You are on page 1of 70

T.C.

KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

ARAP DİLİNDE BEDEL-ATFU’L-BEYÂN


VE KUR’ÂN-I KERÎM’DE KULLANIMI

Mustafa TOPRAK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ

TEMMUZ - 2015
T.C.
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

ARAP DİLİNDE BEDEL-ATFU’L-BEYÂN


VE KUR’ÂN-I KERÎM’DE KULLANIMI

DANIŞMAN : Prof. Dr. M. Akif ÖZDOĞAN


Jüri : Doç. Dr. Faruk ÇİFTÇİ
: Yard. Doç. Dr. Ferhat YILMAZ

Mustafa TOPRAK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

KAHRAMANMARAŞ

TEMMUZ - 2015
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

ARAP DİLİNDE BEDEL-ATFU’L-BEYÂN VE


KUR’ÂN-I KERÎM’DE KULLANIMI

Mustafa TOPRAK
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Kod No :

Bu Tez / Proje ../../2015 Tarihinde Aşağıdaki Jüri Üyeleri Tarafından

Oy Birliği / Oy Çokluğu ile Kabul Edilmiştir.

Doç. Dr. M. Akif ÖZDOĞAN Doç. Dr. Faruk ÇİFTÇİ Yard. Doç. Dr. Ferhat YILMAZ

DANIŞMAN ÜYE ÜYE

Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

Doç. Dr. Abdullah SOYSAL


Esstitü Müdürü

Not: Bu tez ve projede kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil ve
fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundaki hükümlere
tabidir.
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ARAP DİLİNDE BEDEL-ATFU’L-BEYÂN VE


KUR’ÂN-I KERÎM’DE KULLANIMI

Mustafa TOPRAK

Danışman : Prof. Dr. M. Akif ÖZDOĞAN


Yıl : 2015, Sayfa: 60+6
Jüri : Prof. Dr. M. Akif ÖZDOĞAN (Başkan)
: Doç. Dr. Faruk ÇİFTÇİ (Üye)
: Yard. Doç. Dr. Ferhat YILMAZ (Üye)
Her dilin kendine özgü bir takım gramer öğeleri vardır. Arap Dili
gramerinin de kendine özgü öğelerinden biri, cümlenin yardımcı unsurlarından
olan ancak gerektiği yerde kullanılması durumunda cümleye lafız ve anlam
zenginliği katan tâbi‘lerdir.
Bu tâbi‘lerden bedel ve atfu’l-beyân tâbi‘ oldukları kelimeyi açıklar,
karışıklığı giderir ve anlamın genişlemesini önleyerek mecâz ihtimalini ortadan
kaldırırlar. Her ikisi de tâbi‘ olma hususunda metbû‘larının aynısıdır. Bununla
beraber atfu’l-beyânda asıl anlatılmak istenen metbû‘u, bedelde ise metbû‘unu net
bir şekilde açıklamasına rağmen cümlede asıl kastedilen bedeldir. Atfu’l-beyânın
âmili metbû‘unun da âmilidir. Bedelin âmili ise metbû‘unun âmilinin tekrarı
hükmündedir.
Atfu’l-beyânın, metbû‘u ile arasında uyum şartı aranması sebebiyle
Kur’ân-ı Kerîm’de lafız ve anlam yönünden kullanımı sınırlıdır. Bedelin ise
metbû‘u ile arasında uyum şartı olmaması dolayısıyla hem anlam hem de lafız
yönüyle Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımı zenginlik arz etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Arap dili, Tâbi‘, Bedel, Atfu’l-beyân, Kur’ân-ı Kerîm.

I
DEPARTMENT OF ISLAMIC SCIENCES
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM UNIVERSITY

ABSTRACT

MA THESIS

“BEDEL” AND “ATFU’L-BEYAN” IN ARABİC


LANGUAGE AND THEIR USAGE IN HOLY
QURAN

Mustafa TOPRAK
Supervisor : Prof. Dr. M. Akif ÖZDOĞAN
Year : 2015 , Pages:60+6
Jury : Prof. Dr. M. Akif ÖZDOĞAN (Chairperson)
: Prof. Dr. Faruk ÇİFTÇİ (Member)
: Asist. Prof. Dr. Ferhat YILMAZ (Member)
Every language has some idiosyncratic grammar elements. One of the
idiosyncratic elements of the grammar of Arabic Language is subordinates (tâbi)
which are among auxiliary constituents, but add wording and meaning richness to
the sentence when used if necessary.
Among these subordinates (tâbi) “bedel” and “atfu’l-beyân” clarify the
word that they are subject to, resolve the confusion and remove the probability of
metaphor by preventing the extension of meaning. Both of them are the same in
rems of what they are subject to in the matter being subject. However, “atfu’l-
beyân” refers to what is subjected to, and “bedel” on the other hand, refers to
what in fact is intended in the sentence, although it clearly explains what it is
subject to. Infix (‘âmil) of “atfu’l-beyân” is also the infix of what is subjected to
(metbû). Infix of “bedel” is though, in the nature of repeat of infix of what is
subjected to (metbû).
Due to the harmony is required between “atfu’l-beyân” and what is
subjected to (metbû), its usage in Holy Quran in terms of wording and meanıng is
restricted. But, because of the harmony is not required between “bedel” and what
is subject to, its usage in Holy Quran provides in terms of both wording and
meaning richness.
Key Words: Arabic Language, Tâbi‘, Bedel, Atfu’l-beyân, Holy Quran.

II
ÖNSÖZ
Arap dilinde gramer, diğer dillerde olduğu gibi büyük bir öneme hâizdir. İslam
öncesi Arapların grameri öğrenme ve öğretme gibi bir çabaları yoktu. O dönemde
Araplar söz söyleme sanatında zirveye ulaştıkları için doğal selikaları icabı gramere
ihtiyaç hissetmiyorlardı.
Kur’ân-ı Kerîm nâzil olup, günden güne müslümanların sayıları çoğalıp, İslam
toprakları genişleyip, Arapların dışındaki unsurlar da İslama girmeye başlayınca, Arap
dilinde bozulmalar meydana geldi. Bunu önlemek için ağırlıklı olarak yüce kitabımız
Kur’ân-ı Kerîm ve Câhiliye dönemi arap şiirleri örnek gösterilerek Arap dili grameri
ortaya konulmaya başlandı.
Bu çalışmamızda dilciler tarafından ele alınan gramer konularından tevâbi‘nin
son ikisi bedel ve atfu’l-beyân incelendi.
Giriş bölümünde konunun önemi, tez konusunun yöntemi ve önceki çalışmalar
belirtildi.
Birinci bölümde Arap dilinde tâbi‘ kavramı ele alındı.
İkinci bölümde Arap dilinde tâbi‘lerin neler olduğu ayrı başlıklar altında kısaca
açıklandı.
Üçüncü ve dördüncü bölümlerde Arap dilinde bedel ve atfu’l-beyân, gayeleri,
kısımları ve hükümleri ele alındı.
Beşinci ve altıncı bölümlerde ise bedel ve atfu’l-beyânın Kur’ân-ı Kerîm’de
anlam ve lafız yönünden kullanımları incelendi.
Yüksek lisans eğitimime başladığım günden itibaren tezimi bitirme aşamasına
kadar olan süreç içerisinde kendisinden çok şey öğrendiğim kıymetli hocam Prof. Dr.
M. Akif ÖZDOĞAN’a sonsuz şükranlarımı arz etmek isterim. Ayrıca tez süresince
tavsiyelerinden ve kaynaklarından istifade ettiğim değerli hocam Doç. Dr. Faruk
ÇİFTÇİ’ye teşekkürlerimi sunarım.

Mustafa TOPRAK
TEMMUZ-2015

III
İÇİNDEKİLER

ÖZET ............................................................................................................................ I
ABSTRACT................................................................................................................. II
ÖNSÖZ ....................................................................................................................... III
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... IV
KISALTMALAR LİSTESİ ........................................................................................ VI
1. GİRİŞ ........................................................................................................................1
1.1. Konunun Önemi ..................................................................................................1
1.2. Tez Konusunun Yöntemi.....................................................................................1
1.3. Önceki Çalışmalar ...............................................................................................1
2. ARAP DİLİNDE TÂBİ’ ............................................................................................3
2.1. Arap Dilinde Tâbi‘ Kavramı................................................................................3
2.1.1. Tâbi‘nin Lügat Anlamı .................................................................................3
2.1.2. Tâbi‘nin Istılâhî Anlamı................................................................................4
2.2. Arap Dilinde Tâbi‘ler ..........................................................................................5
2.2.1. Sıfat ..............................................................................................................5
2.2.1.1. Sıfatın Gâyesi .........................................................................................7
2.2.2. Tekid ............................................................................................................7
2.2.3. Atfu’n-Nesâk ................................................................................................9
2.2.4. Bedel Ve Atfu’l-Beyân ............................................................................... 10
3. ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN .................................................... 11
3.1. Arap Dilinde Bedel ........................................................................................... 11
3.1.1. Arap Dilinde Bedel Kavramı ...................................................................... 11
3.1.2. Bedelin Gayesi ........................................................................................... 13
3.1.2.1. Bedelin Değişik Anlamları ................................................................... 14
3.1.3. Bedelin Kısımları........................................................................................ 16
3.1.3.1. Bedelü’l-Kül mine’l-Kül ...................................................................... 17
3.1.3.1.1. Bedelü’l-Kül mine’l-Külün Kullanım Biçimleri................................. 18
3.1.3.2. Bedelü'l-Ba‘z mine'l-Kül ...................................................................... 20
3.1.3.2.1. Bedelü’l-ba‘z mine’l-Külde Âid Zamirinin Düşürülmesi ................... 21
3.1.3.2.2. Bedelü’l-ba‘z mine’l-Külün Kullanım Biçimleri ................................ 21
3.1.3.3. Bedelü’l-İştimâl ................................................................................... 23
3.1.3.3.1. Bedelü’l-iştimâlin Kullanım Biçimleri ............................................... 25
3.1.3.4. Bedelü’l-Mubâyin ................................................................................ 26
3.1.3.4.1. Bedelü’l-Galat ................................................................................... 27
3.1.3.4.2. Bedelü’l-İdrâb ................................................................................... 28
3.1.3.4.3. Bedelü’n-Nisyân ............................................................................... 29
3.1.3.5. Bedelü’l-Kül mine’l-Ba‘z ..................................................................... 29
3.1.3.6. Bedelü’t-Tafsîl ..................................................................................... 30
3.1.4. Bedelin Hükmü........................................................................................... 32
3.1.4.1. Bedelin hükmünün vacip olduğu yerler ................................................ 32
3.1.4.2. Bedelin Hükmünün Câiz Olduğu Yerler ............................................... 33
3.1.4.3. Bedelin Hükmünün Mümteni Olduğu Yerler ........................................ 37
3.1.5. Bedelde Âmil.............................................................................................. 38
3.1.5.1. Bedelin Âmilinin Harf-i Cerr Olması.................................................... 39
3.2. Arap Dilinde Atfu’l-beyân ................................................................................ 40
3.2.1. Arap Dilinde Atfu’l-beyân Kavramı............................................................ 40
3.2.2. Atfu’l-beyânın Gâyesi................................................................................. 42

IV
3.2.3. Atfu’l-beyânın Hükmü ................................................................................ 42
3.2.4. Atfu’l-beyânın Sıfata Benzeyen Yönleri ..................................................... 44
3.2.5. Atfu’l-beyân ile Sıfat Arasındaki Farklılıklar .............................................. 45
3.2.6. Atfu’l-beyân-Bedel İlişkisi ......................................................................... 46
3.2.6.1. Atfu’l-beyânın Bedele Benzeyen Yönleri ............................................. 46
3.2.6.2. Atfu’l-beyân ile Bedel Arasındaki Farklar ............................................ 46
4. BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE KULLANIMI ............... 49
4.1. Bedelin Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı ............................................................... 49
4.1.1. Bedelin Anlam Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı ......................... 49
4.1.2. Bedelin Lafız Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı ............................ 50
4.2. Atfu’l-beyânın Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı .................................................... 53
4.2.1. Atfu’l-beyânın Anlam Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı............... 53
4.2.2. Atfu’l-beyânın Lafız Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı ................. 53
5. SONUÇ ................................................................................................................... 56
6. KAYNAKÇA .......................................................................................................... 57
ÖZ GEÇMİŞ ............................................................................................................... 61

V
KISALTMALAR LİSTESİ

b. : İbn veya Bin


(r.a.) : Radiyallâhu Anh
(s.a.v.) : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem
c. : Cilt
Hz. : Hazreti
nr. : Numara
nşr. : Neşreden
s. : Sayfa
Tah. : Tahkik eden
ty. : Tarih yok
vd. : Ve diğerlerleri
vs. : Ve sair
Yy. : Yayın evi yok

VI
GİRİŞ Mustafa TOPRAK

1. GİRİŞ

1.1. Konunun Önemi

Arap dili dünyada büyük kitleler tarafından konuşulan ve öğrenilen bir dildir.
Ülkemizde de dinî, siyasî, iktisâdî ve kültürel sebeplerle öğrenilmektedir. Özellikle
ilahiyat fakültelerinde Arapça, temel dersler arasında yer almaktadır. İslâmî kaynakların
neredeyse hepsinin Arapça olması ve bu alanda araştırma yapmak isteyenlerin Arapçayı
öğrenmelerinin gerekliliği bu dilin önemini göstermektedir.
Arap dili birbirini tamamlayan birçok öğenin bir araya gelmesiyle oluşan bir
bütündür. Bedel ve atfu’l-beyân bu bütünü oluşturan parçalardan biridir. Parçalardan
birinin eksik olması bütünün eksik olması demektir. Dolayısıyla Arap dilini iyi
anlayabilmek için bu parçaları güzel bir şekilde öğrenmek gerekir.
Bu çalışma ile bedel ve atfu’l-beyânın izahı, cümleye kattıkları anlamları ve
cümledeki görevleri kelamların en güzeli olan Kur’ân-ı Kerîm’deki anlam ve lafız
bakımından kullanımıyla beraber örneklendirilerek sunulacaktır.

1.2. Tez Konusunun Yöntemi

Bu çalışmamızda konulu yöntem ile karşılaştırmalı yöntemi esas aldık. Konulu


yöntemde bedeli bütün yönleri ve diğer gramerden farklı özellikleri ile ele aldık.
Karşılaştırma yönteminde ise iki konuyu karşılaştırmalı olarak ele aldık.

1.3. Önceki Çalışmalar

Bu konuda daha önce yapılmış olan çalışmaları incelediğimizde iki kısım


çalışmayla karşılaştık. Bunlardan birincisi bedel ve atfu’l-beyânı diğer tâbi‘lerle veya
başka konularla beraber ele alan çalışmalardır. İkincisi ise bedel ve atfu’l-beyânı
müstakil olarak ele alan çalışmalardır.
Bedel ve atfu’l-beyânı diğer tâbi‘lerle veya başka konularla beraber ele alan
çalışmalar:
Vedâd Hâmid ‘Atşân es-Selâmî tarafından 2007 yılında Irak Kûfe
Üniversitesinde yapılmış, “et-Tevâbi‘ fî Nehci’l-Belâğa” isimli yüksek lisans çalışması
bulunmaktadır. Bu çalışma dört bölümden oluşmakta olup birinci bölümde sıfat, ikinci
bölümde tekid, üçüncü bölümde bedel ve atfu’l-beyân ve son olarak dördüncü bölümde
ise atfu’n-nesâk, kısımları ve cümleye kattıkları anlamlarıyla birlikte işlenmiştir.
Bir diğer çalışma, Mısır Kâhire’de 1991 yılında Muhammed Hamâse ‘Abdullatîf
tarafından kaleme alınmış ve Mektebetu’z-Zehrâ tarafından neşredilmiş olan “et-
Tevâbi‘ fi’l-Cümleti’l-‘Arabiyye” isimli kitaptır. Kitapta sıfat, tekid ve bedel ayrı
başlıklar altında ele alınırken atfu’n-nesâk ve atfu’l-beyân ise atıf başlığı altında ele
alınmıştır.
Ülkemizde Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesinde 2000 yılında Metin
YANARTAŞ tarafından yazılmış “Sîbeveyh’in Bedel, İsm-i Fâil, Mastar ve Sıfat-ı
Müşebbehe Konularını İşleme Yöntemi” yüksek lisans tezi mevcuttur. Bu çalışmanın

1
GİRİŞ Mustafa TOPRAK

giriş bölümünde Sîbeveyh ve el-Kitâb isimli eseri tanıtılmış, birinci bölümde bedel,
ikinci bölümde fiilimsiler; İsm-i fâil, mastar ve sıfat-ı müşebbehe konuları çok kısa bir
şekilde işlenmiştir.
Bedel ve atfu’l-beyânı müstakil olarak ele alan çalışmalara gelince bunlar:
Cidde’de 2004 yılında Dâr-u Hâfız tarafından neşredilen Hadîce ‘Abdullah
Surûru’s-Sabbân tarafından yazılmış olan “Tahlîsu’l-Bedel min ‘Atfi’l-Beyân fî Dav’i’l-
Vezâif ve’l-Hasâis” isimli kitaptır. Yazar, iki bölümden oluşan çalışmanın birinci
bölümünde bedeli, ikinci bölümde ise atfu’l-beyânı; özelliklerini ve cümledeki
görevlerini işlemiştir.
Ülkemizde ise Elazığ Fırat Üniversitesinde 2002 yılında Sadık KOÇ tarafından
yazılmış olan “Bedel ve Atf-ı Beyânın Arap Gramerindeki Yeri ve Mukayesesi” isimli
yüksek lisans tezidir. Üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde bedel, ikinci
bölümde atfu’l-beyân ve üçüncü bölümde ise bedel ve atfu’l-beyanın mukayesesi ele
alınmıştır.
Bu çalışmamızda Sadık KOÇ’un çalışmasından farklı olarak;
1-Arap dilinde kullamını mevcut olduğu halde Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımı
bulunmayan bedeller vardır. Bunların dışındaki bedellerin tamamına yakınını âyetlerle
örneklendirdik.
2- Yine bedelin kısımlarının her birinin ve atfu’l-beyânın sonunda her bir
kısımla ilgili şema halinde âyetlerden oluşan zengin örnekler sunduk.
3- Bedel ve atfu’l-beyânı anlatmakla beraber bunların lafız ve anlam yönünden
Kur’ân-ı Kerîm’de kullamını birer ayrı başlık altında ele aldık.
4- Bedelin kısımlarında her bir kısımdaki bedel ve mübdelün minhin kullanım
biçimlerini verdik.

2
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

2. ARAP DİLİNDE TÂBİ’

2.1. Arap Dilinde Tâbi‘ Kavramı

2.1.1. Tâbi‘nin Lügat Anlamı

Tâbi‘ kelimesi; izleyen, takip eden anlamında olup sülâsî dördüncü bâbdan gelen
‫ﺗَﺒِﻊ‬
َ fiilinden ‫ َ ٌﺑِﻊ‬şeklinde ism-i fâil olarak türetilmiştir. ‫ﺗَﺒِﻊ‬
َ fiilinin masdarı ‫(ﺗـﺒ ٌَﻊ‬el-Halîl,
َ
2003: I, 179) ve ٌ‫َ ﺎع‬şeklinde
‫َﺗـﺒ‬ gelmektedir (İbn Sîde, 2000: II, 56).
‫ﺗَﺒِﻊ‬
َ fiili, izlemek, takip etmek, (el-Halîl, 2003: I, 179) arkasından yürümek, (el-
Cevherî, 1990: III, 1190) hemen peşinden yürümek, hemen peşinden gelmek ve
arkasından yetişip beraber yürümek anlamlarında kullanılmaktadır (İbn Sîde, 2000: II,
56; İbn Manzûr, 1997: II, 14). Aşağıdaki âyette;
.‫اَذى‬
ً ‫ﻗَﺔﺘـﺒـﻌ ُ َﻬﺎ‬
ٍََْ ‫ﺻﻳـﺪ‬
َ َ ‫وفََوﻣَِﻐْﻔﺮةٌ ٌَْﺧﻴـﺮِ ْﻣﻦ‬
ٌ ‫ْﻗـَﻮٌلَُْﻣﻌﺮ‬
“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha
hayırlıdır.” (Bakara, 2/263) ‫ْﺘـﺒ َُﻊ‬lügat
َ ‫ ﻳـ‬anlamında kullanılmıştır.
‫ﺗَﺒِﻊ‬
َ fiilinin ziyade bâblara nakledildiğindeki anlamlarına baktığımızda Kitâbu’l-
‘Ayn, Cemheretu’l-Luga, es-Sıhâh ve Lisânu’l-‘Arab gibi eserlerde şu manalarla
karşılaşmaktayız:
1) ‫( اَﺗـْﺒ ََﻊ‬İf‘âl babından): kötü niyetle, şer düşüncesiyle takip etmek manasındadır
(el-Halîl, 2003: I, 180). Nitekim âyette:
. ‫َﺸُﻴْـﻬﻢ‬
َِ‫ﻣﺎَ ﻏ‬
‫َﻐَﺸُﻴْـﻬﻢَِﻣﻦ اﻟِْﻴ َّ ﻢ‬
َِ ‫ﻨُﻮدﻩ ﻓـ‬
ِِ ُ ‫ُْﻬﻢ ﻓِْ َْﺮﻋﻮُن ِﲜ‬ ‫ﻓَﺎََْﺗَـﺒـﻌ‬
“Bunun üzerine Fir’avn askerleriyle birlikte onların peşine düştü de, deniz
onları görülmedik bir şekilde kuşatıp yuttu.” (Tâhâ, 20/78) buyrulmaktadır.
Ayrıca yakalamak, yetişmek ve ulaşmak anlamlarında da kullanılmaktadır (İbn
Manzûr, 1997: II, 14).
2) ‫( َﺑ ََﻊ‬Müfâ‘ale bâbından): işini sağlam yapmak, (el-Cevherî,1990: III, 1190)
alacağını talep etmek, aralıklarla yapmak, (İbn Sîde, 2000: II, 58) sürekli yapmak,
izlemek, yardımcı olmak ve birbirini takip etmek anlamlarındadır (İbn Manzûr, 1997:
II, 14).
3) ‫ِ(ﺗـﱠﺒ ََﻊ‬İfti‘âl
‫ا‬ bâbından): arkasından yürüyüp yetişmek (el-Ezdî, 2005: I, 243) ve
uymak anlamlarında kullanılmıştır (el-Cevherî, 1990: III, 1990; İbn Manzûr, 1997: II,
15). Kur’ân-ı Kerîm’de ‫ﺗَﺒِﻊ‬ َ fiilinin bu bâbdan (‫ )اﻓﺘﻌﺎل‬kullanıldığı yerlere baktığımızda on
dört sûre’de toplamda yirmi beş yerde “uymak, tâbi‘ olmak” anlamında kullanılmıştır.
Âyette şöyle buyrulmaktadır:
.‫ِض َﻋِﻦ اﻟُْﻤْﺸِﺮﻛِ َﲔ‬
ْ ‫ْﻚِ ْﻣﻦَِرﺑَاﻚِّ َﻟٰﻪﻻ َ ا ﱠِﻻ ُ َﻫﻮ َ و ْاَﻋﺮ‬
َ‫ﱠﺒِﻊَ ﻣﺎ اُو َِﺣﻲ ا ِ ﻟَﻴ‬
ْ ‫اِ ﺗ‬
“Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. Ondan başka hiçbir ilah
yoktur. Allah'a ortak koşanlardan yüz çevir.” (En‘âm, 6/106)
Konunun daha iyi anlaşılması için ‫“ ﺑﻊ‬tâbi‘” kelimesi ile aynı kökten gelen
birkaç kelimeye daha değinmenin faydalı olacağı düşüncesindeyiz.

3
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

1) ُ‫ﱠﺎﺑِﻌﺔ‬
َ ‫ اﻟﺘ‬: Tâbi‘ kelimesinin müennesi olan bu kelime: insan nereye giderse onu
takip eden dişi cin anlamındadır (el-Halîl, 2003: I, 179; el-Cevherî, 1990: III, 1990).
Müzekkeri olan ‫ اﻟﺘﱠ ُﺎﺑِﻊ‬ise âşık olduğu için sevdiği kadını takip eden erkek cindir.
Peygamberimizin (s.a.v) Medine’ye hicret haberini ilk veren, erkek bir cinin kendisini
sevdiği için takip ettiği bir kadındı (İbn Manzûr, 1997: II, 15).
2) ‫ﱠﺒِﻴﻊ‬
ُ ‫ اﻟﺘ‬: Bir yaşını doldurup iki yaşına girmiş olan erkek dana. Hâlâ annesini
takip ettiği için bu isim verilmiştir (el-Halîl, 2003: I, 180; el-Cevherî, 1990: III, 1990).
Abdullah b. Mes’ud (r.a)’dan rivayet olunan bir hadis-i şerif’te Peygamber Efendimiz
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
.ٌ‫ﻌِﲔُ ﻣِﺴﻨﱠﺔ‬
َ َ ‫ُﻞاَرﺑ‬
ْ ‫ﺗَﺒِﻴﻊ ْاَو ﺗَﺒَِﻴﻌﺔٌ َ ِوﰱِ ّﻛ‬
ٌ ‫َﻼَﺛِﲔَِﻣﻦ اَﻟْﺒـﻘَِﺮ‬
َ ‫ِﰱ ﺛ‬
“Otuz sığırda iki yaşında bir erkek veya dişi dana, her kırk sığırda da üç
yaşında bir dişi dana zekât gerekir.”(et-Tirmizî, 2001: II, 125)
3) ‫ﱡﺒﱠﻊ‬
ُ ‫ اﻟﺘـ‬ve ‫ﱡﺒﱡﻊ‬
ُ ‫ اﻟﺘـ‬: Gölge anlamına gelmektedir. Güneş batıncaya kadar onu takip
ettiği için gölgeye isim olmuşlardır (el-Cevherî, 1990: III, 1990; İbn Manzûr, 1997: II,
16).

2.1.2. Tâbi‘nin Istılâhî Anlamı

İlk dönem Arap dili gramerine dair yazılan eserlere baktığımızda, tâbi‘ ile ilgili
tanımlamaların olmadığını görüyoruz. Bunun sebebi ise ilk dönem nahiv âlimlerinin
çoğu, sayıları sınırlı olduğu için tâbi‘yi tanımlamaya ihtiyaç duymamışlardır (es-Suyûtî,
1998: III, 113). Fakat sonraki dönem nahiv eserlerine baktığımızda, nahivciler
tarafından tâbi‘lere bir takım tarifler yapılmıştır. Bu tariflerden bazıları şöyledir:
“Tâbi‘: Ancak başkasına uymakla i‘râblanan isimlerdir.” (ez-Zemahşerî, 2011:
II, 218)
“Tâbi‘: İ‘râbda mutlak olarak kendisinden öncekine ortak olan isimdir.” İ‘râbda
kendisinden öncekine ortak olan isimdir dediğimizde, tâbi‘lerle beraber mubtedânın
haberi ve mansûb isimden hal olan isim de bu tanıma dâhil olur (İbn ‘Akîl, 1995: II,
177).
Örneğin; ٌ ‫“ﻗَﺎﺋِﻢ‬Zeyd
‫ َزﻳ ٌْﺪ‬ayaktadır.” ve ‫َُﺮﱠدا‬
ً‫ْﺖَزﻳ ًْﺪا ﳎ‬
ُ ‫“ َﺿﺮﺑ‬Yalnız Zeyd’i dövdüm.”
Tarifteki “mutlak” kaydı ile mübtedânın haberi ve mansûb isimden hal olan
isim bu tanımdan çıkar. Çünkü bu ikisi i‘râb almada her hâlükârda kendinden öncekine
ortak olmayıp bazı durumlarda ortak olurlar. Ancak tâbi‘ ise bunların aksine kendinden
öncekinin i‘râbına her hâlükârda ortaktır (İbn ‘Akîl, 1995: II, 177).
Örneğin;

Cömert Zeyd geldi. ُ‫َﺟﺎء َ َزﻳ ٌْﺪ اﻟﻜَﺮِﱘ‬

Cömert Zeyd’i gördüm. َ‫ْﺖَزﻳ ًْﺪا اﻟﻜَﺮِﱘ‬


ُ ‫َ رأَﻳ‬

Cömert Zeyd’e uğradım. ‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ اَ ﻟْﻜَﺮِِﱘ‬


ُ‫َﻣﺮر‬

4
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

“Tâbi‘: İ‘râbı ve âmili yönüyle her hâlükârda ortak olduğu önceki kelimeden
haber olamayan lafızdır.” “Ortak olduğu önceki kelime” sözü ile tanım mübtedânın
haberini, ikinci mef‘ûlü ve mansûb olan ismin hâl ve temyîzini de kapsamaktaydı.
Ancak “mutlak olarak” sözü ile her ne kadar i‘râbı ve âmili yönüyle önceki kelimeye
ortak olmada tâbi‘ye uysalar da âmil değiştiğinde i‘râbdaki ortaklıklarının kalkması
sebebiyle hâl ve ikinci mef‘ûl tanımdan çıkmıştır (İbn Mâlik, 2009: III, 150).
“Tâbi‘ler: İ‘râbını ancak başkasına uymak yoluyla alan kelimelerden ibarettir.”
(İbn Hişâm, 2011: 309)
“Tâbi‘ler: Âmillerde ortak olmaları sebebiyle i‘râbda birinciye denk olan
ikincilerdir.” “İkincilerdir” sözünün anlamı, ikinciler (tâbi‘ler) cümlede asıl kastedilen
olmayıp ancak birinciyi/metbû‘u tamamlayan ve birincinin/metbû‘nun ayrılmazlarından
olduğu için i‘râbı almada asıl değildirler demektir (İbn Ya‘îş, 2011: II, 218).
Son dönemlerde yapılan bazı tanımlamalara baktığımızda ise “i‘râbını almak”
ifadesi biraz daha açıklanılarak tanımlandığını görüyoruz.
“Tâbi‘: İ‘râbında kendisinden öncekine uyan isimdir ki merfû olması sebebiyle
merfû, mansûb olması sebebiyle mansûb ve mecrûr olması sebebiyle de mecrûr olur.”
(el-Hâşimî, 2010: 259)
Tâbi‘lerin tanımlarını incelerken gördüğümüz gibi tâbi‘lerin adedi ve tâbi‘lerin
tamamını bir cümle içerisinde kullanmamız gerektiğinde, tâbi‘lerin sıralaması
hususunda da birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
Tâbi‘ler beştir: na‘t, tevkîd, atfu’l-beyân, atfu’n-nesak ve bedel. Zeccâcî’nin de
içinde bulunduğu bazı nahivciler tâbi‘leri dört olarak saymışlar, atfu’l- beyan ve atfu’n-
nesak’ı atf başlığı altında birleştirmişlerdir (İbn Hişâm, 2011: 309).
Tâbi‘lerin hepsi bir cümle ile ifade edilecek olursa öncelik sırasına göre: na‘t,
atfu’l-beyân, tekid, bedel ve atfu’n-nesâk şeklinde sıralamayı daha uygun görenler
olduğu gibi (es-Suyûtî, 1998: III, 113), tekid, sıfat, atfu’l-beyân, bedel ve atfu’n-nesâk
şeklindeki sıralamayı tercih edenler de olmuştur (İbn Yaî’ş, 2011: II, 218). Her iki
sıralamaya da baktığımızda atfu’n-nesâk son sırada zikredilmiştir. Bunun sebebi ise ilk
dördünün tâbi‘ olmasında bir vasıtaya ihtiyaç duyulmazken; atfu’n-nesâkta bir vasıta
(atıf harfi)’ya ihtiyaç duyulmasıdır (es-Suyûtî, 1998: III, 113; İbn Yaî’ş, 2011: II, 218).

2.2. Arap Dilinde Tâbi‘ler

2.2.1. Sıfat

Sıfat lügatte: Bir şeyi iyi ya da kötü olarak süslemek/nitelemek anlamına gelen
‫ َ َوﺻَﻒ‬fiilinin mastarı olup süs/nitelik anlamındadır (İbn Sîde, 2000: VIII, 383). Aşağıdaki
âyette de aynı anlamda kullanılmaktadır:
.‫ُﻮن‬
َ ‫ﺗَﺼﻔ‬
ِ ‫َباﺣ ْﻜُﻢ ِ ْﳊ َّﻖََورﺑـﱡﻨَﺎ اﻟﺮْﱠﲪُٰﻦ اﻟُ ْْﻤ َﺴﺘـﻌ ُﺎن َﻋﻠٰﻰَ ﻣﺎ‬
ْ ّ‫ﻗَﺎلِ ر‬
َ
“(Peygamber), "Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin
nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmân'dır" dedi.” (el-Enbiyâ 21/112)

5
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

Istılâhtaki tanımına gelince, ilk dönemlerde sıfatın bir tanımının yapılmadan


örneklerle sıfatın nasıl olabileceğinin anlatıldığını, sonraki dönemlerde yine tanımı
yapılmaksızın sıfatın anlamının, mevsufu hususileştirmek, kapalılıktan çıkarmak ve
genel bir durumdan daha özel bir konuma getirmek olduğunu söyleyerek sıfatın
mevsufuna kattığı anlamın/sıfatın gayesinin açıklandığını görülmektedir (es-Sîrâfî,
2008: II, 312). Nitekim daha sonraki dönemlerde ise bir takım tanımlar yapılmıştır.
Bunlardan bazıları şöyledir:
“Sıfat: Zâtın bazı hallerini gösteren isimdir.” Zemahşerî’nin bu tanımını İbn
Ya‘îş gerçek manada bir tanım olarak görmeyerek “Sıfat: Mevsuftaki veya mevsufla
bağlantılı olan şeydeki manayı anmakla onu hususileştirmek ve süslemek için i‘râbda
mevsufa tâbi‘ olan lafızdır.” diye tanımlamıştır. Zira sadece isimlerden değil bazen
cümle ve zarflardan da sıfat olur. Sıfatı, yetersiz bir kavram olarak gördüğü “isim” ile
değil; ismi, cümleyi ve zarfı da kapsadığı için “lafız” ile tanımlamayı tercih etmiştir.
Yine “zatın bazı hallerini gösteren” demekle kendisinden haber verilen şeyin bazı
hallerini gösteren haber de tanıma girmiştir. Ancak İbn Ya‘îş, “i‘râbda mevsufa tâbi‘
olan” kaydını getirmekle haberi de tanımın dışında bırakmıştır. Zira haber kendisinden
haber verilen şeye i‘râbda tâbi‘ olmaz (İbn Ya‘îş, 2011: II, 232).
Sıfat ile ilgili yapılan diğer tanımlara baktığımızda “Sıfat, metbû‘unda mutlak
bir manaya delalet eden tâbi‘dir.” (İbnu’l-Hâcib, 2007: II, 311) denilerek anlam
yönüne dikkat çekilmiştir. Diğer bir tanımda ise“Sıfat: metbû‘unun lafzına zıt olan
muştâk veya muştâk ile tevilli olan tâbi‘dir.” (İbn Hişâm, 2011: 309) denilerek hem
lafız hem de anlam yönüne vurgu yapılmıştır. Yine İbn Ya‘îş’in tanımıyla aynı
sayılabilecek başka bir tanımda ise sıfatın anlam yönüne değinilmekle beraber sıfatın
kısımlarına da işaret edilerek, “Sıfat: Metbû‘undaki manayı göstermekle onu
tamamlayıp metbû‘unun bazı hallerini veya metbû‘u ile ilgili olan şeyin bazı hallerini
beyân eden tâbi‘dir.” (el-Hâşimî, 2010: 261) denilmektedir.
Sıfat hakîkî ve sebebî olmak üzere iki kısımdır.
a) Hakîkî Sıfat:
Metbû‘nun kendisindeki sıfatı gösteren tâbi‘dir. Hakikî sıfat; merfû, mansûb,
mecrûr, müfred, tesniye, cemi, marife, nekra, müzekker, müennes olma bakımlarından
mevsufuna uyar. (el-Hâşimî, 2010: 261).
Örneğin; ٌ ‫َﺟﻞ ٌ َﻋِﺎﱂ‬
‫“ ََز ِارﱏ ُر‬Beni âlim bir adam ziyaret etti.” cümlesinde sıfat olanٌ ‫َﻋِﺎﱂ‬,
mevsuf olan ٌ ‫َﺟﻞ‬
‫ر‬kelimesinin
ُ kendisindeki âlimlik sıfatını göstermekle hakîkî sıfattır.
b) Sebebî Sıfat:
Metbû‘u ile ilgili şeyin bazı hallerini beyan eden tâbi‘dir. Sebebi sıfat; merfû,
mansûb, mecrûr, marife ve nekra olma bakımlarından mevsufuna uyar (el-Hâşimî,
2010: 261).
Örneğin; ُ ‫َﺴﻦ َﺣﻈﱡﻪ‬
ُ َ ‫اﳊ‬
ْ ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ‬
ُ َ ‫“ﺟﺎء‬Şansı
َ güzel adam geldi.” cümlesinde sıfat olan ‫َﺴﻦ‬ ُ َ ‫اﳊ‬
ْ
kelimesi mevsuf olan ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ‬ ُkelimesinin kendisini değil de kendisiyle ilgili olan ُ ‫َﺣﻈُﻪ‬
“şans” kelimesini beyan ettiği için sebebi sıfattır.

