı. Büyük Or-
todoks Hz. Meryem kadetralinin ( 1 5 6 2 ) Müslüman topraklarda Hıristiyanlığın
zaferi olarak inşa edildiği Kazan hanlığını topraklarına katarak hiç dizginlen-
memiş imparatorluk tutkuları olduğunu belli elti. Racryiad ("hizmet listesi")
ve pomestrıyi prikaz, ("yerleştirme bürosu") aracılığıyla bütün devlet hizmetli-
lerini ve atanmalarını izledi: Yani rıomcnMatura'nın temelini attı. Bu kadar
kapsamlı sosyopoliıik organ nakilleri ve organ kesmeleri sonucunda, hastanın
daha da hasta düşmesine şaşmamalı.
Snıulnoe V'rcmyü ("Karışıklık dönemi") İvan'm oğlu Feodor'un 1598'deki
ölümüyle on beş yıl sonra Romanovların başa geçmesi arasındaki süreyi kapsı-
yordu. Merkezi otoritenin parçalara ayrılmasıyla savaş halindeki boyar hiziple-
ri art arda beş talihsiz Çarı başa geçirdiler; köylü isyanları ve Kazak yağmaları
oldu ve ülke İsveçliler, Polonyalılar ve Tatarlar tarafından istila edildi. Feo-
dor'un başbakanı Tatar bir boyar olan Boris Goduııov (y. 1 5 9 8 - 1 6 0 5 ) tahta çı-
kacak doğru mirasçıyı öldürme suçlamaları altında görevden alındı. Bir dolan-
dırıcı olan Düzmece I. Dmitri ( 1 6 0 5 - 1 6 0 6 ) lvan'ın öldürülen oğlu olduğunu
iddia etti. Polonyalı bir kodamanın, Jerzy Mniszek'in ve Minszek'in Cizvit ar-
kadaşlarının desteğini kazanarak, Mniszek'in kızı Marina ile evlendi ve Mos-
kova'ya yürüdü. Kısa ve yenilik getiren yönetimi ondan sonraki taht talibinin,
Basil Shuiskiy'in izdeşleri tarafından Kızıl Meydanda bir lopla vurulduğunda
ateşli bir şekilde sona erdi. Shuiskiy de karşılığında bir başka dolandırıcı, her
nasılsa Marina'yı onun yeniden dirilen kocası olduğuna ikna etmeyi başaran
"Tushino Hırsızı" Düzmece II. Dmitri tarafından alaşağı edildi. Shuiskiy Po-
lonyalıların elinde tutsakken öldü. Yerine adaylığı yine bir başka boyar hizbi
tarafından kuşkulu görülen Polonya velıahtı Wladyslaw Vasa geçti.
Mniszek gibi birçok Polonya soylusu uzun bir süredir özel olarak Karışık-
lık Dönemine karışsalar da, R;ec;pospoli(a'nın resmi politikası ayrı tutulmak
zorundaydı. Kral, Rus dedikoduları aksini söylese de, Mniszek'in planını des-
teklemek için çekilmişti ve Kurultay, Kralı Smolensk'i tekrar ele geçirme hede-
finin dışında herhangi bir amaç için para ve güç harcamamak üzere uyarmıştı.
Böylece Polonya ordusu zaten Novgorod'da bulunan İsveçlilerin yanından,
1610'da Smolensk'e yürüdüğünde, daha fazla ilerlemesi için emir verecek biri
kalmadı. Ancak sonraları komutanlarının kızgın bir 5ej»ı'de açıkladıkları gibi,
Polonyalılar aksine talimatlara rağmen bastırdılar. Rus ordusu Klushino'da ye-
nilgiye uğratıldı ve Moskova yolu savunmasız kalırken, hiçbir muhalefetle
karşılaşmadan Kremlin'i işgal etti. Bir garnizon teslim olmaya zorlanana dek
bir yıl boyunca direndi ve Kasap Minin e, prens Pozharskiy'e ve yeni Çar Mic-
Reııcılio: Rorıescmslnı v c Reformlar, y. i450-J 670 603
ı ~' ___________ . —
TEREM
ÇAR Aleksey Mihailoviç'in altıncı çocuğu Sophia Alc.xcyevna 17 Eyliil 1657'de Mos-
kova Kremlin'de doğdu. Daha önce tahtlarında hiç kadın görmeyen bir ülkenin kü-
çük prensesi olarak politik güç elde etme umudu yok gibiydi.
Kski Rusya'da yüksek bir tabakadan gelen hanımlar kesin bir inziva içinde tu-
tuluyorlardı. 1 M ü s l ü m a n tarzında ayrı kadın odalarında, yani 1'erem'de yaşıyor ve
dışarıda ya peçeli olarak ya da kapalı arabalar içinde dolaşıyorlardı. 1630'larda ha-
nımların oturmaları için Kremlin'e özel bir Terem Sarayı eklendi. Ayrıca Çarların kız
kardeşleri ve kız çocukları genellikle bekârlığa m a h k û m edilirlerdi. Resmi bir görevli-
nin açıkladığı gibi. "bir hanımı bir köleye vermek" ayıp olduğundan soylularla evle-
nemezlcrdi. Bunun yanında sarayı sapkınlık veya hiziple kirletme korkusundan ya-
bancı prenslerle de kolay kolay evleııemezlerdi. Avusturyalı bir sel'ir "kadınlar Kski
Rusya'da Avrupa'nın geri ülkelerinin çoğunda olduğu gibi saygı görmezler" diye ya-
zıyordu. "Bu ülkede onlar kendilerine çok az değer veren erkeklerin kölesidirler." 2
Tüm bunlara rağmen Sophia. o zamanın önde gelen bakanı Prens Gomilsyn'le
arkadaşlığı ilerleterek erkek kardeşi Kcodor'un (1676-1682) saltanatı sırasında be-
lirli bir etki yapacak konuma geldi. Daba sonra askeri bir isyanda aracılık yaparak
Teremin devlet, yönetimiyle bağlarını kopardı ve ortak çarlar Ivan ile Petro'nun reşit
olmadıkları dönemde Çar naibi ve Rusya'nın ilk kadın hükümdarı oldu. Özellikle
Moskova'yı Doğu Avrupa sorunlarında en öne koyan, Polonya ile yapılan "Ölümsüz
Barış" konusunda olmak üzere kişisel olarak dış politikayı o yönetti (Bkz. s. 704).
Sophia'nın ününü, naipliğini 1689'da fesheden Büyük Peıro'nun destekleyicile-
ri karaladılar. Hırslı bir entrikacı olarak azledilen Sophia genellikle "devasa cüsseli,
kafası bir kütık kadar büyük, yüzü tüylü ve bacakları urlarla dolu"' 1 bir kadın gibi
kuşkulu sözlerle betimlenmiştir. Son on dört yılını daha önceleri bağışladığı 'Mosko-
va Barok' tarzında bir vakıf olan Novodevichy Manastırında Rahibe. Susanna olarak
geçirdi.
kadın biyografileri çoğu kez erkek arşivcilerin aşırı abartılı kayıtlarını telafi et-
me isteğiyle yazılır. Bu lıersioriografyamn en eski biçimidir ve Sappho'dan Boutlic-
ca'ya. Akııanyalı Kleanor'dan İngiltere Kraliçesi Klizabeth'e kadar bir sûru kadın
kahramanda başarıyla uygulanmıştır. Ancak bir yönden yanıltıcı olabilir. İstisnai
kadınlar hayat hikayeleriyle kendilerini sıradan kadının payına düşenlerden ayıran
körfezi görmemizi engelleyemezler, Sophia Alexeyevna istisnayı kanıtlayan bir hü-
kümdardı.
USKOK
GRECO
İKİ önemli Giritli sanatçı, çağdaşları tarafından M veya II Greco. "Yunanlı" olarak bi-
liniyordu. Bunlardan biri Toledo'ya yerleşen ressam Domimkos Theoıokopoulos'du.
Diğeri ise bir zamanlar Kasiro'da Katolik orgçu. San Marco Cumhuriyetinin Vcne-
dik'inde sinagog ayinlerinde laggani edenlerin liderliğini ve Bavyera Oüktine müzik
ustalığı yapan müzisyen ve besteci Krangiskos l.eondarıtıs (1 ö t 8 - 1 5 7 2 ) idi. İler ikisi
de Girit Könesansının ürünleriydiler.
Rcııaüo: Ronesanslar ve Re/o mı la r. y. 1450-1670 607
(S-Aleksiyu 1969a:229)
sahiplerine bir şeyler vermeye çalıştı. Hem İsviçre hem de Birleşik Eyaletler
bağımsızlıklarını kazandılar. Hollandalılar Scheldt'in trafiğe kapalı ııuulnıası
taleplerinde başarılı oldular, Fransa ise arslan payını kaptı; yani Metz, Toul ve
Verdun, Pinerolo, Güney Alsace'daki Sundgau ve Breisach'da yönetme hakkı,
Philippsburg'da garnizon hakları ve on ayrı Alsace kentinin Lancivogtd ya da
"Savunma" hakkı. İsveç'e Bremen, Verden ve Stettin dahil Batı Pomeranya ve-
rildi. Bavyera Yukarı Palatinat'ı aldı; Saksonya Lusatia'yı ve Brandenburg Po-
lonya sınırına kadar Doğu Pomeranya ile daha ö n c e k i Halberstadt, Minden ve
Kammin piskoposluklarını ve Magdeburg'un "adaylığını" aldı. Mecklenburg-
Schwerin, Brunswick-Lüneburg ve Hesse-Cassel'm her birine birer lokma düş-
tü. Son imzalar 24 Ekim 1648'de atıldı.
i HEXEN
i
I,Kİ 17,IG'DK profesörlük yapan. Saksonya'nın en beğenilen hukuk uzmanlarının og-
lıı ve kardeşi Dr. Benedikl Garp/ov (1095-1666), 1635'lc cadılık d a v a l a r ı n ı n nasıl
g ö r ü l d ü ğ ü n ü anlatan Practica mvm cn'miııatium ü(\i\ kitabını yayımladı. İşkencenin
birçok haksız, s u ç l a m a y ı kabul eııirdiğini o n a y l a m a s ı n a rağmen, faydalı olduğunu
ela s a v u n d u . "Çok ileri bir yaşa k a d a r yaşayıp. Kitabı Mukaddesi elli üç kez okudu-
ğu. her hafta K u d a s ayinine katıldığı... ve y i r m i bin kişinin ö l ü m ü n ü hazırladığı met-
i hcdilıncye değer hayalına bakacaktı." 1 Carpzov Protestandı ve A v r u p a ' n ı n önde ge-
len cadı avc ı l a n nd andı.
Birkaç vıl önce Fraııconia'daki B a m b c r g ' i n belediye başkanı Johann Julius, bir
cadı ayinine katıldığı için ölüme m a h k û m e d i l m i ş olarak kent zindanında yaLıyordu.
Prensliğin cadı mahkemelerinde " k u ş k u l u b i r y u m u ş a k l ı k " gösterdiği için zaten ya-
kılmış olan Şansölye t a r a f ı n d a n ihbar edilmişti, l-'akaı d u r u ş m a l a r ı n ayrıntılı bir
hikâyesini kaçırıp kızına a k t a r m a y ı başardı. " B e n i m en sevgili çocuğum... b u n l a r ı n
hepsi sahtekârlık ve u y d u r m a , o yüzden T a n r ı bana y a r d ı m etsin... Bir şey söylene-
ne kadar asla işkence etmeyi bırakmıyorlar... Kğer Tanrı gerçeği g ü n ışığına çıkart-
mak için hiçbir y a r d ı m göndermezse. b ü t ü n soy yakılacak."' 1 B a m b e r g ' i n Katolik
Prens Piskoposu 11. Johan Georg Fuchs von Dorn heim'in Kitabı Vlukaddes'ieki me-
tinlere göre donatılmış b i r işkence odasıyla her şeyi l a m a m olan bir cadı evi vardı.
On yıllık d ö n e m i boyunca ( 1 6 2 3 - 1 6 3 3 ) allı yiiz cadıyı yaktığı söylenir.
A v r u p a ' d a cadı çılgınlığı periyodik d o r u k l a r ı n d a n birine ulaşmıştı. İngiltere'de
bancashireli Pendle, Cadıları I 6 l 2 ' d e a d a l e l önüne çıkartıldı. Polonya'da Kalisz'de
gerçekleşen bir y a r g ı l a m a n ı n k a y ı t l a n aynı yıl içinde yapılan u y g u l a m a l a r ı ayrıntıla-
rıyla o r t a y a k o y u y o r d u :
Çıplak, üstü ve altı nraş edilmiş ve kutsal yağ sıvanmış durumda, yere değmeden tavan-
dan asılı olarak Şeytanı yardıma çağırdı ve elleri, ayakları bağlı "bazeıı hasta insanlara
otlarıyla banyo yaptırdığının d ışı ııda hıçhir şey söylememeyi istiyordu. Gerilip işkence
edildi ve Tanrı bilir masum olduğunu söyledi. Mumlarla yakıldı, masum olduğunun dı-
şında hiçbir şey söylemedi. Aşağıya indirildi ve Teslisin Viiee Tanrısı imimde masum ol-
duğunu söyledi. Pozisyonu değiştirilip tekrar mumlarla yakıldı ve Mil Ah' Ah1 diye bağır-
dı. Tanrı aşkına Dorola ve değirmencinin karısıyla gcrçrkU'iı gittiğini söyledi... Bundan
sonra itiraflar katıııl edildi." 3
Son yavaş yavaş geldi. Savaşın başladığı Prag'da çarpışmalar hâlâ devam edi-
yordu. Rahipler, öğrenciler ve kentliler Kari Köprüsünü beklenen bir İsveç sal-
dırısına karşı tahkim ediyorlardı. Ancak sonra dokuz günlük bir gecikmeyle
Barış'ın haberi geldi. "Kilise çanlarının sesi son top gürlemelerini bastırdı." 5 6
Ancak birlikler evlerine gitmedi. Orduların talep ettiği tazminatları belirlemek
üzere 1650'de Nuremberg'de ikinci bir kongre yapılmak zorunda kalındı. İs-
panyollar İmparatorun karşılık olarak Besançon'u teklif ettiği 1 6 5 3 tarihine
kadar Palatinat'daki Frankenthal'de bulunan garnizonlarını tuttular. Son isveç
askerleri 1654'e kadar ayrılmadı. VVestphalia'daki delegeler savaşa şimdiden
"Otuz Yıl Savaşları" adını takmışlardı. Aslında Donauworth'deki ilk şiddet ha-
rekelinden sonra savaş kırk yedi yıl sürdü.
Papa X. l n n o c e n t i u s ise deliye d ö n m ü ş t ü . Seçilmesini veto etmeye kalkı-
şan Kardinal Mazarin'in ömür boyu düşmanı olarak, Fransa ve Protestanlara
tanınan ayrıcalıklar hiç hoşuna gitmemişti ve Münster'deki papalık elçisine an-
laşmanın iptal edileceğini haber vermesini emretti. Kısa Zelus domus Dci'sinde
( 1 6 5 0 ) Antlaşmayı " h ü k ü m s ü z , boş, geçersiz, günahkâr, haksız, lanetli, me-
lun, budalaca ve her zaman için tüm anlamlardan y o k s u n " olarak tanımladı.
Öfkesinin ardında yatan şey, birleşmiş Hıristiyanlık âlemi umutlarının sonsuza
dek yıkıldığını fark etmesiydi. Westphalia'dan sonra artık "Hıristiyanlık"tan
söz etmeye dayanamayanlar onun yerine "Avrupa"dan söz etmeye başladılar.
Almanya b o m b o ş kalmıştı. Nüfus yirmi bir milyondan aşağı yukarı on Uç
milyona düşmüştü. İnsanların üçte biri ile yarısı ölmüştü. Magdeburg gibi bazı
kentler tümden yıkılmıştı. Koca mahallelerin tüm sakinleri, onların çiftlik hay-
vanları ve kaynakları kaybolmuştu. Ticaret tümüyle d u r m a noktasına gelmişti.
Bütün bir yağına, açlık, hastalık ve sosyal karışıklık kuşağı öyle bir felakete ne-
den olmuştu ki, sonunda prensler serfliği yeniden başlatmak, belediyelere tanı-
nan özgürlükleri kaldırmak ve bir yüzyılın gelişimini h ü k ü m s ü z l e ş t i r m e k zo-
runda kaldılar. İspanyol, İsveç, İtalyan, Hırvat, Finli ve Fransız askerlerin
kişisel sömürüleri insanların ırksal yapısını değiştirmişti. Alman kültürü öyle
sarsılmıştı ki, sanat ve edebiyat tümüyle yabancı, özellikle de Fransız modala-
rının büyüsü altındaydı.
Almanya'nın stratejik k o n u m u çok zayıfladı. Simdi Ren Nehrinin orta bö-
l ü m ü n ü Fransızlar tutuyordu. Almanya'nın üç büyük nehrinin ağızlan ( R e n ,
Elbe ve O d e r ) sırasıyla Hollandalılar, Danimarkalılar ve İsveçliler tarafından
tutuluyordu. İmparatorluğun ortak çıkarı daha büyük Alman devletlerinin ay-
rı çıkarlarına bağlıydı: Yani Avusturya, Bavyera, Saksonya ve Brandenburg-
Prusya. Yoksulluğun yanında aşağılanma kol geziyordu. Bazı tarihçiler b u n u
daha sonraki bir çağın iyileşmesinden tomurcuklanan çok tehlikeli Alman gu-
rurunun tohumlarını tek başına besleyebilen umutsuzluk toprağı olarak gör-
müşlerdir. D ö n e m e çağın mucizesi olarak başlayan Avusturya birçok diğeri
arasında sıradan bir Alman devleti olma k o n u m u n a düşürülmüştü.
Ancak I 6 4 8 ' i izleyen yıllarda Almanya sefalet ç e k m e k t e yalnız kalmadı.
İspanya, Portekiz ve Katalonya isyanlarıyla boğuşuyordu. İngiltere'nin Iç Sava-
şın acıları ve irlanda ile Iskoçya'nın sorunlarıyla başı dertteydi. Fransa, Fron-
de tarafından sallanıyordu. Polonya-Liıvanya, Kazak isyanı, isveçlilerin "Nuh
Tufanı" ve Rus savaşlarıyla parçalara ayrılmıştı. Felaketlerin bu şekilde art ar-
da sıralanması genel bir "on yedinci yüzyıl krizinden" söz edilmesine yol açtı.
Bütün Avrupa'yı içine alan bir feodal sistemin varlığına inananlar, tüm Avru-
pa kapitalizminin artan acılarının neden olduğu bir tüm Avrupa sosyopolitik
devrimi tarafında tartışma eğilimindedirler. Bazıları da tam aksine çevredeki-
lerin merkezin artan taleplerine şiddetle tepki verdiği bir "modern devlet kri-
zi"ni yeğlemektedirler. Diğerleri ise bütün bunların bir rastlantı olabileceğini
söylüyorlar.
(Bu Tuz Vergisinin Papası Urbanus ve "yeğenleri" benim güzel Roma'ma Vandal-
lerden ve Goılardan daha fazla zarar verdi.) 59
Kilisenin bu kadar çok zorluk arasında böylesine bir görkemi nasıl destekledi-
ği şaşırtıcıdır.
Raw! io: Konesanslıu ve Rc/ormltir. y. (450-1670 617
"AKİL Ç A G l " olarak adlandırılan dönemin kendine özgü naif bir havası var-
dı. Geriye bakıldığında, Avrupa'nın önde gelen bu kadar ç o k entelektüelinin
insani yeteneklerinden birine (Akıl) tüm diğerlerinin aleyhine bu kadar ağırlık
vermiş olması olağandışı gözükmektedir. Böylesi bir naifliğin çökmeye
m a h k û m olduğu s o n u c u n a varılabilir; Akıl Cağının er geç karşılaştığı şey de,
k o r k u n ç devrim yılları şeklinde ortaya çıkan yıkımdır.
Aklın erdemlerine daha ö n c e k i ve sonraki dönemlerde çok daha az değer
verilmiştir. Shakespeare'in Hamlefi, babasının hayaletini görmesi üzerine, kuş-
ku içindeki arkadaşına şöyle demişti: "Horatio, gökte ve yerde, senin kafanda
tasarladıklarının ç o k daha fazlası var." On dokuzuncu yüzyılda da artık rasyo-
nalizmin modası geçmiştir:
CAP-AG
PAST & PRKSKNT (1976) adlı derginin yetmişinci cildinde, bir Amerikalı tarihçi "Sa-
nayi Öncesi Avrupa'da Tarımsal Sınıf Yapısı ve İktisadi Gelişme" hakkında bir hipo-
tez geliştirdi. İktisadi değişimi anan nüfus baskılarına atfeden kabul edilmiş görüşü
sorgulamaktaydı. İngiltere ve Kransa arasındaki çelişkiden başlayarak. İngilte-
re'nin erken gelişmesi ve Kraıısa'nuı gecikmesinin anahtarının farklı sınıf yapıların-
da yattığını ileri sürdü İngiltere'de toprak sahibi sınıf gelişmekle olan tarımsal bir
ka|»ııalizm sistemi meydana getirirken, (Pransa'dakı) "kırsal nüfusun sahip olduğa
tam özgürlük ve mülkiyet hakları, yoksulluk ve kendini sürdüren bir azgelişmişlik
çemberi anlamına gelmiştir.
Derginin izleyen on yedi sayısında, tarihçiler arasında çok ayrıntılı bir larıış-
ma olmuştur. Yetmiş sekizinci ciltıc. hipoteze yönelik orıak hır eleştirinin yer aldığı,
"Feodal Toplumda Nüfus ve Sınıl' İlişkileri" sempozyumu ile "Doğu ve Balı Alman-
ya'da Köylü örgütlenmesi ve Köylü Sınıfı" konulu hir açılım yapıldı. Yetmiş dokuzun-
eu cilt daha düşmanca iki yazıya yer verdi, bunlardan biri 'malikâne gelişiminin kar-
maşık dtırumu"na üzülerek, diğeri Fransız kırsal tarihinin başlangıcından itibaren.
Brenner'in tezini 18 maddelik kapsamlı bir "Yaıııı" ile Lopa tutan iki yazıydı. Seksen
beşinci cilt tartışmayı "Sanayi Öncesi Bohemya'yı da içine alacak şekilde genişletti.
Son olarak, doksan yedinci ciltte, profesör Brenner'in uzun zamandır beklenen yanı-
tı. sorunları "Avrupa kapitalizminin tarımsal kökenleri" hakkındaki görüşlerini açık-
lamasıyla daha öteye, götürdü. 2
Bu tür tartışmalar, tarih uzmanları için eldeki bilgiyle boşlukları kapatmak için
seçilmiş yöntemlerdir. İki zayıf noktaları olduğu ortaya çıkmaktadır. Büyük genelle-
meler yapmak için zayıf örnekler kullanmaktadırlar; ve hiç utanmadan sonuca var-
maktan kaçınmaktadırlar, liğer mühendisler konuları aynı ruhla Inceleselerdi, nehir-
lerin üzerine köprüler hiçbir zaman kurulamazdı.
Ancak bu tür bir çözüm olasıydı. Brenner'in tartışmasının rafa kaldırıldığı yıl.
Amerikalı başka bir bilim adamı aynı "kapitalist tarım" konusunu ele aldı ve bunu
"bir dünya iktisadının kökenlerf'ni açıklamakla kullandı. 3 Imınanuel \Vallcrsiein sis-
temler kuramının tekniklerini uygulayarak, Avrupa iktisadının "merkezini" Baiı'ya
yerleştirmeyi ve Doğu'da da bağımlı bir "çevre" oluşturmayı başardı. Ona göre İngil-
tere, Hollanda, kuzey Fransa ve Batı Almanya'dan oluşan merkez bölge, on beşinci
yüzyılda sadece "önemsiz bir köşeye" sahipli. l-'akat uygun ticari ilişkiler yoluyla
avantajlarını kullanmayı ve Doğu Avrupa'nın feodal soylularını kapitalist toprak sahi-
bi bir sınıfa dönüştüren koşulları oluşturmayı başardı. Bölge ülkelerin, büyüyen ikti-
sadı güçlerini Yeni Dünya'ya da yönlendirdiler. Sonuç olarak, "zorlayıcı nakdı-ürün
kapitalizminin" sömürge ve Doğu Avrupa tarımını ele geçirdiği tanıdık bir iskelet oluş-
turdular. Merkez ülkeler zenginleşirken Prusya. Bohemya, Polonya ve Macaristan
şelfleri plantasyon köleleri statüsüne düştüler. Bir kere kurulduğunda, sistem sadece
dengesizliklerini artırabilirdi. "On beşinci yüzyılın önemsiz köşesi, on yedinci yüzyılın
büyük eşitsizi iği ve, on dokuzuncu yüzyılın anıtsal farklılığı haline gelmiştir." 4
Hipotez çok geçmeden uzmanlar la rafından en az Brenner'in ki kadar topa tu-
tuldu. Wal!erslein olayları fazla basitleştirme, ticarete fazla önem verme ve halta
"neosmithianizm" ile suçlandı. Argümanının merkezi olan "Polonya m o d e l i ' n i n Po-
lonya'nın tümü için bile geçerli olmadığı ortaya çıktı. Macar sığır ticareti, soylular
ya da kapitalist aracılar tarafından değil, özgür, ücrcüi köylüler taralından yürütü-
lüyor gibi gözükmekteydi. Avrupa ticaretinde Rus ve Osmanlı unsurları da göz ardı
edilmişti. Genellemeleri kanıtlayanı ayacak bir ınikro tarih yerine, burada özel nokta-
lara dayanamayan bir ınakro kuram söz konusuydu.
Sonuçta, Wallerstein'ın çalışmasının en ilginç yönti Doğu ve Batı ilişkilerini ay-
dınlatan ışıktı. Bir merkez ve bağımlı bir çevre önermesi kanıtlanmamasına rağmen.
Avrupa'nın her parçasının karşılıklı bağımlılığı bol bol ortaya koyınıışuı.
O sıralar birçok ülkede soylular sınıfı artık devlet hizmeti için seferber edil-
mekteydi. Fransa ve Rusya'da bu, resmi ve sistematik bir yoldan gerçekleştiril-
di. X I V . Louis her biri uygun maaşlarla desteklenen bir dereceler ve unvanlar
hiyerarşisi oluşturdu. Bu hiyerarşi, erıjanis de France (kraliyet ailesi) ile başla-
yıp, pairs (elli dük ve yedi piskoposla beraber soydan prensler) ile devam eder
ve nobles.se d' ipçe (eski asker aileleri, kılıç soyluluğu) ve noblesse de robe (sivil
saray mensupları, kıyafet soyluluğu) devlet memurları sınıfıyla son bulur. Bü-
yük Petro on dört dereceye bölünen ve devlet işverenliğine çok daha ciddi
bağlı olan bir hizmet soyluluğu yerleştirmiştir. Prusya'da Taht ve Jutıfıerler
arasındaki ittifak daha az resmi olmasına rağmen, diğerleri kadar etkiliydi.
Özellikle İspanya'da ve Polonya'da daha çok olan ikinci dereceden soylular,
nüfuzlu soyluların maiyetine, askeri hizmete ya da yurtdışı görevlerine getiril-
diler. İngiltere'de serflik ortadan kalktığından, Enclosure (çitleme) hareketi
toprakta daha etkin bir kapitalisti eştirme gerçekleştirebildi. Topraklarından
sürülen köylülerin aleyhine, küçük bir çiftlik sahipleri ve soylu çiftçiler taba-
kası gelişti.
Avrupa'nın tüm büyük kentlerinde zanaatkarların, kent yoksulların yanı
sıra, zengin bir ticari ve profesyonel sınıf vardı ve bir-iki yerde de endüstriyel
bir işgücünün başlangıcı görülüyordu. Ancak genel anlamda eski toplumsal sı-
nıf kurumları değişmeden kaldı. Soylular diyetlerini, kentler beratlarını ve
loncalarını, köylüler angaryalarını ve açlıklarını sürdürdüler. Kuşkusuz top-
lumsal değişimler meydana gelmekteydi, ancak var olan iskelet çatı içinde. Ka-
buk 1789'da Fransa'da olduğu gibi çatladığında, toplumsal patlama benzeri
görülmemiş bir biçimde gerçekleşti fPUGACEV],
SZLACHTA
PUGACEV
İnsanlığın ayrıcalıktan yoksun çoğunluğu içıııdi'. ikuylülerl en iay rical ikazlarıdır.. Hiç-
bir toplumsal sınılın bu bir koşullar altında daüa uzıııı hir mücadele larilıi yoktur... Şim-
diye kadar akademik sureli yayınlar köylüleri çevresel unsur olarak değerlendirmiştir.
Bizse bu dergiyi köylülerin merkezde olduğu bir yayın olarak sunuyoruz... 5
Rusya gibi Kransa da. tarihçilerini çok zengin olan köylülükleri hakkında çalışmaya
yönlendirdi. Çok eiltli bir Fransa'nın İktisadi ve Toplumsal Tarihi. Annalcs ekibinin
ikinci kuşağına esin kaynağı oldu. Kn önemli cildi I,e Roy badurıc tarafından yazıldı,
badurıe'nın analizleri, zamansal dönemlere ayrılmış dört yüzyıl boyunca, ülke. nü-
fus ve iktisat gibi unsurları birleştirmekleydi. On beşinci yüzyılın sonlarının "Kırsal
Rönesans"ı. "Tüm Dünyanın Yıkımı"m izledi ve "İç Savaşların Sarsıntısı" ve Devrime
kadar varlığını sürdüren bir on yedinci yüzyıl ekosisleminin "Sürüklenme, Yeniden
İnşa ve Kriz"ınden önce geldi. f i
Fransa'nın kırsal kesimindeki isyanlar hakkında sayısız çalışma yapıldı: On al-
tıncı yüzyılın"kilise ondabirleri vergisi grevleri". Guyenne'dc (t."718) tuz vergisine
karşı Piıauis ayaklanması. Uimousin-Perigord'da ( 1 5 9 1 1636-1637) Crotjuanıs7.
Normandiya'da (1594-1639) Gaul/ers ve Nupieds, "Kırsal Kronde'mn Muamması"
(1648-1649). ve Provence'ıa (1596-1715) tekrarlanan ayaklanmalar. Kransa'daki
köylü ayaklanmalarının ritmini. Rusya ve halta Çin'dekilere bağlama çabaları oldu. 8
Provcnee'taki ayaklanmalar üzerine çalışan tarihçi, köylii isyanlarının toplum-
sal huzursuzluğun diğer biçimleriyle öriüşiüğiinü ortaya koymaktadır. Bu tarihçi
beş kalegorili bir isyan tipolojisi sunmaktadır:
Sonraları, lirik şiir dengeyi kurmak için kendini yeniden gösterdi: Robert
Burns'ün ( 1 7 5 9 - 1 7 9 6 ) iskoç şiirlerinde, Christian von Kleist'ın ( 1 7 1 5 - 1 7 5 9 ) ,
F. G. Klopstock'm ( 1 7 2 4 - 1 8 0 3 ) ve genç Goethe'nin Almanca şiirlerinde, Jean
Roucher ( 1 7 5 4 - 1 7 9 4 ) ve André Chénier'in ( 1 7 6 2 - 1 7 9 4 ) Fransızca şiirlerin-
de... Düzyazı kurgusal olmayan tarzlara derinden bağlı olsa da, gerçek kurgu-
sal edebiyatın gelişmesine tanıklık etti. Bu konuda öncüler İngiltere'de ortaya
çıktı. Robinson Crusoe'den ayrı olarak, rehber eserler Jonathan Swift'in Gulli-
ver'ın Gemileri ( 1 7 2 6 ) , Samuel Richardson'un Pamela'sı ( 1 7 4 0 ) , Henry Fiel-
ding'in Tom Joncs'u ( 1 7 4 9 ) ve Laurence Sterne'nin Trisfram Sfuındy'siydi
( 1 7 6 7 ) . Fransa'daysa, Voltaire ve Rousseau diğer yeteneklerinin yanı sıra ünlü
birer romancıydılar (Bkz. aşağıda).
Fransız, İngiliz ve Alman yazarların başı çekiyor olmalarına rağmen, oku-
yucu kesim hiçbir şekilde doğdukları ülkeyle sınırlı değildi. O zamanlar, Av-
rupa'daki her eğitimli insan Fransızca okuyabiliyordu; önemli eserlerin yerel
çevirileri yaygındı. Örneğin, kültürel bir ilgisizlik konusunda birçoklarının ya-
nılgıya düştüğü Polonya'da, Lehçeye çeviriler katalogu, Robinson Crusoe
( 1 7 6 9 ) , Manon Lesfeo ( 1 7 6 9 ) , Handy d ( 1 7 8 0 ) , Gulliver ( 1 7 8 4 ) , Awaniuiy Arne-
Iii ( 1 7 8 8 ) , Historia Tom-Dîontı ( 1 7 9 3 ) adlı eserleri de içermekteydi. Oryanta-
list Jan Potocki gibi bazı Polonyalı yazarlar, hem yerel hem de uluslararası bir
okuyucu kitlesi için Fransızca yazıyorlardı.
J. S. Bach'dan ( 1 6 8 5 - 1 7 5 0 ) W. A. Mozart'a ( 1 7 5 6 - 1 7 9 1 ) ve Ludwig van
Beethoven'e ( 1 7 7 0 - 1 8 2 7 ) kadar Avrupalı müzisyenler klasik repertuarın te-
mellerini sağlamlaştırdılar. Klasik repertuarın ana bölümlemelerinin hepsini
çalışıyorlardı: Enstrümantal, oda, orkesua ve koro... Genellikle kendinden ön-
ceki Barokla karıştırılmasına rağmen, bu müziğe sürekli cazibesini veren çok
özel ritmik bir enerjiyle kendini belli eden bir tarz geliştirdiler [SONATA].
Ayrıca dinsel olanla dünyasal olan arasındaki dengeyi de korumaktaydılar. Bu
Bach'ın kan ta lalarında, Mozart'ın Requem'inde ( 1 7 9 1 ) ve Beethoven'in M I S S Ü
Solemnis'inde ( 1 8 2 3 ) ve Bach'ın konçertolarında, Mozart'ın kırk bir ve Beetho-
ven'in dokuz senfonisinde örneklendirilebilir. Bach, Mozart ve Beethoven'e ek
olarak Johann Pachelbel ( 1 6 5 3 - 1 7 0 6 ) , G. P. Teleman ( 1 6 8 1 - 1 7 6 7 ) , G. F. Ha-
eııdel ( 1 6 8 5 - 1 7 5 9 ) ve Josef Haydn ( 1 7 3 2 - 1 8 0 9 ) ilk sırada yer aldılar. Onların
zamanında İtalyanlar, J.-B. Lulli ( 1 6 3 2 - 1 6 8 7 ) , Arcangelo Corelli ( 1 6 5 3 - 1 7 1 3 ) ,
Alessandro Scarleııi ( 1 6 6 0 - 1 7 2 5 ) , Tommaso Albinoni ( 1 6 7 1 - 1 7 5 1 ) ve Antonio
Vivaldi ( 1 6 7 5 - 1 7 4 1 ) Almanlar kadar etkiliydiler. Danimarkalı Dietrich Buxte-
hude ( 1 6 3 7 - 1 7 0 7 ) , Fransız François Couperin ( 1 6 6 8 - 1 7 3 3 ) ve j. P. Rameau
( 1 6 8 3 - 1 7 6 4 ) ya da Londra'da Westminister Manastırının orgcusu Henry Pur-
cell de (yaklaşık 1 6 5 9 - 1 6 9 5 ) aynı şekilde etkiliydiler. Avrupa müziğinin ana
enstrümanı keman, Cremonah Antonio Stradivari ( 1 6 4 4 - 1 7 3 7 ) tarafından mü-
kemmelleştirildi. Piyano 1709 yılında Padovalı B. Cristofori tarafından icat
edildi. Opera müzikli konuşma şeklindeki ilk evresinden W. C. Gluck'un
( 1 7 1 4 - 1 7 8 7 ) bütünüyle müzikal dramalarına doğru gelişti {CANTATA) [MU-
S1KEİ [OPERA] [STRAD],
SONATA
SONATA köken olarak "söylenen" değil, "seslendirilen" müziği ifade ederdi. Ancak
on sekizinci yüzyılda, hemen her enstrümantal müziğe hakim olacak özel bir kompo-
zisyon biçimi için kullanılmıştır. Sonat biçimi llaydn'dan Ylahlcr'e klasik bestecilerin
çalışmalarında belli başlı bir yer işgal elti. Önceki dönemin polilönik tarzıyla çclışc-
cekLi; sonraki modem tarzların tepki göstereceği gelenekleri bir bütün halinde ken-
dinde toplamıştı. Sonatın iki yönü vardır, besteleri ölçülerin biçimsel ardıllıklarına
ayırmak ve homofonik armoniye özen göstermek (TON).
Sonat formunda tek bir başlangıç noktası yoktu. tiski bir tezahürü keman,
kornet ve allı trombon için Gabrieli'nin sonata piano /iorte'siydi (1597). Ancak dört
moıjvcmcnı halinde pekiştirilmesi. Bolognalı AreangeloCorelli'nin (1653-1713) çalış-
masına kadar ortaya çıkmadı. C. l>. Is. Bach'ın (1714-1788) klavye için olan kompo-
zisyonlarında gelişti ve l l a y d n ve Mozart tarafından mükemmelliğe ulaştırıldı. J. P.
Rameau'nun Trailö d'harmonte'sinde (1722) teorik temellerine göndermeler olduysa
da. sonatın en büyük yorumcusu Beethoven'in ölümünden yirmi yıl sonra. Cari
' Czerny'nin School ol'h'acticat ûımposiıion'm (1848) kadar tam olarak yorumlana-
madı.
konvansiyonel sanat formu, müzikal çalışmayı dört zil ölçüye böldü. Açılış Al-
/t^To'sunun, hızlı tempoda, opera uvertürleriyle paralellikleri vardır. İkinci yavaş öl-
S çü Barok aria da «ıpo'dan kaynaklanır. Genellikle mlmıct ve t c/o olan üçüncü ınoo-
i i r m e m ' ı n temeli dans süitidir. Final, açılışı hatırlatan bir analılar ve tempoya
| döner. Dörı moııvcmcnl'm her biri melodik perdelerin sunumunu içeren standart bir
! model, onların armonik oluşumları ve sonunda bazen ilgili bir cuda ya da "haiırlai-
! ma"yla beraber özetlerini izler.
i llomofoni polifoninin karşılıdır. Bileşik notaların melodik ya da ritmik bağım-
I sizliği olmayan bir akorlar dizisine dayalı mıizık tarafından, ilahi ezgisi gibi. lanım-
j lanmışlır. Bu nedenle klasik armoni, polifonık surelinin karşıtıdır. J. S. Bach'ın l,eip-
zig'deki boş bir kilisede Tüg Sanatı"nı (1750) bestelediği manzara polifonik
dönemin geçişini simgelemektedir. Beethoven'in son beş kuartetini bitirme mücade-
lesi içindeki bıkkın, fakat yüceltilmiş manzarası homofoninin doruğu olarak kabul
edilir.
Beethoven, eseri Ouaricl in C slıarp ıninor. Opus 131) (1826) en güzel çalış-
ması olarak değerlendirmiştir. Bu çalışmada, sonatın içinden geliştiği unsurların her
birini yorumlar: Bir açılış fiigü. lek temalı bir şkerzo. varyasyonlarla bir baş arya ve
ara l u g d r bir "sonat içinde sonat". Buna "insan deneyiminin bir döngüsü" ve "bir
A v r u p a müziği mikrokozmosu" denilmiştir.
1750'dcn 1827'ye kadarki z.aman diliminde Haydn. Mozart ve Beethoven, hep-
si de sonat formunda yüz elliden fazla senfoni, yüzden fazla piyano sonatı, elliden
lazla telli çalgı kuarteti ve sayısız konçerto bestelediler. Bu çalışmalar klasik reper-
tuarın özünü oluşturmaktadırlar.
STRAD
l,l<; MÜSSIK, "Mesih", tüm unvanların en saygın olanıdır: Anumius Stradivarıus Cm-
monensis Pacicbai Anıw 1770. Antonio Slradivari'nin (yaklaşık 1644-1737) ölü-
münden yaklaşık kırk yıl sonra halen atölyesinde bültınan on kemandan biriydi ve
oğulları tarafından I 7 7 ö ' t e Kont Cozio di Salabue'ye satıldı. On iki yıl boyunca mü-
zik öğretmeni Kransız Delphin Alard'ın (1815-1888) elinde bulunması dışında, " i l
Salabue" yalnızca tacirlere ait oldu (Tarisio. Vtıillaume ve W. II. Mills). Tarisio her
zaman onu arkadaşlarına göstereceğine söz verdi, fakat bunu hiçbir zaman yapma-
dı. Arkadaşlarından biri "Tıpkı Vlcsih gibi" demişti "her zaman vaat edilir, hiçbir za-
man gerçekleşmez". 1
Çok az çalınan enstrüman, nemlendirilmiş kabında Oxford Ashmolean Müze-
s i n d e gerçek bir mükemmellikle durmaktadır. Gözünü dikip bakınca olağan üstü bir
şey değildir, liski zamanların "Uzun Stradları" dışında, 3 5 6 mm uzunluğunda bir
gövdesi vardır. Düz işlemeli bir ön kısmı, sivri köşeleri, sade süslerle işlenmiş kenar-
ları, meyilli f-oyukları ve ateş rengi cevizden iki panelli arkası vardır. Şeceresi sade-
ce Slradivari'nin eşsiz verniğinin turuncu-kahverengi parlaklığıyla açığa çıkmakta-
dır. Onu bir kez çalan Joachim "görkemi ve sevimliliği" birleştirdiğini söylemiştir. 2
Diğer şeyler aynı kalmak üzere, telli bir çalgının ses perdesi kalitesinin anahtarı ge-
nellikle cilasında yatar. Çok sert bir vernik çirkin metalik bir ses üretir: çok yumu-
şak bir vernik rezonansı azaltır. Sanatının her kolunda bir usla olan Stradivari yük-
sek esnekli ve aynı zamanda dayanıklı bir vernik buldu. Benzersiz ününün sürekli
artışı bundandır.
Keman geç dönem Rönesans balyasında ortaya çıktı. Altı-ıelli viyola ailesin-
den, daha özel olaraksa. rebap ve lira da braccio'dan gelir. Çok yönlü bir çalgıdır.
Keman, viyola, çello ve ikili bas telli çalgılar grubunun doğal lideriyken, güzel melo-
dik kalitesi solo amaçlarına da uygundur. Vaygın "keman" olarak, canlı dans müziği-
ne kolaylıkla uygulanır. Küçük, taşınabilir ve görcce ucuz olduğundan, kısa zaman-
da hem Avrupa popüler müziğinin hem de "klasik" müziğinin evrensel beygiri haline
gelmiştir. Tirol'deki Jacop Sıaıner haricinde keman yapan ustaların. Bresciah Mag-
gini'den. Cremonalı A m a l i ve Stradivari ve Venedikli Guarnerı'ye kadar hepsi İtal-
ya ndır.
Keman çalma sanatı. Leopold Mozart'ın vc G. B. Vioiu'nınkiler de dahil olmak
üzere, sistematik ekilim yöntemlerinin gelişmesiyle büyük ölçüde ilerlemiştir. 179ö
yılında açılan Paris Konseraıuarı. Prag (1811). Brüksel (1813), Viyana (1817). Var-
şova (1822). Londra (1822). Sl. Petersburg (1862) ve Berlin'deki (1869) benzerleri-
nin öneüsüdür.
On dokuzuncu yüzyılın rinalarından yirminci yüzyılın ortalarına kadar keman
çalmanın dikkat çekici özelliği. Doğu Avrupalıların bu konudaki belirgin üstünlüğüy-
dü. Fenomen büyük olasılıkla Yahudi ve Çingeneler arasında keman çalma geleneği-
ni. daha biiyiik bir olasılıkla da. siyasal açıdan baskı altındaki ülkelerde müzik yap-
manın özel statüsünü yansıtır. Ne olursa olsun. Niecolo Pagan ini (1782-1840) uzun
bir zaman için, Doğu Avrupalı. Yahudi veya her ikisinin dışında "büyüklerin" ilki ve
sonuncusu oldu. Viyanalı .loseph Joachim (1831-1907} ve Sl. Pelersbtırg Okulunun
açılmasına yardım eden Lııbliııli bir Polonyalı olan llenryk Wieniawski (1835-188(1).
Kreısler. Vsaye ve Szigelı'den lleil'iiz Milslein, Oistrakh. Szeryng ve Isaae Sıern'ogi-
den kusursuz bir zincirin ilk halkaları oldular. Hepsi "Strad'larını çaldılar Ne yazık
ki "Mesih", kaderi dinlenmek değil görülmek için çizilmiş olan çok ender Slradıvari-
Icrden biridir.
EROS
"ÇKVRİLMRMİŞ kıç bırakmadı" denirdi. Saksonya Seçici Prensi ve Polonya Kralı Krı-
edrich Augustus, Fransa Mareşali Marıırice de Saxe'ın da aralarında yer aldığı
(1696-1750) yaklaşık üç yiiz çocuğun babasıdır. Mükemmel aşk maceraları hem Ka-
tolik zevkine hem de hayret verici dayanıklılığına kanıt gösterilir. 1 Karısı Bayreulhlü
hlbcrdine'nin dışında, bir cariyeler grubu besledi; resmi, gizli, çok gizli. Maurice de
Saxe, Königsmarck'ın İsveçli Kontesi Aurora'nm oğluydu; erkek üvey kardeşi, Koni
Rotowski Buda'da kaçırılan bir Türk kızı olan Fatma'nın oğluydu; üvey kız kardeşi.
Kontes Orzelska. Varşovalı bir şarap tüccarının kızı Henriette Duval'in çocuğuydu.
Resmi listede Kontes d' Ksterle'ı Madam Teschen, Madam I loym. Madam Coscl, Ma-
ria, Kontes Denhoff Lakıp etmekteydi, fakat isLisnai olarak Drcsden'deki eski Britan-
ya büyük elçisinin eski metresi listede değildi. Siyasi rizikoları da sperm hayvancık-
ları kadar güzel hedeflenseydi, Friedrich Auguslus büyük bir kral olabilirdi. 2
Aydınlanma, Kant'a göre, Avrupa uygarlığının, "insanlığın kendini sıkıntıya
sokan azınlığın dışına taştığı" sıradaki gelişme dönemidir. Daha basitçe, Avru-
palıların "ağırbaşlılık çağı"na ulaştıkları söylenebilir. Ortaçağ Hıristiyanlığının
ebeveyn olarak görülmesi ve Avrupa seküler kültürünün Rönesans'ta doğan
bir çocuk olarak görülmesi güçlü bir metafordur. Çocukluk, ebeveynin gele-
nekleri, dini geleneğin ağırlığı ve aile tartışmaları yüzünden sıkıntılı geçmek-
teydi. Ana erişim kişinin kendi için düşünme ve hareket etme yeteneği yani
"aklın özerkliğiyle" geldi. Fakat çocuk, aileden birçok tehdit almayı sürdürü-
yordu.
Belki de Aydınlanma, en iyi şekilde ancak "aklın ışığının" aydınlatmaya
çalıştığı karanlığa başvurularak anlaşılabilir. Karanlık temel bir insani ihtiya-
cın karşılanması için filozoflar tarafından kabul edilen şekliyle din tarafından
değil, Avrupa Hıristiyanlığının kabuklaştığı düşünceden uzak, rasyonel olma-
yan, tüm dogmatik tavırlar tarafından oluşturulmuştur. Bağnazlığı, hoşgörü-
süzlüğü, batıl inancı, aldatmayı ve fanatikliği içeren bu tavırlar, dönemin en
alçaltıcı sözcüğü olan "şevkle" özetleniyordu. Fransızların hareketi adlandır-
dıkları şekliyle Lumières geniş bir konu yelpazesi içeriyordu: Felsefe, bilim ve
doğal din, iktisat, siyaset, tarih ve eğitim.
Rasyonalizmin gelişimini teşvik eden özel entelektüel mekânlar her yerde
bulunmuyordu. Bir yanda birbirine rakip dogmaları uygun bir düşünce çatış-
ması oluşturan Katolik ve Protestanların varlığım, öte yandaysa rasyonel bir di-
yalogun başlatılabileceği bir miktar hoşgörü gerektirmekteydi. On yedinci yüz-
yılda bu mekânlar sadece üç ya da dört yerde bulunabiliyordu. Böylesi
koşullar, Cizvitlerin Ortodokslarla, Yahudilerle ve birkaç radikal mezheple ka-
rıştığı Polonya-Litvanya'da mevcuttu, Katolik ve Protestan kantonlarda düşün-
celerin karşılıklı değişimlerinin her zaman mümkün olduğu isviçre'de bir dere-
ceye kadar bulunmaktaydı. Geniş Anglikan geleneğinin muhalif görüş açılarını
koruduğu İngiltere'de ve Iskoçya'da vardı. Bunların da ötesinde bu koşullar, ye-
rel kaynaklarına J. J. Scaliger ve René Descartes'tan Spinoza, Shaftesbury, Le
Clerc ve Bayle'e kadar uzun bir entelektüel mülteciler silsilesi eklenen Hollan-
da'da mevcuttu. Leyden, "Batavya'nın Atina"sı, Amsterdam Avrupa'nın "Koz-
mopolit Kenti" ve La Haye Aydınlanmanın ana laboratuvanydt. Fransızların
başlangıçtan itibaren göze çarpmasına ve Fransızcanın linguafranca olarak be-
nimsenmesine rağmen, Fransa'nın kendi yerel koşullann gevşediği on sekizinci
yüzyıl ortalarına kadar ana faaliyet sahnesi haline gelmedi. Baş şahsiyetlerden
biri olan Voltaire, İsviçre'ye ya da İsviçre sınırına yerleşmeye mecbur bırakıldı.
Temel kavram (lumen naturelle yani "aklın doğal ışığı") Melanchton'un
çalışmalarından biri olan. De lege naturae'ye ( 1 5 5 9 ) ve Melanchthon aracılığıy-
la Cicero ve Stoacı filozoflara uzanmaktadır. Bu nedenle Leyden'deki Joost
Lips'in (Lipsius, 1 5 4 7 - 1 6 0 6 ) Stoacı metninin çevirisi bir dönüm noktası ola-
rak görülür. Bu olay, Bilim Devriminin ve Decartes'ın rasyonel yönteminin
meyvelerinin yanı sıra, 1670'lerden 1770'lere en hararetli dönemini geçiren bir
ideolojinin özünü biçimlendirdi. Aklın, hem insani hem de maddesel dünya-
nın apaçık kaosunun temelini oluşturan kuralları açığa çıkartabildiği ve böyle-
ce doğal dinin, doğal ahlakın ve doğal hukukun kurallarını ortaya koyabildiği
kanısına neden oldu. Sanalla da, yalnızca katı kuralların ve simetrik şekillerin
her Güzel'in ortak olmasının gerektiği doğal düzene ifade verebileceği kavra-
mına yol açtı. Güzellik düzendi ve düzen güzeldi. Klasisizmin gerçek ruhu işte
buradaydı.
Aydınlanma felsefesi öncelikle bilgi kuramı (ya da ne bildiğimizi nasıl bi-
liyoruz) demek olan epistemolojiyle ilgilendi. Burada, tartışma üç Britanyalı
tarafından temellendirildi: İngiliz John Locke ( 1 6 3 2 - 1 7 0 4 ) , İrlandalı Piskopos
George Berkeley ( 1 6 8 5 - 1 7 5 3 ) ve bir süre için Paris'teki Britanya Büyükelçili-
ği'nde sekreter olan İskoç David Hume ( 1 7 1 1 - 1 7 7 6 ) . Ampirikler olarak hepsi
de insan davranışlarına gözlem ve tümdengelim gibi bilimsel yöntemlerin uy-
gulanması gerektiğini kabul ediyorlar ve böylece çağdaşları Alexander Pope'un
talimatını da kabul ediyorlardı:
Locke'un ünlü eseri İnsan İdrakine İlişkin Deneme ( 1 6 9 0 ) , insan zekâsının do-
ğuşta boş (bir tabula rasa) olduğu önermesini geliştirdi. Bu nedenle bildiğimiz
her şey, ya dış dünyadan veri toplayan duyular yoluyla ya da zihnin iç çalışma-
larından veri elde eden yansıtma yeteneği yoluyla kazanılan deneyimlerin
meyvesidir. Locke'un önermesi, Fransa'da, Traité des Sensations adlı eserinde
( 1 5 7 4 ) cansız bir heykelin duyularını kazanması yoluyla canlanması analojisi-
ni kullanan Abbé Condillac ( 1 7 1 5 - 1 7 8 0 ) ve L'Homme machinc'de ( 1 7 8 4 ) kök-
ten maddeciliğiyle, manevi olanın varlığını tamamen yadsıyan Julien Offray de
la Metırie ( 1 7 0 9 - 1 7 5 1 ) tarafından geliştirildi. Piskopos Berkeley sadece zihin-
lerin ve zihinsel olayların var olabileceğini iddia ederek diğer uç noktaya gitti.
insan Doğasının Bilimsel İncelemesi (Treatise of Human Nature) ( 1 7 3 9 - 1 7 4 0 )
adlı eserinde kavrayış, tutku ve ahlakı rasyonel bir araştırmaya labi tutmaya
çalışan Hume, rasyonel inanç olasılığını yadsıyarak bu tartışmayı bitirdi. On
sekizinci yüzyıl rasyonalizmi buna rağmen i rrasy on elliğin tamamen mantıksız-
lık olmayabileceği sonucuna vardı.
Ahlak felsefesi alanında, dinsel ve entelektüel düşüncenin birkaç kolu ya-
rarcılığın nihai hedefine doğru yönlenmişti. Rasyonalistler ahlaki ilkeleri, insa-
nın durumunu geliştirmesindeki yararları yoluyla yargılamak egilimindeydi-
ler. Bu eğilim Locke'da zaten bulunmaktaydı. Bazı yönlerden filozofların en
radikali olan Baron d' Holbach ( 1 7 2 3 - 1 7 8 9 ) en büyük zevke neden olan şeyin
erdem olduğu hedonist bir ahlakı savunmaktaydı. Sonraları mutluluk, kişisel
olmaktan çok toplumsal bir erdem olarak görüldü. Sadece bireysel refah değil,
toplumsal uyum da amaç haline geldi. 1776'da genç Jeremy Bentham (1748-
1832) rehber ilkeyi "doğru ve yanlışın ölçütü; olabildiği kadar çok insanın
olabildiği kadar çok mutlu olmasıdır" şeklinde formüle etti.
Avrupalı Museviler, Aydınlanmayı desteklemişlerdir. Yahudiler dini bir
cemaat olarak kabul ediliyorlar ve dinleri de mantıksız ve çapraşık olarak gö-
rülüyordu. Dreyden, bir kezinde, istihzayı ihmal etmemiştir:
"Yahudiler, dikbaşlı, meyus, şikâyetçi ırk,
Tanrı'mn şımarıtığı halk, kolaylıkla baştan çıkartılan,
Ne Kral hükmedebilir onlara ne de tanrı mutlu edebilir onları." 3
Zaman içinde, bazı Yahudi liderleri kendileri için aynı şekilde eleştirel oldular.
Geleneksel Yahudiliğin sınırlamalarından kakmayı arzuluyorlardı. Nihai sonuç
ise, Yahudi cemaatini kendi içinde reforme etmeye çabalayan Yahudi Aydın-
lanması, (Ha s kalalı) oldu (Bkz. s. 890).
Bu arada, bilimsel bilgi büyük yol katetti. Dönemin en büyüğü. Kraliyet
Cemiyeti'ııin başkanı olan ve 1687'de Pıincipia adlı eserini yayımlayan Sir Isa-
ac Newton'dur ( 1 6 4 2 - 1 7 2 7 ) . Newton'un devinim ve yer çekimi yasaları, iki
yüz yıldan fazla bir zamandır, fiziğin temelini ve bu nedenle evrenin işleyişi-
nin temelini oluşturmuştur. "Sürekli değişimler" adını verdiği diferansiyel he-
sabı keşfetti. Bir Aydınlanma babası için yeterince uygun bir şekilde, 1666 yı-
lındaki ilk deneylerini Cambridge, Teslis Koleji'ndekı odasının penceresinin
kör noktasındaki bir deliğin arkasına bir cam prizma yerleştirerek Işığın doğa-
sına yönlendirdi:
"Ve gördüm ki... Görüntünün |bır] köşesine yönelen ışık öbüı köşeye yönelen
ışıktan oldukta büyük bir kırılma yapmakta. Ve böylece o görüntünün uzunluğu-
nun gerçek nedeninin farklı şekillerde kırılabilir ısınlardan oluşan İşıktan başka
bir sey olamayacağı gözlendi, bu ışınlar... kırılabdme derecelerine göre duvarın
muhtelif bölümlerine nakledildiler.rlfl
EULER
1765 YİLİNDA. Berlin'deki Rus büyükelçisi tek giy/.liı bir adaıın hiçbir masrafları ka-
çınmadan Sl Pelcrsbıırg'a davet etmekle görevlendirilmişti. l,eonard liuler (1707-
1783) bunıı Rus Kraliyet Akademisinin müdürlüğüne getirilmesi, iiç bin rublelik yük-
sek bir maaş. karısı için aylık ödeme ve d ö n oğlu için de yüksek mevkiler karşılığın-
da kabul etti. Koşulları itirazsız kalnıl edildi. Beş yıl önce. Rus ordusu CharloUeıı-
bıırg'dakı çiftliğini yağmaladığında, Çar bunu fazlasıyla telafi etmişti. Bunun nedeni,
Kuler'in dönemin en biıyiik matematik fısladı olmasıydı. lûılcr'ın Berlin'i Lerk etme-
sinden on yıl sonra Brtınswiek'de dünyaya gelen C. I\ Gauss'un (1 777-1863) onun
Lek eşdeğerlisi olduğu herkes laral'ından kabul edilmektedir.
"Kuler'in diğer insanların soluduğu veya kartalların uçtuğu ğibi hesap yaptığı"
: söylenmişti. İsviçreli bir papazın oğluydu ve Basel'dc öğrenim görmüştü, olağanüstü
bir belleğe sahipli. V'irgilıııs loncasını satır ve sayla sayıları dahil olmak üzere ez-
j herden okuyabilirdi. Rusya'ya ilk kez Büyük Kriedrirh'in ajanları laral'ından "kafası-
na odiil konulmadan" önce, Bernouılli kardeşlerin eşliğinde genç bir adam olarak
j gitti. CreUikleri hem özgün hem de. çoklu. Kili yılı aşkın bir S Ü I T I içinde ortalama ola-
rak her gün basılı iki sayfadan dört bin dolaylarında mektup ve sekiz yüz seksen altı
| bı I imsel ça I ışına kaleme aldı. R us dergisi Commauıırii Acadcmiav Svıvnuarutn Impc-
rialıs l'cLropulitaııac ölümünden kırk beş yıl sonra halen makalelerinin biriken kıs-
mını yayımlamaktaydı. Sayısız leorem keşfetti, sinüs hesaplamalarını icat etli. pi sa-
yısının nümerik hesabı hakkındaki araştırmayı tamamladı ve aşkın sayıların
varlığını sapladı, "Kuler Teoremi" üstel ve trigonometrik fonksiyonlar arasındaki
bağlantıyı gösterir:
Kuler'in saygınlığı Rus Akademisini Avrupa biliminin ana akımına dahil etli.
St. Petersburg'daki göz alıcı matematik okulu ondan sonra uzun sıire varlığını sür-
dürdü. Ancak Kuler bundan söz etmek konusunda gönülsüz olmuştu. Büyük Kriede-
rich'in annesi tarafından bu konu hakkında yazılınca, "Hanımefendi, bu ülkede ko-
nuşanı asarlar" 1 diye yanıt vermiştir, Fakat standart matematiksel nolasyoııların
ıcmelini gösterdiği ders kitabı InııvdiKlio in analysin mlmiionım'da (1748) istediği
sembolleri kullanmak Kuler'in yetkisindeydi. (1 matematikçilerin iletişimi için Avru-
palıların günlük hayatta kullanmak için hiçbir zaman geliştiremedikleri liple evren-
sel bir araç geliştirmişti (Bkz. Kk III; s. 1303).
Her devletle üç çeşit güç vardır: Yasama gücü, insanlann haklarına bağlı şeylerin
üstündeki yürütme gücü ve sivil hukukla ilgili yûruirne gücü... eger aynı kişi ...
bu güçlerin üçünü birden kullanırsa: Yasa yapma gücü, halka ait kararları yürür-
lüğe koyma gücü ve suçlan yargılama gücü kaybedilir.5
Doğa tüm insanlara mutlu olma hakkını vermiştir... Tüm kuşaklar, dünyanın bu-
günkü durumunu öncekilerin hepsiyle birleştiren bir neden ve sonuç dizisi tara-
lından birbirlerine bağlanmışlardır... ve tüm insan ırkları, kökenlerinden iıibaren
bakıldığında, filozoflara aynı bir birey gibi bebekliği ve gelişmesi olan uçsuz bu-
caksız bir delik gibi gözükür.... Sükûnet ve çalkalanma arasında, iyi zamanlarla
kötü zamanlar arasında gidip gelen insanlığın tamamı daha büyük bir mükem-
melliğe doğru yavaş, fakat sağlam adımlarla ilerliyor.10
PAZAR
DR. ADAM SMITI1 ( 1723-1790) son derece dalgın bir profesördü. Bir keresinde ek-
mek ve tereyağından oluşan hir karışım içmiş ve bunun çok kötü bir çay olduğunu
söylemişti. Trans halinde, yarı giyinik, her yere seğirterek sokaklarda gezinmesi, tu-
luıf sahte tur sesle kendiyle hararetle tartışması ve ben/ersi'/, solııeanvari yürüyü-
şüyle yollar boyunca koşması. Kdınburgh'un manzaralarından biri haline gelmişti.
Bir kezinde. tam bir söylev balı içinde dosdoğru bir lağım çukuruna girdi. I lemen hiç
evlenmemiş biri olarak her zaman annesinin yanında yaşadı. Bu canayakın karma-
şık karakterin, günlük hayatın işleyişine entelektüel bir düzen getirmeye başlamış
olduğunu düşünmek hoş bir durum. 1
; Sınith, arkadaşı Davıd I lume'la birlikte, İngiliz akademik hayatının uykuda ol-
j dugıı bir donemde iskoç Aydınlanmasının yıldızlarından biri oldu, Johnson. Voltaire.
Franklin. ÇHıesnay ve Bıırke'yle yakın ilişkideydi Vaşlı profesör Kralın bakanları ta-
j rafından kabul edildiğinde hepsi ayağa kalktı. VVilliam Pili şöyle dedi: "Hepimiz
ayaktayız Bay Sımıh, çünkü biz hepimiz sizin öğrencileriniziz."
Smitlı'in kariyeri yirmi sekiz yaşındayken. Glasgovv'daki Ahlak felsefesi Kür-
i süsünde başladı. Burada Ahlaki Duygular Kuramı'm (1759) yayımladı. Bu eser.
onaylama ve onaylamamanın kökenine yönelik bir araştırmaydı. Iktisai alanına, in-
sanın açgözlülüğünün içinde saklı olan anlamı ve bencilliğin müşterek iyi için nasıl
çalışabileceğini sorgulayarak dahil oldu. Dokuz yüz sayfalık Ulusların Zenginliği
(1776) aslında bu arayışın sürdüğü geniş bir denemeydi. İki yiiz yıl boyunca iktisadi
düşüncede üstünlüğünü sürdüren merkantilizmin korumacı felsefesini paramparça
elti. Spekülasyonları onu. işleyişine lüm insanların katıldığı bir "toplumun" varoldu-
ğunu farz etmeye ve "piyasanın" kurallarını formüle etmeye götürdü. Üretimin, reka-
betin. arz ve talebin ve fiyatların işleyişinin taslağını çıkardı. İvmeğin örgütlenmesi-
ne özel bir dikkat gösterdi. Bu. onun ünlü toplu iğne imalathanesi betimlemesinde
göriiliir. İler işçinin bireysel olarak sadece iki ya da üç iğne ürettiği bir imalathane-
de. rasyonalize edilmiş görevler ve uzmanlaşmış beceriler, günde kırk sekiz bin top-
lııığne üretecek işgücünü olası kılmaktaydı. Kngelleıımediği takdirde toplumsal uyu-
mu besleyecek olan, piyasanın kendi kendini düzenleyen doğasını da vurgulamıştır.
İki temel piyasa yasası tanımlamıştın Birikim Yasası ve Nüfus Yasası. Bu konuda
yazdıkları oldukça şaşırtıcıdır: "nsanların talebi, insanların üretimini isler islemez
düzenleyecektir". Parolası şuydu: "Piyasayı kendi başına bırakın." 2
Iklisal bilimi. Smiıh tarafından ileri sürülen sorunlar o zamandan beri araştır-
makladır. Arkasında bıraktığı iz Ricardo, M a l l ı n s ve Marx'ıan llobson, Bastiat ve
Vlarshall'a. Veblen. Schumpeter ve Keynes'c uzanmakladır. Smiih'in elinde ikıisaı.
spekülatif felsefenin bir koluydu; ve en büyük takipçileri sonuçlarının kırılganlığının
farkındaydılar. Halkın kalasındaysa, iktisadın daha büyük iddiaları vardı. İktisat,
dinin ve ahlaki uzlaşmanın gerilemesinin bıraktığı boşluğu doldurdu: giderek artan
bir şekilde halk siyasetinin başlıca meşguliyeti, toplumsal hastalıklara deva. hatta
kişisel rahatlığın kaynağı olarak görüldü. İnsan topluluğunu, doktorun insan vücu-
dunu açıkladığı gibi açıklayan teknik bir konu olması nedeniyle: amaçları, güdüleri
ve ödülleri onaya koyarak kendi içinde bir sona ulaşmanın tebdili altındadır. Smıth.
bir ahlakçı olarak bundan dehşele düşerdi.
Tüııı bunların anlamı genç bir adam on yıldan sonra ölü bir dilin eksik bilgisiyle,
unutmaya çalışacağı felsefi ve retorik hükümler: Genellikle bozulan sağlık... ve
daha da sık olarak günahkâr sohbette yenik düşecek yüzeysel bir din bilgisiyle
koleji bitirir...
COMENIUS
Satleee zengin ve güçlü nlaııların değil, erkekler ve aynı zamanda kızlar, zersin ve yok-
sul, liiııı kentlerden ve... köylerden "kula gönderilmelidirler. Hger tıiri. zanaatkarlar,
köylüler, hamallar, lıaııa kadınlar öğrenim gördüğümle SOIHIÇ ııe olacak diye sorarsa,
şöyle \anıt veririni: onların hiçbirisinde dıışiııımck. seçim yapmak, izlemek ve iyi şeyler
yapıııuk için malzeme eksiği olamayacak... Dahası, bazılarının doğal olarak kalın kafalı
ı-e aptal gözüknıe.si bir en^cl olacaktır... Pir kişinin doğası ne kadar javaş ve zayıfsa,
onun o kadar yardıma ihtiyacı vardır...-5
Bir çizgi roman okuyan, resimli bir ders kitabına başvuran, televizyonda bir ders.
film ya da \ ıdeo seyreden her çocuk komensky'yi öğretmeni olarak selamlamalıdır.
KAZ ADIMI
PRUSYA ORDUSUNUN Paradcschritı'i, diğer bir deyişle "Tören Yürüyüşü" tüm za-
manların insan vücudu için icat edilmiş en anormal ve en dokunaklı hareketlerden
biridir. Yabancı eleştirmenler bu yürüyüşe kaz adımı adını vermişlerdir. Çtzıncii as-
ker salları her yukarı adımda bacaklarını yüksek yatay bir konumda kaldırarak.
ayak parmaklarını işaret eline antrenmanı yapıyorlardı. Dengelerini korumak için
kollarını binaların dışarıya çıkık kısımlarıymışçasına sallayarak ve çenelerini lipik
bir duruşla tutarak öne doğru eğiliyorlardı. I ler adım çok büyük bir çaba gerektirdi-
ğinden, müziğin temposu ağıra doğru yavaşlamak zorundaydı: ayrıca yürüyüş gö-
zükmeyen vahşi, ağır bir tehdit, havasında yapılmaktaydı. Seri yüz ifadeleri askerle-
rin çabalarını gösteren gerekli bir ekti.
Kaz adımının viicuı, dili, açık bir mesaılar grubunu iletmekteydi. Genel olarak,
bu yürüyüş Prusya için insanların disiplin ve aılelikliğinin ne kadar acı dolu ya da
gülünç olsa da tüm emirlere dayanabileceğim söylüyordu. Prusya'da ki siviller için.
her lürlü başkaldırının acımasızca bastırılacağını söylemekleydi. Prusya'nın düş-
manlarına. Prusya ordusunun sadece üniformalı erkek çocuklarından değil, alaylar
şeklinde düzenlenmiş süper adamlardan oluştuğunu söylemekteydi. Tüm dünyaday-
sa, Prusya'nın sadece güçlü değil, aynı zamanda azametli olduğunu ilan ediyordu.
Prusya militarizminin şekillendiği yer neredeyse l a m burasıydı. 1
Kaz adımı eıostı diğer orduların yürüyüş gelenekleriyle çok keskin bir karşıtlık
oluşturuyordu. Örneğin Kransız ordusu, çok geliştirilmiş C/an ya da "hamle" ruhu
sızdıran hafif piyadesinin, borular çalarak, çok hızlandırılmış yürüyüş temposundan
büyük övünç duymaklaydı. Komutanının huzuruna bir adım kala duran Polonya sü-
varisinin pervasız hücumu, bir at biniciliğinin ve şovmenliğin keyiflendirici bir karı-
şımını sergilemekteydi. Londra'da, Kraliyet Yaya Muhafızlarının görkemli şekilde ya-
vaş olan Yavaş Yürüyüşünden, her uzun adımın ortasında donmuş bir hareket
anıyla, özbeöz ingiliz olan dinginlik, güven ve özdenetim akmaklaydı.
Kaz adımının ömrü uzun oldu. On yedinci yüzyılda başladı ve yirminci yüzyılın
sonunda hâlâ varlığını sürdürmekteydi. I9<1ö'e kadar Almanya'da ve Prusya'daki
tüm askeri gösterilerin standari özelliğiydi. Dünyadaki tüm Prusyalı subaylar tara-
fından eğitilen ya da Prusya modeline hayran olan her orduya taşındı. Avrupa'da
Rus Ordusu, daha sonraysa Kızıl Ordu ve tüm Sovyet uydularına uyarlandı. Balı Al-
manya'nın Bundeswehr) tarafından reddedildi, fakat 1990 Kasımında Doğu Alman-
ya'nın yıkılmasından bir ay öncesine kadar Alman Demokratik Cumhuriyeti ordusu
tarafından korudu. Moskova'da geçen yetmiş yıl boyunca ben in'in mozolesi etrafın-
da 1994'le halen yavaş hareketle yüksek adımlar KGB ordularının özel mangaları
tarafından uygulanmaktaydı.
Bir berduş olmanın zevklerine varmış biri olarak, Paris sosyotesinin sınır-
lamalarını usandırıcı bulmaktaydı. Romantikler ondan geleneklerin oluş-
turduğu engelleri aşağılamayı öğreniyorlardı (öncelikle kıyafet ve davra-
nışlarda) ve son olarak tüm geleneksel ahlak kuralları alanında. 18
Rousseau'nun vatanı İsviçre Alplerine olan aşkı, o zamana kadar genel olarak
korkuyla uzak durulan çevreye ilişkin tulumlarda bir değişiklik başlattı. Rous-
seau'nun sıradan halka olan bağlılığı demokrasiye içten bir bağlılık içerse de,
bazen totalitarizmin köklerinden biri olarak görülmektedir.
Ön-Romantizm hakkındaki tartışmalar genellikle Sturm ımd Drang (F. M.
Klinger'in 1777'de sahnelenen aynı adlı eserinden sonra böyle adlandırılan)
Okulu ve Semboller Kuramıyla ilişkilendirilen edebiyat üzerine odaklanmıştır.
1770'lerin bu "Fırtına ve Gerginlik"inin ortasında, Almanya uzun süre eylem-
siz kalarak Fransız rasyonalizmine karşı kendini kanıtlıyor ve Avrupa kültürü
yeni bir döneme giriyordu. Goethe'nin, ruh hali sürekli değişen ergen kahra-
manının intihar ettiği ilk romanı Genç Werther'in Acıları ( 1 7 7 4 ) , büyük bir et-
ki bıraktı. Goethe, bu kitabı yazarken "kendi iç dünyasını kuşatmaya" karar
verdiğini söylemiştir. Bu, hiç de klasik olmayan bir karardır.
Ancak hiç kimse tüm zamanların en büyük edebi sahtekârlıklarından bi-
rini başaran Kingussieli James Macpherson ( 1 7 3 6 - 1 7 9 6 ) adındaki İskoç öğret-
menden daha büyük bir etkiye sahip olmadı. Eserleri Antik Şiirden Parçalar
( 1 7 6 0 ) , Fıngal ( 1 7 6 1 ) ve Temora'yı ( 1 7 6 3 ) Galli ozan Ossıan'nın çalışmaları-
nın çevirileri olarak sundu. Dr. Johnson'ın fark ettiği gibi, bu eserlerin dedi-
ğiyle ilgisi yoktu. Fakat Highland'ın irfanından gelen melankolik anlatımları,
sadece Herder'in onun önde gelen hayranlarından biri olduğu Almanya ile sı-
nırlı kalmayan büyük bir popülarite kazandı. Bir İtalyanca çevirisinin Na-
poleon'un en sevdiği metin olduğu söylenir.
Klasik gelenekler sanatta da saldırıya uğradı. 1771'deki Londra Kraliyet
Akademisinin yaz sergisinde, saray ressamı Benjamin West ( 1 7 3 8 - 1 8 2 0 ) ,
Québec'te on iki yıl once öldürülen General Wolfe'un anısına General Wol/un
Ölûmiı adlı bir resim sergiledi, izleyiciler için skandal olansa, manzaranın çağ-
daş kıyafetlerle resmedilmesiydi. Ölmekte olan general yönetmelik kırmızısı
asker ceketiyle görünmekteydi. Günün kıdemli sanatçısı joslıua Reynolds, Ba-
u'yı bir yanına almış ve onu antik çağın toga ve defne dalından çelenklerinde
tüm tarihi ve ahlaki sahnelerinde giydiren geleneği öğretmişti. Geleneğe mey-
dan okuyan resimlerde zamansız, doğal ortam eksik olacaktı ve sadece bu
mesajlarının iletilmesini garantileyebilirdi. Ancak bu boşunaydı. Realizim gel-
mişti. Romantizmin onunla birlikte gelip gelmeyeceği y se bir varsayım soru-
nuydu. 19
Avrupa'da Fransız Üstünlüğü iki yüz yılın büyük bir bölümünde devam etti.
Üstünlük genç XIV. Louis'nin kişisel yönetimiyle başladı ve 1815'te Na-
poleon'un düşüşüne kadar sürdü. Gerçekte, her ne kadar Napoléon savaşları
sırasında yenilgiler almışsa da, Fransa Bismarck'ın Almanyasına teslim olana
kadar kesinlikle Avrupa'nın en güçlü devleti olarak kaldı. O zamanın çoğunda
Paris, Avrupa'nın siyaset, kültür ve modasının rakipsiz başkentiydi (CRAVA-
TE).
Fransa'nın uzun süreli üstünlüğü kısmen geniş topraklarının ve nüfusu-
nun doğal avantajlarıyla, kısmen iktisadi ve askeri kaynaklarının sistematik ar-
tışıyla kısmen de en büyük rakiplerinin karışık lığı y la açıklanabilir: İspan-
ya'nın zayıflaması, Almanya'nın yıkımı, İtalya'nın bölünmeleri, Avusturya'nın
Osmanlılarla meşgul olmasıyla... İstikrar ve birlik için bir odak sağlayan Bour-
bon hanedanından kralların olağanüstü uzun ömürlü olmaları da (XIV. Louis
(h. 1643-1715), XV. Louis (h. 1715-1774), XVI. Louis (h. 1 7 7 4 - 1 7 9 2 ) ) buna
kesinlikle yardım etmiştir. Sonunda Fransız üstünlüğü Fransız toplumu içinde
büyüyen gerilimler ve hiçbiri XIV. Louis'nin tahta çıkışında mevcut bile olma-
yan Büyük Britanya, Prusya Krallığı ve Rus imparatorluğu gibi yeni güçlerin
ortaya çıkışıyla zayıfladı.
Tüm büyük siyasi organizmalar gibi Ancien Régime'in Fransası da yükse-
liş, olgunlaşma ve çöküşün üç belirgin safhasından geçti. Dinamik ilk safha,
1661'den on yedinci yüzyılın sonuna kadar, XIV. Louis'nin muhteşem hayatı-
nın belli başlı yıllarıyla aynı zamana rastlamıştır, (kinci safha, Fransa'nın ona
karşı ayaklanan koalisyonlar tarafından kontrol altında tutulmasına tanık ol-
muştur. Bu safha XIV. Louis'nin hayal kırıklığına uğradığı son yıllarından, XV.
Louis'nin ölümüne kadar sürmüştür. Son safha XVI. Louis'in hâkimiyetiyle eş-
zamanlı olmuştur. Bu dönem kralın ve bakanlarının, 1789'da Avrupa'nın gör-
düğü gelmiş geçmiş en büyük devrimin patlamasına sebep olan, artan sorunla-
rın denetimini yitirmelerini izlemiştir. Fransızlar için bu çağ la gloire çağıydı.
8 Ocak 1688'de XIV. Louis Villars Markizine şöyle yazmıştır: "S' agrandir esi
/a plus digue et la plus agréable occupation des souverains." 20 (Kendini büyüt-
mek, hükümdarların meşguliyetlerinin en onurlusu ve en hoş olanıdır.)
KR ANSIZCA bir sözcük olan cravale. ("kraval") hemen hemen tum Avrupa fiillerine
girmiştir. Almanca'da krawaiie. İspanyolca'da eorbaıa. Vonaneada gravaia, Rumen-
rede cravaia, standart Polonya dilinde krawat. Krakow'da garip bir şekilde kravat-
fc?'dır. İngilizce'de, "ipek ya da keten bir mendilin gömleğin yakasının usliınden boy-
na bir veya iki kez dolanması" şeklinde özel bir anlama sahiptir. 1 Standart Fransız
l.illrd sözlüğünde, iki a Hemati T anlamı verilir, " l . Cheıal de Cmatıc 2. Pıeee d'eloffe
lı'-gere- que les hommes et qtielquefois les dames mcUcnl. auıour du cotı. "2 Tüm kay-
naklar kravatın "Hırvat'ın sıfat halının eski bir biçiminden ya da bir Hırvaf'ın söyle-
yeceği g i b i , fırval.i'den liirediği konusunda hemfikirdir.
Dogu Avrupa'da kullanılan bir sıfatın Avrupa giysisinin en yaygın parçaların-
dan biri için kullanılır hale nasıl geldiği hakkında ancak tahmin yürütülebilir. Bir ku-
rama göre, Napoleon tutsak edilen llabsbtırg askerlerinin taktığı eşarplara hayran
kalmıştır. 3 Bu. açıkça yanlış bir atıl'lır. I.iuri Napoleon dogmadan çok önce Vbliai-
re'nm bu sözcüğü kullandığını belirtmekledir: "Vous figüre/, vous ce diable habillcd'
<*carlaU>? (...) Un serpeni, lui seri. de craraft'''(Kırmızılar içindeki şu şeytanı görüyor
musun? (...) Kraval. yerine bir yılan takıyor.) 4 XIV. I.oıııs belki de hedefe daha yakın-
dı. Versailles'da Fransız hizmetindeki Hırvat paralı askerler, tüm dünyaya yayılan
bu modanın en olası kaynaklarıdırlar. İler koşulda, Avrupa'nın "daha küçük ulusla-
rının" etkilerini yadsıyanlar, Hırvatların geri kalanımızın yakasına yapışmış oldukla-
rını anımsanmalıdırlar.
Hırvatistan'da her zaman olduğu gibi, erkekler boyunlarını ya yerel kıyafetleri
masnayto ya da tekrar ithal edilen Araeawyla süslemeyi seçebilirler. 3
XIV. Loııis döneminin en büyük simgesi olma rolünde diğer Avrupalı moııark-
lardan daha fazla kabul gördü. Avrupa'nın en güçlü ulusuna yirmi iki yıl hük-
meden bu Roi SoldI, bu Güneş Kral saray mensuplarının ve daha sonra da ta-
rihçilerin düşüncelerini renklendiren bir tapınınm nesnesi oldu. Bir zamanlar
İspanya kralı Felipenin Escorial'den dünyayı yönettiği gibi Versailles'daki
muhteşem sarayından Fransa'yı yönetirken, neredeyse insanüstü güçlerle
onurlandırıldı. Güya o en saf monarşinin, mutlakıyetin en mükemmel biçimi-
nin kendi, örnek ve tek biçimli bir hükümet sisteminin mimarı ve esini; iktisa-
di ve sömürgeci girişimin harekete geçirici ruhu, sanatsal ve entelektüel zev-
kin diktatörü, dinsel sapmaya tahammül etmeyen Katolik bir ulusun "En
Hıristiyan Kralı", Avrupa diplomasisinin en kıdemli üyesi, Kıtanın aşılması en
zor ordusunun komutanıydı. Bu mitosla gerçek payı vardı. "Le Grand Roi" hiç
kuşkusuz daha küçük prenslerin taklit etmeye can attığı bir kraldı. Çevresine
kişiliğinin damgasını vurmuştu. Başarıları önemsiz değildi. Ancak hiç kimse
hiçbir zaman bu kadar abartılmış bir imgeyle karşılaştırılamazdı. Deneyimin
görkemini kabul ederken, kraliyet maskesinin arkasındaki adamı, Versailles'ın
Lumen: Aydınlanma ve Mutlakıyet, y. 1650-J 789 663
Fakat daha sonra, Katolik güçlerden kendini soyutladıgı için kaygılanan Lou-
is, cesaretini yitirip bundan vazgeçti. 1693'te Dört Madde'ye tepki gösterdi ve
hayatının geri kalanında l/Itramonlanus (Papa'nın mutlak hâkimiyetini fazla-
sıyla isleyen zümre) gruptan desteğini hiç esirgemedi. Köy rahiplerinin geçim-
leri ve malları üzerinde, Piskoposluğun tam denetimini sağlayan 1695'teki fer-
manı, ona radikallerin kalıcı muhalefetini kazandırdı. Dingincilik üzerine
tartışmalarda, aristokratik ve daha ruhani unsurlara karşı çıkan, Dinginciliğin
savunucusu "Cambrai'nin Kuğusu", Piskopos Fenelon'a karşı, tumturaklı
"Meaux Kartalı" Piskopos Boussuet'den yanaydı. Her şeyin ötesinde, bir kezin-
de Louis'ye "insanları için bir tanrı olmasını" öğütleyen Boussuet'ydi,
Protestanlarla ilgili siyasetinde Louis, pasif ayrımla başlayarak ufak tefek
tacizlerden şiddetli zulümlere geçti. İlk önce Mazarin'in vasiliği altında, Fron-
de savaşları boyunca sadakatini gösteren bir cemaati karışıklık içine itmeyi is-
tememişti. Abbevilleli dokumacılardan büyük Turenne'e kadar Fransız Protes-
tanlar çok çalışkan ve sözü geçen kişilerdi. Ne yazık ki, Nantes Fermanı'nın
ihlalleri ve "RPR'nin (religion pretcııdıı re/orme ya da diğer bir deyişle sözürno-
na reformdan geçmiş din) sözümona tercih edilen işleyişi Katolik muhalefetin
İlk şapeller yerle bir edildi, NC'leri (nouveaux convertis) kişi başına altı livrcle
ödüllendirmek için bir caisse des conversions, yani "ihtida fonu" oluşturuldu.
1679'dan itibaren bir dizi yasal ve askeri önlemlerle Protestanlık zorla yok
edilmeye uğraşıldı. Askerlerin din değiştirmeyi reddeden bütün ailelerin yanı-
na yerleştirildikleri Poitou, Béarn ve Languedoc'daki korkunç dragon katliam-
larında ağza alınmaz zulümler gerçekleştirildi. 1685 Ekiminde en sonunda
kral, Louvois (Le Tellier) ve yozlaşmış Paris piskoposu Harlay de Champval-
lon'un baskılarıyla hoşgörü fermanını iptal etti. Piskopos Bossuet onu "Yeni
Constantin" sıfatıyla ödüllendirdi. Fransa'nın sayısı bir milyonu aşan en de-
ğerli vatandaşları teslim olmaya ya da gerçek bir terör yönetiminin içine kaç-
maya zorlandılar. Dauphiné ve Cévennes'deki direniş otuz yıl sürdü.
Kraliyet siyaseti, Jansenistlere karşı davranışında da benzer bir şekilde uz-
laşmayla baskı arasında gidip gelmekteydi. Janseııius'un düşünceleri Fransız
Kilisesinin bir kanadı tarafından şevkle kabul edildi ve Abbé de St. Cyran
( 1 5 8 1 - 1 6 4 3 ) , Antoine Arnould ( 1 6 1 2 - 1 6 1 9 ) ve her şeyden önce Biaise Pas-
cal'ın eserleriyle yayıldılar. Jansenist faaliyetler Paris'le Port Royal Citeaux ta-
rikatı manastırında ve sarayda güçlü bağlantıları bulunan (Kralın kuzeni,
Mme de Longueville ile Kralın Dışişleri Bakanı Pomponne Markisi (1616-
1699) Simon Arnould'yla, Port-Royal okulunun eski öğrencilerinden Raci-
ne'le, hatta Bossuct'vle bile) her yere yayılmış Arnould klanında toplanmıştı.
Fakat 1650 yılından itibaren, Jansenius'un Augustinus adlı eserinden alman
"Beş Teklif" resmi olarak sapkın kabul edildiğinde, Jansenistlere yıkıcılar gibi
davranılmıştır. Pascal ve diğerleri gizli yayın yapmak zorunda kalmışlardır.
1661'de Tekliflerin kaldırılacağını duyuran bir İtaal Formülü açık bir ihlale
neden oldu ve "melekler gibi temiz, şeytanlar gibi gururlu" Port Royal rahibe-
leri ceza olarak Versailles yakınında Port-Royal-les-Champs'da yeni bir yere
gönderildiler. Takibatın ilk devresi, bir yandan Jansenitlerin "saygılı bir sessiz-
lik içindeki" dikkatli muhalefetlerini desteklerken, diğer yandan Formülasyo-
nu imzalamalarını mümkün kılan garip Paix de l'église ( 1 6 6 8 ) ile sona erdi.
Ancak sonraki saldırılar, Fransız Protestanlarına karşı yapılan savaşlarla
uyumlu başlatıldı. Arnauld le Grand 1679'da Brüksel'e sürgüne gönderildi.
Olayları kesin sonuca ulaştıran devre, Oratoire tarikatından Pasquier Qu-
esnel'in ( 1 6 3 4 - 1 7 1 9 ) Réélections adlı eserinin 1693 yılında yayımlanmasını iz-
lemiştir. Bir sonraki taşkınlık Piskopos Bossuet ve Fénelon arasında Dinginci-
lik üzerine yapılan diğer kavgayla karıştığında. Kral harekete geçmeye karar
verdi. 1705'te "saygılı sessizliğe" dair uzlaşmaya tepki göstermeye ikna oldu
ve 1713'te Unigemtns Bildirisi Jansenistlere ve tüm çalışmalarına kapsamlı bir
yasak getirdi. Süreç içinde Port Royal manastırı kapatıldı, kilisesi yıkıldı ve
mezarlığı yerle bir edildi. Pascal ve Racine'in kalıntıları mezarlarından gece ka-
çırılmak zorunda kaldı. Louis bir darbede hüküm sürmekle olan Kilise Yapı-
lanması ve Devletle, onun aydın eleştirmenleri arasında doktrine dayalı bir
kavgayı kalıcı bir yüzleşmeye dönüştürdü. Fransız Aydınlanmasının gerçek
başlangıcı işle burada yatmaktadır.
Tarih kitaplarında hiçbir şey. XIV. Louis'in sanat siyaselinden daha sis-
temli bir şekilde düzenlenmemiştir. Bu "Entelektüel Mutlakıyet" bazen döne-
min tüm kültürel hayatını kraliyet beğenisi ve himayesinin belirleyebildiği bir
model olarak tanımlanır. "Klasisizm, siyasi ve ruhani alanlarda hâkim olan
monarşik düzen ve dini birlik doktrinlerini edebiyat alanında karşılayan resmi
bir öğreti gibi ortaya çıkarıldı." 21 Günün en önemli edebiyat eleştirmeni Nico-
las Boileau'nun ( 1 6 3 6 - 1 7 1 1 ) sözlerinde "Un Auguste aisemetıt peut jaire dcs
Virgilcs" (Bir Augustus, kolayca Vergiliuslar yaratabilir).
ELSASS
KRANS1/, ORDUSU 1070 yılında bir gün Strasbourg'ta ki Ren köprüsünü zapt elti ve
yaktı. Bıı durum. Fransızların, Klsass'ın WestTalya Anlaşması'yla kazandıkları kıs-
mıyla tatmin olamayacaklarının ve bizzat Strasbourg's sahip olana kadar durmaya-
caklarının işaretiydi. O zamanlar Strasbourg Kutsal Roma İmparatorluğunun ken-
tiydi. Alman karakterine tümüyle uyuyordu ve lisanı Ren'in öbür vakasında
konuşulan Alemannık diyalektiydi. Kakal XIV. bouis niyetinden vazgeçirılemczdı.
RcuiUons'un belirsiz savaş hileleri sayesinde, Strassburg ya da Strasbourg "Alsa
c i f i n tamamıyla birlikle çok geçmeden onun olacaktı. Yerel Alman diyalekti varlığını
sürdürmeyi başaracak olsa da. eyalet Fransız birliğinin mıhenktaşı haline gelecek-
ti. 1
Diğer tarafla. İmparatorluğun doğu ııctı olan Silezya'da. büyük Breslaıı kenti
Sılezyalı Piastlann son prensi tarafından Avusturya llabsburgları adına yönetiliyor-
du. Sılezya'nın kökeni, Msace'ın kökeninin Fransız olması kadar Avusturyalıydı. Si-
lezya'nın ilk bağlantıları Polonyalı ve 1526'ya kadar da Bolıemyalıydı. Tıpkı Alsa-
ee'ın yerel dil ve kültürünün, onları tamamen Kransızlaşiıracak her türlü girişime
direndikleri gibi. Silozyalı Slavlar da, yüzyıllardır eyaletlerine hâkim olmaya gelen
Bohemyalı Alman, Avusturyalı ve Prusyalı dalgalarına karşı dayanmaklaydılar. 2
Diğer tarafta, Polonya'nın doğu tarafı Kızıl Rülcnya eyaletinde, büyük l.wow
şehri üç yüz yılı aşkın şiiredir Polonya tarafından yönetilmekteydi. Burası Strasbo-
urg'ıın Fransız veya Breslau'nun Alman olduğundan çok daha Polonyalıydı. Buranın
Yahudi cemaati de uzun devamlılıktan hoşlan m işti. Ancak l.wow ya da l.'viv'in köke-
ni Polonyalı değil Rülenyalıydı. 1670Te I n i a ı e ' n i n ilk merkezi olarak işlev gördüğü
sırada Ukrayna kültürü emekleme dönemındeydi :t (LYCZAKOW).
Diğer tarafla. Rütenya'nın doğu tarafında. Dinyeper üzerindeki büyük Kiev
kenti Yloskova tarafından henüz işgal edilmişti (Bkz. s. 601). Rus Ortodoks Kilisesi
Ukrayna'nın merkezinde egemenliğini kurmuş ve Kiev'in Rus uygarlığının beşiği ol-
duğu efsanesini yaymaya başlamıştı.
Sırasbourg. Breslaıı. Lvvovv ve Kiev'in bildiklerinden daha fazla ortak yanı var-
dı. Hepsi de çokuluslu eyalet ya da ülkelerin kozmopolit başkentleriydiler ve onlar
için özel ulusal iddialar özellikle yıkıcı olurdu. )IW3'te her birinin üstünden defalar-
" " " " " '
ca geçildi. Alsace Fransa ve Almanya arasında dört. kez el değiştirdi. Sılezya (namı
diğer Slask ya da Schlesien) Avusturya. Rusya. Almanya ve Polonya larafıııdan dü-
zenli olarak işgal edildi. Kızıl Rüienya (namı diğer Doğu Galiçya. Balı Ukrayna veya
Doğu Vlalopolska) Avusturyalılar. Polonyalılar ve Ukraynalılar tarafından en az se-
kiz kez tartışma konusu yanıldı. Ukrayna'nın merkezi. Ruslar ve Almanlar, Ukrayna-
lılar ve Polonyalılar, Kızıllar ve Beyazlar. Naziler ve Sovyetler taralından en az yirmi
kez ikiye bölündü.
Strasbourg Avrupa Konseyi tarafından 1949'rla başkent yapıldığında. Demir
Perde kentin doğudaki eşini kapattı. Gerçekten Brcslau'nuıı Alman nüfusu gitmeye
zorlandığı için, Breslau Uwow'dan gelen Polonyalı mültecilerin kille akını yoluyla ar-
tık Wroclaw olduğu için ve I.' viv bir Rus akınıyla aşırı derecede dolduğu için huzur-
suzluk hızla artıyordu. Sovyet Bloğunun iç sınırların Demir Perde ne kadar geçirgen-
se o kadar geçirgendi. Batı'da başlamış olan uzlaşma süreci elli yıldan bu yana
Avrupa'nın her tarafına ulaşabilmiş değildir.
GROTEMARKT
1695 YILINDA. Fransa'nın en işe yaramaz mareşallerinden Villeroı Diikü alev saçan
alışlarla Brüksel'i bombaladığında, kentin G role m a r k i ya da Grand'Plaee'ı kiile dö-
nüşlü. XIV. Louis'nin ordularının İspanyol Alçak Ülkelerine girdiği bu tek çarpışma-
dû, on altı kiliseyi, dörl bin evi ve 'uslun Avrupa siyası kültürünün ıaştan uıükom-
ınel bir imgesi' olarak tanımlanan bir keııi meydanı yerle bir edildi. 1
Brüksel beratını elde elliğinde. 1312'den sonraki yıllarda tasarlanan Groıv-
marki meydanı Brabant ve Btırgonya Düklerinin at üstünde yapılan mızrak dövüşü
lurnuvalarına laııık oldu. Güneyde. Gotik Belediye Sarayı, üzerinde Sl. Vliehel'in yal-
dızlı bir heykelinin durduğu, yüz yirmi m. yüksekliğindeki zarif halli, havada süzülen
belediye kulesini ayakla tutmaktaydı. Karşısında. Rönesans stili Maison rltı Roi. hiç-
bir zaman bir kralı olmasa da. birçok dükü misafir etmişii. İler iki tarafta, araların-
da l,c Roı ıl'Kspagnc'ın "Fırıncılar Kubbesi", ön cephesi heykellerle bezenmiş Okçu-
lar Evi (La Lınıvc: dişi kurt) ve "Gemi Ustaların in" pupa şeklindeki tısı katları
bulunan, "dokuz ulusun" uzun lonca binaları yükselmekleydi. Onların önünde, tas
döşeli kaldırımlar Kgnıonı ve l-lorn'un asılmasına tanıklık elli. 179a le burada Du-
moıırıez'iıı Fransa Cumhuriyetini ilanı, 1830'da Hollanda birliklerinin çarpışmaları
yankılanacaktı. Şimdilerde, aktörlerin "V. Charles'ın s a r a y f n ı sahnelerken başkanlı-
ğını yaptıkları yıllık Ommegang alayının dekoru olmakladır. Başka zamanlardaysa
çiçek satıcıları, park yerleri ve Pazar günü kuş pazarı tarafından işgal edilmektedir.
Brüksel 1713'len sonra Avusturya yönetimi allında büyük ölçüde restore edil-
di ve I 8 3 0 ' d a Belçika Krallığı'nın başkenti olduğunda kapsamlı şekilde yenilendi.
On dokuzuncu yüzyılda, bir bulvarlar "beşgeniyle" birbirine bağlanmış yeni mahalle-
ler yakındaki (.epeler üzerine yayıldı. Kraliyet sarayı, bakanlıklar ve Parlamento Co-
tıdenberg'de bulunmaktaydı. Montmartre'ın taklidi olan Koekclborg'do ancak
1970'te tamamlanan Sacrö-Coeur'un büyük ve görkemli kubbeli bazilikası bulun-
maktaydı. Atomium'un parıldayan melal molekülü 1958'deki Evrensel Sergi'yi ha-
tırlatmakladır. Modern Cilô r/e Bcrlaynıom (1907) Avrupa Komısyonıı'nıın ka-
rargâhlarını ve Zev anteni NATO karargâhlarını barındırmakladır. 1971 'den bıı
yana. Brıiksel-Bruxelles. (Flamanca konuşan, Fransızca konuşan ve Almanca konu-
şan benzerleriyle yasal statüde eşil durumda olan) Belçika'nın dört. lisanlı kantonu-
nu oluşturdu. Başlangıçta bir Flaman denizi içinde kuşatılmış Valon bir bölgeyken,
şimdi Fransızca, Flamanca ve karışık bölgelere ayrılmakladır.
Duygusal gözlemciler Brüksel'i sözümona kendisinin ve komşularının ulusçulu-
ğunun üstesinden geldiği için gelecekleki Avrupa'ya uygun bir başkent olarak gör-
mekleydiler. Modern ulusçuluğun karanlık tepelerinin gerisinden "çokkiillürlü". "çok
sesli" Burgonya'nın "mükemmel modeline" erişen bir "tarih tünelinin" ağzı olarak ta-
nımlanmaktaydı. 2 Belki de öyledir. Kakal abartılı enleleklücl iddialar yerel stille ör-
lüşmemektedir. CrofcmarAf m hemen ilerisindeki kuşe başındaki kaidesinden. Ville-
roi'nin bombardımanından kurtulmayı başaran Mannekc.n Ris, neşeli "İşeyen Küçük
Çocuk" heykeli lüm bu tür kibirler hakkında en sağlıklı fikirleri ifade etmekledir.
On sekizinci yüzyıl Fransası tamamen XIV. Louis'nin büyük ama kusurlu bir
deneyinin çocuğudur. Fransız Aydınlanmasının entelektüel mayası Louis'nin
yarattığı Ancien Regimc'ın siyasal ve toplumsal hareketsizliğine karşı doğal bir
tepkiydi. İç ve dış siyaset, tüm alanlarda statükonun korunmasına adanmıştı.
Sistemin doğasında bulunan tutuculuk, J o h n Law'un değişim ve reform dü-
şüncesini gözden düşürecek gibi gözüken riskli projelerinin ilk şokuyla güç-
lendi. Hükümet yönetiminin, nazik fakat baştan çıkarılmış Kral naibi Duc
d'Orléans ve genç kralın oldukça yaşlı öğretmeni André, Cardinal de Fle-
ury'nin ( 1 6 5 3 - 1 7 4 3 ) uzun süren hâkimiyetiyle devanı ettirildiği dönemde, tu-
tuculuk XV. Louis'nin erişkinliğe ulaşmamış olması ( 1 7 1 5 - 1 7 2 3 ) sayesinde
katılaştırıldı. Kral naibi Parlementonun kraliyet yasaları karşısında itiraz hak-
kını aceleyle iade etti; sorumluluk almaksızın sonsuz kötülük için klasik bir
yöntem. Kardinal, sadece diplomatik krizler ve Jansenizm konusundaki anlaş-
mazlığın şiddetli bir şekilde yeniden dirilişiyle damgalanan ehil bir istikrar
devrine danışmanlık etti. Kadın ve tilki avına ülkeyi yönetmekten daha çok il-
gi gösteren XV. Louis'nin kişisel yönetimi ( 1 7 2 3 - 1 7 7 4 ) zayıflatıcı durgunluk
dönemlerinden biriydi. Yinelenen savaşlarla ateşlenen aralıksız mali kriz mec-
lis ve Parlamento arasındaki çatışmaları alışılmış bir gösteriye çevirdi. Cizvitle-
rin kovulmasıyla 1764'te doruğa ulaşan uhramontanlaT, Gallikan ve Jansenist-
ler arasındaki kan davası, bir kin ve bilgisizlik ritüeli haline dönüşerek
yozlaştı. Meclis ve halk arasındaki derin uçurum giderek artmaktaydı. Döne-
min en anmaya değer şahsiyeti kuşkusuz (akıllı, etkili ve zayii) Jeanne Pois-
son, Mme de Pompadour'du ( 1 7 2 1 - 1 7 6 4 ) . Kralın tanımsız can sıkıntısını da-
ğıtmak için elinden gelen her şeyi yaptı ve en çarpıcı sözleri "Après nous le
déluge" (Bizden Sonra Tufan) ile takdir edildi i KORSİKA] [DESSEIN ].
XVI. Louis, dedesininki kadar uzun ve sıkıcı bir saltanatı hiç kuşkusuz
dört gözle beklemekteydi. Reform ihtiyacını bile görmüştü. Fakat Ancien
Régime'in birinci tutsağıydı. 14 Temmuz 1789'da Tufanın koptuğu gün, günlü-
ğünde dedesinin ava çıkılmayan günlerde daima kullandığı kayıt vardı: "Rien"
(hiçbir şey).
Britanya Adalarında, dönemin en önemli olayı dini, kurumsal, uluslara-
rası ve hanedana ilişkin karmaşık mücadelelerinin sonucunda ortaya çıkan
Birleşik Krallık'ın kuruluşuydu ( 1 7 0 7 ) . İç Savaşın ardından Stuartların Res-
torasyonu gergin bir beraberliğin öncüsü oldu, 11. Charles'ın (ö. 1685) salta-
natıysa, Hollanda'yla yapılan iki savaşı, 1679 yılında Katolik Kilisesince dü-
zenlenen sahtekâr komployu ve İskoç ! nifakçılarının iki ayaklanmasını
atlattı. Kral babası gibi Parlamento yoluyla hükümete boyun eğdi ve onları
atlatmak için elinden geleni yaptı. Dini siyaseti, aşırı Protestan ve Katolik hi-
zipler arasında orta yolda ilerledi. Anglikan üstünlüğünün dönüşü hoşgörü-
ye sınırlamalar getirdi. Bu İngiltere'de Clarendon Yasası ve Test Yasasıyla, İr-
landa ve lskoçya'daysa piskoposluğun yeniden zorla kabul ettirilmesiyle
tanımlandı. Dış siyasette, ticari alanlarda Hollandalılarla savaşmak veya onla-
rı dini ve stratejik alanlarda desteklemek konusunda büyük anlaşmazlık var-
dı [LLYOD'S],
KORSİKA
Charles'ın yerine militan bir Katolik, bir mutlakıyetçi ve XIV. Louis'nin ba-
ğımlısı olan kardeşi II. James'in (h. 1 6 8 5 - 1 6 8 8 ( 1 7 0 1 ) tahta çıktığı 1685 yılın-
dan itibaren tüm bu sorunlar dönüm noktasına ulaştı. Tahta çıkışın daha başa-
rısız iki isyanla (lskoçya'da Arayll Dükü ve ingiltere'de Monmouth Dükü
tarafından) damgalandı. Kral Katolikleri, nüfuzlu Protestanları ve İngilte-
re'deki Parlamento partisini (bundan sonra "Whig'ler" olarak bilineceklerdir)
kapsayacak şekilde Hoşgörü Yasalarını genişletmeye çalışması, onların kraliyet
yanlısı muhaliflerini (bundan sonra "Toryler" olarak bilineceklerdir) planları-
nı açığa çıkartmaya zorladı. Feryadın kesilmesi için Anglo-lrlandalı Bray naibi
gibilerin mevkilerini her şeye rağmen korumaya hazır olmalarına rağmen, sivil
ve dini çatışma ortadaydı.
LLOYD'S
* 1 T e m m u z 1690 (Eski Tarz): i 1 T e m m u z 1690 (Yeni Tarz). Takvim değişikliği veya Protestan-
ların 1690 T e m m u z u n d a Auglınm'cicki ikinci zaferinin yol açıığı k a n j ı k h k ı a n ötiirü, "The
Boync" Kuzey İrlanda'da ulusal bir bayram olarak 12 Temmuz'da kullanır olmuştur.
haline geldi. Sonraki yüzyılların tüm değişikliklerine karşı varlığını sürdürme-
yi başardı; üç yüz yıl sonra, hâlâ İngiltere'nin birleşmiş bir Avrupa Topluluğu-
na girmesi için temel engellerden biri olarak öne sürülecekti. 2 ''
Hanedan içi karışıklıkların nihai sonucu yirmi beş yıl boyunca belirsiz kıl-
dı. XIV, Louis 1701'de, taht üzerinde iddiası olan yaşlı James Edward Stuart'ın
(veya III. James [1688-1766)) taleplerini resmen tanıdı, bu arada Mary'nin
(1694), HL William'in (1702) ve kraliçe Anne'ın (h. 1702-1714) on yedi çocu-
ğunun hepsinin ölmesi Protestan Stuartları varissiz bıraktı. Anne'ın (h. 1702-
1714) on yedi çocuğunun tüm taleplerini resmen tanıdı, ispanya Veraset Sa-
vaşlarının ortasında, hiç kimsenin varissizliğin getireceği zarar nedeniyle anım-
sanmaya ihtiyacı olmayacaktı, ingiltere'yle Iskoçya arasındaki Birlik Antlaşma-
sı ( 1 7 0 7 ) büyük ölçüde su yüzüne çıkmış hanedan hesaplarının karışıklığında,
Londra ve Edinburgh'un ortak hayal kırıklıklarının sonucu olarak ortaya çıktı.
İskoç Parlamentosu dağılmasının bedeli olarak, iki ülke arasında serbest ticare-
ti İngilizlerin kabulünü, Iskoçya'nuı büyük borçlarının ödenmesi için İngiliz
parasını, İskoç hukukunun ve Presbiteryan Kilisesi'nin bağımsız mevcudiyeti
için İngiliz onayını ve isyancı Yüksek Ülkeye karşı İngiliz ordusunun gönderi-
leceğine dair yazılı olmayan vaadi garantileyebildi (Bkz. Ek 111, s. 1345).
Bundan böyle, "Büyük Britanya Birleşik Krallığı", Westminster'deki bir
ortak Parlamento tarafından yönetilecekti ve yeni bir "Britanya" ulusçuluğu
adaların daha eski uluslarının üzerine oturacaktı. Modern Britanya kimliğinin
kökü bu zamana dayanır. İngiliz geleneklerine saygı gösterilecekti. İskoçların
kendi tarihlerinin anıları yıkılacaktı. Britanya, adaya özgü bölünmelerinden
bağımsız olarak, en büyük iddiasını hayata geçirme dönemine girmişti. Stuarı-
ların varisleri olarak Hanover hanedanının seçimine şiddetle karşı çıkılsa da,
bu gerçekleştirildi. Bundan sonra, ne İngiliz ne de İskoç olan bir monarşi Bri-
tanyalılığın dayanağı haline geldi 16 [GOTHA] [MASON],
Jacobitelerin on sekizinci yüzyılın büyük bir bölümünde sürdürdükleri
dava, 1688-1714 olaylarında kaybedilen lıer şeyi kapsamıştı. Yaşlı Taht Varisi
ve "Genç Taht Varisi", "Bonnie Prince Charlie" ve III. Charles gibi çeşitli şe-
killerde bilinen oğlu Charles Edward Stuart'ın kişisel talihleri bir yana, düze-
nin bozulmasından yana olan bütün duygulan birleştirmişti. Eski monarşile-
rin, ingiliz Kaıolisizminin ve onun Avrupa bağlantılarının, iskoçların ve
İrlandalıların kendi kaderlerine egemen olma haklarının ölümüne yas tutmak-
taydı. İngiltere'de, birçok Yüksek Tory'nin ve mültecilerle sürgünlere gözyaşı
dökenlerin hepsinin duygudaşlığını yönetmekteydi. İki önemli ayaklanmaya
(Jacobite ordularının Lancashire'a kadar güneye yürüdüğü "On Beş" 117151 ve
Derby'e ulaştıkları "Kırk Beş") ayaklanmalarına esin kaynağı olmuştu.
Bu ikinci ayaklanma, Highlands İskoç uygarlığını yok etmek için nihai
bir seferberliğe neden oldu. 16 Nisan I746'da korkunç Culloden Moor felake-
tinden sonra, İngiliz ve Lowland İskoç askerlerinin saldırılarıyla klan mensup-
larının son büyük grubunun yok edilmesiyle, klanların hayatı sonsuza kadar
yok edildi. Dilleri Gaelce yasaklandı, yerel giysileri yasaklandı, örgütleri men
edildi, liderleri sürgün edildi. Kral taraftarı toprak sahiplerinin koyunlan ter-
cih ederek yöre sakinlerini kovmasına izin veren korkunç Hesaplaşmalar, Ku-
zey Amerika'da lskoçya'dan daha fazla Gaelli bulunmasına neden oldu. Bilgi-
siz turistlerin o zamandan beri hayran oldukları o unutulmaz boşluğu Kuzey
Iskoçya'ya onlar verdi [PHILIBEG].
İki yüzyıl ya da daha fazla zaman önce İngiltere'de küçük toprak sahiple-
rini topraklarından süren çitleme hareketiyle birleşen Hesaplaşmalar, Britanya
toplumuna en sabit özelliklerinden bazılarını veren bir temizlik sürecini ta-
mamladı. Bu temizlikler, Büyük Britanya'yı Avrupa'daki diğer birçok ulusun
belkemiğini oluşturan köylülerden yoksun bıraktı. Toplumsal dayanışmayı, il-
kel demokrasiyi ve doğal olarak köylü tabanlı bir toplumdan büyüyen ulusal
bilinç şeklini alıp götürdüler. Bir Britanya ulusçuluğu fikrinin sadece devletin
kurumlarından, özellikle de Taç ve İmparatorluktan aşağı doğru tasarlanabile-
ceği ve toprakla bağlantılı köylü ailesi geleneğinden yukarı doğru gelişemeye-
cegi kastetmekteydiler. Bu nedenle toprak büyük ölçüde dar bir çiftçi ve top-
rak sahibi sınıfının malı olmuştu. Britanya toplumu, iyi düzeyde mülke sahip
kral taraftan bir azınlık ve Britanya sınıf sisteminin en iç kısımlarına dahil ol-
maktan mahrum bırakılmalarını içerleyerek anımsayan, mal ve mülküne el
konulmuş bir çoğunluk arasında bölünmüştü.
MASON
1717 MI,INDA, Vaftizci Yalıya Giinü'nde Londra'nın mevcut dört bağımsız mason lo-
casının temsilcileri Goose and Gridiron birahanesinde "Dünya nın Biiyük Ana Loca-
sı"nı kurmak ve ilk Büyük Liderlerini seçmek için toplandılar. Toplantı tutanakları
günümüze ulaşmamış olmasına rağmen, bağımsız masonluk tarihçileri toplantının
gerçekleştiğinden ve Londra Biiyük Locasının bu nedenle bir uluslararası hareketin
komuta merkezi olduğundan kuşku duymamaktadırlar. 1
Bağımsız Masonluğun önceki tarihi karanlıktır. On üçüncü yüzyılda bir Kilise
inşaatçıları derneğini kuran on üçiineü yüzyıldaki bir Papalık bildirisi saf hayal ürü-
nüdür. Ortaçağda commcncincs ya da swiniM7.cn ile. hatta eski Templierlerin bir
yer-altı örgütüyle bağlantıları tamamen kanıtsızdır. 1723 yılındaki bir raporda şöyle
bir tekerleme bulunmaktadır:
"kiıııe güvenirsin iz'' I'aıırı"ya diye yanıtlamış. "Nereye seyahat ediyorsunuz''" "batı-
dan Doğuya. Işığa doğru" diye yanıtlamış. Sonra, cemaatin sırlarını ifşa etmeyeceğine
"boğazını kesilmedikçe, dilim kopmadıkça ve Pedeııim Uerıizin sert kumları içine gömiil-
meıJikçe ..." Kitabı Mukaddes üzerine yemin etmesi istenmiş 3
I Bağımsız masonluk çıkarları gerçekte hiçbir yerde tanımlanmamış olsa da, karşılıklı
bir çıkar cemaati olarak hareket etmiştir. Düşmanları genellikle, kadınları kabul et-
mediği için feminizm karşıtı, üyelerinin muhtemelen diğerlerinin zararına siyasal, ti-
cari ve toplumsal ilişkilerle birbirlerine yardım etmesi nedeniyle, antisosyal ve Hıris-
tiyan karşılı olduğunu iddia ederler. Bağımsız masonlar her zaman ateizme olan
karşıtlıklarını, dini hoşgörülerini, siyaseti/; tarafsızlığı ve hayır işlerine bağlılıklarını
vurgulamışlardır.
Bağımsız masonluk on sekizinci yüzyılda çarpıcı şekilde yayıldı. Britanya aris-
tokrasisinin yfiksek seviyelerinden üyeler kazanarak, monarşinin kalıcı dayanağı
haline geldi. 1725 yılında. Paris'te oraya göç eden iskoçlar tarafından bir loca kurul-
du: bundan sonra bağımsız masonluk Kııa'daki İler ülkeye yayıldı. Prag'la (1726).
Varşova'da (1755), halta Sı. Petersburg'da kuruldu. Napoleon savaşları sırasında,
ilişki ağları Borodino ya da Wat.erloo'da birbirlerine ateş etmelerini engelleyen ve ta-
nınmak için gizli sinyaller gönderen karşı cephelerdeki subaylar hakkında dolaşan
hikayeler üretecek kadar genişti.
Katolik ülkelerde, bağımsız masonluk ruhban sınıfı karşıtı bir biçim aldı ve ra-
dikal Aydınlanmada önemli rol oynadı: 1 Üyeleri genellikle deistler, filozoflar. Kilise
ve Devleti eleştirenlerdi. Örneğin bağımsız masonluğu itham eden papalık bildirileri-
nin yayımlanmadığı Avusturya'da, I795'u: yasaklanana kadar, sanatların ilerleme-
sinde son derece etkindi. Fransa'da devrim öncesi galeyana katkıda bulunmuştu. On
dokuzuncu yüzyıl ve sonrasında. Liberalizm ülküsüyle sağlam bir ilişkisi olacaktı.
Katolik Kilisesinin yanıtı çok açıktı, Vatikan, bağımsız masonluğu şeytan ola-
rak görüyordu. İn Kmitumi(1783) bildirisinden At> '1/ms'(oto Vc(1tl90) kadar, papa-
lar bağımsız masonluğu on ayrı vakada entrikacı, şeytansı ve yıkıcı olarak mahkûm
ettiler. Dini bütiin Katolikler, aşırı Katolik çevrelerde sıklıkla Jakobcnler. Garbonari
ve Yahudilerin yanı sıra halk düşmanı olarak sınıflandırılan bağımsız masonluğa gi-
remezlerdi. Yirminci yü'.yılın totaliter rejimleri hâlâ çok düşmanca davranıyorlardı.
Bağışız masonlar hem Faşistler hem de Komünistler tarafından çalışma kamplarına
gönderildiler. Avrupa'n n birçok bölgesinde ancak Faşizmin yıkılmasından ya da Do-
ğtı'da Sovyet Bloğunun çöküşünden sonra faaliyetlerine yeniden başladılar.
Bağımsız masonların rnlıı üzerindeki iariışmalar devanı elmekledır. Ancak ba-
ğımsız masonluk hakkındaki en etkileyici belge. Avusturyalı i. Pranz. Prusyalı II. Kri-
ederich. İsveçli IV. (iusı.av. Polonyalı Sianislaw-Augusl, ve Rus I. Paul; Wren. Swill.
Voltaire. Montesquieu. Gibbon. Ooellıe. Burnes. Wilkes. Burke, l l a y d n . Mozart. Guil-
lotin ve Vlarat-. General l.al'ayalle, Kutuzov. Suvorov ve Wellington: Mareşal MacDo-
nald ve Poniaiovvski: Talleyrand. Canning. Scou. Trol lope. O'Connel, Ptışkin. Liszl.
Mazzini. Garibaldi ve Kossuth. Belçikalı I. Leopold. Alman I. Wilhelm: Kifl'el. Tirpilz.
Scbarnhosl. Masaryk. Kerensky. Stresemann ve Churchill; IV. George ve VI. George
arasındaki bir tanesi dışındaki Hım Britanya krallarını içerdiği söylenen üyelik lisie-
sıdir. Bu liste, uluslararası gizli derneklerin en büyüğünün tamamen gizli olmadığını
göstermektedir.
PHIL1BEG
GI.KNGARRYLİ MACDONNKLL klanının reisi 1727'de demir döküm işine girdi. İn-
vergarry ormanını Lancashire'deki Barrovv'dan Quaker bir döküm uslası olan Tho-
mas Ravvlinson'dan kiraladı ve keresteleri kesmek, ocakla adam çalıştırmak için ış
gücünü arttırdı. Düzenli ziyaretlerde bulunan Rawlinson. klan mensuplarının gele-
neksel kıyafetleri, uzun breacon ya da "kuşaklı İskoç ş a l l a r f n ı n işlerini engellediğini
fark etti. Böylece. Inverness'teki garnizon terzisine danışarak daha kısa. pilılı. diz
boyu bir giysi tasarladı. Bu giysi kısa zamanda fctic-t>eg. "phtlibcg'ya da kısa İskoç
eteği olarak tanınacaktı. Iskoçya'nın antik Kuzey İskoç kostümü sanılan ana unsur
bir İngiliz tarafından keşfedilmişti. 1
Bundan kısa zaman sonra. Jacobite Ayaklanması bastırıldı: ve Westminster
Parlamentosu tiim Kuzey İskoç kıyafetlerini yasakladı. Kırk yıl boyunca İskoç eleği,
yoğun bir şekilde Britanya ordusuna alınan Kuzey İskoç alayları (the Black Watch
(1739). the I lighland Light Infantry (1777). the Sea forth Highlanders (1778). the Ca-
merons (1793). the Argyll and Sulherlands and the Gorcons (1794)) dışında halk
içinde giyilmedi. Aynı yıllarda. Londra'dakı Highland derneği İskoç eteğinin geri gel-
mesi için savaşırken. Ilighlandlı erkekler kalıcı olarak pantolon kullanmaya başladı-
larJNOMEN],
IV. George 1822'de Kdinburg'a. Birleşmeden sonraki ilk resmi ziyaretini ger-
çekleştirdi. Roman yazarı Sır Walter Scott bir ıcşrifalçı giti davrandı. VVaterloo'da
kendilerine ün sağlayan I lighland İskoç alaylarına. İskoç eleklerinin içinde ttim gör-
kemleriyle geçil töreni yaptırıldı. Iskoçya'nın l u m klan reist-ri "geleneksel giysileri-
ni" giymeye zorlandılar. Onlar da. her biri farklı İskoç kumaşından İskoç etekleri giy-
diler. Yüzyıllardır ekose kumaş, zenginlere iren s. yani paçalara doğru daralan
pantalon sağlayan zengin bir sanayi taralından dokunmak-aydı. Kakal rengârenk
sells, yani modelleri klanlarla değil, bölgelerle ilgiliydi ve aradan halk tarafından
kullanılmamaktaydı. Kn ünlü modeli. Siyah Saale verilecek olan Champellin siyah-
ve-yeşıl ekosesi. Karayipli bir ekicinin kök'leri için sipariş vermesinden sonra, tica-
retle "Kidd-no İTÜ" ol;ırak bilindi. Ancak Hinghland alayları ve 1822 toplantısı her
deseni bir klanla özdeşleştirme geleneğini gelirdiler. Gıizel resimlere sahip geç tarih-
li bir baskı, fakal sahle bir eser olan ve Kileann Aigas adasında Inverness yakınla-
rında bir sarayları olan iki şarlatan kardeş Sobıcski-Slııarıların yazdıkları Vrsıta-
rtım Scoıictım{MiM) onlara bııyiık ölçüde yardım etmişti
Iviek desenlerinin belirlenmesi iki yıizyıldan beri olagelen önemli bir kıillürel
buluş sürecini sona erdirdi. İlk aşamada, t.İsler deki Presbıieryan kolonisinin kurul-
masından sonra. Ilighland uygarlığının İrlandalı kökleri ilk önce açıkça göz ardı edil-
di. sonra da yadsındı. Yeni salı bir İskoç iarıhı yazılmıştı, bunda James Macplıer-
son'un "Ossian"ıııın son derece sahle şiirlerinin yeri çoklu. İskoç eteği gibi sözde
"eski ve orijinal" İskoç gelenekleri, belirsiz olmayan bir ulusal sembol olmaları yü-
zünden cazibe kazandı. Genel Af Yasasıyla (178G) başlayan son aşamada. Iligh-
landlı mülteci güruhları ovalara akın eltiler ve yeni gelenekler İskoçlar tarafından İn-
giliz olmanın bir ifadesi olarak kabul gördü. Bu mtiıhiş romantik oyun Kraliçe
Victoria itirafından leşvik edilmişlir, 1848 yılında Balmorat arazisini salın alıp ken-
dinin İskoç olmayan aile ve yakın çevresi için bir Balınoral elek deseni ical cim iştir
Glengarryli Macdonnelllar bu devrimin sonunu görmemişlerdi. 1 'Aslen Skye'nin
Yluedonald klanının bir ali koltı ya da ali klanı ve bir zamanlar "Adaların hlfendılerı"
oldukları halde. Kellçe adları "dünya hâkimi" anlamına gelen "DomhnuH'un oğulla-
r f y d ı . Mackenzıelerle olan kavgaları süresinde Katolik ve Jakobit davasında her za-
man önde gelmişlerdi. Killiecrankie'de 1689'da II. James'in armasını bir Macdonnell
laşımış ve gene 1 7 l ö ' t e SeheriITınnır'da savaşmıştır. Halefi Kırk Beşler de altı yüz
klanının başında savaşmış ve Londra Kulesi'ne hapsedilmiştir. Kakaı on altıncı şef.
alalardan kalan toprakları salıp Yeni Zelanda'ya göçmüşitir. Onların kırınızı, siyah,
koyu yeşil ve beyaz etek deseni basil ve eski bir motifin l ü m işaretlerine sahiptir.
Ancak bunun. 1727'nin orijinal İskoç eleğini süsleyip süsleırıediği bilinmiyor.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında "uydurma gelenek" biitün Avrupa'da seri
imalata dönüşmüştür. 3 Alman sosyalistleri (1800) 1 Mayıs'ı icat etmişler. Yunanlılar
(I8!)6) Olimpiyatları yeniden sahneye koymuşlar. Ruslar Romanov hanedanını
(1913) kuruluşunu yad etmişler, İskoçlar "Burns Geccsfni ktırtımlaşlırmışlardı.
Lovvland insanlarının da İskoç eteğine yanıtı pipo ve iıaggis olmuştu. Hepsi de üyele-
rine ortak bir aidiyet hissi bağışlamak isliyordu.
İrlanda, Britanya Adaları içinde ayrı bir ülkedir. Kaderi Kuzey tskoçya'nın
Highlandının yağmalanmasıyla kıyaslanamazsa da, mücadele mirası daha sert
ve şiddetliydi. Protestanlar da, Katolikler de din savaşları sırasındaki iğrenç
zulümden çok çektiler. 1691'den sonra Protestan üstünlüğü, Katoliklerin iş,
mal, eğitim ve diğer dinlerle evlenme haklarını ortadan kaldıran çok ağır ceza
yasalarıyla desteklenmişti. İrlanda 1707'de Birlikten çıkarLildı. Kendi Parla-
mentosunu korudu, ancak hâlâ Londra'da kralın bakanlarına yasamanın oto-
matik denetimini veren eski "Poyning Yasası"na bağlıydı, irlanda'nın İskoç-
ya'dan farklı olarak, İngiltere'yle serbest ticaretten yararlanmasına izin veril-
memişti, Galler'den farklı olarak, henüz ulusal ya da kültürel uyanışın hiçbir
çeşitini deneyimlememişti. Fransız Protestan mültecilerinin zengin keten sa-
nayisini başlattığı tek yer olan Protestan Ulster istisnası dışında, İrlanda Bri-
tanya sanayi devrimine doğrudan katılmadı. Giderek artan bir nüfus, kırsal
kaygıyı hayatın bir gerçeği haline getirmişti. 1726-1729 ve 1739-1741 yılların-
daki açlık, 1840'lardaki felaketi önceden haber vermekteydi. Vahşi "beyaz ço-
cuk" çeteleri ilk kez 1761 yılında kırlık alanlarda kendilerini göstermişlerdi.
Henry Flood (1732-1791) ve Henry Gratton'un (1746-1820) önderliğinde bir
reform hareketi en sonunda, Wolfe Tone ve onun Birleşmiş İrlandalılarının
(1789) ayaklanması ve ikinci Birlik Aktı'yla irlanda'nın Birleşmiş Krallığa zor-
la dahil edilmesiyle (1801) bastırıldı.
Britanya'da Hanover hanedanı yönetimi yüz yirmi üç yıl devam etti. Dört
George'un saltanatı (1 (1714-1727), II (1727-1760), 111 (1760-1820) ve IV
(1820-1830)) bir imparatorluğun ele geçirilmesine ve kaybına, dünyanın ilk
Sanayi Devrimine, Britanya'yı Kıta'daki olaylardan benzersiz bir şekilde koru-
naklı kılan benzeri görülmemiş donanma gücünün yükselişine liderlik eden
gerçek anayasal bir monarşiye tanıklık etti. Adalı birçok tarihçinin Britanya ve
Avrupa tarihini birbirinden ayrı konular olarak açıklamasına neden olan, Bri-
tanya ve Kıtadaki komşuları arasında bu dönemde gerçekten ortaya çıkan
farklılıklardı.
Geçmişe bakarken, Hanover dönemin sonlarının en önemli olayı 1776-
1783 yıllarındaki "Amerikan Devrimi" denilen süreç sırasında on üç Britanya
kolonisinin kaybı olmalıdır. 1776'da kuşkusuz hiç kimse ABD'nin potansiyeli-
ni tümüyle öngörememişti. On üç koloni, hâlâ büyük ölçüde keşfedilmemiş
bir kıtada doğanın kontrol edilemez güçleri tarafından çevrelenmiş çok kırıl-
gan girişimler olarak görülmekteydi. Böyle olduğu halde. Bağımsızlık Savaşı
arifesinde Britanya imparatorluğundan beklentiler, hangi standart kabul edilir-
se edilsin, çok yüksekti. Britanya deniz gücü, ispanya ve Fransa'nın Ameri-
ka'daki geniş batı ve orta-batı topraklarını ciddi bir direniş olmaksızın ele ge-
çirebilmesinin çok olası olduğu bir seviyeye zaten yükselmişti. (Nitekim
Fransızlar 1803 yılında "Louisiana"larını (fiilen tüm Orta-Batı'yı) bir şarkıya
satmaya mecbur edilmişlerdi.) Ancak en çekici Atlantik ötesi topraklarından
mahrum kalan Britanya, imparatorluğun gelecekteki tarihini giderek başka
yerlerde, özellikle Hindistan ve Afrika'da aramak zorunda bırakılmaktaydı.
Britanya hükümeti, o zamanlar en dolaysız yansımaları bile göremiyordu.
John Hancock "Bağımsızlık Bi!dirgesi"ni (1776) Kral George'un gözlüğü olma-
dan okuyabilmesi için büyük harflerle yazmakta haklıydı. Amerikan Devrimi,
Britanya'nın Kıta rakiplerine Britanya'nın işlerine kısa süre için karışma fırsatı
sağladı. Fransa ve İspanya kendi sömürgelerinde yaşayanlar arasında hiçbir za-
man hoşgörü göstermeyecekleri bir amaca yardım etti. Ancak tüm bilinçli Av-
rupalılar için bu, hemen hemen hepsini yöneten monarşilerin temellerini sar-
san ana siyasal ilke sorunlarına yol açtı. Anayasanın buna hız veren yedi
maddesi, Aydınlanma ideallerinin en neı ve uygulanabilir biçimlerini içermek-
teydi. Bu maddeler kısa, laik, demokratik, cumhuriyetçi, rasyoneldi, temelleri-
ni İngiliz legalizminden, Locke'un sözleşme kuramından, Montesquieu'nün
güçler ayrılığı düşüncesinden ve Rousseau'nım halk iradesi kavramından sağ-
lam bir şekilde almaktaydılar. Anayasa, "Biz, Birleşik Devletler halkı" adına
yazılmıştı ve dikkate değer ölçüde dayanıklı çıktı. İronik yanı, Thomas Jeffer-
son ve George Washingıon'un da dahil olduğu önde gelen yazarlarının çoğu-
nun köle sahibi olması ve günün en özgür ve en iyi yönetilen ülkelerinden bi-
riyle mücadele sonucu elde edilmiş olması gerçeklerinde yatmaktaydı.
On sekizinci yüzyıldan önce, Savoie Kutsal Roma İmparatorluğunun bir
uç eyaletiydi. Fransa krallığı ve Lombardiya ovası arasındaki Batı Alplerin kı-
yısında bulunmaktaydı. Avrupa'nın en eski hanedanı olduğunu iddia eden hü-
kümdar ailesi, hem Moııt Cenş bayırındaki hem de Büyük Sı. Bernard geçıtle-
riııdeki toprakların ailesine ait olduğu bir 11. yüzyıl kontu olan Kont Unıberıo
Biaııcamano, "Beyaz El Humberl"in soyundan gelmekteydi. Kuzey bölgesi
(Chambery, Annecy ve Monı Blanc dağlarını içine alan Fransızca konuşan Sa-
voie Kontluğu) Cenevre Gölü kıyısına ulaşmaktaydı. Aosıa, Susa ve Torino'yu
içine alan, İtalyanca konuşan Piemonte Prensliği, Ligürya Riviyerasına kadar
uzanmaktaydı. İsviçre Konfederasyonunun yükselişinden sonra, eyalet impa-
ratorluğun ana bölümünden kopartıldı ve Torino'daki hükümdarları, impara-
torluk dükleri statüsüne yükseldiklerinde, neredeyse bağımsız bir varoluşun
peşine düşebildiler. Alaları gibi Dük 11. Victor Amadeus (h. 1675-1730), güçlü
komşuları Fransızlar ve Habsburglar arasında hassas bir yolda ilerlemekteydi.
Ancak İspanya Veraset Savaşlarının kritik noktasında XIV. Louis'yle olan itti-
fakını bozmasıyla, İmparator tarafından kraliyet statüsüyle ve çiğnemesi için
Sicilya adasıyla ödüllendirildi, 1720'de Avusturyalılar tarafından Sicilya'yı Sar-
dinya adasıyla değiştirmeye zorlandı, böylece Savoie, Piemonte ve Sardin-
ya'dan oluşan karma "Sardinya Krallığı" tahtındaki yönetimi sona ermiş oldu.
Hanedan siyasetlerinin bir ilk ürünü, bü garip kümelenme, bir "güneyin Prus-
ya'mı bir yüzyıl sonra İtalyan Birliği hareketinin daha önceden hiç tahmin edil-
meyen liderine dönüşecektir (Bkz. Bölüm X).
İspanya, önceki siyasi ve iktisadi saygınlığını hızla yitirmekte olan ülkele-
rin oluşturduğu uzun alayın başında yer almaktaydı. Bourbon krallarının yö-
nelimin |V. Felipe (h. 1700-1746), VI. Ferdinand (h. 1747-1759), 111. Carlos
(1759-1788) ve IV. Carlos (1788-1808)1 büyük bir güç olma iddiasını tama-
men yitirdi. Parma ve Piacenza dışındaki tüm kıta mülklerini bırakarak ve de-
ğeri belirsiz büyük bir Amerika imparatorluğuna bağlanarak asillerin, Kili-
se'nin ve Engizisyonun hâkimiyeti altında kaldı. Sadece Felipe'nin idaresinde,
yedi yüz autos-dafc düzenlendi. Akademi yoluyla kültürel hayatı canlandır-
makta (1713) ve Madrid'i güzelleştirmekte, yönetimi Fransız çizgisinde tekrar
düzenlemekte bazı başarılara ulaşıldı IBASERR1A] [PRADO].
Aynı şekilde Portekiz de ilgisiz monarkların ve militan bir Kilisenin yöne-
liminde bir bitki gibi varlığını sürdürdü. "Mümin" olarak bilinen V. Joao (h.
1706-1750), "bir baş rahibeden olan oğullarından biri Engizisyon mahkemesi
üyesi bir General" olan bir rahip-kraldı. Veliahtı 1. Joseph'in (h. 1750-1777)
hükümdarlığı Lizbon depremiyle paramparça oldu ve Portekiz'in çağa uygun
Colbert'i, Pombal Markisi Sebastao'nun ( 1 6 9 9 - 1 7 8 2 ) enerjik fakat kısa ömürlü
reformlarıyla eski haline getirildi. Pombal büyük olasılıkla çok sık kendisine
atfedilen sözleri ("Ölüleri gömün ve yaşayanları besleyin") söylememiştir. An-
cak 1750'den itibaren maliye, eğilim, donanma, ticaret ve sömürgeleri yeniden
düzenleyerek bir çeyrek yüzyıl boyunca ülkeye hâkim olmuştur. 1. Maria (h.
1777-1816), Britanyalı çağdaşı gibi cinnete düşmüştü ve Portekiz, Britanya gi-
bi tüm devrimci dönemini bir naiplik süresinde geçirecekti IDEPREM].
BASERRIA
DEPREM
i
| 1 KASIM l7T>5"rK Portekiz'in l>aşkeıui Lizbon lıir depremle enkaz haline geldi. Dem/,
! altındaki sarsıntıdan ileri gelen büyük bir dalga Tagus'daki rıhlım ve gemileri yerle
' bir eın. Kentteki binaların iiçle ikisi yıkıldı ya da yandı, otuz bin ile kırk bin kenl sa-
kini hayalını kaybetti. Sarsıntılar Iskoçya'dan İstanbul'a her yerde hissedildi.
l.i/.İHiıı depremi. Avrupa felaketlerinin ne ilki ne de sonııneıısııydü. H 2 1 ' d e ay-
; nı yıkım. Hollanda'da yüzlerce deniz seviyesine yakın yerin su allında kaldığı Maaş
; Polder'inin çöküşünde de meydana geldi, Aralık 1631'de Vcsuvis'in pallamasıyla
lıalya'da yaklaşık en sekiz bin insanın öldüğü ya da I669'da Kt.ııa yanardağının lav-
larının Sıcilya'daki Caiania limanını yakmasında da. 2fl Aralık 1908 depremi yüz
yetmiş yedi bin kayıpla .Messina ve de Reggio di Calabria'yı dümdüz ederken. KlfıB
depremi P»asel'i enkaza dönüştürdü, bondra'daki Büyük Vangın'ın (1666) birçok ör-
| nekleri bulunmaktaydı. Verem ve kolera salgınları on dokuzuncu yüzyılın sonuna ka-
dar kesilmedi |SANITAS],
Ancak 1755 depremi fizik tahribattan fazlasına neden oldu. Aydınlanmanın en
yüce umutlarını salladı. Filozofların düzenli, tahmin edilebilir bir dünya ve merha-
metli. ıııani ıklı bir Tanrıya olan inançlarını sarstı. Adalete ve aynı şekilde adaletsizli-
ğe zarar getirdi. Voltaire'i bile şunu itiraf etmeye zorladı: "İler şeyin sonunda, dün-
yada şeytan var." 1
Bir zamanlar İspanya tacı için bir cevher olan Portekiz gibi Birleşik Eyaletler de
hâlâ yurtlarına yakın olaylar hakkında az etkisi olan bir denizaşırı imparator-
luk olarak kalmıştı. Denizde eski deniz üstünlüklerini Britanya'ya kaptırmışlar;
karadaysa tüm yönlerden Habsburglar tarafından kuşatılmışlardı. Cumhuriyet-
çi oligarşi ve Orange Hanedanı arasındaki uzun süren şiddetli rekabet, en so-
nunda soya dayalı bir monarşinin kurulduğu 1815 yılına kadar devam etti.
