You are on page 1of 120

T.C.

POLİS AKADEMİSİ
GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI GÜVENLİK ANABİLİM DALI

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE YAHUDİ LOBİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ


Mohammed DİAB

Danışman
Prof. Dr. İdris BAL

Ankara – 2010

1
T.C.
POLİS AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI
GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum bu çalışmayı bilimsel ahlak ve


geleneklere aykırı düşecek bir yol ve yardıma başvurmaksızın yazdığımı,
yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlardan her
seferinde yollama yaparak yararlandığımı belirtir; bunu şerefimle beyan ederim.

Enstitü veya başka herhangi bir mercii tarafından belli bir zamana bağlı
kalmaksızın, tezimle ilgili bu beyana aykırı bir durumun tespit edilmesi durumunda,
ortaya çıkacak tüm ahlaki ve hukuki sonuçlara katlanacağımı bildiririm.

İmza

..…../ …..../ 2010


Mohammed DİAB

2
1.

T.C.
POLİS AKADEMİSİ
GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI GÜVENLİK YÖNETİMİ ANABİLİM DALI

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE YAHUDİ


LOBİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ


MOHAMMED DİAB

Bu tez .... / .... / 20 ... tarihinde aşağıdaki jüri tarafından Oybirliği/Oyçokluğu ile
kabili edilmiştir.

Jüri Başkanı: Prof. Dr. İdris BAL

Üye: Prof. Dr. Veysel K. BİLGİÇ

Üye: Doç. Dr. Arif KÖKTAŞ

3
ÖNSÖZ

İsrail Devleti 1948 yılında kurulduğundan günümüze kadar sorun


yaşamaktadır. Tüm dünyayı etkileyen ve bütün Müslümanları ilgilendiren en önemli
soruna, tüm dünya çözüm aramaktadır. İsrail, Filistinlilere uyguladığı güvenlik
politikaları ve yapılan katliamlara rağmen hala Batılı toplumlar tarafından kendini
savunan bir ülke olarak görülmektedir. İsrail, kurulmasından bu yana Amerika’da ve
Batılı ülkelerde güçlenmekte ve Orta Doğu’daki ekonomik, teknolojik ve silah
üstünlüğünü sürdürmektedir. Ayrıca, devamlı Batılı ülkelerde İsrail taraftarları
çoğalmaktadır, bu durum hem Yahudilerin sevilmesinden hem de Yahudilerden
korkuluğundandır. Bu günlerde, hiç kimse İsrail hakkında kötü bir şey söylemeye
cesaret edemez, bununla birlikte ‘Müslümanlar nerde olursa terörist eylemler orada
olur düşüncesi’ Batıda bir genel kanaat olmuştur. Yahudilerin gücü ve
Müslümanların zayıflığını görmüş ve sürekli Amerika tarafından İsrail’e verilen
şartsız desteğin yansımalarını bizzat yaşamış biri olarak, tez çalışması için bu konuyu
tercih ettim.

İsrail, dünya kamuoyuna Filistinlileri terörist barışı sevmeyen ve barış karşıtı


bir millet olarak göstermeye çalışmıştır. Bu çalışmada Yahudi Lobisi’nin
Amerika’nın dış politikasına etkilerini ve Amerika’ya ne kadar zarar verdiğini, aynı
zamanda dünyada Amerika’nın, politikalarından dolayı ne kadar çok düşman
kazandığı incelenmektedir. Çalışmada Arapça kaynaklara yoğunluk verilmektedir,
ayrıca Türkçe kaynaklardan da faydalanmıştır.

Çalışma sırasında kaynak bulma konusunda yardımcı olan ve bu konuyla


ilgilenen Filistin’de bulunan Birzeit Üniversitesi’ne ve Filistin Çalışma Merkezi’ne
ve beni yönlendiren ve Türkiye’de yüksek lisans yapmamı teşvik eden ve kolaylık
sağlayan, desteğini hiç eksik etmeyen babama ve anneme teşekkür borcum vardır.
Ayrıca pozitif enerjisi ile çalışma azmimi kamçılayan tez danışmanım Sayın Prof.
Dr. İdris Bal’a içten teşekkür eder, saygılarımı sunarım.

I
ÖZET
Diab, Mohammed, (2010), Amerika Birleşik Devletlerinde Yahudi Lobisi,
Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof.Dr. İdris Bal, 111 sayfa

İkinci dünya savaşı bitikten sonra dünyaya yeni iki süper güç çıkmış ve onlar
Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, ayrıca Fransa ve İngiltere dünyada
büyük rolünü kaybetti ve içişleri ile ilgilenmeye karar verdi. Savaşından sonra tüm
dünya yeni bir savaşa şahit olmuş o da soğuk savaşı ve ikisinin amacı kim daha
bölgeler kontrol edebiliyor ve iki devlet karşı karşıya önlemler yaptıler ve onlardan
en önemli Amerika devleti yeni kuruluan İsrail devleti ile bir müteffik olmuştur,
karşı tarafta Sovyetler birliği Arapların tarafını tutmuş buna rağmen İsrail devleti
kurulduğunda onu ilk tanıyan devletler Sovyetler birliği ve Amerika olmuştur. İsrail
kuruluşu ilan edildikten sonra Araplar 4 tane savaşa girdi hepsinde Araplar mağlup
kalmaktadır. Bu savaş bittikten sonra Arapların en büyük devleti olan Mısır İsrail ile
barış anlaşması yaptı ve bunun neticesi Araplar bu hale gelmişler ve İsrail devleti her
günde güçleniyor. 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dünyada bir
dönüş noktası olmuştur. Dünyada tek süper güç kalmıştır oda Amerika ve herkeste
bilindiği gibi Amerikada bulunan çok güçlü yahudi lobisi ortadoğuda Amerika Dış
Politikasını iyi yönetiyor ya da en azından çok etkili rol oynamaktadır. İsrail
filistinde işgal ettiği topraklarda hala ondan çekelmeye red ediyor ve filistin hükümet
ile 1990’lı yıllardan şimdiye kadar bir süre anlaşma var fakat hiç birine uymuyor ve
bunun sebebi Amerikada bulunan yahudi lobisi gücünden kendi menfaatine karşı
gelebilecek ya da cesareti olan yoktur.

Anahtar kelimeler: Filistin, İsrail, ABD, dış politika, lobi

II
ABSTRACT
Diab, Mohammed, (2010), Jewish Lobby in the United States of America, MA
Dissertation, Supervisor: Prof. Dr. İdris Bal, 111 pages.

After the secound world war ,tow super power arose on the international science, the
United States and the Soviet Union , and tow super powers disappared Grate Britians
and France. After that new kind of war broke out between the tow super powers
known as the Cold War. The main goal for the both powers is who gain and control
new terattories by different means, as supporting some contries meat their interests.
After that israel was founded by getting the British support then the American to
acheif their intrests in the Middleast. So that the US and the USSR were from the
first countries who recognized the exsistance of israel. The Arap countries lost the
four wars between them and İsrael, dispite their claim their winnig in the 1973 war.
After this war Egypt signed pease agreement with İsrael. This agreement increased
the israelian power , because of avoiding majour wars.the year of 1990 was a
changing point in the world history after the collapsing of the Soviet Union and the
winning of the United State as only super power in the world controling and
interveining in the world politics. İnside the United State there is a strong jewish
lobby. Has power in shaping the American forisin policy. İsrael is still accuping
Palestine dispite of the peace prossess since 1990 and many agreements betwen
İsrael and the Palestinian, but no seriase change happend because of the strengeth of
the Jews lobby in the United State with disapearing of an arab power to challange
them.

Key words: Palestine, Israel, USA, lobby, the American forısin policy

III
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖNSÖZ ......................................................................................................................... I
ÖZET ........................................................................................................................... II
ABSTRACT .............................................................................................................. III
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... IV
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM
AMERİKAN TOPLUMU VE YÖNETİMİ
1.1. GİRİŞ ................................................................................................................... 6
1.2. AMERİKA’DA GÖÇLER .................................................................................... 6
1.3. AMERİKA, İNGİLTERE SÖMÜRGESİ ........................................................... 10
1.4. AMERİKA BAĞIMSIZLIĞI VE KURULUŞU................................................. 13
1.5. AMERİKA YÖNETİMİ ..................................................................................... 15
1.6. AMERİKA’DA LOBİLER ................................................................................. 17
1.6.1. Türk Lobisi ....................................................................................... 17
1.6.1.1. Türk Göç Tarihi................................................................ 17
1.6.1.2. Türk Lobisi ....................................................................... 19
1.6.2. Arap Lobisi ...................................................................................... 21
1.6.3. Yunan Lobisi .................................................................................... 25
1.6.3.1. Yunan Göç Tarihi ............................................................. 25
1.6.3.2. Yunan Lobisi .................................................................... 26
1.6.4. Ermeni Lobisi .................................................................................... 30
1.6.4.1. Ermeni Göç Tarihi............................................................ 30
1.6.4.2. Ermeni Lobisi ................................................................... 31
1.6.5. Yahudi Lobisi .................................................................................... 33
1.7. SONUÇ .............................................................................................................. 34

İKİNCİ BÖLÜM
AMERİKA’DA YAHUDİ LOBİSİ
2.1. GİRİŞ .................................................................................................................. 36
2.2. AMERİKAYA YAHUDİLERİN GÖÇMESİ ..................................................... 36

IV
2.2.1. Yahudilerin Amerikaya Göç Tarihi ................................................... 36
2.2.2. İkinci Dünya Savaşın’dan Amerika’da Sonra Yahudiler ............................. 37
2.3. YAHUDİLERİN EKONOMİK DURUMU ........................................................ 38
2.4. YAHUDİ ÖRGÜTLERİ .................................................................................... 39
2.5. YAHUDİ LOBİSİ............................................................................. ...................44
2.5.1. Yahudi Lobisi Çalışma Şekli ............................................................. 46
2.5.2. Yahudi Lobisi Basında ve Medya Etkisi............................................ 47
2.5.3. Yahudi Lobisi Kongrede Ve Siyasette Ağırlığı ................................. 50
2.5.4. Yahudi Lobisi Gücü ............................................................................ 52
2.6. AMERİKA’DA YAHUDİLERİN İSRAİLE BAĞLILIĞI ................................ 55
2.6.1. Amerika’da Yahudilerin İlk Faaliyetleri ............................................. 55
2.6.2. Dini Yakınlığı Kullanmak ................................................................... 55
2.6.3. Amerika’da Üst Düzeyide Olmaktan Faydalanmak ........................... 57
2.6.4. Takip ve Şantaj .................................................................................... 58
2.7. SONUÇ ............................................................................................................... 59

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YAHUDİ LOBİSİNİN AMERİKA DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ
3.1. GİRİŞ .................................................................................................................. 61
3.2. ABD DIŞ POLİTİKA YAPIM SÜRECİ ............................................................ 61
3.2.1. Dış Politikayı Etkileyen İç Dinamikler ............................................... 61
3.2.2. Dış Politikayı Etkileyen Dış Dinamikler............................................. 62
3.3. ABD DIŞ POLİTİKASI YAPIMI VE YAHUDİ LOBİSİ ROLÜ ...................... 64
3.3.1. ABD İsrail’e Dış Yardım ..................................................................... 64
3.3.2. ABD İsrail’e Askeri Yardım ................................................................ 68
3.3.3. ABD İsrail’e Diplomatik Koruma ve Savaş Desteği ........................... 71
3.4. ABD SURİYE İLİŞKİSİ VE YAHUDİ LOBİSİ ................................................ 73
3.4.1. Suriye Amerika’yı Tehdit Olabilir Mi ................................................. 73
3.4.2. 11. Eylül’den Sonra Yahudi Lobisi Ve Suriye .................................... 73
3.5.ABD IRAK İLİŞKİLERİ VE YAHUDİ LOBİSİ ................................................ 75
3.5.1. İsrail Ve Irak Savaşı ............................................................................. 75
3.5.2. Yahudi Lobisi ve Irak Savaşı ............................................................... 78
3.5.3. Irak Savaşı ve Yanlış Bilgiler .............................................................. 81

V
3.5.4. Büyük Ortadoğu Planı ve Yahudi Lobisi Rolü .................................... 83
3.6. ABD İRAN İLİŞKİSİ VE YAHUDİ LOBİSİ ETKİSİ ....................................... 84
3.6.1. Anlaşmazlık Sebebi ............................................................................... 85
3.6.2. Yahudi Lobisinin Rolü .......................................................................... 87
3.6.3. İsrail’i İran Tehdidinden Korumak ...................................................... 91
3.7. YAHUDİ LOBİSİ VE İKİNCİ LÜBNAN SAVAŞI ......................................... 92
3.7.1. Savaş Öncesi Planlama ........................................................................ 93
3.7.2. Lübnan Savaşında İsrail’e Tam Destek................................................. 94
3.7.3. Amerikan Toplumu ve Lübnan Savaşı ................................................. 95
3.8. ABD-İSRAİL FARKLI GÖRÜŞLERİ ............................................................... 96
3.8.1. Doğu Kudüs Sorunu ............................................................................... 96
3.8.2. ABD Arap Dünyası’nı Kaybedebilir ...................................................... 97
3.8.3. ABD, İsrailden Desteğini Çekerse İsrail Biter mi? ................................ 97
3.9. SONUÇ .............................................................................................................. 99
SONUÇ .................................................................................................................... 101
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 104
EKLER .................................................................................................................... 108

VI
GİRİŞ

ABD Başkanlık seçimlerinde kimin kazanacağının tahmin edilmesi mümkün


değildir, adaylar seçimlerde farklı stratejiler uygulamaktadır. Fakat, bütün ABD
başkan adaylarının hepsinde dikkatten kaçmayacak ortak bir nokta vardır; ülkenin en
yüksek makamına seçilme konusunda bir yabancı ülkeye, İsrail’e karşı derin şahsi
bağlılıklarını bildirmek için sarf ettikleri çaba ve ABD’nin Yahudi Devleti’ne verdiği
inatçı desteği sürdürme kararlıklarını beyan etmeleridir. Adayların her biri İsrail’in
karşı karşıya olduğu değişik tehditlerin tamamen farkında olduğunu ve eğer
seçilmeyi başarırsa, ABD’nin İsrail’in çıkarlarını her tür durumda savunma
konusunda azimli olacağını vurgulamaktadır. Hiçbir aday İsrail’i eleştirmemekte ve
ABD’nin bölgede daha dengeli bir politika izlemesini önermemektedir. Bunu
yapanın olması durumunda derhal sürecin dışına sürüklenecektir.

Amerika’nın İsrail’e duyduğu, sorgusuz sualsiz bağlılık ilişkisinin arkasında


hiçbir ikna edici ahlaki neden bulunmamaktadır. İsrail’in mevcudiyeti için güçlü bir
ahlaki neden ve ABD’nin, eğer varlığı tehlikeye düşerse İsrail’e yardım etmesi için
nedenler vardır. Ancak, İsrail’in işgali altındaki Filistinlilere karşı vahşi tavrı göz
önünde bulundurulursa, ahlaki nedenlerden dolayı ABD’nin her iki tarafa karşı eşit
politikalar gözetmesi ve hatta Filistin tarafına daha yakın durması gerekir. Ancak,
başkan olmaya yada kongrede önemli bir makama gelmeyi kafasına koymuş olan hiç
kimsenin ağzından böyle bir fikri duyamayız. Amerikalı politikacıların bu denli
hürmetkar oluşlarının gerçek nedeni Yahudi Lobisi’nin siyasi gücüdür.

ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ

Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dünyada tek bir süper güç kalmıştır ve
şimdi o süper gücün (ABD) dış politikaları tüm dünyayı etkilemektedir, ayrıca
kendisine müttefik devletlere azami ölçüde yardım vermeye çalışmış ve hep onları
desteklemiştir. Fakat, Amerika dünyadaki en yakın müttefiki olan İsrail’e verdiği
destek olağanüstü bir haldir. ABD Dış Politikası’na bakılınca herkes İsrail’e verdiği
sonsuz desteğe şaşırmaktadır, özellikle eğer bu destek Amerika’nın menfaatlerine
ters olduğu durumlarda, bu duruma süper güçlü devlet içinde bulunan süper güç
kuruluşu olan Yahudi Lobisi bu politikaya sebep olmaktadır.

1
1948 yılında kurulan İsrail Devleti sayılamayacak kadar çok sayıda
Filistinlilere yönelik katliam yapmıştır ve geçmişten günümüze kadar BM’de İsrail’e
karşı bir sürü karar çıkmış, fakat hepsine Amerika’nın veto hakkını kullanmasıyla ile
sona ermiştir ve bu sebeple gözler Yahudi Lobisi üzerine çevrilmiş durumdadır.

Filistinliler ve İsrail arasında barış antlaşmaları yapılmaya başlandığından


bugüne kadar hiçbirinde bir sonuca ulaşılamamıştır. Ayrıca hepsinde ABD gözlemci
rolü üstlenmiş ve bu barış sürecinde İsrail hiçbir zaman ciddi bir tavır
sergilememesine rağmen Amerika hiçbir tepki göstermemiştir. Bu tepkisizlik
Amerika’da bulunan Yahudi Lobisi’nin etkisinden kaynaklanmaktadır.

Son olarak; ilerdeki günler ya da ilerdeki yıllarda Amerika Devleti’nin


tarafsız kalması durumunda Orta Doğu Bölgesi barış ve adalet bulabilecek mi? Eğer
Amerika’da bulunan Yahudi Lobisi’nin gücünü kaybetmesi yada Filistinlilere ve
bütün Araplara başka bir ümit olacak, Amerika’da Arapların çıkarlarına taraf tutacak
güçlü bir Arap lobisi kurulacak mı? Filistinliler sonunda bir adalet görebilecek mi?
Yoksa bu sadece Yahudi Lobisi’nin gücünden kaynaklanmıyor ve Amerika
gerçekten Arapları ve Müslümanları bir düşman olarak mı görüyor? Peki dünyada
başka bir süper güç ortaya çıkarsa, herkesin bildiği üzere bu konuma en yakın devlet
Çin’dir, o zaman Filistinliler adalet ve barış görebilecek mi? Yoksa, tekrar Araplar
sessizlik halinde kalacak ve Yahudiler her zaman ki gibi hiçbir şeyi şansa
bırakmadan Çin’de güçlü bir lobi oluşturacak ve Çin’e en yakın müttefik devlet
olacak ve buna şimdiden hazırlıklarını yapıyor olabilir ve bunun da en büyük ispatı
Amerika’nın menfaatlarına karşı olduğunu bilmesine rağmen İsrail’in Amerika’dan
aldığı yüksek seviyede teknoloji ile üretilmiş savaş uçaklarını Çin’e satması, ve
benzeri, birçok soru vardır, fakat bunların cevabı zamanla verilebilecektir.

ARAŞTIRMANIN AMACI

Filistin-İsrail sorunu sadece bu iki ülkeyi ilgilendiren bir sorun değildir. Bu


sorun Orta Doğu ve tüm dünyayı etkileyen bir sorundur. Ayrıca, Filistin topraklarının
üç din tarafından da kutsal kabul edilmesi bu topraklardaki istikrarsızlık, büyük bir
kesimi alakadar etmektedir. Buna dayalı olarak Filistin ve İsrail sorununun bir

2
çözümü olacaksa diğer tarafların katkısı bulunmalıdır. Bu katkıların en önemli
taraftarı dünyanın en büyük devleti olan Amerika olmalıdır. Ayrıca bu çözüm,
Amerikan Dış Politikası ve Yahudi Lobisi’nin baskına karşı koyabilecek ve aynı
zamanda Arapların Filistinlileri desteklemesi sağlayabilecektir.