6
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

2.2.1.1. Sıfatın Gâyesi

İster hakîkî, ister sebebi olsun sıfatın kullanım gayesi şunlardır:


a) Hususilik ifade etme:
Nekralıkta oluşan ortakları azaltmak maksadıyla nekra ismi hususileştirir. (er-Radî,
2007: II, 314).
Örneğin; ‫ﺎﺗِﺐ‬
ٍ ‫ﺑِﺮﺟٍﻞ َﻛ‬
ُ َ ‫ْت‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Kâtip bir adama uğradım.”
b) Marifeyi izah etme:
Marifeyi izâh eder (ez-Zemahşerî, 2011: II, 232). Yani isimdeki ortakları arasından
mevsufu açıklayarak ayırır (el-Hâşimî, 2010: 261).
Örneğin; ‫َْﻴﱠﺎط‬
ِ ‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ اَﳋ‬
ُ‫“َﻣﺮر‬Terzi Zeyd’e uğradım.”
c) Medh ve tazim ifade etme:
Örneğin; ‫اﻟﺮﱠﺣﻴﻢ‬
ِ ‫ﺑِﺴِﻢ ِﷲ اﻟﺮﱠﲪَْ ِﻦ‬
ْ “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.” ‫َْﻦ‬
ِ ‫ اﻟﺮﱠﲪ‬ve ‫اﻟﺮﱠﺣﻴﻢ‬
ِ
sıfatları Allah’ın merhametini medh etmektedir.
d) Zem ve tahkir ifade etme:
Örneğin; ‫اﻟﺮﱠﺟ ِﻴﻢ‬
ِ ‫َﺎن‬ِ ‫“ اَﻋُﻮذُ ِ ِ َِﻣﻦ اﻟ ْﺸﱠﻴﻄ‬Kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığınırım.”
‫اﻟﺮﱠﺟ ِﻴﻢ‬
ِ sıfatı şeytanın taşlanmış, kovulmuş olduğuna vurgu yaparak onu yermiştir.
e) Tekid ifade etme:
Yani mevsuf sıfattaki manayı barındırdığı halde; sıfat, mevsuftaki manayı
kuvvetlendirir (er-Radî, 2007: II, 314; ez-Zemahşerî, 2011: II, 233; İbn Hişâm, 2011:
310).
Örneğin; ِ‫ََﲔِ ا ِ ﺛْـﻨـَْﲔ‬
ْ ‫“ﳍ‬İki
ِ ‫ ا‬ilâh.” (Nahl, 16/51) ِ‫ََﲔ‬
ْ ‫ِ ﳍ‬iki
‫ ا‬ilâh anlamını barındırmasına
ragmen, iki anlamında gelen ِ‫ا ِ ﺛْـﻨـَْﲔ‬sıfatı tekid kastıyla getirilmiştir.
f) Acındırma: (İbn Hişâm, 2011: 310).
Örneğin; ‫ِﲔ‬ َ‫ْﻤﺴﻜ‬
ْ ِ‫ْﺣﻢَْﻋَﺒﺪَك اﻟ‬
ْ‫اَﻟﻠﱠﻬﻢ َار‬
‫ُﱠ‬ “Ey Allah’ım zavallı kuluna merhamet et.” ‫ِﲔ‬
َ‫ْﻤﺴﻜ‬
ْ ِ‫اﻟ‬
‘zavallı’ sıfatı kendisine acındırarak merhamet dilemek kastıyla getirilmiştir.
e) Sıfat bazen haberle beraber cümledeki mânâyı tamamlar (Uralgiray, 1986: 2,
707).
Örneğin; ‫َْﻬﻠُﻮن‬
َ‫ْﺘُﻢ ْﻗـَﻮمٌ ﲡ‬
ْ ‫“ﺑ َْﻞ أَﻧـ‬...Bilakis siz, cahil bir kavimsiniz.” (Neml, 27/55)
2.2.2. Tekid

Tekid lügatte: Sağlam yapmak, pekiştirmek ve güvenilir yapmak anlamlarına


gelmektedir (el-Halîl, 2003: I, 77; İbn Sîde, 2000: VII, 80; ez-Zebîdî, 2011: I, 233).
Istılâhta ise: “Yanılma ve mecaz ihtimaliyle kelamın açık olan manasının dışında
anlaşılmasını ortadan kaldıran tâbi‘dir.” Lafzî ve manevî olmak üzere iki kısımdır (el-
Hâşimî, 2010: 266).

7
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

a) Lafzî Tekid:
Lafzî tekid bütün lafızlarda geçerlidir (İbnu’l-Hâcib, 2007: II, 382). Lafzî tekid:
“Birinci lafzın aynını tekrar etmektir.” (İbn Hişâm, 2011, 315) diye tarif edildiği gibi,
bir lafzın eşanlamlısının tekrar edilmesi de lafzî tekid içinde ele alınmıştır. Lafzî tekid
ism-i zâhiri, zamiri, fiili, harfi, cümleyi ve tekid olunan lafzın mürâdifini kapsar (el-
Hâşimi, 2010: 266).
ُ ‫“ ْاﻻَِﻣﲑ ُ ْاﻻَِﻣﲑ‬Emîr
َ ‫ َﺟﺎء‬geldi, Emîr.” örneğinde tekid yapılan ُ ‫اﻻَِﻣﲑ‬kelimesi
ْ ism-i zâhir
olarak gelmiştir.
ََ‫ْﺖ ا‬
ُ‫“ ِﺟﺌ‬Ben geldim, ben.” örneğinde tekid yapılan merfû muttasıl zamiri olan ‫ُت‬
merfû munfasıl zamiri olan “ ََ‫ ”ا‬zamiri ile tekidlenmiştir.
ُ ‫َﺖ َ ﺑِﻞ‬
ْ ‫َﺖ َ َﺳﻘﻄ‬
ْ ‫“َ َﺳﻘﻄ‬Babil düştü, düştü.” örneğinde ise tekid yapılan ‫َﺖ‬
ْ ‫ َ َﺳﻘﻄ‬kelimesi
fiil olarak gelmiştir.
‫ُﻮحِِّﺮِّﻟﺴ‬
ُ ‫“ ﻻَ ﻻَ اَﺑ‬Hayır, sırrı açmam.” örneğinde tekid yapılan َ‫ ﻻ‬kelimesi harf olarak
gelmiştir.
‫ﻓَﺎَوَﱃ‬
ْ ‫َﻚ‬ َ ‫ﻓَﺎَوَﱃ ﰒُﱠ ْاَوَﱃ ﻟ‬
ْ ‫َﻚ‬ َ ‫“ْاَوَﱃ ﻟ‬Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!”
(Kıyâme, 75/34, 35) örneğinde tekid olan ‫ﻓَﺎَوَﱃ‬ ْ ‫َﻚ‬
َ ‫ ﰒُﱠ ْاَوَﱃ ﻟ‬cümlesi önce geçen cümleyi tekid
etmektedir. Tekid olan cümleler çoğu kez atıf harfi ile beraber gelirler. (el-Hâşimî,
2010: 267) Nitekim bu âyette de atıf harfi olan ‫ ﰒُﱠ‬ile beraber gelmiştir.
‫اﳉَْ ﻴُﺶ‬
ْ ‫ْﺘَﺼﺮ‬
َ ‫ﻓَﺎز اﻧـ‬
َ “Asker yendi, galip geldi.” örneğinde tekid olan ‫ْﺘَﺼﺮ‬
َ ‫ اﻧـ‬kelimesi tekid
ettiği ‫ ﻓَﺎز‬kelimesinin müradifi olarak gelmiştir.
b) Mânevî Tekid:
“Lafzın değil de mananın tekrarı ile olan tekiddir.” (İbn Ya‘îş, 2011: II, 220)
“Zahir (var olan mana) in dışındakini murat etme ihtimalini ortadan kaldıran tâbi‘dir.”
(el-Eşmûnî, 2008: III, 107) “Müekked zamirine muzâf olan “‫ ﻧ”ـَ ْﻔ ٌﺲ‬ve “ ‫ﲔ‬ ٌْ‫”َﻋ‬
kelimeleriyle nisbeti vurgulamak için olan tekiddir.” (el-Hâşimî, 2010: 267) diye farklı
şekillerde tanımlar yapılmıştır.
Manevî tekid belirli lafızlarla yapılır ki bazıları şunlardır:
a) ‫ﻧـَ ْﻔ ٌﺲ‬ve ‫ﲔ‬
ٌْ‫ َﻋ‬kelimeleri zâttan mecaz ihtimalini kaldırmak içindir.
Örneğin; ُ ‫“ َ َزﻳ ٌْﺪ ﻧـَﻔُْﺴﻪ‬Zeyd’in
‫َﺟﺎء‬ kendisi geldi.” Zeyd geldi dediğimizde Zeyd’in
haberi veya Zeyd’in kitabı geldi gibi mecaz ihtimali vardır ancak Zeyd’in kendisi geldi
dediğimizde “ُ ‫“ ”ﻧـَﻔُْﺴﻪ‬kendisi” kelimesi mecaz ihtimalini ortadan kaldırmıştır (İbn Hişâm,
2011: 319).
b) ‫ ﻛُﻞﱞ‬kelimesi umûmî lafız ile husûsî mana anlaşılma ihtimalini kaldırmak
içindir. Tekid olarak kullanılabilmesi için üç şart zikredilir: Birincisi, müekkedin
müfred veya cemi olması. İkincisi, müekkedin kendisinin veya âmilinin
bölümlenebilmesi. Üçüncüsü ise, müekkede ait bir zamire bitişmesi.
Örneğin; ُ ‫“ﺎء َ اﻟ ْْﻘَﻮم ُ ﻛُﻠﱡﻪ‬Kavmin
‫َﺟ‬ hepsi geldi.” dediğimiz de “ُ ‫ ”ﻛُﻠﱡﻪ‬kaydını
getirmediğimizde kavmin hepsi anlaşılabileceği gibi kavmin bazıları da anlaşılabilir. Bu

8
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

kaydı getirmekle husûsî mana ve kavmin bir bölümü olan bazılarının anlaşılma ihtimali
ortadan kalkmıştır.
c) ‫ﻛِﻼ‬
َ ve ‫ﻛِ ﻠْﺘَ ﺎ‬kelimeleri anlam yönüyle ‫ ﻛُﻞﱞ‬kelimesi gibidir. Ancak tesniyede
kullanılırlar. Tekid olabilmesi için dört şart vardır: Birincisi, müekkedin tesniyeye
delalet etmesi. İkincisi, ‫ﻛِﻼ‬َ ve ‫ﻛِ ﻠْﺘَ ﺎ‬kelimeleri ile tekidi yapılan şeylerin ikisinden birinin,
diğerinin yerine geçebilmesi. Üçüncüsü, müsned (yüklem) lerinin aynı olması.
Dördüncü olarak, müekkede aid zamire bitişmeleri.
Örneğin; ‫ﻛِﻼﳘَُ ﺎ‬
َ ‫“ﺟﺎء َ ِﱏ اﻟﺰﱠﻳ َْﺪ ِان‬Zeydler
َ ikisi de bana geldi.” denildiğinde ‫ﻛِﻼﳘَُ ﺎ‬
َ kaydı
ile her ikisinin de geldiği anlaşılır. Ancak “Zeydler bana geldi.” demiş olsaydık,
Zeydlerden sadece birinin gelmesi muhtemel olabilirdi.
d) ‫َْﻊ‬ُ‫ اَﲨ‬ve ُ ‫ﲨَْﻌﺎء‬
َ kelimeleri ile bunların çoğulu olan ‫ﻮن‬
َ ُ ‫اَﲨَْﻌ‬ve ‫َُﻊ‬
ُ‫ ﲨ‬kelimeleri, bu
kelimelerle genellikle ‫ ﻛُﻞﱞ‬kelimesinden sonra tekid yapılır ve müekkede dönen bir
zamire bitişmelerine ihtiyaç olmaz. Bazen öncesinde ‫ ﻛُﻞﱞ‬kelimesi olmadan da tekid
yapılabilir.
Örneğin; ‫ﻮن‬َ ‫ُﻠﱡﻬﻢ اَﲨَُْﻌ‬
ُْ ‫ﻓَﺴﺠَﺪ اﻟَْﻤَﻼﺋِﻜَﺔُ ﻛ‬
ََ “Derken bütün melekler topluca saygı ile
eğildiler.” (Sâd, 38/73) Bu âyette çoğul olan ُ‫ اﻟَْﻤَﻼﺋِﻜَﺔ‬kelimesi ‫ ﻛُﻞﱡ‬ve ‫ﻮن‬ َ ُ ‫ اَﲨَْﻌ‬ile beraber
tekidlenmiştir (İbn Hişâm, 2011: 320).
e) ‫ﻮن‬
َ ُ ‫اَﻛﺘـﻌ‬
َْ ‫ﻮن‬
َ ُ ‫َْﺼﻌ‬ve‫َﺼﻌﺎء ُ َْﻛَﺘـﻌﺎء ُ اَﺑ‬
َْ ve‫ُﺘَﻊ ﺑ‬
ُ ‫ُﺼﻊﻛ‬
َُ ‫ﺑ‬kelimeleri tekid için kullanılacakları zaman
ancak ‫َْﻊ‬
ُ‫’اَﲨ‬dan sonra kullanılırlar. Yalnız başlarına tekid olmazlar (er-Radî, 2007: II,
220).

2.2.3. Atfu’n-Nesâk

Lügatte atf: Bir şeyden ayrıldıktan sonra o şeye tekrar dönmektir (el-Ehdel,
2010: 531). en-Nesâk ise lügatte ‫ﻮق‬
ٌ ‫ َ ﻣُﻨْﺴ‬: düzenli anlamındadır. Örneğin ‫ْﺖ اﻟْﻌِﻘَْﺪ‬
ُ ‫َﻧَﺴﻘ‬
“Gerdanlığı (n boncuklarını veya mücevherlerini) dizdim.” diye söylenir (İbnu’l-
Habbâz, 2007: 283).
Istılâhta ise: “Kendisi ile metbû‘u arasını atıf harflerinden biri ile aralayan
tâbi‘dir.” (İbn Hişâm, 2011: 328) diye tanımlayanlar olduğu gibi atıf harflerinin sayısını
belirterek, “Kendisi ile metbû‘u arasını on harften biri ile aralayan tâbi‘dir.” (el-
Hattâb, 2010: I, 536) diye tanımlayanlar da olmuştur. İbn Cinnî ise tanım yapmaksızın
atf harflerinin on tane olduğunu söylemiş ve aşağıdaki gibi sıralamıştır (İbn Cinnî,
2007: 283).
Atıf harfleri: ‫ واو‬، ‫ ﻓﺎء‬، ‫ ﰒ‬، ‫ ﺣﱴ‬، ‫ او‬، ‫ اﻣﺎ‬، ‫ ام‬، ‫ ﺑﻞ‬، ‫ ﻻ‬، ‫ ﻟﻜﻦ‬harfleridir. (el-Ehdel, 2010:
537) ‫’ إﻣﱠﺎ‬yı atıf harflerinden saymayarak atıf harflerini dokuz olarak ele alan İbn Hişâm
atıf harflerinin dokuz tanesini kullanıldıkları anlamlarıyla beraber ele alıp ‫’إﻣﺎ‬yı
zikretmemiştir. Bunun sebebini: “Benim bu harf hakkındaki suskunluğum bu harfin atıf
harfi olmayışındandır. Doğru olan da budur. El-Fârisî bununla hükmetti ve el- Cürcânî
de bu harfi atıf harflerinden saymanın açık bir yanılgı olduğunu belirtti.” şeklinde
açıklamıştır (İbn Hişâm, 2011: 334). Bu harflerden ilk yedisi yani ‫ ﻓﺎء‬، ‫ ﰒ‬، ‫ ﺣﱴ‬، ‫ او‬، ‫ اﻣﺎ‬، ‫ام‬
‫ واو‬، bu harfler, ma‘tûfun aleyh ile hem i‘râb hem de anlam açısından ortak olmayı

9
ARAP DİLİNDE TÂBİ Mustafa TOPRAK

gerektirirken son üç tanesi (‫ ﻟﻜﻦ‬، ‫ ﺑﻞ‬، ‫ )ﻻ‬ise anlam yönünden değil yalnız i‘râb
yönünden ortak olmayı gerektiriyor (el-Ehdel, 2010: 537).

2.2.4. Bedel Ve Atfu’l-Beyân

Çalışmamızda ele alacağımız konu bedel ve atfu’l-beyân olduğu için ileriki


bölümde bedel ve atfu’l-beyânı teferruatlı bir şekilde ele alacağız.

10
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

3. ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN

3.1. Arap Dilinde Bedel

3.1.1. Arap Dilinde Bedel Kavramı

Bedel lügatte ‘ıvaz, karşılık (İbn Hişâm, 2011: 335; el-Heramî, 2008: II, 985; el-
Ehdel, 2010: 573) ve başkasının yerine geçen her şey demektir (İbnu’l-Habbâz, 2007:
274). Aynı kökten gelen birkaç kelimeye bakacak olursak, ‫ﱠل اﻟ ْﺸَﱠﻴﺊ‬َ ‫“ ﺑ َ ﺪ‬Bir şeyi değiştirdi.”
anlamına geldiğini, birinden aldığın şeyin alış karşılığını verdiğin zaman da ُ ‫ِﺳﺘـَﺒﺪﻟْﺘُﻪ ُ َ و ََدﻟْﺘُﻪ‬
َْْ ‫ا‬
‫“ َِِﻠِّْﻌﺔﻟﺴ‬Onu ticaret malıyla değiştirdim.” anlamına geldiğini görürüz (ez-Zemahşerî,
1998: I, 50). Aşağıdaki âyette bedel kelimesi lügat anlamıyla kullanılmıştır.
.‫ِﻨَﺎَ رِاﻏﺒ ُ ﻮن‬
ّ ‫اَن ﻳـ ُِْﺒﺪﻟَﻨَﺎ َ ْﺧﲑاً ِ ْﻣَﻨـﺎﻬا ِا ﱠ ِٰﱃَ رﺑ‬
ْ ‫َﺴﻰَ رﺑـﱡﻨَ ﺎ‬
ٰ‫ﻋ‬
"Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz artık
Rabbimizi arzulayanlarız." (Kalem, 68/32) buyrulmaktadır.
İlk dönem kaynaklarına baktığımızda bedel konusunun derli toplu bir şekilde bir
arada değil de farklı yerlerde işlendiğini, tanımının yapılmadığını, kısımlara
ayrılmadığını ve örneklerle sadece şöyle söylemek caizdir diyerek bedelin kısımlarına
işaret edildiğini görmekteyiz (Sîbeveyh, 2009: I, 204; el-Muberrid, 1994: IV, 402).
Sonraki dönemlerde ise konunun bedel başlığı altında kısımlara ayrılarak ele alındığını
ancak yine tanımlarının yapılmadığı göze çarpmaktadır (es-Sîrâfî, 2008: II, 10). Daha
sonraki dönemlerde ise ileride de geleceği gibi bedelin kısımlarının ve tanımlarının daha
da tafsilatlandırıldığını göreceğiz.
Bedel tabiri Basra Nahiv Ekolünün ıstılâhıdır. Kûfe Nahiv ekolü ise bedeli
isimlendirme hususunda ihtilaf etmiş ve el-Ahfeş’e göre “terceme” ve “tebyîn,” İbn
Keysân’ın dediğine göre ise “tekrîr” diye isimlendirmişlerdir (el-Ezherî, 2011: III, 446;
es-Sabbân, 2008: III, 183). Nahiv kitaplarında genellikle Basra nahiv ekolünün
ıstılâhının kullanıldığı görülür.
İbnu’s-Serrâc ise el-Usûl fi’n-Nahv isimli eserinde bedelden bahsederken konu
başlığını “atfu’l-bedel” olarak ele almıştır (İbnu’s-Serrâc, 1999: II, 46).
Sîbeveyh el-Kitâb isimli eserinde bedelin genel bir tanımını yapmaksızın bedel
ile ilgili hükümleri anlatmaya şöyle başlamıştır: “Bu bâb/bölüm, isimde amel eden fiil
bâbı(bölümü)dır. Kendisinde amel edilen ismin yerine başka bir isim bedel kılınır. Fiil
birinci isimde amel ettiği gibi bedel kılınan ikinci isimde de amel eder.” (Sîbeveyh,
2009: I, 204). Burada bedelin kendisi değil de fiili/âmili açısından ele alındığını
görmekteyiz. Yine el-Muktedâb isimli eserde Sîbeveyh’i destekler mahiyette şöyle
zikredilmektedir: “Bedele bu ismin verilmesi, ortaklık yönü olmaksızın
öncesinin/mübdelün minhin âmilinin, kendisinde amel ettiği şeye/mübdelün minhe dâhil
olmasından dolayıdır.” (el-Muberrid, 1994: IV, 399).
Istılâhî olarak “Metbû‘u değil de metbû‘una nispetle kendisi kastedilen tâbi‘dir.”
(İbnu’l-Hâcib, 2007: II, 397). Farklı kelimelerle ifade edilen diğer bir tanımda ise,
“Hüküm ile vasıtasız olarak kastedilen tâbi‘dir.” (İbn Hişâm, 2011: 334) denilmektedir.
Burada “hüküm ile kastedilen” diyerek hükümle kastedilen metbû‘u tamamlayıcı unsur

11
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

olan sıfat, tekid ve atfu’l-beyân tanımdan çıkarılmıştır. Çünkü bunlar hükümle


kastedilmemektedir. Her ne kadar hükümle kastedilse de atıf harflerine ihtiyaç duyduğu
için “vasıtasız olarak” demekle atfu’n-nesak da tanımdan çıkarılmıştır (İbn Hişâm,
2011: 335). Yukarıdaki ilk tanımda kastedilenin “metbû‘u değil” sözü ile de atfu’n-
nesâk tanımın dışında bırakılmıştır. Çünkü atfu’n-nesâkda tâbi‘ ve metbû‘nun ikisi de
kastedilmektedir. Nispetle bedel ve mübdelün minhden kastedilen ise tanımda geçtiği
gibi birinci/mübdelün minh değil, ikincidir/bedeldir (er-Radî, 2007: II, 397).
Bir başka tanımda ise bedelin getiriliş gayesi dikkate alınarak şöyle denilmiştir:
“Bedel, dinleyen kimseye iki isim veya iki fiilin lafız yönünden değil de mana yönünden
birinciyi atmaya niyet ederek açıklama veya vurgulama yoluyla ikisini beraber
bildirmektir.” (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 250).
Mesela, tanımda geçen “dinleyen kimseye iki ismi beraber bildirmek” sözüne
baktığımızda: ‫“ ﻗﺎم زﻳﺪ أﺧﻮك‬Kardeşin Zeyd kalktı.” cümlesinde bedel olan “kardeşin” ve
mübdelün minh olan “Zeyd” kelimeleri iki isimdir. Kalkmak eyleminin faili dinleyen
kişiye her iki isim beraber söylenerek bildirilmiştir. İki fiilin beraber söylenmesine
gelince burada şu şiire bakalım:
‫ََﺟَﺠﺎ‬
ّ ‫َﲡِ ْﺪ َﺣﻄَﺒ ً ﺎ َﺟﺰْﻻً َ َوً را‬ ‫َ َﻣﱴْﺗِ ﻨَﺎ ﺗـُ ﻠِْْﻤﻢ ﺑِﻨَ ﺎ ِﰱ َِد َِر‬
“Bize ne zaman gelirsen, aşina olursan bizim diyarımızda bol odun ve yanan
ateş bulursun.” cümlesinde ise mübdelün minh olan “gelmek” ve bedel olan “âşina
olmak” fiilleri ikisi beraber dinleyen kişiye bildirilmiştir.
“Açıklama yoluyla” ifadesi ise atıftan kaçınmak içindir. Şöyle ki ‫ﻗﺎم زﻳﺪ و ﻋﻤﺮو‬
“Zeyd ve ‘Amr kalktı” dediğimizde kalkmak fiilini yapan kimseyi bildirmek için Zeyd
ve ‘Amr’ın ikisini bir söyledik. Şu kadar var ki ikincisi yani ‘Amr, yukarıdaki örnekte
“kardeşin”, “Zeyd”i açıklamak için geldiği gibi burada “Zeyd”i açıklamak için
gelmemiştir.
“İkisinden birinciyi atmaya niyet ederek” sözüyle ise sıfat ve tekidden
kaçınmıştır. ‫“ ﻗﺎم زﻳﺪ اﻟﻌﺎﻗﻞ‬Akıllı Zeyd kalktı.” veya ‫“ ﻗﺎم زﻳﺪ ﻧﻔﺴﻪ‬Zeyd kendisi kalktı.”
cümlelerinde sıfat olan “akıllı” ve tekid olan “kendisi” kelimeleri Zeyd’i açıklamak için
gelmişlerdir. Sıfat ve tekidde, bedelde olduğu gibi Zeydi atmak niyet edilmemiştir.
Çünkü ‫“ ﻗﺎم زﻳﺪ اﺧﻮك‬Kardeşin Zeyd kalktı.” cümlesinde “kardeşin” kelimesini söylememiş
olsaydık Zeyd’in hangi Zeyd olduğu hususunda karışıklık olacağından dolayı kardeşin
ifadesini de getirdik. Sanki ilk önce söylediğimiz “Zeyd” kelimesini atmış ve yerine
aynı kişiyi ifade eden “kardeşin” kelimesini söylemiş olduk.
“Lafız yönünden değil de mana yönünden” olması şunun içindir, eğer birinciyi
lafzan atmaya niyet edilseydi birinci asıl olarak kabul edilmemiş olurdu ki o zaman da
‫“ ﺿﺮﺑﺖ زﻳﺪا ﻳﺪﻩ‬Zeyd’in eline vurdum.” örneği doğru olmazdı. Zira cümlede birinci olarak
gelen “Zeyd” asıl kabul edilmemiş olsaydı “‫ ”ﻳﺪﻩ‬kelimesinde ki zamirin mercii olmazdı
(İbn ‘Usfûr,1998: I, 252).
Yine “Bedel, birincinin yerinde takdir olunan ikincidir.” (İbn Ya‘îş, 2011: II,
258). Bir başka tanımda ise cümledeki işlevsel yönü ele alınarak,
“Beyândır/Açıklamaktır.” denilmiştir. Bedel i‘râbda mübdelün minhine tâbi‘dir. Çünkü

12
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

bedel, atfu’n-nesâkta olduğu gibi başka bir cümledir. Bu iki tâbi‘; bedel ve atfu’n-nesâk
iki cümle takdirindedir. Diğer tâbi‘ler; sıfat, tekid ve atfu’l-beyân ise bir cümle
takdirindedirler (el-Heramî, 2008: II, 985).
Bedel kelamda mübdelün minh hiç söylenmemiş gibi onun yerine konulmak
üzere gelir. Bu konuda nahiv âlimleri şöyle demişlerdir: “Burada düşünülen mübdelün
minhi uzaklaştırmak ve bedeli onun yerine koymaktır. Bu uzaklaştırma mübdelün
minhden vazgeçmek ve onun cümleye kattığı faydayı gidermek anlamında değildir.
Bilakis bedel sıfatın mevsufunu açıkladığı gibi mübdelün minhi açıklamayarak başlı
başınadır. Mübdelün minhden vazgeçilemez. Eğer mübdelün minhden vazgeçmek
anlamında olsaydı ‫’ ﻋﻤﺮا‬ı ‫’ أ ﻩ‬den bedel yaparak söylediğimiz ‫“ زﻳﺪ رأﻳﺖ أ ﻩ ﻋﻤﺮا‬Zeyd’in
babası ‘Amr’ı gördüm.” örneği, ‫“ زﻳﺪ رأﻳﺖ ﻋﻤﺮا‬Zeyd ‘Amr’ı gördüm.” takdirinde olurdu ki o
zaman anlatılmak istenilen anlamın dışında bozuk bir cümle olurdu.” Doğru olan ise
bedel, anlamı yok sayılacak şekilde mübdelün minhi uzaklaştırmaz (es-Sîrâfî, 2008: II,
10).
Cümlede bedel ve mübdelün minhin ikisi beraber bulunurlar. Bedelü’l-galatın
dışında, mübdelün minh kelamda yok mesabesinde olacağından dolayı ikisinden biri
kelamdan düşürülmeye niyet edilerek cümleye konulamaz (el-Muberrid, 1994: IV, 399).
el-Mâzinî ise, “Bir şeyden bedel yaptığın zaman her ne kadar anlam yönünden
var olsa da onu/mübdelün minhi lafız yönünden atarsın.” demektedir (el-Muberrid,
1994: IV, 400).
el-Muberrid kendi görüşüyle el-Mâzinin görüşünü zikrettikten sonra “Benim
yanımda ölçü Sîbeveyh’in “Söz ancak anlamı için söylenir.” sözüdür.” diyerek kendi
görüşünü tekrar etmektedir (el-Muberrid, 1994: IV, 400).
Bedelin nisbetle metbû‘u değil kendisi kastedilen tâbi‘ olduğunu söylerken
bedelü’l-kül, bedelü’l-ba‘z ve bedelü’l-iştimâlde nisbetle kastedilenin sadece
ikinci/bedel olduğunu söyleyemeyiz. Yalnız bedelü’l-galatta kastedilenin bedel olduğu
açıktır. Biz burada ancak bunu söylüyoruz. Çünkü bedel ve mübdelün minh ikisi
beraber kelamda zikredildiği zamanki fayda, bedel veya mübdelün minhden sadece biri
söylendiğinde elde edilemez (er-Radî, 2007: II, 399).
Bu kadar tanımdan sonra bedelin şartı, bedeli mübdelün minhin yerine
koyabilmektir. Eğer sözün anlamı doğru çıkıyorsa o bedeldir. Eğer anlam doğru
çıkmıyorsa bedel değildir (el-Heramî, 2008: II, 991). Yukarıdaki örneklere baktığımızda
bunu anlayabiliriz.

3.1.2. Bedelin Gayesi

Bedelin gayesi sözü açıklamak, karışıklığı ortadan kaldırmak, anlamın


genişlemesini önlemek ve mecaz ihtimalini gidermektir (el-Enbârî, 2010: 157). Sözü
uzatmadan kısaca söylemek için de bedel getirilir (İbnu-s’Serrâc, 1999: II, 46).
Örneğin; ‫“ ََﻣْﺮر ُت َ ْﺑِﻌﺒِﺪ ِﷲ ﻳٍَ ْزﺪ‬Abdullah’a Zeyd’e uğradım.” cümlesinde Abdullah ve
Zeyd her ikisi de aynı adamın ismidir. Bu sözün muhatabı her iki ismin de aynı kişiye
ait olduğunu bilmiyor olabilir, muhataba her iki ismin de aynı kişiye ait olduğunu

13
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

bildirmek için iki isim beraberce getirilir. Burada asıl olan ‫ ََﻣْﺮر ُت َﺑِﺰﻳٍ ْﺪ‬, ِ‫ََﻣْﺮر ُت َ ْﺑِﻌﺒِﺪ ﷲ‬
“Abdullah’a uğradım, Zeyd’e uğradım.” şeklinde iki cümle olarak veya ‫ََﻣْﺮر ُت َ ْﺑِﻌﺒِﺪ ِﷲ َ و ﻳٍَ ْزﺪ‬
“Abdullah’a ve Zeyd’e uğradım.” şeklinde atıf harfi ile getirilmeleriydi. Ancak böyle
olduğu zaman bedel olan Zeyd’in mübdelün minh olan Abdullah’dan ayrı biri olduğu
anlaşılır ve bir karışıklık meydana gelirdi. Karışıklıktan kaçınmak ve sözü uzatmadan
kısaca söylemek için bedel getirilmiştir (İbn Ya‘îş, 2011: II, 258).
Bedel, kast edilen manayı tam ve sağlam bir şekilde ifade etmek hususunda tekid
makamında, yine kastedilen manayı açıklamak ve tahsis etmek hususunda da sıfat
makamında işlev görmektedir (İbn Cinnî, 2007: 274).
Bedelin kastedilen anlamı tam ve sağlam bir şekilde ifade etmek hususunda
tekid makamında işlev gördüğünü anlamak için şu örneğe bakalım: ‫ﻮك ﻳٌَْزﺪ‬ َ ‫ﻗََﺎم اَُﺧ‬
“Kardeşin Zeyd kalktı.” dediğimizde bedel de mübdelün minh de yani Zeyd de kardeşin
de aynı kişiden ibarettirler. Dolayısıyla biz sanki tekidde olduğu gibi ‫ﻮك‬ َ ‫ﻮك اَُﺧ‬
َ ‫ﻗََﺎم اَُﺧ‬
“Kardeşin kalktı kardeşin.” ya da ‫“ ﻗََﺎم ﻳٌَْزﺪ ﻳٌَْزﺪ‬Zeyd kalktı Zeyd.” demiş gibi oluyoruz.
Fakat bedelü’l-galatta durum böyle değildir. Çünkü ‫“ﻛَِْﺒرُﺖ َﻓـﺮﺳﺎً ِﲪ َ اًﺎر‬Ata (hayır) eşeğe
bindim.” dediğimizde atı ya da eşeği iki defa zikretmiş olmuyoruz çünkü her ikisi de bir
diğerinden her yönüyle farklıdır. Bunlardan birinin isminin söylenmesi diğerinin de
söylendiğine delalet etmez.
Yine bedelin kastedilen anlamı açıklamak ve tahsis etmek hususunda sıfat
makamında işlev gördüğüne şu örnekle bakabiliriz: ‫ﻮك ﻳٌَْزﺪ‬
َ ‫“ ﻗََﺎم اَُﺧ‬Kardeşin Zeyd kalktı”
dediğimizde bu sözü işitenler arasında, söylenen kişinin isim ve yakınlık açısından kim
olduğunu bilmeyen olabilir. Bu durumda “Zeyd kalktı.” dediğimizde bu sözü işitenler,
Zeyd’in, muhatabın kardeşi olduğunu, “Kardeşin kalktı.” dediğimizde de muhatabın
kardeşleri arasından hangi kardeşinin olduğunu bilemez. Bedel ve mübdelün minhden
sadece birini söylediğimizde ortaya çıkan anlam eksikliğini, bedel ve mübdelün minhin
ikisini beraber söyleyerek ortadan kaldırmış ve kastedilen anlamı eksiksiz ve tam olarak
ifade etmiş oluruz (İbnu’l-Habbâz, 2007: 275).
Bedel ve mübdelün minhin ikisi beraber kelamda zikredildiği zamanki fayda,
bedel veya mübdelün minhden sadece biri söylendiğinde elde edilemez (er-Radî, 2007:
II, 399).

3.1.2.1. Bedelin Değişik Anlamları

a) Bedel mübdelün minhdeki kapalılığa açıklık getirir.


Mübdelün minh anlam yönünden kapalı bir kelime olur, bu durumda bedel,
mübdelün minhdeki kapalılığa açıklık getirir.
.‫َﻛُﻢ‬
ْ ‫ﻧِﺴ‬
‫ﻮن َﺎء‬
َ ُ ‫ﺘَﺤﻴ‬
ْ ‫َﻛُﻢَ وﻳ َْﺴ‬
ْ‫ﻮن ْاَﺑـ‬
‫ﻨَﺎء‬
َ ‫ُﺬُّﲝ‬
َِ ‫َاب ﻳ‬
ِ ‫ﻨَﺎﻛُﻢِ ْﻣﻦ ا ِٰل ﻓِْ ﺮَْﻋﻮَن ﻳ َُﺴ ُﻮﻣﻮﻧَ ْﻜُﻢﻮءُ َﺳ اﻟَْﻌﺬ‬
ْ ‫َ وا ِ ْذ ْﳒَﱠﻴـ‬
“Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı
boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık.” (el-Bakara: 2/49)
Bu âyette mübdelün minh olan ‫اب‬ ِ ‫“ ﻳ َُﺴُﻮﻣﻮﻧَ ْﻜُﻢ ُﺳﻮء َ اﻟَْﻌَﺬ‬sizi azabın en kötüsüne
uğratan” cümlesi anlam açısından kapalı bir cümledir. Bu cümleyi bedel olan ‫َﻛُﻢ‬ ْ ‫ﻨَﺎء‬
‫ﻮن ْاَﺑـ‬
َ ‫َﲝ‬
ُّ‫ﻳ ُِﺬ‬

14
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

‫َﻛﻢ‬
ُْ ‫ﻧِﺴ‬
‫ﻮن َﺎء‬
َ ُ ‫ﺘَﺤﻴ‬
ْ ‫“ َْﺴ‬kadınlarınızı
‫َ وﻳ‬ sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan” cümlesi azabın
çeşidini izah ederek kapalılığı gidermiştir.
b) Bedel mübdelün minhin hakikatini açıklar.
.‫ِﺠﻼً َ َﺟﺴﺪاً ﻟَﻪ ُ َُﺧﻮٌار‬
ْ‫ﻮﺳﻰ ِ ْﻣﻦ ﺑـ َِْﻌِﺪﻩ ِ ْﻣﻦ ُﺣﻠِ ﻴِِﻬّْﻢ ﻋ‬
ٰ ‫َ وﱠاﲣ َﺬ ْﻗـَﻮم ُ ُ ﻣ‬
“Mûsâ'nın kavmi onun (Tur'a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından,
böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilah) edindiler.” (el-Ârâf: 7/148)
Âyette mübdelün minh olan ً‫ِﺠﻼ‬ ْ‫“ ﻋ‬buzağı” kelimesinin hakikati canlı bir buzağı
değil, böğüren buzağı suretindeki bir heykelden ibarettir. Bedel olan ‫ َ َﺟﺴﺪاً ﻟَﻪ ُ َُﺧﻮٌار‬cümlesi
bu hakikati açıklamıştır. Şayet bedel ve mübdelün minhden sadece birisi zikredilmiş
olsaydı, ikisi beraber söylendiğinde ifade ettikleri anlamı karşılamazdı (es-Sâmerrâî,
2011: II, 178).
c) Bedel ve mübdelün minhden biri, medih, zem veya bunların dışında başka bir
şeye işaret eden sıfat olur.
‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫اﻟﱠﺬ ي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ َِ‫اﳊَﻤ ِﻴﺪ ا‬
ْ ‫ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ِاط اﻟَْﻌِﻳﺰﺰ‬
“Mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait
olan Allah'ın yoluna…” (İbrahim: 14/1, 2)
Âyette mübdelün minh olan ‫اﳊ َِﻤﻴﺪ‬
ْ ‫ اﻟَْﻌِﺰﻳﺰ‬kelimeleri bedel olan Allah lafzını
metheden iki sıfattır.
d) Mübdelün minh umûmî olur bedel ise onu hususileştirir.
‫اﻛِﺐ‬
ِ ‫ﻳﻨَﺔاﻟْ َـﻜَﻮ‬
ٍ‫ﺑِﺰ‬
ِ ‫ﻟﺴَﱠﻤ اﻟ ﱡﺪﻧـْﻴ َ ﺎ‬
َ‫ا ِ ﱠ َزﻳـﱠﻨﱠﺎ اﺎء‬
“Biz en yakın göğü ziynetlerle, yıldızlarla donattık.” (es-Sâffât: 37/6)
Âyette mübdelün minh olan ‫“ زﻳﻨَﺔ‬süs” kelimesi umumidir, bütün süs unsurlarını
içinde barındırır. Ancak mübdelün minh olan ‫“اﻟْ َـﻜَﻮاﻛِﺐ‬yıldızlar” kelimesiyle göğün süsü
hususileştirilmiştir.
e) Bir şeyin önemine dikkat çekmek için bedel getirilir.
‫ُﺼﺒِﺤ َﲔ‬
ْ‫ُﻻءَ ﻣﻘْﻄُﻮعٌ ﻣ‬
ِ‫ﻟِﻚ ْاﻻََْﻣﺮ اَ ﱠن َد َاﺑِﺮ ٰﻫ َﺆ‬
َ ‫ﻗَﻀﻴـﻨَﺎ ا ِ ْﻟَِﻴﻪ ٰذ‬
َْ ‫َ و‬
“Ona şu durumu kesin olarak bildirdik: "Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş
olacak."”(el-Hıcr: 15/66)
Allah Teâlâ âyette ‫“ ْاﻻََْﻣﺮ‬durum” kelimesini anlamı kapalı olarak söyledikten
sonra ‫ُﻻءَ ﻣﻘْﻄُﻮعٌ ُ ﻣْﺼﺒِﺤ َﲔ‬
ِ‫“ اَ ﱠن َد َاﺑِﺮ ٰﻫ َﺆ‬Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş olacak” bedel
cümlesiyle açıklamıştır. Kast edilen anlam kelamda kapalı olarak geldiği zaman kelam
beliğ olduğu gibi kelama güzellik ve yücelik katar. Böyle bir kelamı işiten kişinin zihni
neyin kast edildiğini anlamak için bir anda birçok şeyi düşünmek durumunda kalır.
Dolayısıyla söz doğrudan, açık ve net bir şekilde söylendiğinde muhatapta etki
bırakmaz. Ancak kapalı olarak söylendikten sonra açıklandığında söylenen kişide farklı
bir tesir meydana getirir (es-Sâmerrâî, 2011: II, 179).