On sekizinci yüzyıl İskan di navy ası sadece bir olayda sahneye çıktı. İs-
veç'in XII. Kari (h. 1 7 0 0 - 1 7 1 8 ) döneminde kendini son kez tehlikeye atışı fe-
laketle sonuçlanan bir tarih hatasıydı (Bkz. aşağıda). Bu istisna dışında, iskan-
dinavya ülkeleri kendilerini zararsız bir belirsizliğin içine bırakmışlardı.
Danimarka-Norveç'te dört Oldenburg kralı (IV. Frederich (h. 1699-1730), VI.
Christian (h. 1730-1746), V. Frederick (r. 1 7 4 6 - 1 7 6 6 ) ve VII. Christian (h.
1 7 6 6 - 1 8 0 8 ) ) ülkeyi modernleştirmek için aydınlanma yönünde biraz yol ka-
teimişlerdi. Bu doğrultuda iki yıl için iki bin fermanla hararetli bir deney,
1772 yılında Kralın başbakanının, bir Prusyalı ve kraliçenin çocuğunun babası
olduğu düşünülen J. F. Struensee'nin lise-majestt (krala suikast) için kafasının
uçurulmasıyla aniden sona erdi. İsveç'te kraliyet mutlakıyetine karşı uzun ve
güçlü bir lepki, bozuk yargılama yöntemleri onu oluşturan dört tabaka temsil-
cilerinin zahmetli çalışmalarına ve Hat s. ve Caps hiziplerinin mücadelesine
terk edilen bir Meclise (diyet) öncelik kazandırdı. Monarşi, XII. Karl'tn kız
kardeşi Ulrıca Leonora'mn bahtsız Alman kocası 1. Friedrich (h. 1720-1771.)
için tacını ve tahtını terk etmesiyle ve XII. Karl'ın 1756'da halefi Holstein-
Gottorp-Eutin Adolphus Friederich'in (h. 1 7 5 1 - 1 7 7 1 ) Prusya'dan esinlenen
entrikalarıyla büyük ölçüde zayıflatıldı. 111. Gustavus (h. 1 7 7 1 - 1 7 9 2 ) döne-
mindeki 1 7 7 2 kraliyet coup detat'sından (hükümet darbesi) sonra başarılı bir
şekilde yeniden iddialı duruma gelmesi, İsveç'i zamanının temel siyaset ve
külıür akımına daha yakınlaşiırdı. Bir zamanlar Paris sosyetesinde fırtına gibi
esen bu vatansever ve iyi yetişmiş genç kral, 1792'de Fransız Devrimine karşı
bir hükümdarlar birliği düzenlemeye çalışırken bir suikaste kurban gidecekti
[ELDLUFT],
Batı Avrupa Fransa'nın üstünlüğüyle uğraşırken, Orta ve Dogu Avrupa
ülkelerinin kendilerine göre daha büyük meşguliyetleri vardı. XIV. Louis'nin
hayatı süresince, Orta Avrupa, Alman devletlerinin tarihini ciddi biçimde etki-
leyen iki beklenmedik gelişme yaşadı. Biri, 1683'le Viyana'yı kuşatmak için ge-
ri dönen Osmanlıların son büyük akınıydı. Diğeri, arlık hırsı tüm bölgeyi alt-
üst etmek için bekleyen Prusya'nın yükselişindeki daha dramatik bir aşama
nedeniyle gerçekleşti. Dogu Avrupa, bundan böyle birinci derecede askeri ve
siyasi bir güç olacak Rus imparatorluğunun ortaya çıkışındaki kesin evreye ta-
nıklık etti. Bu hızlı değişikliklerin ortasında kapana kısılan eski Polonya-
Litvanya Cumhuriyeti ilk önce Viyaııa'nm kurtarılmasına destek verdi, sonra
yavaşça doymak bilmez komşularının darbeleri altında ezildi. On sekizinci
yüzyıl sona ermeden, Orta ve Doğu Avrupa'nın geleneksel güçlü yapısı tüm
kabullerin dışında değişti.
On yedinci yüzyıl sonlarındaki Osmanlı akım, sadrazamlığın oluz yıl bo-
yunca Arnavut bir aileden gelen Köprülülerin elinde kalmasına neden olan
uzun süreli siyasi bir krizle ilişkiliydi. Kriz, 1650'lerde Girit'teki yakınmalar ve
Venediğin Çanakkale Boğazını ablukaya almasıyla başladı ve 1660'tan sonra
Erdel'de taht intikali konusunda Habsburglarla Babialiyi doğrudan karşı karşı-
ya getiren bir tartışma nedeniyle alevlendi. Köprülüler savaşı, ordudaki özel-
likle de kendilerine karşı oldukça sert disiplin önlemleri aldıkları yeniçeri teş-
kilatındaki entrika ve huzursuzlukları başka yöne saptırmak için bir araç
olarak gördüler. 1672'de Hükümdar Hetman J a n Sobieski tarafından durduru-
lana kadar, Dinyester üzerindeki Kamieniets kalesini zapt ederek Polonya'nın
Podolya eyaletine saldırdılar. 1681-1682'de, Macaristan'da, kont Tökeli yöne-
timindeki isyanı desteklediler ve Macaristan'ı bir Osmanlı bağımlısı olarak ilan
etlikten sonra, Tuna üzerinden Viyana'ya doğru ilerlediler.
Viyana kuşatması, 1683 yılının Temmuzundan Eylülüne iki ay sürdü. Vi-
yana kuşatması, iaşesi zayıf Avusturya başkentinin, ağır topçu sınıfının büyük
kuşatma saflarıyla donatılmış yirmi bin kişiden oluşan güçlü bir ordu tarafın-
dan kuşatılmasına tanık oldu. Alman prenslerinin XIV. Louis'nin Ren'e yaptığı
tecavüzlerle uğraştığı kritik bir zamanda, İmparaLor Tuna'daki tehlikeye yanıt
vermekte büyük güçlük yaşadı. Her zaman olduğu gibi en etkili yardım, artık
kral olan ve Fransa'yla eski ittifakından vazgeçen Sobieski'nin bir Türk savaşı-
nı ve Avusturya'ya bağlılığı kendi ülkesindeki sorunlara bir çözüm olarak gör-
düğü Polonya'dan geldi. Eylül başlarında saldırı emrini aldığında, Viyana or-
manlarmdaki Kahlenberg tepelerindeki şapelde dua etti. Sonra ayın on ikisi
öğleden sonrası, saldırıyı düzenledi. Kanatlanmış hafif süvarileri tepeden ine-
rek doğruca Osmanlı ordugâhına girdiler. Saat beş buçukta panik, kargaşa ve
katliam manzaraları arasında dört nala düşman saflarına gudi. Sobieski, ertesi
akşam Sadrazamın çadırında karısı Kraliçe Marie-Louise'e yazmaya zaman bul-
du:
ELDLUFT
Bilim, sonunda kimyasal tepkimelerin doğasına ilişkin bir anlayış, yani basil ele-
mentler ve onların bileşimlerinden oluşan bir maddeler dünyasında, maddelerin di-
ğerleriyle bileşip ayrışabileceği anlayışım kazandı.
bavoisier daha sonra, basıl elementlere basil adlar, bileşiklere de bileşik adlar
verme işine eğildi. Scheele'in "yanan hava"sı y a d a Priestley'in ' l)cphlogisiicai-od im-
va'sı oxygCııc. Scheele'nin "kirli hava'sı da ^ m i ' ö / r o l d u . Civa ve oksit bileşimi
"cıvalı oksit" oldu. 1787'de l,avoisier'nin yeni terimleriyle oluz üç elementin bir liste-
sini yayımlamasına yardım edildi. 1789'ria dünyanın ilk kimya ders kilabı "Traılc
pıvlıminaiıv dc ta Chimie's'mi yayımladı.
Scbeele çoktan ölmüştü, büyük ihtimalle kendi ocağının dumanından -«birlene-
rek. I 7 9 l ' r i e Priestley. Fransız devrimi taraftarı olduğu için Birmingham ayak lakı-
mı tarafından hırpalandı ve evi yıkıldı. Amerika Birleşik Devletleri'ne kaçtı. H Mayıs
I 7 9 4 ' ı e bavoisier. ölümü diğer y i r m i allı kraliyet vergi toplayıcısı arkadaşı gibi gıyo-
lindc karşıladı. Temyiz hâkiminin şöyle dediği söylenir: "Cumhuriyetin bilginlere ıh-
lıyacı yok." Kimya Devrimi siyasi dengiyle neredeyse aynı zamana rastladı Her iki-
si de "kendi çocuklarını y u l l u l a r " .
Burada, geniş ve çok aileli haneler açıkça bir azınlık oluştururlarken (% 30). tek aı-
lelık hanelerin kesin bir çoğunluk oluşturduğu (% 68) açıktır.
Bu alanda kıdemli bir araştırmacı, bu örneği hanelerin "orta" olarak adlandır-
dığımız özelliklere sahip olma eğiliminin olduğu yanlış tanımlanmış Avrupa bölgesi-
ni simgelemek için bir örnek olarak seçmiştir. "Dörı Bölge Hipotezi" bu lür tur yalıtıl-
mış örnek üzerine inşa edilmiştir. Grossenmeer (1785) Avrupa'nın "Batı-Merkez" ya
da "Orta" bölgesini simgeleseydi, Kssex'!eki t; İm don köyünün (1861) "Batı'yı". Bo-
logna "yakınındaki Pagagna"nın (1870) "Akdeniz"i ve Rusya'daki Krasnoe Sobakı-
no'nutı "Doğu"yu simgelediği kabul edilmeliydi. Genelleme ne kadar heybetlıyse.
coğrafya da o kadar kuşkuludur.
Hipotez, geleneksel Avrupa ailesini iki çok basil lipe "Batı" ve "Doğu" ayırma-
ya cüret eden, "evrensel olarak kabul edilmiş" olduğu varsayılan eski bir planın dü-
zeltmesi olarak sunulmuştur. Pagagna. hanelerinin % 86'sının geniş ya da çok aileli
tıp olan Krasnoe Sobakino'nun bir varyasyonu olarak kabul edilirken. Grossenmeer,
% 73'den fazla hanenin basit biçimi doğruladığı Eldmond'un bir varyasyonu olarak
alınmıştır. 1
Karşılaştırmalı sosyal tarih son derece verimli bir konudur. Kakat benzerin
benzerle karşılaştırılması gerektiği kesin bir ilkedir. Endüstri öncesi Alınanyasında-
ki bir köyü. Victoria dönemi Ingilteresınin endüstrileşmenin doruğunda bir köytiyle
karşılaştırmak güvenilmezdir. Ancak "Batılı" araştırmacılar için "Dogıı Avrupa" de-
nilen başka bir "yanlış tanımlanmış bölge"nin lümünti simgelemek korkutucu dere-
cede simgeseldir. Çeşitliliğin kategorileştirmesi, çeşitliliğin yadsınmasıdır (ZADRU-
GA|.
Aile tarihi ancak 1970'lerde kendim buldu. İngilizce Journal of h'amily Itisl.ory
l!}76 tarihlidir. O zamana kadar, sosyal tarihçiler sınıf sorunuyla meşgul olurken.
aile sorunlarını inceleyen sosyal bilimciler açıkça "tarihsel boyuiItıra" Karşı ilgisi/ol-
muşlardı. Birçok araşurınacı anunsanamayacak kadar u/.un /.amandan beri Avru-
pa'da hanenin geniş, geleneksel, patriarkal bir biçiminin var olduğunu \c modern-
leşmenin başlangıcına kadar incelenecek çok fazla şey olmadığını düşünmüşlerdi.
OrganinaUnn de la Famille (1871) adlı eserinde bir aileler lıpolojisı onaya koyan
Ki'edörick be Play (1806-1882) gibi öncülcrm çalışmaları geniş çapla bilinmiyordu,
be Play iiç aile biçimi öne sürdü: geniş patriarkal aile. üç kuşaksal çekirdekli famille
soııche ya da "kok-aile" ve sadece ebeveynin çocukları yel içtirmesi süresince varlığı-
nı sürdüren sabii olmayan hane birimi veya eellule. Çok uzun bir silsileye sahip so-
yun dışında, tarihle aile sorunlarının sıslematık olarak incelenmesi için bir yüzyıl
daha beklemek gerekiyordu. 2
Ancak alandaki incelemelerin çeşitliliği çok etkileyici hale gelmiştir. Ortaçağ İz-
landasındaki sütannelik tekniklerinden, on yedinci yüzyıl Ingilieresındeki gayruııcş-
ru çocuklara veya on dokuzuncu yüzyıl Sardiııyasındaki baba egemenliğine varana
kadar her şey bu çalışmalarda bulunabilir. Araştırmanın birkaç temel yolu vardır.
Bir ianesi hane birimlerinin biçimlenmesi, yapıları ve parçalanmasıyla ilgilenir [BA-
SERRIA|. Diğeri aile ve akraba alanı içinde istatistik, biyolojik ve cinsel eğilimler et-
rafında toplanmıştır. Üçüncüsü, bir aile birimi içinde bireylerin, cinsiyellerın vc ku-
şakların sorunlarına ve bu nedenle, kadınlar, ış modelleri, çocukluk, evlilik ve
yaşlılık hakkında "hayat boyu analize" odaklanmıştır |GRILLENSTEIN|. Bir dördün-
cüsü. anıropolopk odaklanma aile geleneklerini, tören ve rii.üellcrıni vurgular. Beşin-
cisi. aile yasası ve yönetim siyasetinin gelişimini inceleyen hukuki bir yoldur. Altıncı-
sı iktisadidir, çeşitli tarımsal, kırsal ve endüstriyel bağlamlarda aile bütçelerini
inceler. Tek ebeveyne sahip olmaktan işsizlik, çocuk disiplini ve gençlerin işlediği
suçlara kadar tüm modern aile sorunlarının tarihsel kökleri bulunmaktadır. Soyağa-
cı da unutulmamıştır. Bir zamanlar asil elitlerin tutkusu olan ne varsa, son zaman-
larda en popüler eğlenceler haline gelmiştir. 3
Bir yere kadar, tarihçilerin ilgileri mevcut kaynakların doğasını yansıtır. Örne-
ğin ortaçağ soylularının ya da Rönesans tüccarlarının haneleri, her ikisi de çok bol
kayıtlar içerdiklerinden uzun zamandan beri ulaşılabilir durumdaydılar |MERCAN-
TE|. Köylü hanesi ve eski Roma'daki avamların haneleri daha az ulaşılır durumday-
dı. Ancak sosyolojik ve sayısal tekniklerin uygulanması |RENTES| ve görsel, edebi,
istatistik ve sözlü kaynakların kullanılması bir bilgi zenginliğine yol açtı. Hiçbir dö-
nem ya da bölge gözden kaçmadı. Aile tarihi evrensel cazibeye sahiptir. Çünkü her-
kes ya bir ailenin üyesidir ya da bunun özlemini çekmekledir.
Ekaterina öze daha çok önem verdi. Bir kez daha, aydınlanmış retoriğine
rağmen, otokrasi ve köleliğin temellerinde bir değişiklik yoktu. Modern yasal
bir yasa amaçlayan 1766-1768'in yasama komisyonuna verdiği ünlü ders, eya-
let yönetimlerinde merkezileşme ve "Ruslaştırma eğilimleri" ve her şeyin öte-
sinde, "soyluluğun özgürlüğü"nü kabul sisteme kalıcı değişiklikler getirdi.
Soylular meclisinin sınırlanmış haklarını ve eyaletlerde özerkliği garantileyen
önceki bir yasayı onaylayan Soyluluk Beratı ( 1 7 8 5 ) mertebe çizelgesini ve seri-
lerin hayvanlar gibi satılmalarını kısıtlayan eski hükümler kaldırıldı. Nihai so-
nuç eskiyle yeninin uzlaşmasıydı; soylular sınıfı eyaletlerde nüfus kitlesinin
üzerinde kullandıkları gücü merkezi yönetime aktaramazken, otokratik mo-
narşi de kendi yarattığı hizmet soyluluğuna giderek bağımlı hale gelmekteydi.
"Paradoksal olarak, siyasi gücün tekeli konusundaki ısrarlarıyla Rus otokrat-
lar, Batı'daki anayasal benzerlerinden daha az etkili bir otorite elde etmişler-
di." 1 1 Eski Moskova Uranlığı en azından istikrarlıydı. Yeni Rus imparatorluğu
kendi yıkımının tohumlarını taşımaktaydı IEULER],
Ancak Rusya'nın duraksız büyümesi sürmekteydi (Bkz, Ek 111, s. 1337).
Y'ararlı bir şekilde kullanacağından çok daha fazla toprağa şimdiden sahip olan
bir ülke, büyük iştahına teslim olmayı sürdürmekteydi. Rusya batıda, Isveç-
Finlandiya ve Polonya Litvanya'nın büyük bölümünü ele geçirdi. Güneyde
İran, Kafkasya ve Orta Asya'ya ilerlemeden önce, Azak'tan başlayarak ( 1 6 9 6 ) ,
Osmanlı'nın Karadeniz eyaletlerinin hepsini ve Kırım'ı ( 1 7 8 3 ) aldı. Doğu'da
Pasifik'e doğru Sibirya'yı geçerek 1740'lardan itibaren, Alaska kıyılarını keşfet-
ti ve 1784'te Kodyak adasında sürekli bir yerleşim yeri kuruldu.
Rus tarihçiler ülkelerinin genişlemesini "ulusal görev" ve "toprakların bir
araya getirilmesi" terimleriyle rasyonalize ettiler. Gerçekteyse, Rusya ve hü-
kümdarları kendilerini toprak fethine vermişlerdi. Onların toprak açlığı, bü-
yük bir etkin olumlama ve geleneksel militarizmden kaynaklanan hastalıklı
bir konumun belirtisiydi. Dünyanın en büyük ülkesinin, güvensizlik hissini
telafi etmek, diğerlerinin çok daha küçük kaynaklarla başardığı operasyonları
yürütmek ve Romanovların tahtını koruyan abartılmış mekanizmayı ödüllen-
dirmek için sürekli büyüyen bir toprak desteğine ve insana ihtiyacı olması çok
ironiktir. Eğer bu doğruysa, aşırı bir bulimia politioı, diğer bir deyişle "kurt gi-
bi acıkmak", yalnızca komşularının etini ve kanını giderek daha çok tüketerek
varlığını sürdürebilen bir organizmadaki büyük toprak oburluğu durumudur.
Her başarılı Rus subayının ailesini geleneksel biçimde geçindirmek için yüz-
lerce ya da binlerce serfle işletilen bir toprağa ihtiyacı vardı. Bu şekilde fetlı
edilmiş "insanların'" sekiz yüz bini 11. Ekaterina tarafından yeniden dağıtılmış-
tır. Bunların beş yüz bininden daha fazlası sadece Polonya-Litvanya'dan gel-
miştir. Eski İsveç "Baluk'ının" Alman soylularına ayrıcalıklarım ellerinde bu-
lundurma izni verilmişken, Litvanya ve Rütenya'nın (Beyaz Rusya ve
Ukrayna) eski Polonyalı soylularına bu iznin verilmemesi anlamlıdır.
Rus imparatorluğunun genişlemesi sırasında, Ukrayna kendi farklı kimli-
ğini bir yüz yıldan fazla korumuştur. Ukrayna'nın "Hetman Devleti" 1654'ten
1783'e kadar Çar gözetimi altında, Polonya'ya karşı ilk önce Çarla ittifak kur-
mak isteyen Dinyeper Kazaklarının varisleri tarafından yönetildi. 1 7 0 8 - 1 7 0 9
isveç akını sırasında Hetman Mazeppa yönetiminde özgürlüklerini kazanma
girişimleri boşa gitti. Bu özgürlüklerin tamamen kaldırılmaları, Kırım'ın işga-
liyle, Tatarlara ve Osmanlılara karşı bir tampon olarak işe yaramalarının sona
ermesiyle aynı zamana rastlamıştı [RUS'l-
Rusya ile Rütenya arasındaki tarihsel ayrılık bundan sonra resmi olarak
kaldırıldı. Ukrayna'nın adı Malorossiya (Küçük Rusya) oldu ve farklı gelenek-
lerinin tüm izleri silindi. Ukrayna Kazaklarına, Don ve Kuban'daki Rus ben-
zerlerine verildiği kadar özerklik verilmedi. Zengin toprakları yoğun Ruslaştır-
ma ve sömürgeleştirmeye tabi tutuldu. Avrupa'nın son kalesi, güneyin "vahşi
ovalarına" çoğunluğu Rus ve Alman olan köylü mülteciler yerleştirildi. Slavlar
arasında Rusçanın halk arasında kullanımının yanı sıra, Rus Ortodoks Kılise-
si'nin tekeli de zorunlu kılındı. Hâlâ (Jniales'e mensup herkes ortadan kaldırıl-
dı. Rus mülteciler kentlerin, özellikle de artık eski bir Rus kenti olarak gösteri-
len Kiev'in simasını değiştirmeye başladılar. Ukrayna, Polonya ve Yahudi
kültürü yavaş yavaş geriledi. Kırsal alanlarda varlığını sürdüren Rütenya (Uk-
rayna) dili resmen bir Rus diyalekti olarak tanımlandı. "Yeni Rusya" eyaletinin
başkenti olarak 1794'te kurulan Odesa'nın muhteşem yeni limanı güneye bir
pencere, büyüyen tahıl ticareti için bir kapı açtı l POTEMKtNj,
Polonya-Litvanva Cumhuriyeti Rusya'nın gelişmesinde Avrupa'nın temel
kaybıdır. Gerçekte Cumhuriyetin intikali Rus İmparatorluğu için sine tjııa non'
dur. Tıpkı eski eyaleti Ukrayna gibi Cumhuriyet de önce Moskova nüfuzunun
hedefi ve dolaylı, sonra da doğrudan hakimiyetin değişen dönemlerinin hedefi
oldu. Moskova etkisi 1696 yılında Sobieski'nin ölümünden sonra giderek arttı.
RUS'
fi KYI.Cl, 1749 DA Sı. I'etersburg'da kraliyet tarihçisi Dr. Gerhard Müller "Rus Adı
ve Kökeni" hakkında Katilice bir tebliğ okumaya başladı. Antik Kiev devletinin Vı-
kıngler tarafından kurulduğu şeklindeki kuramını açıklayacaktı. Fakat öldürüldü; va-
tanperver Rus dinleyiciler Rusya'nın nasıl Slavlar tarafından kurulmadığını duyma-
ya istekli değillerdi. Resmi bir soruşturmadan sonra. Dr. Vlüller'in vatandaşlıktan
atılması emredildi ve mevcut yayınları yok edildi. (Sonuçla, aynı yıl ölen ve Krankla-
rın Troyalılardan gelmediğini yazdığı için bir zamanlar Baslille'e alılan Fransız bil-
gin Nicholas Fröret'yleaynı kaderi paylaşmadı.) 1
Rus tarihçileri her zaman kurucu Normanlar kuramını ileri sürmüşlerdi. Devlel
sansürü nedeniyle Rus tarihi, özel bir siyasal müdahale ve leolopk kanıtlara maruz
kalmıştır. Kiev Devletinin tarihi, modern Rus ulusçuluğunun çıkarlarına ya da Rus
yorumuna tepki olarak, modern Lkrayna ulusçuluğunun çıkarlarına hizmet etmek
üzere inşa edilmiştir. Ancak Vikinglcriıı bir şekilde dahil olduklarını yadsımanın
imkânsız olduğu kanıtlanmıştır. "Rus" adı "kırmızı-saçlı" Vikitıglere (Ingilızccde ıvs•
set), İsveçliler için kullanılan bir Finlandiya adı olan ruoısi'yc. İskandinavya'da bi-
linmeyen Rhos adındaki bir İskandinav kabilesine ve hatta merkezi Kanguedoc'dakı
Rodez'de üslenen çokuluslu bir ticari konsorsiyuma birçok şekilde all'edilmiştir.
Bu son usiaca (ve olası olmayan) hipoteze göre. Rodcz şirketi. Ballık-Dinyeper
yolundan geçerek Hazar köle ticaretine dahil olmak (MS 8 3 0 dolaylarında) ve Ar-
les'daki merkezlerinden Karadeniz'den Kuzey Afrika'ya kadar olan köle ticaretini de-
nelim allında tuıan rakip Yahudi Radaniya konsorsiyumunu kovmak için Norveçli
denizci İm kullanmaktaydı. Rodezliler Hazar üzerinde bir "Rus hanlığı" kurarak bü-
yük olasılıkla Volga'daki T'muıorakan/l'amariarka'yı merkez alan egemen bir ya-
bancı elitten. Kiev'i merkez alan ve çoğu Slav olan bir toplumun yerel prenslerine
dönüşlüler 2 |HAZARYA|.
Sağlam sonuçlara ulaşmanın imkânsızlığı kanıtlarken, kaynakların yeniden in-
celenmesi gereklidir, Ancak Kiev araştırmacılığının en ürkülücii yanı kaynak malze-
melerinin bolluğundadır. Slav ve Bizans kroniklerinin yanı sıra. araştırmacılar Fski
Norveç edebiyatını, karşılaştırmalı Germanik ve Tiırkı (Hazar) mitolojisini. İskandi-
nav ve Frizya kanun derlemelerim. Danimarka ve İzlanda kroniklerini, Arap coğraf-
ya kitaplarını. İbranı belgelerini, lıatta Moğolistan'dan gelen Ttırki yazıtları incele-
mek zorundadır. Arkeoloji de yaşamsaldır. Bulmacadaki ender kesin kanıtlardan
bin, tüm Doğu Avrupa'da bol miktarda bulunan Arap sikkeleridir (DİRHEM). Ki-
ev'den ilk kez QYY\VB biçimine Hazar Yahudilerinin Kahire yakınındaki Fusıal-Misr
Sinagoguna yazdığı ve şimdi Cambridge Üniversitesi K ü t ü p h a n e s i n d e bulunan Ibra-
ııiee bir mektupla siiz edilmiştir. 3
Aneak Dr. Vlüller'in zamanından l!-)9Ve araştırmacılığa esas engel. Rusya ya
da Ukrayna'daki hiç kimsenin bağımsız araştırma sürdürecek özgürlüğe sahip olma-
ması gerçeğinde yatmaktadır. Özgür bir l i k r a y n a ve özgür bir Rusya'nın ortaya çıkı-
şı, akademik havayı geliştirebilir ya da gelıştirmcyebilir [METRYKAj |SMOLENSKİ.
POTEMKİN
C A N T A T A
173-1 F,KİMİNDE Polonya'nın lalııa yeni çıkan Kralı çok az bir zaman için evine dön-
dtiğtinrie. müzik öğretmeni sadece ıiç günde tam dokuz kısımlık bir Canlala Gratuta-
f o r a bestelemek zorunda kaldı. Kelimeleri de havada süzülen müzik kadar baroktu:
Gamals'ya yol açan olaylar uzun zamandır unutuldu. Ancak müzik sonraki besteler-
le yeniden uyarlanabildi ve ölümsüzleşıı. No. 7. Chrisımas Oratoryosu nda No. 47
oldu. No. I. şimdi Si minör Mıssa'ııın "llosamıah"ını oluşturmakla. Çünkü Polonya
Kralı aynı zamanda Saksonya Seçici Prensiydi ve müzik ustası Johann Sebastian
Bach'tı. 1
Rusya'nın müdahale hakkı, Rusya'nın müdahalesi olmadan nasıl durdurabilir-
di? Libcrum vetoyu kullanan biri olmadan, liberom veto nasıl kaldırabilirdi?
Kral üç olayda kısır döngüyü kırmayı denedi ve üç olayda da başarısız oldu.
Her bir olayda Rus ordusu düzeni yeniden kurmak için geldi, ve her olayda
Cumhuriyet paylaşılarak cezalandırıldı. 1760'larda Kralın reform için verdiği
teklif, Bar Konfederasyonu savaşma ve tik Paylaşıma yol açtı. 1 7 8 7 - 1 7 9 2 yılla-
rında Kral'm Büyük Sejnıin reformlarına desteği ve 3 Mayıs ( 1 7 9 1 ) Anayasası
Torgawıca Konfederasyonuna ve İkinci Paylaşıma (Bkz. IX. Bölüm) yol açtı.
1 7 9 4 - 1 7 9 5 yıllarında Kral'm Tadeusz Kosciuszko'nun ulusal ayaklanmasına
katılması nihai çözülmeye yol açtı. Üçüncü Paylaşımdan sonra, üzerinde hü-
küm sürülecek bir Cumhuriyet kalmamıştı. Poniaıovvski, 1795 yılının Aziz
Katerina Günü tahtını terk etli ve Rusya'da sürgünde öldü.
Cumhuriyetin ölümcül mücadelesi boyunca, Litvanya Büyük Dükalığı bi-
reyselliğini korudu. Siyasi zayıflığı, onu dört kalıcı geleneğin kaynağı yapan
enerjik bir yaşam sürdürmesini engellemedi. Başkenti Wilno-Vil'na-Vilnius-
gerçek bir kültürel kavşaktı. Egemen Polonya eliti, ilk olarak 1773'ten sonra
Ulusal Eğitim Komisyonunca, daha sonra 1825 yılma kadar çarlık yönetimi al-
tında gelişecek Wilno Üııiversitesi'ne dayanan bölgesel bir eğitim kurulu ku-
rulunca iki kez güçlendi. Litvanya'nın Yidiş kültürü, Büyük Dukalık "Rus Ya-
hudilerin Yerleşim Merkezi" haline getirildiğinde güçlenecekti. Kendileri-ni
Polonyalılaşmakıan korumuş olan Litvanya ve Rütenya (Beyaz Rus) köylüleri,
geleceğin tüm Ruslaştırmalarına karşı koyacak derecede sağlam basmaktaydı-
lar. Bir kere Rus İmparatorluğu tarafından işgal edildiğinde, Büyük Dukalık
hiçbir zaman bir yönetim birimi olarak yeniden canlanamayacaku. Fakat hal-
kı, kökenlerini tamamen unutmayacaktı. On dokuzuncu yüzyılın tüm Polon-
ya ayaklanmalarına katılacaktı. Polonya ve Yahudi gelenekleri Stalin ve Hil-
ler'in öldürücü devrine kadar ayakta kalacaktı. Litvanya ve daha az ölçüde
Beyaz Rus gelenekleri, 1990'larda bağımsızlığa ulaşmak için derin ve karanlık
sularda boğuştular İB.N.R.] (LIET13VAİ.
On sekizinci yüzyılın uluslararası ilişkileri her şeyin ötesinde güç denge-
siyle bağlantılıydı. Dönemin tüm genel savaşları bunu sürdürmek için planlan-
mıştı (Bkz. Ek 111, s. 1 3 4 2 - 1 3 4 3 ) . Hiçbir devlet kendini Kıtanın tamamının as-
keri işgaline kalkışacak kadar güçlü hissetmiyordu; fakat görece küçük
bölgesel karışıklıklar, sezilen tehditi kontrol altına alacak koalisyon ve ittifak-
ların zincirleme reaksiyonuna neden olabiliyorlardı. İşin içine bazı ideoloji ve
ulusal övünç konuları dahildi. İttifaklar hızla değişttrilebiliyor ve küçük pro-
fesyonel ordular düzenli barış getirici savaşlarda anlaşmazlıkları dindirmek
için hızla faaliyete geçebiliyorlardı. Avrupa Birligi'nin tam olarak işlemeye baş-
lamasıyla, bir dizi diplomatik kongre savaşın sonuçlarını tartıp ayırabildi, ka-
zanılan ve kaybedilen sömürgelerin, kalelerin ve bölgelerin bilançosunu dü-
zenleyebildi. Genel olarak bu savaşlar amaçlarına hizmet etti. Askeri işgallerin
doğrudan sonucu olarak, yeniden büyük güç ve toprak paylaşımları meydana
gelmedi. Belli başlıları Utreeht'deki İspanyol topraklarının devri ya da Prus-
ya'nın Silezya'yı işgali yoluyla olan düzenlemeler gibi savaşın neden olduğu
düzenlemeler, Polonya'nın Paylaşımı gibi savaşa başvurmadan ayarlanan dev-
rin büyük toprak paylaşım lanyla kıyaslananı azdı [ D E S S E İ N ] .
Polonya-Litvanya'nın üç Paylaşımı, Avrupa tarihinin barışçıl saldırganlı-
ğı)'la övünebileceği en güze! örnekleri oluşturmaktadır. 1773, 1793 ve I 7 9 5 ' ı e
üç aşamada tamamlanan paylaşımlar, Fransa büyüklüğündeki bir devletin top-
raklarını parçaladı. Paylaşımlar tüm resmi anlaşmaların altında yazılı olmayan
bir şiddet tehditinın yattığı ve kurbanların sakat bırakılmalarına göz yummaya
zorlandıkları gangsterlik yöntemiyle gerçekleştirildi. Birçok çağdaş gözlemci,
savaştan kaçınılmasından minnettar olarak paylaşımcıların açıklamalarını ka-
bul etmeye koşullandırıldı. Birçok tarihçi, Polonyalıların kendilerine felaket
getirdiği görüşünü kabul etti. Bir cinayete cinayet diyen sadece bir Burke, bir
Michelet ya da bir Macaulay'di.
Paylaşımın mekanizması iki basit düşünceye dayanmaktaydı: ilki, bir Po-
lonya reform hareketini bastırmak için Rus müdahale ordusunun gerektiği;
ikincisi, Cumhuriyet içinde bir Rus ilerlemesinin Cumhuriyetin diğer komşu-
ları Avusturya ve Rusya'ya bir tehdit oluşturmasıydı. Yedi Yıl Savaşlarının tü-
ketici deneyiminden sonra, özelikle Prusya Rusya'ya karşı başka bir savaşa gi-
recek durumda değildi. Bunun yerine Prusya ve Avusturya'nın çıkarlarının,
Rusya'nın Polonya'daki faaliyetlerini kabullerinin ödülü olarak toprak telafisi
elde edebilirse, en iyi şekilde korunacağı düşünüldü. Böylece, komşularının
genel kararıyla savunmasız Cumhuriyet büyük toprak parçalarının devir iş-
lemlerinin bedelini ödemeye ve Rus güçleri tarafından reformcularının bastı-
rılmasına boyun eğecekti. Daha da kötüsü, Cumhuriyet, cömert ve barışçıl
niyetlerini dünyaya anlatırken işkencecileri sessizce dinlemek zorunda kala-
caktı.
DESSEİN
29 Ekim 1 7 8 7 , Pazartesi akşamı, Prag. Eski kentteki Kont Nostitz Ulusal Ti-
yatrosu'nda (şimdi Tyl Tiyatrosu), Bondinı'nin İtalyan opera kumpanyası 11
dissoluto punito'nun (Tırmığın Ödülü) prömiyerini sunmaktaydı. Gösterinin
orijinal olarak "Taşın Konuğu" adıyla Toskana Prensesini Dresden'de evlen-
meye giderken eğlendirmek niyetiyle 14 Ekim akşamı yapılacağı ilan edilmişti.
Operanın partisyonu tamamlanmamıştı. O gün geldiğinde orkestrada çifte bas
çalan Vaclav Svoboda'ya (Wenzel Swoboda) göre, besteci 28 Ekim pazar gece-
si küçük bir yazıcılar ordusuyla ayakta geçirmişti; ve uvertürün partisyonu ti-
yatroya henüz sayfaların mürekkebi kurumadan dağıtılmıştı. 3 4 Fakat oyuncu-
ları engellemek mümkün olmamıştı. Besteci akşam yedide mum ışığıyla
aydınlatılmış konser salonunun ön tarafında yayını eline aldığında, tezahürat
koptu, D minörde iki uzun Jorte akor gürültüyü durdurdu. Sonra müzik uver-
türün açılış çizgilerinin hızh gevezeliğine, (molto allegro), daldı.
Uvertür
Str. 2 Fİ. 2 0 b . 2 Cl. 2 Bsn. 2 Hn. 2 T r . Tıırtp
m
Andante
Mal to allegro
ft i } \ f l f J •
f
773 J
Mozart'ın Don Giovanni olarak bilinen operası, bir Avrupa efsanesi düzeyine
ulaşan popüler ayartma hikâyelerinin son uyarlaması değildi. Sevilla bıuld-
dor'u Don Jıujıı, Napoli karnavalı ve Fransız panayır meydanı p a n t o m i m i n d e
iki yüzyıldan fazla oynandı. Edebi biçimi Molina ( 1 6 3 0 ) , Cicognini (y. 1 6 5 0 ) ,
Molière ( 1 6 6 5 ) , Corneille ( 1 6 7 7 ) , Goldonı ( 1 7 3 6 ) v e Shadwell ( 1 7 7 6 ) tarafın-
dan oluştu vuldu. Roma'da 1669'da, Paris'te 1746'da, Torino'da 1767'de, Cas-
sel'de 1770'te baleye ya da sahne draması için müziğe uyarlandı. Mozart'a
ulaşmadan ö n c e k i on yılda en azından dört m ü k e m m e l operaya esin kaynağı
oldu (Righini'nin Viyana'da ( 1 7 7 7 ) , Albertini'nin Varşova'da ( 1 7 8 3 ) , Foppa/
Guardi ve Bertali/Gazzanniga'nın Venedik'te ( 1 7 8 7 ) oynanan operaları). M o -
zart'ın libretto yazarı Abbé da Ponte, Berlati'nin sözlerinden büyük ö l ç ü d e et-
kilendi, Prag'ta Ottavio'yu söyleyen bariton bundan h e m e n ö n c e Venedik'te de
Gazzaniga'nın müziğinde aynı rolü seslendirmişti. 3 7
Ana k o n u son derece basitti. Açılış sahnesinde Don Giovanni son fethetti-
ği sevgilisi Anna'nın kızgın babası Commendatore'yi öldürür. G ü n a h k â r , ce-
h e n n e m i n alevleri tarafından yutulmuş olarak intikam için ağlayan ölü C o m -
mendatore'nin heykeliyle kapanış sahnelerinde iki kez karşı karşıya gelir. Da
Ponte hikâyeyi iki benzer sahneye sıkıştırmıştır, bunların h e r biri aynı drama-
tik yapı etrafında inşa edilmiştir.
SAHNE 1 SAHNE 11
Aşırı duygusal mezarlık sahnesinde (11. Perde, II. Sahne ), Taş Konuk, trom
bonların iç parçalayıcı eşliğinde kehanetini söylerken, oyuncular titremekte
dirler; "Şafakla son kez güleceksin":
Q u e s t o â il fin di c h i fa m a l
E de 1 perfidi la m o r t e alla viıa â s e m p r e ugual
( B u g ü n a h k â r ı n o y u n u n u n s o n u ! Hayatı v e ö l ü m ü b i r b i r i n i n t a m a m e n a y n ı . ) 4 2
Andante graitioso
p senlini ııı un
Fakat sayı kısa zaman sonra eski şekline getirildi ve her zaman için standart
repertuarın gerekli bir b ö l ü m ü olarak kaldı.
Mozart 1787'de Prag'a iki ziyaret yaptı, bu iki ziyarette de karısı C o n s t a n -
ze yanındaydı. Ocak ve Jubat'taki ilk ziyareti sırasında 38 No'lu senfonisi
Prag'ı (K. 5 0 4 ) sundu ve sonra Le nozzc di Figaro'nun başarılı bir çalmışını yö-
netti. Gösteri o kadar beğenildi ki, hemen gelecek sezonun başında sahnelen-
mek üzere yeni bir opera için Bondini'yle bir sözleşme imzaladı. Viyana'ya dö-
nüşünde, Bonn'dan Beethoven adlı on yedi yaşında bir piyaniste biraz ders
verdi. Mayıs'ta sevgili babasının ölümüyle ağır şekilde sarsıldı ve mülklerinin
satılmasına üzüldü. Ancak her ikisi de o yaz bestelenen Fa Majör Divcnimen-
(o'da (K. 5 2 2 ) ya da de latif Sol Majör Eme Klcine NacfHmusifc'te (K. 5 2 5 ) bu
üzüntüsünden hiçbir iz duyulmaz.
Mozart'ın Prag'a Don Giovanni'yle yaptığı altı haftalık gezi hem yazışmala-
rından hem de yerel basından izlenebilir. Babasının Salzbtırg'daki mülklerinin
açık artırmasının zayıf hasılatını henüz aldığı 1 Ekim'de Viyana'dan ayrıldı. Yi-
ne altı aylık hamile karısı Constanze'yle seyahat etmekteydi. Yaklaşık yüz elli
millik yolculuk üç gün sürdü, çünkü P r a c g e r Oberpostamtszeitung gazetesi
ayın dördünde vardığını duyurmuştu. " [ Ü n l ü Bay Mozartl tarafından yeni ya-
zılan Das steinerne Gastmahl operasının ilk kez Ulusal Tiyatroda sunulacağı
haberleri y a y ı l d ı . K o h l m a r k t 20 numaradaki Uç Arslan Hanında oda tuttu
ve karşıdaki Glatteis Otelinde kalan librettocusu Da Ponte de dört gün sonra
ona katıldı. Ayın 13, 14 ve 15'i bir son dakika kararıyla T o s k a n a Prensesini zi-
yaret ve o n u n yararına Le n o z z e di Figaro'nun Almanca versiyonunu sahnele-
mekle geçti. Mozart bu noktada umutsuzdu. "Burada her şey oyalanmakta,
ç ü n k ü tembel olan solistler opera günlerinde provayı reddediyorlar ve endişeli
ve korkak müdür de onları zorlamıyor" diye yazmıştı bir arkadaşına. 4 5 Ayın
son haftası birkaç solistin hastalığı ve uvertürün eksikliğiyle geçti. Fakat en
s o n u n d a prömiyer herkesin alkışları arasında gerçekleşti. Oberpostsamlzeitung
kendinden geçmişti:
Daha fazla koşuşturmadan, yanı başındaki iki şamdana mumları koydu ve o kor-
kutucu hava (Di rider juıırai pria dell' aurora) odanın ölümcül sessizliği içinde
çınladı... Uzak yıldızlı kürelerden, gümüş ırotnpeı notaları mavi gecenin içme dü-
şüyor tarihin belirlediği korkunç sonun buzdan ürpertisıyle ruhu delip geçiyor gi-
biydi.
Sonra ses ölııyu huzur içinde bırakmak için Tanrıya saygısız gençliği ölüyü ra-
hat bırakmaya davet ederek yeniden, önceki gibi tekdüze şekilde başladı... 4 9
(Ve o çalmaya başladığında / ve saç örgüsü arkasında dans ederek / deniz kabuk-
ları bile mırıldanmaya son verdi ! ve hassas kulaklarını diktiler / o zaman neden
kapıyı kilitlemediler? / Atlar neden faytonlardan alınmadı? / Bu kadar erken ayrıl-
dı.) 5 0
Mozart'ın aşık olduğu Prag, ancak birkaç Avrupa kentinin kendisiyle rekabet
edebileceği bir g ö r k e m i n doruğuna ulaşıyordu. Habsburg nüfuz alanlarının
ikinci kentiydi ve yakın zamanda elli-altmış yıllık bir benzersiz yeni mimari
düzenleme dönemi geçirdi. Don Giovanni'nin sahnelendiği, sadece dört yıllık
şık neoklasik Tyl Tiyatrosu birçok yeni görkemli kamu binasından sadece bi-
nydi. Şimdi Britanya Büyükelçiliği olan ve Mozartların 1787'deki ilk ziyaretle-
ri sırasında kaldıkları T h u n Sarayı ( 1 7 2 7 ) Colleredo-Mansfeld, Gollz Kinsky,
Clam-Gallas, Caretto-Millesimo ve Lobkovvitz-Schvvarzenberg'inkileri de içe-
ren son zamanların ç o k sayıdaki görkemli aristokrat evinden sadece biriydi.
Mozart'ın ayrılısından sonraki hafta Do Majör Musa'sının sahnelendiği Aziz
Nicholas bazilikası, baba-oğul Diezenhoferler tarafından tasarlanan bir düzine
Barok kiliseden biriydi. Carolinum ( 1 7 1 8 ' d e tamamlandı) üniversite k o m p l e k -
sini, C l e m e n t i u m ( 1 7 1 5 ' t e tamamlandı), Cizvit kilisesiyle kütüphanesini ba-
rındırmaktaydı.
En önemlisi, kentin dört ana tarihi merkezinin her biri kısa zaman ö n c e
kapanmış, süslenmiş ve uyumlu bir b ü t ü n olarak birleştirilmişti. Aziz Vitus
Katedralini ( 1 3 4 4 ) ve Jagiellonların Vladislavsky Sâl'ini ( 1 5 0 2 ) içine atan Vlta-
va'nın sol kıyısındaki Prag'ın eski Kale Tepesi, Hradcany Pacassi'nin heybetli
bakanlıkların yüksek duvarlarıyla çevrelendi. Hradcany'nin dibindeki Aşağı
Kent ya da Mala strana yeni bir piskoposluk sarayıyla ( 1 7 6 5 ) donatıldı. Kentin
iki tarafım bağlayan Kari Köprüsü ya da Karlüv Mosi ( 1 3 5 7 ) , 6 6 0 m uzunluğu
boyunca dini ve tarihi bir dizi enfes heykelle süslendi. Tyrısfcy ehram ve Kent
Meydanının hâkim olduğu sağ kıyıdaki eski kentin caddeleri, b i r ç o k yenile-
meyle yeniden canlandırıldı. Her zaman olduğu gibi, İsa ve Havarilerin, Ölüm,
Türkler, cimri, aptal, horoz ve Loretto çanlarının zilleri tarafından izlendikleri
bir alayı idare ettikleri kent saatinin saat başı manzarası tarafından canlandırıl-
dılar. Birleşik Prag'ın Özerklik Beratı en son 1 7 8 4 yılında imparator 11. J o s e p h
tarafından verilmişti.
Gerçekte Habsburg yönetiminden yararlananlar kentin müziğine himaye
eden ve evleri kenti süsleyen aristokratlardı. Bu aristokrasi, Otuz Yıl Savaşları
sırasında yerli Çek soyluların mallarının müsadere edilmesinden büyük ölçü-
de yararlanan Alman ailelerden oluşmaktaydı. Zengin Bohemya kırlarındaki
toprakların zenginliği kentteki hayatlarının parıltısını beslemekteydi. Mo-
zart'ın zamanında D u s e k l e r gibi Çek ve Alman toplumlarının kıyısında yaşa-
yan orta sınıftan bazı kişilerin varlığına rağmen, Çek çoğunluk başsız bir köy-
lü bir toplum haline getirildi.
Zengin ve yoksul arasındaki zıtlık aşırıydı. 1 7 7 1 yılında, Prag nüfusunun
altıda birinin açlıktan ö l m e k t e olduğu ilk Prag ziyaretinde, İmparator II. J o -
seph dehşete düşmüştü:
Bu yılki açlık sırasında meydana gelen olaylar ne kadar utanç verici... insanlar
gerçeklen ölüyorlar ve son kez caddelerde kutsanıyorlar... Zengin bir Başpisko-
posluğun, büyük bir katedral meclisinin, birçok manastır ve üç Cizvit sarayının
olduğu bu kentte... Kapılarının önünde yaıan sefil biçarelerin birinde bile bu
olayları kanıtlayan lek bir iz yok. 51
Müzikal toplantılar IRochechouart Konağında) çok seçkindi. Haftada bir kez ya-
pılırdı... fakat resitaller de olurdu. Günün ünlü bir piyanisti olan Mme Monıgero-
ux piyano çalardı; Opera'dan İtalyan bir solist tenor bölümleri söylerdi; başka bir
İtalyan olan Mandini bas söylerdi; Mme de Richelieu primadonnaydı; ben kont-
ralto söylerdim, M. de Duras bariton; korolar başka iyi amatörler tarafından söyle-
nirdi. Vioıti bize kemanda eşlik ederdi. Bu şekilde en zor finalleri gerçekleştirir-
dik. Herhes en büyük özeni gösterirdi ve Viotıi aşırı sertti... Paris'in tüm büyük
evlerinde bulunan rahaı, uyum, iyi tavırlar ve gösterişsizliğin başka bir yerde ola-
cağından kuşku duyuyorum...
Tüm bu zevklerin arasında, kendi yolumuzda gülerek ve dans ederek uçuru-
ma, 1789 Mayıs ayına sürükleniyorduk. Düşünen insanlar tüm yolsuzlukların
kaldırılması hakkında konuşmaktan memnundu, Fransa yeniden doğmak üzere
diyorlardı. "Devrim" sözcüğü asla dile getirilmedi,-'5
IX
REVOLUTIO
Kargaşa İçinde Bir Kıta, y. 1 7 7 0 - 1 8 1 5
bir ulusun etkisi... yaşama sanatını basit özgürlük ve eşitlik kavramlarına (insan
kalbi için karşı koyulmaz cazibeye sahip olan ve dünyanın tüm ülkelerinde yayı-
Harüa 20.
Avrupa, 1810
lan kavramlara) indirgeyen, böyle bir ulusun etkisi kuşkusuz Gerçek, İlımlılık ve
Adalet için, belki de hemen değil, belki tek bir günde değil, ama sonunda tüm Av-
rupa'yı fethedecektir...
Bu, sadece Fransız olan bir şeyin yerine "Avrupa'nın ilk Devrimi" adını esinle-
yen bir cins duyguydu. 1
Yabancılar da aynı canlı katılım hissini paylaştılar. T u t k u l u bir g e n ç İngi-
liz, sonra pişman olacaktı, ama o sırada kendinden geçmiş şekilde şunları ya-
zacaktı; "En büyük mutluluk o şafakta hayatta olmaktı."
Yaşlı bir devlet adamı ağlayabilmişti: "Şövalyelik devri kapandı. O safsata-
cılar, iktisatçılar ve hesapçılar başarılı oldular; ve Avrupa'nın görkemi sonsuza
kadaT s ö n d ü . " "Burada ve şimdi" diyordu dönemin ünlü bir yazarı Valmy Sa-
vaşı'nı izlerken, "dünyada yeni bir çağ başlıyor." 2 Lehte veya aleyhte tüm ta-
rihçiler güçlü sözcüklere başvurdular. T h o m a s Cariyle, "aşırı ihtilalcilik" diye
adlandırdığı şeyden dehşete d ü ş m ü ş bir şekilde Fransız Devrimini "Zamanın
içinden doğmuş en dehşet verici şey" olarak adlandırdı. 3 Karşıt duygulara sa-
hip Jııles Michelet şöyle başladı: "Devrimi H u k u k u n gelişi, Hakkın dirilişi ve
Adaletin tepkisi olarak t a n ı m l ı y o r u m . " 1
Fransız Devrimi Avrupa'yı o zamana kadar bilinen en derin ve geniş kap-
samlı bunalımın içine soktu. Kargaşası, savaşları, kaygı verici değişikliklerinin
içinde bütün bir kuşağı tüketti, Paris'teki deprem m e r k e z i n d e n . Kıtanın en
uzak yerlerine sarsıntı dalgalan gönderdi. Portekiz kıyılarından Rusya'nın de-
rinliklerine, İskandinavya'dan italya'ya kadar uzanan sarsıntıları, şapkalarında
mavi, beyaz ve kırmızı bir kokart ve dudaklarında "Liberté, Égalité, Fraternité"
sözleri olan parlak üniformalı askerler izledi. Taraftarları için Devrim, monar-
şide saygın bir yeri olan geleneksel baskılardan, soyluluktan ve kurumlaşmış
dinden kurtuluşu vaat ediyordu. Karşıtları için, ayak takımının karanlık güçle-
ri ve terörle eşanlamlıydı. Fransa için, modern bir ulusal kimliğin başlangıcını
haber vermekteydi. Avrupa'nın tümü için ise, bir tiranlığın yerine başka birine
geçmesinin tehlikesine ilişkin bir tabiat bilgisi dersi oluyordu. Devrim, sınırlı
barışçıl değişiklik umuduyla başladı: "Her ne şekilde olursa olsun, değişikliğin
her b i ç i m i n e karşı direniş yeminleri arasında son buldu." Kısa vadede yenil-
giyle karşılaştı; uzun vadede, toplumsal ve siyasal fikirler alanında, ç o k büyük
ve kalıcı bir katkı yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Devrim alayı her Avrupalı okul çocuğu tarafından bilinen şahsiyetleri ve
klişeleri içermektedir. Devrimci liderlerin belli başlılarının (Mirabeau, Dan-
ton, Marat, Robespierre, ve Bonaparte) muhalifleri ve kurbanlarının uzun lis-
tesiyle: Darağacındaki XVI. Louis ve Marie-Antionette'in, "yüz bin insanı kur-
tarmak için" Marat'yı banyosunda öldüren köylü kızı Charlotte Corday'nin:
Bonaparte'ın emirleriyle tutuklanıp öldürülen émigré D u c D'Enghien'ın görün-
tüleriyle tamamlanmıştır. Renkli ve girişimci birçok yardımcı figür ("Devrimi
iki kıtada gören" sürgün ingiliz felsefeci radikal T o m Paine, ci -devant pisko-
pos, "saygısız Autun Rahibi", en yüksek rütbeli yüce kılıç artığı Charles de
Talleyrand-Périgord; soğukkanlı genel savcı Antonie F o u q u i e r - T i n v i l l e ) tara-
fmdan çevrelenmişlerdi. Her Avrupa ülkesinde, devrimin yanında veya karşı-
sında bulunan, geniş bir kahramanlar ve hainler topluluğu (Britanya'da HMS
Victory'nin güvertesinde ölen Nelson, Almanya'da Scharnhost ve Gneiseııau,
Avusturya'da vatansever-şehit Andréas Hofer, Polonya'da beyaz atını sudan bir
mezara doğru süren soylu Mareşal Poniatowski; Rusya'da karın içinde inatla
ve güçlükle yürüyen yılmaz Kutuzov) eşlik etmekleydi. Avrupa sanat ve edebi-
yatında, sözcükler ve resimde Goya'nın Désastres de la Gtıerre'mden ya da Da-
vid'in Napoléon portrelerinden, Stendhal'in La Chartreuse de Parme adlı eseri-
ne, Dickens'ın İh i Kemin Hikâyesi, Mickiewicz'in Pan Tadeus; ya da Tolstoy'un
Savaş ve Banş'ına uzanan unutulmaz bir sözlü ve resimli tablolar dizisiyle zen-
ginleştirilmişti.
Devrimci döneme ilişkin her rapor, sırasıyla nedenlere, devrimci olayla-
rın kendine ve sonuçlara bakmalıdır. Her kronolojik anlatı devrim öncesi ma-
yalanmaya bir girişle başlamak zorundadır. İlımlı taleplerin aşırı değişikliklere
ve Fransa'daki mücadelenin bir Kıta savaşına nasıl yol açtığını incelemek zo-
rundadır. Krizler, 1770'lerdeki ilk Aydınlanma kıpırtılarıyla ortaya çıkar ve
1 8 1 4 te başlayan Viyana Kongresi'yle son bulur.
Peşrev (Prelüd)
JACQUARD
Sanayi işçilerinin bir çatı altında, aynı "fabrika"da toplanması güçle çalışan
makinelerin gelmesinden uzun zaman ö n c e de mevcuttu. ( " F a c t o r y " | fabrika,
atelye, imalathane) "elle ü r e t i m " anlamına gelen "manufactory"nin kısaltılmış
bir biçimidir.) İpek imalathaneleri, hah imalathaneleri ve porselen imalathane-
leri on sekizinci yüzyıl b o y u n c a yeterince yaygındı. Fakat sürekli bakım ve dü-
zenli yakıt ve hammadde sağlanmasını gerektiren ağır sanayi tesisi, fabrika dü-
zenlemesini bir seçenekten bir gerekliliğe dönüştürdü. (Bir kraliyet sarayı
büyüklüğünde geniş, sıska yapılar, sularını tükettikleri ve keskin siyah du-
m a n l a n Trajan'ın s ü t u n u gibi bir bacadan püskürttükleri bazı k ü ç ü k nehirle-
rin yanına uygunsuz bir şekilde k o n u l m u ş ) "Karanlık şeytani fabrikaların"
manzarası ilk olarak Lancashire ve Yorkshire'in d o k u m a c ı l ı k bölgelerine girdi.
Fabrikaların ortaya çıkışı yeni kent merkezlerinin ani gelişimine neden oldu.
B u n u n ilk örneği Lancashire'in p a m u k endüstrisi başkenti Manchester'da bu-
lunmaktadır. 1 8 0 8 yılındaki ilk Britanya Nüfus Sayımı Manchester'in çeyrek
yüzyılda on kat büyüdüğünü, tek bir semtin boyutlarından 7 5 , 2 7 5 vatandaşın
kayıtlı olduğu bir kente dönüştüğünü göstermişti. Nüfusun yeni fabrika kent-
lerine sürüklendiği gibi, fabrikaların da o zamanki nüfusun birkaç büyük mer-
kezine sürüklendiği doğrudur. Londra ya da Paris gibi kemler büyük bir zana-
atkâr ve yoksul kalabalığıyla, işçi arayan işverenler için çekici hedeflerdi.
Kara ulaşımı çok önemliydi; bu da deniz ticareti gibi ucuz ve etkili duru-
ma getirilmeliydi. Büyük miktarlardaki kömür, demir ve pamuk, yün veya kil
gibi diğer malların, maden ve limanlardan fabrikalara nakledilmesi gerekiyor-
du. İmal edilen malların uzak pazarlara teslimi gerekiyordu. Nehir, kara ve de-
miryolu taşımacılığının herbiri gerekmekteydi. Bir kez daha, en büyük atılım
Britanya'dan geldi. 1760'ta Bridgevvater Dükünün mühendisi, J a m e s Brindley
( 1 7 1 6 - 1 7 7 2 ) , Lancashire'ın Irwell Nehri'ni Barton Su Kemeri'nde kesen olağa-
nüstü bir su yolu inşa etmekle ( 1 7 6 0 ) önceki kanalların kapsamını geliştirdi.
1804 yılında, Güney Galler'deki Merthyr Tydfil'de Cornvvalii mühendis Ric-
hard Trevithick ( 1 7 7 1 - 1 8 3 3 ) kısa demiryolu boyunca yüksek basınçlı bir bu-
harlı lokomotifle kömür vagonlarını çekmeyi başardı. Bu, atlardan daha paha-
lıya çıktı. 1815'te J. L. McAdam ( 1 7 5 6 - 1 8 3 6 ) yontulmuş bir taş temel ve
katran yüzey kullanarak inşa edilen bir yol sistemine (genel olarak yanlış yazı-
lan) kendi adını verdi.
Parasız hiçbir şey olmuyordu. Çok büyük ama kesin olmayan yatırımlar
yapmak için, çok büyük riskler almaya gönüllü yatırımcılara çok büyük mik-
tarlarda para gerekmekteydi. Böyle bir para, sadece sanayi öncesi girişimin di-
ğer biçimlerinin, girişim sermayesi için hazır bir stok oluşturduğu ülkelerde
mevcut olabilirdi.
Demografik faktörler de kritikti. Sanayi Devriminin nüfusta bir artışa yol
açtığı ve artan bir nüfusun Sanayi Devriminin süreçlerini teşvik ettiği bir or-
tamda nüfus motorunun etkisini anlamak güç değildir. Güçlük motorun ilk
olarak nasıl hazırlandığını ve ateşlendiğini görmektedir. Yirmi milyon insanıy-
la Avrupa'nın la grande nation'u, Fransa'da son üç yüzyıl esnasında nüfus dü-
zeyinin yükseltilmesinde aciz kalınan uzun bir demografik güçsüzlük dönemi
olmuştur. Büyük Britanya bunun tersine birçok avantajı kullanabilme yetene-
ğine sahip olmuştur: Zengin çiftçiler, emek gücünün yer değiştirebilmesi, usta
zanaatkârlar, hazır demir ve kömür arzı, geniş bir ticaret ağı, kısa iç mesafeler,
ticari girişimciler, artan bir nüfus ve siyasi istikrar. Bütün bunlar başka birinin
rekabete başlayabilmesinden on yıllar önceydi (Bkz. Ek III, s. 1354).
Kolektivizm (bir bütün olarak toplumun haklarının ve çıkarlarının olabi-
leceği kanısı) bu dönemde çok iyi eklemleştirilememişti. Rönesans ve Protes-
tan Devriminden beri kuvvetle vurgulanan bireyciliğe karşıt gitmekteydi. Fa-
kat önemli bir gelişmeydi. T ü m vatandaşlarının halk tabakası olduğunu
vurgulayan modern devlet düşüncesinde ve de fizyokratlar ile iktisatçıların
toplumsal-s i yasal organizmanın işleyiş biçimleri hakkındaki tartışmalarında
örtülü bir şekilde yer almaktaydı. Rousseau'nun genel irade kavramında açık
bir şekilde yer almaktaydı ve yararcıların en önemli ilkesiydi. Avrupa'nın bü-
yüyen kentlerindeki ayak takımı ve kalabalıklar tarafından, fabrika kapıların-
dan boşalan sanayi işçileri tarafından desteklenmiş olabilirdi. Her neyse, ko-
lektifin gücü, zaptedilebilir olsun ya da olmasın, sadece felsefecilerin değil
generallerin, insan kalabalıkları-kışkırtıcılarının ve şairlerin hayal gücünü et-
kileyebildi.
Romantizm artmakla olan gerilimlere iyi geldi. Almanya'daki ilk akından
sonra, İngiltere'de sonraki kuşak şair ve siyaset yazarlarıyla doldu: Başta genç
Lakeland şairler üçlüsü, Samuel Taylor Coleridge (1772-1834), William
W o r d s w o r t h ( 1 7 7 0 - 1 8 5 0 ) , ve Robert Southey ( 1 7 7 4 - 1 8 4 3 ) ve şair, gravürcü
ve çizer, hayret verici William Blake ( 1 7 5 7 - 1 8 2 7 ) olmak üzere. Alman Roman-
tizmi hâlâ üretkendi. Goethe'nin arkadaşı Friedrich von Schiller'in ( 1 7 5 9 -
1 8 0 5 ) tarihsel dramaları W<ılkns(ein ( 1 7 9 9 ) , Moria Stuart ( 1 8 0 0 ) ve Wilhelm
Tcll'i ( 1 8 0 4 ) Goethe'nin başka bir tarafa yöneldiği bir zamanda yayımladı. Fa-
kat W o r d s w o r t h ' u n 1 7 9 8 ' d e Tinıern'deki kayalıklara tırmandığı zamanda başı
ç e k e n l e r İngiliz Romantikleriydi. Avrupa çoktan savaş ve devrim dehşetinin
içine düşmüştü. İnsanlık kendi kendini yok edecek kadar irrasyonel gözük-
mekteydi. Dünya her zamankinden daha fazla akıl anlaşılmaz olmuştu. Man-
tık ve aklın engel olunamaz hâkimiyetinin s o n u n a gelinmişti.
Ey gül, hastasın!
Görünmez toprak kurdu
Geceleri uçan
Senin yatağında bulundu
Kızıl neşenin kumpası;
Ve onun gizli karanlık aşkı
Senin hayatını mahveden 8
FREUDE
Genç Beethoven yedi yıl sonra lirik deyişi müziğe d ö k m e n i y e t i n i açıkça belirtti. Bu-
nun hakkında otuz yıldan fazla b i r süre boyunca düşünecekti.
Genç Beethoven 1817. Beethoven görkemli hır "Alman Senfonisi" fikrini tasar-
ladı. Bunun koro tarafından söylenen bir finalle son bulabileceğini duşundu, ilk no-
taları bir Adagio Cantique, "eski makamlardan bir Senfonideki dini hır ş a r k ı y ı zik-
retmiştir... Adagio'ûa metin bir Yunan miti (veya) Cantique Kcclesiasiique olacaktı.
Allcgro'dsysa bir Bak tıs bayramı."- Ancak 1823'ün Haziran veya T e m m u z u n d a
Lam olarak Lirik Deyişe döndü ve sonra sürekli bir kaygı içinde kaldı. O yıllar bo-
yunca, ilerleyen sağırlığı nedeniyle sert ve umutsuz bir halde. Missa Sotcmııis ve Op.
109-1'i piyano sonatlarının harika akışı sayesinde sıkıntısının üstesinden geldi.
Ancak R minör (op.12â) 9. senfoni (koral), entelektüel buluş ve duygusal cesa-
retin doruğuna ulaşacaktı. Kısa. fısıldayan bir prologum sonra, ilk muvman (seslerin
tiz veya basa doğru ilerlemesi, e.n.) allegro ma non trop/m, Re minörün alçalan aktır-
tunu birlikle çalan orkestranın olağanüstü çınlamasıyla başlamaktadır. Ikinei muv-
man. molto vivaee. "şkerzoların en tanrısalı" müzik tamamen durduğunda, sadece
ikiye katlanmış bir enerjiyle başlamak için momentlerle noktalanmaktadır. Üçuncu
muvman. adagio, iç içe geçen çok soylu iki melodinin etrafında inşa edilmiştir.
Kinalc geçişe, iki üıılti kakofoni ya da "yaygara" patlaması arasında önceki ko-
nuların dağınık bir resitaline parantez açmak şeklinde bir yol bulundu. Bu. sırası ge-
len. bas sesinin çınlayan yalvarışı tarafından yarıda kesilir: "O Freıınde. nıelu diese
Tvcnv!" (Ky arkadaşlar, bu lonlar dcgil! Memnuniyet, dolu bir şeyler söyleyelim.) Ne-
fesli çalgılar kısa bir yeni melodi çalmaktadır. Tutkulu Re majör anahtarında, trom-
petler anahtarında tekrarlanan en basit, fakat ılım senfonik melodilerin en güçlüsü
olmuştur. Bili allı notalık bir dizide, ardışık olmayan sadece iiç ntıla vardır. Beetho-
ven'in Schiller'in şiirlerini yeniden düzenlemesini taşıyacak olan bu tondu.
Çalgıcıları ve din ley irileri efor ve hayal gücünün dış âlemlerine yönelten bu
birbiri ardına göz alıcı karmaşıklıklardır. Tam bir koro ve dört solist orkestraya katı-
lır. Kuartet temayı iki varyasyonla söyler. Tenor, Türk zilleriyle bir askeri marşın
nağmelerini söyler, "Vlullu. gökyüzünde giden güneşler kadar mutlu." Orkcstral bir
interlüd ikili Tügde. giirleyen koroya yol açar "Ky. milyonlar, sizi kucaklarım!" Solist-
ler. diğer bir ikili fiıg sopranoları on iki bilimsiz ölçü için üst perdeden bir La'ya çık-
mak için ilmeden Önce, Sebiller'in açılış dizeleri üzerine koroyla konuşurlar. Parça-
nın biliş bölümü, solistlerin bir çeşit "evrensel d a ire "ye karıştıklarını, bir t u m t u r a k l ı
polifoni girişi ve ana konunun küçültülmüş bir versiyonuna son bir hamleyi izler. So-
nunda. "Klysiıım'un kızı. Neşe. Neşe. Tanrı soyundan" sözcükleri l.a'dan Re'ye son
ifade düşüşünden önce. maestoso olarak tekrarlanır. 3
Londra Filarmoni Ccmiyeti'nden bir komisyona rağmen. "Dokuzuncu Senfoni"
ilk gösterisini 7 Mayıs 182-Fte Viyana'daki KaerntnertorTiyaırosu'nda gerçekIcşLir-
di. Besteci yönetti. Duymayarak, denetimi tamamen kaybetti: müzik sona erdiğinde
hâlâ yönetiyordu. Alkışları görebilmesi için oyunculardan biri tarafından döndürül-
dü.
Beethoven her zaman evrensel hır deha olarak g o r ı l d i ı . İkinci Dünya Savaşı sı-
rasında. Beşinci Senfoninin açılış ölçülerim. BBC yayını Nazi işgalindeki Avrupa'yı
d u y u r m a k için kullandı. Ölümünden bir buçuk yüzyıl sonra, An der Frcuıte'mn icrası
Avrupa Toplulııgü'nun resmi marşı olarak uyarlandı. İnsanlığın evrensel kardeşliği-
ni kutlayan sözler, ulusçuluk öncesi bir devri, ulusçuluk sonrası bir devre bağladı.
Melodinin, iki dünya savaşının kakofonik yaygarasından ortaya çıkan bir kıtanın
ateşli umutlarına uyduğu düşünülmüştü.
Devrim
ingiltere'de yüz kırk dokuz yıl ö n c e olduğu gibi, Fransa'daki genel kriz, iflas
eden bir kralın uzun zamandır yok sayılan bir parlamentoyu yardımına çağır-
masıyla doruğa ulaştı. Büıün tarafların beklentisi, şikâyetlerin telafisi karşılı-
ğında kraliyet yönetiminin mali olarak rahatlamasıydı. Bu nedenle, ö n c e k i dü-
zenlemeyle k e n t ve eyaletler tarafından seçilen tüm delegasyonlar cahiers de
dolcances veya "şikâyet defterleriyle" birlikle Estâtes Generale geldiler. Bu ca-
lıier'ler Kralın bakanları tarafından tasarlanmıştı ve halkın hoşnutsuzluğunun
doğası ve boyutlarını değerlendirmek için temel araç olarak tarihçiler tarafın-
dan yaygın şekilde kullanılmaktadırlar. Bazı şikayetler devrimci değildi: "Nan-
tes"daki peruk imalatçı ustasının yeni kalfa loncalarından rahatsız olmaması
için, doksan iki olan şu andaki sayı gerekenden fazla. 2 5
4 Mayıs 1 7 8 9 Pazar günü Paris'teki açılış sahnesi Carlyle'm anmaya değer
betimlemelerinin birinde resmedilmişti:
İşte... Azız Louis Kilisesinin kapıları sonuna kadar açılmış: vc Alayların Alayı Not-
re-Dame'a ilerlemekle! (...) Fransa'nın seçilmişi ve sonra Fransa Sarayı sıralan-
mış... hepsi de emredilen yerde ve giysilerde. Halkımız "düz siyah manto ve beyaz
kravatla", soylular alurı işlemeli, parlak renkli kadife pelerinler içinde, tüylerle
dalgalanan göz kamaştırıcı hışırdayan dantellerle; Rahipler beyaz cüppeleri, dini
kıyafetleri ya da diğer en iyi pon ııj it cı[ i bus içinde. Son olarak Kral ve maiyeti geli-
yor, yine görkemin parlak alevleri içinde... Her yerden birbirine karışmış bin dörl
yüz adam, en derin görevde.
Eveı, bu sessiz yürüyen kitlede yeteri kadar gelecek var. Eski Ibraniler gibi sem-
bolik bir yay değil bu adamların taşıdıkları; bir Akit. Onlar da insanlık tarihinin
yeni bir çağma başkanlık ediyorlar. Tum gelecek burada ve bunun üzerine kuluç-
kaya yatmış belirsiz yazgı, (onların) kalplerinde ve şekillenmemiş düşüncelerin-
de...2-1
GAUCHE
FRANSA'NIN fc'sfatcs General inin ilk günlerinden itibaren. Saray Partisinden soylu-
lar. Üçüncü Tabaka solda otururken, içgüdüsel olarak Kralın sağında yer almaktay-
dılar. Otoritenin sağ tarafına oturmak, "Tanrı'nın sağ tarafında" olmak gibi ayrıcalı-
ğın kabul gören bir işaretiydi. Sonuç olarak, "Sağ" kurulu siyasa! düzenin doğal bir
eşanlamlısı haline gelirken, "Sol", muhaliflerini kapsadı. Bu ayrım. Jakobcnlcr ve or-
taklarının meclisin soldaki üst bölümlerini işgal ettikleri 1793'ieki Ulusal Konvansi-
yondan sonra daha belirginleşti. Fizik olarak aşağıda "Plaitıe'm ılımlılarının iıslün-
de yükselen ";V/omc'jfo/j(.'"daki devrimci vekiller bloğunu oluşturdular. "Sol" ve "Sağ"
arasındaki karşıtlık o zamandan beri siyasal yelpaze için temci bir eğretileme sağla-
mıştır. 1
Fğretilemenin sorunları vardır, Fğretileme sadece siyasal yelpaze, aralarında
uzlaştırıcı bir "Merkez" tarafından ayrılan "Sol" ve "Sag"ın düz bir çizgi boyunca sı-
ralanır gözüktüğünde işe yaramaktadır:
Sol - S a ğ
İ l e r l e m e - Gerileme
Doğrusal ya da iki kutuplu planların ortak noktası, "Sol" ve "Sag"ın basit kar-
şıtlar olduğu şeklindeki kuşkulu varsayımıdır.
Bu nedenle siyasal meclisler için uzamsal düzenlemeler önemli düşünceler içe-
rir. Örneğin. Britanya Avam Kamarası hükümet sıralarını Başkanın sağına, onun so-
lundaki Muhalefetin doğrudan karşısına ycrlc.şıinr. Bu tam olarak iki partili sistem-
deki, bakanları ve gölge bakanları söz. alışverişlerinde, yüz yüze mesaj kutusunun
karşısına yerleştiren, rekabet siyasetini yansıtır. Bu da, faal olarak üçüncü bir parti-
nin l'aaliyellerınin ve birçok Kıla meclisinin bağlı olduğu koalisyon ruhunu engeller.
Bu d u r u m kısmi temsil esasına göre seçilen bir meclisin amaçlarına uyarla namaz.
Çapraz sıralardaki büyük bir bağımsız üyeler topluluğu için hazırlık yapmak zorun-
da olan Lordlar Kamarası, bunun tersine üyelerin, açık bir dikdörtgenin üç tarafı
çevresine yerleştirmiştir. SSCB'nin yüksek Sovyetinde, bölünmemiş bir salonun yı-
ğılmış sıraları tiim mevcutların zorunlu oybirliğini işaret eder (Bkz. Nk III, s. 1394)
Ancak yirminci yüzyıl deneyimi, siyasal Sağın da siyasal Sol gibi son noktası-
na kadar radikal olabildiğini gösterdi. Birbirlerine mtıhalir olmalarının yanı sıra. Sol
ve Sağ ın radikal unsurları demokratik uzlaşmayı yıkma amacını da paylaşırlar. Bu-
na göre. siyasal güçlerin en iyi şekilde dairesel bir hat üzerine sıraya konabilecekleri
anlaşılmaya başlar. Bu planda, sadeee Sol Sağa muhalif değil, aynı zamanda Totali-
ter rejim de Demokrasiye mııhalillir.
DEMOKRASİ
totautkri-İk
Bunları göz önüne alarak, bir aı nalı ya da yarım dairenin, bir demokratik
meclis içinde çoklu fakat rekabet halindeki çıkarların uygun uzamsal düzenlemesini
sağladığı ortaya çıkar. Avrupa'da. Varşova'dan Paris'e birçok ulusal meclis için ol-
duğu kadar Strasbourg'daki Avrupa Parlamentosu'mm "hCmiccrcIc'i için de plan
böyledir. 2
VENDÉMIAIRE
Sistem işletilmeye başladığında. 1 Ocak 1794, resmi olarak II. Yıl, 12 Mvöse. 2. On
yılın Ouotf/'sine çevrildi.
365 l / l günlük doğal yılla aynı hizada kalmak için. takvim yılları franciades
denilen dört yıllık gruplar halinde düzenlendi ve her yıla sans-cu/on/dra; denilen beş
tamamlayıcı gün eklendi, lier franciadc)n dördüncü yılı fazladan bir "artık gün". Jo-
ur de la Révolution, almaktaydı.
Devrim Takvimi resmi olarak on dört yıl devam etti: fakat altı yıldan sonra he-
men hemen bırakıldı. Gregoryen Takvim. 1 Ocak 1806/11 AvmsrXIV'U: resmen geri
getirilmesinden çok önce. Konsüllük döneminde yaygın olarak kullanılmaktaydı.
Ulusun yön duygusunu bozmak için lakvim değişikliğinden daha iyi hiçbir şey
lasarlanamazdı. Karşı devrimciler eski zamanları sürdürmeye çalışlılar. Devrimciler
yenide ısrar etmeyi denediler. Tarihçılerse ikisiyle de uğraşmak zorunda kaldılar.
Devrim kendi çocuklarını yemeye başladı. Terör, giderek artan sayıda kurban
vererek tırmanıyordu. Danton ve yardımcıları Nisan 1794'Le terörün amaçları-
nı sorguladıkları için ihbar ve idam edildiler. Baş terorisı Robespierre, 28
T e m m u z 1794'te terörün amaçlarını sorguladıkları için, 10 T h e r m i d o r ll'de ih-
bar ve ölümü karşıladı [ G U I L L O T I N ] .
Monarşinin kaderi bu gelişmeleri yansıtır. Ekim 1789'da, Versailles'a doğ-
ru protesto amaçlı bir Kadın Yürüyüşünden sonra, XVI. Louis ailesiyle birlik-
le, Paris'teki Tuileries sarayına götürüldü. Şimdiden yakışıksız bir güldürünün
alay k o n u s u olmuştu:
(Louis eğer görmek isliyorsan / bir piç, boynuzlu, orospu / Aynana bak / Kraliçe-
ye ve veliahta.)- 6
Araçlar hayalgücü için dikkat çekici, mantık için tatmin edici, ahlaki fikirler için
yatıştırıcıydı... Her şey kendi yerinde ve düzeninde bırakıldı... fakaı her şey daha
iyileştirildi. Akıl ve talihin bu duyulmamış birleşmesine eklenecek, bu mutlu şaş-
kııılık, lek damla kan akmadı, hile yok, hakaret yok. Mutlu insanlar bir de başla-
dıkları g i b i sürdü rebılseler.' 7
GU1LL0TIN
* Metinde bu şekilde yer almasına karşılık, bu kulübün doğru adı, la Société des Amis dé I a Li-
bei« et de l'E£«i!iW'dir (e.n.).
çıktılar. Peıion'un Kralın onayıyla Paris Belediye Başkanı olmasından sonra,
başkentin belediye yönetimi, Komünde sarsılmaz bir nüfuza sahip oldu. Daha
sonra, sistematik olarak düşmanlarım saf dışı bırakarak ve Konvansiyonu yu-
muşatarak, sadece Robespierre hayatta kalana kadar kendi sallarının büyük
bir kısmını yok ettiler. Danton'un parolası "De l'audace, encore de l'audace, ıou-
jouıs de l'audace"tt. Saint-Just, monarşiye saldırırken, şunu ilan ediyordu
"Kimse masum bir şekilde hüküm süremez." Düşmanlarının mallarının yeni-
den dağıtılmasını önerirken şöyle diyordu: 'Mutluluk Avrupa'da yeni bir düşü-
şüncedir." Robespierre bir kezinde Konvansiyona sordu, "Citoyens, voulez-
vous une Révolution sans révolution?" (Vatandaşlar, devrimsiz bir Devrim mi is-
tiyorsunuz?) Üyelerinin çoğu Jakoben olan Cordelierlerin ilgili kulübü, la So-
ciété des Droits de l'Homme et du Citoyen, Paris'in Cordelier bölgesinde önceki
bir Fraıısiskan manastırında buluşuyorlardı. Sonraki önderleri, J. R. Hébert
( 1 7 5 7 - 1 7 9 4 ) gibi gerçek enragés (kudurgan), militan ateizmleriyle ve mantık
küllüyle bilinirler. Hébert, Robespierre'nin "aşırılık" için verdiği emirlere da-
yanılarak idam edildi [GAUCHE],
Jakobenlerin çoğu profesyonel hukukçu ve gazeteci idiyse de, faal destek-
çilerinin çoğunluğu Paris banliyölerinin adsız proletaryası arasından çıktı. Bu
sans-culottes (baldırı çıplaklar), o anda iktidarda olan hiçbir grup veya birey-
den daha fazla köktenci unsur içermemekteydiler. Avrupa'nın ilk koministleri,
sosyalistleri, feministleri onların arasında yer almaktaydılar. Société Patriotique
de la Section du Luxembourg ya da Société Fraternelle des Deux Sexes du
Panthéon-Français gibi, Paris'in her bölümündeki toplantı, evlerinde örgütle-
nen karanlık oluşumlar, değeri her zaman tanı olarak takdir edilmeyen bir et-
kiye sahiptiler. Gerçekte, devrimci itici güç açısından, genellikle saygı gösteri-
len burjuvalardan çok daha etkili olmuşlardır. Jakoben döneminin devrimci
komiserlerinden birçoğu onların içinden çıktı. On dokuzuncu yüzyıl "devrim-
lerinin" her birinde kalıcı otoriteye karşı çıkan kalıcı bir gelenek oluşturdu-
lar. 2 8
Devrime muhalefet her bölgeden ve çeşitli şekillerde geldi. Bunlar siyasal, top-
lumsal, ideolojik ve bölgesel olarak sınıflandırılabilir. Muhalefet ilk olarak,
önceki statükoyu yeniden oluşturmayı amaçlayan Provence Kontunun (daha
sonra XVI11. Louis) başını çektiği "aşırılar"ın toplandığı kraliyet sarayında
odaklandı. Mallarına el konulan soyluların çoğunluğu, alt veya üst tabakadan
güç durumda bir émigrés topluluğu onlara katıldı. Sadece cumhuriyetçilere ve
Jakobenlere değil, anayasacılara da karşı çıkmaktaydılar: Örneğin sarayın Ge-
neral Lafayette'e yönelik küçümsemesi sınır tanımıyordu. Papa 1790'dan son-
ra sivil kuruluşlara bağlılık andı içilmesini yasakladığında, ruhban sınıfı bo-
yun eğmeye ya da karşı koymaya zorlandı. 1792'den sonra, Devrim sadece
ruhban karşıtı değil, ateist de bir dönüş yaptığında, tüm Roma Katolikleri ve
böylece nüfusun büyük çoğunluğu muhalif oldular. Karşı-devrimci hislerin bu
büyük kaynağı, Bonaparte'ın Papalıkla 1801'de yaptığı Antlaşma'ya (Concor-
dat) kadar etkin oldu. 1789'da özgürlükleri verilen köylü kitleleri, uzun za-
man devrimden esas yararlananlar arasında düşünüldüler. Ancak bir anlayış-
sızlık uçurumunun köylü ethosunu Paris'teki devrimci liderlerden ayırdığı ar-
lık genel olarak kabul edilmektedir. Köylüler kısa zamanda birçoğunun öncül-
lerinden daha kötü olduğunu düşündükleri cumhuriyetçi bir yönelimin
baskılarına karşı çıktılar.
Devrimci düşüncelere entelektüel muhalefet Restorasyon sonrasına kadar
lam olarak oluşmadı. Fakat hiçbir şey, devrimcileri Şeytanın hizmetkârları ka-
bul eden Savualı yargıç Josâph de Maistre ( 1 7 5 3 - 1 8 2 1 ) Considérations sut la
France'ından ( 1 7 9 6 ) daha hasmane olamazdı. Yolunu devrimci düşüncede bu-
lan aydınlanmış evrensellik karmaşasına da karşıydı. Fransızlarla, İtalyanlarla,
Almanlarla ve Ruslarla sıklıkla karşılaştığını yazmıştı: "Fakat, insan olarak ha-
yalımda bir kişiye rastlamadım." "Le Comte de Rivarol" olarak bilinen ve
Fransızcayı öven ünlü bir söylev yazan çağdaşı Antoine Rivarol, karşı devrimci
risalecilige döndüğünde kaçmaya zorlandı. "Kimse düşüncelere kurşun sıka-
maz" diye yazmıştı.
Birkaç Fransız ili gönülden sadık kraliyetçi kaldı ve tekrar tekrar açık is-
yana girişti. Kraliyetçi ayaklanmalar Paris'te bile, özellikle 13 Vendémiaire
lV'te ( 1 7 9 5 ) bastırılabildi. Le Gard gibi daha uzak illerde direniş 1815'e kadar
kesintisiz sürdü. 2 9 Ancak en kararlı direniş kuşkusuz batıda odaklandı. Bu
bölgedeki toplumsal şiddet Ancien Régime'in çöküşüne olumlu ilk tepkiden
sonraki birkaç yıllık süre içinde artmaktaydı. 1792'de birçok kilise yönetim
bölgesi, sivil kuruluşlara bağlılık yemini etmeyi reddeden rahipleri destekledi.
Kırlık alanlarda gezinen, kiliseleri yağmalayan, "rejacloıies"lere saldıran kent
devrimci cumhuriyetçi çeteleri tarafından ödüllendirildiler. Aynı köyler
1793'te, lüm erkekleri zorunlu olarak askerlik yapmaya mecbur tutan sistem
tarafından kuşatıldı. Özellikle cumhuriyetçi yöneticiler ve meslek sahiplerinin
oğullarına sıkça sağlanan ayrıcalıklara gücendiler: Katolik köylülere, hiçbir za-
man çok fazla istemedikleri ateist bir Cumhuriyet için ölmeleri emrediliyor gi-
bi gelmekleydi. Mayıs Î792'de Danton, Brötanya'da Marki de la Rouairie tara-
fından planlandığı düşünülen bir komplodan haberdar edildi. Komplo
başlangıcında bastırıldı; fakat birbiriyle bağlantılı kitle ayaklanması örneğinin
habercisiydi, on yıldan daha fazla bir süre için batıya hâkim olacak olan Chou-
ans savaşları ve Vendée ayaklanması.
Vendée ayaklanması yaklaşık üç yıl süren iç savaşı doğurdu. Mart 1793'te
St. Flörent-sur-Loire'de patlak verdi, fakat kısa zamanda bocage köylerinin her
yanına yayıldı. Zorunlu askeri iği reddeden. Monlévrier'den bir avlak bekçisi
o l a n j . N. Stofllet ve Pin-en-Mauges'dan bir işportacı o l a n j . Cathelineau gibi
köylüler tarafından başlatıldı; fakat kısa zamanda yerel eşrafın komutasında
geçti -Marki de Bonchamps, Marki de Lescure, "Monsieur Henri"de La Roche-
jacquelin. General Gigot d'Elbée, Prens de Talmont. "Azizlerin Kraliyet ve Ka-
tolik Ordusu" tırpanlar, yabalar ve av tüfekleriyle silahlanmıştı. Zambaklarla
süslü standart bir payet ve "Vive Louis XVI/." sloganı altında yürüyüşe geçtiler.
Savaşçıları boyunları etrafında alevler içinde Kutsal Kalp ve Haç rozetiyle bir
hamail giymekleydiler. Yirmi bir çarpışma yaptılar, kanlı Cholet meydanında
zafer kazandılar, Angers'yi ele geçirdiler, Nantes'a kadar akın yaptılar, ve Mai-
ne ve Anjou eyaletlerine girdiler. Uraulsuz cesaretleri "Monsieur Henri"nin
emirlerinden anlaşılmaktaydı:
Vendeélilerin geri çekilmesi "la Virée de Galerne" olarak bilinir. Büyük ölçekli
insan kaybı, Napoléon'un Moskova'dan geri çekilmesine benzemekteydi.
Bundan sonra Vendée'nin merkezi General Kleber ve Ren'den nakledilen
bir Cumhuriyetçi ordu tarafından yağmalandı. Cumhuriyetin " c e h e n n e m i saf-
ları" 1 7 9 4 yılı boyunca asi köylerden nefret dolu bir şekilde intikam aldılar.
On binler vuruldular, giyotinde idam edildiler, ahır veya kiliselerinde yakıldı-
lar. Rochefort limanında, bağlılık yeminini etmeyen birkaç bin rahip, m a h k û m
gemilerinin güvertelerinde ağır ağır ö l ü m e terk edildiler. Angers'de, binlerce
m a h k u m u n elleri kesildi, Nantes'da binlercesi daha sistematik olarak boğuldu-
lar. Daha sonra, direnişi kontrol altında tutmak için, sorun yaratan bölgenin
merkezine yirmi bin askerlik bir garnizonla büyük bir askeri kale kuruldu.
(tik olarak 1808'de tamamlandığında, Napoléon-Vendée adı verildi, 1815'ıe
Bourbon-Vendée olarak yeniden adlandırddı ve arlık Roche-sur-Yon olarak
adlandırılmakta.) Yanı başında, açık alanlarda, Vendéelilerin son komutanı,
Nantes'da idam mangasının önünde ölmeden önce, "Vive le Roi" diye son bir
haykırış koparan Chevalier de la Charette'nin anısına bir haç durmaktadır
[NOYADES],
Muzaffer Cumhuriyetin propagandası sayesinde, "Vendéeizm" yaygın
olarak köylü cehaleti, dinsel batıl inançlar ve zalim rahiplerin yönetimiyle ta-
nımlandı. Bu betimleme adil değildir. Bazı Vendéelilerin mistik şehitlik biçim-
lerine ve kendi aşırılıklarına in extremis yöneldikleri doğrudur. Fakat ayaklan-
ma mantıksız değildi. Dinin alay konusu olması modasını da kapsayan birçok
gerçek saldırılara ve küçük düşürmelere maruz kaldılar. Avrupa'nın bir başka
ülkesinde, geleneksel hayat biçimlerine bağlılıkları büyük ölçüde takdir edilir-
di. Ahlaki dürüstlükleri, ölmekte olan Bonchamps'ın beş bin tutuklusunun
hepsinden özür dilemesiyle çok güzel örneklenmişıi. Trajedileri aşırı Jakoben
fanatizmi dönemi sırasında silahlarım kuşanmak zorunda kalmış olmalarıydı.
Düşmanları soykırım önlemleri almakta ve daha sonra kurbanlarını iftirayla
kaplamakta tereddüt etmemekteydiler. Napoléon onlara "devler" demekteydi.
Fransa, bu korkunç populicide (halkın katli), génocide franco-français (Fransı-
zın Fransızı katletmesi) hikâyesinin sonuna gelebilmek için iki yüz yılın uzun-
ca bir bölümü boyunca uğraşmıştır.
NOYADES
K Vi/.M \ \ ; Nakliye araçları oraya her gün geliyorlardı: sadece Yahudilerle dolu. bazen
üç. dört ya da beş tren. Varışlarından hemen sonra, platformda sıraya giriyorlardı - er-
kekler. kadınlar vp çocuklar ayrı ayrı. Ilcmcn soyunmaya zorlanıyorlardı... Alman kam-
çılarının darbeleri altında. Sonra çıplak olarak yol boyunca gaz odalarına yürümeleri
emrediliyordu.
Almanlar yola ııc ad vırmiş/cırli?
Hlmmelfahrısırasse ICennele giden yol|!
Lütfen bizi• bir kişinin varışından sonra ne kadar yaşadığını söyler misim?
Soyunma ve gaz odalarına gitme süreci erkekler için tu p la in sekiz on dakika sürüyordu
ve kadınların saçlarının kesilmesi gerekliğinden, onlar için yaklaşık on beş dakika...
Lütfen bize Tıvblinka istasyonunun bıımlaıı sonraki görünüşünü söyler misini'/.'
Kampın komutum. Kurt Kranz. işaret levhalarıyla birinci .sınıf bir demiryolu istasyonu
inşa elti. Giysilerin depolandığı barakaların "Restoran", "liilel Gişesi". "Telgraf, vs. lev-
haları vardı.
Hır çeşit bayai ürünü istasyon mu? l'e bize Almanların külhanlarım öldürürken nasıl
davrandığını anlatır mısınız.?
Yaşlı bir kadını |hamile| kızıyla bu binaya gelirdiler. Birkaç Alman doğumu izlemeye gel-
di... Anneanne öldürülmek içiıı yalvardı, fa kal tabii ki. yeni doğmuş bebek ilk önce öldü-
rüldü. sonra çoeuguıı annesi ve sun olarak da anneanne...
Tanık, bize ortalama olarak günde kaç insanın kampta yok edildiğini söyler misiniz'.'
Ortalama olarak, günde on-on iki hin insan. 5
İyi düzenlenmiş mezbahalara olan benzerliğiyle Nazi gaz odalarının "insancıl bir
y a k l a ş ı m ı " yansıttığı g ö r ü ş ü b u l u n a b i l i r . T u t u k l u l a r ölmek zoruııdaysalar, uzun ıstı-
rap. açlık ve soğuktan ölüm yerine daha çabuk ölmeleri daha iyi bir y o l d u . Pratik-
leyse, Nazi ölüm k a m p l a r ı n ı n işleyişine gereksiz hayvanlığın eşlik etliği k o n u s u n d a
bol k a n ı l b u l u n m a k l a d ı r .
H ı r v a ı i s ı a n ' d a Jascnovae'daki " ö l ü m - f a b r i k a s ı " 1942'deıı H M S ' e kadar Kaşisı
l ' s t a s a t a r a f ı n d a n çalıştırıldı. Savaş sonrası Yugoslavya'da yoğun p r o p a g a n d a hede-
fi haline geldi: çoğunluğu Sırp olan yedi yiiz bin k u r b a n ı n resmi sayısı o z a m a n d a n
beri s o r g u l a n m a k l a . 6 Kakat Jasenovac'da m e r h a m e t ve modern teknolojinin tama-
men y o k l u ğ u h a k k ı n d a çok az kuşku olabilir. Sansasyonel hikayeler çok b o l d u r . An-
cak kille halinde d ö v m e k , k a y n a y a n kazanlara b a l ı r m a k veya testereyle kafa kes-
mek y o l u y l a ölümdense. ateş ederek ya da gazla ö l d ü r m e daha a r z u l a n ı r sayılabilir-
di.
1793-1801 arasında yer alan "Chouannerie"ler, Vendee ayaklanmasının temel
nedenlerinin çoğunu paylaşmaktaydılar ve coğrafi olarak da onunla örtüşmek-
teydiler. Diğer taraftan, Brötanya'nın, Normandiya'nın ve Anjou'nun büyük
bir kısmını kapsayacak şekilde çok daha yaygındılar ve gerilla savaşı yaptıkla-
rından, çok daha uzun süre devam ettiler. Chounlar adlarını ormanlarda köy-
lü delikanlılar arasında en sevilen iletişim aracı olan chat-İman t 'dan (kukumav
kuşu) almışlardı. Le Mans yakınındaki St Ouen-des-Toitslı bir gezgin olan ilk
tanınmış liderleri, Jean Cottereau 'Jean Chouan'lakabını aldı. Cumhuriyetçi
yetkililere göre, bunlar "eşkıya"dan başka bir şey değillerdi; fakat Cumhuriye-
tin toplayabildiği tüm güçlere karşı üç uzun mücadele gerçekleştirdiler.
İlk mücadeleye (Ekim 1793'ten Nisan 1795'e) Vendeelilerin Batı Noıııan-
diya'ya geçmeleri neden oldu, burada onlara beş bin Chouan katıldı. Mücade-
le, Direktuarın bağlılık yemini etmeyen rahiplerin takibatında son verdiği bir
ateşkes yoluyla geçici olarak durduruldu. İkinci mücadele (Haziran 1795'ten
Nisan 1797'e) Brötanya'daki Pont-de-Buis'da cumhuriyet mühimmat deposu
üzerine cüretkâr bir akınla başladı, Quiberon yarımadasının yakınına Britanya
gemilerinden kraliyetçi bir güç indiğinde, bir düzenli ordular savaşı haline ge-
leceğe benzedi. Fakat General Hoche görevinden daha fazlasını yaptı: Kara gü-
cünü imha ettikten sonra, dini hoşgörüyü acımasız askeri önlemlerle birleşti-
rerek kırlık alanı giderek yatıştırdı. Üçüncü mücadele (Eylül 1797'den
Temmuz 1801'e) Direktuarın monarşi yanlısı adayların kurulu istila etlikleri
kuzey ve batı deparfementlarında seçim sonuçlarım fesh etme kararıyla kışkır-
tıldı. Bağlılık yemini etmeyen rahiplerin takibatına yeniden başlanması ve
Chouaıılar ve "Bleus" arasındaki öldürücü bir yerel çatışmalar dizisiyle dam-
galandı. İsyancılar faaliyetlerine 1799'da Morbihan'daki Kerleanolu Georges
Cadoudal yönetimi altında koordine edebildiler ve kısaca Redon, Nantes, Le
Mans, ve St. Brieuc'yü içine alan birkaç kenti işgal edebildiler. Fakat başarıları,
Hoche'unkine benzer bir strateji izleyen Napoleon'un Konsüllüğüyle son bul-
du. Genel çatışmalar 1801 Concordat'sıyla getirilen dini anlaşmadan sonra son
buldu; fakat isyancı yerel çeteler, Cadoudal yakalanana ve 1804 yılında idam
edilene kadar ormanların gerilerinde gezinmeye devam ettiler 32 [CHOUAN |.
CHOUAN
"Karşı-Devrim"in tam olmayan kaydı, hızla değişen ölçütleri not almakta başa-
rısız olabilir. 1789 Devrimine önderlik eden Anayasa taraftarları 1792'de çok-
tan "gericiler" arasında sayılıyorlardı. Lyon, Marsilya, Bordeaux ve diğer yer-
lerde 1793 Haziranında ayaklanmalara neden olan direnişin en kararlı dalgala-
rından biri, son zamanlara kadar Jakobenlerin en yakın ortakları Girondinle-
rin desteğinde başlatıldı. Oy hakkı ve ucuz ekmek kazanan baldırı çıplaklar bi-
le zaman içinde J a k o b e n patronlarına karşı döndüler. Hem Bourbonları hem
de Cumhuriyeti kazıklamış görünen Bonaparte, hem "Beyazlar"ın hem de " Kı-
z ı l l a r ı n nefretini çekti. Bonaparte'a operaya giderken suikast yapmak amacıy-
la Paris'le 24 Aralık 1800'de bir bombanın patlaması kraliyetçi emigres'nin
işiydi, fakat Jakoben ve cumhuriyet karşıtlarının infazı için kullanıldı. Her ba-
şarısız muhalefet "gerici" olarak suçlanabilirdi |ROUGE],
Şiddet Devrimin bir özelliğiydi. Eleştirmenleri bunu her zaman iğrenç
buldular. Birçok biçime girdi. Bastille komutanı, du Launay'nin ve onun dost-
ları olan kurbanları kafalarının mızraklar üzerinde Paris çevresinde gezdirildi-
ği 14 Temmuz 1789'daki başlangıçta, ayak takımı yönetimi ve linç ortaya çık-
tı. Danton'un rahiplerin ve soyluların can ve mallarına saldırıları olağandı.
1792 EylüiUnde Paris hapishanelerindeki katliam gibi gelişigüzel toplu kıyım-
lar oluyordu; Marat'ya yapılanı gibi birçok suikast olmaktaydı ve Jakobenlerin
düşüşünden sonra Marsilya'da işleneni gibi korkunç intikam cinayetleri olu-
yordu. Bu olayların hiçbiri benzersiz değildi. Fakat devrimci şiddetin iki yönü-
nün örneği yoktu: Kitlelerin askere alınmasıyla oluşan orduların kullanımın-
dan doğan askeri kayıpların geniş yelpazesi; diğeri Jakobenler tarafından
serbest bırakılan siyasal terörün soğukkanlı yönetimiydi. Kitle psikolojisi ala-
nında, bu fenomenlerin ikisi de, yirmi yıllık bir ateşli işgal çılgınlığında umut-
suz ve iflas etmiş bir ulusu kendinden geçiren büyük enerjilerle bağlantılıydı.
Her ikisi de önlenebilirdi.
Terör Yönetimi (ikinci) Kamu Selameti Komitesi tarafından tasarlandı ve
bilinçli bir siyaset aracı olarak uyguladı. Devrimin faal muhaliflerinin yok edil-
mesiyle sınırlı değildi. Muhalefetin en küçük düşüncesinin bile felce uğratıla-
cağı bir korku ve belirsizlik havası yaratmak için tasarlanmıştı. İkiz silahları
bir yanda Prairial Kuşku Yasası ve diğer yanda Devrim Mahkemesinde buluna-
caktı. İlki, yetkililere karşı kötü niyet beslediğinden kuşkulanılan herkesi ih-
bar etmek için tüm vatandaşlara ihtiyaç duymaktaydı. T ü m iktisadı alanı po-
tansiyel bir suç kaynağına döndüren Narh Yasasına bağlı olarak, her Fransız
ailesini ani ve temelsiz yıkım olasılığıyla karşı karşıya bırakmaktaydı. Büyük
çoğunlukla hızlı bir ölüm kararından başka bir şey çıkartmayan ikinci yasa,
sabit bir masumlar miktarıyla giyotini beslemekteydi. Paris'teki toplam on bin-
lere gitmekteydi. Eyaletlerde, askeri güçle destekleniyordu. Paris'teki her Te-
rör kurbanı için Vendée'de öldürülen on kişi olduğunu fark etmek ciddi bir
düşüncedir.
Ancak Terörün etosu şaşırtmaya devam etmektedir. Bir casuslar, muhbir-
ler ve sınırsız kuşkular iklimine neden olmuştur. Nefretle dolan sokaklar bo-
yunca suçluları çeken kağnı, ölümle yüz yüze gelen sırayla sakin veya perişan
şekilde umudunu yitirmiş erkek ve kadm, kesilmiş başlan yandaki sepete düş-
müş şekilde giyotinin yanında birleşen cadı gibi tricoteuses manzaralarına yol
açtı. Koşulların dehşetli aşırılığıyla geniş bir kara mizah repertuarı üretti. Adı
ve ikametgâhı sorulduğunda Danton şöyle yanıtladı: "Ben Danton'um, adım
orta derecede iyi bilinir. İkametgâhım Le Néant 1 Hiçlik 1; ancak Tarihin Pante-
onunda yaşayacağım." Yaşı sorulduğunda Desmoulins şöyle dedi, "Yaşım 1)0«
sansculotıe İsa'nın yaşı; devrimciler için öldürücü bir yaş." Otuz sekiz yaşın-
daydı. XVI. Louis darağacında bitmemiş bir konuşmaya başladı: "Masum ölü-
yorum ve düşmanlarımı bağışlıyorum" diye başlamıştı: "İsterdim ki, kanım..."
Danton aynı durumda şöyle dedi: "Danton, zayıflık değil". Sonra "İnfazcı, on-
lara kafamı göster; değerli gözükmekte." Daha önce çenesine bir kurşun sıkan
Robespierre sadece tutarsız bir şekilde bağırabildi.
ROUGE
1789'UN C'Ç RKMG1, Fransa'nın kraliyet bayrağının beyazı. Paris'in kırmızı ve mavi
sancağından oluşmuştu. Bu kez dikey olarak düzenlenen aynı renkler 179 T l c Balav-
ya Cumhuriyeti tarafından, ardından da Hollanda tarafından benimsendi.
Fakat devrimcilerin kısa zamanda benimsedikleri kırmızı bayraklı. Romalılar
zamanında, kırmızı bayrak savaşı işaret ederdi. Kırmızı kanın, ateşin ve büyünün
rengiydi. Geleneğe göre modern kariyeri, Tuileries'ye saldıran kalabalığın kanla kap-
lanmış bir kraliyet bayrağı buldukları 1791 yılında başladı. Bundan sonra, "kırmızı"
ve "mavi", devrimciler ve karşı devrimciler için onaylanan renk kodları oldular.
Stendhal, Restorasyon yöneliminde radikaller ve ruhban sınıfı tepkisi arasındaki
mücadelenin betimlemesi için !,c Rougc cl le /Vmr'm varyantını kullandı.
Siyasal hareketlerin renk kod lamasın ın derin yan anlamları vardır. Kırmızı,
Ganbalıii'nm "Bin'i, sosyalistler ve en ateşli şekilde komünistler tarafından kullanıl-
dı. Toprağın (ve bir zamanlar Meroven ilerin) rengi yeşil, köylü partileri. İrlanda va-
tanseverleri ve çok sonraları çevreciler tarafından benimsendi. Bir zamanlar İspan-
yollar tarafından aristokrat kanı belirtmek için kullanılan "Gerçek Mavi" Britanya
Teriler i ve diğer tutucular tarafından benimsendi. Sendikacıları |ORANGE| (portakal
rengi) vc Liberaller sarıyı tercih etliler. Naziler ilk olarak SA üniformalarından ölürü
"Kabverengililer" olarak lanındılar. Sonra, SS üniformalarından, başkaları için Av-
rtıpu'nın geleneksel şeytan, ölüm ve korsanlık rengi olan siyahla ilışkilendirildiler.
Toplama kamplarında, mahkûmları. Kırmızı = siyasi; Yeşil = suçlu; sıvah = anti-
sosyal: pembe = homoseksüel; mor = Yehova Şahitleri: kahverengi = çingene; sa-
rı = Yahudi şemasına göre btı renklerde bez parçaları iaşımaya zorladılar. 1
Belirsizlikler çoklıır. Katolik sembolizminde, kırmızı şehitlik ve kardinalleri, be-
yaz saflık ve iffeti, mavi umut ve Bakire Meryem'i ve siyah kederi. Dominıkenleri ve
Cızvitleri simgelemektedir. Irksal bilinç ve siyasal doğruluk çağında, "siyah güzel-
dir"; "beyazlar ölü erkekler" kadar nahoştur, "kırmızı derililer" "kardinallerle" değiş-
tirilmelidirler; gözde metafor gökkıışağıdır.
Devrimci Savaş, 1 7 9 2 - 1 8 1 5
Devrimin ilk olarak iç savaşa ve arkasından uluslararası savaşa yol açma olası-
lığı başlangıçtan beri mevcuttu. Mayıs 1790'da Fransız Kurucu Meclisinin fe-
tih savaşları resmi olarak reddetmesine rağmen, Paris sokaklarında her za-
mankinden yüksek sesle yankılanan "Mort aux Tyrans", "Tiranlara Ölüm"
çığlıklarını huzur içinde dinleyebilecek bir ınonark yoktu. Aynı şekilde,
émigrés ve monarşi yanlılarının düşmanca komploları arasında kolayca uyku-
ya dalabilecek bir devrimci de yoktu. Otoritenin kasıtlı gösterileri genel bir
kaygı havası yarattı. 1791 Yılında Papa Devrimi açık bir şekilde kınadı. Bir
yandan "despotlara" karşı bir halk haçlı ordusu isteyen Girondin J.-P. Bissot
ve öte yandan Prusya ve Saksonya monarklarıyla Pillnitz'de toplandıktan son-
ra "En Hıristiyan Majestenin onurunu onarmak için" bir prensler birliği iste-
yen Marie Antoinette'nin erkek kardeşi İmparator Leopold'un karşı koyuşu
başladı.
FEMMR
M Û N T A l B A N b l hir kasabın kızı olan Olympc dc Gouges (1 748-1793) genç bir dul
olarak Paris'e geldi. Marie Gauzes olarak doğdu, kocasının soyadını almayı reddetti
ve bir edebiyat kariyeri amaçladığında kendine bir lakma ad buldu. Devrimin ilk
günlerinden itibaren oyunlar ve siyasal risaleler yazıyordu. Kadınların Anayasa
Meclisinden dışlanmalarına öfkelenerek. İnsan Haklarına şıddelli bir yanıt olarak
l.es Droits de in t-emme el riıı Citoycn i (1791} y a y ı m l a d ı
I Kadın özgür doğmuştur vc haklar karşısında erkekle eşittir.
II İ ler siyasal topluluğun amacı Kadın ve Ürkeğin doğal vc devredilmez hakları-
nın korunmasıdır. Bunlar özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı diren-
me haklarıdır.
III Egemenlik ilkesi, temel olarak Kadın ve Erkeğin bağlaşmasından başka bir
şey olmayan ulusa dayanır.
IV ... Kadınların doğal haklarını kullanmalarının onlara karşı çıkan erkeklerin Li-
ranlığından başka sınırı yoktur.
V Doğanın yasaları ve maıılık topluma zararlı t ü m eylemleri yasaklar...
VI Yasa genel iradenin ifadesi olmalıdır: t ü m yurttaşlar kadın veya erkek onun
oluşmasında uyum içinde olmalıdır. Onun gözünde eşit olan t ü m valandaşlar
erdem ve yetenek dışında hiçbir ayrım olmaksızın her onura, mevki ve göreve
seçilebilme! id irler...
VII ... Kadınlar erkeklerin yaptığı gibi yasanın senliğine boyun eğerler.
VIII Hiç kimse suçlan önce yürürlüğe konulmuş ve kadınlara uygulanabilir bir ya-
sa hükmünün dışında cezalandırılmaz.
IX Suçlu bulunan her kadınla yasanın Lam hükmü içinde ilgilen ilecektir.
X İliç kimseye, temel kanıları nedeniyle uğraıılamaz. Kadının daragaeına çıkma-
ya hakkı vardır, aynı şekilde kürsüye çıkma hakkı olduğu gibi.
XI ... İler yurttaş onu gerçeği saklamaya zorlayacak barbarca önyargılar olmak-
sızın özgürce "Senin çocuğunun annesiyim" diyebilmelidir.
XII Kadınların haklarının garantisi mu Hak hizmeti gerektirir...
XIII Kamu hizmetlerinin masrafları için Kadın vc Erkeğin katkıları eşinir.
XIV Kadın ve erkek yurttaşlar vergi ihtiyacını saptamakta aynı haklara sahiptir.
XV Tiım erkeklerle katkıları yoluyla birleşmiş olan her kadın bütün kamu görevli-
lerinden yönelimlerinin hesabını istemek hakkına sahiptir.
XVI Haklan güvence altına alınmamış, güçler ayrılığı belirlenmemiş toplumların
anayasaları yok demektir.
XVII Mülkiyet her iki cins arasında eşil. olarak paylaştırılır ya da bölünür... 1
Feminizmin kuruluş beratı olan bu metin, merak uyandırıcı bir nesneden biraz
daha fazla bir şey olarak kaldı. Yazarı. Robespierre'in Terörüne alenen karşı çıkma-
ya cüret etlikten sonra giyotinle tanıştı.
I. Anne-Josöphe Therouingue de Vlöncouri. (1758-1817). "Özgürlük Amazonu".
Tem in izm in daha militan bir şeklini savunmak için Paris'e geldi. Kadınların Devrim
için savaşması gerekliğini savunuyordu. Bu amaç için kadın milislerden oluşan vah-
şi bir lejyon düzenledi. Leş h'rançaises devalues M e e d e (1 701) şöyle yazmıştı: "Kul-
lanmasını bildiğimiz tek silah ig ve igtıe değildir."
Mary Wollslonecrali (17 ">9-1 797). Vindication ol'the Rights of Man (1 791) adlı
eserinde Burke'nin Rellcei ınns'mu saldırdığı Londra'dan Paris'e geldi. Vindication of
the Rights uf Women (1792) adlı eseri Olympe de Gouges'ıın rasyonalist konumunu
genişletti. Siyaset yazan William Goldvvin'le evlendi, büyüyünce şair Shelley'nin ka-
rısı olacak kızını doğururken öldü.
Bu radikal feminist öncülerin görüşleri ilen gelen devrimci çevrelerde sempati
uyandırmadı. Ölçüyü veren Rousseau, Roma kadın yöneticilerinin kendini reddeden
kahramanlığıyla dişiliği bırleşiıren ve böylece erkekleri daha erkekçe olmak için leş-
vik edecek bir cinsiyet rolıı önerdi. De, Gouges, Thcrouingue de Vlcricourı. Mme Ro-
land. Charlotte Corday ya da Cöeilc Renaud'nıın benzerleri. Robespicrre'i Kadınların
Versailles'» Yürüyüşünün Kralı etkilediğinden daha fazla etkilemedi. Haziran
1793'le, kadınlar açıkça yurttaşlığın dışında bırakıldılar.
STRASSBOURG
(Haydi vatan cvlallanl / /alcı' gunii geldi. / Zulmün kanlı bayrakları bize karşı kaldırıl-
mış / ITekrar] o vahşi askerlerin kırlarda uguldadıklanm duyuyor musunuz':' / Kolları-
mıza kuüar geliyorlar / Oğullarımızı ve kızlarımızı boğazlamak için / Silah Paşına. yurt-
taşları îalıurlarımzı oluşturun / Yürüyelim yürüyelim! / Pis bir kan bıraktığımız izleri
doldursun.)
TOR
siz" olarak t a n ı m l a n a n bir kente dönen muza İler o r d u l a r ı karşıladı. Bu olay Berlin'in
' A l m a n y a ' n ı n i m p a r a t o r l u k başkenti olarak ilk yeniden inşasını teşvik eden b i r olay-
i dır. 1933'te. Şansölye M i t l e r e ev sahipliği yaptı. Nisan-Mayıs 1945 Berlin Çarpış-
; ması sırasında. Mareşal Zhukrıv ve Vlareşal Koniev t a r a f ı n d a n k o m u t a edilen Beyaz
| Rus ve i . k r a y n a "Cepheleri" arasındaki bölünme haltını m e y d a n a gelirdi. Z h u k o v ' u n
i o r d u s u n d a n iki Rus çavuşun Reichstag yakınları üzerine kırmızı bir bayrak diktiği
i gün, harabelerine Koniev'in komutası altındaki Birinci Polonya O r d u s u n u n askerleri
: t a r a f ı n d a n kırmızı ve beyaz bir b a y r a k konuldu. 1953 yılında. Doğu A l m a n işçileri-
nin karşı konulmaz protesto yürüyüşlerinin üstünde yükseliyordu. Ağustos
1961'den Kasım 1989'a kadar, Berlin Duvarı'nın o r t a s ı n d a k i tutsak bir anıt oldu.
Aııriga. bu iki yüzyıl boyunca, bilmeden A v r u p a ' n ı n siyasal i k l i m i n i n baromet-
resi olarak işlev g ö r d ü , I 8 0 7 ' d e Paris'e taşındı, 1 8 1 4 ' l e restore edilerek Savaş Ara-
bası yüzünü batıya dönecek şekilde yeniden dikildi. 1945 yılında yıkıldı. Ancak
1 9 5 3 ' i e özğün şekillere göre kalıba dökülen yeni heykellerle ikame edilecekti. Bu se-
fer K o m ü n i s t yetkililer Savaş Arabasını doğuya gelecek şekilde yerleştirdiler. Ber-
lin'in üçüncü inşası yeniden birleşen bir A l m a n y a h ü k ü m e t i için hazırlıkların olduğu
1991 yılında başladığında. Aııriga bir kez daha yiizii batıya d o ğ r u olarak döndürül-
dü. Duruşu, sadece Berlin'in iki yarısı a r a s ı n d a k i ilişkilerin d u r u m u n u değil, aynı za-
m a n d a A v r u p a ' n ı n iki yarısı a r a s ı n d a k i d u r u m u n k o n u m u n u d a g ö s t e r m e k t e y d i . 1
Taş ya da bronzdan simgesel jestler birçok yerde b u l u n a b i l i r . Örneğin Zag-
rep'te. Hırvat savunucu General Jelaeie'in heykeli Budapeşte'yi gösteren suçlayıcı
p a r m a ğ ı y l a ilk kez on dokuzuncu yüzyılın sonlarında dikildi. 1991'do, Belgrad'ı gös-
terecek şekilde yeniden düzeltildi. 1993 yılında, bir kez daha, kendine özgü Krajina
Sırp C u m h u r i y e t i ' n i n başkenti, Kinin'i gösterecek şekilde d ö n d ü r ü l d ü ğ ü n ü haberler
bildirmekledir.
Batı'da, devrimci savaşlar neredeyse tüm Kıtayı içine ç e k e n muazzam bir sa-
vaşlar karmaşası haline gelmişti. 1 7 9 2 seferi Fransa'ya, devrimci liderleri ilk
olarak Kralı tahttan indirmek ve sonra da sonuca bağlanmamış bir savaş çaba-
sını örgütlemek için kışkırtacak esaslı bir korku saldı. Avusturya toprağına ilk
Fransız akını kısa zamanda Prusya ve Avusturya saflarının Fransa'da ilerleme-
leriyle tersine çevrildi. Fakat Brunswick Dükünün etkin siyasal bildirisine et-
kin askeri hareket eşlik etmedi. Prusyalılar o kadar yavaş hareket ediyorlardı
ki, Weimar'dan gelen müfrezeyle seyahat eden Goethe'nin top güllelerinin psi-
kolojik etkileri hakkında deney yapmaya zamanı oldu. 20 Eylül 1792'deki
Valmy Savaşı'nda ünlü "devrim bombardımanı"yla püskürtüldüklerinde, hâlâ
sınıra yirmi mil uzaklıktaki Argonne Ormanındaydılar. Bundan sonra, savaş
Devrimden bıktı ve Devrim de başarılı bir savaştan. Yıl sona ermeden devrimci
ordular Hollanda'ya geri d ö n m ü ş ve Savoie'yı işgal etmişlerdi. Yaklaşık yirmi
yıl daha ilerlemeye devam ettiler.
Devrimci savaşların gelişmesi genellikle Fransa'ya karşı 1 7 9 3 - 1 7 9 6 , 1 7 9 9 -
1801 ve 1 8 0 5 - 1 8 1 4 ' t e oluşturulan üç büyük ittifakın terimleriyle betimlenir.
Bu, kısmen iuifakların her birinin hızla dağılma eğiliminde olması, kısmen de
çarpışmanın ittifaklar arasındaki sürelerde genellikle devam etmesi nedeniyle
yanıltıcıdır. Koalisyonların belkemiğini oluşturan Kıta güçlerinin (Avusturya,
Prusya ve Rusya) çıkarları her zaman ittifakların ana örgütleyicilerinin, yani
Britanyalıların ve onların büyük savaş bakanı Genç William Piıt'inkilerle
( 1 7 5 9 - 1 8 0 6 ) çakışmamaktaydı. Değişen ölçütlerde, sadece üç değil, beş, altı
ya da yedi ittifak bulunmaktaydı. Britanya'nın ittifak ortaklan tekrar tekrar is-
tila ve işgale maruz kaldılar; Britanyalıların zaptedilemez adalarında böyle ol-
madı. Savaşın askeri olduğu kadar önemli ekonomik boyutları da vardı. Bir-
çok olayda, savaş Avrupa sınırlarının ötesine yayıldı ve küresel, kıtalararası
stratejinin işaretlerini gösterdi.
1 7 9 3 - 1 7 9 6 tarihli ilk koalisyon, müttefikleri bir arada tutmanın ne kadar
zor olduğunu gösterdi. Rusya Polonya'yı sindiımesiyle meşgul olduğundan
çok az katkıda bulundu. Prusya'da aynı nedenden ötürü 1795 yılında ittifak-
tan ayrıldı. Avusturya hem Alçak Ülkeler hem de Kuzey Italya'daki yıkıcı
Fransız saldırılarına maruz bırakılarak terk edildi. 1795-1796'da İspanya taraf
değiştirdi, Britanya felaketi atlatan donanmasıyla yalnız bırakıldı. Fransızlar,
ülkelerindeki Karşı-Devrimi bastırırken, yurtdışında devrimci yönetimler üret-
meye başladılar. Hollanda Alçak Ülkelerindeki Batavya Cumhuriyeti ( 1 7 9 4 )
birçoğunun ilkiydi. Fransızlar ayrıca hayret verici becerisi ve enerjisi olan
genç generalleri meydanlara sürmeye başladılar. Bunlardan ilki, Ren'i zapt
eden, Chouanları ezen ve bir kezinde irlanda'yı ele geçirmeye kalkışan Gene-
ral Lazare Hoche'tu ( 1 7 6 9 - 9 7 ) .
Dogu'da, ikinci Paylaşım'a rağmen Polonva-Litvanya hâlâ teslim olmayı
reddediyordu. 1794'ün başlarında Tadeusz Kosciuszko sürgünden döndü ve
24 Mart'ıa Krakov eski Pazar Meydanında İsyan Kararını okudu, "ulusun ken-
di kendini yönetmesi için (...) ve genel Özgürlük için." Mayıs ayında serflere
özgürlük sağlayan bir bildiri yayımladı. Raclawice'de (4 Nisan) profesyonel bir
Rus ordusuna karşı tırpancı köylülerinin zaferi Vendeelilerin Cholet'deki za-
ferlerinin tekrarı oldu. Fakat Varşova ve Wilno'da insan kalabalığı saldırıya
devam etmekteydi. Halk mahkemeleri piskoposları, Rus ajanlannı ve suç or-
taklarını ölüme mahkûm eltiler. En azından burada açık bir devrim vardı: Mo-
narklar harekete geçmeliydiler. Varşova Prusyalılar tarafından batıdan kuşatıl-
dı. İki Rus ordusu doğudan ilerledi. 10 Ekim'de Maciejowice'de, yaralı
Kosciuszko atından düştü ve (yanlış olarak) aktarıldığı üzere haykırarak "Fi-
ni s Poloniae" dedi. Suvorov Varşova'nın Praga adındaki doğu banliyösüne sal-
dırdı ve halkını kılıçtan geçirdi. St. Petersburg'a üç sözcüklük bir rapor gön-
derdi (HURRA, PRAGA, SUVOROV, ve üç sözcüklük bir yanıt aldı) BRAVO
MAREŞAL, E KAT ERİN A [METRYKA].
Bu olayda, Üçüncü Paylaşım Polonyalıların ve Cumhuriyetlerinin artık
var olmadığı kanısı üzerine harekete geçirildi; böylece onay aranmadı. Prusya-
lılar Mazovya ve Varşova'yı aldılar ve buraya "Yeni Güney Prusya" dediler.
Avusturyalılar başka bir büyük parça aldılar ve buraya "Yeni Galiçya" dediler.
Ruslar kendilerini İngiltere büyüklüğünde bir parçayla tatmin ettiler. St. Pe-
tersburg'ta imzalanan nihai anlaşmayı gizli bir protokol izledi:
Öyle gerekliği için Polonya Krallığının bir zamanlar var olduğu anısını canlandı-
rabılecek her şey kaldırılacak... Anlaşma yapan taraflar... unvanlarının şu andan
itibaren sonsuza dek durdurulmuş olarak kalacak olan Polonya Krallığının adı ve-
ya lakabını ıçermeyecegi konusunda anlaşmaya vardılar.^
METRYKA
GR1LLENSTEIN
"Düz saçlı Korsikalı" h e r şeyini onu yirmi dört yaşında topçu generali yapan
Devrime borçludur. Tuileries saldırısında harap olan yerleri bizzat seyretti. Fa-
kat sonra Korsika'daki kardeşlerine yardım etmek için Fransızları terk etti ve
aile yerel karışıklıklar yüzünden kovulmasaydı orada kalabilirdi. 1794'te T o u -
lon'da Robespierre'in erkek kardeşiyle hizmet verirken, T h e r m i d o r koalisyonu
tarafından kısa bir süre için tutuklandı ve b o ş yere Osmanlı Sultanına yönelik
özel bir göreve atandı. Ancak, 1 7 9 5 E k i m i n d e kraliyetçi ayaklanma sırasında
konvansiyonu, tam zamanındaki "mitralyöz dumanları"yla kurtardığında Pa-
ris'teydi.
Bundan sonra, bir zamanlar kuşkulu olan topçu hata yapamazdı. 1796'da
düzensiz İtalya O r d u s u n a komuta etmesi emredildi. Paris'teki hükümetin ka-
derinin savaş cephesinden gelen iyi haberlere dayandığını doğru şekilde seze-
rek, kendini aynı hızla ondan siyasi alanda üstün olanların efendisi haline çe-
virdi. Tereddüt içindeki Dtrecfeurlera tarafından açıkça desteği arandı ve
1 7 9 8 - 1 7 9 9 yıllarında Mısır'da olması sadece elini güçlendirdi. Onu Fransa'nın
gizli diktatörü haline getiren 18 Brumaire darbesi bir engel olmaksızın yapıldı.
Bu, tamamen dıştan başarılabilecek bir işti. Bundan sonra, k o n s ü l l ü k ve İmpa-
ratorluk boyunca, kendini savunmak için savaşıldıgmı iddia ettiği kırk savaşın
kan gölü içinde, Napoleon hiçbir zaman arkasına bakmadı. Benzer türedi ma-
reşaller taralından (Berthier, Massena, Macdonald, Marat, Soult ve Ney) ve ay-
nı derecede zeki bakanlar tarafından (Talleyrand, Gaudin, F o u c h e ve Clarke)
kuşatılmış bir şekilde Fransız kısrağını emin bir şekilde sürdü.
Ve Fransa, Korsikalı sürücüsü tarafından dizginlendiğinde, o Fransa'yı
tüm Bonaparte kabilesiyle Korsikalı akrabalık kuralları yoluyla egerledi; Napo-
li ve ispanya Kralı j o s e p h ' l e ; C a n i n o Prensi Lucien'le; Hollanda Kralı Lou-
is'yle; W e s t p h a l i a Kralı Jerome'la; Elisa, Pauline ve Caroline'le (düşes, prenses
ve kraliçe). Ayağı sadece kendi hanedanını kurma yolunda tökezledi. Martini-
queli bir melez ve idam edilmiş bir soylunun dulu olan J o s e p h i n e de Beauhar-
nais'yle olan evliliği bir varis vermedi ve boşanmayla sonuçlandı. Polonyalı
metresi, Maria Walewska, tanınmayan bir oğul verdi, ikinci karısı Avusturyalı
Marie-Louise 1811'de R o m a Kralı II. Napoleon'u doğurdu. Bu sıralar, "Messi-
dor G ü n e ş i n i n " üzerinde bulutlar toplanıyordu. T ü m Avrupa'nın birinci hü-
kümdarı Rusya'nın istilasını zaten düşünüyordu. Tocqueville'e göre. Napoleon
"erdemsiz bir insanın olabileceği kadar b ü y ü k t ü " [ K O R S İ K A ) .
İkinci İttifak, 1 7 9 9 - 1 8 0 1 , daha faal bir rol o y n a m a k için hırslı olan yeni
Çar 1. Pavel tarafından gerçekleştirildi. Suvorov'un Rus Ordusu, Bonaparte'ın
dengeyi yeniden kurmak için tekrar ortaya çıkmasından ö n c e Avusturya bal-
yasının büyük bir kısmını ele geçirmişti. Fakat 1. Pavel'e suikast düzenlendi;
Kıtadaki müttefiklerin kan kaybettiler ve Britanya tekrar Fransa'yla tek başına
yüzleşmeye terk edildi. Müttefiklerin Luneville Barışı ( 1 8 0 1 ) , Britanya'nın
Amiens Barışı'yla ( 1 8 0 2 ) birleştirildi.
İkinci ittifakın dağılmasından sonra, Bonaparıe güçlü bir k o n u m d a n bes-
lendi. italya'da P i e m o m e , Parma ve Piacenza'yı içine alan ek işgaller yaptı. Ha-
iti'deki ayaklanmayı bastırmak için başarısız bir sefer yaptırdı; Kutsal Roma
İmparatorluğunun ortadan kalkmasını tahrik ederek Almanya'yı işgal etti ve
Annce de l'Angleterre'i Boulogne'da toplamaya başladı. Hatta başlıca hasımları-
nın bir kez daha stratejik bir şekilde kuşatmak üzere plan yaptı. 30 Mart
1805'te Iran Şahı'na şöyle yazdı:
ı ™ — — — — - — —
SLAVKOV
SLAVKOV, 'ün y e n ' . .Vloravya'da B m n ' m ı n on beş mil doğusunda küçük bir kasaba-
dır. 2 Aralık 1805'le. Alınanca olan Auslcrliı.z adı altında. Napoleon'un zaferlerinin
en d r a m a t i ğ i olan "Cç İ m p a r a t o r S a v a ş ı ' n ı n y e r i o l m u ş t u r .
Birleşik Avusturya ve Rusya ordularının ilerlemelerinden önce geri çekilen Na-
poléon, sonra onların üzerlerine doğru ilerledi. Cç ittifak kolu şalak sisi içinde doğru-
dan Fransız ordusuna karşı ilerlemekleydi. "Sağıma doğru dönmek için ilerlerken"
diye açıkladı Napolöon. "bayraklarıyla beni lakdinı ediyorlardı."
Adamları kırk sekiz saal içinde doksan mili henüz, t a m a m l a y a n Mareşal Davo-
ııt kendilerinden d ö r l kat fazla sayıya karşı ana saldırıyı gün boyunca geciktirdi. Sa-
bah onda sis dağıldı ve ünlü "soleil d'AusıerlıU" parlamaya başladı. Fransızlar l'rai
zen platosunun hakim tepesini tutmuşlardı. Buradan alanın her mıntıkasını topla
tarayabilirler ve d ü ş m a n güçleri ikiye bölebilirlerdi. Fransız İmparatorluk Muhafızla-
rı Rus karşıtlarını püskürttükten sonra, geri çekilme başladı. Fransız topçuları vadi-
deki gölün üzerindeki buzları kırarak en büyük kaçış hatlını kestiler. Viiz elli bin kişi-
lik mevcut içindeki y i r m i bin ölü ve bir o kadar da tutuklu arasında. Napoléon en
boş gururunu tatmaktaydı. "Il vous suffira de dire" demişti bayatta kalanlara,
"jetaisà AusLcrliız." CSnm için 'Auslerlilz'deydim' demek yeterli olacak".) 1
Savaş. Gros. Vernct, Callet. Gérard taralından resmedildi. Fakat hiçbir ianım-
lama beo Tolstoy'un Savaş v e / t a n k ı n ı n 111. kilabındakine benzeyemez:
Güneş doğduğunda... tarlalar ve sis göz kamaştırıcı ışıkta parlamaktaydı... tnrıııılı beyaz
elinden eldivenini çıkarttı, onunla mareşallerine işaret verdi ve saldırırım haşlamasını
emretti 2
VIOLETS
SADECE 1810 yılı içinde, Napolöon parl'üma) Chardin'den en sevdiği portakal çiçeği
csanslı kolonyadan yiiz altmış iki şişe ısmarladı. Cnlii bir mektupla, Josephine'e bu-
luşmadan önce iki lıalla boyunca yıkanmaması, böylece onun tüm doğal kokuların-
dan zevk alabilmesi için yalvardı. Josephine öldüğünde, mezarına menekşeler dikti
ve ömrünün geri kalan kısmı boyunca menekşelerden yapılma bir madalyon laklı. 1
O şaşmaz bir odomam'ü] (koku tutkunu).
Koklamak, "dilsiz duyu", "koku alma boyutu", tarihçiler tarafından çoğunlukla
yok sayılmışsa da, tarih boyunca mevcutlu.- bir kurama göre. erkek cinsiyet dürtü-
sü dişinin "ringa-salamurası" kokusu ve başlangıçta var olan okyanusa geri dönmek
tutkusu tarafından kışkırtılmaktadır. 3 Esmeramber. hinlyağı ve misk gibi doğal par-
fümler. antik zamanlardan beri lüks ticaretin en pahalı bölümlerinden birini oluştur-
du. Ortaçağ parfümlü sazlar ve tütsülerle Bakire çiçeği olan yüz altmış beş yapraklı
güllerle doldurulmuştu. Fransız Devrimi açık lağımların kokusuyla istila edilmişti,
yirminci yüzyıl hendek ve kamplardaki cesetlerin kokusuyla, modem han çağı sanayi
kirliliği ve ilk yapay aldehid olan, 1922 tarihli Chanel No. 5. ile
1LLYRIA
BOUBOULİNA
1801'OH. Alına yakınlarındaki l l y d r a adasından genç bir dul. komşu Spelscs ada-
sından bir gemi sahibi olan Demeirios Bouboıılis ile evlendi. Genç dul kadının baba-
sı, Kont Orlov'ıın Rus destekli isyanından sonra Osmanlılar tarafından tutuklanmıştı
ve kendisinin de. İstanbul'un Rum mahallesi Fener kökenli gizli Plıiliki Huııraia veya
"Dostlar Örgülü" ile ilişkisi olacaktı. Arnavutça konuşulan, ancak Ortodoks kilisesi-
nin Yunanlı bir kimlik verdiği bir ada grubundan geliyordu. Bouboıılis korsanlar ta-
rafından öldürüldüğünde. I.askarina Bouboulina (1771-1825). varlıklı bir ış kadını
ve Yunan Ulusal hareketinin önde gelen hamilerinden biri haline geldi.
Bağımsızlık savaşı sırasında. Bouboulina kişisel olarak sahneye çıktı. Birçok
eylemde rol alan Agamemnon adlı bir savaş gemisi inşa ettirdi, "kaptan" olarak ad-
landırılan Bouboulina. atını korkusuzca savaş alanlarına sürerek, kurşun, gıda ve
fesatçı saçlı. Naphlıon kuşatmasında, kaleyi ablukaya alıp Osmanlı garnizonunu
yok tiden güçlen yöneıu. Ancak yine de eleştirilmekten k u r t u l a m a d ı . Ona sempati
d u y m a y a n tarihçiler, hu b u r j u v a z i ulusalcılığı idoliinıın. Türk ve Yahudi kadınların
mücevherleri yüzünden ö l d ü r ü l m e s i n i e m r e t t i ğ i n i ve oııurı Naphlion'dakı l o p l a r ı kar
sağlamak İçin e r i l l i ğ i n i iddia etliler.
Yunanistan ulusal mücadelesi, kadın vatanseverliği konulu birçok öykü üretti.
F p ı r u s ' t a k i Souli köyüne özellikle saygı d u y u l u r . Bu koytın erkekleri 1801'de Os-
m a n l ı l a r t a r a l i ı ı d a n esir alındığında, köyün kadınları ve çocukları. Zallongos dansı
y a p m a k için bir tepenin eleğinde toplandılar. K a d ı n l a r d a n her biri. d ö n m e k l e olan
b i r çemberin önünde giderek sırayla tepeden atladı, la ki hepsi ölünceye dek. Çağ-
daş Yunanlı okul kızları bu dansı t e k r a r l a r l a r : bir sahneden bir minder yığınının üze-
rine allarken /.allongoş şarkısını söylerler;
Bouboulina gibi ulusal kadın k a h r a m a n l a r ı n pek çok benzeri vardır. Onun Po-
lonyalı çağdaşı, asil b i r kadın olan l i m i l i a Plater (1806-1831). erkek kılığına g i r m i ş
şekilde Ruslarla savaşırken öldü. Bu l ü r figürler şu anda temel feminist düşünceler-
den bir sapma olarak g ö r ü l m e k t e d i r .
Bouboulina. Yunanistan'ın bağımsızlığını görecek kadar yaşamadı. Ö l d ü r ü l d ü ,
ancak Türkler t a r a f ı n d a n değil, bir kavga sırasında penceresinden bir kaval iıifegi
sokup onu kalbinden v u r a n kızgın bir komşu tarafından.
AVRUPA'NIN tüm halklarının Kafkasya kökenli beyaz bir ırka ait okluğa kavrayışı-
nın iarihsol izi Göııingen'den bilgili bir |iroiesör olan Jolıann Friedrich Binmen-
baelVa (1752-1840) dek izlenebilir. Açıkça yanlış olmasına rağmen, bu kavrayışın
uzun bir kariyeri olaeaku.