Bu araştırmada, Yahudi Lobisi’nin Amerikan Toplumu üzerinde ve özellikle


Amerikan Hükümeti’nin üzerinde güçlü etkisini ortaya çıkarmak ve Amerika’nın her
seferinde İsaril’in tarafını tutmasının asıl nedeni ortaya çıkarmak, ayrıca Amerikan
Dış Politikası’nı genellikle Arap ülkelere ve özellikle Orta Doğu Bölgesi
konusundaki dış politikalarında Yahudi Lobisi’nin rolü ve hangi dereceye kadar
etkili olabilmektedir? Sorusuna cevap verilmeye çalışılacaktır.?
Bu amaç doğrultusunda araştırmamızda aşağıdaki sorulara cevap
aranmaktadır:

- Yahudi Lobisi nedir, gücü nereden kaynaklanmaktadır?


- Yahudi Lobisi’nin etkisi Filistin-İsrail sorununu hangi derecede
etkilemektedir?
- Yahudi Lobisi ne ölçüde Amerika Dış Politikasını etkilemektedir?

KAPSAM VE SINIRLIKLAR

Bu araştırma, Yahudi Lobisi faaliyetleri ve gücü, bu gücün kaynakları, ilgili


olan konuların bir uzantısı olan Amerika Dış Politikaları ve Orta Doğu, özellikle
Filistin sorunu ve Yahudi Lobisi’nin etkileri ile sınırlandırılmıştır. Özellikle,
Türkiye’de doğrudan konumuzla alakalı çok az araştırma yapılmış olması ve
dünyada da çok sayıda uluslararası kuruluşun farklı yöntem ve şekillerle bu konuyla
alakadar olmasına karşın yararlanılabilecek kaynakların sınırlı olması araştırmayı
sınırlandıran bir başka unsurdur.

Çalışma, İsrail’in kuruluşu 1948 yılından günümüze kadar Yahudi Lobisi,


etkileri ve gücünün büyümesi ile Amerika Dış Politikası, özellikle Orta Doğu
Bölgesi’ndekiler ve Amerika’nın İsrail’e sonsuz desteği ve Amerika’ya etkileri ile

3
sınırlandırılmıştır, buna karşın İsrail’in yapısal durumu araştırmanın dışında
bırakılmıştır.

Bu çalışma, Orta Doğu Bölgesi’ne yönelik Amerika Dış Politikası ve Yahudi


Lobisi hangi ölçüde etkili olabilmiş, BM’den İsrail’i suçlayan ya da İsrail’e karşı
çıkan kararların Amerika’nın vetosu ile nasıl durdurulduğu ile sınırlandırılmıştır.
Amerika bu dönemde tek süper güç olduğundan dış politikası tüm dünyayı etkiliyor,
ayrıca Yahudi Lobisi sadece Amerika da değil aynı zamanda bazı Avrupa ülkelerinde
de faaliyet göstermektedir. Fakat etkisi ve gücü çok daha az kalmış bu sebeple
Avrupa’da bulunan Yahudi Lobileri bu çalışmanın dışında tutulmuştur.

Bu çalışma, araştırmanın temel sorularına yanıt verebilecek nicel ve nitel


verilere dayalı bir çalışma olup elde edilen veriler, Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye
Araştırma Merkezleri’nin kayıtlarıyla desteklenmiştir. Önceden belirlenmiş
soruların, görüşme yapılan kişilere sorulmuş, ayrıca Türkiye’de Filistin Büyükelçisi
ile mülakat yapılarak mülakat yöntemi yapılandırılmış, açık uçlu soruların sorulduğu
ve kişilerin serbestçe konuşmalarını sağlayan yöntem yapılandırılmamış, yani
yönlendirici olmayan görüşme türü kullanılmıştır. Araştırmanın Türkiye’de
yapılması, Filistinli üst düzey yetkililerle mülakat yapmanın imkan dahilinde
olmaması hasebiyle, Türkiye’de görev yapan büyükelçi ile mülakat yapılmıştır ve
yapılan mülakatlar çalışmaya eklenmiştir. Yazarın Filistin uyruklu olmasından dolayı
Filistinli yakınlarına anket uygulanmıştır. Anket yönteminin tercih edilmesindeki
sebep geniş bir gruptan, çok miktarda veriyi kısa zamanda kolayca toplama imkanını
vermesidir. Çalışmanın İsrail’i de ilgilendirmesi nedeniyle İsrailli üst düzey
yetkililerle de mülakat yapılmak istenmiş ancak imkan bulunamamıştır. Ancak bu
açığın kapatılması için daha önce yapılan mülakatlardan yararlanılmıştır.

Çalışma yapılırken, Türkiye’de ve dünyada Amerika Dış Politikası ve Yahudi


Lobisi konusunda yapılmış akademik çalışma ve araştırmalar incelenmiştir. Türk
Akademisyenlerce yapılan konuyla doğrudan alakalı çalışmaların yanında,
çoğunluklu olarak, kaynak zenginliği olması açısından uluslararası alanda, özellikle
Arapça ve İngilizce pek çok kaynak tespit edilerek konu incelenmiştir. Bu çalışmada,
Amerika Dış Politikası ve Yahudi Lobisi’nin etkisi üç anabaşlık altında incelemiştir.

4
Birinci bölümde; Amerika’da Yahudi varlığı, Amerikan Toplumu ve
toplumun içinde bulunan azınlıklar, ayrıca Amerika’da bulunan diğer önemli lobiler
incelemiştir.

İkinci bölümde; Yahudi Lobisi ve gücünün nerden kayanaklandığı ve çalışma


şekli, ayrıca Amerika’nın hangi ölçüde İsrail’e destek verdiği incelemiştir.

Üçüncü bölümde; Amerika Dış Politikası, Yahudi Lobisi’nin etkisi ve


Amerika’nın son yıllarda yaptığı savaşlardaki Yahudi Lobisi’nin rolü ve BM’lerde
Amerika tarafından İsrail’e verilen diplomatik destek ve bölgede İsrail’in askeri ve
ekonomik üstünlüğünün devam etmesi ve bunda Yahudi Lobisi’nin rolü incelemiştir.

Sonuç bölümünde ise; bu çalışmanın genel bir değerlendirmesi yapılarak,


konu hakkında ulaştığımız bilgi, bulgu ve sonuçlar çerçevesinde genel bir
değerlendirme yapılmıştır.

5
BİRİNCİ BÖLÜM

AMERİKAN TOPLUMU VE YÖNETİMİ

1.1.GİRİŞ

Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın yüz ölçümü bakımından üçüncü ya da


dördüncü büyük devletidir. Nüfus açısından bakıldığında ise dünyada üçüncü sırada
gelmektedir. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri dünyanın ırk ve kültürel
bakımından en çeşitli toplumunu içermektedir. Bunun sebebi Amerika’ya,
keşfedildikten sonra tüm dünyadan göç gelmeye başlamasıdır, ayrıca Amerika’nın
ekonomisi dünyanın en güçlü ekonomisidir ( yılda Gayrı Safı Yurt İçi Hasıla 14.3
trilyon dolar).

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa ve İngiltere gücünü kaybetti ve


yerlerini de ABD ve Sovyetler Birliği aldı. Bu iki güçten biri olan ABD yönetimi,
ülkede bulunan azınlıklar siyasi hayata dolaylı yoldan katılmaya resmi izin vermiştir.
Buna dayalı Amerikada bulunan azınlıklar kendi çıkarlarını korumak için baskı
grupları (lobi) oluşturdular. Bu grupların etkisi belli şartlar altında değişkenlik
göstermektedir. Burada, Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihi süreci, kuruluşu,
bağımsızlığı, Amerikan Yönetim Biçimi ve ülkede bulunan lobiler ve etkileri
anlatılacaktır.

1.2. AMERİKA’YA GÖÇLER

ABD bir göçmenler ülkesidir. Göçmenler tarafından kurulmuş ve gelişmiştir.


Hâlâ dünyanın en çok göç alan ülkesidir. Amerika Birleşik Devletleri'nin 4 Temmuz
1776'deki bağımsızlığından hemen önce nüfusu yaklaşık 2.5 milyon kadardı(%95
Beyaz Avrupa, %5 Zenci Afrika). Bu beyaz nüfusta en büyük pay İngilizlerin, sonra
Almanların ve 3. olarak İskandinav ülkelerinindi (İsveç, Norveç). Bu milletler ilk 3
grubu oluşturmaktaydılar(Dini olarak %98 Protestan, %2 Katolik). 1620-1770 yılları
arasında bu ilk gelenler karşılıklı evlilikler ve din birliği sayesinde bugün Beyaz
Amerikalı dediğimiz (Anglo-protestan) siyasette ve iş dünyasında hakim konumda

6
olan Amerikan ulusunun ana çekirdeğini oluşturdular. 2008 yılına kadar seçilen
bütün ABD başkanları bu gruba dahildir.1

1870-1920 yılları arası 2. göç dalgasının oluştuğu yıllardır. Bu yıllarda


yukarıda adı geçen devletlerden göçler devam etmektedir, fakat yoğunluk Katolik ve
Ortodoks Avrupalılara (İtalyanlar, Yunanlılar, Ermeniler, Ruslar, Lehler, Avusturya-
Macaristan, Sırplar, Yahudiler) ve İrlandalılara kaymıştır. 1880 yıllında nufus 60
milyona yaklaşmıştır(1950'de %86 beyaz Avrupa, %9 zenci Afrika, %3 Hispanik
(Latin Amerikalı), %2 Yahudi Dini olarak %74 Protestan, %20 Katolik, %3
Musevi, %2 Ortodoks, %1 Budist). ABD'nin nüfusu 1935'te 100 milyon, 1970'de 200
milyon, 2005'de 300 milyona ulaşmıştır.

3. göç dalgası 1970'lerin sonunda başlamıştır ve halen sürmektedir. Bu göç


dalgası daha çok çeşitlilik göstermektedir. Asya'dan, Ortad Doğu'dan, eski Komünist
Ülkelerden, Latin Ülkelerinden, özelikle Meksika ve Karayipler'den gelen yoğun
Hispanik-Latin Amerika göçüdür(yılda yaklasık 800.000 ile 1.5 milyon arası). 2006
sayımına göre nüfusu 1 milyon ya da üzerinde olan 32 tane grup vardır. Nufusun
çoğunluğu (%65) Beyaz ve Avrupalı, %15'i Hispanik-Latin Amerikalıdır.
Nüfusun %12'si Zenci Afrika, %4'ü Asya kökenli, %3 Yahudi, %1'i Amerikan
Yerlisi'dir. Dini olarak ise; %60 Protestan, %25 Katolik, %5 Ateist ya da hiçbir dine
bağlı olmayan, %3.2 Ortodoks, %3 Musevi, %1.2 diğer dinler, %1.3 Budist, %0.7
Müslüman, %0.6 Hindu şeklinde bir dağılım vardır.2

2007 yılında, belirli bir azınlığa ait olduğu belirlenen Amerikan


vatandaşlarının sayısı ABD nüfusunun üçte birinden fazladır: %34. Bu sayı sadece
önceki yıla göre değil, 2000 yılına göre %11 oranında yüksek artış göstermektedir.
ABD’de 1 Mayıs tarihinde yapılan son nüfus sayımına göre sayı olarak en hızlı artış
gösteren azınlıklar İspanyol ve Asya asıllı oldukları tespit edilmiştir. ABD’de 45,5
milyon İspanyol asıllı insanın yaşadığını da belirtmek gerekir, bu sayı ABD
nüfusunun %15’ine tekabül eder. İkinci büyük azınlık grubu ise zencilerdir. Zenci

1
Alwahabi, Ahmed, (2005), Aldavle Almareka, Makka: Kral Faysal Araştırma Merkezi, s. 25
2
Blackmoon, Doghlas, (2009), Alrek Taht mosama akher, New york: Dorrance Yayınevi, s. 33

7
nüfusu 40,7 milyona ulaşmaktadı(%13,5). Üçüncü olarak 15,2 milyon nüfusa sahip
olan Asya asıllı azınlık grubu sıra almaktadır.3

Raporlara göre, 1 Temmuz 2000 tarihinden 1 Temmuz 2007 tarihine kadar,


İspanyol azınlıkların ( Latin Amerika asıllı) sayısında %3,3, Asyalı azınlıkların
sayısında ise %2,9 ve Zencilerin sayısında %1,3 artış olduğu beyan edilmiştir.
Hawaii’nin ve diğer Büyük Okyanus adalarının yerli sakinlerinin sayısında %1,6,
Kızılderili ve yerli Alaska sakinleri ise %1’lik artış göstermektedir. Bu süre içinde
beyaz ırk sayısında sadece %0.3’lük bir artış olmuştur. Ama durum her zaman böyle
olmamıştır. 2000 yılının nüfus sayımında, beyaz ırkı oluşturan sakinlerin sayısı ABD
nüfusunun %77,1’ini oluşturmaktaydı. Verilere göre 1990-1999 yılları arası beyaz
ırk sayısında artış %4’tür. Ama şimdiki beyazların sayısı ABD nüfusunun %66’sını
temsil etmektedir. Şuanda Hawaii ve diğer üç eyalette; New Mexico, California ve
Texas’ta, nüfusun %50’sinden fazlasını İspanyol asıllılar oluşturmaktadır. 2000
yılında yapılan nüfus sayımı ABD’de yaşayan insanların farklı ırklarından
geldiklerini ifade etme fırsatı vermiştir. 6,8 milyon insan, sakinlerin %2,4’ü birden
çok ırk asıllı olduklarını beyan etmişlerdir.

Azınlık nüfusunun artışı Amerika’da nüfus gelişimi tarihinde büyük


değişikliği temsil etmektedir. 19. yy. Kuzey ve Batı Avrupa’dan yapılan göçlerle
“Göç yüzyılı” olarak birinci sırayı almaktadır. Orta Doğu ve Güney Avrupa’dan
gelen göç furyası bunu takip eder. Bu durum göçmenlere karşı düşmanlığın
artmasına ve göçlere karşı engeller getirilmesine neden olmuştur. 1882 yılında,
kongre kararıyla Çinlilerin Uzaklaştırılması Yasası çıkarılmıştır. Böylelikle, Çinli
işçilerin ABD’ye gelmesi yasaklanmıştır. 1924 yılı göçmen yasasına göre Milletlere
Batı ve Doğu Avrupa göçmenleri hedef alınarak Haklar Sistemi geliştirilmiş. Bu
yasadan daha sonra Doğu Asya, Hint ve Asya asıllılar da yararlanmıştır. 1943
yılından başlayarak yavaş yavaş göçmenlik ve vatandaşlık konusunda getirilen
sınırlamalar kaldırılmaya başlanmıştır. 1965 yılı göçmenlik ve vatandaşlık yasası
azınlık miletlere yönelik düzenlenen Haklar Sistemi’ni kaldırarak yüksek sayıdaki
göçmenlere kapısını açmıştır. Doğu ve batı yarım küre devletlerinden gelen

3
Aldawalbibi, Mohammed, (1990), Amrika We İsrail, Bairut: Şam Yayınevi, s. 33

8
göçmenlere en fazla verilebilecek yıllık vize sayısı belirlenmiş, akrabalık derecesi ve
kalifiye meslek grupları hedeflenerek göçler kabul edilmeye başlanmıştır.4

ABD nüfusunun üçte birini azınlıklar oluştursa da, bu sayı ülkenin bütün
bölgelerine eşit olarak dağılmamıştır. California’nın batı sahilinde, güney sınırları
boyunca ve New York’un doğu sahilinde ABD’nin kıta sınırları boyunca, Alaska ve
Hawaii’de bazı azınlık grupları yoğun olarak yerleşmiştir. Beyaz ırkın bulunduğu en
yoğun bölgeler ise orta batı eyaletleri, Kuzeydoğu ve Virginia’nın orta kesimidir.
İspanyol asıllı azınlıklar ise en çok California, Arizona, New Mexico, Texas ve
Florida; Zenciler New York, başkent Washington ve güney kesim; Asyalılar ise
Hawaii ve Batı sahili, New York, New Jersey ve Texas. Ülkenin toplam azınlık
nüfusunun üçte biri California ve Texas’ta bulunmaktadır.

Yabancı ülkelerde doğmuş Amerikan vatandaşlarına gelince, 2006’da yapılan


Amerikan Nüfus Araştırması adı altında yürütülen çalışma sonucunda sayıları 37.5
milyon olduğu saptanmıştır. Bu göçlerin en fazla birkaç eyaletten olduğu
belirlenmiştir. Bunlar; California, New York, Texas, Florida, New Jersey ve bütün
sahil eyaletleri. Kuzeydoğu, güneydoğu ve Kaya Dağları boyunca olan eyalet
bölgelerinde göçmen sayısında artma olduğu görülmüş, ve yabancı ülkelerde doğmuş
sakinlerin sayısı 2006 yılında %12.5’e ulaşmıştır(Güncel yayınlara istinaden).
Yabancı ülkelerde doğmuş sakinlerin yarısının Latin Amerika asıllı olduğu ve dörtte
birinin de Asyalı oldukları saptanmıştır. Ülkede bulunan farklı ırkların çeşitliliği
ABD’nin en büyük zenginliği sayılmaktadır. Ekonomi ve kültürel zenginlik bu
özellikten kaynaklanmaktadır. Genç nüfus azınlıkların çoğunu oluşturmaktadır. 2007
yılında beş azınlık grubunun yaş ortalaması ülke nüfusunun yaş ortalamasından daha
düşüktü (36,6 yaş). Beyaz ırkın ise bundan daha yüksektir (40,8). Azınlıklar yüksek
satın alma gücüne sahiptirler; 2002 yılında sayısı 23 milyona ulaşan Amerikan
şirketlerinin yüzde 18’i azınlıklara aittir.5

4
Altawil, Abd alrazak, (2004), Tarikh Amrika Alestemari, Şam: Arab Araştırma Merkezi Yayınları,
s. 29.
5
Steele, Henry (2005), ABD Tarihi, Çeviren, Halil İnalcık, Ankara: Türk İş Bankası Kültür Yayınları,
s. 40.

9
1.3. İNGİLTERE SÖMÜRGESİ OLARAK AMERİKA

İngiltere bir yandan denizlerde üstünlüğü Hollandalılardan almaya, diğer


yandan da Hindistan gibi ülkeleri boyunduruğu altına almaya çalışıyordu ve zamanla
da burayı kendisine bağımlı bir hale getirmişti. Çünkü, bir anda sanayileşme
hamlesini tamamlayan İngiltere’nin acilen pazara ihtiyacı vardı. 17. yy
İngiltere’sindeki burjuvazi devriminden sonra, burjuvazi, İngiltere’deki koca koca
köyleri yokedip, köylüleri evlerinden çıkarttılar, topraklarını genişletmek için orta –
küçük mülk sahibi köylülerin ve çiftçilerin topraklarına el koydular. Orta büyüklükte
toprak sahiplerinin çoğunluğunu oluşturan Yeoman’lar 1750′ye doğru ortadan
kaldırıldılar. Kırsal kesimin yoksullaşan bir bölümü, şehirlerdeki sanayi içerisinde
yok olurken (çalışmaya başlarken), onbinlerce topraksız köylü İngiltere’den,
İrlanda’dan ayrılmak zorunda kaldılar. İngiltere Adası’ndan, İngiltere sömürgelerine,
özellikle de Amerika’ya göç ettiler. Böylece, Kuzey Amerika’daki ilk İngiliz
sömürge kasabası Virginia (1607) kuruldu. Buradaki halkın çoğunluğu “borç
yüzünden köleleşmiş” göçmenlerdi, yani borçlarını ödeyemediklerinden dolayı belli
bir süre toprak kölesi durumuna düşmüşlerdi. Ayrıca İngilizler ağır suçluları da
Amerika’ya getirip 7-10 yıl zorla çalıştırıyorlardı. İngilizler Amerika’yı
nüfuslandırırken, Atlantik kıyılarında Fransa’dan, Hollanda ve İspanya’dan gelmiş
olan topluluklarla karşı karşıya geldiler. Fransızlar, Kanada’yı ve Mississipi
bölgesini sömürgeleştirmişlerdi. Ancak, İngiliz göçmenleri (kolonları) yığınlar
halinde Amerika’ya gelmiş, buna karşın Fransa ve İspanya’dan böyle bir göç dalgası
yaşanmamıştı. Bu yüzden de, onların sömürgelerinin nüfusları çok yavaş artıyordu.
17 ve 18. yy’larda İngiltere, Fransa ve Hollandalı sömürgecilerle uzun yıllar savaştı,
kazanan ise İngiltere oldu ve kazançlı çıktığı savaşlar sırasında Yeni Hollanda’yı ele
geçirerek buranın adını “New York” koydular.6

1763 yılında, İngilizler, Fransızların Kuzey Amerika’daki en büyük


sömürgesi olan Kanada’yı ellerinden aldı. Böylece Amerika’daki hemen hemen tüm
koloniler İngiltere’nin olmuş oldu. Sadece Güney Amerika’daki İspanyol kolonileri
kalmıştı. İngiliz kralları, bu sırada, saraya bağlı lordlara Kuzey Amerika’da uçsuz
bucaksız topraklar armağan ediyorlar, İngiliz soyluları da burada şatolar yaptırdılar.
6
Ahmad, Saif, (2003), Tarih Amerika, Beyrut: Almaarej Yayınevi, s. 33.