15
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

3.1.3. Bedelin Kısımları

Bedelin üzerinde ittifak edilen kısımları üçtür; bedel şey min şey, bedel ba‘z min
kül ve bedel iştimâl (eş-Şenkîtî, 1999; II, 401).
Bedelin kısımlarının dört olduğunu söyleyerek bunları: Bedel Mutâbık, Bedel
Bâ’z, Bedel İştimâl ve Bedel Galat diye sayanlar olduğu gibi Nahiv âlimlerinden
bunlara bir de bedel kül min bâ’z’ı ekleyerek bedelin beş olduğunu söyleyenler de
olmuştur. Suyûtî: “Ben Bedel kül min bâ’z ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’den delil buldum.”
diyerek şu âyeti delil olarak göstermiştir:
‫ﱠﺎت َﻋْﺪٍن‬
ِ ‫ﻮن َْ ٔﺷﻴـﺎً َﺟﻨ‬
َ ‫اﳉَ ﻨﱠ َﺔَ َوﻻ ﻳ ُ ﻈُْﻠَﻤ‬
ْ ‫ُﻮن‬
َ ‫ﺌِﻚ ﻳ َْﺪُﺧﻠ‬
َ‫ﻓَﺎُوﻟ‬
ٰ
“Onlar cennete, “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa
uğratılmayacaklardır.” (Meryem, 19/60-61)
Bu âyette mübdelün minh olan “cennet” kelimesi müfred ve bedel olan
“cennetler” kelimesi ise çoğuldur dolayısıyla bedelü’l-kül mine’l-bâ‘z olduğu
hususunda şüphe yoktur (el-Ezherî, 2011: III, 447).
Yine bedelin dört kısım olduğunu söyleyip dördüncü kısmı Bedelü’l-mübâyin
diye isimlendirip bu başlık altında bedelü’l-galat, bedelü’n-nisyân ve bedelü’l-idrâb
şeklinde üç kısım olarak inceleyenler vardır (el-Ehdel, 2010: 576).
Bütün bunlarla beraber bedeli altı kısım olarak ele alıp bunları bedel kül, bedel
ba‘z, bedel iştimâl, bedel galat, bedel idrâb ve bedel nisyân biçiminde işleyenler de
olmuştur (İbn Hişâm, 2011: 335).
Başka bir açıdan bedelin kısımlarını nahiv âlimleri yanında ittifak ve ihtilaf
durumlarını göz önünde bulundurarak şu şekilde sıralayanlar olmuştur: Bedel altı
kısımdır. Bunlardan üç tanesi Araplardan işitilmiş ve var oldukları hususunda nahiv
âlimleri ittifak etmiştir. Bunlar: bedelü’ş-şey mine’ş-şey, bedelü’l-ba‘z mine’l-kül ve
bedelü’l-iştimâldir. İki tanesi Araplardan işitilmemiş ancak kıyas yoluyla getirilir.
Bunlar ise bedelü’n-nisyan ve bedelü’l-galattır. Bir tanesi var ki Araplardan işitildiği
halde nahiv âlimleri bunun bedel mi yoksa sıfat mı olduğu hususunda görüş ayrılığına
düşmüşlerdir. Bu ise bedelü’l-bedâdır (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 252).
Son olarak belirli bir başlık altında zikredilmese de bedelü’t-tafsîlden
bahsedildiğini de görmekteyiz (İbn Mâlik, 2009: III, 193; es-Sabbân, 2008: III, 193;
‘Abbas, 2008: III, 488).
Biz bu çalışmamızda bedelin kısımlarını sırasıyla aşağıdaki gibi ele almayı
düşündük.
Bedelü’l-Kül mine’l-Kül.
Bedelü’l-Ba‘z mine’l-Kül.
Bedelü’l-İştimâl.
Bedelü’l-Mubâyin; Bedelü’l-Galat, Bedelü’n-Nisyân ve Bedelü’l-İdrâb.
Bedelü’l- Kül mine’l- Ba‘z.

16
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Bedelü’t-Tafsîl.

3.1.3.1. Bedelü’l-Kül mine’l-Kül

Bu güne kadar yazılmış nahiv kitaplarına baktığımızda bedelin bu kısmına


birbirinden farklı isimlerin verildiği görülmektedir. Bunlara “el-Bedelü’l-Mutâbık” (el-
Ehdel, 2010: 573), “Bedelü’ş-Şey mine’ş-Şey” (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 252) ve “Bedelü’l-
Kül mine’l-Kül” (İbnu’d-Demâmînî, 2008: II, 6) diye kül kelimesinin başına elif-lâm
takısını getirerek isimlendirenler olduğu gibi “Bedel Kül min Kül” (İbn Hişâm, 2011:
335) diye elif-lâm takısı olmadan isim verenler de olmuştur (el-Ehdel, 2010: 573).
“Bedelü’l-Kül mine’l-Kül” diyenler “mübdelün minhe uyan ve onunla anlamda
eşit olan bedel” (İbn ‘Akîl, 1995: II, 227), “mübdelün minhin aynısı olan bedelden
ibarettir.” (İbn Hişâm, 2011: 335), “bir şeyin, anlamına mutabık olan şeyden bedel
olmasıdır.” (el-Eşmûnî, 2008: III, 184) gibi birbirine yakın bir takım tanımlar
yapmışlar.
Bir örnekle açıklayacak olursak “‫ﻀٍﺔ‬ ‫ﲔٍﻓِ ﱠ‬
َُ‫اﻟﺪ ِْرَُﻫﻢ ِﻣْﻦ ْﳉ‬
‫“ ّ”ﻟﺪاَِﻳﻨَ ُﺎر ِﻣْﻦ ْﱪﺗٍِ ذََﻫ ٍﺐَ ّو‬Dinar tibirden,
altındandır ve dirhem ise lüceynden, gümüştendir.” Bu misalde ٍِ‫ ْﱪﺗ‬ve ‫ﺐ‬ ٍ ‫ذََﻫ‬ile ٍ‫ﲔ‬
َُ‫ ْﳉ‬ve ‫ﻀٍﺔ‬
‫ﻓِ ﱠ‬
kelimelerinin lafızları farklı olmasına rağmen anlamlarında aynı şeyi ifade etmektedirler
ve dolayısıyla ‫ﺐ‬ ٍ ‫ ذََﻫ‬kelimesi ٍِ‫’ْﱪﺗ‬den, ‫ﻀٍﺔ‬
‫ﻓِ ﱠ‬kelimesi de ٍ‫ﲔ‬ َُ‫’ ْﳉ‬den bedelü’l-kül mine’l-kül
olarak bedeldir (Uralgiray, 1986: II, 724).
“Bedelü’ş-Şey mine’ş-Şey” diyenler ise şöyle açıklamışlar: “İkinci isim (bedel)
birinci ismin (mübdelün minh) biaynihi kendisidir ve ikinci isim birinci ismi açıklamak
için kelamda zikredilmiş olup her iki isim de bir şeyin ismidirler. Yoksa ikinci isim
birinci ismin bir parçasının veya onda bulunan bir anlamın ismi değildir.” (el-Heramî,
2008: II, 985)
.‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ اََﻧـْْﻌﻤَﺖ َﻋﻠْ َِﻴْﻬﻢ‬
ِ ‫اط‬َ ‫ﺘَﻘَﻴﻢ َِﺻﺮ‬
ِ ‫اط اﻟُ ْْﻤﺴ‬
َ‫اﻟﺼ‬
ّ‫ا ِ ْ ِﻫ َﺪ َِ ﺮ‬
“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet…” (el-Fâtiha 1/6,7)
âyetine baktığımızda nahiv açısından ‫ ا ِ ْ ِﻫ َﺪ‬fiil, fâil ve mef‘ûl, ‫اط‬
َ‫اﻟﺼ‬
ّ‫ َِ ﺮ‬ikinci mef‘ûl, ‫ﺘَﻘَﻴﻢ‬
ِ ‫اﻟُ ْْﻤﺴ‬
ikinci mef‘ûlün sıfatı, ‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ‬
ِ ‫اط‬َ ‫ َِﺻﺮ‬ise birinci es-sırât kelimesinden bedeldir. Her ikisi de
aynı şeyi ifade etmektedir. Çünkü ikinci sırât kelimesi birinci es-sırât kelimesinin
aynısıdır ( el-Heramî, 2008: II, 986).
“el-Bedelü’l-Mutâbık” İbn Mâlik bedelin bu kısmını el-Bedelü’l-Mutâbık
(mübdelün minhin manasına uygun olan bedel) diye isimlendirmiş ve şöyle
açıklamıştır: “Manasında mübdelün minhe eşit olan her bedele bu isimler verilebilir
fakat bedelü’l-kül mine’l-kül demek doğru olmaz. Çünkü bu isimlendirme ancak
parçalara ayrılabilen bedelde kullanılır. Bu kısım bedelde ise Allah lafzı da bedel
olarak vâki oluyor. O Allah Teâlâ ki, parçalara ayrılmaktan münezzehtir. Böyle olunca
en iyi ifade şekli: Bedel Muvâfık min Muvâfık veya Bedelü’ş-Şey mine’ş-Şey veya el-
Bedelü’l-Mutâbık’tır.” (el-Ehdel, 2010: 573)
.‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫اﻟﱠﺬ ي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ َِ‫اﳊ َِﻤ ِﻴﺪ ا‬
ْ ‫ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ِاط اﻟَْﻌِﻳﺰﺰ‬
“…mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait
olan Allah'ın yoluna…” (İbrâhim, 14/1, 2)

17
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Bu âyet-i kerîmede ‫ ﷲ‬lafzı ‫اﳊ َِﻤ ِﻴﺪ‬


ْ kelimesinden bedeldir. Allah Teâlâ’ya parçalara
bölünme isnat edilemeyeceğinden burada bedelü’l-kül demek uygun olmayıp el-
bedelü’l-mutâbık demek daha uygundur (İbnu’d-Demâmînî, 2008: II, 6).
Bu tür bedel, manada mübtedanın aynısı olan cümlenin rabıta ihtiyaç duymadığı
gibi manada mübdelün minhin aynısı olduğu için kendisini mübdelün minhe bağlayan
bir rabıta ihtiyaç duymaz. (el-Ezherî, 2011: III, 447)

3.1.3.1.1. Bedelü’l-Kül mine’l-Külün Kullanım Biçimleri

Bedelin birinci kısmı olan bedelü’l-kül mine’l-külde bedel ve mübdelün minhin


durumu sekiz şekildedir.
1- Her ikisi de marife olur (el-Heramî, 2008: II, 986).
.‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ اََﻧـْْﻌﻤَﺖ َﻋﻠْ َِﻴْﻬﻢ‬
ِ ‫اط‬َ ‫ﺘَﻘَﻴﻢ َِﺻﺮ‬
ِ ‫اط اﻟُ ْْﻤﺴ‬
َ‫اﻟﺼ‬
ّ‫ا ِ ْ ِﻫ َﺪ َِ ﺮ‬
“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.” (el-Fâtiha 1/6,7)
Âyet-i kerîmesinden anlaşılıyor ki marifelikte zayıfı kuvvetliden bedel
yapabiliriz. Bedel olan ‫اط‬
َ ‫ َِﺻﺮ‬izâfetle marife mübdelün minh olan ‫ﺘَﻘَﻴﻢ‬
ِ ‫ اﻟُ ْْﻤﺴ‬ise lâm-ı tarifle
marifedir (İbnu’l-Habbâz, 2007: 276).
2- Her ikisi de nekra olur (er-Radî, 2007: II, 404).
Örneğin; ‫ﻼَم َُﺟرٍﻞ‬
ِ ُ‫“ ََﻣْﺮر ُت ﺑُِ َﺟ ٍﺮﻞ ﻏ‬Bir adamın kölesi olan bir adama uğradım”
cümlesinde mübdelün minh olan birinci ‫ َُﺟرٍﻞ‬kelimesi ve bedel olan ‫ﻼَم‬ ِ ُ‫ ﻏ‬kelimesi her
ikisi de nekradır. Burada bedel sıfat da olabilir (İbnu’l-Habbâz, 2007: 276).
3- Bedel marife, mübdelün minh nekra olur (er-Radî, 2007: II, 404; İbnu’l-
Habbâz, 2007: 276).
.‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫اﻟﱠﺬ ي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ ‫ﺘَﻘ ٍﻴﻢ َِﺻﺮ ِاط ِﷲ‬
ِ ‫ﱠﻚ ﻟَْﺘـِﻬﺪي ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ٍاطُ ْﻣﺴ‬
َ ‫َ وا ِ ﻧ‬
“Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin
sahibi olan Allah'ın yoluna.” (eş-Şûrâ, 42/52, 53)
Âyette bedel olan ikinci ‫ َِﺻﺮ ِاط‬kelimesi lafzatullâh’a muzaf olması sebebiyle
marife, mübdelün minh olan birinci ‫ َِﺻﺮ ِاط‬kelimesi ise nekradır (İbnu’l-Habbâz, 2007:
276).
4- Bedel nekra, mübdelün minh marife olur (el-Heramî, 2008: II, 986).
.‫ﺌَﺔ‬
ٍ ‫ﱠﺎﺻﻴ ََِﺔ ِﺻﻴ ٍَﺔ َﻛِﺎذﺑ ٍَﺔ َﺧ ِﺎﻃ‬
ِ ‫َﻨَﺴﻔﻌﺎً ِ ﻟﻨ‬
َْ ‫ﻟ‬
“Muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız.” (el-
‘Alak, 96/15, 16)
Âyette bedel olan ‫َ ِﺻﻴ ٍَﺔ‬kelimesi nekra, mübdelün minh olan ‫ﱠﺎﺻﻴ َِﺔ‬
ِ ‫اﻟﻨ‬kelimesi ise
marifedir. Bedelü’l-külde, bu durumda nekra olan bedele bir sıfat getirerek mevsuf
yapmak gerekir. Çünkü böyle yapmadan kastedilen anlamın anlaşılma olanağı yoktur
(el-Ehdel, 2010: I, 583).
5- Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de ism-i zâhir olur.

18
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Yukarıdaki örneklere baktığımızda her birinin buraya örnek olabileceğini


görürüz (İbn Bâbşâz, 1977: 425).

6- Bedel ism-i zâhir, mübdelün minh zamir olur.


Şu örneğe bakalım: ‫“ ََﻣْﺮر ُت ِﺑِﻪ ﻳٍَ ْزﺪ‬Ona, Zeyd’e uğradım.” cümlesinde isim olan ‫ ﻳٍَ ْزﺪ‬,
zamir olan ‫’ِﺑِﻪ‬deki ‫’ِه‬den bedel olmuştur. Burada ‫’ ﻳٍَ ْزﺪ‬i mukadder ‫ أَْﻋ ِﲎ‬fiilinin mef‘ûl-u
bihi yaparak ‫ ﻳًَْزﺪا‬şeklinde mansûb olarak da okuyabiliriz (el-Heramî, 2008: II, 987).
İsm-i zâhiri zamirden bedel yapmak istediğimizde zamirin gâib zamiri olmasını
savunanlar olsa da (İbnu’l-Habbâz, 2007: 277; İbnu’l-Hâcib, 2007: II, 406) el-Ahfeş ve
Kûfe ekolü nahiv âlimleri gâib zamirine kıyas yaparak muhatap ve mütekellim
zamirlerinden de bedel yapılabileceğini söylemişlerdir (es-Suyûtî, 1998: III, 151).
7- Bedel zamir, mübdelün minh ise ism-i zâhir olur.
Örneğin; ‫“ ََﻣْﺮر ُت َﺑِﺰﻳٍ ْﺪ ُ َﻫﻮ‬Zeyd’e, ona uğradım.” cümlesinde zamir olan ‫ﻫﻮ‬, ism-i
zâhir olan ‫’ ﻳٍَ ْزﺪ‬den bedeldir (el-Heramî, 2008: II, 687).
8- Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de zamir olur.
Şöyle bakacak olursak ‫ﺟﺌ َﺖ أَﻧَْﺖ‬
ْ ِ ve ‫ ْأَﻳَـرﺘَُﻚ إِﱠ َك‬örneklerinde munfasıl zamiri olan ‫أَﻧْ َﺖ‬
muttasıl zamiri olan ‫’ َت‬den, yine munfasıl zamiri olan ‫ إِﱠ َك‬muttasıl zamiri olan ‫’ َك‬den
bedel olduğunu görürüz (İbnu’l-Habbâz, 2007: 277).
Bedelü’l-kül, mufret, tesniye, cemi, müzekker ve müennes olmakta metbû‘una
uyum sağlaması gerekir. Yukardaki örneklerde de gördüğümüz gibi marife ve nekra
olmakta uyum sağlaması aranmaz (er-Radî, 2007: II, 404).
Kur’ân-ı Kerîm’den bedelü’l-kül mine’l-kül örnekleri:

Bedel/ Mübd.
No Âyet /Meal Minh Kaynak

‫اَن ﻳـ َُ ﻌَﱠﻤﺮ‬
ْ ‫َاب‬
ِ ‫ِﺣﻪ َِﻣﻦ اﻟَْﻌﺬ‬
ِ‫َﺣِﺰ‬
‫ََوﻣﺎ َُﻫﻮ ِﲟ ُْﺰ‬ ‫اَن ﻳـ َُ ﻌﱠﻤﺮ‬
ْ /‫ ُﻫﻮ‬el-Hemezânî,
2006: I, 338
1 “…Halbuki uzun yaşamak onları
azaptan kurtaracak değildir…” (el-
Bakara 2/96)

ً‫ﺋِﻚا َِْﺑـِﺮواٰﻫَﻴﻢِﲰْٰﻌِ َﻴﻞَ وا ِْﺳ ٰﺤَﻖ ا ِ ٰﳍﺎ‬


َ َٰ‫َﻚَ وا ِ ﻟٰﻪ َ ا‬
َ ‫ﻗَﺎﻟُﻮا ﻧ ْـَﻌﺒ ُ ُﺪ ا ِ ٰﳍ‬ ‫ا ِْ ﺑـِﺮٰﻫَﻴﻢ‬/ ‫ﺋِﻚ‬
َ َٰ‫ ا‬Ebû Hayyân,
‫َ وِاﺣًﺪا‬ 2001: I, 254

2 “…Senin ilahına ve ataların İbrahim,


İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir
ilâha ibadet edeceğiz dediler…” (el-
Bakara 2/133)

19
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

‫اﻟﱠﺬي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ‬


ِ ‫ﺘَﻘ ٍﻴﻢ َِﺻﺮ ِاط ِﷲ‬
ِ ‫ﱠﻚ ﻟَْﺘـِﻬﺪي ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ٍاط ُ ْﻣﺴ‬
َ ‫َ وا ِ ﻧ‬ ‫ َِﺻﺮ ِاط ِﷲ‬/ ‫ َِﺻﺮ ٍاط‬İbnu’l-Habbâz,
‫ض‬ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬َٰ‫اﻟﺴ‬ 2007: 276

3 “Şüphesiz ki sen doğru bir yola


iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her
şeyin sahibi olan Allah'ın yoluna.” (eş-
Şûrâ, 42/52, 53)

‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ‬
َٰ‫اﻟﱠﺬي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ َِ‫اﳊ َِﻤِﻴﺪ ا‬
ْ ‫ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ِاط اﻟَْﻌِﺰﻳﺰ‬ َِ‫ ا‬/ ‫اﳊ َِﻤِﻴﺪ‬
ْ ‫اﻟَْﻌِﺰﻳﺰ‬ İbnu’d-
‫ض‬
ِ ‫ِﰲ ْاﻻَْر‬ Demâmînî,
2008: II, 6
4 “…mutlak güç sahibi ve övgüye layık,
göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine
ait olan Allah'ın yoluna…” (İbrâhim,
14/1, 2)

‫َﻮْﻣﻬﻢ اَﲨَْﻌِ َﲔ‬


َُ‫ْﺮِﻫﻢ اَ ﱠ َدْﻣَﱠﺮُْﻫﻢَ ْوﻗـ‬
ِْ‫ْﻒ َﻛ َﺎن َﻋﺎﻗِ ﺒ َ ﺔُ َ ﻣﻜ‬
َ‫ﻓَﺎﻧْﻈُﺮَﻛﻴ‬
ْ / ‫ْﺮِﻫﻢ‬
ِْ‫ْﻒ َﻛ َﺎن َﻋﺎﻗِ ﺒ َ ﺔُ َ ﻣﻜ‬ َ‫ َﻛﻴ‬İbn Hişâm,
‫ اَ ﱠ َدْﻣَﱠﺮُْﻫﻢ‬2007: II, 451
“Bak onların tuzaklarının sonucu nasıl
5 oldu: Biz onları ve kavimlerini
topyekün helak ettik.” (en-Neml,
27/51)

3.1.3.2. Bedelü'l-Ba‘z mine'l-Kül

Bu bedeli bedelü’l-ba‘z mine’l-kül diye isimlendirenler olduğu gibi bedelü’l-cüz


mine’l-kül diye isimlendirenler de olmuştur (el-Galâyînî, 2009: I, 179). Yapılmış olan
tanımlardan bir kaçına bakalım:
“Bedelü'l-ba‘z mine'l-külün kuralı bedelin mübdelün minhden bir parça
olmasıdır.” (İbn Hişâm, 2011: 335) “Bedelin mübdelün minhin bazısının konumunda
olması şartıyla bir lafzı diğer lafızdan bedel yapmaktır.” Örneğin âyette:
.‫ﱠﺎس ِﺣ ﱡﺞ اَﻟْﺒـِﻴﺖَ ﻣِﻦ ْاﺳﺘَ ﻄ ََﺎع ا ِ ْﻟَِﻴﻪ َﺳﺒِ ﻴﻼ‬
ِ ‫َ ِو ٰ ِ َﻋﻠَﻰ اﻟﻨ‬
“Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir
hakkıdır.” (Âl-i İmrân 3/97) ‫ َ ﻣْﻦ‬kelimesi ‫ﺎس‬ِ ‫ اﻟﻨﱠ‬kelimesinden bedel yapılmıştır.
Yolculuğuna gücü yetenler insanların bazısı konumundadır. Çünkü insanlardan hac
yolculuğuna güç yetirebilenler olduğu gibi güç yetiremeyenler de vardır (İbn ‘Usfûr,
1998: I, 252).
Başka bir tanımı da şu şekilde yapılmıştır: “İster az olsun ister yarı olsun isterse
yarıdan çok olsun parçayı bütünden bedel yapmaktır.” (el-Eşmûnî, 2008: III, 185) ‫اََﻛْﻠ ُﺖ‬
‫“ﺒ اَﻟْ ِﻄّ َﻴﺤﺔَ ﺛـُﻠَُﺜـَﻬﺎ َ واُﻟْﺒﺗـﺮـُ َﻘ َﺎل ﺛـُﻠُ َﺜَﻴﻬﺎ َ واﻟﺘﱡـ ﱠﻔ َﺎﺣﺔَ ﻧِْﺼَﻔَﻬﺎ‬Karpuzun üçte birini, portakalın üçte ikisini elmanın
da yarısını yedim.” örneğinde olduğu gibi (Uralgiray, 1986: II, 724).
Bedelü’l-ba‘zın faydası muhataba etkisinden dolayı bir şeyi kapalı bir şekilde
zikrettikten sonra açmak ve kısaca söyledikten sonra açıklamaktır. Muhatabı etkilemesi,
bir şeyi kapalı bir şekilde zikrettikten sonra açması ve kısaca söyledikten sonra

20
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

açıklaması ise mütekellimin mecaz kullandıktan sonra hakîkî manayı kullanmasıyladır.


َ‫ﻴﻒ ﺛـﻪُﻠُﺜ‬
َ ‫اﻟﺮ‬
‫“ اََﻛْﻠ ُﺖ ِﱠﻏ‬Somunu, üçte birini yedim.” Esasında somunu derken somunun üçte birini
kastediyoruz ancak sonrasında üçte birini diyerek onu açıklıyoruz. Bu tür bedelde
mübdelün minh ile bedelin kastedilebilir olması gerekir (er-Radî, 2007: II, 401).
Bedelin bu kısmında ba‘z ile kül arasında bağ kurabilmek için bedele, mübdelün
minhe dönen mezkûr bir zamirin bitişmesi lazımdır. Bu zamir geride geçen örnekte
olduğu gibi َ‫ﻴﻒ ﺛـﻪُﻠُﺜ‬ َ ‫اﻟﺮ‬
‫ اََﻛْﻠ ُﺖ ِﱠﻏ‬bedele bitişebilir veya ‫“ ﰒُﱠ ُﻋَﻤﻮاَ وَﺻﱡﻤﻮا َﻛﺜﲑ ٌ ِ ْﻣُﻨـﻬﻢ‬Sonra yine onlardan
çoğu kör ve sağır kesildiler.” (el-Mâide 5/71) âyetinde olduğu gibi bedelin dışında
başka bir şeye de bitişebilir. Görüldüğü üzere bedel ٌ‫ َﲑﻛﺜ‬kelimesidir. Ancak zamir
bedelin dışında harf-i cerre bitişmiştir (İbn Hişâm, 2011: III, 447). Mezkûr olarak
gelmesi gereken zamir bazen mukadder olarak da gelebilir. Yukarıda da geçen ‫َ ِوٰ ِّ َﻋﻠَﻰ‬
‫ﱠﺎس ِﺣ ﱡﺞ اَﻟْﺒـﻴ ِﺖَ ﻣِﻦ ْاﺳﺘَ ﻄ ََﺎع ا ِ ْﻟَِﻴﻪ َﺳﺒﻴﻼ‬
ِ ‫ اﻟﻨ‬âyetinde ‫ ِ ْﻣُﻨـﻬﻢ‬mukadderdir (el-Eşmûnî, 2008: III, 185).
3.1.3.2.1. Bedelü’l-ba‘z mine’l-Külde Âid Zamirinin Düşürülmesi

Cümlede âid zamiri üç halde düşürülebilir.


a) Bedelde bağlantıyı ifade eden lâm-ı tarif bulunursa âid düşürülür.
Örneğin; ‫اﻟِﺪ َﻓـَﻘِﺒْﻠّﻪﻴُ اَﻟْ َﺪ‬
َ ‫“ ذَإِ اأَﻳَ َْرﺖ اَﻟْﻮ‬Babanı gördüğün zaman elini öp” cümlesinde ‫ﻴ اَﻟْ َﺪ‬
kelimesi ‫ اَﻟْﻮاﻟِﺪ‬kelimesinden bedeldir. Lâm-ı tariften dolayı zamir düşürülmüştür. Burada
‫ﻴ اَﻟْ َﺪ‬, ُ ‫ ﻳََﺪﻩ‬veya ‫ﻴ اَﻟْ َﺪ ِﻪْﻣُﻨ‬anlamındadır.
b) Mübdelün minh olumsuz ve anlam yönünden tam olan kelamda olup
bedel ise istisna yapılan bedelü’l-ba‘z olursa âid düşürülür.
Örneğin; (‫ﻮن اﱠِﻻ َ و ِاﺣًﺪا َ)و ِاﺣٌﺪ‬
َ ‫اﻟﺴﺒﱠ ُﺎﺣ‬
‫“ َ ﻣﺎ ﻌِﺗَ َﺐ ﱠ‬Biri müstesna, yüzücüler yorulmadılar.”
Burada müstesna müstesna minhden bazısını teşkil ettiği için âid zamirine ihtiyaç
kalmamıştır.
c) Bedelden sonra mübdelün minhin diğer cüzleri tam ve eksiksiz olarak
sıralandığı zaman âid zamiri düşürülür.
Örneğin; ‫ف‬ ٌ ‫ﺎمٌ ﺛََﻼﺛَﺔٌ اٌِْﺳﻢ َﻓِوﻞْﻌٌ ََْﺣﺮو‬
‫“ ﻟاَْ َﻠِﻜَﻤﺔُ ﻗْاََﺴ‬Kelime üç kısımdır: isim, fiil ve harftir.”
Burada ‫ اﺳﻢ‬kelimesi ‫ ﺛﻼﺛﺔ‬veya ‫ اﻗﺴﺎم‬kelimelerinin birinden bedelü’l-ba‘zdır. Âidi yoktur,
zira bedel ve bedelden sonra aksâm, mübdelün minhin bütün kısımlarını eksiksiz
saymıştır (Uralgiray, 1986: II, 724).

3.1.3.2.2. Bedelü’l-ba‘z mine’l-Külün Kullanım Biçimleri

Bedelin bu kısmında bedel ve mübdelün minhin durumu altı şekildedir.


1- Bedel ve mübdelün minh her ikisi de marife olur.
.‫ْﻞ َﻋﻠَﻰ اﻟَْﻌﺎﻟَِﻤ َﲔ‬
ٍ‫ِﻦ ﷲ َ ذُوﻓَﻀ‬
‫ﺾ ﻟََﻔ َ َﺴﺪ ِت ْاﻻَْر ُضَ وﻟٰﻜﱠ‬
ٍ ‫ْﻀْﻬﻢ َﺑِْﺒـﻌ‬
َُ‫ﱠﺎس ﺑـ َ ﻌ‬
َ ‫َ وﻟْ ََﻮﻻ َد ُﻓْﻊ ِﷲ اﻟﻨ‬
“Eğer Allah'ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü
bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.” (el-Bakara, 2/251)
Âyette bedel olan ‫ْﻀْﻬﻢ‬
َُ‫ ﺑـ َ ﻌ‬ile mübdelün minh olan ‫ﱠﺎس‬
َ ‫ اﻟﻨ‬kelimelerinin her ikisi de
marifedir (el-Heramî, 2008: II, 988).

21
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

2- Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de nekra olur.


Örneğin;
.ً ‫اﺋِﻖَ و ْاَﻋﻨَﺎ‬
َ‫ا ِ ﱠن ﻟِ ُﻠْﻤﺘِﱠﻘ َﲔَ َﻣﻔﺎزاً َﺣَﺪ‬
“Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler
vardır.” (en-Nebe’, 78/31, 32) Bu âyette bedel olan ‫اﺋِﻖ‬
َ ‫ َﺣَﺪ‬ile mübdelün minh olan ً‫َ َﻣﻔﺎزا‬
kelimelerinin her ikisi de nekradır (İbnu’l-Habbâz, 2007: 278).
3- Bedel marife, mübdelün minh nekra olur.
Örneğin; ُ ‫َﺟًﻼ ﻳ ََﺪﻩ‬
‫ْﺖ ُر‬
ُ ‫“ﺿﺮﺑ‬Adamın
َ eline vurdum.” cümlesinde bedel olanُ ‫ ﻳ ََﺪﻩ‬zamire
muzaf olduğu için marife, mübdelün minh olan ‫َﺟًﻼ‬ ‫ ُر‬ise nekradır.
4- Bedel nekra, mübdelün minh marife olur.
Örneğin; ُ ‫ْﺖ َزﻳ ًْﺪا ﻳ ًَﺪا ﻟَﻪ‬
ُ ‫“ﺿﺮﺑ‬Zeyd’in
َ eline vurdum.” cümlesinde ise bedel olan ‫ﻳ ًَﺪا‬
tenvînli olduğundan nekra, mübdelün minh olan ‫َزﻳ ًْﺪا‬ise alem/isim olması dolayısıyla
marifedir (İbnu’l-Habbâz, 2007: 278).
5- Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de ism-i zâhir olur. Gerideki
örneklere baktığımızda bunu görebiliriz (İbnu’l-Habbâz, 2007: 279).
6- Bedel ism-i zâhir, mübdelün minh zamir olur.
Örneğin;ُ ‫ﺿﺮﺑـﺘُﻪ ُ َ ْوَﺟﻬﻪ‬
ْ َ ‫“َزﻳ ٌْﺪ‬Zeyd’in yüzüne vurdum.” cümlesinde ism-i zâhir olan ُ ‫َ ْوَﺟﻬﻪ‬
kelimesiُ ‫ﺿﺮﺑـﺘُﻪ‬
ْ َ ’deki ‫ ُه‬zamirinden bedel olmuştur (İbn Bâbşâz, 1977: II, 427).
Kur’ân-ı Kerîm’den Bedelü’l-Ba‘z mine’l-Kül örnekleri

No Âyet /Meal Bedel/ Mübd. minh Kaynak

‫ُق ْاَﻫﻠَﻪ ُ َِﻣﻦ اﻟَﺜَﱠﻤﺮ ِات َ ْﻣﻦ اََٰﻣﻦِ ْﻣُﻨـْﻬﻢ ِ ِ َ واَﻟْﻴِـﻮم ْاﻻ ِٰﺧِﺮ‬
ْ‫َ وْارز‬ ‫ َ ْﻣﻦ اََٰﻣﻦِ ْﻣُﻨـْﻬﻢ‬/ُ ‫ ْاَﻫﻠَﻪ‬İbnu’l-Enbârî,
1997: 157
1 “Halkından Allah'a ve ahiret gününe
iman edenleri her türlü ürünle
rızıklandır.” (el-Bakara, 2/126)

ً‫َﺎعِ ْﻟَِﻴﻪ َﺳﺒِ ﻴﻼ‬


‫ْﺖَ ﻣِﻦ ْاﺳﺘَ ﻄ َا‬
ِ‫ﱠﺎس ِﺣ ﱡﺞ اَﻟْﺒـﻴ‬
ِ ‫َ وٰ ِ َﻋﻠَﻰ اﻟﻨ‬ ‫َﺎع‬
َ ‫َ ﻣِﻦ ْاﺳﺘَ ﻄ‬/ ‫ﱠﺎس‬
ِ ‫ اﻟﻨ‬İbnu’l-Enbârî,
1997: 157
2 “Yolculuğuna gücü yetenlerin
haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde
bir hakkıdır.” (Âl-i İmrân, 3/97)

‫ﺎب‬
ٍ ‫اَﻋﻨ‬
َْ ‫ﱠﺎتِ ْﻣﻦ‬
ٍ ‫ْﻌِﻬﺎﻗِ َْﻨـﻮ ٌان َداﻧِ ﻴ َ ﺔٌ َ َوﺟﻨ‬
َ ‫َ و َِﻣﻦ اﻟﻨ ْﱠﺨِﻞ ِ ْﻣﻦ ﻃَﻠ‬ ‫ْﻌِﻬﺎ‬
َ ‫ ِ ْﻣﻦ ﻃَﻠ‬/ ‫َِﻣﻦ اﻟﻨ ْﱠﺨِﻞ‬ el-Hemezânî,
2006: II, 654
“…hurma ağacının tomurcuğunda da
3 aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm
bahçeleri… (çıkarırız)” (el-En‘âm,
6/99)

22
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

‫ْﻤﺔ‬
ِ ‫اﳊِ َﻜ‬
ْ ‫ﺑﱡﻚ َِﻣﻦ‬
َ ‫ْﻚَ ر‬
َ‫ٰﻟِﻚِ ﳑﱠﺎ ْاَوٰﺣﻰا ِ ﻟَﻴ‬
َ ‫ذ‬ ‫ْﻤﺔ‬
ِ ‫اﳊِ َﻜ‬
ْ ‫ َِﻣﻦ‬/ ‫ ِ ﳑﱠﺎ ْاَوٰﺣﻰ‬el-Hemezânî,
4 2006: IV, 190
“Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği
bazı hikmetlerdir.” (el-İsrâ, 17/39)

ً‫ُﺺِﻣﻨْﻪ ُ ﻗَﻠِ ﻴﻼ‬


ْ ‫اَوْﻘ‬
‫ﻧِﺼﻔﻪ ُ اﻧِـ‬
َ ًْ‫ﻗُﻢ َْاﻟﱠﻴﻞ ا ﱠِﻻ ﻗَﻠِ ﻴﻼ‬
ِ ُ ‫ﻧِﺼﻔﻪ‬
َ ْ / ‫ َْاﻟﱠﻴﻞ‬ed-Dervîş, 2011:
VIII, 109
“Kalk, birazı hariç olmak üzere
5 geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut
bundan biraz eksilt.” (el-Müzzemmil,
73/2, 3)

3.1.3.3. Bedelü’l-İştimâl

Bedelü’l-iştimâli, bedelü’l-intikâl (el-Ehdel, 2010: I, 575) ve bedelü’l-mastar


(İbnu’l-Habbâz, 2007: 276) diye isimlendirenler de olmuştur. Nahiv ilminin kaynak
kitaplarına baktığımızda bedelin kısımları içerisinde hakkında en çok ihtilafın olduğu
kısım bedelü’l-iştimâl olduğu söylenebilir. Tanımlarına bir göz atalım:
“Bedelü’l-iştimâlin kuralı, bedel ve mübdelün minh arasında cüz’iyet alakasının
dışında bir alakanın olmasıdır.” (İbn Hişâm, 2011: 336) diye tanımlayanlar olduğu gibi,
buna cüz’iyet alakasıyla beraber külliyet alakasının da dışında bir alakanın olmasını
ilave edenler de olmuştur (İbnu’d-Demâmînî, 2008: II, 7). Nitekim âyette:
.‫اﳊَﺘَ ٍﺎل ﻓِ ﻴﻪ‬
ِ‫ﱠﻬِﺮام ْﻗ‬
‫ُﻮﻧَﻚ َﻋِﻦ اﻟ َﺸْﺮ‬
َ ‫َﺴـﻠ‬َٔ ْ ‫ﻳ‬
“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar.” (el-Bakara, 2/217) ‫“ﻗِ ﺘَ ٍﺎل‬savaş”
kelimesi ‫“ اﻟﺸْﱠﻬﺮ‬ay” kelimesinden bedel yapılmıştır. Kelimelerin anlamlarından da
anlaşıldığı gibi savaş ile ay kelimeleri arasında her hangi bir cüz’iyet veya külliyet
alakasından bahsedilemez. Ancak aralarında, savaşın ay içerisinde yapılması
alakası/ilişkisi kurulabilir.
Aralarında cüz’iyet ve külliyet alakasının dışında bir alakanın olduğu bedeldir
diye tanımı yapıldığında, bu mutlak ifade, tanıma bedelü’l-galatı da girdirir. Örneğin;
‫“ َﺟﺎﺋَِﲎ ﻳٌَْزﺪ ﻏُ َ ُﻪﻼ ُﻣ‬Zeyd, kölesi geldi” cümlesinde gelen Zeyd değil, kölesidir. Bunun
bedelü’l-galat olduğunda şüphe yoktur.
İbn Ca‘fer: “Buna bedelü’l-iştimâl denmesi, metbû‘un tâbi‘yi kapsamasından
dolayıdır. Ancak bu kapsama zarfın mazrûfu kapsadığı gibi bir kapsama değil, bilakis
metbû‘un tâbi‘ye genel olarak delalet ediyor olması ve onu bir şekilde
istiyor/gerektiriyor olmasıdır. Şöyle ki mübdelün minh söylendiğinde kişi bedelin
söylenmesini iştiyakla bekler ve genel olarak zikredilen mübdelün minhi özetleyip
açıklayarak bedel gelir.” demektedir.
el-Muberrid ise kendi sözüyle yukardaki sözü birbirine yakın bularak şöyle
demiştir: “Mübdelün minhe isnâd eden fiil, anlam tam ve mufid olması için bedeli de
kapsadığından dolayı bedelü’l-iştimâl denmiştir.” Çünkü ُ ‫“ ْاَﻋﺒََﺠ ِﲎ ﻳٌَْزﺪ ُﺣْﺴﻨُﻪ‬Zeyd’in
güzelliği hoşuma gitti.” cümlesinde hoşlanma fiili Zeyd’e isnâd ediyor ancak bu
hoşlanma onun etinden ya da kanından dolayı değil ondaki bir anlamdan dolayıdır.