Kitabı Mukaddes ve klasiklerle yetiştirilen Avrupalılar, uzun süredir kökenleri-
nin öyküleri için Kafkasya'ya yönelmeye koşullanmışlardı. Yaradılış kitabındaki Tu-
fan öyküsünde: "Tabla sandık... Ağrı dağının üzerinde duruyordu" yazar (Yaradılış
8 -1). Ağrı (Arara!) Krıneııisı.an'm Kiıabı Ylukaddes'teki adıydı. Allın Posı ve Protncı-
Ikiisefsanelerinin ikisi de Kafkas efsanesiydi. Ancak Kafkas halklarının etnik ve ırk-
sal oluşumları son derece karmaşıktır (Bkz. Kk III. s. Ki58). Onları ırksal saflığın kay-
nağı olarak görmek için hiçbir neden yoktur. Kafkaslardaki daha önemli alt tiplerin
hiçbiri, örneğin Armenoid demlen grup. Avrupa'nın başka hiçbir yerinde bulunmaz.
Karşılaştırmalı anatominin ve özellikle de kranioınetn ya da "kafatası analizi-
nin" öncüsü olan Blumenbach, genelde "beş ırk tablosunu" icat etmiş olmasıyla bili-
nir. Bu lablo. 1798'de başlayarak otuz yıl boyunca basılan ve onun geniş bir kafata-
sı koleksiyonu üzerinde yaptığı bir çalışmadan ortaya çıkmış' ve geleneksel bilgelik
alanına geçmışiır. Blumenbaeh'ııı sistemine göre. Kafkasyalılar Avrupalıyı ve insan
türleri içindeki en yüksek ırk tipini simgeler. Profesör etnoloji incelemeleri yaparken
Kafkasya bölgesinden bir kafatası bulmuş ve bunu insan tipinin en iyi standardı ola-
rak görmüştü. 2 Bu arka plan göz önüne alındığında, bazı yönetimlerin toplumsal si-
yaset ve istatistiklerin şekillendirilmesinde hâla Kafkasyalı kategorisini kullandıkla-
rını görmek şaşırtıcıdır. Güney Afrika'da, uydurulmuş bir beyaz ırk kavramı. I 0 9 l ' c
dek apanlıciıl'm baskıcı ve ayırımcı uygulamalarının kaynağı oldu.
Beyaz "Kafkasya ırkının" yanı sıra, Blumenbach kahverengi "Malaya ırkı", sa-
rı "Moğol ırkı", siyah "zenci ırkı" ve kızıl bir "Amerikan ırkı" buldu. Bu beşli sınıflan-
dırma. Collcögc de l-'rancc'dc karşılaştırmalı anatomiei Baron G. L. Cuvier'in (1769-
1852) basil beyaz, kahverengi ve sarı tablosundan daha fazla kabul gördü.
Bir süre sonra. ırkların renge dayalı sınırlandırması, içinde Avrupa kökenli be-
yaz halkların en yüksek konumu aldığı bir ırk hiyerarşisiyle pekiştirildi. Bu gelişme
ilk önce Yicıor Coııriel'nin (1813-1863) eserleriyle yola çıkmışsa da. eıı etkili yayın.
Joseph-Arılıur. Comle de Gobineaıı (1816-1882) tarafından yazılan tissai sur
l.'inCgalitc fk's raccs lııımaines isimli eserdir. "Tarih gösteriyor ki" diye yazmıştır,
"tüm uygarlık beyaz ırktan gelmiştir ve toplum, ancak kendini yaralan asil ırkın ka-
nını koruduğu sürece büyük ve parlak olabilir." Irklar arası ilişki, dejenerasyonla
eşitti. "Halklar ancak çeşitli kanların karışması sonucu dejenere olurlar." 3
Bir İran tarihi yazan Clobıneau, eski Arilerın veya "İranlıların" torunları olarak
gördüğü "beyaz ırk" ile Hini-Avrııpa dil ailesi arasındaki yanlış ilişkilendirmcyi yay-
maktan da sorumluydu. Bu şekilde, sahle Ari etiketini, daha eski fakat aynı derece-
de sahte Kafkasyalının eşi ve rakibi haline getirdi.
"Beyaz", "Kafkasyalı". "Ari" ve "Ruropoıd" terimlerinin hepsi, Avrupa popülas-
yonunun ırk yapısında özel ve bu nedenle de hayali bir ortak payda bulmak için ya-
pılan uzun bir arayışı yansıtır. Bunlar "Siyah". "Asyalı". "Semiıik" ve " l l i s p a n i k " de
(İspanya veya Güney Amerikalı) dahil olmak üzere kuşkulu sözcükleri içeren daha
geniş bir sözcük haznesinin parçalarıdır; bu sözcük haznesinde fizik, coğrafya ve
kültürel ölçütler umutsuzca karışmıştır.
Avrupa nüfusu içinde var olan fizik tiplerin büyük çeşitliliği, onu oluşturan alt
grupların veya coğrafi alt grupların sınırlarını belirleme yolunda pek çok girişime
esin kaynağı oldu. Sarışın. "İskandinav ırkı" 1 (Nazi ideolojisi taralından benimsen-
mişti). "Iber-Kelt ırkı". "Atlaıılik-Baltık ırkı" (İngilizler. Hollandalılar ve Kuzey Alman-
ları birbirine bağlar). "Vlerkez A v r u p a ' y ı (Alınanların çoğunluğunu ve Rusların ço-
ğunluğunu kapsar ve yağız "I lınt-Akdeııizli"; bunların hepsine çağdaş referans
eserlerinde rastlanabilir. Bunlar, bir zamanlar moda olan her modern ulus kimliğini
kendi ırk grubuna yerleştirme uygulamasından yalnızca biraz daha az hayal ürünü-
dür (Bkz. s. 864). Bu durumda bile. "Ada ırkı". "Alınan genleri" veya "Polonya Kanı"
gibi sözler halen popüler konuşma tarzından atılmamıştır. Avrupa'da bol bol bulu-
nan "Danimarkalı teni" ve "kızıl saçlı İrlandalı" ya da "siyah" (zenci köpekleri ve "be-
yaz leydiler" ilmeklerini dile getirmeye bile gerek yoktur.
Modern genetik bilimi, on dokuzuncu yüzyıldaki öncülerin yöntem ve sonuçları-
nın çok ilerisine gilmiştir. Burada, en önemli adını, DNA'nın işleyişinin I9f)3'te gös-
terilmesiyle ortaya çıktı. İlerlemeler, genel olarak tiim insanlığın üyelerinin ortakla-
şa sahip olduğu, genetik malzemenin ve genlere kodlanan özelliklerin ne kadar fazla
olduğunu gösterdi. UNUSCO 195(1 ile 1964 arasındaki bir dizi bildirgede. Blıımen-
boelı ve Gobineaıı'nnn zamanından o güne dek h ü k ü m süren ırklarla ilgili efsaneleri
kınadı Irk ve kan bağıyla ilgili farklılıklar yok sayılmadı. Ancak kültürel, dinsel ve
sosyoekonomik etkenlere dalıa fazla vurgu yapılabilmesi için, kanıtlanan bilimsel il-
keleri; dayalı sofistike genetik analiz için. deri rengi ve kafatası karşısındaki eski ta-
kıntıyı nihai olarak ortadan kaldınlabilmek için alan açılmış oldu.
Fransız işgalinden uzak olsa da, Büyük Britanya devrim savaşlarıyla temelin-
den sarsıldı. Aslında dış düşman püskürtülürken, iç devrimin gölgesinin gö-
rüldüğü anlar vardı. 1797-1798'de, Spithead ve Nore'daki deniz güçleri isyan-
larının Wolfe Tone'un Birleşik İrlandalıları ayaklanmasıyla çakışması özel
olarak sorun yaratıcıydı. Fransa'yla neredeyse sabit savaş halinin ısrarla devam
etmesi elbette siyasal reformu engellemekleydi. Örneğin, 1801'de Tone'un ye-
nilgisi sonucu ortaya çıkan Büyük Britanya Birliği, otuz yılın en güzel dönemi
boyunca vaat edilen Katolik kurtuluşunun ertelenmesiyle bozulmuştu. Aynı
zamanda, İngiliz dayanışması duygusu, deniz zaferlerinin art arda gelişi ve
Fransız işgali tehditleriyle büyük oranda artmıştı; bu tehditler, 1798'de İrlan-
da'nın uzak uçlarında gerçek olmuştu. Parlamentonun saygısızlığı, Genç
Pitı'le belagatlı rakibi Charles James Fox ( 1 7 4 9 - 1 8 0 6 ) arasındaki muhteşem
mücadele sayesinde güçlendi. Bütün bu süre içinde, Britanya'nın ticari, sömür-
gesel ve iktisadi gücü artmaya devam ediyordu. Fransız, İspanyol ve Hollanda
sömürgelerinin ödül çetelesi gittikçe daha da uzuyordu. Ülkede, Genel Çitle-
me Yasası ( 1 8 0 1 ) toplumsal değişikliklerin temposunu çok büyük oranda hız-
landırdı. Kaledonya Kanalı ( 1 8 0 3 - 1 8 2 2 ) savaşa rağmen inşa edildi. 1811 'de,
Nottingham'da, makinelere karşı Luddite (otomasyon karşıtı) saldırılarının ilki
gerçekleşti. Aynı yıl, eski Kral sonunda geçici olarak ruhsal dengesi bozuk ilan
edildi ve yerine oğlu Kral Naibi Prens geçti. 1 8 1 1 - 1 8 2 0 yılları arasındaki Naip-
lik dönemi, ingiliz mimarisi, hamiliği ve yüksek sosyetesi için en iyi dönem-
lerden biri oldu.
iskandinavya da devrimden kaçabildi, ama devrimle ortaya çıkan kargaşa-
dan kaçamadı. İsveç iki kez Rusya'ya karşı savaşa girdi. 1788-1790'da, Svens-
kund'daki deniz zaferinden sonra savaştan hasarsız çıktı. 1808-1809'da, Fin-
landiya'yı ve bunu izleyen bozgunda da Kral Gustav IV. Adolphus'u (h. 1792-
1 8 0 9 ) kaybetti. 1 8 0 9 Anayasası sınırlı bir monarşi getirdi ve Napoleon'un eski
mareşallerinden Jean-Baptıste Bernadotte ( 1 7 6 3 - 1 8 4 4 ) XIV. Kari adıyla tacı
kabul etmek üzere davet edildi. O da, Fransız karşıtı koalisyona katıldı. Al-
maııya'daki bağımsızlık savaşma katıldı ve Norveç'i Danimarka'dan ayırdı
[NORGE].
Öte yandan Danimarka, umutsuzca bir tarafsızlık siyaseti sürdürmeye ça-
lışmış; bu yüzden İngiltere'nin acımasız misillemesine iki kez maruz kalmıştı.
Büyük reformcu C. D. F. Reventlow'un ( 1 7 4 8 - 1 8 2 7 ) dönemindeki Danimarka
Aydınlanması pek çok şey elde etti; bunlara serilerin serbest bırakılması, Ya-
hudilerin medeni hakları, serbest ticaret ve özgür bir basın da bulunuyordu.
Ancak bu ülkeyi komşularından korumadı. Nisan 1801'de, Nelson'un telesko-
pu kör gözüne dayadığı ve teslim sinyalini reddettiği olayda Danimarka filosu
Kopenhag'da batırıldı. Eylül 1807'de Kopenhag İngilizler tarafından kuşatıla-
rak teslim olmak zorunda bırakıldı. Bundan sonra Danimarkalılar, Fransızlarla
gönülden ilişkiye girdiler ve bunun için Bernadatte ile Viyana Kongresi tara-
fından cezalandırıldılar.
NORGE
HEPTANESOS
YAĞMA
GAGAUZ
RUSYA'NIN Besarabya'yı 1812'de fethetmesinden kısa bir süre sonra. Çarın yeni
eyaleti bir göç dalgasını üzerine çekil. Göçmenler arasında Gagauz olarak bilinen bir
grup Balkan llırısliyanı da geldi. Bugtin Kuzey Bulgaristan olarak bilinen bir alan-
dan geliyorlardı ve Moldava olarak bilinen K o m r a l bölgesine yerleştiler. Dilleri Türk
dillerinin Oğuz dalına aitti ve Orta Asya'da benzerleri vardı. Dini inançları Slav Ayin-
li Bulgar Ortodoksluğuydu. Atalarının vatanını korkudan çok umuttan terk edip et-
medikleri yanıtı açık bir sorudur. Müslüman olan birkaç Gaga uz topluluğu geride.
Osmanlı hakimiyetindeki Bulgaristan'da kaldı.
Gagaüzların daha eski tarihleri hakkında iki görüş vardır. Bunlardan biri. on-
ların kısmen Bulgarlaştırman ortaçağ Türkleri olduklarını öne sürmekledir. Diğeri
ise. onların dillerini kaybedip dinlerim koruyan Türklcştirılmiş Bulgarlar olduğunu
iddia eder. İkisi de aslında gerçeklere uymaz. 1
Gagauzlar. Doğu Avrupa'da llristiyan-Müslüman ayrımını karıştıran bu tür
birkaç azınlıktan biriydi. Volga'daki Müslüman Tatarların içinde Rus fatihlerinin di-
nini benimseyen, vaftiz edilmiş bir azınlık olan Kriyvşcnlcr vardı. Kuzey Kafkaslar-
daki Çeçenlerin geneli Müslüman olmakla birlikle, aralarında Hıristiyanlar da vardı.
Abhazlar da benzer bir konumdaydılar |ABHAZYA[. Arnavut Müslümanlar ise gerek
Arnavutluk'ta gerekse Sırbistan'ın Kosova eyaletinde çoğunluk (Bkz. Kk III. s. 1370)
olmalarına rağmen. Makedonya'da önemli bir azınlık oluşturmaktadırlar |MAKE-
DONYA| |SQHIPERIA|.
Rodop Dağlarının her iki yanında, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarında, Po-
maklar olarak bilinen ve Bulgarca konuşan Müslümanlardan oluşan önemli bir top-
luluk yaşamakladır. Makedonya vc Arnavutluk'un bazı bölgelerinde uzak akrabaları
vardır. Yunanistan'da v a r o l m a l a r ı n a resmi olarak izin verilmemektedir. Bay Glads-
tone'ıın "Bulgar Dehşeti" olarak suçladığı i 876 olaylarını gerçekleştirenler prol'esyo-
nel Osmanlı ordusu yerine yerel Pomak milisleri olabilir. Eğer öyleyse, daha sonraki
Balkan Savaşlarının dehşetinin ortasında bııntı yeterince ödediler. Ama asla orayı
terk etmediler. 1
Bosna'da Bosnalı Müslümanları. Ortodoks "Suplardan" ve Katolik "llırvatlar-
dan" ayırt etmek için tek ölçüt dindir. Hepsi aynı "Sırp-I lırvat" dilini konuşur ve hep-
si de Slavdır. Bosnalı Müslümanlar (1991'de nüfusun % 44'ü). milliyetçi komşuları
tarafından genelde, egemen Osmanlıların dini uğruna Katolikliği veya Ortodoksluğu
terk eden dönekler olarak görülür. Aslında, bu ttir pek çok Bosnalı ailenin, İslamı be-
nimsemeden önee Pataren olmuş olması olasıdır |BOGUMlL|,
Yirminci yüzyılın sonlarında bu az bilinen halklar defalarca Avrupa'da manşet-
lere çıktılar. 1980'lerin ortalarında, Bulgaristan'ın çökmekte olan komünist, rejimi
"Yeniden Doğuş Süreri" adlı aşırı milliyetçi bir kampanya başlatarak denetimi ele
geçirmek yolunda son bir umutsuz girişimde bulundu. Camiler tahrip edildi ve Bul-
garistan'ın Müslüman azınlıkları (Gagauzlar, Pomak la r ve Türkler) adlarını deriştir-
me ve göç etme arasında seçim yapmak zorunda bırakıldılar. Pek çoğu göç etmek zo-
runda kaldı. 1991 'de Vloldova bağımsızlığını ilan ettiğinde, o zamana dek iki yüz bin
kişilik güoii olan Komral Gagatızları katılmakla isteksiz davrandılar. Çeçenler, kendi
ulusal cumhuriyetlerini Grozny'de ilan ederek meydan okur bir tarzda bağımsızlık
standardı yükseltirken. Kazandaki Volga Tatarları da "TaLarisıan" için hazırlanıyor-
lardı.
1992'de. Yugoslavya'nın hızlı dağılışı sırasında, Bosna Hükümeti, çok uluslu
cumhuriyetin birliğini sağlamak umuduyla bağımsızlığını ilan etti. Uluslararası ta-
nınma kazandı, ama önemli hiçbir uluslararası yardım veya koruma alamadı. Batılı
hayır kurumlarının ve BM barış koruma güçlerinden geriye kalanların varlığı, sonuç-
ta ortaya çıkan toprak gasp etme, kitlesel katliamlar ve "etnik temizlik" karmaşasını
engellemek için hiçbir şey yapmadı. Pale merkezli sözde Bosna Sırp Cumhuriyeti.
Hırvatistan'da eski Habsburg askeri sınırının topraklarında kurulan Knın merkezli
sözde Krajına Sırp Cuırıburiyeıi'ne ayna tutuyordu. Bir yıl içinde, nüfusun % 31'ini
lemsil eden Sırplar bölgenin % 77'sin i ele geçirin işli. Diğer birçok anklav (yabancı
ülkelerle kuşatılmış bir bölge) gibi. Saraybosna da kuşatılmıştı. Hırvat saldırıları.
Müslümanları Mostar gibi batıdaki karışık alanlardan sürerken, Sırplar da merkez-
deki Müslüman egemenliğindeki bölgelerden kaçtılar. Belki çeyrek milyon insan can
verdi. Bosna yanarken dünya liderleri ıslık çalıyorlardı. Kararlı devlet adamlığının
yokluğunda, Komünizmin çöküşü, iki yüzyıl önceki Osmanlı çekilişiyle aynı türden
bir etki yaptı' 1 1SARAYBOSNA].
MIR
TKVIYIl'/, 1812'DK General Plaiov Grandi' ArmCc önünde Beyaz Rusya'ya çekilir-
ken, ona bağlı Kazaklar Vlir'irı kale duvarlarının allına fıçılarca barut yerleştirip du-
varları paramparça etliler. VVeslphalia Kralı Jeröme Napoleon burayı Moskova yolu
üzerinde birkaç, günlüğüne karargâh olarak kullandı. Ancak 10-11 Kasımda. Çarın
ordusu döndüğünde geri çekilmekte olan Fransızlarla yapılan umutsuz mücadele ha-
sarı daha da artırdı. 1
Mir. uzun şiiredir Polonya-l.itvanya sınırlarının büyük hisarlarından ve Avru-
pa'daki feodal kalelerin en eskilerinden biriydi. Bir zamanlar Litvaııya büyük dükle-
rinin müstahkem mevkii olan Mir. 1434'te özel mülkiyete geçti. Dev takviyeler. LU-
vanya Mareşali I. Jerzy lllinicz ve oğlu. Kutsal Roma İmparatorluğunun bir kontu
olan II. Jerzy zamanında 1500 civarında tamamlandı. Kırmızı tuğladan beş yüksek
burç. mazgallı bir duvarla birleştirilmişti. Bunlar kente uzanan at nalı şeklinde bir
kuleyle korunuyordu ve su dolu hendeklerle çevrilmişti. I 5 6 9 ' d a n itibaren, merkezi
iç kale. Prens M. K. Radzivvill tarafından, işlenmiş taştan büyük bir Rönesans sara-
yına çevrildi. 1812'ye dek. Radzıvviller'ın iki temel konağından biri olarak komşu Ni-
seswiez ile birlikte hizmet verdi.
Uzun yaşamı boyunca Mir pek çok askeri harekât gördü. 1395'lc Germen şö-
valyeleri tarafından yağma edildi, on beşinci yüzyılda Tatarlar tarafından iki kez
yağmalandı. 16551e İsveçliler tarafından ele geçirildi. 1706'da XII. Kari tarafından
yakıldı ve 17941c Rusların anı ve şiddetli saldırısına uğradı.
Mir'ın muhteşem günleri, sarayı İsveçlilerle yapılan savaşların yağmasından
sonra restore eden Pres Kard Radziuıll ya da "Panıe Koehanku" (1734-1790) döne-
minde geldi. Binlerce Bey av. Rus serf tarafından işletilen biıyiik bir malikâne komp-
leksi içinde "kilit" mülktü. Katolik kilisesi ve Vunan Katolik ( l ı ı i a i o i Kilisesi. Yahudi
sinagogu ve Talar camisine eklendiler. Yıllık at, panayırı, "kralları" geleneksel olarak
Prens tarafından taçlandırılan büyük bir çingene topluluğu tararından işletilmektey-
di. 1761'de saray. Büyük Dukalığın Mahkeme toplantısında harikulade bir curcuna-
ya ev sahipliği yaptı. 1785'te Polonya'nın son kralı için verilen büyük resepsiyonu
gördü. Rus hâkimiyeti. 1793'leki İkinci Bölünmeden sonra başladı, Çingeneler, anın-
da en masse (kitlesel olarak) Moldova'ya göç ettiler. Radziwilller mülklerini Prus-
ya'da bıraktılar. I812'den sonra yalnızca yıkıntılar kaldı.
Ancak Mir. Adam Mıekievvicz'in epik şiiri Pan Taclcusz\: ölümsüzleşerek yaşa-
maya devam etti. Şair, Ulvaııya'nın "Son Akşam Yemeği"ni tarif ederken aklından
sarayı geçiriyordu. NapolĞon taralından kurtarılma umuduna bağlı olarak iyi niyet
ve umutla dolu olan yerel asiller, göz kamaştırıcı bir balo için bir araya geldiler,
boi'dlar ve Leydiler polonez dansı yaptılar. Onları zil çalarak eğlendiren "ülkesini bir
Polonyalı kadar seven" Yahudi Jankiel idi. Sonunda, kadehleri eski Polonya usulü
kaldırdılar; Kochajmy Sie! "Birbirimizi Sevelim!"' 2
MALET
spasit'el
Mftctuuo Moderato
Devrimci Paris
ve sekretarya üyeleri Baron Fait ve Baron Lorgne d'ldeville ile şövalye J o u a n n e
bulunuyordu. Askeri personele, maison militaire komutanı Kont Kossakowski,
ağır süvari komutanı Kont d' O r m a n o , topçulardan iki albay, Gourgaud ve La
Place; topografik hizmetten Albay Atthalin ve Polonyalı tercüman Albay Vou-
zovıts ( W a s o w i c z ) de dahildi. Eski muhafızların komutanı, Danzig Dükü Ma-
reşal Lefebvre-Desnoettes, arabaya Briare'a dek eşlik edecek süvarilerin başın-
da at sırtında bekliyordu. Ondan başka imparatorluğun hiçbir Mareşali orada
değildi, imparatorluk ailesinden bir temsilci de.
Bayrak ekibine liderlik eden General Petit, selam durulması emrini verdi.
Napoléon merdivenlerden indi ve toplanan taburların ortasına girdi. Impara-
tor'un tam sözleri kaydedilmemişse de. General Petit anımsayabilecek kişi ola-
rak yerini almıştı:
Subaylar, astsubaylar. Eski Muhafız Alayımın askerleri! Size veda ediyorum. Yir-
mi yıldır sizden memnundum. Sizi daima zafer yolunda buldum.
Müttefik Güçler tüm Avrupa'yı bana karşı silahlandırdılar. Ordunun bir bolümü
görevlerine ve Fransa'nın kendisine ihanet elti... Sizlerle ve sadık kalan diğer ce-
sur insanlarla, savaşı bir üç yıl sürdürebilirdim. Ama bu Fransa'yı mutsuz ederdi
ve benim açık amaçlarıma ters düşerdi, O yüzden, Fransa'nın seçmiş olduğu yeni
hükümrana sadık olun. Uzun süredir mutsuz olan bu sevgili Patrie'yi (vatanı)
terk etmeyin.
Kaderime üzülmeyin. Sizin mutlu olduğunuzu bilirsem ben de her zaman mullıı
olacağım. Ölebilirdim... Ama hayır. Onurlu yolu seçtim. Yaptığımız her şeyi yaza-
cağını. 45
Generale sarıldıktan sonra "Bana kartalı getirin" dedi. Sancaktaki kuşu, "Sev-
gili kartal, bu ö p ü c ü k tüm cesurların yüreklerinde yankılansın" diyerek üç ke-
re öptü. Son olarak: "Adieu, mes enjants" (Elveda ç o c u k l a r ı m ) dedi. " Ç o k kez
kendi kanları akarken soğukkanlılıkla izleyen o kır saçlı savaşçılar, gözyaşları-
nı tutamadılar." 4 6 Napoléon geniş adımlarla arabaya yürüdü, sertçe yerini aldı
ve oradan ayrıldı.
Paris'in 55 k m . güney doğusundaki Fontainebleau Şatosu, Napoléon'un
en sevdiği ikametgâhıydı. Ortaçağ d ö n e m i n e ait bir av k ö ş k ü n ü n çevresine I.
François tarafından inşa ettirilen şato, 1 5 2 8 tarihliydi ve Rönesansın Fran-
sa'daki ilk nefeslerinden birini simgeliyordu. Yoğun ormanının meşe ve çam
ağaçlarıyla çevrili olan şato, gerçek kaçış ve rahatlamayı sunuyordu. Versail-
tes'dan daha az kısıtlayıcı olarak, herhangi başka birinin zaferinin gölgesini ta-
şımıyordu. Binalar, bir dizi avlu çevresine dizilmişti: la C o u r Ovale, la Cour
Rivolulıo: K<ıcg('iS(] İçinde Bir Kıla, y. ] 770-1815 799
Siı, Sız Majesteleri İmparatorun ayaklarına hiç kimsenin bizden zorla alamayacağı
silahlar serdik... Polonyalılar olarak yüzyılın en şaşırtıcı adamına hizmet ettik...
Sir. şanssız bir prense sunulan sonsuz bağlılık yeminimizi kabul edin... 53
İmparator Napoleon'u Avrupa'da barışın tekrar sağlanması için tek engel olarak
ilan eden Müttefik Güçleri karşısında, yeminine bağlı olan İmparator Napoleon
kendinin ve varislerinin Fransa ve İtalya tahtlarından leragât ettiğini ve Fran-
sa nın çıkarları uğruna yaşamı dahil hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağını bildı-
Karşımda, daireyi vahşi bir hayvan gibi hızla adımlamakta olan, apolelli, mavi
pantolonlu ve kırmızı çizmelı, tıraşsız, taranmamış, üst dudağı ve göğsüne bol bol
enfiye dökülmüş kısa boylu, akli! görünüşlü bir adam gördüm. 55
ON DOKUZUNCU yüzyılda daha önceden bilinen her şeyi aşan bir dinamizm
vardır. Avrupa daha önce asla olmadığı kadar güçle titreşime geçmiştir: Tek-
nik güçle, iktisadi güçle, kültürel güçle, kıtalar arası güçle. Bu yüzyılın başlıca
simgeleri motorlarıydı; lokomotifler, gazhaneler, elektrik dinamoları. "Güçlü
olanın hayatla kalmasını" öven popüler evrim görüşüyle olsun, en sağlam sını-
fın zaferini vaaz eden tarihi materyalizm felsefesiyle olsun. Üstün İnsan kül-
lünde veya emperyalizmin kuramı ve pratiğinde olsun; ham güç başlı başına
bir değer haline getirilmiş gibiydi.
Aslında Avrupalılar, kendilerini yalnızca güçlü değil aynı zamanda üstün
hissetmek için yaratılmışlardı. Kendilerini çevreleyen alışılmamış "güçlerden"
sonsuz bir biçimde etkilenmekteydiler. Elektrik akımından dinamite yeni fizik
güçler; nüfusun daha önce görülmemiş bir hızla büyümesine eşlik eden yeni
demografik güçler; "kitleleri" toplumsal ilgi alanının ön saflarına taşıyan yeni
toplumsal güçler; pazar ve teknolojilerin koşut olmayan gelişimini artıran yeni
ticari ve endüstriyel güçler; milyonlarca insan ve makineyi harekete geçirebi-
len yeni askeri güçler; kitlelerin ilgisini çeken "hareketler" başlatan yeni kül-
türel güçler; dünya çapında tartışmasız üstünlük kazanan yeni siyasi güçler
görmüşlerdi.
Aslında bu, Avrupa'nın zafer dolu "güç yüzyılıydı." Yüzyılın liderleri, baş-
langıçta "dünyanın atelyesi" Büyük Britanya, sonraki onyıllar esnasında, "gü-
neşte bir yer" bulma yolundaki başarısızlığı tüm bir büyük binayı yıkıntıya çe-
virmeye yarayan Almanya idi. Yüzyılın kurbanları ve kaybedenleri, uyum sağ-
layamayan veya rekabet edemeyen tüm halk veya halklardan oluşuyordu: Çift-
çiler, dokumacılar, kentli yoksullar; sömürge halkları; irlandalılar, Sicilyalılar
ve milyonlar halinde göç etmek zorunda bırakılan Polonyalılar; Doğunun üç
imparatorluğu -Osmanlı, Avusturya-Macaristan, Rusya-, Yüzyıl, Fransa'daki
devrimden sonraki dönemde başlamış ve diğer bir devrimin, Rus devriminin
öncesinde bitmişti. Tüm Avrupa'nın sözde hakimi olan ve gücün metresi oldu-
ğunu iddia eden Napoleon'la başlamıştı. "Komünizm, Sovyet Gücü, artı tüm
ülkeye elektrik götürülmesidir" iddiasında bulunan Lenin ile bitmişti.
Ebette, on dokuzuncu yüzyılın güç deneyiminin yirminci yüzyılınkinden
daha az olduğu iddia edilebilir. Sonuçla, buhar ve elektriğin potansiyeli nükle-
er fisyonunkiyle karşılaştırılamaz. Bir trenin muhteşem hızı, uçakların veya kı-
talar arası roketlerin hızıyla rekabet edemez. Her ne kadar büyük olsa da, em-
peryalizm ve sömürgeciliğin ezicilik kapasitesi; faşizm ve komünizmin totali-
ter Oranlığına çok zor benzetilebilir. Ancak sorun, on dokuzuncu yüzyıl insanı
için gücün mucize ve umut kaynağı; yirminci yüzyıl insanı içinse kuşku kay-
nağı olmasıydı. Sanayi Devrimini Çevrecilikten ayıran ara devrede davranışlar
dönüşüm geçirdi. 1805'te keşfedildiğinde elektriğin yararlarından kuşku du-
yulmuyordu; nükleer gücün yararları ateşli tartışmaları kışkırttı. Sanayileşme
veya sömürgecilik bir zamanlar ilgili herkes için büyük bir adım olarak görü-
lüyordu. Artık en iyi olasılıkla, karışık nimetler getirdikleri düşünülebilir.
Güç ve hız psikolojisi her lürlü kabulün ötesinde değişti. 1828'de, dünya-
nın ilk yolcu treni Liverpool ve Manchesier arasında işlerken, üst düzey bir
İngiliz siyasetçiye saatte yirmi dört mil hızla yol alan Rocket adlı tren çarptı ve
ölümüne neden oldu; uyarılara rağmen uygulamaları anlayamamıştı. 1898'de,
İngiltere'de ilk kez toplu taşıma araçlarına topluma açık yollarda izin verildiği
zamanlarda yalnızca saatte dört mil hız kısıtı konulmuştu, böylece önde kır-
mızı bayraklı biri rahatlıkla gidebilirdi. Bugünlerde Alman otobanlarında saat-
te yüz mil hızla, Fransız TGV'sinde saatle iki yüz kırk mil hızla ve Ç o n c o ı -
de'da saatte bin mil hızla seyahat eden milyonlar hiçbir şeye dikkat etmiyorlar.
Çünkü on dokuzuncu yüzyılın güç ve hızı aşina hale getirildi; aşinalık da al-
dırmazlığı besledi.
Doğal olarak, çoğu Avrupalı ellerine verilen gücün ne kadar büyük oldu-
ğunun farkında değildi. Aceleci ve hırslı olanlar onu sonuna dek sömürmeye
baktılar, akıllılarsa onu temkinli kullanmaya. Yüzyıl başında lider olan İngiliz-
lerin Kıta meselelerine kurnazca girmekten başka pek fazla tercihleri yoktu.
Dönemin en güçlü sanayi ve askeri biriminin yaratıcısı olan Otto von Bis-
marck da böyle yaptı. Demir Şansölye Almanya'yı büyük bir güce çevirdi, ama
evrensel bir tehdite değil. "Demir ve kan" ( 1 8 4 9 ) veya "kan ve demir" hakkın-
daki en iyi bilinen sözleri savaş hakkında değil, bütçe ve toplumsal olaylar
hakkında söylenmiştir. Yüzyılın en büyük devlet adamı olarak, devlet adamlı-
ğının bile sınırlarını kavramıştı; "olayların akışını kontrol etmek değil, yalnız-
ca zaman zaman tersine çevirmek" istiyordu. Goethe'nin epigramlarındaıı biri
"in der Beschrânhung zeigt sich erst der Meisler" der (Hükmeden ölçülülük mu-
zaffer olur ya da deha ne zaman duracağını bilmekten ibarettir). 1 Bismarck'
dan sonra gelenler bu tür bir ölçülülük uygulamadılar.
Bazı beklentilerin aksine, Avrupa'nın çağdaş güçle tanışması Hıristiyan
kültürünü canlandırdı. "Demiryolu Çağı" aynı zamanda kas gücüne dayalı
Hristiyanlığın da çağıydı. Mühendisler, misyonerler eşliğinde dünyayı dolaştı-
lar. Hızla değişen dünyada kırılganlıklarını hisseden insanlar, eski model din-
darlık ve disiplinin peşine düştüler. Aklı olmayan makinelerin aksine ve artan
Romantizm akımına uygun olarak, kutsal güvene daha fazla ihtiyaç, doğa üs-
tünü kabul etmeye daha büyük bir hazırlık, "varoluşlarının derinliğini" dene-
meye bir heves duydular. Öldüklerinde yaşamlarını "Ruhani Demiryolu"nda
bir yolculuk olarak görmeye karşı değildirler:
BENZ
MANNI İKİMİ,I CARI. BKN/, (1844-1929). 1885'ıe kendinden itmeli, üç tekerlekli, pet-
rolle çalışan bir motor wagen yaptı. Sık şık "ilk motorlu araba" olarak nitelendirilen
araba, iki yüz yıllık araba tarihinde yalnızca bir y a n yolu temsil ediyordu. Nicholas
Cııgnol (1725-1801) tarafından yapılan buharla çalışan bir araç 1769 gibi erken bir
tarihle automobile adını almıştı. 1850'ye gelindiğinde buhar arabaları yaygın olarak
hizmete girmişti. Ancak motorlu ulaşıma gerçek geleceğini veren. Nikolaus Otıo
(I876). Gotllieb Daimler (1885) ve Rudolf Dicsel'in (1897) dört zamanlı, içten yan-
malı motorlarıydı.
Orijinal Benz üç tekerleklisi Münih'teki Deutsches Museum ela sergilenmekte-
dir Dıferensiyel dişlilere bağlanmış olan seksen parmaklıklı, sağlam janılı tekerlek-
leri ve dik bir kol tarafından idare edilen bir adet finde ilen giden bir tekerleği vardı.
Kalkık bir kolluğun allında bulunan motoru elektrikli kontağa sahipli. Bir beygir gü-
cünden azdı. ama saatte 16 km yapıyordu. Karoseri yoktu. 1
Avrupa motorızasyonuna André Michelin'in pnömaiik tekerleği (1888) ve Ame-
rikan seri ürcııın yöntemleri büyük oranda yardım elli (1908). Motosikletler, kam-
yonlar ve otobüsler çabucak çoğaldı. Yüzyıl değişimini Fabbrica liatiana di Automo-
hilismo di Torino (KİAT. 1899) ve Paris'teki Renault gibi büyük firmalar karşıladı.
Daimler-Benz "Mercedes" (1901) ve Rolis-Raycc "Gümüş Hayalet" (1906) lüks ve gü-
venilirlikle yeni standartlar gelirdiler, (beninin bir Rolls-Royce'ıı vardı). İki dünya
savaşı artan araba sahipliği oranındaki arıışı durdurdu, ama ulaşım araçları ve sü-
rücü sayısı arttı. Popüler molorizasyon Hitler'in 1938'de Volkswagen 'Böcek' aracı-
nı törenle tanıtmasıyla bir dönüm noktasına ulaştı. İskandinavya'da motorlaşırıanın
öncüsü Göteborg'daki Volvo ve Çekoslovakya'da^ öncü de Plzen'deki Skoda idi. İki
dünya savaşı arasındaki dönem Polonyasmda ruhsalla bir Polski Plat, yapıldı. Genel
molorizasyon dönemi löbO'den sonra Batı Avrupa'ya. 1960ların sonundan itibaren
de Sovyet Blokuna ulaşiı.
Teknoloji tarihi genelde "ilkler" hakkındaki iddialarla doludur; bu iddialar, tek-
nolojik ilerlemenin genelde işbirliğine dayalı ve kümü latif doğasını çarpıtır. Ancak ni-
celiksel değişim anları da yok değildir. Güçlük onları tanımlamakladır. Örneğin, ilk
güç kullanılan uçuş ne zamandır'.' I.aunoy ve Bienvenu'nun "yaylı" helikopteriyle
Henry Giliard'ın buharlı hava gemisi (1852) ve elli metrelik bir uçuş yapan Glömenı
Ader'in petrole çalışan uçağı ve K. K. Tsiolkovsky'nin deney roketleri arasında seçim
yapılabilir. Çoğu eser. 17 Aralık 1903'fe Dayton'da (Ohio) yapılan bir uçuşu tercih
etmekledir. Ancak onlar farklı bir kategoriye, "güç kullanılan ve kontrollü uçuşa" de-
ğinmekledir. 2
Cl I AI.ONS - SUR • SAONF'DAKI eski hır çildik avlusu dünyan m ilk fotoğrafına gö-
rüntü olarak geçirilmiştir-1826 da bir gün Joseph Nieephure Niepce sekiz saatlik bir
poz sonrasında, kurşun ve kalay alaşımı bir plaka üzerinde görümü ekle etmeyi ba-
şarmıştır. ün (iç yıl sonra Niepec.'in ortağı. I.oıns Oaguerre (I7B9-18") I) otu/, dakika-
lık bir poz ile, ışığa duyarlı gümüş kloril kaplı bakır plakalar üzerine görünlii verebi-
len bir fotoğraf sistemini geliştirmeyi başarmıştır. Dagucnviyııc denilen bu sisıem.
uzun bir evrim sürecinden sonra popüler kutu kamera, renkli film, sinema filmleri,
sesli filmler. x-ışınlan. kızıl-allı (enfraruj), minyatür fotoğraf ve çok yakın geçmişle
elektronik camcorücriarâ öncülük e t m i ş t i r . 1
Fotoğrafçılığın savaş ve barış üstündeki etkileri göz ardı edileme?.. Temsili sa-
natın raison ( f r t / r l n i n yıkılmasına yardımcı olmuştur |IZLENİM|. Halkın, kendisine
ve çevresindeki dünyaya olan görsel bılınçliliğinı değiştirmiştir. Bilimin ve iletişimin
her dalının düzenini değiştirebilecek güçlü bir araç vermiştir. Tıpkı aile portrelerinin
toplumsal hayatın algısını evrimleştirıiigi gibi Kırım Savaşının resmileri dc askeri
anlaşmazlıkların gerçeklerini dünyanın dikkatine sunmuştur. Aynı zamanda fotoğ-
rafçılık, tarihi kayıtlara da yeni bir boyut getirmiştir. Sesin kaydcdılebilmesınden el-
li yıl önee (SESİ fotoğraf koleksiyonları, geçmişin tüm olaylarının gerçek görüntüleri-
ni bir araya toplamaya başlamıştır |AUSGHWITZ|.
Şu anda fotoğrafçılığın gerçekçiliği hayal kırıcıdır. Örneğin resmi Sovyei fotoğ-
rafçılığmdaki röLuş sanalının adı çıkmıştır. Stalın, Troçki'nin büiiin varlığını tüm ka-
yıtlardan sildiııniştir: Gorbaçev'in göze hoş görünmeyen doğum lekesi neredeyse
H)8r>'e kadar silinmiştir, liıı dürüsı fotoğrafçı bize öznel açı seçimi, anlık cnsıante-
neicr. ışık. ton ve yapısal oyunlarla bunların da ötesinde seçtiği konuyla gösterdiğin-
den daha çoğunu gizlemeyi hedefler. Kamera, tıpkı tarihçi gibi her zaıııan yalan söy-
ler.
J856'DA BİR GUN on sekiz yaşında bir öğrenci, hol yapraklı hır Londra banliyösü
olan l l a r r o w ' d a k i evinin arka odasında deneyler yapmaya başladı. Sonradan Sir Wıl-
liam Henry Perkin (1838-1907) olacak bu çocuk, sılına ilacı olan KinJn'in sentetik for-
munu üretmeye çalışıyordu. Ünü anilin siilfat potasyum diknomalla okside etmek ye-
rine başka bir çökeltiye dönüştürdü. Bunu kuruttuktan ve alkolünü aldıktan sonra,
daha önce hiç kimsenin görmediği parlak bir renk gördü. Bu dünyanın ilk sentetik bo-
yasıydı. Buna "Sur M o r u * (Lübnan'da bir kent) adını verdi. Fransız kimyagerler, ebe-
gümeci çiçeğinden (matnv) hareketle buna sonradan matıvcitıc adını verdiler. 1
ch3
N H ,'2
İki yıl sonra. Perkin maııvcim>\ ticari olarak üretmeye hazırken. Kraliyet Kim-
ya koleii'den bir başka genç Johanıı Peter Gniess, tepkimeyi çözümlemiş ve şaşııiıcı
sonuçlara ulaşmıştır. Anilin gibi basil, aromaıik aminlerin, hidroklorik asıl ve sod-
y u m ııitrik karışımıyla uygulandığında, diazo bileşikleri verdiğini ortaya çıkarım ış-
tır. Bunlar, azo boyalan diye bilinen çarpıcı renkli ürünleri oluşturmak için fenol bı-
leşikleriyle veya aromaıik aminlerle dönüşümlü tepkimeye sokulur. Örneğin anılın,
hidroklorik asil ve sodyum mır it karışımıyla uygulandığında bcnzeııcdiazonium klo-
r i ı ortaya çıkar. 1 Bu dıazo tepkimcsındeki analılar özellik, diğer boyalarda da oldu-
ğu gibi. ışığı çok farklı bir dalga boyunda absorbe eden vc son ürüne kendine özgü
bir renk kazandıran bir atom grubu olan kroınoîor molekülünde yatmaktadır.
Maüvcine'm açtığı yolu diğer yapay renkler izledi: Magcnta ve Violeı Impcrıal
(Galibarda ve menekşe) (1860). Bh:u dc l.yon (l.yon mavisi) (1862), Anilin sarısı ve
anilin siyahı (1803). Dahlia Pembesi. Perkin Yeşili ve Manrlıcsler vc Blsnıarck Kah-
verengisi (1864). Alizarin Kırmızısı (1871) ve Londra turuncusu (1875). İngiliz Posta
idaresi 1881'de maıjıcmc). unlu "I pcııılık Leylak rengi" pullarını basmak için seç-
tiğinde. bu rengin artık modası geçmişti. Ama rengin estetiği bir daha asla aynı ol-
madı.
Renk. maddenin temel özelliklerinden birini ve Vııına bağlı olarak insanların
çevreye tepkilerinin lenıel unsurlarından birim oluşturduğundan Avrupa'da, sarı ge-
leneksel olarak korkaklıkla özdeşleşlırilmiştır, kırınızı sinirlilik, siyah ise depresyon-
D y n o m o : D ü n y a n ı n G ü < Me/Jet-jı, 1 8 ( 5 - / 9 1 4 821
Geleneksel Avrupa aile yapısı hep geniş, karmaşık, sabit ve ataerkil olarak dü-
şünülürdü. Modern araştırmalar bu klasik Batı ailesi nostaljisinin bazı önyar-
gılarıyla mücadele etmişlerdir ve küçük, basit aile yapısının ve çekirdek aile-
nin tamamen modern icatlar olmadıkları görülmüştür. Bu yüzden modernizas-
yonun aile yapısı üstüne çok büyük etkisi olmadığını kabul etmek güçtür. Mo-
dern hayatın, aile yapısına zarar verdiğine kesinlikle inanılırdı ve bu görüş
Frédéric Le Play'i ( 1 8 0 6 - 1 8 8 2 ) aile tarihinin öncüsü ve La Famille Souche veya
"kök aile" kavramını ortaya atma konusunda güdülemiştir. 7
Kadınların hayat koşullan kökten bir değişime uğradı. Geleneksel kırsal
bayat, kadınlara adil bir iş bölümü, gebeliğin ve anneliğin baskılarım azaltan
genişlemiş bir ailenin varlığını sağlamaktaydı. Modern kent hayatı, erkeği ilkel
bir eve ekmek getiren insan haline sokmuştur ve kadına yalnız bir ev işçisi, ev
kâhyası rolünü veya çalışan kesim düşünülürse sırtında üç kat yük taşıyan bir
işçi, evdeyse hizmetçi ve ebeveyn rolünü vermiştir. Kibar toplumun resmi da-
vetlerinin arkasında yadsınamayacak büyüklükte bir fahişelik, sosyetenin
umutsuzluk ve erken ölümden oluşan bir yeraltı dünyasının yatıyor olması
hiç de şaşırtıcı değildir.
Sanayileşme dalga dalga göçe neden oldu: Önceleri yerel veya mevsime
bağlı köyden fabrikaya, sonra bölgesel olarak kırsal kesimden kentlere ve
1850'lerden sonra uluslararası ve kıtalar arası olarak tüm Avrupa ve ABD'niıı
sanayi kentlerine. Denetimsiz göç kentlerde insan fazlasına, serseriliğe, konut
kıtlığına, evsizliğe, tifo ve kolera salgınlarına, işsizliğe, dirençli ve düzeltile-
mez yoksulluğa neden oldu. Bunların içinde en kötüsü salgınlardı, tıpkı Avru-
payı kasıp kavuran 1830-1835, 1 8 4 7 - 1 8 4 8 , 1853-1856, 1865-1867, 1869-
1874, 1883-1887 ve 1893-1895 yıllan arasındaki kolera salgını gibi salgınlar
Dyııamo: Dünyanın Güç M i r k e n , İ 8 1 5 - J 9 1 4 823
SANI TAS
LRALLAR'DA bir kent olan Orenburg'da 1829'da görülmemiş bir kolera salgını baş-
ladı. 1830'da aynı salgın Moskova'da görüldü. 1831'de Macaristan. Avusturya ve
Prusya'ya bulaşmadan önce Polonya'yla savaşan Rus Ordusuyla yayılmaya başla-
dı. Londra'ya 1832'nin Şubatında, Paris'e Martta. Amsterdam'a Haziranda vc ora-
dan da İskandinavya'ya yayıldı. İspanyollar karantinadan geçmemiş tıütiin göçmen-
leri uzaklaştırarak salgını bir dereceye kadar önlediler. Ama I833'ün Ocak ayında
kolera Oporto'da görüldü ve İspanya'ya Portekiz'den girdi. Hakkında henüz bir şey
bilinmezken, Avrupa, izleyen doksan yıl içinde dünyaya art arda yayılan altı kolera
salgınının ikincisinin sınır haltında yer aldı ve Rusya, Avrupa'ya bakterilerin giriş
kapısı haline geldi" ISALGINJ.
Salgının etkilerinin çok ölümcül olmasına rağmen işleyişi tamamen anlaşıla-
mamıştı. Clıolcra eski Yunancanın "oluk" anlamına gelen sözciiğündcn gelir ve tam
olarak hastanın tüm özünü boşallabılen bağırsak kasılması anlamına gelir. Tıbbi
çevreler birçok ad altında görülebilen bu dizanteri benzeri hastalığın aslında aynı ol-
duğu konusunda emin değillerdi. Ama hastalığa yol açan etkenin, mikroplu su kulla-
nılması sonucu ince bağırsağı etkileyen ve ! 883'tc viloriorholcrae ot adı allında ta-
mamlanan bakteri olduğu anlaşıldı. İlk olarak Hindistan'daki İngiliz askeri hekimleri
tarafından bulundu ve önlemenin en iyi yolunun basil, hijyen teknikleriyle kullanıl-
ması gereken temiz su olduğunun farkına varıldı. 1817-1823'teki ilk patlama As-
ya'mn doğusunda baş gösterdi. Fakai 1829-1851. 1852-1859. 1863-1879. 1881-
1890 ve 1899-1923 yıllarında Avrupa'yı ziyaret eden sonraki ataklar intikam gibiy-
di. ABD'de on beş yılda ölüm saçan ikinci atak. 1847-1851 yılları arasında Avru-
pa'da son bir Fırlayışla finali yaptı. 1848'dc İngiltere'de elli üç bin ve 1849'da Fran-
sa'da da buna yakın sayıda insan oldu. 1850 yılında Paris'te, tanrıya koleranın ça-
resiz kurbanlarına merhamet etmesi için yakarmak üzere bir heykel dikildi.
Bununla beraber yardım için e! ele verildi. Kolera ulusal ve uluslararası düz-
lemde Avrupa'nın ilk örgütlü insan sağlığı girişimcilerini harekete geçirme gibi bir
farka sahipti. I848'de Britanya'nın yeni gelişmekle olan kentlerindeki pis konumlar
ve yüksek ölüm oranları konusunda girişimde bulunmak üzere. Londra'da Genel
Sağlık Kurulu kurulmuşun'. Yerel yönetimleri lağım sularının etkin tahliyesinden ve
temiz su sağlanmasından sorumlu tutan Disraeli'nin Kamu Sağlığı Yasasıyla destek-
lenen bu kurul. Birleşik Krallığı daha etkili bir şekilde korumuştur. İtalya veya Avus-
turya-Macaristan'daki kayıpların ancak onda biri olan on beş bin kayıp vermişler-
dir. Beşinci salgında Hamburg (1833) sekiz binden daha fazla ve Moskova'yla St.
Pelersburg (1893-1894) sekiz yüz binden daha fazla kişiyi kaybedince. Britanya son
yerel kolera salgınını önlediği için çok övünmtişlür,
III. Napoleon 1851 yılında Uluslararası Sağlık Konl'eransı'nın Paris'le yapılma-
sına yönelik girişimde bulundu. Bu konferansın amacı hastalıkların, özellikle kolera-
nın yayılışı ve korunma önlemleri hakkında bilgi alış verişiydi. O zamanlar ne Paste-
ur ne tle l,isler bakteorioloji hakkındaki öncü buluşlarını yapmışlardı. Fakat hijyen
üzerine birçok konferans verildi ve 1907 yılında YVllü'nun öncüsü Uluslara rast Sağ-
lık Örgülü Paris'le kuruldu. Bundan sonra, özellikle Polonya'da. Kolera! sözcüğü sa-
dece Avrupa'nın en gözde sövgiiterinden biri olarak kaldı.
Tam Avrupa kolerayı eveilleştirdiğini sanarken. onunla sanki alay edercesine
sapkın bir nezle liirü koleranın itim zaferlerini geride bırakmıştır. Ocak 1918'dc lo-
wa'da domuz ateşi olarak onaya çıkan grip salgını. 1918-1919 arası Birleşik Devlet-
ler Ordusu ile Avrupa'ya yayıldı. Biiukaiarrh olarak bilmen "Klandrc Gribi" ve İs-
panya Krallığına yayılan "İspanyol Güzeli" adlı enfeksiyon, sağlıklı genç yetişkinleri,
özellikle kadınları etkisi altına aldı. I. Dünya Savaşının sıcak aylarında salgın Al-
manya'yı harab edip. giribin çok önemsenir bir hastalık olmadığı yerlerde, büyük şe-
hirlerin iş gücünü felce uğratıp, askeri güçlerin dağılmasını vc hareketini durdur-
muştur. Üç müthiş zirve yapılmıştır. Temmuz 1918. tikim 1918 ve Şubat 1919'da
|bu grip salgını| milyonlarca Avrupalıyı büyük olasılıkla dünya çapında kırk milyon
insanı, tarihle görülmemiş bir şekilde bir iki ay içinde yok etmiştir.' 2
Eğitim, kültürel alanda sınırlarını büyük ölçüde genişletti. Kent sakinleri artık
temel okuma ve aritmetik bilgileri olmaksızın iş göremez hale gelmişlerdi, ge-
nel eğitim artık her iki cins için de gereklilik haline gelmişti. Ordudaki tesisat-
çı, teknisyen ve çıraklar için teknik eğitim; mühendis grupları ve araştırmacı-
lar için de daha yüksek düzeyde bir bilimsel eğitim istenmiştir. Devlet ve bü-
yük iş çevreleri liderleri; devlet yönetiminin, sömürge ve sanayi bölümleri de
Dynamo Dünyanın Gı<c Merkezi. J S 1 5 - I 9 J 4 825
CARITAS
sız insanları, görülen alanın dışına çıkartarak, onların cinsel tercihlerini, tabularını
ele alarak gıinümiizii "baskıcı Çağ" olarak nitelendirdi. 4 Tiim toplumsal ilişkiler gü-
ce bağlıdır. "Burjuva toplumu" demişti "apaçık ve parçalanmış bir yozlaşma içinde-
dir." 5 On dokuzuncu yüzyıldaki çalışına kolonilerinin sakinlerinin dalla olumlu bir
noktadan görebilecekleri konuları ortaya attı.
(Oy zaman uçuşunu durdur! / Ve sız, uygun saatler / Akışınızı durdurun! / Bıra-
kın da hızla geçen lezzetleri tadalım! ! Bu en güzel günlerimizde.)11
PARNASSE
VIACAR PİYANİST PRANS LİSZT ve Fransız yazar Gcorgcs Sand'i de kapsayan bir
yürüyüş grubu 1835 yazında Cenevre'de lloıcl'de l'Lnioıı'a yerleşmişlerdi. Otel ka-
yıl defterindeki yorumlar onların iyi mizah anlayışları ve o romantik kuşağın bakışı
hakkında birçok şey söylemekledir.
LISZT SAND
Doğduğu yer Parnassus Avrupa
Ikamol yeri Doğa
Meslek Müzisyen Felsefeci
Geldiği yer kuşku Tanrı
Gittiği yer Gerçek Cennet
Pasaport Tarihi Sonsuzluk
Veren makam Kamuoyu 1
1835'ie Avrupa fikri kesinlikle T a m a s s u s ' u n k i n d c n çok daha az fantastikti
Giacama Leopardi ( 1 7 9 8 - 1 8 3 7 ) "Asya"nın Gezgin Çobanın G e c e $arkısı"nı te-
rennüm etmiştir:
(Hâlâ yalnız, ebedi gezgin / Kimler çok düşünceli, muhtemelen sen anlarsın / Bu
dünyevi hayat / Acılarımız, iç çekişlerimiz / Ölen şey bu nihai / Ortadan silinen
geleceklerimiz / Dünyadan can verirken ve uzaklarda yitmek / Aşina ve sevilen
her şeyden.) 12
Sie hat mir Treu' versprochen Benim gerçek aşkım olacağına söz vermişti
Gab mir ein'n Rind dabei Ve bir yüzükle mühürlenmişti
Sie hat die Treu gebrochen Simdi tüm yeminleri bozuldu
Mein Ringlein sprang entzwei Parçalanan yüzüktü
RELAXATIO
İNGİLİZ ÇİZ LR VF PAGCI KD WAR D VVIİVVIPFR. 14 Tem mu/. l 9 Ü 5 ' t e en yedinci de-
nemesinde M a t i e r h o m ya da Moıue Cervino'ya tırmandı. Volttaki 44-10 m.lik Za-
m a t l ' ı n a r k a s ı n d a kule gibi yükselen kaya praıniLlerinden. aşağıya inerken
VV'hympcr'in g r u b u n d a n dürt kişi düşerek öldü. 1
Bu hiçbir şekilde Alillere ilk büyiik t ı r m a n ı ş değildi. Moni Blanc'ıtı d o r u ğ u n a
179971a Ferdinand de Saııssııre tarafından ulaşıldı. Fakat W h y m p e r ' i n muazzam
başarısı alpinizın adında y e m bir spor olarak lanse edilmiş ve eğlenccnııı değişen Lıı-
Dynamo: Dıınv<;ııtıı G u t Merkezi, 1815-İ9H 833
Ilımlarını vurgulamıştı Spor artık boş zamanı olan seçkinlerin malı olmayacaktı. Ve
de avcılık, alış. balık avlama, ala binme, "denize açılma" ve Büyük Tur gibi gelenek-
sel uğraşlarla sınırlandırılmayaeaklı. Bulıııı Avrupalılar yeni spor türleri, yeni heye-
canlar ve Fizik sağlık kaynakları arıyordu.
İki yıldan az. Dır zaman önce, 26 Kasım 1863 günü Londra'da Serberı Mason-
lar Tavernasında Kıılbol Birliği kurulmuştu. Amaç futbol kurallarını standart bir ha-
le getirmek ve örgütlenmiş yarışmalar için bir çerçeve sağlamaktı, (üyuıı hakkında
farklı görüşleri olan temsilciler gidip Rugby Bırligi'nı kurmuşlardı.) Kısa zaman son-
ra profesyonel kulüpler kuruldu ve İngiliz. Futbol Ligi 1888'do oluşturuldu. 2
Bir s o a r / ' L ü r ü olan FB'nin (Futbol Birliği) fulbolu kıtaya hızla yayıldı. Yüzyılın
sonunda futbol Avrupa'nın en tutulan sporu oldu ve en çok izlenen oyun haline gel-
di. Uluslararası Futbol Federasyonu Örgiiıü (KİKA) Avusturya, Belçika. Danimarka,
İngiltere. Finlandiya, Fransa. Almanya. Macaristan. İtalya. Mollanda. İngiltere, İsveç
ve İsviçre temsilcileriyle 1904'ün Mayısında Paris'te kuruldu. Oyunların en eşitlikçi-
siydi. Kskilerden kalma bir aıasözü vardır: "Futbolda herkes kardeştir." : t
(Kim islediği yerde yaşama şansına sahiptir. / Ve tepelerde kartal yuvası / Nasıldır
belki bilir / Parlak ışıklan uykulu gözlerinin kızarması / Ve ruhların çamların fısıl-
tıları altında inlemelerini dinlemek)14
Bir süre sonra Romantizm, çarpıcı başarısı karşısında tepki topladı. Bu tepki,
Klasisizm ideallerinin bir canlanış biçimini: Kısaca neoklasisizm biçimini aldt.
Daha sonra rakip akımlar yüzyıl boyunca önemli etkiler bıraktı. Rekabetleri
özellikle mimarlıkta açığa çıkar. Rakip demiryolu şirketleri, terminal istasyon-
larını zıt stillerde inşa etmiştir. London ve Northwestern şirketi, Euston istas-
yonunu klasik bir zariflikte, Midland Raikvay şirketi, bir kavşak olan St. Penc-
res istasyonunu çok süslü bir neogotik tarzda inşa etmiştir.
Klasik-Romantik karışımı edebiyatta özellikle verimlidir. Zamanın üç de-
vi Aleksander Puşkin ( 1 7 9 9 - 1 8 3 7 ) , Adam Mickievvicz ( 1 7 9 8 - 1 8 5 5 ) v e j . W.
Goethe basit sınıflandırmayı hiçe saymışlardır, çünkü yaptıkları Klasik ve Ro-
mantik değerleri ayrılmaz bir bütün şeklinde birleştiriyordu. Şaheserleri Yev-
geni Onegin ( 1 8 3 2 ) , Pan Tadeusz ( 1 8 3 4 ) ve Fausf ( 1 8 0 8 - 1 8 3 2 ) hepsi hemen
hemen aynı zamanlarda tamamlanan nazım roman ya da nazım-dram şeklin-
deydi. Okur yazarlık hızla arlarken dile olan hâkimiyetleri yazarlara ozan sta-
tüsü verirken, dize ve sözlerini günlük ileşitimde bütünleşmiş bir hale getirdi-
ler. "Ey Litıvo, yurdum, sen sağlık gibisin..." diye ezberden söylemeyen bir Po-
lonyalı, "limon ağaçlarının çiçeklendiği yurdun"dan büyülenmemiş bir Al-
man; "St. Petersburgern Bronz Atlısı" dizelerini öğrenmemiş bir Rus çocuğu
yoktu.
(Burada kaderimizi doga belirledi. ! Avrupa'ya bir pencere açmak için. / Ve deniz
kenarına basacak bir yer elde etmek için.,, / Seni seviyorum Petro'nuıı kurduğu
kent / Senin sert, hoş, dolu görüntünü seviyorum, / Neva'nın muhıe^em akışı, /
Onun sahillerindeki granit,,. / Petro'nuıı kenti tüm görkeminle yükselirsin, / Rus-
ya gibi sarsılmaz yükselirsin! / Fethedilmiş yerler barışı kazanır.) 15
Johann Wolfgang Von Goethe ( 1 7 4 9 - 1 8 3 2 ) sadece ulusal bir ozan değildi. En-
telektüel her konuma hitab eden bir Olympia tanrısıydı. Hızla değişen dünya-
ya karşı olan farkındalığıyla yaratıcılığının geçirdiği sayısız evrim ve ustası ol-
duğu birçok değişik tarz, ona son "evrensel insan" olma iddiasını veriyordu.
Frankfurt-am Main'da doğup, Leipzig ve Strasbug'da eğitim görüp, Weimer da
bir yarı yüzyıl geçiren Goethe şair, oyun yazarı, romancı, filozof, bilim adamı,
gezgin, avukaL ve idareciydi. Başlangıçtaki Romantik eğilimleri 1780'li yıllarda
azaldı, arkadaşı Schiller tarafından güçlendirilen klasik dönemi yaklaşık
1820'ye kadar sürdü. Faust'un geniş psikolojik panoraması, insanın konumu-
nun bir ömür boyu süren tepkilerini içerir. Öldüğünde ulaşılmaza sonsuza
dek ulaşan, Avrupa kültürünün en büyük kültürel döneminin en büyük kişi-
siydi.
Alles Vergängliche
1st nur ein Gleichnis:
Das Unzulängliche
Hier wirds Ereignis;
Das Unbeschreibliche,
Hier ist getan;
Das Ewigweibliche
Zieht uns hinan
(Bütün geçici şeyler / Sadece bir masaldır; / Ulaşılmaz / Burada gerçeğe dönüşür; /
Anlatılamaza ulaşıldı; / Ölümsüz dişi / Bizi ona yönlendirir.) 16
D y n a m o : D ü n y a n ı n Ctı< M e r k e z i , 1815-1914 835
Romantizmin sonraki aşaması hastalıklı bir çiçek olarak kabul edilir. Birçok
sanatçının yakalandığı verem ve onu tedavi ettiğine inanılan afyonla ilişkilidir,
En basit örnek Manchester Gramer Okulundan kaçıp, Oxford uyuşturucu
merkezine gelmeden önce evsizler arasında yaşayan Thomas De Quincy'dir
( 1 7 8 5 - 1 8 5 9 ) . Bir ingiliz A/yonkeşinin itirafları ( 1 8 2 2 ) adlı eseri bir Amerikan
grotesk yazarı olan Edgar Allan Poe ve Baudelaire'in üstünde şekillendirici bir
etki yapmıştır. Slomacki'nin son yıllarındaki ilginç mistik iç döküşleri aynı
hikâyeye aittir. 17 Aynı şekilde veya "süper-romantik", "hepsinin en romantiği"
denilen ve bir şizofren olan Gérard Labrunie veya de Nerval'in ( 1 8 0 8 - 1 8 5 5 )
dizelerinde:
- - - • — - - - - - - •
ELEMENTA
MAYMUN
30 TUV1MU7. 1800 Cumartesi giinü. birkaç yiiz insan, lıilimin ilerlemesi için İngiliz
Derneğinin bir toplantısına katılmak iizere 0\l'ord üniversitesindeki bir topianLı oda-
sını doldurmuştu. Kuramsal olarak. Dr. Draper adındaki Amerikalı bir akademisye-
nin "Bay D a r v i n ' i n görüşleri göz önüne alınarak Avrupa'nın FıUclektüel Gelişimi" ad-
lı çalışmasını dinlemeye gelmişlerdi. Ama aslında, çalışmanın iki ana tartışmacısı
arasındaki yarışmayı izlemeye gelmişlerdi. Bir yanda. Fvrirrı Kuramının ateşli bir
muhalifi olan ve "Soapy Sam" (İyilik Taslayan Sam) olarak bilinen Osford Piskoposu
Samuel Wilberforce oturmaktaydı. Diğer tarafla. Darvvin'in yerinde. " D a r v i n ' i n Bul-
doğu" etiketini kazanmak iizere olan paleonmlog prolesör'I'. II. Hu.\lcy oturmaktaydı.
Kimse Dr. Draper'ın çalışmasını anımsamıyordu. Ancak oldukça neşeli bir ruh
haliyle konuşan piskopos VVİlberlbree. Bay lluvley'e "atalarının büyükannesinin mi
Dynamo: Dünyanın Cuç Mcrfeczı, İ 8 İ 5 - 1 9 M 841
Din yeniden dirildi. Bu diriliş, zengin bir teolojik yazı külliyatı oluşumunda,
kitlelerin büyük coşkusunda ve Hıristiyan dogma ve örgütlenmesinin güçlen-
mesinde ifadesini buluyordu. Bu yeni iklim, kısmen devrimci dönemin aşırı-
lıklarına karşı duyulan tepkiden, kısmen de dini ayrımcılığın daha önce var
olan biçimlerinin ortadan kalkmasından kaynaklanıyordu. Aydınlanma doru-
ğuna ulaşıyordu, ancak dini hoşgörü ilkesi kabul edilmeden önce değil. Pro-
testan devletlerin çoğunda on yedinci yüzyıldan kalan ve Katoliklere ayrım ya-
pan yasalar kaldırılmıştı. Protestanlar, Katolik devletlerin çoğunda eşit haklar
kazandılar. Yahudilik, ortaçağdan beri dışlandığı birçok yerde tekrar kabul
edilmişti. Örneğin Prusya'da 1817'de Luıherci ve Calvinist öğelerin birleşimiy-
le yeni ulusal bir Kilise kurulmuştu; 1850 anayasasıyla Katolik Kilisesi eksik-
siz olarak kuruldu. Avusturya-Macarisıan'da 1857 Ansgleilı'ınm bir parçası
olarak dini hoşgörü garanti altına alınmıştı. Büyük Britanya'da, Roma Katolik-
leri 1829'da Parlamento Yasasıyla ve Yahudiler de 1888'de büyük oranda ser-
best bırakıldılarsa da, her iki grup da monarşiden dışlanmaya devam ettiler.
Fransa'da, Kaioliklerle Cumhuriyetçiler arasındaki gerilime rağmen, Napoleon
Cotıcordat'sı 1905'e dek yürürlükte kaldı. Aşırı Fransız rasyonalistler, kendi
bağnazlıklarıyla meşguldüler, Limoges'da Meryem Ananın göğe çıkış yortusu
ile yarışmak üzere bir matematik festivali düzenlediler.
Rusya'daysa tersine, Ortodoks yapılanması dini çeşitlilik üzerinde sert kı-
sıtlamalar uyguluyordu. Eskiden İsveç'in olan Baltık bölgelerinde yaşayan Pro-
testanlar, Kafkaslar'ın yerli Hırisiiyanları ve Orta Asya'daki Müslümanlar ol-
dukça geniş bir ölçüde özerklikten yararlanıyorlarsa da, Yahudiler, Roma Ka-
tolikleri ve eskiden Polonya'ya ait olan bölgelerdeki Uniateler, devlet deneti-
mi, baskı ve ayrımla karşı karşıyaydılar. Yahudiler yasal olarak Yerleşim Bölge-
si adı verilen verlerde yaşamak zorundaydılar (Bkz. Ek. 111, s. 1371); bu
yerlerin ötesinde yalnızca özel izinle yaşabiliyorlardı. Roma Katolik Kilisesi,
sözde Kutsal Meclis aracılığıyla yönetiliyordu ve Vatikan'la tüm doğrudan te-
maslardan yoksun bırakılmıştı. St. Petersburg, kendi koşullarında 1849 Coıı-
cordöi'sını düzenlemeyi başarana dek Roma'yla tüm yasal bağlarını reddetti.
Uniateler, 1839'da imparatorlukta ve J875'te Kongre öncesi Krallık Plonya-
sı'ııda zorla Ortodoksluğa geçirildiler. St. Petersburg, Concorda/'sını düzenle-
meyi başarana dek Roma'yla tüm resmi bağları reddetti. Uniateler, 1839'da im-
paratorlukta ve 1875'te Kongre öncesi Krallık Plonyasında zorla Ortodoksluğa
geçirildiler.
Dynflmo: Dim yan İM GÜÇ Mı'il;t";ı, I815-19H 843
BERNADETTE
181 t'de Prusya'daki Birlik Kilisesi, Luthercilerle Kalvinistleri bir araya getirdi.
Britanya ve Yabancı Ülkeler Kitabı Mukaddes Derneği ( 1 8 0 4 ) , YMCA ( 1 8 4 4 )
ve YWCA ( 1 8 5 5 ) , mezhepler ve uluslararası işbirliğinin oncu örnekleriydi.
Genel olarak, Afrika ve Asya'daki rakip misyoner organizasyonlar eyleme ge-
çinceye dek Roma Katolik hiyerarşisi üstte kaldı. 1910'da Ldinburg'ta yapılan
Dünya Misyoner konferansı, daha sonraki ekümenik hareketin bilinen iki kay-
nağından biri olan Uluslararası Misyoner Konsevi'nin doğmasına yol açtı.
On dokuzuncu yüzyılda siyaset, üstünlükleri yeniden sağlanan, ancak da-
ha sonra dönemin üç büyük hareketi tarafından (Liberalizm, Ulusçuluk ve
Sosyalizm) zayıflatılan monarşilerin kaderi üzerine odaklanmıştı. Genelde ba-
zı önemli hasarlara rağmen, monarşiler sağlam kaldı. 1914'te, kutsal taçlarda,
bir yüzyıl öncesinde olduğundan daha fazla yönetici baş vardı, Ancak bunlar
yalnızca yöneticilerle yönetilenler arasındaki bağın yapısının derinden değişti-
rilmesi sayesinde ayakta kalabildiler.
SYLLABUS
sında tartışılmaya haşladığında, pek çok insan Roma Katolik Kilisesinin, lüııı hoşgö-
rıiye. tiım rasyonel düşünceye, her tür evliliğin sona ermesine, her l ü r ulusal self de-
terminasyona ve her ıılr toplumsal yardımseverliğe amansız, hır hiçimde karşı çıktı-
ğına ikna olmuştu.
Siyasal cephede o doneme bakıldığında Vatikan'ın avukatlarının tüm sosyalist-
leri, komünistleri, gizli cemiyetleri, bağımsız Kitabı Mukaddes okuyucularını ve libe-
ral din adamlarını aynı cehennem halkasına yığması sıradışıdır. Ancak bu o döne-
min bir işaretiydi. Avrupa'nın diğer yerlerindeki oldukça entelektüel muhafazakarlar
da aynı şekilde düşünüyorlardı. Dönemin en büyük beyni olduğu iddia edilebilecek
olan Kyador Dosleyevskl, M ad ele I8'i sonuna dek takdir etmiş olabilir. Ancak özellik-
le Rus bakış açısına bağlı olarak "ve mm Roma Katolikleri" diye eklemek istemiş
olabilir. 2
Liberalizm, iki koşut çizgide gelişti: Siyasal ve iktisadi. Siyasal liberalizm, rıza-
ya dayalı yönetim şeklindeki temel kavrama odaklanıyordu. Bu akım adını
1812'de İspanyol monarşisinin keyfi yetkilerine karşı kendi anayasalarını ha-
zırlayan İspanyol liberales grubundan alıyordu; ancak kökleri çok daha geride,
aydınlanma ve ötesinin siyasal kuramlarındaydı. Aslında erken tarihinin çoğu,
bölümü sınırlı yönetimin ortaya çıkışından ayırt edilemez haldeydi. Liberaliz-
min ilk kalıcı başarısı Amerikan Devrimi olarak görülebilirse de, İngiliz parla -
mentoculuğu ve ilk olarak da Fransız Devriminin anayasal aşamasında olduk-
ça etkisi olmuştu. En ayrıntılı haliyle cumhuriyetçiliği kucaklıyordu; ancak
çoğu liberal, popüler, sınırlı ve insaflı bir monarşiyi, istikran destekleyen bir
elken olarak hoş karşılıyordu. Liberalizm taraftarları, her şeyin üzerinde hu-
kukun üstünlüğü, bireysel özgürlük, anayasal usuller, dini hoşgörü ve insanın
evrensel haklarını vurgu!uyorlardı. Nerede olursa olsun, Tacın, Kilisenin veya
aristokrasinin kendinden menkul ayrıcalıklarına karşı çıkıyorlardı. On doku-
zuncu yüzyıl liberalleri, aynı zamanda sağlam vatandaşlığın ve sorumluluk sa-
hibi akıl yürütmenin temel kaynağı olarak gördükleri mülkiyete büyük ağırlık
verdiler. Sonuç olarak, mutlakıyetin kanatlarını kısaltmakla ve modern de-
mokrasinin temelini atmakta baş rolü oynarken, evrensel oy hakkı veya eşit-
likçilik için radikal şemaları öngörmeye hazır değillerdi.
İktisadi liberalizm, serbest ticaret kavramına ve bununla ilgili olarak, yö-
netimlerin koruyucu tarifelerle iktisadi yaşamı düzenlemesine karşı çıkan lais-
sez-jaire doktrinine odaklanmıştı. Bu görüş, varlıklı insanın, gereksiz sınırla-
malar olmaksızın licari ve endüstriyel etkinliklerle uğraşma hakkını vurgulu-
yordu. Enerjisi, bir yandan hem ülke içi hem de ülkeler arasında hüküm sü-
ren iktisadi engelleri kaldırmaya, bir yandan da eski esnaf loncasından yeni
sendikalara dek tüm kolektivist örgütlenme çeşitlerine karşı savaşmaya yönel-
Lilmişti.
İngiltere'nin erken gelişmesi göz önüne alındığında, liberalizmin en inan-
dırıcı açıklamalarının İngiliz yazınında bulunması şaşırtıcı değildir. İktisatta,
David Ricardo'nun ( 1 7 7 1 - 1 8 2 3 ) yazdığı Siyasal İktisadın İlkeleri (1817), Adam
Srrıith tarafından başlatılan klasik iktisat eserlerini tamamlamıştır. Ricar-
do'nun çömezleri. Tahıl Yasası Karşıtı Birlik etkinliklerinde ve J o h n Bright
( 1 8 1 1 - 1 8 8 9 ) ve Richard Cobden ( 1 8 0 4 - 1 8 6 5 ) önderliğinde serbest ticaretin
savunucusu Manchester Okulunun kampanyalarında pratik eylemlere geçLiler.
Siyasal felsefede, John Stuart Mill'in ( 1 8 0 6 - 1 8 7 3 ) eserleri, liberalizmin hoşgö-
rülü ve dengeli bir okulunun anıtı olarak durur; bu eserlerde, daha önceki
yandaşların daha katı ilkeleri törpülenir ve yakın geçmişin tartışma ve dene-
yimleri ışığında değiştirilir. Örneğin Mili kîtsscz-Jaire iktisadını savunur, an-
cak yalnızca kapitalist işverenlerin gücü, işçi sendikalarının haklarıyla aynı
güçte olduğunda. Yararcıların "en büyük mutluluk" ilkesini, babası filozof Ja-
mes Mili ( 1 7 7 3 - 1 8 3 6 ) tarafından iddia edildiği biçimde onaylar, ancak yalnız-
ca mutluluk zevkle karışttrılmadığı zaman. Örgürlıdî Üzerine ( 1 8 5 9 ) adlı de-
nemesinde, yalnızca diğerlerinin haklarını ihlal ettiğinde kısıtlanması gereken
bireysel insan haklarının standart manifestosunu ortaya koymuştur. "İnsan tü-
rünün, herhangi bir sayıdaki insanın eylem özgürlüğüne karışmada haklı ol-
duğu tek yer" der, "nefsi müdafaadır." Kadınların Bağımlılığı ( 1 8 6 9 ) adlı ese-
rinde, feminist davanın en açık argümanlarını getirmiş, erkekler ve kadınlar
arasındaki birçok farkın içinde, onların farklı haklara sahip olmalarını haklı
çıkartan hiçbir şeyin bulunmadığını belirtmiştir.
Ancak Liberalizm üzerindeki merkezi siyasal dram, düş kırıklığıyla so-
nuçlanan devrimin vatanı ve en gelişmiş, keskin ve muhalif siyasal düşüncele-
rin sahnesi olan Fransa'da oynanacaktı. Fransız siyaseti yalnızca muhafazakâr
Katolik kralcıların ve din adamı karşıtı radikal cumhuriyetçilerin karşılıklı ko-
numlarıyla karakterize edilmiş değildi. Eski Jakoben cumhuriyetçi ve "Yurttaş
Kral" Louis Philippe (h, 1 8 3 0 - 1 8 4 8 ) veya sözde liberal ve devrimcilikten dö-
nen imparator, Louis-Napoleon (111. Napoleon, h. 1 8 4 8 - 1 8 7 0 ) gibi paradoksal
figürlerle daha karmaşık hale gelmişti.
Sonuç, aralarına bir dizi şiddetli devrimci patlamalar karışmış olan deği-
şen muhafazakâr ve liberal rejimlerin inişli çıkışlı tarihiydi. XVIII. Louis'nin
(h. 1 8 1 5 - 1 8 2 4 ) ve X. Charles'm (h. 1 8 2 4 - 1 8 3 0 ) Bourbon restorasyonu. 1830
devrimiyle yıkıldı. Louis-Philippe'in Temmuz nıorarşisi 23 Şubat 1848 Devri-
miyle yıkıldı. Kısa ömürlü İkinci Cumhuriyet, kendini imparator ilan eden ve
İkinci Cumhuriyeti kuran kişinin ta kendisi tarafından yıkıldı. İkinci İmpara-
torluk ( 1 8 5 1 - 7 0 ) , Fransa -Prusya Savaşı'ndaki yenilginin ve Paris Komününün
şiddetinin ortasında yıkıldı. 1870'te kurulan Üçüncü Cumhuriyet, yetmiş yıl
yaşadı; ancak yönetimlerin aşırı istikrarsızlığı, toplumsal tartışmalarının canlı-
lığı ve boşluğu, tartışan kampların aşırı heyecanıyla akılda kaldı. 1894 ile
1906 yılları arasında Fransa'yı avucuna alan ünlü Yüzbaşı Dreyfus olayı, Fran-
sa'daki liberal ve liberalizm karşıtı tutkuların hâlâ bir modus vivendi bulamadı-
ğının kanıtıydı.
İspanya'da da benzer şiddet dalgaları hâkimdi; İspanya, bir tür liberalizm
laboratuvarı olarak işlev görüyordu. Exaltados veya "aşın rad i kal 1er" le apostoli-
cos. Kilise destekli monarşistler arasında uzlaştırılamaz bir uçurum vardı.
Dynamo: Dünyanın Güç Merkezi, / 6 ' i 3 - 1 9 i 4 85]
1829'dan itibaren ikinci gruptakilerin çoğu, saltanatta hak iddia eden Don Car-
los (ö. 1855) ve mirasçılarını desteklediler; Don Carlos ve mirasçıları, Basklar
ve Katalanlar arasında sadık destekçilere sahipti. Takip eden yoksullaşmış ve
sefih yöneticiler dizisi, (Ferdinand VU (h. 1814-1843), Isabella (dönemi 1840-
( 3 ) - 1 8 6 8 ) , Alfonso XII (h. 1 8 7 4 - 1 8 8 5 ) ) esen her rüzgâra kapıldı. Sonuç olarak
liberal anayasalar, ortaya çıktıkları gibi yürürlükten kaldırıldı. 1812, 1820,
1837, 1852, 1855, 1869, 1876'da. Din adamlarının entrikaları, aşırılıklar ve iç
savaş günlük olaylardı. Aosta Dükü Amadeo'nun kısa döneminden sonra (h.
İ 8 7 0 - I 8 7 3 ) , kısa ömürlü bir cumhuriyet var oldu. I876'dan sonra Xiil. Alfon-
so (h. 1 8 8 5 - 1 9 3 1 ) yönetiminde, liberal merkez sonunda 1920'lere dek sürecek
anayasal bir monarşiyi kuracak kadar güçlendi (PRADO).
Portekiz, monarşinin kaldırılmasıyla sonuçlanan seksen yıllık bir anaya-
sal mücadeleye katlandı. Anayasa 1826'da, Brezilya bağımsızlığını kazandıktan
ve Kral Pedro, Brezilya imparatoru olarak kalmaya karar verdikten kısa bir sü-
re sonra çıkartıldı. Ancak Anayasanın uygulanmasını önlemek için heı türlü
strateji kullanıldı. 11. Maria ve iki oğlunun mutlakıyetçi yönetimleri 1853'e ka-
dar devam elti. Carlos döneminde (h. 1 8 8 9 - 1 9 0 8 ) İlerlemeci ve Yeniden Can-
landırıcı Partilerin "dönüşümlü" (rolafivos) bakanları Cortès'e hâkim oidular
ve gitıikçe artan cumhuriyetçi duyguları dışlamak için işbirliği yaptılar. Salta-
nat kısa bir süre kral diktatörlüğü halinde doruğa çıktı ve Kral ile Veliaht
Prensin suikasta kurban gitmeleriyle sona erdi. Son Portekiz Kral 11. Manuel
(h. 1908-1910), silahlı kuvvetler 5 Ekim 1910 devrimini destekleyip cumhuri-
yeti ilan edince İngiltere'ye çekildi.
Fransa'nın "Devrimlerinden" her biri, anında Avrupa çapında yansımala-
ra neden oluyordu. 1830'da Paris'teki "Temmuz günleri", Brüksel'deki Ağus-
tos isyanına ve Varşova'daki Kasım ayaklanmasına yol açıı (Bkz. aşağıda). Pa-
ris'le, Lafayetıe'in isyancıların başında görülmesi, gerici X. Charles ve
prêt) e'inin tahttan çekilmesi ve Meclis tarafından Louis-Philippe'in seçilmesine
neden oldu, Brüksel'de Hotel de ViJle'in ele geçirilmesi ve Hollanda ordusu-
nun düzeni sağlamadaki başarısızlığı, Louis Philippe'in oğlu Nemours dü-
kü'nün, gelecekteki Belçika Kralı olarak seçilmesine neden oldu. Hollanda Bir-
leşik Krallığı'nın Belçikalı bölümleri, 1815'ten beri Alçak Ülkeler çıkarlarına
boyun eğmeyi terk etmişlerdi. Belçika'nın bağımsızlığı, anayasal bir monarşi
modelinin yaratılmasını onaylayan güçler tarafından kabul edilebilirdi. Ancak
Kral olarak ortaya çıkan Nemours Dükü değil, Saxe-Coburglu 1. Leopold (h.
1 8 3 1 - 1 8 6 5 ) oldu [GOTHA].
Şubat 1848'de, devrimci hareketin başı 1830'dakinden çok daha güçlüy-
dü ve patlamaların ısısı Britanya ve Rusya dışında tüm devletlere yayıldı. Bu
kez sorun isviçre'de 1845'ien beri, Krakov Cumhuriyetinde 1846'dan ve Sicil-
ya'da 1847'den beri gündemdeydi Louis-Philippe'in tahttan indirilmesi, nere-
deyse Almanya, İtalya, Avusturya ve Macaristan'daki tüm önemli kentleri ate-
şe veren işaret oldu. 1848-1849'un olayları, "Entelektüellerin Devrimi" olarak
nitelendi; bunun temel nedeni Frankfurt'taki Vorparlamerıt ve Prag'taki Slav
Kongresindeki ağır tartışmaların gücü ve Komünist Mani/esto'nun yayımlanma-
sının yeni bir çığır açmasıydı (Bkz. aşağıda). Gerçekte bu, kanlı eylemlerin
sözcüklerden çok daha fazlasını anlattığı bir dönemdi. Lamartine, Mickiewicz
veya Saııdor Petöfi gibi şairlerin savaşa katılmalarına rağmen, barikatları dol-
duran yalnızca entelektüeller değildi. Lamartine, Fratısa'daki ilk devrimci hü-
kümetin Dışişleri Bakanlığı'nı yaptı. Mickiewicz, Roma Cumhuriyeti adma sa-
vaşmak üzere bir Polonyalı sürgünler lejyonu örgüıledi. Paris'te, General Ca-
vaignac'ın birliklerinin, kısa ömürlü iş atelyeleri lağvedilen işçilerin direnişini
bastırdığı "Temmuz günlerinde" on binden fazla insan öldü. Berlin ve diğer
yerlerde monarklar önce ateş açıp sonra anayasaları tartışma egilimindeydiler.
İtalya'da Sardınya, Lombardiya'daki Avusturya hâkimiyetine karşı bir "Guerra
Santa" başlattı. Habsburgların tahttan indirildiği ve Kossuth'un kendini naip
ve diktatör ilan ettiği Macaristan'da, durumu eski haline getirmek için iki Rus
ordusu ve bir yıllık bir seferberlik gerekti, italya'da. Roma ve Venedik'in ken-
dilerini cumhuriyet ilan etmeleri karşısında Fransız, Avusturya ve Napoli bir-
liklerinin çağrılması gerekti.
Bu nedenle, 1848 liberalizm açısından bir dizi faciaya neden oldu. Yalnız-
ca bir monarşi sarsıldı, o da başkan Louıs-Napoleon'un kendisini iktidara geçi-
ren kurumları zayıflatmaya başladığı Fransa'da. Krallarını devirmiş olan Fran-
sızlar, üç yıl içinde bir kez daha otoriter bir imparatorun emrine girdiler. Av-
rupa'nın yeni cumhuriyetlerinden bir teki bile yaşayanıadı. Bir önceki döne-
min sembolü Metternich, Londra'daki sürgünden sonra Viyana'ya döndü. Yeni
liderlerin emrinde yeni baskılar onunla birlikte geri döndü.
1848, süreç içinde yine de Avrupa işlerinde bir dönüm noktası olarak gö-
rülmeye başladı. Gerici rejimler başarıya ulaşmıştı, ancak tekrarlamaya cesaret
edemeyecekleri kadar ağır bir bedel ödemişlerdi. Söz verilen, yürürlüğe giren
ve bazı durumlarda da geri çekilen anayasalar tekrar yürürlüğe girdi veya ge-
nişletildi. Devrimcilerin şiddet yöntemleri reddedilmişse de, talep ettikleri si-
yasi ve toplumsal reformlar üzerinde şimdi ciddi olarak düşünülüyordu. Mo-
narklar, halkın taleplerine bilgece ödün vermenin sonu gelmeyen baskılardan
daha tercih edilir olduğunu anladılar. Rızaya dayalı yönetim şeklindeki temel
liberal ilke hızla yaygın bir kabul görmekteydi. Sonraki yirmi yılda, 1848'in
muzafferleri, doııuk duruşlarını terk ettiler. Ulusal ve anayasal istekler tekrar
öne çıktı. Doğunun otokratik imparatorları bile esnemeye başladılar. 1855'te,
II. Aleksander'ın (h. 1 8 5 5 - 1 8 8 1 ) tahta geçmesiyle, Romanolar a la russe bir öz-
gürleşme sürecini harekete geçirdiler. 1867'de, Ausgleich veya "Eşitlik Anlaş-
ması" sayesinde, Habsburglar sonunda Macarların uzun süredir ileri sürdükle-
ri isteklerine yanıt vererek, hükümdarlık günlerinin sonuna dek sürecek olan
ikili Avusturya-Macaristan monarşisini, Königliche und Kmserliclıe'yi kurdular.
İktisadi liberalizm elbette siyasi liberalizme zorunlu olarak bağlı değildi.
Örneğin Alman Zollverein veya Gümrük Birliği, Prusyalı 111. Friedrich-
Wilhelm tarafından, 1818'de, siyasal liberalizmin keskin bir geri dönüş yaptığı
bir dönemde başlatıldı. Aslında yalnızca Prusya bölgesi için düşünülen güm-
rük birliği, Avusturya dışındaki tüm Alman birliği eyaletlerine hızla yayıldı.
Gümrük birliği, tüıu iç tarifeleri yasaklayarak, henüz emekleme aşamasında
Dvnamo: Dünyanın Güç Merkezi, 18/5-/914 853
olan Alman bebek endüstrilerinin serpilebileceği serbest bir ticaret alanı yarat-
tı. 1828'de, biri Bavyera ve Würtienberg, diğeri ise Saksonya kökenli iki rakip
Gümrük Birliği oluştu, ancak dört yıl içinde bunlar birleşti. 1852'de Avustur-
ya, tüm Orta Avrupa ve Kuzey İtalya için bir gümrük birliği önererek izolasyo-
nunu kırmaya çalıştı. Ancak Prusyalılar direndiler. Hanover hanedanının
1854'te tahta çıkması Prusyalıların zaferini, Bremen ve Hamburg kentleri dı-
şında tamamladı. Avusturya dışında birleşik bir Alman ekonomisinin temelle-
ri, siyasal birlik umutlarının hâlâ uzak olduğu bir dönemeçte atılmıştı.
PRADO
İSPANYOL Kraliyet Sanat Müzesi, 19 Kasım 1819'da Prado Caddesinde halka açıl-
dı, M.ız-.\ varlığının yakın bir geçmişte tekrar tahta geçen Kral Vill Kerdinand'ın coş-
kusuna ve ikinci kraliçesi Isa bel la de Braganza'ya borçluydu. Müze. Soylular Meclisi
döneminde onun altında birinci müdür olan Anglona Prensi taralından yönetilmek-
leydi. Müze. otuz vıl önce mimar Don Juaıı Villanucva tarafından doğal tarih müzesi
olarak tasarlanan yeni bir binanın Korinihos tarzı cephc duvarının arkasına kurul-
muştu. İlk sergide 311 resim vardı. Bu eserler. Wellington Dükü tarafından 6 yıl ön-
ce Joseph Bonaparle'ın bagajında yakalanan, ancak iade edilmeyen birçok şaheseri
kapsamıyordu
Müzenin ilk katalogu 1823'le Fransızca olarak basıldı; çünkü Angoulömc Dükü
ve son Fransız işgal ordusu olan "St. bouis'nin Oğulları", Kralı tebaasından kurtar-
mak üzere daha yeni İspanya'ya girmişlerdi. Müze. I83ft'de kapatılan manastırlar-
dan alınan Trinidad Koleksiyonu'nun da eklenmesiyle Ulusal Müze olarak adlandırıl-
dı. 1873'le. liberal ayaklanmanın ardından Prado Müzesi adını aldı. İçindeki hazine-
lerin çoğunun taşınıp Cenevre'de sergilendiği 1936-1939 İspanyol iç savaşı sırasın-
da kapatıldı.
İspanya'nın kraliyet sanal koleksiyonu, Rogen Van der VVogder'in tablolarını
aldığı bilinen Kasıilya kralı II. Jııan'a kadar (ö. 1445) geri gider. Koleksiyona en Faz-
la katkıda bulunanlar. Tiziano'nun hamileri V. Carlos ve II. Kelipe; Velasquez'i işe
alan IV. Kelipe ve 1774'ıe Cizviılerin tüm varlığına el koyan III. Carlos'tıı. Yangın ve
Kransızlar nedeniyle şiddetli kayıplara uğrasa da, koleksiyon dünyanın başlıca ko-
leksiyonlarından biri haline geldi ve Kasıilya platosunun kuru havası sayesinde sı-
radışt bir durumda korundu. Prado'nun başarılan İtalyan. Klaman, Alman, Hollan-
da ve Kransız ekollerinin tilm büyük adlarını kapsar. İler şeyden önce Prado. İspan-
yol okulunun yuvasıdır, yani Toledo'ya yerleşen Giritli Kİ Greco'nun (1541-1614) Se-
villalı D i ego de Velaznuez (1599-1660) ve Bartoleme Mıırillo'nun (1618-1682): Va-
lensiyalı Josö de Rıbera'ııın (1591-1652) ve hiç kimseyle kıyaslanamayan ve Prado
açıldığında İspanya'nın en çok beğenilen çağdaş ressamı olan Krancisco de Go-
ya'nın (1746-1828).
"Sanat galerileri, insanın dehasının özünü korur.' 1 Bunlar, duyuları harekete
geçirerek ve hiçbir tarih kitabının yapamayacağı kadar hayalgiicünü canlandırarak
Avrupa'nın tarihine belki de en kolay ulaşılan yolu sağlar Prado. Paris'teki bouvre,
Amsterdam'da ki Rijksmııseıım. Vıyana'daki Kuntshıslroischer. St. Petersburg" La ki
Hermitage. Horansa'dakı HTi/.ı ve Valıaona'nun da dahil olduğu ulusal galeriler prö-
miyer grubunun başında yer alır. Bunlar Minsk. Manehersler veya Münih'te Krakov
veya OMörd'l.a da bulunan ve sık sık şaşırtıcı bir görkeme sahip ikinci bir "yerel" ga-
leri ve müze grubuyla, çağdaş sanala adanmış galerilerle ve Cholei'ıen Jedrejovv ve-
ya DulwielVe belirsiz ve adanmış ensiiiüler kastıyla desteklenir.
1784'ıe. VII. Kerdinand doğduğunda ve Prado'nın inşası başladığında, diğer
bir Avrupalı kral da diğer bir halka açık galeriyi planlıyordu. Polonyalı Kral Stanis-
lav-Augusı Varşova'daki öze1! koleksiyonunu tamamlamak üzere eski seçkin şaheser-
leri bulmak için Londra'da bir araeı tutmuştu. Daha sonra, Rusya-Polonya savaşı ve
Polonya'nın bölünmesi araya girdi. Kral Rusya'ya sürüldü: yanında Polonya galeri-
leri yerine Rus galerilerini süsleyecek olan iki bin dokuz yiiz resim ile birlikte. Kral
resimleri asla Londra'da göremedi. Kesimler, halen daha iyi tanınmayı hak eden bir-
çok küçük hazine evlerinden biri olan Dıılvvieh Resim Galerisi'nin ana çekirdeğini
oluşturmakladır. 2
GOTHA
!
Zamanla, Amiral Louis Mounlballcn Kraliçe Vicıona'nın amcası beo'nun gös-
terdiği aynı çöpçatanlık becerilerini gösterdi. Kavorı yeğeni. Philip adında Yunanis-
tan'dan sürgijn edilmiş genç bir prensti.' 1 I937'de Windsorlar arasında, genç Pren-
ses Klizabelh beklenmedik bir biçimde İngiltere'nin mirasçı naibi olarak ortaya çıktı.
"Dickie Amca" onlan bir araya gelirdi. Scbleswig-llolsiein-Sonderburg-Glueeks-
btırglu Prens Philip (doğumu 1921) ve Windsorlu Prenses Elizabeth (doğumu I926)
I947'de evlendiler. İler ikisi de aynı dereceden, Saxc-Coburg ve Golha. Ilanover.
IIesse ve Danimarka'dan gelmişlerdi. Klizabeıh'ın Iskoçyalı annesinin dışında, her
ikisinin de çağdaş İngiliz akrabaları yokm. iler ikisi de adlarını iki kez değiştirmiş-
lerdi. Karısı II. Klizabeıh'ın 1952'de taç giymesinden sonra. Philip ve ailesinin soya-
dı. Konsey Kararı ile. Kraliçe'nin genç kızlık soyadı olan Windsor ile değiştirildi. Ye-
tenekli soybilimciler onların Plantagenetlerin, Tudorların ve Sluartların. hatta Char-
lemagne, Kgbei't ve Kral Alfredin soyandan geldiklerini gösterdiler.
I9 l7'rie tek taraflı sözleşmeyle Windsor Hanedanı kurulduğunda. Cumhuriyet-
çi II. G. Wells onları "yabancı ve esin vermeyen" olarak nitelendirmişti. Ancak ku-
zenleri Alman Kayz.ei'i daha az eleştireldi. Metry liVıes of Saxc-Cotnirg and Goitıa'yı
izlemeye tıyaıroya gittiğini söylemişti. 7
ABHAZYA
ABMAZLAR. Karadeniz kıyısında. Kırım'ın yaklaşık beş yüz km. doğusunda yaşa-
yan. çeyrek milyondan az kişiden oluşan küçük bir ulustur. Başkentleri Sııklmm ve-
ya Suklıumidir. Çerkczlerinkmi andıran dilleri ve Müslümanlıkları, kuzeydeki Ruslar-
la ve doğudaki Hıristiyan Gürcülerle neredeyse hiçbir ortak noktaya sahip değildir.
Onlar, kendilerinin "Avrupa'nın ucunda" yaşadıklarını söylerler.
Bizans-Yunan etkisi allında ortaya çıkan bir ortaçağ krallığının alanı olan Ab-
ha'/.ya Güney Rusya'yı Kafkaslar'a bağlamada daima önemli bir yer tutmuştur. Bu-
ranın 1810 ile 1864 arasında Çarlar tarafından işgal edilmesi (Bkz. lîk III, s. 13501.
Dytıamo: Dünyanın Guç Merkezı. 1815-1914 863
pek çok yerlinin hur arkın kaçmasına neden olmuşiur. 1031 'den itibaren burası Gur-
cislan Soy yel Sosyalist Cuınhıırıycli içinde adı özerk üç cumhuriyetten hırı oldu: bü-
yük bir Rus ve Ylingrelian-Gürcü akını, yerel halkı kendi topraklarında tamamen
azınlık haline gelirdi. Kendisi de Yhngrclian olan Stalin'ın polis şefi Beria. lıinı Pon-
lus Rumlarını sınır dışı ederek şiddetli bir Cüreüleştırme politikası uyguladı.
Bu nedenle, Gürcistan 1991'de Moskova'dan ayrılıp serbest kalınca. Abhazlar,
Gürcistan'dan ayrılıp sadece kendilerim yönetmelerini sağlayacak bir yöntem ara-
maya başladılar. Ancak ezici Gürcü ıç savaşı sırasında (1992-1999) Tiflis ile yaşa-
dıkları çatışına sadece Abhazya'nın Rus güçlen tarafından tekrar işgal edilmesine
neden oldu. Ancak bir Kazak atamanının yabancı bir gazeteciye de söylediği gibi.
Ablıazya veya Ktiril Adaları gibi dış alanların kaderi Rusya'nın büyüklüğünü ölçe-
cek! ı. "Buralar bizim ve gerçek bu!" 1
Kskı Sovyet ulusları arasındaki uyumsuzluk, çirkin bir tür Rus Ulusçuluğunu
ateşliyordu. Yloskova'daki sesler. Rusya'nın yakın çevresinin, tekrar işgal edilmesi
için çağrıda bulunuyordu. Çünkü Abhazya'dan sonra Taiaristan, Çeçemsıan ve diğer
Rus olmayan topraklar da dahil olmak üzere Rus müdahalesi için birçok hedef var-
dı. Rusya, er geç yeni tiır demokrasisiyle eski tür emperyalizmi arasında seçim yap-
mak zorumla kalacaktı.
Bizim büyük halkımız, canavarlar gibi yetiştirildi. Var olduklarından beri işkence-
lere maruz kaldılar, o işkenceler ki başka hiçbir halk onlata katlanamazdı; fakat
bunlar bizim halkımızı sadece tahlihsizliklerine karşı daha güçlü ve sağlam kıl-
dı... Slavlıkla ilgili olan ve onun lideri olan Rusya, dünyaya, o ana dek duyulan en
büyük sözcüğü söyleyecektir ve bu da insan kardeşliğinin ahdi olacaktır... Rus
ulusal düşüncesi, ama son analizde insanın evrensel kardeşliği |için].M
Bu, ilgili ülkeye son derece uyan arzu dolu bir düşünceydi.
KALEVALA
KAIMVAIA veya "Kahramanlar Ülkesi" genelde ulusal Kin destanı olarak bilinir. Bu.
elli caıuo ya da 22.795 satırdan oluşan, ilk basımı 1835'lc ve sonraki kesin basımı
I849'da yapılan bir şiirdir. Bu otantik folklordan oluşan yarı-edcbi bir destandır.
Aslında hiiyük oranda, ana derleyicisi olan ve Doğu Finlandiya ve Rus Karclya-
sı'ndaki köylülerden topladığı ham sözlü malzemeyi dönüştürmek ve güzelleştirmek
için klasik yöntemleri kullanan Klıas l.önnrot'un (1802-1884) ürünüdür. Bu haliyle,
Kalcvala. yalnızca Avrupa pagan folklorüniin mirasını göstermekle kalmaz, aynı za-
Dynamo: Dünyanın Guc Merfeeîi, J S J 5 - î 9 J 4 865
ŞAMAN
Ş A M A N veya kabilenin " b ü y ü c ü s ü " . S i b i r y a ' n ı n yerli halkları arasında, dahası uzak-
l a r d a Innuitler ve A m e r i k a n yerlileri arasında çok iyi bilinen bir f i g ü r d ü r . Halkın şifa
dağıtıcısı, d a n ı ş m a n ı ve büyücüsü olarak ilaçları, ritiielleri ve atasözleri t a r a f ı n d a n
kendisine benzersiz bir otorite sağlanan, zamanı bilinmeyecek kadar eski bir mesle-
ğin üyesidir, boynuzlu maskesi ve mesleğinin karakteristik aleti olan \e ağaç. tas v e
gökyüzünün rulılarıyla sohbet etmesine yarayan davuluyla iyi veya kötünün gucıı
olabilir. Diğer dünyalara görünmeden yukarıda veya aşağıda seyahat edebilir \e in-
sanlara Ulu Ruhun bilgeliğini getirir. Şamanizm. Rusya'nın pek çok uzak köşesinde
günümüze dek gelmiştir: ancak Orta Avrupa'da lam olarak beklenmemişim'
Macaristan'da Macarların kökenleri üzerine tartışma on dokuzuncu yüzyıl bo-
yunca şiddetle sürmüştü. Macarların genelde II unlar ile ilgili oldukları düşünü Ilıyor-
du [CSABA|. Ancak akademisyenler başka şekilde düşünüyorlardı. Bir ekol, İranlı
veya Hazar alalar arıyordu. Janos Sanjovıts (1733-1785) tararından kurulan bir di-
ğeri, daha da doğuya bakıyordu, O günden bu yana. Kitı-Macar bağlantısı filologlar,
arkeologlar ve antropologlar taralindan kesin olarak kanıdandı. Örneğin. Kama Ir-
mağı üzerindeki Bol'she Tigan'da 197<Tte bulunan bir gömü alanının Macarlar Ba-
lı'ya göçmeden önce en önemli konak yerlerinden biri olduğu kanıtlandı. Benzer bir
biçimde. Macar folkloru üzerine yapılan çağdaş araştırmalar birçok Şamanizm ızı çı-
kardı; böylece bir zamanlar kuşkulanılan Sibirya bağlantısını vurguladı. 2
Tüm Avrupa'da, her sanat ve edebiyat dalı ulusal temaları göstermek ve süsle-
mek için seferberlik halindeydi. Sairler, ulusal ozan veya "poete laureat"* ün-
vanını kazanmaya çabalıyorlardı. Romancılar, ulusal kahramanlar ve ulusal
adetler hakkında tarihi veya tarihi taklidi romanlar yazmak gibi bir tutku ge-
liştirdiler. Walter Scoıt'un ( 1 7 7 1 - 1 8 3 2 ) Waverley romanları bu alanda model
olarak gösterilmişti. Ancak daha eski örnekler de bulunabilir. Jane Portec
( 1 7 7 6 - 1 8 5 0 ) tarafından yazılan ve Kosciuszko'nun hayatını kurgulayan Varşo-
vöîı Thaddens ( 1 8 0 3 ) adlı roman uluslararası beğeni kazandı. Ressamlar ve
heykeltıraşlar, aynı dogruhudaki Romantik arzuları izlediler. Fransa'nın önde
gelen Romantik yazarı Victor Hugo ( 1 8 0 2 - 1 8 8 5 ) , anında tüm alanlarda parla-
mayı başardı.
Müzisyenler, kendi ulusal folk danslarını ve folk şarkılarının armoni ve
ritimlerini, pek çok "ulusal ekolün" damgası haline gelen belirgin ulusal stille-
ri işlemek üzere kullandılar. Chopin'in harika mazurka ve polonez havaları ve
Liszt'in Macar Rapsodisinden, Çek Bedrich Smetana ( 1 8 2 4 - 1 8 8 4 ) , Anıonin
Dvorak ( 1 8 4 1 - 1 9 0 4 ) ve Leos Janaeek'e ( 1 8 5 4 - 1 9 2 8 ) ve Norveçli Edvard Grieg
( 1 8 4 3 - 1 9 0 7 ) , Finlandiyalı Jan Sibelius ( 1 8 6 5 - 1 9 5 7 ) ve Danimarkalı Cari Niel-
sen'e, ispanyol Isaac Albeniz ( 1 8 6 0 - 1 8 9 9 ) , Enrique Granados ( 1 8 6 7 - 1 9 1 6 ) ve
Manuel de Falla'ya Zoltan Kodaly'ye ( 1 8 8 2 - 1 9 6 7 ) , ingiliz Edward Elgar
( 1 8 5 7 - 1 9 3 4 ) , Frederick Delius ( 1 8 6 2 - 1 9 3 4 ) ve Ralph Vaughan Williams'a
( 1 8 7 2 - 1 9 5 8 ) , ve ünlü Rus beşlisi (Cesar Cui ( 1 8 3 5 - 1 9 1 6 ) , Mily Balakira,
( 1 8 3 6 - 1 9 1 0 ) , Aleksander Borodin ( 1 8 3 3 - 1 8 8 7 ) , Nicholas Rimski-Korsokov
( 1 8 4 4 - 1 9 0 9 ) ve Modeste Mussorgski'ye ( 1 8 3 9 - 1 8 8 1 ) parlak bir yol uzanmak-
ll>
MAVİŞ IfHîÜ. "Kıtncci in lıuru mönü nasırna Ameri". Ros.'iry'ııııı güıılilk duası bilmişti. Varım
saattir, f'reııs'ııı sesi. üzücü vo şanslı esrarları anlatıyordu: digt-r sesler zaman zaman aşk.
bekâret, olum gibi beklenmeyen t>ir sözcüğü mırıldanarak onun sesiyle karışıyordu. Mırıltı sıra-
sında. rokoko tarzı kabul salonu her yönüyle değişiyor gibiydi. İpek duvarların üzerine renkli
kanatlarını yayan papağanlar bile ulanmış görünüyordu. Halı.a iki penrcrc arasındaki Magda-
len bile tövbekar gibiydi...
Şimdi her şey eski düzenine veya ıl üzeri sizi iği ne dönmüştü. Büyük köpek Bendim, uşak-
ların çıkmış olduğu kapıdan kuyruğunu sallayarak girdi. Kadınlar yavaşça ayağa kalkıılar. sal-
lanan elekleri, taşlarır üzerine çizilmiş çıplak mitolojik figürleri ortaya çıkıyordu. Yalnızca bir
Amlromeda. Iıâlâ dua ederek Peder Pirroııe'mrı büyüsünde kalmıştı... 1
Mayıs 1910. bor Kabrizo'nun uç bekâr kızı haifı Villa Saliııa'da yaşıyorlar. Aile kilisesi-
nin süslemeleri, kardinal Başpiskopos tarafından uygunsuz ilan edildiğinden sökülmek
zorunda kalmış. Kazara, uzun süre halı olarak saklanan Bcndico'rıun klirkii de onlarla
atılmış. Ceset soyulurken, camdan gozlu oııa sevecen bir azarlamayla haklılar. Bendi-
co'dan kalanlar, bahçenin bir köşesine atıldı. Pencereden atılırken bir an eski halini aldı:
havada uzun bıyıklı sağ ön ayağını lanet için ayağa kaldırmış dört ayaklı biraz tozla hu-
zur buldu. Poi iııııo (revo pııcc in un muscclıitiıo di potvvrc iMdg?
HERMANN
GENLER
Ukraynalılar iki "Doğu otokrasisi "nin yönetimi altında yaşadılar. Bir zamanlar
Polonya'nın tabisi olanlar, artık ya Avusturya'nın veya Rusya'nın tabileriydiler.
Çok güçlü bir köylü halk olarak ulusal bilinç düzeyleri, yüzyılın ortalarında
sertlik zincirleri sıkılana kadar oldukça düşüktü. Geleneksel olarak Rusini ya
da "Ruthenyalılar" olarak bilinmelerine rağmen, çarlık memurlarının kendileri
için icat ettikleri "Küçük Ruslar" adını aldatmak ve aşağılamak tepkisi içinde
artık "Ukraynalılar "ı benimsemeye başlamışlardı. (Bir Ukraynalı, basiıçe siyasi
bilinci olan bir Rüteıı demekti.) Kültürel uyanışları büyük ölçüde Taraş $ev-
çenko'nıın ( 1 8 1 4 - 1 8 6 1 ) şiirsel yazıları taralından harekele geçirildi; siyasal
uyanışları sonraki yıllarda mesafe aldı. Rusya'da, onları bölgesel bir Rus azınlı-
ğı olarak görerek ve onlara sadece bir din (Rus Ortodoksluğu) için izin vere-
rek varlıklarını tanımayı reddeden bir rejimle yüz yüze geldiler. Daha büyük
bir kültürel ve siyasal özgürlüğe sahip oldukları Avusturya'da, Uniate Ayinini
muhafaza etliler ve Ukraynalı adım benimsemekte yavaş davrandılar. Yüzyılın
bitiminde, büyük çapta bir Rüthenya eğitimi organize etliler. Fakat Lumberg'i
de içine alan bir bütün olarak Galiçya'da sayısal çoğunluğu elinde tutan güçlü
bir Polonya cemaatiyle karşı karşıya geldiler [UKRAYNA).
KITLIK
1845 VK 1849 YUTARI arasında İrlanda Avrupa'nın en kötü doğal lölakelını geçir-
di. İrlanda patates kıtlığı bir milyon ölüme, bir milyondan fazla kişinin göç etmesine
neden oldu ve en azından yirmi beş yıl için adanın nüfusunu 8.2 milyona (1945) dü-
şürdü. İrlanda'nın devrin en güçlü devleti olan Hırloşik Krallık'ııı lauıamlayıcı bir
parçası olmasına rağmen, çok az etkili bir yardım aldı. I5azı gözlemcilere göre, bu
son Maltlıusçu vahiydi; diğerlerine göre ise. yanlış yönetimle geçen yüzyılların sonu-
cuydu. 1
Felaketin yakın nedeni, art arda üç yıl boyunca patates ürününün büyük bir
kısmım yok eden mantar küfü phyiophıhora infcsums'da yatmaktaydı. Küf İrlanda
Denizini 1845'ıc geçmeden bir yıl önce VVıglu adasında fark edildi. Bu İngiltere'de
küçük bir dertli. İrlanda'da ise ölüm temsilcisi.
On dokuzuncu yüzyılın başında, İrlanda kırsal nüfusunun büyük bir bölümü
bir "patates kültürüne" tamamen bağımlı olmuştu. Vitamin ve protein açısından zen-
gin bir sebze olarak nemli İrlanda topraklarında kolayca yetişiyordu. Daııs elmek.
şarkı söylemek, i n i l e n i içmek \e hikâyeler a n l a t m a k için çok fazla /.amanı olan kala-
balık vc yoksul bir halkı beslemekleydi. İrlandalılar patatese. İngilizlerin giiller için
sahip olduğu kadar çok ad vermişlerdi. Ona ımırph\. sputl. taler, pratıe ve "pıveari-
oııs e\t)l/('"diyorlardı.
Patates bağımlılığı birçok düzensizliğin ü r ü n ü d ü r . 1780'den sonraki altmış yıl
boyunca İrlanda bir mil'us patlaması yaşadı. İngiltere ve Gailelideki yüzde seksen
sekizlik artışla kıyaslandığında yaklaşık yüzde üç yüzlük bir artış. Ancak Napolöon
Sav aşları'nd a n sonra A 15ü ve A v u s t r a l y a ' y a göçün başlamasına rağmen, I l s t e r dı-
şında l'azla nül'ıısu içine alaeak düşük bir sanayileşme yaşamıştı. Daha da ciddi ola-
rak. İrlanda t o p l u m u felaketi için bilinen birçok çozumü engelleyen baskıcı yasama
organı t a r a f ı n d a n kıslırılmıştı. i l k e d e k i koşullar hiç kimsenin anım sayamayacağı
kadar uzun z a m a n d ı r çok baskıcıydı. 1829'a kadar Katolik İrlandalıların toprak sa-
tın almasına bile izin v e r i l m i y o r d u ve çok azının b u n u yapacak parası vardı. Çoğu İr-
landa'da o t u r m a y a n Anglo-lrlandalı toprak ağaları yüksek k i r a l a r ya da derhal tahli-
ye talep etmekteydiler. Tahliyeler, borçlarını ödemeyenlerin evlerini alışıldığı şekilde
yerle bir eden veya " y ı k a n " askerler t a r a f ı n d a n yapılıyordu. Sıklıkla o n l a r a zulme-
denleri ö l d ü r ü y o r ya da Britanya o r d u s u n a katılıyorlardı. Wellington D i i k i i ' n ü n söz-
leriyle "İrlanda en üstün askerler için tükenmez bir bakım eviydi." Ancak orası aynı
z a m a n d a mobilyasız balçık kulübelerde yaşayan sefil aileler ve domuzlar g r u b u y l a ,
aynı zamanda sefalet yuvasıydı. Bir A l m a n seyyahının söylediği gibi: "belilerin. Ks-
l o n y a l ı l a r ı n ve Finlandiyalıların arasından en yoksulları kısmen lüks bir hayat sür-
dükleri g ö r ü l ü y o r . " 2
Gömeri bir İrlandalı tarihçi, Sir Kobert Peel h ü k ü m e t i n i n ilk siyasetlerinin "ba-
zen izin verildiğinden daha etkili o l d u ğ u n u " yazmıştır. 5 1848'da l'iyailar denetlendi.
İ l i n i uım dağılildı ve bayındırlık işleri iş sağlamaya başladı. Fakat Peel h ü k ü m e t i n i n
düşmesi, m ü d a h a l e y e i n a n m a y a n bir W h i g bakanlığının öncülüğünde Tahıl Yasası-
i nın kaldırılmasına yol açtı. "Bunların hepsini çürük patatesler yaptı" diyerek Iroıı
Dükü hayretini ifade etmiştir. İrlandalılar toprak r a n t l a r ı n ı ödediler ve ısırganotu ye-
diler.
18-17 yılında halka üç m i l y o n p o r s i y o n çorba dağıtıldı. Fakat b u n l a r Lifüsü ya
da kırlık a l a n l a r d a n kaçan kalabalıkları d u r d u r m a d ı . Bir düzine toprak ağasının elli
bin sterlin kira aldığı Cotınly C o r k ' d a k i Skibbereen bölgesinde, t a r l a l a r d a cesetler ve
çalışma evlerinde ölen çocuklar vardı ve tahıl hâlâ k o r u m a altında İngiltere'ye ithal
edilmekteydi. Hırsız çeteleri taşra kentlerini y a ğ m a l a m a k t a y d ı . Bu derde çare bul-
m a k t a n s o r u m l u Hazine Bakanı "Mücadele ettiğimiz fizik açlık belası değil, halkın
bencil, ahlaksız ve kavgacı k a r a k t e r i n i n helası" d e m i ş t i 4
1 8 4 8 ' d e patates ü r ü n ü yine o l m a d ı ve insan akını bir sele d ö n ü ş l ü . Sefalei
içindeki aileler l i m a n l a r a y ü r ü m e k için son güçlerini topladılar. Toprak ağaları sık-
lıkla o n l a r a gitmeleri için para ödedi. Yollarda çöktüler, en ucuz tarifeye ayrılmış ve
ağzına kadar dolu gemi a m b a r l a r ı n d a telef o l d u l a r ve New York ile M o n t r e a l ' i n rıh-
t ı m l a r ı n d a s ü r ü l e r halinde öldüler. Ateş. mide k r a m p l a r ı ve İngiliz düşmanlığıyla
ağır ağır ilerlediler.
Kıl,lık. Danıel O'Connel'ın Birliği reddetmek içııı yaptığı mücadeleyi.: son verdi.
Fakal aynı anda her türlü gerçek uzlaşma umudunu da öldürdü. Ve akın devam elli:
A million a decade! Calmly ami cold Bir rmlyon bir onyıl! Sal.m ve
'Hie unils aiv read l)y our statesman «ifie. Biı'lılder biiun devle! adamımı/m Uıi£rlj£i larafmdan < ıVunu v
l.itllc t i m l.liinV of a Nation ulil. taşlı bir ulusu çok az ılüşılnilyorlar
Fading away from 1 lislory's page- 'l'arilı sayfalarından geçerek:
• Ouicaxl M:M!S by a ilesulate SEA Bir iiicınık deniz tarafından u ıplııııı daıı alilim;: i a ı a r l ı ollar
ttu Avrupa'nın son kıtlığı değildi, Btınu Kinlandiva ve Belçika'da 1867-1868 yılların-
daki benzer felaketler izledi. Volga'daki 1921 yılı kıtlığı ölçüsünde, ya da 1932-1933
icrör kıtlığı tabiatında değildi fHASAT). Fakat nerede ve nasıl gerçekleşirse gerçek-
leşsin utanç vericiydi. 1B49 Ağustosunda Britanya hükümetinin nihai önleıtııyle Kra-
liçe Viclorya vc Prens Albert'i Dublin'e bir devlet ziyaretine göndermek olacaktı.
Sosyalizm, Ulusçuluk gibi kolektivizm taraftan bir inançtı. Sadece bireyin de-
ğil toplumun bütün olarak korunması için istismarcılara ve vurgunculara kar-
şı çıkmaktaydı. Adını "samimiyet fikrinden" ya da modern deyimiyle "daya-
nışma"dan (sociııs Latince anlamında "yoldaş") almıştır. Yoksullara, güçsüz ve
baskı altındakilere kaynakların birleştirilmesi, zenginliğin eşil dağılımı ve or-
tak yararlar için bireysel hakların ikinci derecede tutulması dışında bir yolla
katlanılabilir bir hayat sağlanamayacağını iddia etmekteydi. Liberalizmin tersi-
ne modern devletten korkmuyordu; aksine devlete arabulucu ve sıklıkla da
merhametli önlemlerin ana hareket ettiricisi olarak bakmaktaydı. Sosyalizm
hem ülkedeki hem de dışarıdaki baskıcılara karşı çevrilecekti. Uluslararası bir
dayanışma hissi onu ulusçuluğun doğal muhalifi yaptı. On dokuzuncu yüzyıl
sosyalizminin gücünü genellikle dört ayrı kaynaktan aldığı düşünülür: Hıristi-
yan sosyalizminden, gümrük birliği hareketinden, kooperatif hareketinden ve
"ütopik" sosyalist kuramcılardan (Bkz. Ek III, s. 1368).
Bu sıfat hiçbir zaman kullanılmaksızın, Hıristiyan sosyalizmi yüzyıllara
varan eski bir geleneğe sahiptir. Hıristiyan öğretisi her zaman cemaate hizmet-
te ve kişisel zenginlikten feragatte ısrar etmiştir. Dağ vaazı'ııa, manastır kural-
larının pratik çalışmalarından More, Campanella, Harington ve Morelli'nin
ütopyalarına kadar kolektivist iktisadi planları haklı göstermek için başvurul-
muştur. On dokuzuncu yüzyılda Protestanlar, Çalışan Erkekler Koleji'nin
(1854) ilk müdürü J. F. D. Maurice (1805-1872), Charles Kingsley (1819-
1875), Adolf Wagner (1835-1917) ya da Kaiserin vaizi Adolf Stoecker (1835-
1899) gibi kişilikler yoluyla çok öncelik gösterdiler. Oxford Hareketi, kentin
kenar mahallelerindeki "görevlerinde" ortaya çıkan sosyalist bir çizgiye sahip-
ti. Roma Katolikleri 1891 yılında Renim tıovanım'un yayımlanmasına kadar
çok çekingendiler. Rusya'da Ortodoks Kilisesinin doktrinleri, köylü cemaatle-
rinin kolektivizm taraftarı gelenekleri ve her şeyden güçlü bir devletin varlığı,
bunların tümü de sosyalist fikirlerin kabulüne verimli bir taban sağladı.
Gümrük birliği hareketi, işçilerin serbest pazar ekonomisi içindeki narin
konumlarından çıktı. Devon'uıı Tolpuddle Şehitleri günlerinden itibaren, çalı-
şan erkek ve kadınlar sendikalar kurma, ücret ve koşullar hakkında kolektif
olarak pazarlık etme ve grev hakkını özveriyle kazandılar. Kritik başlangıç ta-
rihleri Britanya'da 1834, Fransa'da 1864, Almanya'da 1869 olarak görünür.
1900'de birçok Avrupa ülkesi faal bir işçi hareketine sahipti. Başlangıçtan iti-
baren, sendikalar yapılar ve ideolojilerde farklılaştılar. Britanya tipi ideolojik
olmayan sendikalardan ayrı olmak üzere, eski loncalardan çıkan "yatay" zana-
at sendikaları, "dikey" sanayi sendikaları, Fransız ya da İspanyol modelinde
anarşist-sendikacı sendikalar, liberal işçi birlikleri, greve de, savaşa da karşı çı-
kan barışçı "sarı" sendikalar ve Kilise temelli Hıristiyan birlikleri vardı. Belçi-
ka'da olduğu gibi birçok ülkede, birkaç değişik sendika tipi yan yana çalış-
maktaydı. Rusya'da, öncelik kendileri için resmi sendikalar kurmak yoluyla
birkaç yasadışı kuruluşu arkalarından vurmaya karar veren Çarlık polisi tara-
fından alındı. "Polis sosyalizminde bu deneyim 5 Ocak 1905'te, bir polis aja-
nı olan Peder Gapon'un önderliğindeki bir gösteride, polis tarafından ateş açıl-
dığında kötü bir sona ulaştı. "Kanlı Pazar" 1905'in devrimci isyanını başlattı;
ve Peder Gapon öldürüldü. Rus sendikacılığı, Bolşevikler tarafından bastırıl-
madan önce bir onyıl bağımsız varlıklarını güçbela sürdürdüler.
Büyük iş dünyasının kötülüklerinden üyelerini korumaya çalışan koope-
ratiflerin kurulması üç ana sektörde gerçekleşti: Üretim, tüketim ve tarım.
1800'de New Lanark Mills deneysel tekstil tesisi hayalperest Robert Owen
(1771-1858) tarafından Iskoçya'da kuruldu. On bir saatlik iş gününü ve hasta-
lık sigortasını garanti etti, fakat ömrü kurucusununkinden fazla olmadı. 1844
yılında, ilk tüketici kooperatifi olan Rochdale Öncüleri, Lancashire'de ortaya
çıktı. İlk olarak Almanya'da F. W. Raiffeisen ( 1 8 1 8 - 1 8 8 8 ) girişimiyle ortaya çı-
kan tarımsal kooperatiflerin, köylü çiftçilerin nerede olursa olsun özellikle
Doğu Avrupa'da örgütlenmede serbest oldukları sınırsız bir geleceği olacaktı.
Sosyalist kuramlar geliştirmek, Paris'te 1796 yılında François-Noël Babeuf
( 1 7 6 0 - 1 7 9 7 ) tarafından düzenlenen "Eşitler Suikasti"nden itibaren gelişmek-
teydi.
Direktuar tarafından infaz edilen Babeuf gibi tüm kurucu kuramcıların
hepsi de Fransız ütopyacılartydılar. Claude Henri de Pouvroy, Comte de Sa-
int-Simon ( 1 7 6 0 - 1 8 2 5 ) , Charles Fourrier ( 1 7 7 2 - 1 8 3 7 ) , Etienne Cabet (1788-
1856), Louis Auguste Blanqui ( 1 8 0 5 - 1 8 8 1 ) , Louis Blanc ( 1 8 1 1 - 1 8 8 2 ) ve Pier-
re-Joseph Proudhon ( 1 8 0 9 - 1 8 6 5 ) bunlara dahildiler. Comte'a yakın bir Hıris-
tiyan sosyalist olan Saint-Simon, uzmanlar tarafından yönetilecek ideal bir ce-
maat için bilim ve teknolojiyi harekete geçirmeye çabalamaktaydı. Eseri Nou-
veau Christianisme ( 1 8 2 5 ) bir mezhep Kilisesinin, örnek cemaatlerin ve ahlak-
sızlık mahkemelerinin kurulmasına neden oldu. Hem Fourrier hem de Cabet
ABD'de kooperatif yerleşimler oluşturdular. Fourrier Théorie des Quatre Mou-
vements'i ( 1 8 0 8 ) , hükümetten tamamen bağımsız, "Uyum" yolunda değişik
mükemmellik basamaklarını tırmanacak bilimsel olarak örgütlenmiş bir top-
lum tahayyül etmekteydi. (Bu, genellikle tarihin aşamaları ve devletin bozul-
ması hakkında Marx'in fikirlerinin kaynağı olarak düşünülür.)
"L'Enferme" ("Hapsedilen") olarak bilinen Blanqui, ısrarla monarşiye ve
benzer şekilde cumhuriyete karşı isyancı üniteler örgütlediği için otuz üç yılı-
nı hapiste geçiren Babeufçü kuşaktan bir darbeciydi. 1839 yılında Paris'teki
Hııel de Ville'i iki gün süreyle işgali başarısızlıkla sonuçlandı, ancak takipçileri
1871 Komününde öncü bir rol oynadılar. (İsyanın başlamasından önceki gün
tutuklandığı için olayı kaçırdı.) Sloganı "Ni Dieu, ni maüre "di (Ne Tanrı ne de
patron). Louis Blanc aksine, işçilerin yeteneklerine göre katılabileceği ve ihti-
yaçlarına göre para alacağı eşitlikçi, işçilerin denetiminde ve devlet sermayeli
işyerlerinin yaratılmasını savunmaktaydı. Ana hatları L'Organisation du Trava-
illa ( 1 8 3 9 ) verilen proje, kısaca yazarı İngiltere'ye sürgüne gönderilmeden
once 1848 Devrimi sırasında pratiğe geçirildi. Proudhon bazı yönlerden hepsi-
nin içinde en etkilisiydi. Qu'esl-cc que la propriété'de ( 1 8 4 0 ) * bireysel mülkiye-
te karşı (aşırı) saldırıları bir sansasyondu, özellikle de ünlü sözü "mülkiyet
hırsızlıktır" bağlamı dışında anlaşıldığında Ideé générale de la Révolution
( 1 8 5 1 ) gelecekte sınırları, merkezi hükümetleri ve devlet yasaları olmayan bir
Avrupa'yı tanımlarken, Pfıilosop/ıie de la Misère adlı eseri ( 1 8 4 6 ) Marx'in La
Misère de la Philosophie'deki en şiddetli yanıtlarından birine neden oldu. Pro-
udhon kısa zaman sonra izleyicilerinin sosyalizmin ana görüşüyle çatışmaları-
na neden olan modern anarşizmin kurucusuydu; fakat devlete karşı işçilerin
Avrupa Museviliği, modern zamanlarda tarihi hem iyi hem düşmanca her çeşit
mit ve yanlış anlamanın konusu olaıı çok önemli bir rol oynadı. Fakat ana hat-
lar açıktı. Önceki yüzyıllarda güvenli bir cennet sağlamış tek büyük devlet
olan Polonya-Litvanya'nın parçalanmasından sonra, birbiriyle çok yakından il-
gili üç gelişme meydana geldi. İlk olarak, Yahudiler için yeni bir göç dönemi-
ne başladı. İkincisi, Avrupa ülkelerinin çoğunda vatandaşlık hakkı aldılar. Ve
üçüncü olarak, giderek artan sayıda kişi kendi cemaatleri içinde onlara uygu-
lanan geleneksel sınırlamalara karşı isyan etti. 50 Y'ahudi göçü aslında 1773'ıen
sonra Polonya paylaşımları nedeniyle başladı, Polonya'nın Batı bölgelerinden
Pozen veya Danzig'deki Yahudiler kendilerini Prusya vatandaşı ve sınırlama
olmaksızın Berlin, Breslau ya da diğer Alman kentlerine seyahat etmekte öz-
gür buldular. Avusturya vatandaşı olmaya başlayan Galiçya Yahudileri diğer
Habsburg eyaletlerine, özellikle Bukovina, Macaristan, Bohemya ve Morav-
ya'ya ve daha sonraki aşamada Viyana'ya gitmeye başladılar. Eski Litvanya Bü-
yük Dükalığında veya Doğu Polonya'da yaşayan Yahudiler kendilerini yerle-
şim sınırları içinde oturmaları yasa tarafından gerekli kılınan Rus İmparatorlu-
ğu vatandaşları olarak buldular (Bkz. Ek 111, s. 1371). Fakat yasa genellikle ih-
lallerde uygulanır; ve yeni, dinamik Yahudi cemaatleri büyük Rus kentlerinde,
özellikle St. Petersburg, Moskova, Kiev ve Odesa'da şekillenmeye başladı. Po-
lonya'nın aşırı tutucu dini cemaatlerindeki yuvalarını terk eden Yahudi göç-
menler birkaç yeni eğilimle karşı karşıya kaldılar: Haskalah ya da Yahudi Ay-
dınlanmasına, asimilasyona ve dünyevi Yahudi siyasetine.
Yahudi göçünün temposu ve ölçeği on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısın-
da gözle görülür biçimde arttı. Göç, bir yere kadar artan demografik baskı ve
modernleşme ve kentleşmenin normal gelişimi tarafından açıklanabilir. Avru-
pa'daki Yahudi nüfusu 1800'deki yaklaşık iki milyondan 1900'de yaklaşık do-
kuz milyona çıktı. Fakat izlenme, ama bundan da fazlası izlenme korkusu da
etkili olmaktaydı. 111. Aleksander (h. 1 8 8 1 - 1 8 9 4 ) döneminde Çarlık yönetimi
Sınır yasalarını uygulamaya çabaladı. İzleyen kaçışmada göçmenler ve mülte-
ciler arasındaki ayrım çoğu kez kayboldu. On binlerce Yahudi başta Batı Avru-
pa'ya ve ABD'ye gitmek için bir daha dönmemek üzere Rusya'yı terk etti
[POGROM],
Yahudi göçüne, Yahudilerin tam vatandaşlık haklarına sahip oldukları
büyüyen Avrupa devletleri halkası büyük ölçüde yardım etti. Burada başı, 27
Eylül 1791'de Konvansiyonun bağlılık yeminini eden tüm Yahudilere vatan-
daşlık verdiği Fransa çekıi. Girişim Yahudilere eşit davranmayı bir Hıristiyan-
lık ödevi sayan Konvansiyon Başkanı Abbé Gréogoire ( 1 7 5 0 - 1 8 3 1 ) tarafından
gerçekleştirildi. Bu tartışma sırasında, Marquis de Clermont-ToneTre ünlü ayı-
rımı yaptı: "Yahudilere ayrı bir ulus olarak her şey reddedilmelidir ve her şey
bireyler olarak verilmelidir." 51 Bundan sonra Yahudilerin özgürleşmesi Avru-
pa liberalizminin standart bir maddesi haline geldi ve Rusya dışında neredeyse
her yerde büyük ölçüde gerçekleştirildi (Bkz. Ek 111, s. 1355).
Ancak Yahudilerin özgürleşmesi iki uçlu bir işlemdi. Bu hem dost top-
lumların hem de bizzat Yahudilerin tutum ve davranışlarında kökten bir deği-
şiklik gerektirmekteydi. Sadece Yahudilere dışardan uygulanan sınırlamaların
değil, Yahudi düşüncesindeki "dahili gettoların" da parçalanması gerekmek-
leydi. Yahudi düşmanlığının kökenleriyle ilgili modern kaygılar bazen Yahudi-
lerin kendi ayrım yasalarını dikkate almaz. İtaatkâr Yahudiler, kendi kapalı ce-
maatlerinin dışında yaşamayı denerlerse, altı yüz on üç kıyafet, yemek, temiz-
lik ve tapınma kuralına sadık kalamazlardı; ve diğer etnik unsurlardan insan-
larla evlenme tamamen yasaklanmıştı. Musevi yasası Yahudiliğin anne tarafın-
dan biyolojik olarak geçtiğini öğrettiğinden, Yahudi kadınlar kıskançlıkla
korunmuşlardı. Dışardan evlenmeye kalkan bir kızın ailesi tarafından redde-
dilmesi ve diııi olarak ölüme mahkûm edilmesi beklenebilirdi, Böylesine kes-
kin toplumsal baskılara dayanmak için aşırı kararlılığa ihtiyaç vardı. Dinlerini
terk eden Yahudilerin sıklıkla ateizm ve komünizmin de dahil olduğu aşırı al-
ternatiflere yönelmesi şaşırtıcı değildir.
İlk olarak Berlin'de ortaya çıkan Haskalah, Lessing'ın "Nathan der Wei-
se "sının ilk örneği Moses Mendelsohn'u ( 1 7 2 9 - 1 7 8 6 ) akla getirir. Bir süredir
Hıristiyan dünyasında iş başında olan Aydınlanmanın doğal bir sonucu olarak
yalnız dini içerikli Yahudi eğitimini değiştirmeye ve Avrupa kültürünün ana
görüşüne Yahudilerin erişimini sağlamaya çabaladı. Masltilim ya da "akılh
adamlar" olarak bilinen öğrencileri shterfahh da daha doğuda, özellikle Alman-
ca eğitim veren Yahudi laik okulları açılmaya başlayan Galiçya'da birtakım ta-
raftarlar buldular. 1816'da Lembergli Rabbi tarafından beyan edilen mask ilim
hakkındaki bildiri Ortodoks Yahudi liderlerinin korkusunu açığa çıkardı.
Zamanla ilk Has/jdlahlann sınırlı eğitim idealleri genişledi. Bazı Yahudi li-
derlerin tam güçle asimilasyonu savunmaya başlamasıyla Yahudiler toplumsal
hayatın her alanına katılmaya kışkırtıldılar. Bu eğilim, Yahudi pratiklerini özel
aile ve sinagog halkalarına hapsetmeye ve başka türlü diğer vatandaşlardan
farksız olan Yahudilerin dışa dönmesine çabaladı. Böylelikle birçok geleneksel
tabuyu yıktı ve Reform geçiren Museviliği kuruluşunu, 1825 yılında Alman-
ya'da gerçekleştiren yeni bir mezhebi gerektirdi. Reform geçiren Musevilik Ya-
hudiliğin ilkelerini modern bir toplumda hayatın gerekleriyle uzlaştırmaya ça-
baladı; taraftarlarının kural ve sınırlamaları aynı derecede yerine getirmeleri
gerekmiyordu. Batı Avrupa ve ABD'deki göçmen Yahudi çoğunluğun düsturu
haline geldi, fakat Orta ve Doğu Avrupa'daki geleneksel Yahudi cemaatler kit-
lesini etkilemedi.
POGROM
WIENER WELT
1848 VI-; 1914 YILLARI arası Viyana nulusu beş kat artarak yaklaşık iki milyona
ulaştı. Viyana Yahudi nüfusu beş binden yüz yetmiş beş bine. yaklaşık % I'den
(1848). yaklaşık % 9'a (l 914) olnz beş kat arttı.