10
Ancak, köylülere toprak vergileri ödetmeye kalkınca, göçmenler bundan kurtulmak
için Amerika’nın batısına doğru ilerlemeye başladılar ve de kızılderili topraklarını
istila ettiler. Lordların topraklarında kalanlar ise, çoğu zaman, toprak kirasını
ödemeyi reddediyor ve yeni efendilerini reddederek ayaklanıyorlardı. Bu dönemde
Amerika’da 2.400.000 Kızılderili kabile ve aşiret halinde yaşıyordu. Bu
Kızılderililer, göçmenlere mısır ve tütün yetiştirmeyi ve en önemlisi de dağınık
düzende savaşmayı (ilkel gerilla taktiklerini) öğrettiler. İngiliz tüccarlar ise,
Kızılderililerden kürk satın alarak kısa zamanda zenginleştiler. Kızılderililer,
topraklarından ayrılmak istemiyorlardı. Amerika’ya yerleşenler ise, kadın, erkek,
çocuk demeden çoğunu öldürmeye başladılar ve yeni İngiliz göçmenler, bir
kızılderili tutsağı ya da kafatası derisi getiren herkese 40 İngiliz lirası verileceğini
ilan etti. Bu ödül de zamanla 100 İngiliz lirasına kadar yükseldi. Çocuk ve kadınlara
ise ödülün yarısı ödeniyordu. Sonuç olarak, 17. yy.’da, Avrupalılar Kuzey
Amerika’ya gelişlerinden sonraki 300 yıl içerisinde Kızılderililerin tamamını ortadan
kaldırmayı başardılar.7

Amerika’ya yerleşenler, bir yandan ülkenin yerlilerini anayurtlarından sürüp,


öldürürken, diğer yandan da zenci köleler getiriyorlardı. Zamanla da, Afrika bir av
alanı, zenciler ise av hayvanı haline gelmişlerdi. Bu kölelik düzeni de çok kısa sürede
Amerika’ya yayılmıştı. İş adamları, işin ucunda para ve kâr olduğu sürece, her türlü
aşağılık işi yapmaya hazırlardı. Kuzey Amerika’ya yerleşenler kızılderilileri
sömürerek, soyarak akıl almaz bir şekilde zenginleşiyorlardı. İşte yeni Amerikan
burjuvazisi’de bu şekilde oluşuyordu. Kuzey’deki sömürgeler nüfusunun büyük
kesimi küçük çiftlik sahipleri durumuna gelmiş köylülerden oluşuyordu. Sanayi,
ticaret, zanaatlar, keten dokumacılığı, deri tabakçılığı, yünlü kumaşçılık Kuzey’de
büyük bir ilerleme gösterdi. Tarım araçları ve silah yapımında kullanılan sac ve
çubuk demir üretiliyordu, akar sular balıktan geçilmiyor, uçsuz bucaksız ormanların
ağacından da gemiler, satılması kolay, sökülebilir evler yapılıyordu. Parlemento
İngiliz Burjuvazisi’ni her türlü rekabetten korumak, Amerika’daki sömürgelerde
sanayi ve ticaretin gelişmesini önlemek için her yola baş vurdu. Önce, Amerika’da
demir fabrikalarının kurulmasına karşı çıktı, sonra kumaş dokumacılığını yasakladı
ve İngiltere’den ithâl edilmesini emretti. 1763′de, İngiltere kralı, Batı’nın

7
Saif, (2003), a.g.k., s. 38

11
sömürgeleştirilmesini yasakladı. Bu yasaklama kararı, yoksul çiftçilerin ve işçilerin
öfkesine sebep oldu. Bunun üzerine, göçmenler, büyük mülk sahiplerinin topraklarını
işgâl ettiler ve sömürge yönetimine karşı ayaklandılar.8

1765′de yeni bir yasa çıkartılarak, her satış işlemi için pul yapıştırılması şartı
getirildi. Hattâ bu durum, satılan gazete başına vergi konulmasına kadar gitti. Bu
durumun sonucunda, sömürge halkları, içerisinde kendi sömürgeleri olmayan bir
parlementonun sömürgelere vergi koyamayacağını ilan ettiler. Anavatanın
(İngiltere), pul vergisi koyma çabaları, Boston ve öteki kentlerde halkın
başkaldırmasına yol açtı. Boston’da vergi memurları katrana batırıldıktan sonra
tüylerin içerisine atıldılar ve uzun bir sırığa bağlanıp kent sokaklarında teneke
çalınarak gezdirildiler. Bu karşı koyma zamanla o kadar yayıldı ki, hükümet pul
vergisini kaldırmak zorunda kaldı. Ancak, sonrasında yeni vergiler kondu ve
sömürgelere askeri birlikler yollandı.

1773 yılında, İngiliz tüccarlar öteki vergilerin konulmasında olduğu gibi, yine
kolonların onayı alınmaksızın vergilendirilen çayla yüklü gemilerini Boston’a
boşaltmaya kalktılar. Kızılderili kılığına girmiş olan halk, teknelere saldırdı ve çay
sandıklarını denize attı. Bu saldırıyı cezalandırmak için ise, İngiliz hükümeti, limanın
ticaret gemilerine kapatıldığını duyurdu. Büyük bir kızgınlık uyandıran bu tedbir, 13
İngiliz Kolonisinin baş kaldırmasına da bahane olmuş oldu. Zanaatçılar, çiftçiler ve
imalathâne işçileri silaha sarıldılar ve sömürgelerde komiteler örgütlediler. Ama bu
komitelerin yönetimi, kısa süre içerisinde, Kuzey’de burjuvazinin, Güney’de ise,
büyük tarım işletmecilerinin ellerine geçti.

1774 yılında, Amerika’daki sömürgeler, ülkenin en büyük kentlerinden biri


Philadelphia’da toplanan kongreye temsilci gönderdiler. Sömürge temsilcilerinden
oluşan meclis bir dilekçe ile krala başvurdu. Dilekçe ile Amerika’da sanayi ve
ticaretin gelişmesini önleyen engellerin kaldırılması, göçmenlerin onayı olmadan

8
Eskender, Amin, ( 2001), Alzelzal, Makka: Suddilerin Yayınların Kuruluşu, s. 55.

12
yeni vergi konulmaması istendi. Ancak, kral cevaben sömürgelerinden eksiksiz
bağlılık istedi ve onları âsi ilân etti.9

1.4. AMERİKA’NIN BAĞIMSIZLIĞINI KAZANMASI VE


KURULUŞU

1775 İlkbaharı, İngiltere Kralı’nın birlikleri ile göçmenler arasındaki savaşın


başlangıcı oldu. Bundan sonra ise İngilizler, topları, yük arabalarını, barutlarını,
mermilerini ve unları, tek kelimeyle Amerika’ya yerleşmiş olan Boston kenti
dolaylarında kurdukları gizli depoları ele geçirmek için krallık ordusunun iki alayını
Boston’a gönderdiler. Kırmızı üniformalar giymiş bir müfreze uygun adım yürüyerek
kentten çıktı. Bir süre sonra ise, halkın bu çıkıştan haberli olduğunu anlamakta
gecikmediler. Çünkü, sürekli alarm çanları çalıyor ve tüfekler işaret veriyordu.
Kralın müfrezesi (alarm verildiği anda silahlı olarak toplanma noktasına bir dakikada
toplandıklarından) halkın “dakikalık adamlar” (One-minute Man) adını verdiği yerel
askerleri kısa sürede bozguna uğrattı ve cephaneliği ele geçirdi. Ancak, geri
dönerken ağaçlara ve evlere gizlenmiş çiftçilerin ateşiyle karşılaştı. Ateş öylesine
şiddetliydi ki, İngilizlerin geri çekilişi kısa bir süre sonra toptan bozguna dönüştü.
Kongre, Virginia’lı zengin bir tarım işletmecisi olan George Washington’u
sömürgeler ordusunun baş komutanlığına atadı. Egemen sınıfların çıkarlarını
savunan bu esir sahibinin örgütçü bir yeteneği vardı. Washington, Philadelphia’dan
yola çıkıp at sırtında dokuz gün yol aldıktan sonra asilerin karargâhına, Boston’a
ulaştı ve milis kuvvetlerinin, esmer tenli çiftçilerin, kızılderililerin oluşturduğu
müfrezenin başına geçti. Hristiyanlığı kabul etmiş olan bu kızılderililer, Fransızlarla
yapılan savaştan beri göçmen milislerinde askerlik hizmeti yapıyorlardı. Yeterli barut
ve mermi olmadığından önce çatı saclarından, sonra da III. George’un kurşundan
yapılmış heykelinden yararlanıldı. Kurşunlar az çok dağıtılmış, ancak, her asker
kendi tüfeğine uygun mermiyi kendisi dökmek zorundaydı.10

Göçmenler başlangıçta, savaşın kendilerine Kral tarafından değil de,


Amerika’daki memurları tarafından ilân edildiğini sanmışlar, bu yüzden de
Amerikalı âsiler, Kralın birlikleriyle savaşa tutuşmadan önce her sabah Kral’a dua

9
Shaher, İsmail, (2000), Awlawiat Alsiasa Alamrikia, Bairut: Araplar Yayınları, s. 88.
10
Yaser, Khaled, (t.y) (http://quran.maktoob.com/vb/quran22538/) erişim tarihi: (15/07/2007).

13
ediyorlardı. Çiftçilerin, zanaatçilerin, işçilerin baskısı altında, birbiri ardınca bütün
sömürgeler İngiltere’den ayrıldıklarını ilân ettiler. Kongre, halk yığınlarının baskısı
altında, 4 Temmuz 1776 günü köleliğin bilinçli düşmanlarından Jefferson’un kaleme
aldığı “Bağımsızlık Bildirisi”ni kabul etmek zorunda kaldı. Bu bildiri Amerika’daki
sömürgelerin İngiltere’den koptuğunu ilân ettikten sonra şöyle diyordu:

İnsanlar eşit doğarlar. Tanrı hepsine hayat, özgürlük ve mutluluk isteği gibi
bazı devredilemez haklar vermiştir.11

Bildiride, iktidar olma ve hükümet kurma hakkının sadece halka ait olduğu
yer almaktaydı. Tüm iktidar kaynağının bizzat halk olduğu da zaten ilk kez bu
bildiride ortaya çıkmıştır. Ancak, burjuvazi, zenginlerin, hiç kuşkusuz sadece
beyazların iktidarını güçlendirmek için bu devrimci ilkelerden yararlanıyordu.
Çünkü, bu “devredilemez haklar” ne Zencilere ne de Kızılderililere tanınmıştır.
Bildiri de, zaten, köleliği kaldırmadı, kızılderililerin de ne sürülmelerini, ne de
öldürülmelerinin önüne geçebildi.12

Çarpışmalar, 1782 yılında da devam etti. Göçmenlerin birlikleri güçlüklerin


üstesinden gelmeyi başardılar, ancak İngilizler, anavatandan ayrılmış sömürgelerin
başkenti olan Philadelphia’yı ele geçirmişlerdi. Korkunç soğuklara rağmen,
Amerikan askerleri kışı açıkta geçirmek zorunda kaldılar. Silahları, paraları,
giyecekleri, ayakkabıları yoktu. Washington, yürekleri cesaret dolu ama savaş sanatı
hakkında hiç bir bilgileri bulunmayan çiftçi ve zanaatçilerden oluşan birliklerini
güçlükle disiplin altında tutabiliyordu. Birkaç bin Zenci köle de göçmenlerle
savaşmakta, hatta erkek kıyafeti giyinmiş Massachusetts’li Hanette adında bir Zenci
kadın da, düzenli ordu birlikleriyle birlikte 17 ay savaşmıştır. Çiftçiler ve zanaatçiler,
Amerikalıların dayandığı savaşçı güçleri temsil ediyordu. Ancak sömürgelerin krallık
birliklerine ve İngiliz soylu sınıfına karşı giriştikleri savaşı yöneten, devrimci bir
burjuvaziydi. Yani yine, burjuvazinin maşası oluyorlardı. İngiltere kralı III. George,
ordusunu güçlendirmek amacıyla Alman prenslerinden 30.000 asker, Rus

11
Marks, Samer, (2000), Alimbiratoria Alamrikia, AlKahira: Uluslararası Şoruk Kütüphanesi, s. 39.
12
Yasin, Mohammed, (t.y) http://www.alarabiya.net/articles/2010/06/29/112600.html Erişim Tarihi:
29/07/2010).

14
Çariçesi’nden ise 20.000 asker istedi. Ancak Rusya, hem İngiltere ile ilişkilerinin
gerginliğinden, hem de iç çalkantılarından dolayı teklifi reddetti.

1777 yılında, Kanada’lı İngilizler, Washington’u ve silahlı kuvvetlerinin


büyük bir kısmını kuşatmak, sonra da esir almak amacıyla New York eyaletine
büyük bir ordu gönderdiler. Ancak, Amerikan düzenli ordusunun birlikleri ile onlara
yardıma gelen Yeni İngiltere’li çiftçi milislerin sarmasına düşerek kendileri yok
oldular. Bu zaferden sonra, iki güçlü sömürgeci devletin, İngiltere ve Fransa’nın,
arasındaki yüz yıllık kinden yararlanan Amerikalılar, Fransız ordusunun yardımını
sağladılar ve Amerikan Kongresi, bu ittifakı görüşmek üzere, Benjamin Franklin’i
büyük elçi sıfatıyla Fransa’ya gönderdi. Fransız birliklerinin desteklediği
Amerikalılar, çete savaşı taktiğini başarıyla uyguladılar ve İngiliz paralı ordusunu
bozguna uğrattılar. 1781′de İngiliz kuvvetlerinin büyük bir kısmı, Yorktown
yakınlarında, Washington’a teslim oldu. Barış şartları, ertesi yıl Paris’te kaleme
alındı ve 1783′de de onaylandı. Böylece, İngilizler, sömürgelerinin bağımsızlıklarını
onayladılar ve 100.000 İngiliz soylusu ve aile üyeleri Kuzey Amerika’dan atıldı ve
topraklarına da el kondu.

Bu savaş öncesinde, Kuzey Amerika’da egemenlik İngiltere soyluları ve


toprak sahiplerindeyken, savaş sonrasında iktidar, Kuzeyde sanayi ve ticaret
burjuvazisinin, Güneyde ise köleci tarım işletmecilerinin eline geçmişti. Böylece,
“devrimci savaş” ve şiddetli sınıf mücadeleleri sonucunda iktidar, bir sınıftan
diğerine geçmiş oldu. Birleşik Devletler de (Amerika) bir devrimci savaş sona ermiş,
toplumsal düzen değişmiş, Cumhuriyet ilân edilmiş ve kölelik kaldırılmıştır.
Kapitalistler ve köle sahipleri, egemenliklerini pekiştirmek için, halkın zaferinden
yararlanmasını bilmişlerdir.

1.5. AMERİKAN YÖNETİMİ

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası dünyanın en eski yazılı ve yürürlüğe


geçen anayasasıdır. Aynı zamanda anayasa Amerika’da hükmün temelidir. Bu
anayasa 1787 yılında çıkmış ve 1789 yürürlüğe geçmiştir. Amerika Birleşik
Devletleri’nde cumhuriyetli bir federal sistem var ve güçlerin ayrılığına dayanıyor,
ayrıca yürütme gücü cumhurbaşkan kurumundan çıkıyor ve Amerika da

15
cumhurbaşkan seçildiğinde 4 sene başkanlıkta kalıyor ve sadece bir kez daha
cumhurbaşkanlık seçimlerine girebiliyor. Ayrıca yürütme kurumu büyük bir kurum
ve içinde yüzbinlerce kişi çalışıyor ve yürütme meseleleri ve yasama ve yargı
meselelerinde başkanın çok büyük etkisi vardır. Buna dayalı olarak
cumhurbaşkanının özellikle yürütme ilgili çok önemli boyutlarda etkisi vardır,
verdiği bazı emirler kanun hali kazanabilmektedir. Ayrıca, ABD cumhurbaşkanı
devletin ordusunun en üst makamı ve aynı zamanda olağanüstü hallerde kongre
tarafından cumhurbaşkanına devletin ekonomik konularında büyük yetkiler verebilir
ve devletin genel güvenliği konusunda da aynı yetkileri verebilir ve cumhurbaşkanı,
bakanlar ve kurumların başkanları ve yüksek makamlara kendi kadrosunu atayabilir,
yasama konularında da aynı şekilde başkana büyük yetkiler verilebilmektedir. Eğer
bir kanun projesini kabul etmezse proje reddedilir, fakat kongre tarafından yüzde 60
oyla kabul etmemesi gerekir aksi halde kanun projesi kanun olamaz. Amerika dış
ilişkilerine gelince, ABD dış işleri de cumhurbaşkanın işidir. Bu konuda
cumhurbaşkanı hakim ve sorumludur. Kanuna göre, devletin büyük elçilerin ve
bakanların atanmalarından o sorumludur ve yeni kurulan devletler cumhurbaşkanı
tarafından tanınabilir ya da aksini yapmaya etkisi var. Anlaşmalar da cumhurbaşkanı
tarafından kabul edilirse Amerika’ya zorunlu bir anlaşma olur ve bilindiği gibi
Amerika da bulunan baskı grupları yürütme kurumları etkisi yasama kurumlarına
göre zayıftır, ayrıca baskı grupları Kongresi temsilcileri var ve buna dayalı olarak
belli koşullar altında baskı gruplar kongre aracılığı ile Amerika dış politikalarını
etkilemektedir. Dışişleri ile ilgili konuları kongre tarafından yürürlüğe giriyor, aynı
zamanda yabancı devletler ile yapılan antlaşmalar kongre tarafından onaylanıyor.
Fakat, buna rağmen yasama işleri ve yürütme işleri birbirine girmez. Ayrıca kongre
antlaşmalarının onaylamasına kanuna göre icraa cumhurbaşkanı kolay bir şekilde
müdahele edebilir, çünkü antlaşmalar yerine anlaşmalar yapabilir. Yabancı ülkelerle
ve bu şekildeki durumlarda kongrenin onaylamasına gerek kalmaz. Buna dayalı
olarak Amerikan kanunlarona göre devlet içinde bulunan azınlıklar kendi çıkanlarını
korumak için baskı grupları teşkil edebilir ve baskı grupları kongreye yapılan
baskılar aracılığı ile dış politika konularını farklı ölçülerde etkileyebilmektedir.13

13
Alkaiali, Abd alwahab, (1989), Mawsoat Alsiasa, Şam: Arab Araştırma Merkezi, s. 44.

16
1.6. AMERİKA’DAKİ LOBİLER
1.6.1. Türk Lobisi
1.6.1.1. Türk Göç Tarihi
Türkiye’den ABD’ye yönelik geçtiğimiz 180 yılı aşkın bir süre zarfında
gerçekleşen göç, göçmenlerin niteliklerine ve eğitim durumlarına dayanarak, 3 farklı
göç dalgası halinde incelenebilir. Bunlardan ilki 1820-1920 yılları arasında, ikincisi
2. Dünya Savaşı’ndan sonra ve sonucusu da 1980’li yıllardan itibaren gözlenen
harekettir.