23
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Dolayısıyla sadece Zeyd söylendiğinde cümle anlam yönünden yetersiz kalıyor ve


ikinci bir şeyi/bedeli gerektiriyor (er-Radî, 2008: II, 402).
Yine bedelü’l-iştimâli: “Bir şeyi, kendisini kapsayan fakat onun bir parçası
olmadığı şeyden bedel yapmaktır.” (el-Galâyînî, 2009: I, 179; el-Hâşimî, 2010: 270)
diye tarif edenler de olmuştur.
Nahiv âlimleri bedelü’l-iştimâl hususunda görüş ayrılığına düşmüşler. Bunlardan
ez-Zeccâc’ın görüşüne göre bedelü’l-iştimâl: “Bedelin mübdelün minhin bir sıfatı
olması şartıyla bir ismi diğer isimden bedel yapmaktır.” ‫“ ْاَﻋﺒََﺠ ِﲎ َْﻋﺒُﺪ ِﷲ ِﻋُْﻠﻪ ُﻤ‬Abdullah’ın
ilmi hoşuma gitti.” Burada görülen o ki iştimâl ile kastettiği mastarı isimden bedel
yapmaktır. Bu ise yanlıştır. Çünkü nahiv âlimleri ُ ُ‫“ ُﺳ ِﺮَق َْﻋﺒُﺪ ِﷲ ﺛـَْﻮﺑﻪ‬Abdullah’ın elbisesi
çalındı.” örneğini vermişlerdir. Hâlbuki ‫ ﺛﻮب‬mastar değildir.
Yine nahiv âlimlerinden bazıları bedelü’l-iştimali: “Bedelin mübdelün minhi
kapsaması ve onu içine alması şartıyla bir ismi diğer isimden bedel yapmaktır.”
demişlerdir. Böyle oluncaُ ُ‫“ ُﺳ ِﺮَق َْﻋﺒُﺪ ِﷲ ﺛـَْﻮﺑﻪ‬Abdullah’ın elbisesi çalındı.” örneği bu tanıma
girer. Çünkü elbise Abdullah’ı içine alır. Ancak bu da yanlıştır. Zira bu tanıma göre ‫ﺳﺮق‬
ُ ‫“ ﻋﺒﺪﷲ َﻓـﺮُﺳﻪ‬Abdullah’ın aygırı çalındı.” örneği aygır Abdullah’ı kapsayıp içine almadığı
için bedelü’l-iştimâl olmaz.
Doğru olan tanım ise şudur: “Mübdelün minhin bedeli kapsaması şartıyla bir
ismi diğer isimden bedel yapmaktır.” Bu tamım ile mübdelün minh söylendiğinde
onunla yetinilip bedele ihtiyacın kalmaması kastedilmiştir. Nitekim ‫“ ﺳﺮق ﻋﺒﺪﷲ‬Abdullah
çalındı.” dendiğinde mecazî olarak Abdullah’ın elbisesinin veya aygırının çalındığını
kastetmek mümkündür (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 253).
Yukardaki tanımlarda da görüldüğü gibi bedelü’l-iştimâlde bedelin, kapsayan mı
yoksa kapsanan mı, mastar mı yoksa câmid mi olduğu hususunda nahiv âlimleri
arasında ihtilaf olmuştur. Gerideki örneklerden de anlaşılacağı üzere bedelin bu
kısmında bedel, bazen mastar olur. Mastar olduğu zaman ise bazen mükteseb/kazanılan
bir şey olur, ilim gibi. Bazen gayr-ı mükteseb/kazanılmayan bir şey olur. Kazanılmayan
ise bazen lâzım/insandan ayrılmayan bir özellik olur, güzellik gibi. Bazen
mufârik/insandan ayrılan bir özellik olur, konuşma gibi. Bazen de mastarın dışında bir
kelime olur. Bu ise bazen zarfın mazrufu kapsadığı gibi mübdelün minhi kapsar, elbise
gibi. Bazen de zarfın mazrufu kapsadığı gibi mübdelün minhi kapsamaz, aygır gibi. Bu
kısımda en çok görülen şekli olduğu için bedelin çeşitlerini anlatmaya mastar ile
başlanıldı (İbn Hişâm, 2011: III, 453).
Bedelü’l-iştimâlde de bedelü’l-ba‘zda olduğu gibi bedelden mübdelün minhe
râci‘/dönen bir zamirin bulunması lazımdır. Bu zamir açıktan gelebileceği gibi gizli de
gelebilir. Geride zikrettiğimiz âyette zamir ‫ﻗِ ﺘَ ٍﺎل ﻓﻴﻪ‬şeklinde açık olarak gelmiştir. Zamirin
gizli olarak geldiğini görmek için şu âyete bakabiliriz:
.‫ذَات اَﻟْﻮﻗُﻮد‬
ِ ‫ﱠﺎر‬ِ ‫ﺎب ْاﻻ ُْﺧُﺪِوداَﻟﻨ‬
ُ ‫اَﺻَﺤ‬
ْ ‫ﻗُﺘِﻞ‬
َ
“(mü'minleri yakmak için) Hendek kazıp (içinde) alevli ateş yakanlar
lanetlenmiştir.” (el-Burûc, 85/4, 5) âyetinde bedel ‫اَﻟﻨﱠﺎر‬, mübdelün minh ise ‫ْاﻻ ُْﺧُﺪود‬

24
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

kelimesidir. Aslına bakılacak olursa bedel‫ َ ﻩُُر‬idi, zamirden niyabeten elif-lâm gelmiş ve
‫ اَﻟﻨﱠﺎر‬olmuştur (el-Eşmûnî, 2008: III, 186).
3.1.3.3.1. Bedelü’l-iştimâlin Kullanım Biçimleri

Bedelü’l-iştimâlde de bedel ve mübdelün minhin kullanım biçimleri altı


şekildedir. Bunlar:
1-Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de marife olur.
Örneğin; ‫“ أﻋﺠﺒﲎ زﻳﺪ ﻋﻘﻠﻪ‬Zeyd’in aklı hoşuma gitti.” cümlesinde bedel olan‫ ﻋﻘﻠﻪ‬ve
mübdelün minh olan ‫ زﻳﺪ‬kelimelerinin her ikisi de marifedir.
2-Bedel ve mübdelün minhden her ikisi de nekra olur.
Şu örneğe bakacak olursak, ََ‫“ أَْﻋَ َﺠﺒْـﺘ ِﲎ َﺟ ِﻳﺎرَﺔٌ َﺣَﺴٌﻦ ﳍﺎ‬Câriyenin güzelliği hoşuma gitti”
cümlesinde bedel olan ‫ ﺣﺴﻦ‬kelimesi ile mübdelün minh olan ‫ ﺟﺎرﻳﺔ‬kelimelerinin her
ikisinin de nekra olduğunu görürüz.
3-Bedel nekra, mübdelün minh ise marife olur.
.‫اﳊَ ﺮِام ﻗِ ﺘَ ٍﺎل ﻓِ ِﻴﻪ‬
ْ ‫ﱠﻬِﺮ‬
‫ُﻮﻧَﻚ َﺸﻋِْﻦ‬
‫َﺴـﻠ َاﻟ‬
َٔ ْ ‫ﻳ‬
“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar.” (el-Bakara, 2/217)
Âyette bedel olan ‫ﻗِ ﺘَ ٍﺎل‬nekra, mübdelün minh olan ‫اﳊَ ﺮِام‬
ْ ise marifedir.
4-Bedel marife, mübdelün minh ise nekra olur.
Baktığımızda ُ ‫ﺷﺘـَ ْﻬﻴ ُﺖ َﻃَﻌًﺎﻣﺎ ﺒﻃَِﻴ ّﻪ‬
َِْ ‫“ ا‬Canım iyi bir yemek çekti” cümlesinde bedel olan
ُ ‫ ﺒﻃَِﻴ ّﻪ‬kelimesinin marife, mübdelün minh olan ‫ َﻃَﻌًﺎﻣﺎ‬kelimesinin de nekra olduğunu
görmekteyiz.
5-Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de ism-i zâhir olur. Geride geçen
örneklerde de gördüğümüz gibi (İbnu’l-Habbâz, 2007: 279).
6-Bedel ism-i zâhir, mübdelün minh zamir olur.
Örneğin; ‫ﺠﺘَﺒـ ِﲎ ِﺣُْﻠﻤ َﻚ‬
ْ َ‫“ ْاَﻋ‬Senin ahlakın hoşuma gitti.” cümlesinde ‫ ِﺣُْﻠﻤ َﻚ‬kelimesi
‫ ْاَﻋَ َﺠﺒْـﺘ ِﲎ‬kelimesindeki muttasıl muhatap zamiri olan ‫’ت‬den bedel olmuştur (İbnu’l-
Habbâz, 2007: 279).
Bedelü’l-ba‘z ile bedelü’l-iştimâl arasında iki yönden fark vardır. Birincisi,
bedelü’l-iştimâl anlamlarla ve his ve akıl yönünden anlam konumundaki şeylerle olur.
Bedelü’l-ba‘z ise kendisinde var olan anlamlarla değil ancak mübdelün minhden
bir parça ile olur. İkincisi, bedelü’l-iştimâlde bedel şayet söylenmese, kişi ondaki hangi
anlamın kastedildiğini öğrenmek ister. Bedelü’l-ba‘zda durum böyle değildir (İbn
Bâbşâz, 1977: II, 428).

25
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Kur’ân-ı Kerîm’den Bedelü’l-İştimâl örnekleri

N Bedel/ Mübd.
o Âyet /Meal Minh Kaynak

‫اَن ﻳ ُﺬَْﻛﺮ ﻓِ َﻴﻬﺎ اﲰُْﻪ ُ َ َوﺳﻌٰﻰ ِﰲَﺧﺮاِ َ ﺎ‬


ْ ‫ﻨَﻊَ َﻣﺴِﺎﺟَﺪ ِﷲ‬
َ ‫ََوْﻣﻦ اَﻇْﻠَُﻢِ ﳑْﱠﻦَ ﻣ‬ ‫اَن ﻳ ُ ﺬَْﻛﺮ‬
ْ / ‫ َ َﻣﺴِﺎﺟَﺪ ِﷲ‬el-Hemezânî,
‫ ﻓِ َﻴﻬﺎ‬2006: I, 365
1 “Allah'ın mescitlerinde onun adının anılmasını
yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan
kim daha zalimdir.” el-Bakara 2/114

‫َُﻮر‬
ُ‫َْﺴ َﻒ ﺑِ ُﻜُﻢ ْاﻻَْر َض ﻓَﺎِ ذَا َِﻫﻲ ﲤ‬
ِ‫اَن ﳜ‬
ْ ‫اﻟﺴﱠﻤِﺎء‬
َ ‫اَﻣﻨـ ْﺘُﻢَ ْﻣﻦ ِﰲ‬
ِْ َ ‫ء‬ ‫َْﺴ َﻒ‬
ِ‫اَن ﳜ‬
ْ / ‫ َ ْﻣﻦ‬el-Beydâvî,
2001: XIX,
2 “Göktekinin sizi yere geçirivermeyeceğinden
205
emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız
yer yüzü şiddetle çalkalanıyor.” (el-Mülk 67/16)

‫ِﺼﺎﻟُﻪ ُ ِﰲ َﻋَ ْﺎﻣﲔِ ِاَن‬


َ‫ﲪ ﻠَﺘْﻪ ُ اُﻣﱡﻪ ُ َ ْوﻫﻨﺎً َﻋﻠٰﻰَ ْوﻫٍﻦَ وﻓ‬
ََ ‫اﻟِﺪﻳ ِْﻪ‬
َ ‫ ِاَن ْاﺷ ْﻜُﺮ ِﱄ ََوو ْﱠﺻﻴـﻨَﺎ ْاﻻِ َﻧْﺴ َﺎن َﺑِﻮ‬/ ‫اﻟِﺪﻳ ِْﻪ‬
َ ‫ َﺑِﻮ‬el-Hemezânî,
‫ْﻚ‬
َ ‫اﻟِﺪﻳ‬
َ ‫ُﺮ ِوﻟﱄَِﻮ‬
َ‫ْاﺷ ْﻜ‬ 2006: V, 213
“Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek
3 karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki
yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle
emrettik: "Bana ve anne babana şükret.”
(Lokmân 31/14)

‫ُﺬَﺑُّـﺢ‬
ِ ‫ﺎﺋِﻔًﺔِ ْﻣُﻨـْﻬﻢ ﻳ‬
َ َ‫ﻌِﻒ ﻃ‬
ُ ‫ﺘَﻀ‬
ْ ‫ضََْوﻫَﻠﺟَﻌَﻬﻞﺎاَِﺷﻴ َ ﻌﺎً ﻳ َْﺴ‬
ِ ‫َﻼ ِﰲ ْاﻻَْر‬ َ‫ا ِ ﱠن ﻓِْ َْﺮﻋﻮَن ﻋ‬ ‫ُﺬَﺑُّْـﺢﺑـاَﻨَﺎء َ ُْﻫﻢ‬
ِ ‫ ﻳ‬/ ‫ﻌِﻒ‬
ُ ‫ﺘَﻀ‬
ْ ‫ ﻳ َْﺴ‬İbn Âşûr,
‫ﻧِﺴﺎء َ ُْﻫﻢ‬
َ ‫ﺘَﺤـ ِﻲ‬
ْ ‫ْ ﺑـاَﺎءﻨَ َ ُْﻫﻢَ وﻳ َْﺴ‬ 1984: XX, 67
“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde)
4 büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara
ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını
boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu.” (el-
Kasas 28/4)

‫ٰﺚ‬
ٍ ‫ﺎت ﺛـَﻠ‬
ٍ ‫اُﻣﱠﻬﺎﺗِ ْﻜُﻢ َﺧﻠْﻘﺎً ِ ْﻣﻦ ﺑـ َْ ِﻌﺪ َﺧﻠٍْﻖ ِﰲ ﻇُﻠَُﻤ‬
َ ‫ﰲ ُﻄُﻮ ِن‬
‫َْﳜﻠُُﻘ ْﻜُﻢ ِ ﺑ‬ ‫ ِﰲ‬/ ‫اُﻣﱠﻬﺎﺗِ ْﻜُﻢ‬
َ ‫ُﻄُﻮن‬
ِ ‫ﰲ‬ ‫ ِ ﺑ‬ed-Dervîş,
‫ﺎت‬
ٍ ‫ ﻇُﻠَُﻤ‬2011: VI, 491
5 “Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan
öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde
oluşturuyor.” (ez-Zümer, 39/6)

3.1.3.4. Bedelü’l-Mubâyin

Nahiv ilminin ortaya konulduğu ilk asırlarda bedelin bu kısmına herhangi bir
isimlendirme ve tanım yapılmadığını ve sadece örneklerle bu kullanımın doğru olup
olmadığının anlatıldığını görmekteyiz.

26
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Sîbeveyh el-Kitâb isimli eserinde şu bilgilere yer verir: ‫ْﺖ أَ َزﻳ ٍْﺪ‬ُ ‫“َ رأَﻳ‬Zeyd’in
babasını gördüm.” ve ً‫َﻤﺮا‬ ‫ْﺖ ْﻋ‬
ُ ‫‘“ َ رأَﻳ‬Amr’ı gördüm.” demeyi murat eden kimse ُ ‫ْﺖ َزﻳ ْﺪاً أَ َﻩ‬
ُ ,‫َ رأَﻳ‬
ً‫ْﺖ َزﻳ ْﺪاً ْﻋَﻤﺮا‬
ُ ‫“رأَﻳ‬Zeyd’i,
َ (afedersin) babasını gördüm, Zeyd’i, (afedersin) ‘Amr’ı gördüm.”
diyebilir. (Bu durumda mütekellim) hata yapmış veya unutmuş ve hemen sözünün
farkına varmıştır. Ya da ‫ زﻳﺪا‬kelimesinden vazgeçip onu uzaklaştırarak onun yerine ً‫َﻤﺮأ‬ ‫ْﻋ‬
kelimesini getirmiştir (Sîbeveyh, 2009: I, 205).
Sîbeveyh’in “(Bu durumda mutekellim) hata yapmış veya unutmuş ve hemen
sözünün farkına varmıştır ya da ‫ زﻳﺪا‬kelimesinden vazgeçip onu uzaklaştırarak onun
yerine ً‫َﻤﺮا‬
‫ ْﻋ‬kelimesini getirmiştir.” sözünde, kendisinden sonraki dönemlerde
isimlendirmeleri ve tanımları yapılan bedelü’l-galat, bedelü’n-nisyân ve bedelü’l-
idrâbın temellerinin var olduğunu görmekteyiz.
Bedelin bu kısmını el-Bedelü’l-mubâyin (İbn ‘Akîl, 1995: II, 228), bedelü’l-
galat (er-Radî, 2007: II, 403), bedelü’l-bedâ, bedelü’l-idrâb (es-Suyûtî, 1998: III, 149)
ve el-bedelü’l-mugâyir (es-Sâmerrâî, 2011: II, 183) diye farklı şekillerde isimlendirenler
olmuştur.
“Bir şeyi, ne aynısı ne bazısı olduğu ve kapsamında da olmadığı ona zıt olan
şeyden bedel yapmaktır.” diye tanımlanan bedelü’l-mübâyin üç kısımdır: bedelü’l-galat,
bedelü’n-nisyân ve bedelü’l-idrâbdır (el-Galâyînî, 2009: I, 180).

3.1.3.4.1. Bedelü’l-Galat

Bedelü’l-galat diye isimlendirilmesi konuşma/mübdelün minhin zikredilmesi


esnasında oluşan hatayı gidermesi sebebiyledir (er-Radî, 2007: II, 404; İbn ‘Akîl, 1995:
II, 228). Yoksa bedelin kendisi hata değildir (er-Radî, 2007: II, 404).
“Bedelü’l-galat, aralarında külliyet ve cüz’iyet alakası olmayan ve mübdelün
minhin söylenmesi esnasında dinleyen kişiyi bedeli bekler bir vaziyette bırakmayan
bedeldir” (İbnu’d-Demâmînî, 2008: II, 7).
“Bedelü’l-galat kişi bir şeyi söylemeyi istediğinde dilinden o şeyin dışında önce
başka bir kelimenin çıkmasıdır.” Örneğin; ً‫“ ِﻟَْﻘﻴ ُﺖ ﻳَ ْزﺪاً َﻋْﻤﺮا‬Zeyd’le, (hayır) ‘Amr’la
karşılaştım.” Burada karşılaşılan kişi ‘Amr’dır. Karşılaşılmakla kast edilen kişi
olmamasına rağmen ağızdan hata ile önce Zeyd kelimesi çıkmıştır. Hemen arkasından
asıl kast ettiği ‘Amr kelimesini getirerek Zeyd’den bedel yapmıştır. Bu gibi yerlerde
fasih olan ise bedel ile beraber ‫ ﺑﻞ‬harfini kullanmaktır. Yani ً‫ ِﻟَْﻘﻴ ُﺖ ﻳَ ْزﺪاً ﺑْ َﻞ َﻋْﻤﺮا‬demektir
(İbnu’l-Enbârî, 2010: 158).
Bedelü’l-galatta gerçekte söylenilmek istenen mübdelün minh değil bilakis
bedelin kendisidir (İbn ‘Akîl, 1995: II, 228). Meselâ ‫“ ََﻣْﺮر ُت ﺑُِ َﺟ ٍﺮﻞ ِﲪﺎٍَر‬Bir adama, (hayır)
eşeğe uğradım.” denildiği zaman eşeğe uğranıldığı kastedilmiş olur. ‫“ رﺟﻞ‬adam”
kelimesinin cümlede söylenmesi unutularak veya hata ile olmuş ve kastedilen anlamın
arasında ‫“ َُﺟرٍﻞ‬adam” kelimesi yoktur (el-Curcânî, 2011: 279).
Bedelü’l-galatın hakkı ‫ ََﻣْﺮر ُت ﺑُِ َﺟ ٍﺮﻞ ﺑْ َﻞ ِﲪﺎٍَر‬cümlesinde olduğu gibi ‫ ﺑﻞ‬ile
kullanılmaktır. Bu kullanım şekli bir insanı cahillikle yermek istediğinde daha güzel bir
kullanımdır. Önce ‫“ ََﻣْﺮر ُت ﺑُِ َﺟ ٍﺮﻞ‬Bir adama uğradım.” sonrasında ‫“ ﺑْ َﻞ ِﲪﺎٍَر‬hayır eşeğe”

27
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

dersin. Zira sen uğradığın kişinin cahil ve insanlık mefhumundan yoksun biri olduğunu
anlatmak istiyorsun. Burada vurgulanmak istenen yergi önce ‫ َُﺟرٍﻞ‬lafzının söylenmesi ve
akabinde ‫ ﺑْ َﻞ‬harfinin getirilmesi ile anlaşılır. (el-Curcânî, 2011: 280)
Bedelü’l-galat Kur’ân-ı Kerîm’de ve fasih kelamda bulunmaz. (İbnu’l-Enbârî,
2010: 158) Zîrâ fasih kimse görüş sahibi ve zeki olur. (el-Mekkî, 2011: 98)

3.1.3.4.2. Bedelü’l-İdrâb

Bedelü’l-idrâb aynı zamanda bedelü’l-bedâ diye de isimlendirilir (er-Radî, 2007:


II, 403; İbn ‘Akîl, 1995: II, 228).
Mübdelün minhi bilerek ve (gerkçekte) kastederek söyledikten sonra
ikinci/bedel (brinciye/mübdelün minhe) yabancı olduğu için hata yaptığını
düşünmekdir. Bu, şairlerin çoğu kez fesâhatta abartı ve sanat yapmak için kullandığı
şeydir. Bunun şartı ise (sözdeki anlamın) aşağıdan yukarıya doğru yükselmesidir. ‫َْﻢ‬ ٌ‫ِﻫﻨٌْﺪ ﳒ‬
‫َْﺲ‬
ٌ ‫َﺪر ﴰ‬
ٌْ ‫“ ﺑ‬Hind yıldızdır, (hayır) aydır, (hayır hayır) güneştir” örneğinde her ne kadar
mütekellim ‫َْﻢ‬ ٌ‫‘ ﳒ‬yıldız’ı bilerek söylese de hata yaptığını ve aslında yıldızı
kastetmediğini, hemen sonrasında ‫َﺪر‬ ٌْ ‫ ﺑ‬kelimesini getirerek Hind’i ‘ay’a benzettiğini,
sonrasında bunda da hata yaptığını ve akabinden ‫َْﺲ‬ ٌ ‫ ﴰ‬kelimesini getirerek güneş’e
benzettiğini ifade etmiştir (er-Radî, 2007: II, 403).
“Mutlak olarak veya kasıtlı olarak bedel mübdelün minhe muhalif olursa
bedelü’l-idrâb denilir.” Burada bedelin ‫ ﺑْ َﻞ‬ile matûf makamında gelebilmesine tembih
vardır. Örneğin, ً‫اﻟﺴ َﺎﺋِﻞ ِ َﻏ رﻴﻔﺎَِد َْﳘرﺎ‬
‫“ أَْﻋ ِﻂ ﱠ‬Dilenciye somunu, (hayır) dirhemi ver” cümlesinde
mütekellim önce somunu ver diyor ve dilenciye karşı kalbi yumuşuyor hemen
sonrasında somundan bedel yaparak dirhemi vermesini söylüyor. Bu tür bedelde bedel
ve mübdelün minhin her ikisi de nâsıh ve mensûh gibi kastedilmiştir/önce hakîkî
anlamında bir lafız zikredilmiş sonrasında ondan dönülerek ikinci bir şey söylenmiştir
(İbn Mâlik, 2009: III, 195).
Yukarıdaki tanımda “mutlak olarak muhalif olursa” sözünden maksat, bir
şekilde bedelin tamamen mübdelün minhe muhalif olmasıdır. Bedelü’l-külde bedel ve
mübdelün minh, lafız yönünden farklılar fakat anlam yönünden aynılar veya anlamı
daha iyi açıklamak için mana yönünden farklı lafız yönünden birdirler. Aralarındaki
zıtlık her yönden olmayıp bazı yönlerden olduğu için bedelü’l-ba‘z ve iştimâl
metbû‘larıyla lafız ve mana yönünden farklı olmalarına rağmen aralarında kendileriyle
metbû‘larını aynı/muhalif olmayan hükmünde kılan bir alâka vardır. Bedelü’l-idrâb ise
hem anlam hem de lafız açısından metbû‘una zıt olduğu gibi metbû‘u ile kendisi
arasında bir alaka da yoktur. Dolayısıyla aralarında bazı açılardan değil tam bir zıtlık
vardır (İbn Mâlik, 2009: III, 196).
Bir başka tanımda ise, “Kendisi kastedildiği gibi metbû‘u da kastedilen bedeldir”
denilmektedir. Örneğin, ً‫“ أَ َﻛْﻠ ُﺖ ُ ْﺧﺒﺰاً ﳊَْﻤﺎ‬Ekmeği, (af edersin) eti yedim” cümlesinde
mütekellim önce ekmeği yediğini söylüyor hemen sonrasında eti yediğini fark ediyor ve
ekmekten bedel yaparak eti yediğini söylüyor (İbn ‘Akîl, 1995: II, 228).
Yukarıdaki bedelü’l-idrâbın tanımlarına ve örneklerine baktığımızda, cümlede
doğru olduğunu düşünerek bir şeyin söylendiğini ve hemen ardından söylenilen şeyin

28
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

yanlış olduğu bilinip ondan başka bir şeyin bedel yapıldığını ve cümlede gerçek
kastedilenin mübdelün minh değil bedel olduğunu görmekteyiz. Başka bir tanımda ise
bunların aksine “Bedel ve mübdelün minhin aralarında külliyet, cuz’iyet ve başka bir
alaka olmaksızın doğru bir şekilde kastedilmesidir” dedikten sonra şu hadisi delil
getirir:
.‫ﻼَة ﻣﺎَ ُﺘِﻛ َﺐﻪ ُﻟَ ﻧِْﺼُﻔﻬﺎَ ﺛـُﻠُﺜُﻬﺎَﻌ ﺑُـَُُرﻬﺎ ا َِﱃﻋُ ْﺸ َِﺮﻫﺎ‬
َ ‫ﺼ‬‫ﺼﻠّﻰ اﻟ ﱠ‬
َُِ ‫إِﱠن ُﱠاﻟﺮﺟَﻞ ﻳ‬
“Kişi kendisine farz kılınan namazının yarısını, üçte birini, dörtte birini… onda
birini kılar.” Burada bedel ‫ ﺛـُﻠُﺜُﻬﺎَ ﻌ ﺑُـَُُرﻬﺎ ا َِﱃﻋُ ْﺸ َِﺮﻫﺎ‬üçte birini, dörtte birini… onda birini
kelimeleri bedelü’l-idrâb olup öncekini kastetmekle beraber bir sonrakine geçiş içindir
yoksa (öncekini) iptal etmek için değildir. Bundan dolayı bedelü’l-idrâb bedelü’l-bedâ
diye isimlendirilir. Zira mütekellim bir şeyi haber verir ve bu verdiği haberi iptal
etmeden başka bir şeyi haber vermesi gereksinimi ortaya çıkar (Zekeriyyâ el-Ensârî,
2011: III, 1134).
Bedelü’l-galat ile bedelü’l-idrâb arasında şöyle bir fark vardır. Örnekle
açıklayacak olursak ‫“ ُﺧ ْﺬﻧـَْ ﺒﻼًُ ﻣًﺪى‬Oku, (af edersin) bıçakları al” cümlesinde eğer ً‫‘ﻧـَْ ﺒﻼ‬ok’
ve ‫‘ ُ ﻣًﺪى‬bıçaklar’ kelimelerinin her ikisi de kastedildiyse bedelü’l-idrâbdır. Böyle değil
de sadece bıçakların alınması kastedildiyse o zaman bedelü’l-galattır (İbn ‘Akîl, 1995:
II, 228).

3.1.3.4.3. Bedelü’n-Nisyân

Bedelü’n-nisyân “Bir şeyi unutarak olması gerekenin dışında zikrettikten sonra


unutulan şeyi hatırlayıp birinciden bedel yaparak söylemektir” (İbn ‘Usfûr, 1998: I,
254; İbn Hişâm, 2011: III, 455; es-Sâmerrâî, 2011: II, 183) ve “Söylendikten sonra
kastedildiği anlamın bozuk olduğu ortaya çıkan lafızdan bedel yapılmak için zikredilen
lafızdır.” (el-Galâyînî, 1994: I, 180) diye tarif edilmiştir. Örneğin, ً‫َﺟﻼً ِﲪ َ ﺎرا‬
‫ْﺖ ُر‬
ُ ‫“ َ رأَﻳ‬Bir
adamı (hayır) eşeği gördüm” cümlesinde ilk anda görülenin unutularak bir adam olduğu
zannediliyor ve onun bir eşek olduğu hatırlanıp bedel olarak zikrediliyor.
Bu gibi durumlarda yanlışlıkla sıfatın kastedildiği anlaşılmasın için bedelin
başına ‫ ﺑﻞ‬getirilmesi güzel olur. Dolayısıyla onun bedelü’l-idrâb olduğu anlaşılır. Öyleki
َ‫َﺟﻼً ِﲪ َ ﺎراً ْاَو ﺛـَْﻮرا‬
‫ْﺖ ُر‬
ُ ‫“أَﻳ‬Adamı,
‫َر‬ eşeği veya öküzü gördüm” dediğimizde söz, “Cahil veya aptal
bir adamı gördüm” şeklinde anlaşılabilir (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 253).
Bedelü’l-galat ile bedelü’n-nisyân arasındaki fark şudur: Bedelü’l-galat dilde
olur, bedelü’n-nisyân kalpte olur (İbn Hişâm, 2011: 336). Çünkü hata dilde, unutma ise
kalpte meydana gelir (Zekeriyyâ el-Ensârî, 2011: III, 1134). Fasih kimselerin sözünde
bedelü’n-nisyân olmaz. Şiirde ise asla olmaz (er-Radî, 2007: II, 404).

3.1.3.5. Bedelü’l-Kül mine’l-Ba‘z

Bedelin kısımlarının meşhur olanları buraya kadar anlattığımız dört tanesidir.


Nahiv âlimlerinden bazıları bu dört taneye beşinci bir kısmı ekleyerek bedelü’l-kül
mine’l-ba‘z ismini vermişler ve bu görüşlerini destekleyen birkaç delil sunmuşlardır (el-
Murâdî, 2001: III, 1039; el-Eşmûnî, 2008: III, 188; ‘Abbâs, 2008: III, 482).

29
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Bir kısım nahiv âlimleri bedelü’l-kül mine’l-ba‘zı da bedelin kısımları arasına


eklediklerini söyleyerek İmruu’l-Kays’ın şu şiirini delil göstermiştir.
‫ﻗِﻒ َ ْﺣﻨﻈ َِﻞ‬
ُ ‫اﳊ ََّﻰ‬
ِْ ‫ﻟ ََﺪى َﲰَُﺮ ِات‬ ‫ََﻤﻠُﻮا‬
‫َِﻛﺄَّﱏﻏََﺪاةَ اَﻟْﺒْـﲔِ ﻳـ ََْﻮم ﲢ ﱠ‬
“Sanki ben ayrılık sabahı, onların taşındığı gün, semura (bir tür muz ağacı)
ağaçlarının dibinde Ebu Cehil karpuzu sıkıyordum (sevgilimin gidişine ağlıyordum).
Bedel olan ‫ ﻳـ ََْﻮم‬kelimesi gün anlamına gelmekte, mübdelün minh olan ‫ﻏََﺪَاة‬
kelimesi ise sabah anlamındadır. Sabah günün bir parçası olması dolayısıyla bedelü’l-
kül mine’l-ba‘zdır.
Nahiv âlimlerinin çoğu bu şiiri yorumlayarak bedelü’l-kül mine’l-ba‘za örnek
olamayacağını söylemişlerdir (el-Murâdî, 2001: III, 1039). Yaklaşık olarak el-
Murâdî’den iki asır sonra yaşayan ve aynı şiiri de delil getiren es-Suyûtî ise Hem‘u’l-
Hevâmi‘ Şerhu Cem‘i’l-Cevâmi‘ isimli eserinde şöyle söylemektedir:
Nahiv âlimlerinin çoğunluğunun aksine bedelü’l-kül mine’l-ba‘z fasih kelamda
da kullanıldığı için var olduğu tercih edilir. Çünkü âyette şöyle zikredilmektedir:
.‫ﱠﺎت َﻋْﺪٍن‬
ِ ‫ﻮن َْ ٔﺷﻴـﺎً َﺟﻨ‬
َ ‫اﳉَ ﻨﱠ َﺔَ َوﻻ ﻳ ُ ﻈُْﻠَﻤ‬
ْ ‫ُﻮن‬
َ ‫ﺌِﻚ ﻳ َْﺪُﺧﻠ‬
َ‫ﻓَﺎُوﻟ‬
ٰ
“Onlar cennete, Rahmân'ın, kullarına gıyaben vaad ettiği "Adn" cennetlerine
girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır.” (Meryem, 19/60, 61)
Burada bedel olan ‫ﱠﺎت َﻋْﺪٍن‬
ِ ‫‘ َﺟﻨ‬Adn cennetleri’ kelimesinin çoğul olması, mübdelün
minh olan ‫اﳉَ ﻨَﱠﺔ‬
ْ ‘cennet’ kelimesinin de müfred olması dolayısıyla bedelü’l-kül mine’l-
ba‘z demişlerdir. Bunun faydası ise o cennetin bir tek cennet olmayıp birden çok cennet
olduğunu belirtmektir.
Yine bu tür bir bedelin var olduğuna aşağıdaki şiiri de delil olarak getirmişlerdir.
‫اﻟﻄﱠﻠﺤﺎَت‬
ِ َ‫ﺘﺎَن ﻃَﻠَْﺤﺔ‬
َ ‫ﺑِﺴِﺠْﺴ‬
ِ َ‫َﺣﻢ ﷲ ُ أَﻋْﻈُﻤﺎً َدﻓـَﻨُﻮﻫﺎ‬
َ‫ِر‬
“Kemikleri Sicistan’a defnedilen Talhaların Talhasına Allah rahmet eylesin.”
Bu şiirde َ‫‘ ﻃَﻠَْﺤﺔ‬Talha’ bedenin parçası olan ً‫‘ أَﻋْﻈُﻤﺎ‬kemikler’ kelimesinden
bedelü’l-kül mine’l-ba‘zdır (es-Suyûtî, 1998: III, 150).
Bu kısım bedelin olmadığını savunanlar ise, bazı nahiv âlimlerinin bu şiiri
bedelü’l-kül mine’l-ba‘z için delil zannettiklerini, bedelin kısımları arasına bedelü’l-kül
mine’l-ba‘zı da eklediklerini, ancak doğru olanın ‫ أَﻋْﻈُﻢ‬kelimesinin anlamından da
çıkarılabileceği gibi zikru’l-ba‘z irâdetü’l-kül/parçayı söyleyip bütünü kast etmek
bakımından bedelü’l-kül mine’l-kül olduğunu söylemişlerdir (eş-Şenkîtî, 1999: II, 400).