Yahudiler Vıyana'ya. Doğudaki özellikle Bohemya ve Galiçva'dakı geleneksel
Yahudi hayatından kaçmak ve modern, dünyevi bir eğilim almak için gelmişlerdi. Bu
nedenle. Viyana yüksek okullarında. üniversitelerinde ve diploma gerektiren meslek-
lerde Yahudilerin sayılan aşırı derecede yüksekli. 1881-1886 doruk yıllarında, öğ-
renci topluluğunun % 33'ünii oluşturuyorlardı. 191-1 yılında % 2(ı'sı hukuk öğren-
cisi ve % 4 1 ' i lıp öğrencısiydıler. Kğmm fakültelerinde % 43'e (1910) ulaştılar.
1936 yılında Viyana avukatlarının % 62'si ve doktorların % 47'si Yahudi kökenliy-
di. 1
Ancak sayılar hikâyenin sadece parçasıydı. Özel koşulları nedeniyle, yükselen
profesyoneller olarak Viyana Yahudileri hır burjuvazi siperi oluşturdular. Eğilim,
kültür ve sanal konusundaki Hayırseverliklerde ünlü hami ve eylemciler oldular.
Kşilliklerini sağlamaya istekli seçkin mülteci bir azınlık olarak, liberal siyasetin ve
sosyalist hareketlerin belkemiğini oluşturdular. Kendi kültürlerini farklı derecelerde
reddeden insanlar olarak, kültür dünyasında modern ve yenilikçi olan her şeye eğil-
diler. Deneyimleri Amerika'ya yönelik bir ikinci Yahudi göç dalgasının önceden bir
i görünüşüydü. "Viyana Yahudileri 1900'lerde Avrupa yenilikçilerinin buyiık güçlerin-
den biriydi, h'akal Viyana'yı modern kültür alanında neyse o yapanlar Viyana Yahu-
dileriydiler." 2
Bir adlar seçmesi Yahudi yeteneğinin derinliğini ve çeşitliliğini gösterebilir:
Viyana Yahudilerinin Musevilikle ilişkileri basit değildir. Güçlü bir dinsel grup sami-
mi Hahambaşı Moritz Gıidemann (1835-1918) yönetimindeki kent sinagogunu des-
tekliyordu. İspanyol Musevi cemaatleri ve Gizemci Musevi cemaatleri vardı. Ancak
| Yahudi olarak gözüken birçok msan kendilerini daha çok "eski-Yahudiler" olarak dü-
şünecekti. Maliler I hristiyan olan büyük bir gruplandı. Freud ise t ü m dinleri redde-
denlerdendi. "Davranışlarım her din için son derece olumsuz olsa da" diye yazmıştı.
"Yahudiliğimi memnuniyetle ve gururla kabul etmekteyim." 3
Ayrıca Yahudilerin Y'iyana'nm en büyük ya da tek göçmen grubu olmadığı ha-
tırlanmalıdır. Viyana, Yahudilerden daha çok birçoğu toplumsal yelpazenin en ali
basamağında olan Slavlar ile Macarların akınına uğradı. Yüzyılın sonunda Avusmr- '
ya Yahudi karşıtlığını göz önüne alarak, bir parçası olduğu genelleşen yabancı fobisi (
gözden kaçırılamaz. Y'iyana'nm en tanınmış Yahudi karşıtı. Adolf Hitler tarafından
gösterilen Yahudi düşmanlığına Slavları aşağılamak eşlik ediyor ve genellikle bunun-
la karıştırılıyordu. "Yahudi Bolşcvizmı" paranoyasının derin Viyana kökleri vardı.
Yahudilerin kendi önyargıları da unutulmamalıdır. Batılılaşmış Yahudiler Do-
ğulu Yahudileri küçük görme eğilımındeydiler: "Frankfurt Yahudisi Berlin Yahudisini
hakir görüyor: Berlin Yahudisi Viyana Yahudisini ve Viyana Yahudisi dc Varşova Ya-
hudisini." Hepsi dc Galiçyalı Yahudileri küçük görmek eğilimindeydiler. "hepsinin en
aşağısı."''
I lahambaşı bile belirsiz düşüncelere sahipti. Yahudi karşıllığıyla ilgili risalesi-
ni okumasını isleyen Katolik bir hanıma, diğer şeylerin yanı sıra "Hıristiyanlık ken-
dini tatminsiz bir iki ciııslilik rolünde buluyor" diyerek psikoanalilik bir maske içi li-
fle yanıt vermiştir:
Hıristiyan. Yahudi hir kadının nıııliKle ellerini ovuşturan bir Yahudi erkeği görüııtılsü
timimle diz çöküyor: Havarileri, festivalleri, Iİyililerinin hepsi Yahudi. Çoğu bundan |bu
t'clişkideni kendini Yalıudi aleyhtarlığıyla kurtarıyor. Bir Yahudiyc Tanrı gihi saygı duy-
maya zorlananlar, geri kalan Yahudilere, şeytanmış gibi davranarak öç alıyorlar...
Sevgili Bayaıı, Ari lıalk Yahudileri kurlardı diyebilirsiniz. Fakat olay bu değil. Arı tıalk
kendiri ortaçağdan kurtardı. Bu Tevrat'ın insanlık üzerinde kullandığı sessiz ve büyük
etkilerden b i r i 5
Hahambaşı "Musevilik bana herkese, karşı sevgi ve saygıyı emrediyor" diye ilan etti.
Viyana'nın acı-ıallı havası kusuru gösterişle karıştırıyordu. Iınparaıorun den-
geyi sağlaması gerekiyordu. Açık bir Yahudi karşıtı olan Kari bueger İ897'de Bele-
diye başkanı seçildiğinde. Fraıız-Joseph bunu onaylamayı reddetti. İki günlük tepki-
den sonra yumuşayarak, Hahambaşı Giideırıann'a bir madalya verirken, buegcr'iıı
terfisini onayladı.
M AliLSTOS 1900 öğleden sonra saal ikide, çokuluslu bir kurlarına birliği 'l'ien-
çın'den on günlük bir yürüyüşten sonra 1'ekiıVe doğru savaşarak ilerliyordu. Bu ön-
ceki sekiz haila boyunca dış dünyadan kopartılmış olan Pekin koruma bölgesinin iş-
galini sağladı.
Çin. Dul Imparatoriçeııin alacakaranlığında Boxer Ayaklanması (tiinı "yabancı
şeytanları" ve işlerini kovmaya nıyeıli bir yabancı fobisi harekeli) tarafından ele ge-
çirildi. İngilizce adı Çince amblemleri "erdemli uyumun yumruğu"ndaıı alınan Boxer-
ler. tren yollarından Hıristiyanlığa varana kadar Avrupalı olan her şeye öfkeleniyor-
lardı. Yabancı elçilik heyetlerinin kendi hükümetleri üstünde alçakça bir eıki yaptığı-
na inanıyorlardı. Onları kovma girişimlerinde. Avrupalı misyoner ve diplomatları öl-
dürmekle. Çinli Hıristiyanlar! katleiinekte ve eski kentin btiyük bölümünü yakmakta
tereddüt etmediler. İmparatorluk memurlarının en azından bir kısmının danışıklı dö-
vüşünden yardım aldılar ve düzenli Çin askerleri onlara katıldı.
Avrupa tarihinde. 1900'iin Çin seferi kısa bir sürede ortak bir girişim içinde
tüm güçleri birleştirdiği için tektir. Briıanyalılar, Fransızlar. Almanlar, İtalyanlar,
Ruslar. Amerikalılar ve Japonlar ortak ıchdili bastırmak için güçlerini birleştirdiler.
Dış bölgenin savunmasını Britanya Bakanı Sir Claude Maedonald yönetimindeki çe-
şitli uluslardan bir deniz kuvvetleri grubu üzerine aldı. Yirmi bin kişilik kurtarma ko-
lu Oerierai Sir Alfred Gaselee tarafından idare ediliyordu ve Ruslar. Amerikalılar. Ja-
ponlar ve Hindistan ordusundan bir tugaydan oluşmuştu. Mareşal Kont von Wald-
see idaresinde yirmi bin Alman askerinden oluşan bir sefer heyeti Kyltilün sonunda
ulaştı, sadece çabucak geri çekilmek için.
Zira acil durum ortadan kaldırılır kaldırılmaz. Avrupalıların birliği bozuldu. Al-
manya ve İtalyan orıaklarınuıkindeıı çok fazla olan taleplerinin telafisi konusunda
ısrar eltiler. Rusya, katliamlardan Çin'i sorumlu tutmayı sürdürme hareketlerine ka-
tılmayı rerldetli. Gerçekten de. Mançurya'nın denetimini ele geçiren Rus birlikleri
kendi adlarına geniş çaplı katliamlar yapmışlardı. Britanya ve Almanya sonuç an-
laşmasını oldukça farklı şekillerde yorumlamışlardı. Ne ilk kez n e d e son kez olarak,
l ü m katılımcılar en iyi şekilde saman alevi gibi tanımlanan Avrupa birliğini, eğer
böyle bir şey varsa, sergilediler. 1
ÇERNOBİL
Yukarıdaki özelin alındığı behçe Coğrafi Sözlük 1880 yılında çarlık sansürünü yen-
mek için tasarlanan yanlış yola sevk edici bir başlıkla yayımlandı. İler zaman Polon-
ya l'lusuna ail olan her kasaba ve köye ilişkin bir madde içermekleydi. Çernobil. bir
zamanlar Polonya'nın olan ve daha sonra Rus İmparatorluğunun ve Sovyetler Birli-
ği'nin bir parçası olan o geniş topraklara sahip tipik bir kasabaydı. Yahudi sakinleri
ona s/j/et/lerl diyeceklerdi. Polonyalı toprak sahipleri. Yahudi kent halkı ve Rulhon-
yalı köylüler orada yüzyıllarca yan yana yaşamışlardı.
Çernobil ilk olarak Ruthenya prensi Roslislavıtch avlanma alanı olarak tanım-
landığı 1193 yılının bir beratında meydana çıktı. Bir zaman sonra Lilvanya Büyük
Dukalığına alındı. Orada bir hükümdarlık köyü haline geldi. Kale, yağmacı Tatarlara
karşı savunma için inşa edildi. I .r>6(-i yılında. Büyük Dukalığın Ukrayna eyaletleri Po-
lonya Krallığına nakledilmeden üç vıl önce, Çernobil, kraliyet süvari sınıfından bir
yüzbaşı olan lolon Kmila'ya daimi olarak bağışlandı. Kilon Kıııita bundan sonra ken-
dine "Kmita Czarnoblyski" lakabını lakiı. Zamanla, evlilik yoluyla Sapielıas'lara ve
1703 yılında Cb od kı e w iç/, ailesine geçıi 1793 yılında Polonya'nın ikinci pa\ laşımuı-
da k u s imparatorluğu tarafından illuık edildi.
Çernobil çok zengin bir rlinı tarihe sahipti. Mutlak bir çoğunluk oluşturan Ya-
hudi cemaatı biiyük olasılıkla Filon kunta taralından Polonya kolonızasyon seferber-
liği sırasında temsilci ve arcııdalor (kiralanan toprakların yöneticileri) olarak ihraç
edileceklerdi. Dafıa sonra, llasid ilere ve Ortodoks Yalı udileri ne dahil olacaklardı.
Bölgenin Rütenyalı köylüleri 1596'dan sonra büyük ölçüde Yunan Katolik t l n i a t e )
dinine dönecekler, sadeee Çar tarafından zorla Rus Ortodoksluğuna döndürülecek-
lerdi. Dominiken Kilisesi ve Manastırı I 6 2 6 ' d a Karşı Relormasyonun doruğunda l,u-
kasz Sapieha tarafından kuruldu. 0 günlerde Çernobil açıkça bir hoşgörü cennetiydi.
On yedinci yüzyılda, tam da bir grup raskolniki veya Eski inananların geldiği sırada.
Tarcnıo Ruhani Meclisinin hükümlerine karşı çıkan Kski Katolikler vardı. Hepsi de
1648- 16rı 1'îin ve Khmyel'nyı.sky ayaklanmasının ve asi liderlerden birinin, tfonda-
renko. yakalandığı ve Chodkievvez'in süvarileri tarafından infaz edildiği i768-
1769'un korkunç dehşetinden kaçmışlardı. Çarlık yetkilileri tarafından Dominiken
manastırına 1832'de. Raskolııikikilisesine 18i)2'dcel koyuldu.
1880'rion itibaren. Çernobil birçok kader değişimi gördü. 1915 yılında Almanlar ta-
rafından işgal edildi, sonraki iç savaş sırasında Bolşevikler, Beyazlar ve Ukraynalı-
lar taralından ele geçirildi. 1919-1920 Polonya-Sovyet Savaşında, ilk olarak Polon-
ya ordusu tarafından, daha sonraysa Kızıl Süvariler iarafından alındı. I 9 2 l ' d e n iti-
baren. Ukrayna SSCB'ye dahil edildi ve Stalin'in kolektıvizasyon uğraşısının kitle ci-
nayetlerini ve Terör-Kıtlığını yaşadı. Polonyalı nüfusu I93t>'nın sınır takasları sıra-
sında sınır dışı edildi. Yahudi cemaati I 9 M - 19-ITün Alınan işgali şırasında Naziler
tarafından öldürüldü. Yirmi yıl sonra, ilk Sovyet nükleer güç istasyonlarından biri-
nin yeri olarak seçildi. 1991'den itibaren Ukrayna Cumhuriyetine katıldı |HASAT|
|KONARMYA|.
Büyük Sovyet Ansiklopedisi bu gerçeklerin hiçbirinden bahsetmez. Altı satırlık
bir madde sadece bir demir dökümhanesine, bir peynir fabrikasına, bir sanat atölye-
sine ve bir tıp okuluna sahip olan Ukrayna SSC'nın bölgesel bir şehrinden bahse-
der. 2
Çernobil/Czarnobyl adı. çevre bataklıklarda yetişen pelin bitkisinin (anemisin)
Slovence bir biçiminden alınmıştır. Kitabı Mukaddes'te pelin acılığın, böylece Tanrı-
nın gazabının eşanlamlısı bir sözcük olarak kullanılır:
Ve oraya cennetten n.nııı. hir yıldız düştü, hir lambaymışçasına yanarak ve nehrin
üçüncü kısmının üzerine düştü ve suların fıskiyelerinin ılzerine. Ve yıldızın adına Pelin
denildi... Ve birçok insan arı yapıldıkları için sularda öldüler. 3
Yeni Ahid'lerini gerçek sayan herkes için. 2(i Nisan 1986'da Çernobil'deki patlama
kesinlikle T a n r ı n ı n gazabından ötürü gerçekleşti.
Dönemin en sarsıcı düşüncelerinden çoğunu Basel'de profesör olan akıllı ve
dengesiz Alman Friedrich Wilhelm Nietzsche ( 1 8 4 4 - 1 9 0 0 ) beyan etmiştir. Bir
kezinde felsefeciyi "dinamit çubuğu" olarak tanımlamıştı ve Böyle Buyurdu
Zcıdüsf ( 1 8 8 3 - 1 8 8 4 ) , Ölümlülüğün Soy-inciri ( 1 8 8 7 ) , Tanrıların Alaceılicıranhgı
( 1 8 8 9 ) ve IlıLidar İradesinde ( 1 9 0 1 ) maruz kalınan tutumları çürütmeye başla-
dı. Hıristiyanlığa, demokrasiye ve onaylanan ahlak normlarına sövüp saydı.
"Ahlak" diye açıklamıştır, "bireydeki sürü içgüdüsüdür." Ve "din saf hayalin
dünyasıdır." Modern insanlık değersizdir. Onun yerine, "Size üstün insanı öğ-
retiyorum." Yönetici seçkinler sınıfı her zaman şiddet yoluyla etkili oldu. "Sa-
rışın hayvan, yağma ve zafere aç, hata yapamaz." Daha cüretkârca şunu ilan et-
ti "God ist tot" (Tanrı öldü) ve şunu ekledi "(Tanrının) gölgesinin izlenebildiği
mağaralar hâlâ olabilir." Tanrı'nın ölümünün kurtarıcı bir olay olacağı düşü-
nüldü.
Nietzsche'nin, hayatın gücün hâkimiyetinin ötesinde bir anlamı olmadığı-
nı vaaz ettiği görülür. Düşmanları tarafından günahkârlığın ve aydın irrasyo-
nelliğin peygamberi olarak görülür. Kierkegaard teoloji için ne olmuşsa, o da
felsefe için öyle oldu. Her ikisi de varoluşçuluğun öncülerindendiler. "Hıristi-
yanlık dünyayı kötü ve çirkin olarak görmeye karar verdi" diye açıkladı Ni-
etzsche, "ve onu kötü ve çirkin yaptı" 5 8 [DELİLİK],
e = mc2
28 OCAK 1896'DA Almanya İçişleri Bakanı, iilke vatandaşlığını terk etmeye alışıl-
madık hır başvuruyu onayladı. Başvuru sahibi, İsviçre'de mukim ve sadece on altı
yaşındaydı. Zürih'tekı UidgenossischeTechnische llochsehule'ye giriş sınavını kaza-
namamıştı ve Aara'dakı eyalet okulunda okumaktaydı. Lilnîda doğmuş ve Münih'te
büyümüş olan mülteci öğrenci Alınan eğiliminin askeri yapısından nefret ediyordu.
Katolik ilk öğretim okulunu sevmedi ve lisesini erkenden terk etli. Ailesi Milano'ya
taşındıktan sonra, kendini çok güvensiz hissetmişti. Birçok genç eski-Yahudi gibi dm
karşıtı, barışçı ve radikal sosyalizm taralından eczbedilmış durumdaydı. Tek yetene-
ği matematikti.
Sonunda UTH'ye kabul edilen Albert Kınsıeiıı (1879-1955) dersleri kesti, fakat
la boram varlarda kendi başına elektrodinamik deneylerini yürüttü. Viyana'da Avus-
turya başbakanına suikast düzenleyen Kriedheh Ad 1er'le dosttu. 1901-191") yılların-
da Berne'deki patent bürosunda işe alındığında, Maxwell. Hertz ve Mach'ın çalışma-
larının kuramsal arkaplanı üzerine zihnim yormay a devam eni.
tiinsicin'ın zaman ve mekânda rölativite hakkındaki kamburunun, saat kulesi-
ni ışık hızıyla geçtiğini hayal ettiği Berne'deki Kramgasse.'ye tramvay yolculukları
yoluyla harekete geçirildiği söylenir. Görüntüsünü yansılan ışık dalgalarının aynı
hızda hareket ettiğini tahmin ederek, yıllarca sürücünün aynasında kendini görüp
göremeyeceğini merak etti. Her olayda, "eş zamanlılık rölativitesi" ilkesinde. Doğa-
nın anlık karşılıklı etkileşimleri bilmediğim fark elti. Işık hızı mutlakken, bir saniye-
de yaklaşık üç yiiz bin kın., zaman ve mekanın aralıkları rölatifti. 1905'lc, Annalcn
der Physik ("Bir Gövdenin Ataleti Enerji Içerğine mi Bağlıdır?") başlıklı bir makale
yayımladı. Klaşik fiziği altüst cdecek olan vc nükleer çağın temellerinde yatacak
olan denklemi içermekteydi. E = enerji, m = kitle vc e = ışık hızı ise. e = mc 2 .
Bu Özel Rölativite Kuramına ek olarak Einstein. Nevvton'un Yerçekimi Yasaları-
nın yerine koyacağı Genel Rölativite Kuramını üretti. Bu kuantum fiziğine büyük bir
katkı yaptı. I 9 1 4 ' t e Berlin'deki Kaiser Wilhelm Enstitüsüne geçti, 1921'de bir Nobel
Ödülü aldı.
Kuramlarının doğruluğunun kanıtlanmasından öneeki günlerde, hiç d u r m a d a n
kaygılanmaktaydı. Bir kezinde şöyle demişti. "Rölativite doğruluğunu kanıtlarsa. Al-
ınanlar bana bir Alman diyecek, isviçreliler bir isviçreli ve Fransızlar büyük bir bi-
lim adamı. Rölativitenin yanlışlığı kanıtlanırsa. Fransızlar bana bir İsviçreli diyecek,
İsviçreliler bir Alman ve Almanlar da bir Yahudi." 1
1933 yılında Einstein, Nazilerden kaçarak Paris'e iltica etmeye çabaladığın-
da, Collöge de Fraııce onu işe almayı Alman vatandaşlığı nedeniyle reddetti, bunun
yanı sıra onu ABD'ye gitmeye zorladı. Avrupa. Avrupa'nın en parlak zekâsını elin-
den kaçırdı.
SES
Birkaç dizeden sonra durakladı ve kırk yıldan fazla zaman önce yazılmış sözleri
unuttuğunu itiraf etti. Bunu telafi ederken, alkışlar arasında Vir. Fdison'un ünlü ma-
kinesine konuştuğu günleri hiçbir zaman unutmayacağını söyledi. Bu doğaçlama ve
tarihsiz ı^erformans varlığını sürdürecek ilk ses kayıtlarından birine neden oldu. 2
Aynı yıl Alman Emile Berliner içinde yumuşak silindirler yerine plaklar kullanı-
lan ve böylece daha kolay k o p y a l a n a b i l d i Gramofonunu tanıttı. Tlıurlngla'daki Wal-
terhausen'ın Kammarer und Reinhardt oyuncak firması tarafından üretilen gramo-
fon kısa zamanda kitle pazarı için ses kayıtlarının temeli, modern hayatın temel bir
Özelliği haline geldi. 3
Kayıtlı ses miizik ve mıi/Jkal anlayış dünyasını değiştirdi. Örneğin Mozart'ın 200.
yıldönümü için. son ıkt yüz yılda ses perlörmansındaki kalite ve değişikliğin gelişimi-
ni gösteren bir sergi düzenlemek mümkündü. Viyana'nın Neue B u r g u n a gelen ziya-
retçiler. bir "ses bölgesinden" diğerine geçtiklerinde kızılötesi ışınlara yanıt veren
stereo kulaklıklar takmışlardı. Loepold Mozart'ın unlii Kitabından Wollgang'in do-
ğum yılında yayımlanan kendisinin keman çaldığı parçaları dinleyebiliyor ya da
valfsız boru ve trompetlerin sesini modern mızıka aletlerinin sesleriyle kıyaslayabili-
yorlardı. 1900'den eski bir opera kaydının olağanüstü ağır temposunu. Wilhelm
I lersch'in söylediği "O Isis und Osiris" a ryasıy la dinleyebiliyor ya da Ed ita Grubero-
va'nııı söylediği "The Queen of the Night'm armoni dizisini analiz eden bilgisayarla
donatılmış sonografik ekranı izleyebiliyorlardı. Yazık ki, kimse Mozart'ın kendisini
dayamıyordu. Kakat dinleyicilerin en az derecede uzman olanları. Mozart'ın partis-
yonlarının performansının zamanla ne denli geliştiğini söyleyebilirlerdi. Burada Mo-
zart'ın değişen "ses dünyası" hayata geçirilmişti 4
Ses kaydı birçok yönden insanların geçmişlerini algılayışlarını kökten değiştir-
di. 1888'den önce, tarihsel kayıt en hayati boyutlarından birine sahip değildi: Ses-
sizdi. Dokümanlar ve sanat eserleri sağır ve dilsizdir. Napoleon Savaşları'rıııı güm-
bürtüsünden. Beethoven'in konçertolarının temposundan. Cavour'un konuşmaları-
nın temposundan iz yoktur. 1888'den sonra, tarih sesine kavuştu vç tahmin edile-
meyecek boyutlarda zenginleşti.
Browning'in heyecanlı resitalinin içinde bulunduğu Britanya Kütüphanesinin
Ulusal Ses Arşivi her Avrupa ülkesinde şu anda var olan benzer partisyon koleksi-
yonlarının aynıdır. Böyle i l k " phonolhequc" 1910 yılında Paris'te açıldı. Uluslarara-
sı Ses Müzeleri Birligi'nin [International Association of Sound Archivcs • IASA) üyele-
ri. ulusal yayın kuruluşlarının geniş koleksiyonlarından, küçük yerel ya da özel fir-
malara değişmektedir. Müziğin dışında, ana bölümlemeler folklor, edebiyat, radyo,
sözel tarih ve diyalektolojiye ilişkindir. 5
Doğu Avrupa'da. Kont Tolstoy gelecek kuşaklar ıçiıı kayıt tutan öncüler arasın-
dadır. 1910'da Konuşan Makine Haberlerinin Mart sayısı şöyle bir yorum y a p t ı
"Çarın topraklarında Tolstoy'un kayıtlarının satışını yasaklayan bir emir çıkarıldı.
Slavlar ne zaman ayaklanacak ve bu dar kafalılığı kaldıracaklar* 7 " 6
DELILIK
NİKTZSCUK bir kez.inde tarihçilerin hiçbir zaman tarihi gerçeklen ilgi çekici yapan
şeyler hakkında yazmadığından yakmmıştı; kızgınlık. hırs, cehalet ve delilik. Sadece
Alman Okuluna gönderme yapmış olabilirdi. Örneğin Polonya'da, geçmişi kusur ve
erdemler açısından analiz eden uzun bir gelenek vardı. Boehenski'nin klasik çalış-
ması "Polonya'da Aptallığın Tarihi" 1B42'de yayımlandı. 1 ! 9 8 5 ' l e muhalif tarihçi
Adam Ylichmk Onur Tarihi ile Polonyalıların komünizme direnişlerinin kayalarını
yazdı. 2
Bugünlerdi; herkes tarihçilik mesleğinde "Zihniyetler"! incelemenin merkezi bir
yere salıip okluğunu öğrendi. Amerikalı bir tarihçi Deliliğin Avrupa tarihi boyunca
başından sonuna ilerlediğini gösterdi. Troyalılar Tahta Atı içeri aldılar. Rönesans
papaları Protestan ayrılmasını kışkırttılar; Britanya hükümeti Amerikan sömürgeci-
lerini isyana yönelttiler.. 3 Ancak herkes hatalardan ders alabilir. Kski bir Polonya
atasözü şöyle der Polak madry po szkodziv (b\r Polonyalı hala yaptığı zaman akıllı-
dır). Blake bir benzerini Cehennemin Alasözleri'nde söyledi: "Eğer her budala buda-
lalığında ısrar ederse, akıllı olabilir." Gerçek budalalık aynı hatayı iki kez yapmayı
kapsar. Avrupa tarihi bu koşullarla da yazılabilirdi [ANNALES|.
Elimde olsa, hafifçe çalan bir askeri bandoyla ve parlak bir şekilde çalışan bir sine-
matografla Cerystal Palace kadar büyük bir olum odası inşa ederdim; sonra arka
sokaklara, ana caddelere giderdim ve onları içeri getirirdim. Hepsi hasla, aksak ve
sakatlanmış... Onlara kibarca yol gösterirdim ve onlar da usandırıcı bir teşekkürle
gülümserlerdi. Bu arada bando yavaşça Haleluya Parçasını çalmaya başlardı. 61
Dekadans, bir sanat lıareketi olarak, geç dönem Romantizminin bir gelişmesi
olarak değerlendirilebilir. İnsan duyarlığının en uç deneyimlerini araştırmak
arzusundan doğmuştur. Sonu gelmez skandallara rağmen süreç içinde Avrupa
kültürünün en yaratıcı başyapıtlarından bazılarını sağlamıştır. Romantik ha-
bercilerle bağı, De Quincey ve Poe'yu Fransızcaya çeviren Charles Baudelaire'e.
( 1 8 2 1 - 1 8 6 7 ) kadar gider. Baudelaire'nin derlemesi Les Fleurs du Mal (1857),
daha sonra gerçeğin çirkin yüzeyinin ardında düzen ve güzelliğin gizli "yansı-
malarını" bulmaya çalışan bir tarz olan şiirsel sembolizmin manifestosu olarak
görülecekti:
(Doğa bir tapınaktır, burada canlı sütunlar / bazen karmaşık sözler çıkartır; / İn-
san orada simge ormanlarının içinden geçer/ona tanıdık gözlerle bakan.) 6 5
BAMBIN1
6 OCAK H)07'I)R. Roına'nın San Lorenzo varoşunda bir odalık bir anaokulu açıldı.
Çocuklara uygun büyüklükle mobilyalarla, yapboz ve eğitici oyunlarla dolu bir do-
lapla ve uzman olmayan bir öğretmenle donatılmıştı. Gün içinde okul olmadığı du-
rumlarda çocuklarını sokaklara terk etmek zorunda kalacak olan çalışan ana baba-
ların çocukları için yapılmıştı. Okula La Casa dci fiamfimi ("Çocuk livi") dendi.
Okulun kurucusu Or. Vlaria Ylontessori (1870-1952) zamanının çok önünde
olan bir kadındı. Kşit çalışma için eşil ücrcli savunan bir feminist, uzman bir doktor
ve gelişme engelli çocuklar için bir enstitünün müdürüydü. Gizli olarak da. ileride
Amslerdam'da Assodaıion Monussori hUcrnalinnakû işlelecek olan gayrimeşru bir
erkek çocuk annesiydi.
1910'da yayımlanan Ylontessori Yöntemi çocuk merkezli eğilimin ilkelerini
öğütlemekteydi. Çocuklar öğrenmek islerler. Çocuklar kendilerini eğitebilirler. Ço-
cuklar beş duyuya sahiptirler ve bunların hepsini keşfetmek isterler. Çocuklar neyi
ne zaman öğreneceklerini seçmekle özgür olmalıdırlar. Tek ihtiyaçları olan şey. göz-
dağından uzak bir yer. uygun gereç ve teşviktir. Bu fikirler, "tebeşir ve konuşma",
dini talimatları, vahşice disiplini ve esnek olmayan ders özelleri ve tanımları tercih
eden zamanın eğitimcilerine bir lanellemeydı. "Sözcükleri dinlemek eğitimi gerektir-
mez" demişli Dr. Vlontesson onlara, "fakat çevredeki deneyimler gerektirir." 1
Ylontessori'n in düşüncelerinden bazıları hâlâ hiddet uyandırabilir. 0, çocukla-
rın tatlıdan nefret ettiklerine ve sessizliği sevdiklerine inanıyordu. Yazmanın okuma-
dan önce olması gerekliğinde ısrar ediyordu. Kakal icınel kanısı, çocuğun ihtiyaçları-
nın tisttın olduğu modern, ilerici pedagogların temeltaşı haline geldi. Tüm Avrupa'da
ve ABD'de yüzlerce okulu açıldı. Kaşisl İtalya'da ve Nazı Almanyasında kapatıldı.
Monicsson birçok yönden ılalıa önceki iki üncünün adımlarını izledi - İsviçreli J. II. J
Pestalozzi II 74B-1827) ve Türingenlı l-'rıedrıch Kroelıel (I 782-1852). Kroebel'in j
1837'de Berne yakınında Burgdoıfda kurulan ilk kındrıgaricn ya da "Çocul Balıçc-
si"nin (Cana da Haıubıni) ilk gerçek aıasıydı. Montcssori'nın çocuk psikoloj isiyle ilgi-
li fikirleri. İsviçreli eğitimci Jean Pıagcl (1890- 1980) tarafından sırayla geliştirildi. 2
TOUR
1860'LARDA, Clatıde Ylonet ve Auguste Renoır beraber resim yapmaya karar verdi-
ler. I ler biri aynı manzaradan nasıl farklı bir etki yakaladığını gür inek \ e sonuçlarını
karşılaştırmak islediler. En sevdikleri uğrak yerlerinden biri Paris yakınında Sl. Clo-
ud arkasındaki kenar mahallelerin olduğu nehir kıyışıydı.
Vlonel'nin ha Scinva Hınıgivat'\ 1869 tarihliydi (Bkz. Levha 67). İlk olarak, ak-
şam güneşinde köprüden geçen insanların manzaraları gibi sıradan şeyleri (fakat bu
banal demek değildir) seçtiği görülür. Ancak tamamen bir roman el kişine ulaşmaya
çalışıyordu-, olduğunu ya da olması gerektiğim düşündüğü dünyayı resmetmiyordu,
yani gerçekçi ve idealist olarak dünyanın üzerinde bıraktığı izlenimi çiziyordu. İzle-
nim, diğer bir resmi olan Lcvcr dtı ,wfc/7(l874). kasıl lı olarak ve utanmaksızın nes-
nel olan bir harekete arlını verecekti. M on et inatçı istikametini sürdürmek için yük-
sek bir bedel ödedi. Yıllarca tek bir resim satamadı. Çağdaşlarına göre çalışmaları
anlamsız ya da çok çirkin gözükmekleydi. Bir kez inde yeni doğan oğlunu görmek
için Paris'ten ayrıldığında, alacaklılar stüdyosunun içindekilere el koyup düşük fi-
yatlara sattılar. Monef intihara teşebbüs etti. 1
İzlenimciler üç konuyla ilgilenmekleydiler, ilk olarak, bazı nesneleri görmeyi ve
diğerlerini görmemeyi başaran insan gözünün kusurlarını ortaya çıkartmaya çaba-
ladılar. Bu nedenle, kesin olmayan ve seçici bir görüntüyü oluşlurmaya niyetlendi-
ler. Morıel'nin Bougıval'deki kasıtlı olarak yayılmış fırça darbeleri, lekeli dalgalar,
sarkık kenarlı pencereler, tüylü yapraklar ve karışık bulutlar üretti.
İkinci olarak, mükemmel ışık çalışmaları yüzünden büyüleyiciydiler. Birkaç
yıl için Clıasseurs d'Afrit|ue'le birlikle hizmeı verdi ve Sahradaki çöl ışığının uç etki-
lerini gördü. Daha sonra aynı nesneyi tekrar tekrar çizmek yoluyla ışıkla bir dizi
sistematik deneyler yapacaktı. Rouen Katedralinin dış cephesinin her biri farklı bir
gün ve zamandaki farklı ışıkla yıkanan on iki çalışması, halkı deliliğine daha çok ik-
na elti.
Sanatçının kendi zihninin duyarlılığı ve algılamasındaki karmaşık varyasyon-
ları araştırmaklaydılar. Bu, modern sanala verilen çığır açıcı ivmenin anahtarıydı.
Bazen modern sanatın, özellikle de İzlenimciliğin fotoğrafçılıkla mümkün kılı-
nan gerçekçi görüntülemeye karşı tepki gösterdiği ileri sürülür [FOTOf. Gerçekten
hiçbir şey, özel bir pozda ve özel bir açıda saniyenin bir anlık bir zamanda bir kame-
ra lensine giren bir ışık tarafından kaydedilen bir görüntüden daha seçici ve daha
geçici olamazdı. İzlenimciler fotoğrafla yoğun biçimde ilgilendiler. Onu genellikle ha-
zırlık çalışmalarında kullandılar. Örneğin Cözanne hem manzara resimlerinde hem
de kendi portrelerinde enstantane fotoğraflar kullandı. 2 Fakat insan gözü gibi seçici
ve ışık oyunlarına yanıt vermesine rağmen kamera akıl sahibi değildi. Ve modern sa-
nalların gerçekten kendine gelmesi insan aklı alanında olmuştu. Bu nedenle en so-
nunda hedeflerine, ulaştılar. Cezanne'ın sözcükleriyle "eski üstatlarden daha ünlü"
oldular.
COMBRAY
Buralar büyük bir adamın doğduğu, öldüğü ve ona saygı göstermek için ziya-
ret edilen yerlerden biri değildi. Buralar hayran olduğu, ona düşünceler sunan
ve hâlâ bü düşüncelere bekçilik eden... yerlerdir. 1
Genel olarak geçmişin rtıhıı en iyi şekilde küçük mahrem müzelerde korunur. Char-
les Dickens'in ruhu Doughty St. Uoııdra WCl'deki evinde hâlâ hissedilebilir; Tri-
er'deki pek çok sıkıntıya rağmen SPD tarafından korunan Marxhaus'da genç
Ylarx'm hayatı ziyaret edilebilir; ve kişi kendini Viyana'da Bergslrassc 19'dakı evin-
de Preud'ün kırmızı kadife kanepesine uzanmış hayal edebilir. Kakat kayıp zamanı
araştırmadaki nihai yolculuk, sadece Proust.'un onuruna uygun şekilde "llliers-
Combray" olarak yeniden adlandırılan Rııre-et-l.oir'daki o çok sıradan köye yönlen-
dirilebilir.
* O r i j i n a l m e ı l n d e le t o k ' de e h e j Sudun b i ç i m i n d e yer alan bu eserin doğru adı Du cûlt <k ehez
Swann'dır (e.rı.).
italya'ya müdahalesinde ya da Rusya'nın Polonya ve Macaristan'a müdahale-
sinde böyle hareketler tekrarlandı. Başta İtalya, Almanya ve Balkanlar olmak
üzere bölgesel çatışmalar mevcuttu. Birçok deniz aşırı sömürge savaşı vardı.
Fakat 1815'ten önceki Napoleon Savaşları kapsamında ya da 19I4'te başlayan
Birinci Dünya Savaşına denk hiçbir şey yoktu. Avrupa'dakı enerjiler uzun za-
mandır ya içeri, dahili değişiklikler sorununa ya da dışarı, dünyadaki taze sö-
mürgeci işgallere yönlendirilmişti. Sadece iki karşılıklı etkileşim içindeki so-
run uluslararası düzeni bozma kapasitesine sahipti. Bunlardan biri Fransa ve
Almanya arasındaki hızlanan rekabetti. Digeriyse, "Şark Sorunu."
Fraıısız-Alman rekabeti Charlemagne İmparatorluğunun bölünmesine ka-
dar geri gider; fakat bunun çağdaş yansımalarının kaynağı Devrim Savaşları-
dır. Fransızlar iki Alman gücü olan Prusya ve Avurturya'yı 1793 ve 1814-
1815'in işgalcileri olarak anımsarlar. Prusyalılar ve Avusturyalılarsa Fransızla-
rı 1 8 0 5 - 1 8 1 3 işgalcileri ve onun karşısında çağdaş varlıklarını kazandıkları ve
belirledikleri devlet olarak görürler. 1815'ten on yıllar sonra yenik bir Fransa
ve bölünmüş bir Almanya kavga etmeye uygun değillerdi. Buna rağmen eski
düşmanlıklar içten içe kaynamaya devam etti. 1840'a gelindiğinde, Fransa bir
kez daha Ren sınırını talep ediyor ve o günlerin yurtsever şarkıları "Die Wacht
am Rhein" ve "Deutschlandlied" de yansıtılan Alman protesto fırtınasını şiddet-
lendiriyordu. 1848 yılında Fransa yeniden Almanya'nın dahili huzursuzluğu-
nun kaynağı olarak görüldü, 1860'lara gelinip de, Fransa vakur İkinci İmpara-
torluk maceralarına girişip, Prusya da kendini Almanya'da kanıtlamaya başla-
dığında, iki güç de birbirinin saldırgan duruşundan korkmaktaydılar. Bis-
marck, Ems Telgrafıyla mükemmel bir bahane planladı. Sonradan kazanıldığı
üzere, sonuçlarının dengeyi yok edeceği bu olayı planladı.
Bismarck'ın üçüncü yıldırım savaşı olan 1870-1871 Fransız-Alman Savaşı
Sadova'dan daha büyük bir sansasyon yaratmıştı. Bu savaş Prusyalılara bir
ders vermek isteyen Fransızların kaşınmasıyla istenmişti. Ne var ki, kendile-
rinden daha iyi silahlanmış ve daha iyi örgütlenerek yönetilen Almanya dev-
letlerinin tümünün kurduğu bİT ittifakın karşısında buldular. Fransa'nın
1643'teki Rocroi'dan beri süregelen askeri üstünlüğü, iki aydan daha az bir za-
manda yok edilmişti. İlk top l Ağustos 1870'te İmparator Napoleon'un oğlu
tarafından törenlerle, "Berlin'e" naralarıyla ateşlenmişti. Bundan sonra müthiş
bir Alman saldırısı sınırı geçip, Metz'de ana Fransız ordusunu kuşattı. Başka
bir Fransız ordusu Metz'de imdada koşmak için, başında imparator olduğu
halde, Sedan yakınlarında doğrudan son bir tuzağın içine girdi. General Bazai-
ne'in, hemen hemen kesin bir yenilginin arifesindeki sözleri şöyleydi: "Nous
sonımcs dans Je pot de chamhre, et demaiıı nous serons emınerdes" (Bir oturağın
içindeyiz ve yarın üstümüze sıçacaklar). 6 9 Her taraftan kuşatılmış olan ve cep-
heden hücum etmeyi öğrenmiş bir düşmana bir kol uzatımı mesafede hırpa-
lanmış olmalarına rağmen, Fransızlar Krupp'un çelik silahlarına teslim olma-
dan önce birkaç saat dayandılar, imparator tutsak alındı, tahttan çekildi ve so-
nunda İngiltere'ye kaçtı. Fransa sekiz ay daha savaştı, fakat Paris kuşatılmış,
aç ve Prusya topçusu yüzünden sürünür haldeydi. Üçüncü Cumhuriyetin hü-
kümeli aşağılayıcı bir barışa imza atmaya zorunlu bırakıldı. 1871 Mayısında
Alsace-Lorraine'i bırakmaya, büyük bir savaş tazminatı ödemeye ve Alman iş-
galini iki yıl süreyle kabule mecbur kaldı.
Prusya'nın vakur zaferi birçok uzun dönemli sonuç doğurmuştu. Birleşik
bir Alman İmparatorluğunun ilan edilmesini kolaylaştırdı ve Versailles'da top-
lanmış Alman prensleri tarafından ilk imparator olarak Prusya Kralı l. Wil-
helm (h. 1871-1888) ilan edildi. Alınan karar uyarınca yeni Almanya, askeri
yiğitlikte kimseden aşağı kalmayacaktı. Bunlar Fransa'da çaresiz Paris Komün
olaylarını tahrik ederek "büyük ısrarla" intikam arayan Alman karşıtı hırsların
ateşini artırdı.
Daha sonra "Şark Sorunu" adını alacak olgu, iki bağlantılı ve görünüşte
engellenemeyecek olan süreçte gelişti: Rus İmparatorluğunun sürekli yayılma-
sı ve Osmanlıların kalıcı geri çekilmesi. Balkan milletlerinin bağımsızlığına,
Kırım Savaşına (1854-1856) ve 1914 kriziyle sonuçlanacak bir dizi karışıklığa
yol açtı. Osmanlıların çöküşü yüzyıl ilerledikçe daha da belirgin görünüyordu.
Bu Ruslar için tamamen arzu edilen bir şeydi. Boğazlar üzerinde yeniden Hı-
ristiyan hâkimiyetinin kurulması, Üçüncü Roma mitosunu, formüle edilme-
sinden beri Çarlık Rusyasının nihai amacını oluşturmuştu. Boğazlara egemen
olmak, Rusya'nın sıcak sulara sınırsız olarak açılması rüyasını gerçekleştire-
cekti. Dostoyevski'nin 1871 de zafer beklentileri içinde söylediği gibi: "Kons-
tantiniye bizim olacaktır!" Diğer güçler için "Avrupa'nın hasta adamı"nın çö-
küşü birçok tehlike içermekteydi. Britanya, Hindistan'a olan iletişim hatların-
dan kaygı duyuyordu. Avusturya kendini güneydoğu sınırında Rusya tarafın-
dan desteklenmiş bir devletler güruhu tarafından tehdit edilmiş hissediyordu.
Almanya kendisinin askeri gücünü bir gün elinden alabilecek tek kara gücü-
nün yükselişinden kaygı duyuyordu,
Rusya'nın önlenemez yayılması 1683-1914 yılları arası dönemde ortalama
olarak günde 140 km 2 olarak hesaplanmıştır. 70 Napoleon Savaşlarının kazan-
cının ardından, ana ivmeler artık Çin ve Japonya aleyhine, Rusların bazen
"Orta Güney" dedikleri Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönlendirilmişti. Ne var ki,
Avrupa da hoşgörünün sınırlarını sürekli zorlayan Ayı'ya karşı bağışık değildi.
Rusya'nın Yunan bağımsızlık savaşına müdahalesi alarm çanlarını çalmış ve
Edirne Antlaşmasından (1829) kazancı Tuna deltasının ufak bir köşesiyle sı-
nırlandırılmıştı. 1831'de olduğu gibi 1863'te de Rusya'nın Polonya'nın nomi-
nal bağımsızlığını ihlali, Britanya ve Fransa'nın sert protestolarına yol açtı. Fa-
kat bu kendilerinin de gem vurmak zorunda oldukları Polonya toprağına sa-
hip olan Berlin ve Viyana için kötü değildi. Böylece hiçbir şey yapılmadı. Rus-
ya'nın 1853'te Tuna prensliklerine ilerlemesi Avusturya'dan ivedi bir askeri re-
aksiyona ve Kırım Savaşına öncülük etti (Bkz. aşağıda). Bundan sonra St.
Petersburg Avrupa'da doğrudan ilhakların pahalıya mal olacağını ve impara-
torluğun bazı yerlerinin üstün donanmaya sahip güçlerden gelebilecek saldırı-
lara açık olduğunu anladı. Kuzey Amerika'dan çekilme kararı alındı ve
1867'de Alaska ABD'ye cüzi bir miktar olan sekiz milyon dolara satıldı. Mülk
daha başka yerlerde daha kolay alınabilirdi. 1859'da yarım yüzyıllık bir vahşet
ve yağmadan sonra, Kafkasların dağ kabilelerinin fethi tamamlanmış ve Çeçen
kahraman (Şeyh) Şamil ele geçirilmişti. 1860'tan sonra Amur ve deniz illeri
Çin'den, 1864 te Türkistan iran'dan 1875'te SakhaÜn ve Kııriller Japonya'dan
alınmıştı. Bütün bu kazançlar daha sonra kaybedenler tarafından "eşit olma-
yan anlaşmaların" meyvesi olarak adlandırılmıştır. I900'de Mançurya'nın Rus-
lar tarafından işgali anlaşmazlığa ve Rus-Japon savaşında yenilgiye yol açtı
( 1 9 0 4 - 1 9 0 5 ) . 1907'de İran'ın İngiliz ve Rus etki alanına ayrılması, Britanya'nın
birkaç on yıldan beri Orta Asya hakkındaki kaygılarını sona erdirirken, Rus-
ya'nın Basra Körfezi hakkındaki niyetleri konusunda kuşkular yarattı.
Kırım Savaşı ( 1 8 5 3 - 1 8 5 6 ) , Britanya ve Fransa'nın Osmanlılara, Rusların
Osmanlıların Hıristiyan tebaasını koruma emellerine karşı yardım etmeye ka-
rar vermesiyle başladı. Avusturya derhal Tuna prensliklerini işgal etti ve Batı
güçleri de Sardinya'dan yardım alarak Kırım'a ceza amaçlı bir harekâı yaptı.
Kötü siper savaşı, kolera ve korkunç kayıplara rağmen, Sivastopol'ün kuşatıl-
ması başarıya ulaştı. Paris Barış Anlaşması ( 1 8 5 6 ) Karadeniz'i silahtan arındır-
dı, Osmanlıların Hıristiyan tebası üzerinde ortak bir Avrupa mandası oluştu-
ruldu ve Osmanlı İmparatorluğuyla prensliklerinin bütünlüğünü garanti altına
aldı [ABHAZYA],
Bütün bunlara rağmen yirmi yıl içinde Ruslar Balkanlara geri döndüler.
Bu kez açılış üç Osmanlı ilinde birden eşzamanlı başkaldırılarla gerçekleşti;
Bosna, Hersek ve Bulgaristan. Sırbistan ve Karadağ'ın askeri müdahalesi, Avus-
turya'nın diplomatik oyunları ve Bulgaristan'da yüz oıuz altı Türk subayının
öldürülmesi şiddetli bir Osmanlı misillemesine yol açtı. 1876 Mayısında, yirmi
binden fazla köylü Bulgaristan'da öldürüldü, Londra'da Gladstone öfkeliydi ve
"Bırakın Türkler suiistimallere tek mümkün yolla devam etsinler, yani kendi-
lerini buralardan sürerek" dedi, Ardından istanbul'da iki Sultan tahtıan indi-
rildi. St. Petersburg'da Çar, Balkan Hıristiyanlarını korumayı kendine görev
edindi. Lanetli lakablı Sultan II. Abdülhamid'e (h. 1 8 7 6 - 1 9 0 9 ) koşul dikte et-
tirmek için iki uluslararası konferans düzenlendiyse de, o bunları parlamenter
bir anayasa vaatleriyle geçiştirdi. 1877 Nisanında Rus orduları Tuna civarında-
ki ve Doğu Anadolu'daki Osmanlı topraklarını işgal ettiler. İlerlemeleri, Bal-
kan geç i derindeki sağlam Türk direnişi tarafından uzun süre ertelenmişti; fa-
kat Ocak 1878'de Kazaklar İstanbul'un surlarını tehdit ediyorlardı. Aya Stefa-
nos Antlaşmasıyla ( 1 8 7 8 ) Babıâli Çarın kaLi koşullarını ve boyutları kaygı veri-
ci düzeye ulaşan bağımsız "Büyük Bulgaristan'ın yaratılmasını da kabul etmek
zorunda kaldı" (Bkz. Ek 111, s. 1305).
13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasındaki Berlin Kongresi Aya
Stefanos Antlaşmasının revizyonu ve Rus ihtiraslarının dinginlenmesi amacını
taşıyan Britanya ve Avusturya'yı tatmin için toplandı. Büyük bir diplomatik
olay olmakla beraber, tüm Avrupa güçlerinin sorunlarını eşit koşullarda otu-
rup çözebileceklerinin sonuncusu olmuştur. Bismarck'ın koltuktaki "dürüst
aracı" rolüyle birlikte, Birleşik Almanya'nın Avrupa'daki başat statüsü ve savaş
rüzgârları, Londra'daki müzikhollere şöyle yansımıştır:
Savaşmak islemiyoruz, ama zorunluyuz.
Gemimiz, adamımız ve paramız da var
Ayıyla daha önce savaştık ve Brilonlar da doğru davranırsa
Ruslar Konstantiniye'ye sahip olamayacaklar.' 1
NOBEL
DÜNYANİN fizik, kimya, edebiyat, tıp ve her şeyden önce barış alanındaki en saygı-
değer ödülünün silahlanmadan elde edilen kârla desteklenmesi ne kadar büyük bir
çelişkidir. Sı. Petersbtırg'da büyüyen bir İsveçli olan Bernhard Nobel'in (1833-1896)
babası orada bir fişek fabrikası kurmıışnı. Kimyager olarak yetişti ve patlayıcıların
gelişmesi konusunda çalıştı. Önce nitrogliserini ürettikten sonra, 1867'de dinamiti.
I876'da jelinyiti ve 1889'da eordil barutun öncüsü olan balistili icat elti. Aile şirket-
leri patlayıcı imalatı ve Baktı petrol sahalarının gelişiminden müthiş dcrcccde para
kazandı. Her zaman barışsever görüşlere satıip olan Nobel, ıcberruya bağlı adını ta-
şıyan beş ödülün kurucusu oldu. Nobel Barış ödtilü'nün ilk elli yılında, büyük olası-
lıkla Avrupa'nın acil olarak barış yapıcılara ihtiyacı olduğundan, ödülü kazananlar
Avrupalılar olmuşlardır:
Ödülü kazananların sadeee ikisi Alınandı ve barışa verdikleri destek yüzünden aeı
çekmek zorunda kalmışlardı. Ludwıg l'uıdde (1858-1941) Almanların yeniden silah-
lanmasına karşı çıkmaktan hapse atıldı. Cari von Ossctzky (1889-1939) Alman barış
hareketinin lideri olarak bir Nazi toplama kampında öldü.
Maekinder'in fikirleri daha sonra hava gücü çağında Amerika'da ciddiye alına-
cağı gibi, Almanya'da ciddiye alınmaya mahkûmdu.
Yirminci yüzyılın ilk yirmi-otuz yılında, uzun Avrupa barışı hâlâ daim
kaldı. Fakat dayanıksızlığı hakkındaki kaygılar dile getirilmeye başlanmıştı
Fransız-Alman rekabeti, aralıksız olarak ortaya çıkan Balkan krizleri, düşman-
lık içindeki diplomatik bloklar, emperyalist sürtüşmeler ve deniz silah yarışı-
nın hepsi uluslararası gerginliği birleşerek artırdı. 1908'de Bosna'da bir alarm
çaldı ve bunu 191 l'de Agadir'de bir başkası izledi. Bütün Güçler daimi bir ba-
rış temenni ettiklerini ifade etmelerine rağmen hepsi savaşa hazırlanıyordu
[EULENBERG].
Bosna krizi Avrupa'nın en zayıf noktasının nerede olduğunu gösterdi.
Avusturya-Macaristan Bosna'yı, son otuz yıl boyunca uluslararası mandayla
yönettikten sonra, hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın 1908'de ilhak etti. Fakat
Kaiser Wilhelm Avusturya'nın safında "zırhı içinde parlayan bir şövalye gibi"
savaşacağını söyledikten sonra Avrupa Güçlerinde müdahele edecek hal kal-
madı. Avusturya'nın demarche'ı Sırbistan'ı Büyük Sırbistan hayallerinden vaz-
geçirerek, Rusya'ya da bir gözdağı verdi. Aynı zamanda 1908-1909'daki "Jön
Türkler"in Osmanlı hükümetini ele geçirmelerinde ve milliyetçi ve çagdaşlaş-
macı bir programa atılmalarında da payı oldu. Her şeyden önce Balkan devlet-
lerini aralarındaki sorunların silaha sarılarak çözülebileceği konusunda ikna
elti.
1912-1913'te Balkanlar 1 da üç adet bölgesel savaş yaşandı. 1912'de italya
Osmanlı İmparatorluğuna saldırarak Rodos, Trablus ve Libya'yı aldı. Ekim
1912'de Arnavutluk'taki ayaklanmayı müteakiben Karadağ, Sırbistan, Yunanis-
tan ve Bulgaristan ittifakı Osmanlılara karşı Makedonya'da saldırıya geçti. Ha-
ziran 1913'te Bulagristan Sırbistan'a saldırarak Balkanlardaki bölünme hareke-
lini başlatmış oldu. Her fırsatta uluslararası konferanslar toplandı ve antlaşma-
lar imzalandı, Arnavutluk bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktı, fakat Make-
donya olamadı, Avusturya'nın kumar oynaması işe yaradı. Almanya'nın Os-
manlılar üzerindeki nüfuzu giderek arttı. Rusya'nın ihtirasları tatminsiz kaldı.
Şark Sorununa çözüm bulunamadı (Bkz Ek III, s. 1 3 6 9 ) [MAKEDONYA]
[SHQ1PER1A],
Artan bir güvensizlik ortamı içinde, uluslararası çatışmayı önlemek de
düşünüldü. Hükümet desteğinden yoksun olarak Uluslararası Hukuk Enstitü-
sü (1873), Parlamentolar arası Birlik (1887) ve Nobel Komitesi gibi birkaç
özel teşekkül vücuda geldi. I843'te ilk barış kongresinin Londra'da düzenlen-
mesinden itibaren başlayan girişimler sürecinden sonra, 1891'den itibaren İs-
viçre'de Bern'de ilk Uluslararası Barış Bürosu, milli şubeler ve toplantılar dü-
zenleyerek, düzenli olarak harekete geçti. Barışçı düşünceler muhtelif kaynak-
lardan dile getirildi: Bunlar arasında İsviçreli hukukçu J. K. Bluntschli (1808-
1881), Alman Bertlıa von Suttner (1843-1914), Avusturyalı A. H. Fried (1864-
1921), Fransız sosyalisti Jean Jaurès ve İngiliz iktisatçısı Norman Angell
(1873-1967) bulunur. Angell'ın Büyük Yanılgı (1910) adlı kitabına göre ulus-
ların iktisadi çıkarlar savaşı gereksiz kılıyordu [NOBEL].
Yine de en etkili eylem çağrısı Rus Çarından geldi. Girişimlerini müteaki-
ben Lahey'de biri 1899'da öteki 1907'de iki adet büyük barış konferansı top-
landı, ki bunların biri uluslararası tartışmalarda hakemlik, öteki kara savaşının
kuralları üzerineydi. Pratik sonuçlar alınmadığı söylenemez. Uluslararası Ada-
let Divanı 1900'de ve Lahey Konvansiyonu 1907'de vücut buldu. Londra'da
1908-1909'da bir deniz konferansı toplandı.
Fakat pasifizm ne kamuoyunda ne de önde gelen ülkelerin siyasetçileri
arasında saygınlık kazandı. Sınırsız devlet gücü etosu oldukça köklüydü. Ma-
reşal von Moltke'nin Bluntschli'ye yanıt olarak yazdığı gibi:
Sürekli barış bir hayaldir ve güzel bir hayal da değildir. Savaş Tanrı'nın eniridir,
savaş olmadan Dünya kokuşur ve kendini materyalizmin içinde kaybeder. Savaş
içinde insanın en asil yetenekleri ortaya koyul ur-cesaret ve kendini feda, görev aş-
kı. kendini kurban etme istekliliği ve hayatın kendisini riske atmak. 7 4
EULENBERG
23 HKİV1 1907'DIİ Mollke'nin Harden'e karşı davası bir Berlin mahkemesinde açıl-
dı. Bu. son derece reklamı yapılmış, halk taralından "Eulenburg Olayı" diye bilinen
altı davanın ilkiydi. Kaiser'in yakın çevresindeki geniş bir eşcinseller ağını açığa çı-
karın.
Diğer yerlerde olduğu gibi Almanya'da da erkeklerle cinsel ilişkiye girmek yasa
dışıydı. Ceza kanununun 17"). paragrafı erkekler arasındaki "gayrı tabi alışkanlığı"
bir ile beş yıl arasında hapisle cezalandırmaklaydı. General Kııno voıı Vloltke, Oıc 7,u-
kunfl (Gelecek) dergisinin editörünü iki yüksek rütbeli saraylıyı "Nonoş" olarak alaya
aldığı için dava etli. Mollke'nin iddiasına göre. kendisi vc arkadaşı Philip, Prens von
liulenburg iftiraya uğramışlardı. Eulenburg'ıın eski karısı ve eski bir asker olan Boil-
hardı tarafından mahkemede açık detaylar ortaya çıktı. Kakaı esas kanıt profesyonel
bir seksolog olan Dr. Magııus Hirschl'eld'dcn geldi. Açıklamasına göre gözükmeyen
eşcinsellik kendi içinde yasaya aykırı değildi, fakat erkeklerle cinsel ilişki kurmak ay-
kırıydı. Mahkeme llarden'in savunması olan. davacının eşcinselliğinin gözükür oklu-
ğunu. ancak 175. paragrafın ihlalinin söz konusu olmadığını sapladı. 1
Siyasi sonuçlar vahimdi. Möllke Berlin'in askeri komutanıydı. Kuleııburg Viya-
na biiyi'ık elçisi olmuştu ve özellikle Kaisere yakınlığıyla şansölyelığe açıkça talipli.
Hem Harden hem de ITirschfeld liberal göriişe sahiplerdi ve Kaıserın dış siyasetine
karşı çıkmaklaydılar. İkisi de 175. paragrafın kaldırılması için mücadele emekleydi-
ler ve ikisi de Vahııdıydı. İmparatorluk ihanet unsurları tarafından tehdit, edildiğini
; hisselli.
I Skandalin daha sonraki rauntlarında şansölye von Bullow başka bir liberal
; editör olan Adolf Brand'ı dava etli: Kaisorin askeri sekreleri Kont von lluelsen-
llaeseler üzerinde ı.ravesii kıyafetiyle Kaiser'in karşısına çıkınca canını verdi; ve
Yloltke/llarden davası iki defa daha görüldü, postdam garnizonu eşcinsellik olayları
ve bununla ilgili iniiharlarla çalkalandı. (Saraydaki muhafızların beyaz dar çorap ve
uzun çizmeleri özellikle tahrik edici olduğu için yasaklandı.) Harden'in ı azmi nalı giz-
lice imparatorluk hazinesi taralından ödendi. Knleııberg mahvoldu. Hayat boyu
uzaklaştırmaya rağmen masumiyetini savundu. Ancak yalan yere yemin etmekten
hüküm giydi ve tutuklanması yalandan bir sürü hastalık ve ertelemelerle 1918'e ka-
dar sürdü.
Almanya, bu siyasal amaçlı ardı arkası kesilmeyen skandal deneyimlerinde tek başı-
na değildi. Aynı yıllarda Britanya Oscar Wilde'm yargılanması ve ihanetlen idam
edilen Sir Roger Casement'in traiedisıyle sarsılmaktaydı. 2 Ancak I920'de Almanya
ulusal yenilgiyle aşağılanırken daha önceki seks skandallerinin izi derinicşii. Fşein-
sellık. ihanet ve Yahudilik üçgeninin çağrışımları kamuoyunda bir eşcinsel ve Yahudi
olan maliye bakanı Waller Ralhenau'nun 1922'deki katliylo perçinlendi. Anılarında.
Büyük Savaşın faturası bizzat Kaiser tarafından, ilk öncc Harden'in suçlamalarıyla
açığa çıkartılan "uluslararası bir Yahudi" suikasiine kesildi. Tarihçiler 1907-1909
olaylarını Kaiser'in generallerine olan aşırı güvenine ve ihtiyati taarruz tekniklerine
bağlamışlardı. 3
Böyle olayları istismar eden Nazı Partisi eşcinsellere karşı özellikle saldırgan-
dı. Dr. Ilirsehfeld'in seksoloji enstitüsü Mayıs 1933 gibi erken bir tarihle bir Nazi
güruhu tarafından yerle bir edildi. Gestapo Berlin'in büyük eşcinsel cemaatini
1936'daki Olimpiyaılar'dan hemen önce katletti. Toplama kamplarındaki "pembe üç-
genler", Nazi suçları listesinde ön sıralarda yer almış olmalıydı." 1 Paragraf 175.
1969'rla nihayet kaldırıldı.
KONOPISTE
Son hafta bir akşam beni ziyarete bir arkadaşım geldi; o günün Pazartesi, 3 Ağus-
tos olduğunu düşünmekte. Benim Dışişleri Bakanlığındaki ofisimin camının
önünde duruyorduk. Güneş batmakla ve aşağıdaki lambalar yakılmaklaydı... Ar-
kadaşıma göre bunu şu cümlelerle yorumladım: "Bütün Avrupa'da ışıklar sönü-
yor. Ömrümüz boyunca onları lekrar göremeyeceğiz."'8
Londra'daki ilk gerçek bela işareti Borsanın kapanarak faiz oranının % 8'e yük-
seldiği 31 Temmuz'da ortaya çıktı. Pazar günü, 2 Ağustos'ta Birleşik Krallığın
bütün kilise ve şapellerinde "ulus için dualar" edildi. 3 Ağustosta Cowes Re-
gaıta'nın iptal edilmesi gariptir. 1914 krizi sırasında Grey'in performansı hem
övgü hem de yergiye yol açtı. Bahriye Birinci Lordu Winston Churchill hay-
ranlarından biriydi:
IGreyl iki başlı mücadelesine daldı a) savaşı engellemek ve b) savaş çıkarsa Fran-
sa'yı terk etmemek. Soğukkanlılığını... gıptayla... izledim. Almanya'yı hesaba kat-
mamız gerektiğine, Fransa'yla Rusya'yı da çantada keklikmişiz gibi hissettirme-
den ikna etmek zorundaydı. 86
Sir Edvvard'm savaşa giden yolu çok geç başladı, Temmuzun son haftasında.
Ayın yirmi beşinde her zamanki gibi Itchen Abbas'da "görevi ihmal etmenin
suçluluğu içinde" 91 balık avlamaya gitmişti. O sırada "savaşı hiç düşünmüyor-
du." ilk yakınlığı Avusturya'ya karşıydı ve bu Avusturya'nın Sırbistan'ın uzlaş-
macı tutumunu geri çevirmesine kadar devam etti. Devletlerin "gaflet uyku-
sundan uyanacaklarına" emindi, Britanya savaş çıktığı takdirde Fransa'yı des-
teklemeye mecburdu. Fakat aynı Britanya tutamayacağı hiçbir sözü vermeme-
liydi; ve bu nedenle, biz (Britanya hükümeti) "kendimizi Almanya'ya ifade et-
meliydik." Yirmi altısında Vikont Haldane'le yemek yedikten sonra, resmi
olmayan bir Alman elçi olan Ballin'le konuşarak, ona Belçika tamamen "yutu-
lana" kadar Britanya'nın tarafsız kalacağı mesajını götürmesini söyledi. Yirmi
yedisinde uluslararası bir konferans önerdi, ancak teklif kabul edilmedi.
Almanların bir saldırmazlık paktı teklifini (Bkz. aşağıda) geri çevirmesine
rağmen, ayın otuz birinde Almanya ve Rusya bir seferberlik ilan etmişken,
Grey hâlâ kimseye olumlu bir taahhüt vermemişti. 1 Ağustos Cumartesi günü
Hampshire'e oian ziyaretini iptal etmiş olduğundan, bilardo oynarken görül-
düğü Brook's Club'da yemek yedi. Ayın ikisinde bir Pazar günü kabine toplan-
tısına katıldı, bu hiç duyulmamış bir şeydi. Bakanlar Almanya'nın Belçika'yı iş-
gali konusunun doğuracağı sonuçlar üzerinde hiçbir karara varamadılar. Ara-
larında belediye başkanı Lord Mailey'in de bulunduğu birçok bakan ve Ticaret
Odası Başkanı John Burns, Britanya tarafsız kalmadığı takdirde istifa edecekle-
ri konusunda işaret verdiler.
Sir Edward'in zamanlaması 3 Ağustos günü başka bir sabah kabinesinin
toplanmasıyla başladı. Öğleden sonra saat ikideki yemekten sonra, Dışişleri
Bakanlığı'na Alman Büyükelçisi Prens Lichnoceysky'i görmek için gitti ve elçi
kendisine yakında Belçika'yı işgal edeceklerini ve Sir Edward'in bir saat sonra-
ki konuşmasını ertelemesini istedi. Grey isteği reddederek, Westminster Sara-
yı'na saat üçte konuşmaya gitti:
Geçen hafta Avrupa barışını korumak için çalıştığımızı ifade ettim. Bugün... Avru-
pa barışının korunamayacağı açıktır. Her durumda Almanya ve Rusya savaş ilan
etmiştir.
Sir Edward Britanya'nın siyasetini tayin etmekte hâla başarısız olduğunu söy-
ledi. Britanya Fransız-Rus ittifakının bir parçası değildi ve koşullarından bile
haberi yoktu. Ancak İngiliz harekâtını yönlendirecek etkenleri sıralarken,
Fransızlara duyulan yakınlığı ifade etti. "Hiçbir ülke Avusturya ve Sırbistan
arasındaki bir tartışmaya karışmaya Fransızlardan daha istekli olamaz. Bu işe
bir onur sorunu yüzünden,.. Rusya'yla olan ittifakları yüzünden karıştılar."
Britanya'nın çıkarlarını sıralarken, özellikle Manş Denizini ve 1839 Belçika-
Britanya ittifakını belirtti. Bu durumda Britanya'nın "kayıtsız şartsız tarafsızlı-
ğının" kabul edilemeyecek olduğunu söyledi. Donanma sayesinde Britanya sa-
vaşa katılarak, kenarda durmaktan daha fazla acı çekmeyecekti. Britanya'nın
saygınlığı, "onur sorunları" bir kenara atıldığında ciddi olarak yaralanacaktı.
Britanya'nın görevinden kaytarma ya cağı konusunda emindi:
İfade belirsiz olmasına ragmen. Sir Edward nihayet dünyaya Britanya'nın taraf-
sızlığının devamının, Almanya'nın Belçika'yı işgalden ve Manş limanlarını teh-
ditten vaz geçmesiyle mümkün olacağını söylemişti.
Konuşmasından sonra Winston Churchill, Sir Edward'a "Peki şimdi?" di-
yerek yaklaştı. "Şimdi onlara Belçika'nın işgalini yirmi dört saat içinde durdur-
maları için bir ültimatom göndereceğiz." 93 Avam kamarasındaki Başbakanın
ofisinde Asquith'i eşi ziyarete gelmişti. "Oldu mu?" diye sordu eşi. "Evet ol-
du." "Henry masasına olurdu ve elinde kalemi arkasına yaslandı... Ayağa kalk-
tım ve başımı başına yasladım. Göz yaşlarımızdan konuşamadık." 9 ''
1914'ie Britanya'nın savunması neredeyse tamamen donanmaya dayan-
maktaydı. Ne Birinci Donanma Lordu ne de Birinci Deniz Lordu Prens Levis
Battenberg savaş taraftarıydı. Fakat Prens Levis yaz manevralarından sonra do-
nanmanın iznini kaldırmıştı ve 2 Ağustosta genel Donanma Seferberliği ilan
etti. 95 Churchill mutabık kaldı. Ayın üçünün ilk saatlerinde. Deniz Kuvvetleri
Komutanlığında Churchill eşinden "bunun kötü bir savaş olacağını" yazdığı
bir mektup aldı. Yanıt olarak şöyle yazdı:
Sevgili Cat, olan oldu. Almanya son barış umutlarını Rusya'ya savaş ilan ederek
yok etti ve Fransa'ya da savaş açması an meselesi.
Görüşünü çok iyi anlıyorum. Fakal dünya aklını kaçırdı ve kendimizi ve dostları-
mızı korumalıyız... Tadı Cat, aşkını, sadık William'in. Çocukları o p . *
Winston odaya yüzü parlayarak girdi, kararlı sesiyle Akdeniz'e Kuzey Denizi'ne
ve şuraya buraya nasıl telgraflar göndereceğini söylüyordu. Nasıl mutlu bir adam
olduğunu görebilirdin."
Avusturya'nın Sırbistan'a karşı olan savaşına verilen ünlü "açık çek" buydu.
Hohenfinow'da akşam sekizde Bethmann verandada yıldızlı bir akşamda
Riezler'le konuşuyordu. Genel bir çalışmanın tehlikelerinden söz etti. Daha
sonra ataletin en köıü siyaset olacağını söyledi. Rusya korkusu bir saplantı ol-
muşLu: "Gelecek devamlı büyüyecek olan Rusya'ya aittir. Üzerimize karabasan
gibi çöküyor." 114 Bu nedenle temelde, Almanya'nın sadece gecikme yüzünden
kayba uğrayacağını söyleyen generallerle hemfikirdi. Altı gün sonra, olağanüs-
tü bir şey olamdıgı halde, Riezler şansölyenin şunları söylediğini iletir: "Duru-
mumuz umutsuz... Bu hareket en zorlu görevimiz olduğu gibi, aynı zamanda
karanlığa bir atlayıştır." Bethmann'ın bir Kıta savaşının "hesaplanmış riskin-
den" çoktan umudu kestiği görülecektir. 115
Temmuz'un üçüncü haftasında, Bethmann oynadığı oyunun kötü hesap-
landığını farkına varmaya başladı. Bulmacanın parçalarının hiçbiri yerine otur-
muyordu. Kaiser'e her şeyin normal olduğu havasını vermek için, Ballık gezi-
sini uzatmasını önerdi. Önerisi geri çevrilince, istifa edeceğini söylese de, isti-
fası da reddedildi. Riezler'e göre şansölye kadercilik içine girmişti ve kamuo-
yunun savaş istediğinin farkındaydı. "Halkta hareket için büyük, fakat yönsüz
bir güdü" görüyordu. 116 Bunu göz önüne alarak iki pragmatik adım attı. İçişle-
ri Bakanını, her türlü sosyalistleri, Polonyalıları ve RcicJıs/eitıde ya da "devlet
düşmanı" lisiesindekileri tutuklamasını engelledi; ve sosyal demokrat liderler-
le yapılan gizli bir loplanııda, muhalefete durumun vahameti hakkında bilgi
verdi. Bu iki olay da savaşa olan muhalefetin gücünü kırdı.
Ayın yirmi dokuzunda Rusya Avusturya'nın Belgrad'a saldırmasına kısmi
seferberlikle karşılık verince, Bethmann sonunda genel bir çatışma ihtimalini
ciddi şekilde göz önüne aldı. Geceleyin önceki çizgisinin aksine, Viyana'yı ha-
kemlik öğütleyen "Dünya Elden Gidiyor" telgraflarıyla bombardımana tuttu.
Hiçbiri bir sonuç getirmedi. Sonuç olarak Almanya Avusturya'nın desteğini ga-
rantilemeden Rusya'yla savaşla karşı karşıya gelmişti. Berlin Viyana'ya yardım
sözü vermişti, fakat Viyana Berlin'e yardım etmeyebilirdi, ittifak tamamen çat-
laktı.
Karar anına 30 Temmuzda ulaşıldı. Kaiser St. Petersburg'tan gelen telgraf-
lardan korktu. Gelen telgraflardan birinin satır başında "bize karşı imha sava-
şı" yazıyordu. 117 Berlin'in "kuşatıldığına" emindi. Saat dokuzda Bethmann as-
keri lider von Moltke ve von Falkenhayn'la görüştü. "Kaçınılmaz savaş duru-
mu" ilan etme kararı aldılar. Böylece Avrupa'da Ağustosun ilk günlerinde sava-
şın geri sayımı başlatılmış oldu. Bu karar Rusya'nın tam seferberliği ve Belçika
ile Britanya'nın niyetlerinden tamamen habersiz olarak alındı. Bu zamandan
sonra her şey kaçınılmazdı.
5 ve 30 Temmuzdaki iki temel kararının alınmasında, generallerin Beth-
mann'ın önerisi dışında hiçbir savaş kararı aldığına dair kanıt yoktur. En son
çare olarak Kaiserin, askerler ve bakanlar üzerinde klasik Prusya Komtnando-
gevvalt ya da "emir gücü"ne sahip olduğu doğrudur. Fakat şansölye kendini
hiçbir zaman aleyhine kullanılabilecek bir duruma sokmadı. Savaşa paldır kül-
dür girmedi, savaşı kışkırtan kararların bir parçasıydı. 118 Olayları dengelemek
adına, müttefik tarihçilerin göz ardı ettiği Rusya'nın da Almanya'yla aynı ace-
lecilikte seferberlik ilan ettiği söylenebilir.
Dolayısıyla şansölye için İtilaf güçlerini suçlamaktan başka çare yoktu.
Ayın otuzunda saat on birde Rusya'nın genel seferberlik ilan ettiğini öğrendi
ve bu bilgiyi daha önce karanlıkta aldığı kararı haklı çıkartmak için kullandı.
Ayın birinde Bethmann Rusya'ya savaş ilan etti, bu arada Paris'ten Fransız-Rus
ittifakını terk eLmesini istemek gibi mümkün olmayan taleplerde bulundu.
Ballin manzarayı Ka^lerpalais'in bahçe-odasından izlerken, Bethmann memur-
ları savaş tasarısını tamamlamaları için oraya buraya koşturimaktaydı. "Ekse-
lansiarı, Rusya'ya savaş ilan etmek için neden bu kadar acele ediyorsunuz?"
diye sordu. "Eğer acele etmezsek, sosyalistleri savaştıramayacağız." 110 Ayın
ikisinde Brüksel'deki Alman büyükelçisine, yedi gün önce von Moltke tarafın-
dan imzalanan mühürlü bir zarfı alması emri gelmişti. Mektupta Belçika'dan
(var olmayan) bir Fransız saldırısına karşı Alman korumasını kabul etmesi ta-
lep ediliyordu. Ayın üçünde Almanya Fransa'ya savaş ilan etti.
Grey'in de aynı zamanda avam kamarasına hitap etmekte olduğu 3 Ağus-
tos günü öğleden sonrası Beıhman Reichstag'a hitap ederek Rus "ateş hatu"
hakkında bir konuşma gerçekleştirdi. "Rusya ve Fransa'yla olan bir savaşa zor-
landık" demişti. Grey'in kararlılık ve kesinlikle ilgili sözlerinin yankılanması
olarak "Bütün Alman milleti... son ferdine kadar beraberdir" demişti Beth-
mann. 1 2 0
Ayın dörtünde Alman birlikleri Belçika'yı işgal etti. Akşama doğru Beıh-
mann Wilhelmstrasse'den İngiliz ültimatomunun geldiğini duydu. Tahtta yap-
tığı konuşmada Kaiser sükûnetle "kılıcı kınından temiz bir vicdan ve elle çek-
mekten" söz etti. 121 Bethmann'ın kan beynine sıçramıştı, ingiliz sefiri ayrılmak
için izin istediğinde, Başbakanlığın duvarları daha önce duyulmamış biçimde
karşılıklı şikâyetler silsilesiyle inledi. Şansölye Fransızca bağırarak elçiye yirmi
dakika boyunca zor bir zaman yaşattı:
Her şey ters gidiyor. Almanya'nın Rusya'yı parça parça etmesini istiyorum, daha
sonra da Fransa'nın Almanya'yı mahvetmesini. Korkumsa, ııe yazık ki Almanya
Fransa'yı fena ezecek, sonra da Rusya tarafından bertaraf edilecek. Fransa ve İn-
giltere güce sahip olması gereken yegâne ülkeler. Prusya bir şeytan. Rusya Avru-
pa'nın ve bulun doğru diirüsı şeylerin sonu demek. Geleceğin dünya çapında des-
pot ve çılgın bir Slav imparatorluğu olduğunu sanıyorum. 1 2 6
Bu kadar muhteşem olaylara tanık olabilme şansını elde ettiğimiz için müteşekkir
olmamalı mıyız? Benim temel hissim müthiş bir merak ve itiraf ediyorum ki, bu
lanetlenmiş, anlaşılmaz, mukadder Almanya'nın tarafını tutuyorum. Eger şimdiye,
kadar hakkı olmayarak "uygarlığı" en iyi şey olarak kabul etmişse, bedeli ne olur-
sa olsun dünyanın en iğrenç polis devletini yok etmeye hazırlanıyor. 1 2 8
Dalıa önce hiç olmadığı kadar binler ve yüz binler barış zamanında hissetmeleri
gerekeni hissederek, birbirlerine ait olduklarını ve bir gücün onları günlük ya-
şamlarından yukarı kaldırdığını h i s s e t t i l e r . " 0
1914'te savaşın patlak vermesi, tarihi nedenler konusu üzerine diğer bütün
çağdaş olaylardan daha fazla düşünmeye yol açmıştı. Birçok insanı bu kadar
devasa (fitamr) boyutlardaki bir felaketin, aynı derecede büyük nedenlerden
çıktığını düşünmeye sevk etti. Çok az insan sadece bireylerin suçlanması ge-
rektiğini düşündü. Savaşın "derin nedenleri" üzerine büyük eserler yazıldı.
Gerçeklen de tarihçiler bu sorunları, ikinci bir dünya savaşı bunları düşün-
mek için daha çok malzeme verdiğinde tartışıyorlardı.
Devasa (fifanic) sözcüğü burada ilintisiz değildir. Birinci Dünya Savaşın-
dan kısa bir süre önce, Avrupa bütün uzmanların imkansız gözüyle baktığı bir
denizcilik felaketiyle sarsılmıştır. 15 Nisan 1912 günü dünyanın en büyük bu-
harlı gemisi kırk üç bin beş yüz tonluk Whi(t' Stnr S5 Titcıııic gemisi, bir Atlan-
tik buzdağına çarparak, ilk seferinde 1513 yolcusuyla batmıştı. Geminin hac-
mi göz önüne alınacak olursa daha önce hic görülmemiş bir kazanın olması
anlaşılır. Öte yandan kazanın nedenlerini boyutuyla karşılaştırmanın bir anla-
mı yoktu. İki adet teftiş komitesi, geminin ve yolculuğun özel yönleri üzerine
dikkati çekmişlerdir. Bunlar arasında geminin tekne kısmının tasarımı, can-
kurtaran botlarının yetersizliği, kuzey kutup denizinin istisnai durumu, fazla
hız, Kaptan Smith tarafından belirlenen kuzey rotası ve buzulla ilk çarpışmayı
izleyen bir saat kırk beş dakika içindeki hareketlerin koordinasyon yoksunlu-
ğu vardı. Deniz faciaları tarihçileri kesinlikle Titanic'in neden battığını araştır-
malıdır; ne ki bunun yanında neden diğer devasa gemilerin Atlantik'i salimen
geçebilmelerini de. 137
Savaşlarla bir benzetme yapmak tamamen yersiz değildir. Savaş tarihçileri
sadece neden barışın 1914'te sekteye uğradığını değil, aynı zamanda neden
1908, 1912 ve 1913'te korunduğunu araştırmalıdırlar. Daha yakın zamandaki
Soğuk Savaş deneyimi, büyük bir felaket potansyeline rağmen, o mahşer gü-
nünün genellikle iki rakip askeri ve siyasi bloğun dinamiğinden ortaya çıkma-
dığını göstermiştir.
Hiç kimse bu konularda tartışmayı Magdalen Collegelı bilmiş A. J. P.
Taylor kadar kışkırtmamıştır. İşin içinde olan kuşaklar için savaş tarihi hisler-
le karışmış, milyonlarca insanın ölümü yüzünden abartılmış ve geleneksel
yaklaşımlara meydan okumak devasa ölçekte saygısız bir insana neden olmuş-
tuT. 1914 olaylarına bağlı olarak Taylor, savaşa tek başına neden olmuş insan-
ların listesini vermişti: "Kendileri dahi ahvalin kurbanı olmalarına rağmen ka-
rarları veren üç adam Berchtold, (Avusturya dışişleri bakanı) Bethmann Holl-
weg ve ölü adam Schlieflen idi." Tedavi edilemeyecek bir Alman fobisi olduğu
için, Sir Edward Grey hakkında hiçbir şey söylememişti. 138
1914 yılına ait diğer bir parlak askeri lojistik denemesinde Taylor, her-
hangi bir nedensellik kavramının gereksiz sayıldığı aşırı bir konum sergiledi.
"Bugünlerde büyük olaylara derin nedenler aramak bir modaymışa benziyor...
Temmuz 1914'te olaylar ters gitti. Tek sağlıklı açıklama, şeyler oldular, çünkü
oldular." 139
Başka bir yerde, daha ikna edici bir noktaya değinerek, tarihin büyük fe-
laketlerini genel ve özel koşulların ölümcül birleşimi olarak açıklamıştır. Baş-
ka tarihçilerin aynı ağırlığı verdikleri "derin nedenler", hem savaş-öncesi barış
döneminin hem de barışın bozulmasının esaslı bir unsuru olarak gösterilmiş-
tir. Bunlar, "özel koşullar" olmaksızın, ancak büyük sonuçlar doğurabilir.
Başka bir ifadeyle, barut fıçısının üzerine kıvılcım düşmüştür. Kıvılcım olma-
saydı barata bir şey olmazdı. Eğer barut fıçısı açık olmasaydı kıvılcımlar etki-
siz kalırdı.
Taylor, bu noktayı betimlemek için Titanic olayını ele alabilirdi. Ama ge-
mi benzetmesi yerine otomobili seçmiştir. Böyle yaparak, felaket kuramının
çeşitlerinde ortak olarak bulunan dinamik unsuru vurgulamıştır, bu benzet-
mede olaylar kaçınılmaz bİT şekilde kritik noktaya doğru hareket etmektedir.
Savaşlar yol kazalarına çok benzer. Aynı anda hem genel hem de özel ne-
denleri vardır. Her yol kazası, son tahlilde içten patlamalı motorun icadından
kaynaklanmaktadır... [Fakat) polis ve mahkemeler derin nedenleri ciddiye al-
mazlar. Her kazada özel bir neden (sürücü hatası, aşın hız, sarhoşluk, hatalı
fren, kötü yol) ararlar. Savaşlar için de böyle yapılır. 141
XI
TENEBRAE
Avrupa Geriliyor, 1 9 1 4 - 1 9 4 5
LANGEMARCK
I.ANGKMARCK Belçika'da Yprcs'in beş mil doğusunda bulunan küçük bir köydür.
Bu civardaki diğer köyler gibi, 1914-1917 yılları arasında Yprcs çıkıntısında birbiri-
ni izleyen Ingiliz-Alman savaşlarında ölen askerlerin doldurduğu bir mezarlığa sa-
hiptir. Dış görünüş olarak çok sayıdaki diğer mezarlıklardan ayırt edilemez. Gerçek-
ten de adları belirsiz yirmi beş bin Alman askerinin üzeri uzun otlarla kaplanmış me-
zarlığı, Menin Kapısı yanındaki kırk bin İngiliz askerinin adlarının nakşedilmiş oldu-
ğu görkemli anıta hiç benzemez. Ama önde gelen bir askeri tarihçiye göre. "Gerçek
anlamda İkinci Dünya Savaşı'ııın doğum yeri orasıdır." 1 Çağdaş birçok ziyaretçi,
bangcmarck'ın. daha çok sayıdaki ölümler için ilahi takdirin canını bağışladığı Avus-
ııır-yal) bir gönüllünün yoldaşlarının son dinlenme yeri olduğunu bilmez.
Başarısız bir güzel sanatlar öğrencisi ve Avusturya ordusunun asker kaçağı
olan Mitler, savaş ilanını 1 Ağustos 1914'te, Münih'te, bir kalabalığın arasında ken-
dinden geçerek dinledi ve hemen Alman Ordusuna hizmet etmek için yazıldı. 16.
Bavyera Yedek Piyade (List) Alayı'na atandı ve Batı Cephesine Birinrı V'prcs Sava-
şı'nııı başladığı Kkım ayında ulaştı. Yolda, asıl olarak hevesli üniversite öğrencileri-
nin oluşturduğu yarı eğilimli on binlerce Alman askerinin profesyonel İngiliz askerle-
rinin sürekli ateşi allında parçalara ayrıldığı Kinricrmt>rd\ın. Masumların Kallia-
mı'nırı tanığı oldu. I liç kuşkusuz bu. Almanların. Passchendale ve Somme'da bol bol
yeıecek kadar intikamlarını aldıkları ilk büyük katliamdı. Killer bunu asla unuimadı.
Dört yıl boyunca eesareıli bir mcMcgangvr ya da "alaylı bir asker"in büyülü
yaşamını sürmüş oları Hillcr'in sıperlerdekı "en önemli deneyimi", hiç kuşku yok ki
daha sonraki kariyerinin marazı güdüsünü alcşlemişiir. Ölü ve yaralı yoldaşlarıyla
sadece yenilgiyi getiren büyük Alman özverisinden duyduğu ızdirapla onların ölüm-
lerinin öcünü almaya girişti; Almanya'yı fethedenleri kiiçümsedi ve Almanların ken-
dilerini yeniden onurlu, üstün, nefretle dolu. acıması?, hissetmelerini sağladı. Onun
öç yemini, milyonlarca Almanın yaralı kalplerini depreştirdi.
Bu nedenle bangemarek. Birinci Dünya Savaşı ile İkincisi, Ypres ve Verdun
katliamları ile Londra Blılz, Varşova ve Stalingrad katliamları arasındaki temel psi-
kolojik bağı sembolize eder.
DOUAUMONT
PETROGRAD
1914'ıe Rusya'nın başkentinin adı olan Sanki Petersburg, Petrograd gibi daha yurt-
sever çağrışımlar yaratan bir adla değiştirildi. İngiliz kraliyet ailesinin geldiği llano-
ver-Sa\c-Coburg'un adının Windsor olarak değiştirilmesi gibi, Almanca kökenli olan
bir adın Almanya'ya karşı savaşılan bir dönemde uygunsuz olduğu düşünülmüştü.
Fakat Petrograd adı Leningrad ile değişıirilinccye kadar sadece bir on yıl yaşayabil-
m işti |GOTHA|.
St. Petersburg Avrupa'nın en muhteşem kemlerinden biri haline gelmişti. Kla-
sik saraylar ve idari binalara ek olarak Neva nehri, her iki kıyısında büyük bir lima-
nı ve ticaret merkezini, gelişen bir sanayi bölgesiyle büyük bir garnizonu barındırı-
yordu. İki milyonluk yurttaş topluluğunun ruhu. Büyük likalorina'nın selefi Pet-
ra" nun onuruna kente armağan etliği Bronz Atlı heykeliyle yakalanmıştı.
Birinci ad değişikliğinin gerçekleştiği sırada, gelecekte kentin kendisine adana-
cağı kişi yakın bir tarihte döneceğine ilişkin hiçbir umudu olmadan İsviçre'de yaşa-
mını sürdüren bir sürgündü. Bir pasil'isı değildi: çatışmadan yararlanmak için "ulus-
lararası bir iç savaş" önerdiği Dcvrimci Sosyal Demokrasinin Göree/eriadlı yapıtın-
da Çarlığın yenilgisini hayal ediyordu. Önde gelen bütün destekçileri ihanet kuşku-
suyla yakalanmışlardı. Onları, daha sonra mahkemede onları müvekkil olarak seç-
miş olmaktan esef d u y m u ş olması gereken Aleksander Kercnski adındaki liberal bir
avukat savundu. 1
Peırograd/Leniııgrad Sovyet yönetimi allında en uç deneylere konu oldu. Baş-
kenti Moskova'ya taşıyan Bolşeviklerce reddedilen kente Stalin, uzun süre. olmayan
bir muhalefetin komplo hazırladığı yuva olarak baktı: nüfusunun önemli bir bolümü-
nü önce Devrim daha sonra ise tasfiyelerde yitirdi. li-'M 1-1944 arasında Alman-
Sovyet cephesinin konarında hin günlük hır kuşatmaya direndi ve anlatılamaz so-
ğuk, açlık ve kıtlık koşullarında sakinlerinin bir milyonunu yitirdi. 2 Devlet memurla-
rı ve ordu savaşı üç yıl boyunca sürdürecek araçları sağlamalarına karşın. Sovyet
I yetkilileri sivil halkı tahliye etmeyi ya da gereksinimlerini karşılamayı ya başarama-
dılar ya da bunu denemediler. Sonuç Coventry ve Varşova Gettosu'nım günlük bir
karışımı oldu. Caddelerde yatan ölülerin ve laboratuvar tezgâhlarında ölen bilim iş-
çilerinin yanında. Parti Merkezi'ndeki içkiaiemlermin betimlenmesi sadece insaniyet-
sizlik hesabına eklendi. 3
İler büyük sıkıntıdan sonra Leningrad yeni bir göçmen dalgası tarafından dol-
duruldu. "Kahraman Kent" insan kapasitesinin gelişiminin bir sembolü oldu. Ama
Sovyel çöküşünün arifesinde. 1991 yılında ad sorunu üçüncü kez. ortaya çıktı. Halk
referandumu, Komünist gazilerin yarattığı dehşetten ötürü Leningrad ya da Peırog-
rad değil de Sanki Peiersburg olarak karar verdi.
Asıl Alman ve Avusturya ilerlemesi 1917 yılında dengeli bir şekilde Ballık eya-
letleri, Beyaz Rusya ve Ukrayna'ya doğru başladı. Rusya'nın askeri başarısızlı-
gıyla birleşen devrimle birlikte İttifak Devletlerinin kendiliğinden düşmeden
önce Çarların İmparatorluğunu yıkıp yıkmayacağı yerinde bir karar verme so-
runuydu. Rus ordusunun aşırı kayba uğramış olduğu sık sık söylenir; gerçek-
teyse nüfusu düşünüldüğünde, diğer savaşan güçlere göre daha düşük oranda
kaybı olmuştur. Anahtar savaş tutsaklarına ilişkin istatistiklerde bulunmakta-
dır. Savaşta ölen her yüz çarlık askerine karşılık olarak üç yüz kişi teslim ol-
muştur. İngiliz ordusu için bu rakam yirmi, Fransızlar için yirmi dört, Alman-
lar için yirmi altıdır. Çarlık askerlerinin savaşmak için çok az istekleri vardı. 4
Bu sırada üstün Avusturya güçleri Balkan sahnesinde egemenlik sağlamış-
lardı. Belgrad (Ekim 1915), Karadağ ve Arnavutluk'u ( 1 9 1 6 ) işgal etmişlerdi.
Sırbistan'ın dağları aşarak Dalmaçya sahiline doğru kahramanca çekilişi bir
söylence bolluğu yaratmıştı. Sırplar 1915'te, Bulgaristan'ın da Avusturya saldı-
rısına katıldığı Makedonya'da kıstırılmışlardı. Fakat kısmen Selanik yoluyla
gelen Fransız desteğine bağlı olarak Makedonya Cephesi ayakta kaldı. Yuna-
nistan üzerindeki acımasız Batı baskısı hükümetin düşmesine neden oldu ve
Yunanistan'ın tarafsızlığını sona erdirdi [FLORA].
Batılı Güçler Akdeniz'de denizdeki üstünlüklerinden yararlandılar ve
Fransa'da berabere biten maçın bedelini ödetmek için birkaç girişimde bulun-
dular. Bir ingiliz birliği 25 Nisan 1915'te Çanakkale Boğazı'nda Gelibolu'da
karaya çıktı. Amaç Rusya ile doğrudan ilişki kurabilmek için istanbul'u ele ge-
çirmek ve Donanma Bakanlığı Birinci Lordu Winston Churchill'in sözleriyle,
lltifak'ın "yumuşak karnına" saldırmaktı. Hazırlanan plan muhteşemdi, fakat
trajedi ile sonlandı. Avustralya ile Yeni Zelanda'dan gelen kahraman Anzak
Tümeninin içinde olduğu çıkarıma birliğinin harekâtları önceden bildirilmişti.
Kemal Paşa adındaki genç ve enerjik bir subayın komutası altındaki Türkler
tepelerde onları bekliyorlardı. Bu harekâttan sonra Batılı Güçler, eylemlerini
Osmanlı imparatorluğunun uzak sınır bölgelerinde yoğunlaştırdılar. Genç bir
İngiliz hayalperest, T. E. Lawrence, Arabistan yarımadasının kabilelerini tek
başına isyana sevk etti. Fransızlar Lübnan'a yerleştiler. 1916'da General Al-
lenby Mısır'daki ingiliz üssünden Filistin'e yürüdü ve Noel Günü atını Ku-
düs'ün içinde sürdü. İngilizler ayrıca Mezopotamya'ya da girdiler. Mart
1917'deki utanç verici geri çekilişten sonra Bağdat'ı alarak İran'a baskı uygula-
dılar. ingiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour 2 Kasım 1917'de yayımlanan bir
deklarasyonla Filistin Musevi Yurdu ilkesini kabul ettiğini duyurdu. Ruslar ile
Osmanlılar, dağlık Ermenistan sınır bölgesinde askeri harekâtlarını bir ileri bir
geri giderek sürdürdüler. Savaş Osmanlı Hükümetinin Ermeni uyruklarına
karşı misilleme yapması için sahneyi hazırladı [SOYKIRIM],
Savaş İtalya'da italyanların kendilerinin olduğunu ileri sürdükleri dağlık
bölgede buldu Avusturyalıları, Isonzo nehri civarındaki on bir büyük çarpış-
ma Batı'da olandan daha az kayıp verdirmemişti. Caperetto'da yarım milyon
insan öldü (Eylül-Araltk 1917) italya ile ingiltere'nin kayıpları aynı ölçektey-
di. Felaketin kıyısından başarıyla dönüşü Merkez Güçleri (İttifak Devletleri)
büyük oranda zayıflattı. Avusturya ordusu İtalya'da bozguna uğradı. Kendi
müttefikleri tarafından azımsanan italyan özverisi geride yaralı bir gururun
derin duyarlılığını bıraktı.
Sömürgelerde savaşan tarafların her ileri karakolu sömürgeci ülkenin da-
vasını desteklemekle sınırlandığını hissetti. Uzakta, Fransız ve Alman Kame-
runları arasında bir savaş vardı, ingilizler Alman Doğu Afrikası (Tanganika)
ile Alman Güneybatı Afrikasini ele geçirmişlerdi. Bu dengesiz rekabette zayıf
taraf olan Almanya çoğu zaman daha becerikli olduğunu kanıtladı. General
Paul von Lettow-Vorbeck ( 1 8 7 0 - 1 9 6 4 ) komutası altında Doğu Afrika'da bulu-
nan Alman gücü Ateşkes'e kadar sağlam bir şekilde varlığını sürdürdü.
FLORA
1914 AĞUSTOSUNUIM son günlerinde Suffolklıı bir din adamının kızı olan otuz beş
yaşındaki Flora Sandı» yedi arkadaşıyla birlikle Sırbistan'ın Kraguievac kasabası-
na ulaştı. Belgrad'a elli mil uzaklıkta olan Kragujevac kasabası Avusturya-
Vlacarisıan saldırısına karşı başkentlerini koruyan Sırp güçlerinin asıl üssüydü. Klo-
ra'nın grubu, Sırbistan Vardım Fonu tarafından gönderilen birkaç İngiliz, Fransız,
Rus ve Amerikan sağlık ekibinden öıtee ulaşmıştı bölgeye. 1915 Nisan ayıtım ortala-
rında gruba Balkan savaşları sırasında Hasta ve Yaralı Kadınlar Grubu Ö r g ü t ü n ü
kurmuş olan Bayan .Ylahel Sl Clair Stobarı katıldı. Bu hanım bu kez mali işlerine ba-
kan kocası John Greenhalg dışında tiırrüylo kadınlardan oluşan yetmiş kişilik sahra
hastanesi kadrosunun idarecisi olarak Selanik'leri gelmişi,i. Yaralı ve ölüleri at üs-
tünde rehberlik etliği özel bir "seyyar tim" ile topluyordu. Altı yüzden fazla ingiliz
kadını gönüllü olarak Sırbistan'da çalışıyordu.
İngiliz kadınlarının sağlık hizmetleri bütiin savaş dönemi boyunca kadın ör-
gütlenmelerinin hiç kuşkusuz en profesyonelleri arasındaydı. Kurucusu Fdinburgh-
lıı bir cerrah olan Klsie İnglis nedeniyle İskoç Kadınları Hastaneleri (IKII) adını taşı-
yan kuruluşun üyeleri, kadınların en stresli ve en sorumlu işleri yapabileceğini ka-
nıtlamaya çalıştılar. İngiliz ordusunun denetimindeki cepheler dışında olmak üzere
Müttefiklerin savaştığı cephelere zaman içinde tam donanımlı on dört hastane gön-
derdiler. Sırbistan'a gitmek için deniz yolculuğuna çıkmadan önce Bayan St Clair
Sıobai'i. Cherbourg ve Anvers'te çalışmıştı. Rusya'da geçirdiği bir yıldan sonra Dr
Inglis 1917 Kasımında öldü. 1 Bu yıllarda kadın cerrahlar özellikle askeri hastaneler-
de olmak üzere hûlfl bir yeniliktiler. Dr. Inglis'i iş başında izlemişi islenen bir Fran-
sız gazetecinin rengi değişmiş ve bağırmıştı: "C'cat vrai. (,'//ecoupe'"(Dogruymuş, bu
kadın gerçekten kesiyor!)-
Avusturyalılar ile Bulgarlar 1915 Ekiminde cepheyi yardıklarında Sırbistan
ordusu Arnavutluk sahiline dağlarda uzun bir kış yolculuğu yaparak kaçabilmişti.
Çamur, kar, açlık, don, tifüs ve kangren içinde yapılan bu yolculuğun bedeli 4(1.000
ean olmuştu Sıobarı Birliği bu yürüyüşte onların yanındaydı.
Tüm gönüllüler içinde kariyerini en ileriye götüren Flora Sandes (1879-1961)
oldu. Sırbistan piyadesiyle birleşti, uzun yolculukta hayatta kaldı, çatışmaya katıktı,
birkaç kez yaralandı, birkaç kez de cesareti nedeniyle nişan aldı. Savaş biiLiğındc
bir subay olmuştu. Daha sonra bir Rus göçmeniyle evlendi ve Belgrad'a yerleşti.
Gesiapo'ya karşı çıktı ve ingiltere'ye sadece dul bir kadın olarak döndü. 3 Zor dö-
nemlerde yok olmuş erkek nüfusunun yaptığı işleri yüklenme gibi Rusya'dan, Polon-
ya'ya ve Arnavuilıık'a kadar görülebilen iyi örülmüş bir Doğu Avrupa geleneğini izli-
yordu.
İngiliz kadınlarının kararlılığını gösteren bir kaynak kendi hükümetlerinin dav-
ranışında yatıyor. Klsie Inglis 1914 Ağustosunda Savaş Biirosu'na İKH'nın hizmeti-
ni önerdiğinde ona şöyle denilmişti: "Evinize dönünüz leydim ve orada oturunuz." 4
Kuramsal olarak, kabararak dolaşan savaş gemisi filoları arasındaki deniz sava-
şının bir dizi güçlü çekişme yaratacağı bekleniyordu. Pratikte ise, Fransız do-
nanması Akdeniz'e doğru yola koyulurken, Alman donanması Jutland Kraliyet
Donanmasıyla çok şiddetli olmayan bir çarpışmaya girdikten sonra (31 Mayıs
1916) limana demir attı. Sözde denizler üzerinde hâkimiyet kurabilecek olan
İngiltere, Kiel ve Bremerhaven'dan gelerek on iki milyon tonluk Müttefik ge-
misi batıran Alman denizaltılarıyla başa çıkamadılar. Kuzey Denizi'nde sınırsız
denizaltı savaşıyla birlikte İngiltere'nin uyguladığı abluka Almanya'nın ciddi
956 A v r u p n r < ı r j l n
bir yiyecek kıtlıgıyla karşılaşmasına neden oldu. Ama Britanya da aynı sıkın-
tıyla karşılaştı. 7 Mayıs 1915'te Lusitam'a adlı sivil yolcu gemisinin U20 deni-
zaltısıyla batırılması ve Almanya'nın sınırsız denizaltı savaşını Atlantik'e yay-
ması ( 1 9 1 7 ) Amerika'nın tarafsızlığının sona ermesinde etkili olmuştur.
SOYKIRIM*
* Yayınevinin notu. Bu kutııcuktaki Türkiye'yle ilgili tarihsel bilgileri. Türkiyeli u/.mauların göriişicriri
içeren Pir "ek" koyarak düzeltme w tamamlama isteğimiz, yazar Norman Davies [aralından u.v^ıııı
bulunmamıştır. Konuyla ilgili olarak \mw. i mge.ro n u r adres un Irkı siıcınize bakılabilir
bırakmıştı. Savaş sürerken yapılan Reichstat toplantısı (Mayıs 1917) Çeklerin
özerklik istemleri ve ayrı yapılacak barış görüşmeleri söylentileri nedeniyle ya-
rısında dağılmıştı. Başkaldırı salgını, Fransa'da yeni komutan Mareşal Petain
ve yeni Başbakan Georges Clemenceau'nun ortak çabalarıyla sonunda güçlük-
le yatıştırılabilen uzun bir bunalıma yol açmıştı. Kayzerin 1917 yılındaki Pas-
kalya mesajı Almanya'da demokratik reformlar yapılacağına söz veriyordu;
1914'te savaş kredilerini oylayan Reichstag'ın bütün partileri temmuzda uzla-
şılacak bir barış için oy veriyorlardı. Doğu Cephesinde Rusya ile ayrı bir barış
için manevralar yapan Merkezi Güçler, yeniden Varşova'da kukla bir Polonya
Krallığı oluşturdular. Kralsız bir krallık ve naipsiz bir naiplik konseyi vardı.
Prusya, Avusturya ve Bug'un doğusundaki Polonya eyaletleriyle hiçbir ilişkisi
yoktu. Bu krallığın kuruluşunu Alman Kayzerine bağlı kalacağına yemin etme-
yi kabul etmeyen Pilsudski'nin Polonya Alayı'nın dağılması izledi. Rusya'da
devrim vardı. ABD'de ise savaş heyecanı [KORKAK] [LİLİ],
Avusturya'nın genç Friedenkaiser'ı (Barış imparatoru) Müttefik Güçler
(İtilaf Devletleri) ile kişisel olarak yürüttüğü bir dizi gizli görüşme yaptı, isviç-
re'de 1917 ilkbaharında Paris ve Londra arasında aracılık yapan bir Belçikalı
subay olan kayınbiraderi Bourbon-Parma Prensi Sixtus ile buluştu, italya'ya
toprak bırakmaya hazırdı ve Alsace-Lorraine üzerindeki Fransız iddialarını ka-
bul etmişti. Fakat Berlin'i etkileme yeteneğine sahip olduğuna, ne italyanları
ne de Fransızları ikna edebildi. Clemenceau sonunda görüşmeleri açık hale
getirdiğinde, Almanya imparatorunun karşısında aşağılanmaya zorlandı.
Habsburg monarşisinin geleceği bu andan sonra Almanya'nın askeri talihine
bağlandı; böylece Avusturya-Macaristan'daki ulusların barışçı gelişmelerine
ilişkin bütün umutlar da suya düştü. 5
ABD'nin 6 Nisan 1917'cle savaşa girişi, barışı sağlamak için yapılan birçok
Amerikan girişiminden sonra gerçekleşti. Bir Doğu Sahili liberali ve Princeton
profesörü olan 28. Başkan Thomas Woodrow Wilson ( 1 8 5 6 - 1 9 2 4 ) , Kasım
1916'da tarafsızlık propagandasıyla yeniden başkanlığa seçildi; arkasından el-
çisi Albay House bütün Avrupa başkentlerini ziyaret etti. 1917 Ocağı gibi ileri
bir tarihte Birliğin Durumu konuşmasında Wilson "zafersiz barıştan" söz edi-
yordu. Ama Amerika'nın denize dayalı ekonomisi Alman denizaltıları tarafın-
dan ölümüne tehdit ediliyordu; ve Şubat 1917'de, Almanya'nın Meksika'yı
kendi tarafına çekmek için yaptığı beceriksiz planın Zimmerman Telgrafı'nda
ortaya çıkması tüm kuşkuları giderdi. Wilson'un idealizmi ingilizlerin ve
Fransızların gizli diplomasisiyle karşı karşıya geldi. Onun On Dört ilkesi
(Ocak 1918) Müttefiklerin savaş amaçlarına tutarlılık ve güven kattı. Ulusla-
rın kendi kaderlerini belirlemesi ilkesine ve bu ilkenin adil olarak uygulanma-
sına sıkı sıkı sarılmıştı. Beyaz Saray'da bir gece Ignacy Paderevvski'nin verdiği
müzik partisinin sayesinde Polonya'nın bağımsızlığını da gündeme aldı.
KORKAK
BATI CKPHKSI'NDK. Carnoy'da 18 Kkım 1016 {•önü sabatı saat allıda Balı Yorkshi-
rc Alayından er I larry Karr İngiliz askerlerinden oluşan bir manga taralından vurul-
du. Askere alınmamasına rağmen orduda altı yıllık hi'/.meli olan gönüllü bir asker
mermi patlamalarından olumsuz olarak etkilendiği için iki koz siperden uzaklaşmış-
tı. Üçüncü denemesinde bir sağlık kurumunda tedavi olmasını hiçbir yarası olmadığı
için reddettikten sonra kendisini sipere götüren çavuşa karşı geldiği için tutuklan-
mıştı. Sürekli olarak, "buna d a y a n a m ı y o r u m " diyordu. XIV. Kolordu komutanı, aske-
ri mahkemede korkaklık suçlamasının "açık olarak kanıtlandığını" söyledi. Baş Ko-
mutan Douglas l laig de bunu doğruladı.
Bir süre sonra Karr'ın dul kalmış eşi Gerırude. Savaş Bürosundan bir mektup
almıştı: "Sevgili madam, size kocanızın öldüğünü bildirmekten esef duyuyoruz. Kor-
kaklıktan mahkûm edildi ve 16 fvkım'de cezası infaz edildi." Ne kendisi için bir emek-
li aylığı ne de kızı için bir harçlık alabildi. Yerel kilise yetkilisi aracılığıyla alayın ra-
hibinden bir haber daha aidi: "Karısına söyleyin, o bir korkak değildi. Onun kadar
iyi bir asker hiç yaşamadı." Kadın doksan dokuz yaşına kadar yaşadı ve İngiltere
Devlet Arşivinin (Public Recoıtf Offico) 1992 yılına kadar ortaya çıkarmadığı askeri
mahkeme zabıtlarını okudu.
Kr Parr askeri mahkemenin 1914-1918 yılları arasında büyük bir çoğunluğu fi-
rar nedeniyle olmak üzere ölüme malıktım etliği üç bin seksen İngiliz askerinden ve
cezaları ertelenmeyen üç yüz yedi kişiden birisiydi. Benzer bir davada at ricasını red-
deden Douğlas 1 laig şöyle diyordu: "Bu mazereti kabul edersek nasıl kazanabiliriz
İkinci Dünya Savaşı boyunca yüz bin civarında İngiliz askeri ordudan firar et-
li. ama hiçbirisi idam edilmedi. Kızıl Ordu ya da Alman Ordusundan (Wohrmacht)
kaçtıktan sonra yakalananlar ise bu kadar şanslı değillerdi. 2
UL1
1915 YIKINDA, Polonya'nın ortasında bulunan Doğu Cephesinin bir noktasında genç
bir Alman nöbetçi askeri evini düşlüyordu. Ilans I,cip'iri hayal etliği iki krz arkadaşı
Lili ve Marlene. kışla kapısının yanındaki lambanın altında onunla birlikteydiler.
Kendisini neşelendirmek için ıslıkla bir melodi çalmış, duygusal dizeler u y d u r m u ş ve
sonra da çabucak unutmuştu yazdıklarını. Yirmi yıl sonra Berlin'deyken melodiyi
anımsadı ve sözlerini de ekledikten sonra iki kızın adını tek isme dönüştürdü. Vltizık
dilme Norberl Schultz tarafından aktarıldıktan sonra 1937 yılında yayımlandı. Sa-
vaş arası Berlin'i, kabareler ile popüler şarkıların önemli merkezlerinden biriydi.
Ama Yalnız Nöbetçinin Şarkısı başarı elde edemedi.
Alman Ordusu 1941 'te Yugoslavya'yı işgal elliğinde Belgrad Radyosu'nuıı güç-
lü vericisine el koymuştu. Stokları arasında Ilans Leip'ın şarkısının savaştan önce
seslendirilmiş bir ikinci el kaydı da vardı. Belgrad'ta geceleri yayımlanan müzik
! p r o g r a m ı şans eseri olarak B a l k a n l a r ' ı aşarak Kuzey A f r i k a ' d a İn'in Ronımel'in
a d a m l a r ı hem de İngiliz Sekizinci O r d u s u n u n "çöl sıçanları" t a r a l ı n d a n dinlenebili-
yordu. Bu sefer l.ale Anderseıı'in sesi Akdeniz'in yıldızlı gökyüzünde ilerleyerek onu
dinleyen askerleri b ü y ü l ü y o r d u . Sözleri hemen lııgılizceye çevrilen şarkıyı Anne
Slıeltoıı okudu. T ö b r u k k u ş a t m a s ı n d a n sonra lutsak a l m a n bir g r u p İngiliz Afrlka-
Korps'un sıraları arasından geçerken, her iki t a r a f da aynı melodiyi çığırıyordti:
1, Mli VI a i l a : rı
Vor »1er Kuşeme, vordcıı grosseıı Tor Kışla kapısının önündeki fenerin allında
SUırıd t-irif Laleme. urıd sicili s i e noclı il y vor Nasıl beklediğini anımsıyorum Sevgilim
So Aolır wir uns '.i;ı w inlerse hen. Şeftaile beni sevdiğini fısıldadın orada
bci iler I,aleme woliri wir stehn hana:
Wie cinsti.ılı Marlccıı. İter raman orada olacaksın, lamba ışığı
altındaki l.ili'm
Benim l.iii Markındın.
ABD savaşa g i r d i ğ i n d e l.iii Mailene) Marlene Dietrich yeniden seslendirdi. Artık bü-
tün sınırları aşacaktı. 2
fes feuilles mûries, herkesin d u d a k l a r ı n d a bili Marlene varken. 1943 yılında
Paris'le bestelendi. Hem acı hem de tatlı sözlerini Jacques PrCvert yazdı, unutulma-
yan melodisini ise Joseph Koşma I m ı r l a d ı . A y r ı l m ı ş sevgililer konusu yeniden mil-
yonlarca insanın ilgisini çekebilecekti. Kakat Jeaıı Gabin'in filmi için hazırlanan şar-
kı filmin yapımından vazgeçildiği için hiç y a y ı m l a n m a d ı . Savaştan sonra yeniden
keşfedildiğinde toplu m sal ve politik iklim değişmişti; ve İngilizce sözler üzgün eser-
deki tadı yok etmişti:
The falling leaves drift by the window Püşen yapraklar pencerenin (mimde uçuşuyor
The autumn leaves of red and gold. Kırmızı ve san sonbahar yaprakları.
I see your lips. Hie summer kisses. Dudaklarını görüyorum, yaz mevsimindeki
öpüşlerini.
The sun-burned hands I used to hold. Tuttuğum güneşte yanmış ellerini.
Since you » em. away, ttie days grow long. Sen uzaklara gillin gıdeli günler daha uzun.
And soon I'll hear old winter's song. Ve sununda duyacağı m eski kış şarkısını.
But I miss you most, of all. my darling, Ka kal sevgilim hepsinden Önemlisi seııı
kaybedeceğim.
When autumn leaves start to fall. Guz yapraklan düşmeye haşladığı zaman.
* Drjiıiü! metinde verilen İngilizce çevirinin F cansızca sı yl;ı hiçbir ilgisi yokiıır. Doğru çeviri
bizim verdiğimiz gibidir, eri.
1917 Rus Devrimi birbirine karışmış birkaç çöküş dalgasını içeriyordu. İki po-
litik patlamaya (çarlık monarşisini yıkan Şubat Devrimi ve Bolşevik diktatör-
lüğünü kuran Ekim Devrimi ya da darbesi) imparatorluğun toplumsal, ekono-
mik ve kültürel temellerine kadar ulaşan ayaklanmalar eşlik etmişti. Ayrıca
İmparatorluğa daha önceleri katılmış ve şimdi bağımsızlıklarını kazanma şans-
larını bulan Rus olmayan bölgelerde de çığ halindeki ulusal ayaklanmalar bu
politik patlamalarla eş zamanlı olarak ortaya çıktı.
Savaşı sürdürmenin sonuçları dramatikti. Romanofların sonuncusu 1917
Şubatının ortalarında hâlâ Avrupa'nın en büyük savaş makinesinin başındaydı.
Romanoflar on iki ay içinde devre dışı bırakıldılar; İmparatorluk kendi kendi-
lerini yöneten birçok devlet arasında paylaşılmıştı; imparatorluğun üzerine
oturtulduğu merkez bölümünü yöneten Bolşevikler bir daha dönmemek üzere
savaştan çekilmişlerdi. Brest-Litovsk'ta yapılan ateşkesin ardından, 6 Aralık
1917'den sonra savaşa etkileyici Rus katılımı sona erdi. Hem ayrılıkçıların
amaçlarını hem de Bolşeviklerin entrikalarını destekleyen Alman politikası
benzeri olmayan büyük bir başarı kazanmıştı.
Rus İmparatorluğunun dağılması, basitçe devrimin sonuçlarından biri
olarak değil de devrimin nedenlerinden biri olarak da görülmelidir. Rus Çarı,
Bolşevik diktatörlüğünün ortaya çıkışının çok öncesinden beri, bağımsız ola-
rak var olma isteklerini kesin bir şekilde ifade eden Rus olmayan uyruklarının
bağlılığını kaybediyordu. Alman ilerlemesi sonucunda Polonya eyaletleri 1915
yılında elden çıktığında, İmparatorluğun önde gelen Polonya politikacısı olan
Roman Dmowskt Rusya'ya ilelebet sırtını döndü. Bundan sonra Batılı Güçlerin
himayesinde Polonya'nın bağımsızlığı için çalışacaktı. Ağustos 1916'da Paris'te
onun başkanlığında bir Polonya Ulusal Komitesi oluşturuldu. Litvanya'da, Al-
manya'nın himayesinde 1917 Eylül ayında, Taryba ya da Ulusal Konsey oluş-
turuldu. 1917 ortalarından 1918 Mayısına kadar Finlandiya'da bağımsız bir
cumhuriyet Almanlann desteğiyle varoluş savaşı vermek zorunda kaldı, impa-
ratorluğun gücü zayıflar zayıflamaz Ukrayna'da ulusal hareket öne çıktı. 1917
Kasımında Kiev'de bir Ukrayna Cumhuriyeti kuruldu. 9 Şubat 1918'de imzala-
nan "Ekmek Anılaşması" ile buğday karşılığında İttifak Devletlerinin cumhu-
riyeti tanıması sağlandı. Bağımsız Transkafkasya Federasyonu aynı sıralarda
Kafkaslar'da ortaya çıktı.
Kendiliğinden yükselen bu ayrılıkçı dalgayla karşı karşıya kalan Peırog-
rad'taki birbirini izleyen hükümetlerin fırıma çıkmadan önce reverans yaparak
onları selamlamaktan başka çok az seçenekleri vardı. Geçici Hükümet 1917
Nisanında ulusların bağımsızlığı taraftarı olduğunu açıkladı. Bolşevikler ile di-
ğerleri de aynı şeyi yaptılar. Söylemlerinin farklı olmasına rağmen Bolşevikle-
rin uluslara bağımsızlık tanımak gibi bir düşünceleri yoktu. Peırograd'ta ikti-
darı ele geçirir geçirmez, J. V. Stalin olarak tanınan anlaşılması güç bir Gürcü
devrimcisi olan Bolşeviklerin uluslar başkomiseri yeni ortaya çıkan cumhuri-
yetlerde Bolşevik Partisinin şubelerini örgütleyerek, onları yeni palazlanan
ulusal hükümetlere karşı sorun çıkartmaları için kışkırtmaya başladı. Bolşevik
politikası ölü Rus İmparatorluğu'nu yeni komünist kılık içinde yeniden kur-
mayı amaçlıyordu. Başından beri kültürel özerklik ve sözde devlet yapıları
maskesinin ardında merkezileşmiş bir Parti diktatörlüğünü zorla benimsetme-
ye çalışıyorlardı. "Rus İç Savaşı" olarak adlandırılan olayın asıl kaynaklarından
biri bu tavırda yatıyordu (Bkz. aşağıda).
Bu nedenle Petrograd'takı Devrim, ayrışmanın iyice ilerlemiş olduğu ko-
şullarda merkezi hükümeti hedef aldı. Yakın nedense çarlık sarayının içinde
bulunduğu yönetim bunalımıydı. Çarın kendisi yanlış bir kararla savaşı kişisel
olarak yönetmeye çabalarken cephede değildi. Duma görmezlikten geliniyor-
du ve Çarın bakanları, paranoyak "Alman" Çariçe ile "deli keşiş" olarak adlan-
dırılan şarlatan sırdaşı Gregori Rasputin'in (1872-1916) insafına terk edilmiş-
lerdi. Enflasyon, yiyecek kıtlığı, orduya malzeme sağlama gibi acil savaş zama-
nı işleri savsaklanınca çarlık taraftarı çemberin en içteki üyeleri karşı çıktılar.
Rasputin, Rusya'nın en zengin kadınının oğlu ve Çarın yeğeninin kocası olan
Oxford'ta eğitim görmüş Prens Feliks Yusupov tarafından öldürüldü. Koşullar
farklı olsaydı olay küçük bir saray entrikası olarak tarihe geçecekti. Ama şimdi
adeta bütün sistemin korsesini parçalayan birikmiş öfkeye son damlayı ekle-
mişti. Saray politikasının sınırlarının arkasında Çarın milyonlarca sessiz uyru-
ğu vardı; gayri memnun entelektüeller, kösteklenmiş anayasactlar, şaşırmış
bürokratlar, haklan olmayan işçiler, topraksız köylüler, zafere ya da yaşama
ilişkin hiçbir umudu olmayan askerler. Çarlığın parlayan kabuğu son ana ka-
dar, son dakikaya kadar ayaktaydı, daha sonra kâğıt bir ev gibi yıkıldı.
Rasputin'in 17 Aralık 1916'da öldürülmesinden on ay sonra iktidarı alış-
larına kadar geçen süredeki olaylar zinciri hayli karmaşık ve tamamen plansız-
dı. Yiyecek maddeleri sağlama işinde sorunlar yaratan sert kış, Şubat ayının
sonlarında aniden ortaya çıkan ilkbahar güneşine bıraktı yerini. Barış, ekmek,
toprak ve özgürlük isteyen binlerce grevci ve gösterici Petrograd'ın caddelerini
doldurdu, imparatorluk Muhafızlarından bir grup 26 Şubatta Znamenski mey-
danında son ölümcül yaylım ateşini açtı. Ertesi gün başkent garnizonunda as-
kerlik yapan yüz altmış bin köylü ayaklanarak isyancılarla birleşti. Çarın gene-
ralleri kaçamak yanıtlar verdiler. Duma çar olmaksızın bir Geçici Hükümet
atamaya cüret ederken, değişik sosyalist gruplann temsilcileri Petrograd Söv-
yetini ya da bir başka deyişle "tşçi ve Asker Temsilcileri Kurulu"nu toplantıya
çağırdılar.
Böylece Dumanın Petrograd Sovyetine karşı mücadele edeceği dvoyev-
Icıs'fyc ya da "İkili Iklidar" ortaya çıktı. Sovyet, tek yanlı bir kararla 1 Martla
tüm askeri birlikleri kendi sovyetlerini seçmeye çağıran 1 numaralı Emrini ya-
yımladı. Bir darbeyle ordu içinde subayların otoritesi yok edildi. Geçici Hükü-
met 2 Martla yerel memuriyetlere seçilmiş kişilerin getirilmesini ve devlet po-
lisinin halk ınilisiyle degişıirilmesini isteyen sekiz maddelik bir program ya-
yımladı. Polisin ve yerel memurların otoritesinin altı bütün Rusya'da bir dar-
beyle oyulmuş oldu. Rus imparatorluğu "telgrafla" parçalandı. II. Nikola o ge-
ce tahttan feragat etti.
Duma içindeki anayasacı liberaller ile Sovyet içindeki ılımlı sosyalistler
(esas olarak Menşevikler ile Sosyalist Devrimciler) arasındaki huzursuz ittifak
bir süre için İkili iktidarı dengede tuttu. Bu birliktelikte önem taşıyan kişi
hem Geçici Hükümetin hem de Sovyetin bir üyesi olan sosyalist avukat Alek-
sander Kerenski (1881-1970) idi. Fakat savaşı sürdürme politikası çok az ilgi
görüyordu. Sadece daha radikal unsurların işine yaradığı açık olan sürekli hoş-
nutsuzluk havasını körüklemekte başarılı oldular. Geçici Hükümet sayesinde
Rusya demokrasisini sağlam bir zemin üzerine oturtabilecek bir Kurucu Mec-
lis oluşturmak için genel seçim önerisini ilan etti. Bu Bolşeviklere kendi prog-
ramlarını uygulama olanağı verdi: Rusya'nın yönetimini ele geçirmek için Sov-
yetlerin denetimini ele geçirmek ve Kurucu Meclis toplanmadan önce Geçici
Hükümeti devirmek zorundaydılar [FATİMA],
Lenin'in Nisan ayında Petrograd'a dönüşünden önce Bolşevikler devrimci
eylemlerde sadece küçük bir rol oynadılar. Fakat ilkbahar ve yaz aylarında git-
tikçe kötüye giden durum, disiplinli yıkıcı unsurlar için elverişli bir ortam ya-
rattı. Nisan, Haziran ve Temmuz aylarındaki üç elverişli durumda sokak gös-
terilerini silahlı ayaklanmaya dönüştürmek için Petrograd garnizonu üzerinde
yükselen etkilerini kullanmaya çalıştılar. Son denemede Almanlar ile kurduk-
ları ilişkileri öğrenen Geçici Hükümet, Bolşevik liderlerinin ihanet suçlamasıy-
la tutuklanmalarına karar verdi. Lenin ülke içinde saklanmak zorunda kaldı.
Fakat Ağustos ve Eylül aylarında General Lavr Kornilov emrindeki orduyla gi-
rişilen mücadele nedeniyle Hükümet felç olmuş durumdaydı. Kornilov'un ba-
şarısız darbesi dolayısıyla Lenin planladığı hükümet darbesini erteledi.
Ekim başlarında Lenin Petrograd'a döndüğünde Kerenski'nin hükümeti
tecrit edilmiş ve tamamen güvenilmez hale gelmişti. Ordu huzursuzdu; Sov-
yetler bölünmüş durumdaydı. Bolşeviklerin planı, illerden gelen Bolşevik dele-
gelerle doldurulmuş bir Sovyetler Kongresi toplantıya çağırarak asıl Petrograd
Sovyetini etkisiz kılmayı amaçlıyordu. Aynı sırada anahtar konumda olan Bol-
şeviklerin denetlediği Askeri Devrimci Komite, Sovyetin benimsediği amaçlara
ulaşılması için gereken asker, denizci ve silahlı işçileri sağlama karan aldı,
Troçki komutayı kendi eline almıştı [SOVKİNO],
25 Ekim gecesi plan uygulamaya konuldu. Bolşevik mangalar bütün hü-
kümet binalarını sardılar. Hiç bir tepki gösterilmemişti. Lenin ayın yirmi altı-
sında saat onda bir basın bildirisi yayınladı:
Rusya Vatandaşlarına
FATİMA
3 MAYIS 1 9 1 7 ' D K , Birinci Di'mya Savaşının cn yoğun okluğu d ö n e m d e Papa XV. Be-
nodıcms b a r ı ş iilküsıi için Kutsal Bakire Meryem'den bir işaret istedi. On yün sonra
o k u m a yazma bilmeyen üç çocuk Portekiz'in Fal ima köyünün dışında Anamızı gör-
d ü k l e r i n i söylediler. Dcceal'in gelişinin yakın olduğunu ve bölgede dua etmek için bir
kilise inşa edilmesi gerektiğini söylediğini d u y d u k l a r ı n ı bel iril iler. Bir süre sorıra bu
üç çocuktan biri olan Lucia dos Santos, B a k i r e ' n i n ö n g ö r ü s ü n ü n Rusya'ya ilişkin ol-
d u ğ u n u açıkladı:
NEFRET
Kilise eğer bir ulus içindeki üyelerinin her ulusun üyeleri içinde arkadaşları olduğunu
unutursa Kilise olamaz. Kilise... misillemelerin zararlarını ya da kendi ulusunun askeri
güçler tarafından bombalanmasını kınamak zorundadır. Yalan ve nefret propagandasına
karşı kendisini hazırlamalıdır. Düşman ulusla dostça ilişkilerin yeniden başlamasını
özendirmeye hazır durumda olması gerekmektedir. Yok edici ya da köleleşiirici her sava-
şa ve doğrudan doğruya, bir halkın moral olarak çökertilmesini amaçlayan her türlü ön-
leme karşı yıizünil dönmeye hazır olmalıdır . 4
LYCZAKÖW
İ919'da Paris'le başlayan Bartş Konferansı bir Avrupa devletleri toplantısı ola-
rak değil de galip gelenlerin kongresi oiarak düzenlenmişti. Ne Sovyet Rusya
ne de Almanya Cumhuriyeti temsil ediliyordu; diğer halef devletler ise güçleri
oranında müvekkil ya da davacı olarak katılıyorlardı. Bütün büyük kararlar
Onlar Konseyi, bunun halefi Dörtler konseyi [Clemenceau, Lloyd George,
Wilson ve bazen de İtalyan Orlando| ya da Ocak 1920'den sonrası için söyle-
necek olursa, daimi Müttefik Elçiler Konferansı tarafından alınıyordu. Bu Dik-
tat ya da "zorla kabul ettirilecek koşulları" belirlemek için kendi içinde yeter-
liydi. Düzenleyenlerin büyük iddialarına karşın Barış Konferansı Avrupa'nın
en acil sorunları için sorumluluk almadı. Kendini yenik devletlerle imzalana-
cak antlaşmaları hazırlamakla sınırlandırdı. Çıkarları "onu güven içinde tut-
maya" çabalamakta olmasına karşın, Rus İmparatorluğunun parçalanmışlığını
kabul etmekteki gönülsüzlüğünün uğursuz sonuçlan oldu. Yarım önlemlerle,
yarım kotarılmış, yan cesaretle yürütülen Rusya'ya 1919 Müttefik Müdahalesi
sürekli olarak Bolşeviklerin elini güçlendirdi (Bkz. aşağıda s. 9 7 8 - 9 7 9 ) .
Wilson'un ulusların kendi kaderlerini belirlemeleri ilkesi yaygın olarak
benimsenmesine karşın, sürekli ya da adaletli olarak uygulanmadı. Muzaffer
Müttefikler, İrlandalılar gibi kendilerine bağımlı ulusların amaçlarını tartış-
mak için bir neden görmüyorlardı ve bundan daha az ilgiyi sömürge halkların
isteklerine gösteriyorlardı. Eski düşmanlarının egemenlik alanlarında büyük
bölgesel değişiklikleri cesaretlendirir!erken, kendi içlerindeki hareketlerin
gözlerini korkutuyorlardı. Örneğin talepleri Avusturya ile Macaristan'ı rahat-
sız eden Çekler "St Wenceslas'in toprakları" konusundaki iddialarında destek-
lendiler (Bkz. Ek III, s. 1377). 1722 sınırlarının yeniden oluşturulması taleple-
ri Rus İmparatorluğunun restorasyonu politikasına karşıt olan Polonyalılar bu
istekleri nedeniyle "küçük güç emperyalizmi" nitelemesiyle şiddetle kınandı-
lar. Memnun her müşteriye karşılık olarak iki ya da üç canı sıkkın müşteri
vardı.
Batılı Güçler kendi aralarında dayanışma sağduyusunu çok az gösterdiler.
Amerikalılar, İngiliz ve Fransızların emperyalist düzenlemelerinden kuşkulan-
dılar. ingilizler, Fransızların Napoleonumsu eğilimlerinden kuşkulandılar.
Hem ingilizler Hem Fransızlar Amerika'nın sağlam vaatlerinden kuşku duydu-
lar. ABD Kongresi hem Almanya ile yapılan Versailles Antlaşmasını hem de
VVilson'un gözde projesi olan Milletler Cemiyetini onaylamadığında korkuları
yeterince doğrulanmıştı (Bkz. aşağıda). Müttefik diplomasisi uygulama soru-
nunu çok küçümsedi. Paris'te büyük kararlar almak politikacılar için bir olay-
dı. Batılı Güçlerin çok önemsiz nüfuzu ve hiç denetimi olmadığı Avrupa'nın
uzak bölgelerinde bu kararların uygulanması da başlı başına bir olaydı. Mütte-
fikler arası oluşturulmuş çeşitli Komisyonlar farklı sorunlu yerlere geçici des-
tekler verdiler. Fakat Milletler Cemiyeti dişsiz doğdu. ABD anlaşmazlığa sırtı-
nı döndü; İngilizler uzaklaştı; Fransa tek başına Kıta politikası belirlemekten
geri çekildi. Uzlaşmadan kırgınlık duyanların ceza görmeden bu duruma karşı
çıkabileceklerini tahmin etmeye başlamaları sadece bir zaman sorunuydu.
Barış Konferansı yolunu elbette hayret uyandıran çokluktaki işlerin ara-
sından açtı. Beş temel antlaşma yürürlüğe konuldu. Yeni kurulmuş bir düzine
devlete uluslararası tanınma sağlandı. Bir dizi toprakla ödüllendirme yapıldı.
Bir grup plebisit düzenlendi ve yönetildi. Avrupa'nın büyük bölümüne çok ar-
zulanan yeni bir başlangıç için temel verildi. Öç alma ruhunun baskın olduğu-
nu söylemek adil olmaz. Konferans ilerledikçe hava da yumuşadı. "Üç Büyü-
ğün en esneği olan Lloyd George Ocak ayında Kayzer'i asalım!" çığlıkları ara-
sında kente geldi, ama daha sonra uzlaşma yolu arayışında liderliği aldı. Hiç
bir teşekkür almadığı Serbest Danzig Kenti'nin ortaya çıkışı onun ılımlı etkisi-
ni gösteren bir örnektir. Savaş suçu, savaşın bütün bedelini Almanya'ya fatura
eden tazminat ilkesi, tek taraflı silahsızlanma planlarının arkasında intikam
duygusunun yattığı inkâr edilemez. Aynı zamanda Clemenceau'nun uzlaşmaz
tutumuna karşın Müttefik taleplerinin Almanların tahammül sınırlarına göre
değiştirilmesi gerekliği düşüncesi gelişiyordu [SLESVİG].
Yine de sonuç verici uluslararası hava sağlıklı değildi. Müttefiklerin gös-
terdiği İntikam ve olumsuzculuk karışımı tavır iyiye işaret değildi. Savaşın ilk
nedeni olan Doğu Avrupa hâlâ düzenlenmemişti. Anlaşmalarının mürekkeple-
rinin kurumasından hemen sonra birçok halk onları yeniden gözden geçirme-
yi isteyecekti.
1918-21 Rus İç Savcişi bir yanlış adlandırmanın kurbanıdır. Aslında bir dizi iç
savaş ile uluslararası savaşların iç içe geçerek tek bir savaşa dönüşmesidir, iki
ana çizgiyi içermektedir. Bunların ilki, Rusya merkezi hükümetinin denetimi-
ni ele geçirmek için "Kızıl" Bolşevikler ile onlara meydan okuyan çeşitli "Be-
yazlar" arasındaki savaştı. Sürecin bu bölümüne katılanlar şu ya da bu biçim-
de Rusya İmparatorluğunu yeniden kurmayı amaçlıyorlardı. İkinci çizgi ise,
bir tarafta "Kızıllar" ya da "Beyazlar" ile diğer tarafta daha önce çarlık sınırları
içindeki bağımsız cumhuriyetler arasındaki savaşlardan oluşuyordu. Cumhu-
riyetlerin hepsi yeııi kurulmuş egemenliklerini korumak için savaşıyorlardı.
Fakat hepsi bu değildi. Kızıllar, Moskova'daki yedek güçlere ek olarak cumhu-
riyetlerin hepsine yerel güçler de yerleştirmişlerdi. Beyazlar da birkaç orduyu
değişik yerlere konumlandırmışlardı. Çok sayıda yabancı güç de bu savaşlara
müdahale etti. Ulusal cumhuriyetlerin hükümetleri sık sık yerel rakiplerle de
karşı karşıya geldiler; ve I918'de Trans-Sibirya Demiryolunu ele geçiren eski
savaş tutuklularının oluşturdukları Çek Alayı gibi "denetimsiz güçler" de var-
dı. Sonuç olarak bu başıboş kalabalık çoğu yerde herkese açık çok taraflı bir
biçim aldı [ B . U . C . ] .
Örneğin, en değerli ödüllerden biri olan Ukrayna'da on bir ordu vardı.
Ocak 1918'de oluşturulan Ukrayna Cumhuriyeti güçleri ilk Rada ya da diğer
adıyla "Ulusal Konsey" taraftarlarıyla sonraki Direktuar taraftarları arasında
bölünmüştü. Doğu Cephesindeki Alman işgal ordusu, Ukrayna'nın bağımsızlı-
ğına desıek vermek için Şubat 1919'a kadar bölgede kaldı. Ukrayna "Kızıl Or-
dusu" sırtını Donbass bölgesi Rus işçilerine dayadı ve Moskova merkez Bolşe-
vik karargâhından gelen birliklerce desteklendi. Bir Fransız birliği tarafından
desteklenen General Denikin'in "Rus Gönüllüler Ordusu" Odesa'da yerleşmiş-
ti; onun vârisi Baron Wrangel'm "Beyaz Ordusu" Kırım'da kamp kurmuştu.
Pilsudski'ııin Polonyalılar Ordusu Ukrayna Direktuarı ile birleşerek Nisan
1920'de Kiev üzerine yürümeden önce, 1919'un başlarında Batı Ukrayna Or-
dusunun güçlerini yenilgiye uğratmıştı. Anarşist Nestor Makhno'nun köylü
gerillaları merkezi Ukrayna'nın geniş bir bölümünü ele geçirmişti. Ukray-
na'nın başkenti Kiev iki yıl içinde on beş kez el değiştirdi. Böyle bir renk cüm-
büşünü Kızıllar ile Beyazlar arasındaki ikili bir mücadeleye indirgemek anlam-
sızlığa yol açan bir basitleştirmedir (Bkz. Ek 111, s. 1377).