1. Göç Dalgası (1820-1920)


Türkiye olarak anılan Osmanlı topraklarından Amerika’ya göç 1820 yılından
itibaren başlamışsa da oldukça sınırlı kalmıştır. Amerika’ya özellikle Avrupa
kıtasından yoğun anlamda göçün başladığı 1880’li yıllardan itibaren, o dönemde
Osmanlı topraklarından Yeni Dünya’ya doğru göçün de hareketlendiği
görülmektedir. Amerikan göç istatistiklerine göre, büyük çoğunluğu savaşlarla geçen
1880-1930 yılları arasında, Türkiye topraklarından Amerikan topraklarına 360.000’in
üzerinde kişi göç etmiştir. Daha önceden de belirtildiği gibi, Cumhuriyet öncesi
dönemde Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Ermeni ve Rum azınlıkları da bu göç
eden topluluğa dahillerdi. Frank Ahmed’e göre bu rakamın kabaca 45.000 ile 60.000
kadarını Müslüman Türkler oluşturmaktaydı. Birinci göç dalgasıyla, özellikle 1.
Dünya Savaşı patlak vermeden önce Amerika’ya göç eden Türkler, aynı zamanda
Amerika’nın Müslümanlar ile ilk kez tanışmasına aracılık etmişlerdir. Genel kanının
aksine, Amerika’da şu anda yaşamakta olan birkaç milyonu Amerikalı Arap’ın
Amerika’ya göç etmeleri, Türklerin göçünün başlangıcından daha sonrasına denk
gelmektedir. O dönemki Suriye topraklarından Amerika’ya göç edenlerin çoğunu ise
Hristiyan Araplar oluşturmaktaydı. Birinci göç dalgası, kaynağını Anadolu’nun fakir
bölgelerinden almıştı. Harput, Dersim, Capakcur, Siverek, Rize, Samsun, Giresun ve
Elaziz gibi küçük şehir ve kasabalarda yaşamış olan Türk göçmenler, eğitimsiz ve
çoğunluğu okur yazar olmayan bir kesimden geliyorlardı. İlk Türk göçmenler,
genellikle Amerika’nın o dönemki sanayi merkezleri olan Detroit, New York ve
Chicago gibi şehirlerde yerleştiler ve buralardaki fabrikalarda çalıştılar.

17
2. Göç Dalgası (1950-1980)
İkinci Dünya Savaşı sonrası gelen Türk göçmenler ilk gelenlerden oldukça
farklı bir profil çizmektedirler. Bu dönemde, Amerikan göç istatistiklerine göre
27.060 kişi Türkiye’den Amerika’ya göç etmiştir. Birinci göç dalgası ile gelenlere
nazaran çok yüksek eğitim seviyesine sahip bir profil çizen Türk göçmenler,
mühendis ve doktor gibi üst düzey mesleklere sahiplerdi. Bu kişilerin bir bölümü
Amerika’da tecrübe kazandıktan ve yüksek eğitimlerini tamamladıktan sonra
Türkiye’ye geri dönerken, başka bir kısmı yaşamlarını Amerika’da sürdürdüler,
yüksek gelir düzeylerine ulaştılar.14

3. Göç Dalgası (1980 ve sonrası)


Türkiye’de politik alanda önemli gelişmeler yaşanan 1980’lerin başında,
globalleşmenin hızlanmasıyla başlayan üçüncü göç hareketi, ilk iki harekete göre çok
farklı özellikler göstermektedir. Amerikan göç istatistiklerine göre, 1980’den 2003
yılının sonuna kadar Amerika’ya göç eden Türklerin sayısı 66.000’i aşmıştır. Bu
dönemde Amerika’ya gelen Türklerin sayısının bu derece artmasında, Amerika’da
üniversite eğitiminin cazip olması ve bu nedenle bir çok Türk öğreninin, lise
eğitimlerini sona erdirdikten sonra Amerika’a gelmiş olmalarının ve Amerika’nın,
ülkenin göç ihtiyacını karşılamak için uyguladığı ve her yıl 50.000’den fazla
göçmene çalışma ve oturma izni verilmesini içeren Yeşil Kart Çekilişi sayesinde
Amerika’ya çalışmaya giden göçmenlerin önemli bir etkisi bulunmaktadır. Eğitim
amacıyla gelen kitlenin dışında, kalifiye olmayan ve yarı kalifiye göçmenlerin sayısı
giderek artmaktadır. Bunların büyük bir bölümü bakkal, restaurant gibi yerlerde,
“hemşehrilik” bağlarını kullanarak –kimi zaman kaçak olarak- çalışmaktadırlar. Bu
grup, genel olarak doğu kıyılarındaki New York, Baltimore ve New Jersey gibi
kentlerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Eğitim seviyelerinin düşüklüğünden
bağımsız olarak, bunlardan birçoğu pratik zekaları ve girişimciliklleriyle yaptıkları
işlerde başarılı olmuş ve yüksek gelir seviyesine ulaşmışlardır. Sadece Long
Island’da Türklere ait 250 benzin istasyonunun bulunması da bunun bir kanıtıdır.
Türk göçmenlerin yoğun olarak ilgilendikleri diğer mesleklerden birdiğeri ise ev
dekorasyonu ve tamiri olarak gösterilebilir. Ayrıca, Türkiye’den ithal edilen malların

14
Arı, Tayyar, (2009), Amerikada Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, s. 222.

18
satıldığı mağazalar da bu Türkler için önemli bir ekonomik aktivite alanı olarak
ortaya çıkmaktadır.

1.6.1.2. Türk Lobisi


Amerikada Türk Lobisi rekabet etmek durumunda kaldığı lobilerle
karşılaştırıldığında bazı dezavantajlara sahiptir. 400,000 dolayında oldukları tahmin
edilen Amerika’daki Türk toplumu başarılı bir lobi çalışması için elvirişli bir sayı
oluşturmuyor. Ayrıca, yıllarca Amerika’da yaşadığı halde Türk vatandaşlığından
çıkarak Amerikan vatandaşı olmayı kabul etmeyen çok sayıda Türk, sıradan bir
Amerikan vatandaşı için söz konusu olan bir çok hakkı kullanmaktan da yoksun
kalmaktadır. Fakat, Türkiye Hükümeti’nin 1995’te çıkardığı çifte vatandaşlık
statüsüne ilişkin düzenlemeyle önemli ölçüde giderilmiş bulunmaktadır. Bunun
dışında Türkiye’de olduğu gibi Amerika’da yaşayan Türklerde de siyasal katılımın
son derece düşük olduğuı gözlenmektedir. Diğer toplumlar gibi asimile olmayan
Türk toplumu bu bakımdan Amerikalılarla tam bir kaynaşma içinde olmadığından
onları etkilemeye dönük avantajları da kullanamıyor. Bu büyük ölçüde kültürel
farklılıktan kaynaklanmaktadır. Ayrıca Ermeni ve Rum hatta Yahudi toplumları belli
eyaletlerde yoğunlaşmış olduklarından kullandıkları oylarla seçim sonuçlarını
etkileyebiiyorlar. Oysa, Türkler için bunu söylemek oldukça zor, sayıca az ve
dağınık olmaları oy açısından kongre üyeleri için bir cazibe oluşturmuyor.
Amerika’daki Türkler üzerinde yapılan araştırmada insanların faalyetleri konusunda
yeterince bilgi sahibi olmadıkları, bunun bir sonucu olarak lobiciliğin yararlı
olmadığı yönünde yaygın bir kanının söz konusu olduğu görülmüştür. Fakat son
zamanlarda özellikle 2005 sonrasında kurulan bazı Türk-Amerikan dernekleri
seçimlerde daha aktif bir tutum almaya çalışmakta ve bu konuda PAC
oluşturulmasına öncülük etmeye çalışmaktadır. Amerika’daki Türk Lobisi için bir
başka dezavantaji ise Amerikan’da lobiciliğini gerekli olduğunu Türkiye tarafından
oldukça geç anlaşılmış olmasıdır. Ancak 1980’li yıllarının başlarında itibaren
verilmeye başlamsı istenilen noktaya gelinmemiş olmasında önemli etkenlerden biri
oluşturmaktadır. 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde kendisinden söz ettirmeye
başlaması ve kongre’de Türkiye aleyhinde verilen tasarıların etkisiz hale gelmesinde
oynadıkları role bakıldığında yine de kısa süre içerisinde belli bir başarının
yakalandığı sonucu doğmaktadır. Ayrıca kongre’de Türkiye ile ilgili konular

19
gündeme geldiğinde sahip çıkacak veye rahatlıkla sorunların anlatabileceği kongre
üyesinin sayısının sınırlı olması Türk Lobisi’nin işini kolay olmadığını
göstermektedir. Ancak 1995’te bir kaç kişiyi geçmeyen kongre’deki Türkiye dostluk
grubunun (Turkish Caucus) sayısının 2008’e gelindiğinde 80’e ulaşmış olmasının da
önemli bir gelişme olarak değerlendirilmesi gerekir. Bunun yanında özellikle
büyükelçiliğin Türk-Amerikan derneklerinin ve lobi şirketlerinin çabaları bu konuda
açık giderilmeye çalışmaktadır. Ancak rakiplerine karşılık Türk lobisinin en önemli
avantajı Türkiye’nin stratijik konumudur. ABD için bölgede soğuk savaş döneminde
olduğu gibi soğuk savaş sonrası dönemde de vazgeçilmez bir ülke olma konumunu
koruması Türkiye konusundaki yasa ve karar tasarıları gündeme geldiğinde
Amerikan yönetiminin kongre’yi ikna etmeye çalışmasına yol açmaktadır. Bunun her
zaman olmasa da genellikle olumlu sonuçlar verdiği söylenebilir. Amerika’daki Türk
lobisi oluşturan dernekler arasında en etkili olan Türk Amerikan Dernekleri
Asamblesi (ATAA)’dır. Bu aynı zamanda lobicilik konusunda da faaliyet gösteren
Türk dernekleri bulunuyor. Amerikan Turkish Association of Houston,(North
Caroline, Washington, Florida, Maryland, Ohio, California, Kansas City), Turkish
Amerikan Cultur Alliance, Turkish Amerikan Cultur Association of Alabama ve
Turkish Amerikan Society of Colorado sayılan dernekler sadece bir kaç tanesidir.
Bunların dışında Türk Çalışmaları Enstitüsü (İTS), Türk Amerikan Bilim Adamları
Derneği (ATAS), Amerikan Türk Konsey (ATC), Türkiye’nin Amerikan Dostları
(AFOT), ve Amerika Türk Koalisyonu (TCA), adlı dernekler Amerika’da eğitim,
kültür, bilim, din, ekonomi ve savunma konularında Türkiye ile ABD arasındaki
ilişkiler geliştirmek bu konularda Amerika da yaşayan Türkleri bilinçlendirmek,
Amerika’da Türkiye’ye karşı oluşmuş önyargıları ortadan kaldırmak ve Türklerin
siyasal sürece katılım faaliyetlerine ileride tekrar değinilecek.15

Türkiye Amerika’da faaliyetlerini henüz Amerika’da yeterli sayıda Türk


olmadığı, olanların da bir örgütlenmeden yoksun olduğu dönemlerde lobicilik
faaliyetlerini Amerika’da lobi şirketlerine yaptırmaya çalıştı. Bu çerçevede (Hill ve
Knowlton) ve (McAuliffe, Kelly, Raffaelli ve Seimans) Türkiye’nin kiraladığ
şirketler arasında yer almışlardır. Bunlardan Hill ve Knowlton Türkiye için hem
hükümetle ilişkileri yürütmüş hem de Türkiye için PR ( medya ile ilişkiler ve
15
James, Petras, (2007), İsrail Siyonizm ve Orta Doğu, New York: Rengre Yayınevi s. 126.

20
kamuoyu oluşturma) çalışmaları yapmıştır. Bu şirketler Türkiye’nin lobi
faaliyetlerini yürütürken başka şirket ve çıkar gruplarının da lobi işini yürütmektedir.

1.6.2. Arap Lobisi


Arap Lobisi pek çok bakımdan başarılı bir lobi olarak nitelendirilmiyor.
Ancak Yahudi Lobisi denildiğinde bir merkezden organize edilen ve Amerika
çapında binlerce örgüt aracılığıyle Yahudi olan ve olmayan herkese ulaşan ve hem
kamuoyundan hem de diğer çıkar gruplarından destek alan bir bir lobi
anlaşılmaktadır. Oysa Arap lobisi denildiğinde tek bir Arap devleti söz konusu değil.
Hemen her Arap devleti Amerikada kendi çıkarları ile ilgili lobi faaliyetini bizzat
kiraladığı bir lobi şirketleri ile, yanlız ilgili devleti ilgilendiren konularda lobi
faaliyeti yapmaktadır. Bu çerçevede Suudi Arabistan adına lobi yapan şirket
Ürdün’ün çıkarlarına ilgilendiren konularla ilgilenmez. Washington’da Arap lobisi
deyince öne çıkan etnik lobilerin başında 1972’de kurulan, 25 dolayında bir personel
kadrosu yaklaşık 300,000 dolarlık bütçe imkanına sahip olan ve federal lobi yasası
kapsamında kayıtlı lobici olarak 2001 Aralık’ına kadar faaliyet gösteren Arap
Amerikalılar Ulusal Derneği (NAAA) idi. 1995’te örgütün liderleriyle yapılan
görüşmede ifade edildiği kadar ile 13,000 üyeye sahip ve 80,000 mektup adresine
sahip olan örgüt olarak Arap Dünyasını genelini ve özellikle Filistin sorunu
ilgilendiren konularda Amerikan Yönetimi ve kongre’yi etkilemeye çalışmaktaydı.
Buna karşılık o yıllarda örgüte yönelik katkılarda özellikle 1993’te başlayan Oslo
süreciyle beraber büyük bir azalma olduğu ifade edilmiştir. 1990 öncesinden yaklaşık
1 milyon dolar bütçeye sahip sahip olan örgüte yönelik katkılarda azalmaya
FKÖ’nün İran-Irak Savaşı’ndan ve Körfez Krizi’nde izlediği politikalarla Arap
ülkeleriyle ters düşmesine yol açmıştı. NAAA lideri Khalil E. Jahshan’ın
değerlendirmsine göre bu düşüşün kaynağı barış sürecinin yol açtığı rahatlık
duygusuydu. Diğer bir ifade ile Jahshan’a göre Amerika’daki Arap Toplumu artık
Filistin sorunun çözüm yoluna girdiğine inandığından katkılarda düşüş söz konusu
olmuştur. 16

NAAA 2002 Ocak’ında ADC (Arap Amerikan Ayırımcılık Karşıtı Komite)


ile birleşmesi söz konusu olmuş ve bu tarihten itibaren 1984’te NAAA tarafından

16
Alshari, Sadek, (2006), Horobona maa İsrail, Amman Alkudüs Yayınevi, s. 90.

21
kurulan NAAA-PAC ise kongre ve hükümetsel ilişkiler ve seçim süreçlerinde
kampanya faaliyetlerini, esas olarak İsrail’in işgal etmiş olduğu Arap topraklarından
çekilmesini sağlamak için Amerikan politikalarını etkileme konusunda
yoğunlaştırmaktaydı. Kampanyalar sırasında PAC oluşturark yapılacak katkıları
organize hale gitererek daha etkili olmaya çalışmak amacıyla NAAA tarafından
1984’te kurulan (NAAA-PAC) kampanyaları desteklemede etkin faaliyet
göstermektedir. NAAA PAC, ayrıca (fund raising) organize ederek de kendi
görüşlerini paylaşan adayların desteklenmesi sağlamaktadır. 2003 Haziran’ından
itibaren başkanlığı 1977-1993 arasında temsilciler meclisi üyeliği de yapmış olan
Mary Rose Okar’ın yaptığı ADC 1980’de James Abourezk tarafından kurulumuş, bir
süre başkanlığını ve icra direktörlüğünü James Zogby’nin yaptığı Amerika çapında
çok sayıda şubesi bulunan en etkin Arap örgütlerinden biridir. ADC, hükümet ve
kongre ile ilişkiler konusunda da etkili çalışmalar yürütmektedir. Arap Lobisi’ni
destekleyen çıkar grupları arasında öncelikle petrol şirketleri gelmektedir. Ancak bu
şirketlerin çabaları her zaman istenilen sonuca vermiyor. Bunun dışında başta resmen
kayıtlı lobicilik yapan Amerikan Müslüman Konsey (AMC)’i başta olmak üzere
diğer Müslüman dernekleri de özellikle Filistin sorunu ve Arap dünyasındaki ve
Müslümanları ilgilendiren konularda Arap Lobisi ile birlikte hareket etmekte veya
ona destek vermektedir. 1990’da Abdurahman Alamoudi tarafından kurulmuş ve
2002’ye kadar ve örgütün başkanlığını yapmıştır. Terörist örgütlerle ilişkisi olduğu
iddiasiyle 11 Eylül sonrasında 2002’de tutuklanmış olan Alamoudi, 2004
Temmuzunda yargılanarak 23 yıl hapse mahkum edilmiştir. Başkanlığını Nedzib
Sacrebey’ın yaptığı AMC ise halen faaliyetlerini sürdürmekle beraber 1990’lı
yıllardaki kadar etkin olduğu söylenmez. Bununla beraber, Washington dışında 14
ayrı eyalette şubesi bulunan AMC, Hamas ve Hizbullah gibi Arap dünyasında
radikal olarak bilinen İslami gruplara olan desteğini sürdürmektedir.17

2001 sonunda faaliyetleri sona eren AAA’nin dışındakiler daha çok diğer
toplıumsal alanlarda faaliyet göstemekte ve özellikle ‘gras rots’ faaliyetinde
bulunmaktadır. Bu derneklerin üyeleri arasındsa dayanışmayı sağlamak ve onları
çeşitli konularda biliçlendirmek amacı ile yürüttüğü toplantılar, konferanslar,
propaganda faaliyetleri, onlarla mektupla veya yayınladığı dergiler aracılığı ile