3.1.3.6. Bedelü’t-Tafsîl

Bedelin bu kısmına baktığımızda aslında bedelü’t-tafsîl isminde ittifak


edilmediğini ve bedelin kısımları arasında müstakil bir kısım olarak zikredilmediğini ve
dolayısıyla net bir tanımının yapılmadığını görmekteyiz. Bedelin bu kısmına şu isimler
verilmiştir: “Bedelü’l-mudammeni’l-hemz” (İbn Mâlik, 2008: III, 192), “el-Bedel min
ismi’l-istifhâm” (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 265), “el-Mübdel min şartin ev istifhâmin” (es-

30
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Suyûtî, 2011: 259), “Bedelü’t-tafsîl” (İbn Mâlik, 2009: III, 193; es-Sabbân, 2008: III,
193; ‘Abbas, 2008: III, 488).
Mübdelün minh bazen ism-i istifhâm olur ve hemze-i istifhâm manasını
barındıran bedel diye isimlendirilir. Bazen de ism-i şart olur, şart harfi anlamını
barındıran bedel diye isimlendirilir. Durum bu kapalı anlamsal içeriği açıklayan bedeli
gerektirdiği zaman mübdelün minhin ism-i istifhâm anlamını içerdiği yerde bedel ile
beraber istifhâm harfi olan hemze ortaya çıkar (el-Eşmûnî, 2008: III, 192; el-Hudarî,
2003: II, 641; ‘Abbas, 2008: III, 389). İsm-i şart olması durumunda ise aynı anlamı
yerine getirmede bedelin mübdelün minhe mutabakatı için bedel ile beraber şart harfi
olan ‫ ْإن‬açıktan gelir. Burada mübdelün minh ile beraber istifhâm ve şart harfinin açıktan
gelmemesi şarttır.
Mübdelün minhin barındırdığı istifhâm bazen miktardan istifhâm, bazen zâttan
istifhâm ve bazen de bunların dışında başka bir anlamdan istifhâm olur.
Miktardan istifhâm olduğuna örnek: ِ‫“ َْﻛﻢ ُُﻛﺘـﺒ ُْﻚ أَِﺌَﻣ ﺔٌ أَْم ِ َﻣﺌَـْﺘـﲔ‬Kaç kitabın var? Yüz
mü? İkiyüz mü?” ٌ‫ ِﺌَﻣ ﺔ‬adedi açıkladığı için ‫’ َْﻛﻢ‬den bedelü’t-tafsîldir.
Zâttan istifhâm olduğuna örnek: ً‫“ َ ﻣْﻦ َﺷ ْﻛَ َﺎرﺖ أَ َﻛ ِﺎﻣﻼَ ْأَم َ ْﻣﻨ ُﺼﻮرا‬Kime ortak oldun?
Kamil’e mi? Mansûr’a mı?”ً‫ َﻛ ِﺎﻣﻼ‬kelimesi soru edatı olan ‫’َ ﻣْﻦ‬den bedelü’t-tafsîldir.
Miktar ve zâtın dışındaki anlamdan istifhâm olduğuna örnek: ً‫َ ﻣﺎ َﺗـَْﻘﺮأُ أََﺟِﻴ ّﺪاً ْأَم ِدَ رﻳﺌﺎ‬
“Ne okuyorsun? İyi mi? Kötü mü?” َ‫ َﺟِﻴ ّﺪا‬kelimesi istifhâm edatı olan ‫’ﻣﺎ‬dan
َ bedelü’t-
tafsîldir (‘Abbas, 2008: III, 389).
Mübdelün minhin barındırdığı şart bazen âkıl veya gayr-ı âkıl için, bazen de
zaman veya mekân için olur.
Âkıl için olduğuna örnek: ُ ‫ُﺟﺎَﻣﻠْﻪ‬
ِ ‫إِن َﻋُﺪﱞو أ‬
ْ ‫إِن َ ِﺻﺪٌﻳﻖَ و‬
ْ ‫“ َ ْﻣﻦ ُﳚ ِﺎَﻣﻠِْﲎ‬Dost olsun düşman olsun
kim bana güzel davranırsa ben de ona güzel davranırım.” ‫ﺻﺪٌﻳﻖ‬ ِ َ kelimesi şart edatı olan
‫’َ ْﻣﻦ‬den bedelü’t-tafsîldir. Kelamda zahir olan ‫ ْإن‬şartiyenin şart anlamı yoktur, sadece
ismi şart harfidir. Cezm etmez ve herhangi bir şeyin âmili de olmaz. Sırf tafsil anlamı
ifade eder. Bundan dolayı ‫ إن‬tafsîliye diye isimlendirilir (‘Abbâs, 2008: III, 489).
Gayr-ı âkıla örnek: ‫ِﺪاَ َ و ْإنَِردﻳﺌﺎً َﺗـﺘَ ﺄَﺛْـﱠﺮ ﺑِِﻪ ﻧـَﻔُْﺴَﻚ‬
ّ ‫ “ ﻣﺎَ ﺗَـَﻘْﺮأُ ْإن َﺟﻴ‬Ne okursan; iyi olsun kötü
olsun, ondan etkilenirsin.” ً‫ِﺪا‬
ّ ‫ َﺟﻴ‬kelimesi ‫ َ ﻣﺎ‬kelimesinden bedeldir. Cümlede zikrolunan
‫’ ْإن‬in tafsil anlamının dışında bir etkisi yoktur.
Zamana delalet eden şartın örneği: ‫ﻘﺎَﺋِﻚ‬َ ِ‫إِن ﺑـ َْﻌَﺪ ٍﻏَﺪ أََْﺳﻌْﺪ ﺑِﻠ‬
ْ ‫إِن ﻏَﺪاً َ و‬
ْ ‫ْﱏ‬‫“ َ َﻣﱴ ُﺗـَﺰِر‬Ne zaman
bana gelirsen; ister yarın olsun ister yarından sonra, seninle karşılaşmaktan mutluluk
duyarım.” ً‫ ﻏَﺪا‬kelimesi ‫ َ َﻣﱴ‬kelimesinden bedeldir. ‫ ْإن‬tafsil içindir (‘Abbâs, 2008: III,
489).
Mekâna delalet eden şartın örneği: ً‫ِﻳﻜَﺔ َﲡِ ْﺪ َ رَاﺣﺔ‬
ِ ‫إِن ْﻓـَﻮَق ْاﻷَر‬
ْ ‫ُﺮَّﺳوﻰ‬
ِ‫إِن ْﻓـَﻮَق اﻟْ ِْﻜ‬
ْ ‫ﻠِﺲ‬
ْ َْ‫َْﺣﻴـﺜُﻤﺎَ ﲡ‬
“Nereye oturursan, ister sandalyeye ister koltuğa, rahatlarsın.” ‫ ْﻓـَﻮَق‬kelimesi َ‫’َْﺣﻴـﺜُﻤﺎ‬dan
bedelü’t-tafsîldir. ‫ ْإن‬ise tafsil içindir.
Bütün örneklerde bedelin ‫ ْإن‬harf-i şartına bitişik olarak gelmesi, açıkça
zikredilmeksizin bu harfin anlamını barındıran mübdelün minhin ism-i şarta muvafık
olması içindir. ُ ‫ِﺪﻩ‬
ْ‫“ﺗُﺴﺎَﻋِْﺪ أََﺣﺪاً ﳏَُﻤﱠﺪاً أَْو َﻋﻠِ ﻴ ّ ﺎً أُﺳﺎَﻋ‬Kime
‫ْإن‬ yardım edersen, Muhammed’e veya

31
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

‘Ali’ye, bende ona yardım ederim” gibi örneklerde bedel ile beraber ‫ ْإن‬gelmesi doğru
olmaz. Bu tür bedeli tafsil bedelü’l-kül mine’l-külün bir kısmıdır. Rabıta ihtiyaç
duymaz. (‘Abbâs, 2008: III, 490).
Açıklanan lafzın gayet açık olması durumunda şart veya istifhâm harfinin ikinci
defa söylenmesine ihtiyaç yoktur (es-Sabbân, 2008: III, 192).
Örneğin, ‫ﻠِﻰ‬
‫“ َ ْﻫﻞ أََﺣٌﺪ َﺟﺎء َ َك ﳏَُﻤٌﱠﺪ ْأَم َﻋ ﱞ‬Sana kimse geldi mi? Muhammed ya da ‘Alî.”
Bedel olan ‫ ﷴ‬kelimesinin başına cümlenin gayet açık olmasından dolayı hemze-i
istifhâm gelmemiştir. Yine ُ ‫َﺿﺮِﺑ ْ ﻪ‬ ْ ‫َﺟﻼً ْأَو َْإِﻣﺮء َ ةً أ‬
‫ﺗَﻀﺮِْب أََﺣﺪاً ُر‬
ْ “Eğer
‫ْإن‬ birine vurursan, erkek olsun
kadın olsun, ben de ona vururum.” Bedel olan ‫ رﺟﻼ‬kelimesinin başına cümle gayet açık
olduğu için şart edatı gelmemiştir (es-Sabbân, 2008: III, 192).
Bazen bedelü’t-tafsîl ‫ ﺑﻌﺾ‬lafzıyla vukû bulur. Örneğin, ‫ْﻀْﻬﻢ‬
َُ‫ْﻀْﻬﻢ ﻗَﺎﺋِﻤﺎًَ وﺑـ َ ﻌ‬
َُ‫ﱠﺎس ﺑـ َ ﻌ‬
َ ‫ْﺖ اﻟﻨ‬
ُ ‫َﺿﺮﺑ‬
ً‫“ ﻗَﺎﻋِﺪا‬Bazısına ayaktayken, bazısına otururken insanlara vurdum.” Bedel olan ‫ْﻀْﻬﻢ‬ َُ‫ﺑـ َ ﻌ‬
kelimesi mübdelün min olan ‫ﱠﺎس‬ َ ‫ اﻟﻨ‬kelimesini tafsil etmiş/açıklamıştır (İbn Mâlik, 2009:
III, 193).

3.1.4. Bedelin Hükmü

Bedelin hükmü mübdelün minhe i‘râbta ortak olmasıdır. Bundan dolayıdır ki


isim isimden veya fiil fiilden bedel yapıldığı zaman bedel mübdelün minhe i‘râbın
tamamında; nasb, raf‘, cerr ve cezimde uyar (el-Ehdel, 2010: 573).
Bedelin hükmünü böyle kısaca ele alan nahiv âlimleri olduğu gibi, vacip, câiz ve
mümteni şeklinde üç kısım olarak ele alınmıştır.

3.1.4.1. Bedelin hükmünün vacip olduğu yerler

Bedelin hükmünün vacip olduğu yerler dokuzdur. Bunlar raf‘, nasb, cerr, cezm,
müzekker, müennes, müfred, tesniye ve cemi olmakta bedelin mübdelün minhe tabi
olmasıdır (Haydaratu’l-Yemenî, 2004:199). Aşağıdaki örneklerde olduğu gibi.

Raf‘ durumunda: ‫ﻮك‬


َ ‫َﺎءﺟَ ِﱏ ﻳٌَْزﺪ أَُﺧ‬

Nasb durumunda: ‫أَﻳَ ُْرﺖ َﻋًْﻤﺮا أَ َك‬

Cerr durumunda: ‫ت َﺑِ ْﻜٍﺮ َﻋِ َّﻚﻤ‬


‫ََﻣْﺮر ُ ﺒ‬

Cezm durumunda: ‫َ َوﻣْﻦ َ ْ ِﺗِﻳـﲎَ ْﻘ ِﺼ ْﺪِﱏ أُ ْﻛﻪُِْﺮﻣ‬

Müfred, tesniye ve cemi durumunda: ‫َﻫِ ِﺬﻩ َدْﻋٌﺪ أُْﺧﺘَُﻚَ و ْاﳍﻨَِﺪ ِان أُْﺘَﺧ َﺎكَ واﻟَْﻔﻮ ُِاﻃﻢ ْﻧَِﺴﻮﺗَُﻚ‬

Sıfat ve tekidin aksine bu dokuz yerin dışında kalan marife ve nekra olmakta
bedel ile mübdelün minh bir birine uyması gerekmez. Çünkü sıfat ve tekid tâbi‘
hükmündedir. Bunlarda birincisi/metbû marife veya nekra olduğunda onu tamamlayıcı
konumunda olan ikinci/tâbi‘ de marife veya nekra olur. Bedel ise ya âmilin tekrarı

32
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

hükmünde olur; iki ayrı cümle hükmünde olur ki birbirine mutabakatı lazım gelmez. Ya
da bedelin âmili mübdelün minhin âmilidir ama kastedilen bedelin kendisidir.
Mübdelün minh ise bedelin tamamlayıcısıdır. Asıl olanın kuvvetli, feri olanın zayıf
olması gerekir. Bedel kelamda kastedilen olduğu için asıldır. Sıfat ise mevsufunu
tamamlayıcı hükmünde olduğundan feri‘dir. Dolayısıyla aslın feriye uyması
düşünülemeyeceğinden yine bedelin mübdelün minhe mutabakatı gerekmez (İbnu’l-
Hâcib, 2005: I, 427).

3.1.4.2. Bedelin Hükmünün Câiz Olduğu Yerler

Bedelin hükmünün câiz olduğu yerler şunlardır:


a) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de marife olabilir.
.‫ﻗُﻮد‬
ِ ‫ذَات اَﻟْﻮ‬
ِ ‫ﱠﺎر‬ِ ‫ﺎب ْاﻻ ُْﺧُﺪِوداَﻟﻨ‬
ُ ‫اَﺻَﺤ‬
ْ ‫ﻗُﺘِﻞ‬
َ
“Kahroldu o hendeğin sahipleri, O çıralı ateşin (sahipleri).” (el-Burûc, 85/4, 5)
Âyette marife olan ‫ﱠﺎر‬
ِ ‫ اَﻟﻨ‬kelimesi yine marife olan ‫ْاﻻ ُْﺧُﺪود‬ kelimesinden bedel
olmuştur. Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de marifedir.
b) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de sıfatlanmamış nekra olabilir.
. ً ‫اﺋِﻖَ و ْاَﻋﻨَﺎ‬
َ ‫ا ِ ﱠن ﻟِ ُﻠْﻤﺘِﱠﻘ َﲔَ َﻣﻔﺎزاًَﺣَﺪ‬
“Şüphesiz takvâ sahipleri için de başarı ödülü; Bahçeler, bağlar vardır.”(en-
Nebe’, 78/31, 32) âyetinde nekra olan ‫ َﺣَﺪ َاﺋِﻖ‬kelimesi yine nekra olan‫ َ ﻣَﻔ اًﺎز‬kelimesinden
bedel olmuştur.
c) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de nekra-i mevsûfe olabilir. (İbnu’d-
Dehhân, 2011: II, 829)
‫َﺸ ا ِ ﱠن ِﰲ‬
َُ ‫ﺑِﻨَﺼِﺮِﻩَ ْﻣﻦ ﻳﺎء‬
ْ ‫اُﺧﺮٰى َﻛﺎﻓَِ ﺮةٌ ﻳـ َ ْﺮوﻧ ُْـَﻬﻢِ ْﻣﺜـﻠْ َِﻴْﻬﻢَ رأَْي اﻟَ ْْﻌﲔِ َﻳـوَُﷲﺆﻳُِ ُّﺪ‬
ْ ‫ﺌَﺔٌﺎ ﺗـُﻘَﺎﺗِﻞ ُ ِﰲَﺳﺒِ ِﻴﻞ ِﷲ َ و‬
َ‫ﻗَﺪ َﻛ َﺎن ﻟَ ْﻜُﻢ اٰﻳ َ ﺔٌ ِﰲﻓَِﺌـﺘـَْﲔِ اﻓِﻟَْﺘَـﻘﺘ‬
ْ
.‫ٰﻟِﻚ ﻟَﻌَِْﺒـﺮةً ِﻻ ُِوﱄ ْاﻻَﺑ َْﺼ ِﺎر‬
َ ‫ذ‬
“Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir
topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla
kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti
olanlar için bunda elbette ibret vardır” (Âl-i İmrân, 3/13) âyetinde mübdelün minh olan
‫ﻓَِﺌـﺘـَْﲔِ اﻟَْﺘَـﻘﺘَ ﺎ‬ve mecrûr olarak okuduğumuzda bedel olan ُ ‫ﺗـُﻘَﺎﺗِﻞ‬kelimelerinin
ٌ‫ﻓِ ﺌَﺔ‬ her ikisinin de
nekra-i mevsûfe olduğunu görüyoruz.
d) Bedel marife mübdelün minh nekra olabilir (Haydaratu’l-Yemenî, 2004:199).
.‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫اﻟﱠﺬ ي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ ‫ﺘَﻘ ٍﻴﻢ َِﺻﺮ ِاط ِﷲ‬
ِ ‫ﱠﻚ ﻟَْﺘـِﻬﺪي ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ٍاطُ ْﻣﺴ‬
َ ‫َ وا ِ ﻧ‬
“Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin
sahibi olan Allah'ın yoluna.” (eş-Şûrâ: 42/52, 53)
Âyette Allah lafzına muzâf olmakla marife olan ikinci ‫ َِﺻﺮ ِاط‬kelimesi nekra olan
birinci ‫ َِﺻﺮ ٍاط‬kelimesinden bedel olmuştur.

33
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

e) Bedel nekra-i mevsûfe, mübdelün minh marife olabilir (Haydaratu’l-Yemenî,


2004:199). Nekra-i mevsûfe olmaksızın sadece nekra olarak marifeden bedel yapılması
güzel görülmez (el-Curcânî, 2011: 280; el-Mekkî, 2011: 99).
.‫ﱠﺎﺻﻴ ََِﺔ ِﺻﻴ ٍَﺔ َﻛِﺎذﺑ ٍَﺔ َﺧ ِﺎﻃﺌٍَﺔ‬
ِ ‫َﻨَﺴﻔﻌﺎً ِ ﻟﻨ‬
َْ ‫ﻟ‬
“Derhal onu alnından (perçeminden), yakalarız (cehenneme atarız). O yalancı,
günahkâr alından (perçemden).” (el-‘Alak, 96/15, 16)
Âyette nekra-i mevsûfe olan ‫ ﺻﻴﺔ‬kelimesi marife olan ‫ اﻟﻨﺎﺻﻴﺔ‬kelimesinden bedel
olmuştur.
f) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de ism-i zâhir olabilir. Gerideki âyetlerde
de görüldüğü gibi (Haydaratu’l-Yemenî, 2004:199).
g) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de zamir olabilir (el-Mekkî, 2011: 100).
Kur’ân-ı Kerîm’de bunun örneğini bulamadığını söyleyen İbu’d-Dehhân bunun
konuşmada yaygın ve güzel olduğunu belirtmiştir (İbnu’d-Dehhân, 2011: II, 835).
ُ ‫“ ْأَﻳَـرﺘُﻪ ُاّ ِ ﻩ‬Onu, onu gördüm.” Bu örnekte mansûb munfasıl zamiri mansûb muttasıl
zamirinden bedel olmuştur. İbn Mâlik: “Bu örnek nesir olsun şiir olsun Arap kelamında
yoktur. Şayet bulunsaydı elbette bedel olurdu. ‫ﺘُﻚ إ َﱠك‬
َ ‫ َ ْرأَﻳـ‬örneğine gelince bunu Basra
ekolü âlimleri bedel yapmış, Kûfe ekolü âlimleri ise tekid yapmışlardır. Bana göre ise
Kûfe ekolü âlimlerinin görüşü daha doğrudur. ez-Zemahşerî ‫ﺑِﻚ‬ َ ‫ﺑِﻚ‬
َ ‫ْت‬
ُ‫ َﻣﺮر‬örneğini bedelin
örnekleri arasında zikretmektedir. Bu örnek her ne kadar tekid-i lafzîye özel bir örnek
olmayıp bedel yapmak doğru olsa da tekid-i lafzidir” (İbn Mâlik, 2009: III, 192)
demiştir.
h) Bedel zamir, mübdelün minh ism-i zâhir olabilir (İbnu’d-Dehhân, 2011: II,
835; İbn Mâlik, 2009: III, 192).
ُ ‫“ أَﻳَ ُْرﺖ ﻳَ ْزﺪاً ا ﱠِ ﻩ‬Zeyd’i, onu gördüm.” Bu örnekte ise zamir olan ‫ ا ﱠِ ﻩ‬, ism-i zahir olan
ً‫’ ﻳَ ْزﺪا‬den bedel olmuştur.
ı) İsm-i zahir zamirden bedel olabilir. Bu durumda sadece bedelü’l-kül olur.
Şayet mütekellim veya muhatap zamirinden ism-i zâhiri bedel yapmış olsalar nispetle
kastedilen bedelin delaletinin nispetle kastedilmeyen mübdelün minhin delaletinden
daha az olmasına neden olurdu. Çünkü mütekellim ve muhatap zamirleri ism-i zâhirden
daha kuvvetli ve daha hususîdir. Gâib zamiri ise kuvvetlilik ve açıklık yönünden böyle
değildir. Şu kadar var ki eğer kapsayıcı bir anlam ifade ederse bedelü’l-kull olarak
mütekellim ve muhatap zamirinden ism-i zâhir bedel yapılabilir (İbnu’d-Demâmînî,
2008: II, 13; Zekeriyâ el-Ensârî, 2011: III, 1137).
İsm-i zâhirin gâip zamirinden bedel yapıldığına örnek:
.‫ﰒُﱠ ُﻋَﻤﻮاَ َوﺻﱡﻤﻮا َﻛﺜِ ٌﲑِ ْﻣُﻨـْﻬﻢ‬
“Sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu.” (el-Mâide, 5/71) âyetinde ism-i
zâhir ٌ ‫َﻛﺜِﲑ‬kelimesi ‫َﻤﻮاَ َوﺻﱡﻤﻮا‬
‫ ُﻋ‬kelimelerindeki gâip çoğul zamirinden bedeldir.
İsm-i zâhirin mütekellim zamirinden bedel yapıldığına örnek:
.‫اَﻧْﺖ َُْﺧﻴـﺮ اﻟﺮﱠازِﻗِ َﲔ‬
َ ‫ْﻨَﺎارزَ و‬
ُ ْ‫ْﻚ ﻗَـو‬
َ ‫ﻨَﺎَِوا ِٰﺧَِﺮ َ واٰﻳ َ ﺔً ِﻣﻨ‬
‫ُﻮن ﻟَﻨَﺎ ِﻋﻴﺪاً ِﻻَوﱠﻟ‬
ُ ‫اﻟﺴﱠﻤِﺎء ﺗَﻜ‬
َ ‫ﺎﺋِﺪةً َِﻣﻦ‬
َ ‫ﻗَﺎل ِﻋَﻴﺴﻰ اﺑ ُْﻦ َْﻣﺮََﱘ اﻟﻠ َُ ﱠﻬرﺑﻢـﱠﻨَ ﺎاَﻧْﺰِْل َﻋﻠَْﻴـﻨَﺎَ ﻣ‬
َ

34
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

“Meryem oğlu İsa, "Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki;
önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir
bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en
hayırlısısın" dedi.” (el-Mâide 5/114) âyeatinde ‫ ﻟَﻨَﺎ‬kelimesindeki mütekellim
zamirinden, ism-i zâhir olan ‫اَوﱠﻟ ِ ﻨَﺎ‬
kelimesi bedel yapılmıştır.
i) Özellikle bedelü’l-iştimâlde iki, üç, dört veya daha fazla bedel getirilebilir
(Haydaratu’l-Yemenî, 2004: 200).
‫“ ﻳٌَْزﺪ أَُﺧﻮﻩ َُْﻋﺒُﺪﻩ ُ َﺟ ﻩَُُﺎرﻣﺎﻟُﻪ َُﺜِﻛ ٌﲑ‬Zeyd’in kardeşi, kölesi, komşusu ve malı çoktur.” Bu
örnekte ُ‫ﺎرﻣﻪ ُﺎﻟ‬َُُ‫ أَُﺧﻮﻩ ُ َْﻋﺒُﺪﻩ ُ َﺟ ﻩ‬kelimeleri mubtedâ olan ‫ ﻳٌَْزﺪ‬kelimesinden ardı ardına bedel
yapılmıştır.
j) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de fiil olabilir. Bu durumda bedelin,
mübdelün minhin anlamını ihtiva etmesi gerektiği gibi (Haydaratu’l-Yemenî, 2004:
200) zaman yönünden de bir olmaları gerekir (İbnu’d-Dehhân, 2011: II,849).
. ‫َابـ ََْﻮم اﻟِْﻘَﻴِٰﻤﺔَ وَْﳜﻠ ُْﺪ ﻓِ ِﻴﻪ َُﻣﻬﺎ‬
‫َﻒ ﻟَﻪ ُ اﻟَْﻌﺬ ُ ﻳ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ٰﻟِﻚ ﻳـ َ ﻠَْﻖ اََ ﻣﺎً ﻳ‬
َ ‫ََﻳـوْﻣَﻦ َْﻔْﻌﻞ ذ‬
“Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat
artırılır ve horlanmış olarak orada ebedi kalır.” (el-Furkân,25/68, 69) âyetinde ‫َﻒ‬ ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ﻳ‬
fiilinin anlamı ‫ﻳـ َ ﻠَْﻖ‬fiilinde de mevcuttur. Bu sebeple ‫َﻒ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ ﻳ‬fiili ‫ ﻳـ َ ﻠَْﻖ‬fiilinden bedel
yapılmıştır.
k) Bedel mübdelün minhin lafzına veya konumuna hamledilebilir (Haydaratu’l-
Yemenî, 2004: 200).
‫ﻴﻚَ وأََﺧ َﺎك‬
َ ‫“ َﻫ َﺬا َﺿ ِﺎرُب ﻳٍَ ْزﺪ أَِﺧ‬Şu senin kardeşin Zeyd’i döven kişidir.” Bu örnekte ‫‘ ﻳٍَ ْزﺪ‬in
izafetle mevrûr olan lafzına itibarla bedeli ‫ﻴﻚ‬ َ ‫ أَِﺧ‬şeklinde mecrur olarak da getirebiliriz,
‫‘ ﻳَ ْزﺪ‬in mef‘ûl olan konumuna itibarla bedeli ‫ أََﺧ َﺎك‬diye mansub olarak da getirebiliriz.
l) Bedeller birbiri üzerine atıf yapılabilir (Haydaratu’l-Yemenî, 2004: 200).
‫ﺎﻟِﺪا‬
ً ‫“ أَﻳَ ُْرﺖ ﺛََﻼﺛﺔًَ ﻳََْزﺪا َ وَﻋًْﻤﺮ اََﺧو‬Üçü, Zeyd’i, Amr’ı ve Halid’i gördüm.” örneğinde olduğu
gibi.
m) Bedelü’l-ba‘z ve bedelü’l-iştimâlde müfred cemiden, cemi müfredten,
müzekker müennesten, müennes müzekkerden bedel yapılabilir (Haydaratu’l-Yemenî,
2004: 200).
.‫ﻠﱠﺖ‬
ِ ‫ﻓَﺸ‬
َ ‫َ وْرِﺟٍﻞََرﻣﻰ ﻓِ َﻴﻬﺎ َاﻟﺰﱠﻣ ُﺎن‬ ‫ﻴﺢ‬
ٍ ‫ْرِﺟٍﻞ َﺻِﺤ‬ ِ‫ْﺖﻛَِﺬى ْرِﺟﻠ َْﲔ‬
ُ ‫ﻛُﻨ‬
“İki ayaklı gibiydim; sağlam ayak ve zamanın attığı felç olan ayak.”
Müfred olan ‫ ْرِﺟٍﻞ‬kelimesi tesniye olan ِ‫ ْرِﺟﻠ َْﲔ‬kelimesinden bedel olmuştur.
n) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de cümle olabilir (İbnu’d-Dehhân, 2011:
II, 850; İbn Hişâm, 2011: III, 463)
.‫ﻮناَﻣﺪْﱠﻛُﻢ ِ ََﻧـْﻌٍﺎمَ وﺑ َ ﻨِ َﲔ‬
ََ ‫اﻟﱠـﺬ ي َاَﻣﺪْﱠﻛُﻢِﲟ َﺎ ْﺗـَﻌﻠَُﻤ‬
ِ ‫َ واﺗـُﱠﻘﻮا‬
“Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar
veren Allah'a karşı gelmekten sakının.” (eş-Şuarâ, 26/132, 133) âyetinde ikinci ‫ﱠﻛُﻢ‬
ْ‫َاَﻣﺪ‬
cümlesi birinci ‫ﱠﻛُﻢ‬
ْ‫ َاَﻣﺪ‬cümlesinden bedel yapılmıştır.

35
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

o) Cümle müfredten bedel yapılabilir (İbn Mâlik, 2009: III, 199; İbn Hişâm,
2011: III, 463).
.‫َﺎب اَﻟٍِﻴﻢ‬
ٍ ‫ﺑﱠﻚ ﻟ َُﺬ وَ ﻣَِﻐْﻔٍﺮةَ وذُو ِﻋﻘ‬
َ ‫ﻠِﻚ ِ ﱠنَ ر‬
‫ﻗَﺪ ﻗِ َﻴﻞ ﻟِ ُﻠﺮﱡﺳِﻞ ِ ْﻣﻦ ْﻗـَﺒ َ ا‬
ْ ‫ِﻻﺎ‬
‫َﻚ ا َﱠﻣ‬
َ ‫َ ﻣﺎ ﻳـ ُ ﻘَُﺎل ﻟ‬
“Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç
şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.”
(Fussilet, 41/43) âyetinde ‫ﺑﱠﻚ ﻟَﺬُو َ ﻣَِﻐْﻔٍﺮة‬
َ ‫ ا ِ ﱠن َ ر‬cümlesi ‫‘ ا ﱠِﻻ َ ﻣﺎ‬da ki müfred olan ‫’ َ ﻣﺎ‬dan bedel
yapılmıştır.
p) Eğer bedel adet içerirse mübdelün minhden bedel yapmak da kat‘ etmek de
câizdir.
‫َﺟَﻼِن َزﻳ ٌْﺪَ َوْﻋٌﻤﺮو‬
‫“ َﺟﺎء َ ِﱏ ُر‬Bana iki adam geldi, Zeyd ve ‘Amr.” örneğinde ‫َزﻳ ٌْﺪ‬kelimesini
‫َﺟَﻼِن‬
‫ ُر‬kelimesinden bedel yapmak da câizdir, kat‘ yaparak/yeni bir cümle yaparak
mahzûf mübtedânın haberi yapmak da câizdir. Kat‘ yaptığımızda cümle şu takdirde
olur:
‫َﺟَﻼِن ﳘَُ ﺎ َزﻳ ٌْﺪ َ وٌْﻋَﻤﺮو‬
‫“َﺟﺎء َ ِﱏ ُر‬Bana iki adam geldi. Onlar Zeyd ve ‘Amr’dır.” Burada kat‘
yaparak iki ayrı cümle yapmış olduk.
Sîbeveyh ‫ﺎﻟِﺪ‬
ٍ ‫ﺑِﻘٍَﻮم َِْﻋﺒﺪ ِﷲَ َوزﻳ ٍْﺪَ َوﺧ‬
ْ ‫ْت‬ُ‫“ َﻣﺮر‬Bir topluluğa uğradım; ‘Abdullah, Zeyd ve
Hâlid’e.” cümlesinin bedele bir örnek olduğunu ancak burada (kat‘ yaparak) raf‘
okumanın güzel olduğunu söylemiştir (Sîbeveyh, 2009: II, 12).
r) Mübdelün minhin lafzî ve mahallî i‘râbı olur veya lafzî i‘râbı olup mahallî
i‘râbı olmaz. Eğer lafzî i‘râbının dışında kalan mahallî i‘râbı yoksa o zaman sadece tâbi‘
kılmak câizdir.
‫ﻮك‬
َ ‫ﻗَﺎمَزﻳ ٌْﺪ أَُﺧ‬
َ “Kardeşin Zeyd kalktı.” Bu örnekte ‫َزﻳ ٌْﺪ‬kelimesinin fail ve merfû olan
lafzî i‘râbının dışında mahallî bir i‘râbı bulunmamaktadır. Bundan dolayı ‫ﻮك‬ َ ‫أَُﺧ‬
kelimesinden sadece bedel olması câizdir
Eğer lafzî i‘râbının dışında mahallî i‘râbı varsa lafzî veya mahallî i‘râbından
bedel yapmak câiz olur.
‫ﻮك ًَْﻋﻤﺮا‬
َ ‫ُﲎ َْﺿﺮُب َزﻳ ٍْﺪ أَُﺧ‬
ِ ‫ﻳـ ُْﻌِﺠﺒ‬
“Kardeşin Zeyd’in ‘Amr’a vurması beni şaşırttı.” Bu
örnekte mübdelün minh olan ‫’َزﻳ ٍْﺪ‬in lafzî i‘râbı izâfetle mecrûrdur. Mahallî i‘râbı ise ‫َْﺿﺮُب‬
mastarının faili olarak merfûdur. Örnekte de olduğu gibi ‫’ َزﻳ ٍْﺪ‬in mahalli üzere ‫ﻮك‬ َ ‫أَُﺧ‬
şeklinde merfû olarak bedel yapabileceğimiz gibi lafzı üzere bedel yapıp ‫ﻴﻚ‬ َ ‫ أَِﺧ‬şeklinde
mecrûr olarak da okuyabiliriz.
İki yer vardır ki bu hükmün dışındadır. Çünkü buralarda lafzî ve mahallî
i‘râbının her ikisinden de bedel yapılamaz ancak birinden bedel yapılabilir (İbn ‘Usfûr,
1998: I, 266).
Birincisi, ‫’إﻻﱠ‬dan sonra gelen ismi, sadece menfî kelamda ziyade kılınan zâit harf-
i cer ile mecrûr olan isimden bedel kılmaktır.
‫َﺣﺪ إِﻻﱠ َزﻳ ٌْﺪ‬
ٍ َ‫“ َ ﻣﺎ َﺟﺎء َ ِﱏ ِ ْﻣﻦ أ‬Bana kimse gelmedi, sadece Zeyd geldi.” Eğer örnekteki ‫َزﻳ ْﺪ‬
’i mübdelün minh olan ‫َﺣﺪ‬ ٍ َ‫ أ‬kelimesinin lafzına hamledip mecrûr olarak okusaydık ‫َزﻳ ْﺪ‬
kelimesinin öncesinde bir ‫ ِ ْﻣﻦ‬ziyade etmemiz gerekirdi. Zira bedel âmilinin tekrarı

36
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

takdirinde olduğundan cümlenin ‫َﺣﺪ إِﻻﱠ ِ ْﻣﻦ َزﻳ ْﺪ‬


ٍ َ‫ َ ﻣﺎ َﺟﺎء َ ِﱏ ِ ْﻣﻦ أ‬takdirinde olması gerekirdi.
İstisnâ harfinden sonra ‫’ ِ ْﻣﻦ‬in ziyade kılınması ise câiz değildir.
İkincisi, ‫’ إﻻﱠ‬dan sonra gelen marife ismi, cinsini nefiy için olan ‫’ﻻ‬nın isminden
bedel yapmaktır.
‫ﱠار إِﻻﱠ َْﻋٌﻤﺮو‬
ِ ‫َﺟﻞ ِﰱ اﻟﺪ‬
َ‫“ ﻻَ ُر‬Evde sadece ‘Amr var.” Burada ‫ ٌْﻋَﻤﺮو‬kelimesi ‫َﺟﻞ‬
َ‫ ُر‬kelimesinin
mahallinden bedel yapılmıştır. Lafzından bedel yaparak nasb okumak câiz değildir. Zira
bedel âmilinin tekrarı takdirindedir. Cinsini nefiy için olan ‫ ﻻ‬ise marife isimlerde amel
etmez. ً‫ﱠار إِﻻﱠ َْﻋﻤﺮا‬
ِ ‫َﺟﻞ ِﰱ اﻟﺪ‬
َ‫ ﻻَ ُر‬burada ise ً‫ ْﻋَﻤﺮا‬şeklinde nasb okuduğumuzda bedel olmaz
mustenâ olur (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 267).
s) Mübdelün minh hazfedilebilir.
Bu hususta iki görüş vardır. Birincisi, el-Ahfeş ve İbn Mâlik’e göre mübdelün
minhin hazfedilebilir olmasıdır (es-Suyûtî, 1998: III, 154). Hazfedilebilmesi için
mevsûlün sılası olarak gelen cümlede olması şartı vardır (‘Abbâs, 2008: III, 484).
‫ِب‬
َ‫ِب ٰﻫﺬَا َﺣَﻼ ٌلَ وٰﻫﺬَا َﺣﺮامٌ ﻟَِﺘـَُْﻔﺘـﺮوا َﻋﻠَﻰ ٰ اِّ اﻟْﻜَﺬ‬
َ‫ْﺴﻨـﺘُ ُﻜُﻢ اﻟْﻜَﺬ‬
َ ِ ‫ﺗَﺼ ُﻒ اَ ﻟ‬
ِ ‫ﻟِﻤﺎ‬
َ ‫َ َوﻻ ﺗُـَﻘﻮﻟُﻮا‬
“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah'a karşı yalan uydurmak için,
"Şu helâldir", "Şu haramdır" demeyin.” (en-Nahl, 16/116)
Âyette ‫ِب‬
َ‫ اﻟْﻜَﺬ‬kelimesi ‫ﺗَﺼ ُﻒ‬ِ ‫ َ ﻣﺎ‬cümlesinde hazfedilmiş olan ‫ ُه‬zamirinden bedel
olmuştur. Cümlenin aslı ‫ﺗَﺼُُﻔ‬
‫ َ ﻣﺎ ِﻪ‬idi. Mübdelün minh olan ‫ ُه‬zamiri hazfedilmiştir.
İkincisi ise es-Sîrâfî ve diğerlerine göre mübdelün minh hazfedilemez. Zira
bedel ayrıntı içindir. Hazfetmek ise ayrıntıya aykırıdır (es-Suyûtî, 1998: III, 154).
t) Bedel fiil, mübdelün minh fiile benzeyen isim olabilir veya bedel fiile
benzeyen isim, mübdelün minh fiil olabilir.
ُ ‫ََﺎفَ رﺑﱠﻪ‬
ُ ‫“ ﳏَُﻤٌﱠﺪُ ﻣﺘ ٍﱠﻖ ﳜ‬Muhammed muttakîdir, rabbinden korkandır.” Bu örnekte‫ََﺎف‬
ُ ‫ﳜ‬
fiili fiile benzeyen ‫ ُ ﻣﺘ ٍﱠﻖ‬ism-i fâilinden bedel olmuştur.
‫ََﺎف َ رﺑﱠﻪ ُ ُ ﻣﺘ ٍﱠﻖ‬
ُ ‫“ ﳏَُﻤٌﱠﺪ ﳜ‬Muhammed rabbinden korkandır, muttakîdir.” Bu örnekte ise
fiile benzeyen ‫ ُ ﻣﺘ ٍﱠﻖ‬ism-i fâili ‫ََﺎف‬ ُ ‫ ﳜ‬fiilinden bedel olmuştur. Fakat bu örneklerin, her hangi
bir mani olmadıkça haber ba‘de haber kabul edilmesi daha açıktır (‘Abbâs, 2008: III,
492).

3.1.4.3. Bedelin Hükmünün Mümteni Olduğu Yerler

Bedelin hükmünün mümteni olduğu (bedel yapılamayacak) yerler şunlardır:


a) Bedelin mübdelün minh üzerine takdim edilmez (İbnu’d-Dehhân,2011: II,
851; Haydaratu’l-Yemenî, 2004: 201).
b) Vacib ve caiz hükümlerde müstesna dışında merfû, merfû olmayandan,
mansûb, mansûb olmayandan, mecrûr, mecrûr olmayandan bedel yapılmaz.
c) Bedelü’l-ba‘z ve bedelü’l-iştimâl olmadıkça müzekkeri müennesten,
müennesi müzekkerden bedel yapılmaz.
d) Bedelü’l-kül mine’l-kül’de müfred cemiden, cemi müfredten bedel yapılmaz.

37
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

e) Mütekellim yâ’sı, merfû olan fail, mütekellim ve muhatap zamirinden bedel


yapılmaz (Haydaratu’l-Yemenî, 2004: 201).