Olayların gelişimi savaş düzeninden (ordre de bataille) hiç de daha az kar-
maşık değildi. Ancak merkezdeki Bolşeviklerin bakış açısından göründüğü ka-
darıyla kendi öncelikleriyle art arda gelen iki aşama vardı. 1918 ile 1919'u içe-
ren birinci aşama, Beyazların Sovyet Rusya'da her yönden ilerlemesine tanık
oldu; Batı'da Estonya'dan General Yudeniç, Doğu'da Sibirya'dan Amiral Kol-
çak, Güney'de Ukrayna'dan General Denikin. Bolşevikler umutsuzca Moskova
çevresini tutmak ve daha sonra ilerleyen orduları teker teker geriletmek zorun-
da kaldılar. 1919-1920 kışında başlayan ikinci aşamada Kızıl Ordu saldırıya
geçerek ulusal cumhuriyetleri ezmeden önce, geri çekilen Beyazlan kovaladı.
En kritik an, Denikin'in Moskova'nın yüz mil güneyinde Tula Nehrine ve
Polonyalıların Smolensk'in batısına çok uzak olmayan bir noktaya ulaştıkları
Kasım 1919'du. Birlikte yapılacak bir saldırı Bolşevik rejimin sonunun konu-
şulmasını sağlayabilirdi Fakat Pilsudski'nin adamları, Polonya'nın bağımsızlı-
ğı konusunda Denikin'in tavrının ne olacağına yeterli bir yanıt alamadılar. Bu
nedenle Polonyalılar ilerlemeyi durdurarak Lenin ile görüşmeye başladılar.
Denikin, Kızıl süvariler tarafından konumundan sökülüp atılıncaya kadar
ölümcül bir tereddüt içinde olduğundan, Çariçin kuşatmasında zafere çok ya-
kınken hızla uzaklaştı. Denikin anılarında Bolşeviklerin nihai zaferi için Pil-
sudski'yi suçlayacaktık
Bundan sonra merkezi güvene alan Bolşevikler birçok Kızıl orduyu deği-
şik yönlere göndererek rakip güçleri önlerine kattılar. Rus İmparatorluğunun
Avrupa bölümündeki cumhuriyetlerin yeniden fethedilmesi, Gürcistan'daki
Menşevik rejiminin bir Bolşevik birliği tarafından düşürüldüğü 1921 yılında
doruğa ulaştı (Bkz. Ek III, s. 1375).
Askeri uzmanları şaşırtan Bolşevik zaferi, düşmanlarının parçalanmışlığı-
na, "Rusya'nın Carnot'su, savaş komiseri" Leon Troçki'nin yeteneklerine, iç
iletişim ağlarının stratejik avantajıyla uyguladıkları "savaş komünizminin
hayli acımasız önlemlerine affedilmelidir. Bolşevik rejimi, Rus toplumunun
köylüleri de içeren bütün büyük sınıflarınca, gerici monarşistlerden liberallere
ve sosyalistlere kadar politika sahnesindeki bütün büyük politik gruplaşmalar-
ca ve Rus olmayan bütün uluslarca memnuniyetle karşılanmamıştı. Ama iç sa-
vaşın çıkışı (Lenin bunu tahrik etmişti) onlara var olan bütün kurumları askı-
ya almak, toplumsal ve politik muhalefeti silmek için bahane yaratmıştı. Çeka
ya da devrimci polis "Olağanüstü Komisyonu" (OGPU, NKVD ve KGB'nin ön-
cüsü), Robespierre'i bile yüreksiz kılacak bir vahşeti uygulayan bir Polonyalı
soylu Felix Dzierzynski ( 1 8 7 7 - 1 9 2 6 ) tarafından kurulmuştu. Lenin'in emriyle
Ocak 1918 de Ekaterinaburg'ta öldürülen eski Çar ve ailesinden adları bilin-
meyen sayısız insana kadar gerçek ya da hayali "sınıf düşmanlarını" yere çal-
mıştı. Emek, ulaşım ve ürerim de içinde olmak üzere ekonominin bütün sek-
törlerinin ask eril eş tiril m e si, Bolşeviklerin bütün girişim ve sendikaların dene-
timini ellerine almalarını ve bütün muhalifleri "karşı devrimci sabotaj"dan ko-
runmak için tasfiye etmelerini sağlamıştı. Kitle desteği, Bolşeviklerin, yabancı
"müdahalecilerin" varlığına karşı Rusların yurtsever duygularına başvurabil-
dikleri zamanlar dışında ender olarak dikkate alınan bir şeydi. 1920'de Polon-
yalılar Ukraynalılara Kiev'i yeniden almaları için yardım ettiklerinde bütün
ideolojik bahaneler bir tarafa atıldı. Lenin, Kutsal Rusya'nın savunulmasını is-
lerken Troçki eski çarlık subaylarını orduya katılmaya çağırdı. Gereksinmenin
büyüklüğü aşırı müdahalenin anasıydı.
SLESVİG
Habsburg İmparatorluğunun çöküşüne bir dizi önemli savaş eşlik etti, ama hiç
biri Macaristan'dakinden daha ciddi değildi. Macaristan Sovyet Cumhuriyeti
Mart ayından Ağustos 1919'a kadar beş ay ayakta kaldı. Avrupa komünist par-
tilerinin çoğu bu dönemde kuruldu, fakat Budapeşte, Rusya dışında herhangi
bir yerde komünist rejimin bir süre için de olsa yönetimi ele geçirdiği tek
kentti. İlk "Macar Devriminin kısa kariyeri çok öğreticidir. Bağımsız Macaris-
tan'ın ilk liberal hükümeti cezalandırıcı barış koşullarının protesto edilmesi
üzerine istifa ettiğinde ona şans verilmiş oldu. Macarların çoğu uygarlıklarının
beşiği olarak gördükleri Slovakya ile Erdel (Transylvanya) bölgelerinin kaybe-
dilme olasılığı karşısında dehşete düşmüşlerdi. Rusya'dan yeni dönmüş eski
bir Yahudi savaş tutsağı olan komünist lider Bela Kun ( 1 8 6 6 ( ? ) - 1 9 3 9 ) bu mil-
liyetçi öfkeyi kullandı. Macar komünistleri Slovaklar ile Romanyalıları tartış-
malı bölgelerden çıkartacaklarına söz vererek hem sosyal demokratların hem
de eski subay kadrolarının destekleriyle iktidarı ele geçirdiler. Gerçekten Hazi-
ran 1919 da bir Macar ordusu Slovakya'yı işgal etti. Aynı sıralarda, Sovyet mo-
deline göre kurulmuş işçi ve asker delegeleri konseyleri tarafından yeni bir
anayasa kabul edildi ve köklü reform kararları alındı. Bütün sanayi kuruluşları
ulusallaştırıldı; Kilisenin mülklerine el konuldu; rahiplerle köylüler eşit biçim-
de zorunlu çalışmaya maruz bırakıldılar.
B.U.C.
BATIU tarihçilerin birçoğu son zamanlara kadar 25 Mart. 1918'dc Minsk'te ilan edil-
miş Beyaz Rusya Ulusal Cumhuriyetinin varlığından tamamen habersizdiler. Ger-
çekten Batılıların çoğu Beyaz Rusya ya da Belarııs Rusya'nın bir eyaletinden başka
bir şey olduğunun farkında değillerdi. Polonya ile Rusya arasına sıkışmış olan Bela-
rııs 1918'c katlar ayrı bir politik varlık göstermedi. Dış dünyada "Beyaz Ruthenya"
olarak tanındığında Büyük Utvanya Di'tkalıgırıın bir bölümünü oluşturuyordu, ama
"Beyaz Rusya" olarak adlandırıldığı Çarlık İmparatorluğu içme Bölünmelcr'den son-
ra alınmıştı (Bkz, S, 702-703).
Birinci Dünya Savaşı sırasında verilen Alman desteği ülkenin ulusal bilincinin
hayli güçlenmesine yol açiı. 1 9 M - I 9 l 5 ' l e Belarusların okulları, kitapçıları, gazetele-
ri ve yayıncıları Vilna (YVilııo) ve Minsk'te çalışmaya başladılar. 1 Ocak I916'da
Feldmareşal von llindeııburg imzasıyla Alman ordusu taralından işgal edilmiş böl-
gelerde Belarus dilini resmi bir dil olarak kabul eden bir karar çıktı. 1956-1917'de
Belaruslar tiyatrolar, seminerler, eğitim kurumları, hatla parti kurmak da bile öz-
gürdüler.
İnisiyatif Hramada adındaki bir demokratik sosyalist grubun eline geçti. Aralık
1917'de Belarus Llıısal Kongresi. Minsk'te sadece Bolşevikler taralından dağıtılmak
için toplanmış oldu. Takat Alman güçlerinin Şubat 1918'dekı ilerlemeleri Kızılları ye-
ri attı ve bölge insanlarının sorumluluk almasını sağladı. Biitun ulusların (Ruthenler.
Lehler, Yahudiler. Litvanyalılar ve Tatarlar) mutluluk içinde yaşayacağına söz veren
BUG aynı yılın sonuna kadar yaşamını sürdürdü önce bir birleşik l.ilvunya-Belarus
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve sonra da Belartıs Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ku-
ran Kızıl ordunun dönüşüyle I919'da zorla yıkıldı.
1919-1920 Polonya-Sovyet Savaşı (Bkz. s 980-984) sırasında Belartıs'un bü-
yük bölümü Polonyalılara işgal edildi. Riga Antlaşması (1921) halkının isteği dikka-
te alınmaksızın ülkeyi parçaladı. Sovyet egemenliği altındaki doğu parçası burada
y a ş a y a n l a r a "soykırım" olarak değerlendirilen baskılara maruz kaldı.- Kola ketler
Nazi cinayetleri ve Stalinei sınır dışı etme uygulamalarıyla 1939-1945 arasında da
devam etti. Ama BUC'nin anısı yaşadı. 1992'de Relarus Cumhuriyeti yeniden kurul-
duğunda Avrupa Parlamentosunun cıı yaşlı üyesi Belartıs'un ileride Avrupa Toplu-
ğuna katılma hakkı olan bir aday olduğuna ilişkin güçlü inancını il'ade e t t i 3 Bu nok-
tada Avrupalı Parlamenter, yönetici sınıfı hemen hemen tümüyle sovyoıleşıirilmiş ve
Ruslaştırılmış olan Belarus halkından daha umutluydu. Dehşet verici çağdaş tarilıt
Belartıs'un. eski herhangi bir Sovyet cumhuriyetinden daha çok Rusya'ya bağımlı ol-
duğunu gösterdi.
KONARMYA
Tümeıı komutanı Novograd-Vollıiıısk'iıı şafak vakti ele geçirilmiş olduğunu bildirdi. Kra-
pivnu'dan gelenlerle bizim kafilenin gürültücü artçıları bir zamanlar I. Mkola'nın
Brest'den Varşova'ya kadar köylülerin kemikleri üzerinde yaptıkları sonsıızea uzanan
yol boyunca yayılmışlardı...1
Okuyucu burada, ilk öykünün ilk paragrafında gerçek olayların yaşandığı gibi anla-
tıldığını düşündüğü için bagışlanmalıdır.
Polonya-Sovyet savaşıyla ilgili olarak bir şeyler bilen herkes anlatılanlardan
kuşkulanmış olmalıdır. Kuşkusuz Novograd-Volhinsk diye bir kent vardı. 1920'de
Semeoıı Petlura'nın I k r a y n a Dırektuarirıırı merkezi buradaydı. Ama Zbrucz değil.
Slucz nehri üzerindeydi; ve 1. Süvari tümeni tarafından değil Sovyet 14. Ordusu ta-
rafından alınmıştı. I. Nikola döneminde Varşova-Brest arasında serîler tarafından
bir kara yolu yapılmıştı. Ama Movograd'ıan sonra iki yüz mil daha uzanıyordu ve
artçı birlikler tarafından doldurulmuş olması mümkün değildi...
Bu şekildeki sayısız örnek Babel'in basit hatalar yapmadığını gösteriyor. İyi
hesaplanmış etkiyi yaratabilmek için tarihleri, adlan, yerleri ve olayları bile bile ka-
rışlırıyorriu. Görünümü tarihin kendisinden daha çok "tarihsel" olan bir yazınsal ko-
laj yapıyordu. "Sonuç sanatsal olarak tatmin edici olduğu sürece tarih hırsızlığından
lama men memnundu." Ay m şey kullandığı şiddet ktiltü için de söylenebilir. Tarihsel
olarak doğru olmayan Kızıl Süvari, bir "grubun" özel amacına yönelik olarak yazıl-
mıştı. 2
Bununla birlikte ayrı ayrı ele alındıklarında olguların birçoğu doğrulanabilir.
Tabur Komuıanı Trunov adlı öyküde Babel, bir gün Polonyalılar tarafında savaşan
gönüllü Amerikan pilotlarından birisini vurmak için giden sert bir Kazak komutanı-
nın yaşadıkları anlatılıyor. Albay Ccdric E. Kauntleroy komutasındaki "Kosciuszko
Fılosu'nun" anıları Babel'in anlattıklarıyla örtüşüyor. Bir Sovyet makineli tüfekçisi-
nin kendini tehlikeye atarak açık bir alanda Amerikan uçaklarına ateş ettiğini ve al-
çaktan uçan birini vurarak parçalara ayırdığını anlatıyor. 3
Uzun dönemde Babel de farklı bir şeyle karşılaşmadı. Kızıl Ordunun ününün
yayılması için en çok çalışmış kişi olan yazar Stalin'in Gulag'ında öldü.
Ancak Bolşevikler üzerindeki etkisi de aynı şekilde büyük olmuştu. 1920 ye-
nilgisi devrimci Almanya ile birleşmeye ilişkin stratejik umutları öldürmüştü.
Bu yenilgiden sonra Enternasyonalizmi terk etmeye zorlandılar. Sovyet Rus-
ya'nın sonunda Stalin'in "tek ülkede sosyalizm" olarak adlandıracağı temele
dönmekten başka bir seçeneği yoktu. Lenin hararetli solculuktan hemen vaz-
geçti. Savaş Komünizmi terk edildi. Polonya ile yapılan anlaşmanın imzalandı-
ğı 1921 Martının aynı haftasında Lenin, kısaca NEP olarak bilinen Yeni Eko-
nomik Politikayla, kapitalizmle taktik uzlaşmasını başlattı.
Beyaz Rusya ve Ukrayna, Polonya ile paylaşıldığı için Bolşevikler devletle-
rini federal bir çizgi üzerinde yeniden örgütlemek için serbesttiler artık.
SSCB'nin oluşumu (başlangıçta Sovyet Rusya, Sovyet Beyaz Rusya, Sovyet Uk-
rayna ile Sovyet Kafkasları içeriyordu) işi Polonyalılar ile yapılan savaş, sınır
bölgelerinin kaderini belli etmedikçe ele alınamazdı. Polonyalılar aslında bir
nefes alabilecek zamandan başka bir şey kazanmamışlardı: Sovyetlerin Avru-
pa'nın içine doğru ilerlemesi geri püskürtülmüştü, ama bundan vazgeçmemiş-
lerdi (Bkz. Ek III, s. 1376).
Osmanlı İmparatorluğunun nihai çöküşünün bir sürpriz olarak görülmesi ola-
naksızdır. Ama Batılı Güçlerin olasılık planlan yoktu. Daha önce Rus mütte-
fiklerini Boğazlara yerleştirmeyi düşünmüşlerdi; fakat böyle bir armağanı Bol-
şeviklere vermeyeceklerdi. Bu nedenle Müttefiklerin onayıyla Yunanistan bu
boşluğun içine çekildi.
Sevres Antlaşması Ağustos 1920'de egemenlik alanı iyice küçülmüş Os-
manlı Hükümetinin kalıntısıyla imzalandı. Bir Müttefik filosu İstanbul'u ele
geçirdi. İtalyanlar güney kıyıları zaptettiler; Fransızlar Kilikya'yı; ayrılıkçı
Kürtler ile Ermeniler doğuda geniş bölgeleri tuttular. Yunanlılar Trakya ile tz-
mir'ı aldılar. 1453'te Hıristiyanlıktan koparılmış Konstantinopol hakkında çok
eski anılara sahiptiler ve ayrıca Küçük Asya'da yaşayan Rumlar hakkında iç-
tenlikli korkuları vardı. Son Osmanlı parlamentosu Anltaşmayı imzalamayınca
Paris'teki Müttefik Yüksek Konseyi, Yunanlıları "Anadolu'da düzeni yeniden
sağlamaya" davet etti. Ama Kemal Paşanın varlığını hesaplamamışlardı.
Önceki iki yıl boyunca Mustafa Kemal çağdaş, seküler bir toplum temeli-
ne dayalı ulusal bir cumhuriyet yaratmak isteyen Türk ulusal hareketinin lider-
liğini yapmıştı. Karargâhı Ankara'da, Türkçe konuşulan bölgelerin tam kalbin-
deydi. Gelibolu kahramanı, Sultanın, caminin ve peçenin yeminli düşma-nıydı.
Gereksindiği şey yabancı işgalcilere karşı verilecek bir savaştı. Bu durum göz
önüne alındığında 1920-1922 yıllan arasındaki Yunan-Türk savaşının sonucu
apaçık biçimde kestirilebilirdi. Tek başına Anadolu platosuna dalan Yunan or-
dusu Sakarya Nehrine kadar ilerledi. Mustafa Kemal anayurtlarını korumaları
için Türkleri ayağa kaldırmıştı. 1922'de Yunanlıların geri çekilişi bir bozgun
halini aldı; İzmir düştü; Yunan ordusu denize doğru sürüldü. Rumların büyük
bir çoğunluğu Karadeniz kıyısında yaşayan Pontus Rumları ile birlikte ataları-
nın üç bin yıldır yaşadığı Küçük Asya'dan çıkartıldı. Bu, onlar için "Büyük Fe-
laketti". Bu insanların çoğu kuzey Yunanistan'ın Türk nüfusuyla aynı tarihler-
de mübadele edildi. Mustafa Kemal kendini zamanla Gazi Paşa ve sonunda
Atatürk, Türklerin Babası olarak kabul ettirdi; Sultan tahttan indirildi.
Türkiye'ye İtilaf Devletlerince yapılan müdahaleler Rusya'dakinden daha
açık bir yabancı müdahalesiydi. Fakat etkisi aynıydı. Sınırlamak istenilen ol-
guyu teşvik ettiler. Türkiye Cumhuriyeti ulusal topraklarında etkin bir dene-
tim sağladı. Türklere dayatılmış Sevres Antlaşması, Lozan Antlaşması ( 1 9 2 3 )
ile değiştirilmek zorunda kaldı. Yunanistan ile Türkiye yoğun bir nüfus değiş-
tirme işini düzenlemeyi üzerlerine aldılar ve silahsızlandırılmış Boğazların yö-
netimi Uluslararası Komisyona bırakıldı.1"1 Büyük Savaş'm ortaya çıkardığı ça-
tışmalar zinciri, sonunda bu noktada bir molaya ulaştı [SOCIAL1S].
SOCIALIS
1920 BAHARINDA seçim sonuçlan İsveç Kralını hükümetin başına bir sosyalisti da-
vet etmek zorunda bırakmıştı. Ama böyle davranırken gönülsüzdü. Sosyal Demokrat
İşçi Partisinin lideri Kari Hjalmar'ı (1860-1925) çağırmış ve "sosyalizm, silahsızlan-
ma ve anayasal değişiklik" gerçekleşmediği sürece başbakan olabileceğini söylemiş-
ti. Savunma harcamalarından yapılacak kesintilerle sosyal güvenlik harcamalarını
karşılama amacında olan ve cumhuriyet isteyen bir sosyalist parti için bu koşullar
çok katıydı. Fakat anlaşma sağlandı; Branting bir koalisyon hükümeti kurdu. De-
mokratik dünyada benzeri bulunmayan bir hükümet kariyerinin ilk adımı atılmıştı.
Si'criges Socialdaıiükratiskıi Arlx'iarpani otuz yılı aşkın bir süre önce,
1889'da kurulmuştu. Alman SPD'yi kendine model alan parti. Marksizm ile başlan-
gıçta var olan ilişkisini unutmuş ve parlamenter yol ile sosyal reform, zenginliğin ye-
niden bölüşümü ve devlet müdahalesi başlıklarını içeren bir programa doğru ilerle-
mişti, İngiliz İşçi Partisi gibi sendikalarla topluluk halinde katılımı da içeren sağlam
bir ilişkisi vardı ve IŞÇI toplulukları arasında yerel düzeyde çok iyi örgütlenmişti.
Seçmen kitlesi temel olarak İsveç sanayi işçilerinin yem sınıfıyla önemli bir oranda
zayıflayan oıta-sınıf ve entelektüellerden oluşuyordu. 18!)6'da tf ikgsdag'La kendisi-
ne zemin bulmuş. 1914"lc ise ezici bir seçim zaferi kazanmıştı. 1920'ye gelindiğinde
Branıing parlamentonun her iki kamarasında bulunan en büyiik partiye komuLa edi-
yordu.
Krkeklerin oy hakkıyla birlikte 1909'da kabul edilen nisbi temsil sistemi İs-
veç'te herhangi bir partinin büyük bir çoğunluk kazanmasını oldukça güçleştiriyor-
du. Dört demokratik parti (Muhafazakârlar. Liberaller. Köylüler ve Sosyalistler) te-
mel tartışmalarla koalisyonlara katılıyorlardı ya da bakanlıklar sık sık el değiştiri-
yordu. 1952 anayasa reformundan önce temsil oranlarını artırmak için partilerin se-
çin ittifakları kurmaları olanaklıydı.
SSPA'nın iktidara gelişi ve etkisi birkaç aşamadan geçmiştir. 1920'lerde Bran-
lıng üç koalisyona başkanlık yaptı. 1920, 1921-1923 ve 1924-1925(6). Bir defa iş-
sizlik yasa tasarısı ve bir defa da savunma harcamalarını kısma girişimi nedeniyle
yenildi. Hiç çoğunluk hükümeti kuramadı.
Branlıng'len sonra 1932'deıı itibaren Per Albin Haıısson SSDA'ya sürekli hü-
kümet eden bir parti görünümü vermeye başladı. Kısa bir dönem dışında on dört yıl
boyunca İsveç hükümetini denetledi. 1936-1939 hükümeti Köylüler Hareketi ile bir
"Kızıl-Yeşil K o a l i s y o n u n d u ve 1939-1945 arasındaki koalisyon ise savaş zamanı
kurulmuş çok partili bir ulusal birlik koalisyonuydu.
Sosyal Demokratlar savaştan sonra İsveç'i kendi düşüncelerine göre dönüştü-
rebilecekleri bir güç kazandılar. Tage Krlandcr 1946'dan itibaren yirmi ı'ıç yıl görev-
de kaldı. İsveç'in refahı vergilendirmesi devletin karşıladığı sağlık, eğitim ve sosyal
güvenlik standartları kadar yüksekti.' Muhafazakâr bir yönelim kısa bir stire için
Olof Palme'nm iki hükümeti arasında yer aldı 0 9 6 9 - 1 9 7 6 , 1982-1986). SSOA kalesi
(yarım yüz yılı aşkın benzersiz bir süreçten sonra) 1988'e kadar çökmedi. Ve
I920'de Kralın korkusuna karşın İsveç monarşisi sosyalistlerden daha uzun yaşadı.
Sosyalizm Avrupa'nın en zengin ülkelerinden birinde yerleştikçe çelişki gerçek-
te öldüğündan daha açık hale geldi. Sosyalist düşünceler etkili bir şekilde ancak bö-
lüşülecek büyük bir arlı ürünün ve bunu adaletli şekilde bölüşıürebilecek bir demok-
ratik hükümetin bulunduğu yerde uygulanabilirdi. Doğrusu elde edilebilir kaynaklar
ile halkın istekleri arasındaki boşluk daraldıkça bunu hiç de başarısız şekilde yap-
madılar. Kakat arlı ürünün az ya da hükümetin diktatörlük olduğu ya da her ikisinin
birlikte geçerli olduğu ülkelerde kolektif ekonomi içindeki işçiler sömürüye maruz
kaldılar ve yönetici seçkinler zenginliklerden yararlanarak zenginlik biriktirdiler. Bu
durum ne ruh olarak ne dc uygulama olarak aslında sosyalist olan "dünyanın ilk
sosyalist ülkesi" Sovyetler Birliği'ııde geçerli olan durumdu.
EESTI
Eire kadar papacı olan Vatikan Devleti Mussolini İtalyası ile Papa XI, Pius ara-
sında 1929'da imzalanan Lateran (Roma'da bir katedral ve içindeki saray) An-
laşması ile ortaya çıkmıştır. Roma'nın merkezinde, Tiber Nehrinin sağ yaka-
sında kırk dört hektarlık bir alanı içermektedir. Bin kişilik toplam nüfusun
ruhları, Papa'nın mutlak otorilesiyle yönetilecekti, Bu devletin varlığı 1870'te
Papalık Devletleri'nin yok edilmesinden itibaren süren Papa'nın tutsaklığını
sona erdirdi.
Batı demokrasilerinin zafere ulaşmasına rağmen. Büyük Savaşın en dina-
mik ürünü, Bati, liberalizm ve demokrasi karşıtı olan totalitarizm canavarının
ortaya çıkışıdır. Terim asıl amaçlarını anlatmak için italyan faşistleri tarafın-
dan üretilmiştir. Fakat 1928'den itibaren faşizm ve komünizmin ortak payda-
sını ifade etmek için kullanılmıştır. Sovyet Macaristan'ın yıkılmasından sonra
Sovyet Rusya ve onun halefi SSCB ( 1 9 2 3 ) uzun bir süre tek komünist devlet
olarak kaldı. Onun sunduğu örnek çok etkileyicidir. Asıl faşist rejimler İtalya
( 1 9 2 2 ) , Almanya ( 1 9 3 3 ) ve ispanya'da ( 1 9 3 6 ) ortaya çıktı. 15
Totalitarizm kavramı komünistler ile faşistler, yani totaliterlerin kendileri
tarafından reddedildi. Soğuk Savaş döneminde politik bir futbol oyunu olmaya
yönlendirildi ve sadece Batılı akademisyenlerle politik kuramcılar arasından
karma taraftarlar buldu. 16 Düzgün ve açık vermeyen modelleri arayanları ya
da politik olguları toplumsal güçlerle açıklayanları kendisine çekmekte başarı-
sız oldu. Benzersiz derecede kötü olmak, komünizm ya da faşizm taraftarı
olan herkesin bir diğeri için nefret edilen ve tiksindirici bir göreceliliktir. Di-
ğer taraftan bu durum komünizm ile faşizmi ilk elden yaşamış Avrupalılarca
da şiddetle destekleniyor. Komünizm ile faşizm asla özdeş olmadı: Zaman
içinde evrilip iki sistemde ve ortaya çok değişik ürünler çıkardı. Ama uygula-
yıcılarının itiraf etmeye hazır olduklarından çok daha fazla ortak noktalara sa-
hipti. Paylaştıkları özellikler uzun bir liste oluşturuyor. Konuyu inceleyen
ufuk açıcı bir çalışma "altı ilke sendromu" açısından bakıyor. 17 Ancak altı ilke
yeterii değildir.
Sahte bilim. Hem komünistler hem de faşistler ideolojilerinin güya insan top-
lumunun gelişmesini belirleyen temel bilimsel yasalara dayandıklarını iddia
ettiler. Komünistler "bilimsel Marksizm" ya da tarihsel materyalizme, Naziler
soy geliştirme bilimiyle ırk bilim versiyonlarına atıfta bulundular. Her iki ör-
nek de kendi bilimsel yöntemleri ya da bulgularına yaygın bir bağımsız onay
buldu.
Ütopik amaçlar. Bütün totaliterler var olan bütün kirlilikleri temizlenmiş bir
Yeni Düzen yaratacak olan Yeni İnsan düşünü beslediler. Düşün doğası fark-
lıydı. Bu, Marksist-Leninistlerin söylediği gibi komünizmin en son, toplumsal
sınıfların olmadığı aşaması olabilirdi: Nazilerin ırkçı yaklaşımına göre Yahudi-
lerden arındırılmış Ari cenneti ya da İtalya'da sahte-tarihsel Roma İmparator-
luğunun yeniden yaratılması olabilirdi. Şimdinin bütün özverileriyle vahşilik-
lerini haklı çıkaracak olan Yeni Düzenin kuruluşu bir görevdi [ ÜTOPYA |.
Parti-devlet ikiliği. Totaliter parti bir kez iktidara geçtiğinde mevcut bütün ku-
rumların eşini yaratmak ve idare etmek için kendi aygıtı içinde organlar yarat-
tı. Devlet yapılan Partinin isteklerini gerçekleştirecek taşıyıcı bantlara indir-
gendi. Bu ikilikçi diktatörlük sistemi, benzer ama yanıltıcı "tek parti-devlet"
teriminin ima ettiğinden çok daha fazla kapsayıcıydı (Bkz. Ek 111, s. 1381).
Guç'ün Esiejigi. Totaliter rejimler yönetici Parti'yi yücelten, Parti ile halk ara-
sındaki bağı süsleyen, ulusal mitlerin kahramanlık imajlarıyla eğlendiren ve
megalonıanyak fantezilere teslim olan bir estetik ortamın propagandasını ya-
parak sanal alanında fiili bir tekeli zorladılar. İtalyan Faşistleri, Alman Nazileri
ve Sovyet Komünistleri, Lider'in kurumlu portreleri, kaslı işçilerin gerçeğin-
den çok büyük boydaki heykelleri ile aşırı büyüklükte şatafatlı kamu binala-
rından duyulan zevki paylaştılar.
Soykırım ve baskı. Totaliter rejimler politik şiddeti bilinen sınırlarının çok öte-
sine taşıdılar. Siyasal polisle güvenlik kuruluşlarının girift agı ilk olarak bütün
muhalifleri saf dışı etmek ve daha sonra ise aygıtı işler halde tutmak için mu-
halif yaratma işiyle meşgul oldular. "Masum" toplumsal ya da ırksal "düşman-
lara" yöneltilen soykırım kampanyaları ideolojik iddialara güven vererek halkı
sürekli bir korku durumunda bıraktı. Kitlesel tutuklamalarla kurşunlamalar,
toplama kamplarıyla gelişi güzel işlenen cinayetler sıradan olaylardı.
Uluslararası ilişkilerin havası hemen hemen evrensel bir olgu olan savaştan
duyulan nefrete dayanıyordu. En azından görüntü olarak "saldırı karşıtı" ol-
mak zorunluydu. Yirmi yıl içinde bir sürü saldırmazlık anlaşması imzalandı
(Bkz. Ek III, s. 1382). Saldırı niyeti olmayan devletler için bunun hiç önemi
yoktu. Bu anlaşmalar saldırı niyeti olanlar içinse mükemmel bir örtü sağladı:
Hitler ile Slalin bu anlaşmalara bayılıyorlardı.
Milletler Cemiyetinin doğuşu Barış Konferansının başarıları arasında sa-
yılmalıdır. Cemiyet Sözleşmesi tuhaf bir şekilde içine yerleştirildiği Versailles
Antlaşmasının imzalandığı tarihte, 10 Ocak 1920'de yürürlüğe girdi. Sorunla-
rın çözümünü arabuluculuk ve rızayla sağlama ve saldırganlara karşı ortak
güç kullanmanın yollarını arıyordu. Hepsi Cenevre'de olan, her üye devletin
eşit oyu olan yıllık bir Genel Kurul, bir yürütme Konseyi ile daimi bir Sekre-
leryanın kurulması düşünülüyordu. Cemiyet ayrıca Lahey Adalet Divanı ile
Uluslararası Çalışma Organının yönetimini eline aldı. İlk olarak Kasım
1920'de toplanan Genel Kurul, bu tarihten 1941 yılma kadar yılda bir kez bir
araya geldi. Geriye kalan çalışmalarını New York'ta bulunan Birleşmiş Millet-
ler Örgütüne devreden Cemiyet kendisini Nisan 1946'da feshetti.
Cemiyetin çalışması Büyük Savaşın ortaya çıkarttığı durumu etkileyebil-
mesi için geç bir tarihte başladı ve onu etkili kılabilecek güçlerin katılmama-
sıyla tökezlendi. Çalışır durumda olduğu yirmi bir yıl içinde Avrupa güç mer-
kezlerinin üçü hiçbir zaman gerektiği gibi temsil edilmedi. Batılı Güçler ara-
sında tam olarak Fransa tek başına bir rol oynadı. Cemiyetin ilk baştaki kefili
ABD ondan uzaklaştı; Büyük Britanya tartışmalı konuları uzlaştırıcı bir yön-
temle çözme konusundaki temel belge olan Cenevre Protokolünü ( 1 9 2 4 ) im-
zalamayı beceremedi. Almanya yalnızca 1926 ile 1933, İtalya 1920 ile 1937
arasında Cemiyete katıldı. Sovyetler Birliği 1934'te üyeliğe kabul edildi ve
1940'ta üyelikten uzaklaştırıldı. Cemiyetin açık başarısızlıklarım örtmek için
önemli bir girişim Fransa ile ABD tarafından ele alındı. Savaşın terk edilmesini
amaçlayan Briand-Kellog anlaşması SSCB'nin de aralarında bulunduğu altmış
dört ülke tarafından er ya da geç imzalandı. Ama bu anlaşma hiçbir zaman Ce-
miyetin kendi yasalarıyla bütünleştirilmedi. Bu nedenle Cemiyet saldırgan
devletlere karşı askeri ve ekonomik yaptırımları desteklemesine rağmen bu
yaptırımları zorla uygulama anlamına gelmedi. Sonuç olarak Cemiyet küçük
sorunların çözümlenmesinde büyük ve büyük sorunlann çözümlenmesinde
önemsiz bir rol oynadı.
Batılı Güçlerin farklı tavırları sayesinde Cemiyet 1919-1920'de oluştur-
dukları Avrupa Uzlaşmasına karşı çıkmaya yetkili değildi. Vahim bir hüküm
Antlaşmanın gözden geçirilmesini taleplerini Cenevre Protokolünün koşulları-
na göre "tartışma" olarak kabul edemiyordu. Kurul ile Konseyde geçerli olan
oybirliği ilkesi Güçlerin arzusu hilafına herhangi bir kararın alınmamasını sağ-
lıyordu. Can alıcı önemde olan Silahsızlanma Konferansı 1932 yılına kadar
toplanmadı, bu tarihe gelindiğindeyse yeniden silahlanma SSCB'de epeyce yol
almıştı ve Almanya'da kısa bir zaman içinde yaşama geçirilmek üzereydi.
Bu nedenle Cemiyet her şeyden önce kurucuları tarafından yüksek ideal-
lerine ulaşmasını sağlayacak araçlardan yoksun bırakıldı. Filistin ve Suriye
Manda Komisyonunu yönetti. Serbest Danzig kenti, Saarland ve Boğazlar Ko-
misyonunu yönetti. Türkiye ile Irak arasındaki Musul, Yunanistan ile Bulga-
ristan arasındaki Makedonya ( 1 9 2 5 ) ve başarısız olduğu Polonya ile Litvanya
arasındaki Wilno ( 1 9 2 5 - 1 9 2 7 ) sorunlarının çözümüne aracılık etti. Japonların
Mançurya'yı işgali ( 1 9 3 1 ) ya da italya'nın Habeşistan'ı işgali ( 1 9 3 6 ) sorunları-
nın altından kalkamadı. Avrupa'nın büyük güçleri 1930'ların sonuna doğru
pençelerini göstermeye başladıklarında Cemiyetin boyunu aşan sorunlar orta-
ya çıktı ve bu durumda onun hatalarının hiçbir payı yoktu.
Avrupa banşı ve işbirliği alanında çalışan en aktif devlet adamı hiç kuş-
kusuz Aristide Briand'dı ( 1 8 6 2 - 1 9 3 2 ) . Nantes doğumlu reformcu bir sosyalist
olan Briand on defa Fransa Başbakanı olmuştu; ama kariyerinin en başarılı dö-
nemi 1925 ile 1932 yıllan arasında Dışişleri Bakanı olarak hizmet ettiği dö-
nemdi. Özellikle Fransız-Alman uzlaşmasını sağlamak için çok çalıştı. Locar-
no Anlaşmast'nın baş mimarıydı; savaşın terk edilmesini amaçlayan Briand-
Kellog Anlaşmasının oluşumunda görev aldı; Avrupa birliği için öneriler getir-
di. Soylu idealleriyle onların başarıya ulaşmadaki eksiklikleri dönemin tipik
olgusuydu.
Briand'ın bir Avrupa birliği oluşturma önerisinin yakın sonuçları çok az
oldu. Fakat yirmi yıl sonra meyve veren politikaların tohumlarını arayan kişi-
ler için bu düşünceler önemliydi. Bu düşünceler Cemiyet Genel Kurulu'nda
ilk olarak 5 Eylül 1929'da duyuldu:
"Avrupa halkları gibi coğrafi gruplar oluşturan halklar arasında bir tür federal bağ
olmalı... Açıktır ki, bu birlik sorunun en acil bölümü olduğu için öncelikle eko-
nomik olacaktır... Bu federal ilişkinin, birlik üyesi hiçbir ulusun egemenlik hakkı-
nı zedelemeden politik ve toplumsal olarak yararlı işler yapması gerekliğine ikna
oldum..." 2 2
Bu hava içinde alternatif bir Avrupa güvenliği planı faşist İtalya tarafından ge-
liştirildi. Mussolini, Britanya, Fransa, Almanya ve italya'nın oluşturacağı dört-
güç paktı önerdi. Bu Avrupa Uyumu'nun (Concert of Europe) kötü alışkanlık-
larına olumsuz bir geri dönüşü simgeliyordu ve devletlerin sözde eşit k o n u m -
larından vazgeçilebilirdi. Utanmazca " B a t i y i " D o ğ u " tehlikesine karşı hareke-
te geçirmeye çalışıyordu, bu halef devletlerin çekişmelerine ve k o m ü n i z m i n
potansiyel yayılmasına karşı demekti, ingiliz Dışişlerinde bir ölçüde destekçi
buldu; fakat mevcut düzenlemelere yapışmış Quai d'Orsay'e (Fransız Dışişleri
Bakanlığı) çekici gelmedi. O n u n için yapılan hazırlıklardan Münih Konferan-
sının dışında geride bir ölü m e k t u p kaldı.
Avrupa'nın kültürel yaşamı, geleneksel değerleri sorgulamayı artıran ve
mevcut m e r k e z k a ç eğilimleri hızlandıran savaş sonuçlarından derinliğine etki-
lendi. Kaygı ve kötümserliğin havası Oswald Spengler'in "Batı Uygarlığı "na
özgün bir Alman bakışını yansıtan Der Untergang des Abendlandes (Batı'nın
Çöküşü, 1 9 1 8 ) adlı yapıtında saptandı. Komünizmin ilerleyişi birçok Batılı en-
telektüeli heyecanlandırdı. Bolşeviklerin Rusya'daki meydan okuyan ütopik
tutumu onlara çok ilginç geliyordu. Aktif komünist politika çok az kişinin
işiydi; ama Marksizmden esinlenmiş görüşler moda halini almıştı. Avrupa tari-
hinin en kanlı rejiminin hiçbir yanlış iş yapmayacağına inanan Moskova'ya gi-
den bu hacı kalabalığı kitlesel yanılgının tuhaf bir manzarasını sunuyordu. 2 4
Faşizm de akademik ve kültürel işbirlikçilerini bulacaktı. G. B. Shaw gibi bazı
kişiler rengine bakmaksızın tüm diktatörlere yaltaklandılar. 1931'de SSCB zi-
yaretinde, 'İngiltere'de keşke zorla çalıştırma olsaydı. Bu durumda iki milyon
işsizimiz olmazdı." dedi. Onunla kişisel olarak görüştükten sonra Stalin hak-
kındaki görüşleri şöyleydi: "Aile yaşamı, erdem ve saflık açısından bir örnek
olduğu söyleniyor." 2 5 Webbs'in Soviet Communism: A New Civilisation (Sovyet
Komünizmi: Yeni Bir Uygarlık) kitabına benzeyen kitaplar geçmişe bakarak
değerlendirildiklerinde kolayca budalaca diyerek nitelendirilebilir; fakat bun-
lar bir yandan dünyayı Sovyet gerçekliği hakkında bilgisiz bırakırken diğer
yandan da savaş-sonrası kuşağın gerçek heyecanlarını olumsuz şekilde tatmin
etmeye yöneldiler. Julien Benda'nın La Trahison des clercs'inde ( 1 9 2 7 ) olduğu
gibi politik baskı altındaki entelektüeller arasında ahlâki dürüstlük eksikliği
yinelenen bir temaydı. Benda'nın kendisi Stalin'in göstermelik mahkemelerini
haklı çıkartmaya çalışmasaydı kitabı daha inandırıcı olabilirdi, tspanyol filozof
J o s e Ortega y Gasset, totalitarizmi kitle kültüründen kaynaklanan bir tehlike
olarak gördü. Rebellion de las Masas (Kitlelerin İsyanı, 1 9 3 0 ) adlı yapıtında de-
mokrasinin çoğunluğun tiranlığını doğuracak tohumları barındırdığı konu-
sunda uyarılar yaptı.
BOŞ TOPRAK
1922'I)K YAYIMLANAN The tt'aste l.and (Boş Toprak) A v r u p a ' y a yerleşmiş tur Ame-
rikalının. T. S. liliol'ıın yapılıydı. Orijinal yazma. "Bir çift duyargamı'/, vardı önce.
Tom'ıın yerinde" diye başlıyordu. Yayımlanmış versiyonsa şöyleydi:
Bir not İsviçreli roman yazarı l l e r m a n n l l c s s c ' d e n bir alıntıya gönderme yapı-
yor:
"Kutsal Kâse'den içlikten sonra. K a r m a ş a ' y a giden yolda Dnıılrı Karamazov
gibi şarkılar söyleyerek sarhoş dolaşan A v r u p a ' n ı n dûgu yarısı, en azından güzel-
dir."
Şiir şöyle sona eriyor:
Daha sonra l l a r v a r d ' l a verdiği bir konferansla Klıot "Birçok eleştirmen" diye
açıklıyordu, "şiiri bir çağdaş d i i n y a eleştirisi olarak y o r u m l a y a r a k beni o n u r l a n d ı r -
dı... Benim içinse... o bir ritmik h o m u r d a n m a y d ı . " 1
ANNALES
TON
Yine de, Modernizmin yükselen ünü, savaş arası Avrupa kültürüne dıger iki
yönden (teknolojik değişim ve Amerika'dan) gelen güçlü etkileri gizlememeli-
dir. Popüler bilinç üzerinde radyonun, Kodak kameranın, gramofonun ve tüm
bunların da üstünde sinemanın etkisi çok büyüktü. Londra East End'te yetiş-
miş öksüz bir gösteri sanatçısı olan Charles Chaplin ( 1 8 8 9 - 1 9 7 7 ) Hollywood
sayesinde bir olasılıkla dünyanın en çok tanınan insanı oldu. Filmlerinin ço-
ğu, örneğin Kcııf /şıkları ( 1 9 3 1 ) , Modern Zamanlar ( 1 9 3 5 ) ya da Diktatör
( 1 9 3 9 ) gibi filmleri, açık toplumsal ve politik mesaj içeriyordu. Beyaz perde-
nin yeniden ihraç ettiği diğer Avrupalıların içinde isveçli Greta Garbo, Alman
Marlene Dietrich ve Polonyalı Pola Negri vardı. Bu dönemde Amerika'dan it-
hal edilen şeyler arasında çok ilgi gören araba, neşeli Walt Disney çizgi filmle-
ri ( 1 9 2 8 ) , caz ve popüler dans müziği vardı. G e n ç Avrupa'nın çok büyük bir
bölümü savaş arası dönemde ragtime, Çarliston ve tango nağmeleriyle dans et-
liler.
Lenin'in ilk hastalığı sırasında Stalin Parti Genel Sekreteri oldu ve Le-
nin'in onu bu makamdan uzaklaştırmak için geç kalmış öğüdünü atlattı. Troç-
ki'ye göre, o Lenin'i daha ileri soruşturmalar yapmasını engellemek için zehir-
ledi. Bu noktadan sonra elinde tuttuğu Çeka ve Parti Kongrelerinin gücüyle
onu durduracak hiçbir şey yoktu geride. Kıdemli rakiplerinin hepsini, kendi
için ya da rakiplerini gözden d ü ş ü r m e k için soğukkanlı olarak benimsediği
politik sorunları tartışmaya açma manevralarıyla saf dışı bıraktı. Kamenev, Zi-
noviev ve Buharin'i alt etmesi beş, Troçki'yi alt etmesi yedi yıl aldı. Daha sonra
da öldürttü onları. Aile yaşamı hiç olmadı. İkinci karısını intihara sürükledi.
Kremlin'in bir odasında, anıları bizim için temel kaynak olan kızı Svetlana Al-
liluyeva'nın katıldığı bir münzevi yaşamı sürdü. Bütün gün uyuyor ve kafadar
arkadaşlarıyla bütün gece b o y u n c a hiç durmaksızın gramofon dinleyerek, ses-
siz filmler izleyerek çalışıyor ve gevşemek için de yazlığına gidiyordu. Ara sıra
ortalığa çıkıyor ve ç o k az k o n u ş m a yapıyordu. Gürcistan'a yaptığı yıllık bir ge-
zide birbirinin benzeri beş trenden birindeydi, trenlerin h e r biri " ö l d ü r ü l m e "
riskini azaltmak için bir ikizini taşıyordu. Canının sıkılmasına gerek yoktu.
Doğal eğilimlerini sürdürüyordu, ilerleyen yıllarda, Rusçadan başka hiçbir dil
b i l m e m e s i n e karşın iç diktatörlükte ve savaş yönetiminde olduğu kadar diplo-
maside de başarılı olduğunu gösterecekti. Öldüğünde bir süper gücün mutlak
hâkimiydi.
Stalin'in baş düşmanının en mükemmel yönlerine bakarken Petrog-
rad'taki bir Amerikalı görevli Troçki için "Bir cadalozun olağan dışı oğlu, ama
İsa'dan bu yana dünyaya gelmiş en büyük Y a h u d i " 3 0 demiştir. Fakat Stalin'in
yazdıkları Troçki'nin başarılarını, tarihin küçük, önemsiz değişmelerine ben-
zetiyordu. Ve T r o ç k i b u n u n olacağını görüyordu: 1 9 2 4 gibi erken bir tarihte
"Devrimci Parti'nin mezar kazıcılarının" yönetimi ele geçireceğini doğru ola-
rak bildirmişti:
Şimdi tarihin diyalektiği onu bağlıyor, sonra onu yükseltecek. Hepsinin ona ge-
reksinmesi var, yorgun radikallerin, bürokratların, NEP taraftarlarının, kulakla-
rın, türedilerin, devrimin yükselen ülkesine dalkavukluk yapan bütün sinsilerin...
O, onların dilini konuşuyor ve onları nasıl yöneteceğini biliyor. Stalin SSCB'nin
diktatörü olacak. 31
Dinsel sorunlarda Stalinizm saptanan ateist çizgiyi izledi. Devlet eğitimi mili-
tan din karşıtı olma niteliğini taşıyordu. 1920'li ve 1930'lu yıllarda O r t o d o k s
Kilisesine acımasızca saldırıldı, kiliseler tahrip edildi ve rahipler öldürüldü.
Vurgu daha sonra çıkarları için onu kullanmaya doğru değişti: Stalitı tkinci
Dünya Savaşı'nda, Kutsal Rusya'nın korunması için halka davet çıkartacak ve
kiliseleri yeniden açacaktı. Olgun Stalinizm, devlet ateizmiyle O r t o d o k s yurt-
severliğin tuhaf bir birlikteliğini içeriyordu.
Baskı ile terörün temel araçlarına (Çeka (OGPU/ NKVD/ KGB), Gtdag ya
da devlet toplama kampları ağı ve bağımlı yargı) Bolşeviklerin egemenliğinin
ilk d ö n e m i n d e incelik kazandırılmıştı. Güvenlik güçlerinin insan k a y n a k l a n
1930'larda Kızıl Ordu'nun rakibi olacak kadar b ü y ü m ü ş t ü ve kamplar toplanı
nü Tusun % 10'unu barındıracak kadar genişlemişti. 1 9 3 9 ' a gelindiğinde Gıdag
Avrupa'nın en büyük işvereni olmuştu. Sistemli olarak açlık çektirilen ve ark-
tik bölge koşullarında ç o k çalıştırılan m a h k û m işçilerin, yani çeklerin, ortala-
ma yaşam beklentileri bir kış mevsimini geçirebilmekti. Masum suçlular köy-
lerinde ve evlerinde bir araya getiriliyorlardı; diğerleri "sabotaj", "hainlik", ya
da "casusluk" gibi hayali şeylerle suçlanıyor ve bunları itiraf etmeleri için iş-
kence görüyorlardı. Verilen kararlar genellikle ölüm cezası ve çok az kişinin
sağ olarak tamamladığı sekiz, on iki, yirmi beş yıl gibi belirli süre hapis ya da
sürgün cezası oluyordu. Çok önemli kurbanların yargılandığı gösteri mahke-
meleri reklama dönüştürüldü. Bunlar ayrıca, asıl operasyonların doğasını ve
kapsamını gizlemeye de yaradı. Öylesine kötürüm eden bir korkuydu ki bu;
dikkati çeken şey, otuz yıl boyunca dünyanın en geniş devletinde Terör hak-
kındaki bilgilerin başarılı bir şekilde gizli tutulmasıdır [VORKUTA],
VORKUTA
KÖKR tarih kitaplarında insanlığın çektiği acılara yer ayrılacak olsaydı. Vorkula en
uzun böl ti ıııl eri m ten biri »İmaya hak kazanırdı. Rusya'nın kuzey kutup bölgesindeki
Peelıura Nelıri'nın üzerindeki bu maden kenti l 9 3 2 \ t e n 19[i7'ye kadar. A u u p a ' n ı n
en geniş lopiama kamplarının ortasındaydı. Stalin'in (iulag takımadaları arasında
Yorkuılag, Sibirya'nın kuzeydoğusundaki Kolima'dan sonra ikinci sırayı alıyor ve gi-
riş kapısının üstünde şu slogan yükseliyordu: "ÇALIŞMA BİR ONUR. CESARET YK
KAHRAMANLIK KONUSUDUR." 1953 ayaklanmasında Vorkuta'da iiç yüz bin kı-
şı vardı kıllar boyunca btıradakiııden |AUSCHWITCTZ| daha çok insan olmuşlti; ya-
vaşça ve umutsuzluk içinde öldüler. FakaL çok az tarih kitabı onları anımsar. 1 Yor-
kuta'dan gelen birçok tanık raporu vardır, bunların bazıları İngilizce olarak da ya-
y m l a n m ı ş l ı p 2 ama çok az kişi okumuştur onları. Sovyet Gulag'ının iki bini aşkın
"özel hizmetini" anlatan. 1970'!erde hâlâ yaşayan bir Yahııdinin yazdığı ayrıntılı bir
k ı l a v u z d a yayımlanmıştır. Söyledikleri çok çarpıcıdır. 1 iyi bilinen kamplar, hapisha-
neler ve ııtsikhol'nitsa ya da "psikiyatrik hapishanelere" |DEV1AT10| ek olarak,
"öli'ım kampları" hakkında da bilgi vermektedir. Buralar, mahkûmların atom enerpsi
ile çalışan denızalı.ıları elle temizledikleri ya da yeraltı uranyum madenlerinde ışın
gerektirdiği önlemleri almaksızın çalışmaya zorlandıkları l'alsidski Körfezi (fiston-
ya). (Hrnutninsk (Rusya) ve Çolovka (Ukrayna) gibi ü s l e r d i r Radyasyonun etkisiyle
ölmek sadece bir zaman sorunudur (Bkz. Ek III. s. 130(1).1
Glasııosl döneminin doruğunda, bölgede yaşayan insanlar Beyaz Rusya'daki
Minsk kentinin yakınındaki Kuropati Ormanında kazı yapmaya başladılar, Kili yıl
önceki Büyük Terör sırasında öldürülen erkek, kadın ve çocukların kalıntılarının bu
ormanda olduğunu biliyorlardı. Her biri aşağı yukarı Uç blıı ceset içeren birkaç yu-
varlak çukur açtılar. Eğer çamların altında daha fazla çukur yok idiyse bu say ıları
anlayabilirlerdi. Kakaı 1991'de araştırmalarını d u r d u r m a l a r ı emredildi. Araştırma-
ları yapanlar yolun kenarına bir haç diktiler ve ormanın gizlerini el sürülmemiş bir
durumda bıraktılar. 5
Kendisini Stalinisl dönemin gerçeklerini ortaya çıkarmaya adamış Rusya "An-
ma" örgütü 1989 yılında, Urallar'da. Çelyabinsk'tc 1930'lardatt kalma bir çukuru
açtı. Mezarda seksen bin iskelet vardı. İskeletlerin kafaıaslanııdaki kurşun delikleri,
olanları açıklayan bir öyküyü anlatıyordu. Bunlar Gtılag'ca ölümüne çalışmaya zor-
lanan kurbanlar değildiler. Bölgede fotoğrafçılık yapan birinin söylediğine göre "Ev-
lerinden alman ve burada çocuklarıyla birlikte vurulan insanlardı bunlar." 6
Bu durumda herkesin şu soruyu sormaya hakkı var: uçsuz bucaksız Rusya'da
gizlenen böyle kaç çukur daha var?
Stalinist "ıeror"ün üç aşaması vahşet ve akıldışılıgın yükselen gelgitleıiyle bir-
birini izledi. Terörün ilk aşaması özenle seçilmiş hedeflere yöneldi. Bu döne-
min kurbanları genellikle ikinci dereceden önemli kişilerdi; Gosplan'ın 1929
öncesindeki eski Menşevik yöneticileri, enıeı nasyonalist Marksist tarihçiler.
Beyaz Rus entelektüeller ve büyük kişilerin yanındaki daha önemsiz kişiler.
Lenin'in dul eşi Krupskaya, "yeri doldurulamaz değil" diyerek uyarıldı. Köylü
Terörü ya da "kulak-karşm hareket" 1932'den sonra, kolektifleştirmeye diren-
dikçe ya da protesto için çiftlik hayvanlarını kestiklerinde hızla yükseldi. Yok-
sul köylülerin kendilerinden varlıklı komşularını ihbar etmeye zorlanmalarına
karşın kulağın açık bir tanımı elde edilemedi. 1 9 3 2 - 1 9 3 3 Terör ve Kıtlığı, ko-
lektifleştirmenin gerekleri olan Ukrayna milliyetçi hareketinin bastırılması ile
bir darbede zengin köylülerin toplanmasına ilişkin iki amaçlı bir hareketli
IHASAT).
Politik Terör ya da "Temizlik" ciddi olarak Aralık 1934'te, Leningrad Par-
ti lideri S. M. Kirov'un öldürülmesiyle başladı. Temizlik, bu başlangıç nokta-
sından sonra, SBKP liderliğini, Kızıl Ordu subaylarıyla OGPU'nun kendini ve
yavaş yavaş tüm halkı içerecek kadar genişledi. Her kurbandan on ya da yirmi
"suç ortağım" ihbar etmesi istenildiğinden, toplam sayının binleri ve sonunda
milyonları bulması sadece bir zaman sorunuydu. Öncelikli amaç yaşayan bü-
tün Bolşevikleri, onların simgelediği her şeyi öldürmek ve yok eltnekti. Ama
bu yalnızca başlangıçtı. 1934 XVII. Parti Kongresine, "Yenenlerin Kongresine"
katılanlar Stalin'in "muhalifler" üzerindeki yengisini uysalca selamladılar ve
karşılığında sadece kendilerinin sırayla suçlanışlarını ve yok edilişlerini gördü-
ler. Zinoviev ( 1 9 3 6 ) , Piyatikov ( 1 9 3 7 ) Buharin ( 1 9 3 8 ) için toplanan, gösteriye
yönelik üç mahkemeden sonra yaşayan tek Bolşevik lider, Meksika'da duvar-
larla çevrili sığınağında 1940 a kadar kalan Troçki idi. Fakat Yezovçina'nın ay-
rım gözetmeyen gazabı, Stalin in baş celladı N. 1. Yezhov'un Terörü yeniden
serbestçe avlanacaktı. Bu cchennem makinesinin dinamizmi öylesine büyüktü
ki. 1939 yılının başında, Stalin 11e Molotov her sabah kurbanların adlarıyla be-
lirtildiği birkaç bin kişilik listeleri imzalarlarken, bölgesel iç güvenlik polisinin
her dalı daha çok sayıdaki masum yurttaşı rastgele çekip çıkarıyordu. Mart
1939'da toplanan XVIII. Kongrede Stalin, Yezhov'u dejenere olmakla suçla-
yıncaya kadar Terör, hiç ara vermeksizin devam etti; ve tam olarak Vo-fıd'un
kendisi son nefesini verinceye kadar sona ermedi.
Uzun on yıllar boyunca dış dünya gerçekleri anlayamadı. Aleksander Sol-
jeııitsin'in 1960 larda yazdığı belgesel çalışmalardan ve birkaç cesur akademis-
yenin titiz araştırmalarının yayımlanmasından önce Batılıların çoğu Terör hak-
kında anlatılanların çok abartıldığını düşünüyordu. Sovyeıologların çoğu bu-
nu azaltmaya çalışıyordu. Sovyet yetkilileri yapılanları 1980'lerin sonlarına ka-
dar kabul etmediler. Hitler'in tersine. Stalin yaptıklarının bedelini ödemedi.
Kurbanlarının sayısı asla tam olarak hesaplanaınaz; fakat elli milyondan çok
aşağı olması olası değildir. 3 5
Stalinizm hiç kuşku yok ki Leninizm'in çocuğuydu; diğer taraftan o, Le-
nin döneminde önemli olmayan birçok özgün özellik kazandı. Troçki bu degi-
şimi "Termidorcu Gericilik" olarak nitelemiştir ve Sovyetler ile komünist geç-
miş hakkındaki tartışmaları iyice karmaşıklaşiirmıştır, Anımsanması gereken
asıl nokta, Slalinizmin Sovyet Komünizminin istikrara kavuştuğu ve onun
1991 yılına kadar SSCB'deki Sovyet yaşantısının temellerini sağladığıdır. Bu
nedenle, sistemin genel bir değerlendirilmesi yapıldığı zaman Lenin'in değil,
Stalin'in komünizm yorumuna atıf yapılmalıdır (Bkz. Ek III, s. 1381).
HASAT
"BKLSKN gibi geniş bir yerde", "kırk milyon nüfusu olan geniş bir bölgede erkekler,
kadınlar ve çocuklar, kırsal nüfusun d ö ı u e biri. ölü olarak yatıyor ya da ölüyor."
"Geride kalan takati kesilmiş insanların ailelerini veya komşularını gömerek giiçlorı
yok." "(Belsen'dc olduğu gibi) iyi beslenmiş polis ve parti görevlileri kurbanları gö-
zetliyorlar." 1
Sovyet kolektifleştirme kampanyasının bir parçası olarak 1932-11-133 yılların-
da Stalinist rejim Ukrayna ile komşusu kazak bölgelerinde insanın hazırladığı bir ic-
rör-kıtlık politikası uyguladı. Bütün yiyecek stokları zorla toplandı; malzemelerin
toplandığı yerlerin girişleri askerlerin oluşturduğu bir kordonla korundu: ve insan-
lar ölüme terk edildiler. Amaç I k r a y n a milliyclçiligiyle birlikte "sınıfsal düşmanı" öl-
dürmekti. Ölü sayısı yedi milyona kadar ulaştı.- Dünya çoğu iç savaşla ağırlaşmış
çok kötü kıtlıklar yaşamıştı, f a k a t soykırıma yönelik olarak örgütlenmiş tur devlet
politikası olan kıtlık benzersiz bir olay olarak değerlendirilmelidir.
Yazar Vasılı Grossman daha sonra çocukları anlaıacakli:
Gazetelerde hiç Alman kamplarındaki çocukların fotoğraflarını gördünüz mü'.'
Aynen şöyleydiler; kafaları zayıf, küçük boyunların üzerinde duran ağır loplara ben-
ziyordu, ley lek gibiydiler... ve iskeletler sarı gazlı bez gibi olmuş deriy le kaplıydılar...
Ve ilkbahar geldiğinde sanki artık yüzleri yoktu. Gerçeklen de kafaları gagalarıyla
birlikte kuşların kafalarına (ya da kurbağa kafalarına) benziyordu, ince beyaz du-
dakları vardı ve bazıları ağızlan açık batıklara benziyorlardı... Bunlar Sovyetlerin
çocuklarıydı ve onları burada öliimc terk edenler Sovyet halkıydı. 3
Dış dünya olanların farkında değildi. ABD'de bir Pulitzer Ödülü gizlice milyon-
larca kişinin öldüğünü anlatan, ama hiçbir şey yazmayan bir Nevt York Times muha-
birine verildi. 4 George Orvvell İngiltere'de (terörle yaratılan kıtlığın) "İngiliz Kus se-
verlerinin gözünden kaçtığından" yakındı. 5
Sonunda olayı inandırıcı kanıtlarla göz önüne seren tarihçi, bu felaketi anlata-
bilmek için çabaladı. İler sayfasında beş yüz sözcük olan dört yüz on iki sayfalık tur
kitap yazdıktan sonra önsözde şöyle yazacaktı: "Yaklaşık y i r m i kişi. her sözcük için
değil, bu kitaptaki her harf için yaklaşık yirmi kişi öldü." 6
MOARTE
BOGEY
AIA1AN Ordusunun Marl 1938'de Avusturya'yı işgal etmesinden hemen sonra Adolf
Hitler'in X \ l l . Wehrkreis komutanına Dollcrslteim köyünü "alış Utlirm'yle yıkmasını
emrettiği söyleniyor. Koyun sakinleri uzaklaştırıldıktan sonra, mezarlık da dahil ol-
mak üzere tıiıiün binalar top ateşiyle tamamen moloz yığınına dönüşiürüldiı. Bu
vahşi uygulamanın arkasında, ilitler'ın babasıyla babaannesi Viaria Anna Schiekl-
gruber'in mezarlarının burada olması ve llıller'in babasının yaşamının ilk yıllarına
ilişkin bilgileri son zamanlarda öğrenmesi yalıyor gibi gönınüyor. Bir Gestapo rapo-
runa göre. genç Krolayn Sehıoklgrulıer zengin bir Yafıudının evinde evlenmemiş bir
hizmetçi olarak çalışırken Hitler'in babasına hamile kaldı, llıller'in göriiş açısından
bu olayın ima ellikleri çok rahatsı/, ediciydi.
Bu ve diğer birçok işaretlen kendi kökeni, kanı. bedeni ve kendi kişiliği hakkın-
da duyduğu basurılmış suçluluk duygusu, utanç ve kendine duyduğu nefret rıedcniy-
ie M i l l e r i n çok acı çektiğine inanmamı/. ıçırı yeterli gerekçe \ a r . K i l l e r i n "psıko-
t a r i h " 1 için önemli tur koıııı olduğu sonucuna varmak için ilk anda görülen çelişkili
olguları öne çıkartmak zorunlu delildir.
Kiilırer'in savaş dönemi nılı halı için özellikle ilginç ve Iniyük lıir olasılıkla can
alıcı olan olgu kendinin gemi azıya almış hastalık hastalığıdır. Onu yüksek dozlarda
glükoz. vitaminler, uyarıcılar, iştah ilaçları, gevşeliciler. sakinleştirici ve yatıştırıcı-
larla doğrudan damar içi enjeksiyonla tedavi eden güvenilmez hekim Dr. Theo Ylo-
rell'e 1936-1945 arasında kendisini lam anlamıyla teslim etmiştir. Ylidesindeki gaz-
la ilgili sürekli kaygısı Miller'i atropin ve sitrisııı ile yapılan antigaz haplara alıştırdı.
Ylorell'in rakipleri Gestapo'ya siireklı olarak onun Fiililer'i dikkat çekmeden zehirle-
diğini bildiren başarısız ihbarlar yaptılar. 2
Askerler sezgisel güce sahip olabiliyorlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında. İngi-
liz Ordusundan birisi "Albay Bogey"nin mükemmel temposuna uygun olarak yürür-
ken şu ölümsüz nakaran besteledi:
Burada ilginç olan nokıa yirmi yıl sonra Sovyet yetkililerinin piyasaya çıkar-
dıkları Miller cesedine yapılan sözde otopsi raporunda "sol testisinin olmadığının"
yazıyor o l u ş u d u r 4 Rapor bir KGB hilesine benziyordu ve diğer tanıklarca desteklen-
medi. Fakat bazı tarihçiler bunu önemsediler. Doğuştan tek testislilik ender görüldü-
ğü için Mitler"in "kendi kendisini hadım etmiş" 5 olması gerekliği sonucuna ulaştılar.
Bu giz H)90'lı yıllarda KGF> verilerinin açılışına kadar çözüme kavuşmadı. 6
Bununla birlikte gözlemler fiziksel görünüşle yetinmiyor. Ilıller'in tavırlarının
sayısız yönleri ağırbaşlı dış görünüşün ardında iğrenç bir şeylerin varlığını hissetti-
riyor. Huzurunda cinsellikle ilgili kibarca konuşmalara bile izin vermiyordu. Knscslc
ilişkin derin bir korkusu \tirdi. "Pisliğin" her tıirüııe liksinme duyduğunu söylemiş-
tir. Verilerin çelişkili olmasına karşın cinsel yaşamı ya tümüyle bastırılmış ya da iğ-
renç şekilde çarpıtılmışlı.
Hil-ler'ın harikulade lirsalları her aşamada yaygın bir başarısızlık duygusuyla
Selce uğralıkJı. Ve o. birkaç kez intiharla flört elti. Politik törene duyduğu sevgi sonu-
cunda sahte-dinsel Katolik laklıllerine her alanda ıziıı verdi. İler şeyden oııcc tarih
ya da Alman ulusu ve Tanrı her n<' ise kendini daima ııV/rrfe'-degerli bulduğunu söy-
lemek zorunda hissetmiştir. İçinde kaynayan kendine duyduğu nefret kazanı, sonra
Yahudilere. Slavlara. komünistlere, homoseksüellere ve çingenelere ve son olarak da
Almanya'nın kendisine açık nefretinin yakıtını sağladı.
| Kendi ile alay cime mekanizmasının kendını-övme mekanizmasından daha sağ-
| lıkiı okluğunu söylemeye gerek yok! Lir. İngilizler. Birinci Dünya Sauışı'nda (»ir baş-
ka harika nakaratla. "Gronland'ın Buzlu Dağları" marsının kederli ezgısıyle söyleye-
rek toplu yürüyüşlerim yaptılar:
SARAYBOSNA
İler ti urumda size şöyle söylenecek: KARDKŞIM SKV. O M A D l \ [ \ l BIK BAŞKA I \ \NÇ
OLARAK Dt.iŞlA. SI.AVI SLAV YAPAN I I \Ç DİRİLDİR. BAŞKALARI M \ YOI.Ü YA S \V(İI
VK KKM)I V:l.l \ l . \ G l R t R l)LV. Fakat çok eski tarihlerden hu yana orada safııe nice-
likler var oldu. Bu vecizelerin ardında eski içgüdülerle Kabil'in planına benzeyen planlar
belki ile sade« 1 uyuyor olabilir. Bi'ıtiin bunlar maddi ve manevi yaşamın lemellcrı tama-
men değişiri reye kadar yaşayacak. Bu an ııe zammı gelecek ve kim oııcı ta.şıvacak yııcc
sa lıip"
Maııpassani'ın bazı öykülerinde baharın betimi M y l e günlerde lıcr kftşeye asılması gere-
ken tur uyarıyla biliyor: YURTTAŞLAR! IH; BAHAR AŞKIM FARKINA VARIN!
Belki de Bosna'daki insanların da uyarılması {"erekiyor... 1
ğınmacı Pireneleri a ş t ı . " İspanya sonraki kırk yıl b o y u n c a faşist kampta kala-
caktı [ F A R A O N ] ,
ADELANTE
Sizler tarihsiniz... Ulsa nesin iz... Sizi lııç ııııuimayacagız... fciarışııı zeytin ağacı yaprakla-
rını yemden çıkardığında ve muzaffer Ispaııj a Cumhuriyetinin defileleriyle birbirine gir-
diğinde... geri döneceksiniz!4
FARAON
Franco'nun zaferinin olayların genel gelişimini yakalamak için çok geç kalma-
sı yeterince ironiklir. Faşizm eğer İspanya'da 1937 ya da 1938'de zafere ulaş-
saydı, Batı, Hitler'i baştan durdurmak için harekete geçmek gerektiğini anlar-
dı. Verilen ödünler için dilenilen özürlerin önlenebileceği akla uygundur. İs-
panya'da iç savaşın sürdüğü üç yıl boyunca diktatörler gittikçe güçlendi ve or-
tak güvenlik şansı yitirildi.
"Ortak güvenlik" Batılı Güçlerin özellikle de başkalarını kendileri için
dövüştürmenin eski ustası olan ingilizlerin kafasından çıkan birkaç başarısız
düşünceden birisidir. Tartışmalar Hitler'in Almanya'yı Milletler Cemiyetinden
çıkardığı 1933 yılına kadar uzanmakladır. Bu tarihten önce Sovyetler Birliği,
Batı'yı doğrudan doğruya etkilemediği için Batı'nın kaygıları alt düzeylerdeydi.
Ancak Nazi Almanyasının Orta Avrupa'da serbest kalması, tehlikeyi neredeyse
evin içine getirdi. Londra ile Paris için açık çözüm Büyük Savaşın üçgenini ye-
niden yaşama geçirmek ve Sovyetler Birliği'ni Almanya'nın karşısına bir ağırlık
olarak yerleştirmekti. Bu, özellikle 1917'den beri İngilizlerin yapmayı umduk-
ları bir şeydi. Elbette 5ovyet komünizmi hakkında uzun süredir çok kotu şey-
ler söyleyen Batılı politikacılar için bu, bir çeşit halkla ilişkiler sorunuydu; fa-
kat Sovyet rejiminin aruk yapıcı bir aşamaya girdiğini ya da Stalin'in, Lenin ile
Troçki'den daha demokrat olduğunu açıklayacak diplomatların ustalıklarının
üstünde değildi. Dolayısıyla, Avrupa tarihindeki en büyük kitlesel katliamın
oriasında Stalin saygın bir lider yapıldı ve barışçı milletlerin ortasına getirildi.
Hitler'in temsilcisi, Cemiyeti 14 Ekim 1933'te terk etti; Stalin'in temsilcisi
Maksim Liıvinov 18 Eylül 1934'te oraya girdi.
Stalin'in bakış açısından Batı ile raprrochemenl (yakınlaşma) bir dizi avan-
taj sunuyordu. Bu licareti artıracak ve teknoloji ithalini mümkün kılacaktı.
SSCB'nin imajını iyileştirirken Nazi Almanyasının imajını azaltacaktı. Mosko-
va'ya bağlı komünist partilerinin benimsenmesi ve Halk Cephelerine katılarak
(İspanya'da olduğu gibi) demokratik parlamentolarla birliklere girme şansını
verecekti. Ama Stalinciler demokratik politikacılar hakkında "burjuva sömü-
rücüleri "nden "uluslararası emperyalizmin uşakları"na kadar bir sürü olum-
suz düşüncelere sahip olarak gösterildikleri için yine de bir halkla ilişkiler so-
runu vardı; fakat bu Stalin'in Berlin ile olan tedbirli ilişkilerini bozacağı ya da
Hitler ile yapılabilecek nihai bir anlaşma olasılığını bir yana bırakacağı anlamı-
na gelmiyordu. Şimdilik bütün seçenekleri açık tutabilirdi.
İzleyen yıllarda Naziler Batı'nın bu fazla gizlenmeden el yordamıyla yapı-
lan aramalarına tepki verdi. Attıkları her adım Versailles koşullarının yıkımını
ilan etmekti. Kurduğu Anavatan Cephesi ile tek partili, ama Nazi karşıtı bir
devlet yaratan Başbakan Dr. Engelbert Dolfuss'u öldürdükleri tarih olan Tem-
muz 1934'te neredeyse Avusturya'da bir darbeyi gerçekleştiriyorlardı. Aııtlaş-
ma'nın öngördüğü bir plebisitle Saarland'in Reich'e katılışını 1935'te kutladı-
lar, daha sonra hızla zorunlu askerlik uygulamasını yeniden başlattılar, Lujt-
ıvajfjfe'yi (Alman Hava Kuvvetleri) yeniden kurdular ve silahsızlanma maddele-
rini tanımadıklarını ilan ettiler. 1936 Martında askerden arındırılmış Rlıine-
land bölgesini işgal ederek Antlaşmaya açıktan açığa karşı koydular. İngilizlerin
desteklediği ve İspanya'dan yabancı güçleri uzak tutmaya çalışan Karışmazlık
Komitesinden ayrıldılar ve İtalya ile Antikominiern Paktı imzaladılar. Hitler
Mart 1938'de A M S C I I I K S S ya da Avusturya ile "birleşmeyi" gerçekleştirdikten
sonra Büyük Alman Reich'ını ilan etti ve Viyana'ya muzaffer bir şekilde girdi
(Bkz. Ek İli, s. 1383).
Bu dönem boyunca Hitler Alınan silahlanmasının ulaştığı aşamayı abartı-
yor ve bununla gurur duyuyordu (HOSSBACH]. Bu onun izleyen olaylar için
bir plana sahip olduğu anlamına gelmez; aksine Alman sanayicileriyle general-
lerinin hazırlandığı asıl çatışmanın 1942'den önce olacağı düşünülmüyordu.
Hitler bu arada yerinde olarak "bariM.ı saldırganlık" diye adlandırılan blöf ve
tehdit taktikleriyle meşgul olacaktı Isıedıgi şeyi savaş yapmadan ya da olsa ol-
sa bölgesel çatışmayla alabileceğini iark etti. Bu amaca ulaşmak için 1 9 3 8 ba-
harında Çekoslovakya'nın Südetleı bölgesindeki Almanlara yönelik dayanıl-
maz baskılar hakkında sesini yükseluneve başladı Baıılı liderler bu kez Nazi
Almanyasının genişlemeyi kalasına kovduğunu ve ortak güvenliğin somut so-
nuçlar üretmediğini anlamakta başarısız olmadılar. Böylece yeni İngiliz Başba-
kan Neville Chamberlain'in kışkırtmasıyla ödün verme ve yatıştırma politika-
sını uygulamaya başladılar. Chamberlain, çok açık olarak Avrupa'da çıkacak
yeni bir savaşın İngiltere'nin kırılgan ekonomik canlanmasıyla deniz aşırı im-
paratorluğunun altını oyacağını gördü.
Daha sonraki ününe karşın yatıştırma politikasının onursuz bir teslinıi-
yeıle sonuçlanması kaçınılmaz değildi. Bu tavırda gerçekçilik ve yüce gönüllü-
lük unsurlarının lıer ikisi de vardı; Almanya ile görüşmeleri öne çıkartmasıyla,
İtalya ile önceki Fransız-hıgiliz ilişkilerindeki yadsıyıcı tavrı reddediyordu el-
bette. Clıamberlain'in çok iyi bildiği gibi temelde İtalya'nın Habeşistan'ı işgali-
ni benimsetmeye çalışan Aralık 1935'te imzalanan Hoare-Laval Paktı hem
Londra hem de Paris'le yadsınmış ve yaratıcılarının düşmesine neden olmuş-
tu. Dahası, liberal görüş, Büyük Savaştan yirmi yıl sonra, Doğu Avrupa'daki
Alman azınlıkları konusundaki şikâyetlerin tartışılmaya değecek sorunlar ol-
duğunu büyük ölçüde kabul etmişti. Ayrıca belirsiz bir Müttefik egemenliği
yerine Avrupa'da bir silahlanma dengesi öneren 1933 MacDonald Planıyla ta-
rafların birçoğunun görüşü uyuşuyordu. Generaller nihai olarak Doğu'ya yö-
nelik Alman saldırganlığının etkili bir şekilde Müttefiklerce engellenmesi için
iki yol olduğunu öneriyor. Stalin'in Kızıl Ordusu ile yapılacak iş birliği tehli-
kelerle doluydu; Almanya'ya karşı Batı'da girilecek doğrudan bir hareket her-
kesin içtenlikle önlenmesini istediği tam bir savaşın üstlenilmesiyle başarılabi-
lirdi. Sonuçla, Almanya'dan "Herr Hitler"i araması ya da Südetler sorununa
çözüm araması Chamberlain için gurur kırıcı değildi. Görüşme yapmak suç
değildi, suç görüşmecilerin yetenekleriyle önceliklerindeydi. Chamberlain ars-
lanın inine, geleceği dengede asılı kalmış "uzak ülke" hakkındaki üzücü ceha-
letiyle bir kuzu gibi gitti. Yatıştırma politikasının geçmişinin Batılı Güçlerin
Hiıler'e karşı takındığı tavırla sınırlı olduğu düşünülmemelidir. Daha önceleri
Sıalin ile olan ilişkilerinde de uzun bir geçmişi vardır. Ahlaki temelleri gör-
mezlikten gelen demokratik hükümetler başlarına geleceklerin sorumlusu
olan diktatörlerle görüşüyorlardı. 5 Î
Almanya'nın sunimi sadece güçle çözülebilir ve bu asla risksiz değildir... Ilâla geride "ne
zaman" ve "nasıl" olacağı soruları var. Bununla ilgili olarak dikkate alınarak uç dururu
var
1. Durum: İSMİ-1945 dönemi. Bizim açı mı alan işlerin daha da kditıyc gitmesi için sade-
ce bir değişiklik beklenebilir... liger Kulırcr hâlâ yaşıyor olursa. Almanya'nın arazi soru-
nu ıııı çözecek değiştirilemez kararlılık en geç 1943-1945 arasında gerçcklctyrekiir.
2. Durum: Kger Fransa'da iç çatışına Fransızları tamamen içine çekerse. Çeklere karşı
harekete geçmenin zamanı gelmiş demektir.
3 Durum. Fgcr Fransa bir başka devletle savaş konusunda ikireiklıysc. Almanya'ya
karşı savaca gire-mo/... lîinim ilk amacımız, eğer savaşa girilecek.se Çekoslovakya ile
Avusturya'yı eş / i m a n l ı olarak alt etmek olmalıdır...
Gerisinde Rusya olan bir Polonya bu işe karışmak içııı çok az istek duyacaktır...
Rusya'nın askeri müdahalesi. Japonya'nın tavrı ününde tutulursa, ilaha kuşkulu lıir
hal alır.
İtalya ile savaşı goz önüne alındığında, ingiltere'nin Almanya'ya karşı bir eyleme giriş-
meye karar veremeyeceği varsayılmalıdır... 1
Namlu üzerimize doğrultularak bir pound istendi. Bir pound verildiğinde namlu
üzerimize doğrultularak iki pound islendi. Dıkıator sonunda bir pound, on yedi
şilin, altı peniye razı oldu ve geri kalan miktar iyi bir gelecek için verilmiş sözler
karşılığında bırakıldı... Savaşmaksızın bir yenilgiye uğradık. 55
Hiç kuşkusuz tahminler değişikti. Fakat İngilizlere ait sayılar birkaç yalın ger-
çeğin altını çiziyordu. Ç ö k ü ş ü n olumsuz etkileri totaliıer güçlerin üzerinde.
Batı demokrasilerindeki etkilerinden daha azdı. Askeri harcamaları, bütün Ba-
tılı Güçlerin harcamaları bir araya getirildiğinde ortaya çıkan rakamı ikiye kat-
lıyordu. "Göreceli savaş kapasiteleri" (bu hesaplama sanayi gücünü makine-
aleı düzeyleri gibi kalemlerle askeri güce dönüştürme yeteneği temelinde ya-
pıldı) aşağı yukarı eşitti ve tek bir ülke olarak ele alındıklarında Britanya ile
Fransa'nın toplam gücünü bağımsız olarak dengeliyordu. İtalya hesaplamaya
güçlükle girmişti. Japonların RWP'si (Kraliyet Savaş Kapasitesi) bir şekilde
alay eder gibi % 3.5 olarak hesaplanmıştı. Dünyanın diğer ülkeleri ancak % 10
olarak eklenmişti.
Bu tablodan sonuç çıkartmak için deha sahibi olmak gerekmez: Stalin ile
Hitler halen Avrupa'daki herhangi bir güçten daha büyük savaş makinelerinin
sahipleriydiler. ABD bir tarafa bırakılırsa, Batılı Güçler Stalin ya da Hiıler'i çok
zor zapt edebilirlerdi. Eğer Stalin ile Hitler güçlerini birleştirselerdi, Batı onları
durdurma işinde çok güçsüz olacaktı. Bütün gözler, Hitler ve Stalin'le kapana
kısılmış kederli ülkelerin üzerindeydi veya öyle olması gerekiyordu. Bundan
başka her şey ikincildi.
Stalin'in 1939'daki niyetleri her zaman tam olarak tartışılmayan etkenler
taraTmdan yönlendiriliyordu. Belgeleri hiç kullanamayan meslekten tarihçiler
sıklıkla böyle bir konu yokmuş gibi davrandılar. Ama bunu ana hatlarıyla
oluşturmak olanaksız değil. Genel olarak söylemek gerekirse, SSCB'nin iç dev-
rimi göreli olarak istikrarlı bir düzeye doğru ilerliyordu ve Vo^hd dış politika-
da daha etkin bir konum almak için güvenle ileriye bakabilirdi. İlk Beş Yıllık
Plan ile Kolektifleştirme hareketinin en savunmasız olduğu yıllar geride kal-
mıştı; Büyük Terör bir sona doğru yaklaşıyordu; yeniden silahlandırılmış bir
Kızıl Ordu halen Avrupa'nın en güçlü oluşumlarından biri olarak değerlendiri-
lebilirdi. Bununla birlikte iki engel daha vardı geride. "Temizliğin" subaylara
yönelik son aşaması hâlâ tamamlanmamıştı; eski askeri kadroların öldürülme-
si işlemi hâlâ sürüyordu. Buna ek olarak Kızıl Ordu hâlâ Moğolistan'da Japon-
larla meşguldü. Her zaman dikkatli, hesaplı ve kapalı bir kutu olan Stalin'in
yeııi ordu kadroları eğitimleri tamamlanıncaya ve Japon savaşı sona erinceye
kadar kendini Avrupa'da büyük bir maceraya atması pek olası değildi. Stalin'in
ilk aşamadaki açık isteği SSCB gücünü toplarken, Almanya'yı batılı Güçler ile
bir savaşın içine çekmekti, 5 7
Hitler'in konumu bu kadar sıkışık değildi. Son zamanlarda Wehrmacht
(Alman Silahlı Kuvvetleri) üzerinde tam bir denetim elde etmişti ve hiçbir as-
keri taahhütü yoktu. Hiller şimdi Savaş Bakanlığı ile Baş Komutanlığı elinde
bulunduruyordu. Genel Kurmaydaki tüm muhalefeti yok etmişti; Dr. Sehact'
ın işine son verilmesinden sonra Alman sanayini doğrudan denetimi altına al-
mıştı. Ispanya'daki adamının zafere hazırlanması ve kendisinin Münih'te ka-
zandığı zafer Doğu komşularının savunma planlarını alt üst etmişti. Buyruğu
akındaki yardakçıları hat boyunca her yerde hareketliydiler; Klajpeda'da (Me-
mel), Letonya'da, Serbest Danzig Kentinde, Polonya'da yaşayan Alman toplu-
luğu arasında ve bölgesel bir milliyetçi hareketin destek için Berlin'e baktığı
Slovakya'da. Hitler'in önündeki dönem için kesin bir savaş planı yoklu; ama
Berchtesgaden'dek i "Kartal Yuvası"nda, dökme camın karşısında açılmış hari-
tayı dikkatlice incelediğinde, Avrupa'nın fırsatlarla dolu olduğunu düşünüyor
olmalıydı. Bu uğursuz avda Kartal dalışa geçecek miydi?
1939'un başlarında Hitler hâlâ Polonya ile ilgileniyordu. Münih'ten üç
hafta sonra Polonya Büyükelçisi'ni Berchtesgaden'e çağırmış ve ona olasılıkları
göstermişti. Bu, Göring'in birkaç kez Polonya ormanlarına av gezilerine çık-
ması ve Nazi-Leh ittifakının yapılmış olduğunu sanan komünist propaganda-
nın uzun hazırlıklarının doruğunda olmuştu. 5 8 Hitler'in önerilerinin merke-
zinde, eğer Polonyalılar Danzig üzerindeki haklarından vazgeçerler ve Polonya
toprakları içinden Berlin-Könisberg otoyolunun geçmesine izin verirlerse,
Sovyetler Birligi'ne karşı uygun ekonomik ve politik bir birlikte birleşebilirler-
di. Bu toplantıda dile getirilmemiş olan tehdit konuşulmamış olsa gerek. Eğer
Polonyalılar öneriyi reddedecek kadar aptallarsa, daha sonra Hitler nasılsa
Danzig'i alacaktı ve SSCB ile, Polonya'ya karşı politik ve ekonomik bir birlikte-
lik kurmanın yollarını arayabilirdi. İyi bilinen ırkçı ve ideolojik önyargıları-
nın, Hitler'i önerisinin erken bir kabul göreceği düşüncesine sevk ettiği düşü-
nülebilir. Bununla birlikte, Polonya'nın albayları Avrupa'nın en büyük Yahudi
topluluğuyla uğraşmak zorunda olduğu ve Polonya şiddetli bir antikomünist
olduğu için, Hitler'e, Polonya ile Nazi Almanyası doğal ortaklar olarak görün-
müş olmalı.
Ne yazık ki ne Hitler ne de öneride bulunanlar Polonya'nın mizacı hak-
kında fazla bir şey biliyorlardı. Polonya milliyetçiliğinin Rusya'ya olduğu ka-
dar Almanya'ya da düşman olduğunu bilmiyorlardı. Polonyalı albayların özel-
likle de yabancı bir müdahale durumunda Yahudi Sorunu'nda kendi tarzlarını
savunabileceklerini bilmiyorlardı. Her şeyden önce Mareşal Pilsudski'nin mi-
rasçılarının vereceği yanıtın Chamberlain ile Benes'in yanıtından tamamen
farklı olacağını bilmiyorlardı. Albaylar, eski Avusturya'nın eski onbaşısının
önünde baş eğerek selam vermeyecek ve ayaklarına sürtünmeyeceklerdi. Eği-
limleri savaşmak yönündeydi ve savaşacaklardı. 1939'da Nazi ve Sovyet lehdi-
tiyle uğraşmak zorunda olan her Polonyalı subay. Mareşalin ahlaki vasiyetini
öne çıkartıyordu: "Bozguna uğra, ama teslim olma, işte bu zaferdir." w
Bu tavır nedeniyle Hitler topuklannı dövüyordu. Haftalar geçti; Polonya,
Sovyetler Birliği ile "ticaret ve dostluk görüşmelerini" başlattı anlamlı olarak;
Berlin'in önerileri yanıtsız bırakıldı. 21 Mart 1939'da, Çekoslovakya'nın düşü-
şünden bir hafta sonra, Polonya Büyükelçisi yeniden çağrıldı ve Hitler'in hiç-
bir gelişme olmaması nedeniyle küplere bindiği söylendi. 28 Mart'ta Almanya,
Polonya ile saldırmazlık paktı oluşturmaktan vazgeçti. Nazi propagandası
Danzig sorununu deşti ve Polonya'daki Alman azınlığa yönelik hoş görülemez
baskıdan şikâyet etmeye başladı. Polonya 31 Mart'ta Büyük Britanya'dan karşı-
lıksız olarak bağımsızlık garantisi aldı. Hitler'in yanıtı ise 3 Nisan'da Danzig'in
işgaliyle Polonya'ya karşı savaşa hazırlanılmasını isteyen gizli emirleri yayım-
lamak oldu [SUSANIN],
Bu sırada Hitler'in eteğine ödüller bir biri ardına düşüyordu. 10 Mart'ta
Prag'taki Çekoslovak yetkilileri tarafından özerk Slovak Hükümetinin görev-
den alındığı duyuruldu; kırgın Slovak lider Peder Tiso koruma İçin Hitler'e
başvurdu. Arkasından Çekoslovakya Başkanı Berchtesgaden'de bir görüşme
yapabilmek için yalvardı. Dökme camlı pencerenin önündeki paylama ve Hit-
ler'in en tiyatrovari gösterisinden sonra, bunlar olurken aklı başında olmayan
ve iğne yapılarak yaşatılan ziyaretçi Başkan Hacha, ülkesinin bölünmesinin
kaçınılmaz olduğunu uysalca kabul elti. Bohemya ile Moravya bir Nazi Pro-
tektorasına (kendisinden daha güçlü bir devletin himayesindeki küçük devleı)
dönüştürülecekti; Slovakya bağımsız bir cumhuriyet olacak; Alı-Karpatya Rut-
henyası Macaristan'a verilecekti. Hitler Viyana'ya girdiği gibi Prag'a da tek bir
kurşun atılmadan zaferle girdi. Ayın yirmi birinde Alman birlikleri Letonya
Memel'ini zapt ettiler. Bu Chamberlain'in Hitler'in "sözünü tutan" bir adam
olmadığını sonunda anladığı andı. Zayıf bir konumda olunduğu için bir blöf
hareketi olarak Polonya'ya verilen İngiliz garantisi onun bu gecikmiş kavrama-
sının ürünüydü. Macarlar bütün bunları bastıracak bir hareket yaparak hiç
kimseden izin almaksızın Ruthenya'yı ele geçirdiler, iyi Cumada, 2 Nisanda,
İtalyanlar Arnavutluk'a girdiler. Avrupa artık savaştaydı.
SUSANIN
Polonya'ya ilişkin olarak verilen açık taahhütle Batılı G ü ç l e r şimdi bazı pratik
önlemleri uygulamaya k o y m a y a çalışıyorlardı. Bir Müttefik m i s y o n u nisan ve
mayıs aylarında Varşova'yı ziyaret etti. Polonya'ya bir Alman saldırısı o l d u ğ u n -
da, P o l o n y a o r d u s u n u n görevi, Müttefikler Batıda bir karşı saldırıyı hazırlar-
ken Wefırmaclı('ı ( A l m a n Silahlı Kuvvetleri) bu cephede tutmak olarak sapta-
nan sağlam anlayış bu ziyaretlerde geliştirildi. G e n e r a l G a m e t i n ç o k kesin k o -
n u ş u y o r d u : Seferberliğin başlamasından en geç on b e ş gün s o n r a "le gros de
nos /orces", "kuvvetlerimizin ç o ğ u " Fransız-Alnıan sınırını g e ç e c e k t i r . Diğer
bir askeri m i s y o n Kızıl orduyla işbirliğini g ö r ü ş m e k için M o s k o v a ' y a gitti. Asıl
o y u n u n farkında olmadıkları için 5 Ağustosta yavaş bir botla Leningrad'a git-
m e k için bahtiyarlıkla yola ç ı k m a l a r ı n d a n ç o k ö n c e Hitler ile Stalin Polonya
S o r u n u n u kendi bildikleri b i ç i m d e ç ö z m e y e karar vermişlerdi.
Bir Nazi-Sovyet yakınlaşması Mayıs'ın ilk haftasından, Stalin'in en yakın
destekçisi M o l o t o v ' u n Dışişleri Komiseri olarak a t a n m a s ı n d a n beri ç o k yakın-
dı. Ivy adında bir tngilızle evli olan önceli Yahudi Litvinov'un Baıı ve can sıkı-
cı ortak güvenlik politikasıyla yakın ilişkisi vardı. lngiliz-Sovyet savunma itti-
fakı kurma denemesi onun son girişimiydi ve sert bir zemine çarptı. Molotov,
Berlin ile ilişkileri yeniden canlandırmak düşüncesiyle atanmıştı Dışişlerine.
Doğrudan görüşmeler "ticaret görüşmeleri" adı altında Haziran'da Moskova'da
başladı.
Stalin ile Hitler bir kez kuşkularını bir tarafa bıraktıklarında ve temsilcile-
ri konuşmaya başladıklarında fırsatlar toplamını hızla anlamış olmaları gerek-
tir. Batt'mn kararsızlığı bir tarafa bırakılırsa, Doğu Avrupa'yı aralartnda paylaş-
ma olasılığının önündeki en ciddi engel Polonya idi. Ufukta parlayan böyle bir
ödülün varlığı, Rusya ile Almanya'nın ganimetler için gireceği daha sonraki
bir mücadele hakkında, ne Hiıler ne de Stalin çok fazla kaygı duymuş ne de
Batı'nın uzun dönemli tepkilerini tahmin etmeye çalışmış olabilirler. Stalin'in
hayır duaları bir yana bırakılırsa, Hitler tek başına Fransa ve ingiltere ile başa
çıkabileceğini ve bu süreç içinde Almanya'nın hayli güçleneceğini hesaplamış-
tı; Stalin ise hoşnut olmaktan başka bir şey yapmazdı. Hitler'in hayır duaları
bir yana bırakılırsa, Stalin tek başına Doğu Avrupa devletlerini temizleyebile-
ceğini ve süreç içinde SSCB'nin güçleneceğini hesapladı. Her ikisi de büyük
bir olasılıkla halen askeri harcamaları İngiltere'den az olan ABD tehlikelere
karşı alarm durumuna geçmeden Avrupa'nın sorunlarını çözmenin daha iyi
olacağına inanıyorlardı. Mevcut fırsatı yakalamak gerekiyordu; yeniden ele
geçmeyebilirdi. İngiliz misyonunun Moskova'ya yaptığı turistik geziden bir
hafta sonra, Herr von Ribbentrop Berlin'den uçağa bindi.
Havanın politik tahminlerin merhametsizliği kadar sıcak olduğu bu yaz
günlerinde, Hitler coşkusundan yerinde duramıyordu. Uelınnachf'ın sınır hat-
tındaki tümen sayısı üç yıl içinde yediden elli bire çıkartan silahlanmaya iliş-
kin kayıtlar, Kayzer'in 1914'ten önceki yıllarda var olan ordusunu geçtiğini
gösteriyordu. Batı'nın her zamanki gibi uyutulabileceğine inandığı için şu nan-
kör Polonyalılar tecrit içinde cezalandırılabilirlerdi. Büyük Stalin de kendisi
gibi düşünüyorsa, savaşın gerekli olup olmadığını anlamaksızın sınırlı bir sa-
vaş için hazırdı. Hem gelip giden Batılı diplomatların sızlanmalarını hem de
Göring ve Mussolini gibi barışı uzatmak isteyen kendi taraftarlarını dinlemeye
çok az eğilimi vardı. 23 Mayıstaki bir askeri toplantıda Doğu'daki Lebensraum
(yaşam alanı) ile er ya da geç savaşın kaçınılmaz olduğu hakkında yüksek per-
deden konuştu. Generallerine sekiz haftalık bir zaman dilimi içinde hazır ol-
maları için 14 Haziranda bir program verdi. Sekiz haftalık süre sona erdiğinde,
22 Ağustosta BerghoPta yapılan toplantıda "Savaş için zamanın şimdi uygun
olduğunu" söyledi. Notunun devamı şöyleydi: "Hiç merhamet yok (acımasız
tavır doğru olmalı) ve en yoğun şiddet." 6 0
Hazırlıkların son bölümü ertesi gün yerini aldı. 23 Agustos'ta Mosko-
va'dan gelen haberler bu ölümcül düşmanların, Nazi Almanyası ile Sovyetler
Birligi'nin, kısa bir süre önce yaptıkları ticaret anlaşmasını izleyerek bir saldır-
mazlık paktı kurduklarını bildiriyorlardı. Bundan başka (Altı yıl sonra Nazi
arşivleri ele geçinceye kadar, Moskova ya da Berlin'de kimsenin ne olduğunu
kesin olarak bilmediği), R i b b e m r o p - M o l o i o v Paktına gizli bir protokol eklen-
mişti:
Polonya'nın ikili işgali iki totalitarizm laboratuvarını van yana getirdi. Nazi ve
Sovyet akbabaları iki yıl boyunca rahatsız edilmeden Polonya'nın yere düşmüş
bedenini yediler. Alman sınırındaki Batı eyaletleri Reich'a dahil edildi ve yo-
ğun bir ırksal elemeyle Almanlaştırnıa uygulamasına maruz kaldı. Bütün diğer
eyaletler SS ve askeri yönetim altındaki Genel Polonya Y ö n e t i m i n e bırakıldı.
Ne Polonya ne de Almanya yasalarına tabi olan bu "Gestapo bölgesi" Nazi ide-
olojisinin temel deney alanı oldu. İşgal altındaki Avrupa'nın sadece bir parçası
olan bölgede, doğudaki Eeteıısraum'u gerçekleştirmeye çalışan Nazi planlama-
cılarının ırk politikalarını tüm nüfusa büyük bir enerjiyle uygulayacakları za-
manları vardı. Himmler'in ilk incelemesinden sonra yaşlı ve zihinsel özürlü in-
sanlar hastanelerden çıkartıldı ve yetimhaneler boşaltılarak buraları Lebens-
born örgütünün üretme (slud) programına uygun genç erkekler ile kızlara ay-
rıldı; 71 Direnişi kırmak içinse Auschwitz ile Majdanek'ıe toplama kampları
açıldı. Aß- Aîîfioıı diye anılan soğukkanlı soykırım eyleminde on beş bin Po-
lonyalı entelektüel, subay, politikacı ve ruhban kurşuna dizilmek ya da topla-
ma kamplarına gönderilmek üzere seçildi. 1 9 3 9 yılının s o n u n d a n itibaren Po-
lonya'daki büyük Yahudi toplumu, ö n c e duvarlarla çevrilen, sonra kilitlenen
ve tümüyle tecrit edilmiş getto bölgelerinde yaşamaya zorlandı; Yahudi polisi
tarafından desteklenen Yahudi kurulları, Nazi denetimi altında toplumun yö-
netiminden sorumluydular 7 - [ A U S C H W I T Z ] .
Komşu Sovyet bölgesinde "Batı Beyaz Rusya" ile "batı Ukrayna" bölgeleri-
nin ilhakını haklı çıkarmak için sahte referandumlar yapıldı. SSCB'nin geri ka-
lanından bir kordonla ayrılan bu "GPU-bölgesi" Stalinist terörün tüm zalinıli-
ğiyle cezalandırıldı. Polislerden filaıelistlere kadar kırk kategoriden insan acil
tutuklama ve sınır dışı etmek için seçildi. 1941 yazına gelindiğinde bir ile iki
milyon arasında insan ya Arktik kamplarına ya da Orta Asya'ya sürgüne gön-
derilmişti. Terör sadece eski Polonya devlet görevlilerine değil, köy öğretmen-
leriyle ormancılara, ama Beyaz Rus, Ukraynalı ve Yahudi toplumsal örgütleri-
ne de eşit olarak yönelmişti. Sözümona "Polonyalı egemenliğinden kurtarıl-
mış" insanlar herkese yapıldığı gibi acımasızca cezalandırıldılar. Soğukkanlı
bir soykırım eyleminde (asıl olarak yedek subaylar, entelektüeller, memurlar,
politikacılar ve ruhbandan) yirmi altı bin savaş tutsağı kamplarından alınarak
Kflfyn ortak adıyla bilinen bir dizi katliamlarda öldürüldüler. Brest'de, Bug
Nehri üzerindeki sınır köprüsünden SSCB ve giren insanlar, Reich'ta sığınak
arayan, içlerinde Yahudilerin de olduğu kişilerle karşılaşıyorlardı. Benzer bir
durum karşısında bir SS subayının "Nereye gidiyorsunuz? Nerde olursanız
olun sizi öldüreceğiz" diye bağırmıştı. 7 3
SS ile NKVD arasında bu yıllarda gerçekleşen ilişkilerin boyutu tam ola-
rak asla saptanmadı. Nazi dosyaları kayıplara karıştı; Sovyet arşivleri kapalı
kaldı. Hatta 1941 yılında Krakov'daki SS karargâhına üst düzey bir Sovyet irti-
bat subayı bile atanmıştı. Nazi ve Sovyet delegasyonları ortak konferanslar
topladılar; tutuklular değiştirildi; Nazi ve Sovyet propagandası birlikte ve tam
kapasite ile çalıştı. 24 Ağustostan sonra Sovyet basını daha önceki politikasını
değiştirerek, güvenilir bir haber kaynağı olarak Vclkisfıer Beobachtenden alıntı-
lar yapmaya başladı. "Sonsuza kadar sürecek olan Alman-Sovyet dostluğunun
artık kurulduğunu" duyurdu Pravda 74 [KATYN].
Batılı Güçlerin zayıflıkları hiç kuşkusuz Hitler ile Stalin'e cesaret vermiş-
ti. Bir Fransız politikacısının adlandırdığı şekliyle drôle de guerre ya da ("acaip
savaş") sadece bu savaşa doğrudan katılmayanlar için komikti. Polonya'nın
düşüşünden yirmi ay sonra, sekizi Hitler, beşi Stalin tarafından olmak üzere
on üç Avrupa ülkesi istila edilecekti. Kızıl Orduyu 30 Kasım 1939'da Finlandi-
ya'ya gönderen Stalin bu harekette başı çekecekti.
1 9 3 9 - 1 9 4 0 "Kış Savaşları" bir taraftan Batılı Güçlerin toleransının sınırla-
rını denerken, diğer yandan Kızıl Ordu içindeki önemli yetersizlikleri ortaya
çıkardı. İyi motive edilmiş Fin birlikleri beş ay süresince Sovyet işgalcilere di-
rendiler, İlk aylarda Mannerheim Hattına şiddetle yüklenen hantal girişimler-
de Sovyetlere ağır kayıplar verdirdiler. Sovyet taktikleriyle donatımının yeteri
kadar iyi olmadığı bu savaşlarda ortaya çıktı; Sovyet politikası gürültülü saldır-
ganlıkla suçlandı. Milletler Cemiyeti SSCB'yi üyelikten çıkardığında, Batılı
Güçler Polonya örneğinde olduğu gibi artık Stalin'in yıkımlarını Hiıler'in saldı-
rılarından daha meşruymuş gibi degerlendiremediler. Kızıl Ordunun ezici bir
saldırı için hazırlandığı ilkbahar mevsiminde, İngiliz Hükümeti Narvik ile Lap-
1068 Avnıpö 7'ariJjı
KATYN
STALİN 5 Mart HMO'ıa NKVR'ye yirmi altı bin Müttefik savaş tutsağını öldürme yet-
kisini veren bir emri imzaladı. Bir önceki Kylül ayında Polonya'da ki birleşik Alman-
Sovyet harekâtlarında yakalanan tutsaklar Kozielsk. Oslııakova ve Slarobıelsk'ieki
iıç ayrı Sovyet kanı [undaydılar. Hemen hemen lamanı ma yakını Polonyalı yctle.k su-
baylardan oluşuyordu (doktorlar, avukatlar, profesörler, mühendisler, polisler, ra-
hipler ve bir kadın) ve bu grup, SSCB'deki daha btiy tık savaş ıu isa klan grupların-
dan ayrı olarak Lululmuştu. Gizli ölüm bölgelerine küçük gruplar halinde elleri ve
gözleri bağlı olarak gölürtilüyoriar. kafalarından vurulduktan sonra toplu mezarlara
gömülüyorlardı. Tatbikat 6 llaziran'da sona erdi.
Avnı aylar içinde <\1 maıvSovyet Dostluk ve Sınır Antlaşmasının gizli bir mad-
desini gerçekleştirmeye çalışan Nazi SS'ler ile NKVI) çok yakın bir işbirliği içindeydi-
ler. Bu ıkı işgalci giiç dış dünyadan gizli olarak birbirlerine koşul bir dizi sıirgun ve
katliamlar yaptı. 2 Batı "Garip Savaş" ile kıpırdayamaz, bir haldeyken, oıııın Polonya-
lı müttefikleri sisiemli olarak ve köpek gibi öldürülüyorlardı.
Nazi-Sovyeı Paktı 1941 yılında sona erdiği ve Stalin yurtdışındaki Polonya Hü-
kümetiyle bir ittifak yaptığında. Polonyalılar kayıp görevlilerinin sonlarını araştırdı-
lar. Kremlin'deki bir konuşmada Stalin, General Sikorski'ye. onların bir yere kaçınış
olmaları gerektiğini söyledi. "Kakal nereye kaçabilirler'. 1 " "Kh. Maııçıırya'ya örne-
ğin." 3
Nisan 1943'le, Varşova Getto Ayaklanmasının çıktığı günlerde. Nazı yetkilileri,
Smolensk yakınında Kulyn Ormanında açığa çıkardıkları öldürülmüş dört bin lıeş
yüz Polonyalı subayın Resellerin i gösteren bir haber filmini piyasaya çıkardılar (Ko-
zielsk'ıen alınmış kurbanları bulmuşlardı). Naziler bunun Sovyetlerin işlediği bir suç
olduğunu söylediler. Sovyetler bunun bir Nazı provokasyonu olduğunu ileri sürdü-
ler. Yurtdışındaki Polonya hükümeti, araştırma yapılması için H u ş l a r a r a s ı Kızıl
l-laç'a başvurdu. Bunun üzerine diplomatik tanınmayı hemen geri alan Kremlin lara-
lindaıt "faşist işbirlikçileri" olarak suçlandılar. I943'ıc Alınanların himayesinde böl-
geyi z i y a m l cdeıı bir Uluslararası komisyon Alınan tezini destekledi. 1944 yılında
Sovyetlerin himayesi altındaki ikinci bir komisyon Sovyetlerin iddialarının doğru ol-
duğunu s ö y l e d i 4
Katyn Katliamları İngiliz. politikası için büytık itir utancı temsil elli. Londra, Po-
lonya I löküme! ine ev sahipliği yaparken. Sıalın ile ıllıl'ak kurmaya adamıştı kendini.
Resmi, ancak yayımlanmamış bir ingiliz raporunda suçun Seı\\eıter taralından iş-
lendiğinin "hemen hemen kesin" olduğu belirtiliyordu. Ama Müttefik davasının yük-
sek moral amacı tehlikeye atılabilirdi. Bu nedenle tüm çaba gerçeklerin ortaya çık-
maması için harcandı. Resmi haber ajansları Sovyet versiyonunu destekledi. Savaş
sansürü aksi yöndeki haberlerin dolaşıma girmesini engelledi 5 Gizli SOK dosyala-
rında d u r u m şöyle özetlenmişti: "Birleşik Krallık'takı resmi çizgi olayın bir uydurma
olduğuydu... Başka herhangi bir goriiş müttelık olduğumuz gücün Almanlar gibi ca-
navarca suçları işlediği sonucunun çıkmasına neden olacağından kamuoyu için uy-
gun değildir." 6
Daha da şaşırtıcı olan şey barış döneminde az doğru bilginin gelecek oluşuy-
du. Katyn canileri Nuremberg mahkemelerinde Sovveı savcıları tarafından yargılan-
dılar: ancak Almanlara yöneltilen suçlama sonunda düştü ve dava sürdürülmedi.
Sogıık Savaş döneminde Londra'daki Polonyalı mültecilerin bir anıl dikmeleri engel-
lendi: ve İngiliz memurlarının anma törenlerine katılması yasaklandı. 1950'lerde
ABD kongre Komitesinin kuşkuya yer bırakmayan bulgularına karşın. İngiliz Dışiş-
leri Bakanı l!)89'da yanlış ile doğrunun kesin olmadığını iddia etti. 1990-1991'dc
Başkan Gorbaçev'in Sovyet sorumluluğunu kısmen, Vellsin'de tamamen kabul etti-
ğinde. İngiliz Savaş Suçları Yasası'yla Müttefiklerin işledikleri suçlar yasanın hüküm
alanından özenle çıkarıldı. NKVD canilerinden birkaçının Rusya'da halen yaşadıkları
ve sağlıklı oldukları bildirildi. 7
SSCB ile komünistlerin yönetimi altındaki Polonya'da " K a t y n " aşağı yukarı elli
vıl boyunca var olmayan bir olgu gibi k a l d ı 8 Katyn adındaki bir Beyaz Rus köyünün
yakınma planlanmış bir yanlış bilgilendirme, kampanyası dahilinde milyonlarca zi-
yaretçinin getirildiği Nazi barbarlığı için bir Sovyet anıtı dikildi. Polonya Sansürü-
nün k a r a Kitabı. Katyn'i hiç soz edilmeyecek, hatla Almanları suçlamak için bile ağ-
za alınmayacak bir olay olarak sınıfladı. 9 Dışarıda yayımlanan kurbanların ad lisie-
si. Lisla Katynska'nın varlığı bir suç bastırmaydı. 1 0
Katyn. bu yarım yüzyıl boyunca tarihçilerin mesleki dürüstlüğüyle onların Bü-
yük İttifakın gerçekliklerini anlama yetileri için bir turnusol testi görevi yaptı. 0, hiç
bir şekilde Sovyet şiddet eylemlerinin en aşırısı değildi. Ama o, kanıtların gittikçe ar-
tan ağırlığı ile muzaffer Batılı ve Sovyet hükümetlerinin çıkarlarının hizmetine gir-
mek arasında yorumcuları bir seçim yapmaya zorlayan eşsiz bir konuydu. Doğruyu
söylemeyi seçenler "bilimsel olmamakla" suçlanarak 1 1 ciddiye alınmadılar.
APB
RKİCIISBANK 19-10 yazında Alman işgali altındaki Avrupa'da ekonomik bir birlik
oluşturmak için ftrtsmii orlak para birimi yapma planları geliştirdi. Naziler is-
tikrarlı bir politik düzen oluşturamadıkları için planlar uygulamaya geçirilemedi.
Parasal birliği sağlama yolunda ikineı deneme otuz yıl sonra Avrupa Koınisyo-
nu'nun himayesinde yapıldı. Savaş sonrası düzenlemelerin temelini oluşturan altın
destekli ABD Dolaı'ı sallanıyordu; Orlak Pazarın paraları, özellikle Deıııschmark ra-
hatsızlık verici derecede güçlüydü. İlk olarak IÜ(Î9 Barre raporu, daha sonra l,u-
vembıırglu Pierre Werner başkanlığındaki bir komite 1980 yılı için K M l (European
Monetäre Unıon-Avrııpa Para Birliği) planlarını hazırladılar. Aynı zamanda "Yılan"
olarak adlandırılan bir sistem, tiye ülkelerin paralarının kur oranlarını hem birbirle-
rine hem rle dolara karşı aynı seviyede tutacaktı. ABD doların altın standardım
1971 yılında terk edince ve çok geçmeden Yılandan ayrılacak olan Büyük Britan-
ya'nın Ortak Pazar'a kabul edilmesiyle sistem hızla silahsızlandırıldı. 1970'lcrde sis-
tem içinde olması muhtemel dokuz paradan sadeee beşi hayli değiştirilmiş Yılana
bağlıydı. 1
tçııncıı deneme Avrupa k o m i s y o n u ' m m İngiliz Başkanı Roy Jenkıns'in yaptığı
bir konuşmayla başladı. Onun bu girişimi iki yıl sonra KMS (European Monelary
System- Avrupa Para Sistemi) ile birlikle sistemin destekleyici parası Kcu'nün orta-
ya çıkışıyla meyvesini verdi (Bkz. s. 1153-1 lâ-1). Sistem 1980'li yıllarda f'ransa'nın
izlediği DM'e bağlı /ram: fort, politikası ve potınd sterlini KRM içine çeken Single Ku-
i'opean Aet (Tek Avrupa Yasası-1986) ile hayli güçlendi. 1990 yılında Almanya'nın
yeniden birleşmesine ve değersiz Dogıı Alman Osımjrt'/'nın Dcutsclnmırk ile eşit
(pariıe) değerde alınmasını kabul eden vahim karar alınıncaya kadar her şey iyi gi-
decek gibi görünüyordu. Bundan sonra yüksek Alınan faiz, oranları, zayıf paralan,
izin verilen oranların ötesinde devalüe etmeye ya da sistemin dışında dalgalanmaya
t» ıra km aya zorlayan dezavantajlı bir konuma gelirdi. 1993'ün Ağustosuna gelindi-
ğinde Ylaaslriehı Aniaşması'nın ilk savunucuları tarafından "KMU'ya süzülerek gi-
den yol" olarak görülen KRM'nin sınırlı grubunda DM ile Hollanda Guldeni kalmıştı
sadece (Bkz. s. 1195).
Almanya'nın askeri zaferlerine karşın bağımlı Reichsbank asla parasal planla-
rını uygulamaya koyabilecek kadar güçlü değildi. 1969'dan sonra, bağımsız bir Bun-
desbank acil önceliklerini her zaman ilk sıraya koyabilecek kadar güçlüydü. Bun-
dan, sadeee etkili bir politik çerçeve olmadıkça ekonomik planlar hep başarısızlığa
m a h k û m d u r sonucu çıkartılabılır.
Fransa'nın güçlü bir şekilde işgaliyle karşılaştırıldığında, Britanya'ya karşı yü-
rütülen Alman hava saldırısı ikincil bir konu olarak görülmelidir. Fakat Nazi-
lerin en pahalıya patlayan hatalarından biri olduğu görülmüştür. Reichmars-
chall Göring'e emanet edilen bu harekât, biri limanlar ile fabrikalara yöneltil-
miş şiddeti gittikçe artan bombalama, diğer deyişle "Blil<" ve Güney lngilte-
reyle Manş Denizindeki hâkimiyeti sağlamak amacıyla buna eşlik eden hava
savaşlarını içeriyordu. Harekâtta Kuzey Fransa'dan havalanan bin üç yüz otuz
Heinkel ve J u n k e r bombardıman uçağından oluşan büyük bir hava gücüyle
bombardıman uçaklarını destekleyen Messerschnıitt ve Fokke-Wolf avcı uçak-
ları kullanıldı. Harekât, Britanya'nın istilasını amaçlayan, detayları önde gelen
bin yüz kişinin yakalanmasına kadar gayet iyi planmış bir harekâtın, "Denizas-
lanı Harekâtı"nın başlangıcı olarak tasarlanmıştı. Saldırı Hurricane ve Spitfire-
lar ile donatılmış RAF (Royal Air Force- Kraliyet Hava Kuvvetleri) avcı filola-
rınca karşılandı ve bu uçakları kullanan pilotların yaklaşık olarak % 10'u Po-
lonyalı, Çek ve Özgür Fransa'dan gelen personelden oluşuyordu. (En maha-
retli pilot 3 0 3 . Polonya filosuyla uçan bir Çek pilotuydu.) Tanklara karşı etkili
olmayan, ama katedral ile beş yüz evi yerle bir eden Coventry'ye yapılan saldı-
rı, RAF'ın daha sonra Almanya'ya yaptığı saldırıların yanında küçük bir olay
olarak kalır. Ama Müttefikler için bu saldırı, Nazi barbarlığının en önde gelen
sembolü olarak görülmüştür. Dört ay süren Britanya Savaşı, RAF'ın ihtiyatları
neredeyse bitmek üzereyken, Göring'in Lujt\vaffe'mn (Alman Hava Kuvvetleri)
daha büyük kayıplarının artık dayanılmaz hale geldiğine karar vermesiyle 15
Eylülde sona erdi. Hava saldırısıyla Britanya'nın istilası sine die (süresiz) erte-
lendi. Churchill Avam Kamarasında, "Birçok kişinin, çok az kişiye hiç bu ka-
dar çok borcu oldu m u ? " "Bu Dunkerque yıkımından sonra Britanya'nın 'Eıı
İyi Saati'dir" diyecekti.
M0LD0VA
BKŞ GKNÇ orakçı allın renkli mısır tarlalarının ortasında yükselen küçük bir ıcpeye
serdikleri yaygının üzerinde öğle yemeklerini yiyorlardı. Kırmızı bir baş örtiisü olan
kız dizlerinin üstüne yaydığı gazeteyi giiler yüzlü arkadaşlarına okuyordu. Bir lestı
şarap ya da suyu. Dır tas ekmek ya da pirinç ile bir karpuzu paylaşıyorlardı. Biçil-
memiş buğdaylar ile desteler yeşil vadi boyunca ve vadinin arkasındaki ağaçlık te-
pelere kadar yayılmıştı. Ön planda parlayan bir motosiklet park etmişti; uzakta ise
bir biçerdöver çalışıyordu. Yaygının motiflerinin de gösterdiği gibi burası Moldovya
(şimdi \1oldova) idi. Tarih, Moldovya'mn SSCB'ye katıldığı yıl olan HM(Vlan sonra
bir larih olabilirdi. Ale\ei Vasiliev'in yaptığı resmin adı, T r a v d a ' d a bizim hakkımız-
da konuşuyorlar" idi (Bkz. Resim 70).'
Uslun nitelikli bir eser değildi bu. Ama kullanılan teknik yetkindi; ve göz üze-
rinde yarattığı elki güzeldi. Vasiliev kaba bir politik niyete teslim olmadan. I'arıi yet-
kililerinin 1934'te karar verdikleri Sosyalist Gerçekçilik'ın (ya da Jdaııov'un adlan-
dırdığı gibi "devrimci romantizm") biilün temel öğelerini harekele geçirmeyi başar-
mışı ı. Stalin'in sözünü izleyerek "biçimde ulusal, içerikle sosyalist" resim üretiyor-
du. Çalışmadaki nmıdnost ya da ulusal ruh. Moldovalı köylülerle onların Mosko-
va'daki hayranları arasındaki bağda ima ediliyordu, hırliimıst veya "partiye
bağlılık" Parli'nin yayın organında onlardan söz edilmesi olgusuyla açığa vuruluyor-
du. Kserin "sınıf bilinci" ya da kiussovosı'u köylülerin elbiseleriyle bedensel çalış-
malarında vurgulanıyordu. Idcinosı.'u ya da "ideolojik karakteri" iyimser ve politik
olarak doğru tavırlarla belirtiliyordu. Kserin "örnek mesajı" ya da tipidınost net ve
açıktı; mutlu işçilerle modern makineler yüksek verimliliği sağlıyor ve kitlelerin rel'a-
hım artıyordu. User açık olarak sosyalistti ve tamamen gerçekçi görünüyordu.
Gerçek. Sovyetler Birliği'nde yaşamın büliin önemli gerçekliklerinin sistematik
bir biçimde çarpıtıldığıydı. Vloldova köylülüğünün topraklarıyla küliürii aslında son
zamanlarda lalan edilmişti, t Tiin fazlasının Sovyetler Biri iği'ne götürüldüğü kolektif
çiftliklerde yaşamaya ve çalışmaya zorlanıyorlardı. Sabotajcı olarak adlandırılan
binlerce kişi peş peşe Gıılag'da ya da vurularak ölümlerine götürüldü. Dilleri k ı y fi
bir biçimde Kiril alfabesine uyarlandı, böylece Sovyet eğilimi almış çocuklar savaş
öncesi Romanya ya da Moldova yazınım anık okuyamayacaktı, ülkelerinin başka
bir yabancı ülke olarak öğreiilcn Romanya'da kalmış batı yarısıyla b u l ü n bağlarını
yadsıdılar. Moldovalılar s o y u l d u l a r . sefalete m a h k û m edildiler ve baskı altına alındı-
lar. D ü n y a y a onların d u r u m l a r ı n d a n çok h o ş u m oldukları söylendi.
Tarafsız bir gözlemci için ortada olan soru şudur: İnsani ve ahlaki koşullar açı-
sından leınel amacı hileli olan sanal eserinin estelik değerinin ne kadarı kalır geri-
ye'.'
A l m a n savaş b i r l i k l e r i Yugoslavya'dan Reıeh'ın doğu sınırına akıarıldı. 1fM I
Haziranının ilk günlerinde Doğu Prusya'dan R o m a n y a ' y a k a d a r d a ğ laş her yer Al-
ınan askerlerinin k a m p l a r ı v e i a n k motorlarının sesleri arasında bir telaşın içindey-
di. İ l e r Polonyalı köylü ve d ü n y a d a k i t u m istihbarat servisleri Hitler'in Sovyetler
Birliği'nc saldırıya geçmek için hazırlandığını b i l i y o r d u . Bunu İ t i l i y o r m u ş gibi görün-
meyen l.ek kişi ne pahasına olursa olsun sınırdaki t a h r i k l e r d e n kaçınılması e m r i n i
v e r m i ş olan StalinMi.
TSCHERNOWlTZ |
j
H A Z İ R A N 1 9 4 0 T A Sovyet o r d u s u n u n Kuzey B u k o v i n a ' y a girişi bir uygarlığın yıkılı- j
şındaki i!k aşamaydı. 1775'te A v u s t u r y a ' n ı n O s m a n l ı l a r d a n aldığı M o l d a v y a ' n ı n bu j
köşesi, l l a b s b t ı r g topraklarının ileri karakolu olarak ytiz elli yıl geçirdi. Son y i r m i
yıldır ise R o m a n y a ' n ı n egemenliği altındaydı. I'rııt'tuki başkenti Tsclıerno\\ıtz/ i
C e m a l i . M i u e l e u r u p a (Orta A v r u p a ) Alman i m p a r a t o r l u k k ü l t ü r ü n ü n yerli Yahudi. <
Romen. Leh ve Rutenya yaşamının i t e r i n e şeffaf bir kâğıt gibi serildiği çok-dıllı. çok- ;
mezhepli, hiyerarşik bir t o p l u m u n merkeziydi, killi yıllık Sovyet yıkımından sonra j
C h e r n o u s y olarak bırakılan keııı, U k r a y n a ' n ı n d ü n y a d a n habersiz, kasvetli bir taş- j
ra bölgesi haline gelmişti. I
Kskı Bukovina kayıplara karışmıştı. Pakat "ölü bir i m p a r a t o r l u ğ u n sınır bölge-
lerinde A l m a n yönetici s i m l i n i n saygınlığını s ü r d ü r m e k içııı yapılan nafile denemeler
a r a s ı n d a " 1920'lerde öne çıkmış ve Sovyet, egemenliğinin son aylarında kente dön-
müş bir s ü r g ü n ü n nostaljilerinden hâlâ p a r l a y a b i l m e k t e d i r :
Kski evler hâlâ Avusturya yumurta sarısı rengiyle boyalı, onu Rus imparatorluğuıtıııı be-
zelye yeşili (açık yeşil) izliyor. Ama Bukmanya'nırı iarklı olanların ko; [taştığı pıtlıı olııta
özelliği kaybolmuş... hepsi ^a öldürülmüş ya üa kovulmuş, yerlerini ise vurdumduymaz. j
lahanan Lkrayrıalılar almış. abani, renkli, »lumefıl çeşitlilik... Chernovlsy'nuı Staliııei I
aynılığı yer deriştirmiş. Yahudilerin. Krım-ııilerin. I.ipovarıyatılar ile Almanların "mis gi- :
!
bl sarımsak kokusu dalgaları allında" yag ve Ltsek yakarak, koyun derisi, mayhoş pey-
nir. ueuz ve sert alkollü içkilerle ılıtün için çekişmeli pazarlıklar yaptıkları kent meyda-
nındaki pazar yeri şimdi devasa bir benin fotogralııım bir bilbttrdıaii sallandığı, beloııla
kaplanmış bir türen alanına donmuş. Avusturya-M a car ısla ti ile Rus Çarlığının kozmopo-
lit. sınır dünyası koruman tur düşkün sığınağına dönüşmüş. Bir gün Itıı sığınağın duvar-
ları bir te datıa yıkılacak. 1
Gerekli belgelerin yokluğunda koşullar asla belirginleşmedi. Geleneksel bilge-
lik her zaman ya Sıalin'in, Hiıler'in ihanetinin derinliğini anlayamadığı ya da
savunmasını tamamlamak için zamana oynadığı anlayışını öne çıkardı. Bunla-
rın hiçbiri olası değil. Alman savaş makinesinin doğuya doğru gitmekten baş-
ka bir yolu olmadığını anlamak için uzman olmak gerekli değildi. Hitler'in er-
ken düşünceleri tüm gücün kullanıldığı bir savaşı 1942 ya da 1 9 4 3 yılında ön-
görüyordu, ama şimdi ya kazandığı başarıyı sürdürmek ya da inisiyatifi kay-
b e t m e tehlikesini göze alarak bir mola verme kararı almak zorundaydı. Eski
onbaşı ve maceracı güruhu için bir tereddüt anı yaşamak pek olası değildi; o n -
ların tutkuları, ya zafere ya da Göficrdammcrung'a koşmaktı.
Gizlilik ustası Stalin için sadece spekülasyon yapılabilir. Ancak Almanla-
rın da s o n u n d a keşfedecekleri gibi Sovyetler b o ş durmamışlardı. Saldırıya açık
ileri bölgelerde büyük askeri yığınaklar oluşturmuşlardı; Sovyet Hava Kuvveti-
nin savaş uçakları ileri bölgelerdeki havaalanlarında konuşlandırılmıştı, sınır-
da oluşturulan hatlar geriye çekilmişti; yoğun trafik akışını sağlamak için yol-
larla köprüler onarılmıştı. Kızıl O r d u n u n k o n u m u yakın bir saldırıya göreydi.
Her şey Stalin'in Reich'a karşı girişilecek ani bir saldırı için sessizce çalışmış
olduğu olasılığına işaret ediyor, 7 6 Eğer böyle yapsaydı, ö n c e davranmış olacak-
tı. Alman Ordusu 22 Haziranda saldırıya geçti.
SMOLENSK
TKV1ML7,19-ll'Dft Alınan ordusu Smolensk'e öyle hır hızla ulaştı ki. yerel Komünist
Parti ile içindekiler Almanların eline geçmişti. Smolensk arşivleri. Stalin temizlikleri
ile Büyük Terör de dahil olmak üzere Devrimden sonra gerçekleşen komünist etkin-
lik alanlarına ilişkin ayrıntılı veriler içeriyordu. Almanya'ya taşınan arşiv tartı zama-
nında. I94~>'ie ikinci kez el değiştirdi ve Amerika'ya götürüldü. Amerikalıların eline
geçeri vc Amerikan destekli Berlin Belgeler Merkezinin esasını oluşturan büytik Nazi
belgeleri koleksiyonlarından çok dalıa küçüklü bu arşiv. Ama Sovyet yetkilileri gizli
Parti kayıtları şöyle dursun, devlet arşivlerine serbestçe girişi dahi asla sağlamadı-
lar. Bu nedenle Smolensk'ıen gelen beklenmedik armağanın talimin edilemeyecek
derccedc büyük bir değeri vardı. Bu dosyalara dayanan tarihsel araştırmalar Sov-
yet propagandasıyla Balı kuramlarının dumanlarını dağıttılar ve arşiv komünist yö-
nelimin gerçek doğasına ilişkin güvenilir bir bakış geliştirilmesini sağladı. 1
Bununla birlikte birçok Sovyel.olog ile Sovyet tarafları bundan hoşnut değildi
Fantezilerini bilgi olarak tasarladıklarından, onlar için herhangi bir küçük ya da bi-
rincil kanıt kabul edilebilir değildi, karmaşık gerçeklerle karşılaşmak için istekli de-
ğillerdi. Bu nedenle Smolensk arşivini ilk olarak inceleyen araştırmacı Stalin'in
1930'larda "sürekli bir temizlik" suçunu işlemiş olduğu sonucuna vardığında hemen
eleştirildi. "Bu görüş" diye ilan etli en önemli taraflar, önemsemezin iş gibi. "ulaşıla-
bilen birincil kaynaklar ta rafından desteklenmiyor." 2 Buna benzer safsatalar Sov-
yetler Biriliği'nin yıkılışına kadar bilim adına kendine yer buldu,
Arşivler her zaman tarih yazınını yönlendirmek isleyen kişileri kendilerine çek-
miştir. Rus yetkililer. 1992'de Sovyet rejiminin diğer bütün kayıtlardan ayırarak giz-
li tuttukları bir Osobii Arkhit' ya da Özel Arşiv olduğunu açıkladılar, Neleri içerdiği
lam olarak halâ belirlenmeyi bekliyordu; ancak Goebbels'in günlüklerine ek olarak
elbette Fransa Sure iv Naıionale. Polonya'nın savaş öncesi l)wojka ya da "Askeri is-
tihbarat", halta İngiliz Sefer Kuvven ile Uıksemburg Büyük Dükalığı'ınn belgelerini
de içeriyordu. Nazi RCBB'nin (Reich Ana Güvenlik Ana Bürosu) bütün kayıp koleksi-
yonlarım da içerdiği söylenmişti. Anlaşıldığı kadarıyla Nazı arşivleri avcılarının hep-
si. sadece Kızıl Ordu tarafından yağmalandıklarını görmek için l i i m Avrupa'dan Po-
lonya ile Doğu Almanya'nın birçok kale ve mahzenine gitmişlerdi. Sovyetler Smo-
lensk arşivinin kaybının karşılığını kat kat adetliler |METRYKA|.
Daha da ilgi çekici olan şey yakalanmış Nazı arşivleri bölümlerinin komünistle-
rin eline geçtikten sonra değiştirilmiş olmaları olasılığıydı. Örneğin Varşova'da sa-
vaş sonrası komünist Güvenlik Bürosu (IJB) kentin önceki Gestapo sekreterliğinin
belgelerinin mirasçısı oldu. Kilerinde uygun kayıt defterleri, kodlar, antetli kâğıtlar
ve resmi mühürler olduktan sonra belgeleri değiştirmek basit bir işti. Polonya dire-
niş hareketinin. Yurt Ordusu'nıın. Nazi işbirlikçileri taralından yönetildiğini kanıtla-
mak için IB çok az zorluğa k a t l a n d ı . 5
Bu nedenle, elli yıl boyunca tarihçilerin yirminci yüzyılın ortalarına ilişkin gö-
rüşleri. belgelemenin tek yanlı doğasına bağlı olarak, tek yanlı bir bakış açısından
verilmiştir. 4 Kakat 1990'larda eski komünist dünyanın gizli hazineleri dengeyi kur-
maya başlıyordu. Doğu Alman Sta>>i gizlerini ortaya çıkardıkça Almanya'da Berlin
Belge Merkezi'nin Nazi dosyalarının federal flükümele. teslimi hazırlıkları başladı.
Bu girişimi engellemek için Kongreden yükselen sesler duyuldu. 5 Çünkü "bilgi gücü
getirir ve bilgi güçtür" sözüııii en iyi anlayanlar sadece İkinci Dünya Savaşının zafer
kazananlarıydı...
Milliyeti dikkate alınmaksızın İter SS subayından şu anda islenen şey... Alınan ulusları
ailesinin yaşam alanının biiliiniillii güz önünde bulundurması gerekliğidir, (baha sonra
Alman ailesinin içinde gördiifiii ulusları belimi; Almanlar, Hollandalılar, flamanlar, Aıijj-
losaksonlar. İskandinav'lar vc. Ballık halkları.) Şu andaki eıı oııemli görev bütün İni ulus-
ları bir aile içinde bir araya getirmekti. Kıı büyük ve en giiçlo ulus olarak Alınanların lıu
süreçte lider rolünü alması doğaldı. Ama hu birleşme eşitlik ilkesi temelinde gerçekleş-
mek zorundaydı... Sonra bu aile... hû tün koman ulusları ve ondan sonra da beyaz ırktan
olan Slav uluslarını birliğe katma görevini almalıydı. Balı kültürünün sarı ırktan gelen
tehlikeye karşı koyması ancak beyaz ırkın birleşmesiyle mıimkündür.
Walfen-SS içinde bulunulan anda bu şekilde önderlik ediyor, çünkü örgütlenmesi cşiilik
Icmeline dayanıyor. VValfeıı-SS sadece Germanik. Roman vc Slav ulusları değil, hatta ya-
kın bir birliktelik içinde mücadele eden İslam birliklerini de içeriyor... Bu nedenle her
VValTen-SS subayının eğitimim aynı askeri inicide alması büyük bir önem taşıyor... 2
RESPONSA
UTVANYA'NIN Kaıınas (Ko\vno) keminde Nazilerin inşa elliği bir gettoda kabarık sa-
yıda Viıısevı çocuğunu öldürmüş bir kinderaktion'&an 3 Kkim 1943'le bir çocuk kur-
tuldu. Çocuğu kurtaran adam hahamına, onu kendi çocugtıymuş gibi yetiştirip yetiş-
tiremeyeceğini sordu. Haham teselli konuşması yaptı, ama yanılı H a y ı r " oldu. Ço-
cuğa her zaman annesiyle babasının adlarını onurlandırması öğretilmeliydi. 1
Yahudi soykırımını konu edinen geniş yazında çok az konu ahlaki görkem açı-
sından Nazı işgali altında bulunan A v r u p a hahamlarının verdikleri yanıtlarla karşı-
l a ş t ı r a b i l i r . Cemaatlerinin dinsel ikilemlerine ilişkin sorularına yanıt vermek ha-
hamların temel göreviydi; sorulan sorularla verilen yanıtları kaydetmek için bir def-
ler tutmak onların adetiydi. Bu defterlerden bazıları mcvcultıır, ama savaştan sonra
yaşayan ve savaş bittiğinde kayıtlarını parçalara ayıran llalıam Kphraim
Oslıry'ninki kadar canlı olanı y o k t u r İçeriklerinden yapılacak en kısa seçme bile.
yok oluşun kenarındaki bir toplumun hâlâ ilkeli bir yaşam sürdürme kararlılığını
açığa çıkartıyor:
* Yahudiler sahte bir (Hıristiyan) vaftiz belgesi alarak kendilerim k o r u m a y a
çalışabil iller mi? Bu kesinlikle yasaklanmıştır.
* Gettoda yaşayan hamile bir kadının çocuğunu düşürmesine izin verilebilir
mi? Kvet. çünkü çocuğunu düşürmezse hem amit: hem de çocuk öldürülecektir.
* Kocası kaybolmuş gettodaki bir kadın yeniden evlenmeyi düzenleyen kural-
lardan kurtulur mu? Hayır.
* Gettodaki bir Yahudi intihar edebilir mi? İntihardan sonra defnedilmek, öldü-
rüldükten sonra yakılmaktan iyidir.
* Dinden dönmüş ve haç taşıyan bir Yahudi kutsal yerde gömülebilir mi'.' Evet.
ancak diğer ölülerden uzak bir yere gömülebilir.