17
Tayyar, (2009) a.g.k., s. 269.

22
heberleşmesi normal faaliyetleri arasında sayılsa da bunlar aynı zamanda birer ‘gras
rot’ hareketi olarak da ifade edilebilir. Bunlardan Arap Amerikan Enistitüsü 1985’de
James Zogby tarafından kurulmuş ve özellikle Amerika da ki Arapları daha aktif hale
getirerek siyasal katılım düzeylerini yükseltmeye çalışan halen başkanlığını James
Zogby’nın yaptığı daha ziyade Hristiyan Arapların etkin olduğu bir örgüttür. Asıl
amacı lobicilik olmamakla beraber örgütün Arapların çıkarlarını ilgilendiren
konularda doğrudan veya dolaylı kongreyi ve yürütmeyi etkilemeye çalıştığı
bilinmektedir. Amerika’da yaşayan 3.5 milyon Arap asıllı Amerikalı’nın sesi olma
iddiasindadır. Arap-Amerikalıların siyasal sürece katılımını arttırmak ve medyada
Araplarla ilgili konularda kamuoyunu bilgilendirmek için çeşitli faaliyetlerde
bulunmaktadır. Öncelikle Amerikan Dış Politikası’nı Arap ülkelerine yönelik olarak
dengeli bir politika izlemesi için çalışan örgüt Amerikadaki Arapların medeni ve
siyası haklarını da savunmaktadır. AAİ, bu amaçları gerçekleştirmek için Arap
halkın Amerikan politikasında daha aktif görev almasını sağlamaya çalışmaktadır.
AAİ’nın yan kuruluşu olan ve icra direktörlüğünü Helen Samhanın yaptığı ve
1985’te kurulmuş olan Arap Amerikan Enstitüsü Fonu ise kar amacı gütmeyen
dernekler statüsünde olan ve Arap toplumunun siyasal konularda duyarlılığını teşvik
etmek amacı ile faaliyet gösteren daha ziyade demografik konularda yaptığı
çalışmalarla gündeme gelen bir örgüt niteliğindedir. Amerika’da faaliyet gösteren
örgütlerden 1994’te kurulmuş olan Amerikan İslami İlişkiler Konseyi (CAİR) de 501
( c) (3) nolu yasa kapsamında faaliyet gösteren kar amacı gütmeyen ve daha ziyade
‘gras rots’ faaliyetleri yürüten etkili Müslüman örgütler arasında yer almaktadır.
ABD çapında ve Kanada da 35 şubesi ile faaliyet gösteren (CAİR) daha ziyade
Müslümanların sorunları ile ilgili konularda hem Amerikan toplumunu
bilgilendirmek hem de siyası mekanizmaları belli yönde tavır almaya ikna etmeye
amaçlamaktadır. Başkanlığını Omar Ahmedin icra direktörlüğünü ise Nihad Awadin
yaptığı (CAİR) her ne kadar üye toplama yeteneğinin ve dolaysıyle etkiliğinin 11
Eylül sonrasında azaldığı iddia edilse bile örgüt tarafından bu tür haberlerin asılsız
olduğu ifade edilerek söz konusu dönemde Amerika çapındaki şube sayılarının 3’ten
35’ çıkmış olmasını dikkat çekiyorlar. Amerika da ki Yahudi kuruluşları tarafından
(CAİR)’ın terörü desteklediği iddia edilmesine karşılık örgüt onu ısrarla

23
redetmektedir. Genellikle bu tür iddialar Hamas’a ve Filistinli gruplara verilen
destekten kaynaklanmaktadır.18

Yahudi Lobisi’nde çok sayıda Yahudi örgütünün olması görüş farklılıklığının


olmaması nedeni ile bir avantaj olarak değerlendirilirken Arap Lobisi için aynı şeyi
söylemek oldukça güç görünmektedir. Kaldı ki Arap örgütleri bazıları Hristiyanların
egemen oldukları bazıları ise Müslüman kimliğinin öne çıktığı örgütlerdir. Özellikle
Lübnan kökenli örgütlerde bu daha da net gözükmekte ve bu örgütlerden bazıları
İsrail ile birlikte hareket etmektedir. Bu açıdan Amerikan Lübnan Birliği ile (NAAA)
arasında bu konuda sürtüşme yaşandı ve 1990’lı yıllarda (ALL), NAAA ‘yı sürekli
Amerikan aleyhtarlığı yapmakla suçlamaktaydı. Arapların Yahudi Lobisi karşısında
bir diğer dezavantaji ise Amerika da ki Arapların sayısını İsraillilere göre çok daha
az olmasıdır. Tahmin edildiği kadar ile Amerikada bulunan Amerikan vatandaşı olan
Arapların sayısı yaklaşık iki milyon ile üç milyon arasında oysa Yahudiler 6
milyonun üzerinde ve oldukça homojen bir kitle görümündeler. Bunların yanında
Yahudilerde Araplara göre siyasal katılım daha fazla ve Yahudi sorununa karşı
Araplara göre çok daha duyarlı bir toplum. Yahudi Lobisi’nin bir diğer avantaji de
kampanyalar esnasında Yahudilerin kendilerine yakın buldukları adayılar için
oldukça cümert davranmalarıdir. 1992 başkanlık seçimlerinde Clinton
kampanyalarına yapılan biriysel katkıların yüzde 60’nın Yahudiler tarafından
yapıldığı ifade edilmelktedir. Oysa Arap Amerikalılar aynı derece etkili
görünmüyorlar zira 1995 tarihli bir araştırmaya göre yaklaşık iki milyon Yahudi’nin
aktif olarak destek verdiği Yahudi davasına karşılık ancak yüz bin dolayında
Amerikalı Arap, aktif olarak Arap davasına destek vermektedir. Araplar ise bu
özelliklerin hemen hiç birini sahip değil, Körfez Savaşı’na kadar Mısır dışında Arap
devletlerini hiç biri müttefik olarak görülmemekteydi. Körfez Savaşı’nda hemen
hepsi ABD’yi desteklemiş olmalarına karşılık Arap ülkelerini Amerikanlıların
gözünüde güvenilmez ülkeler niteliğinde olmaya devam etmiştir. Bunun dışında
Araplar asimile olmayan etnik gruplardan biridir. Ayrıca Arap topluluğu Orta Doğu
sorunları karşısında homojen bir görüntü çizmiyorlar. Araplar diğer pek çok etnik
gruptan sayıca fazla olmalarına karşılık stratijik bölgelerde yoğunlaşmamış olmaları

18
John, Mearsheimer ve Stephen Walt, , (2009) İsrial Lobisi ve Amerikan Dış Politikası Çeviren :
Hasan Kösebalaban, İstanbul: Küre Yayınevi, s. 256.

24
neden ile seçim sonuçlarını istedikleri doğrultuda etkileyemiyorlar. Amerikan
Toplumu, Arap Filistin davasına, Yahudi davasına olduğu kadar dostça bakmıyor.
Son olarak Arapların kampanyaları desteklemeleri olumlu etki yapacak yerde
kamuoyunun Arapların daha fazla aleyhinde bulunmasına neden olabilmektedir.

1.6.3. Yunan Lobisi


1.6.3.1. Yunan Göç Tarihi
Amerikan göç istatistiklerine göre bu ülkeye yaşanan ilk Yunan göçü 19.
yüzyılın başlarında yaşansa da Yunanlıların Yeni Dünya’ya göçlerinin yoğunlaşması
yine bu yüzyılın son on yılında başlamıştır. Yüzyıl dönümünde Yunanistan’da
yaşanan ekonomik kaos nedeniyle birçok genç Yunanlı Amerika’ya göç etmişlerdir.
Bu göç, gerek Türk gerekse Ermeni göçünde de olduğu gibi eğitimsiz ve fakir
insanların, Amerika topraklarında kazandıkları parayı biriktirip daha sonra
ülkelerine dönerek burada yatırım yapmak ve yeni bir hayat kurmak üzere
gerçekleştirdikleri bir göçtür. Bu ilk dalgayla gelen Yunanlılar, New York, Chicago
ve Baltimore gibi batı şehirlerine yerleşmişlerdir. Bu göçmenlerin bir bölümü Balkan
Savaşı patlak verdikten sonra ülkelerine dönmüşler ancak savaş bittikten sonra tekrar
Amerika yolunu tutmuşlardır. Bu geri göç sırasında, birçoğu eşlerini de
beraberlerinde götürrmüşler ve böylece Yunan kültürünün Amerika’da oturmasının
adımlarını atmışlardır. Amerika’ya doğru Yunan göçünün en yoğun yaşandığı dönem
1890-1920 yılları arasıdır. Amerikan göç istatistikleri, bu dönem içerisinde o
dönemki Yunanistan topraklarından gelen yaklaşık 368.000 kişinin Amerika’ya
göçmen olarak giriş yaptığını belirtmektedir. O dönemde Türkiye toprakları
içerisinde yaşayan Rum azınlıktan da Amerika’ya göçenlerin sayısının
azımsanmayacak kadar yüksek olduğu bildirilmektedir. Charles Moskos’un
tahminlerine göre 1890-1917 tarihleri arasında Amerika’ya göç eden Yunanlıların
sayısı 450.000, 1918-1924 arasında gelenlerin sayısı ise 70.000 civarındadır. Daha
sonra Amerika’nın göçmenlere kapılarını kısmen de olsa kapamasıyla azalan Yunan
göçü, Yunanistan ekonomisinin iç savaş ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra çökmesiyle
tekrar hareketlenmiş, 1946-1980 yılları arasında 230.000’i aşkın Yunanlı Amerika’ya
göç etmiştir.19

19
Tayyar, (2009) a.g.k., s. 278.

25
1981 yılında Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne üye olmasıyla Yunanistan
yaşanan ekonomisinde olumlu gelişmelerin göç rakamlarına direk yansıdıkları
açıktır. 1980 yılından sonra Amerika’ya göç azalmaya başlamış, hatta bir ters göç
başlamıştır. Bu rakam, 2003 yılında 914 kişiye kadar düşmüştür. Buna karşın 2000
yılı itibariyle Yunanistan’da büyük çoğunluğu Yunan asıllı yaklaşık 72.000
Amerikan vatandaşının yaşıyor olması, geriye doğru kısmi de olsa göçün başladığına
işaret etmektedir.

1.6.3.2. Yunan Lobisi


Yunan Lobisi Yahudi Lobisi kadar olamasa da Amerika da ki etkili yabancı
lobiler arasında sayılmaktadır. Amerika’daki Yunanlılar adına lobi yapan örgütlerin
başında Amerikan Helen Enstitüsü Halkla İlişkiler Komitesi (AHİPAC) gelmektedir.
AHİPAC hemen her şeyle Yahudi Lobisi AİPAC’ı örnek almaktadır. 1974’deki silah
ambargosundan bu yana Türkiye’ye karşı yürüttüğü lobi faaliyetlerinde oldukça
başarılı bulunmaktadır. Yaklaşık 2 milyon dolayındaki Yunanlı siyasal hayatta aktif
durumdalar. Mesele 1988’de Demokret Parti’den başkan adayı olan Micheal
Dukakis’in seçim kampanyalarında doğrudan görev almanın yanında kampanyanın
yapılan katkıların da %15’i Yunanlılar tarafından yapılmıştı. Yunanlıların bir diğer
özelliği Yahudiler gibi bir asimile bir toplum olması ve Amerikalılarla çabuk
kaynaşmalarıdır. Ayrıca iyi örgütlenmiş bir lobi görüntüsü veren Yunan Lobisi, hem
mali açıdan hem de sayı itibariyle Türklere göre çok daha avantajlı durumda.
(Group/Ruder Finn İnc.,) ve (Manatos ve Manatos) gibi lobi firmalarından da
yararlanan Yunanlılar lobi faaliyetlerini ağırlıklı olarak Amerika’daki Yunan
dernekleri aracılığı ile yürütmektedir. Bu çerçecede faaliyetlerini sürdüren Amerikan
Helen Enistitüsü (AHİ), AHİPAC ve Amerikan Helen Enstitüsü Vakfı (AHİF) üç
önemli Yunan örgütüdür. Bunlardan AHİ Kıbrıs harekatı sırasında 1 Ağustos 1074’te
kurulmuş olup kar amacı gütmeyen vergi muafiyeti olan bir dernektir. Derneğin
amacı, öncelikle ticari ve malı konularda olmak üzere ABD ile Yunanistan ,ABD ile
Kıbrıslı Rumlar ve Amerika’daki Yunan toplumlarının kendi aralarındaki her türlü
bağı güçlendirmektedir.

AHİF de kar amacı gütmeyen vergi muafiyeti olan araştırma, eğitim ve


yardım örgütüdür. Esas olarak bir Think-Tank araştırma kuruluşu gibi çalışan AHİF,

26
özellikle eğitim alanında Yunanistan ile ilgili çalışmalar ve araştırmalar
desteklemekte, doktora ve master bursları vermektedir. AHİF’in eğitim alanındaki
çalışmaları yayınladığı kitaplarla devam etmektedir. AHİ’dan doğumuş olan ve
1975’in başından itibaren faaliyete geçen AHİPAC’a gelince bu örgütü federal lobi
yasası kapsamında lobi faaliyeti yürüten bir örgüt olarak ve kendi amaçları hayata
geçermek için kongre ve yönetimle ilişkileri yürütmek amacıyla kurulmuştur.
AHİ’da lobi faaliyetinde bulunmakla beraber kayıtlı lobici olarak gözüken AHİPAC
‘in başında Nick Larigakis bulunmaktadır. Yunan lobisi AHİPAC 5 milyon doların
üzerindeki bütçe imkanıyla kısa bir süre içinde 20,000 dolayındaki üyeye
ulaşabilecek bir örgütsel ağa sahip bulunyor. AHİPAC diğer Yunan örgütleriyle
sürekli koordineli olarak çalışmakta ve özellikle grass roots faaliyeti için onlardan
yararlanmaktadır. AHİPAC, üyelerine düzenli ulaştırmak amacıyla (Washington
Report) isimli bir newsletter çıkarmaktadır. Bunun dışında Şikago’daki Helen
toplumu tarafından da ( The Greek Star) adında bir günlük gazete çıkarılmaktadır.
AHİPAC önderliğiyle oluşturulan kongre ile Temas Grubu Programı adı altında her
kongre üyesiyle mutlaka bir şekilde yüzyüze görüşülmeye çalışmaktadır. Yapılan
görüşmelerde 1994 yılı itibariyle 435 Temsilciler Meclisi üyesinden 400’ü ve 100
senatörden 97’siyle bu temasın gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Yunan Lobisi
(AHİ, AHİF, ve AHİPAC), Üsküp Hükümeti’nin Makedonya ismini almaması için
yoğun bir çaba sarf etmişlerse de bu konuda pek fazla başarılı oldukları söylenmez.
Bunun dışında Kuzey Epir’de insan haklarının korunması Yunanistan’ın Ege ve Batı
Trakya’daki haklarının korunması, Kıbrıs’tan tüm askerlerini çekmediği sürece
Türkiye’ye yapılan yardımların koşula bağlanmsaı 7/10 oranın 1/1 hale getirilmesi
için çalışılması, Türkiye’nin İstanbul’daki patriği Ekümen olarak tanıması ve papaz
okulunun açılmasına izin vermesi bu üç orgütün başlıca ortak amaçlar arasında yer
almaktadır. Bunların dışında, ilgili konularda Amerika’daki Yunanlılar ve kongre
üyelerine sürekli bilgi iletmek, ABD ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin
güçlenmesine sağlamak Amerikalı Yunanlılar arasında ticarı bağları güçlendirmek
bu örgütlerin amaçları arasında yer alan konulardır.

AHİ ve AHİPAC, kongre’de sesini ilk defa 1974 Kıbrıs Barış Harekatı
sırasında herkeste geçerek Türkiye’ye karşı kongreden ambargo kararını
çıkartmasıyla duyurmuştur. Bu çıkışıyıla daha o zamanlardan başlayarak

27
Amerika’daki etkili lobiler arasında sayılmaya başlamıştır. Bunun yanında AHİ’nın
girişimiyle 1974’te Güney Kıbrıs’a 25 milyon yardım yapılmasını öngören yasa
tasarısı kongre’de kabul edilmiş ve o günden bu güne Güney Kıbrıs’a 300 milyon
dolar yardım yapılması sağlamıştır. Kıbrıs krizinin ortaya çıktığı tarihlerde henüz
çok kalabalık bir grup olmamasına karşılık iyi organize olmaya başaran Yunan
Lobisi, Türkiye’ye karşı başlattığı kampanya sonucunda eski dışişleri bakanı
Kissinger kongrede çoğunluğun desteğiyle ambargo kararının çıkmasında çok etkili
olmuştur. Ancak ambargo olayını tamamen Yunan lobisinin bir başarısı gibi
göstermek de doğru değildir. Başka etkenlerin de bunda önemli rol oynadığını
vurgulamak gerekir. Özellikle bu sırada Vietnam olayı ve Watergate skandalıyla
yürütmenin çok yıpranmış olması (Kriz devam ederken 8 Ağustos 1974'te Nixon
istifa etmiş ve yerine Ford geçmiştir) Kongre üzerinde etkisini kullanamamasına yol
açmıştır. Ayrıca 1972'de yasaklanmış olan haşhaş ekimini Ecevit-Erbakan koalisyo-
nunun serbest bırakması nedeniyle 1974 baharından itibaren Türk-Amerikan
ilişkileri soğumaya başlamış, Türkiye'deki Amerikan büyükelçisi danışma amacıyla
geri çağrılmış ve 1974 Temmuzunda 238 Temsilciler Meclisi üyesinin imzasıyla
Türkiye'ye yapılan askeri yardımların kesilmesini isteyen bir tasarı meclise sevk
edilmiş ve 6 Ağustos'ta da oylanarak kabul edilmişti. Senato ise benzer içerikteki
tasarıyı 27'ye karşı 64 oyla kabul etmişti. Krizin böyle bir ortamda patlak vermiş
olması, Yunan Lobisi’nin işini oldukça kolaylaştırmıştır. AHIPAC, Washington'da
Yunan Lobisi olarak adlandırılmış ve hem grass rools faaliyetleri hem de Kongre ile
ilişkiler konusunda başarılı lobiler arasında sayılmaya başlamıştır. Kongre'de Yunan
asıllı milletvekillerinden Bradcmas, Kyros, Sarbanes, Snovve, Tsongas, Yatron ve
Rosenthall'a daha sonra Benllcy, Bilirakis, Broomfield ve Fcighan da eklenmiştir.
Senatoda ise Delavvarc Senatörü Joseph Biden Rumları ilgilendiren konularda her
zaman en önde olmuştur. Onun dışında Bentsen, Eagleton, Kennedy, Presslcr, Roth
ve özellikle son zamanlarda Senatör Sarbanes, Snovve ve Tsongas Rum Lobisi ile
işbirliği yapan başlıca senatörler olmuşlardır. Yunan Lobisi, Kongre ve yürütme
nezdinde yaptığı girişimlerle Türkiye'den ziyade Doğu Akdeniz'in güvenliği için
Yunanistan'ın daha önemli olduğu konusunda ikna çabası içerisinde olan Yunan
Lobisi, ayrıca hem insan hakları konusunda hem de 1974 Kıbrıs Harekatı esnasında
kaybolduğu iddia edilen beş Amerikalının ve 1614 Rumun bulunması konusunda
Türkiye'ye baskı yapılması için çalışmakta, bununla ilgili yasa ve karar teklifleri

28
verdirtmektedir. Yunan Lobisi İstanbul'daki Rum Patriği Bartolomco'nun ekümen
olarak tanınması ve İstanbul'da Rum okulları açılması için Türkiye'ye baskı
yapılması konusunda da yoğun bir faaliyet içindedir. Ege ve Batı Trakya
sorunlarında da 1976'dan bu yana Amerikan Hükümeti üzerinde etkili olmaya
çalışan Yunan Lobisi, Batı Trakya'daki ve Ege'deki iddia ettiği kendince "egemenlik
haklarının" Türkiye tarafından tanınmasının sağlanması için Amerikan
Hükümeti’nin Türkiye'ye baskı yapmasını istemektedir. Ayrıca lobi’nin bunun
dışında başka faaliyetleri de bulunuyor. Yunan Lobisi ara sıra düzenlediği turlarla
Kongre üyelerinin Yunanistan'ı ziyaret etmelerini sağlayarak kendi çıkarları
doğrultusunda etkilemeye çalışmaktadır. Lobi, bu işi daha çok Kongre'deki Yunan
dostu üyeler aracılığıyla yapmakladır. Yunan Lobisi 1995'te de yoğun bir faaliyet
içinde göründü. Türkiye'ye 320 milyon dolar askeri yardım ve 46 milyon dolar eko-
nomik yardım yapılmasını öngören "H.R.1868" sayılı dış yardım yasasında,
Türkiye'deki insan haklan uygulamaları, Ermenistan'a abluka uyguladığı ve Kıbrıs'ı
"'işgal" etmeyi sürdürdüğü gerekçesiyle 25 milyon dolarlık kesinti yapılmasını
öngören değişiklik teklifi Yunan Lobisi’ne yakınlığıyla tanınan Temsilciler
Meclisi'nin üyelerinden E, Porter (R-IL), Smiih (R-VA) ve WoIf (R-VA) tarafından
sunulmuş ve yönetimin çabalarına rağmen 29 Haziran 1995'te 155'e karşılık 247
oyla kabul edihniştir. AHİ ve AHIPAC'ın bunların dışındaki ortak faaliyetleri ara-
sında öğretim üyeleri ve bilim çevrelerinin katıldığı konferanslar düzenleyerek bu
toplantılarda Kongre üyelerinin de konuşmacı olarak katılmasını sağlamaktır. Yine
bunun yanında Yunan Lobisi iş ve ticaret dünyası ile bir araya gelerek Yunanistan ve
ABD arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesini amaçlayan toplantılar ve
konferanslar düzenlemektedir.