3.1.5. Bedelde Âmil

Bedelin âmili hususunda nahiv âlimleri tarafından bir takım görüşler ileri
sürülmüştür. Bu görüş sahiplerinin ilki konumunda olan Sîbeveyh, “el-Kitâb” isimli
eserinde bedel konusunu farklı yerlerde farklı başlıklar altında işlemiştir. Bu
başlıklardan birisi şöyledir. “Bu bâb/bölüm, isimde amel eden fiil bâbı/bölümüdür.
Kendisinde amel edilen ismin yerine başka bir isim bedel kılınır. Fiil birinci isimde
amel ettiği gibi bedel kılınan ikinci isimde de amel eder.”(Sîbeveyh, 2009: I, 204) Bu
başlıktan da anlaşıldığı gibi mübdelün minhin âmilinin bedelde de amel ettiği açıkça
vurgulanmaktadır.
Bir diğer görüşe göre bedelin âmili mübdelün minhin âmilinin dışında bir
âmildir. Bunun delili ise aşağıdaki şu ve benzeri ayetlerdir.
.‫ﱠﲪ ِﻟِﻦُ ﺒـﻴ ُ ﻮ ِِْﻢ ُﺳﻘُﻔﺎً ِ ْﻣﻦ ﻓِ ﻀٍﱠﺔَََوﻣﻌﺎ َرِجَﻋﻠََْﻴـﻬﺎ ﻳ َ ﻈَُْﻬﺮون‬
ٰ ْ‫ﻟِﻤﻦ ﻳ َ ﻜُْﻔُﺮ ِ ﻟﺮ‬
ْ َ ‫ﱠﺎس اُﻣًﱠﺔَ وِاﺣَﺪةً ﳉَََ ﻌﻠْﻨَﺎ‬
ُ ‫ُﻮن اﻟﻨ‬
َ ‫اَن ﻳ َ ﻜ‬
ْ ‫َ وﻟْ ََﻮﻻ‬
“Eğer bütün insanlar (kafirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir
tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmân'ı inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve
üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.” (ez-Zuhruf 43/33)
Âyette bedel olan ‫ﻟُِ ﺒـﻴ ُ ﻮِِْ ﻢ‬kelimesinin başında lâm ile mübdelün minh olan ‫ﻟِﻤﻦ‬
َْ
kelimesinin başındaki lâm’ın açıkça gelmesi bedelin âmilinin mübdelün minhin âmili
olmadığını gösterir (İbnu’l-Enbârî, 2010: 158; İbnu’l-Habbâz, 2007: 280).
Diğer bir görüşe göre ise mübdelün minhin âmili bedelin de âmili olup
mübdelün minhden önce açıkça lafızda var olan âmilin bedelden önce de zihnen tekrar
ettiği tasavvur edilir. Üslup doğru ve anlam sağlam olursa bedelden önce lafızda
olmayıp da zihinde var olduğu düşünülen âmilin kelamda açık bir şekilde gelmesine
ihtiyaç yoktur.
Bedelin âmilinin zihnen değil de lafızda açıktan tekrarına mani olan sebep şudur:
Tekrar eden âmil, bedeli, bedel olmaktan çıkaracak bir tesir meydana getirir ve
dolayısıyla bedel olmaya elverişli olmayan diğer mamûllerin arasına girmesine neden
olur.
Örneğin, ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ ُ َﻓَﻤﻪ ُ ْاَﺳﻨَﺎﻧَﻪ‬
ُ ‫ﻧَﻈﱠﻒ‬
َ“Adam ağzını, dişlerini temizledi.” dediğimizde ُ ‫ْاَﺳﻨَﺎﻧَﻪ‬
kelimesi bedel, ُ ‫ َﻓَﻤﻪ‬kelimesi ise mübdelün minhdir. Her ikisinin âmili ise mübdelün
minhden önce açıkça zikredilen ve bedelden önce açıktan tekrar edilmeyen ancak var
olduğu düşünülen ‫ﻧَﻈﱠﻒ‬ َ fiilidir. Burada sırf hayal ve takdir etme esasına bağlı kalarak
kelamın aslının ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ ُ ْاَﺳﻨَﺎﻧَﻪ‬ ُ ‫ﻧَﻈﱠﻒ‬
َ ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ ُ َﻓَﻤﻪ‬
ُ “Adam
‫ﻧَﻈﱠﻒ‬
َ ağzını temizledi, adam dişlerini
temizledi.” şeklinde olduğunu varsayabiliriz. Bu varsayım manayı ve terkibi bozmadığı
gibi aynı zamanda kastedilen şeyi açıklamaya yardımcı olur. Hayal ve takdir yoluyla
âmil olduğunu düşündüğümüz ikinci ‫ﻧَﻈﱠﻒ‬ َ fiilinin, birinci âmil olan ‫ﻧَﻈﱠﻒ‬َ fiilinin tekrarı ve
hakîkî bir âmil olduğuna itibar etseydik, ‫ﻨَﺎن‬ َ ‫ ْاَﺳ‬kelimesinin i‘râbının bedelin dışında başka
bir şey olmasına neden olurduk. O zaman ‫ﻨَﺎن‬ َ ‫ ْاَﺳ‬kelimesi, yeni oluşan terkibe göre mef‘ûl
bih olur ve bedel olması doğru olmazdı. Bu i‘râbî değişiklik neticesinde bedel ile

38
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

mübdelün minh arasındaki farktan doğan anlamsal bir değişiklik meydana gelirdi.
Çünkü bedel ve mef‘ûl bihin birbirinden farklı görevleri vardır (‘Abbâs, 2008: III, 485).

3.1.5.1. Bedelin Âmilinin Harf-i Cerr Olması

Bedelin âmili metbû‘unun âmili cinsinden varsayılmıştır. Ancak metbû‘unun


âmili harf-i cerr olursa çoğu kez bedelin âmili de (harf-i cerr olarak) açıkça gelmesine
rağmen bedelin tâbi‘ olarak isimlendirilmesini nazar-ı dikkate alarak bedelin âmili, asla
bedelin başında tekrar eden harf-i cerr değil mübdelün minhin âmilinin kendisidir
diyenler olmuştur. Çünkü bedelin gerçekten tâbi‘ diye isimlendirilebilmesi ancak
mübdelün minhin âmili, bedelin de âmili olduğu zaman (bedelin başındaki harf-i cerr
değil, mübdelün minhin başındaki harf-i cerr olduğu zaman) doğru olur (el-Ehdel, 2010:
573).
Mübdelün minhin âmilinin harf-i cerr olması durumunda bedeli özetlemesi ve onu
mamûlünün bir parçası konumuna getirmesinden dolayı tekrar edeceğini savunlar da olmuştur.

.ّ‫ﻮن اَ ﱠن َﺻ ِﺎﳊﺎًُْﻣَﺮﺳﻞ ٌ ِ ْﻣﻦَ ِرﺑِﻪ‬


َ ‫ﻟِﻤﻦ اََٰﻣﻦِ ْﻣُﻨـْﻬﻢ اَْﺗـَﻌﻠَُﻤ‬
ْ َ ‫ﻌِﻔﻮا‬
ُ ‫ﺘُﻀ‬
ْ ‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ ْاﺳﺘَ َُْﻜﺒـﺮوا ِ ْﻣﻦ ْﻗـَِﻮِﻣﻪﻟِ ِﻠﱠﺬ َﻳﻦ ْاﺳ‬
ِ ُ‫ﻗَﺎل اﻟَْﻤَﻸ‬
َ
“Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara,
"Siz, Salih'in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor
musunuz?" dediler.” (el-Arâf, 7/75)
.‫ﺘَﻘَﻴﻢ‬
ِ ‫اَن ﻳ َْﺴ‬
ْ ‫ﻟِﻤﻦ ََﺷﺎءِْﻣﻨ ْﻜُﻢ‬
ْ َ ‫ِﻛﺮ ﻟِ َﻠْﻌﺎﻟَِﻤ َﲔ‬
ٌْ‫ِن َُﻫﻮ ا ﱠِﻻ ذ‬
ْ ‫ا‬
“O, âlemler için, içinizden dürüst olmak isteyenler için, ancak bir öğüttür.” (et-
Tekvîr, 81/27, 28)
Âyet-i kerîmelerde ‫ َ ْﻣﻦ اَٰﻣﻦ‬ve َ‫ َ ْﻣﻦﺎءَﺷ‬kelimeleri bedel ‫ﻌِﻔﻮا‬
ُ ‫ﺘُﻀ‬
ْ ‫ ا ِﻟﱠﺬَﻳﻦ ْاﺳ‬ve ‫اﻟَْﻌﺎﻟَِﻤﲔ‬
kelimeleri mübdelün minhdir. Âmil olan ve mübdelün minhlerin başında bulunan harf-i
cerr bedellerin başında da tekrar etmiştir (İbnu’d-Demâmînî, 2008: II, 14).
Bu durumda tekrar eden harf-i cerr ve kendisinden sonraki mecrûrunun i‘râbı
nedir? Şöyle ki tekrar eden harf-i cerr aslîdir ve ameli kendisinden sonra bedel olarak
gelen ismi cerr ettiği halde bâkîdir. Yine, tekrar eden harf-i cerr ne mukaddem birinci
harf-i cerrdir ne de var olduğu düşünülen takdîrî harf-i cerrdir. Yeni bir âmil takdîr
etmek ancak, tekrar eden âmilin bedelde açıktan gelmemesi durumunda olabilir. Burada
ise mübdelün minhdeki âmilin bedelde de âmil olmasına gerek yoktur. Zira âmil
kendisinden sonraki bedeli cerr eden mükerrer harf-i cerr olduğunda gerideki hükme
tutunmaya gerek yoktur.
Burada şu itiraz yapılmaktadır. Aslî olan harf-i cerr bedeli cerr etmez. Çünkü
onun ameli bir şeyle sınırlıdır; somut bir şekilde bir ismi cerr etmektir. Mecrûru olan
ismi bedel veya bedelin dışında başka bir şey olarak kabul etmek doğru olmaz.
Bu itiraz ise şu üç şeyden biriyle ortadan kaldırılır.
1- Tekid-i lafzînin başkasında amel etmemesi ve başkasının da kendisinde amel
etmemesine rağmen mecrûrun bedel sayılması doğru olur. En kuvvetli ve en güzel olanı
budur.

39
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

2- Tekrar eden âmili sadece tekid-i lafzî kabul etmektir. Tekrar eden harf-i cerrden
sonra mecrûr olan isim, mübdelün minhde amel eden birinci âmil ile mecrûrdur. Birinci
âmilin, bedelin de âmili olarak tekrar ettiği varsayılamayacağı görüşüne göre tâbi‘ ve
metbû‘nun ikisinde de amel eder. Bedel ve mübdelün minhdeki âmil birdir. Ne lafzan
ne de takdiran tekrar etmemiştir.
3- Bedelin âmilinin tekrarı niyetiyle olduğunu varsaymaktır. Tekrar eden harf-i cerr
sadece tekid-i lafzidir. Yoksa birinci âmilin tekrarı değildir. Âmilin mükerreren
varlığına ve halis bir şekilde tekid-i lafzî kabul edilmesine rağmen kendisinden sonraki
cerr zahir olmayan ancak niyette düşünülen başka bir âmil sebebiyle olur.
Şüphesiz bu üç görüşte genel kurallara aykırı olduğu ve niyet, takdir ve yoruma
bağlı olduğu için zayıflık vardır. Birinci görüş zayıflık yönünden en hafifidir. Bundan
dolayı en uygun olanı birinci görüştür (‘Abbas, 2008: III, 487).

3.2. Arap Dilinde Atfu’l-beyân

3.2.1. Arap Dilinde Atfu’l-beyân Kavramı

Atf, lügatte dönmek, yönelmek ve katlamak anlamlarına gelmektedir. ‫ﺎدة‬ َ َ‫ْﺖ اﻟ َْﻮِﺳ‬
ُ ‫َﻋﻄَﻔ‬
‫اَى ﺛـَْﻨـُﻴـَﺘـﻬﺎ‬
ْ “Yastığı katladım” anlamındadır. ‫َﻒ‬
َ ‫ َﻋﻄ‬fiilini ‫ َﻋﻠَﻰ‬harf-i ceri ile kullanıldığında da
şefkat etmek ve merhametli olmak anlamına gelir. (el-Cevherî, 1990: IV, 1405: et-
Talkânî, 2010: I, 162). Beyân kelimesi ise lügatte güzel ve akıcı konuşmak ve bir şeyin
anlamının açık ve net olması anlamlarına gelmektedir. Hz. Peygamberin ‫إِ ﱠن َِﻣﻦ اَﻟْﺒـﻴ َ ِﺎن ﻟ َِﺴًْﺤﺮا‬
“Güzel ve akıcı konuşmada elbette sihir vardır.” hadisinde, beyan kelimesi bu
anlamdadır (el-Cevherî, 1990: V, 2082).
Atfu’l-beyâna bu ismin verilmesinin sebebi; i‘râb ve âmili hususunda sıfat ve
tekid gibi olmasıdır. Sıfat ve tekid metbû‘larını açıkladıkları gibi atfu’l-beyân da
metbû‘unu açıklar. Sıfat diye isimlendirilmeyip sıfattan ayrılması, fiilden müştak
olmayan bir isim olması ve her hangi bir vasfa delalet etmemesi sebebiyledir (İbnu’s-
Serrâc, 1999: II, 45). Atfu’l-beyân kelimesi iki kelimeden meydana gelmiştir. Atf diye
isimlendirilmesi atfu’l-beyânın, kendisinden önceki ismin anlamında var olmasından
dolayıdır. Sanki onun üzerine atfedilmiş gibidir. Beyân denilmesi ise atfu’l-beyân olan
ismin metbû‘unu beyân etmesi/açıklaması sebebiyledir (İbnu’l-Habbâz, 2007: 281).
Atfu’l-beyânın tanımını ele almadan önce bu tanımın nahiv kitaplarına ne zaman
geçtiğine kısaca değinecek olursak, ilk dönem eserlerine baktığımızda ayrı bir başlık
altında toplanmadığını, diğer başlıklar altında birkaç örnekle ele alındığını (Sîbeveyh,
2009: II, 186), sonraki dönemlerde ise ayrı bir başlık altında konunun işlendiğini
söyleyebiliriz.
Atfu’l-beyân: “Fiilden türetilmeyen açık isimleri, fiilden türetilen sıfatların
yerine koymaktır.” (İbn Cinnî, 2007: 281). Bu tanım sıfatla atfu’l-beyân arasındaki farkı
ortaya koymaktadır. Çünkü sıfat müştak veya müştak manasındaki isimlerle, Atfu’l-
beyân ise sadece camit isimle olur. Dolayısıyla ‫ﱠﺪ‬ ٌ‫ﻮك ﳏَُﻤ‬
َ ‫ﻗَﺎم أَُﺧ‬
َ “Kardeşin Muhammed
kalktı.” örneğinde atfu’l-beyân olan ‫ﱠﺪ‬ ٌ‫ ﳏَُﻤ‬kelimesi göründüğü gibi muştakkâttandır,
ancak burada ‫ﱠﺪ‬ٌ‫ ﳏَُﻤ‬kelimesinin ‘alem olması onu fiilin muştakkâtı arasından çıkarmıştır.

40
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Atfu’l-beyân sıfatın kısımlarından biri değildir. Dolayısıyla yaratılıştan gelen


huy, güzel vasıf, fiil, yakınlık ve soy ifade eden kelimeler de değildir. Ancak ‘alem
veya ‘alem gibi olan camit isimlerdir (el-Curcânî, 2011: 277).
Atfu’l-beyânda iki isimden en meşhur olanına itibar edilir. Eğer kişinin künyesi
isminden daha meşhursa künyesi isminden, eğer ismi künyesinden daha meşhursa o
zaman da ismi künyesinden atfu’l-beyân yapılır (el-Curcânî, 2011: 278).
Bu sözden yola çıkarak yapıldığı anlaşılan diğer bir tanımda “atfu’l-beyân,
künyeleri isimlerle, isimleri künyelerle açıklamaktır” denilmektedir (el-Heramî, 2008:
II, 983). Aşağıdaki örneklere bakalım:
‫ﻠِﻰ‬
ّ ‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ أَِﰉ َ ٍﻋ‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Zeyd’e, Ebû ‘Ali’ye uğradım.” Burada‫ أَِﰉ َ ٍﻋﻠِّﻰ‬kelimesi künyedir
ve atfu’l-beyândır, ‫َزﻳ ٍْﺪ‬kelimesi ise metbû‘udur. İsim künye ile açıklanmıştır.
‫ِاﻟﺪ ِ ﻳ ِﻦ‬
ّ ‫ْت ِﲟ َُﺤﻤٍﱠﺪ ﺑ َْﺪر‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Muhammed’e, Bedruddin’e uğradım.” Burada da ‫ِاﻟﺪ ِ ﻳ ِﻦ‬
ّ ‫ﺑ َْﺪر‬
kelimesi lakaptır ve atfu’l-beyândır, ‫ ﳏَُﻤٍﱠﺪ‬kelimesi ise metbû‘udur. İsim lakabıyla
açıklanmıştır. İsmi künye veya lakap ile açıklayabileceğimiz gibi künye veya lakabı
isimle de açıklayabiliriz. Diğer bir ifadeyle künye veya lakabı isimden atfu’l-beyân
yapabileceğimiz gibi ismi de künye veya lakaptan atfu’l-beyân yapabiliriz. Örneğin;
‫ﻠِﻰ‬
ّ ‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ أَِﰉ َ ٍﻋ‬
ُ‫ َﻣﺮر‬ve ‫ِاﻟﺪ ِ ﻳ ِﻦ‬
ّ ‫ْتَِﲟﺤُﻤٍﱠﺪ ﺑ َْﺪر‬
ُ‫ َﻣﺮر‬diyebileceğimiz gibi, ‫ﻠِﻰ ٍْﺪ‬
‫َِﰉ َ ٍﻋ َّزﻳ‬
ِ ‫ْت‬
ُ‫ َﻣﺮر‬ve ‫ِاﻟﺪ ِ ﻳ ِﻦ ﳏَُﻤٍﱠﺪ‬
ّ ‫ْت ﺑِﺒ َ ْﺪر‬
ُ‫َﻣﺮر‬
şeklinde de söyleyebiliriz.
Burada isim, lakap ve künyeye açıklık getirecek olursak isim, kişinin
doğumundan sonra başkalarından ayırt edilebilmesi için ona konulan şeydir. Lakap,
isim verildikten sonra kendisinde bulunan bir sıfat veya yapmış olduğu bir işin
mefhumundan dolayı onunla ilişkilendirilen şeydir. Erkeklerde ‫اﻟﺪ ِ ﻳ ِﻦ‬ ّ ‫ﻧُﻮر‬
ُ ve ‫اﻟﺪ ِ ﻳ ِﻦ‬
ّ ُ ‫ُ َﺣﺴﺎم‬
kelimeleri, kadınlarda ‫ َﺳﻴَِﺪّةُاﻟْﻴ ََﻤِﻦ‬ve ‫ﱠﺎم‬
ِ ‫َﺳﻴ َّﺪةُ اﻟﺸ‬kelimeleri lakaba birer örnektir. Künye ise,
başında ‫اَﺑ ُﻮ‬ve ‫ أُمﱡ‬kelimeleri bulunan isimlerdir. ‫ُﻮ ﺑ َ ﻜٍْﺮ‬ve ‫أُمﱡ ُﻛﻠْﺜُﻮم أَﺑ‬kelimeleri gibi (el-Heramî,
II, 983).
Diğer bir tanımda “Atfu’l-beyân, metbû‘unu açıklayan sıfatın dışında bir
tâbi‘dir.” (İbnu’l-Hâcib, 2007: II, 413) Tanımdaki “metbû‘unu açıklayan” ifadesi tekidi
tanımın dışında bırakır. Çünkü tekid metbû‘unu açıklamaz bilakis metbû‘una nispeti
kökleştirir veya metbû‘unun cüzlerine nispetin şümulünü gerçekleştirir. Dolayısıyla
tekidin metbû‘unu açıklamadığı aşikârdır. Nahiv âlimleri yanında bedel de böyledir.
Zira bedelde metbû‘ kelamdan atılmış hükmünde olduğundan yok hükmündedir, geriye
ise sıfat ve atfu’l-beyân kalmaktadır. “Sıfatın dışında bir tâbi‘dir” kaydı ile de açıkça
sıfat tanımın dışında bırakılmıştır (er-Radî, 2007: II, 413).
Atfu’l-beyân, “Bağımsız olmaması ve metbû‘unu izâh etmesi açısından sıfata
benzeyen camit isimdir.” (İbn ‘Akîl, 1995: II,201)
Atfu’l-beyân iki şekilde gelebilir. Birincisi, anlamı açıklamayan isimden sonra
gelmesidir. Atfu’l-beyân metbû‘undan daha meşhur olur ve metbû‘unu atfu’l-beyânla
açıkladığımızda kapalı kelime konumundan açık kelime konumuna konulur.
Örneğin;
‫َﺐَ وﻻَ َدﺑ َ ﺮ‬
ٍ ‫َ ﻣﺎَ ﻣَﺴﱠﻬﺎ ِ ْﻣﻦ ﻧـَﻘ‬ ‫ْﺺ َُﻋُﻤﺮ‬
ٍ ‫َﻗْﺴﻢ ِ ِ أَﺑ ُﻮ َﺣﻔ‬
ََ ‫أ‬

41
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

“Ebû Hafs, Ömer Allah’a yemin etti ki, o deveye ne bir zayıflık ne de yara
dokunmuştur.” Bu örnekte ‫ﻋُﻤﺮ‬
َُ kelimesi ‫ْﺺ‬
ٍ ‫ أَﺑ ُﻮ َﺣﻔ‬kelimesinden atfu’l-beyândır. Halife
Hz. Ömer’in ismi künyesinden daha meşhurdu.
İkincisi, atfu’l-beyânın metbû’unda ortaklığın olması/birden fazla şeyi
anlamında barındırması, kendisinin ise hususi olmasıdır. Arkadaşları çok olan birine
‫َﻚ ﺑ َ ًﻜْﺮا‬
َ ‫ْﺖ َﺻ ِﺎﺣﺒ‬
ُ ‫“َﺿﺮﺑ‬Arkadaşın Bekir’i dövdüm.” demek gibi. Burada ‫ ﺑ َ ًﻜْﺮا‬kelimesi ‫َﻚ‬
َ ‫َﺻ ِﺎﺣﺒ‬
kelimesinden atfu’l-beyândır (İbnu’l-Habbâz, 2007: 282).

3.2.2. Atfu’l-beyânın Gâyesi

Atfu’l-beyânın cümlede getiriliş sebebi tâbi‘ olduğu isim ile atfu’l-beyân olan
ismin benzerlerinin arasını ayırmak (İbnu’s-Serrâc, 1999: II, 45) ve karışıklığı ortadan
kaldırmaktır. Kişinin iki isimden biriyle daha fazla biliniyor olması gerekir ki diğer ismi
tahsis etsin/özelleştirsin. Çünkü atfu’l-beyân ancak ortak bir isimden sonra olur.
Örneğin, ‫ْت َﺑِﻮﻟَِﺪَك َزﻳ ٍْﺪ‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Evladın Zeyd’e uğradım.” Burada birden fazla evladı olan birine
böyle dediğimizde Zeyd’i diğer evlatlar arasından çıkarıp uğranılan o evladı Zeyd’e
tahsis ediyoruz. Eğer bu sözü söylediğimiz kişinin bir tek evladı olsaydı o zaman
ortaklık olmadığı için atfu’l-beyân değil bedel olurdu (İbnu’l-Enbârî, 2010: 156).

3.2.3. Atfu’l-beyânın Hükmü

1- Atfu’l-beyân sıfata benzemesi sebebiyle sıfatın mevsufuna uyması gerektiği


gibi atfu’l-beyânın da metbû‘una uyması gerekmektedir. Atfu’l-beyân i‘râb, marifelik
ve nekralık, muzekkerlik ve muenneslikte, müfred, tesniye ve cemi olmakta metbû‘una
uyar (İbn ‘Akîl, 1995: II, 202). Nahiv âlimlerinin çoğu atfu’l-beyân ve metbû‘unun
nekra olması görüşünden kaçınmışlardır. Bir kısmı ise marife olduğu gibi nekra da
olabileceğine hükmetmişler ve şu âyetleri de örnek olarak getirmişlerdir (İbn ‘Akîl,
1995: II, 203).
. ‫َْﺴﺴﻪ ُ ٌَر‬
ْ َ‫ﻲء ُ َ وﻟَْﻮ ﱂَْ ﲤ‬
‫ُﻀ‬
ِ ‫َﺎدَُْزﻳَـﺘـﻬﺎ ﻳ‬
ُ ‫ﺑِﻴﱠﺔ ﻳ َﻜ‬
ٍ ‫ﺘُﻮﻧَﺔ َﻻ َْﺷﺮﻗِ ٍﻴﱠﺔَ َوﻻ ْﻏَﺮ‬
ٍ ‫َﻛﺔَْزﻳـ‬
ٍ‫َﺠٍﺮةُ ﻣﺒ َ َﺎر‬
َ‫ُﻮﻗَﺪِ ْﻣﻦ ﺷ‬
ُ ‫ِي ﻳ‬
‫ْﻛ ٌﺐُّدر ﱞ‬
‫َﻮ‬
َ‫اَﻟﺰﱡﺟ َﺎﺟﺔُ َﻛﺎَﻧـَﱠﻬﺎ ﻛ‬
َ
“Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne
de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile,
neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır.” (en-Nûr, 24/35)
Bu âyette nekra olan ٍ‫ﺘُﻮﻧَﺔ‬kelimesi
‫َْزﻳـ‬ ‫َﺠٍﺮة‬
َ‫ ﺷ‬kelimesinden atfu’l-beyân olmuştur.
.‫ِ ْﻣﻦََوراﺋِﻪ ََﺟﻬُﻨﱠﻢَ وﻳ ُْﺴﻘٰﻰ ِ ْﻣﻦَ ﻣٍﺎء َ ِﺻﺪ ٍﻳﺪ‬
“Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su
içirilecektir.” (İbrâhim, 14/16)
Bu âyette ise nekra olan ‫ﺪﻳﺪ‬
ٍ ‫ َﺻ‬kelimesi yine nekra olan ‫ َ ﻣٍﺎء‬kelimesinden atfu’l-
beyân olmuştur.
2- Her atfu’l-beyân olması mümkün olan kelimenin bedel’ül-kül mine’l-kül
olması da mümkündür (İbn ‘Akîl, 1995: II, 204; İbn Mâlik, 2009: III, 187). Örneğin;
‫ْﺖ أَ َِْﻋﺒﺪِﷲَزﻳ ًْﺪا‬
ُ ‫‘ “ َﺿﺮﺑ‬Abdullah’ı, Zeyd’i dövdüm.” Burada ‫ َزﻳ ًْﺪا‬kelimesi ‫ أَ َِْﻋﺒﺪِﷲ‬kelimesinden
atfu’l-beyândır, aynı zamanda bedel de olabilir.

42
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

Bu kuralın iki istisnası vardır. Bu iki yerde tâbi‘ sadece atfu’l-beyân olur.
Birincisi, tâbi‘nin müfred, marife ve mu‘rab olup metbû‘unun da munâda olduğu yerdir.
İkincisi, tâbi‘nin elif-lâm takısından yoksun olduğu ve metbû‘unun elif-lâm
takısı aldığı yerdir. Bazen metbû‘una elif-lâm takısı almış bir sıfat bitişir. ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ُ ‫أَ اﻟﻀﱠﺎرُِب‬
‫“ َزﻳ ٍْﺪ‬Ben adamı, Zeyd’i döven kişiyim.” Burada ‫ َزﻳ ٍْﺪ‬kelimesi atfu’l-beyân olup ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ
kelimesinden bedel olması câiz değildir. Zira bedel âmilinin tekrarı hükmündedir. Bu
sebeple eğer bedel olacak olursa ‫ِب َزﻳ ٍْﺪ‬ُ‫ أَ اﻟﻀﱠﺎر‬takdirinde olması gerekir ki bu ise câiz
değildir. Çünkü sıfat elif-lâm takısı aldığı zaman ancak elif-lâm takısı alan kelimeye
muzâf olur veya elif-lâm takısı almış olan kelimeye muzâf olana muzâf olur. Nitekim
yukarıdaki örnekte elif-lâm takısı almış olan ‫ِب‬ ُ‫ اﻟﻀﱠﺎر‬kelimesi yine elif-lâm takısı almış
olan ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬
ُ kelimesine muzâf olmuştur (İbn ‘Akîl, 1995: II, 204).
Bir diğer durum ise isim ve lakap müfred olursa isim lakaba muzâf yapılır ve
atfu’l-beyân yapılmaz. Örneğin; ‫ُﺮز‬
ٍ‫ َﺳﻌِ ُﻴﺪ ْﻛ‬de sıfat ve lakabın her ikisi de müfred lafızdır
ve isim lakaba muzâf yapılmıştır, dolayısıyla ‫ُﺮز‬ ٌ‫ َﺳﻌِ ٌﻴﺪ ْﻛ‬şeklinde atfu’l-beyân yapmamız
doğru olmaz. Çünkü Araplar birine isim verecekleri zaman iki isimden müteşekkil ve
birinin diğerine muzâf olduğu bir adı isim olarak verirler. (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 271).
3- Tâbi‘ hem atfu’l-beyân hem de bedel olmaya elverişli olur ve metbû‘undan
daha fazla açıklayıcı olursa tâbi‘yi atfu’l-beyân yapmak bedel yapmaktan daha evlâdır.
ً ‫ﱠﻌﻢ َْﳛ ُﻜُﻢ ﺑِﻪ َذَوا َﻋْﺪٍل ِْﻣﻨ ْﻜُﻢَﻫْﺪ‬ ِ ‫َﺘَﻞ َِﻣﻦ اﻟﻨَـ‬ َ ‫ﻓَﺠِﺰﻣﺜْﻞ ُ َ ﻣﺎ ﻗـ‬
ٌََ ‫ﺪاًﻤاء‬
‫ُﻢُ َﻣﺘـّﻌ‬
ِ‫ْﺘُﻢ ٌُﺣﺮم ََوْﻣﻦ َﻗـﺘـﻠَ ﻪ ُ ِْﻣﻨ ْﻜ‬
ْ ‫َﻘﺘـﻠُﻮا اﻟ ْﺼَﱠﻴﺪَ واَﻧـ‬
ُْ‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ اَٰﻣﻨُ ﻮا َﻻ ﺗـ‬
ِ ‫َ اَﻳَـﱡﻬﺎ‬
‫ﺘَﻘﻢ ﷲِﻣُﻨْﻪ ُ َ وﷲ ُ َﻋِﺰٌﻳﺰ‬ُِ ‫َﻒََوْﻣﻦ َﻋ َﺎد َﻓـْﻴـﻨـ‬َ ‫وقََو َل ْاَﻣﺮِﻩ ََﻋﻔﺎ ﷲ ُ َﻋﱠﻤﺎ َﺳﻠ‬ َ ‫ٰﻟِﻚ ِﺻﻴ َ ﺎﻣﺎً ﻟِ ﻴ َ ُﺬ‬ َ ‫ﺎﻛِاَو َﻋْﺪُل ذ‬ ْ ‫ْﻜَﻌﺒ َِﺔ ْاَو َﻛﻔَﱠﺎرةٌ ﻃََﻌﺎم ُ َ َﻣ َﺴﲔ‬
ْ ‫ﻟِﻎ اﻟ‬
َ َ
.‫َﺎم‬
ٍ‫ذُواﻧْﺘِ ﻘ‬
“Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı
iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ'be'ye hediye
olarak varmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir
edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun
dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah
geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır.
Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”
Âyette ‫ﻃََﻌﺎم ُ َ َﻣﺴﺎﻛِ َﲔ‬kelimesi ٌ‫ َﻛﻔَﱠﺎرة‬kelimesinden hem bedel olmaya hem de atfu’l-
beyân olmaya elverişlidir. ‫“ ﻃََﻌﺎم ُ َ َﻣﺴﺎﻛِ َﲔ‬yoksullara yedirmek” kelimesi, ٌ‫“ َﻛﻔَﱠﺎرة‬keffâret”
kelimesinden daha açıklayıcı olup, keffâretin şeklini izah ettiği için ‫ﻃََﻌﺎم ُ َ َﻣﺴﺎﻛِ َﲔ‬
kelimesinin atfu’l-beyân olması evladır (İbn Mâlik, 2009: III, 188).
Atfu’l-beyâna Kur’ân-ı Kerîm’den örnekler

N Atfu’l-beyan/
o Âyet /Meal Ma‘tûfun aleyh Kaynak

‫ﺎبَ رﻳ َْﺐ ﻓِ ِﻴﻪُﻫًﺪى ﻟِ ُﻠْﻤﺘِﱠﻘ َﲔ‬


‫ٰﻟِﻚاﻟ ِْﻜﺘَ َُﻻ‬
َ ‫ذ‬ ‫ﺎب‬
ُ َ‫اﻟ ِْﻜﺘ‬/ ‫ٰﻟِﻚ‬
َ ‫ ذ‬es-Semîn, 2011:
I, 81
1 “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır.
Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol
göstericidir.” (el-Bakara, 2/ 2)

43
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

ً‫ﺋِﻚا ِْ ﺑـﺮَٰﻫَواﻴﻢِﲰْٰﻌَِﻴﻞَ وا ِْﺳ ٰﺤَﻖ ا ِ ٰﳍﺎًَ وِاﺣﺪا‬


َ َٰ‫َﻚَ وا ِ ﻟٰﻪ َ ا‬
َ ‫ﻗَﺎﻟُﻮا ﻧ ْـَﻌﺒ ُ ُﺪ ا ِ ٰﳍ‬ ‫ا ِْ ﺑـﺮٰﻫَﻴﻢ‬/ ‫ﺋِﻚ‬
َ َٰ‫ ا‬el-Hemezânî,
2006: I, 391
2 "Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve
İshak'ın ilahı olan tek bir ilâha ibadet
edeceğiz dediler…” (el-Bakara, 2/133)

‫اﻟﺴَوﻣﺎ اُﻧْﺰَِل َﻋﻠَﻰ‬


َ‫ﱠﺎس َّْﺤﺮ‬
ِ َ ‫ﻮن اﻟﻨ‬
َ ‫ِﻤ‬
ّ‫َﲔ َﻛُﻔَﺮوا ﻳـ َُُﻌﻠ‬ ‫ِﻦ اﻟﺸﱠﻴ َ ِﺎﻃ‬
‫َ وﻟٰﻜﱠ‬ ‫وت‬
َ ‫ َﻫُﺎر‬/ ِ‫ اﻟَْﻤﻠَﻜَْﲔ‬ez-Zemahşerî,
‫وت‬َ ‫وتََوﻣُﺎر‬ َ ‫ﺎﺑِﻞ َﻫُﺎر‬
َ َ ‫اﻟَْﻤﻠَﻜَْﲔِﺑِﺒ‬ ‫وت‬
َ ‫ ََوﻣُﺎر‬1998: I, 305

3 “Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve


(özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı
iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek
suretiyle küfre girdiler.” (el-Bakara, 2/102)

‫ﱠﺎس‬
ِ ‫َﲔ اﻟﻨ‬
َْ ‫ﻠِﺤﻮا ﺑـ‬
ُ ‫ﺗُﺼ‬
ْ ‫اَن َﺗـﺒﱡـﺮَواَوﺗـﺘـُﱠﻘﻮاَ و‬
ْ ‫َ َوﻻ ﲡََْﻌﻠُﻮا ﷲ َ ﻋُْ ﺮَﺿ ِﺔًﻻَﳝَْﺎﻧِ ْﻜُﻢ‬ ‫اَن َﺗـﺒﱡـﺮوا‬
ْ / ‫ ِﻻَﳝَْﺎﻧِ ْﻜُﻢ‬ez-Zemahşerî,
1998: I, 436
“İyilik etmemek, takvaya sarılmamak,
4 insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki
yeminlerinize Allah'ı siper yapmayın.” (el-
Bakara, 2/224)

‫َﻮْﻣﻬﻢ َدَار اَﻟَْﺒـﻮِار‬


َُ‫ﻧِﻌﻤَﺖ ِﷲﻛُْﻔﺮاًَ و َاَﺣﻠﱡﻮا ْﻗـ‬
َْ ‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ ﺑ َ ﺪﱠﻟُﻮا‬ ِ ‫ِﱃ‬ َ ‫اَﱂَْ َﺗـَﺮ ا‬ ‫ ََﺟﻬَﻨﱠﻢ‬/ ‫َدَار اَﻟَْﺒـﻮِار‬ el-Hemezânî,
‫َﺼﻠَْﻮﻧ َـَﻬﺎ‬
ْ ‫ﱠﻢ‬
‫ََﺟﻬَﻨ ﻳ‬ 2006: IV, 31

5 “Allah'ın nimetini küfre değişenleri ve


kavimlerini helak yurduna, yaslanacakları
cehenneme sürükleyenleri görmedin mi?”
(İbrâhîm, 14/28)

3.2.4. Atfu’l-beyânın Sıfata Benzeyen Yönleri

Atfu’l-beyân ile sıfat iki yönden birbirine benzerler.


1- Sıfatın âmili metbû‘unun da âmilidir. Nitekim atfu’l-beyanda da durum
böyledir. Bunun delili ise atfu’l-beyanı i‘râb yönünden lafzına veya mahalline
hamledebilinmesidir (İbnu’l-Enbârî, 2010: 156).
2- İsm-i işaretin muşârun ileyhinde ortaktırlar, her ism-i işaretin sıfatı gerçekte
atfu’l-beyândır. Zira ism-i işaretin sıfatının muştak olma durumu yoktur. Şu örneğe
bakacak olursak, ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬
ُ ‫ْت ِ َﺬَا‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Şu adama uğradım.” sözünde ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ kelimesinin sıfat veya
atfu’l-beyân olması mümkündür. Şayet atfu’l-beyân yaparsak, ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ kelimesinin câmit
olmasını göz önünde bulundurmuş oluruz, eğer sıfat yaparsak o zaman ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ kelimesinde
iştikâk manasının var olduğunu düşünürüz ve mana, ‫ﺎﺿِﺮ اﻟُْﻤَﺸ ِﺎر ا ِ ْﻟَِﻴﻪ‬
ِ َ‫اﳊ‬
ْ ‫ْت ِ َﺬَا‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Şu hazır,
işaret edilene uğradım.” şeklinde olur.
Burada: Atfu’l-beyân sıfattan daha hususidir ve ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬
ُ kelimesini elif-lâm ile
marife isimden daha marife olan ism-i işaret ‫ ﻫﺬا‬üzerine atfu’l-beyân yapılır mı, Atfu’l-
beyânın metbû‘undan daha marife olması gerekmez mi, diye akla bir soru gelebilir. Bu

44
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

sorunun cevabı ise şudur: Elif-lâm huzurdakini bildirmek anlamında olduğunda


marifelikte ism-i işârete denk olur ancak ism-i işârette cins manası olmaz, ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ
kelimesindeki elif-lâm ise huzurdakini bildirmekle cins manasını içerdiğinden bu ikinci
etkenle ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬
ُ kelimesi ism-i işâretten daha marife olur.
Bu durumda eğer ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ kelimesi ism-i işaretten daha marife yapıldığında nasıl
olur da sıfat yapılır, sıfatın mevsufundan daha marife olmaması gerekmez mi denilecek
olursa, sıfat yaptığımızda ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ kelimesinin başındaki elif-lâm ahd için olur. O zaman
cümlenin anlamı ‫ﻨَﻚ ﻓِ ِﻴﻪ اﻟَْْﻌﻬُﺪ‬
َ ‫اﻟﱠﺬي ﺑـ َ ﻴِْﲏَ و ﺑـ َْ ﻴـ‬
ِ ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬
ُ ‫ْتِ َﺬَا‬
ُ‫“ﻣﺮر‬Seninle
َ benim aramızda bildiğimiz şu
adama uğradım” olur ki, elif-lâm ahd için olduğundan ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ‬ ُ kelimesi daha marife olmaz
ve sıfat olmasına bir mani de kalmaz denilir (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 272).