* Kvlilik dışı cinsel ilişkiden doğmuş olan bir çocuğa yeni doğanlara yapılan
pidyan lıahen töreni yapılabilir mi? /'.Vet
* Ö l d ü r ü l m ü ş bir Yalı udi 'ıı in elbiseleri ne yapılmalıdır'.' Dinsel \asaya göre
kan lekesi taşıyan elbiseler gömülmeliılir: ama lekesi'/, elbiseler kurbanların çocukla-
rına \crilebilir.2
Soykırım baskısı alımda v e r i l m i ş yanıtların aşırı bir y u m u ş a k l ı k sergilediği
söylenmiştir. Kakül bu bir uzman yargısıdır. Ancak lıcrkes Yahudi yasasının senliği-
ni şefkat göreviyle b i r l e ş t i r m e isteğini fark edebilir. Örneğin. Ağustos 194 l'de. Al-
m a n askerleri Slobodka sinagogunu kedi ve köpek birileriyle d o l d u r d u k t a n sonra, bir
g r u p Yahtıdıye binanın tepesindeki T e v r a ı sayfalarını yırı malarını ve binayı yakma-
larını emretmişlerdi. I laham O s h r y ' y e kefaretin nasıl elde edileceğini soran insanlar
açlık çekiyorlardı. Verdiği yanıt açık. fakat nazikti: "Kğer y a p a b i l i r l e r s e kefaret için
oruç u ı t m a l a n g e r e k i r . " 3
A v r u p a ' n ı n m a h k û m o l m u ş Yahudilerinin "pasiflikle" suçlanmalarına ilişkin
çok y a y g ı n y o r u m l a r yapılmıştır. Bazı çevrelerde işbirliğine z o r l a n a n Yahudiler d a h i
"savaş s u ç l u s u " 4 olarak damgalandılar. I l a s i d i g ö r ü ş elbette zulüm döneminde
"Tanrının y ü z ü n ü n kapalı olduğu ve özverili Yahudilerin kaderlerini kabullenmeleri
gerekliği ş e k l i n d e y d i . ' Bölgenin yasasına saygılı olmak gerektiğine ilişkin eski tur
geleneğin varlığına rağmen Ilasidi o l m a y a n b a b a m l a r böyle katı bir kuralı izlemedi-
ler. Atına H a h a m b a ş ı cemaat [iyelerinin listesini yok ederek b i r ç o ğ u n u n yaşamasını
sağladı. Selanik H a h a m b a ş ı böyle d a v r a n m a d ı ve c e m a a t i n i n çoğu bu yiizden öldü-
rüldü.
K a r a r l a r ister işbirliği ister direnme yönünde olsun önemli olan nokta onların
o l u m l u ahlakı ilkeler temelinde alınmış olmalarıdır. Harekete geçilmemiş bile olsa
hiçbir ahlaki pasiflik ya da ilgisizliği gösteren b i r kanıt y o k t u r . Bireylerin her d u r u m -
da ihanet içine girebileceklerini reddetmek olası değildir. Fakat aksini gösteren y ı-
ğınla örnek var. Varşova get t o s u n d a k i b i r g r u p d o k t o r içinde yaşadıkları sefaleti
s e m p t o m l a r hakkında bir bilimsel a r a ş t ı r m a y a p m a k için k u l l a n m a y a k a r a r verdiler
ve çektikleri açlığı iyi şekilde değerlendirdiler. Bir y a y ı k l a toprağa g ö m ü l e n çalışma-
ları savaş sonrası Varşovasında basılı ucaya kadar orada k a l d ı 6
Sachsen hausen Nazi ölüm kampında kıyımın fiziksel işlerini yıirüıen Sonder-
kommando'nun b i r Yahudi elemanı merdivende kendi cemaatinin hahamını tanıdı.
H a h a m ı n o n d a n tek ricası o m u r g a n ı n en üstteki o m u r u olan lır/Aı k u r i a r ı n a s ı y d ı .
(Yahudi inanışında İtiz ölümden sonra vücudun etrafında yeniden birleşeceği çekir-
dektir.) A d a m h a h a m ı n cesedinden kemiği ayırdı ve son olarak g ö r ü l d ü ğ ü n d e savaş-
tan sonra Kudüs'te toprağa vereceğine yemin e d i y o r d u . 7
101. TABUR
A1A1AN Yedek Polis Taburunda bulunanlar 13 Temmuz 11)42 sabahının erken saat-
lerinde, şalaktan önee Polonya'nın Jozel'ow köyünde uyandırıldılar ve yakındaki Ol-
work kasabasına götürüldüler. Orada onları neyin beklediğini söylemediler. Gidecek-
leri yere ulaştıklarında SS subayları onlara bedensel olarak çalışabilir durumdaki
bütün Yahudi erkeklerinin yakalanmasını ve Yahudi kadın, çocuk ile yaşlıların öldü-
rülmesini emrettiler. Taburun o giin öldürdüğü insan sayısı bm boş yüzdü ve aynı
taburun öldürdüğü toplam seksen iiç bin kurbanın ilk bölümüydü.
Onlar hakkında ayrıntılı dosyalar hazırlamış Batı Alman savcıları taralından
1962-1972 yılları arasında 101 _ Tabur'dan iki yüz. on kişi yargılandı. Hepsi parti-
dışı. orta yaşlı, büyük oranda çalışan sınıl' mensubu ve Almanya'nın en az Nazıleş-
ırıiş kenıi l l a n ı b u r g ' ı a n askere alınmış insanlardı. Hemen hemen hepsi savaş döne-
mindeki görevlerinden tiksindiklerini söylediler; doğrudan doğruya insan öldürme-
diklerini. bu yüzden masum olduklarını ileri sürdüler. Ama büyük çoğunluk bu olay-
lara katılmıştı. "Birini vurmak onlar için çok kolaydı":
İler modern toplumda bürokratik leşin eyle uzmanlaşma, resmi politikaları uygulamaya
koyanların kişisel sorumluluk duygusunu zayıflattı. Birbirlerinin benzeri gruplar davra-
nış üzerinde muazzam guç kullanırlar, ahlaki normlar koyarlar. Bgcr 101. Yedek Polis
Taburu elemanları Lıı'ıyle koşullar altında katil olabikiilerse. hangi grup olamaz'1'
Açık nedenlerle 101. Tabur ile benzer ahlaki konuma yerleştirilmiş Yahudiler hak-
kında çok az şey biliniyor. Bunların çok azı yaşamını siirdürebildi. Bununla birlikle
gettolarda Yahudi polis kullanmak ve ölüm kamplarındaki berbat işleri yaptırmak
içm Yahudi Sonderkommundoslan askere almak SS için standart uygulamaydı. Ca-
ret Pereohnodnik böyle bir görevliydi. Otwock gettosunda ölümden kurtulmak ve ai-
lesini besleyebilmek umuduyla Yahudi polisine katılan eğitimli bir kişiydi. Nazi emir-
lerine itaat etti ve hayli iyi yaşadı Yahudi olmayan insanların yardımıyla "Ari sali-
na" geçi i ve anılarım yazabilecek kadar uzun yaşadı. Anıları. Ben Bir kaı.il miyim?
adıyla yayımlandı. 2
Doğu Avrupa'ya yabancı birisi için. 1944-19^5'le Polonya'ya doluşan koınü-
nîsl siyasi polisinin etkinliklerim: inanmak hâlâ çok göçtür, ülkedeki popüler bilgi,
adı kol üye çıkmış komiımsi Güvenlik b ü r o s u n u n (I B) orantısız sayıda l'azla Yahudi
(ya da eski Yahudi) içerdiğini ve bunların işlediği suçların iğrenç olduğunda ısrarlıy-
dı. Fakat daha kötii gerçekler hiç yayımlanmadı ve öyküler bebeni İnledikleri için
yok oldular. Son zamanlarda orıaya çıkan gerçekler tabuyu kırdı. Kanıtlamada Ya-
hudi katılımcılar tarafından desteklendiği. Yahudi kurtuluşu ruhunu paylaştıkları ve
bir Yahudi soruşturmacı taralından ortaya çıkartıldıkları için hepsi daha inandırıcı-
dır. Araştırma Yukarı Silezya bölgesi ile özellikle Glıwice (Gleiwipz) kasabasını konu
alıyor. I94iî'ıe her komutan ile I B ' ı ı ı n yerel ajanlarının % 7:Viııin Yahudi kökenli
olduğu: eski Nazı kamplarıyla hapishanelerinin tümüyle suçsuz siviller, özellikle dc
Almanlarla doldurulduğu: işkence, açlık, sadist tekmelemelerle cinayetlerin sıradan
şeyler olduğu sonucuna varıyor. Komünist rejimin Alman halka altmış bin ile sek-
sen bin arasında ölüm cezası verdiği Lalımın ediliyor. Bu bilginin ışığı altında, savaş
donemi l'olonyasmın katilleri, kurbanları ve seyircilerinin hepsinin çok açık olarak
spesifik etnik gruplarla özdeşleşmesine ilişkin yaygın uygulamayı haklı çıkarmak
güçtür. 3
Yahudi ölü sayısı tam olarak hiç bilinmeyecek. 5.85 milyon tahmini Nurem-
berg Mahkemesi için yapılmıştır. Bu sayının çok hatalı olması pek olanaklı de-
ğildir. Yuvarlak rakamlarla savaş öncesi Polonya'nın üç milyon Yahudisi,
SSCB'nin iki milyon ve bir milyon da diğer ülkelerden olmak üzere toplam ra-
kam oluşmaktadır. Polonya'nın doğu bölümü 1939'dan sonra SSCB'ye eklendi-
ği için Polonya ile Sovyetler kategorilerinde üst üste binme olabilir. Fakat so-
rumlu hiçbir tahmin toplam sayıyı beş milyonun altına düşürmemiştir.'' 2 Bu
sayı, nicelik olarak sekiz milyon yedi yüz bin Sovyet, üç milyon beş yüz bin
Alman askeri kayıplarıyla Ukraynalılar, Yahudi olmayan Polonyalılar, Beyaz
Ruslarla Ruslar arasında her biri birkaç milyonu bulan sivil kayıplarla karşılaş-
t ı r a b i l i r 9 3 [BUCZACZ],
Yahudi soykırımında "altı milyon" ve Auschwitz'de "dört" milyon olmak
üzere savaştan sonra uzun yıllar boyunca iki yuvarlak sayı yay gm olarak kulla-
nıldı. İlk sayı biıaz fazla da olsa olası bir miktardır. İkinci sayının doğru olma-
sı ise mümkün değil. Auschwitz daha sonra Hıristiyan azizleri olan iki kişiyi
barındırmıştı. Kutsal Edith Stein Nazilerin Hollanda'da yakaladığı, Katolikliği
seçmiş bir Yahudi dönmesiydi. Katolik bir papaz olan Peder Maximilian Kolbe
kendini evli birisini ölümden korumaya adamıştı. Acı elli yıl sonra bile kur-
banların çokuluslu ve çoklu günah çıkartmalı karakterini anacak uygun yollar
bulma denemeleriyle yeniden hissedilmişti. 9 ' 1
Zamanında asıl sorun dış dünyanın nasıl büyük kötülükler yapıldığını
anlayamamasıydı. 1940 gibi erken bir tarihte Polonya Direnişinin cesur bir su-
bayı, Witold Pilecki ( 1 9 0 1 - 1 9 4 8 ) Auschwitz l'e girmeyi başarmıştı. Kaçmadan
önce iki yıl boyunca kampın içinde gizli direniş hücreleri örgütledi. 95 Ancak
toplanan bilgi Polonya dışında güvenilir olarak değerlendirilmedi. Polonya Ya-
hudilerinin kaderi hakkında Londra'da bulunan Mülleci Polonya Hükümeti
bir rapor yayımladığında, hükümetin önde gelen bir Yahudi üyesi gösterilen
zayıf tepki nedeniyle umutsuzluk içinde intihar etli. 9 6 Ölüm kamplarına iliş-
kin canlı bir tanıklık, yapmak için bir Polonyalı ulak Washinglon'u ziyaret etti-
ği zaman Baş Yargıç F r a n k f u r t e r n soğuk sözleriyle karşılaştı: "Sizin yalan söy-
lediğinizi söylemiyoruz, ama..." Amerikan Yahudileri harekete geçmek için bir
başkasından daha hevesli değillerdi 97 Auchwitz'e giden yolların bombalanma-
sı önerisi sonunda yapıldığında Müttefik Güçler bunu reddetmek için neden-
ler buldular. 9 8 Stalin kendi yurttaşlarının milyonlarcasını dünyada önemli bir
tepki olmadan öldürmüştü. Hitler 1940'larda aynı şeyi yabancılar kendi gözle-
riyle görünceye kadar yapacaktı [ A U S C H W I T Z ] ,
Soykırım geniş bir yazını esinledi. Önde gelen tarihçileri hemen hemen
tamamen onun eşsizliğine ateşli bir şekilde inanan Yahudi akademisyenlerdi.
Bu araştırmacılar "kötülüğün evrensel doğasını" 9 9 reddettikleri gibi şu eski so-
ruyu da reddettiler; "Niçin özel Yahudi acılarınızla birlikte var oluyorsu-
n u z ? " 1 0 0 Buna karşın vurgu değişikliği varlığını sürdürüyor. Elie Wiesel "Ho-
lokost" terimini bugünkü kullanımına kavuşturduğu için saygınlık kazandı. 1 0 1
Lucy Dawidowicz, Nazilerin soykırım planının önceden tasarlanmış doğası
üzerinde durdu. 1 0 2 Raul Hilberg Holokosıu iki bin yıllık Hıristiyan anıisemi-
tizminin doruğu olarak gördü. 1 0 3 Yehudah Bauer Nazi "katiller", Yahudi "kur-
banlar" ve Yahudi olmayan "seyirciler"den oluşan sert bir manzara koydu or-
taya.10"4 Martin Gilbert bireysel yaşantılardan oluşan yürek parçalayan bir ça-
lışma gerçekleştirdi. 1 0 5
TAlZfi
1940 AĞUSTOSUNDA bir gün. Fransa'nın düşüşünden hemen sonra yirmi tx:ş ya-
şındaki İsviçreli bir ilahiyat öğrencisi küçük bir Rurgonya kasabası olan Cluny'de
dolaşıyordu. Öğrenci Benediktlnler öncesi manastır sistemi hakkında bir te/, yazıyor-
du. Manastırın kalıntılarıyla, kendi oluşturacağı bir manastır cemaatinin bulanık
olasılığından daha az, ilgiliydi. Yakın zamanlara kadar kafası karışık bir bilinemezci
(agnostik) olan bu öğrenci Neuchâtel eyaletinin Protestan topluluğundandı. "TaizC'dc
satılık ev" ilanını gördükten sonra vadinin yukarısına doğru 10 km. bisiklet siirdii
ve yarı yarıya boşalmış olan köyden bir ev satın aldı. Öğrencinin adı Roger-Louis
Schuız-Marsatıehe idi. 1 0 1
Ta ize savaş döneminde Alman işgali altındaki bölgeyle Vichy bölgesi arasında-
ki sınır çizgisine yakın bir konumdaydı. Kerameti kendinden sorulur bu derviş, ora-
da aralıklı ve yalnız olarak yaşadı. Ciestapo konuklarını alıp götürünceye kadar iki j
yıl süresince Yahudi sığınmacıları barındırma işine kendini adadı. Kurtuluştan son-
ra. Kylül 1944'le yeniden köye döndü ve Alman savaş tutsaklarına barınak sağla-
maya başladı. Köylüler çok şiddetli lepkı verdiler ve tutsaklardan biri olan hasta bir
Katolik papazı öldürüldü. Savaş sona erdiğinde kız kardeşi Genevieve de Roger'ye
katıldı ve birlikle yirmi kırsal kökenli yelime bir e.v sağladılar. Onlara zamanla yedi
"kardeş" daha katıldı. Katolik olmadıklarından terk edilmiş bölge kilisesini kullan-
mak için özel bir izin başvurusu yapmak zorundaydılar 1948 yılında izin verildiğin-
de Papalık Temsilcisi Kardinal Roncalli'nin imzası vardı belgede.
Taize eemaalı sınıflamanın dışındaydı. Ilıçbır biçimsel kuralı yoklu ve hiçbir
mezhebe dahil değildi. Kn saf biçimiyle Krdemler (Ahırel Mutlulukları: llazreli İsa'nın
kutsanmış, kutsal kişiler hakkında İncil'de (Malta 5:3-12) bulunan sözlerimden. Ne-
şe. Sadelik. Merhamet. gençliğin hizmeti, uzlaşma görevi ve Roger Kardeş'in kitabı-
nın. Geçici ülmım f j ö f ü ' n i i n (1965) konusu olan güçlü bir düşünceden esinini alınış-
lı. Topluluk benzersiz "Taizö Sound ı f ı ı d a n hemen tanınabilir, ritmik, büyüsel. dörl
parçalı armoniyle basil sözlerden oluşan şarkıları söyleyen enerjik genç sesler.
1962 yılında yakın bir tepede Fzlaşma Kilisesi kurulduğunda, topluluk dünya çapın-
da yaygın bir hareketin, daimi "Gençlik Koııseyi"ne yönelik çili yön Iii bir ıral'iğin ve
"yeryüzünde sorumluluk lıaecf'nııı odağı haline geldi. Beyazlar giymiş seksen bira-
der bülün kıtalara uzanan bir manevi güç için insan kaynağı sağladılar. Asya, Afri-
ka, batın Amerika, New York için misyonlar oluşturuldu. İnsanlar nerede bölundüler-
se. Taize rııhtı onları iyileştirmenin yollarını aradı. Dünya Kiliseler Konseyi ve V'ati-
kaıı ilk başta hareketten uzak durdular, ancak daha sonra onların desteğini de arka-
sına aldı Avrupa'da İstanbul Ortodoks Patrikliğinin ve daha sonra Krakov Baş Pis-
koposluğunun desteğini kazandı. Avrupa toplantıları Sl Beter ile Sl Paııl'den Doğu
Berlin ve Varşova'ya kaydıkça 1980'li yıllarda Demir Perde'yi de araladı
Çağdaş Avrupa llırisiiyatılığı var olan bütün engelleri aşan bir dizi esin verici
kişilik yelişlirdi. Bunlardan birisi, daha çok Kalkiilalı Teresa Ana olarak bilinen, Ag-
nes Gonxha Boiaxbiu adındaki (d. 1910, Csküp) bir Arnavut rahibeydi. 2 Bir diğeri
"Gereksinme Karşısında Kılıse'ye Yardım" örgütünün kurucusu Hollandalı Peder
WerenlYied van Siraaten idi. 3 Bu tarzda üçüncii bir kişi sade kalpli, ama zor adlı Ro-
ger Biraderdi. "İnsan Taizö'den geçerken bir kaynak suyunu geçer gibi oluyor" dedi
İt Jean Paul.
Fakat ABD Kongresi hâlâ savaşa girmek istemiyordu. Sovyet Hükümeti Vol-
ga'da bulunan Kuybyshev'e çekilmişti; Hükümetin Mtıuefik davasına ilk hiz-
meti iran'ın işgalinde İngilizlerle birlikte çalışmış olmasıydı. Londra ile Mos-
kova'nın lehine olmak üzere, J a p o n l a r Müttefiklerden daha ikna ediciydiler.
Japon bombardıman uçakları ABD Pasifik Filosuna Hawaii'nin Pearl Haıbour
limanında 7 Aralık 1941 dc saldırdıklarında "uyuyan devi uyandırdılar." Hare-
ketlerinin Avrupa'daki savaşla doğrudan bir bağlantısı yoktu; ama saldırı Ame-
rikalıların tavırlarını bir gecede değiştirdi. Amerikalıların savaş çekingenlikleri
bir gecede kayboldu; Kongre savaş kredilerini bol bol dağıttı; ve Başkanın eli
serbest kaldı. Bıı sonuç Japonların planının parçası değildi; ancak farkında ol-
madan Büyük îttifak'ın kapılarını açtılar. "Üç Büyük" (savaşı kazanan Churc-
lıil!, Stalın ve Roosevelt üçlüsü) iş başındaydılar artık.
AUSCHWITZ
0XFAM
AÇI-IK VAKDİ MI Oxford Komitesi (The Oxford Committee for Famine Relief) kariyeri-
ne r> Wtim 1ÎM2VİC Bakire Meryem Üniversite Ki lisesi vıtie başladı. Komitenin ;\odı
j amacı savaşın Ynnnnısian'da o n a y a çıkardığı kederi hafifletmekti. 0. hiçbir şekilde,
j uluslararası insancıl yardıma adanmış tek kurum değildi: lleııry OunanL'ın Soll'erino
| Çarpışmasında Uınık olduğu korkunç olayların bir sonucu olarak kurduğu Huşlara-
j rası Kızıl İlaç I B W l e n beri Cenevre'de etkinliğini stirdiiriiyordu. liirinei Dünya Sa-
| vaşı'nda. sa\aş kurbanlarına yardım etmek içiıı Belçika. Sırbistan |FL0RAj ve Galiç-
ya'da kampanyalar düzenlendi. t ! H â ' u : n sonra I N k K . V n u ı yaptığı gibi. Amerika
Yardım İdaresi (Amerikan Relief Adminislraiion-ARA) I 9 t ! 5 - I [ ) 2 l yılları arasında
özellikle Doğu Avrupa'ya geniş yardımlar sağlamıştı. Almanya da içinde olmak üze-
re. savaşan ülkelerin neredeyse Lünıiı değişik biçimlerde yardım kuruluşları oluştur-
muşlardı. Anacak Oxfam'm birkaç avantajı vardı. IRC (Uluslararası Yardım Komite-
I sı) gibi hükümet politikasından bağımsızdı. Ayrıca, bir Müttefik ülkede kurulmuş ol-
| masına karşın, savaş sonunda çalışmasını sona errJirmedi, t ç i i n e ü olarak, bir İngiliz
! kuruluşu okluğu için. jıııparnhırlıık iııpraklarınııı bulunduğu her kıtaya kolayca gir-
j di. Uluslararası yardımın odağı Avrupa'dan uzaklaştığı zauıaıı çok iyi bir konumda
| bulunuyordu. 1
i Yardım kuruluşlarının iarıhı Avrupa'nın dünyada değişen konumunu kaçınıl-
j ıııaz olarak yansıttı. Savaş sonrası refahı, "Batı'nııı " D o ğ u ' y a karşı karşıya geldiği
i anda, "Kuzey"le "Güney" arasında devasa bir ekonomik farklılık yarattı, ABI) önceki
donemden ilaha çok politikayla ilgileniyordu: Sovyet bloğu insani sorunlara karıştı-
rılmıyordu: Birleşmiş Milletlerin ilgi alanı üye ülkeler tarafından oldukça daraltılmış-
tı. Bu nedenle, imparatorluklar sonrası Avrııpasının 0 \ f a ı n . Çocukları Konuna. CA-
KOI) (l)enız Aşın Gelişme Katolik Kon lan), liedeeıns Sans K m ı ı ı i r r e s (Sınır Tanıma-
y a n IIckiıııler) yıtu özel örgütlere önemli bir rol devredildi, kuzey-Güney K o m i s y o n u
( 1 0 7 8 - 1 i l e B r a n d l Raporu, zengin ulusların T ç i i n c i i l ) u ı ı \ a " y a y a r d ı m etmesi
gerekliği ve bunu gerçekleştirmek için GSMM'larının % l'inııı a y r ı l m a s ı hedefini
koydu. A m a 1992-1993'ıc eski Yugoslavya'da o r t a y a çıkan felaketler A v r u p a ' n ı n
kendi çelişkilerinin sona ermeki.cn çok uzak olduğunu gösterdi.
31 Mayıs I 9 4 2 ' d e Köln'e bin bombardıman uçağıyla yapılan ilk saldırıdan son-
ra, Müttefik hava saldırıları istikrarlı olarak büyüyerek doruğa yaklaştı. Bu sal-
dırılar pratik ve ahlaki zeminlerde şiddetle eleştirilmiştir. Ruhr Havzasındaki
barajlara yapılan ünlü "Baraj Yıkan Akın" ya da Nazilerin Norveç'te, Tele-
mark'ıa kurdukları ağır su fabrikasına yapılan saldırı gibi kesin hedefli saldırı-
ların belirli amaçları vardı. Ancak yangın bombalarıyla Alman kentlerinin top-
lan bombalanması ve sivil nüfusu yıldırma girişimleri umulan sonuçlara ulaşa-
madı. 1941 ile 1 9 4 5 yılları arasında Lancaster, Halifax ve Uçan Kuleler'in sonu
gelmeyen dalgalan tarafından Reich'ın üzerine 1.35 milyon ton b o m b a bırakıl-
dı. Aldığı karşı önlemler Almanya'nın gittikçe azalan kaynaklarının büyük bir
b ö l ü m ü n ü emdi. Ama Nazilerin savaş sanayisinin çalışmasına hiçbir zaman
ara verdirilemedi; Alman yurttaşları. Blitz dönemindeki İngilizler gibi ulusal
davayı desteklediler. Mayıs 1943'te Hamburg'a yapılan bir saldırı büyük yan-
gınların çıkması ve kırk üç bin suçsuz insanın ölmesiyle sonuçlandı. Dres-
den'e yapılan bir diğer saldırı neredeyse Japonya'ya atılan atom bombaları ka-
dar zarar verdi İALTMARK).
1941'den sonra hız kazanan Sovyetler Birliği ne yardım harekâtlarından
yararlananlar minnettarlıklarım ender olarak belirtmişlerdir. Kraliyet Donan-
ması, Kuzey Kutbu konvoylarının Murmansk'a götürülmesi gibi ç o k tehlikeli
bir görevi üzerine aidi. Birçok denizciyle gemi ve bir konvoyun tümü, PQI 7,
geride hiçbir iz bırakmadan yok oldular. ABD, SSCB'ye Basra Körfezi üzerin-
den karayoluyla muazzam büyüklükle taşıma gerçekleştirdi, Ö d ü n ç Verme ve
Kiralama Planı adı altında ABD'nin SSCB'ye yaptığı yardımın Sovyet askeri
üreıimiııiıı % 7'si ve askeri nitelikte olmayan yardımın ise 2 , 8 milyar Dolar ol-
duğu tahmin ediliyor.
Müttefiklerin politik planları Atlantik $ariı ve Mihver Güçleri ile savaşan
yirmi altı devletin ayrı bir barış antlaşması imzalamamayı kabul ettiği l Ocak
1942'de imzalanan Washington Paktı etrafında şekillendi. Bu devletler dört yıl
içinde Milletler Cemiyetinin halefi olacak olan Birleşmiş Milletlerin çekirdeği-
ni oluşturdular.
Büyük İttifak çalışmaya başlar başlamaz A n g l o a m e r i k a n e r Stalin taralın-
dan Avrupa'da ikinci bir cephe açmaları için sıkıştırıldılar. Alman savaş maki-
nesinin hemen hemen tümü Doğu'da toplanmış durumdaydı ve Stalin'in müt-
tefiklerinden yükü paylaşmalarını islemesi tamamen mantıklıydı. Stalin herke-
se açıkladığından daha fazla eğitilmiş insan gücüne sahipti. Bu gerçek Kızıl
Ordunun kapasitesine ilişkin olarak Almanların yaptığı her tahminin neden
her zaman üstünde olduğunu açıklayan etkenlerden biridir. Her ne kadar böy-
le olsa bile. Kızıl Ordunun karşı karşıya olduğu yüz elli tümenle diğer tek cep-
he olan Kuzey Ah ika'daki dört tümen arasında büyük bir oransızlık vardı. Yi-
ne dc Angloameı ikanların dostlarını memnun edecek kolay yöntemleri yoklu.
Müttefiklerin hava gücü can alıcı önemdeki bir anda Ltıfhvaffe'yi Volga üzerin-
den uzaklaştırdı; Afrika'da ele geçirdikleri Mihver savaş tutsaklarının toplamı
Stalingrad'takı toplam sayının çok üstündeydi. Ancak Avrupa kıtasındaki güç-
lerini kestiremiyorlardı. Kıtadaki her liman düşman elindeydi ve Kuzey Fran-
sa'da kıyı savunması için yapılan Aılanıik duvarı yapım aşamasındaydı. Diep-
pe'e yaptıkları başarısız saldırı herhangi bir büyük Müttefik çıkarma gücünü
hangi korkunç engellerin beklediğini göstermişti. Ne İngilizlerin ne de Ameri-
kalıların yeterli sayıda eğitilmiş insan gücü vardı. Sıalin'e 1943 yılında Batı'da
büyük bir saldırının olacağını söylemişlerdi; bu Haziran 1944'e kadar gerçek-
leştirilmede Bu saldırıdan önce, kıtadaki savaşa Angloamerikanların getirebil-
dikleri lek destek güney kıyıda, italya'da oldu.
Hayli zor geçen İtalya seferi Müttefiklerin Akdeniz'de gittikçe güçlenme-
leri sonucu mümkün oldu. Beklentilerin aksine ingilizler Malla ile Süveyş de-
niz yolunu ellerinde tınmayı başardılar; Kuzey Afrika'nın batı uçlarına Atıglo-
amerikalıların yaptıkları çıkartmalar Afrika Korps için ölümcül bir tehlike an-
lamına geliyordu, Meşale Harekâtı Mihveri Tunus'ta sıkıştırdı ve bu yüzden
Mayıs 1943'te tamamen çekilmek zorunda kaldılar. Ondan sonra, Sicilya Boğa-
zını geçerek Taşist çizmenin burnuna saldırmak müttefikler için göreli olarak
kolay bir işti.
İngiliz ve Amerikan birliklerinin eşzamanlı olarak güney ve doğıı kıyıla-
rından çıkartma yaptıkları iarih olan 10 Temmuz 1943'te Sicilya'nın işgali baş-
ladı. Adanın tümünün hızla fethedilmesini engellemek isteyen Alman destek
güçleri çok geç ulaştı bölgeye. Müttefikler Sicilya'dan Calabria'ya Eylülde geç-
tiler ve dağlık yarımadanın kuzeyine doğru çetin bir ilerlemeyi başlattılar; so-
nuçta bu iş, yaklaşık olarak iki yıllarını alacaktı. Bununla birlikte İtalya'nın
güney burnunu tutmalarının önemli sonuçlan olacaktı. Once Brindisi'de bü-
yük bir üs kurdular ve bu üs sayesinde Polonya ile Yugoslavya'yı da kapsayan
Orta ve Doğu Avrupa boyunca Müttefik hava gücünün uzun uçuşlarla ulaşabi-
leceği alan genişledi. Aynı zamanda Alman komuta kademesini zayıf yedek tü-
menlerle Güney Fransa'nın işgaline zorladı. En önemli sonucuysa Mussolini
rejiminin yıkılmasına yo! açmasıydı. Mareşal Badoglio 25 Temmuz 1943'ie
İtalya Kralını, Duçeyi görevden almaya ve Müttefiklerle görüşmeye ikna etti.
Duçe tutuklu bulunduğu Gran Sasso'dan Alman paraşütçülerinin gerçekleştir-
diği müthiş bir operasyonla kurtarıldı ve Alman desteğiyle Milano'dan Kuzey
İtalya Cumhuriyeti'ni yönetti. Ama Mihver kalesindeki ilk büyük çatlak gizle-
nemezdi.
Bu sıralarda Doğu Cephesindeki muazzam Alman-Sovyet Savaşı doruğu-
na yaklaşıyordu. 1941 felaketini yaşayan Sovyet rejimi Rus yurtseverliğinin
büyük haznesini devreye sokmaya karar vermişti. Stalin daha önce yok ettiği
Ortodoks kiliselerini yeniden açtı ve ondan önce Lenin'irı yaptığı gibi Kutsal
Rusya'nın savunulmasına başvurdu. Milyonlarca kişi dudaklarındaki, 1941'
den önce herhangi bir zaman diliminde olanaksız görülen "Za Slalina" (Stalin
İçin) sloganıyla gönüllü olarak ölüme koşcu, Kızıl Ordunun insan gücünü sa-
vurganca kullanışı Alman askerlerini şaşırtıyor ve bir dereceye kadar da onla-
rın moralini bozuyordu. Piyadeler topçu desteğine ilişkin hiçbir iz olmaksızın,
dalgalar halinde belirlenmiş konumlara saklatılıyorlardı. Kötü giyimli ve kötü
silahlanmış "İvaıılar" cesetlerin dağ gibi yükseldiği yerlerden Alman makineli-
lüfekçılerini ısıtıncaya ve Alman savaşçıları öldürme isteğini kaybedinceye ka-
dar saldırılarını sürdürüyorlardı. Sovyet tarafının bire karşı üç ya da dört kay-
ba dayanabileceği ve günü kurtarabileceği rekabete ilişkin olarak kabtıl edil-
miş bir olguydu. Sovyet özverilerine ıssızlık ve iklimle savaşın en iyi tankı
olan T - 3 4 yardım etti. Mareşal Jukov'un yönetimi alımdaki mükemmel bir as-
keri ekip yer ve sayı avantajlarını büyüttü.
VVehrmachı 1942'de gerildikçe gerildi. Bölgesel Alman başarılarının sür-
mesi, yakalanması güç düşman Sovyetlerin luzağa düşürülmediği ya da kuşa-
tılmadığı ve uzun iletişim yollarının gün geçtikçe daha da uzadığı gerçeğini
gizledi. Sonbaharın başında havalar bozulmaya başladığında ne Volga'ya ne de
Hazar Deııizi'ııe ulaşılmıştı; Staljngrad girişlerindeyse tehlikeli bir çıkıntı geli-
şiyordu. Taktik bir geri çekiliş belki durumu düzeltebilirdi. Fakat Führer bu-
nu inatla reddetti. Hiller, General von Paulus'a verdiği her ne koşulda olursa
olsun cepheyi tutması yolundaki vahim emrin günahını üzerine almalıydı. Al-
manların hızı onları nihayet "Stalin'in kenıi"ııin sağ taraftaki dış mahallelerine
getirmişti. Ancak ipe boyunlarını geçiriyorlardı. Jukov'un birlikleri Almanların
etrafında günlerce karış karış ilerleyerek sonunda von Paulus'u kuşattı. Buz al-
tındaki ıssız harabelerin üzerindeki göğüs gögüse çarpışmalar von Paulus'un 2
Şubat 1943'te teslim olmasından önceki üç ay boyunca sürdü. Stalingrad bir
milyondan fazla insanın canını alınıştı. Dünya tarihinin en büyük çarpışmasty-
dı. Yenilmez Nazi kuvvetlerinin hata yapabileceği açığa çıkartılmıştı.
Stalingrad'a ilişkin haberler Avrupa'nın her yanındaki Nazi karşıtı direniş
hareketlerinin moralini artırarak şimşek hızıyla yayıldı. Direniş liderleri Sta-
lingrad'tan önce sadece küçük çaplı sabotajlar ile Müttefik havacılarıyia tut-
saklarının gizli yollardan kaçırılması için yapılacak girişimleri düzenleyebili-
yorlardı. Stalingrad'tan sonra kurtuluş düşleri görmeye başladılar.
Direniş Batı Avrupa'da göreli olarak karmaşık değildi. BBC haberleri ile
İngiliz Özel Harekât Idaresi'nin ( S O E ) dalavereleri tarafından teşvik edilen
adanmış cesur erkekler ve kadınlar, sonuçta Müttefiklerin ilerlemesine yardım
edecek sabotajlarla şaşırtmaca eylemleri planlıyorlardı. Nazilerin örnek bir
manda yönetimi kurmayı umut ettikleri Danimarka'da, Direniş Almanları
Ağustos 1943'te sıkıyönetim uygulamaya zorlamıştı. Naziler Norveç'te de Vid-
kun Quisling'in faşist eğilimli hükümetiyle yönetme girişiminden vazgeçtiler.
Norsk-Hydro Fabrikasında elde ettikleri tek parti ağır suyu iaşıyan gemi Nor-
veçli sabotajcıların eylemi yüzünden Tinnsjo fiyordunda baıırılclı. Englandspi-
el, "İngiliz Oyunu" diye adlandırdıkları şahane bir projeyle Hollanda Direnişi-
nin içine sızmayı başardıklarından bu ülkede daha az rahatsız edildiler. Belçi-
ka, Fransa, İtalya ve Yunanistan'da direniş komünist çevrelerden giderek daha
çok etkilendi. Fransız Direniş Harekeli Almanların 1943'te birçok yurtseverin
gerilla harekâtına giriştiği Vichy Bölgesini işgal etmeleri sonucunda doğdu.
Aynı dönemde başarıları daha büyük olan İtalyan partizanları Mussolini'nin
egemenliği altında olan kuzey bölgesinde etkinliklerini yoğunlaştırdılar ve so-
nunda Mussolini'yi yakalayarak öldürdüler.
Fakat halk direnişi hiçbir yerde minicik Luksembourg'ta olduğundan da-
ha kararlı değildi. Ekim 194L'de yapılan plebisitte Luksembourgluların yalnız-
ca % 3'ü Reich ile birleşme yönünde oy kullanmıştı. Sonraları Nazi egemenli-
ğine karşı tek eLkili genel grevi, sürekli engelleme ve propaganda kampanyala-
rına karşın örgüılediler.
Direniş, Doğu Avrupa'da daha sorunluydu. Bu bölgede Alman politikaları
çok sertti. Bundan daha önemli olan şey ise, yeraltındaki önde gelen oluşumla-
rın (Polonya'da Armia Krajowa (Yun Ordusu-AK), Ukraynalıların hydfict Or-
du'su (UPA), ve Yugoslav Çetııifderi) kendilerini ulusal özgürlük davasının
Hiıler'e karşı olduğu gibi Stalin'e karşı da savaşılmasını gerektiren üzücü bir
politik tuzağa yakalanmış buldular. İlerleyen Kızıl Ordu ya da "burjuva ba-
ğımsızlığını" kabul etmeyen komünist partizanlarla işbirliğine girmek en iyi
durumda sefil bir teslimiyetle, daha çok da tutuklanma ve ölümle sonuçlanı-
yordu IBUCZACZ],
Örneğin Polonya'da Avrupa Direniş hareketlerinin en kıdemlisi hemen
hemen olanaksız bir görevle karşı karşıya geldi. Bu hareket Naziler ile Sovyet-
leri işgal güçleri olarak değerlendirdiği sırada, 1939'un sonlarında ortaya çık-
mıştı. Ana oluşumu olan Armia Krajowa bulanık tanımlanmış çeşitli grupların
oluşturduğu gevşek bir federasyondu. Otoritesi birçok Köyfıi Tabutu ( B C h ) ta-
rafından kabul ediliyordu, ancak yarıfaşist (ama şiddetli olarak Alman karşıtı)
L'lusal Silalıiı Güçler (NSZ) ya da komünist Halfc Muhafızları (GL.) tarafından
kabul edilmiyordu. Yüzeysel bile olsa geılolardaki Yahudi Mücadele Örgütleri
(ZOB) ile özel ilişkileri; ormanları birlikte paylaştıkları Ukraynalılar, Sovyet
partizanları, asker kaçakları, kanun kaçakları ve haydutlarla da kanlı karşıtlık-
ları vardı. Bu hareket gizli istihbarat, şaşırtmaca, eğitim, yargı ve politik kanat-
larıyla etkileyici bir "Gizli Devlet" örgüLİedi ve bunu sürdürdü. Fakat, Sovyet
"Kurtarışı"™ görecek kadar yaşamadı. Örgülün demokratik liderleri Mosko-
va'daki göstermelik bir mahkemede yargılanarak öldürüldüler. AK'nin son ko-
mutanı General Okulicki gibi umudunu yiıirmemiş onurlu insanlar Müttefik
davasının kahramanları arasında var olmayı hak ettiler. Gerçekten de Batılı
yoldaşlarının utanç verici sessizliği arasında onlar karanlığa, onursuzluğa ve
erken yaşta mezara teslim edildiler. 1 1 5
Sorun Yugoslavya'da Angloamerikalıların tartışmalı ve bazılarının söyle-
yeceği gibi kötü olarak anılan bir kararıyla çözüldü. Polonya'nın aksine Yugos-
lavya doğrudan Sovyet etkisi alanının dışındaydı. Ama 1943'e gelindiğinde
İtalya'dan yapılacak olan Müttefik desteğinin menziline girdi. Londra ile Was-
hington Yiıo'nun komünistlerini desteklemeyi seçti. Daha sonra Tito'nun ra-
kipleri, Çelni/der, her türlü iftirayla karalandı. Mihaylovıç de içlerinde olmak
üzere liderleri Tilo'ııun mahkemelerince "hainlik" suçlamasıyla öldürülecek-
lerdi.
Buna benzer gelişmeler, Angloamerikan çevrelerde egemen olan "direniş"
ve "işbirliği"ne ilişkin belirlemelerin kolaylığını çok iyi ortaya çıkartıyor. Ya-
bancı işgaliyle hiç karşı karşıya kalmamış uluslar onun zorluklarını ender ola-
rak kavrayabiliyor. Kıta Avrupasındaki bazı insanlar hiç kuşkusuz kişisel çıkar
içgüdüsüyle işgalcilere hizmet etmeyi seçtiler. Belçika'da Leoıı Negrelle'ın Rc-
xist Hareketi gibi olanları savaştan önce geliştirilmiş ilkelere uygun davrandı.
Fakat çoğu kişi ılımlılaşıırıcı bir etkide bulunabilmek ve yapılacak olan basarı
sınırlamak için işbirliğine gittiler. Petain'in Flitler ile yaptığı talihsiz toplantı-
dan sonra işbirliği politikası yanlışa sapabilir ya da sapmazdı. Ancak yurtse-
verlik gereği olarak bu politika sürdürüldü.
Sovyetler ile Naziler taralından başardı bir biçimde işgal edilmiş olan Av-
rupa'nın geniş bölümünde tercih şansı hiç yoktu. Her iki totaliter rejim de
açık terör uygulayarak boyun eğdirmeyi deniyordu. Sıradan yurttaşların çoğu
için Sovyetlere hizmet etme olasılığı, faşistlere hizmet ediyormuş gibi ahlaki
ikilemler yaratıyordu. Yurtseverler ile demokratlar için ilkeli eylemin tek biçi-
mi, intihar anlamına gelen aynı anda hem Hiıler hem de Sıalin'e karşı mücade-
le etmekti.
Stalingrad'ıan sonra Doğu Cephesi'nden gelen haberler Berlin'in hevesini
kırmayı sıirdürdü. 5943 baharında Kızıl Ordu iki yıldır ilk kez genel bir saldı-
rıya geçti. Onları Berlin'e kadar götürecek olan beş büyük seferin açılış aşama-
larında Stalin'in inançlı askerleri Nazileri geriletmeye başladılar. Kursk yakı-
nındaki bozkırda Temmuz ayında Almanların stratejik tank kuvveti yok edil-
di. Uzun erimli saldırı kapasiteleri kırılmıştı artık. Churchıll'ın mecazi sözünü
kullanırsak, gelgit artık dönmüştü.
BUCZACZ
BbCZAC'/, KİLİSK YÖNKTİVİ BÖl.GKSI. 193!)'da hu bölgede kırk beş hin üç yüz oıı
d ö n Polonyalı yaşıyordu. On yedi kesiminden olan üaryez'de dört bin seki'/, yüz yet-
miş beş, Bııezaez'da on hin iki yıiz elli yedi. koropiee'te iki bin üç yüz elli iiç. Kowa-
lowka'da iıç bin dokuz. Ylonasterzyska'da yedi hin yiiz yetmiş beş... Barycz'de iki
Polonyalı aile 1039 yılında Ukraynalılar tararından öldürüldü... Biernackilordon bir
kişi yaralı bir bacakla kurtulmuştu. . Ancak asıl saldırı yiiz yirmi altı Polonyalının öl-
dürüldüğü 5-6 Temmuz 19--i-fle gerçekleştirildi. Ürkekler, kadınlar ve çocuklar vuru-
larak ya da baltayla öldürülmüşlerdi. Kasabanın "Ylazury" semti yakılıp yıkılmıştı.
Saldıranlar makineli Lüteklerle silahlanmışlardı ve "Riy.;ıly. pvlyt} " (öldıir. yak) diye
bagıi'iyorlardı. Ilayalta kalanlar Buezacz'a ğılliler ve kapısı, penceresi olmayan eski
Yalındı evlerinde çok külü koşullarda kışı geçirdiler...
••V/, nüfusu olmasına karsın Nounstavvce (Katolik) bölgesi. sınırları içimle üç ^ ıı-
nan-Kalohk kilise bölgesini barındırıyordu Polonyalıların Ukraynalılara oranı, ikiye *
fıçın. Birlikle yaşama 1939 yılında halâ olasıydı Ancak Alman işgalinden sonra ko-
şullar dalıa da kötüleşti. 19-14'ıe Alnıan-Sovyet cephesi içinden geçtikten sonra yı-
kınlılardan başka lıiçhir şey kalmamıştı b u r a d a . .
2tt Ocak 1 944'Ie Koroseialvn papaz naibi köy üne yapılan bir saldırıyı bildirdi.
Naibin mahzeninde yetmiş sckr/. kişi silahla, boğularak ya da ballayla oklürulınüş-
liı ,. doksan kişi de daha önceki bir saldırıda. 19-13 yılında öldiiriilmiişi.u. Ayrıca ti-
füs hasla lığı da bir elli kişiyi daha öldürecekti Tubal' bir şey daha oldu. "Çılgın evli-
likler" olarak anılan birliktelikler vardı köyde. Bunların biri dışında hepsi öldü.
Koropiee'ıe aslında hiçbir Polonyalı öldürülmedi. Ama Katolik Yunan Kiliseleri-
nin kürsülerinde Polonyalı-lkraynalı evlilikleri hakkında işleklerin yankılandığı ra-
por edildi; "Anne. bir düşmanı emziriyorsını. boğsana o n u . " '
Olaylardan kırk yıl sonra, Poloııya'daki Koma Kaıolık Kilisesi hâlâ önceki doğu
eyaletlerinde yapılan "etnik temizliği" belgelemeye çalışıyordu. Kurbanların sayısına
ilişkin tahminler altmış bin ile beş yüz bin arasındaydı. 2
Bııczacz ya da Buelıaeh da aynı kaderi paylaşan yerleşimlerden biriydi. Kski
Yollıına ve Kızıl Rulenya (Doğu Galiçya) eyaletlerini kapsayan l,\vo\v Başdiyakozlu-
ğıı bölgesi içindeydi. Savaştan önceki sakinlerini Ukraynalılar, Polonyalılar ve. Yahu-
diler oluşturuyordu. Savaşın başlangıcında üç topluluk da Sovyet baskısı altında
kaldı. Daha sonra Yahudiler Nazilerce öldürüldüler. Bu gelişmeden sonra Ukraynalı-
lar Polonyalılara karşı saldırıya geçıiler. Un sonunda geri dönen Sovyetler, bağımsız
örgütlerle ilişki içinde olan herkesi ortadan kaldırdılar.
Savaş dönemi Polonyasında etnik temizlik 1939-1941 arasında balı bölgeleri-
ni Alınan yerleşmesi için temizleyen Naziler ile Dogtı'dan milyonlarca insanı zorunlu
göçelc karşı karşıya bırakan Sovyetler taralından başlatıldı. 194 I 'den sonra bu te-
mizlik harekeli. Ukraynalıları orta Polonya bölgesinden çıkartarak yerlerinden edil-
miş Polonyalıları buralara yerleştirmeyi planlayan gizli Polonya örgüilerıyle Polon-
yalılara karşı terör uygulayan Ukrayna İsyancı Ordusu (UPA) tarafından sürdürül-
dü. Komünistler. Ukrayna'nın Polonyalılardan ve "Vistula Harekâtı" ile de "Polonya
Halk Cıımhuriyeli'ui" Ukraynalılardan temizleme işini 1945 yılında tamamladılar.
Müiiel'ik politikası Posıdam'da. Oder'iıı doğusundaki bütün Almanların ihraç edilme-
sini onayladı (Bkz. s. 1112).
UPA. Alman cephesinin gerisine sızan ve giderek sayıları arlan Sovyet parti-
zanlarına karşı Balı Ukrayna'yı korumak amacıyla 1912 Kkiminde kuruldu.
(UPA'ııııı komutanı General Roman Shııkevıç. "ClnıpnııLı". I9ö0'do yakalanıncaya
kadar mücadele elti.) Komünistlerin yükselişi ne U flırmacht ne de ,<W Galizicıı örgü-
lüyle ılıırdıırıılabilince. Ukrayna yeraltı örgülü çoziiııı için gözü dönmüş k a r a r l a n be-
nimsedi. Balı I krayna. Sovyet veya Polonya egemenliğinin geri gelmesi içııı çalışı-
yordu. Daha radikal unsurlar d u r u m l a r ı saldırıya en elverişli olan sivil Polonyalıla-
ra yok etmeye karar verdiler. 5 Kendilerine karşı çıkan herkesi öldürmekten hiçbir
vicdan rahaısizliği duymadılar:
11 Mart U)43. I'krayna milliyetçileri. IUkrayna'nın l.ılugırszcz (Vnllıyıua) köyünde rlalıa
oıı«' kaçırdıkları Pulnuyalı bir uftretmeııi Cılduıdiller. Bu i ıgrcı. mertle beraber. katliama
karşı çıkaıı birkaç Ukraynalı aileyi de öldürdüler.' 1
Mııyıs ılı' Aralık IİM2 arasında Voltıjııia'da j u z kırk lıındeıı (azla Yahudi Olduruldu. Po-
lonyalıların evlerine kaçarak kıı fin lanlar ise koruyucuları oları l'olurçvalılyrla birlikle
l!)43 baharında üldüriildiıler. Vyııı rlriııeıııde Vulhyııia'ıta yaşajun üç yiiz tını t'ırlenyalı- ;
dan kırk üini l.kraynalı "haydutlar" tarafından öldürülmüştür. Polonyalılar ve iaiıııdıier
Inrçük köyde urluk düşmana karşı Pirlikle savaktılar.'
Savaş dönemi soykırımıııı başlan uca a r a ş t ı r m a işi hiç ele alınmamıştır. Örneğin Po-
lonyalı ya da Katolik ö l ü m l e r i n i s a p l a m a işinin kaçınılmaz, biçimde bir diğer y anı.
Yahudi ve l . k r a y n a l ı ölümleri de vardır. Onlar. Sovyellcrın hizmetindeki Yahudi ve
I k r a y n a l ı işbirlikçilerin ya da A l m a n komutası altındaki U k r a y n a b i r l i k l e r i n i n oyna-
dığı rol üzerinde d u r u y o r l a r . Ne Silezyalı Polonyalıların A l m a n Sehupo birimlerinde-
ki ne de Sovyet O r d u s u y l a işbirliğine giren Polonyallarııı etkinliklerini göz önüne alı-
y o r l a r . Bu onların U R V ı ı ı n Yahudi ve U k r a y n a l ı k u r b a n l a r ı n ı hesaplama ışının bir
parçası değil. Sadece bir tarafa bakan her a r a ş t ı r m a çarpıklıklar üretmeye mah-
kûmdur.
Olağanüstü bir Nazi avcısı olan Sııııon \Viescnı lıal'in Buczaezlı olduğu sırası
gelmişken söylenmelidir. 8
Buy idî J(ü/akm Zaferi (Temmuz J 94.3-Mayıs 1945). 1 9 4 3 ' ü n ortalarından iti-
baren Büyük İttifak her alanda üstünlüğü elde tuttu. Hâlâ zorunlu olarak sa-
vaşmasına rağmen Reich a n ı k kuşatma akındaydı. Karada inisiyatif Sovyetler-
deydi. Aııgloamerikanlar denizde ve havada egemendiler. Amerikan sanayi gü-
cü, Rusya'nın iıısan gücü ve İngiliz İmparatorluğunun gücünün birleşmesine
Hitler'in azalan kaynaklan karşı koyamazdı. İtalya dışında bir İkinci Cepheye
ilişkin olarak hâlâ bir işaret görülmüyordu ve Almanya'da ciddi bir muhalif
harekeı de ortada yoktu. Hitler'in kararan talihini tersine çevireceğine inanılan
Wimttenvo/jen ya da "harika silahlar" dışında Reich'ın ölümü gittikçe daha ina-
nılır hale geliyordu.
Abartılı söylentiler bir tarafa bırakılırsa, yoğun silah geliştirme rekabeti
olduğu doğruydu. Bu rekabet jet motorları, roket ve atom bombası yapımında
yoğunlaşmıştı. Alman bilim adamları iki rekabet alanında yarışı kazandılar.
Jet-enerjisı kullanan Messerschmilt 262'lerin bir prototipi 1942 yılında uçu-
ruldu. Vergeltung, "intikam" roketleri, VI ile V2 Baltık'ta, Peenemunde'de ge-
liştirildi ve Haziran 1944'te Londra üzerinde denendi. Fakat atom bombası
için yapılan rekabeti uzaklardaki New Mexico'da Müttefiklerin Manhattan
projesi kazandı. Onunla Temmuz 1945 te elde edilen başarı Avrupa savaşı için
çok geç kalmıştı.
Müttefikler için en keskin sorunlar politik ve stratejik işbirliği alanınday-
dı. Bunu başarabilmek için "Üç Büyükler"in katıldığı (Tahran (Aralık 1943),
Yalta (Şubat 1945) ve Fostdam'da (Haziran 1 9 4 5 ) ) üç özel toplantı düzenlen-
di. Tartışmaları savaş amaçlarının belirlenmesi, Pasifik ve Avrupa Savaşının
öncelikleri ve savaş sonrası Avrupa planlan gibi üç temel sorun üzerinde
odaklanıyordu. Savaş amaçlan olarak Büyük İttifak, Reich'ın koşulsuz teslimi
konusunda ısrar etmeyi kararlaştırdı. Bu karara, kısmen bir ikinci cephe konu-
sunda Staliıı'in duyduğu kaygılar, kısmen de 1918'de yapılan hataların fark
edilmesi sonucunda ulaşıldı. Sonuç, İttifakı zorlayıcı olmasına karşın, Sovyet-
ler Birliği'ne, Doğuda yapacağı totaliter düzenlemeler için izin verilmesiydi.
Batılı liderler savaştan çekilme olasılığını önceden reddettikleri için, Sovyet
yönetimini ılımlılaştıracak en güçlü araçtan vazgeçmişlerdi.
Almanya'ya ve Japonya'ya karşı savaş arasındaki önceliklerin çatışması
ağırlıklı olarak her iki savaşın da yükünü çeken Amerikalılar için özellikle
keskindi. Yalta'da bunun hakkında bir karar verilecekti. Sovyetler, Japonlara
karşı 1941 'den sonra katı bir tarafsızlık içindeydiler ve Avrupa savaşı sona er-
meden önce konumlanın değiştirmeye yanaşmıyorlardı. Bunun aksine İngiliz-
ler Japon savaşıyla derinden ilgileniyorlardı. Uzakdoğu'ya giden kırılgan yollar
çok zayıf durumdaydı ve dominyonların, özellikle de Avustralya ile Yeni Ze-
landa'nın bağımsız olarak gösterecekleri savaş çabasına büyük bir güven duy-
mak gerekiyordu. Singapur erken bir tarihte dramatik bir şekilde düşmüştü.
Bundan sonra, Britanya'nın katılımı Birmanya (burada Japonlar İngiliz Hindis-
tanı sınırlarını aşmıştı) ve Amerikalılara destek sağlamayla sınırlıydı.
Avrupa'nın geleceği konusundaki planlarda tam bir anlaşmaya hiçbir za-
man ulaşılamadı. İtalya ile başlayarak Batılı Müttefikler Stalin'i Batı Avrupa ile
ilgili düşüncelerden uzaklaştırdılar ve Stalin her şeye karşın Dogu'da yerleşim-
leri hakkında bastırdı. Churchıll'in 1944 Ekiminde Moskova'ya yaptığı ziyaret
sırasında Stalin ile "Yüzde Anlaşması" olarak bilinen tartışmaları önemli bir is-
tisnayı oluşturmaktadır. Bü anlaşma resmi olarak hiçbir zaman kabul edilmedi;
ancak her iki tarafın da, onu, Balkanlar için bir çalışma kılavuzu olarak değer-
lendirdiklerini düşünmemizi sağlayacak bazı nedenler var. Cebinden bir kâğıt
parçası çıkartan Churchill'in bir tarafa ülkelerin kısa bir listesini yazdığı ve on-
ların karşısına da Batı ile Rus etkisine ilişkin dengeyi belirten rakamlar yazdığı
söyleniyor. Piposundan bir neles çektikten sonra Stalin'in aşağıda belirtilen ül-
ke ve oranların karşısına mavi bir kalemle işaret koyduğu ileri sürülür:
Rusva Diğerleri
Romanya % 90 % 10
Yunanistan % 10 % 90
Yugoslavya % 50 % 50
Macaristan % 50 % 50
Bulgaristan % 75 %25ilb
work hedefe otuz metrelik bir mesafede sessizce toprağa indi ve iniş sırasında-
ki çarpma nedeniyle bayıldı. 2. Oxford ve Bucks Hafif Piyade Birliği nin D Bö-
lüğü Orne kanalındaki alavere havuzunu ele geçirdi, M. et Mine Gondree'nin
kahvesine girerek Kurtuluş sözlerini söyledi: "Tamam dostum." 1 1 8
Sonra alaca karanlıkta çıkartma gemisinin çelik kapakları açıldı ve asıl
güçler beş kod adlı kıyılara çıkmaya başladılar. BD 1. Ordusu nun yetmiş üç
bin askeri Ulah, Oıııaha ve Gold'a saldırdı; İngiliz İkinci ve Kanada Birinci or-
dularının seksen üç bin askeri J u n o ve Sword'a şiddetli bir şekilde saldırdı. Sı-
ğınaklarında yere yatan şaşırmış Almanlar görünmeyen savaş gemilerinden atı-
lan büyük güllelerle bombalanıyor ve uçaklardan acımasızca taranıyorlardı.
Sadece "Kanlı Omaha"da saldıranları sıkıştıracak bir karşı ateş açmayı başara-
bildiler. Teksas Rangerleri sarp kayalığa ateş altında kahramanca tırmandılar
ve doruktaki makineli tüfeği yerinden sökülmüş olarak görmek için saldırdılar
sadece. Ancak başarısızlık küçük bir bölgeyle sınırlıydı. D-Day (D-Günü) işli-
yordu. Müttefikler İtalya'da elde ettikleri mevziye Fransa'da bir bölge daha ek-
lemişti. A n ı k Reich her yönden kıstırılabilirdi.
Bununla birlikte harekât yavaş ilerledi. WehrmacJit şaşkınlığını üzerinden
altıkça direniş şiddetlendi. Saldırının yapıldığı kıyının asıl limanı olan Cher-
bourg'u Amerikalılar üç hafta süresince alamadılar. D-Günü sabahı Caen'a gir-
meleri gereken İngilizler, D+34'ıe (9 Temmuz) yollarını ancak açtılar. Fakat
lojistik, Doğu'da olanlara nazaran üstünlüğünü kanıtladı. Takviye kuvvetler
hızla Mulberrilere aklı; Pluto sayesinde petrol hiçbir sorun çıkmadan akmaya
devam etli. Amerikalılar sonunda ballarını vardıklarında Almanların kaçmak-
tan başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Gillikçe azalan aıa nedeniyle Falai-
se'de yakalandıklarında, bir mezbahayı andıran görüntüler içinde ezildiler. Ar-
tık Müttefikler Paris'e ve Ren'e ulaşma yarışına başlayabilirlerdi.
İki yıldır karşı karşıya kaldıkları yenilgilerden sonra Alman Ordusu so-
nunda Hitler'e karşı harekete geçti. Doğu Prusya'da Rastenburg yakınındaki
Doğu Karargâhında, Wolfschanze'sinde, (şimdi Polonya'da Keırzyn) 20 Tem-
muz 1944'le Hitler'ı öldürmek için bir girişimde bulunuldu. Toplantı odasın-
daki meşeden yapılmış büyük masanın altına, çanla içinde bir bomba bırakıl-
dı. Bomba Führer odadayken patladı; sarsılmış bir durumda yaralı koluyla
kaçtı. Moltkeleıin aristokratik Kreisau Çcvresi'nin bir üyesi olan Albay Claus
von Stauffenbeıg yerleştirmişti bombayı. Girişimin başarısız oluşuyla et kanca-
larında yavaş yavaş ölüme terk edilmelerinin Führer'in zevki için filme alın-
ması diğer girişimler için cesaret kırıcıydı. Alman Direnişi hakkında ciltlerce
kitap yazılmıştır. Pastor Bonhoffer veya "Beyaz Gül" gibi soylu bireyler ya da
grupların rolü kuşkusuz tartışma dışındadır. Fakat ortada olan gerçek onların
amaçlarına ulaşmayı başaramadıklarıdır." 9
Bombalı suikast sırasında Almanya'nın Polonya ile Fransa'daki yakın
komşuları istekle özgürlüğü bekliyorlardı. Sovyet ordusu Varşova'nın doğu va-
roşlarına yaklaşıyordu. Amerikan ordusu Paris'in batı bölümündeki varoşları-
na ulaşmak için kendi yolunda ilerliyordu. Bu kentlerin ikisi de Londra'dan
yönetilen direniş savaşçılarıyla doluydu; her ikisi de zalim Nazilere karşı hare-
kete geçmek için hırsla bekliyorlardı. Varşova'da gizli AK taralından, Paris'le
ise Özgür Fransa taralından yönlendirildiler.
Paris 19 Ağustosta harekete geçti. Plan kent içindeki saldırılarla Amerika-
lıların nihai darbesini eş zamanlı olarak başlatmaktı. Fransız Direniş Örgütü,
Normandiya çıkartmasından beri değerlerini anlamış bulunan Amerikan Ko-
mutanlığı ile yakın ilişki içinde çalıştı. İler yönden saldırıya uğrayan Alman
garnizonu karmaşa içine düştü ve geri çekilmeye başladı, bu aşamada Ameri-
kan darbesi geldi. Amerikan komutası altında savaşan General Leclerc'in ko-
mutanı olduğu Fransız zırhlı tümeni en önde ilerleme onurunu eline aldı. Al-
man garnizonu Führer'in taş üstünde iaş bırakmama enirine uymayarak teslim
oklu. Pusudaki keskin nişancılar hâlâ tehlikeliyken, General de Gaulle yıkık
durumdaki Champs Elysees bulvarında yürüdü. Noire-Dame katedralinde bü-
yük bir şükran ilahisi töreni yapıldı. Sivil kayıpların çok fazla olmasına karşın
kentin sakinleri çok sevinçliydiler. Savaş öncesi Fransasındaki Uçuııcü Cum-
hıuiyeı yeniden canlandırıldı; Paris özgürdü artık.
Varşova, Paris'ten aşağı yukarı üç haTta önce, 1 Ağustosta ayaklandı.
Plan, Sovyetlerin nihai darbesiyle kent içindeki saldırıları koordıneli bir şekil-
de gerçekleştirmekti. Ancak Varşovalılar Parislilerin başarısını yaşayamayacak-
lardı. Polonya Direniş Örgütünün istihbaratı hatalıydı; Sovyet Komutanlığının
onlara yardım etmek eğiliminde olmadığını anladılar. Sovyet generalleri Po-
lonya sınırlarını geçtikten beri Polonya gizli örgütlerini bütün çarpışmalarda
kullanmışlardı. Ancak Stalin bağımsız güçleri tanımıyordu; Polonya'ya bağım-
sızlığını kazanması için vardım etmeye hiç niyeti yoklu. Her taraftan birden
saldırıya uğrayan Alman garnizonu geri çekilmeye başladı. Ancak Sovyeıler
kemin dışına geldiklerinde birden bire durdular, iğrenç bir ihaııeı y ürürlük-
teydi. Varşova'yı ayaklanmaya davet eden Moskova radyosu şimdi ayaklanma-
nın liderleri hakkında "bir grup suçlu" diye konuşuyordu, iki Alman panzer
tümeni ileri harekâta başladı ve garnizon Almanların en belalı birimlerinden
yardım almak için zaman kazandı. General Berling'ın kumandası altında Sov-
yetler safında savaşan Polonya ordusu emirlere uymadığı ve ayaklanmaya des-
tek vermeye çalıştığı için cepheden geri çekilmişti. Berling ordudan atıldı. Ba-
tılıların İtalya üzerinden Varşova'ya hava yoluyla yardım sağlama girişimleri
uçakların inişi ve yakıtlarının verilmesi konusunda Sovyetlerin gönülsüzlüğü
nedeniyle kösteklendi. Varşovalı ayaklanmacılar sokaktan sokağa, evdeıı eve,
lağımdan lağıma lop, lüfek ateşiyle Visıül nehrinin kıyısında dinamitlenil he-
defi haline geldiler. Bunlar olurken karşı kıyıda ise Sovyet askerleri güneş ban-
yosu yapıyorlardı. Öldürme partilerinden birisinde, Mokoıovv varoşunda Nazi
birlikleri bir yıl önce Varşova gettosunun tasfiyesinde yaşanan görüntüleri
anımsatan bir şekilde kırk bin çaresiz yurtLaşı öldürdüler. Varşova ayaklanma-
cıları Paris'in kurtuluşundan haftalarca sonra hâlâ savaşı sürdürüyorlardı.
Doksan dört gün sonra, komutanları General Bor Almanlara tutsak olarak git-
tiğinde, 4 Ekim de teslim oldular. Tek tesellileri savaşçı statüsü kazanmalarıy-
dı. Sakinlerinin iki yüz elli binini kaybetmesine karşın Varşova bâlâ özgür de-
ğildi. Polonya'nın savaş öncesi var olan Cumhuriyeti canlandırılmamış». Ha-
rabeve dönmüş Aziz Johannes katedralinde Şükran İlahisi okunmadı. Geride
kalan halk kentten zorla taşındı. Hınçla dolu olan Mitler asi kentte sağlam bir
taşın bile bırakılmaması emrini verdi. Sovyet ordusu Polonyalı kuklalarının
oluşturduğu grupla birlikte nehrin karşı kıyısından, üç ay süren yıkımı seyret-
ti. Varşova'nın boş, sessiz ve karlar altında kalmış yıkıntılarının arasına 17
Ocak 1945'e kadar girmediler.
Batılı Müttefikler Normandiya çıkartmasına karşın birçok başarısızlıkla
karşılaştılar, italya'da Roma D-Dcıy'dan tam bir gün önce düştü, ama Müttefik
ordularını Monte Cassino'da dört ay boyunca frenledikten sonra. D-Day'den
bir hafta sonra, uçan bombaların (dowflehigs) ilki olan Vl'in ve Eylülde ikinci-
sinin (V2) atılmasıyla Londra yıldırım savaşı yeniden başladı. Fransız Riviera-
sına yapılan başarısız planlanmış bir Amerikan çıkartması Ağustosta kolayca
bastırıldı. Kuzeyde Brüksel 3 Eylülde büyük sevinç gösterileriyle kurtarıldı.
Pazar Bahçesi Harekâtı yönetiminde İngilizlerin ileri sıçrayarak Arnhem'de
Ren köprülerini ele geçirme planı bedeli büyük bir felakete dönüştü. Merkez
cephede Aralık ayında, Ardennes'de Amerikalılar "Çıkıntı Savaşı"nda Wcfir-
nkidif'ın son büyük zırhlı karşı saldırısına karşı koymak zorunda kaldılar.
101. Hava İndirme Birliği'ne Bastogne'da yapılan teslim olmaları çağrısına
Amerikalıların "Asla" yanıtıyla Alman Kurmayları ile çevirmenleri yenildiler.
Akdeniz bölgesinde ise İngiliz ordusu kendisini Ekim ayında yeniden girdiği
Yunanistan'da iç savaşın içinde buldu. Churchill komünistlerin saldırılarına
karşı Atina hükümetini desteklemekte hiç duraksamadı. Reich yıkılmadan ön-
ce uçurumun kıyısında sallanmaya bırakıldı.
Almanya'nın Ocak ayından Mayıs 1945'e kadar süren işgali daha önce
hiç yaşanmamış olaylar arasında gerçekleşti, İngiliz ve Amerikan bombacıları
Batı'da büyük Alman kentlerinin hepsini moloz ve ceset yığını haline getiren
bombalamalara devam ediyorlardı. Nazi yetkilileri boş yere Avusturya'nın
Alpler'deki tahkimatlanyla Bavyera'da son direnme noktalarını planlıyorlardı,
Umutsuz Alman sığınmacılar kış ayında doğudan batıya doğru yürüyüşlerini
sürdürüyorlardı. Onbiıılercesi Wilhelm Gustloff ve diğer yardım gemilerinin
baımasıyla ya da buzlarla kaplı Frisches Haffı geçen ölüm yolculuğunda öl-
düler. Hitler'in vurduğu son darbe on dört yaşın üstündeki her Alman erkeği-
ni Volfesstunıı olarak adlandırılan birliklere asker olarak alma kararıydı. Bu
okul çocukları, hastalarla eski askerlerin çoğu, Alman üniforması içindeki
herkesi yok etme politikası izleyen Sovyetler tarafından öldürüldü. Danzig ve
Breslau gibi büyük kentlerle Auschwitz gibi toplama kamplarının zorla boşal-
tılmasına ölüm yürüyüşleri eşlik etti. Doğu'daki Alman varlığı sona eriyordu
[DONHOFF],
Jukov'un Berlin'e saldırısı 12 Ocak 1945'te dört yüz millik bir hat boyun-
ca başladı. BaLılı Müttefikler Ren Nehrine ulaşırken Kızıl Ordu Polonya'yı te-
mizlemişti. Şubatın ortalarında Budapeşte'nin düşüşüyle Viyana ve Berlin sal-
dırıya açık hale gelmişti. Alman askerleri Remagen'de Ren üzerinde kalan en
son köprüyü havaya uçuramayınca Amerikalılar Martın başında bir fırsat ele
geçirdiler. Sonunda çok geçmeden General Palton Batıdaki köprü başından Jtı-
1108 A v r u p a / m ıh i
D0NH0FK
kON'l'KS .Vkırion DoııholT, Doğu Prusya'da, Kömsbcrg'e oluz km. uzaklıktaki f'ned-
rıchsiein aile sarayında 1909 yılında doğmuştu. Büyiik bir ailenin yedinci çocuğu
olarak, kendi dönemlerinin geçi iğinin l'arkına varmaksızın, yarıleodal Doğu Avrupa
aristokrasisinin •/.amanı geçmiş adetlerini izliyordu.
1900'lerde l-Yiedrıehsiciıı. sakinle.rine hâla doğanın ve ayrıcalıklı olmanın gü-
zelliklerim sunuyordu, (iniler, ormanlar ve. Doğu'nun kalı iklimleri araşma yerleşti-
ğinden. orada yaşayan çocukları atlar, piknikler, kütüphaneler, özel öğretmenler,
sevgi dolu dadılar ve seçkin konukların mutlu çevresine dahil ediyordu. Bir zaman-
lar Posfdam'da kraliçe'nin hizmetinde bulunmuş olan Marion'ıın annesi malikâney i
kayzerin sarayındaki katı toplumsal hiyerarşi ve görgii kurallarına duyduğu beğeni-
ye göre yöneliyordu. Hizmetçilerine kendisine, "Acizane, günaydın. Kkselansları" di-
ye lııiap etmesini öğretmişti. Marion'un dünyayı gezen ve zaman zaman Sı l'eters-
burg ile Washington'daki Alman elçiliklerinde diplomat olarak çalışan sakın karak-
terli babası k a r i Augusl hem Prusya Senatosunun kalıtsal üyesi hem de Atman Ke-
ıclısiagının seçilmiş üyesiydi. Halka karşı bolluk, kişisel sadelik ve huilıcrcı dindar-
lık geçerli yaşam tarzıydı.
Birçok Alman soylu ailesi gibi Donlıol'flar da D o ğ u y a ortaçağda gitmişlerdi. İlk
y er leşi ıklcri yer VVesi falya 'da ki Ruhr'da bulunan Dıınohof'uı. İkinci malikaneleri l.i-
votıya'da Riga kıyısında 1330 yılında yerleştikleri ve on sekiz kuşak boyunca kaldık-
ları yıııc Dıınehof adını verdikleri yerdeydi. Denlıolllar olarak tanınan ailenin bıvoıı-
ya'daki soylu dalı çok nüfuz kazanmıştı- Polonyalıların yöneticileri, kardinaller. sUı-
ıVSlHSİur, kral temsilcileri çıktı bu aileden, Protestan olan Prusyalı DontıolTku'. za-
man zaman Saksonya ile Brandetıburg'ia Polonya elçisi olarak görev yapmış ve
I620'de Könisberg yakınma yerleşmiş Livonyalı Vlagnus K m s i von Doıılıofrım so-
yundan geliyorlardı. Onun oğlu l'Yiedrielı ıfifitVda Pregd'le büyük çililikler sal ın al-
dı. Menıel valisi ve l l r e c h l Antlaşmasında Prusya temsilcisi olan Olto Vlagnus. l'Yı-
edrichstein'ın temelini 1 709-1714 yılları arasında altı.
Savaşlar ve felaketler Prusya sınırlarında kol geziyordu. Büyük Kuzey Sava-
şında Doğıı Prusya halkının yiizde kırkı veba nedeniyle yaşamını y ilırdı. Devrim sa-
vaşları çiftliğin 179 l'de vaki edildiğine, 1807'dc l'Yansı/.larm gelişine, serilerin 1810
yılındaki azal edilmelerine ve 1813'le Kııluzov 'ıııı gelişme tanık oldu. Birinci Diinya
Savaşı'nda Rusların .Ağustos I M M ' i c k i ilerleyişinden kurtulan malikane, kurtarıcısı
Peld Mareşal von llindenbıırg'u şahsen ağırladı
1939 Savaşı başlangıçta diğerine benzeyecek gibi g ö r ü n ü y o r d u . Ancak 1944-
19 ir> kış mevsim ine crışild iğinde bir çeşit son ve l o p y e k ü n cezanın hazırlandığı açık
hale gelmişti. ö n e r i l e r i n d e n larklı olarak ilerleyen Sovyci o r d u s u n u n niyeti Doğu
P r u s y a ' d a k i Alınan varlığını ilk darbede ve t a m a m e n yok etmekti. Ailesinin b ü t ü n
yetişkin erkeklerini ya Doğu Cephesı'nde ya da I litler'e bombalı suikast, sonrasında
kaybeden \ l a n o n Donholi. I'riedrıehsteın ile Oıııiı.ainen ç i f t l i k l e r i n i tek başına yöneti-
yordu. 19 ir> Oeağmda bir gece atına binerek batıya giden insanların o l u ş t u r d u ğ u
kafileye katıldı ve U e s ı f a l y a ' y a iki ay sürecek bin millik bir yolculuğa haşladı. (Sade-
ce bir ke/., onda rla Poırıeraııya'da: Vartzın'de Bısıııarck'ın geliniyle görüşmek için
mola verdi.) DonlıolTların allı yiiz yıllık Doğu macerası sona ermişti. Terk e d i l m i ş h'i-
edrıehstein Sovyetler Birliği'ne eklendi.
Krıcdriclısı.ein ile DonlıolTların kaderi fi.ım A v r u p a boyunca yüzlerce kez yine-
lenmiştir. Bolşeviklerin 1918-1921 v i l l a n arasında Rusya a r i s t o k r a s i s i n i uğrafiıkla-
rı yıkım kızıl O r d u n u n ister 1 9 3 9 - 1 9 4 0 isterse 1 9 4 4 - H M â T e g i r d i ğ i bütün ülkelerde-
ki t o p r a k sahibi a r i s t o k r a s i y i bekliyordu. Prusya. Bohemya ve Pıallık Devletlerinin
köklü Alınan aileleri, bitvanya. Beyaz Rusya ve U k r a y n a ' n ı n Polonyalı aileleriyle
Stovakya ve Hırvatistan'ın Vlaearlarını içine çeken aynı u ç u r u m a y u v a r l a n d ı l a r . As-
lında sadece a r i s t o k r a t l a r değil bütiin sınıflardan oluşan bir topluluk yok edildi Sov-
yetlerin verdiği eeza sadece ayrıcalığı değil yüzlerce yıl y a ş a m ı ş k ü l t ü r ü de yok elli 1
"Bir başkasının ana yurdunu ele getirenler için duyulan nefretin... doğal olarak yurda
duyulan sevyıvı gösterdiğine de inanmıyorum. Dnfiu Prusya'nın ormanlarını, göllerim,
geıılş cayırlarını, eski ydlgeli sokaklarını anımsadığımda, oraların lıâlû benim evim oldu-
ğu zamanki kadar dayanılmaz güzellikle nlıttıfiııııu dtısiiniıyorıım. lîelki ile en ii.siiin sev -
gi sal tip olmadan sevmektir." 3
1939'da benim ya da Almanya'da yaşayan herhangi bir kişinin savaşı islediği dog-
rıı değildir. Savaşı yalnızca ya köken olarak Yahudi olan ya da Yalındı çıkarları
doğrultusunda çalışan uluslararası devlet adamları istiyorlar ve kışkırtıyorlardı...
Askerlerimizin cephede gerçekleştirdiği ölçülemeyecek kadar büyük olan işleri bi-
lerek mutluluk içinde öleceğim... Bundan da önemlisi, ulusların liderlerine ırk ya-
salarına ilişkin dikkatli gözlemle bütün halkların evrensel zehirleyicisi olan ulus-
lararası Yahudiliğe karşı acımasız bir karşı kovuşu bırakıyorum. 121
Fiihrer ile karısının son kalıntıları KGB tarafından Doğu Almanya'da bir yere
gömüldü ve sonra da 1970 yılında yine KGB tarafından yakılarak kül edileli.
1993'te eski Sovyet arşivlerinden çıkartılan bir kafatastna ait iki parçanın Hit-
ler'e ait olduğu söylendi.
"Avrupa Zaferi" ya da VE Day Mayısın ikinci haftasında geldi. Bunun Na-
ziler için anlamı yok oluş, tanrılarının intikamı; Alman ulusu için topyekûn
yenilgi demekti. General Montgomery Alman delegasyonunun teslimiyetini
Liıneberg Karargâhındaki çadırında; General Eisenhower resmi teslimi Re-
inıs'ıeki üssünde kabul ettiler; Mareşal Jukov aynı şeyi Karlshorst'taki ka-
rargâhında kabul etti. Almanya'nın koşulsuz teslim oluşu ayın sekizi geceyarı-
sı olarak belirlendi [ G M T ] . Bu an. Moskova'nın yerel zamanına göre ayın do-
kuzu sabah saaı beşe denk geliyordu.
Banş ilanı her saman okluğu gibi gerçekliğe uygun düşmedi. Mültefik
Güçler PasiTikle hâlâ savaşıyorlardı. Bilim adamları New Mexico çölünde ilk
aıomik denemeyi yapmak için telaşlı telaşlı çalışıyorlardı. Avrupa'da bazı böl-
gelerde savaş sürüyordu. Prag'da kıstırılan bir Alman ordusu, son anda nafile
bir çabayla verilecek cezadan kuriulmak islediği için iaraf değiştiren Vlasov'un
RLA'sı tarafından yok edildi. Sovyet egemenliğine karşı bölgesel direniş grup-
larının yürüttüğü mücadele Doğu Avrupa ile SSCB'nin batısında 1950'lere ka-
dar devam etti.
KEEUIAUL
19 F.him 1945, Cuma, Nuremberg,123 Kent ABD Ordusu tarafından işgal edil-
mişti. Fürthersirasse üzerindeki Adalet Sarayının hemen arkasında olan kent
hapishanesinin yönetimini bir Amerikalı albay üstlenmişti. "Alman Büyük Sa-
vaş Suçluları Mahkemesinin yirmi dört sanığından yirmi biri hücrelerine kapa-
tılmışlardı. Suçlamalar nedeniyle m a h k e m e y e çıkacakları ilk gündü.
İddianameyi okuma görevi akıcı Almanca konuşabilen eski bir savaş tut-
sağı olan bir ingiliz binbaşısına düşmüştü. Saat 14'te hapishaneye gittiğinde
kapılarında k ü ç ü k pencere parmaklıkları olan yan yana dizilmiş üç hücre gör-
dü. Her kapının ö n ü n d e bekleyen ve bu parmaklıklardan içeriyi dikkatle göz-
leyen nöbetçiler vardı. Üst katlardaki açık balkonlar tel örgülerle kapatılmıştı.
Yirmi ikinci sanık yakın bir zamanda intihar etmişti. Olayın bir düzine tanığı
vardı. Binbaşıya binayı hapishanenin komutanıyla anahtarları taşıyan bir baş-
çavuş gezdiriyordu. Onların arkasından Uluslararası Askeri M a h k e m e Genel
Sekreteriyle çevirmeni, belgeleri taşıyan iki Amerikan askeri, bir ABD güvenlik
subayı, elinde not defteriyle hapishane psikologu ve hapishanenin Lulher
mezhebinden olan papazı geliyordu. En arkada ise, karakteristik miğferlerini
giymiş halde Amerikan inzibatları bir avuç "kardelen" gibi yürüyorlardı.
Ingilizceden Almaııcaya yeni çevrilmiş iddianameler çok hacimli belgeler-
di. Kapak sayfasında; "Amerika Birleşik Devletleri, Fransa Cumhuriyeti, Bü-
yük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı ile Sovyet Sosyalist C u m h u r i -
yetleri Birliği..." cümlesinden sonra, Goering'in başım çektiği listede yer alan
yirmi dört kişiye "karşı..." sözleri okunuyordu. Suçlamalar döıt ana başlıkta
toplanmaktaydı. Gizli komplo planları, barışa karşı işlenmiş suçlar, savaş suç-
ları, insanlık suçları. Davalıların her birine genel suçlamalarla kişiye özel suç-
lamaları içeren iddianameden iki kopya verilecekti. Angloamerıkan uygulama-
sı iddianamelerin davalıların yüzüne okunmasını gerektiriyordu.
Hukuk mezunu olmasına karşın genç binbaşının şimdiye katlar buna
benzer bir deneyimi olmamıştı. Tel örgüleri gördüğü anda, Sttresnes hapisha-
nesinin buna benzer bir balkonundan Gestapo tarafından yakalanmış Belçikalı
havacı bir arkadaşının cesedini attığını anımsadı. Birkaç aydır M a h k e m e için
çalışmasına karşın binbaşı Nuremberg'e yeni gelmişti ve tutuklularla yüz yüze
hiç görüşmemişti:
Hfiı-ifr/ 27.
Savaş Sonrası Almanya, 1945'ten Sonra
"Hapishanenin obur ucundaki yüksek pencereye doğru baktım. Parlak sonbahar
güneşinin karsısında bulunan yukarı katlardaki hücrelere dönerek çıkan merdi-
venler gölgede kalmıştı. Anahtarların çıkardığı rahatsız edici ses sayılmazsa son-
suz bir sessizlik vardı...
Sıranın sonuna yakın bir hücreye gidinceye kadar sessizlik sürdü. Kapıdaki
nöbetçi selam vcıdi. Bir tabancasıyla copu olduğunu gördüm... Hücrenin kilitli
kapısı açılırken ayağa kalkan (tutuklu ile) konuşmaya hazırlandım...
Keodı sesimi duyduğumda şaşırdım.
"Hermann W i l l l e l m Gocrıng?"
"Jawohl." (Cveı.)
"Ben davalı olarak adınızın geçtiği iddianameyi size okumak için Uluslararası
Asken Mahkeme tarafından görevlendirilen Binbaşı Ncave'im."
Söylediklerim kendisine çevrildikçe görüntüsü değişerek kasları çalık bir kati-
le dondu. İddianamenin bir kopyasını kendisine verdiğimde sessizce aldı. "Ayrıca
size Mahkeme Tüzuğü'nütı 16. Maddesini açıklamam emredildi" diye konuşur-
ken beni dinliyordu.
Almanca bir kopyası kendisine uzaııldı.
"Paragraf (c)'ye bakın. Mahkemede savunmanızı yapma hakkınız var, islerse-
niz avukattan da yardım alabilirsiniz."
"Avukatınızı seçme hakkınız var. eğer bu olmazsa mahkeme sizin için bir avu-
kat atayacaktır."
Goering'in söylenenleri anlamadığı açıktı... Biraz sonra, "Hiç avukat tanımıyo-
rum. Onlarla yapacak bir şeyim yok" dedi.
"Bir avukat tarafından temsil edilmenizin iyi olacağını düşünüyorum."
Omuzlarını sılkti.
"En kııçtik bir şanstın Bile yok gibi görünüyor. Bu iddianameyi dikkadice
okumam gerekiyor, fakaı nasıl bir hukuksal temeli olacağını anlamıyorum."
Goeıing'in hücresinden ayrılmamdan birkaç saaı sonra, hapishanenin psikolo-
gu Dr. Gilbert, iddianamenin bir kopyasını imzalamasını söylemiş. Goering, "Mu-
zaffer olan daima sanığı yargılayıp yok edecektir" 124 diye yazmış.
YİRMİNCİ YÜZYİLİN ikinci yarısında Avrupa için güçlü bir beyhudelik duy-
gusu seziliyordu. İkinci Dünya Savaşı'nm muazzam kayıpları güvenliği sağla-
mamıştı; Kıla kısa bir süre soma, aşağı yukarı elli yıl sürecek ve tüm enerjisini
tüketmiş bir politik ve askeri bloklaşma içinde bölünecekti. Çok büyük kay-
naklar özellikle Doğu'da verimsiz alanlara yatırıldı; tarafsızlığını sürdürebile-
cek birkaç ülke vardı ve Avrupa birliğinin kurulması yeniden ertelenmişti.
Beyhudelik duygusu Jean-Paul Sartre'ın savaş sonrası oluşan çevresiyle
varoluşçu (egzistansiyalist) filozoflar tarafından çok iyi yakalanmıştı. Bir süre
sonra bu duygu Avrupa ülkelerinin çoğunda gücünü kaybetti, ama ilerleyen
yıllarda güç kazanacak barış hareketi ile antinükleer protestolarda yeniden or-
taya çıkacaktı. Bu duygu. Doğu Avrupa'da resmi propagandanın iyimserligiyle
örLüldü ve insanların iç dünyalarında 1989-1991 "Rcfolution" (revolution by rc-
/oiTiı-ı eform yoluyla devrim) hareketine kadar baskın bir duygu olarak var ol-
du.
Yaralan sarmak isteyenler için berekel versin ki Avrupa'nın bölünmesi sa-
vaştan önce planlanmış güçlü Avrupa hareketinin uyarılmasına ve Batı'da ge-
lişmesine yardım etti. İlk olarak uluslararası ilişkilerin iyileştirilmesi için bir
ahlaki kampanya olarak başladı ve ekonomik işbirliği alanında yeni bir toplu-
luk duygusunu geliştirdi. Avrupa Konseyi (1949'dan sonra) ile AET (Avrupa
Ekonomik Topluluğu) (1958'den sonra) ve daha çok Avrupa ülkesini birliğe
çekmek için kurulmuş onun tamamlayıcısı birçok kurum oluşturuldu. Bir Ko-
münist Avrupa birliği kurma düşüncesi bile yıllarca yaşayacaktı.
Sonuçla, Batı Doğu'dan ölçülemeyecek kadar daha dinamik olduğunu ka-
nıtladı. ABD'nin yardımıyla Batı Avrupa hızla savaş sonrası perişanlığından
kurtuldu ve görülmemiş bir refah düzeyine ulaştı. Ban Almanya'nın Wir(s-
chjtsww\da örneğinden cesaretlenen Avrupa Ekonomik Topluluğunun ilk
üyeleri amaçlarının yararlarını ilan etmekte hiç güçlük yaşamadılar. 1956'dan
1983'e kadar üye sayısı altıdan on ikiye yükseldi, birçok ülke de sıradaydı bu
tarihte. Kremlin kas gücüne dayanan imparatorluğunu gittikçe beceriksizce
bir arada tutmaya çalışırken, Asya ve Afrika'da bağımsızlık hareketlerinin yo-
ğunlaşması Batı Avrupalı sömürgeci güçlerin ellerini bütünleşmiş bir Avrupa
yaratmak için serbest bıraktı. NATO'nun liderliği altında Batı Avrupa'nın gü-
venliği Sovyetlere karşı sağlam duruma geldi. 1980'lerin sonuna doğru Avrupa
harekeli, tam da Sovyet komünizmi ölüm yatağına çıkarken olgunlaşma aşa-
masına yaklaşıyordu.
Bölünmeler olmasına karşın Avrupa kavramı, Doğu'da, Batı'da olduğun-
dan daha cansız değildi. Sovyet tiranlığı Avrupa idealini saptırarak teşvik et-
mekle çok etkiliydi. Eski Sovyet bloğu yaırttaşları Batı Avrupa'daki yiyecek
dağlarından çok etkilenmişlerdi, ancak Avrupa'yı birleştirme amacının maddi
boyutu olduğu kadar manevi boyutunun olduğuna inanmak için de neden
çoktur. "Avrupa'nın iki akciğeri" var demişti bir keziııde Slav bir papaz; "ikisi-
ni de kullanıncaya kadar kolay nefes alamayacak
Avrupa'nın kaybedilmiş yılları üç dönem içinde incelenebilir. Bu donem-
ler Müttefikler arası birliğin yitirildigi savaş sonrası ( 1 9 4 5 - 1 9 4 8 ) dönemle baş-
lar. Yaklaşık olarak kırk yıl süren Soğuk Savaş ( 1 9 4 8 - 1 9 8 9 ) ile devam eder ve
Mihail Gorbaçev'in Moskova'daki hayret uyandıran iktidarı ( 1 9 8 5 - 1 9 9 1 ) ile
sona doğru ilerler. Tüm bunların dışında belki de, VE (Avrupa Zaferi) günü, 9
Mayıs 1945'te, başladığı ve Sovyetler Birliği'nin Aralık 1991'de dağılmasıyla
sonuçlandığı söylenebilir. Bu tarihe gelindiğinde Avrupa'nın hemen hemen
tüm halkları kendi kaderlerini belirlemekte özgür olmuşlardı.
1 9 ] 8 iri tersine genel bir Barış Konferansı düzenlenmesi için acil bir istek
yoklu. Her şeyden ö n c e yeni bir Anlaşmanın imzalanacağı bir Alman h ü k ü m e -
ti ortada yoktu ve Stalin halihazırda ele geçirdiği büyük kazanımlar! tartışmak
için bir istek duymuyordu. S o n u ç olarak yapılacak tek Barış Konferansı yenik
beş k ü ç ü k ülkenin (İtalya, Romanya. Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya)
durumlarım belirlemek için T e m m u z - E k i m 1946'da Paris'te düzenlenen kon-
ferans oldu. Neredeyse dikle ettirilen barış koşulları dışişleri bakanlarından
oluşan Müttefik Konseyi tarafından hazırlandı. Yenik buıün ülkeler toprak
kaybını kabul etmek zorunda kaldılar. İtalya. Afrika imparatorluğunun bütün
topraklarını kaybetti, ancak Güney Tirol elinde kaldı. Büyük oranda S S C B ile
Yugoslavya'ya olmak üzere toplam olarak 1 . 2 5 0 milyon dolar tazminat ödeye-
ceklerdi. Güçlü Sovyet muhalefetine karşıtı Konferans, T u n a Nehrinin ulusla-
rarası bir su yolu olarak kabul edilmesiyle Trieste'nin Birleşmiş Milletler dene-
timinde bir serbest liman olmasına karar verdi.
İkinci Dünya Savaşından sonra hakkında açık olarak tartışma yürütülmüş
tek Avrupa bölgesi olan Trieste yedi yıl boyunca gergin bir ortamda kaldı. Li-
man ile kenti içeren A Bölgesi İngilizlerin; kentin doğusu, B Bölgesi Yugoslav'-
ların denetimi altındaydı. Bu b ö l ü n m e s o n u n d a Ekim 1954'te İtalya ile Yugos-
lavya arasında imzalanan anlaşmayla kabul edildi (Bkz. Ek 111, s. 1 3 7 3 ) .
Savaş sonrası Avrupası gelgite benzeyen sığınmacı akınlarıyla karşılaştı,
Hem Naziler hem de Sovyetler kitle göçüyle zorunlu işgücünü kullanmışlardı.
Hayatta kalan birçok kişi arlık özgürdü. Sadece Almanya'da bu şekilde yerle-
rinden edilmiş ( Y E ) dokuz milyon insan vardı. Bunlar ilkel, kalabalık kamp-
larda, genellikle de savaş tutsaklarının son zamanlarda boşalttığı kulübelerde
yaşadılar. Bu insanların en büyük bölümü Kızıl Ordunun yeni fethettiği ülke-
lerden gelmişlerdi ve cezalandırılma korkusuyla ülkelerine dönmeyi şiddetle
reddediyorlardı. Bu gruplar UNRRA (UN Rc/ugt'e Rcliej Adminisfıcılion-Birleş-
miş Milletler Mültecilere Yardım Yötıetimi-BMMYY) yönetimi altındaydılar ve
önce Avrupalı G ö n ü l l ü İşçiler olarak Baıı Avrupa'daki sanayi merkezlerine ol-
mak Üzere daha sonra da göç planlarıyla Kanada, ABD, Avustralya ve Güney
Amerika'ya yavaş yavaş dağıldılar. 1 9 5 1 - 1 9 5 2 ' y e kadar son g ö ç m e n l e r kaldık-
ları yerleri hâlâ terk etmemişlerdi.
Askeri personel de mahsur kalmıştı. Batılı Güçler, Müttefik safında dö-
vüşmüş birlikler için bile yiyecek sağlamakta güçlüklerle karşılaşıyorlardı. Ör-
neğin General Anders'in Kuzey İtalya'ya kadar ilerlemiş Polonya ordusu bir-
kaç yüzbin askerle onların geçindirmek zorunda olduğu insanlardan oluşu-
yordu ve yurtları S S C B tarafından işgal edilmişti. Bu insanların hepsi 1946'da
İngiltere'ye götürüldüler ve Polonyalıları Yerleştirme Örgütü'ne ( P Y Ö ) eğitim
ve asimilasyon için katıldılar.- Ne tuhaflır ki. savaş öncesinde Polonya yurttaş-
ları olan Waffen SS Galizien'in İtalya'ya gelmiş ve Sovyet yetkililerinin insafına
terk edilmemiş olan eski üyeleriyle İngiltere'de birleştiler. Eski Wehrmacht
kadrolarının çoğu bunlar kadar şanslı değildi. Sovyetlerin yakaladığı Alman
savaş tutsakları, Almanya'dan gelen eski Sovyet savaş tııtsaklarıyla aytıı kaderi
paylaşacakları Gulag'a gönderildiler. (Hayatta kalanlar 1956'da ülkelerine geri
gönderildi.)
Balılı Müttefikler yurtdışından ülkelerine donen insanlara yapılan komü-
nist barbarlıkların farkındaydılar. Takat hem sivil hem de askerler için Sıalin'in
dönmesini istediği insanları zora dayanan bir politikayla ülkelerinden dışarı çı-
kardılar. ilk konvoy Ekim 1944'ıe Liverpool'den Murmansk'a deniz yoluyla
gizlice götürülen, ingilizlerin Normandiva'da ele geçirdikleri eski köle işçiler-
di. 1945 Baharında Sovyet yurttaşlarının çoğu iade edilmeden önce kitlesel in-
tiharı seçtiklerinde ciddi bir direniş kışkırtılmış». Uygulama durdurulmadan
önce özellikle Kazak Tugayı ile Hırvatların büyük bir bölümü olmak üzere yüz
binlerce kişi ölüm olduğu neredeyse kesin olan sonlarına teslim edildiler 3 [KE-
KLHAU1J. Angloamerikalılarm kendi adlarına savaş tutsaklarına davranışları
konusunda övünmeleri gerekli değildi. 1 9 4 5 - 1 9 4 6 Amerikan politikası hakkın-
daki bir çalışma, Ban Avrupa'da tutulan Alman tutsakların Cenevre Sözleşme-
sini geçersiz kılmak için idari olarak yeniden sınıflandırıldıklarını ve önemli
bir oranının ihmal nedeniyle ölmüş olabileceklerini ileri sürmüştür. 4
Potsdam'da kararlaştırılan nüfus değişimi 1945 sonbaharında uygulanma-
ya başladı. Sekiz milyon civarındaki Alman, Çekoslovakya ile Polonya'daki ev-
lerinden sürüldüler. Savunmasız göçmenler yerel kinin avı oldular. Komünist
güvenlik servisleri toplama merkezleri olarak eski Nazi kamplarını kullandı-
lar. Kölıı davranışta bulunmak çok sıradan bir olaydı. Ölü sayısı on binler ola-
rak hesaplanıyordu. Haddinden fazla kalabalık araçlar peş peşe Almanya'nın,
İngiliz ve Amerikan bölgelerine gönderildi. Bunun sonucu olarak, Veriri e/mer-
tlinde ya da bölgesel "sığınmacı kuruluşları" savaş sonrası politik ortamın et-
kili bir anlikomünist gücü olacaklardı. Bu göçmenlerin başarılı bir şekilde
özümlenmeleri Ban Almanya'nın gösterdiği birçok mucizenin ilkidir. 5
Dengeleyici nüfus hareketleri daha doğuda gerçekleşti. Kaliningrad adını
alan boş Könisberg kenti Sovyet ordusunca Rusya Federatif Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti'nin bir parçası olarak yeniden şenlendirildi, lki-üç milyon civa-
rında Polonyalının SSCB'nin işgal ettiği illerden batıya doğru göçmelerine izin
verildi. Örneğin Wroclaw adını alan boş durumdaki Breslau kenti, asıl olarak
üniversiteleri, belediye başkanları, tüzel kişilikleri ve ulusal müzeleriyle birlik-
le Lwow'dan göç eden Polonyalılara dolduruldu. Polonya ile Çekoslavak-
ya'daki eski Alman bölgeleri, yoksul yerli göçmenler için hazır ikamet ve iş
kaynağı sağladı.
Batılı Güçler, Birinci Dünya Savaşından sonra fiyaskoyla sonuçlandığı
için Almanya'ya cezalandırıcı tazminatlar ödetilmemesi konusunda ısrarlıydı-
lar. Sovyetler ise aksine çıkartabilecekleri azami miktarı almak istiyorlardı.
Resnıi Sovyet talebi yirmi milyar dolardı. Fakat müttefikler arası görüşmelerde
kaybetmeyi beklemediler: İşgalin ilk günlerinden itibaren Sovyet onarım ekip-
leri sanayi tesislerini, demiryollarını, enerji istasyonlarını, çiftlik hayvanlarını,
demiryolu araçlarını sökerek götürmeye başladılar. Bireysel ya da kamusal
Sovyet yağmacılar, Almanya ile Polonya ya da Çekoslovakya idaresine bırakı-
lacak yerler arasında hiçbir fark yokmuş gibi davrandılar.
Tüm Avrupa'da insanlar savaş dönemi işbirlikçileriyle hesaplaşmak isti-
yorlardı. Bazı durumlarda bu iş yasal süreç içinde yapıldı. Pierre Laval, Vid-
D i v i s « e l /mitvısd C o l ı u ı m u s v c ßf<(tüilc>mh A v r u p a , J 9 4 5 - I 9 9 J I ] 27
kun Quisling, William Joyce (Lord Hav-Hav) ile Peder Tiso yargdanıp ölüm
cezası alanlardandı. Yargılanıp ölüme mahkûm edilmesine karşın yaşlı Mare-
şal Petain geride kalan aylarını İle d'Yeu'da geçirdi. Kuşkulu iki yüz bin işbir-
likçinin göz altına alındığı Hollanda ile allı yüz otuz dört bin kişinin göz allına
alınıp yetmiş yedi binine ceza verildiği Belçika'da bu işler çok daha ciddi yapıl-
dı. Bunlar dokuz bin duruşmanın yapıldığı ve otuz beş ölüm cezasının verildi-
ği Avusturya'ya benzemektedir. Buna karşın halk sorunu sık sık kendi yön-
temleriyle çözmeyi denedi. İtalya'da binlerce faşist ya linç edildi ya da
parıizanlarca öldürüldü, Fransa'da bir cezalandırma düşkünlüğü içinde genel-
likle uyduruk suçlamalarla on binlerce kişi öldürüldü. Büyük savaş suçları
için Nuremberg duruşmalarının yapıldığı Almanya'da Nazileri taslıyc hareketi
yavaş ilerledi ve yıllarca sürdü. SS subaylarının, köle emeği kullanan işverenle-
rin ve toplama kampları personelinin arada sırada açılan davaları 1950'ler ile
1960'h yıllar boyunca sürdü. Fakat balık sürüsünün büyük kısmı kurtulmuş-
tu: Dokuz milyon eski naziyle uğraşmak güçlü.
Komünistler, işbirlikçilerin tasfiyesi bahanesiyle Doğu Avrupa'da kendi
muhaliflerini etkisiz hale getirdiler. Örnek olması için birkaç önemli Nazi ce-
zalandırıldı: Auschwitz Komutanı Hoess yargılandıktan soııra 1946'da Polon-
ya'da idam edildi. Ancak alı düzeydekilerin çoğu saf değiştirmeyi kabul ettik-
leri takdirde hayatta kaldılar. Örneğin Polonyalı faşist Falanga'sınuı başı
Boleslaw Piasecki 1943'te bir Sovyet hapishanesinden komünistlerin destekle-
diği sahle Katolik örgütü PAX'm lideri olarak çıktı. Bu sıralarda Doğu Avrupa-
lı politikacıların büyük bir çoğunluğu, doğru olup olmadığına bakılmaksızın,
"faşist" ya da "işbirlikçi" damgasıyla Sovyet Gulag'ına ya da bir başka komü-
nist hapishanesine teslim ediliyorlardı. Nazi savaş suçlularının, antinazi dire-
niş harekelinin çiçekleriyle aynı hücreleri paylaşmaları hiç de az rastlanılan
bir uygulama değildi. Buchenwald gibi Nazi toplama kampları yeni sakinlerle
doldurmak için KGB tarafından yeniden açıldı.
Eski Reich'ın karmaşanın ortasında bir şekilde yönetilmesi gerekiyordu.
Avusturya Reiclı'tan hemen ayrılmıştı. Silahtan arındırılmış, küçülmüş ve as-
kersizleştirilmiş Almanya beş parçaya ayrılmıştı, dört işgal bölgesine ek olarak
kendi de dört bölüme ayrılmış Berlin keııti (Bkz. harita 27, s. 1114). Pots-
daııı'da alınan karara göre merkezi bir hükümet olmayacaktı ve ekonomik ya-
şamı canlandırmak için Mütıeliklerarası Denetleme Komisyonu'nun (Jnler-
AJlied Control Commission-ICC) doğrudan denetimi altında çeşitli bakanlıkla-
rın kurulması gerekiyordu. Yerel yönetimin bütün aşamaları ingiliz, Amerika-
lı, Fransız ya da Sovyeı subaylarının başkanlığı altındaki komiteler taralından
yerine getiriliyordu. İlk iki kış boyunca öncelik sadece yaşamın sürdürülmesi-
ne verildi. Almanya'nın kentleri harabeye dönüştüğü için yollar, demiryolları
ve köprülerin yeniden yapılması gerekiyordu. Beşte biri sığınmacı olan elli
milyon insanın barındırılması ve doyurulması gerekiyordu.
Bununla birlikte. Alman politikası Sovyet bölgesinde sürdürülüyordu.
Walter Ulbrichı'in ( 1 8 9 3 - 1 9 7 3 ) liderliği altında bir komünist grup daha savaş
sona ermeden önce Moskova'dan gelmişti. Aralık 1945'te yapılan yerel seçim-
lerde Sovyet işgal bölgesinde sosyalistlerin avantaj kazandıklarının anlaşılma-
sıyla birlikte, komünistler sosyalist liderleri tutuklamaya ve oy pusulalarını
saklayarak açık bir saldırıya giriştiler. Sovyet bölgesindeki tek serbesı seçimin
sonuçlan görmezden gelindi ve komünistlerle sosyalistler arasında baskıyla
bir işbirliği oluşturuldu. Bu çalışmaların sonucu olarak daha Nisan 1946'da,
Ulbricht'in başkanlığında tek parıidevletini ortaya çıkartmak için Sosyalist Bir-
lik Partisi (SED-SBP) hazırdı. Bu koşullar altında Almanya'nın "demokratik
dönüşümü" için Müttefiklerin önerisine göre üç Batılı işgal bölgesinde özgür-
ce çalışabilecek üç yeni Alman partisi (Kurt Schumacher'ın SPD'si, Konrad
Adenauer'in Hıristiyan Demokratik Birliği (CDU-HDB) ile Özgür Demokratik
Birlik) 1945 te çalışmaya başladı.
Komünist entrikaları özellikle Polonya'da çok açık haldeydi. 1943'teıı be-
ri Batılı Güçler Polonyalı müttefiklerinin çarmıha gerilmesine gözlerini kapa-
mışlardı [KATYN]; Polonya'yı Yalta'da Stalin'e bir tabakla sunmuşlardı. Olta-
ya çıkan sonuçlar feciydi. Haziran 1945'teki Moskova Mahkemesinin sonu-
cunda (Bkz. s. 1115) savaş dönemindeki direniş hareketi üyeleri <;u masse
(toplu olarak) yakalandılar; komünist olmayan partilere saldırılar başladı; ye-
raltının geriye kalanları arasında şiddetli bir iç savaş yaşandı ve Yalta'da söz
verilen özgür seçimlerin yapılması sürekli olarak ertelendi. Ülke bir NKVD su-
bayı olan ve "partiler-dışı lider" olarak gösLeri yapan Boleslavv Biertıt ( 1 8 9 2 -
1956) tarafından yönetiliyordu. Londra'daki Polonyalıların tek temsilcisinin
hiçbir gücü yoktu. 1946 Haziranında yapılan kuşkulu referandumun sonuçla-
rı, resmi suç ortaklığıyla Kielce'de alçakça girişilen soykırıma ilişkin olarak ve-
rilen raporların arasında boğuldu. Sonunda Ocak 1947'deki seçimlerde yapı-
lan hile o kadar açıklı ki, ABD büyükelçisi protesto etmek için istifa etti.'
Yine de Slalin'in bütün niyetleri bu aşamada açıklıktan çok uzaktı. Ko-
münistlerin yönetimi eğer Polonya ile Yugoslavya'da kötüyse (Tilo intikamını
muhaliflerine kan banyosu yaptırarak almıştı) Batı'nın gözdesi Çekoslovak-
ya'da bu kadar fena değildi. Beneş ile oııun Dışişleri Bakanı Jan Masaryk
( 1 8 8 6 - 1 9 4 8 ) hâlâ işlerinin basındaydılar. Çek komünistlerinin oldukça yük-
sek bir kitle desteği vardı ve yönetimdeki koalisyonda sorumlu ortak olabilir-
lerdi. Doğu Avrupa'nın her yerinde politik durum karışıktı. Macaristan, Bulga-
ristan ve Arnavutluk'ta cumhuriyetçi anayasalar 1946'da, Romanya'da I947'de
benimsenmişti. Hepsinin Almanlarla ilişkisi olmasına karşın Balkan monarşi-
lerinin yıkılması büyük kederlere yol açmamıştı. Komünist etkisinin genel ola-
rak artması faşist döneme doğal bir tepki olarak değerlendiriliyordu. Ortada
Sovyetlerin planına ilişkin herhangi bir işaret görülmüyordu.
Stalin'iıı jhıiyatlılığı kolayca açıklanabilir. Sovyetler Birliği şaşkınlık yara-
tacak şekilde hâlâ Batı'nın gözünden, özellikle ABD'nin gözünden düşmemiş-
tir. Savaşta çok büyük bir yıkıma uğramıştı ve şiddetle zamana gereksinimi
vardı. Sovyetler Birliği, yirmi beş milyon nüfuslu 7 0 6 . 0 0 0 km. karelik yabancı
toprağını kendine katmıştı ve temizlik yapılması, bu insanları Sovyet yaşam
tarzına hazırlaması için zamana gereksinimi vardı. En önemlisi de Sovyetler
Birligi'nin atom bombasına henüz sahip olmamasıydı. Bu nedenle Amerika'yla
Dıvısrt t'l (ndivisn: Bölünmüş ve 8ü(ünlc$mtş Avrupa, j 9 4 5 - J 9 9 J 1129
karşı karşıya gelmek için erkendi. Akla en uygun yaklaşım Amerikalıların Av-
rupa'daki birliklerini geri çekeceklerine ilişkin verdikleri sözü tutup tutmaya-
caklarını bekleyerek gelişmeleri görmekti.
Amerika'da ç o k farklı görüşler vardı. Sovyet tehditinin çok abartıldığını
ve Avrupalıların Avrupa'nın sorunlarını çözmeleri için yalnız bırakılmaları ge-
rektiğini Kongrede savunan güçlü bir lobi vardı. Başkan Truman'ın dile getir-
diği karşıt görüş ise Churchill'in Fulton konuşmasının kapanış cümlesiyle
uyum içindeydi: "Rus dostlarımız... güce duydukları saygıyı başka hiçbir şeye
duymuyorlar." B u n a bağlı olarak ABD politikası iki yıl dengede durdu. Müda-
hale yanlıları yollarının her metresini mücadele ederek açmak zorundaydılar.
Sovyet propagandasının aşağılayıcı doğası, Sovyet yanlılarının yıkıcı etkinlik-
leri, Almanya'daki Sovyeı yöneticilerinin engellemeleri, Amerika'nın ekono-
mik önerilerinin Sovyetlerce reddedilmesiyle ingilizlerin önerisi s o n u c u n d a
kararlılıkları gittikçe güçlendi. 1947 baharında ortaya çıkan Yunanistan buna-
lımının Başkan Truman'ı stratejik bir karar almaya zorlamasından sonra mü-
dahale yanlıları mücadeleyi kazandılar. İkinci derecede önemli olan elken ise
Çin'deki komünist ilerlemeye ilişkin gelen haberlerdi.
Avrupa k o m ü n i s t partileri faşizm karşısında kazanılan zaferle çok güçlen-
di. Bu partiler, Direnişte oynadıkları role saygı duyulan ve seçmenlerin dörtte
birinin desteklerini aldıkları Fransa, Belçika ve İtalya'da özellikle etkiliydi. Ka-
sını 1944'te Brüksel'deki başarısız komünist darbeden sonra stratejileri parla-
m e n t o ve hükümet koalisyonlarına katılmak oldu. Ancak 1947'de italya'da ve
Fransız madenlerinde düzenlenen grevler var olan uyumu bozdu. Stalin'in Av-
rupalı yandaşları demokrasinin gelişmesiyle e k o n o m i k canlanmayı sekteye uğ-
ratmaya çalışıyorlardı. Almanya'daki Batılı ve Sovyet yöneticileri arasındaki
ilişkilerin niteliği ılımlılıktan kötüye, kötüden betere doğru gelişti. Kullanılan
ortak bir dil yoktu; Berlin birbirlerine düşman bölümlere b ö l ü n m ü ş durumda
kaldı. Batılı Güçler 1946'nın ortalarında Potsdam'da düşünüldüğü gibi birleşik
Alman e k o n o m i k sahasını yaraLma yollarını aradılar. Sovyetler buna katılmayı
reddetti. Bundan sonra ise Batılıların işgali altında bulunan üç bölge, Haziran
1947 de Angloamerikalıların himayesinde oluşturulan Alman E k o n o m i k Kon-
seyinin desteğiyle kendi yollarını çizmeye başladı,
1947'ye kadar İran ile Yunanistan ingilizlerce yönetilmişti. Ancak Hindis-
tan, Mısır ve Filistin'deki üç büyük bunalımın baskısında kalınca müflis İngi-
lizler birdenbire buralarla daha fazla uğraşanıayacaklartna karar verdiler.
İran'da parlamento, Sovyet güçlerinin kuzey sınırından büyük miktarda petrol
karşılığı çekilme önerisi yapıldığında böyle bir düzenlemeyi reddetme karart
aldı. Bir Sovyet misillemesi olasılığına karşı Tahran'a Amerikalı danışmanlar
getirildi. Yeni bir tür Sovyet-Amerikan karşılaşması gelişim halindeydi. Yuna-
nistan'da Mayıs 1946'da iç savaş başladı. Komünist isyancılar Arnavutluk, Bul-
garistan ve Yugoslavya'daki üslerinden güneye doğru ilerlediler. Atina'daki
Kralcı hükümeti korumak için Britanya'nın ödediği bedel hızla yükseldi;
Londra mali yardım için Washiııgton'a başvurdu. ABD, Avrupa'dan çekilmeye
hazırlanmak yerine komünist yayılmaya karşı direnişin yükünü omuzlamaya
çağrılıyordu. Global güçte kesin bir değişiklik oluşmak üzereydi.
Başkan T r u m a n ' m verdiği yanıt açıktı. Yunanistan ile Türkiye'ye dört yüz
milyon dolarlık yardım için Kongre'ye başvurduğunda yeni sağlam bir politi-
kanın ilkelerini dile getirdi. "Birleşik Devletler in politikası" diye ilan elti, "si-
lahlı azınlıklara veya dış baskılara boyun eğmeyi kabul etmeyen özgür halkla-
ra yardım etmek olmalıdır." 12 Mart 1947'de açıklanan bu Truman Doktrini,
Amerika'nın özgür dünyanın liderliğini gönüllü olarak kabul ettiğinin işaretiy-
di. Böylece uzun süren kararsızlık dönemi sona erdi ve Amerikan birliklerinin
Avrupa'da sürekli olarak bulunacağının güvencesi verildi. T r u m a n ' m komü-
nizme bu karşı duruşu savaş öncesi cordon saniuıire'nin (güvenlik k o r d o n u )
yeni bir versiyonu olan "cor?(û»ııncıı(" (engelleme-dost sayılmayan bir devletin
güçlenmesini ve etkinliğini artırmasını ö n l e m e k için savaş dışında politik yol-
lara başvurma politikası) olarak bilinir. Bu politika değişikliği deneyimli dip-
lomat George Kennan tarafından "Sovyet Yönetiminin Kayucı/dfln" başlığıyla
imzasız olarak yayımlanan bir analizle aytıı zamanda ortaya çıktı. "Sovyet poli-
tikasının değişiklikleriyle manevralarına karşt... usta ve uyanık karşılıklar ve-
rilmesini" isliyordu. Bu tamamen bir savunma politikasıydı ve öfkeli bazı kişi-
lerin ileri sürdüğü gibi Ü ç ü n c ü Dünya Savaşı ile bir ilgisi yoktu e
Avrupa harekeü köklerini on yedinci yüzyıla kadar geri götürebilir (Bkz. Gi-
riş, s. 2 6 ; XI. Bölüm, s. 1 0 1 2 - 1 0 1 5 ) . Ama ulusal devletlerin arzuları bu yönde-
ki her pratik girişimi yok etmiştir. Erken idealistlerin rüyalarının gerçekleşme-
D i v i t i t'l ı'ıı.ı'r. '•>(! ßöliiiinnij ve Gülün/eşmiş ,'U p upo. / 9 4 . 5 - 1 9 9 1 I 131
Ballık'ta Stettin'den Atriyatik'te Trıesıe'ye kadar bir demir perde iniyor kıtaya. Bu
haltın arkasında Varşova. Berlin. Prag, Viyana, Budapeşte, Bükreş ve Sofya gibi
Orta ve Doğu Avrupa'nın eski devletlerinin başkentleri uzanıyor.. Bu hiç kuşku-
suz bizim kurmaya çalıştığımız özgür Avrupa değil. 9
Churchil! Avrupa'ya karşı erken bir Sovyet saldırısı olasılığını reddediyor, an-
cak Moskova'nın "belirsiz bir yayılma" amacı taşıdığına inanıyordu. On yıl
önce Nazi Almanyasına karşı alınamayan "zamanında gösterilmesi gereken ta-
vırdan" söz ediyordu. ABD'nin görüşü hemen hemen "genel olarak tlüşman-
caydı." 1 0 Londra'da The Times "Ban Demokrasisi ile Komünizmin birbirlerin-
den öğreneceği ç o k şey var" diye ilan ederek bu görüşleri onaylamadığını ve
kınadığını belirten seslerle doluydu. 1 1
19 Eylül günü Churchill Zürih'te "bir çeşit Avrupa Birleşik Devletleri"
için duygusal bir k o n u ş m a yaptı. "Zaman kısa" diyordu; "atom silahlarının ya-
yılması bir süre sonra var olan bölünmeleri keskinleştirecektir. İlk aşama
Fransa ile Almanya arasında bir ortaklık k u r m a k olmalıdır." "Eğer bir Birleşik
Avrupa Devletleri kuracaksak..." diye ilan ediyordu, "şimdi başlamak zorun-
dayız." 1 - "Avrupa ailesinin" geleceği "milyonların yanlış yerine dogınyu yap-
maya karar vermelerine" bağlıydı. Bu nedenle girişim e k o n o m i k veya politik
değil ahlakiydi. Tfıe Times "ölçüyü aşan bu öneriye" burun kıvırdı. Hatta Batı
Avrupa'da bile "gelişme bu yönde olduğu için... hakkında bu kadar çok konu-
şulan birliğe yönelik öneride bulunmak için ç o k az neden var" şeklinde yo-
rumlar yapıldı. Savaş öncesinde Avrupa hareketinin k u r u c u s u olan Kont Cou-
denhave-Kalergi Churchill'i kutlayan çok az kişiden biriydi. "Siz şimdi Avrupa
sorununu yükselttiniz" diye yazmıştı, " h ü k ü m e t l e r onu daha fazla görmezlik-
ten gelemezler." 1 3
Bu dönemde Churchill'in stratejik görüşü, İngiliz Uluslar Topluluğu,
"Avrupa Birliği" ve ABD'den oluşan, birbirine karşılıklı olarak bağımlı üç dai-
reden meydana gelen bir "kardeşlik birliği" olarak ortaya k o n u l m u ş t u . Britan-
ya bütün bunların arasında "yaşamsal bir bağ kuracak şekilde harekete geçe-
cekti." Gelecek on yıllar boyunca İngiliz dış politikasını aynı anda üç yöne
çekerek büyük sıkıntıların nedeni olacak rekabet halindeki çıkarları doğru
olarak belirlemişti.
Churchill'in görüşleri, 7 - 1 0 Mayıs 1 9 4 8 arasında Lahey'de resmi k u r u m -
ların dışında düzenlenen Avrupa Kongresinin başkanlığına onu doğal olarak
getirdi. Sekiz yüz civarındaki tanınmış davetliye Avrupa'nın parçalanmışlığı-
nın getirdiği sorunlar konusunda düşüncelerini iletmeleri söylendi. Kongreye
Konrad Adenauer başkanlığında güçlü bir Alman delegasyonu katıldı. Kültür
k o m i s y o n u n u n başkanı yazar ve sürgündeki İspanyol bakan Salvador de Ma-
Dıvisrt el /ıifiıvisd: Boiıinınıış ve Bulun/esmiş Avıııpa. 1945-1991 1133
Kongre hiç kuşkusuz kendi yarattığı şevkle tamamlandı. Ancak son toplantıda
Avrupa Parlamentosu ile Avrupa insan Hakları Mahkemesinin kurulması gibi
pratik adımlar atılmasına yönelik çağrılar yapıldı ve bir bağlantı komitesi seçi-
lerek Kongre amaçlarının diri kalması sağlandı. Komite gerçekten de atası
olan "Avrupa H a r e k e ı i ' n i n adım kabul etti. Schunıan ( F r a n s a ) , De Gasperi
(İtalya) ve Spaak (Belçika), Churchill'in dışındaki onursal başkanlar oldular
Artık iktidardaki hükümetlerin düşüncelerini benimseyip benimsemediklerini
anlamak durumundaydılar, SSCB'ııin karşı tavrı bilindiğinden sadece Batı hü-
kümetlerinin desteğini alma umutları olduğu açıktı (Bkz. aşağıda).
Bu nedenle, 1 9 4 7 ' n i n sonuna gelindiğinde Churchill'in Demir Perdesi bir
gerçeklik haline geliyordu. Üç olay var olan kuşkuları dağıttı: Kominform'un
kuruluşu; Prag'da gerçekleştirilen Şubat darbesi ve Berlin Ablukası.
SSCB, Doğu Avrupa, Fransa ile İtalya'nın komünist delegasyonları 1947
Ekiminde Polonya'nın Szklarska Poreba dağ dinlenme yerinde toplanarak Ko-
münist Enformasyon Bürosunu kurdular. Amacı kardeş partilerin stratejilerini
uyumlu hale getirmekti. Dış dünyaya ise bu gelişme kuşkulu olarak K o m i n t c r -
niıı yeniden canlanması, devletleri zayıflatmaya yönelik bir girişim, yeni bir
ideolojik saldırının habercisi olarak göründü.
Prag'da Komünist h ü k ü m e t darbesi 25 Şubat 1 9 4 8 ' d e yapıldı. Ç e k k o m ü -
nistleri iki yıldan beri iktidarı sosyalistlerle paylaşıyorlardı, ancak sosyalist oy-
ların artmasından duydukları korku onlar için etkileme güçlerinin azalması
anlamına geliyordu. Aynı şekilde, gerçek bir demokratik sistem içinde bulun-
mak, k o m ş u Polonya'da olduğu gibi hileyle çoğunluğu kazanamayacakları de-
mekti. Bu nedenle güce başvurmaya karar verdiler. Silahlı işçilerle militanlar
sokaklara döküldüler. Kızıl O r d u garnizonlarının harekete geçmeye hazırlan-
dığı söylentisi kulaktan kulağa dolaşıyordu. Komünist olmayan politikacılar
tutuklandılar ve partileri dağıtıldı. Jan Masaryk hakanlığının penceresinden
atılarak öldürüldü. Komünist şeT Klemenl Goıtvvald "isin keskin bir bıçakla te-
reyağı keser gibi halledildiğini" söyledi. Uysal Başkan Beneş her zaman olduğu
gibi darbeye karşı direnmedi. Son on yılda ikinci kez Dogu Avrupa'nın en çok
umut veren demokrasisi onu savunmak için tek bir kurşun bile atılmadan yı-
kılmıştı. Avrupa kamuoyu dehşete kapılmıştı Bir Sovyet saldırısından korkan
beş Batı Avrupa ülkesi ekonomik ve askeri işbirliği için elli yıllık bir birlik
oluşturdular. Britanya, Fransa ve Benelüks ülkelerinin 17 Mart 1948'de imza-
ladıkları Brüksel Anlaşması son zamanlarda olgunlaşmakta olan yeni güvenlik
gruplaşmalarının habercisiydi.
Son darbe Almanya'da indirildi. Alman Ekonomik Konseyi yeni planını
hazırlıyordu. Anahtar önemdeki öneriler arasında on eski Rciclııncırlanı yeni
bir Diulschmark karşılığında değiştirilmesiyle yeni bir merkez bankasının
(6<ı>ıfc Deıttschcr Lander (Bundesbank in atası)) kurulmasını içeren kökıen bit
parasal reform düşüncesi vardı. Konseyde Sovyetlerin lemsilcisi olan Mareşal
Sokolovski bunların hiçbirini kabul etmedi. 20 Mart 1948'de Sokolovski ile
yardımcıları Müttefik Denetim Komisyonu'ndan çıktılar ve bir daha dönmedi-
ler. Büyük İttifak artık sona ermişti.
Sıalin kendini sınırlamanın artık hiçbir yarar getirmediği anlayışına var-
mışıı. Sovyet diplomasisi hem Amerikalıların Avrupa'dan ayrılmaya ikna edil-
mesi hem de Almanya'nın Batı bölgelerinin birleşmesinde başarısızlığa uğra-
mıştı. Batı Avrupa ancak etkin Amerikan yardımıyla güçlenebilirdi. Bu
nedenle Rus ayısının hırlama zamanı gelmişti. Sovyet Ordusu doğrudan bir
saldırı riskini üzerine alamazdı, ancak saldırıya açık ve hayli sembolik bir de-
ğeri olan Berlin kentinde ağırlığını gösterebilirdi. 1 Nisan 1948'de Sovyet dev-
riyeleri, Berlin ile Batı bölgeleri arasındaki trafiği engellemeye başladılar, an-
cak bu bir sonuç getirmedi. 18 Haziranda D-Mark ile BDL Bank devreye girdi.
Bu, komünist bakış açısından hir saldın eylemiydi; avın yirmi dördünde Sov-
yet birlikleri bölgelerini Dculsc fımcırfc'ın işgalinden korumak için Berlin'i dışa
tamamen kapattılar. Alman Başkenti ablukaya alınmıştı ve bu durum on beş
ay sürecekti. Soğuk Savaş başlamıştı.
Ban Avrupa, 1 9 4 5 - 1 9 8 5
Sovyetler Birliği ile Amerika bir larafa bırakılırsa dünyada Ban Avrupalı olma-
yan hiçbir emperyalist güç yoktu. Almanya 1 9 1 9 yılında deniz aşırı kolonile-
rinden uzaklaştırılmıştı. Avnı kaderle İtalya 1946'da karşılaştı. Ancak İngilte-
re, Hollanda, Fransa, Belçika ve Portekiz'in imparatorlukları bozulmamış
durumdaydı. Bu imparatorlukların dağılması savaş sonrasının ilk on yıllarında
değişen Avrupa manzarasının asıl unsurlarından birini oluşturuyordu. Sömür-
geciliğin çözülüşü eşit, demokratik ortakların oluşturacağı yeni bir Avrupa
T o p l u l u ğ u n u n oluşması için gerekli bir önkoşuldu.
ikinci Dünya Savaşı sırasında ve savaştan hemen sonra Avrupalı emperya-
listlerin birçoğu imparatorluklarını koruyacaklarını ya da yeniden düzenleye-
ceklerini umuyorlardı. İngiliz İmparatorluğunun tasfiyesini gerçekleştirmek
için Majestelerinin Başbakanı o l m a d ı m " demişti Churchill. Fakat b u n u yaptı.
1 9 4 5 yılında Avrupa imparatorluklarını devam ettirmenin neredeyse ola-
naksız olmasının birçok nedeni vardı. Bunlardan ilki ve en önde geleni birço-
ğu Avrupa'da eğitim almış olan sömürge halkların seçkinlerinin, ustalarından
milliyetçilikle demokrasiyi öğrenmiş olmaları ve şimdi gürültülü bir şekilde
bağımsızlık istemeleriydi. Sömürgelerle sömürgcci ülkeler arasındaki bağlar
savaş sırasında zayıflamıştı. Bunları güç kullanarak yeniden kurmak için gere-
ken kaynaklar arlık yoktu. Bir ırkın diğeri üzerindeki egemenliğini sürdürmek
için isıek de yoklu. Artık Batı Avrupa'nın kendine bağımlı olduğu ABD eski
tarz sömürgeciliğe kesinlikle karşıydı; Birleşmiş Milletlerin tavrı da bu yön-
deydi. Emperyalizm artık daha fazla ne ayakta durabilir ne de saygın olabilir-
di. Asıl sorun emperyalistlerin bu rüzgâra uyacakları mı yoksa buna karşı mı
duracaklarıydı. Bu aşamada hiçbir şey Doğu ile Batı Avrupa arasındaki uçuru-
mu daha iyi açığa vuramazdı. Sovyetler Birligj'tıin Doğu Avrupa halkları üze-
rinde egemenliğini yaydığı ve imparatorluğunu kurduğu bir d ö n e m d e , Batı
Avrupa'nın emperyalist hükümetleri umutsuzca kendi imparatorluklarını da-
ğıtmanın yollarını arıyorlardı. Avrupa emperyalizminin bu ikili yönü bazı ne-
denlerle ender olarak aynı başlık altında tartışılmıştır.
Sömürgeciliğin tasfiyesi süreci oldukça karmaşıktı ve güçlüklerin birçoğu
da Avrupa dışındaki koşullardan kaynaklanıyordu. Ancak her imparatorluğun
kendine ait bir değerler sistemi vardı; herbiri kendi kendini yöneten d o m i n -
yonlardan sömürgelere, vasilik yönetimlerine kadar çok farklı özellikleri olan
bölgelere sahiplerdi; ve her biri değişik derecelerde askeri güç kullanıyordu.
Britanya ile Portekiz'in dışındaki emperyalist güçlerin hepsi savaş sırasında ye-
nilmiş ya da işgal edilmişlerdi ve zayıf bir k o n u m d a n başlıyorlardı.
Büyük Britanya'dan 125 kat büyük bir alanı işgal etmiş olan ingiliz İmpa-
ratorluğu halihazırda ilerlemiş bir d ö n ü ş ü m içindeydi. "Beyaz dominyonların"
t ü m ü 1931'den beri tamamen bağımsızlardı ve tahtın mülkiyetinde b u l u n a n
birçok bölge kendini yönetmeye ya da yerli y ö n e t i m e hazırlanıyordu, ingiliz
Sömürgeler Bürosu'nuıı (Briiislı Coîonial Ojjicc) iki yüz elli bin çalışanından
sadece altmış bini Britanya'dandı 1 9 4 5 yılında. Dört yüz milyon nüfuslu bir alt
kıta olan Hindistan'da Gandhi'nin geliştirdiği şiddet karşıtı direniş hareketi
dünya çapında ilgi toplamıştı ve örnek deneyi oluşturuyordu. Savaş sonrasın-
ela iş başına gelen ingiliz İşçi Partisi Hükümeti Hindistan'a koşulsuz bağımsız-
lık verme kararını aldı. Son sömürge genel valisi 15 Ağustos 19-47'de Delhi'de
son selamı alırken, Raca İngiliz bayrağının inişini son kez görüyordu. Daha
sonra Müslümanlar ile Hindular arasında topluluklar arası katliamlar görüldü,
ancak doğrudan İngilizleri hedefleyen bir hareket olmadı.
Küçük olan bağımlıların bazıları daha fazla soruıı çıkardı. Britanya Mayıs
1948'de hem Siyonist teröristler hem de Arap ayaklanmacıların şiddetiyle ge-
çen yıllardan sonra Filistin mandasını Birleşmiş Milletlere devretti. Malezya'da
komünist ayaklanma 1948'den 1957'ye kadar sürdü; Kıbrıs'ta BOKA'ya karşı
mücadele 1950 ile 1960 arasında varlığını korudu; Mau-Mau kampanyası Ken-
ya'da 1952'den 1957'ye kadar devam eni; Süveyş Kanalı bunalımıyla Mı-
sır'daki mücadele doruğuna 1 9 5 2 - 1 9 5 6 arasında çıktı; Güney Rodezya'da
(Zimbabve) 1959'dan 1980'e kadar beyaz UDİ üzerinde alarm durumu vardı.
Afrika'nın başka yerlerinde Nijerya'nın 1 9 5 1 d e başlattığı barışçı yöntemlerle
bağımsızlığı elde eıme süreci genişledi. Bu sürecin sonunda hemen lıemen bü-
tün eski İngiliz kolonileri, ilk başta kendi kendilerini yöneten dominyonlar
için kurulmuş gönüllü katılımı esas alan bir birlik olan İngiliz Uluslar Toplu-
luğu (Comıııoımeahh) ile birleştiler. Güney Afrika 1961'de, Pakistan 1973'te
çıktı Topluluktan. Uluslar Topluluğu Bakanlığının işleri 1964 yılında Dışişleri
Bakanlığına devredildi ( F C O ) . Uluslar Topluluğunun ayrıcalıklı vergi düzen-
lemelerine 1973'te son verildi. Dünyanın en geniş imparatorluğunun dağılma-
sı esas olarak çeyrek yüzyılda tamamlandı.
Hollanda'dan elli beş kat büyük olan Hollanda İmparatorluğu bir darbede
sona erdi. Hollanda Doğu Flint Adaları, Japonların 1 9 4 1 - 1 9 4 5 arasındaki işga-
linden sonra asla yeniden ele geçirilememişti. Endonezya Cumhuriyeti 1950
yılında tanındı.
Fransa'dan on dokuz kez daha geniş olan Fransız İmparatorluğu ısdırap
içinde sona erdi. Sömürge halklarından birçok kişi tam Fransız vatandaşlığına
sahip oldu; büyük miktarda Fransız vatandaşının yaşadığı Kuzey Afrika'nın
bazı bölgeleri metropol Fransa'nın bütünleyici bir parçası oldu. Savaşta küçük
düştüğü için Fransız hükümetleri kendilerini otoritelerini göstermek zorunda
hissettiler ve nihai yenilgilerini pahalıya ödetecek askeri güç kullandılar. 1951
yılında T u n u s ile Fas, Suriye ve Lübnan mandası gibi güvenlik içinde impara-
torluktan ayrıldılar. Ancak Çin-Hindi'nde, Dien Bien Phu'da Mayıs 1954'te
uğradığı hezimete kadar Viet-Kong'a karşı sekiz yıl yürütülen savaşı, Paris,
dikkatsiz Washiııgton'a devretmek zorunda kaldı. Dördüncü Cumhuriyeti yı-
kacak olan Cezayir'de FLN'ye karşı girişilen sekiz yıllık diğer bir şiddetli sa-
vaş, General de Gaulle'ün Mayıs I962'de Cezayir'in bağımsızlığını dramatik
bir biçimde kabulüyle sona erdi. Cezayir savaşıyla meşgul olan Fransa diğer
Afrika sömürgelerini özgür bıraktı.
Belçika'dan yetmiş sekiz kal daha geniş olan Belçika imparatorluğu, Kon-
go, eski Fransız sömürgesi komşularının örneğini izlemeye çalışınca 1960 yı-
lında çöktü. Hareket tümüyle hazırlıksızdı. Katanga'nın ayrılışı içlerinde Sov-
yet taraftan Patrice Lumumba ile BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld'ün
de olduğu binlerce kişinin yaşamına mal olan bir iç savaşı başlatıl.
Uıvisıı et Jndiviscl: B ö l ü n m ü ş vc B u t ü n l e ş r c ı i ; Avrupa, J94:>-]99) 1137
antikaıolik ve anıiruhban sol ile tutucu sag arasındaki kutuplaşma hatırı sayılır
bir şiddete yol açıı. Kızıl Tugayların terörizmi 1978'de bir başbakanın öldürül-
mesi ve 1980'de Bologna'da birçok insanın ölümüyle sonuçlanan bombalamayı
gerçekleştiren karşı-terörle doruğa ulaştı. Özellikle Torino ve Milano'nun için-
de olduğu zengin kuzey bölgesiyle reforma kapalı ve Mafya ile dolu olan güney
arasında önemli farklılaşmalar vardı. İtalyan ekonomisi savaşın etkilerinden
yavaş yavaş kurtuldu, ama AET içinde hızlı adımlarla ilerledi. Ekonomik başarı
politik zayıflığı dengeledi, İtalya Akdeniz'de Güney Cephesinin siperi olan ve
Amerikan Altıncı Filosuna Napoli'de üs sağlayan etkin bir NATO üyesiydi. İç
politik zayıflık İtalya'nın Avrupa federalizmine bağlılığını güçlendirdi.
Batı Alman politikası (belki de etkinliğinin bir göstergesi olarak)
1949 dan sonra kesinlikle heyecan verici değildi. Adenauer ile Erhard'm lider-
liği altındaki on yedi yıllık CDU egemenliği yerini, 1966'da üç yıllık bir koalis-
yon hükümetine, daha sonra Willy Brandt ( 1 9 6 9 - 1 9 7 4 ) ve Helmut Schmidt
( 1 9 7 4 - 1 9 8 2 ) liderliğindeki SPD iktidarına ve 1982'den sonra ise yeniden Dr.