Yunan Lobisi, Amerika'daki Ermeni Lobisi’yle de işbirliği içindedir. AHİ, 19


Mart 1994'te Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör Claibonıe Pell (D-RI) ve
Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komitesi Başkanı Lee Hamilton'a (D-IN) gönderdiği
mektupta Azerbaycan'a sürdürülen kısıtlamaların devam etmesini istemiştir. Bunun
yanında AHİ ile Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (Armanian National Committec
of America (ANCA) arasındaki işbirliğine resmi bir boyut kazandırılmıştır. 50
eyaletteki 218 üniversite rektörüne 5 Aralık 1994'te gönderilen ve birlikte kaleme
alman mektupta, AHİ, AHEPA, HANC, ANCA ve Kuzey Amerika Kürt Ulusal

29
Kongresi (Kurdish National Congress of North America) rektörlere ve diğer
üniversite yöneticilerine çağrıda bulunularak Türkiye'nin Ermenistan'a uyguladığı
ambargoya son vermediği ve Türkiye ve Kıbrıs'taki "insan hakları ihlallerini
sürdürdüğü" için kınanması ve Türkiye ile ticaret yapan şirketlerle ticari bağlantıya
girmemeleri istenmiştir. 6 Ocak 1995'te yine AHİ önderliğinde hazırlanan ve
AHEPA, HANC, ANCA, ve Kürt Ulusal Kongresi tarafından imzalanan aynı
nitelikte bir başka mektup yine 218 üniversite rektörüne gönderilmiştir.” Bu işbirliği
yasa teklifleri verirken de ortaya çıkıyor. Yukarıda adı geçen ve Senatör D'Amato
tarafından verilen S.578 numaralı "Turkish Human Rights Compliance Act'" ANCA
ile işbirliği yapılarak verilmiş ve Ermeni dostu Kongre üyeleri tarafından da
im/alanması ve desteklenmesi sağlanmıştır. Bu yasa, şayet geçseydi iddia edilen
şartlan yerine getirmediği her gün için Türkiye'ye verilen dış yardımdan 500 bin
dolar kesinti yapılmasını öngörmekteydi.20

1.6.4. Ermeni Lobisi


1.6.4.1. Ermeni Göç Tarihi
Amerika’ya doğru yaşanan Ermeni göçü, o dönemlerde Ermenilerin yoğun
olarak yaşadıkları Anadolu’nun doğu ve orta bölümleri, şimdiki Ermenistan
Devleti’nin kurulu olduğu Güney Kafkaslar ve dönemin Sovyetler Birliği toprakları
ile İran ve Lübnan kaynaklıdır. Bu derece geniş bir alana yayılmış olan Ermenilerin
göçü özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası gerçekleşmiştir.

Amerika’ya gelen ilk Ermeniler, 1800’lü yılların ikinci yarısında gelmiş ve


Amerika’ya gelen göçmenlerdeki genel eğilime uygun bir biçimde Massachusetts,
New York, New Jersey ve Pennsylvania gibi Amerika’nın doğusunda bulunan
şehirlere yerleşmişlerdir. Genellikle vasıfsız işçilerden oluşan bu göçmenler, bu
bölgedeki fabrikalarda iş imkanı bulmuşlar ve Türklerde de incelediğimiz gibi
kurdukları lokaller, kahveler, manavlar ve bakkallar ile kendi dünyalarını
yaratmışlardır. 1890 yılı itibariyle Amerika’da yaşayan Ermenilerin sayısının 2.000
civarında olduğu belirtilmektedir. Daha sonra patlak veren Balkan Savaşı ve Birinci
Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarından Amerika’ya yönelik göçte ciddi

20
Tayyar, (2009) a.g.k. s. 293.

30
azalmalar meydana gelmişse de 1914-1924 döneminde Amerika’ya gelen
Ermenilerin sayısı 25.000 civarındadır.21

İkinci Dünya Savaşı döneminde de özellikle Avrupa kıtasının güney ve doğu


kesimlerinden, savaş sırasında savaşan taraflar tarafından sürülen veya yerleri
değiştirilen Ermeniler arasından Amerika’ya yönelik yoğun bir göç yaşanmıştır. Bu
dönemde Amerikan Hükümeti’nin çıkardığı yasa ile savaş esnasında “yerleri
değiştirilmiş kişiler”in ülkeye yasal olarak, vatandaşlık alma hakkı saklı olarak
girişlerine izin verilmesi, bu göçün çapının genişlemesine yol açmıştır. Bundan sonra
yaşanan üç göç dalgası, Ermenilerin yaşadıkları ülkelerdeki politik dengesizliklerden
ve savaşlardan kaynaklanmaktadır. Bunlardan ilki, 1970’li yıllarda Lübnan’da
yaşanan iç savaş sırasında bu ülkede yaşayan varlıklı, çok iyi eğitimli ve kültürlü
Ermenilerin tüm bu birikimleriyle birlikte Amerika’ya göç etmeleridir. Bölgenin
kültürel zenginliği sayesinde birçok dili konuşabilen, çok iyi eğitime ve önemli iş
deneyimine sahip Lübnanlı Ermeniler, Amerika’da kısa zamanda kendilerini kabul
ettirmişler ve kültürlerini bu ülkeye taşımışlardır. Bu kişiler yeni ülkelerinde önemli
mevkilere gelmişler ve Amerika’da yaşayan Ermeni azınlığına kültürel ve toplumsal
alanda çok büyük katkı sağlamışlar ve standartları yükseltmişlerdir. İkinci göç
dalgası yaşanan iç karışıklar ardından İran’da 1979 yılında rejim değişikliği
yaşanması ile gerçekleşmiş, bu göç çerçevesinde de İran’da yaşayan ve çok zengin
bir topluluk olan Ermeniler, Amerika’ya göç etmişlerdir. İran Ermenileri, genellikle
ABD’nin batı kıyısına, Kaliforniya Eyaleti’ne yerleşmişlerdir. 1990 yılı nüfus sayımı
istatistiklerine göre, kendisini Ermeni olarak tanımlayanların yarısından fazlası batı
eyaletlerinde yaşamaktadır. En son göç dalgasını ise SSCB’den kaçanlar
oluşturmaktadır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, yeni kurulan
Ermenistan Cumhuriyeti’nden de Amerika’ya doğru göç yaşanmıştır.

1.6.4.2. Ermeni Lobisi


1970’lerin başından itibaren Amerikan politikasında varlığını hissettiren
Ermeni Lobisi 1984 yılında Amerika'daki tüm Ermeni örgütlerinin Amerikan Ermeni
Asamblesi adıyla bir çatı altında toplanmasıyla daha da etkili olmaya başlamıştır.
Amerika'daki Ermeni Lobisi kendi başına düşünüldüğünde çok başarılı olması

21
Bal, İdris, (2006), Türk Ermeni İlişkileri, Ankara, Lalezar Kitabevi, s. 469.

31
imkansız gibi görünmekle beraber, 1 milyon dolayındaki nüfusuna rağmen Batı din
ve kültürüne ait bir topluluk olmaları ve geri kalan Amerikan toplumuyla çabuk ilişki
kurabilmeleri ve kaynaşabilmeleri önemli bir unsurdur. Ayrıca, Yunan Lobisi
tarafından desteklenmesi ona başarılı bir lobi görüntüsü vermektedir. Bunun yanında.
Ermeni Lobisi, çok iyi organize olmuş bir lobi olarak, hem Kongre ile ilişkileri hem
de grassjools faaliyetini başarılı bir şekilde büyük bir ciddiyetle yapmakladır. Bir
lobinin başarılı olmasında önemli olan iyi organize olma ve Amerikan toplumunca
desteklenme gibi özelliklere sahip olan Ermeni Lobisi finansal ve sayı bakımından
yeterli olmasa da bunu başka özellikleriyle telafi etmektedir. Özellikle belli seçim
bölgelerinde yoğunlaşmış olmaları ve seçim kampanyalarında bizzat görev alarak
çalışmaları onları etkili bir topluluk haline getirmektedir.22

Ermeni Lobisi’ni oluşturan örgütlerin başında Amerika Ermeni Asamblesi


(Armanian Assembly of America: AAA) ve Amerika Ermeni Ulusal Komitesi
(Armanian National Committe of America: ANCA) gelmektedir. Bunların dışında
Armanian American Action Committcc (ARAMAC). Armanian Network of
America, Armanian Missionary Association. Armanian Bar Association ve
Armanian Relief Society ve ARMENPAC önemli Ermeni örgütlerinden birkaç
tanesidir. Bunlardan Ermeni toplumu adına lobi faaliyetleri de yürütmekle beraber
Amerikan yasaları gereğince [(301) fO (3) kâr amacı gütmeyen sosyal amaçlı bir
dernek olarak 1972’de kurulan ve Bryan Ardouny'nin icra direktörlüğünü yaptığı
Amerikan Ermeni Asamblesi (Armanian Assembly of America : AAA),
Amerikandaki Ermeni toplumu adına lobi faaliyetinde de bulunmakladır. Ermeni
örgütlerinin bir çatı altında toplanması girişiminin sonunda 1984’ten itibaren
faaliyete geçen "Armanian Assembly Charitable Trust" ve Armanian Assembly
Relief Fund Inc." adlı derneklerin de 1994 te AAA’ile birleşmesiyle örgütün yapısı
büyümüştür. Örgüt bünyesinde faaliyet gösteren ARAMAC (Armanian-American
Action Comnıittec) ise daha ziyade grass roots faaliyetleri yürütmektedir. Aynı
şekilde örgütün yan kuruluşu niteliğinde olan ANI (Armanian National İnstitute) da
daha ziyade sözde soykırım konusu ve bunun Amerikan toplumunca kabul
edilmesine yönelik çalışmalar yürütmektedir. Ermeni örgütlerinin 2000'li yıllarda
etkinliği belirgin şekilde artmıştır. Bunda Amerika çapındaki Ermeni örgütlerinin
sayılarındaki artışın ve bununla da ilgili olarak lobi faaliyetlerindeki artışın çok
büyük rolü bulunmaktadır. Türkiye yılda yaklaşık lobi faaliyetlerine yaklaşık 10
22
Kotob, Alsaid, (2007), Amerika Allati Pait, Şam : Şam Yayınevi, s. 190.

32
milyon dolar harcarken Ermeni Lobisi’nin harcamalarının yaklaşık 40 milyon dolar
olduğu tahmin edilmektedir. Amerika'daki Türk toplumunun da sayıca Ermenilerden
oldukça az olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 300,000-400,000 dolayındaki Türk
toplumuna ait Amerika çapındaki örgütlenme sayısı 50 dolayındadır. Bu sayıları 450
dolayında Ermeni kuruluşlarıyla karşılaştırıldığında Ermenilerde örgütlenme
kabiliyetinin de Türklerden daha fazla olduğu dikkati çekmektedir. Ermeni
Lobisi’nin, ABD'nin Ermenistan'a insani yardım programları, teknik yardım ve
kalkınma yardımı konularında Kongre üzerinde etkili olduğu görülmektedir.
Bunların dışında öncelikli konular arasında Azerbaycan'a ve Türkiye'ye müeyyideler
uygulanması bulunuyor. Ermeni Lobisi, ayrıca Amerikan Hükümeti’nin Dağlık
Karabağ sorununda kendisini desteklemesini sağlamaya çalışmaktadır. Yunan
Lobisi’nin yaptığı gibi Ermeni Lobisi de Kongre üyelerinin Ermenistan'ı ziyaret
etmelerini sağlamaktadır. Bu çerçevede Ermenistan'a götürülen Kongre üyeleri
arasında Temsilciler Meclisi üyesi Frank Wolf (R-VA), John Porter (R-lL)'in eşi
Kathryn Porter ve Pat Williams (D-MT)'m eşi Carol Williams (bunlar Kongre'deki
insan haklan ve Ermeni tasarılarıyla yakından ilgilenen kişiler) bulunuyor.
Bunların Kongre'deki insan hakları konusundaki etkileri dolayısıyla hazırladıkları
raporlar Ermenistan'a daha fazla insani ve mali yardım yapılmasında etkili olmuştur.

1.6.5. Yahudi Lobisi


Yahudi Lobisi Amerika Birleşik Devletleri"nde yabancı lobiler arasında en
iyi organize olmuş, finansal bakımdan oldukça iyi durumda olan ve karar alma
sürecini ve kamuoyunu etkileme bakımından son derece başarılı bulunan lobiler
arasında yer almaktadır. Yahudi Lobisi’nin bir başka avantajı da diğer pek çok
yabancı lobinin de Yahudi Lobisi’ni desteklemeleridir Bunun dışında önemli
avantajlarından biri de karşısında yer alan Arap Lobisi’nin son derece dağınık
olması, iyi organize olmuş bir görüntü vermemesi, mali bakımdan Yahudi Lobisi
kadar güçlü olmaması, diğer lobiler tarafından desteklenmemesi ve Amerikan
kamuoyunda olumsuz bir imaja sahip olmasıdır. Çünkü bir lobi için önemli
unsurlardan biri de, karşısında yer alan lobinin ve örgütlü çıkar grubunun ne
durumda olduğu ve ne tür teknikleri kullandığıdır.

Bu tezin konusu Yahudi Lobisi hakkında olduğu için ikinci bölümde detaylı
olarak anlatılacaktır.

33
1.7. SONUÇ
Amerika'nın 1492'de keşfinden sonra İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar ve
İngilizler bu kıtada toprak sahibi oldular. İngilizler, Amerika'daki topraklarını
genişlettikten sonra İngiltere başta olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler
yerleştirerek koloniler kurdu. 18. yüzyıl ortalarında bu kolonilerin sayısı 13'e
yükseldi. Bu koloniler, ABD'nin temelini oluşturmuştur. İngilizlere bağlı olan
koloniler, İngiliz Kralı'nın tayin ettiği bir vali tarafından yönetiliyor ve bir de
meclisleri bulunuyordu. Amerika'da yaşayan bu insanların İngiltere'nin özgür
vatandaşlarından farkı yoktu. 1756-1763 yılları arasında İngiltere'nin Avusturya,
Fransa ve Rusya ittifakıyla yaptığı savaşlar (Yedi Yıl Savaşları), İngiltere'nin
maliyesinin bozulmasına neden olmuştur. İngiltere'nin mali durumunu iyileştirmek
amacıyla yeni vergiler koyması, Amerika'daki kolonilerin tepkisiyle karşılaştı.
1774'te toplanan 1.Philedelphia Kongresi'nde İngiltere ile savaşa karar verildi. 2.
Philedelphia Kongresi'nde (1776) 13 sömürge, bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu
kongrede İnsan Hakları Bildirisi kabul edilerek onaylandı. Fransa, İspanya ve
Hollanda'dan yardım alan koloniler İngilizleri yendiler. İngilizler, barış istemek
zorunda kaldı ve Versaille (Versay) Antlaşması imzalandı (1783). Bu antlaşmaya
göre: İngilizler, 13 sömürgenin bağımsızlığını tanıdılar.

Amerika Birleşik Devletleri, 50 eyletten meydana gelen bir federal birliktir.


Ulusal Hükümet’in merkezi District of Colombia’dır. Anayasa Ulusal Hükümet’in
bünyesini ana hatları tespit eder. Yetkileri ile faaliyetleri belirtir. Kendine has
anayasa ve yetkiler sahip olan her eyalette de öteki işlerinden sorumludur. Her
eyelet; yönetim bakımından şehir, kasaba, nahiye, köylere ayrılmıştır. Her eyalete
seçimle gelmiş kendi vallileri vardır. Ayrıca Amerika Yasası’na göre Amerika’da
bulunan azınlıklara ait bir baski grupları oluşturmaya tanımıştır. Ve resmi yolları ile
kendi çıkarları savunma ve destek vermeye çapaları baskı gruplar (lobiler) yolu ile
ulaşmaktadır.

Lobicilik kararleri etkilemek isteyen kişinin hükümetteki veya karar alma


sürecinde kişiler amaçları doğurultusunda etkilemek için kurduğu bir tür iletişim ve
bilgi aleşverişidir. Lobicilik vatandaşla karar vericiler arasındaki iletişim kuracak
aracı veya temsilcilerin bulunması gerektirir ve dolayısıyla kendi başına sadece kendi

34
amaçları doğurultusunda hükümet kararlarını etkilemeye çalışan herhangi bir kişi
lobici ve yaptığı iş de lobicilik olarak dikkate alınmaz. Çünkü böyle bir durumda
ülkede yaşayan her bir bireyi potansiyel bir lobici olarak görmek gerekir ki bu
durumda lobiciliğin elle tutulabilir bir anlamı kalmayacağından kavram hiç bir şey
ifade etmez hale gelmektedir.

Amerika’da bulunan her azınlık kendine bir lobi oluşturmuştur, fakat bu


lobiler aynı etkide ya da aynı çalışma sisteminde olduğunu anlamına gelmez.
Amerika’da bulunan lobiler kendi aralarında çıkarlarına göre birbirine destek
vermektedir; Yahudi ve Ermeni Lobileri gibi ya da lobiler kendi çıkarları farklı
olduğundan karşı karşıya gelebilirler; Arap Lobisi ve Yahudi Lobisi gibi, ayrıca bazı
azınlıklar şirketler kiralayarak kendi çıkarlarını savunma şeklinde lobicilik
yapmaktadır.

35
İKİNCİ BÖLÜM

AMERİKA’DA YAHUDİ LOBİSİ

2.1. GİRİŞ
Kuzey Amerika’ya ilk gelen 23 kişilik Yahudi kafilesi, 1965 yılında
Portekizlilerin Hollandalılarla takas ettiği Recife Adası’nda sığınmacı olarak
yaşayan, Yahudi Tarihi’nde yepyeni bir sayfa açmıştır. Amerika’da Yahudiler’in
nufusu 6 milyona kadar ulaşmış ve Amerika’nın nüfusunun %2’sini oluşturuyor,
fakat bakıldığında devletin resmi ve gayrı resmi kuruluşlarda üst düzey konumlarda
bulunmaktadırlar. Bu sebeple Yahudi Lobisi Amerika’da bulunan azınlıkların en
etkilisi olmuştur. Ayrıca Amerika Yahudi Lobisi’nden dolayı İsrail’in menfatını en
üst düzeyde korumaktadır. Nüfusları New York şehrinde yoğunlaşmaktadır, ticaret
ve siyaset alanında varlıklarını göstermeyi başarmışlardır. Bu bölümde Yahudilerin
Amerika’ya ilk göç dalgaları, ayrıca Yahudilerin Amerika’da ki nüfusu, ekonomik
gücü, sonra olarakta da Yahudi Lobisi’nin gücü ve etkisi anlatılacaktır.