3.2.5. Atfu’l-beyân ile Sıfat Arasındaki Farklılıklar

Atfu’l-beyân ile sıfatın benzeştikleri yönleri olduğu gibi birbirinden ayrıldıkları


yönleri de vardır. Bunları dört maddede ele aldık:
1- Öncesinde bir şey zikredilmese bile atfu’l-beyân kastedilen şeye delâlet eder.
Sıfat ise öncesinde üzerine cereyan ettiği herhangi bir isim olmaksızın kastedilen şeye
delalet etmez. Örneğin, ‫ِﻳﻒ‬
ُ ‫“ﺟﺎء َ ِﱏ َزﻳ ٌْﺪ اﻟﻈﱠﺮ‬Bana
َ zarif olan Zeyd geldi.” cümlesinde ‫َزﻳ ٌْﺪ‬
kelimesini cümleden düşürdüğümüzde cümle, ‫ِﻳﻒ‬ ُ ‫“ َﺟَ ِﺎءﱏ اﻟﻈﱠﺮ‬Bana zarif olan geldi.” olur
ki Zeyd’i mi yoksa başkasını mı kastettiğimiz anlaşılmazdı. Ebû ‘Abdullah künyesiyle
meşhur olan Zeyd için ‫“ َﺟﺎء َ ِﱏ أَﺑ ُﻮ َِْﻋﺒﺪِﷲ‬Bana Ebû ‘Abdullah geldi.” dediğimizde
kastettiğimizin Zeyd olduğu bilinir. Bazen sıfat, ‫ اﳉﺎﺣﻆ‬kelimesi gibi biaynihi bir kişiye
delalet eder. Bu durumdaki sıfatlar, sıfatın tanımından çıkar ve ‘alem olur (el-Curcânî,
2011: 278).
2- Sıfat müştak veya müştak hükmündeki isimlerle olur, atfu’l-beyân ise ancak
camit isimlerle olur.
‫ﻏُﻼم ُ َزﻳ ٍْﺪ‬
َ ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ‬
ُ ‫“ اَﻳَـﱡﻬﺎ‬Ey
َ Adam! Zeyd’in kölesi!” örneğinde ‫ﻏُﻼم ُ َزﻳ ٍْﺪ‬
َkelimesi ُ ‫اﻟﺮﱠﺟﻞ‬
ُ
kelimesinden atfu’l- beyân olur, sıfat olmaz. Elif-lâm ile marife olan isim ‘aleme muzâf
olan isimle sıfatlanmaz.
3- Sıfat mevsufuna marifelikte eşit veya ondan daha az marife olur. Atfu’l-beyân
metbû‘undan daha marife olur. Şu kadar var ki atfu’l-beyân bazen nekra olabilir.
‫َْﺴﺴﻪ ُ ٌَر‬
ْ َ‫ﻲء ُ َ وﻟَْﻮ ﱂَْ ﲤ‬
‫ُﻀ‬
ِ ‫َﻜ ُﺎدَُْزﻳَـﺘـﻬﺎ ﻳ‬
َ ‫ﺑِﻴﱠﺔﻳ‬
ٍ ‫ﺘُﻮﻧَﺔ َﻻ َْﺷﺮﻗِ ٍﻴﱠﺔَ َوﻻ ْﻏَﺮ‬
ٍ ‫َﻛﺔَْزﻳـ‬
ٍ‫َﺠٍﺮةُ ﻣﺒ َ َﺎر‬
َ‫ُﻮﻗَﺪِ ْﻣﻦ ﺷ‬
ُ ‫ِي ﻳ‬
‫ْﻛ ٌﺐُّدر ﱞ‬
‫َﻮ‬
َ‫اَﻟﺰﱡﺟ َﺎﺟﺔُ َﻛﺎَﻧـَﱠﻬﺎ ﻛ‬
َ
“Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne
de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile,
neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır.” (en-Nûr, 24/35)
Bu âyette nekra olan ‫ﺘُﻮﻧَﺔ‬
ٍ ‫َْزﻳـ‬kelimesi ‫َﺠٍﺮة‬
َ‫ ﺷ‬kelimesinden atfu’l-beyândır (İbn ‘Usfûr,
1998: I, 268).
4- Marifeyi sıfatlarken, marifede meydana gelen ortaklığı, muhatabımızla bizim
aramızda bilinen bir sıfatla gidermek isteriz.
Örneğin, ُ ‫“زﻳ ٌْﺪ َاﻟﻌﺎﻗِﻞ‬Akıllı
َ‫ﻗَﺎم‬
َ Zeyd kalktı.” dediğimizde sanki biz ‫ﻨَﻚ‬
َ ‫ﻗَﺎمَزﻳ ٌْﺪ اﻟ ّﺬ ِ ى ﺑـ َ ﻴِْﲎَ وﺑـ َْ ﻴـ‬
َ
‫“اﻟَْْﻌﻬُﺪ ِﰱ اَﻧﱠﻪ ُ َﻋﺎِ ٌﻗﻞ‬Seninle benim akıllı olduğunu bildiğimiz Zeyd kalktı.” demiş gibi

45
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

oluyoruz. Yine sıfatta elif-lâm olmadığı zaman da anlam elif-lâmın olduğu yukarıdaki
örnekte olduğu gibidir. ‫َﻤﺮٍو‬ ‫ﻗَﺎمَزﻳ ٌْﺪ َ ِﺻﺪُﻳﻖ ْﻋ‬
َ “‘Amr’ın arkadaşı Zeyd kalktı.” örneği, sanki ‫ﻗَﺎم‬
َ
‫ﻟِﻌﻤﺮٍو‬
َْ ‫ﺻﺪاﻗَﺘِِﻪ‬
َ َ ‫ﻨَﻚ اﻟَْْﻌﻬُﺪ ِﰱ‬
َ ‫“ٌْﺪ اﻟ ّﺬ ِ ى ﺑـ َ ﻴِْﲎ َ وﺑـ َْ ﻴـ‬Seninle
‫َزﻳ‬ benim ‘Amr’ın arkadaşı olduğunu bildiğimiz
Zeyd kalktı.” anlamındadır.
Atfu’l-beyânda ise muhatabımızla bizim aramızda bir bilgi olmaksızın isimde
meydana gelen ortaklığı, metbû‘undan daha meşhur olan şeyle gidermeyi kastederiz.
Örneğin, ‫ﻋُﻤﺮ‬
َُ ‫ﺺ‬ ٍ ‫ﻗَﺎم أَﺑ ُﻮ َ ْﺣﻔ‬
َ “Ebû Hafs, Ömer kalktı.” Burada ilk anda ‫ﺺ‬ ٍ ‫أَﺑ ُﻮ َ ْﺣﻔ‬
kelimesi, kaç tane ‫ْﺺ‬ ٍ ‫ أَﺑ ُﻮ َﺣﻔ‬var ise tamamını içine alır ve ortaklık meydana gelir. Hemen
sonrasında ‫ﻋُﻤﺮ‬
َُ kelimesini ondan atfu’l-beyân olarak getirir ve o Ebû Hafs’ın hakkında
en meşhur olan ismin Ömer olduğunu bildirerek ortaklığı ortadan kaldırırız. Şu kadar
var ki burada muhatabımızla bizim aramızda Ebû Hafs’ın Ömer diye isimlendirildiği
hususunda bir bilgi yoktur. Onun Ömer ismiyle bilinmesinden dolayı biz o ismi tercih
ettik (İbn ‘Usfûr, 1998: I, 269).

3.2.6. Atfu’l-beyân-Bedel İlişkisi

Atfu’l-beyân, bedelü’l-kül mine’l-küle benzer. Her ikisi de tâbi‘ olma hususunda


bir olup metbû‘larının aynısıdırlar. İşte bu sebeple aralarındaki benzer yönleri ve ince
farkları tespit edip ayırt etmek gerekir.

3.2.6.1. Atfu’l-beyânın Bedele Benzeyen Yönleri

a) Bedel camit isim olduğu gibi atfu’l-beyân da camit isim olur (İbnu’l-Enbârî,
2010: 156).
b) Bedel mübdelün minhini, atfu’l-beyân matûfun aleyhini açıklar.
c) Tekid yapar gibi bedel mübdelün minhin, atfu’l-beyân matûfun aleyhin
lafzının aynısı olur.
Örneğin; ‫ َ َزﻳ ُْﺪ ﻳَُْزﺪ‬cümlesinde ikinci ‫َزﻳ ُْﺪ‬için bedel diyebildiğimiz gibi ‫َ َزﻳ َُْﺪزﻳ ٌْﺪ َزﻳ ًْﺪا‬
cümlesinde de ikinci ‫َزﻳ ًْﺪا‬-‫َزﻳ ٌْﺪ‬için atfu’l-beyân diyebiliriz (İbn Ya‘îş, 2011: II, 274)

3.2.6.2. Atfu’l-beyân ile Bedel Arasındaki Farklar

Atfu’l-beyân ile bedel birbirine çok yakın olsalar da aralarında bir takım farklar
vardır. Bunlar:
1- Atfu’l-Beyân metbû‘una tâbi‘ olan sıfat takdirindedir. Bedelin takdiri ise
metbû‘unun yerine konulmasıdır (İbnu’s-Serrâc, 1999: II, 46). Bunu şu şekilde
açıklayabiliriz: Atfu’l-beyânda asıl anlatılmak istenen metbû‘udur, dolayısıyla cümlede
yok hükmünde kabul etmemiz doğru olmaz ve atfu’l-beyân metbû‘unu açıklamak için
zikredilir. Bedelde ise metbû‘unu net bir şekilde açıklamasına rağmen cümlede asıl
kastedilen bedel olup mübdelün minh/metbû‘ cümlede yok gibidir (el-Mekkî, 2011:
102).
2- Atfu’l-beyân isimler, lakaplar ve künyelerle yapılır. Bedel ise bunların
tamamıyla yapıldığı gibi nekralar ve sâir marifelerle de yapılır.

46
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

‫ﻴﻚ‬
َ ‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ أَِﺧ‬ُ‫“ َﻣﺮر‬Kardeşin Zeyd’e uğradım.” ve ‫ﺎﻟِﺢ‬ ٍ ‫َﺟٍﻞ َﺻ‬
‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ ُر‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Salih bir adam
olan Zeyd’e uğradım.” örneklerinde ‫ﻴﻚ‬ َ ‫ أَِﺧ‬ve ‫ﺎﻟِﺢ‬
ٍ ‫َﺟٍﻞ َﺻ‬
‫ ُر‬kelimeleri bedel olur ancak atfu’l-
beyân olmaz. ‫ْت َﺑِﺰﻳ ٍْﺪ أَِﰉ َ ٍﻋﻠِّﻰ‬
ُ‫“ َﻣﺮر‬Zeyd’e, Ebû ‘Ali’ye uğradım.” örneğinde ise ‫ أَِﰉ َ ٍﻋﻠِّﻰ‬kelimesi
bedel de, atfu’l-beyân da olabilir (el-Heramî, 2008: II, 984).
3- Atfu’l-beyân ile metbû‘u marife veya nekra olmakta birbirine zıt olamaz.
Bedel ise mübdelin minhe marife ve nekralıkta uymamasının cevazı hususunda ihtilaf
yoktur.
.‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫ﺘَﻘ ٍﻴﻢ َِﺻﺮ ِاط ِﷲاﻟﱠﺬي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ ‫ﱠﻚ ﻟَْﺘـِﻬﺪي ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ٍاطُ ْﻣﺴ‬
َ ‫َ وا ِ ﻧ‬
“Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin
sahibi olan Allah'ın yoluna.” (eş-Şûrâ, 42/52, 53)
Âyette bedel olan ikinci ‫ َِﺻﺮ ِاط‬kelimesi lafzatullâh’a muzaf olması sebebiyle
marifedir, mübdelün minh olan birinci ‫ َِﺻﺮ ِاط‬kelimesi ise nekradır (İbn Hişâm, 1999: II,
99).
Her ne kadar atfu’l-beyân ile metbû‘unun marife ve nekra olmakta birbirine zıt
olamayacağını söyleyenler olsada tefsir alanında yazmış oldukları eserlerinde i‘rab
tahlillerine değinen bazı âlimlerin buna cevaz verdikleri görülmektedir.
‫ﻼًﻦ َﻛَﻔَﺮ ﻓَﺎِ ﱠن ﷲ َ ﻏَِﲏﱞ ﻋَ ِﻦ‬
‫ﱠﺎس ِﺣ ﱡﺞ اَﻟْﺒـﻴِﺖَ ﻣِﻦ ْاﺳﺘَ ﻄ ََﺎع ا ِ ْﻟَِﻴﻪ َﺳﺒِ ﻴََوْﻣ‬
ِ ‫ﻨَﺎتﻘَﺎم ُ ا ِْ ﺑـِﺮٰﻫ َﻴﻢََوْﻣﻦ دََﺧﻠَﻪ ُ َﻛ َﺎن اِٰﻣﻨﺎًَ ِو ِ َﻋﻠَﻰ اﻟﻨ‬
‫ِﻴﻪ اَٰﻓِ ٌت ﺑ َ ﻴِ ّ ٌَﻣ‬
.‫اﻟَْﻌﺎﻟَِﻤ َﲔ‬
“Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde
olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.
Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.
(Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.)” (Âl-i İmrân 3/97)
Âyette izafetle marife olan ‫َﺎم‬
ُ‫ َ ﻣﻘ‬kelimesi nekra olan ‫ اَٰ ٌت‬kelimesinden atfu’l-
beyân olur (ez-Zemahşerî, 1998: I, 586).
4- Atfu’l-beyân marifelerle olur. Bedel ise hem marifeler hem de nekralarla olur
(İbn ‘Usfûr, 1998: I, 268). Bu hasusta da atfu’l-beyânın marifelerle olacağı
söylenilmekle beraber nekralarla olabileceği de ifade edilmektedir.
‫ََﺟﻬُﻨﱠﻢَ وﻳ ُْﺴﻘٰﻰ ِ ْﻣﻦَ ﻣٍﺎء َ ِﺻﺪ ٍﻳﺪ‬ ‫اﺋِﻪ‬
ِ ‫ِ ْﻣﻦََور‬
“Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su
içirilecektir.” (İbrâhîm, 14/16)
Âyette nekra olan ‫ﺻﺪ ٍﻳﺪ‬
ِ َ kelimesi yine nekra olan ‫ َ ﻣٍﺎء‬kelimesinden atfu’l-beyân
yapılmıştır (İbn Hişâm, 2011: 325).
5- Bedelin âmili mübdelün minhin âmili değildir, aynı âmil tekrar etmiş
hükmündedir ancak atfu’l-beyânın âmili metbû‘unun da âmilidir (İbnu’l-Habbâz, 2007:
282). Aşağıdaki 6 ve 7. maddelerde bunu açıkladık.
6- Bedel ile atfu’l-beyân arasındaki farklardan biri de lafızda ortaya çıkar.
Başında elif-lâm takısı ile marife olan ism-i fâili, elif-lâmlı olan isme muzâf kılıp
muzafun ileyh olan isimden elif-lâm takısı olmayan bir ismi, ‫اﻟﺮﱠﺟِﻞ َزﻳ ٍْﺪ‬
ُ ‫ َﻫﺬَا اﻟﻀﱠﺎرُِب‬örneğinde
olduğu gibi tâbi‘ yapacak olursak sadece atfu’l-beyân yapabiliriz, bedel yapamayız

47
ARAP DİLİNDE BEDEL VE ATFU’L-BEYÂN Mustafa TOPRAK

çünkü bedelde âmil, mübdelün minhin âmilinin tekrarı hükmündedir. Buradaki ‫َزﻳ ٍْﺪ‬
ismini bedel yapacak olursak, cümle ‫ِب زَﻳ ٍْﺪ‬ُ‫ َﻫﺬَا اﻟﻀﱠﺎر‬hükmünde olur ki, elif-lâm takısı
almış olan ism-i fâil, ancak elif-lâm takısı alan başka bir isme muzâf olabilir, elif-lâm
takısı almayan bir isme muzaf olması doğru değildir. Atfu’l-beyân olmasında ise lafzan
veya hükmen âmilin tekrarı söz konusu olmadığından, bir mani yoktur (İbn ‘Usfûr,
1998: I, 269).
7- Müfred marife bir ismi, münâdâdan bedel veya âtfü’l-beyân yapacak olursak
şu hususa dikkat etmemiz gerekir. Bedelde âmilin tekrarı varsayıldığı için bedel olan
müfred marife isim, başında nidâ harfi varmış gibi merfû olur. ‫ َزﻳ ُْﺪَزﻳ ُْﺪ‬örneğindeki
َ ikinci
‫ َزﻳ ُْﺪ‬kelimesi gibi. Buradaki ikinci ‫َزﻳ ُْﺪ‬kelimesini şayet atfu’l-beyân yapacak olursak,
atfu’l-beyânın âmili metbû‘unun âmilinin tekrarı hükmünde olmadığından (İbn ‘Usfûr,
1998: I, 270) ve ‫َ َزﻳ ُْﺪ‬cümlesinin ً‫ اَُِدي َزﻳ ْﺪا‬takdirinde olmasından dolayı lafzan damme
üzere mebni olan ‫َزﻳ ُْﺪ‬kelimesinin mahalline atfederek ‫َ َزﻳ ُْﺪ َزﻳ ًْﺪا‬şeklinde nasb halinde
okumamız gerekir (Sîbeveyh, 2009: II, 185).
8- Atfu’l-beyânın cümle olmaz, bedel ise cümle olabilir.
.‫َﺎب اَﻟٍِﻴﻢ‬
ٍ ‫ﺑﱠﻚ ﻟَﺬُوَ ﻣَِﻐْﻔٍﺮةَ وذُو ِﻋﻘ‬
َ ‫ﻠِﻚ ا ِ ﱠنَ ر‬
َ ‫ﻗَﺪﻗِ َﻴﻞ ﻟِ ُﻠﺮﱡﺳِﻞ ِ ْﻣﻦ ْﻗـَﺒ‬
ْ ‫َﻚ ا ﱠِﻻَ ﻣﺎ‬
َ ‫َﺎل ﻟ‬
ُ ‫َ ﻣﺎ ﻳـ ُ ﻘ‬
“Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç
şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.”
(Fussilet, 41/43)
Âyette ‫ﻠِﻚ‬
َ ‫ﻗَﺪ ﻗِ َﻴﻞ ﻟِ ُﻠﺮﱡﺳِﻞ ِ ْﻣﻦ ْﻗـَﺒ‬
ْ ‫ﺎ‬cümlesi
‫َﻣ‬ ‫َﻚ ا ﱠِﻻ‬
َ ‫َﺎل ﻟ‬
ُ ‫ﻣﺎ’ ﻳـ ُ ﻘ‬dan
َ bedel yapılmıştır.
9- Atfu’l-beyânın metbû‘u da cümle olmaz ancak bedelin kendisi cümle
olabileceği gibi metbû‘u da cümle olur.
.‫ون‬
َ ‫ﺘَﺪ‬
ُ ‫اَﺟﺮا َ ُْوﻫﻢُْﻣﻬ‬
ًْ ‫َﺴـﻠُ ْﻜُﻢ‬
َٔ ْ ‫ﻠﲔﱠﺒِﻌ ُ ﻮاَ ْﻣﻦ َﻻ ﻳ‬
‫ﻗَﺎل َ ْﻗـَِﻮم اﺗﱠﺒِﻌ ُ ﻮا اﻟُْْﻤَﺮاﺳ َِ ﺗ‬
َ ‫َﺟﻞ ٌ ﻳ َْﺴﻌٰﻰ‬
‫ﺪﻳﻨَﺔ ُر‬
ِ ‫اَﻗْﺼﺎ اﻟَْﻤ‬
َ ‫َ َوﺟﺎء َ ِ ْﻣﻦ‬
“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: "Ey kavmim! Bu
elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş
kimselerdir." (Yâsîn, 36/20, 21)
Âyette ‫ون‬
َ ‫ﺘَﺪ‬
ُ ‫َﺴـﻠُ ْﻜُﻢ ْاَﺟﺮاً َ ُْوﻫﻢُْﻣﻬ‬
َٔ ْ ‫ِ ﺗﱠﺒِﻌ ُ ﻮا َ ْﻣﻦ َﻻ ﻳ‬cümlesi
‫ا‬ metbû‘u olan ‫ﻠﲔ‬
َ ‫ اﺗﱠﺒِﻌ ُ ﻮا اﻟُْْﻤَﺮﺳ‬cümlesinden
bedel yapılmıştır (İbn Hişâm, 1999: II, 99).
10- Atfu’l-beyân kendisi fiil olmadığı gibi metbû‘u da fiil olmaz. Bedel ise kendi
fiil olabileceği gibi metbû‘u da fiil olabilir.
.ً ‫َاب ﻳـ ََْﻮم اﻟِْﻘَﻴِٰﻤﺔَ وَْﳜﻠ ُْﺪ ﻓِ ِﻴﻪ َُﻣﻬﺎ‬
ُ ‫َﻒ ﻟَﻪ ُ اﻟَْﻌﺬ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ً‫ﻣﺎ‬
‫ٰﻟِﻚ ﻳـ َ ﻠَْﻖ اََ ﻳ‬
َ ‫ََوْﻣﻦ ﻳـ َ َْﻔْﻌﻞ ذ‬
“Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat
artırılır ve horlanmış olarak orada ebedi kalır.” (el-Furkân,25/68, 69)
Âyette ‫َﻒ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ ﻳ‬fiili ‫ َ ﻠَْﻖ‬fiilinden
‫ﻳـ‬ bedel yapılmıştır. (İbn Hişâm, 1999: II, 100).

48
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

4. BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE KULLANIMI

4.1. Bedelin Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı

Bedelin Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımını anlam yönü ile kullanımı ve lafız yönü
ile kullanımı olmak üzere iki açıdan ele aldık:

4.1.1. Bedelin Anlam Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı

Bedelin Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımını incelediğimizde bir takım anlamlar


içerdiğini görmekteyiz, tespit edebildiğimiz kadarıyla bunlar:
a) Mübdelün minh anlam yönünden kapalı bir kelime olarak gelmekte ve bedel,
mübdelün minhdeki bu kapalılığa açıklık getirmektedir.
.‫ﻧِﺴﺎء َﻛُﻢ‬
َ ‫ﻮن‬
َ ُ ‫ﺘَﺤﻴ‬
ْ ‫َﻛُﻢَ وﻳ َْﺴ‬
ْ ‫ﻮن ْاَﺑـﻨَﺎء‬
َ ‫ُﺬُّﲝ‬
َِ ‫َاب ﻳ‬
ِ ‫ُﻢْﺮِﻋْﻮﻣَنﻦ ﻳ َُﺴُﻮﻣﻮﻧَ ْﻜُﻢُﺳﻮء َ اﻟَْﻌﺬ‬
َ‫ﻨَﺎﻛ‬
ِْْ‫َ وا ِ ْذ اْﳒَﱠِﻴـٰل ﻓ‬
“Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı
boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık.” (el-Bakara: 2/49)
Âyette mübdelün minh olan ‫َاب‬ ِ ‫“ ﻳ َُﺴُﻮﻣﻮﻧَ ْﻜُﻢ ُﺳﻮء َ اﻟَْﻌﺬ‬sizi azabın en kötüsüne uğratan”
cümlesinde anlam açısından bir kapalılık var ve bedel olan ‫َﻛُﻢ‬ ْ ‫ﻧِﺴ‬
‫ﺘَﺤﻴ ُ َﻮن َﺎء‬
ْ ‫َﻛُﻢَ وﻳ َْﺴ‬
ْ َ‫ﻮن ْاَﺎءﺑـﻨ‬
َ ‫َﲝ‬
ُّ‫ﻳ ُِﺬ‬
“kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan” cümlesi azabın çeşidini izah ederek
bu kapalılığı gidermiştir.
b) Bedel mübdelün minhin hakikatini açıklar.
.‫ِﺠﻼً َ َﺟﺴﺪاً ﻟَﻪ ُ َُﺧﻮٌار‬
ْ‫ﻮﺳﻰ ِ ْﻣﻦ ﺑـ َِْﻌﺪﻩ ِ ْﻣﻦ ُﺣﻠِ ﻴِِْﻬّﻢ ﻋ‬
ٰ ‫َﺬ ْﻗـَﻮم ُ ُ ﻣ‬
َ ‫َ وﱠاﲣ‬
“Mûsâ'nın kavmi onun (Tur'a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından,
böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilah) edindiler.” (el-Ârâf: 7/148)
Âyette mübdelün minh olan ً‫ِﺠﻼ‬ْ‫“ ﻋ‬buzağı” kelimesinin hakikati canlı bir buzağı
değil, böğüren buzağı suretindeki bir heykelden ibarettir. Bedel olan ‫َ َﺟﺴﺪاً ﻟَﻪ ُ َُﺧﻮٌار‬
cümlesi bu hakikati açıklamıştır. Şayet bedel ve mübdelün minhden sadece birisi
zikredilmiş olsaydı, ikisi beraber söylendiğindeki ifade ettikleri anlamı karşılamazdı
(es-Sâmerrâî, 2011: II, 178).
c) Bedel ve mübdelün minhden biri, medih, zem veya bunların dışında başka bir
şeye işaret eden sıfat olarak kullanılmıştır.
.‫ض‬
ِ ‫اﻟﺴﱠﻤ َ ﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َ ‫اﻟﱠﺬي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ‬
ِ َِ‫اﳊ َِﻤ ِﻴﺪ ا‬
ْ ‫ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ِاط اﻟَْﻌِﻳﺰﺰ‬
“Mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait
olan Allah'ın yoluna…” (İbrahim: 14/1, 2) âyetinde mübdelün minh olan ‫اﳊ َِﻤﻴِﺪ‬ ْ ‫ِﻳﺰ‬
ِ‫اﻟَْﻌﺰ‬
kelimeleri bedel olan Allah lafzını metheden iki sıfattır.
.ً‫ُﺘّﻮا ﺗـَﻘْﺘِ ﻴﻼ‬
ُ‫ﻮﻧِﲔ اَﻳ َْﻦَ ﻣﺎ ِ ُﺛُﻘﻔﻮا ِاُﺧُﺬواَ ِوﻗـﻠ‬
َ ُ ‫ﻴﻼًﻣﻠْﻌ‬
َ ِ‫وﻧَﻚَﻴﻬﺎﻓِ ا ﱠِﻻ ﻗَﻠ‬
َ ‫ﰒُﱠ َﻻ َُﳚ ُﺎوِر‬
“Onlar da (bundan sonra) orada lanete uğramış kimseler olarak seninle pek az
süre komşu kalacaklardır. Nerede bulunurlarsa, yakalanırlar ve yaman bir şekilde
öldürülürler.” (el-Ahzâb, 33/60,61)

49
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

Âyette bedel olan ‫َ ﻣﻠْﻌ ُ ﻮﻧَِﲔ‬kelimesi ً‫ﻗَﻠِ ﻴﻼ‬kelimesinden bedel olmakla beraber onu
zem eden bir sıfattır (Ebû Hayyân, 1993: VII, 241).
d) Umumi olan mübdelün minhi bedel hususileştirmiştir.
.‫اﻛِﺐ‬
ِ ‫ﻳﻨَﺔ اﻟْ َـﻜَﻮ‬
‫ﺑِﺰ‬
ٍِ ‫اﻟﺴﱠﻤﺎء َ اﻟ ﱡﺪﻧـْﻴ َ ﺎ‬
َ ‫ا ِ ﱠ َزﻳـﱠﻨﱠﺎ‬
“Biz en yakın göğü ziynetlerle, yıldızlarla donattık.” (es-Sâffât: 37/6)
Âyette mübdelün minh olan ٍ‫ﻳﻨَﺔ‬
‫“ ِز‬süs” kelimesi umumidir, bütün süs unsurlarını
içinde barındırır. Ancak mübdelün minh olan ‫اﻛِﺐ‬
ِ ‫“اﻟْ َـﻜَﻮ‬yıldızlar” kelimesiyle göğün süsü
hususileştirilmiştir.
e) Bir şeyin önemine dikkat çekmek için bedel getirilmiştir.
.‫ﺒِﺤ َﲔ‬
ِ ‫ُﺼ‬
ْ‫ٰﻟِﻚ ْاﻻََْﻣﺮ اَ ﱠن َد َاﺑِﺮَﻫ َُﻻﺆِءَ ﻣﻘْﻄُﻮعٌ ﻣ‬
َ ‫ﻗَﻀﻴـﺎﻨَ ا ِ ْﻟَِﻴﻪ ذ‬
َْ ‫َ و‬
“Ona şu durumu kesin olarak bildirdik: "Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş
olacak."”(el-Hıcr: 15/66)
Allah Teâlâ ayette ‫“ ْاﻻََْﻣﺮ‬durum” kelimesini anlamı kapalı olarak söyledikten
sonra ‫ﺒِﺤ َﲔ‬
ِ ‫ُﺼ‬
ْ‫“ اَ ﱠن َد َاﺑِﺮ ٰﻫ َﺆُﻻِءَ ﻣﻘْﻄُﻮعٌ ﻣ‬Sabaha çıkarken onların sonu kesilmiş olacak” bedel
cümlesiyle açıklamıştır. Kast edilen anlam kelamda kapalı olarak geldiği zaman kelam
beliğ olduğu gibi kelama güzellik ve yücelik katar. Böyle bir kelamı işiten kişinin zihni
neyin kast edildiğini anlamak için bir anda birçok şeyi düşünmek durumunda kalır.
Dolayısıyla söz doğrudan, açık ve net bir şekilde söylendiğinde muhatapta etki
bırakmaz. Ancak kapalı olarak söylendikten sonra açıklandığında söylenen kişide farklı
bir tesir meydana getirir (es-Sâmerrâî, 2011: II, 179).

4.1.2. Bedelin Lafız Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı

Kur’ân-ı Kerîm’de bedel, lafız bakımından müfred, cümle, marife, nekra, isim,
fiil, zamir vb. şekillerde kullanılmıştır. Bunlar:
a) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de marife olarak kullanılmıştır (el-
Heramî, 2008: II, 986).
.‫اﻟﱠﺬ َﻳﻦ اََﻧـْْﻌﻤَﺖ َﻋﻠْ َِﻴْﻬﻢ‬
ِ ‫اط‬َ ‫ﺘَﻘ َﻴﻢ َِﺻﺮ‬
ِ ‫اط اﻟُ ْْﻤﺴ‬
َ‫اﻟﺼ‬
ّ‫ا ِ ْ ِﻫ َﺪ َِ ﺮ‬
“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.” (el-Fatiha, 1/5, 6)
Bu âyette bedel olan ‫اط‬
َ ‫ َِﺻﺮ‬izâfetle marife mübdelün minh olan ‫ﺘَﻘَﻴﻢ‬
ِ ‫ اﻟُ ْْﻤﺴ‬ise lâm-ı
tarifle marifedir (İbnu’l-Habbâz, 2007: 276).
b) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de sıfatlanmamış nekra olarak kullanılır
(er-Radî, 2007: II, 404).
. ‫اﺋِﻖَ و ْاَﻋﻨَﺎ‬
َ‫ا ِ ﱠنﻟِ ُﻠْﻤﺘِﱠﻘ َﲔَ َﻣﻔﺎزاً َﺣَﺪ‬
“Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler
vardır.” (en-Nebe’, 78/31, 32) âyetinde bedel olan ‫اﺋِﻖ‬
َ ‫ َﺣَﺪ‬ile mübdelün minh olan ً‫َ َﻣﻔﺎزا‬
kelimelerinin her ikisi de nekradır (İbnu’l-Habbâz, 2007: 278).

50
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

c) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de nekra-i mevsûfe olarak kullanılır


(İbnu’d-Dehhân, 2011: II, 829).
‫َﺸﺎءا ُِ ﱠن ِﰲ‬
َ ‫ﺑِﻨَﺼِﺮِﻩ َ ْﻣﻳﻦ‬
ْ ‫ﷲﺮٰى َﻛﺎﻓَِ ﺮةٌ ﻳـ َ ْﺮوﻧ ُْـَﻬﻢِ ْﻣﺜـﻠْ َِﻴْﻬﻢَ رأَْي اﻟَ ْْﻌﲔِ َ وﷲ ُ ﻳـ َُﺆﻳِ ُّﺪ‬
‫اُﺧ‬
ِْ ‫َﲔِ ِاﻟﰲَْﺘَـﻘﺘَ ﺎ ﻓِ ﺌَﺔٌ ﺗـُﻘَﺎﺗِﻞ ُ ِﰲَﺳﺒِ َِﻴﻞو‬
ٌ‫ﻗَﺪ َﻛ َﺎن ﻟَ ْﻜُﻢ اﻓِٰﻳَﺌـَﺘـْﺔ‬
ْ
.‫ٰﻟِﻚ ﻟَﻌَِْﺒـﺮةً ِﻻ ُِوﱄ ْاﻻَﺑ َْﺼ ِﺎر‬ َ ‫ذ‬
“Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir
topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla
kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti
olanlar için bunda elbette ibret vardır.” (Âl-i İmrân, 3/13) âyetinde mübdelün minh
olan ‫ ﻓَِﺌـﺘـَْﲔِ اﻟَْﺘَـﻘﺘَ ﺎ‬ve mecrûr olarak okuduğumuzda bedel olan ‫َﺎﺗِﻞ‬
ُ ‫ﺌَﺔٌ ﺗـُﻘ‬kelimelerinin
ِ‫ﻓ‬ her
ikisinin de nekra-i mevsûfe olduğunu görüyoruz.
d) Bedel marife, mübdelün minh nekra olarak kullanılır (er-Radî, 2007: II, 404;
İbnu’l-Habbâz, 2007: 276).
.‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫اﻟﱠﺬ ي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
ِ ‫ﺘَﻘ ٍﻴﻢ َِﺻﺮ ِاط ِﷲ‬
ِ ‫ﱠﻚ ﻟَْﺘـِﻬﺪى ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ٍاطُ ْﻣﺴ‬
َ ‫َ وا ِ ﻧ‬
“Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin
sahibi olan Allah'ın yoluna.” (eş-Şûrâ, 42/52, 53) âyetinde bedel olan ikinci ‫َِﺻﺮ ِاط‬
kelimesi Lafzatullâh’a muzaf olması sebebiyle marife, mübdelün minh olan birinci ‫َِﺻﺮ ِاط‬
kelimesi ise nekradır (İbnu’l-Habbâz, 2007: 276).
e) Bedel nekra, mübdelün minh marife olarak kullanılır (el-Heramî, 2008: II,
986).
.‫ﱠﺎﺻﻴ ََِﺔ ِﺻﻴ ٍَﺔ َﻛِﺎذﺑ ٍَﺔ َﺧ ِﺎﻃﺌٍَﺔ‬
ِ ‫َﻨَﺴﻔﻌﺎًِ ﻟﻨ‬
َْ ‫ﻟ‬
“Muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız.” (el-
‘Alak, 96/15, 16)
Âyette bedel olan ‫َ ِﺻﻴ ٍَﺔ‬kelimesi nekra, mübdelün minh olan ‫ﱠﺎﺻﻴ َِﺔ‬
ِ ‫اﻟﻨ‬kelimesi ise
marifedir (el-Ehdel, 2010: I, 583).
f) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de ism-i zâhir olarak kullanılır (İbn
Bâbşâz, 1977: 425). Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi.
g) Bedel ism-i zâhir, mübdelün minh zamir olarak kullanılır.
.‫ﰒُﱠ ُﻋَﻤﻮاَ َوﺻﱡﻤﻮا َﻛﺜِ ٌﲑِ ْﻣُﻨـْﻬﻢ‬
“Sonra içlerinden çoğu yine kör ve sağır oldu.” (el-Mâide, 5/71)
Âyette ism-i zâhir ٌ ‫ َﻛﺜِﲑ‬kelimesi ‫َﻤﻮا َ َوﺻﱡﻤﻮا‬
‫ُﻋ‬ fiillerindeki gâip çoğul zamirinden
bedeldir.
h) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de fiil olarak kullanılır (Haydaratu’l-
Yemenî, 2004: 200; İbnu’d-Dehhân, 2011: II,849).
.ً ‫َاب ﻳـ ََْﻮم اﻟَِْٰﻘﻴِﻤﺔَ وَْﳜﻠ ُْﺪ ﻓِ ِﻴﻪ َُﻣﻬﺎ‬
ُ ‫َﻒ ﻟَﻪ ُ اﻟَْﻌﺬ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ٰﻟِﻚ ﻳـ َ ﻠَْﻖ اََ ﻣﺎًﻳ‬
َ ‫ََوْﻣﻦ ﻳـ َ َْﻔْﻌﻞ ذ‬
“Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat
artırılır ve horlanmış olarak orada ebedi kalır.” (el-Furkân,25/68, 69)

51
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

Âyette ‫َﻒ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ ﻳ‬fiilinin anlamı ‫ـ َ ﻠَْﻖ‬fiilinde
‫ﻳ‬ de mevcuttur. Bu sebeple ‫َﻒ‬
ْ ‫ُﻀﺎﻋ‬
َ ‫ ﻳ‬fiili ‫ﻳـ َ ﻠَْﻖ‬
fiilinden bedel yapılmıştır.
ı) Bedel ve mübdelün minhin her ikisi de cümle olarak kullanılır (İbnu’d-
Dehhân, 2011: II, 850; İbn Hişâm, 2011: III, 463)
.‫ﻮناَﻣﺪْﱠﻛُﻢ ِ ََﻧـْﻌٍﺎمَ وﺑ َ ﻨِ َﲔ‬
ََ ‫اﻟﱠـﺬى َاَﻣﺪْﱠﻛُﻢِﲟ َﺎ ْﺗـَﻌﻠَُﻤ‬
ِ ‫َ واﺗـُﱠﻘﻮا‬
“Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar
veren Allah'a karşı gelmekten sakının.” (eş-Şuarâ, 26/132, 133)
Âyette ikinci ‫ﱠﻛُﻢ‬
ْ‫ َاَﻣﺪ‬cümlesi birinci ‫ َاَﻣﺪْﱠﻛُﻢ‬cümlesinden bedel yapılmıştır.
j) Bedel cümle, mübdelün minh ise müfred olarak kullanılır (İbn Mâlik, 2009:
III, 199; İbn Hişâm, 2011: III, 463).
.‫ﺎب اَﻟٍِﻴﻢ‬
ٍ ‫ﺑﱠﻚ ﻟَﺬُوَ ﻣَِﻐْﻔٍﺮةَ وذُو َِﻋﻘ‬
َ ‫ﻠِﻚ ا ِ ﱠنَ ر‬
َ ‫ﻗَﺪ ﻗِ َﻴﻞ ﻟِ ُﻠﺮﱡﺳِﻞ ِ ْﻣﻦ ْﻗـَﺒ‬
ْ ‫َﻚ ا ﱠِﻻَ ﻣﺎ‬
َ ‫َﺎل ﻟ‬
ُ ‫َ ﻣﺎ ﻳـ ُ ﻘ‬
“Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç
şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.”
(Fussilet, 41/43)
Âyette ‫ﺑﱠﻚ ﻟَﺬُوَ ﻣَِﻐْﻔٍﺮة‬
َ ‫ا ِ ﱠن َ ر‬cümlesi ‫‘ا ﱠِﻻَ ﻣﺎ‬da ki müfred olan ‫’ َ ﻣﺎ‬dan bedel yapılmıştır.
k) Mübdelün minh hazfedilebilir (es-Suyûtî, 1998: III, 154; ‘Abbâs, 2008: III,
484).
.‫ِب‬
َ‫ِب ٰﻫﺬَا َﺣَﻼ ٌلَ وٰﻫﺬَا َﺣﺮامٌ ﻟَِﺘـَُْﻔﺘـﺮوا َﻋﻠَﻰ ٰ اِّ اﻟْﻜَﺬ‬
َ‫ْﺴﻨـﺘُ ُﻜُﻢ اﻟْﻜَﺬ‬
َ ِ ‫ﺗَﺼ ُﻒ اَ ﻟ‬
ِ ‫ﻟِﻤﺎ‬
َ ‫َ َوﻻ ﺗُـَﻘﻮﻟُﻮا‬
“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah'a karşı yalan uydurmak için,
"Şu helâldir", "Şu haramdır" demeyin.” (en-Nahl, 16/116)
Âyette ‫ِب‬
َ‫ اﻟْﻜَﺬ‬kelimesi ‫ﺗَﺼ ُﻒ‬ِ ‫ َ ﻣﺎ‬cümlesinde hazfedilmiş olan ‫ ُه‬zamirinden bedel
olmuştur. Cümlenin aslı ‫ﺗَﺼُُﻔ‬
‫ َ ﻣﺎ ِﻪ‬idi. Mübdelün minh olan ‫ ُه‬zamiri hazfedilmiştir.
l) Birden fazla bedel peş peşe gelebilir.
‫َﻚﻣﻨْﻪ ُ َ ﻣﺎ ﳍَُْﻢ‬
ِّ ‫اﺧﺘـﻠَُﻔﻮا ﻓِ ِﻴﻪ ﻟَِﻔ ﻲ ٍﺷ‬
َْ ‫اﻟﱠﺬﻳﻦ‬
َ ِ ‫ٰﻜِﻦ ُﺷﺒِﻪَّ ﳍَُْﻢَ وا ِ ﱠن‬
ْ ‫ﻮل ِﷲََوﻣﺎ َﻗـﺘـﻠُﻮﻩ ُ ََوﻣﺎ َﺻﻠَﺒ ُ ﻮﻩ َُ وﻟ‬
َ ‫ِِﻢ ا ِ ﱠ َﻗـﺘـﻠْﻨَﺎ اﻟَْﻤِﺴ َﻴﺢِﻋ َﻴﺴﻰ اﺑ َْﻦَْﻣﺮََﱘ َ ُرﺳ‬
‫َ ْوﻗـَﻮْﳍ‬
.ً‫اﻟﻈﱠﻦِوﻣﺎ َﻗـﺘـﻠُﻮﻩ ُ ﻳ َِﻘﻴﻨﺎ‬
ََّ ‫ِﺑِﻪﻋﻠٍْﻢِ اْﻣﻦ ﱠِﻻ اﺗّ ِ ﺒ َ َﺎع‬
“Bir de inkarlarından ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından ve "Biz
Allah'ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih'i öldürdük" demelerinden dolayı kalplerini
mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi.
Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O
hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak
öldürmediler.” (en-Nisâ, 4/157)
Âyette ‫ ِﻋ َﻴﺴﻰ‬ismi ‫ اﻟَْﻤِﺴ َﻴﺢ‬kelimesinden,‫ اﺑ َْﻦَْﻣﺮََﱘ‬ve ‫ﻮل ِﷲ‬
َ ‫ َ ُرﺳ‬kelimeleri ‫ ِﻋ َﻴﺴﻰ‬isminden
peş peşe bedel olmuşlardır (ed-Dervîş, 1999: II,148).