Helmut Kohi'un başbakanlığında CDU egemenliğine bıraktı. Federal hükü-
metten bağımsız bir Bundesbank yaratan Anayasa, Lander'in yerel hükümetle-
rine (Bundesı cpuMıfî'i önceleyen) geniş bir iktidar alanı bırakmıştı. Sonuç ola-
rak Bonn'da bulunan merkezi yetkililer iç ve dış işlerinin eşgüdümü
konularına özgürce eğilebilirle olanağına sahiplerdi. Weimar sisteminin oran-
sal temsil ilkesi federal parlamentoda uçtaki partilerin bozucu etkilerini aza
indirmek için değiştirildi. İngiliz önerisine göre yeniden yapılandırılan sendi-
kalar Briiaııya'dakinden daha çok etkili oldıı. NATO'ya katıldıktan sonra Al-
manya yeniden silahlanmasına karşın Amerikan liderliğine hayli bağımlı kala-
caktı. 1950'li yılların istikrar ve saygınlık getirdiği kadar refahı da sağlayan
\Viı(sflıa/tsrvuncli'r'i ya da bir başka deyişle "Ekonomik Mucizesi" (Bkz. aşağı-
da) ülkenin onarımına da büyük bir yardımda bulundu. Adenauer, Müttefik-
lerden ödünler almak için Alman katılımını adım adım oynadı. Batı Almanya
1952'de egemen statüsünü, I955'te NATO'ya tam üyeliği, 1956'da AET üyeli-
ğini, 1973 le BMO üyeliğini kazandı. Politik ortam bundan sonra, çok iyi ör-
gütlenmiş antiııükleer barış hareketi, çevreci "Yeşiller" ve bir süre için Baader-
Meinhof ıcrorist çetesi tarafından canlandırıldı ya da rahatsız edildi. Doğu Al-
manya ile kaışı karşıya olunan yılların politikasında 1970'ten Ostpolitik (Bkz.
aşağıda) ile biı yumuşama sağlandı ve 1990'daki yeniden birleşmeyle başarıya
ulaşıldı. Batı Almanya yıllarca ekonomik bir dev, politik bir cüce olarak tanım-
landı. Bu saplama tümüyle doğru değildi, ama tarih kuşkusuz iddialı bir tutu-
mu yasaklıyordu ve btı saptama birçok Almanı Avrupa birliği düşüncesine ha-
zırlamıştı. Eleştirmenler eğer Almanya'nın zenginliği sona erse neler olabilirdi
sorusu hakkında kaygılıydılar. I969'da bir tarihçi, "Alman Diktatörlüğü yıkıl-
dı, ancak Alman demokrasisi henüz güvenli bir halde değil" diye yazmıştı. 1 0
Benzer kaygılar birleşmeden sonra yine ortaya çıkacaktı.
Savaş sonrasında loplumsal yaşam çok gevşemiş ve öncekinden çok daha eşit-
likçi olmuştu. Savaş büyük bir eşitleyici işlevini görmüştü: Eski sınıf, meslek
ve aile kökeni hiyerarşileri tümüyle yok olmamışlardı; ama insanlar daha hare-
ketliydiler ve yükselen yaşam standartları, Amerika'da olduğu gibi, zenginlik
ile gelirin temel statü ölçüsü olması gerektiği anlayışını yerleştirmişti. Ev alet-
lerinin kitleler tarafından benimsenmesinde olduğu gibi motorlu araçların
kullanımı da hızla yaygınlaştı. 1970'lere gelindiğinde işçi sınıfı aileleri de için-
de olmak üzere Bau Avrupalı ailelerin ezici bir çoğunluğunun motorlu bir ara-
cı, bir çamaşır makinesiyle buzdolabı vardı ve yaz tatillerinde Akdeniz kıyıları-
na gitmek için yurtdışına çıkabiliyorlardı. Doğu Avrupalılar onları yalnızca
gıptayla seyredebiliyorlardı. Aynı zamanda büyük miktarlarda sübvansiyon
dağıtan Avrupa Topluluğunun Ortak Tarım Politikası zenginliğin kentten kır-
sal alana doğru yeniden dağıtılmasına yaradı, 1960'lardan itibaren birkaç mil-
yon köylü göreceli olarak zengin çiftçiler haline gelmişlerdi. Özellikle Eransa,
Almanya ve Kuzey İtalya'nın ilkel köyleri hızla makineleşip moderııleştiler.
Bir dizi yapısal değişim loplumsal davranışlarda derinliğine bir etki bırak-
tı. "Refah Devleti" (Britanya'nın Ulusal Sağlık Hizmeti ( 1 9 4 8 ) , Batı Alman-
ya'nın emekli aylığı model planı ve Fransa'nın ucuz ev üretmek için uyguladı-
ğı muazzam İILM projeleri) hastalık, işsizlik, evsizlik ve yaşlılık gibi birçok
geleneksel kaygının yok olmasına neden oldu. Fakaı bu gelişme aynı zamanda
insanların beşikten mezara kadar devletin ilgisini beklediği bir tembellik duru-
muna yol açabilecek olan psikolojik bir bağımlılığı doğurdu. Bu durum hiç
kuşkusuz genel olarak zengin bir toplumda özellikle sert olan yoksulluk so-
runlarını devre dışı bırakmadı. Yükselen ücretler, saldırgan reklam teknikleri
ve toplumsal taklit yoluyla büyük miktarlarda para harcamaya yönlendirilen
kitleleri "tüketicilere" dönüştürdü. Tükeiiırıcilik ekonominin yakıtını sağladı;
ancak maddi gelişmeyi araç değil de amaç haline getirdi; politikayı malların te-
min edilmesi etrafında dönen bir tartışmaya çevirdi; genç kuşaklara servetin
tek başına mutluluk getireceğini öğretti, İnsanların gözlerinin önüne istenen
malları göz kamaştıran bir şekilde getirdiği için komünist propagandanın Do-
ğu'da savunduğundan daha etkili bir maddecilik biçimi onaya çıktı.
Gebelik önleyici hapların yaygın olarak kullanılmasının kolaylaştırıldığı
1960'ların "cinsel devrimi" geleneksel ahlak kurallarını hızla yıktı. Evlilik dışı
ilişki, gayri meşru çocuk sahibi olma, eşcinsellik, boşanma ve evlenmeden bir-
likte yaşama gibi olguların getirdiği toplumsal utancı yok etti. Ülkelerin ço-
ğunda, bu gelişmeye eşcinsellerin gizlenmesine son verilmesi, karşılıklı rızaya
dayanan ters ilişkinin ceza almaması, pornografi ile müstehcenliği yasaklayan
yasaların gevşemesi ve çocuk düşürmenin yaygın şekilde yasallaşması gibi ol-
gular eşlik etti. Değişmenin temposunda Danimarka'nın önde, İrlanda'nın ar-
kada oluşunun gösterdiği gibi önemli farklıklar vardı. Ancak özellikle Katolik
çevrelerde olmak üzere evlilik, aile ve insan sevgisi gibi lenıel değerlerin yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarının düşünüldüğü yerlerde güçlü bir
tepki de vardı.
Dinsel yaşantı alanında da ciddi bir düşüş yaşandı. Savaş dönemi korkularıyla
savaş sonrası maddiyatçılıgı birçok insanın inancını yıktı. Kiliseye gitmek top-
lumsal bir davranış olarak kayboldu ve ailelerle bireylerin özel eğilimlerine
terk edildi. Cemaat sıkıntısı çeken ve düzenli ruhbandan yoksun, yarı yarıya
boşalmış kiliselerle sadece kent merkezleriyle sanayileşmiş varoşlarda değil,
kırsal bölgelerde de karşılaşılıyordu. Protestan İngiltere ile Katolik Fransa'nın
her ikisi de olumsuz olarak etkilendiler. Hıristiyanlık bin beş yüz yıllık tarihi
boyunca ilk olarak bir azınlık inancı haline geliyordu.
Yanıtlardan birisi birlik hareketinde (ecıımeımm) yatıyordu. Karargâhı
Cenevre'de olan Dünya Kiliseleri Konseyi 1948'den sonra gönüllü işbirliği
amacıyla, Protestan ve Ortodoks Kiliselerin başlıcalarını bir araya getirdi. Bu
hareketin yüksek idealleri her zaman kaba politikadan muaf değildi.
Roma Katolik Kilisesi başlangıçta işbirliğine uzak durdu, 1950'lerde Fran-
sa'da sanayi işçileri arasında ortaya çıkan önemsiz "işçi-rahipler" deneyimi Va-
tikan tarafından bastırıldı. Aydınlık bir insan olan Kardinal Roncallı'nın Papa
XXIII. J o b a n n e s ( 1 9 5 8 - 1 9 6 3 ) olarak yükselmesi kapsamlı reformlara yönelişin
dönüm noktası oldu. Pacem in Tenis, genelgesi istisnai bir biçimde, var olan
tüm inançlardan insanlara sesleniyordu. Matcı el Mügistıa dünyanın toplum-
sal refahına ilgi gösteriyordu. Evrensel Kilisenin Ekümeniler Ruhani Meclisi
"Vatikan 11" olarak bilinen 21. Toplantısı için yaptığı çağrı Tarento Ruhani
Meclisinden sonra ortaya çıkan en köktenci yön değişikliğini başlattı.
Ekim 1962'den Aralık 1965'e kadar dört olurum yapılan Vatikan II "Kar-
şı-Reformasyonun sonu" olarak nitelendirilmişti. Tutucular ile liberaller ara-
sındaki mücadelede, önerilen reformların birçoğu sulandırıldı ya da reddedil-
di: Yahudiliğin tanrıyı öldürmek suçlamasından doğan günahlarını affeden
bildiri değiştirilerek kabul edildi; çağdaş doğum kontrol yöntemlerinin lehine
önerilerin onaylanması engellendi. Ancak Papalık Divanı'nın (Curia) yetkileri
kırpıldı; Tarento Ruhani Meclisine göre Latince yapılması zorunlu missa ayini
yerini Roma ibadet usulünde yerel dillere bırakacaktı; ruhbandan olmayan in-
sanlara büyük sorumluluklar verilmişti; gruplar arası evlilikler üzerindeki sı-
nırlamalar yumuşatılmıştı; onay mührü ise birlik hareketine verilmişti. En
önemlisi de yeni, açık, esnek bir hava yayılmaya başlamıştı.
Kurulan birkaç Katolik topluluk arasında Opus Dei giderek yükselen bir
ilgiyle karşılandı. 1928 yılında Mgr Jose-Maria Eseriva de Balaguer ( 1 9 0 2 -
1 9 7 5 ) adlı bir İspanyol rahip tarafından kurulan topluluk 11. Vatikan'ın ruh-
ban olmayan insanlara verdiği özel rolti anlamıştı. Kurucusu hızla azizlik mer-
tebesine yükseltilirken, hareketi eleştirenlere kilise içindeki kötü ve irrasyonel
bir güç olarak görünüyordu. Yandaşlarına göreyse o ruhsal yeniden diriliş
için, özellikle de gençlik açısından masum bir hareketti.
XXIII. j o h a n n e s tarafından başlatılan gelişme iki ardıhnca da sürdürüldü.
VI. Paulus (Kardinal Monıini, 1 9 6 3 - 1 9 7 8 ) Napoleon'un VII. Pius'u sınır dışı
D i v ı s u et Jm/ıvısn B ö l ü n m ü ş ve C u d i n l e s m i ş Avı upa, 1945-1991 1 147
edişinden sonra lıalya dışına çıkan ilk Papa oldu. Liberalleri dehşete düşüren
gebelikten korunma yasağını Humanac Vitae genelgesi ile pekiştirdi, ancak Or-
todoks liderlerle görüştüğü İstanbul ile Kudüs'e yaptığı hac ziyareti bir dönüm
noktasıydı. Anglikanlar ile Luthercilere yönelik sınırlı çalışma yapıldı. 11. J o -
haıınes Paulus (1978'de seçilen Kardinal Karol Wojtyla) gündeme yoğun bir
cazibe ve enerji gelirdi. Akıör, dilbilimci ve olağanüstü bir seyyah olarak Papa-
lığı dünyaya açtı. Mayıs 1981'de büyük olasılıkla KGB tarafından kiralanan bir
Türk teröristin San Pietro meydanında gerçekleştirdiği suikastten yaralı olarak
kurtuldu. "Kurtuluş teolojisi", doğum kontrolü ve ruhbanın disiplinsizliğinin
amansız düşmanı olarak bazı açılardan katı bir geletıekselciydi. Papalığın ya-
nılmazlığı dogmasını sorgtılamış olan İsviçreli ilahiyatçı profesör Hans Küng'u
affetmesi birçok Katolik entelektüeli kaygılandırdı; VVritcıtis Splencior ( 1 9 9 3 )
olarak özetlenen ahlak felsefesi konusunda Kilise öğretisine ilişkin savı "göre-
cecilere" açık bir saldırıydı. Ancak ufukları genişti ve merhametliydi. Batı'da,
Canterbury'deki Anglikan Kilisesine girdi; İrlanda'da barışın sağlanması için
kişisel çabalara girişti. Doğu'da, memleketi Polonya'da kişiliğinin gücü ve in-
san haklarına verdiği destek nedeniyle komünizmin zayıflatıltnasında çok
önemli bir rol oynadı. Zulme uğrayan L.itvanya ve Uniate Ukraynalılarının im-
dadına yetişti; Ortodokslara duyduğu saygıyı açıkladı. Sovyet bloğunun tut-
saklığı altında bulunan halklar için Batı'dan yükselen umut ışığının en hızlı
müjdecisi oldu. Avrupa Piskoposları Sinodu'nun ( 1 9 9 1 ) kuruluşuna muhale-
fet eden Rus Orıodokslarına karşın Doğu ile Batı'yı bir araya getirmeyi amaçla-
dı. Hıristiyan Avrupa'nın birliğine yürekten bağlıydı.
Aksi beklentilere karşın Batı Avrupa'nın nüfusu savaş sonrasında önceki dö-
nemlerde olduğundan daha hızlı artıyordu (Bkz. Ek 111, s. 1392). Zenginlik
nüfus artışını engellemedi. Savaş sonrası on yıllık doğum patlamasıyla savaş
dönemi kayıpları yerine konuldu. On altı OECD ülkesinin nüfusu 1940'ta iki
yüz altmış dört milyonken 1966'da üç yüz yirmi milyona, 1985'te üç yüz elli
beş milyona yükseldi. Kişi başına düşen gelir açısından en zengin ülke olan is-
viçre'de nüfus 1 9 5 0 - 1 9 8 5 arasında ikiye katlandı. Fransa'nın nüfusunu yenile-
mesi özellikle çarpıcıydı: Hemen hemen bir yüzyıl boyunca kırk milyon civa-
rında istikrara kavuşan Fransız nüfusu 1985'te 55.2 milyona yükselerek
Britanya ve İtalya ile olan farkı kapattı. Nihayet Batı Almanya en büyük yurtiçi
hasıla ve en çok nüfusu barındıran ülke (1985'te 61.1 milyon) olarak ortaya
çıktı. Doğum oranı genelde 1960'lardan sonra gelecek kuşaklarda "çukurlar"
ile "tümseklere" yol açacak şekilde yeniden düşüşe geçti. Ama ölüm oranların-
da istikrarlı şekilde düşüyordu. Bu gelişme yaş yapılarını etkiledi. Almanya,
Fransa ve İngiltere'de sığınmacılar ve göçmenler nüfus artışında önemli bir el-
ken olarak görüldüler. Savaş öncesi Avrupalılar baskın olarak orta yaşlıyken,
savaş sonrası Avrupalılar yaşlılar ile emeklilerin giuikçe kalabalıklaşan grupla-
rını içerir oldular. 1965'te bütün AET için % 17 oranında olan kırsal nüfusta
da keskin bir düşüş vardı.
Batı Avrupa'nın büyük başarı öyküsü gösterdiği ekonomik performansla
yatmakladır. 1948'den sonra gerçekleşen ekonomik yeniden doğuşun hızıyla
kapsamı Avrupa tarihinde benzersizdir ve Japonya dışında dünyada da eşi
yoktur. Öylesine beklenmedik ve mucizevidir ki tarihçiler onun nedenleri ko-
nusunda kolayca anlaşamazlar. Açıklanmaktan daha çok betimlenmektedir.
Şurası açık ki başlangıcım Marshall Yardımına, ABD ile karşılıklı eıkilenmenin
sürmesine ve serbest girişimi deslekleyen liberal demokrasiye borçludur. Ayrı-
ca bilim ve teknolojideki gelişmeler tarım, enerji, ulaşım ile endüstri ilişkile-
rindeki kökten değişimlerle birlikte de incelenmelidir.
Marshall Yardımı aslında savaşın hemen sonrasında ortaya çıkan büyüme
düşüşe geçince, Avrupa ticareti ile sanayisine nakil pompalayan bir girişimdi.
Fakat bir pompa gibi dizayn edilmemişti. Bir başka mecaz kullanılacak olursa,
o, O E C D ekonomilerine yeniden canlanabilmeleri için gerekli gücü sağlayan
bir kan nakliydi. Amerikan firmalarının en büyüklerinden birkaçı erken bir
dönemde Batı Avrupa'da yatırım yapmıştı. Dupont. General Motors ve daha
sonra IBM Atlantik aşırı rekabetin orıaya çıkmasına yardım etti. Zamanla Av-
rupa'nın çokuluslu firmalarının çoğu (Royal Dutch Shell, BP, EMI, Unilever)
bu iltifata karşılık verebilecek duruma geldi.
Çağdaş ekonomi kuramıyla pratiği büyük oranda Avrupa-Amerika ilişki-
sinin bir ürünüdür. Makro ekonomideki Keynesçi devrim, hükümet müdaha-
lesinin para arzını, faiz oranlarını, tedavüldeki para miktarını ve vergi düzen-
lemeleriyle iş ortamının desteklenmesinde, lam istihdamın sürdlırülmesiyle
yinelenen bunalımların yönetilmesinde yaşamsal bir önemi olduğunu sapta-
mış durumdaydı. Bir süre sonra, Milton Friedman'dan gelen esinle Keynes'e
karsı monetarist bir tepki ortaya çıktı. Ban Avrupa, Ingiliz-Atnerikan himayesi
altında toplanan Keynes'in İngiliz delegasyonunun liderliğini yaptığı Bretlon
Woods Konferansı'nda, Temmuz 1944'ıe, ortaya çıkan uluslararası para siste-
mine en başında kaıılmışlı. Birleşmiş Milletlerin yönetimi altında olan Ulusla-
rarası Para Fonu ( I M F ) ile Dünya Bankası gibi sistemin sonucu olan kurum-
larda hayli güçlü Avrupa katkısı vardı ve bu kurumlar bir yere kadar tümüyle
Avrupalı kurumlarla rekabet içindeydiler. Amerika'da olduğu gibi, Avrupa'da
da başarılı bir pazar ekonomisinin eikili şekilde yönetilmesi için demokratik
politikaların gerekli bir eklenti olduğu anlayışı hiçbir değişiklik olmaksızın
benimsenmişti.
Bilim ve teknoloji devlet ve uluslararası fonlarla desteklenen bir döneme
girmişti. Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi, ( 1 9 5 3 ) ile Avrupa Uzay Araş-
tırma Kurumu, 1964 en büyük projeler arasındaydı. Uçak üretimi gibi işlere
ulusal bütçeler artık yeterli gelmiyordu. Çağdaş tarım teknikleri Batı Avru-
pa'nın büyük bölümüne 1950'lerde girmişti, ingiliz çiftçilerinin 1945 yılında
traktör kullanıyor olmaları bir istisnaydı; 1960'a gelindiğinde Kıtanın küçük
çiftçileri de bu aracı kullanıyordu. Makineleşme, suni gübrelerle yoğun yön-
temlerin kullanılışı geldi daha sonra. Britanya ile Almanya yiyecek maddesi iı-
halatçılan olarak kaldılar, ancak Danimarka. Fransa ve İtalya büyük ihracatçı
ülkeler oldu. 1960 larla birlikte Batı Avrupa devasa miktarlara ulaşan artı
ürünler dolayısıyla sıkıntı yaşamaya başladı; dillere düşmüş "tereyağı dağları",
Divis« ci huhvı\ü Bölünmüş w tJültııı/c.smıj Avmptı, /94:>-i99l 1149
Batı Almanya'nın gayri safi ulusal hasılası olan yüz on beş milyar doların
Sovyet bloğuna dahil olan Doğu Avrupa ülkelerininkinden daha fazla olduğu
göz ö n ü n e alınırsa bir karşılaştırma yapılabilir.
Batı Avrupa'nın zihinleri harekete geçiren başarılı e k o n o m i k dirilişi kaçı-
nılmaz olarak, her ulusal e k o n o m i kendi kendine bu kadar zenginleşebildiyse,
ulusal devletler arasındaki türlü engeller kaldırılmış olsaydı birlikte ne kadar
fazla zenginleşebilirlerdi sorusunu akla getiriyor. Burada Avrupa birliği hare-
ketine yeni bir canlılık sağlayan bir düşüncenin t o h u m u vardı. Bu, e k o n o m i k
birliği sadece kendisi için sınırlanmış bir son olarak görenleri değil, ayrıca da-
ha köklü politik süreçlere götürecek bir araç olarak görünenlere de çekici ge-
lecekti.
AnglosaksonIar liderliği ellerine almayı bir kez reddettikten sonra Avru-
pa'nın sorumluluğu temelde Fransızların eline geçti. Almanlar ile İtalyanların
aksine Fransızlar muzaffer koalisyonda yerlerini sağlamlaştırmışlardı; aynı za-
manda kendilerine verilen ikincil role içerlemişlerdi. Bu koşullar altında Gaul-
list h ü k ü m e t i n daha az milliyetçi kanadı kendisini tarihsel bir fırsatla karşı
karşıya buldu. 20 T e m m u z 1 9 4 8 ' d e cana yakın Fransız Dışişleri Bakanı Geor-
ges Bidault'nun ağzından Avrupa birliği lehinde güçlü bir d e m e ç verildi. Bun-
dan sonra Monnet, S c h u m a n ve Pleven davetin peşinden gittiler.
Bir iktisatçı olan J e a n Monnet ( 1 8 8 8 - 1 9 7 9 ) ailesinin Cognac'taki konyak
işinde kariyerine başladı. 1930'larda Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Yar-
Divisa ci Indivis«: ß olunmuş ve Bütünleşmiş Avrupa, 1945-1991 1151
Tarafsız Devletler
ların içine çekilmeye karşı çıkmışlardı; iki ülke savaş sonrasındaki ilk yıllarda
tarafsızlık statüsünü kazanmıştı. Tarafsızlıkla zenginlik arasında hayli ciddi
bir karşılıklı ilişki vardı ve tarafsızların çoğu Avrupa Ekonomik Topluluğuna
katılmak için acele etmediler.
TaıaTsızlığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş İsviçre çok gelişmişti. Sa-
vaş sırasında Alman işgaline karşı direnmek için azimli davranmıştı ve savaş
sonrası yıllarda nüfusunda büyük bir artış olmuştu. Savaş sonrasında büyük
ekonomik gelişme gösteren Kuzey İtalya ile Güney Almanya'ya yakın olmasın-
dan yararlanırken, bankacılık ve turizm sektörlerinde özel bir rol oynamayı
sürdürdü. Bayer kimya sanayinden UNESCO'ya kadar sayısız çok-uluslu şir-
ketle kuruluşa isteyerek ev sahipliği yaptı. Rhaeto-Roınanik, İsviçre Almanca-
sı, Fransızca ve lıalyancanın yanında ulusal bir dil konumuna yükseldi ve
Fransızca konuşulan Jura bölgesi ayrı bir kanton yapıldı. Savunma bütçesi
yüksekli ve ulusal savunma gücünü desteklemek için zorunlu askerlik uygula-
masına devam edildi. 5980'de yapılan referandum (katılanların hepsi erkekti)
sonrasına kadar isviçre kadınlarının oy kullanma hakkı yoktu, isviçre 1963'e
kadar Avrupa Konscvi'nden uzak durdu, AET ile girdiği birlik 1972'de imzala-
nan serbest liearct anlaşmasıyla sınırlıydı,
İsviçre sayesinde etrafındaki birkaç bölge gümrüksüz bölge statüsü ka-
zanmaya çalıştı. Bunlar, Almanların yaşadığı Büsingcn, İtalyan Campione
d'ltalia, Livigno ve Val d'Aosta ile 1815'ıen sonra bir Fransız depaı (cnıt'nt'ı (il)
olan Hauıe-Savoie vardı.
Savaş döneminde tarafsızlıktan yararlanan isveç, barış döneminde de bu
politikasını sürdürdü. Bölgesel Ballık Konseyinin en önemli üyesiydi, ancak
İskandinavyalı ortaklarının katılmasına karşın NATO ile AET'den uzak durdu.
Sosyal Demokrasinin uzun süreli iktidarı 1989 seçimlerine kadar taşındı.
Özellikle 1986'da öldürülen başbakanları Olof Palme ile İsveç, Uçüncu Düııya,
mülteci ve çevre sorunlarını içeren girişimlerde liderliği ele aldı.
Fraııco'nun İspanyası Caudillo yaşadığı sürece tecrit edilmiş durumda
kaldı. Franco ve Salazar'ın uzun yaşamları nedeniyle Iberva politikalarını
1970 lere kadar normal gelişimden saptırdı. Faşizmin anakronik biçimde varlı-
ğını sürdürüşü Batı Avrupa'daki, özellikle Fransa'daki anıi-komünist görüşü
dengeledi. Portekiz'in NATO üyesi olmasıyla İspanya Amerikan üslerinin var-
lığını kabul etti, ancak daha ileri düzey girişimlere karşı çıktı. Ayrıca kitlesel
turizm tecrit edilmişliğin etkisini azalttı. 1975'te anayasal monarşinin yeniden
kurulması AET üyeliğiyle 1980'lerdeki ekonomik canlanmanın önünü açtı.
Kuzey Batıda Bask terörü, Barcelona'daki ayrılıkçı hareket ve Cebelitarık üze-
rinde Büyük Britanya ile süren uzun tartışma İspanya'nın yeniden doğuşunu
güçleştirdi.
İrlanda Cumhuriyeti savaş döneminde İngilizlerce işgal edilme tehditi al-
tında yaşadı ve savaş sona erdiğinde Uluslar Topluluğundan ( C o m m o n w e a h h )
aynldı. Fakat Birleşik Krallığa ekonomik bağımlılığı bir gerçek olarak varlığını
sürdürdü: İrlanda'nın, AET ile yapılan görüşmelerde Britanya'nın dümen su-
yuna gitmekten başka çok az alternatifi vardı. Politik yaşam Katolik Kilisesi-
ııin ayrıcalıklı konumu, Kuzey İrlanda ile olan sonu gelmez mücadele ve Fkin-
na Fail (Kader Savaşçıları) ile Fiııc Gacî'den (Gaeller İrkı) oluşan iki büyük ra-
kip parıi etrafında şekilleniyordu. İrlanda Anayasası İngiliz Ulster kontlukları-
nı Cumhuriyetin ayrılmaz parçası gibi görüyordu. Ama İrlanda Cumhuriyetçi
Ordusu sınırın her iki yanında da yasadışı bir örgüı olarak değerlendiriliyor ve
Londra ile Dublin arasındaki ilişkiler çözümün önünde büyük bir engel oluş-
turmuyordu.
1 9 4 1 - 1 9 4 4 arasında Almanların Sovyetler Birligi'ne yaptığı saldırıya katı-
lan Finlandiya savaşın sonunda Sovyet işgali altına girdi. Diğer toprak kayıpla-
rı, özellikle de Viipuri'nin (Vyborg) kaybı kabul ettirildi. Bununla birlikte
1947 yılında sınırlı bir egemenlik hakkı veren bir barış antlaşması imzalandı.
Finlandiya artık katı bir politik tarafsızlığa uymak, Sovyet çıkarlarıyla uyumlu
bir dış politika sürdürmek ve Sovyet üslerinin sürekli varlığını kabul etmek
zorundaydı. Bu tarihten sonra ekonomi patladı ve Helsinki Avrupa'nın en zarif
ve pahalı kentlerinden birisi oldu, Batı kapitalizminin Leningrad'ın eşiğindeki
örneği oldu. "Finlandiyahlaşmak" Sovyet işgali altındaki birçok ülkenin gıpta
ile baktığı, ancak Avusturya dışında hiçbirinin elde edemediği bir statü haline
gelecekti.
Avusturya, Müttefiklerin onun Nazilerin ilk kurbanı olduğu varsayımın-
dan yararlandı. Almanya gibi dört işgal bölgesine ayrılmış olan ülkede işgalci
dört güçle imzalanan barış antlaşması ( 1 9 5 5 ) ile Cumhuriyet Lam egemenlik
hakkını almakta başarı kazandı. Koşullar arasında tam tarafsızlığa ek olarak
Viyana'daki büyük Sovyet savaş anıtının bakımını sürekli olarak sağlamak da
vardı. Bağımsızlığın yeniden elde edilmesini, komşu Isviçre'dekine benzer bir
refah dönemi izledi. Politika, 1 9 7 0 - 1 9 8 3 arasında başbakanlık yapan Bruno
Kreisky liderliğindeki Sosyalist Parti ile tutucu Halk Partisi arasındaki iyi den-
gelenmiş rekabet tarafından belirleniyordu. 1986'da BM eski Genel Sekreteri
olan Avusturya Devlet Başkanı Kurt Waldheim'ı gözden düşürmeye yönelik
uluslararası bir kampanya ona kişisel olarak bir zarar vermedi, ancak Avustur-
ya'nın geçmişini anımsatan bir araç oldu. Avusturya'nın sınırlarında birkaç
sapına vardı. 1868'de imzalanan bir antlaşmaya göre Jungholz ve Mittelberg
bölgeleri Bavyera gümrük bölgesinin bir bölümünü oluşturuyordu. Vorarlherg
ile Tyrol eyaletleri ve İtalya'nın Alıo Adige ile Tarentino kentleri arasında ser-
best ticaret hakkına sahiptiler.
Tarihteki sayısız mini-devletin son kalıntıları olan yedi Avrupa prensliği
uluslararası ilişkilerde etkin bir rol oynamak için çok küçüktü, ama tuhaf ko-
numlarından yararlanmayı çok iyi becerdiler.
San Marino (MS beşinci yüzyılda kuruldu, yirmi üç bin nüfusu ve alımış
iki kilometrekare yüzölçümü vardır) Avrupa'nın en eski devleti olduğunu ile-
ri sürdü. 1631'de bağımsızlığı kabul edilen San Marino. Riminı yakınındaki
Titano Dağı'nın eteklerini kucaklar ve etrafı tamamen kalya topraklarıyla çev-
rilmiştir. Savaştan sonra zengin italyanların vergi sığınağı olan bölge komü-
nistlerle Hıristiyan demokratların nöbetleşe kurdukları yerel hükümetle yöne-
tildiler.
D ı v i s f i et i n d i v i s a : Bnl im m lis vc' B t ı ü m l c ş m ı ş Avı u p « . 1945-1991 I 1 5 7
Doğu Avrupa: 1 9 4 5 - 1 9 8 5
"Doğu Avrupa 'nın savaş sonrası dönemde iki farklı anlamı vardı. Birinci anla-
mı Ktta'nın, Demir Perdenin Sovyet tarafında uzanan herhangi bir parçasına
gönderme yapan makul bir tanımlamaydı. Bu anlamda. Sovyetler Birliğine ek-
lemlenmiş Avrupa ülkeleri ve bunun dışındaki Avrupa ülkelerini içeriyordu.
Fakal daha çok. SSCB'den farklı olarak merkezi Doğu ve Güney Doğu Avru-
pa'daki SSCB uydu devletleriyle eşanlamlı olarak kullanılıyordu.
Son analizde, bu ayrımların sınırlı bir ağırlığı vardır. İster halk demokra-
sileri ister Sovyetler Birliği cumhuriyetleri olarak adlandırılsın, Leninisı çizgi-
de örgütlenmiş hiçbir devletin önemli derecedc herhangi bir bağımsızlığının
olduğu varsayılmıyordu. Hepsi Sovyet güdümlü komünist hareketin diktalor-
yal ayrıcalıklarının uygulanması için birer dış görüntü olarak tasarlanmıştı. Bu
nedenle herhangi bir tanımlamaya göre, Moskova'nın sürekli inatçılık yapan
bağımhlarıyla kendi isteklerine ilişkin berbat lehçesiyle yaptığı anlatımları
gözden geçirmeye başlamadan önce, Doğu Avrupa'nın savaş sonrası tarihi,
başlangıç noktası olarak kendisine yalnızca SBKP'nın politikalarını alabilir.
1985'ien sonraki ölümcül çöküş öncesi Sovyetler Birligi'nitı savaş sonrası
tarihi üç döneme ayrılır. İlki ( 1 9 4 5 - 1 9 5 3 ) Büyük Sıaliıı'nin son yıllarını kap-
sar. İkincisi, sözde deslalinizasyon olarak anılan, Nikita Sergeyiviç Kruşçev'in
yükseliş ve düşüşü dönemini kapsar. Sonraları "Durgunluk Dönemi" olarak
anılan İJçüncü dönemse ( 6 4 - 8 5 ) , Leoııid Hyiç Brejnev tarafından başlatılmış
ve esiıılendirilmiştır. Hepsiyle beraber bu son kırk yıl, çağdaş tarihin eıı büyük
yanılsamalarından birisine tanık olmuştur. Sovyetler Birliği il. Dünya Sava-
şından Avrupa'nın en büyük asken gücü olarak çıktı, kendini küresel iki sü-
per güçlen biri haline getirdi. Tüm dış görüntüsünün ima ettiği şey tahayyül
edilemeyecek kadar güçlü, dünyanın en büyük nükleer silahlarıyla donatılmış,
ele geçirilemez bir kale olduğuydu. Aynı zamanda iç işleyişi tahmin edileme-
yecek derecede çiırıımüş, bünyesi kanserin politikadaki karşılığı olan bir gize
dönüşmüştü. Tarih kilden ayaklı devlerle doludur. Bunun en önde gcleıı örne-
ği eski Rus İmparatorluğudur, Takat burada ayakları üzerinde ölmekte olan di-
nozor söz konusuydu. Ve kimse, ne Batılı Sovvetologlar ne de son zamana dek
Sovyet liderleri onun ızdırabını görebildi. Birkaç saygın istisnayla her iki grup
da bu kırk yılın çok bıiyük bir bölümünü, Sovyelier Birligi'ni sağlık ve ilerle-
menin mükemmel bir örneği olarak takdir etmeye harcadı.
Stalin'iıı son yılları korku ve acının uzun gecesine hiçbir ferahlık getirme-
di. İlerleyen yaşıyla kazandığı zaferin onu yumuşatacağı yolundaki spekülas-
yonların temelsiz olduğu kanıtlandı. Stalin'in savaş öncesi yakın dostlarından
oluşan eski ekibi iktidara sıkıca yapıştı. Terör, propaganda ve ortak rutin, Sov-
yet halkının başkaldırmasını engelledi. Gıılag, aynı düzenli köle işgücüyle top-
lu tutuklama hareketlerini sürdürdü. Sözde Doktorlar Komplosunu ortaya çı-
kardıktan sonra öldüğünde, bir varsayıma göre, Slalin diğer bir büyük
Temizlik (Tasfiye) için hazırlanıyordu.
Bu yıllarda Sovyet İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştı. Bunu askeri
işgal ve Sovyeı modelinin siyasi, ekonomik ve sosyal kopyasını yaratan siyasi
vesayet yoluyla gerçekleştirdi. Dogu-Avrupa'nın işgalinden kısa bir süre sonra
başlıca gelişme Çin komünistlerinin zaferiyle beraber geldi. Mao Zedung, "İk-
tidarın silah namlusundan doğduğunu" yazmıştı ve 1949 ela Moskova'nın doğ-
D i v i t t i cf liKİıvisd B d l t i n ı m ı ş ve ( î ı ı l ü n l ı ı . ı ı ı ı s tıp«ı. J 9 4 . 5 - J 9 9 ) I 159
Sialin Biline işareti gösterir göstermez, Berıa diz çöktü ve Slalin'in elini öpmeye
haşladı. Stnlin bilincini yeniden yitirince Beria ayağa kalktı ve lükürdu... nefretini
kustu, 20
ni tartıştıkça, ölümü, ataleti felce dönüştürdü. Bir reform savunucusu olan Yıı-
ri Andropov ( 1 9 8 2 - 1 9 8 3 ) reformlar başlayamadan kanserden öldü. Anfizem
kurbanı Konstantin Çernenko'nun ( 1 9 8 3 - 1 9 8 5 ) bir şeye başlama niyeti yoktu.
Sovyet silahlı kuvvetleri muazzam ve çok saygın bir güe olmasına rağ-
men, bağımsız bir eylem için gerekli butun yeteneklerden yoksundu: parti hiç-
bir şeyi şansa bırakmıyordu. Bulun ordu subaylarının Paı lı-güdümündeki aka-
demilerde eğitilmeleri yeterli değildi, onlar yalnızca SBKP'ye katdarak terfi
alabilirler ya da onların yanında çalışan bir politrul: veya "siyasi yönetici"nin
imzası olmadan hiçbir emri uygulayamazdı. Bütün askeri hiyerarşi dokusu, kı-
demli üyelerinin Genel Kurmayın en önemli mareşallerini içerdiği ve asıları-
nın tamamen alt kademenin kilit görevlerini doldurduğu Glavpoliı'in, Temel
Siyasal-Askeri Daire ajanlarınca yürütülüyordu. Usulen, füze birliklerine ken-
di savaş başlıklarının, paraşüt birliklerine kendi ulaşımlarının kontrolü veril-
miyordu ve tank birlikleri de kendi mühimmat ve yakıtlarına sahip olamıyor-
du.
Sovyet Silahlı Kuvvetleri dört ana öğeden oluşuyordu (stratejik nükleer
kuvvetler, hava kuvvetleri, kara kuvvetleri ve donanma). F.n güçlü zamanla-
rında muhtemelen on milyon askere sahiplerdi. Efendilerinin istemlerine gö-
re, düşünebilecek en korkunç ya da en aciz güç olarak tasarlanmıştı. 1955'ıeıı
beri-Varşova Paktı NATO'ya gecikmiş bir tepki olarak kurulduğu zaman, Sov-
yet Ordusu, henüz bürokrasinin diğer katmanının ayağına dolanmamıştı. Pak-
tın yönetimindeki mutlak kontrolü ellerinde tutuyorlardı, merkezi Varşova'da
değil Moskova'daydı.
Sovyet güvenlik güçlerinin ölçü ve örgütlenmesi başka yerlerdeki karşıt-
larına biraz benziyordu. Onları "gizli polis" olarak adlandırmak kötü bir ben-
zetmedir. KGB; C1A, FBI ve ABD Sahil Muhafaza'nın diğer birçok fonksiyonla-
rıyla iş görmek üzere bir araya getirilmiş eşitiydi. Dış istihbarattan başka,
çeşitli masaları Gtılag, Glnvpoiif, milis güçler ve sansür sistemini yürütüyordu.
Ancak temel görevi, kendini her şey ve herkesten haberdar kılmaktı ve mevcut
bülün imkânları kullanarak "güvenilmez unsurlar"ın kökünü kazımaktı. Gök
mavisi apoletti üniformalı memurlarına her Sovyet kentinde rastlanabilirdi.
Muazzam bir muhbir, gangster, halk arasına karışmış gizli ajan ordusu ve or-
duyu denetlemek, sınırlan ve kamplardaki insanları gözetlemek, isyanları bas-
tırmak ve Parti seçkinlerini korumak üzere eğitilmiş sayıları bir milyona ula-
şan dahili birliklerden oluşan bir eş orduya komuta ediyordu. En kamusal ve
kutsal görevleri olarak, Lenin'in anıtmezarında nöbet tutuyorlardı. Mosko-
va'nın merkezindeki Lytıbiaııka Saravındaki merkezleri kurucuları Feliks Cer-
zinkı'nin bir heykeline bakıyordu. Bütün Rusya'da en korkulan zindanlara sa-
hipli.
Resmi olarak sınıfsız Sovyet toplumu, Parti seçkinleriyle halkın geri kala-
nı arasında giderek büyüyen bir uçurumla idare ediliyordu. Tasfiyeler durur
durmaz, devlet mallarını kendi kullanımları için aşırmak, himaye yoluyla zen-
gin ve güçlü olmak için ııomeııljltfiunı üyeleri konumlarını sağlama alabildiler.
Üst kademelere lüks katlar, yazlıklar (daçalar), pahalı limuzinler, kapalı mağa-
zalara özel giriş izni, Batı nakit paraları ve yurtdışı seyahatleri gibi ayrıcalıklar
tahsis edildi. Onlar, 1957 yılı kadar erken bir dönemde Milovan Cilas'ın açık-
ladığı gibi, "Yeni Sınıf", mülkiyetli Kasttı. Buna karşın kolektif köylüler serde-
rinkinden daha kötü bir yoksunluktan muzdariptiler. 1970'lere kadar, ne sos-
yal güvenlik ne de kişisel kimlik belgesine sahiplerdi. Endüstri işçilerine yeryü-
zünü miras aldıkları söyleniyordu; barınma, ücretler ve hiçbir zaman gerçek-
leşmeyen güvenliğin iyileştirileceği beklentisiyle zor şartlarda çalışıyorlardı.
Aydınlar ((/nfelrcoıt.sicı) resmi tanımlarda profesyonel "beyin işçisi" katmanı
olarak gösterilirdi) yüksek bir saygınlık, fakat düşük bir gelire sahipli. Bu ger-
çeğe rağmen, hekimlik gibi birkaç meslekte, kadınlar çoğunluktaydı, Sovyet
kadınlarının koşulları Batı'da hoşgörü görmeyen kardeşlerininkinden biraz da-
ha rahattı. Nazi Almanyasında olduğu gibi, resmi değerler destansı çocuk do-
ğurmayı cesaretlendiriyordu; kürtaj sadece yaygın olarak uygulanan aile plan-
lamasının bir biçimiydi. "Gelişmiş Sosyalizm", Avrupa standartlarına göre çok
gelişememişti.
Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, erken Sovyet nüfus eğiliminin özellikle Av-
rupa Rusyasmda düşmeye başladı. 1950 ve 1960'lı yıllarda Sovyet nüfusu,
( 1 9 5 0 ) 178,5 milyondan ( 1 9 7 4 ) 2 6 2 , 4 milyona yükselerek Stalinli yılların
travmatik kayıplarını telafi elti; ve büyük kentlerin sayısında ve ölçüsünde bü-
yük bir artış yaşandı. Fakat Sovyet kent yaşamının güçlükleri kaygısız bir ya-
şam sürmek için elverişli değildi. 1980'lerdeıı itibaren hem doğum oranı hem
de ömür süresi düştü. Orta Asya Cumhuriyetlerinde devam eden gelişme saye-
sinde, hâkim Rus etnik unsuru geriliyordu. Eğer 1979'daki % 52'lik resmi ra-
kam doğruysa, Ruslar mutlak bir azınlığa düşecekti.
Sovyel ekonomik sistemi, merkezi planlama, militarizasyon, ağır sanayi
gibi temeli Slalin tarafından atılan esas yöntem ve önceliklerden vazgeçmedi.
Esas özellikleri çarpıtılmış istatistik verilerin arkasına iyice gizlenmişti. Beş
Yıllık Planlar, büyüme oranı çaresiz bir biçimde düşmüş ve hedefleri tutturu-
lamamış olsa bile, süre giden nicel başarılar yanılsamasını vermeye devam edi-
yordu. 1980'e kadar olan bütünsel sonuçlar hâlâ etkileyici görünüyorlardı:
(geçici anlaşma) ulaşılmak üzereydi. Ancak 1950'leı in ruhu ADC'nde otuz yıl
daha varlığını sürdürecekıi. Bir Fransız bakan bir zamanlar alaycı bir şekilde
"biz Almanya'yı öyle severiz ki iki Almanya'nın var olmasını tercih ederiz" de-
mişti.
Romanya bütün değişikliklere inatta ayak diredi, fakat asla açık bir ihlal-
de bulunmadı. 1965'te Romanya Komünist Birliğinin Genel Sekreteri olan Ni-
coiae Çavuşesku ( 1 9 1 8 - 1 9 8 9 ) , adı kötüye ç ı k a c a k kadar tuhaf bir çizgiyi takip
etti. Bir Conducalov olarak, neosıalinist bir kişilik kültü ile "bir ailede sosya-
lizm" olarak tanımlanacak despotik bir nepotizm türü yarattı. Halkı korku ve
sefalet içindeyken Romanya'nın "sosyalizmin" en üsı gelişme aşamasına ulaştı-
ğını ilan eden bir anayasa uydurdu. Dehşet saçan Scaıritrıtc'nin yanında KGB
gerçek bir centilmen olarak kalıyordu. Moskova ile Pekin'i dengeleyecek kü-
çük bir diplomatik manivela olmayı ve Varşova Paktı ve C M E A ' m n sınırında
kalarak ve İsrail'i tanıyarak Batının (arzu edilmeyen) hayranlığını elde etmeyi
başardı. Buckingham Sarayında çeşnicisiyle birlikte kaldı ve Dışişlerinin öneri-
siyle İngiliz Kraliçesi tarafından şövalye ilan edildi. Romanya, Avrupa'nın olası
Kuzey Koresi olarak adlandırılıyordu; keskin bir biçiminde zayıflığının farkın-
da olan, kuşkulu sicilinden fazlasıyla gurur duyan ve diğer mafya çeteleri ara-
sında içgüdüsel olarak aracılık yapma görevi verilmiş kapalı bir ülke.
Bulgaristan, Doğu Almanya ile katı bir hareketsizlik ü n ü n d e yarışıyordu.
Devlet turizme ve şarap ticaretine geç girdiği gibi sanayileşmeye de geç başla-
dı. 1 9 5 4 ' ı e n 1990'a kadar Parti lideri T o d o r j i v k o v ülkeyi köle gibi Sovyet ta-
raftarlığı yönünde idare etti.
Çekoslovakya Ocak 1968'e kadar de-Stalinizasyona direndi. 1953'te Gott-
wald'tn ö l ü m ü n d e n beri Parti Genel Sekreteri olan Antonin Novotny bir taraf-
tan Polonya'daki siyasal yumuşamayı diğer taraftan da Macaristan'daki ekono-
mik reformları dikkate almadı. Çeklerin ağırlıkta olduğu ve sistemli bir reform
konusunda istekli olan Çeklerle bu durumdan hoşnut olmayan Slovakların
Politbürodaki işbirliğiyle s o n u n d a yok oldu. Yeni lider Alexander Dubçek
( 1 9 2 7 - 1 9 9 3 ) yumuşak başlı bir Slovak komünistti ve blok tarihinde gülen göz-
lerin bahşedildiği tek genel sekreterdi. Karekterine uygun bir biçimde "insan
yüzlü bir sosyalizm" (güler yüzlü sosyalizm) ilan etti.
Prag Baharı zehirli bir enerjiyle goncasını açtı. D u b ç e k ve takımı yukarı-
dan reform dayatmayı planlıyordu. İlk aşamalarda sansürü kaldırınca neşeli
tartışmaların çılgınlığına popülarite getirdiler. G e r ç e k t e n reformlar başarılı
olacaksa, h a r e k e l e geçirilmesi gereken psikolojik dürtüyü gerçekleştirmek için
plan yapan ilk komünistlerdi. Nisan programlarında Ulusal Meclis için önemli
bir rol öngörmüşlerdi. On d o k u z yıl sonra, Mihail Gorbaçev'tn s ö z c ü s ü n e Prag
Baharıyla Gorbaçev'in Peresıroika programı arasındaki fark sorulunca, "on do-
kuz yıl" diye yanıtlamıştı. Çekoslovak deneyimi ancak yedi ay başarı olasılığı
taşıyarak mücadele etti. Başta, bir mutabakata varılacak gibi görünüyordu.
Sovyet yoldaşlar, basın özgürlüğü gibi iddialı aşırılıklar konusundaki kaygıla-
rını dile getirdiler. Çekoslovak Devleti sosyalizme bağlılığını, S S C B ile dostlu-
ğunun devam ettiğini ve Varşova Paktında kalma kararlılığını beyan etti. Buna
rağmen Temmuz gözdagında. Varşova Paktı tatbikatları ve Cerna-nad-Tsou sı-
nır köyündeki politbürolanyla Brejnev ile Dubçek arasındaki kişisel görüşme-
ler bu ülkede yapddı. Bundan sonra, tatbikatlar durduruldu ve birlikler geri
çekildi.
21 Ağustos 1968 gece yarısında, Romanya dışında butüıı Varşova Pakıı
üye ülkelerinden gelen yarım milyon asker hiçbir uyanda bulunmaksızın Çe-
koslovakya'ya sevk edildi (Polonyalılar kara üniformalı Doğu Almanlarla bir-
likte kuzeyden, Macar ve Bulgarlar güneyden, Sovyet birlikleri Polonya ve Uk-
rayna üzerinden doğudan). Şaşkınlık ve asker sayısı aşırı, direnme ise
minimum düzeydeydi. Dubçek zincire vurularak Rusya'ya uçuruldu, reformla-
ra son verildi. Çekoslovak cephesi sürekli Varşova Paktı tarafından koruna-
caktı. Vakti gelince Dubçek'in yerine Gomulka ve Kadar gibi kişisel acı anılara
rağmen Stalinizme inancını kaybetmeyen yaşlı Gusıav Husak atandı. Bütün
süreç tamamlanınca Brejnev, 1968 Kasımında Varşova'daki blok liderleri top-
lantısında Sovyet pozisyonunu ayrıntılı olarak açıkladı. Brejnev Doktrini, en
neı sözcüklerle Moskova'nın, müttefiklerinin "sosyalist kazanmılarını" güç
kullanarak savunmakla yükümlü olduğunu ifade ediyordu. Doğu Berlin
( 1 9 5 3 ) , Budapeşte ( 1 9 5 6 ) ve Prag ( 1 9 6 8 ) hepsi bu işin bir parçasıydı. Burada
köklü bir gelişme olmamalıydı. Sovyet bloğunun üyeleri özerk devletler değil-
di.
Çekoslovakya'nın işgali, Macar Ayaklanmasının bastırılmasından claha az
acımasız değildi. Ancak dünya televizyon ekranlarında boy gösterdi ve dünya
kamuoyundaki etkisi muazzam oldu. Birkaç komünist partisi tarafından kı-
nandı. Çin, olayı "düpedüz bir faşist güç politikası" olarak adlandırırken, Yu-
goslavya "yasal olmayan işgal" ve Romanya da "ulusal hâkimiyetin pervasızca
çiğnenmesi" olarak adlandırdı. İşgal Avrupa'da bitmeyen bir soğuk dönemi
işaret etti. Prag Radyosunun son özgür yayının "bizden hiç haber almadığınız
zaman lütfen Çekoslovakya'yı unutmayın" şeklinde çaıallaşan sesini çok az in-
san unutabilirdi.
Oçüncü olarak, Brejnev dönemi'nde ( 1 9 6 8 - 1 9 8 5 ) , Sovyet bloğu, Brejnev
Doktrini tarafından belirlenen normlara, gittikçe artan bir şekilde entelektü-
el, toplumsal ve en nihayeLiııde siyasal protestoların gelgitleriyle meydan
okunduğunu gördü. Bütün güç kaldıraçları komünist yetkililerin elleriruley-
di; böylece muhalefet ihlal edilemeyecek yeni kanallar bulmak zorundaydı.
"Normalleşme"nin başlıca örneği Çekoslovakya'dır. Baş meydan okuyucu ise
Polonya'dır.
Çekoslovak normalleşmesi gerçekte berbat bir manzaradır. Husak, Prag
Baharı ruhunu yıkmak için parti toplumsal denetiminin bütün küçük zorba-
lıklarını kullandı. Kurşuna dizme ya da göstermelik mahkemeler yoktu, ancak
halkın önünde kendisini yakarak öldüren genç ö g r e n c i j a n Palach'ın umutsuz-
luğu ulusal bir karamsarlığa dönüşmüştü. Eski bakan ve akademisyenler en
adi işlerde çalışmak üzere gönderiliyorlardı, Dubçek bir Orman müfettişi ola-
rak çalıştı. Polis saldırısı herkesi kapsamına alıyordu. Avrupa'nın eıı güzel
kenti Prag bile en değersiz kent haline getirilmişti. Oyun yazarı Vaclav Ha-
D i v ı s a el indivisa. ßnliinmns vi: ßtifun leşim.s A v r u p a , 1945-1991 1 175
vel'in çevresindeki bir grup yalnız muhalif kendilerini "Madde 7 7 " (insan hak-
ları beyannamesi) olarak adlandırmalarından ö n c e on yıl geçti.
Kompartımanlara ayrılmak Sovyet bloğunun sonraki aşamalarındaki mer-
kezi bir özelliğidir. Devam eden sosyalist enternasyonalizme sahte bağımlılığı-
na rağmen blok bir düzine kusursuz kompartımana b ö l ü n m ü ş t ü . Ulusal ko-
münizm, Moskova'ya sıkıca bağlı iken, etkin bir biçimde diğerlerinden
yalıtılmış her bir ülkenin koşullarını yüreklendiriyordu. Polonya'yı Litvanya
veya Ukrayna'dan ya da 1968'den sonra Çekoslovakya'dan ayıran kordon De-
mir Perdenin kendisi gibi bölen ayrı bir parçaydı. Tafarnicy'nin tutuklanması
(Tatra Dağlarının karlı sırtları üzerine sırt çantasında yasaklanmış yazınla do-
laşan bir grup atletik muhalif) devlet işlerini iyi örnekliyordu. Doğu Avrupalı-
lar yakın komşularına göre Avrupa ve Amerikan yaşamına daha aşinaydılar.
Polonya Halk Cumhuriyeti görülmedik birtakım mizaç sergiledi. Büyük
Britanya'dan daha büyük ordusuyla Sovyet uydularının en büyüğüydü. Hem
yapı olarak h e m de psikolojik olarak en az Sovyetleştirilmişiydi. Polonya köy-
lüsü başarılı bir şekilde kolektifleşmeye direndi; Polonya aydınları büyük öl-
çüde Marksizırıden uzak durdu. Ulusal Birlik Cephesinin sözde çoğulculuğu
sınırlı bir Parti dışı siyasete izin veriyordu. Daha da önemlisi, zorlu Başpisko-
posu Stefan Kardinal Wyszynsky ( 1 9 0 1 - 1 9 8 1 ) idaresi altındaki Roma Katolik
Kilisesi hiçbir yerde asla siyasal denetime tabi olmadı. Aralık 1 9 5 6 anlaşmasıy-
la Kilise yönelimine parti kurallarının hiç de öyle açıkça yıkamadığı tam bir
özerklik verildi. Parıi sosyologlarının hesabı galiba, Polonya'yı hızlı bir şekilde
sanayi gücüne dönüştüren modernleşmenin, dini hızla ortadan kaldıracağı yö-
nündeydi. G e r ç c k ı e y s e yeni işçi sınıfının bağlılığını kazanan kilise partinin et-
kinliğini yavaşça siliyordü.
Polonya'nın muhalefet ve normalleşme devresi çeyrek yüzyılını işgal etti.
Gomıılka lıızla ulusal kahramanlıktan huysuz yaşlı bir patronluğa geçti.
1960'ların ortasında Marksist aydınları, Mart 1968'de öğrencileri ve 1970'te
Baltık Limanlarındaki kanlı işçi gösterilerini bastırdı. 1968'de parti kadroların-
daki Yahudileri hedeTalan bir girişim gücü oluşturan parıi içindeki bir uç mil-
liyetçi meydan okumayı, hemen hemen Polonya içlerinde arta kalan Yahudile-
rin sürülmesini provoke ederek bir genel ve utanç verici "anti-Siyonist
kampanyaya" dönüştürdü. 1970'te Edward Gierek'in on yıllık iktidarı aşırı Ba-
lı borçlarıyla finanse edilen bir "higos k o m ü n i z m " stratejisi benimsedi. Kısa
bir başarı süresi, yenilenmiş bir sertliği, kitle gösterilerini ve İşçi Savunma Ko-
mitesinde ( K O R ) pekişen aydın ve işçi, "dayanışma"nın müjdecisi, muhalefeti-
ni ötıceledi. Haziran 1977'de Polonyalı bir Papanın ziyareti değişime gebe ma-
nevi bir ortam hazırladı. Dayanışma sendikası 1 9 8 0 Ağustosunda Gdansk'taki
Lenin tersanelerindeki kararlı bir grup göstericiden meydana geldi. "Kurt bile-
t i n d e t a n ı n m a m ı ş işsiz bir elektrikçi yazan Lech Walesa'nin öncülüğündeydi.
Hareket milyonların katılımıyla güçlenmiş ulus çapında toplumsal bir protes-
toya dönüştü. Şiddeti dışlayan bir hareket olduğu için komünistlerle çatışmadı
ve açıkça kendisini onların dışında örgüıledi. Gösteri düzenlemek ve tiye kay-
detmek için resmi bir hak kazandı. Sovyet bloğundaki lek bağımsız örgütlen-
meydi. Parti üyeleri sürüler halinde harekete katıldılar. Bir yıl içinde Dayanış-
ma, öyle hiçbir çaba içinde olmamasına rağmen var olan düzeni devirme teb-
dili oluşturuyordu. Moskova açısından Dayanışma başarılmalıydı. Komünist
olmayan bir işçi harekeli büyük bir saldırıydı. Rahatsız olan Brejnev Sovyet
O r d u s u n u harekete geçirdi, sonra aceleyle işi Polonya ordusuna havale etti. 13
Aralık 1 9 8 1 gecesi, yoğun bir kar yağışının desteğiyle General W o j c i e c h Jaru-
zelsky çağdaş Avrupa tarihindeki en m ü k e m m e l askeri darbeyi gerçekleştirdi.
Birkaç saat içinde kırk binle elli bin arasında tahmin edilen Dayanışma eylem-
cisi tutuklandı; belli başlı bütün kurumları askeri komiserler devraldı. Sıkıyö-
netim ülkeyi Felç etti. 1982 de, Jaruzelsky güç yoluyla istikrarı sağladıktan
sonra e k o n o m i k reformların ilk aşamasını başlattı. Komünist "normalleş-
me "nin zaferi tamamlanmış gibi görünüyordu; gerçekte ise en başarısız zafer-
di. Tarih Polonyalılara Sovyet bloğuna diz çöktürdüğü için hak ettiği en bü-
yük değeri vermelidir.
G ö r ü n ü ş e göre, Jaruzelsky'nin Polonya'daki varlığı, Moskova'da neredey-
se kendi başına yüzeyde bir çatlak oluşturan reform eğiliminin yayılması ola-
rak görülecekti sonradan. Bu eğilim, zamanı gelince sistemin iyice hastalandı-
ğının farkın varılmasıyla kurulan Rusça Peresini ika ("yeniden yapılanma")
adını alacaklı. Önemlidir ki gerçekte ne olduğunu bilecek olanaklara sahip tek
yapı olan KGB'nin dışında ortaya çıktı. Jaruzelsky, Polonya ordusunun askeri-
siyasi kanadının başında yirmi beş yıl hizmet verdi, O ister istemez 1970'lerde
KGB'yi idare eden kişinin bir adamıydı. Andropov'un koruması altında olan
diğerlerine karşı "Vafıizci Yahya rolünü" oynuyordu. Gorbaçev'in danışıklı
dövüşüyle talihi onu Polonya'yı "Pcrestroika Labaraıuvarına" dönüştürmeye
yöneltti.
1980'lerin hemen başında Sovyet bloğunun uluslararası operasyonları hiç
de amaçlarında başarılı olmad). Kırk yıllık paslanma güçlerini tüketmişti. Gö-
rünürde her şey yerindeydi, görünmeyen kısmında ise çok az şey iyi işliyordu.
Kıtalar Arası Balistik Füzeler d ö n e m i n d e , Varşova Paktı toprakları daha etkin
bir güvenlik tamponu sağlayamazdı. Petrol fiyatlarının yükseldiği d ö n e m d e
C M E A , SSCB'den her zaman akıtılan petrolden daha ç o ğ u n u çekiyordu. Tele-
vizyon d ö n e m i n d e Batı ile Doğu yaşam koşulları arasındaki uçurum her evde
biliniyordu. Dayanışmanın gösterdiği gibi işçiler "işçi devletine" saygı duymu-
yorlardı. Komünist seçkinlerin önemli bir b ö l ü m ü y ö n e t m e isteklerini kaybe-
diyorlardı. Jaruzelsky'nin yakın yardımcılarından biri, istihbarat tarihinde en-
der görülecek bir şekilde, Varşova Paktının operasyon belgelerini on yıldan
fazla bir süre boyunca, milliyetçi gerekçelerle CIA'yı besleme süreci için sel gi-
bi akıtmayı s e ç t i . 2 7
Bununla beraber, Sovyet sisteminin ç ö k ü ş ü n ü önceleyen ve sonradan ne-
den olan sıradışı yönetim değişimine çözüm yolu sağlayan şey Yuri Andro-
pov'un kariyeriydi. Andropov, Budapeşte'de büyükelçiyken siyasal reform için
geçici e k o n o m i k stratejinin üretim ortaklarındandı. SBKP'nin uluslararası biri-
minin başı olarak Macaristan'ı, Çekoslovakya'yı ve şimdi Polonya'yı saran ve
pahalıya mal olan ayaklanmaların Sovyetler Birliğine ulaşmak üzere olduğunu
D ı v ı s n el /ııJıvısn: iiofjıııımtş vc B u l u ı ı l r s u ı ı j A v r u p a , 194D-1991 I 177
sızdı. Ancak "laktik" ve daha sonra "savaş alanı" nııkleer silahlarının gelişme-
si, tamamen herhangi bir nicel hesaplamayı gereksiz kılan NATO'nun yeni
"esnek karşılık" tezini beraberinde gelirdi. Avrupa sahnesindeki baskılar, eğer
olursa, KABF'lerın ana değiş tokuşuıuın Kuzey Kutbu üzerine yöneleceği yo-
lundaki bilgiyle biraz azaldı. Varşova Paktı taralından benimsenen saldırı tezi
uygulanamadı; hızla büyüyen Sovyet Donanması tesı edilemedi, yeniden ağır
silahlanma, lekrarlanan ve çok zayıf silahsızlanma girişimleri yanında devam
elti. Fakat bir kez daha Avrupa çalışması donduruldu.
1980'lerde başta Sovyet SS-20'leri, Amerikan Pershing 2 ve Cruise füzele-
ri olmak üzere daha ölümcül silahlar kuşağının yayılmasıyla, gelişme başka bir
boyut kazandı. 1 9 8 3 le Başkan Reagan'ın mültimiiyar dolarlık, daha çok Yıldız
Savaşları olarak bilinen Stratejik Savunma Girişimini (SD1) (Uzay-iemelli anti
KABF savunma sistemi) ilan etmesi, Moskova'ya, lek sözcükle giremeyeceği
bir yarışta açıkça meydan okumaydı. Her iki laraf da gezegeni defalarca yok
edecek kilo tonlara sahipti, her iki taraf da muhtemelen onları kullanamazdı.
Nükleer caydırıcılığın savunucuları güçle keııdi noktalarına ulaşılamayacağına
inanıyordu. Sadece Batıda özgürce konuşabilen karşıtları, Dr. Strangelove gibi
askeri planlamacıların çıldırdığına tutkuyla inanıyorlardı. Fakat pax cUomica
başladı.
Hafif bir gecikmeyle, Soğuk Savaşın siyasal riimlerint çoğunlukla askeri
gelişmeler izlerdi. Her iki taraf safça bir inançla karşı tarafın amacına ulaşabi-
leceğini düşündüğü için 1950 lerin sonlarında gerilim çok yüksekli. Bu durum
Ekim 19f>2 Küba füze krizinde doruğuna çıktı. 1960'larda, birçok alarma rağ-
men her iki laraf da kolay bir zafer umudunu yitirdi. 1969'da Çin-Sovyet bö-
lünmesiyle felce uğrayan uluslararası komünizm Beijing'e karşı bir misilleme
nükleer saldırı noktasına geldi; uTacık Vietnam devletini sıkıştırmada yetersiz
kalan büyük ABD'ııin hevesi kırıldı; ve NATO de Gaulle tarafından derinden
sarsıldı. 1970'lerde hem Sovyetler hem de Amerikalılar akılllıca detente'a dam-
gasını vuran sürece büyük önem atfederek yetcrince pişmanlık duydular. Vi-
yana'daki ilk Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmelerine (SALT) he-
men 1975 Helsinki Sözleşmesine götüren siyasal tartışmalar eklendi.
1980'lerde, Sovyetlerin Afganistan'ı (Kremlinin Vietnam'ı) işgali ve Polonya'da
sıkı yönetimin ilan edilmesinden ( 1 9 8 1 ) sonra gerilim yeniden tırmandı. Ger-
çekle bütüıı aşamalarda tehdit ve yumuşamanın iııce bir karışımı gözlemlene-
bilir. Meydan okumanın en soğuk yıllarında dc(cııte'ınııı kritik anları ve sözde
détente döneminde donmuş aralıklar vardı. Kesinlikle, kırk yıldır herhangi bir
savaşın olmadığı Avrupa'da muhtemelen soğuk savaştan söz eiıııek bir Fransız
bakanın "sıcak barış" deyiminden daha az gerçektir. Görünen olgu birçok kez
düşeıı ve yükselen bir hararetli.
Ekonomik ilişkiler asla potansiyel düzeyine ulaşamadı. Batı askeri değeri
olan gelişmiş teknolojileri satmakta isteksizdi. Binlerce yasaklanmış ticari ka-
lemi içeren Amerikan COCOM listesi giderek kabarıyoıdu. Doğu kendi adına
kapitalist ithalatla geri kalmayı lercilı ederek ekonomik kendine yeterliliğe
güçlü bir şekilde inanıyordu. 1970'lerin sonlarında, Sovyet peırol üretiminin
yüzde 50'si CMEA ile açık veren ticaret için ayrılırken, Sovyet rekolte fiyasko-
su düzenli olarak Birleşik Devletler tahılının büyük oranlarda panik alımına
neden oldu.
Kültürel ilişkiler içerik ve ölçüde ılımlıydı. Bolşoy Balesi, Kızıl Ordu Ko-
rosu veya Mazovvsze halk dansları topluluğu turlarıyla, birçok Batılı orkestra
ya ela Kraliyet Shakespeare Topluluğuyla karşılıklı ziyaretler gerçekleştirildi.
Sovyet bloğu ülkeleri, ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan atletlerin çok iyi
performans gösterdikleri Olimpiyat Oyunlarına büyük önem veriyordu.
J980'de Moskova Oyunlarının Birleşik Devletler tarafından boykot edilmesiyle
ve 1984'te Los Angeles'taki 5ovyeı ımisillemesiyle beraber spor, daha açık bi-
çimde siyasal bir aygıt olarak kullanıldı.
Diplomatik ilişkiler her türden engellerle kuşaııhnıştı. BM Güvenlik
Konseyi, daha çok Sovyet vetosu nedeniyle kırk yıl boyunca işletilemedi. Ca-
suslar savaşı gülünç bir duruma geldi: Batı istihbaratına İngiltere'de Sovyet
elemanları ve Bonn'da Doğu Alman ajanları tarafından üst düzeylerde sızıldı.
1950'lerde Senatör Joseph McCarthy döneminde ABD'deki komünist ajanlara
ilişkin makul korku tümden mantıksız bir cadı avına neden oldu. Mosko-
va'daki Amerikan büyükelçiliklerine peş peşe öyle dinleme cihazları yerleşti-
rildi ki binalarını terk etmek zorunda kaldılar. Güvensizlik hâkimdi.
Dctenlf'ın kökeni Soğuk Savaşın başlarına kadar gider, Stalin bir kez Al-
manya'nın, Amerika'nın çekilmesi karşılığında, yeniden birleşmesine fırsat ve-
rilmesini önermişti. 1955'te Cenova toplantısında Başkan Einsenhovveı Sıa-
lin'in halefleriyle buluştuğunda. Batı, Sovyetlerin uzun vadeli silahsızlanma
önerisiyle bir kez daha şaşkınlığa uğramıştı. 1939 Kruşcev'i Camp David'de,
Macmillian'ı kazak şapkasıyla Moskova'da gördü, ancak gelişen diyalog, U2
olayı, ikinci Berlin krizi ve daha acı biçimde, Küba'da Sovyet füzelerinin keşfe-
dilmesiyle kesintiye uğradı.
U2, saldırıya uğramayacağı düşünülen yüksek irtifada uçabilen bir Ameri-
kan casus uçağıydı. 1960'ta Türkiye'den kalkan bir uçak Volga üzerinde vurul-
du. Einsenhovver bu türden bütün operasyonların varlığını inkâr edecek kadar
aptaldı, ta ki Kruşçev pilot ile lanet görevini gözler önüne serene kadar.
1961 Berhn krizi yıllardır mayalanıyordu. Oogu'dan Balı'ya sığınmacı akı-
nı hızlanıyordu. Yalnızca 1961 Temmuzunun son haftasında on bin kişi geçti.
Kremlin DDR ile tek taraflı bir anlaşma imzalamakla ve dört gücün işgal hak-
kına son vermekle sürekli tehdit ediyordu. Sovyetler ezici bir yerel askeri üs-
tünlük elde etti. Fakat Batı hiçbir harekette bulunmadı. Sonra 19 Ağustos
1961'de Duvar inşa edildi. Genç Başkan Kennedy daha önce asla olmayan bir
şekilde tesı ediliyordu. Özel olarak Duvarın ikinci bir Berlin ablukası şansına
inandığı için askeri bir tepki göstermedi; bunun yerine propaganda darbesini
sahneye koydu. Duvarın yanında durarak eşsiz Boston şivesiyle "ben bir Ber-
liııliyim" (iclı ki» cin Balina) diye meydan okurcasına bağırdı. 1
* Bil peklide, " b e n bir yagiı ç ö r e ğ i m " aııi.ııııınd geliyor, "idi fnıı Bt-ılincr" demesi -V-'t:kı"ıl.
D i v ı s u ei iüıî'.t i«.,i B o l ü m m i ş ve B ı ı ( ü ı ı l c > ı ı ı i j /tvnıp<ı. ( 9 4 5 - 1 9 9 1 | |g|
Bir sonraki yılın Ekim ayında orıaya çıkan Küba krizi Soğuk Savaşı eşiğe
gelirdi. Kennedy. Berlin krizini çözmek zorundaydı ve Viyana'da Kruşçev ile
ilk buluşmasında Amerika'nın belirleyiciliğivle Moskova'yı elkilemekleki ba-
şarısızlığına ikna oldu. Gelecek seler sıkı olduğunu kanıtlamak zorundaydı.
Birleşik Devletlerin Güney Vietnam'a olan yükümlüğünü artırdı. Hava fotoğ-
rallaıı Florida sahillerinden sadece doksan kilometre uzakta olan Küba silola-
rındaki Sovyet füzelerinin varlığını ortaya çıkartınca. Kremlin 1 in geri adım al-
maya zorlanmasına karar verdi. Tek sorun nasıl olacağıydı. Küba'yı ablukaya
almak yerine cerrahi bir hava saldırısını reddetti. Bir hafla bütün dünya nefe-
sini lultu; Sovyet füzeleri geri çekildi. ABD Türkiye'deki füzelerini çekme ka-
rarı aldı ve Küba'yı işgal etmekten kaçındı. 2 0
Silahsızlanma görüşmeleri on yıl sürüncemede kaldı. Cenevre önerisi
Sovyetlerin denetleme iznini reddetmesi üzerine suya düştü. ) 963'ıe Moskova
Anlaşması nükleer silahların atmosferde denenmesini yasakladı, ancak küresel
çevreye büyük zararlar verdikten hemen sonra. Aynı yıl Çin'i dışlayıp var olan
dört nükleer gücün tekelini korumak için tasarlanan Nükleer Silahların Yayıl-
masının Önlenmesi Anlaşması İngiltere tarafından teklif edildi. Geçici bir ara
dışında hesaplar tutmadı. Dört yıl sonra 1972'de Sıratejik Silahların Sınırlandı-
rılması Anlaşmasının (SALT 1) ilk raundu geçici bir sona ulaştı. SALT II
1980'de ABD Kongresinde bloke edilene kadar sürüncemede kaldı. 1970'lerin
ortalarından itibaren yürütülen artırma oranlarının sınırlandırılmasına karşıtı,
askeri mühimmatların sayısında nihai bir sınırlamaya gidilmesine ilişkin bir
anlaşma için çaba harcandı. On beş yıldır konvansiyonel silahlarla ilgili Karşı-
lıklı Dengeli Güç İndirimi (MBRF) üzerine yapılan görüşmeler, Belgrad'ta ya-
pıldı. 1982'den beri Nükleer silahlarla ilgili Stratejik Silahların indirimi Anlaş-
ması (START) Madrid'le yapıldı. Otuz yıllık hükümetler arası görüşmeler,
1960'larııı başlarında ve tekrar 1980'lerin başlarında Batı'da kayda değer des-
tek gören nükleer silahlara karşı popüler kampanyalar serisi kadar zayıf oldu-
ğunu kanıtladı.
Avrupa'nın Soğuk Savaş diplomasisine dahil olması ABD-Sovyeı ana çatış-
masında kaçınılmaz olarak ikinci sırada yer aldı. Fakat 1950'lerin ortalarından
itibaren giderek kendini gösterdi. 1957'de Polonya Sovyetlerle anlaşarak
BM'ye merkezi Avrupa'da nükleer silahlanmanın dondurulmasını öngören Ra-
packi Planım ve 1960'ta aynı bölgede nükleer silahlanmayı donduran Gomul-
ka Planını sundu. Hiçbir şey çıkmadı. 1965'ıe Polonya Katolik Başpiskoposu
Alnıanya'daki karşıtına "affetmeye ve affedilmeye" hazır olduklarını beyan
eden açık bir mektup yayımladı. Komünist hükümetler tarafından hainlikle
suçlanan bu cesur girişim, koıku ve nefretin manevi karamsarlığına yönelik
açık bir yolu gösteriyordu.
Doğu Avrtıpa'daki Sovyet politikası ağırlıklı olarak Alman öcüsü üzerine
oynadı ve komünist propagandası savaş zamanı Alman korkusunu canlı tut-
mak için büyük çaba harcadı. Batı Almanya'da sımrdışı edilenlerin rahatsız
edici sesleri hatırı sayılır bir şekilde Hıristiyan Demokrat Hükümetleri etkiledi
ve Doğudaki anavatanlarının belirsiz geleceği sadece tutkuların sürekli olarak
büyümesine hizmet etti. Hâkim siyasal iklimin 1960'ların sonlarındaki buzla-
rı, böylece daha çok Başbakan Willy Brandl'ın Ostpolitik'} için gerekli yolları
hazırlayan Alman Kilisesinin başarılı çabası sayesinde çözülmeye başladı.
1969'da başlayan OsipoîiO/î veya "Doğu Politikası" tutarlı, kısa, o n a ve
uzun vadeli amaçlara dayanıyordu. Acil durumda. Brandt Çekoslovakya'nın
işgalinden sonra başlayan Doğu-Batı çıkmazına ara vermenin yollarını aradı.
Federal Cumhuriyetin tam olarak tanınmasından beri. Batı Almanya, DDR ile
ilişkisi olan hükümetlerle (SSCB dışında) herhangi bir ilişkiyi dışlayan sözde
Hallstein Doktrinini uyguluyordu. Sonuç Almanya'nın hemen hemen bütün
Doğulu komşularından yalmlmasıydı. Buzların çözülmesinden sonra Brandt
DDR ve Sovyet bloğunun diğer üyeleriyle modus vivendi yapmanın yollarını
aradı. On, yirmi belki de oıuz yıl boyunca Ban ile Doğu Almanya arasında ge-
lişen ilişkilerin Doğu Berlin'deki rejimi yumuşatacağını ve nihayetinde uzlaş-
maya götüreceğini umdu. Ostpolitiken ilk iki başarısında amaçlarına ulaştı.
Üçüncüsünde umulanın tersi bir sonuç yaşandı. Gerçeklen Brandl'ın Alman-
ya'nın yeniden birleşmesini bekleyip beklemediği kesin olmamakla beraber,
bir seferinde "Yeniden birleşme. Alman siyasal yaşamının bir yalanıdır" de-
mişti.
Bununla beraber, uluslararası sahnede Willy Brandl'ın varlığı bir hayli et-
kili olmuştur. Dogıı Avrupa açıkça barışçıl niyetler taşıyan sosyalist bir Alman
Başbakanının fikrine koşullanmamışıı. Lübeckli bir tezgâhtar kızın gayrimeşru
çocuğu olarak doğan Brandt (Hebert Fraham 1 9 1 3 - 1 9 9 2 ) mümkün olan her
toplumsal dezavantajın üstesinden gelebilirdi. Savaş sırasında Norveç'te yaşa-
dıktan ve Nazilere karşı savaştıktan sonra kusursuz bir demokrat kimliğe sa-
hipti. Daha da önemlisi, 1957'den 1963'e kadar Balı Berliıı Belediye Başkanı
olarak komünizme karşı sadıkane direnişiyle ünlendi. Ağustos 1970'te Mosko-
va'da göründüğünde, böylece Wehrmacht yenilgisinden yirmi beş yıl sonra
büyük bir elki bıraktı. Aralık ayında Polonya'da Varşova Gettosu savaşçıları
anilinin önünde dizlerinin sızladığını hisseıtiğinde, uzun süre unutulmayacak
duygusal bir jestte bulundu. Doğu Berlin'de önerilerine karşı konulamadı. Üç
yıl içerisinde Alman-Sovyet İşbirliği Anlaşmasını ( 1 9 7 0 ) , Almanya'nın kaybet-
tiği toprakların sınırını belirleyen bir Alnıanya-Polonya Anlaşması ( 1 9 7 0 ) ve
1973'te DDR ile birbirlerini karşılıklı tanıyan bir anlaşmayı imzaladı. Demir
Perde ve Berlin Duvarı yıkılmadı; gerçekten onlara yeniden hayata başlama
şansı verildi. Almanya sorunu çözülmedi; ama istikrarlı bir ilişki çerçevesine
oturtuldu. Brandl'ın muhafazakâr muhalifleri onu Almanya'nın doğum hakkı-
nı ele vermekle suçladılar. Yanıtı "halihazırda kumarda kaybedilmeyen bir şe-
yi kimse ele vermiş sayılmaz" idi.
Tarihçiler, Batı Almanya'nın Osfpolilik'nin Avrupa'nın bölünmüşlüğünün
uzamasına hizmet edip etmediğini ya da sonunda yeniden birleşmeye götüre-
cek süreci, küçük düşürücü uzlaşmalar yoluyla başlatıp başlatmadığını daima
tartışacaklar. Aslında iki yorum da özel değil. Gelecek on yılın rengini bu be-
lirledi. DDR boykotuna son verilmesi, Federal Hükümeti, görünür bir getirişi
olmayan ve bir seri karanlık operasyonlarla (Doğu Berlin'in büyük fidyeler
karşılığında satışını yaptığı siyasi mahkûmlarla skandal ticareti yapmak gibi)
D i v i s « et Imfinsti. CüİKfuııu.s ve DııUııılCintii A v / u p e . 1945-199} 1 183
Kısa bir siıre sonra, sıradışı bir olay Doğu-Baıı gerilim balonunu patlattı.
Hava savunması on yılın en büyük askeri sorunuydu: Cruise ve Yıldız Savaşla-
rının ardında ve milyarlarca dolara mal olan bir sorundu. İki iaraf da diğerinin
b o m b a ve füzelerinin misilleme yapmadan hedeflerini bulmasından korkuyor-
du Sovyetler Birliği Krasııoyarsk'ıa izinsiz bir anıi-Balislik büze radarı inşa et-
tiğinden ve Sovyeı hava sahasına yanlışlıkla giren KAL 0 0 7 numaralı bir Ku-
zey Kore yolcu uçağını düşürdüğünden büyük bir nefret kazandı. Ancak
dünyanın uzman askeri planlamacılarının bütün kaygıları bir Alman öğrenci-
sinin yapııgı eşek şakasıyla dağıldı 28 Mayıs 1987'de on dokuz yaşındaki
Maıthias Rtısı tek motorlu özel bir tıcakla Hamburg'dan havalanıp Ballık üze-
rinde l e ı o n y a ' d a Sovyet sınırlarını aşarak dünyadaki on yoğun hava savunma
sistemleri allında alçak mesafede (ağaeboyu) uçlu ve Moskova Kızıl Meydan
yanındaki kaldırım taşları üzerine indi. Tek başına butun Soğuk Savaşı gülünç
duı ııma düşürdü.
Aralık 1989'daki Malla toplantısıyla Başkan Bush ve Gorbaçev Soğuk Sa-
vaşın bitliğini ilan elliler.
B ü t ü n l e ş m e ve Dağılma, 1 9 8 5 - 1 9 9 1
çek bir ögrcncisi. bir görev adamıydı da. Rakipleri ona " k ö k ı e n - A v r u p a a " di-
yorlardı. Sclıuman'ın önceden söylediği gibi, "Avrupa bir d o k u n u ş l a ya da tek
bir plana göre inşa edilmeyeceklir, sağlam başarıların üs Um e kurulacaktır." Bu
söz Deloıs'un yaklaşımını çok güzel özetliyordu. Amacına ulaşmak için ıcnıcl
aracı Tek Avrupa Yasası idi. 1985- 9 ve 1989- 92 arasındaki iki dönem surcıı
görevi, bu amacın kuramdan gerçekliğe dönüşmesini görmesine yetecekıi.
T e k Avrupa Yasası biçimsel olarak metnin kendisinden fazla bir anlama
sabip olmayan bir şey olarak değerlendirilebilirdi- AET içinde ticaret ve dola-
şımın önündeki engelleri kaldıran ayrıntılı bir program. 1 9 8 5 ' ı e sunulduğu ve
üve ülkelerce 1986'da kabul edildiği şekliyle içerdiği 2 8 2 madde, 1992 sonu
itibariyle 3 2 0 milyonluk tüketiciden oluşan birleşik bir pazarı ortaya çıkarta-
cak tckıip önlemlerin uzun bir listesini veriy ordu. İçerideki sınırların kaldırıl-
masını, serbest rekabeti, tııkctıci haklarının standardizasyonunu, yaşam sıatı-
daıllarının eşitlenmesini, mesleki ııiıeliklerın karşılıklı olarak ianınnıasını,
KDV ve diğer dolaylı vergilerin uyumlu hale getirilmesi ile televizyon, radyo
ve iletişim araçlarına ilişkin önlemleri öngörüyordu. 148. madde icracı Bakan-
lar Konseyi nin seçiminde nitelikli çoğunluk ilkesini uygulamaya koyuyordu.
Batı Almanya, Fransa, İtalya ve Britanya'nın her birinin ( 1 0 ) kabul edilen ora-
nına karşı, diğer üyelerin oyları İspanya ( 8 ) , Belçika, Hollanda, Yunanistan,
Portekiz (5'er), Danimarka ile irlanda (3'er) ve L ü k s e m b u r g ( 2 ) oranında ağır-
lığa sahip olacaklardı. Eıkili bir çoğunluk 72 oyun 54'tı ya da % 75'ı alınarak
sağlanacaktı.
Bununla birlikte TAY (Tek Avrupa Yasası) daha kapsamlı planlar için
Trtıva Atı gibi kullanılabilirdi. Bir kere işe başlandıktan sonra tek pazarın va-
rolan diğer e n g e l l e r d e ortadan kaldırılmadan kendi ayakları üzerinde durama-
yacağını ileri sürmek için her türlü fırsat vardı. Yaşanan da aynen bövlc oldu:
Daha ileri mali, politik, yasal ve toplumsal b ü t ü n l e ş m e istekleri, bir tepki zin-
ciri şeklinde ortaya çıkmaya başladı. Yirmi yıllık çok ılımlı ilerleme dönemin-
den sonra AET'nin temposu hızlanıyordu: Brüksel'deki slogan "çtı boııgc" (ha-
reket ediyor) idi. Dönemin eğiliminin bir belirtisi olarak T o p l u l u k , 1987'dc
Avrupa Konseyi'nin bayrağını resmi olarak kabul etti. Koyu mavi zemııı üze-
rindeki on iki altın yıldız artık Sırasboıırg'un yıldızlı ideallerinin simgesi değil-
di. Onlar şimdi tam birliğin genişleyen çemberinin içindeki on iki üyeyi temsil
ediyorlardı.
Avrupa K o m i s y o n u sayıları gittikçe artan direktifler yayınlıyordu. Ayrı
ayrı ele alındıklarında bu direktiller genellikle önemsiz görünüyordu. Avru-
pa'daki prezervatiflerin zorunlu ebatları ile ilgili olanı (İtalyan Hükümeti bun-
ların b o y u t u n u k ü ç ü l t m e k için açıkça çalışmıştır) bayağı kararların tek örneği
değildir. Birlikte ele alındıklarında ise bunlar tutarlı bir yöne doğru ilerleyen
bir çığ oluşturuyorlardı. Konsey'in sermayenin serbest dolaşımını onaylama-
sından sonra, Komisyon Haziran I 9 8 8 ' d e E k o n o m i k ve Parasal Birlik süreci-
nin yeniden gözden geçirilmesini isteyen bir yönerge çıkardı.
Komisyon'un niyetleri ortaya çıkınca muhalifler de alarm düğmesine bas-
tı. Margaret T h a ı c h e r " 1 9 9 2 Projesi'ni" g ö n ü l s ü z c e kabul etli. 20 Eylül
Div ıS« CL Jru/ıvısd. Holü i n m i ş VC B ü t u u l c ş m i ş A v ı n p a , ) 9 4 5 - 1 9 9 1 ) 187
G e n e l S e k r e t e r G o r b a ç e v kısa b i r süre s o n r a k e n d i s i n i t u h a f b i r k o n u m d a
b ı ı l d u . Batı daki liberal ü n ü n e karşın o s i s t e m i i ı ı s a n c ı l l a ş t ı r m a k ve y e n i d e n
c a n l a n d ı r m a k i s l e y e n inançlı bir k o m ü ı ı i s ı l i . " D e m o k r a s i " nin değil " d e n ı o k -
r a t i k l c ş m c " n i ı ı s a v u n u c u s u y d u . Ö n c e l e r i B ı e j n c v ' ı n yaptığı gibi k e n d i s i n e d e v -
let b a ş k a n ı - s a n k i A m e r i k a B a ş k a n ı nın e ş i t i y m i ş gibi- g ö r e v i n i n v e r i l m e s i n i
s a ğ l a d ı . A n c a k h i ç b i r zanıaıı s e ç m e n l e r i n k a r ş ı s ı n a ç ı k m a d ı v e s e ç i l m e d e n gel-
diği Parti liderliği g ö r e v i n i b ı r a k m a y ı asla d ü ş ü n m e d i . Altı yıl b o y u n c a yaptığı
r e l o r m l a r b u n e d e n l e yarını y a d a ç e y r e k ö n l e m l e r o l m a n ı n ö t e s i n e g e ç e m e d i .
D i k k a t l e s e ç i l m i ş t e m s i l c i l e r d e n o l u ş a n yeni biı k o n g r e ile Parti m e r k e z o r g a n -
larına ilaveler yapıt; a n c a k ö z g ü r s e ç i m l e r d ü z e n l e n m e d i . Butun ekonomik
a l a n l a r d a s e r b e s t piyasa ile s ü r e k l i o l a r a k o y n a d ı a m a d a h a radikal d ü z e n l e m e -
lcri hep reddetti. T a n ı n ı n kolektiflikten çıkartılmasını ya da fiyat sübvansiyo-
nunun kaldırılmasını kabul etmedi; özel mülkiyetin yasallaşıııasını erteledi.
S o n u ç olarak, pazar ekonomisinin islemeye başlayamadığı koşullarda planlı
e k o n o m i ç ö k m e y e başladı. Milliyetler sorununda ise cumhuriyetleri isteklerini
dile getirmeleri için cesaretlendirdi ama bu istekleri gerçekleştirmeyi reddetti.
Gorbaçev tutucuların gönlünü alan, radikalleri sınırlayan dört dörtlük bir
politika takıisyeniydi; ama halk nezdinde ciddi bir guven kazanamadı. O, sıra-
dan Rus insanının gözünde (ip i c/ıtrs h iv fcomuııisıicfıesfciy altı i visf- tipik bir ko-
münist eylemciydi Gorbaçev ve onun Baıılı hayranları, ne var olan Sovyet sis-
teminin temellerini ne de Sovyet tarihinin kaçınılmaz sonuçlarını kavradılar.
Başka hiçbir yönetici güç tanımayan bir mekanizmadan baskıyı çıkartmanın
yol açacağı sonuçları gösteren işaretleri önemsemedi. Politik butunun omur-
gası olan Paı ti'niıı diktatörlük yetkilerinden vazgeçtiler ve kollar beyine yanıt
vermeyi durdurduğunda afalladılar. Yöneticilerin ç o ğ u n l u ğ u n u bağımsız dü-
şünemez duruma getiren Parti'niıı düşünce sistemlerinin 011 yıllar boyunca ya-
rattığı etkilerin ö n e m i n i küçümsediler. 1991 yılında Gorbaçev'in hâlâ söyle-
meye devam ettiği- moya stıwid ( b e n i m ü l k e m ) - gibi Sovyetler Birliği ni doğal,
ulusal bir bütünlük olarak düşünmekte ısrarlıydılar Bütün bunlardan daha
önemlisi, baskı altındaki uluslar üzerinde Glasnost'ıın etkisini yanlış hesapla-
dılar. Bu ulusların çoğunluğu için özgürlük bağımsızlık isteğiyle eş anlamlıy-
dı. Denemeler yaparak yol bulmaya çalışmak olayların gelişiminin alacağı olası
en kötü yoldu.
Sovyet lipi ekonomilerin bıraktığı miras lam bir felaketti. Para reformu ve
Polonya'nın Balcerovvicz Planı'nın ( 1 9 9 0 - 9 1 ) hiperenfiasyon karşısındaki zafe-
ri gibi ilk başarılara karşın bir gecede iş görecek reçetelerin olmadığı acıklı bi-
çimde ortaya çıkıı. Yaşayabilecek bir pazar ekonomisi oluşturma amacında
olan bütün eski blok üyesi ülkeler, uzun yıllar boyunca ısıırap verici yeniden
kuruluş çalışmalarıyla karşı karşıya kaldılar. w Çözmek zorunda oldukları so-
runlar aynı zamanda onları Avrupa Topluluğu'nun dışında (utulmaları için
kullanılabilecekti.
Komünizmin yarattığı sosyal davranışlar her yerde varlığını sürdııyordu.
Embriyon halindeki sivil örgütler boşluğu hemen d oklu ram adı kır Politik ka-
yıtsızlık çok yüksek oranlarda seyrediyordu; küçük kavgalara her yerde ve her
zaman rasikınılıyordu; işsizliğe karşı bir tampon olarak görüldüğü için komü-
nizme duyulan sempati ile sürprizler çoğunun sandığından daha bü) ukııı "Su
allında geçen" onlarca yıl kitleleri verilen sözlere inanmamaya ve olabilecekle-
rin en kötüsünü beklemeye alışııımışıı Birileri kaybediyorsa bu birilerinin ka-
zandığı anlamına gelir şeklinde özetlenebilecek olumsuz düşünce çok saygın-
dı ve yok edilemiyordu. Yıkımın boyutlarını hiç kuıtse tahmin edememişti.
Komünizmin bir çalışma olmaksızın yıkılması olgusu onun geride bırak-
ıl ğı acıları hal i İletmedi; bir arınma yaşanmamışı ı. Olayların içindeki aktörler-
den biri "barış zamanında epıplıania"nııı (=Xuhur etme. İsa'nın ilk Zuhur edi-
şi ve onu kutlayan hıristıyan yortusu, e.n.) olanaksız olduğundan şikâveı
ediy ordu. Bir diğeri, "Bu felaketin sonunu görünceye kadar yaşadığım için çok
mutluyum; ancak yeııı bir felaketin başlangıcını görmemek için olıııeyi istiyo-
rum." diyordu. w
Sovyetler Birlıği'ııde çığın ikinci dalgası 1991 'ele geldi. Ekonomik relorm
laik edilebilecek derecede bir ilerleme getirmemişti; maddi koşullar giııikçe
köıuleşiyordu. Gorbaçev kış mevsimi boyunca Komunisı Parti organlarına da-
ha yakın bir konuma gelmişti. Meslektaşlarından hazıkın yaklaşan diktatörlü-
ğü protesto eden kampanyalara katılıyorlardı. Daha da kötüsü ulusal etim huri-
yeller, ulusal otoriteler ile Sovyet otoritelerinin birlikte yönettiği Ballık
ülkelerinin ortaya koyduğu örneği izliyorlardı Moskova'da şehir konseyinin
seçtiği bir belediye başkanı varken Rusya Federasyonu Hükümeti demokratik
yolla başkan olarak, Boris Velisin i seçmişti. Yelisin Rusy a'y ı, Gorbaçev'in Sov-
yet Kıemlın'iilden uzaklaşıı imaya başladı. Ermenisıan ile Azerbaycan, Karabag
için savaşa başlamışlardı. Gorbaçev'in ilk olarak öldürücü şiddetin kullanılma-
sını onayladığı Gürcisian'da Moskova'ya karşı başlatılan ayaklanma bitirilmiş-
ti. Sovyet birliklerinin sivillere aieş açlığı Vilnius'la, Lilvanya Parlamentosu dı-
şarıdan gelecek deslek konusundaki ulumlarını yitirmişti. Kremlin, SSCB'yı
egemen cumhuriyetlerden oluşan daha gevşek bir birliğe donıişıürıııe doğrul-
tusunda yol alıyordu. Yeni birlik antlaşması 20 Agusıos'ta imzaya açılacaktı.
19-22 Ağustos 1991 başarısız Moskova darbesi Birlik Anılaşması'nı dur-
durmak ve böylece CPSU'dan geride kalanı korumak için yapılmıştır, Darbe
korumaya çalıştığı amacın alıedilınesiııi hızlandırdı. Darbeciler kesinlikle "katı
görüşlü" insanlar değildiler; onlaı sınırlı peresnoika anlayışına bağlıydılar ve
bunun da Gorbaçev'in kendi tercihi olduğunu düşünmeleri ıçııı yeıerlı neden-
lere sahipliler. Gorbaçev'in de buna boyun eğeceğine kesin olarak inanıyorlar-
dı. Sonuç olarak, onlar yetenekli darbecilerin yaptıkları hiç bir hazırlığı yap-
mamışlardı. Yapılan aslında bir hükümet darbesi de değildi; ölmekle ölen
dinozorun kuyruğunu son kez çırpışıydı, 19 Ağustos Pazar gunu yedi sinirli
darbcci (rıppcıruçife) bir saf oluşturup, Sovyet televizyonuna çıkarak bir acil du-
rum komitesi oluşturduklarını duyurdular. Parti organları ile medya onlara
boyun eğmeyi kabul etti. Eylemlerini Gorbaçev'in Kırım'da geçirdiği laıilın
son gününe deıık gelecek şekilde planlamışlardı. Gorbaçev onların görevlen-
dirdikleri elçiyle görüşmeyi kabul eımeyince önerecek hiçbir şeyleri kalma-
mıştı. Tutuklanmamış olan Yelisin, Rusya Parlameııtosu'nun önündeki bir
iankın üzerine çıkarak darbeye karşı direnişi başlatır Ycltsin'in destekleyicile-
rini dağıtmak için hiç bir harekele geçilmedi; caddelerde gezen tankların ne
cephaneleri vardı ne de onlara verilmiş bir emir. Uç gun sonra darbeciler li-
mıızinlerine binerek uzaklaştılar ülkeden. Darbe girişimi sisieıııiıı beyinsel
ölümünün gerçekleştiğini hiç bir kuşkuya yer bırakmaksızın kanıtlamıştı. Sov-
yet komünistleri hâlâ dünyanın en güçlü güvenlik aygıtının basındaydılar an-
cak artık onunla en basit operasyonları bile yürüıemiyorlardı.
Gorbaçev bir süve için ne olup bittiğini anlamamıştı. Kırım'dan dönerken
hâlâ Parıi'nin geleceği ve pcrcsiroilîd hakkında konuşuyordu. Onu gerçekliğe
nezaketsiz bir hiçimde geri döndüren kişi Rus Parlameııtosu'nda darbecilerin
ismini okumak zorunda bırakan Yelisin olmuştu, isimleri ilan edilenlerin hep-
si Gorbaçev'in adamı olarak biliniyordu. Gorbaçev'in kredisi artık tükenmişti.
Lenin'in partisi kendisini feshetmeden hemen once o da Gene) Sekreterlikten
istila eııııişti. Sovyet Temsilciler Kongresi 5 Eylül 1991'de, yetkilerini eski Bir-
Ptvıs<ı 11 lınfı» ıscı B ı j f t i ı m ı ı i j vc l i t i r ı ı ı ı f e j n ı i s Avı ıtpa, I 9 4 5 - 1 9 9 I I 195
ligi oluşturan egemen cumhuriyetlere terk eden son yasasını edvardı. 24 Ekim
1991'de Gorhaçev Sovyet KGB'siııi paryalara ayıran son bir karar daha imzala-
dı. lîir hayalci devlcün sııs başkanı gibi elkisız kalmıştı arlık.
Sovyeiler'in ç ö k ü ş gerçeğini uzaya Mayıs 1991'de fırlardan Sovyel k o z m o -
notu Sergeı Krikalyev'in kaderinden daha iyi anlatamaz. Yılın sonu geldiğinde
Krikalyev hâlâ onu geri getirmek için alınacak kararı beklerken dünyanın eııa-
fında dönmeye devam ediyordu. Ayrıldığı Sovyetler Birliği hâlâ bir stıper güç-
lü; döneceği dünyada ise Sovyetler Birliği yoktu. Bay kon ur Uzay Merkezi'nden
onu deneıleyenler ise kendilerini bağımsız Kazakistan cumhuriyetinde bul-
muşlardı.
1991 Aralık ayı Avrupa'nın her iki ucu için de bir karar ayıydı. 1 Aralık'ıa
Ukrayna'da yapılan referandumda Rus azınlığın büyük çoğunluğu da bağım-
sızlık lehinde oy kullanan halkın yüzde 91'iııc dahildi. Ukrayna Cumhuriyeti,
Avrupa'nın toprak bakımından ikinci, nüfus açısından da beşinci büyük ülke-
siydi.
Ayın 9'ıı ile 10'ttnda Avrupa Tophıhığıı'nutı on iki lideri kapsamlı bir Av-
rupa birliğine ilişkin planlarını görüşmek için bir araya geldiler. Korkulan "I-
s ö z c ü g ü n u " * sürgüne gönderen ingiltere başbakanı parasal birlikten çekilme-
ye ilişkin bir maddeyi araya soktu, toplumsal konularla ilgili bölümü imzala-
mayı reddetli, ortaklarını N A T O ' n u n rolünü sağlama bağlamak konusunda ik-
na elli ve büyük bir zafer kazandığını iddia etti. "Değişken geometri" ve "iki
hızlı bir Avıupa"nııı oluşum sürecine girdiğine ilişkin kaygılar dile getirildi.
Ancak antlaşmanın maddelerinin büyük bit çoğunluğu kabul edildi. Liderler
anılaşmanın butun üye ülkelerin yurttaşlarını Birlik yurttaşlığına kabu! eden
maddeler (Başlık 11, 8 - 8 e ) ile üyelerin ortak bir e k o n o m i k poltika izlemelerini
sağlayacak maddeyi, (II. 1 0 2 - 1 0 9 ) EMU (Avrupa Para Birliği) ve Avrupa Mer-
kez Bankası (ECB- AMBJ'nııı birleşmiş bir bankacılık sistemi içerisinde
1999'da oluşturulmasını düzenleyen maddeleri (II, 1 0 5 - f 0 8 a ) , Avrupa Parla-
meniosu'nun Bakanlar Konseyi'ne ortak karar alma yetkilerini vermesiyle ilgili
maddeleri (H, 1 3 7 - 1 3 8 a , 158, 1 8 9 - 9 0 ) , danışma kurulu niteliğinde bir Bölge-
ler Komitesinin kurulacağı (II, 198a-c), ortak bir güvenlik politikasıyla birlik-
le dış politikanın izleneceğini ( V I ) , Topluluğun çalışmalarının yerelleşme tike-
si gereği üye ülkelere terk edileceği (II, 3 b ) maddelerini onayladılar. Eğitim,
kültür, sağlık, enerji, adalet, göç ve suçla ilgili ayrımdı bölümleri kabul eltiler.
Anılaşmanın dışında üç Ballık ülkesinin tanınmasını ancak Hırvaıîsiatı ile Slo-
venva'nın tanınmamasını kararlaştırdılar. Büıün bunlar kuşku uyandıracak ka-
dar kolay kabul edilmişti. Geriye sadece onaylanması kalmıştı. Eelâkeı tellalla-
rını ıı antlaşmanın ölu doğduğuna ilişkin öngörülerinin ortalıkta dolaşmaya
başlaması çok zaman almayacaktı. 1 0
* Alman ya tla KuaClakı kullanımın aksini: İlişilirler için federalizm sö=cı'ij;ıimın ıçcrıftı A meri-
ka'cbkı uygulama ı.ıiMİİıulan .ml.ıııılaiRİıııhmsıır vc merkezi bir Avrupa lîırk'sık Dcvlcılcri ıcııı
kullanılan bıı parula gibi golıiR-ktctlir.
ya. Beyaz Rusya ve Ukrayna'nın liderlerinin Polonya sınırında bulunan orman
itindeki bir av kulübesinde zaten görüşmekte olduğunu bilmiyordu. Liderler
8 Aralık günü öğleden sonra saat 2 . 1 7 ' d e "SSCB'nin varlığının sona erdiğini"
duyuran bir deklarasyonu imzaladılar. Ertesi gün ise Bağımsız Devletler T o p -
luluğu'nun kuruluşunu ilan eltiler. BDT, diğer Sovyet kurumlarının çoğu ses-
sizce tarihe gömülürken stratejik cephaneliğin esasının tek k u m a n d a allında
korunabileceği uygun bir paravanaydı. Yılın s o n u n a gelindiğinde Avrupa'nın
son imparatorluğunun barışçı biçimde tasfiyesi tamamlanmış durumdaydı
Dogu-Batı bölünmesi arasında köprü oluşturmak için bazı küçük adımlar
atılmıştı. N A T O , eski Varşova Paktı üyelerinin davet edildiği bir Birleşik işbir-
liği Konseyi oluşiurmuşiu. Avrupa Topluluğu, Polonya, Macaristan ile Çek ve
Slovakya cumhuriyetleri ile birlik anlaşmaları imzalamıştı. Londra'da ortak bir
Avrupa Gelişme ve Yeniden Yapılanma Bankası açılmıştı. Eski Sovyetler Birli-
ğine yiyecek yardımı ile malî yardım yapılıyor ve eski Yugoslavya barışı koru-
ma amaçlı misyonlar gönderiliyordu. Ancak bütün bu adımlar hâlâ çok ufak
kalıyordu. AT hâlâ Dogtı'dan yapılan tarımsal ürün ithalatını smtrlıyor, ticare-
ti boğuyordu. Dogü Almanya'daki Alman yatırımları hariç tutulduğunda eski
Dogtı'daki Batı yaıırımı çok yetersiz kalıyordu. Yürütülecek orlak dış politika-
nın emareleri görülmüyordu; Hırvatistan ve Bosna'da yaklaşan savaşı engelle-
mek için etkili bir adım atılmıyordu; dinamik bir liderlik doğmuyordu. "Beyaz
Avrupa" ile "Siyah Avrupa" arasındaki derin uçurum hâlâ varlığını sürdürü-
yordu.
Demir Perde Dogu'cla olduğu kadar Baıı'da da kırk yıl b o y u n c a politik ve eko-
nomik yaşamın iskeleti görevini yapmıştı. Perde: Marslıall Yardımı, NATO,
A L T . Almanya Federal Cumhuriyeıi ve Baıı Avrupa'nın e k o n o m i k başarısı için
oyun alamın tanımlamıştı. O sadece komünistler için değil Avrupa'nın ralıal
b ö l ü m ü n d e çalışan Batılı bankacılar, plancılar ve sanayiciler için ele çok uygun
bir işlev yerine gelirin ışı i. O, AET içindeki veri i sanayiyi koruma yanlısı olan-
ların vc bundan dolayı da CAP'ı çarpıtmay a çalışanlar için de özellikle avantaj-
lıydı. Kısaca söylemek gerekirse o. Balı Avrupa'nın, diğer halkların relahım
lııç düşünmeksizin dar görüşlü ve kendisini beğenen bir zengin adamlar kulu-
b u n c dönüşme tehlikesini yaratan etkenlerden bin-âdivdı. Banlı devlet adam-
larının bu soyııılanmışlıklarını hep sürdürmek gerektiğine ilişkin olarak gör-
dükleri rüyalara uygun olan, Brejııev Doktrini karşısında 'kapitalizmin
DIVISA et W n i s n . BOIIIIHHUŞ VC Bıilüııie>ım> /ivrtıpn, 1 9 4 5 - 1 9 9 1
I 197
" Orijin.il niLiıiKİc İm hıılvnrın atlı ( » t r g o v u hu. ımnv.l'-' ver .linı.ıKı.ıJıı, doğrusu tılsım vc itliğimiz
biçimdir (c.nj.
DıVıSA el JIKİİVIMC KÜFıı ı ı m ı i . S ve fiiKiınlcsıııış AVRUPA, 1 945-1991 1201
Beş Kulak bölgesinin isyanına acımasız bir baskıyla yanıt verilmelidir... İbret ola-
cak örneklere gereksinim var. 1) Zeııgıtı, kan emici Kulakları 100'den az olma-
mak ıızcre asın. . 2) İsimlerini yayınlayın. 3) Yiyeceklerim ellerinden alın. 4) Dün-
kü lelgrala gorc rehineleri belirleyin. Söylenen her şeyi yapın ki insanlar görsuıı,
titresin ve mıllerte bölgelık bir alan içinde inlesin, . Hamiş, Giıçliı insanları araştı-
rın. Lenın. 40
'Avrupa, evet. Ama hangi Avrupa?1 Tutulmadan önceki Avrupa çok uzaklarda
kaldı, şairle birlikte onun sona erişine ve eski belirgin çizgilerine pişmanlıkla
yaklaşabiliriz:
Eileur Ç ı e n ı d de s ım»ıol;tli(es b k m s ,
Jc regie ite l'Eurupe cıux aııcınıs pcırapets?53
Ancak hiç kimse onu geri getiremez. Soğuk Savaş'ın yarattığı mevcut Avrupa
görevini yerine getirmek için yetersiz. Topluluk'un kurucu babalarının moral
ve politik vizyonu hemen hemen unutulmuş durumda.
Avrupa yakın gelecekte lam bir birliğe doğru gitmiyor. Ama geçmiş ku-
şaklar boyunca olduğundan daha az sayıda parçaya bölünmüş olma şansına
sahip. Eğer kader gülerse, fizik ve psikolojik engeller, hafızamızda yaşayan
herhangi bir dönemdekinden daha az merhametsiz olacaktır. Avrupa geleceğe
yürüyor. Tremuflle s i ııucm lıır/lcım ine vestcs.
BÖLÜM NOTLARI
AVRUPA EFSANESİ
G1KI5
1 Hcııryk llalowski. K ' r v y s ılyj'bımHVf jrıy ıv Cuı u;>ıç. / 9 5 8 - 3 9 (Varşova, 1 9 6 2 ) ; Os t çıttı i tyıîîifiı
jîolîojıı r ı l ı ' . ' . ' ,'n'ı u'ojnv. 2'nci basUı. ( P o z n a n , 1 9 6 9 ) ; f ı I 1
. ; ; ' n : : ' i ı ; 1 1 •
(Pozııari. 1 9 8 4 ) ; ayrıca bkz. ayııı yazarın N i c d o s d a "iııııJa fesifgn" -roJjıı 1940; rozprawa z ı o J I
o;riıiıvt;ıt ( K r a k o v , 1 9 9 3 ) , vc ' 1 7 liylfıl l' : >39 Re lore and Ali er', East European Quarterly, 27/
7 (1993). 523-334.
2 L'ciofuUoii - ı ' "ıı" ,'".:. I K m llerr y ö n e l i m i n d e (Tarih Sentezleri K ü t ü p h a n e s i ) ( P a r i s ) . J .
V c n d r y c s , I.e '-fi'ignxr; iiKi'odiitlioii lrri£iırs(i(|iıe, 1 9 2 1 , H. V e n n , Lt) Cluirc cits i rijjeitr curs,
1993.
3 Jııliusz S l o v a c k i r m n , J o u r n e y t o the I;asl'inden ( 1 8 3 6 ) , ,<". N o r m a n Davies, 11,,,': ,i,,t:
(jf'dan ( O x f o r d , 1 9 8 4 , s xi) dalıa iyi.
4 Tlif Cum It nd ta1 Mature vol H i ı ı o ı y . ]. 13. liury, II. M G wall in vc diğerleri (8 eilı. C a m b r i d g e ,
I9İ6-39).
3 UnıuiJıuriı tier cur (ijwisclirn GrscliicfKe. T. Sclıieder yayını (7 cilt. S l u t l g a r ı , 1 9 6 8 - 7 9 ) .
ft Peritifk o/ ^tüıtf'Ciiıı I lı.stoıv, Arllnir I lassal yon. (9 t i l l , Londra, 1 8 9 7 - 1 9 3 6 ) .
7 Avın yazarın 'Mrt Ttuildiiu ür.ınrv of lîrıropr ( 4 0 0 - 1 9 4 5 ) . Genel Y ö n e t m e n j. 11. P l u m b ( 1 5
1208 A v n t p f l /<i n i t i
BOLUM I
i : iuut:i Tcirıs. I k > 85) M o n t e s q u i e u . Brıtanyahların "ıklımııı çok huvsıızlasıirdiği. Iım.hıı şeyi
beğenmeyen, h a n a yasamaktan bile hoşlanmayan bir lıalk (Esprit dı s loıs)" okkığıınıı yazar,
3 Eıııgi l.tıea Cavallı-Sforza. Scrcnu/u Anıerıcau'da ( I 9 P 1 ) , S. C o n n o r ı ara İn idari " O n tlıe U n -
pul of Speech"de belin ildiği uzete. Independent on Sunday. 10 Kasım 1991.
4 Dr Sieve Jones, BBC Rcııh Konleraıtslan, The Language ot (he Geııes: Biology, History and
Evolutional v Pulıne (Londra, 1 9 9 3 ) adıyla yayınlanmışın.
3 likz, öıısoz, ş, 4 2 , 43 ve 6 8 , ayrıca J. Szııcs, "Three Historical Regions of E u r o p e " . Tnrtcırelmt
S ; e m l r ' d e (Budapeşte), 24 ( 1 9 8 1 ) , 3 1 3 - 3 6 9 Lis Trots Europes adıyla yayınlanmıştır (Paris,
1 9 8 5 ) ; 11 C, Meyer, MiKcleuropa m German 7Tıouglı( «tııd .Actio», 1 8 1 5 - 4 5 , (Lahey, 1 9 5 5 ) ; vc
O. Ilaleeki, Tlıe Bordei'Icinds o f E u t f p c a n Civilisation (New York, 1 9 5 2 ) .
6 Bkz. Braudel, /.ci M<;dnerrctnec (bkz, onsoz, 16 no.li dipnoi),
7 Robert Eo.x, Tlıe Inner Sen (lie Mc'ditcnaneau mid lis People (Londra, 1 9 9 1 ) .
8 Bkz. David Kirby. fVorılıcrn Pır rope in ılır Parly Modern Period (Londra, 1 9 9 0 ) , ayrıca J. Eiiz-
mauriee. Pile litiltic A Regional l-'Wui't'7 (Londra.. 1 9 9 2 )
9 Ellsworth Huntington, Coilijtttion find Climate ( 1 9 1 5 ; 3'iincu baskı, New Haven. C o n n . ,
1 9 2 4 İ ; I'lte Mainsprings of Cmlisalioti (New-York, 1 9 4 5 ) ,
10 Arnold J. T o y n b e e , A Study oj History ( 1 9 3 4 ) , D. C. Somerville tarafından kısaltılıp ozellen-
nıislir (Londra, I 9 6 0 » , s. 151.
11 Michael Anderson, ("lie l.îtrtlt o/ Etrıopc, op. fit. 9 7 .
]2 C. Stringer ve R. G r i m , "New Light on O u r Shadowy A n c e s l o r s " , ludepcudeiii on Sunday, I
Eylül 1991
1 3 W, J Perry. Tlte Groii'tli of Çiviliden ton (Londra, 1 9 2 5 ) . s. 34
14 Bkz. Barry Cunlilfe, "Aegean Civilization and barbarian Europe", "I lie Roots of European Crvi-
lisrilioii'de (Sikago, 1 9 K 7 ) , s . 5 I 5. ayrıca ]. Howell. " T h e l.ake Villages of Prance", rhid. s. 42-
53.
15 Kkz C.etald S. I lawkins, .Sfonclicuge Decoded (Londra, 1 9 7 0 ! .
16 Collin Renfrew. ArLİıcofogv and Language. "Mie P u- - I c <>j /ndo l..ioopi.an Origins (Londra.
1987).
17 Marıja ( . r i m b u i a s , C.. Cardona'da ve diğerleri (ediıorler), Indo-European and Indo l:uropcuus
(I iledelliy.i 1 9 7 0 ) . s. 5 4 . aklaran: Renfrew. Arclrrolo^v and Language, s. 17.
18 Jones iarafnid.nl one sürüldüğü üzere. Tlıe Language of ıhı: Genes.
19 Avrupa onoın.ıslıği hakkında bkz. G. Semeraııo, Le origiui della ctrflura etoopea rrvela^rorti
dellit liitguislua Morica (IToransa. 1 9 8 4 ) .
Knossos, MÖ 1 6 2 8
20 Bkz J.ieqneita l l a w k e s , " T h e G r a c e of Life", Tlıe Dawn o/ Gods'da (Londra. 1 9 6 8 ) . s. 73-1 56,
" M ı n o yasaiiiiiiin disil r u h u " n u n sonraki dönemlerde "eril anlık Yunan r u h u " ile çekiştiği
yer
2i Sır Arı hur T.vaııs, Tire P.ıltıte oj Minos; A Comparative Auouııt o| tlıe Early Cretorr Crvrlisaııon
(4 ı ı l ı . I oııdra. 1 9 2 1 - 3 6 ) . i. 17. Ayrıca bkz. S. Horsvitz, Pinel of a 1.ıletııııe (Londra, 1 9 8 1 ) . ve
A C. Brown, Artlırır Punts and (lie Paloce •>) Minos ( O s f o r d , 1 0 8 1 ) .
22 I979'd.ı bulunan Arıcıııospelia kurbanı hakkında bkz Pcıeı W a r r e n , " T h e M ı n o a n s a ı ı d I he-
ir G o d s " . Barry Cuııhilc'de. Origins, op cıt 30-41
23 Gerald Cadogan, "A T h e o r y T hat Could Change I lısıory". f : mam ml 7 ime-., <•> l'ylul 198<.>.
B O L U M II
B Ö L Ü M 111
1 C a ı o , De Re R u s t i c a , l.
2 B a ş k a l a r ı n ı n y a n ı s ı r a Saygın Beete ve F. d var d G i b b o n t a r a f ı n d a n da a l ı n l ı l a n n ı ı s u r . Dt'dtue
and l-'nlf o/the Roman F m p i r t , b o l ü m 17.
3 Reginald Bloınfıtd, e d i t ö r l ü ğ ü n ü R W. L ı v i n g s t o n e ' u n yaptığı T h e Legacy oj G ı c c t c i l e ( O x -
ford. 1 9 2 4 ) . s. 4 0 6 .
4 T h o ı ı ı a s B a b ı n g l o n M a c a u l a v ' d a n . " M o r a l i n s " , The Lays oj Ancrttıt Rome ( 1 8 4 2 ) , W. İL lien-
ley ( e t l i l o r ) . Lyra H e r o i c » ( L o n d r a , 1 9 2 1 ) . s . 1 4 7 - 1 6 3 .
5 A p p ı a n , R o m a ika. b k . , 1 3 2 . C a r t h a g e ' d a ( L o n d r a , 1 9 6 4 ) a k t a r a n : B . H . W a r m i n g t o n , s . 2 6 0 .
6 R u d y a r d Kipling, " A S o n g t o M u h r a s " ( H y m n o f the X X X L e g i o n , M S yaklaşık 3 5 0 ) , The De-
finitive Verse of Rudyard Kipling'tle ( l . o n d r a , 1 9 4 0 , yeni baskı 1 9 8 9 ) s. 5 2 3 - 2 4 .
7 A e n e i d , vi. 8 5 1 - 5 3 .
8 W. D. B u r g h , Legacy oj Antieiu World ( L o n d r a , 1 9 3 6 ) . b ö l ü m ıı, " T l ı c R e c e p t i o n of R o m a n
Law".
9 G i b b o n , Dccltiic and Fall, b ö l ü m 9.
Bolum Nodfli ı 1215
10 Virgil. G e o r g i e s . 11. 4 9 0 : Iii. 2 8 4 ; Eclogues, xi. 32: i 6 6 , Aeneid, i. 3 6 2 .
i 1 Bkz.. G i l b e n Higher, "Vergil". I'otcs in et Luud.scape'dc (I.oııdra. 1 9 5 9 3 . s. 5 5 - 8 1
12 H o r a c e , Odes, ıı. 3: Ars P o c t n a . 1 3 6 . Epistles. ıı. 2, 4 5 ; Odes. x x x . ı.
13 l Hi d, Ars A mmorıcı. ıı. 107.
14 T h e o d o r Moırımsen. The History oj Rome. İngilizce çeviri ( L o n d r a . 1 8 9 0 ) . iv. 9 0 ,
15 Ronald Syme, The Romun Revolution ( O x l o r d . 1 9 3 9 ) . s. vii.
16 lind. ıı.
17 (hid. 2 0 1 .
18 S u e t o n i u s , 'The Twelve Caesars. çev. Robert Graves ( L o n d r a , 1 9 5 7 ) , Augustus ü z e r i n e . 51-
108,
19 Ibid. 149-1 79,
20 (hid. 2 0 9 ,
21 (hid. 2 2 3 .
22 /hid 2 8 5 ,
23 G i b b o n . Decline dud Loll, bol tim 3.
24 /hid
25. J. P. Bury'nin A Hisfory of T lie Kontun Empire /row Jis f-ouııdmion to the Death of Marcus Aııre-
lilis'undan adaple c-dtlliiistir ( L o n d r a , 1 9 0 8 ) , 5. 4 3 8 - 1 4 8
26 Tlıe Meditations of (he Emperor Milieus Aitrelius Autouiiius, çev. Roberi Graves ( L o n d r a ,
1955). m 21.
27 /hid vi 5 0 . 48.
28 G i b b o n , Decline und l-clll. bolüm 10.
29 Ibid, bolüm 15.
30 Bkz. G. V e n n e s , Jesus mid (he World of Judaism ( L o n d r a , 1 9 8 3 ) ; D, Elusser, Judaism and the
Origins of Christianity ( K u d ü s , 1 9 8 8 ) ; M. Batgent ve R. Leigh, The Dead Sea Scrolls Deception
(Londra, 1991).
31 Reforıne edilmiş Al-Shatom S i n a g o g u n a teşekkürlerle, G k n e o e , 111,
32 I r e n a e n s Advcrsııs Heracses, in, iii. 1 - 2 , Hisioire du catliolrcisme'de (Paris, 1 9 4 9 ) aktaran | Ii.
Duroselle. s. 8.
33 G i b h o n . Dec line and Tall, bolum 16.
34 C P. S. Clarke, A Short History of the Christian Church ( L o n d r a , 1 9 2 9 ) , 6 9 ; ayrıca J. F. Betlıu-
n e - B a k e r . An Introduction to the Early History of Christian Doctrine ( L o n d r a . 1 9 0 3 ) . Aslında
İznik Akidelcri'nin iki versiyonu vardır: Kısa versiyonu İznik'te MS 3 2 5 ' t c yayınlanmış; İ£-
nık-lsıanbııl-Akicleleri olarak da bilinen uzıtn versiyonu ise m u h t e m e l e n 381 yılındaki Hıris-
tiyan G e n e l k o n s e y i ' n d e o l u ş t u r u l m u ş t u r . Bkz. Dünya Kiliseler K o n s e y i , Confessing One Ea-
Ith ...: the Nlcene-Coııstaıttinopolilan Creed ( C e n e v r e , 1 9 9 1 ) .
Boğaziçi ( I s t a n b u l B o ğ a z ı ) , 4 Kasını 1 0 7 9 A U C
35 J a c o b B u r e k h a r d t , The Age of Conslttııline the Great ( 1 8 5 2 ) , çev. M. l l a d a s ( N e w Y o r k . 1 9 4 9 ) ,
s. 3 4 3 - 5 3 .
36 Kayserili E u s e b i u s (yaklaşık MS 2 6 0 - 3 4 0 ) , Vila Conslanliııi. aktaran: Burekhardt, Coıtslanline
tlıe Great, s. 2 3 1 . A y n e a bkz. The Essential Eusebius, çev. C o l m L t ı i b h a ı d ( N e w York 1 9 6 6 ) .
37 G i b b o n , Decline and Fall, 14. ve 16. b ö l ü m l e r .
B Ö L Ü M IV
5 G i b b o n . Dt'clııu1 tınd ,' ;<i bl. 42. 4 . 6 0 0 kove ilişkin olarak, Milano kütüphanesinde (n. 11)
bulunan 5 5 0 yılına aıı ilgine bir yazmayı zikretmekledir f a n i t u m milium konusunda, "Mo-
dern çiftçiliğin refahında, elan kahramanlar değil tavuklar beslemiştir" yorumunda bu Um-
makladır (rı 12).
6 Ibid. bl. 30,
7 Ferdinand kot, üı İm ılır monde <i'iıi(|iıc e( İr deluıl du Moyen .Age (Paris, 1951 i 3 vc 'Le
Régime des tastes', 1 1 5 ff.
B Charles O m a n , The Purk Ages, AD 4 7 6 - 9 1 8 (6. yay., I.ondra, 1 9 1 9 ) . 29.
9 Lot, La Lin du monde antique. 3 1 1 .
10 O m a n , Tlic DiirJ.' Ages, 2 0 7 .
11 Bkz, Pinutri Obolensky, Tlte l'\;,iii(nir Common m alt It, Luslcrn Fmo/x;, 5 0 0 - M 5 3 (f ondra,
1971).
12 Kiir'itrt, sure 5. ayet 3.
1 3 Steven Runeiman, A II i s wry of the Ci tirades (Cambridge, 1 9 5 3 ) , i. 3.
14 Sliorier l.neyeloj'iieHia of İslim, der, 11 A. R. G i b b ve J, H, Kramers'den (I.ondra. I 9 6 t ) , 16,
491
15 G i b b o n , Decline and Fall, bl. 35.
16 Lu Chanson tie Koland, cxlix, 2 0 0 0 - 9 ; Tlte Song oj Roland: The Oxford Text, çcv. Roy Owen
(Londra. 1 9 7 2 ) . 76.
17 Henri Pirenne, Mediaeval Cities; Tltetr Origins and (lie Revival of Trade (Princeton, MJ, 1 9 2 5 ) ,
27 ve Mahomet and Charlemagne (Londra. 1939).
18 G i b b o n , Decline dnd Fall, bl. 2 3 .
19 llisloriac Lı ılcsiastiıdc Frantortim, il. 2 7 , cev J. 11 Robinson in Readings in European History,
i (Boston. 1 9 0 4 ) , 4 1 .
20 Bede, A )/isiory of the Fnglislt Cliurcfi and People, çev. Leo Sliirlc)'-Price (I.ondra, 1 9 5 5 ) , i. 27,
s. 76.
21 Und i. 3 0 , s 8 6 - 7 .
M ö n s lovts, y 25 Kasım 7 5 3
22 C. Baycl, 'Remarques sur le caractère et les conséquences du voyage d'F.tientie III eti France'.
Ri vue Insfoi iijnc. 20 ( 1 8 8 2 ) . S « - 1 0 5 .
23 ). N P . Kelly. Die Ox/ord Picıionary of l'ope s (Oxford, 1988, 91 -2.
24 Abbe t. PueUcsiie (der.). Le Lifter Ponti|i(dlis: texte, introduce ion ci toiiinieiitaiic ( T a n s ,
1 8 8 4 ) , 4 4 0 ff ; I ; lnde sur le I.ilirr Ponti/icalis (Paris. 1 8 7 7 ) .
25 J M. Wallace-tladrill (der.). 7 lie Fourtli Dool? if (lit Clirotrielc --/ Fredegfo ividi Continuations
(Londra. I 9 6 0 ) .
26 i.Iber Portii/it'dlis, 4 4 7 .
27 lltiil
2S 111 e Fo » M Ii I) oo I; of t lı e C11 ton i 11 e of 1 •' t rdega r. 104.
29 ll'td. )P9.
ISOl.UM V
VI. BÖLÜM
24 W i l l i a m S h a k e s p e a r e , II Richard.
25 Bkz. D. Keys, 'Very Civil W a r and U n b l o o d y Bailies', Independent, 23 Aralık 1 9 8 9 .
26 Bkz. Richard V a u g h a n , Valors Burgundy ( L o n d r a , 1 9 7 5 ) , 1 2 9 . 1 7 5 , 1 9 1 - 3 .
27 Age. 1 6 9 - 7 0 . 1 7 9 3 ' d e yıkılıp bölgenin akıl hastanesine çevrilmiştir.
28 M i c h a e l G ı e d r o y c . 'Tlıe Arrival ol" Christianity in Lithuania: i: Edrlv Contacts ( T h i r t e e n t h
C e n t u r y ) ; ii: Baptism and Survival ( 1 3 4 1 - 8 7 ) , Oxford Slavonic Papers, .win ( 1 9 8 5 ) , 1 - 3 0 ; xix
(1986), 34-57.
29 P, R a b i k a u s k a . 'La cristiantzzione della Samogizia, 1 4 1 3 - 1 7 ' , La c r i s t i a n i ^ i o n c della Ltluania.
cofloqrtio internazionale di storia c c d o i a s t i c a ( 1 9 8 7 ) ( R o m a . 1 9 8 9 ) .
30 V. H. H. G r e e n , Medieval CnTisation in Wctem Europe ( L o n d r a , 1 9 7 1 ) , 4,
31 G r e e n , age. 9 8 - 9 ,
32 11. V o n T r e i t s c h k e , History of Germany ( 1 8 7 9 ) , ii. J. S h e e h a n , German Liberalism in the Nine-
teenth Century ( L o n d r a , 1 9 8 2 ) . 37'de,
33 l l u i z i n g a , The Waning of the Middle Ages, 2 4 8 .
34 F r i c d n e h Heer, Mittelalter ( 1 9 6 1 ) , çev. The Medieval World; Europe from 1100-1350 ( L o n d r a ,
1962), 251-3.
35 Steven R u n c i m a n , The Fall of Constantinople, 1 4 5 3 ( C a m b r i d g e , 1 9 6 5 ) , 1 3 1 .
36 Age, 37.
37 G i b b o n , Decline and Fall, blm, 6 8 .
38 Bkz. Felipe F e r n a n d e z - A r m e s t o , 'Spain Repays l i s Debt to the J e w s ' , European, 1 9 - 2 5 Mart
1992.
39 E m m a Klein, 'The S u l t a n W h o saved the S e p h a r d i m ' , age.
40 K o l o ı n b h a k k ı n d a geleneksel görüş içiıı bkz. J. 11. Parry, T h e Age of R e c o n n a i s s a n c e : Disco-
very, exploration and Settlement, 1450-1650 ( L o n d r a , 1963),
Moskova, MS 1 4 9 3
41 Bkz. Tlıe Orlliodox Liturgy, benig (lie Divine Liturgy of 5. John Chrysostom and S. Basil the Gre-
at according to the use of the Cliuradi of Russia, çev. P. T h o m p s o n vd. ( L o n d r a , 1 9 3 9 ) , İncil
dışında diğer alıntılar bu kaynaktandır.
42 Eski Kilise Slavcası Terod Tsr' ve T s r ' lııdeislîyı terimlerini kullanır; Coipoda Nashego lesusa
Khrısta Novvi Zavyel na S la vyanslıom t Rushom Va;Itahh (Slav ve Rus dillerinde E f e n d i m i z Isa
Mesih'in Yeni Ahicii); paralel m e t i n l e r (St Petersburg, 1 8 2 3 ) , 2 3 .
43 Bkz. Dimitri SlreınooukhofT, ' M o s c o w the T h i r d R o m e : S o u r c e s o f the Doctrine', Speculum
( O c a k 1 9 5 3 ) , 8 4 - 1 0 1 ; rep, M. C h e r n i a v s k y , T he Structure of Russian History. Interpretative es-
says ( N e w Y o r k , 1 9 7 0 ) , 1 0 8 - 2 5 ' d e .
44 Bkz. J. L. 1. F e n n e l l , Ivan the Great oj Moscow ( L o n d r a , 1 9 6 1 ) .
45 R. G. Howes, Testaments o/thc Gr and Princes of Moscow ( I t h a c a , NY, 1 9 6 7 ) , 2 6 7 - 9 8 .
46 F e n n e l l , Ivan the Great, age, 1 2 2 .
47 S l r e m o o u k h o f f , ' M o s c o w the T h i r d R o m e ' , passim,
48 Age, 1 1 3 , ö z l . N . 4 6 .
49 T e s t a m e n t of Ivan 111', Howes, Tesiamems'de. Ayrıca bkz. G. V e r n a d s k y , Russia at the Daivn
of the Modem Age ( G . V e r n a d s k y ve M. K a r p o v i c h , Histroy of R u s s i a ) , ( N e w Haven, C o n n . ,
1 9 5 9 , cılı. iv), b l m . 3.
50 F e n n e l l , Ivan the Great, 146.
51 S i r e m o o u k h o f f , 'Moscow the Third Rome', 1 1 5 .
52 Age, passim
53 Dmitri O b o l e n s k y , 'Russia's Byzantine Heritage'. Oxford Slavonic Papaers, i ( 1 9 5 0 ) , 3 7 - 6 3 .
54 F e n n e l l , Ivan the Great,
55 V e r n a d s k y , Russia at the Dawn of the Modem Age, b l m . 3.
56 F e n n e l l , Ivan (he G r c a i , ö n s ö z , s. V vd.
57 Dm i iri O b o l e n s k y . 'Italy, Mount Athos and Muscovy: The Three Worlds of Maxitnos the Greek'
(Raleigh Lectre, 1 9 8 1 ) , Proceedings of i h c British A c a d e m y , Klvii ( 1 9 8 1 ) ; rep. Six Byzantine
Portraits ( O x f o r d , 1 9 8 8 ) , 2 0 1 - 1 9 ,
58 Age 1 6 0 .
59 Ehe Dennisolf, Mavime Ic Gree el I'Occident (Paris, 1 9 4 2 ) , 4 2 3 .
B Ö L Ü M VII
1 Bkz. Keith T h o m a s , Religion ant) (he Decline oj Mtigic Studies in Popıdcır Beliefs in Sixteenth
and Seventeenth Century England ( L o n d r a . 1 9 7 1 ) .
2 Herbert W e i s m g e r , 'The Attack on the R e n a i s s a n c e in T h e o l o g y Today'. Studies in (lie Renais-
sance, 2 ( 1 9 5 5 ) , 1 7 6 - 8 9 ,
3 Bkz. J a c o b B u r c k h a r d i , The Culture of (lie Renaissance til Italy ( L o n d r a , 1 8 7 8 ) .
4 Bert S. Hall (der.), On Pre-modern Technology and Science ( L o s Angeles, 1 9 7 6 ) .
5 W a l t e r Pater, The Renaissance ( 1 8 7 3 ; yeni bas New Y o r k , 1 9 5 9 ) , 7 2 .
6 J o h a n Huizinga, Erasmus of Rotterdam. with a selection/rom his le((ers ( L o n d r a , 1 9 5 2 ) .
7 E r a s m u s , Preface to New T e s t a m e n t ( 1 5 1 6 ) . Pre/aces (o the Fathers, (he New Tes(ameul, and
On Sdidy, facsimile edn, ( M e n t o n , 1 9 7 0 ) , İL P, S m i t h , Erasmus, A Study o/His Life and Place
in Hislory (Nesv Y o r k , 1 9 2 3 ) .
8 E r a s m u s , In Praise o/ Holly, trans, a n d cd. Betty R a d i c e , in Col Ice led W'orJts ( T o r o n t o , 1 9 7 4 - ),
xxvii. 2, 120 (f.
9 (hid. 148.
10 Adagiu. rbid, 3 1 - 4 ; see also E r a s m u s , Proverbs or Adages ... Englished by R. Taverncr, tıpkı ba-
sım. (Gaınsvılle, Fla., 1 9 5 6 ) ,
11 E t ı e n n e Gilson ( 1 9 3 7 ) , Rcuihold N i e b u h r ( 1 9 4 1 ) , v c N i c h o l a s Berdyaev ( 1 9 3 1 ) , zikr. W e i -
singer. 'The Attack on the R e n a i s s a n c e ' , 176 ff. ayr. bkz. W. K. F e r g u s o n . The Renaissance in
Historical Thought ( B o s t o n , 1 9 4 8 ) .
12 M i c h e l a n g e l o B u o n a r r o t i , in G. Kay (der.), The Penguin Booh of Italian Verse ( l . o n d r a , 1 9 5 8 ) ,
172-3.
13 L e o p o l d von R a n k e , The History of the Popes, their Church arid State, and especially of their
conflicts with Protestantism ( 1 8 3 4 - 6 ) , çev. E. F o s t e r ( l . o n d r a , 1 8 4 7 ) , I. 38.
14 C h a r l e s D r e l i n c o u r t , d. 1 6 6 9 ; zikr. Albert-Marie S c h m i d t , j e a n Cahııı et la tradition calviuicn-
IIe (Paris, 1 9 5 7 ) , 169.
15 1 6 6 2 ' d e P a p a XIII. G r e g o r i u s tarafından, zikr. J o h n P a d b e r g , ' T h e J e s u i t Q u e s t i o n , Tablet, 22
Eylul 1 9 9 0 .
16 Zikr. F i s h e r . A History of Europe, 5 5 7 .
17 Ranke, History o/lhe Popes, i. 2 6 6 .
18 Herbert Butterfield, in The Origins of Modern Science, 1 3 0 0 - 1 8 0 0 ( L o n d r a , 1947).
19 Ibid, The Whig Interpretation of History ( 1 9 3 1 )'de siyaset tarihin l e o l o j i k eğilimlerini c o k par-
lak bir şekilde açıklayan tarihçinin "bilimin g e l i ş m e s i n d e k i stratejik bir çizgi" lehinde o k u l
yürüteceği k u ş k u l u d u r .
20 P. M. H a r m a n , Tlıe Sctemi/ic Revolution ( L a n c a s t e r , 1 9 8 3 ) , 17.
21 Zikr. A. W. C r o s b y , J r . , The Columbian Exchange: Biological and Culturaf Consequence's of
1 4 9 2 ( W e s t p o r t , C o n n . , 1 9 7 2 ) . 11.
22 Ibid.
23 Bkz. ayr. K i r k p a t r i c k Sale, The Conquest of Paradise ( N e w Y o r k , 1 9 9 1 ) .
24 Bkz. J . Larner, 'The Certainty o f C o l u m b u s ' , History, 73/237 ( 1 9 8 8 ) , 3 - 2 3 , değişen tarih yazı-
mının bir özeti için Garry W i l l s , 'Man of the Year', New York Review of Boohs, 22 Kasım
1991.
25 'Where Did C o l u m b u s Discover A m e r i c a ? ' , National Geographic Magazine, 170/5 (Nov.
1 9 8 6 ) , 5 5 6 A haritalarla birlikte.
26 Yen C h u n g - p i n g , in His/orical Research ( B e i j i n g ) ( 1 9 7 7 ) , zikr. Larner, 'The Certainty of Co-
lumbus'; ayr. S i m o n W i e s e n t h a l , Sails of Hope ( N e w Y o r k . 1 9 7 3 ) .