2.2. YAHUDİLERİN AMERİKA’YA GÖÇÜ


2.2.1. YAHUDİLERİN AMERİKAYA GÖÇ TARİHİ
Yahudilerin Amerika’ya göçmesini üç aşamada gerçekleştirmiştir, ilk aşama
Yahudilerin İspanya ve Portikiz Devletleri’nden Amerika’ya göçmesi, ikinci aşama
ise Almanyalı Yahudilerin göçmesi (1840 yılının sonrası), üçüncü göç aşaması Doğu
Avrupa’dan gelen Yahudilerin (1880 yılında)göçüdür. 1881 yılında Rusların ve
Yahudilerin arasında gerçekleşen çatışma nedeniyle Yahudi göçü Amerika’ya göçün
en önemli en önemli unsuru olmuş, ve buna dayalı 1881 yılında Amerika’ya giden
Yahudi göçmenlerin sayısı 250 bine kadar ulaşmıştır. Ayrıca 1882 -1899 yılları
arasında Amerika’ya giden Yahudi göçmenlerin sayısı 450 bin kişiye ulaşmıştır.
Bayan göçmenlerden birisi Amerika hakkında hatırasında şöyle ifade etmektedir;
Amerika hakında herkes konuşuyordu, iş adamları sadece Amerika hakkında
konuşuyordu, ayrıca pazarlarda bulunan bayanlar arasındaki konuşmalar sadece
Amerika hakkında idi, aynı zamanda Amerika’dan gelen mektuplar herkes önünde
okunuyordu ve herkes Amerika’ya hayran kalmştı. Ayrıca Yahudilerin Amerika’ya

36
gitmesi kolay bir iş değildi tam tersi çok zordu, Amerika Hükümeti’nden kabul
alabilmesi ya da yol sıkıntıları ve zorlukları. O günlerde Yahudiler Amerika’ya
demir yolları ile gidiyordu ve 20- 60 saat arasında yolda kalıyorlardı ve Amerika’ya
geldiklerinde büyük binalarına ve gelişmiş şehirlerine hayran kalıyorlardı.
Amerika’daki bulunan Yahudiler diğer Yahudilerin Amerika’ya gelmelerine büyük
ölçüde destek vermiş, aksi halde Siyonisler Yahudilerin Filistin’e gitmelerini tercih
etmişler ve desteklemişlerdir. Aynı zamanda dinci Yahudiler Filistin’e göçmeyi daha
çok tercih ettiler ve Amerika da Yahudilerin çoğalmasının büyük risk oluşturacağını
ileri sürdüler ve bu sebplei Yahudilerin Filistin’de sayısını büyütmek için
Amerika’ya göçme imkanını zorlaştırmak taraftarıydılar. 1891 yılında Amerika’ya
göç eden Yahudilerin sayısı çok arttı, ayrıca aynı yılda sadece Rusya’dan göç
edenlerin sayısı 135 bin kadardır, Romanya’dan da 60 bin Yahudi göç etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin Amerika’ya göçü savaş nedeni ile durmuş,
fakat tekrar 1921 yılında Yahudiler Amerika’ya göçmeye devam etmiş, buna dayalı
Amerika’ya göç eden Yahudilerin 1881-1930 yıllar arasında sayısı dört milyon
kişiye ulaşmıştır. Amerika’ya gelen Yahudi göçmenler küçük şehirler arasında
dağıtmışlar ve bu görevi yapan Sanayi Turistlik Ofisi’dir ve bu ofis Almanyalı
Yahudiler tarafından kurulmuş ve en büyük hedefi Amerika’ya gelen Yahudilerin
düzenli şekilde şehirler arasında dağıtılmasıydı. Yahudiler, Amerika’ya göç ettikten
sonra en büyük şehirlerde Chicago, Mkifland ve Newyork’ta yaşadılar. Ayrıca
Yahudiler ziraat işlerinyle pek fazla ilgilenmedikleri ve eskiden ticaret ile
uğraştıkları için büyük şehierlerde yaşamışlardır. O günlerde Newyork şehrinin
nüfusunun %30 Yahudidir.23

2.2.2. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDAN SONRA AMERİKA’DA


YAHUDİLER
İkinci Dünya Savaşı’na Fransa ve İngiltere dünyadaki iki süper güç olarak
savaşın bitmesine sebep olmuş ve ortaya yeni bir süper güç çıkmıştır. O savaşta
Amerika Fransa ve İngiltere’nin yanında Almanya karşısında savaşmış, savaş
Almanya’nın yenilgisi ile bitmiş ve bunun neticesindeYahudiler Amerika’nın dış
politikasında büyük rol oynayabilmek için en büyük kuruluşlarını Amerika’da
kurmuş ve faaliyetlere Amerika’da başlamışlardır. Ayrıca Yahudilerin Amerika’da

23
Ersan, Vehbi ve Doğan, Bülent, (2004),Bizim Filisti,n İstanbul: Siyah Beyaz Metis Yayınları, s.130.

37
çok sayıda olmaları ekonomik ve diplomatik destekleri almalarında çok önemli bir
rol oynamış ve Amerika Dış Politikası’nda da önemli bir rol oynamalarında etkili
olmuştur. Ayrıca Yahudilerin faaliyetlerinin çoğunluğu New York şehrinde
yapılmıştır. Ve Yahudiler en önemli toplantılarını bu şehirde gerçekleştirmişlerdir.
Ayrıca gerçekleşen toplantılardan en önemli olan PALTİMOR Toplantısı’nda
Yahudiler Filistin’deki arzularını üç ana başlık altında açıkladılar;

1. Filistin, Yahudi göçmenlere açık kalmalı ve Yahudilerin


kontrolu altında kalmalı.
2. İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika yanında savaşacak
Yahudilerden oluşan gruplar oluşturmak ve ayrı bir bayrak taşıması, bir
bağımsız ülke kurulabilmesi için ve BM’lere üye olmak.
3. Filistin’de bir Yahudi Devleti kurmaktır.

Amerika’nın eski başkanı TRUMAN’ın İngiltire Hükümeti’ne Yahudilerden


100 bin kişinin hemen Filistin’e girmesi için bir tavsiyede bulunmasıyla Amerika’nın
Filistin’e ilk müdahelesi gerçekleşmiş oldu.24

Amerika’daki Yahudi toplumun üçte ikisi New York ve California


eyaletlerinde yaşıyor. Önemli Yahudilerin nüfusunun bulunduğu diğer şehirler ise
Güney Florida, New Jersey, İllinois, Georgia, Connecticut ve Arizona. ABD
seçimlerdeki verilere göre yaklaşık 6 milyon Yahudi sandık bşındaydı. Yüzde 16 ile
oyların çoğunu New York Yahudi nüfusu kullandı. Yahudilerin kendi kanaatına göre
%58’i kendini Demokrat belirlerken, yanlızca %15’i kendini Cumhuriyetçi
belirliyor. Geriye kalanlar ise kendilerini bağımsız oldukları yönünde
tanımlıyorlardır.

2.3. YAHUDİLERİN EKONOMİK DURUMU


Amerikan nüfus istatistiklerine göre Amerika’da 2002 yılı itibariyle 6,155
milyon Yahudi yaşamaktadır. Yahudiler, toplam Amerikan’nın nüfusunun %2.2’sini
oluşturmaktadır. Amerika başkentinde yapılan araştırmalara göre Amerikan’nın en
zenginlerin yarısı Yahudidir. Yahudi Telgraf Ajansı’na göre, Amerika’da zenginlik

24
Ersan, Vehbi ve Doğan, Bülent, (2004), a.g.e., İstanbul: Siyah Beyaz Metis Yayınları, s. 93.

38
üst düzeyde kalan 50 kişi’nin 20’sini Yahudidir. Aynı araştırmaya göre Amerika’da
400 en zengin kişiden 139’u Yahudi çıkmıştır. Bunların çoğunluğu İsrail Devleti’ni
sonsuz destekliyor ve Filistin de yapılan yerleşim çabalarına büyük miktarda
katkılarda bulunmuşlardır. Ayrıca New York şehirini merkez alan Yahudi Ajansı
araştırmasına göre Amerika da zengin Yahudiler maddi servetini 211 milyar dolara
kadar ulaşmıştır. Bilindiği gibi Yahudilerin bu maddi serveti teknoloji, bilgisayar
üretimi, bankalar, finans ve mimarlık işlerinden gelmektir. Ayrıca Amerika’da
bulunan Yahudilerin en zengini Lorans Elson’un servetinin miktarı 27 milyar dolara
ulaşmış ve bu servet bilgisayer üretiminden gelmiştir. Aynı zamnda Amerika’da
büyük şirketler Yahudilere aittir, mesela Oracel Şirketi’nin sahibi Loran Elson ve
Blumborg Ajansı’nın sahibi Maikl Blumborg’dur ve bu şirketler iktisat ve döviz
işlemleri ile ilgilenmektir. Dell Bilgisayer Şirketi de bir Yahudiye aittir, ve dünyaca
bilenen Google şirketi Yahudilere aittir. Yukarıda sayılan şirketler ve ajanslar sadece
örnek olarak sayılmıştır, aynı şekilde bir çok yahudi şirketleri vardır.25

Amerikalı Yahudiler arasında eğitim seviyesinin yüksekliği dikkat çekicidir.


Amerika’daki Yahudiler arasında en az üniversite diploması olanların oranı %55
iken master veya daha yüksek dereceye sahip olanların oranı %24’ü buluyor.
Amerika genelinde ise elinde üniversite diploması olanların oranı %28 iken master
veya daha yüksek derecesi olanların oranı %5’te kalmaktadır. Yüksek eğitim
oranıyla da bağlantılı olarak, Amerika’da yaşayan Yahudilerin %59’u üst düzey
yönetim ve profesyonel alanlarda çalısmaktadırlar. Gelir seviyesi olarak da
Amerikan ortalamalarının üzerinde olan Yahudilerin ortalama hane geliri 50.000
doları bulmaktadır. Bu, 42.000 dolar olan Amerikan ortalamasının yaklaşık %20
üzerindedir. Yıllık 25.000 dolar olarak belirlenmiş olan düşük gelir sınırının altında
gelir sahibi olan Yahudilerin oranı ise %19 seviyesindedir ki bu da %29 olan
Amerikan ortalamasının altındadır.

2.4. YAHUDİ ÖRGÜTLERİ


Amerika'daki etkili Yahudi örgütlerinin başında AIPAC, American Jewish
Committee (AJC) ve American Jewish Congress gelmektedir. Ancak bunların

25
Yılmaz, Türel, (2009), Uluslararası Politikada Ortadoğu, Ankara: Barış Platin Kitabevi, s. 180.

39
dışında Jewish War Vetcrans. International Association of Jewish Lawyers and
Jurists, Jewish National Fund, Jewish Study Center, B'Nai B'rith's Anti-Defamtion
League, İnstitute for Jewish Policy Planning & Research ve National Council of
Jewish Wonıcn & Hadassah, çeşitli alanlarda faaliyet gösteren Yahudi örgütlerinden
bir kaç tanesidir. Ancak, Amerika'da etkili Yahudi örgütlerinin başında 1946 tarihli
Federal Lobi Yasası gereğince kayıtlı lobici olarak gözüken ve Amerikan siyasetinde
İsrail ile ilgili her konuda adı sık sık duyulan AlPAC (The American-İsrail Puplic
Affairs Committee) gelmekledir. 1953'te Amerika Siyonist Halkla İlişkiler Komitesi
adıyla kurulmuş olan örgütün adı daha sonra Amerikan İsrail Halkla İlişkiler
Komitesi olarak değiştirilmiştir. AlPAC yaklaşık 150 personeliyle Amerika’daki
Yahudilerin Kongre ve yönetimdeki en etkili temsilcisidir. 30 milyon dolar bütçeyle
finansman sorunu olmayan AIPAC'ın grass roots faaliyetleri için 100,000 kişiyi
harekete geçirebilecek kapasiteye sahip olduğu bilinmektedir.

Dolayısıyla AlPAC, ABD-İsrail ilişkilerini ilgilendiren konularda Kongre'yi


ve yasama sürecini etkilemeye dönük lobi yapan bir örgüt olarak kurulmuş ve bu
amaçla faaliyet göstermektedir. AlPAC aynı zamanda ABD-İsrail ilişkilerini
ilgilendiren konularda üyeleriyle birlikte etkili grass roots faaliyetlerinde de
bulunmaktadır. Kongre ile sürekli temas halinde olan AlPAC, ABD ile İsrail
arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin gelişmesi için ne yapılması gerekiyorsa yapan bir
kuruluş niteliğindedir. AIPAC örgütünün çeşitli alanlardaki faaliyetlerinden biri de
üniversite öğrencilerine yönelik staj eğitimidir. Staj eğitimi 200 üniversitede
sürdürülmekte ve yasama süreci, dış politika, siyasi işler, grass roots ve siyasal
liderlik konularında eğitim verilen bu programlara 1979'dan 1995'e kadar 18,000
öğrenci katılmış olup bunların arasından başarılı bulunanlar AIPAC bünyesinde
Amerikan-İsrail ilişkileri konusunda uzman olarak çalışmakta veya hükümetin
değişik kademelerinde görev almakta ve yahut İsrail’de görevlendirilmekledir.
Hemen her üniversitede bu amaçla AIPAC temsilciler bulundurmaktadır.26

AIPAC'ın ekonomik konularda uzman bir ekibi sürekli olarak ABD ile İsrail
arasındaki ticaretin ve yatırınım nasıl arttırılabileceği üzerinde çalışmaktadır.

26
Yılmaz, (2009), a.g.k., s.243

40
AIPAC'ın çabalarıyla 1978'den itibaren, ABD ile İsrail arasında tarımsal, bilimsel ve
teknolojik konularda işbirliği başlatılmıştır. Ancak 1983’ten itibaren ABD ile İsrail
arasında ortak askeri programlar yapılması, istihbarat bilgilerinin paylaşılması, ortak
araştırma ve geliştirme ve ortak dış politika hedeflerinin belirlenmesi konularını
içeren stratejik işbirliği başlatılmıştır. 1985’te ise 1995'e kadar tüm ticari engellerin
ortadan kaldırılmasını öngören serbest ticaret anlaşması imzalanmıştır, 1995 yılında
Senato çoğunluk lideri Bob Dole (S. 770) ve Temsilciler Meclisi Başkanı (Spcaker)
Nevvt Gingrich (R-GA) tarafından sunulan267 (H.R. 1595) ve en geç 1999'a kadar
ABD Büyükelçiliği’nin Tel Aviv'den Kudüs’e taşınmasıyla ilgili yasa tasarıları
(Jerusalem Embassy Relocation Implemeutation Ael of 1995) her iki mecliste de
kabul edilmiştir. Başkanın da veto etmediği yasa yürürlüğe girmiştir. Arap
Lobisi’nin yoğun çabası ise ilgili yasanın çıkmasını engelleyememiştir, AIPAC'ın
oluşturduğu bir araştırma ekibi her gün beş dilde yayınlanan periyodikleri çeşitli
dokümanları ve bilimsel yayınlan incelemekle ve bunlar gerektiğinde kullanılmak
üzere AIPAC kütüphanesinde saklanmaktadır.27

ÂIPAC ayrıca "Near East Report" adıyla bir newsletter çıkarmaktadır. Dört
sayfadan ibaret fakat sadece İsrail'i ilgilendiren konulara yer verilen ve onbeş günde
bir çıkan "Near East Report" Kongre üyelerine, bürokratlara ve staflara
ulaştırılmaktadır. AIPAC'a üye olanlar ayrıca bir para ödemeden bunlara da sahip
olmaktadır. Bunların dışında, AIPAC yılda Kongre üyeleriyle 1000'in üzerinde toplantı
gerçekleştirmekte, AIPAC görevlileri yılda 50 dolayındaki komitede yaklaşık 2000 saat
tutan hearinglere gözlemci olarak katılmakta ve AIPAC bunların yanında en az 100
federal Örgütle yakın temas halinde bulunmaktadır. AIPAC, kongre’de İsrail ile ilgili bir
konu gündeme geldiğinde çok kısa bir süre içinde Senatörleri, Temsilciler Meclisi
üyelerini, ilgili Komite üyelerini ve stafları bilgilendirmek amacıyla hazırlanan bir raporu
bunlara ulaştırmaktadır. Örgütün Kongre üyelerinin büyük bir çoğunluğuna ve staflara olan
yakınlığı İsrail'in çıkarlarını ilgilendiren konularda süreci istediği gibi yönlendirmesini
kolaylaştırmaktadır. Örgüt bir taraftan doğrudan bu işi yaparken Amerika çapında çeşitli
amaçlar çerçevesinde oluşturulmuş Yahudi derneklerini ve üyelerini harekete geçirerek
Kongre üyelerini mektup ve telefonlarla uyarmalarını sağlamakladır. AİPAC başta işçi
sendikaları olmak üzere diğer çıkar grupları tarafından da desteklenmektedir.

27
Kösebalban, (2009) a.g.k., s.137

41
Yasama üzerinde belli bir etkiye sahip olan İsrail Lobisi’nin yürütme üzerinde de
oldukça etkili olduğu gözükmektedir. Dışişleri Bakanı Shullz, 1986'da İsrail'le ilgili
yasa tasarısı hazırlanırken bizzat yazılı olarak AIPAC'dan ne tür silahları ve yardım
paketini istediklerini bildirmelerini istemiştir. Dolayısıyla AIPAC girişimleriyle,
ekonomik yardımlar 1981'den itibaren askeri yardımlar ise 1985 mali yılından
itibaren karşılıksız hale dönüştürülmüştür. Ayrıca 1985'te kabul edilen bir yasa ile
İsrail'e Ekonomik Destek Fonu (Economic Support Funds: ESF) çerçevesinde
yapılan yardımın (yaklaşık 1.2 milyar dolar) İsrail'in ABD'ye olan yıllık borç geri
ödemelerine eşit miktarda olması kararlaştırılmıştır. İsrail'in bu ayrıcalığı 1.8 milyar
dolayındaki askeri yardımlar için de geçerlidir. Örneğin; 1991de İsrail'e verilen 1.8
milyar dolarlık askeri yardımın da diğer askeri yardımlarda (diğer ülkelere kredi
biçiminde veriliyor) öngörüldüğü gibi (Foreign Militan' Sales: FMS) tamamen
ABD'den silah alımı için kullanılması gerekirken 475 milyon dolarını savunma
sanayinin modernizasyonu ve 150 milyon dolarını da ABD'de yapacağı araştırma
geliştirme faaliyeti için harcamasına izin verilmiştir.271 Nitekim, 1995 Eylül’ünde de
Senato İsrail'e 3 milyar dolar askeri ve ekonomik yardım yapılmasını öngören yasayı
onaylarken, Filistin'e yapılacak yardımı 1993 Eylül’ündeki anlaşmalara bağlı
kalması, terörizmi engellemesi, bu konuda gerekli tedbirleri alması gibi bir yığın
koşula bağlayan yasayı kabul ederek erteliyordu.

AIPAC sadece Kongre'de yoğunlaşmamakta, bunun yanında İsrail'i


ilgilendiren hemen her yerde etkisini göstermeye çalışmaktadır. Ülke çapında (ulusal
ve eyalet düzeyinde) seri aralıklarla düzenlenmekte olan seminer ve konferanslarla
insanlar ABD-İsrail ilişkileri konusunda bilgilendirilmektedir. Ayrıca AIPAC üyeleri
ulusal ve eyalet düzeyinde parti teşkilatları içinde bulunan İsrail karşıtı kişilerle
mücadele etmektedir. Bu çerçevede özellikle 1980’li yılların başından itibaren
AIPAC üyeleri parti teşkilatlarında daha akt i f görevler almaya başlamışlardır. Bu
uygulamanın sonucunda parti kongrelerinin büyük bir kısmında İsrail Lobisi karşı
eğilimi bertaraf etmiş ve parti teşkilatlarında çalışan bir çok kişi daha sonra seçilerek
Kongre üyesi olmuşlardır. Örneğin; 104. Kongre döneminde 34 Yahudi Kongre
üyeliğine seçilmiştir. Bu sayı her yeni dönemde biraz daha artmaktadır. 110.
Kongre'de ise bu sayı 44’e ulaşmıştır.