52
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

4.2. Atfu’l-beyânın Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı

4.2.1. Atfu’l-beyânın Anlam Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı

1- Atfu’l-beyân metbû‘unda oluşan kapalılığı açıklığa kavuşturur.


‫ََﺟﻬُﻨﱠﻢَ وﻳ ُْﺴﻘٰﻰ ِ ْﻣﻦَ ﻣٍﺎء َ ِﺻﺪ ٍﻳﺪ‬ ‫اﺋِﻪ‬
ِ ‫ِ ْﻣﻦََور‬
“Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su
içirilecektir.” (İbrâhîm, 14/16)
Âyette ‫ َ ﻣٍﺎء‬nekradır dolayısıyla nasıl olduğu belli olmayan her hangi bir su
anlamını barındırır, atfu’l-beyân olan ‫ﺻﺪ ٍﻳﺪ‬
ِ َ kelimesi ise cehennem ehlinin vücudundan
akan irinli su anlamıyla metbû‘u olan ‫ َ ﻣٍﺎء‬kelimesindeki kapalılığı açıklığa
kavuşturmuştur (ez-Zemahşerî, 1998: III, 370).
2- Atfu’l-beyân metbû‘undaki anlamı kendine ait/özel yapar.
.‫ض‬
ِ ‫اﻟﺴﱠﻤ َ ﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َ ‫اﻟﱠﺬي ﻟَﻪ ُ َ ﻣﺎ ِﰲ‬
ِ َِ‫اﳊ َِﻤ ِﻴﺪ ا‬
ْ ‫ا ِٰﱃ َِﺻﺮ ِاط اﻟَْﻌِﻳﺰﺰ‬
“Mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait
olan Allah'ın yoluna…” (İbrahim: 14/1, 2)
Âyette atfu’l-beyân olan َِ‫ ا‬lafzı metbû‘u olan ‫اﳊ َِﻤ ِﻴﺪ‬
ْ ‫ اﻟَْﻌِﺰﻳﺰ‬kelimelerindeki “mutlak
güç sahibi ve övgüye layık” anlamını kendine ait yapmıştır. Diğer bir ifadeyle mutlak
güç ve övgü sadece kendisine ait olduğu için َِ‫ ا‬lafzı ‫اﳊ َِﻤ ِﻴﺪ‬ ْ ‫ اﻟَْﻌِﺰﻳﺰ‬kelimelerinden atfu’l-
beyân olmuştur (ez-Zemahşerî, 1998: III, 360)
3- Atfu’l-beyân metbû‘unu över.
‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫ٰﻟِﻚ ﻟَِْﺘـﻌﻠَُﻤﻮا اَ ﱠن ﷲ َ ﻳـ َْﻌﻠَُﻢَ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
َ ‫ﺋِﺪ ذ‬
َ ‫اﳊَ َﺮامَ و ْاﳍ َْﺪَيَ واﻟْﻘََﻼ‬
ْ ‫ﱠﺎس َ واﻟﺸَْﱠﻬﺮ‬
ِ ‫اﳊَ َﺮام ﻗِ ﻴ َ ﺎﻣﺎً ﻟِ ﻠﻨ‬
ْ ‫ْﺖ ﺔ‬
َ َ‫َﻌﺒ‬
‫ْﻜﺒـﻴ‬
ْ‫َََﺟﻌﻞ ﷲ ُ َاﻟ اَﻟ‬
.‫ُﻞ َّْﺷٍﻲءَﻋﻠِ ٌﻴﻢ‬ ِ ‫َ واَ ﱠن ﷲ َ ﺑِﻜ‬
“Allah; Ka'be'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı hac kurbanını ve (bu kurbanlara
takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma)
sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın
(zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.” (el-Mâide, 5/97)
Âyette atfu’l-beyân olan ‫اﳊَ َﺮام‬
ْ ‫ْﺖ‬
َ‫“ اَﻟْﺒـﻴ‬saygıdeğer ev” metbû‘ olan َ‫ْﻜَﻌﺒ َ ﺔ‬
ْ ‫اﻟ‬Ka'be’yi
övmüştür (ez-Zemahşerî, 1998: II, 298).

4.2.2. Atfu’l-beyânın Lafız Bakımından Kur’ân-ı Kerîm’de Kullanımı

Atfu’l-beyânın Kur’ân-ı Kerîm’de lafız bakımından kullanımını incelediğimizde


aşağıdaki şu bulgulara ulaştık.
1- Marife lafız marife bir lafızdan atfu’l-beyân olur.
‫ض‬
ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتََوﻣﺎ ِﰲ ْاﻻَْر‬
َٰ‫ٰﻟِﻚ ﻟَِْﺘـﻌﻠَُﻤﻮا اَ ﱠن ﷲ َ ﻳـ َْﻌﻠَُﻢَ ﻣﺎ ِﰲ اﻟﺴ‬
َ ‫ﺋِﺪ ذ‬
‫َﻼ‬
َ ‫اﳊَ َﺮامَ و ْاﳍ َْﺪَيَ وا ﻟْﻘ‬
ْ ‫ﱠﺎس َ واﻟﺸَْﱠﻬﺮ‬
ِ ‫اﳊَ َﺮام ﻗِ ﻴ َ ﺎﻣﺎً ﻟِ ﻠﻨ‬
ْ ‫ْﺖ‬َ‫ﷲَﻌﺒُ َ ﺔَ اَﻟْﺒـﻴ‬
‫ْﻜ‬
ْ ‫َََﺟﻌ اﻞﻟ‬
.‫ُﻞ َّْﺷٍﻲءَﻋﻠِ ٌﻴﻢ‬ِ ‫َ واَ ﱠن ﷲ َ ﺑِﻜ‬
“Allah; Ka'be'yi, o saygıdeğer evi, haram ayı hac kurbanını ve (bu kurbanlara
takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma)

53
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah'ın bildiğini ve Allah'ın
(zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.” (el-Mâide, 5/97)
Âyette marife olan ‫اﳊَ َﺮام‬
ْ ‫ْﺖ‬
َ‫ اَﻟْﺒـﻴ‬lafzı yine kendisi gibi marife olan َ‫ْﻜَﻌﺒ َ ﺔ‬
ْ lafzından
‫اﻟ‬
atfu’l-beyân olmuştur (el-Hemezânî, 2006: II, 500).
2- Nekra lafzın kendisi gibi nekra bir lafızdan atfu’l-beyân olur.
‫َﻛﺔ‬
ٍ‫َﺠٍﺮةُ ﻣﺒ َ َﺎر‬
َ‫ُﻮﻗَﺪِ ْﻣﻦ ﺷ‬
ُ ‫ِي ﻳ‬‫َﺐُّدر ﱞ‬
ٌ‫ْﻛ‬
‫اَﻟﺰﱡﺟ َﺎﺟﺔُ َﻛﺎَﻧـَﱠﻬﺎ َﻛﻮ‬
َ ‫ﺎﺟﺔ‬ ٍَ ‫ﻧُﻮرﻛَِﻤْﺸ ٰﻜٍﻮة ﻓِ َﻴﻬﺎ ِﻣْﺼﺒ َ ٌﺎحاَ ﻟِْﻤْﺼﺒ َ ُﺎح ِﰲ َزُﺟ‬
‫ضَ ﻣﺜَﻞ ُ ِﻩ‬ ِ ‫ﱠﻤﻮ ِاتَ و ْاﻻَْر‬
َٰ‫ﻧُﻮر اﻟﺴ‬
ُ ُ َ‫ا‬
‫ﱠﺎس‬
ِ ‫ﺜَﺎل ﻟِ ﻠﻨ‬ َ ‫ﷲاﻻَُْﻣ‬
ْ ‫َﻀﺮُِب‬
ْ ‫َﺸ ُ َ وﻳ‬
‫ﻨُﻮرِﻩَ ْﻣﻦ ﻳ َﺎء‬
ِ ِ‫ﻧُﻮر ﻳـ َْ ِﻬﺪي ﷲ ُ ﻟ‬ٍ ‫ﻧُﻮر َﻋﻠٰﻰ‬ٌ ‫َْﺴﺴﻪ ُ ٌَر‬ ْ َ‫ُﻀوﻟَْﻮ ﱂَْ ﲤ‬
َِ ُ ‫َﺎدَُْزﻳَـﺘـﻬﺎﻲءﻳ‬
ُ ‫ﺑِﻴﱠﺔ ﻳ َﻜ‬
ٍ ‫ﺘُﻮﻧَﺔ َﻻ َْﺷﺮﻗِ ٍﻴﱠﺔَ َوﻻ ْﻏَﺮ‬
ٍ ‫َْزﻳـ‬
.‫ُﻞ َّْﺷٍﻲءَﻋﻠِ ٌﻴﻢ‬ ِ ‫َ وﷲ ُ ﺑِﻜ‬
“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir
hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan
bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından
tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar
berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için
misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (en-Nûr 24/35)
Âyette nekra olarak geçen ‫ﺘُﻮﻧَﺔ‬
ٍ ‫َْزﻳـ‬lafzı yine kendisi gibi nekra olan ‫َﺠٍﺮة‬
َ‫ ﺷ‬lafzından
atfu’l-beyân olmuştur (el-Hemezânî, 2006: IV, 649).
3- Atfu’l-beyân marife, metbû‘u nekra olur.
.‫ﻳﻨﺎًِدﻗَِ ﻴﻤﺎً ِﻣﻠﱠﺔَ ا ِْ ﺑـِﺮٰﻫ َ َﻴﻢﺣﻨِ ﻴﻔﺎً ََوﻣﺎ َﻛ َﺎنَِﻣﻦ اﻟُْﻤْﺸِﺮﻛِ َﲔ‬
‫ﺘَﻘ ٍﻴﻢ‬
ِ ‫ْﻗُﻞ ا ِ ﻧ ِﱠﲏ َﻫٰﺪ ِﻳﲏَ رِ ّ اﰊ ِٰﱃ َِﺻﺮ ٍاطُ ْﻣﺴ‬
“De ki:"Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk'a
yönelen İbrahim'in dinine iletti. O, Allah'a ortak koşanlardan değildi." (el-En’âm,
6/161)
Âyette marife olan ‫ﻣﻠﱠﺔَ ا ِْ ﺑـِﺮٰﻫَﻴﻢ‬lafzı,
ِ nekra olan ً‫ ِدﻳﻨﺎ‬lafzından atfu’l-beyân olmuştur
(el-Hemezânî, 2006: II, 733).
4- Atfu’l-beyân ile metbû‘u müfred, tesniye veya cemi‘ olmakta genellikle
birbirine uyum sağlar.
. ‫ِﻚ َْﻋَﺒﺪﻩ ُ َزَﻛِﺮﱠ‬
َّ‫َْﺖَ رﺑ‬
ِ ‫َﲪ‬
‫ِﻛﺮ ر‬
ُْ‫ذ‬
“Bu, Rabbinin, Zekeriya kuluna olan merhametinin anılmasıdır.” (Meryem,
10/2)
Âyette müfred isim olan ‫ َزَﻛِﺮﱠ‬kelimesi yine müfred isim olan ُ ‫ َْﻋَﺒﺪﻩ‬lafzından
atfu’l-beyân olmuştur (el-Hemezânî, 2006: IV, 338)
ِ‫اﻟﺴَوﻣﺎ اُﻧْﺰَِل َﻋﻠَﻰ اﻟَْﻤﻠَﻜَْﲔ‬
َ‫ﱠﺎس َّْﺤﺮ‬
ِ َ ‫ﻮن اﻟﻨ‬
َ ‫َﲔ َﻛُﻔَﺮوا ﻳـ َُُِﻌﻠّﻤ‬ ‫ْﻚ ُﺳﻠَْﻴٰﻤَﻦ ََوﻣﺎ َﻛَﻔﺮ ُﺳﻠَْﻴٰﻤُﻦَ وﻟِٰﻜﱠﻦ اﻟﺸﱠﻴ َ ِﺎﻃ‬
ِ ‫َ واَﺗﱠـﺒـﻌ ُ ﻮا َ ﻣﺎ َْﺗـﺘـﻠُﻮا اﻟﺸﱠﻴ َ ﺎﻃ ُﲔ َﻋﻠٰﻰ ُ ﻣﻠ‬
...‫وت‬
َ ‫وتََوﻣُﺎر‬
َ ‫ﺎﺑِﻞَﻫُﺎر‬َ َ ‫ﺑِﺒ‬
“Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların)
uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi.
Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de) Babil'deki Hârût ve Mârût adlı iki
meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre girdiler…”
Bu âyette ise iki kişi iki melek olan ‫وت‬َ ‫وت ََوﻣُﺎر‬
َ ‫ َﻫُﺎر‬isimleri, tesniye olan ِ‫اﻟَْﻤﻠَﻜَْﲔ‬
lafzından atfu’l-beyân yapılmıştır (el-Hemezânî, 2006: I, 347).

54
BEDEL VE ATFU’L-BEYÂNIN KUR’ÂN-I KERÎM’DE… Mustafa TOPRAK

5- Atfu’l-beyân ile metbû‘u müfred, tesniye veya cemi olma hususunda


genellikle birbirine uyum sağlar ancak birbirine uymadıkları yerler de vardır.
‫ﻼًﻦ َﻛَﻔَﺮ ﻓَﺎِ ﱠن ﷲ َ ﻏَِﲏﱞ ﻋَ ِﻦ‬
‫ْﺖَ ﻣِﻦ ْاﺳﺘَ ﻄ ََﺎع ا ِ ْﻟَِﻴﻪ َﺳﺒِ ﻴََوْﻣ‬
ِ‫ﱠﺎس ِﺣ ﱡﺞ اَﻟْﺒـﻴ‬
ِ ‫ﻨَﺎتَ ﻣﻘَﺎم ُ ا ِْ ﺑـِﺮٰﻫ َﻴﻢََوْﻣﻦ دََﺧﻠَﻪ ُ َﻛ َﺎن اِٰﻣﻨﺎً َ ِو ِ َﻋﻠَﻰ اﻟﻨ‬
ٌ ّ ِ‫ِﻴﻪ اَٰ ﻓٌِت ﺑ َ ﻴ‬
.‫اﻟَْﻌﺎﻟَِﻤ َﲔ‬
“Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde
olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.
Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.
(Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.)” (Âl-i İmrân 3/97)
Âyette izafetle marife olan ‫َﺎم‬
ُ‫ َ ﻣﻘ‬kelimesi nekra olan ‫ اَٰ ٌت‬kelimesinden atfu’l-
beyân olur (ez-Zemahşerî, 1998: I, 586; el-Hemezânî, 2006: II, 96).
6- Atfu’l-beyân zamire tâbi‘ olur.
‫اَﻧْﺖ اﻟﺮﱠﻗِ َﻴﺐ َﻋﻠْ َِﻴْﻬﻢ‬
َ ‫ْﺖ‬ َ‫ﺘَﲏﻛُﻨ‬
ِ ‫ْﺖ َﻋﻠْ َِﻴْﻬﻢ َﺷِﻬﻴﺪاً َ ﻣﺎ ُْدﻣُﺖ ﻓِ ِْﻴﻬﻢ َﻓـﻠ ﱠَﻤﺎ َﺗـَﻮْﱠﻓـﻴـ‬
ُ ‫َﻛُﻨ‬
‫ﺗَﲏ ِﺑِﻪ ِاَن ْاﻋﺒ ُ ُﺪوا ﷲ َ َِ ّرﰊ ََورﺑﱠ ْﻜُﻢ و‬
ِ ‫ْﺖ ﳍَُْﻢ ا ﱠِﻻ َ ﻣﺎ َْاَﻣﺮ‬
ُ ‫َ ﻣﺎ ُﻗـﻠ‬
‫ُﻞ ّ َْﺷٍﻲء َﺷﻬﻴﺪ‬ ِ ‫اَﻧْﺖ َﻋﻠٰﻰ ﻛ‬
َ ‫َو‬
"Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de
rabbiniz olan Allah'a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit
idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen
her şeye hakkıyla şahitsin." (el-Mâide, 5/117)
Âyette müevvel isim olan َ ‫ ِاَن ْاﻋﺒ ُ ُﺪوا ﷲ‬cümlesi ِ‫ﺗَﲏﺑِﻪ‬
ِ ‫ا ﱠِﻻ َ ﻣﺎ َْاَﻣﺮ‬cümlesindeki mecrûr
zamirinden atfu’l-beyân olmuştur (ez-Zemahşerî, 1998: I, 586)

55
SONUÇ VE TARTIŞMA Mustafa TOPRAK

5. SONUÇ VE TARTIŞMA

Biz bu çalışmamızda bedel ve atfu’l-beyânı ve Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımlarını


ele aldık. Çalışmamız esnasında şunları tespit ettik:
Bedel ile atfu’l-beyân arasındaki en belirgin farklardan biri munâdaya tâbi‘
olduklarında ortaya çıkar. Atfu’l-beyânın âmili metbû‘unun da âmilidir, ancak bedelin
âmili metbû‘unun âmilinin aynısı olmayıp metbû‘unun âmilinin tekrarı hükmündedir.
Atfu’l-beyân; genellikle lakaplar, künyeler ve alemlerle yapılırken, bedel bunlarla
beraber fiiller, cümleler, zarflar ve zamirler gibi kelamın hemen her öğesiyle yapılabilir.
Atfu’l-beyânda metbû‘u ile kendisi arasında nahiv âlimlerinin kâhir ekserisine göre
uyum şartı aranırken bedel ile mübdelün minh arasında bu şart aranmaz.
Bedel ve atfu’l-beyânın Kur’ân-ı Kerîm’de kullanımına gelince, bedel ve atfu’l-
beyânın her ikisinin anlam yönünden; metbû‘larının lafzındaki anlam kapalılığını
açıklığa kavuştururlar, metbû‘larının lafzı açık olduğu halde tâbi‘lerinin hakikatine
dikkati çekerler. Yine metbû‘larını medh ve zem ve bir şeyin önemini vurgulamak için
kullanılırlar.
Bedel ve atfu’l-beyânın her ikisinin lafız yönünden; Atfu’l-beyânın nahiv
âlimlerinin çoğuna göre metbû‘una uyum şartı olduğundan lafız yönünden Kur’ân-ı
Kerîm’de kullanım alanı sınırlıdır. Bedelin ise metbû‘una uyum şartı olmadığından lafız
yönünden Kur’ân-ı Kerîm’de kullanım alanı çok geniştir. Bunlardan bir kısmı ise;
marife nekradan, nekra marifeden, ism-i zâhir zamirden, zamir ism-i zâhirden, müfred
cümleden, cümle müfredden, fiil fiilden ve daha birçok lafzi öğe bir diğer öğeden bedel
yapılır.

56
KAYNAKLAR Mustafa TOPRAK

6. KAYNAKLAR

ABBÂS, Hasan, 2008. en-Nahvu’l-Vâfî, Nşr.: Mektebetu’l-Muhammedî, Beyrût, 4c.


ALTUNTAŞ, H. ve MUZAFFER Ş. 2011. Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 705s.
el-BEYDÂVÎ, Nasîruddîn ‘Abdullâh b. ‘Umer b. Muhammed eş-Şîrâzî, 2001.
Hâşiyetu’l-Konevî ‘alâ Tefsîri’l-İmâmi’l-Beydâvî, Nşr.: Muhammed ‘Alî
Beydûn, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 20c.
el-CEVHERÎ, İsmâîl b. Hammâd, 1990. es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhu’l-‘Arabiyye,
tah.: Ahmed ‘Abdulgafûr ‘Attâr, Dâru’l-İlim li’l-Melâyîn, Beyrût, 6c.
el-CURCÂNÎ, ‘Abdulkâhir, 2011. Şerhu’l-Cumel fi’n-Nahv, tah.: Halîl ‘Abdulkâdir
‘Îsâ, Dâr-u İbn Hazm, Beyrût, 364s.
ed-DERVÎŞ, Muhyiddîn, 2011. ‘İrâbu’l-Kur’âni’l-Kerîm ve Beyânuhû, Dâru İbn Kesîr;
Dâru’l-Yemâmeh, Dimeşk; Beyrût, 9c.
EBÛ HAYYÂN, Muhammed b. Yûsuf el-Endulûsî, 1993. Tefsîru’l-Bahri’l-Muhît, tah.:
‘Âdil Muhammed ‘Abdulmevcûd, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 8c.
el-EHDEL, Muhammed b. Ahmed b. Abdilbârî, 2010. el-Kevâkibu’d-Durriyye Şerhun
alâ Mutemmimetu’l-Âcurrûmiyye, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 648s.
el-EŞMÛNÎ, ‘Alî b. Muhammed b. ‘Îsâ, 2008. Hâşiyetu’s-Sabbân ‘Alâ Şerhi’l-Eşmûnî
‘Alâ Elfiyeti İbn-i Mâlik, Daru’l- Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 4c.
el-EZHERÎ, Hâlid b. Abdullah, 2011. Şerhu’t-Tasrîh Ale’t-Tavdîh ‘alâ Elfiyeti İbn
Mâlik fî’n-Nahv, tah.: Ahmed es-Seyyid Seyyid Ahmed, Dâru’t-Tevfîkiye li’t-
Turâs, Kâhire, 4c.
el-GALÂYÎNÎ, Mustafa, 2009. Câmi‘u’d-Durûsi’l-‘Arabiyye, Dâru’l-Kutubi’l-
‘İlmiyye, 3c.
el-HALÎL, b. Ahmed el-Ferâhîdî, 2003. Kitâbu’l-‘Ayn, tah.: ‘Abdulhamîd Hindâvî,
Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 4c.
el-HÂŞİMÎ, Ahmed b. İbrahim b. Mustafa, 2010. el-Kavâ’idu’l-Esâsiye li’l-Lugati’l-
‘Arabiyye, el-Mektebetu’l-‘Asriye, Beyrut, 360s.
el-HATTÂB, Muhammed b. Muhammed er-Ra‘înî, 2010. el-Kevâkibu’d-Durriyye
Şerhun alâ Mutemmimetu’l-Âcurrûmiyye, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut,
648s.
HAYDARATU’L-YEMENÎ, Ebu’l-Hasen ‘Alî b. Suleymân b. Es‘ad et-Temîmî el-
Bekîlî, 2004. Keşfu’l-Muşkil fi’n-Nahv, Nşr.: Muhammed ‘Alî Beydûn, Dâru’l-
Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 408s.
el-HEMEZÂNÎ, el-Munteceb, 2006. el-Kitâbu’l-Ferîd fî İ‘râbi’l-Kur’âni’l-Mecîd, tah.:
Muhammed Nizamuddînu’l-Fettîh, Dâru’z-Zemân, Medîne, 6c.

57
KAYNAKLAR Mustafa TOPRAK

el-HERAMÎ, Ömer b. İsâ b. İsmâîl, 2008. el-Muharrar fi’n-Nahv, tah.: Mansûr ‘Alî
Muhammed ‘Abdussemî‘,Daru’s-Selam, Kahire, 3c.
el-HUDARÎ, 2003. Hâşiyetu’l-Hudarî ‘alâ Şerhi İbn ‘Akîl ‘alâ Elfiyeti İbn Mâlik,
Dâru’l-Fikr, Beyrût, 2c.
İBN ‘AKÎL, Bahâuddîn ‘Abdullâh, 1995. Şerhu İbn ‘Akîl, el-Mektebetu’l-‘Asriyye,
Beyrût, 2c.
İBN ‘ÂŞÛR, Muhammed Tâhir, 1984. Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, ed-Dâru’t-
Tûnisiyye li’n-Neşr, 30c.
İBN ‘USFÛR, Ebu’l-Hasen Ali b. Mu’min b. Muhammed b. Ali, 1998. Şerhu Cumeli’z-
Zeccâcî, Nşr.: Muhammed ‘Alî Beydûn, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 3c.
İBN BÂBŞÂZ, Tâhir b. Ahmed, 1977. Şerhu’l-Mukaddimetu’l-Muhsibe, tah.: Hâlid
‘Abdulkerîm, el-Matba‘atu’l-‘Asriyye, Kuveyt, 2c.
İBN CİNNÎ, Ebu’l-Feth, 2007. Tevcîhu’l-Luma‘ı Şerh-u Kitâbi’l-Luma‘ı, tah.: Fâyiz
Zekî Muhammed Diyâb, Dâru’s-Selâm, Kâhire, 662s.
İBN HİŞÂM, Ebû Muhammed Abdullah Cemaluddin el-Ensârî, 2011. Şerhu Katri’n-
Nedâ ve Bellu’s-Sadâ, el-Mektebetu’l-Asriye, Beyrut, 384s.
, 1999. Muğni’l-Lebîb ‘an Kutubi’l-E‘ârîb, tah.: Berakât Yûsuf Hebbûr,
Dâru’l-Erkam, Beyrut, 2c.
, 2011. Şerhu’t-Tasrîh Ale’t-Tavdîh ‘alâ Elfiyeti İbn Mâlik fî’n-Nahv,
tah.: Ahmed es-Seyyid Seyyid Ahmed, Dâru’t-Tevfîkiye li’t-Turâs, Kâhire, 4c.
İBN MÂLİK, Cemâluddîn Muhammed b. ‘Abdullah b. ‘Abdullah et-Tâî el-Ceylânî el-
Endulûsî, 2009. Şerhu’t-Teshîl, Tah.: Muhammed ‘Abdulkâdir ‘Atâ – Târık
Fethî es-Seyyid, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 3c.
İBN MANZÛR, 1997. Lisânu’l-‘Arab, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 18c.
İBN SÎDE, Ebu’l-Hasen ‘Alî b. İsmâîl el-Mursî, 2000. el-Muhkem ve’l-Muhîtu’l-Azam,
tah.: ‘Abdu’l-Hamîd Hindâvî, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 11c.
İBN YA‘ÎŞ, Muvaffikuddîn Ebi’l-Bekâ Ya‘îş b. Ali el-Mevsılî, 2011. Şerhu’l-Mufassal
li’z-Zemahşerî, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 6c.
İBNU’D-DEHHÂN, Ebû Muhammed Sa‘îd b. el-Mubârek, 2011. el-Gurra fî Şerhi’l-
Luma‘, tah.: Ferîd b. ‘Abdul‘azîz ez-Zâmil es-Suleym, Dâru’t-Tedmuriyye,
Riyâd, 2c.
İBNU’D-DEMÂMÎNÎ, Bedruddîn Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Ebû Bekr, 2008. el-
Menhelu’s-Sâfî fî Şerhi’l-Vâfî, tah.: Fâhir Cebr Matar, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye,
Beyrût, 2c.
İBNU’L-ENBÂRÎ, Abdurrahman b. Muhammed, 2010. Esrâru’l-Arabiyye, tah.:
Muhammed Huseyn Şemsuddîn, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 240s.

58
KAYNAKLAR Mustafa TOPRAK

İBNU’L-HABBÂZ, Ahmed b. el-Huseyn, 2007. Tevcîhu’l-Luma‘ı Şerh-u Kitâbi’l-


Luma‘ı, tah.: Fâyiz Zekî Muhammed Diyâb, Dâru’s-Selâm, Kâhire, 662s.
İBNU’L-HÂCİB, Ebû ‘Amr ‘Usmân b. Ebî Bekr b. Yûnus, 2007. Şerhu Kâfiyeti’bni’l-
Hâcib, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 5c.
, 2005. el-Îdâh fî Şerhi’l-Mufassal, tah.: İbrâhîm Muhammed ‘Abdullâh, Dâru
Sa‘diddîn, Dimeşk, 2c.
İBNU’S-SERRÂC, Ebû Bekr Muhammed b. Sehl, 1999. el-Usûl fî’n-Nahv, Nşr.:
Muessesetu’r-Risâle, 3c.
el-MEKKÎ, Diyâuddîn Muvaffak b. Ahmed b. Ebî Sa‘îd el-Havârizmî, 2011.
Kifâyetu’n-Nahv fî ‘İlmi’l-İ‘râb, tah.: Muhammed ‘Usmân, Mektebetu’s-
Sekâfeti’d-Dîniyye, Kâhire, 248s.
el-MUBERRİD, Ebu’l-‘Abbâs Muhammed b. Yezîd, 1994. el-Muktedab, tah.:
Muhammed ‘Abdulhâlik ‘Adîme, Yy. Kâhire, 5c.
el-MURÂDÎ, Bedruddîn Ebû Muhammed el-Hasen b. Kâsım, 2001. Tevdîhu’l-Mekâsıd
ve’l-Mesâlik bi-Şerh-i Elfiyeti İbn Mâlik, tah.: ‘Abdurrahmân ‘Alî Suleymân,
Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, Kâhire, 3c.
er-RADÎ, Radıyyuddîn Muhammed b. el-Hasen el-Estarâbâzî, 2007. Şerhu
Kâfiyeti’bni’l-Hâcib, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 5c.
es-SABBÂN, Muhammed b. ‘Alî, 2008. Hâşiyetu’s-Sabbân ‘Alâ Şerhi’l-Eşmûnî ‘Alâ
Elfiyeti İbn-i Mâlik, Daru’l- Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrut, 4c.
es-SÂMERRÂÎ, Fâdıl Sâlih, 2011. Me‘âni’n-Nahv, Dâru’l-Fikr, ‘Ammân, 2c.
es-SEMÎN, Ahmed b. Yûsuf el-Halebî, 2011. ed-Durru’l-Mesûn fî ‘Ulûmi’l-Kitâbi’l-
Meknûn, tah.: Ahmed Muhammed el-Harrât, Dâru’l-Kalem, Dimeşk, 11c.
SÎBEVEYH, ‘Amr b. ‘Usmân b. Kanber, 2009. el-Kitâb, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye,
Beyrût, 5c.
es-SÎRÂFÎ, Ebû Sa‘îd el-Hasen b. ‘Abdillâh b. el-Merzubân, 2008. Şerhu Kitâb-i
Sîbeveyh, tah.: Ahmed Hasen Mehdlî – ‘Alî Seyyid ‘Alî, Dâru’l-Kutubi’l-
‘İlmiyye, Beyrût, 5c.
es-SUYÛTÎ, Celâluddîn, 2011. Cem‘u’l-Cevâmi‘ fi’n-Nahv, tah.: Nasr Ahmed İbrâhîm
‘Abdul‘âl – Sabrî İbrâhîm es-Seyyid, Mektebetu’l-Âdâb, Kâhire, 408s.
eş-ŞİNKÎTÎ, Ahmed b. el-Emîn, 1999. ed-Dureru’l-Levâmi‘ ‘alâ Hem‘ı’l-Hevâmi‘ı
Şerh-ı Cem‘ı’l-Cevâmi‘, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 3c.
et-TALAKÂNÎ, el-Vezîru’s-Sâhib b. ‘Abbâd, 2010. el-Muhît fi’l-Luga, tah.:
Muhammed ‘Usmân, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 3c.
et-TİRMİZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ b. Sevr, 2001. Sunenu’t-Tirmizî, Dâru’l-Fikr,
Beyrût, 5c.

59
KAYNAKLAR Mustafa TOPRAK

URALGİRAY, Yusuf, 1986. Modern Metotlu, Uygulamalı, Tahlilli ve Araştırmalı


Arapça İlk ve İleri Dilbilgisi, Yy., Riyad, 2c.
ez-ZEBÎDÎ, Muhammed Murtadâ el-Huseynî, 2011. Tâcu’l-‘Arûs min Cevâhiri’l-
Kâmûs, tah.: Nevâf el-Cerrâh, Dâr-u Sâdir, Beyrût, 10c.
ZEKERİYA el-ENSÂRÎ, Ebû Yahyâ, 2011. Bulûgu’l-Ereb bi-Şerh-ı Şuzûru’z-Zeheb fî
Ma‘rifet-i Kelâmi’l-‘Arab, tah.: Muhammed Ahmed ‘Alî ‘Abdul‘âlihî, Dâru’l-
Basâir, Kâhire, 3c.
, 2011. ed-Dureru’s-Seniyye Hâşiye ‘Alâ Şerhı’l-Hulâsa, tah.: Velîd b. Ahmed b.
Sâlim el-Huseyn, Dâr-u İbn Hazm, Beyrût, 2c.
ez-ZEMAHŞERÎ, Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmut b. Ömer, 1998. el-Keşşâf ‘an Hakâiki
Gavâmidı’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl, Mektebetu’l-‘Abî, Riyâd, 6c.
, 2011. el-Mufassal li’z-Zemahşerî, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, Beyrût, 6c.
, 1998. Esâsu’l-Belâga, Nşr.: Muhammed ‘Alî Beydûn, Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye,
Beyrût, 2c.

60
ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler
Adı – Soyadı : Mustafa TOPRAK
Doğum Yeri ve Tarihi : Hassa, 01.06.1985

Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yüksek Lisans Öğrenimi : KSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam
ABD
Doktora Öğrenimi :
Bildiği Yabancı Diller : Arapça
Bilimsel Faaliyetleri :

İş Deneyimi
Stajlar :
Projeler :
Çalıştığı Kurumlar : Özel Sektör, Diyanet İşleri Başkanlığı.

İletişim
E-Posta Adresi : mustafatoprak8587@hotmail.com
Tel. : 0 546 433 71 75
Tarih : 28.07.2015

You might also like