27 J. M a n z a n o , Colon y su segreto: el Predescubrimiento (Madrid, 1982)
28 David Heilige, In Scarcti of Columbus: The Sources for the first Voyage ( T u c s o n , Ariz., 1 9 9 1 ) .
B e k i n i N<?([«n 1221
29 See j. A. Leversen (der.), C ı ı t a H 9 2 : A n ı n the Age of Exploration (the Nadonal Gallery, Vas-
hinglon D C d e bir serginin katalogu) (New Haven, Conn., 1 9 9 2 ) .
30 J a c q u e s Analı, 1492 (Pans, 1 9 9 1 ) , pi. i; Invenler 1'Europc 1 , 15 ff.
31 See Eugenio Garm ( J c r . ) , Renaissance Characters (Chicago, 1 9 9 1 ) .
32 Martin Goncalvez cle C e l l e n g o . Memorial de I u politico nccessaria ( 1 6 0 0 ) ; zikr. 11. Kamen,
The Iron Century: Social C W i g c in Europe, İ 5 5 0 - I 6 6 0 (Londra. 1 9 7 6 ) , 79.
33 S e e J , H, Hexter, 'Storm over the Gentry', in Reappraisals in History (Chicago, 1 9 7 9 ) , 1 1 7 - 6 2 .
34 Kamen, The Iron Century, 8 9 - 1 3 5 .
35 Dr Robert Evot'a teşekkürler Bkz M. Roberts, The Military Revolution, 1 5 5 0 - 1 6 6 0 ' in M.
Roberts (der,), Essays in Swedish History (Londra, 1 9 6 7 ) , 1 9 5 - 2 2 5 ; ayr. G, Parker, 'The Mili-
tary Revolution; A Myth?', in Spain and the Netherlands, I 5 5 9 - J 6 5 9 : "Ten Studies (I.ondra,
1989),
36 S e e J , H. Shennan, Government and Society in Trance, 1461-1660 (Londra, 1 9 6 8 ) .
37 Mobiles, Leviathan ( 1 6 5 1 ) , ( d c r . ) J , Plamenatz (Londra, 1 9 6 2 ) , 1 4 3 .
38 T h o m a s M u n , Englands Treasure by Foreign Trade ( 1 6 2 2 ) ; zikr, Charles Wilson, Met (analısın
(I.ondra, 1 9 5 8 ) , 11-12.
39 H. Wieflecker'in bir ifadesi, Maximilian i. die Fundamente des habsbttrgischen Weltreiches (Vi-
yana, 1 9 9 1 ) .
40 Otto von 1 labsbttrg, Charles V (Paris, 1 9 6 7 ; Londra, 1 9 7 0 ) , s, xii,
41 Sec R . J . W. Evans, The Making of the Habsburg Monarchy, 15.50-1700; An fmcrprcKUion (Ox-
ford. 1 9 7 9 ) ; ayr. 'The Imperial Vision', in G. Parker (der,), Tlte Thirty Years War ( N e w York,
1 9 8 7 ) , 83 ff,; ve 'Culture and Anarchy in die Empire. 1 5 4 0 - 1 6 8 0 ' . Central Etiropcan History,
1 8 0 9 8 5 ) , 14-30,
42 R. J. W. Evans, Rudolf U and His World" A Study in Inleüedual History (Oxford, 1 9 7 3 ) ; ayr,
Roberi Grudin, 'Rudolf II of Prague and Cornelius Drebbel: Shakespearean archetypes?' Hun-
tington Library Quarterly, 54/3 ( 1 9 9 1 ) , 1 8 1 - 2 0 5 .
43 J. H. Elliot, Imperial Spain, 1469-1716 (Londra, 1 9 6 3 ) , 13.
44 Ibid, 14.
•)5 Ibid, 2 4 9 .
46 J. Ortega y Gasset, zikr. Elliot, Imperial Spain, 2 4 9 .
47 Geoffrey Parker, The Army of Flanders and the Spanish Road, 1 5 6 7 - 1 6 5 9 (Cambridge, 1972),
48 Paul Kennedy, The Rise and Fall of [be Great Rowers: Economic Change and Military Conflict,
1500-2000 (New York, 1988), 61.
49 Zikr. J. Hutzinga, 'The Spirit of the Netherlands', in P. Gehl (der ), Dutch Civilisation in the
Seventeenth Century and other essays (Londra, 1 9 6 8 ) , 101.
50 Bkz. Charles Wilson, The Dutch Republic and (he Civilisation of (he Seventeenth Century
(Londra, 1 9 6 8 ) .
51 S R . Gardiner, History of the Great Civil War, 1642-49 (Londra, 1 8 8 6 - 9 ) , i. 168.
52 Conrad Russell, 'The Slumbering Hatreds of the English', Independent, 18 Ağustos 1 9 9 2 . Bkz.
The Causes o/the English Civil War (Londra, 1 9 9 0 ) .
53 Sigismund Herberstein ( 1 5 8 1 ) , zikr. R. Pipes. Russia under the Old Regime. 8 5 .
54 C. Veronica Wedgwood, The Thirty Years War (I.ondra, 1 9 5 7 ) , 4 6 0 .
55 C. R. Friedrichs, T h e W a r and German Society', in Parker (der ), The Thirty Years War, 2 0 8 -
15.
56 W e d g w o o d , The Thirty Years War, 4 4 0 .
Roma, MS 1 6 6 7
57 T i m o t h y Kitao. Circle and Oval tit the Square o/St Peter's: Bernini's Art of Planning (New York,
1 9 7 4 ) , 'The Last Revision', 4 9 - 5 2 ; ayr. 6 7 - 7 4 . figurier.
58 Bkz. Torgil Magnuson, Rome in (he Age of Bernini ( S t o c k h o l m . 1 9 8 2 ) .
59 Ibid, i. 3 6 0 .
60 Bkz. Ol est*; Ferrari, Cemini (Florensa. 1991).
61 Fılıppo B a f d ı n u c c ı , Vtta del Cavalier? Ci o. Lorenzo Berniuo ( F l o r e n s a . 1 6 8 2 ) , çev. C. Fnggass
The Life of Be mini (University Prk, P e n n . , 1 9 6 6 ) . 8 0 , 7 4 ; B e r m n i ' n i n Hayatına ilişkin bu Hin
alıntılar bit eserdendir.
62 J o h n M i l t o n , Paradise Lost, Bk. 1, II. 1 - 6 . in The Poetical Works o f f aim M il (on ( O x f o r d , 1 9 5 2 ) ,
i. 5.
B 0 1 . Û M VIII
B Ö L Ü M IX
F o n t a i n e b l e a u , 2 0 Nisan 1 8 1 4
44 'Fanfare de l ' E m p e r e u r ' ; H e i i n Ladiouqcre, Napoleon et la Garde Imperiale ( 1 9 5 7 ) , çev. A. S.
Brown as Anatomy of Glory ( L o n d r a , 1978), 795.
45 lb id. 7 1 2 - 1 5 .
46 A r m a n d , M a r q u i s de C a u l a i n c o u r t , Mémoires ( 1 9 3 3 ) ( b k z . aşağıda n. 5 3 ) . zikr D. C h a n d l e r ,
The Campaigns of Napoleon ( L o n d r a , 1 9 6 7 ) , 1 0 0 3 .
47 Herald, Mind of Napoleon, no. 1 7 6 .
48 Lachouc)ue, op cit T h e grognards, ( h o m u r d a n a n l a r ) İ m p a r a t o r l u k muhafızlarının 1. Alayı
G r e n a d i e r s à Pied'nin (Yaya e l b o m b a c ı l a r ı ) takma adıydı.
49 R. F. Delderfıcld, Imperial Sunset: The Fall of Napoleon, 1 8 1 3 - 1 4 ( L o n d r a , 1 9 6 9 ) , 2 1 9 .
50 Ibid, 2 4 5 .
51 L o u i s C o h e n . Napoleonic Anecdotes ( L o n d r a , 1 9 2 5 ) , no. 2 0 9 .
52 J. M. T h o m p s o n ( d e r ), Napoleon's Letters, op. cit.
53 L a c h o u q u e , Napoléon et la Garde Impériale, 4 1 5 .
54 C h a n d l e r , The Campaigns of Napoleon, 1 0 0 2 .
55 Zikr. F e l i x M a r k h a m , Napoleon and the Awakening of Europe ( N e w Y o r k , 1 9 6 5 ) , 127,
56 Ibid, 1 2 7 .
57 C a u l a i n c o u r t . Mémoires, Ing. çev. ( L o n d r a , 1 9 3 5 ) .
58 Dclderfıeld. Imperial Sunset.
59 C h a r l e s de la R e n t i e r e ( d e r , ) . The Letters of Napoleon to Marie-I.omse ( L o n d r a , 1 9 3 5 ) , 2 6 5 .
60 Ibid, 2 6 6 .
61 L o u i s C o h e n , Napoleonic Anecdotes, no. 1 4 3 .
BÖLUM X
Whitehall, 3 Aguslos 1 9 1 4
77 D. C. B r o w n i n g (der ), Every man's Dictionary of Quotations and Proverbs ( L o n d r a , 1 9 5 1 ) , no.
1792; The Concise Oxford Dictionary of Quotations, 1 1 3 ; A. ve V. P a l m e r , Quotations in His-
tory: A Dictionary of Historical Quotations ( H a s s o c k s , 1 9 7 6 ) , 9 7 .
78 V i s c o u n t G r e y o f F a l l o d o n , Tweuty-/ivc Years, 1 8 9 2 - 1 9 1 6 ( L o n d r a , 1 9 2 5 ) , ii. 1 0 , 2 0 .
79 Keith R o b b i n s , S i r Edward Grey: A Biography of Lord Grey of Fallodon ( L o n d r a , 1 9 7 1 ) .
80 Bkz. B . J e l a v i c h , Russia's Balkan Entanglements, 1 8 0 0 - 1 9 1 4 ( C a m b r i d g e , 1 9 9 1 ) , özed. 2 4 8 - 7 5 .
Ç a r m 3 Ağustos M a n i f e s t o s u Rusya'nın Sırbistan'a d i p l o m a t i k y ü k ü m l ü l ü k l e r i n e değil, sade-
ce ortak 'inanç', kan', ve Slav h a l k ı n ı n tarihsel g e l e n e k l e r i ' ne atıfta b u l u n m u ş t u ; tbid. 2 7 5 .
Bö I w m Notlan 1229
81 Bkz. G. M. T revel y a n . Grev oj Fallodon ( L o n d r a , 1 9 3 7 ) .
82 Bkz, Sidney B u x t o n , Edward Grey. Bird Lover and Fisherman ( L o n d r a , 1 9 3 3 ) .
83 8 Aralık 1 9 1 9 , 1 larvard U n i o n , V i s c o u n i Grey. Reeretıdon ( L o n d r a , 1 9 2 0 ) .
84 Grey, Twenty-jive Years, ı. 121.
85 The Annual Register, i9)4'de 'Chronicle'dan ( L o n d r a . 1 9 1 5 ) .
86 W. S. C h u r c h i l l , World Crisis, Trevelyan'dan alıntı. Grey o/Eallodon, 200--4.
87 Manchester Guardian, 4 Ağustos 1 9 1 4 .
88 David Lloyd G e o r g e , War Memoirs, Trevelyan'dan alıntı. Grey oj Fallodon. 6 9 , 2 5 4 ,
89 Bkz, H e r m a n n Lutz, Lord Grey und der Weltkrieg, !_oid Grev and the World W a r olarak çevril-
di (Londra. 1 9 2 6 ) , ö z e l . 193-4.
90 G r e y , Tıventy-Jive Years, i. 57,
91 R o b b ins, S i r Edward Grey, 2 9 0 .
92 G r e y . Twenty-jive Years, ii, 1 0 - 1 8 ,
93 Martın Gilbert, Winston S. Church ill, iii ( 1 9 1 4 - 1 6 ) ( L o n d r a , 1 9 7 1 ) . 3 Ağustos 1 9 1 4 .
94 J. S p e n d e r ve C, A s q u i i h , The Lije oj Lord Astjuith and Oxford ( L o n d r a . 1 9 3 2 ) , il, 9 3 ,
95 B . C o n n e l , ' P r i n c e L o u i s o f Battenberg'. Manifest Destiny ( L o n d r a . 1 9 5 3 ) ' d e , 4 4 - 5 . ( G O T H A )
96 G i l b e n . Churchill, liı, bölüm I, 'A Really Happy M a n ' , 2 5 - 6 .
97 Ibid.
98 Ibid. 3 0 . 4 Ağustos 1 9 1 4 ,
99 Ibid. 3 1 .
1 0 0 1.U1Z. Lord Grey and i h e W o r l d W a r , 1 36
101 Bkz. K.H. J a r a u s c h . The Enigmatic Chancellor: Kethırtann Holhveg and the Hubris of Imperial
Germany ( N e w H a v e n . C o n n . , 1 9 7 2 ) .
102 ibid. 70.
1 0 3 K. H. J a r a u s c h , ' T h e Illusion of Limited W a r : B e t h m a n n Hollweg's Calculated Risk, July
1 9 1 4 ' . Central European History ( A t l a n t a ) , 2 ( 1 9 6 9 ) , 4 8 - 7 8 .
104 J a r a u s c h . Enigmatic Chancellor, 1 4 9 .
105 15 Kastın 1 9 1 3 , B e t h m a n n ' d a n Ve I iah t a, ja rauseh dan a l ı m ı , 'The Illusion of Limited War'.
1 0 6 8 T e m m u z 1 9 1 4 , ibid.
1 0 7 j a r a u s c h . Enigmatic Chancellor, 149,
108 Prelis B e r n h a r d von ß u l o w . Memoirs, iii: 1 9 0 9 - 1 9 ( L o n d r a , 1 9 3 2 ) , 161 - dosl olmayan bir ta-
nık.
1 0 9 L. C e c i l . Albert Ballın: Business and Politics in Imperial Germany, 1888- i 918 ( P r i n c e t o n , NJ
1 9 6 ) . 1 2 2 If.
1 1 0 V o n Bülow, Memoirs, iii. 1 5 9 - 6 0 .
111 Encyclopaedia Britannica, 12. Baskı ( L o n d r a , 1 9 2 2 ) , x x x . 4 5 3 - 4
112 Zikr. J a r a u s c h , 'The Illusion oj Limited War'.
113 Ibid. 5 4 .
114 Ihrd. 5 8 .
115 Ibid. 75-6.
116 2 7 T e m m u z 1 9 1 4 , ibid.
117 A. vc V. P a l m e r , Quotations in History, no, 1 7 5 1 ,
1 1 8 Fritz F i s c h e r ' i n tezi. G r i f f nach der Weltmacht ( 1 9 6 9 ) , W a r of Illusions: German Policies front
1911 to 19)4 ( l . o n d r a , 1 9 7 2 ) olarak çev, 2 9 - 3 0 T e m m u z olaylarının hayalı etkisi için bkz,
492-8,
1 1 9 V o n Bülow, Memoirs, iii. 163.
1 20 F i s c h e r , War oj Illusions, 5 1 1 .
121 P a l m e r , Quotations in History, no. 1 7 5 2 .
1 2 2 J a r a u s c h , 'The Illusion of Limited War', 71 ff.
123 " K â g u parçası 1 ' s ö z ü . B e t h m a n n Hollweg'in aynı gün Reichstag'la yaptığı k o n u ş m a y l a leyid
edildiği üzere, o n u n Belçika yansızlığına ilişkin duygularıyla u y u ş m a k t a d ı r . Fäkal o n u n özel
bir söz biçimi k u l l a n m a s ı n ı n en eski belgesel kaynağı, d ö n gun o n c e Brilanya elçisinin yazdı-
gı rapor olmalıdır. Bütün standart başvuru kitapları Sir E. G o s c h e n ' n e Sır Ldııvard Grey'e
gönderdiği 8 Ağustos 1 9 1 4 iarılılı bu rapora atıfta b u l u n m a k t a d ı r l a r , İ I M S O , Collected Diplo-
matic Documents Relating to tlıc Ocet break oj tlıe European W a r ( L o n d r a , 1 9 1 5 1 , no. 1 6 0 , 5.
111. Alman İ m p a r a t o r l u k Şansölyesinin Alman Rcıchsteg'ında 4 Ağustos 1 9 1 4 ' t e yaptığı ko-
n u ş m a , age, 4 1 6 - 9 , Painter, Quotations in (lıstorv, 1 8 ; Everyman's Dictionary oj Quotations
( L o n d r a , 1 9 9 1 ) , no. 2 1 5 .
124 Marcel Proust, Correspondence, ( d e r . ) P. Kolb, iti ( 1 9 1 4 ) ( P a n s , 1 9 8 5 ) . no. 16.
125 71te Letters of Virginia W o o l / ( L o n d r a . 1 9 7 6 ) . ii. no. 7 0 8 .
1 2 6 C, Hassall, Rupert Brooke: A Biography (Londra, 1 9 6 4 ) . 4 5 4 - 5 .
127 The Letters of D. H. Lawrence, ( d e r . ) J. T. B o u l t o n ( C a m b r i d g e , 1 9 8 1 ) ii. no. 8 5 1 , Lady
Cynthia A s t | U i r l h ' e , 30 Ocak 1915.
1 2 8 The Letters of Thomas Mann, 1 8 8 9 - 1 9 5 5 , ( d e r . ) R. ve C. W i n s t o n ( L o n d r a , 1 9 7 0 ) , i. 6 9 - 7 0 .
Meinrieh M a n n ' a , 7 Ağustos 1 9 1 4 .
129 Kont Carlo Sforza, 'Tisza, the Magyar', Makers of Modern Europc'da ( L o n d r a , 1 9 3 0 ) . 6 5 .
1 30 D. A, Prater, European of Yesterday: A Biography o/Ste/an Zweig ( O x f o r d , 1 9 7 2 ) .
131 Ibid.
1 3 2 Bkz. Isaac D e m s c h e r , The Prophet Armed: Trotshy 1 8 7 9 - 1 9 2 1 ( O x f o r d , 1 9 5 4 ) .
133 Robert Service, Lenin A Political Life, 2 n c i yay. ( B a s i n g s t o k e . 1 9 9 1 ) , il, böl 2. ' S t o r m s before
ihc Storm', 3 4 - 7 1 .
1 3 4 A. S o l ı h e n i t s y n 1 den alıntı, August J 9 1 4 ( L o n d r a , 1 9 7 1 ) , 59 if.
1 3 5 F.A. G o l d c r , Documents of Russian History ( N e w Y o r k , 1 9 2 7 ) , 3 - 2 3 ; R. Pipes' dan alıntı, The
Russian Revolution, 1 8 9 9 - i 9 1 9 ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) , 2 1 1 .
1 3 6 R. Roland, journal des amities de guerre, 1914-19, ( d e r . ) M. R. Rolland (Paris, 1 9 5 2 ) .
137 M i c h a e l Davie, The Tilanic: the /till story of ti disaster (Londra, 1 9 8 6 ) ; G, j, M a r c u s , The Mai-
den Voyage: a complete and documentary history of the Titanic disaster ( l . o n d r a . 1 9 8 8 ) ; A. Rost-
ron, The Loss of the Titanic ( W e s t b u r y , 1 9 9 1 ) .
1 3 8 A. J. P. T a y l o r , 'The O u t b r e a k of the First W o r l d War', Englishmen and Ollicrs'da ( l . o n d r a ,
1956).
1 3 9 T a y l o r , Paul Kennedy'den alıntı, ' P r o f o u n d F o r c e s in l l i s l o r y ' . C. J. W r i g l e y ( d e r . ) , Wai/nie.
Diplomacy and Politics: Essays in Honour of A. J. P. Taylor ( L o n d r a , 1 9 8 6 ) , History Today' de
ö z e t l e n m i ş t i r , 36 (Mart 1 9 8 6 ) , u
140 Taylor, T h e O u t b r e a k of the First World War': Struggle jor Mastery in Europe ( O x f o r d ,
1 9 5 4 ) , bölüm x x i i .
141 T a y l o r . K e n n e d y ' den alıntı, ' P r o f o u n d F o r c e s iu History" (History Today), 12.
B Ö L Ü M XI
101. T A B U R 1. C h r i s t o p h e r B r o w n i n g , Ordinary Men: Reserve Police Battalion 101 and the Final
.Solution m Poland ( N e w Y o r k , 1 9 9 3 ) ; aktaran: Alan B u l l o c k , ' T h e Hvtl Dream', TLS. 5 Subat
1 9 9 3 , 3. 2. C. P e r e c h o d n i k , C r y ja jestem m o r d e r e a ? ( V a r ş o v a , 1 9 9 3 ) , yay, ve notlar ile yo-
r u m l a r , Pawel Szapıro. Bkz. Leszek K o l a k o w s k i , 'International B o o k s of the Year', Tl_5, 3
Aralık 1993. 3 J o h n Sack, An Eye for an Eye: D i e Untold Story of Jewish Revenge Against
Germans in 1 9 4 5 ( N e w York, 1 9 9 3 ) , A n t h o n y Polonsky, Branders üni.. D o ğ u Avrupa Yahu-
di tarihi p r o f e s ö r ü n ü n tahmini. Benzer bir tahmin j a k u b B e r m a ı ı . P o l o n y a savaş sonrası G ü -
venlik ofisi başkanı ( U B ) tarafından 1 9 8 1 ' d e k i g ö r ü ş m e d e verilmiştir. Bkz. T. T o r a n s k a ,
On i: Stalin's Polish Puppets ( L o n d r a , 1 9 8 3 ) .
ABHAZYA 1. Y u t a k a A k i n o , Tlıe Last Scenario of Gamsahhuıdıa (Aralık 1 9 9 3 ) . Bogu-Batı İncele-
meleri Enstitüsü (Prag, 1 9 9 4 ) , ayı: Neal A s c h e r s o n , independent. 17 J u l y 1 9 9 4 . A s c h e r s o n ,
ßtaclf Sea ( 1 9 9 5 ) Abhazya k o n u s u n d a birer b ö l ü m i ç e r m e k l e d i r .
ADELANTE 1. Hugh T h o m a s , The Spanish Civil War, 3 yay. ( L o n d r a , 1 9 7 7 ) , 4 5 2 ff. 2. W. H.
Auden, Spain 1 9 3 7 ' d e k i aktaran: T h o m a s , Tlıe Spanish Civil War, 4 6 0 . 3. Bkz. F, G r a h a m ,
The Battle of /arama, 1 9 3 7 : The Story of (he British Battalion of the International Brigades
(Newcastle, 1 9 8 7 ) . 4. T h o m a s . The Spanish Civil War, 8 5 3 .
AGOBARD 1. Allen C a b a n i s s , 'Agobard of Lyons' in P. Q u e n n e l l ( d e r . ) , Diverstons in History
(Londra, 1954), 41-51. 2. Monumenta Germauiae Historic«: Epistolae, ili. 159, aktaran:
C h r i s t o p h e r D a w s o n , The Malting of Europe ( L o n d r a . 1 9 3 2 ) , 2 5 7 .
A1.COFR1BAS 1. L u d e n Fehvre ( 1 9 4 2 ) , The Problem of Unbelief in (he Six(een(h Century: The Re-
ligion oj Rabelais olarak çevrildi ( C a m b r i d g e , Mass., 1 9 8 2 ) . 2. M. B a k h t i n . Rabelais and His
World ( C a m b r i d g e , Mass., 1 9 6 8 ) .
AI.PI 1. L. Pauli, The Alps. Archeology and Early History ( l . o n d r a . 1 9 8 0 ) . 2. R. B l a n c h a r d , Les
Alpes et Icııı destin (Paris, 1 9 5 8 ) ; ayr. P P. Viazzo. L'plrınd Communities: Environment, Popu-
lation and Social Structure in the Alps since the Sixteenth Century ( C a m b r i d g e . 1 9 8 9 ) .
ALTMARKÏ I. /cwish E n e y d o p e d ı a ( N e w Y o r k . 1 9 0 3 ) , iv. 6 5 8 ve aııllar. 2. A r t h u r Harris.
Bomber Offensive ( l . o n d r a . 1 9 4 7 ) ; D. Saward. Bomber Harris: ıhc sıorv of Marşlın! of the Royal
Air Force, S i r Arıhtır Harris ( L o n d r a , 1 9 8 4 ) . 3. See D. living, Tlıe Destruction o) Dresden,
gözden g e ç i r i l m i ş ed. ( L o n d r a , 1 9 7 1 ) ; ayr. G o r d o n M u s g r o v e , Operairon Gtmiorrali: the
Hamburg Firestorm Raids. 4. Ibid. 1 9 5 II. 5. Ibid. 2 1 8 - 2 6 . 6. N o r b e n Burger, K o l o n y a
seriyor belediye başkanı, 'The M e m o r i a l for Sir A r t h u r Harris: A S u m m a r y ' ; ayr. Bomber
Harris: A Tactless C h o i c e ' , Firarciam Times. 2 - 3 May. 1 9 9 2 . 7. Sriddeutscftc Zeitung, 23 Ka-
sım 1 9 9 4 , Daily Telegraph, 24 Kasım 199-t.
ANGELUS 1. Saint-Pierre kilisesi nave'sindekı anı yazıtı. Saintes ( C h a r e n t e Inférieure),
ANNALES L Annales d'Histoire Économique et Sociale, revue trimestrielle, t o m e premier, a n n é e
1 9 2 9 , No. 1 (Paris, 1 9 2 9 ) , 2 Bkz. P. B u r k e , The French Historical Revolution and the 'Anna-
les' School (Cambridge, 1990), 3. M. Aymar, L'Evolution de l'historiographie bra-
udélienne', Lecture, 15 Nov. 1 9 9 0 , M a i s o n F r a n ç a i s e . O x f o r d . 4, Annales, 1 (1 ), 1-2.
ANNO DOMINI 1 . " D i o n y s i u s E x i g u u s " , Encyclopaedia Britannica, 11. baskı ( 1 9 1 0 - 1 9 1 1 ) , v i i .
285. 2, " C a l e n d a r " , ibid, iv. 9 8 7 - 1 0 0 4 , 3. S. V. U t e c h i n , Everyman's C o n c i s e E n c y c l o p a e -
dia o f Russia ( L o n d r a , 1 9 6 1 ) , 8 5 .
APB 1. Bkz, Stephen G e o r g e , Polilics and Policy in the European Community ( O x f o r d , 1 9 8 5 ) , bl.
9, ' E c o n o m i c and Monetary Union'.
APOCALYPSE 1. Rev, 2 1 : 4 - 6
AQUILA l . J . E. Cirlot, Diccionario de simbolos tıadicionales, çeviri: A Dictionary o/Symbols, 2.
Baskı ( l . o n d r a , 1 9 7 1 ) , 9 1 - 9 3 . 2, Adrian F r u i i g e r , Signs and Symbols: Their Designs and Me-
aning ( L o n d r a , 1 9 8 9 ) , 2 4 7 . 3, W. Leaf ve S, P u r c e l l , Heraldic Symbols Islamic Insignia and
Western Heraldry ( L o n d r a , 1 9 8 6 ) , 7 0 - 7 1 .
AQUINCUM J. T. C o r n e l l v e j . M a t t h e w s . Atlas of the Roman World ( O x f o r d , 1 9 8 2 ) , 1 4 3 2.
Klara Poczy, Aqtiincum Polgarvarosa ( B u d a p e ş t e , tarihsiz).
ARCHIMEDES 1. Bkz. Heinrich Dorrie, Triumph der Mathematil; ( W u r z b u r g . 1 9 6 5 ) , çeviri: 1 0 0
Great Problems of Elementaty Mathematics: Their Hisiory and Solution (New York, 1 9 6 5 ) , 1.,
3 8 . , 56 numaralar; T. L. Heath, " M a t h e m a t i c s and A s t r o n o m y " , ( d e r . ) G. M u r r a y , The Le-
gacy o/ Greece ( O x f o r d , 1 9 2 1 ) , 1 2 2 - 1 2 5 , II. J. D i j k s t e r h u i s , Archimedes ( K o p e n h a g , 1 9 5 6 ) .
AR1C1A 1. J a m e s G. Frazer, The Golden Bough the Roots of Religion and Folklore (birinci b a s k ı ) ,
2 cilt ( L o n d r a , 1 8 9 0 ) , i. 6. 2. Ibid. 3. Ibid. i. 2 1 1 - 2 1 2 . 4. Ibid. ii. 3 7 0 . 5. Ibid. u.
370. 6 . Ibid. iı. 3 7 0 - 3 7 1 .
ATHLETOS 1. Bkz. M. 1. Finley ve H. W. Plekel, T h e O l y m p i c G a m e s : The First Thousand Years
(Londra, 1976), 2. Bkz. H. A. Harris, Greek Athletes and Athletics ( L o n d r a , 1964). 3.
Ccv : C M. Bowra. " M e n and G o d s " , N e m e a O y u n l a r ı ' n d a e r k e k l e r güreş karşılaşmaları bi-
rincisi Aginalı A l k i m i d a s o n u r u n a kaside, Greek Literature. An Anthology, M i c h a e l Grant ta-
ralından seçilmiştir ( l . o n d r a , 1 9 7 7 ) , 1 0 4 . 4. 2 T i m . 4: 7. 5, A. K r a w c z u c k , Ostatnta Olim-
pmda (Son Olimpiyat) (Wroeklaw, 1976); R. D. Mandell, The first modern Olympics
(Berkeley, 1976).
ATHOS 1. Sotiris Kadas, Mount Athos: An Illustrated Guide to the Monasteries and (heir Historv
(Atına, 1 9 7 9 ) . Ayr. bkz. P. Sherrard, Athos: The Mountain of Silence ( T o r o n t o , 1 9 7 0 ) . 2.
F a t h e r M a x i m o s , Human Rights on Mount Athos: An Appeal to the Civilised World ( W e l s h p o -
ol, 1 9 9 0 ) . 3 Richard N o r t h , 'Doctrinal D i s i s i o n s a m o n g the M o n k s of Athos', the Indepen-
dent 1 7 T e m m u z 1990.
AUC 1. J. J. B o n d . " T h e Roman C a l e n d a r " , A Handy-bool; of Rides and Tables for verifying dales
with the Christian E r a ... ( L o n d r a , 1 8 6 9 ) , 1-6, 1 9 5 - 1 9 6 (yeni baskı' L l a n e r c h , 1 9 9 1 ) .
AUSCHWITZ 1 . U S Defense Intelligence A g e n c y . Strategic B o m b i n g Survey, Record G r o u p 3 7 3 :
Mission 6 0 PRS/462, Can D 1 5 0 8 , e x p o s u r e 3 0 5 5 , l o Can D 1 5 1 0 . e x p o s u r e 5 0 2 0 , Aktaran:
Marıın G i l b e r t , Ansehviitc and the Allies ( L o n d r a . 1 9 8 1 ) . 2 1 6 , 2 4 9 . 2. Ibid. fig. 2 8 , and s.
331-2. 3. See j a i l Karski. The Story of a Secret State ( L o n d r a . 1 9 4 4 ) : ayr. D. S. W y i n a n , The
Abandonment of (he Jews America and (he Holocaust, 1 9 4 1 - 4 5 ( N e w York. 1 9 8 4 ) . 4. Gilbert,
Aiiscltwitî and (he Allies, bl. 21 I 9 4 2 ' d c Auschwitz l'den kacan Wiiolcl Pilecki'nin, Ausc-
hwitz ll-Birkcnau'ya ilişkin doğrudan bilgisi yoktur. (Bkz. Bl X I . n. 9 5 ) . 1 9 4 4 ' ı e beş kaçak
Kulucuh Notları 1241
Yahudi, Slovakya'va vardıkları sonra alarm verildi, 5. Ibıd ve 3) 2. 6 Bkz. D. A. Brugıonı
ve R. G, Poirer. The Holocaust Revisited: A Retrospective of ihe Auschwitz-Birfcenau f:x(enııma-
lien Complex ( W a s h i n g t o n . 1 9 7 9 ) . Aktaran Auschwitz and the Allies, 2 4 9 n. 7, Gilbert,
Auschwitz and (lie Allies, 3 3 7 . 8 Bkz. Bl. XI, not 2 9 . Sovyet topraklarında 1 - 2 milyon ve
Polonya'daki diğer Nazı gettolarında ve k a m p l a r ı n d a 4 . 2 mılyoiı o l m a k üzere toplam 4 . 6
m i l y o n Yahudinin ö l d ü r ü l d ü ğ ü hesaba katılacak o l u r s a , Auschsvıtz'de tek başına 4 m i l y o n
rakamına ulaşmak m ü m k ü n değildir. A u s c h w u z ' i n eski k o m u t a n ı Hoess, N u r e m b e r g m a h -
k e m e s i n e verdiği itirafnanıesiııde. k a m p l a toplanı 2 , 5 milyon kişinin katledildiğini ileri sür-
müştür. 9. I 9 7 0 ' d e l)r, J û z e f G a r l ı n s k ı , k a m p ı n eski bir sakini, k a m p t a k i olum sayısını 2
milyon olarak t a h m i n etmiştir, (Bkz. I3İ. X I . n. 9 5 . ) 1 9 8 3 ' t c başka bir eski m a h k û m olan
Fransız araştırmacı G. W e l l a r s , 1 . 4 7 1 . 3 9 5 r a k a m ı n ı ileri s ü r m ü ş t ü r . Dr. F r a n c ı s z e k Pıper'ın
O s w i e c i m Devlet müzesi ıçııı hazırladığı taknıın New York' Times'ta yayınlanmıştır, F Piper,
Un lurj^i zgineto w KL Auschwitz? Lıezba ofıar ıv swiede zrodtl i badan, 1 9 4 5 - 9 0 ( O s w i e c i m ,
1992).
Ibıd, 4 8 5 - 9 0 . 3. Bkz. Davıd Cannacline. Rituals oj Royalty. Power and Ceremonial in Traditi-
onal Societies ( C a m b r i d g e , 1 9 8 7 ) .
CADMUS 1, Bkz. M. Berııal. Cadmcau Letters; The Transmission oj (lif Alphahd lo (he Aegean Be-
Jore 1400 DC ( W i n o n a L a k e , M i n n e s o t a , 1990).
CANTATA 1, W, G. W h i u a k e r , Tilt Cantatas oj}. S. B.u li ( O x f o r d , 1 9 5 9 ) , 6 5 9 - 7 4 . 2. Nortnan
Davics, Cod's Playground, op eil.. n. 5 0 5 - 7 .
CANTUS 1. Rus notaları, 1 2 - 1 3 . yüzyıllar; A r m a n d M a c h a b e y ' d e n , La Notation musirale ( P a n s ,
1952), 2. Gregoryen Liber Usiialis'teu L't (jucaitt (axis vc m o d e r n yazılımla. Bkz Alee Har-
m a n , Mediaeval and Eaity Renaissance Music ( M a n and His Music, pi. 1) ( l . o n d r a 1 9 8 8 ) . 3
ve levha i i i. 3. Bkz. D e ı y c k C o o k e , The Language of Music (Oxford, 1 9 5 9 ; karton cilt
1985). 4 . ) . Gayard, La Mcthode de Sole.smes (Paris, 1 9 5 1 ) .
CAP-AG 1, R. B r e n n e r . Agrarian Class Structure and E c o n o m i c D e v e l o p m e n t in Pre-industrial
Europe', Past and Present, 70 ( 1 9 7 6 ) , 3 0 - 7 5 . 2. Past and Present, 7 8 , 7 9 , 8 5 , 97 ( 1 9 7 5 -
81). 3, I m i n a n u e l W a l l e r s t e i n . Tit e Modern Wo rid-System: Cup i t al ist Agriculture and (Jit
Origins of die European World-Economy ( N e w Y o r k , 1 9 7 4 ) . Mariyn Rady, 'Core a n d Perip-
hery: Eastern Europe', (y. 1992). 4. W a l l e r s t e i n , Tlie Modem Wo rid-System, 99 5. R.
B r e n n e r , 'The O r i g i n s of Capitalist Development: A Critique of N e o - S m i t h i a n M a r x i s m ' ,
New l.i/t Review, 1 0 4 ( 1 9 7 7 ) , 2 5 - 9 2 . Ayr. bkz. R. A. D c n e m a r k ve K. P. T h o m a s , ' T h e Uren-
n e r - W a l l e r s t e i n Debate 1 , International Studies Quarterly, 32 ( 1 9 8 8 ) , 4 7 - 6 5 .
CARITAS 1. Encyclopaedia Brifauuica, I ) , baskı ( 1 9 1 2 ) , c, xiii, 59.3-4, 'Drente' md. 2. Ibid c. v.
8 7 6 , ' C h a n t y and Charities' ind, 3. Bkz. R. M. Clay, Tlie Mediaeval Hospitals oj England
(Londra, 1909). 4. Michel Eoucault, Historic de la folic ( 1 9 6 4 ) , Histoire de la Scxualite
( 1 9 7 6 ) . Surveillcr et punir ( 1 9 7 5 ) , Discipline and Punish; the birth oj the prison olarak çevrildi
(Harmondsworth. 1991). 5. E o u c a u l t , Discipline and Punish, passim,
CATACOMBI 1. Bkz. J, S i e v e n s o n , The Catacombs: Rediscovered Monuments of Early Christianity
(Londra, 1978).
CEDRA 1 Russe! Meiggs, Trees and Timber in (he Ancient Mediterranean World ( O x f o r d , 1 9 8 2 ) .
CHASSE 1. G a s t o n P h o e b u s , The Hunting Booh ( C e n e v r e , 1 9 7 8 ) . Bkz. Muscc International de la
Chassc: Château de Gien, Summary oj the Collection ( G i e n . Loiret, t.y.). 2. Marcin K r o m e r ,
Poîonia ( 1 5 7 7 ) ; aktaran: Norman Davies, God's Playground ( O x f o r d , 1 9 8 1 ) , i. 2 4 9 . 3. Bkz.
R a y m o n d C a r r . English Fox-Hunting A Hist cry ( L o n d r a , 1 9 8 6 ) .
CHF.RSONESOS 1. T a u n c Yarımadasının b u g ü n k ü adı olan Kırım veya Kırınıya, "kale, müstah-
kem yer" a n l a m ı n d a k i T ü r k ç e k e r i m s ö z c ü ğ ü n d e n gelir ve sadece 5 asırlık bir geçmişi var-
dır, 2. Bkz. M. Roslovtzeff. Iranians and Greelîs in South Russia ( O x f o r d , 1 9 2 2 ) . 3. D.
O b o l e n s k y , " C r i m e a and the North before 1 2 0 4 " , Archeoın Ponton 35 ( 1 9 7 8 ) , 1 2 3 - 1 3 3 . 4.
G. A. K o s h a l e n k o vc diğerleri, Anticlinye Gosudarstva Severnogo Piicheniomor'ya ( M o s k o v a ,
1 9 8 4 ) ; Alexander L. Mongait, Archeology iu the USSR ( M o s k o v a , 1 9 5 5 ; Londra, 1 9 6 1 ) , bö-
lüm 6, " C l a s s i c Cities ııı the N o r t h Coast of the Black S e a , " 5. Neal A s c h e r s o n , Blach Sea
(Londra, 1 9 5 5 ) . 12-48.
CHOLtAN 1. E. I e Roy Ladurie, 'The " E v e n t " and the " L o n g T e r m " in Social History: T h e Case
of the C h o u a n Uyrising' (a review of P. Bois, Paysana de 1'ouest (Paris, 1 9 7 2 ) , in The Terri-
tory o/tltc Historian ( C h i c a g o , 1 9 7 9 ) , 1 1 1 - 3 2 .
C14 1. H. Y. G ö k s u ve diğerleri ( e d i t ö r l e r ) . Scientific Dating Methods ( L u x e m b u r g , 1 9 9 1 ) , S,
B o w m a n , Radiocarbon Dating ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) . 2. A. G o b , Chronologic du mcsolithitjuc en
Europe (Liege, 1 9 9 0 ) , 0 2 1 7 , 2 2 7 9 , 1 8 1 6 numaralar. 3. L. P i c k n e t l , C. Prince, The Turin
Shroud: the shocking truth revealed ( L o n d r a , 1 9 9 4 ) , R Hoare, The Turin Shroud is genuine:
the irre/nlable evidence ( l . o n d r a , 1 9 9 4 ) .
CODPIECE 1. Lois B a n n e r , 'The F a s h i o n a b l e Sex, 1 1 0 0 - 1 6 0 0 ' , History Today, 4 2 ( 4 ) ( 1 9 9 2 ) . 2
A. J t ı n k e vc E. Stille, Zur Gcschichte der (./nterwaeschc, I 7 0 0 - 1 9 6 0 ( T a r i h m ü z e s i n d e n bir ser-
ginin resimli katalogu) ( F r a n k f u r t a.M., 1 9 8 8 ) .
COMBRAY 1. Troırı 'Ititıeraire protısıien, 1 ın Sytıdicat d'lniıiaııve, Ülıers-Combray (lllıers-
C o m b r a y . 1 9 8 9 ) . I3kz. R. l-layman. Proust a biography ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) ; I.. Hodgson ( d e r . ) .
Marcel Proust the critical heritage (l.ondra. 1 9 8 9 ) ; Sheila S t e r n . Swann's Way ( C a m b r i d g e ,
1989).
COMENIUS 1- Corııeuius, 1 5 9 2 - 1 0 7 0 ; European Reforma and Ctech Pnlripl (Bodleian k u a p l ı g ı n -
daki bir serginin katalogu. O x f o r d , 1 9 9 2 ) . n o d a r . R. J. W. Evans. Ayr bkz. M. S p u ı k a , Tlıe
Incomparable Moravian ( C h i c a g o , 1 9 4 3 ) . 2. T. G. Masaryk, Sveıovri revoluce. ;a vallıv i vc
vdlcc, J 9 İ 4 - İ 8 (Prag, 1 9 2 5 ) ; çev. 7 he Malting of a Slate Memories and Observations, 19i 4 - 1 8
(New York, 1 9 6 9 ) . 3. J. A. C o i n e n n i s , The Great Didactic, 2. baskı. ( L o n d r a , 1 9 1 0 ) , 6 6 - 9 :
ayr. b k z . J. E. S a d l e r , / A. Comenius and the Concept o/L'ntvcrsal Education ( L o n d r a , 1 9 6 6 )
COMPOSTELA 1. Bkz. B. T a l e , Guiu del Camino de Santiago ( S a n t i a g o ) ; W. Starkie, The Road to
Santiago, Pilgrims of Si. fames ( L o n d r a , 1 9 5 7 ) ; 11. Davıes, Holy Days and holidays: (lie mediae-
veal pilgrimage to Compo stela ( L e w i s b u r g , PA, 1 9 8 2 ) , J a m e s Ren t lev. The Way o/St, J a m e s : a
pilgrimage to Santiago de Compostela ( L o n d r a . 1 9 9 2 ) .
COMPUTIO 1. Bkz. J. B. G e i s b e c k , Ancient D o u b l e - E n d y Booh-Keeping Lucas Pacioli'.s Treatise
( D e n v e r , 1 9 1 4 ; repr. O s a k a , 1 9 7 5 ) , ayr. R. G. Brown ve K. S. J o h n s t o n , Paciolt on Accounting
(New York, 1963). 2. Bkz. P. L, M c M ı c k l e ve R. G, V a n g e r m e e r s c h , The Origins of a Great
Profession Catalogue to an Exhibition of Rare Accounting Boo lis and Manuscripts from (he
Montgomery Collection ( M e m p h i s , 1 9 8 7 ) . 3. M. f-\ By water ve B Y a m e y . Historic Accoun-
ting Literature: A Companion Guide (Londra, 1982).
CONCLAVE 1. J. N. D. Kelly, The Oxford Dictionary of Popes ( O x f o r d , 1 9 8 8 ) . 3 2 7 .
CONDOM 1. Aetıus (aktaran: M, K, H o p k i n s ) , " C o n t r a c e p t i o n in the Roman E m p i r e " , Compa-
rative Studies in History and Society, 8 ( 1 9 6 5 - 6 6 ) , 1 2 4 - 1 5 1 . 2, P. Arias, "Sur tes origines de
la c o n t r a c e p t i o n en P r a n c e " , Population, 3 ( 1 9 5 3 ) , Bkz. P. P. A. Biller, "Birth C o n t r o l in the
West in the 1 3 t h vc 14th C e n t u r i e s " , Past and Present, 94 ( 1 9 8 2 ) , 3 - 2 6 , 3. J. T. N o o n a n ,
Contraception: A History of Its Treatment by Catholic Theologians and Casuists ( C a m b r i d g e ,
Massachussets, 1966), 4, Beatrice de Planissoles'in ifadesi, aktaran: E. I.e Roy Laclurie
Monlaillou ( L o n d r a , 1 9 8 0 ) , 1 7 2 - 1 7 3 . 5. Bkz. A. M c L a r e n , Birth-Control in Nineteenth Cen-
tury Britain ( l . o n d r a , 1 9 7 8 ) . 6. A. Nikiforuk, The f o u r t h Horseman ( L o n d r a . 1 9 9 1 ) , b ö l ü m
6 7. C h r i s t i n a H a r d y m e n t , " M a r i e S l o p e s and G e r m a i n e Greer ,..", Alistair H o m e Fellows-
hip S e m p o z y u m u n a s u n u l a n bildiri, St. Antony Koleji, O x f o r d . Haziran 1993. 8 Ibid.
MONTA1LLOU 1. E. Le Rov Ladıırıe. Moııtailloıı Cutlıar s and Catholics tıı a EkpkTi Village,
1 2 9 4 - 1 3 2 4 , ç e v . B. Brav ( L o n d r a . 1 9 8 0 ) , 2 7 6 . 2. Ibid. 2 1 2 .
MORES I, N o r b e r t Elias. U h u den Process der Zivilisation: sojiogeiictische und psychogenctischc
Untersuchungen ( B a s e l , 1 9 3 9 ) . ı; çev. The Historv of Manners ( O x f o r d . 1 9 7 8 ) . 68 vd. 2.
Und. bl. 2, vi'i, " O n S p i l l i n g " . 3. (bid, 1 2 9 . 4. Ibid. 8 5 - 1 6 2 . 5. /bid
MDRANO Î. !.. Z e c h i n , Vetrcr e vctiaı di Mıııuno sfudi Sulla s(oıia del vetro ( V e n e d i k , 1 9 8 7 ) ; ay-
rıca M, D e k ö w n a , S^IHo w (Juropte wc^csnosrrdmowicc^ue; ( W r o c l a w , 1 9 8 0 ) .
MUSIKt l. A, Ls.ils ve E. Martin'den (der ) s o n r a . Dictionary of'Music ( L o n d r a , 1 9 8 2 ) , 2 4 7 - 2 4 8
(makam), 3 3 7 - 3 3 8 (gam).
NI:Z 1, D e s m o n d M o r r i s ve diğerleri. Gestures: Their Origins ami Di.stiibu(ion, " T h e Nose
T h u m b " ( L o n d r a , 1 9 7 9 ) , Balı Avrupa i n c c l c m c s i , 2 5 - 4 2 , 2 , Bkz, J . B r e m m c r v e H . R o o d e n -
b u r g ( d e r , ) , A Cultural History of Gesture ( O x f o r d , 1 9 9 3 ) .
N1BELUNG 1. W. Huber, Auf der Suche nach den Nibelungen ( G ü t e r s l o h , 1 9 8 1 ) , 2 0 . 2. II. And
M. G a r l a n d , The Oxford Compelnion to Gcmtcın Literature, 2. baskı ( O x f o r d , 1 9 8 6 ) , 6 6 4 - 6 6 7 .
NIGBOLU 1. Bkz. B a r b a r a T u c h m a n , A Distant M i r r o r 7'he Calamitous Fourteenth Cculurv
(Londra, 1978).
NOBEL 1. E. B e r g e n g e n , Alfred Nobel: the Man and his Worfc ( L o n d r a , 1 9 6 2 ) ; N. K. S t a h l e . Alfred
Nobel and (he Nobel Prises ( S t o c k h o l m , 1 9 8 6 ) .
NOMEN 1. J a m e s G o w , A Companion io School Classics ( L o n d r a , 1 8 8 8 ) , 1 6 6 vd. 2. Neal Asc-
h e r s o n . " D o me a favour, forget my n a m e . . . " ( B a n a bir iyilik et, a d ı m ı u n u t . . . ) . Independent
on Sunday, 4 Eylül 1994, 3. Bkz. Pamietnilıi Eilipha, ( d e r . ) W. Zambrzycki (Varşova,
1 9 5 7 ) , 1 1 5 vd.; a k t a r a n : N o r m a n Davies, Heart o f Europe, 2 4 5 - 2 4 7 ,
NOMISMA 1. E. J u n g e . World Coin Encyclopaedia ( L o n d r a , 1 9 8 4 ) , I 5. 2. Bkz. J e a n B a b e l o n . La
Numismalii|ue antique (Paris. 1 9 4 9 ) .
NORGE 1 Bkz. G. O p s ı a d ve diğerleri, Norway ( L o n d r a , 1 9 9 1 ) .
NOSTRADAMUS 1. N o s t r a d a m u s , P r o p h e c i e s i. 3 5 . B k z . E, C l i e e t h a m , Che Prophecies of Nostra-
damus ( L o n d r a , 1 9 7 3 ) . 2. P r o p h e c i e s x. 3 9 . 3 Ibid, i. 3. 4. Ibid, i. 6 3 .
NOVGOROD 1. F. M, T H o m p s o n , ı-ı' G r e a t : Excavations at the Mediaeval City ( L o n d -
ra, 1 9 6 7 ) . 5 8 . Ayrıca b k z . M. B r i s b a n e ( d e r . ) . The Archaeology of Novgorod, Russia Recent
Results from the 7"o» n and Its Hinterland ( L i n c o l n , 1 9 9 2 ) . 2. Ibid, 6 3 . 3. N o v g o r o d ' u n yı-
kılması ve 6 0 . 0 0 0 k e n t l i n i n ö l d ü r ü l m e s i lık. bkz., 1. G r e y , Ovan the Terrible ( L o n d r a , 1 9 6 4 ) ,
178-82.
NOYADES 1. B k z . j. B r o o m a n , The Reign of T e r r o r in France: J e a n - B a p t i s t ? C a r r i e r and (he Drow-
nings at Names ( Y o r k , 1 9 8 6 ) . 2. Bkz. J a n K a r s k i , The Secret State ( L o n d r a , 1 9 4 4 ) . 3. R.
I hlberg, " O r i g i n s of the K i l l i n g C e n t e r s " , T he Destruction of the European J e w s ( N e w Y o r k ,
1985), 221-38. 4. J. C. P r e s s a c . A u s c h w i t z Technique and Operation of the Gas Chambers
(New York, 1 9 8 9 ) . 5 . International Military Tribunal'dan ( N u r e m b e r g , 1 9 4 6 ) , viii. 3 2 4 -
9 6. Lyubo B o b a n . " j a s e n o v a c a n d the M a n i p u l a t i o n of H i s t o r y " , East European Politics
and Societies, 4 ( 1 9 9 0 ) , 5 8 0 - 9 3 .
OEDIPUS 1. Betty Radice, Who's who in the Ancient World: a Handbook to the Survivors of the
Grecli and Roman Classics ( L o n d r a , 1 9 7 3 ) , " O e d i p u s " , s. 1 7 7 - 1 7 8 .
OMPHALOS I. F. I ' o u l s e n , Delphi ( L o n d r a , 1 9 2 0 ) , 2 9 . 2. B k z . H. W. Parke, The Greek Oracles
(Lonclra, 1 9 6 7 ) , " D e l p h i c P r o c e d u r e " , 7 2 - 8 1 . 3. 11. W. P a r k e vc D. E. W. W o r m e l l , The
Delphic O r a c l e ( O x f o r d , 1 9 5 6 ) . c. ti. The O r a c u l a r Responses, h e n ü z Y u n a n c a ' d a n ç e v r i l m e -
m i ş olsa bile, söylendiği bilinen büıtın k e h a n e t l e r l e ilgili y o r u c u vc kritik bir ç a l ı ş m a n ı n
ürünüdür 4. P a r k e . The Greek Oracles, 3 4 .
OPERA 1. New Grove's Dictionary of Music and Musicians, ( d e r . ) Stanley Sadie ( L o n d r a , 1 9 9 2 ) ,
xii. 5 1 4 - 3 4 . Ayrıca b k z . R. Parker ( d e r ), Tlıe Oxford Illustrated History of Opera ( O x f o r d ,
1994).
ORANGE 1. F r a n ç o i s e G a s p a r r ı . La Principautc J ' O r a n g r au Moyen Age ( P a n s , 1 9 8 5 ) . 2. Bkz.
C. V. W e d g e w o o d , William (he Silent ( L o n d r a , 1 9 4 4 ) ; M a r i o n Gresvs, The House of Orange
( L o n d r a , 1 9 4 7 ) , IL Fl. R o w e n , The Princes of Orange Stallholders in the Dutch Republic
(Cambridge. 1988). 3. Bkz. C. F u z g i b b o n . Red Hand The Ulster Colony ( L o n d r a , 1 9 7 1 ) ,
T o n y G r a y , The O r a n g e Ol der ( L o n d r a , 1 9 7 2 ) .
OXFAM 1. M. B l a c k . Oxfiim (lie first 50 years ( O x f o r d , 1 9 9 2 ) ; F. J e a n , Life. Death, and Aid; the
Medecins sans Frontieres Report... ( L o n d r a , 1 9 9 3 ) .
PALAIIO 1. D. C. G r c e t h a m , Textual Scholarship: An Introduction { L o n d r a , 1992); B Bischoff,
Ladn Palaeography: Antiquity to (lie Middle Ages ( C a m b r i d g e . 1 9 9 0 ) , T . J . Brown, A Palaeog-
rapher's View, Selected Writings ( l . o n d r a . 1 9 9 3 ) . 2. C. H a m i l t o n , The Hiiler Diaries: Fabcs
that Pooled the World ( L e x i n g t o n , Ky.. 1 9 9 1 ) .
PANTA 1. Bkz, M ı c h e l e d'Avino, Pompeii prohibited (Edtzioni Proeaccini, Napoli, tarihsiz); M.
Grant ve diğerleri. Erotic Arı in Pompeii: the secret collections o/ihe National Museum of Nap-
les ( L o n d r a , 1 9 7 5 ) , 2 . " O h . ( m y ) rampant s o n , how m a n y w o m e n have you f a c k e d ? " (Hey
b e n i m ş a h l a n m ı ş k o ç u m , kaç tane-kadın b e t e r d i n ? ) Corpus Inscrıptuonum Lattnarum (Cll )
c. ıv. no. 5 2 1 3 . 3, "|In case you hadn't n o t i c e d ] . A m p l i a t u s , Icarus is buggering y o u . "
(Ampliatus, farkında değilsin ama Icarus sana s u l a n ı y o r . ) , ibid. no. 2 3 7 5 . 4. "Restitıııa.
d r o p your tunic, 1 beg you, [and) s h o w l y o u r l hairy pud" (Restituta, s o y u n , seni istiyorum,
bana kıllı . ını g ö s t e r ) , ibid, no, 3 9 5 1 . 5. " W e e p girls, sod [--] ... s u p e r b c u n t , farewell ...
A m p l i a t u s ... so m a n y limes ... T h i s also I fookie fookie ..." (İslak kızlar, ç i m [--] m u h t e ş e m
. . m , elveda ... A m p l i a t u s ... defalarca ... Beıı de fiki ftki ..,), ibid, no, .3932. 6. "Thrust
slovly" (yavaş yavaş s o k ) ( r e s i m l i ) , ibid, no 7 9 4 . 7. "Here Messıus fucked n o t h i n g . " ( i ş t e ,
M e s s ı u s hiçbir şey b e c e r m e d ı ) , ibid, (A man d o n u n E v ı ' n d c n ) .
David Selbourtıe, D ı r Principle oj Duly Arı Essay on (İte Eımnddtioııs »/ Civic Duly (l.orıdra,
1994).
SİMYA I R. J W. Evans, 'Rudolph and the O c c u l t Arts', in Rudolph II and IIis World, a Study in
/rt( f i l e d ual History. 1 5 7 6 - 1 6 1 2 ( O x f o r d . 1 9 7 3 ) . 196-242 2. M. Rail v. 'A Transylvanian
Alchemist in L o n d o n ' , Slavonic and East European Revicw'da çıkacak, 3. Evans, op cit,
199. 4, J, B r o n o w s k i , The Ascent of Man ( L o n d r a . 1 9 7 0 ) . 5. Bkz. E. Sherwood Taylor, The
Alchemists ( L o n d r a . 1 9 5 2 ) ; J. Read, Through Alchemy to Chemistry; a procession of ideas and
personalities ( L o n d r a , 1 9 5 7 ) . 6. William S h a k e s p e a r e , Sonnet 3 3 .
SİYAH A T H E N A 1. Martin Bernal. Blaclt Athena: The A/roasiatic Roots of Classical Civilization (2
cilt. Londra, 1 9 8 7 - 9 1 ) , Bkz. M . Lcvuie. " T h e C h a l l e n g e o f Black A t h e n a " , Arelhusa ( S o n b a -
har 1 9 8 9 ) , J a s p e r Griffin, New Vorfe Review oj Boohs, 15 Haziran 1 9 8 9 .
SLAVKOV 1. D. C h a n d l e r , A n s l c r i t j 1805: Battle oj the Three Emperors ( L o n d r a . 1 9 9 0 ) . 2. Leo
T o l s t o y , Wat and Peace, çev. R o s e m a r y E d m o n d s ( L o n d r a , 1 9 5 7 ) , c, I, k i l a p 1, bl. xiv. s.
317. 3. J o h n Keegan, The Pate of Baal le ( L o n d r a , 1 9 7 8 ) .
SLESVTG 1 Bent Rying, D e n m a r k History ( K o p e n h a g , 1 9 8 1 ) , ii. 3 3 2 . 2. Bkz. W. Carr, Schlcs-
wig-Holstcrn, 1 8 1 5 - 4 8 : A Study in National Conflict ( M a n c h e s t e r . 1 9 6 3 ) , The Ortgins oj the
War o / G c n n a n Unification ( L o n d r a , 1 9 9 1 ) .
SMOLENSK 1. Merle F a i n s o d , How Russia Is Ruled: Smolensk under Soviet Rule (Harvard, Mass.,
1953). 2. J, Arch G e t t y , The Origins of the Great Purges The Soviet Communist Parlv recon-
sidered. J 9 3 3 - 3 8 ( C a m b r i d g e , 1 9 8 8 ) , 2 0 3 . 3. Bkz. j a c c k K u r o n , Wiara i wina: do i od homu-
ni;mii ( V a r ş o v a , 1 9 9 0 ) , 3 2 4 - 5 , Yazar, Dayanışma h a r e k e l i n i n o n d c gelen üyelerinden biriy-
di, savaş d o n e m i bag b o z u m u sırasında bir h a p i s h a n e hücresini bir G e s t a p o subayıyla
paylaştığı için 1 9 6 0 ' l a r d a k o m ü n i s t rejim tarafından hapsedilmişti. 4. N o r m a n Davies,
"The M i s u n d e r s t o o d W a r " , New l'orh Review of Boohs, 9 Haziran 1 9 9 4 5. Gitta Sereııy,
"Giving G e r m a n y B l a c k Us F a s ı " , t h e Independent on Sunday, 15 Mayıs 1 9 9 4 .
SOCI ALIS 1. Nils Andren, Modern Swedish Government ( S t o c k h o l m , 1 9 6 1 ) .
SONATA 1. W. Meilers, The Sonata Principle ( L o n d r a . 1 9 8 8 ) , 6 5 5 ; W. S. N e w m a n . "Flic Sonata in
the Classic Era ( N e w York, 1 9 7 2 ) ,
SOVKINO 1. N. Zorkaya, An Illustrated History oj Soviet Cinema ( N e w Y o r k , 1 9 9 1 ) . 2. Zikr.: R.
Taylor, T he Politics of the Soviet Cinema, 1 9 1 7 - 2 9 ( C a m b r i d g e , 1 9 7 9 ) , 39
SOYKIRIM 1. G . J . Libaridian. A Crime of Silence: the Armenian Genocide ( L o n d r a , 1 9 8 5 ) , D. M.
Lang, The Armenians.' a people in exile (Londra, 1 9 8 1 ) ; C. J. W a l k e r , Armenia- survival of a
nation ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) ; S. L. Sonyel, The Ottoman AiTncitiaus, victims oj grcctt power diplo-
macy ( L o n d r a , 1 9 8 7 ) ; R. I lovannisian (der.). The Armenian Genocide history, politics, and et-
hics (Londra, 1 9 9 1 ) ; R. Melson, Revolution and Genocide, on the origin oft he Armenian geno-
cide and of the Holocaust ( L o n d r a , 1 9 9 2 ) . 2. Amiral Canaris'ın n o t l a r ı n d a n , 22 Ağustos
1 9 3 9 , aktaran L. P. L o c h n e r , What about G e r m a n y 1 ( N e w Y o r k , 1 9 4 2 ) , 2, Dr M a r k Levene'e
teşekkürler. 3. R. L e m k i n , A.vts Rule in Europe: Laws of Occupation, Analysis of Government,
Proposals for Redress (New Y o r k , 1 9 4 4 ) . Bkz. " G e n o c i d e " , Encyclopaedia j u d a i c « ( K u d ü s ,
1 9 7 1 ) , c. 7, 4 1 0 .
SPARTACUS 1. R. O r e n a , Rivoltu e rıvolucıoııe: il helium di Spartaco ( M i l a n o , 1 9 8 4 ) , W. Z. Ku-
b i n s o h n , 7~he Spartacus .Aprising and Soviet Historical Writing ( O x f o r d . 1 9 8 7 ) , 2. W. D.
Philips, Slavery/rom Roman Times to the Early Transatlantic Trade ( M a n c h e s t e r , 1 9 8 5 ) , C.
W . W . G l e e nidge, Slavery ( L o n d r a , 1 9 5 8 ) .
SPASIT'EL 1. Ryszard K a p u s c i n s k i , " T h e T e m p l e and the Palace", Imperium ( L o n d r a , 1 9 9 4 ) , 9 5 -
108.
STRAD 1. D. Boyden, The Hill Collection ( A s h m o l e a n M u s e u m ) ( O x f o r d , 1 9 6 9 ) , No 18, " L e
Messie". 2. W. E. Hills. The Salafrne Stradivari ( l . o n d r a , 1 8 9 1 ) .
ST R A S S B U R G 1. Bkz. G. Gardes, La Marseillaise, ou les paradoxes de la glotie ( L y o n . 1 9 8 9 ) ; F.
Robert, I.a M a r s c i i l a i s e ( P a n s . 1 9 8 9 ) .
SUND I . C. E. Hill, Danish Sound Dues and Command of the Baltic ( D u r h a m , N C , 1 9 2 6 ) .
SUSANIN 1. A. L o e w e n b e r g . Annuls oj Opera. 1 5 9 7 - 1 9 4 0 ( L o n d r a , 1 9 7 8 ) , 7 8 4 - 6 . 2. S. Sadie
( d c r . ) . The New Grove Dictionary of Opera (Londra, 1 9 9 2 ) , ii. 1 2 6 1 - 4 .
SYLLABUS 1. Bu a l ı m ı Catholic Encyclopedia'da ki ç o k daha g e m s bir paragrafa d a y a n m a k l a d ı r
( W a s h i n g t o n , D C , 1 9 6 7 ) , xııi. 8 5 4 - 6 . 2. Sosyalizm, a n a r ş i z m , terörizm ve R o m a katoliklı-
gini ç o k yakın ilişki içinde gören Dosıeyevski'nın siyasal görüşleri için, bkz. 11NQU1S1T10|,
SYP1I1LUS 1. B k z Claude Q u e i c l . A History oj Syphilis ( C a m b r i d g e . 1 9 9 0 ) . 2. Zikr.: Nikıforuk,
The Fourth Horseman, op. c ı t , 9 1 . 3. L. B a u m g a r t n e r ve J. I". F u l l o n , A Bibliography oj the
Poem "Syphilis sıvr morbus G a l l i e n s ' by G ı ı o l a m o F ı a c a s l ı o oj Verona ( L o n d r a . 1 9 3 5 ) .
SZLACİITA 1. N o r m a n Davies, "Szlaehla: T h e N o b l e m a n ' s Paradise ", God's Playground ( O x f o r d ,
1 9 8 1 ) , c. i, bl. 7. Ayrıca bkz. A. G o o d w i n ( d c r . ) . The European Nobility in (he Eighteenth
Century ( l . o n d r a , 1 9 5 3 ) ; ayrıca M. J. B u s h . Rich Noble, Poor Noble ( M a n c h e s t e r . 1 9 8 8 ) .
SAMAN 1. Nevili Drury, The ElcmciKs oj Shamanism (Longmeacl, D o r s e t . 1 9 8 9 ) . 2. Aleksander
Naivrocki, S e a m u n i j m i W e g r ; y (Varşova. 1 9 8 8 ) .
SURUP 1. Bkz. R. H. B a i n t o n , The Hunted Hcretic; The Li/e and Dea(h oj Michael Scrsctus (Bos-
ton, 1 9 5 3 ) . 2, J, Bossy, Giordano Bruno and (he Embassy Afjair (Nesv Haven, C o n n . , 1 9 9 2 ) .
TABARD 1, Eric Delderfield, bins and Their Signs. Fac( and Fiction ( N e w t o n Abbot, 1 9 7 5 ) , ayrıca
D o m i n i c R o t h e r o e , London Inn Signs ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) .
TAIZE 1. J. L. G o n z a l e z Balado, The Story of Taizc, 3. baskı (Londra. 1 9 8 8 ) ; Rex B r i c e . Brother
Roger and his community (Londra, 1 9 7 8 ) . 2. J. Playfoot ( d e r , ) . Mother Theresa, My life for
the poor ( Y a r m o u t h , 1 9 8 6 ) ; E, Egaıı, Such a Vision oj (he Sııcc( ( l . o n d r a . 1 9 8 5 ) ; P. Porter.
Mother Theresa: 7'he Early Tears (Londra, 1986); N, C a h w l a , Modier Theresa ( l . o n d r a ,
1 9 9 2 ) ; Sue S h a w , Mother Theresa (l.ondra, 1 9 9 3 ) . 3. Bkz. "Aid to the C h u r c h in N e e d " .
Mirror, iki aylık ( A n t w e r p e n , 1 9 9 2 - ) .
TAMMUZ 1. M. L a m b e t h , Discovering Corn Doilies (Aylesbury, 1 9 8 7 ) . Ayrıca bkz. J a m e s F r a z e r .
The Golden Bough ( l . o n d r a , 1 8 9 0 ) , bölüm 3, kesim 8, 9, " D e m e l e r and Prosperine" ve "Liı-
yerses": T h e Death of the C o r n - s p i r i t ' . 2. Bkz. D. Harris ve G, C. Hillman, Foraging and
Farming; The Evolution of Plan! Exploitation (l.ondra, 1 9 8 8 ) ; M. N. C o h e n , The Food Crisis in
Prehistory; Overpopulation and (he Origins of Agriculture ( N e w Haven, C o n n e c t i c u t , 1 9 8 1 ) ;
P. J. U c k o ve G. W. Dimbleby, The Domestication and the Exploitation oj Plants and Animals
(l.ondra. 1969). 3. J. Perctval, The Weal Plant ( L o n d r a , 1 9 2 1 ) .
TAXIS 1. Bkz. S. M a c C o r m a c k , Art and Ceremony in Late Antiquity (Berkeley, California.
1981). 2. Leipzig Üniversitesi Kütüphanesi 2 8 . 3. Bkz. J. P. Bury, " T h e C e r e m o n i a l B o o k
of C o n s t a n t in P o r p h y r o g e n n e l o s " , EUR 22, ( 1 9 0 7 ) . 2 0 9 - 2 2 7 ; ayrıca A. V o g l , Constatutn
Porphyiogcnele. le livre des ceremonies (Paris, 1 9 3 5 - 4 0 ) . 4. Bkz. D M. Nicol, "Kuiscralbung.
T h e U n c t i o n of E m p e r o r s in Late Byzantine R i t u a l " , Byzantine and Modem Greek Studies, 2
(1976), 37-52.
TEFECİLİK 1. Bkz. J. SHatzmiller, Shyloch Reconsidered: j e w s . Moncylending and Medieval Soci-
ely ( B e r k e l e y , Calif., 1 9 8 9 ) . reviewed in New York Review of Boohs, 36/21-2 ( 1 8 Ocak
1990) 2. K. B. M c F a r l a n e , " L o a n s lo the Lancastrian Kings: T h e Problem of I n d u c e m e n t " .
Cambridge Historical Journal. 9 ( 1 9 4 7 - 9 ) , 5 7 - 6 8
TEICIIOS I. Oxford Dictionary of B y ; a n ( i u m ( 1 9 9 1 ) , i. 5 1 9 - 5 2 0 ; ayrıca bkz. A. van M i l l i n g e n .
By^aniine Constantinople: The Wals o j i h e City and Adjoining Historical Sites ( L o n d r a , 1 8 9 9 ) .
TEMPI'S 1. E. B r u t o n , The History of Clock s and Watches ( L o n d r a , 1 9 7 9 ) , 3 4 - 5 . 2 Bkz. G. J.
W h i t r o w , Time in History: Views oj Time from Prehistory to the Present Day ( O x f o r d . 1 9 8 9 ) .
TEREM 1. See Nancy S. K o l l m a n n , " T h e Seclusion of Elite Muscovite W o m e n " , Russian History.
10 ( 1 9 8 8 ) , 1 7 0 - 8 7 . 2. Augustin von Mayerburg. Iter in Moscoviam ... ( 1 6 6 1 ) , zikr.: Lindsey
H u g h e s , Sophia: Regenl oj Russia. 1 6 5 7 - 1 7 0 4 ( N e w Haven, C o n n . , 1 9 9 0 ) , 17. ( W i n n e r of the
Heidi Prize for W o m e n ' s Studies, 1 9 9 2 ) . 3. Ibid. 2 6 4 - 5 . Bu m e l h e d i c i olmayan tasvir Foy
de la Neuville'in Relation eurieuse et ttouvelle de Moseovie'sinde ver almaktadır, Paris, 1 6 9 8 ) ,
fakat P e l r o ' n u n d ö n e m i n d e , m u h t e m e l e n hasım bir yayıncı tarafından özgün elyazmasına
eklenmiştir.
TOI.LUND 1. S e a m u s Heaney, "The Tollund M a n " , New Sclectcd Poems, 1966-87 (l.ondra,
1990), 31-32. 2. " I c e m a n of the Alps c o n i e s in from the cold ..." , Sunday Times. 29 Eylül
1 9 9 1 ; a y n c a F. S p e n e e r , Pilidowtr a scientific forgery ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) .
Kuiuculî N o t i o n 1261
TON t. G. Pevlc. Twelve-Tone Tonality ( L o n d r a , 1 9 7 7 ) ; M. Hyde. Schoenbcrg's Twelve-Tone To-
nality (Ann Arbor. M i c h . . 1 9 8 2 ) ; S. Milstein, Schoenberg. Notes, Sets, Forms (Cainbridge,
1992), 2. R. R. Rett, Tonality, Atonality. Pantonality A Study oj Some Trends in Twentieth
Canary Music ( L o n d r a , 1 9 5 8 ) . 3. P. Griffiths, Olivier Messiacn and the Music oj Our Time
( L o n d r a , 1 9 8 5 ) ; 13. M. M a c i e j e w s k i . H. M. Gorechi. His Music and Our Times ( L o n d r a , 1 9 9 4 ) .
TOR 1. Bkz. A. Reissner. liflini, 1 6 7 5 - 1 9 4 5 The Rise and Fall oj a Metropolis ( L o n d r a , 1 9 8 4 ) ; A.
Read, D. F i s h e r , Berlin, the biography oj a city ( L o n d r a , 1 9 9 4 ) .
TORMENTA 1, Norbert Elias, History of Manners. 2 0 3 - 4 . 2. Michel F o u c a u l i , Survcillcr ct pu-
nir: Nnissancr de la prison'clan (Paris, 1 9 7 5 ) , 9 - 1 1 . 3. C. Phillipson, Three Criminal Law Re-
formers: Bcccaria, Benthnm, Romilly ( l . o n d r a , 1 9 2 3 ) ; Cesare Bcccaria and Modem Criminal
Policy, Uluslararası Kongre, 1 9 8 8 ( M i l a n o . 1 9 9 0 ) . J. IL L a n g b e i n . Torture and the Law o)
Projj: Europe and England iu (he Ancien Regime ( C h i c a g o , 1 9 7 7 ) , 4, Bkz, G, R, Scott, A His-
tory of Torture ( L o n d r a , 1 9 9 4 ) , J, II, Burgess and H. Danelius, The UN Convention against
Torture ( L o n d r a , 1 9 8 8 ) .
TOUR 1, Serge Douay, " T o u r s et Detours du T o u r de F r a n c e " , Historuma, 8 9 / T e m m u z 1 9 9 1 , 58-
6 3 . ayrıca bkz, G, W a t s o n . The T o u r d e France and its heroes ( l . o n d r a , 1 9 9 0 ) ; G, N i c h o l s o n ,
The Rise and Fall o/lhc Tour de Prance ( L o n d r a , 1 9 9 1 ) , 2. Independent, 27 T e m m u z 1 9 9 2 .
TRISTAN 1, J o h n M a n c h i p W h i l e . " T r i s t a n a n d Isolt", Diversions in History ( d e r . ) P. Q u e n n e l ,
L o n d t a , 1 9 5 4 , s, 1 3 6 - 1 4 6 ) . 2. Gabriel Bise, Tristan and Isolde: From a Manuscript oj 'The
Romance oj Tristan 1 ( 1 5 . Yüzyıl), ( F r i b o u t g . C e n e v r e , 1 9 7 8 ) . 3. Povesl'e Tryschanc ( 1 5 8 0 ) ,
Racyznski K ü t ü p h a n e s i . P o z n a n ( M S 9 4 ) Z. Kipel tarafından The B^lcroussian Tristan adıy-
la lngilızccyc çevrilmiştir ( N e w Y o r k , 1 9 8 8 ) . 4. Morte D'Arthur'dan aktaran, W h i t e , "Tris-
tan and Isoll", 1 4 6 . 5, G, Philips ve M. K e a m a n , King Arthur: The True Story ( L o n d r a ,
1992). 6. Bkz. G. Ashe, The Quest for Arthur's Britain ( L o n d r a , 1 9 6 8 ) . 7. T e n n y s o n , Idylls
oj the King, " T o ihe Q u e e n " , 11. 6 2 - 6 6 , Tennyson's Poetry ( d e r . ) R. W. Hill, New York, 1 9 7 1 ,
s. 4 3 1 ) .
TRONOS 1. Bkz. A. C. Mandel, " T h e Seated Man: H o m o S e d e n s " , Applied Ergonomics, 1 2 ( 1 )
( 1 9 8 1 ) ; bağımsız olarak d a yayınlanmıştır ( K o p e n h a g , 1 9 8 1 ) .
TSC11HRNOWITZ 1. M i c h a e l Ignatieff. "The Old C o u n t r y " , New Yorh Review of Boohs. 15 Subat
1 9 9 0 , gözden geçiren G r e g o r von Rezzori, The Snows of Yesteryear: Portraits for an Autobiog-
raphy (New York, 1989).
UKRAYNA 1. T a r a s S h e v c h e n k o , 'Zapovit' ( T e s t a m e n t , 1 8 4 5 ) , Song out oj Darhncss, Vera Rich
iarafıncian çevrilen s e ç m e şiirler ( L o n d r a , 1 9 7 2 ) , s. 85 (değişik). Bkz. D. Cyzevsky, A His-
tory oj Ukrainian Literature ( L i t t l e t o n , C o l o m b i a , 1 9 7 5 ) ; G. G r a b o w i c z , Toward a history oj
L'lirainian Literature ( C a m b r i d g e , M a s s a c h u t i e s , 1 9 8 1 ) . 2 D. D o r o s h e n k o , A Survey of Uk-
rainian History ( W i n n i p e g , 2, baskı, 1 9 7 5 ) ; R. Szporluk, Ukraine, a brief history ( D e t r o i t ,
1 9 8 2 ) ; R, Magosci, Ukraine: a historical atlas ( T o r o n t o , 1 9 8 5 ) ; O S u b ı e h ı y , Ukraine: a his-
tory ( T o r o n t o . 1 9 8 8 ) .
USKOK 1. C a t h e r i n e W e n d y Bracewell, The Uskolts o/Senj: pnaey, banditry, and holy war iu the
sixteenth ccmury Adriatic ( C o r n e l l , Ithaca, 1 9 9 1 ) ,
ÜTOPYA 1. Sir T h o m a s M o r e , Utopia, irans. Raphe R o b y n s o n , 1 5 5 2 ( C a m b r i d g e , 1 8 7 9 ) ( 1 7 t h
repr., 1 9 5 2 ) . 2. S e e Isaiah Berlin, Against the Current: Ess ays in the History oj Ideas ( O x -
ford, 1 9 7 9 ) ; ayrıca H. Hardy ( d e r ). The Crooked T imbers oj Humanity; Essays in the History
oj Ideas ( L o n d r a . 1 9 9 1 ) . 3. Vercors, Le Silence de Iu met, et autres r e a l s (Paris, 1 9 5 1 ) , 19-
43. 4. K. M o e z a r s k i , Ro;mowy c Itatcm, trans, as Conversations with an Executioner ( L o n d -
ra, 1 9 7 4 ) .
VALTELL1NA 1. Bkz. G e o f l r c y Parker, The Army oj Flanders and the Spanish Road, 1 5 6 7 - 1 6 5 9
( C a m b r i d g e , 1 9 7 2 ) . On Sfurzat w i n e , bkz. G. Dalmass, " T h e W i n e s of Italy", The Great Bo-
oh oj Wine ( L a u s a n n e , 1 9 7 0 ) , 2 2 1 .
VENDANGE 1. Bkz. E. Le Roy Laclurie. Histoire du clımat depuis l'aıı tnifle (Paris, 1 9 6 7 ) , Ing
çev.: Times of Feast. Times of Famine: A History of Climate Since the Year 1000 ( N e w Y o r k ,
1 9 7 1 ) ; H. l a m b , Climate, History and the Modern World ( L o n d r a , 1 9 8 2 ) ; ayrıca Sir Crispin
T i c k e l l , "Climate and H i s t o r y " , Radclıffe Konferansı ( O x f o r d . 1 9 9 4 ) . 2. Le Roy Ladurie,
Times of Feast, l i m e s of Famine, bl. 2. 3. Ibid, bl. 3, "Problems of I he L i n i e Icc A g e " .
VENDEM1AIRE 1. H. M o r s e S t e p h e n s , Revolutionary Europe, i 789- 18i 5 ( L o n d r a , 1 9 3 6 ) , app. vı:
" C o n c o r d a n c e o f Republican and Gregorian C a l e n d a r s " , 3 7 4 - 5
VINO l . J . - F , G a u t i e r , Histoid- du Vin (Paris, 1 9 9 2 ) . Ayrıca bkz. H. W a r n e r Allen. A History of
Wine ( L o n d r a , 1 % 1 ) . 2. G a u t i e r , op. c i l . s. 9 9 . 3. Hııglı J o h n s o n , World Alias of Wine
( L o n d r a , 1 9 7 1 ) . s. 191.
VIOLETS 1. D. A c k e r m a n , " S m e l l " , A Natural History of tlie Senses ( l . o n d r a , 1 9 9 0 ) , .3-63. 2.
Bkz. Alain C o r b m , The Foid and (lie Eragrant: Odours and (he French Social Imagination (Lea-
m i n g t o n Spa, 1 9 8 6 ) , 3. S. F e r e n c z i . Thalussa; A Theory of Gcnilality (.19.38; rcpr. l.ondra,
1989).
VLAD 1, M, Cazacu, "U Poıere, la Perocııa, e le Leggende di Vlad 111. C o m e D r a c u l a " , Storia ( F i -
renze), in no. 15, 1 0 - 1 6 ; ayrıca bkz. C. l . c a i h e r d a l c , The Origins o / D ı a c ı ı l a : the background
to Dram Stoker's Golhic masterpiece ( L o n d r a , 1 9 8 7 ) ; A. M a c k e n z i e , A journey m(o (lie past of
Transylvania ( L o n d r a , 1 9 9 0 ) , S. Pascu, A History of Transylvania (Detroit, 1 9 8 2 ) , 2. J o h n
F o x e , 'The new and com pi ete Book of Marty is, or an uim'rp-uil history of martyrdom, res'ise d Cz
corrected (Londra, 1811-17).
VORKUTA 1. Bkz. Paul Hollander, "Soviet T e r r o r , A m e r i c a n A m n e s i a " , National Review, 2 Ma-
yıs 1 9 4 4 , 2 8 - 3 9 . 2. J. S e h o l n i e r , Vorkuta ( L o n d r a , 1 9 5 4 ) ; Edward B u c a . Vorkuta ( C o n s t a b -
le, l.ondra, 1 9 7 6 ) ; ayrıca Bernard G r y w a c z , interviewed by C a r o l i n e M o o r h e a d , "Out ol the
D a r k n e s s " , Independent Magazine, 26 O c a k 1 9 9 1 . .3. Avrahaın S h i l n n , The First Guidebook
to the Prisons and Concentration Camps of the Soviet Union (Seewis, G R , Switzerland, 1980),
2. baskı ( L o n d r a , 1 9 8 1 ) ; on V o r k u t a , s. 2 0 3 - 9 A y r ı t a bkz. R. C o n q u e s t , Kolyma, lite Arı tic-
Death Camps ( L o n d r a , 1 9 7 8 ) . 4. S h i l n n , op. tit., 3 1 - 5 . 5. Kişisel ziyaret, likıın 1 9 9 1 . 6.
" 8 0 . 0 0 0 g h o s l s return to haunt M o s c o w " , Independent, 6 Eylül 1 9 8 9 ,
WIENER WELT 1. Stephen Beller. Vienna and the Jews 1 8 6 7 - 1 9 3 8 A Cultural History ( C a m b r i d -
ge, 1 9 8 9 ) , csp. 3 4 - 7 . 2. Ibid, passim. 3. Martin Freud, " W h o W a s F r e u d 7 " , J. F r a e n k c l
(tier.). The Jews of Austria: Essays on T h e i r L i j c . History and Destruction ( L o n d r a , 1 9 6 7 ) , 197-
211. 4. J o s e p h R o ı h , aktaran: R. S. W i s t r i c h , The Jews of Vienna in the Age of Franc-Joscph
(Oxlord, 1990). 5. Rabbi G ü d e m a n n ' d a n Kamilla T h e i m c r ' a , 19 Aralık 1 9 0 7 , aktaran: J.
F r a e n k e l , " T h e C h i e f Rabbi and the V i s i o n a r y " , F r a e n k e l , 7'he J e w s oj Austria, 1 1 5 - 1 7 .
XAT1VAH 1 Bkz. David Hunter, Pape ill taking: The History and Technique of an Ancient Craft
( L o n d r a , 1 9 4 7 ) ; ayrıca J . Dabrowski v e j S i n i a r s k a - C z a p l i c k a , Rchodjielo papieinic^e (Kağıt-
çılık z e n a a l ı ) (Varşova, 1 9 9 1 ) , geniş ingilizce özet.
YAĞMA 1. Bir zamanlar iki tane harika heykelim vardı, bir kadın ve g e n ç bir a d a m . ikisi de o
kadar m ü k e m m e l d i k i , damarları bile görülebilirdi, ^ o r o s y o k edildiğinde alınmışlardı s-e
bazı askerler onları Avrupalılara satmak içitı Argos'a gitmişlerdi... Fakat askerleri bir kenara
ç e k i p , onlara "size on bin taler verseler bile, onların s'atanlaruıdan ayrılmalarına izin s-er-
m e m c l ı s ı n i z Biz b u n u n için savaştık" dedim. H. A. Lıdderdale (der ). The Memoirs of Gene-
ra] M tık riyatın i s'den ( O x f o r d , 1 9 6 6 ) . 2. W. St, Clair, Lord Elgin and the Marbles ( O x f o r d .
1 9 6 7 ) ; C. H u c h c n s ve diğerleri. The Elgin Marbles: should they be returned to Greece? (l.ond-
ra, 1 9 7 8 ) . 3 C h a r l e s de J a e g e r , The Lin:; File: Hitler's Plunder of Europe's An ( T o r o n t o ,
1 9 8 1 ) , Lynn Nicholas, The Rape oj Europe ( L o n d r a , 1 9 9 4 ) . 4. M. Bailey, "Nazi Art Loot
D i s c o v e r e d in R u s s i a " , Observer, 24 Mart 1 9 9 1 . 5. Wtvt. H. Ho nan, "New Facts and Lawsu-
its in the tale of art thefts from G e r m a n C h u r c h " , " S t o l e n T r e a s u r e " a n d "Inventory in Te-
xas Case T u r n s up New W o r k s " , Nevv York Times, 25 Haziran, 30 Haziran, 10 Eylül
1990. 6. E. Aleksandrov, Z. Staııkov. The international legal protection of cultural property
(Sofya, 1 9 7 9 ) ; Australian Association of H u m a n i t i e s , Who Owns the Past? a Symposium
( M e l b o u r n e , 1 9 8 5 ) ; B. W a l t e r , Rueckjuchrung von Kulturgut in internatioiialen Reeht (Bre-
m e n , 1 9 8 8 ) . J. Greenfield, The Return of Cultural Treasures ( C a m b r i d g e . 1 9 8 9 ) .
ZADRUGA 1. Maria T o d o r o v a , "Mvth-Making in E u r o p e a n Family History: T h e Zadruga Revisi-
ted", East European Polities and Society, 4 ( 1 ) ( 1 9 9 1 ) , 3 0 - 6 9 ,
ZEUS I. M. J. Price, " T h e Statue of Zeus at O l y m p t a " , 7 he Seven Wonders of the World, P. Clay-
ton v e M . J . Price ( l . o n d r a , 1 9 8 8 ) , 5 9 - 7 7 .
EK I
KUYUCUKLARIN LtSTESt
7. ARKADYA KİR YASAMI. E< m Arcadın ego ( 1 6 3 9 - 4 3 ) . Nicholas Poııssiıı, 1 6 8 3 ' ı c \1V. Louis
tarafından salın alınmıştır. Arcadıa. klasik gelenek i t i n d e , kırsal m u t l u l u k ülkesiydi. G ı ı e r c i -
n o ' n u n resminin P o u s s i n tarafından yapılan ünlü kopyasında, d ü ş ü n c e l i bir (.oban ve su p e n -
si grubu, a ş k t a n ö l e n ve böylece "Arcadıa da bile b u l u n u r u m ( ö l ü u ı ) " ü kesleelen Dophıııs'ın
mezarını i n c e l e m e k t e d i r . 1.oııvre.
Foto: © RMN.
16. AZIZ. A U G U S T I N U S . Sı Aııgıısıttı el les (mirons dc Marc Ii tenues ( 1 2 . yy.) Minyatür. Bibli-
o t h è q u e M u n i c i p a l e , Douai.
Loto: P h o t o Gtraudoii,
18. AZI7. M A T T A , Lindıslorne Incılleri'nUcn bir lam sahife. iotio 2 5 4 tezhip (7, yy. sonları, Nort-
humbria),
Brilish Library, BL Colt Nero Div, 25v,
10. AZİZ V ATT İZCİ YAHYA VL AZIZ H I E R O N Y M U S . Masolıno, y. 1383 National Gallery.
Londra.
F o t o : B r i d g e m a n Art Library.
23. B O G O R O D I C A . Pelagonıııssa Bakiresi: bir Sırp Kutsal ana ve (.ocuk ikonası ( 1 4 . yy.) Üsküp,
Makedonya.
Foto A K G . Londra.
24. III. O T T O ' Y A S A Y G İ . Dogn vc B a t ı y ı yeniden birleştiren bir imparatora saygı sunan d o n Av-
rupa ülkesi -Slavonya- G e r n ı a n y a . Galya ve İtalya-, III. O l t u ' n u n inctlleri, Bamberg (y. 1 0 0 0 ) .
Foto: Staatsbibliothek, Marburg.
29. D E M İ R PU1.LUK. Les Tıc's Riches Heures du Duc de Bcrry'den " M a r i " ( 1 5 . >7. b a ş ı ) Alla çeki-
len ağır p u l l u k . O r t a Ç a ğ tarımsal devrimi'nin başlıca aleli o l m u ş t u r . Musée C o n d e , Paris.
Bkz. I P L O V U M ) ,
Folo: Photo Giraudon.
42. L U T H E R W O R M S ' A G İ R İ Y O R , 1 5 2 1 . R. Siegard, Die Rede Martin Luthers von dem Reichstag
in Worms. Katolik Avrupa'yı b ö l e c e k ve Reformasyonu başlatacak guııün s a h n e s i n i n yeniden
kurulması.
F o t o : Stadtarchiv, W o r m s .
58. ŞOVALYI; VL PARLAK Z I R H . IL Lanzinger. Adolf Hitler als Rider (y. 1 9 3 9 ) . Nazilerin Le-
ben s ran nı'ıı D o ğ u d a n aramaları, O r t a ç a ğ Drang nach Oslcn'inin ve T o t o n Şövalyelerin seferle-
rinin devamı olarak görülebilir.
F o t o : A K G , Londra,
70. HAYAL KIRtKLlÇ/lNA U Ğ R A M I Ş A V R U P A . A. Vasi ley, They arc Writing About Us in PnivJa
( 1 9 5 1 ) . Bir "sosyalist g e r ç e k ç i l i k " uygulayıcısı, Moldova'daki bir k o l l e k t ı f çiftlikte hayali bir
kırsal manzara s u n u y o r . Moldova halkı, gerçekle 1 9 4 0 Sovyet istilasından sonra tasfiye edil-
miş. s ü r ü l m ü ş ve köylülük zorla k o l k k ı i v i z m e tabi kılınmıştır. Özel k o l l e k s i y o n Bkz. |MOL-
D O V A |.
F o t o : M u s e u m o f M o d e r n Art, O x f o r d .
TARİHSEL ÖZET
Avrupa Alfabeleri
Bağbozumu Scigesignatur
Kuzeydoğu ve Orla Fransa'da Balı Rhineland'da
üzüm hasodr orlcılamo !u il.leıı mese çemberlerinin kalınlığı
1 Eylülden sonraki 1 / 1 0 0 mm. olarak
9ün «ayısı (Hollslein'dan|
Baharat-Sıgır: Pitagor'un Gıda Tasnifi
Eski Yunan Kolonileri ve Bugünkü Yerleri
AKRABA KENTLER. Achaea (A); Megara (M); Korinıhos (C); Locris, Aıina,
Euboea, Khalikis, Ereiria. (lonya);* Lesbos, Phokea, Samos, Miletos, Thera
Roma İmparatorları, MÖ 30 - MS 1 4 5 3
Aziz Petrus, MS 64 /
Aziz S i m p l i c i t y . 468-83 Stephanus (II) 752
Aziz Linus, y 66 - y 78 Aziz I Felix III (II). 483-92 Stephanus (III) 752-7
Aziz Anaclelus, y.79 - y 91 Aziz i Gelasıus 1,492-6 Aziz Paulus, 757-67
Aziz Clemens I. y.91 - y.101 Aziz
/ Anaslasijs II. 496-8 [Conslantinus. 767-31]
AzizEvanslusU.100-y.109 Azız
t SymmachiJS. 4 9 8 - 5 1 4 [Philippus. 768]
Azız Alexatidei I, y.109-y.116 ((Lauıerılius, 498-9 , 5 0 1 - 1 6 ] Slephanus III (IV). 768-72
Aziz Sixlus r, y 116-y 125 Aziz
) Hormisdas, 514-23 Hadrianus 1.772-95
Aziz Teîesphorus. y 125-136 AzizI Johannes 1,523-6 Aziz Leo III, 795-816
Aziz Hyginus, y 138-y.142 tAziz Felix IV (III). 526-30 Stephanus IV (V). 816-17
Aziz Pius I, y 142-y. 155 ([ D i o s c o m s , 5 3 0 i Aziz P a s c h a l l , 817-24
Aziz Anicetus, y 155-y. 166 [Bonilacius II, 530-2 Eugenius II, 824-7
Aziz Soteı, y.166-y.174 Johannes II, 533-5 Valentinus, 827
Aziz Eleulherius. y. 174-89 /Aziz Agapılus 1,535-6 Gregorius IV, 827-44
Azız Victor I, 189-98 Aziz
ı Silverius, 536-7 [Johannes, 844]
Azız Zephyıinus, 198/9-217 *Vigilius, 537-55 Sergius II, 844-7
Aziz Callislus 1 , 2 1 7 - 2 2 IPelagius 1,556-61 Aziz Leo IV, 847-55
[Aziz Hippolytııs 1,217-35] Johannes I!!, 561-74 Benediclus III, 855-8
Azız Urbanus 1,222-30 [B e n e d i c t s I, 575-9 [Anastasius Bibliothecarius,
Aziz Pontianus 1,230-5 IPelagius II, 579-90 855]
Aziz Anterus, 230-5 A/ z i z G r e g o r i u s 1,590-604 Aziz Nicholaus, 8 5 8 - 6 7
Aziz Fabianus, 2 3 6 - 5 0 Sabinianus,
; 604-6 Hadrianus II, 867-72
Aziz Cornelius, 251-3 Bonifacius
I III, 607 Johannes VIII. 872-82
(Azız Novationus, 2 5 1 - 8 ] Aziz
i Bonilacius IV. 608-15 M a r i n j s 1,882-4
Aziz Lucius. 253-4 Aziz
I Deusdedil (sonra Aziz Hadrianus III, 884-5
Aziz Stephanus, 254-7 Adeodalus I), 6 1 5 - 1 8 S l e p h a n u s V (VI), 885-91
Azız Sixlus. 257-8 [Bonilacius V, 619-25 Formosus, 891-6
Aziz Dionysius, 260-8 IHonorius 1,625-38 Bonifacius VI, 896
Azız Felix 1,269-74 Severinus,
! 640 Stephanus VI (VII), 896-7
Aziz Eutychianus. 2 7 5 - 8 3 Johannes IV, 640-2 Romanus, 897
Azız Gaius, 283-96 Theodorius I. 6 4 2 - 9 Theodor!us II, 897
Aziz Marcellinus. 296-?304 Aziz
, Martin 1,649-53 Johannes IX, 8 9 8 - 9 0 0
Aziz Maıceltus 1,306-8 Aziz
ı Eugenius, 654-7 Benediclus IV, 900-3
Aziz Eıısebius, 310 iAzız Vıtalıanus, 657-72 Leo V. 903
Aziz Miltiades, 311-14 ,Adeodatus II, 672-6 [Chrislopher. 9 0 3 - 4 ]
Aziz Silvesleı 1,314-35 IDonus, 67 Sergius III, 904-11
Aziz Maıkııs, 336 ıAziz Agatho. 6 7 8 - 8 1 Anastasius III, 911-13
Aziz Julius i, 337-52 Aziz Leo II, 682-3 Lando, 9 1 3 - 1 4
Azız Liberius. 352-66 Aziz B e n e d i c t s II, 684-5 Johannes X, 9 1 4 - 2 8
lAziz Felix II, 355-651 Johannes V, 685-6 Leo VI, 928
Aziz Damasus I, 3 6 6 - 8 4 IConon, 6 8 6 - 7 Stephanus VII (VIII). 928-31
[Ursınus, 3 6 6 - 7 ] " |[Theodoiius, 687] Johannes XI, 931-5
Aziz Sıricius, 384-99 |[Paschal. 687) Leo VII. 936-9
Aziz Anastasius 1 , 3 9 9 - 4 0 1 Aziz
ı Sergius 1,687-701 Slephanus VIII (IX), 939-42
Aziz innocenliııs 1,401-17 Johannes VI 701-5 M a n n u s II, 942-6
Azız Zosimus. 4 1 7 - 1 8 Johannes VII, 705-7 Agapilus II, 946-55
Aziz Bonilacius 1 , 4 1 8 - 2 2 :Sisinnius, 708 Johannes XII, 955-64
Aziz Ceiestinus 1 , 4 2 2 - 3 2 ıConstanlinus, 708-15 Leo VIII. 963-5
Aziz Sixlus III, 432-40 Aziz Gregorius II. 715-31 IBenediclus V, 964)
Aziz Leo 1 , 4 4 0 - 6 1 Aziz Gregorius III, 731-41 Johannes XIII. 965-72
Aziz HiJarus 1,461-8 Aziz Zachanas, 741-52 Benediclus VI, 9 7 3 - 4
Antıpapalar köşeli parantez içinde
El; HI
1285
( a ) R o m a b ü y ü k harfleri ( V e r g ı l ı u s , M S 4 . v e 5 . y ü z y ı l l a r ) ( b ) R o m a k ü ç ü k harli, k a r ı ş ı k
c e n g e l l i (Paııdccts, 6 . - 7 . yüzyıllar) ( c ) L o m b a r d ı y a veya B c n e v c n ı ı t o işlek yazısı ( S ö z -
lük, M o n t e C a s s i n o , 1 0 5 8 - 1 0 8 7 ) . ( d ) N o k t a l ı , adasal İngiliz yazısı (VUtglo-StiAon Cfıro-
ııick, yaklaşık i045). ( e ) K a r o l e n j k ü ç ü k harf. L a ı i n c e ( 1 0 . y ü z y ı l ) . (1) Lıüt iıi [tadına.
G o t yazısı ( 1 4 . y ü z y ı l ) , ( g ) G o t i k r o t u n d a ( H o r a t i u s , C v e m o n a , 1 3 9 ! ) . ( h ) Y u n a n papi-
rüsü ( T ı m o t l ı e ı ı s , Persae, M Ü 4 . v u z y ı l )
Ek fJI 1287
(i) Yunanca Kitabı Mukaddes cengelli yazısı (I Cor. 12, Codex sınaıütns. y. MS 350.
C. H. Roberts'dan). (j) Yunan işlek küçük harfler (livada, vi. BM Townlcy Ms, y. 1255).
(k) Glagoliıhık (Kiev Dua Kitabı: 9. yıızyıl, 7. yüzyıl Roma ayininden çeviri). (D Bulgar
Kirıl'i (Sininim Kııigd, 11. yüzyıl. Pskov. Rusya'da muhalaza ediliyor), (m) Sırp Kiril i
(15. yüzyıl MS, Belgrad; R. Auiy'den). (n) Osmanlı resmi yazısı (17. yüzyıl sonlan Po-
dolya'dan kayıtlar, D. Kolodcjczyk'ien).
M e \ H e N 6 K W n - "
Ky nı>Nfc"M r\ı>c(i)
M X I LKXOU>C» IOP
M IC6NGIAGHH
I.
m y j l i ı t i l f i l
m.
Otufit CcjTJZjs^
n.
Kartallar ve Haçlar
Üst sıra, soldan sağa. a) Tek bir lacın altında çift başlı Roma kartalı, Dogıı ve Batı impa-
ratorluklarının kurulmasını simgelemektedir (4. yy.'a ait Atina'da bulunan bir yazıttan),
b) Son dönem Bizans kartalı, Moskova büyük düşesi Sophıa Palcologos'un tacından,
y. 1470. c) Mantosuna ipekle işlenmiş Cbarlemagne'ın kartalı (9. yy., Frutiger'den).
d) Rusya imparatorluğunun küçük arması, 1914: taçlı imparatorluk çift başlı siyah kar-
talı, elinde yerküre ve asâ tutmaktadır, Moskova kentinin armalarının üzerinde Roma-
nov tacı yer almaktadır. Kartalın kanalları Carın unvanlarını taşımaktadırlar (ılmer. Ka-
zan, beyaz Polonya kanalı, Taurida ve Kiev, Novgorod ve Vladimir; şansta Astrakam,
Sibirya, Gürcistan ve Finlandiya). Al( sıra. soMnıı sagu e) Avusturya imparatorluğunun
küçük arması, 1915; taçlı çift başlı siyah imparatorluk kartalı, elinde yerküre ve kılıç
tutmakla, kırmızı-bey az-kırmtzı Avusturya renklerinin üzerinde Habsburg tacı yer al-
makladır. D Arnavutluk Halk Cumhuriyeti arması, 1944. g) İspanya krallığı arması,
1947; Kastilya ve Leon, Aragon ve Navarra armalarını taşıyan siyah bir kartal bulun-
maktadır, bunları Granada narı taşımakta ve oklar bulunmaktadır, en üstte Falanga'nın
sloganı "Bir, Büyük ve özgür" yer almaktadır.
Efe İli 1289
Bizans İmparatorluğu
1298 Avrupa Tarihi
( 1 ) Rakamlar:
( a ) F e n i k e rakamları ( M Ö birinci b i n y ı l ) ; (emeli Mısır hiyeroglif rakamlarıdır ve Mirıos
s i s t e m i n e benzer, ( b ) Y u n a n rakamları ( M Ö 3 5 0 ' d c n ) ; İbrani r a k a m l a r ı n a ç o k benze-
yen bir h a r f s i s ı e m ı . ( c ) R o m a rakamları, ( d ) Kuzey Hini rakamları ( S a n s k r i ı , MS birin-
c i binyıl). ( e ) Doğu Arap rakamları ( 1 0 . yüzyıl). ( 0 Iberya-Arap rakamları ( 1 1 . yüzyıl),
( g ) R ö n e s a n s d ö n e m i kaligrafik r a k a m l a r ; ( h ) B u g ü n k ü standart matbaa rakamları, ( ı )
Ç a ğ d a ş 7 ç u b u k l u dıjııal rakamlar ( I : . C a j o r i ve A. Prutıger'den).
1 •> 1 4 t 6 7 8 9 10 20 !<M
Ekili 130 3
* 1m|»ui';ılor ıil;ır,ık Lic niisnr | | .ıno-lıııpji^ılnr1 \r\.i scj iiiii icyul (•(liliiirinis
Avrupa'da Üniversitelerin Kuruluşları, 1 0 8 8 - 1 9 1 2
Plantagenet Dünyasi, y. 1 1 7 0
Santiago de Compostela'ya Giden Yollar
Orange Prensliği ve Cotntat Venaissin
Venedik Cumhuriyeti: T e r r a Firma ve Venedik imparatorluğu
Fransız Din Savaşları Pfılcıslan 111 j^; ı Lı 11 ı-l J^ h ı - Üren* 1562 AMBOISE 1563
1562-1629 kalolık |,y;ıv;ı kaışı Sı Deniş 1567 LONGJUMtAll 1568
Names Fermamyia sona eten Jarnac 1568 ST GERMAIN 1570
dokuz ıç sava; artr daha LA RÜCHEILE 1573
sonraki iki Huguenol isyanı: MONSIEUR 1576
1562-3,1567-8,1568-70, BERGfRAC 1577
1572-3,1574-6,1577.1580, Ivıy 1590 FLEIX 1580
1587-9.1589-98 VERVINS 1598
MONTPELLIER 1622
1622-3.1627-9 Paıiskuşalması ALAIS 1629
1591-4
İngiltere'nin Savaştan
Tudortarın Jskoç Savaşları lııylu-ır Fransa ı la ilul.ık Florfden 1513 SÜREKLİ BARIŞ
1469-1502,1511-43 halindeki lskiH \,ı\j karsı Solway Moss 1502
154? GREENWICH 1543
İngiliz-Fıansız Sayaçları Jubiliere, l-'r,'insa> ,ı I, irs Spurs 1513 l.ONORA 1518
1512-18,1522-5,1544-6, ARDRtS 1544
1557-64 1627-30 1ROVES 1564
İspanyol Savaşları 1585-1604, In^ilınv. ]ş| t u n y > k a r ş ı Zu tph en 1587
1626-30 Armada 1588
İngiliz-lılanda Savaşları VUı.ui'.'am, Ks-I'/h, m- C.mnıva'll'm
15%-1607.1651-4 mi'ferli Tİ
iç Savaşlar 1642-51
Üç İngiliz-Hu İlanda Savası İskoç lııMrılırıl.'Sr KH-l-li. Kİ-17-51 BREDA 1667
1652-4,1664-7 1672-4 WESTMINSTER 1674
Irıuıllm1. HKV karsı
İsveç'in Savaşları
Bağımsızlık Savaşla» İMııinıarka. lsıı\ \r
1500-23 \ ı ı r v ı r ' ı ' karşı
Beş Daıırmaıka Savaşı 1563-70, l ^ r i y Iiıjııımaıka'ya karsı STERIN 1570
1611-13,1657-60.1675-9 KNÄRED 1613
KOPENHAG 1660
IkıMoskol Savaşı 1570-92. Ism-Ç. \!<ıskı lorınc L:ır--j LUND 1679
1614-1? STOLBOVA 1617
Üç Polonya Savaşı 1598-1611, i s w ç . 'utan yalı VaM.ikı ra kürşı Kircholm 1605 STUMSDORF I629
1617-29,1655-60
(İsveç'in Olıı? Yıl Savaşlaıına Müdahalesi 1630-481 OLIVA 1660
Polonya'nın Savaşları
Mûldova Savaşı 1497-9
Allı Moskof Savaşı ruliHiyn-Liuanya. Smolensk 1614 7APOLYA 1582
1500-13,1561-70,1577-82, Moskof <Jr\ Ii 'I ınr karşı DEUI.INO 1619
1609-19,1632-4.1654-67 Pskov 1582 ANORUSOV01667
İsveç Savaşlaıı 1598-1611, İVIoııyalı \. r; ıl, ıl
1617-29,1665-60 isveçli \ j.-,.ıl; ı ra kal s Cecora 1620 OLIVA 1660
İki Osmanlı Savaşı 1620-1. IChocim 1621
1671-6 II Ctıocim 1672 B1JC7ACZ1673
ZURAWNO 1676
\ II Ihiii-rtiYi ir. ısın' k rnli>ri\a. -a i ^ inn imark a vn Musi "I i Ii--, Ii linin k.ır115l.it!!. I">()1- I.'!)!' .ırasınılal.ı karmaşık
l.ts/inyn Srli'i-lori, ııınıUıknı "ilk I r..r\ j ş T < ıLıı'al. , i l 1;^l-iIı [<-i
Osmanlı Savaşları
Tuna Selerleri 1481-1512
Ü( Macar Savaşı I l.ılj sinire Iura karsı Mohaç 1526
1521-47,1551-62,1573-81 Viyana 1529
Akdeniz ve Rodos 1522
Venedik Savaşlaıı Vrıırelık w K a l u l ı k Malla kuşalması 1565
1569-72.1648-69 Linçini' laırşı Inebahlı 1571
Giril kuşalması
1648-69
Avrupa Devletlerinin Yükseliş ve Çöküşleri, 1 4 9 3 - 1 9 9 3
1493'le varolan devletlerin egemenlik veya ayrı Bulgar ıslan Krallık 1878
varlıklarının sona ermesi Bulgaristan* Cumhuriyet 1946(1989)
Hırvatislan Cumhuriyet 1941(1992)
Aragon Krallık 1516 Kıbııs Cumhuriyet 1960
Aslrakhan Hanlık 1556 Çek Cumhuriyeti* Cumhuriyet 1992
Bohemya Krallık 1526 Danimarka Krallık 1523
Burgonya Dükalık 1579 Eslonya" Cumhuriyet 1918(1991)
Kaslilya Krallık 1516 Finlandiya Cumhuıiyel 1917
Kırım Hanlık 1782 Fransa Cumhuriyet 1892(1871)
tngıllere Krallık 1707 Gürcistan* Cumhuriyel 1918(1991)
Floransa Cumhuriyet 1532 Almanya Federal Cumhuriyet 1949(1990)
Fransa Krallık 1792 Yunan ısları Krallık 1829
Cenova Cumhuriyel 1797 Yunan ıslan Cumhuriyet 1973
Gürcistan Krallık 1801 Macaristan Naiblik 1918
Altın Oıriu Hanlık 1502 Macaristan* Cumhuriyet 1946(1989)
Kutsal Roma İmparatorluğu 1806 1944
İzlanda Cumhuriyel
Macaı islan Krallık 1526
İrlanda Bağımsız Devlet 1922
lılanda 1801
İrlanda Cumhuriyel 1949
Kazan Hanlık 1552
İtalya Krallık 1860
Lilvanya Büyük Dukalık 1569
italya Cumhuriyel 1946
Livonya 1561
Lelorıya* Cumhuriyel 1918(1991)
Milano Dukalık 1535
Liechlenslein Prenslik 1866
Moldova Prenslik 1859
Lilvanya* Cumhuriyel 1918(1991)
Moskova Büyük Dükalık 1721
Lüksemburg Büyük Dukalık 1890
Napoli Krallık 1860
Makedonya Cumhuriyet 1992
Navaıra Krallık 1516
Malla Cumhuriyel 1964
Osmanlı İmparatorluğu 1920
Moldova Cüîıurıyet 1991
Papalık Devielleıi 1870
Monako Prenslik 1297
Polonya Krallık 1569
Hollanda Krallık 1648
Portekiz Krallık 1580
Norveç Krallık 1905
iskoçya Krallık 1707
Tölon Devleti Polonya Cumhuriyet 1918(1989)
1525
Portekiz Krallık 1640
Kolmaı Birliği 1523
Venedik 1797 Portekiz Cumhuriyel 1910
Cumhuriyet
Ellak Prenslik 1859 Romanya Krallık 1877
Romanya* Cumhuriyel 1947 (1989)
Rusya* Cumhuriyet 1917(1991)
1993'le varolan egetrten devlellefin San Marino Cumhuriyet 1631
oluşum tarihi Slovakya* Cumhuriyet 1939(1992)
Arnavutluk Cumhuriyel 1913 Slovenya Cumhuriyel 1992
Andorıa Prenslik 1278 İspanya Krallık 1516(1976)
Ermenistan* Cumhuriyel 1918(1991) İsveç Krallık 1523
Avusturya Cırmhuriyel 1918(1945) isviçre Konfederasyon 1648
Azerbaycan Cumhuriyel 1918(1991) Türkiye Cumhuriyel 1923
Beyaz Rusya* Cumhuriyel 1918(1991) Ukrayna* Cumhuriyel 1918(1991)
Belçika Krallık 1830 Birleşik Krallık Krallık 1707
Bosna Cumhuriyel 1992 Vatikan Devleti 1929
Yugoslavya Federal C u m h u r i y e t 1945
* Sovyet egemenliği altında itibari egemenlikten dışında heı şeylerini kaybeden devlelleı.
Rönesans kalyası
1330 Avrupa Tat iJıi
I•a
I
Onaltıncı Yüzyılda İspanya'da Fiyat Devrimi
a) Bilimsel Keşifler ve b) Teknolojik icatlar, 1 5 2 6 - 1 9 5 1 : Bir Seçki
Kaynak: h. L. Haighl, Banned Books' tan (1955) alıntılayan N. Parsons, The Book ol Literary Lists (iwäis, 1985),
s. 207-213'len.
Alçak Ülkeler İsyanı, 1 5 8 4 - 1 6 4 8
1336 Avrupa Tarihi
C. Moatevetdi 0rfeo(l607)
J.-6. Lolli Psyche(1671), tete(1674); /to/and (1685)
A. Scarlatli PierroeDemetno( 1694)
H. PureeII Dido ve Aeneas i K%)
G F.Handel AgrippinaWW), RinaldoWm)-. Rodelwte(1725); Orlando (1733): /Vara (1735),
Berenice (1737); Xerxes (1738)
J.-P Rameau Hippolyte el Aricie[ 1732), Les Indes galantes" [WIS}-, Caslor el Pollux(1737)
W. V Gluck Orleo etEurydice( 1767)
W A. Mozart Idomeneo (1781 ); Die Entluhrung aus dem Serail (1782), L e Nose de Figaro ( 1780);
Don Giovanni (1787), Cosi tan lulte{ 1790); Sihirli Flui (1791)
L. van Beethoven
G Rossini SevillaBerberii, 1816), Guillaume ïelt( 1829)
C -M von Weber Der Freischütz (1621), Operon (1826)
V Bellim torna(1031)
G Donizeltı Lucia di Lammer moor [ 1835)
H Heyerbeei LesHuguenotsi 1836)
M Glinka Çar için bu hayat (Ivan Susaw/),J(1836); Rusları ve Ludmila(W?)
G Veidi Nabucco[MM2)\ ILombardi (W3); Macbeth (m7)-, Rigolelto{ 1851); II Trovatore
(1853); La fa wate (1853); Un Salto in Maschers (im); La Fona deı Deslıno (1862),
Aida O?!®); ( M o (1887); F a J s M (1893)
R. Wagner Uçan Hollandalı ( 1843); Tannhäuset (1845); Lohengrin (1850); Tristan und Isolde
(1865); Der Ring des Alibelungen-Das Rheingold (W(>)-Die Meistersinger von
Nürnberg(1868); Parsitaumi)
S. Moniuszko Halka ( 1848)
C Gounod Fausf(l859)
G. Bizet to/Wan(1863); Carmert(1875)
N. Rimsky-Korsakov KorkunçIvaiHWßy, KarKıı(WA);AltınHoroz(m7)
M. P Mussorgsky Boris Godunov(1874)
P I Qaykovski Yevgeni Onyegin ( 1878); Kürekler Kraliçesi ( 1890)
J Olfenbach Holtmannin Masalları (KW)
B Smelana Satılmış Nişanlı (1886)
A P Borodin Prens igor (1890)
P Mascagm Cava/fera/te(o/ia(1890)
R. Leoncavallo IPagtiaccitfM)
G. Puccini La Bohême MadameButtertly (1900); rosea (1904); 7uranM(1926)
C. Debussy PeltéasetMétisande(m?)
L Janatek JenutaClSM). Kurnaz Küçük Vıxen{im)
R Strauss Salome (1905); Elektra( 1909); Der Rosenkavalier {KU)
B Bartok Mavi Sakal'ın Kalesi ( 1911)
S Prokofiev Üç Porlakalın Aşkı (1919), 5 a « î ve Barış (1945)
M Ravel L'Entant et tes sortilèges ( 1925)
A Berg litefflrtt(1925); £ü/ı/(1937)
2 Kodaly Hàry Jänos (1926)
P. Hindennth CardiliacOmr, Haimonieder Well(1957)
I. Stravinski Oedipus fie>r(1927), The Rake's Progress()%\)
A. Scfioenberg Musa ve Harun (m2)
B. Britlen Peter Grimes (my
K. Penderecki Loudun Şeytanları (1969)
' Orijinal metinde sa/afesolarak yer alan bu kelimenin doğrusu gatanteflır (e.n).
M. B. Yazarın İngilizce verdiği opeıa adlan çevrilmiş diğerler1, özgün adlarıyla bırakılmıştır.
İrlanda'nın İskânı (Onyedinci Yüzyıl)
Otuz Yıl Savaşlarında Almanya, 1618-48
Lorraine ve Alsace'ta Fransız-Alman Sınırı
Avrupa Savaşları, 1648-1789: Bir Seçki
Avusturya \nısıuı-ya. Brıl any a. I k111atula Dötlingen 1743 NYPHE N BURG 1741
Veraset Harun er. Saksonya. Sarrtiuya: Fonleroy 1746 BRESLAU 1741
Sava?, liavjera. I'rusya. Fransa. İspanya. Ho tenli ledbeıg BERLİN 1742
1740-8 JMnıvsIllV karşı 1745 WORMS 1743
VARŞOVA 1745
AIX-LA-CHAPELLE
1748
Devrim Gregoryen
Olay Takvimi Takvim
Cumhuriyetin ilanı 1 Vendémiaire I 22 Eylül 1 7 9 2
(Endüstri Devrimi)
1. Bilimsel ve makineli lannı
2. Emek hareketldiği; çilleme, sertlerin aîad edilmeleri
3. Yeni güç kaynakları: kömür, buhar, petrol, benzin, eleklnk
4. Güç kullanan makineler
5 Ağır endüslri madencilik ve metalürji
6 Fabrikalar ve fabrika kentleri
7 Gelişmiş ulaşım: kanallar, yollar, demiryolları, uçuşlar
8. İletişim: posla, telgraf, telefon, radyo
9 Sermaye yatırımı, şirketler, tröstler. karlelEcr
10 Genişleyen iç pazarlar: yeni endüslriler, ıç ticarel
11 Dış ticaret, ittıalal ve ihracat sömüıgeler
1? Hükümet politikası
13 Nüfus hızlı niifus artışı ve sonuçları
14. Para ekonomisi: ücretler, liyattar, vergiler, kâğıt para
15 Pazaılama becerileri: reklam, dükkânlar, salış dağılım
16 Bilim ve teknoloji: araştırma ve geliştirme
17 Mali hizmetler: kredi, tasamı! bankaları, sigarla
18. Ağırlıkların, ölçü birimlerinin ve paraların standartlaştırılması
19. Kenlleşme: kenl planlaması, kamu hizmetleri
20. Yeni toplumsal sınıllar: orta sınıflar, hizmetçiler, 'işçiler'
21 Aile yapılarının dönüşümü: 'çekirdek aile'
77 Kadınlar: bağımlılık ve gerileme
23 Göç yerel, bölgesel, uluslararası
24 Kamu sağlığı: salgınlar, hi|yen : tıbbi hizmeller
25 Fakirlik: işsizlik, serserilik, çalışma evleri, gecekondular
26 Sömürü: çocuk emeği, kattın emeği, ter dükkânları
27 Öıgüllü suç: polis, dedektüler, suçlu altsınıllar
28. özel hayıf işlen
29 Eğilim: ilk, teknik, bilimsel, icracı, kadın
30. Okur yazarlık ve kille kültürü
31. Boş zaman: örgüllü boş zaman değerlendirmeye spor
32. Gençlik hareketlen
33. Dinsel alanlar' köktendincılik, içkiyle savaş, işçi rahipleri
34 Toplumbilimleri: iktisat, antropoloji, elnogralya vb.
35 Koleklıvızm: endüstri ve kenl psikolojisi
36 Tüketici Irk
37. Sınıf bilinci
38 Ulusal bilinç
39 Siyasa! bilinç
40. Seçmen kitlesinin genişlemesi: genel oy, seçme ve seçilme hakkı isteyen kadınlar
41. Siyasal parlıler ve kitle desteği
42. Devletten kaynaklanan retatr emekli maaşı, sosyal sigorla, kârlar
43. Yoğrulmuş toplumsal yasalar
44 Sivil hizmetin genişlemesi: devlet bürokrasisi
45. Yerel yönelimlerin reorganızasyonu
46. Siyasal birlikler ve baskı grupları: sendikalar
47. Emperyalizm
49. Tolal Savaş orduların zorunlu askerlik görevlilerinden oluşması, mekani2e savaş, ülkenin cephe olması
Avrupa Nüfusu, 1 8 0 0 - 1 9 1 4
120- 360-
110- 330-
100- 300
90- 270
80- 240
70 - 210 Aıtıs aranı
= y ı l d a ] ,9 m i l y o n
60 - 180
50 - 150
40 - 120
30 - 90
20 - 6 0 -I
10 - 30
0- 0
5000- / 2500
4500-
4000- 2000-1
3500- /
3000- / 1500
2500-
; AyıMvrya
2000- 1000-
İfR,.
1500- f Imparatorlo^u
1000- 500-
500- 250
0- 0 J
nO cfî O
Liberalleşme Göstergeleri, 1 7 9 1 - 1 9 4 8
Seçilmiş Endüstrileşme Göstergeleri, 1 8 0 0 - 1 9 1 4
D e m i r y o l u U z u n l u ğ u ( • = 2 0 0 0 krn)
T a r ı m : ç a l ı ş a n s a y ı s ı ( • = 2 , 0 0 0 , 0 0 0 kifi] R
Yunanistan'ın Genişlemesi, 1 8 2 1 - 1 9 4 5
Uluslar Bahan: 1 8 4 6 - 4 9 Devrimleri
1 364 AVPIIJKI TıınJıı
İtalya'nın Birleşmesi, 1 8 5 9 - 7 0
Slesvig (Schleswig) ve Holsıein
Romanya'nın Büyümesi, 1 8 6 1 - 1 9 4 5
Eblfl 1367
Makedonya: 1 9 1 3 Paylaşımı
Büyük Arnavutluk
Eh III i 371
|o) ilalya'nm
Kuzeydoğu
iinırı
1939-92
|bj liai/on
işgal alçınlcjrı
1939-44
Sovyet Topraklarının Avrupa'da Genişlemesi, 1 9 1 7 - 1 9 4 5
t l ; İÜ
1375
Ukrayna Cumhuriyeti, 1 9 1 8 - 1 9 9 1
1376
Polonya, 1 9 2 1 - 1 9 4 5
Çekoslovakya, 1 9 1 8 - 1 9 9 2
Macaristan, 1 9 1 8 - 1 9 4 5
Ek İli 1379
İspanya 23 9.23-201.30 General Miguel Primo Kral Altonso ile anlaşmalı olarak
deDiveta otoriter rejim, askeri yönetim.
Anayasa askıya alındı.
Polonya 12.526-1939 Mareşal Joseph Pilsudski Askeri darbe: sol-kanal asken rejim:
'Sonacıa' dıkkatörlüfjü. -parlamento
görüntüsü arkasında-
Geriet Palalar
ispanya İç Savaşı, 1 9 3 6 - 1 9 3 9
El; i l ï 1385
Karma SS Birimleri
+ SI George Lejyon'u (1940). İngiliz gönüllüler; SS-Fallschirmjäger (SS Paraşüt Tugayı (cezalandırıcı). SS-Peanzer
Abteilung 'Heimann von Salza1, Begleil Baltalion-Reıchslührer (SS refakat taburu): Wactitballalion-Adolf Hitler
(Führer'ınkoıuması).
Kısaltmalar SS: Schutzslatfeln: PD: Panzer fümeni, Pigü: Panzergrenadier Tümeni, GbD: Gebirgs (Dağ) Tümeni, KD:
Kavallerie (Süvari) Tümeni, F; Freiwillige (Gönüllü), WGD: Waffen Grenadier Tümeni: WGbD Waffen Gebirgs
Tümeni.
Kın nakltır ,1. barker, The Wollen-SS M llvirfl-nrxlra. I9H2). app.: 'SS Divisions. l ' M l k ï . 121-2: IV
Quarrir. Hitler's ikmmrut: The Wollcr-SS m Action (I,«mıIra. IOK3K W. 2. " T i r Or»» Ilı ot the W alTcn-SS':
G. H. Si ein. Vie Wniïm-SS: I Illicit l-llıicGmırdol llàc. /.'«.'M/J-f j dılıaea. \ V . Iftftö).
Avrupa'nın Tahmini Kayıpları, 1 9 1 4 - 4 5
* Nazi esaıelı veya SSCB'ye geri dönüş esna- Toplamlar (tahmini) 4 871 000 6 271 500
sında ölen 3 4 milyon Sovyel Savaş esirini ortalama y.5 571 300
kapsamakladır.
5 Sovyet Rusya VE Sovyetler Birfiğinde
Öldürülen İnsanlar») Kategoıllerl, 1917-1953 (1939-45 arasındaki sanraş kayıpları dahil deflildir)
(Ft. Medvedev. R Conguesl'den)
asgari azami
İç Savaş ve Volga Kıiiıgı 3 000 000 5 OOO 000
1920'terdeki Siyasal lakı bal onbinlerce
1929'dan sonra zorla kolektilleşlirme ve 'kulak" tasliyesi to 000 000 W 000 OOO
Ukrayna'da Terör, Kıttık. 1932-3 6 000 000 ? mm
Büyük Terör (1934-9) ve Tasliyeler 1 000 000
1937'ye kadar Gıılag'a sürgünler to ooo ooo
Kuışona dizme ve keyli inlazlar 1 000 ooo
Doflı» Polonya, Saltık Devletleri ve Romanya'dan sürgünler. 1939-40 2 000000
Yabancı Savaş Esir ter r: Polonyalılar. Firtler, Almanlar. Rumenler, Japonlar 1000 000
Gulag Sürgünleri, 1939-45 7 000000
Millıyelleıın Sürgünleri' Volga Almanları, Çeçenler, fnguşlar Kırım Taıaıları. vb. 1 000 ooo
İşgal edilmiş ülkelerin yurttaşları ile savaşlan sonra ülkelerine dönenlerin korunması 5 000 000 6 OOO 000
Ballık Ülkeleri, 1 9 9 3
Avrupa 1992: Uyarlanmış tstatistikler
Avrupa Birliği
Belçika 11.781 851 10.025 218.7
Danimarka 16.629 311 517 1421
Fransa 211207 272 57.372 1324.9
Almanya 137 352 587 80.569 17751
Yunanistan 50.944 202 103 79.2
lılanda 27.136 131 3547 488
İtalya 116303 497 57.782 12236
Lüksemburg 908 374 340 104
Hollanda 15.963 951 15.178 320.4
Portekiz 35.553 21? 9.646 839
İspanya 194.884 175 34 085 573 7
Birleşik Krallık 94.226 614 57.848 10405
Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi
Avuslurya 32.374 244 7.884 184.7
Finlandiya 130.119 39 5.042 1096
İzlanda 102.819 3 260 66
Norveç 125.181 34 4.286 113.1
İsveç 173.648 50 8.678 245.8
İsviçre 15941 433 6.905 240 5
Eski Sovyet Bloku
Çek CUmhuriyeli 30.343 342 10 383 25.3
Macaristan 35.969 284 10.202 30.7
Polonya 120.725 318 38.365 75.3
Slovakya 18.917 283 5.346 102
Arnavutluk 11101 301 3 338 1.0
Bulgaristan 42.823 209 8952 11.9
Romanya 91.699 249 22 865 24.9
9.930 — 15 754
7.222 — 11 500
1.800 636
2 481 471
3.110 250
3.830 204
3.410 195
2.710 222
2.170 249
3220 214
2.34 0 229
11.933!*
20.000
22.500 (! = Talimini) ("Rusya l'Vderasyonuniııı limiti dalııl nlmak üzere)
29.794 Ika\n;ıUiır. üt'.Cn M;ıııı ttmmnıic lıulıcaiors. Aralık. IİJIKÎ
l\H-' İKS. Aralık l!)!>3. DOTS H>93 )r;ırt>o«k: Worlıt U/as. İf)0-lt
Parlamenter Meclisler
Efe İli T 395
Kanada NATO
ABD NATO
Anahlat: C ol E s Tam Üye: A = Cırlak statüsü: G = Konuk Üye: ECA * Avrupa Ekonomik Alanı Üyesi (AEBÜ); PtB = Barış için Orlakiık
Üyesi. Ob = Gözlemci Slalüsü. STı - ÜJel Arılaşma Statüsü
Kaynak. Independenl, 512 94 1 Avrupa Konseyi (İnsan Haklan Mahkemesi Üyeliği ite dahil olmak üzere). 2. Ku;eyAllaıılık Anı-
laşma Teşkilatı (NATÛ). 3 Balı Avrupa BidiJİ (BAB) 4 Avrupa BitliÇı (önceden Avrupa Ekonomik Topluluğu). Avrupa Mahkeme-
si üyeliği de dahil olmak ü2eıe 5 Avrupa Güvenlik ve Işbiılıjji Konferansı
DİZİN
A Akdeniz, 77
Akhmatova, Atına, 1016
Aacheıı, 334-336 Alanlar, 245, 251, 257-258
Abdülhamicl 11, Osmanlı Padişahı, 916 Alaric, Vizigotlar Kralı, 257
Abhazya. 791,862-863, 1358 Albigeois Haçlı Seferi, 390
Abukir Körfezi. Çarpışması (1799), 773 Alçak Ülkeler Birleşik Eyaletleri, W;;. Al-
Académie des Beaux Arts, 670 çak Ülkeler.
Académie Française, 670 Alçak Ülkeler
Aeiion Française, 869, 1040 Baıavya Cumhuriyeti, 770, 777-778
Actıunı, Çarpışması (MÖ 31), 181, 183 Kalvinizm, 534
Adbılim, 108-111, 339-340 Sömürgecilik, 626
Adenauer, Konrad, 1128, 1132, 1138- Hollanda Kontluğu, 403-404
1141,1152 Sömürgeciliğin Tasfiyesi, 1135, 1137
Aeschylus, 123 Hollanda Dili, 406
AET, 107J (fiyrita Avrupa Ekono- Hollanda İsyanı, 578-582, 1335
mik Topluluğu) Onsekizinci Yüzyıl, 687
Aletler, 110-116 Aydınlanma, 643
Afrika, So m urge leş limit, 897-898 Bağımsızlık, 611
AG1K, 1183, 1394 Hollanda Krallığı, 777-778
Agobard, 334 Cdebiyat, 406
Ahmed, Alım Ordu Hanı, 497 Napoléon ve, 778
Aile T a r i h i , 4 1 8 - 4 1 9 , 6 8 6 . 6 9 7 - 6 9 8 . 7 7 2 - Ulusal Bilinç, 407
773, 819-822, 1352 Din, 407, 534
Aix-la-Chapelle, Barış antlaşması (1668), İsyanı, 738
671 Toplum, 407, ,583-584
Aix-la-Chapelle, Kongresi (1818), 811 Ticaret, 406, 555
(tıyrı«ı bkz. Avusturya Alçak Ülkele- Yeniden Silahlanma, 1034
ri, Belçika. İspanyol Akak Ülkeleri) Direnme, 1 105. 1131
Aleksander I, Rusya Çarı. 696, 787. 793. Silah Geliştirme, I 101, ayrıca 1>J;~
858 Nazi Partisi (NSDAP) ve 11. Dünya
Aleksander 11, Rusya Çarı, 852, 858, 874, Savaşı
886, 8 8 8 Almanya (Weimar Cumhuriyeti)
Aleksander 111, Rusya Çarı, 858, 8 8 9 Depresyon ve Çokuş, 1029-1030
Aleksander VI, Papa, 495, 563 Kuruluş. 9 8 7 - 9 8 8
Aleksander VJ1, Papa, 617-618 Siyaset, 9 8 8 - 9 8 9
Aleksey 1, Rusya Çan, 603 Almanya
Alexius 1 Komnenus, Bizans İmparatoru, Kalvinizm, 535
363 Karşı-Reforın, 546
Alfabeler. i 39-HO, 1277-1278 Folklor, 258-260
Alfred, Büyük, Wesse* kralı, 337 Alman Konfederasyonu, 810, 871,
Alliluyeva, Svetlana, 1023 1359
Alman Sosyal Demokrat Partisi, 885 Napoleon ve, 7 8 0
Alman-Sovyeı Dostluk, İşbirliği ve Sınır Ulusal Hareket, 8 7 0
Antlaşması (1939), 1066 Kuzey Alman Federasyonu, 871
Almanya (ADC) Reformasyon, 525, 529, 534
Oluşum, 1128, 1138, 1168 Devriın, 871
Siyaset, 1170, 1172 Slavlar, 875
1989 Devrnııi. 1 191 'Sonderweg', 857
Almanya (Federal Cumhuriyet) Otuz Yıl Savaşları ve, 608-613, 1340
Naziliğin Tasfiyesi, 1113-1120, 1127 Birleşme, 871
İç Politika, İ H I Zollverein, 852 (<ıvı ıca bhz. Kutsal
İktisat, 1149 Roma İmparatorluğu. Prusya)
Oluşum. 1138 Alpler, 78, 79-80. 580-581, I 279
'Ostpolitik 1 , 1 182-1183 Afsace, 669-670, 1341
Yeniden Birleşme, 1192 Alt-Karpatlar Rütenya'sı, 1058. 1309,
Almanya (İmparatorluk, 1871-1918) 1374-1377
Euleııbcrg Olayı, 922-92,3 Amerika Birleşik Devletleri
İmparatorluk İlânı, 871, 915, 1359 'Containment', 1130
Temmuz Bunalımı, 923, 925, 936- Bağımsızlık İlânı, 684
938 Tarihçilik, 4 7 - 4 9
Geç İmparatorluk Dönemi, 9 0 0 Monroe Doktrini, 811
1918 Devrimi, 971 Bağımsızlık Savaşı, 6 8 4 - 6 8 5 , 726-727,
t. Dünya Savaşı ve, 9 4 7 - 9 5 0 , 953-957 737-738
Almanya (Üçüncü Reich), 1383 I. Dünya Savaşı, 957, 9 6 8
Müttefik İşgali, 1112, 1128 II. Dünya Savaşı, 1072-1073, 1092,
Bo2gun, Yenilgi, 1107, 1110 1095, 1100-1113
İç Siyaset, 1037-1039 Arniens, Barışı ( 1 8 0 2 ) , 7 7 4
İktisat politikası, 1034 Anaksağoras. 143
Duzen, 1030, 1033 Anarşizm, 886-888
Kesin Çözüm, 1039. 1080, 1082, Anayasa Tarihi, 626, 649, 1325, 1380-
1084-1085, 1087-1090 1381 (rtyrıcd bhz Mutlakiyeıçilik,
Dış Politika, 1052-1053 Otokrasi, Demokrasi, Savaş-Arası
Alman Endüstrisi ve, 1034 Diktatörlükleri. Hukuk. Liberalizm.
Dı;ııı 1399
Ustasi, 1074 (aynen bfe;. Bosna. Hır- Yunan Dili, 267, 1278
vatistan, Makedonya. Karadağ, Sır- Yunan İç Savaşı. 1 107, 1 129
bistan, Slovenya) Yunanisıan
Yunan (Eski) Balkan Savaşları ve, 920
Mimari, 142 Bağımsızlık, 880, 1271, 1362
Sanat, 140, 142 Edebiyat, 606-608
Koloniler, 125-126, 1282 Ortaçağ, 415
Delphi. 135-137 Yedi Ada Cumhuriyeti, 787
Demokrasi, 154-155
Osmanlı Egemenliği, 692-693
Beslenme, 131-132
Bağımsızlık Savaşı. 780-781. 915,
Drama, 138
1344, 1362, 1369
Mısır Kökenleri, 161-162
Yunan-Roma Uygarlığı. 163, 171
'Bıtyiık Yunanistan,' 126-127
Yüzde Anlaşması (1944), 1 101
Altııı Cağ, 121, 123
Yüzyıl Savaşları. 445-447, 449. 451-452
Helenler, 13
Helenizm, 157, 159-160
Z
Kahramanlık Cağı, 120. 131, 175
Tarih Yazını, I 53
Edebiyat, 134, 138 Zacharias. Papa. 315-316
Matematik, 145 Zadruga, 4)8-419
Para, 123-124 Zaman, 90-92, 176-177, 296-298, 458.
Olimpiyat. 185-187 459-460. 746. 1265. 1310. 1348-
Felsefe, 133, 146, 148 1349
Siyaseı, 152 Zeus, 293
Din, 131-137, 135-137. 150-152. 174. Olymptıs'ıakı Heykeli, 293
293 Zihniyetler. 224-226, 303-304. 523-524.
Bilim, 142, 145 544-545, 556-557. 584-588, 642,
Cinsel Davranış, 215-2)6 657-658. 825-827. 906. 958, 968-970
Cinsellik, 149-150 Zoe, Bizans İmparatoriçesi. 348
Kölecilik. 152 Zosimus, Moskova Metropoliti, 502, 506
Toplum. 152 Zweig, Stefan, 940
Yabancı Düşmanlığı, 125-126 Zwingli, Huldrych, 529, 531-533
Avrupa Tarihi adlı bu kitabın
Giriş ile 1., 2., 3. ve 4. Bölümlerinin (17. ila 320. sayfaları arası) çevir-
meni adının açıklanmasını istememiştir;
5. ve 6. Bölümleri ( 3 2 1 ila 528 sayfaları arası) Kudret Emiroğlu;
7. Bölümü ( 5 0 9 ila 6 2 2 sayfaları arası) Elif Topçugil;
8., 9. ve 10. Bölümleri (623 ila 9 4 2 sayfaları arası) Burcu Çıgman;
11. ve 12. Bölümleri ( 9 4 3 ila 1206 sayfaları arası) Suat Kaya tarafından
çevrilmiştir.