42
Amerikan Yahudi Komitesi'ne (American Jewish Committee: AJC) gelince
bu örgüt, 1906'da kurulmuş Amerika'daki en eski Yahudi örgütlerinden birisidir.
Richard Sideman’ın başkanlığını, David Harris'in ise icra direktörlüğünü yaptığı ve
ilk kurulduğu yıllarda özellikle Rus Yahudileri başta olmak üzere diğer ülkelerdeki
Yahudi toplumunun çıkarlarını savunmak ve bunların içinde bulunduğu sorunların
çözümüne katkıda bulunmak üzere kurulmuş olan AJC, etkin biçimde think tank
faaliyetleri yürütmekte ve halkla ilişkiler konusunda oldukça profesyonel çalışmalar
yapmaktadır. Kısacası AJC, yıllık yaklaşık 71 milyon dolar gelire sahip olan ve
çalışmalarını Washington D.C'de Kongre ve yürütme ile ilişkilerin yanı sıra PR ve
grass roots faaliyetleri de yürüten İsrail'in ve Yahudilerin Amerika'daki çıkarlarının
savunuculuğunu yapan etkin bir örgüttür. Örgütün 1994 mali yılında sadece yasama
ve yürütme ile ilişkilere harcadığı para 3 milyon dolar olarak gerçekleşirken, bu
rakam 2007 mali yılında 12 milyon dolara çıkmıştır; dolaylı lobi anlamına gelen
diğer faaliyetler de dikkate alındığında bu amaçla harcadığı toplam para ise yaklaşık
16 milyon dolardan 49 milyon dolara ulaşmıştır. Yukarıda da ifade edildiği gibi,
1906"da küçük bir grup Yahudi (34 kişi) tarafından bütün dünyadaki Yahudilerin
haklarını savunmak için kurulmuş olan AJC'nin 50,000 üyesi ve ABDnin değişik
şehrinde temsilciliği bulunmakladır. Lobi örgütü olarak geçmese de Kongre ve yü-
rütme ile çok sıkı ilişki içinde olduğu bilinmekledir. AJC'nin merkezi New York’ta
bulunmakla beraber uluslararası politika ve hükümetle ilişkiler konusunda faaliyet
gösteren Washington'daki ofisin dışında Amerika'nın değişik yerlerinde 29 şubesi
bulunan örgüt 8 ülkede faaliyet gösteren farklı birimlere sahiptir. Örgüt bu
özelliklerine karşılık 501 faaliyet gösteren kâr amacı gütmeyen örgüt kategorisinde
olup kayıtlı lobici olarak değerlendirilmemektedir. Amerika'daki etnik gruplar
tarafından kurulmuş bu tür örgütlerin ilkini oluşturan AJC kurulduğu tarihten beri
diğer Yahudi örgütleriyle beraber Yahudilerin güvenliğini garanti altına almak için
faaliyet göstermekledir. Bunun yanında örgütün amaçları arasında, başta
Amerikandaki olmak üzere tüm dünyadaki Yahudilerin yaşam düzeyini yükseltmek
ve Yahudilerin siyasal katılımını arttırmak da bulunmaktadır. Ayrıca İsrail'in
kurulması konusunda da oldukça aktif olmuş bir örgüttür. 1917 Balfour
Deklerasyonu'nun Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenmesini sağlayan
AJC'nin önde gelen liderleri 1920’li yıllarda Yahudi Ajansı'nın kurulmasında da
önemli rol oynadılar. İsrail'in ilk kurulduğu yıllarda AJC başkanı Jacob Blausteiıı ve

43
Başbakan David Ben-Gurion arasındaki görüşmelerle İsrail ile diasporadaki
Yahudiler arasındaki ilişkilerin kurulması konusunda önemli ilerleme kaydedildi.
Arap ekonomik boykotuna karşı mücadele eden örgüt, faaliyetleriyle Amerikan
yönetimi üzerinde de etkili olmuştur. Örgüt aslında esas olarak, ABD-İsrail ilişkileri-
ni geliştirmek için her iki ülkenin yöneticileri arasındaki diyaloğu geliştirmek ve bu
amaçla yasama ve yürütme ile sıkı bir işbirliği içinde bulunmaya özen
göstermektedir. Bunun yanında, diğer etnik grup liderleri ile de ilişki içinde olan
AJC medya, eğitim ve kamuoyu oluşlunna çalışmaları da yapmaktadır. AJC ayrıca,
"Commentary" adıyla ayda bir yayınlanan bir periyodik çıkarmaktadır. Bütün
Yahudi örgütlerinin liderleri en az ayda bir defa toplanarak genel bir durum
değcrlendimesi yapmaktadır. "Conference of Presidents of Majör American Jewish
Organizations" (Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanlar Konferansı) olarak bilinen ve
1948'den beri faaliyet gösteren bu mekanizma, şemsiye örgüt olarak kabul
edilmektedir. Örgütün otuz dört daimi üyesi altı tane de gözlemci üyesi
bulunmaktadır. Örgülün üyeleri arasında ilk akla gelenler American Jewish
Committee (AJC), American Jevvish Congress, B'nai B'rith ve Union of American
Hebreiv Congregations'dır. Bunların hepsinin de Washington'da temsilcileri
bulunmaktadır. Bunlar belli sınırlar içinde lobi faaliyetinde bulunmaktadır. Ancak
daha çok kamuoyuna yönelik çalışmalar yapan bu örgütler İsrail'i ilgilendiren önemli
karar ve yasa tasarılarının görüşülmesi esnasında üyelerini harekete geçirmektedir.
Bu gruba giren örgütlerden Dünya Siyonist Kongresi'nin merkezi Kudüs'te
bulunduğu için doğrudan yabana lobi kapsamında değerlendirilmekte ve örgüt bu
nedenle faaliyetlerine ilişkin kayıtları Adalet Bakanlığı’na vermektedir.28

2.5.YAHUDİ LOBİSİ
Bir lobinin başarılı olması için gerekli koşullardan birisi de büyük bir oy
potansiyeline sahip olmasıdır. Bu çerçevede ABD nüfusunun yaklaşık %2'sini
oluşturan Yahudilerin 6 milyonun üzerinde oldukları tahmin edilmektedir. Yahudi
Lobisi de denilen İsrail Lobisi’nin temel amacı ABD'nin İsrail'in güvenliğini
sağlamaya dönük politikasını devam ettirmesi ve İsrail'e bu çerçevede daha fazla
ekonomik ve askeri yardım yapmasıdır. Bunda da çok başarılı oldukları rahatlıkla

28
Selem, Emine, (2009), Siyaset Al-Emin Al-İsraili, Amman: Darusalam Yayınları, s.89.

44
söylenebilir. İsrail yılda ortalama 3 milyar dolar yardım alarak ABD'den dış yardım
alan ülkeler sıralamasında ilk sırada yer almaktadır. İsrail'e en fazla yaklaşan ülke ise
Mısır'dır. Mısır'ın ABD'den 2.4 milyar dolar yardım alması yine İsrail'in güvenliğini
korumaya yönelik politikanın bir sonucudur. ABD, Mısır'ı İsrail ile barış yapan tek
ülke olduğu için ödüllendirmektedir. Ayrıca Mısır'ın Arap dünyasındaki siyasal ve
askeri önemi göz önünde bulundurulduğunda Mısır'ın katılmadığı sürece Arap
ülkelerinin İsrail'e karşı savaş açmaları nerdeyse imkansızdır. Bölgede Arap ülkeleri
arasında İsrail ile ilişkiler kuran ve ABD'nin müttefiki görünümündeki Mısır bu
nedenlerden dolayı ABD'nin dış yardımda bulunduğu ülkeler sıralamasında ikinci
sırada yer almaktadır. Bu, yukarıda da belirtildiği gibi Arap Lobisi’nin ve Mısır
Lobisi’nin bir başarısı olmaktan çok Mısır'ın, bir anlamda ABD'nin bölgesel
politikasına uygun davrandığı ve İsrail'e karşı tehdit oluşturmasını önlemek amacıyla
verilmektedir. İsrail, sadece yılda 3 milyar dolar yardım almakla kalmıyor, bunun
yanında Amerika'daki Yahudiler aralarında topladıkları yılda 500 milyon doları
İsrail'e karşılıksız, olarak göndermektedirler. Bu miktar Türkiye'nin 1990’lı yılların
sonuna kadarki dönemde büyük çabalar harcayarak yılda ABD'den aldığı 300 milyon
dolarlık geri ödemeli (kredi biçiminde) dış yardımdan daha fazla olduğu
görülmektedir. Bunun yanında ABD Türk ticaretine kota koyarken İsrail ile 1985'ten
1995'e kadar iki ülke arasındaki başta tarife ve kotalar olmak üzere tüm ticari
engellerin kaldırılmasını öngören bir serbest ticaret anlaşması imzalamıştır. Ayrıca
ABD'de yaşayan Yahudiler İsrail Hükümeti’nin çıkardığı bono ve tahvilleri alarak da
İsrail'e destek olmaktadırlar. Amerika'daki Yahudi Lobisi denince aslında Amerika
Birleşik Devletleri’nin tüm eyalet ve şehirlerinde mükemmel bir örgütlenme içinde
olan tüm Yahudi örgütleri kastedilmektedir. Yahudilerin sahip oldukları ve başta
basın olmak üzere çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren şirketleri, yürütme ve yasama
organının çeşitli kademelerinde görev almış olan Yahudileri ve dolayısıyla
Amerika'daki 6 milyon Yahudi'yi birlikte düşünmek gerekir. Yukarıda da belirtildiği
gibi diğer hükümetler ABD'deki lobi faaliyetleri için milyonlarca dolar harcar ve bu
konuda özellikle Amerikalı lobi şirketlerinden yararlanmaya çalışırken. İsrail
Hükümeti tam tersine böyle bir harcama yapmıyor. Çünkü, İsrail diğer hükümetler
gibi bir lobi şirketi kiralamaya ihtiyaç duymamaktadır.29

29
Bargute, İbrahim, (2009), AL-Emin Al-Kavmi Al-İsraili, Ramallah: El-Shruuk Yayınları, s. 137.

45
2.5.1. Yahudi Lobisi’nin Çalışma Şekli
Amerika’da bulunan baskı gruplarının çalışma şekilleri farklı unsurlara
dayanıyor, büyüklülüğü, aldığı destek miktarı ve hedeflerine göre değişmektedir.
Aynı zamanda baskı grupları farklı ve çeşitli politika faaliyetleri içinde bulunabilir.
Buna dayalı Yahudi Lobisi kendi çıkarlarına ulaşabilmek için şu şekilde
çalışmaktadır:

Yahudi Lobisi’nin üyeleri kendi görüşlerine müttefik olanları çoğaltmak için


ya da Yahudilerden farklı görüşü olanları kendi tarafına almaya çok çaba gösteriyor,
bu şekilde eğer yeni bir kanun çıkacaksa toplumun oylamasına çıkıyor ve aynı
zamanda bu kanun Yahudilere ve İsrail faydasına olursa büyük ölçüde halk
tarafından kabul ediliyor. Bu Amerika’da ki Yahudilerin gücünden
kaynaklanmaktadır. Özellikle Amerikan toplumu Yahudilere gösterdiği saygı ile
Yahudilerin elinde olan medya büyük etki göstermektetir. Yahudi Lobisi’nin elinde
bulunan medya ve basın yolları ile ayrıca yüksek makamlarda bulunan Yahudilerin
Amerika halkı üzerinde büyük etki gösteriyor, buna dayalı hemen hemen bütün
Yahudi çıkarları Amerika halkı tarafından büyük destek almaktadır. Fakat sadece
halk desteğini almak yeterli değil aynı zamanda politikacıların bu görüşe
inandırılması gerekiyor ve Yahudi Lobisi bu noktada çok başarılı. Ayrıca Yahudi
Lobisi’nin en önemli başarı sebeblerinden biri de medyayı iyi kullanmak olduğunu
görüyoruz. Amerika’nın en önemli gazetesi olan Washington Post’un sahibi
Yahudi’dir. Ayrıca medya kanallarından çok sayıdaki kısmı Yahudilerin elindedir ve
Yahudi Lobisi medya yolu ile kendi çıkarlarını desteklemek için toplumun görüşü ve
fikirlerini etkilemeye çalışıyor ve buna yolla Amerika Dış Politikası’nı büyük oranda
etkilemektedir. Ayrıca devlet kuruluşlarında büyük makamlarda olan Yahudilerden,
Yahudi Lobisi faydalanmaktır. Yahudi Lobisi’nin devlette kendi çıkarlarını
desteklemek için büyük devlet kuruluşuna İsrail ve Yahudi çıkarlarına destek veren
ve yardımcı olanlar atanmaktadır. Ve bunu yapabilmek için taraftarları ve destek
verenleri çok olması gerekiyor, buna dayalı Yahudi Lobisi Amerika’da en fazla
destek alan lobi ya da lobilerden biridir. Ayrıca Yahudi Lobisi en çok etkili olduğu
yerlerden biride Amerika cumhurbaşkanlık seçimleridir, Amerika’da bulunan Yahudi
Lobisi cumhurbaşkanlık seçimlerinde adaylara ya da İsrail ve Yahudilerin tarafını
tutan adaylara büyük ölçüde destek vermektir. Hem maddi olarak destek veriyor hem

46
de Amerikada bulunan Yahudilerin oyları yolları ile destek vermektedir. Yahudi
Lobisi’nin Amerika’da Yahudilerin nüfus dağılımından büyük ölçüde faydalanıyor.
Çünkü Amerika’da bulunan Yahudiler en büyük şehirlerde bulunuyorlar, özellikle
New York, California ve Florida, bunun için Amerika’da bulunan Yahudilerin
yüksek ölçüde iyi organize olmaları yüzünden cumhurbaşkanlık seçimlerinde büyük
rol oynamaktadırlar.30

2.5.2. Yahudi Lobisi’nin Basın ve Medyaya Etkisi


Yahudi Lobisi’nin İsrail hakkındaki perspektifi, bu konuda yazan Amerikalı
yorumcuların önemli bir kısmının İsrail yanlısı olmaları nedeniyle büyük oranda
medyada yansımaktadır. Yerel çıkar grupları ile Amerikan Orta Doğu politikası
arasında bir bağ olup olmadığının araştırıldığı 1976 tarihli mukayeseli bir
çalışmasında Robert H. Trice’ın belirtiğine göre Arap yanlısı grupların en ciddi
siyasi handikaplarından biri 1966-1974 yılları arasında her hangi bir tanınmış ve
ulusal çapta yazan köşe yazarının desteğine sahip olmamalarıydı. Trice yine İsrail
yanlısı grupları ise sadece köşe yazarlarının değil aynı zamanda köşe ülkenin en çok
okunan gazetelerinin yayıncılarının da desteğini sahipti. Medyayı etkileme
konusunda İsrail yanlısı grupları Arap yanlısı gruplardan çok daha aktif çalışıyordu.
Örneğin, 1970 yılında Başkanlar Konferansı 1700 gazeteye ve belli başlı haber
servislerine içinde fotoğraflar ve yazılar bulunan basın kitleri dağıtmıştı. Trice’in
deyişiyle yerel gazeteler, köşe yazarları ve büyük gazetelerden uluslararası haber
ajanslarına kadar her alanındaki basın mensubu ve kuruluşları üzerinde İsrail yanlısı
grupların etkisi Arap yanlısı gruplardan çok daha fazlaydı. O zamandan bu yana fazla
bir şey değişmemiştir. Orta Doğu konusunda medyadaki tartışmalara katılan
uzmanlar, ağırlıklı olarak İsrail’i eleştirmesi hayal bile edilmeyecek kişilerden
oluşmaktadır. Alterman İsrail’e desteklerinden hiç bir zaman şüphe edilmeyecek 56
köşe yazarı ve yorumcuyu sıralıyor. Buna karşı İsrail’in davranışını istikrarlı olarak
eliştiren ya da Arap yanlısı görüşleri destekleyen sadece beş uzman tespit
edilmektedir.31

30
Hadad, Khaled, (1998), Alkowa Alyahudia Fi Amrika, Bairut: Şafi yayınevi, s. 49.
31
İnaia, Mohammed, (2001), Alkua Alyahudia Fi Alnizam Alamriki, Kahira: arab araştırma merkezi, s.
67.

47
Washington Post, son yıllarda İsrail’i ısrarla destekleyen bir kaç köşe
yazarına sahip; (Jim Hoagland, Robert Kagan, Charles Krauthammer, George Will ).
Bu şahıslar İsrail yanlısı olmanın ötesinde İsrail içinde aşırı sağcı Likud Partisi’ne
yakınlardır. Washington Post’da Orta Doğu konusunda yazan Richard Cohen ise
tıpkı New York Times yazarı Friedman gibidir. İsrail’e gönül bağıyla bağlı olmasıyla
birlikte nitelikli ve akıllı eleştirileri de sunar. ABD’nin en etkili siyasi gazeteleri olan
her iki gazete de ısrarlı olarak Arap ya da Filistin tarafının görüşlerini yansıtan bir
yorumcuya sahip değildir.

Basında İsrail lehine oluşan bu dengsizlik sık sık gazetelerin başmakalelerine


de yansıyor. Wall Street Journal’ın eski genel yayın yönetmeni Robert Bartley’in bir
defasında ifade ettiği gibi Şamir, Şaron ve Bibi: bu adamlar ne istiyorlarsa hiç sorun
değil. Chicago Sun-time, New York Sun ve Washington Times gibi önemli
gazetelerin yanı sıra Wall Street Journal’da bazen öyle başmakaleler yayınlanıyor ki,
bu yazıların İsrail Başbakanlık Bürosu’ndan çıktığını sanırsınız. Ayrıca New York
Times’in başmakaleleri bazen İsrail politikalarını tenkit etmekte ve nadiren de olsa
çok sert bir dil kullanmaktadır. Gazete, Filistinlilerin meşru şikayetleri bulunduğunu
ve bir devlet kurma hakları olduğunu ifade etmektedir. Yine gazetenin her iki taraf
arasındaki tutumu yıllar boyunca adil olmamıştır. New York Times eski yayın
yönetimini Max Frankel kendi İsrail yanlısı önyargılarının yayın politikasına nasıl
yansıdığını hatıratında şöyle anlatıyor: İtiraf etmeye cesaret edemediğim kadar
derinden İsrail’e bağlıydım, İsrail hakkındaki bilgim ve oradaki dostlarımdan aldığım
göçle gazetemizin Orta Doğu’yla alakalı başmakalelerini genellikle ben kaleme
alıyordum. Yahudilerden daha çok Arap okuyucuların dikkatını çeken bu makaleler
İsrail yanlısı bir persepektif taşıyordu. Commentary Dergisi’nin eski yayın
yönetmeni Podhoretz, bir defasında Kudüs’te düzenlenen bir gazeteciler
toplantısında Yahudi ve genel basında yazan Yahudilerin rolü İsrail’e karşı
saldırılara katılmak değil, İsrail’i müdafaa etmektir demiştir. New Republic’in
yıllardır yayın yönetmenliğini yürüten Martin Peretz İsrail Devleti’ne aşığım diye
haykırmış ve bu gazetede İsrail konusunda bir çeşit tek görüş olduğunu itiraf etmiştir.
CNN’den bir yönetici yayınladıkları ve İsrail karşıtı olduğuna hükmedilen bir
haberin ardından bir tek günde tam 6 bin e-mail aldığını söylüyor. İsrail
Konsolosluğu’nda sözcü olarak görev yapan Menachem Shalev ise şunu ifade

48
ediyor: Tabii ki oto-sansür mekanizması işliyor. Gazeteciler yayın yönetmenleri ve
politikacılar İsrail’i eleştirmeden önce iki defa düşünmek durumundadır. Amerikan
Yahudi Basını da bu baskılardan muaf değildir. Mesela 1989 yılında AİPAC medya
direktörü Toby Dershowitz Washington Jewish Week dergisinin yayın yönetimi
Andrew Carrol’dan AİPAC hakkında devam eden bir haberinin gerçeği yansıtmadığı
düşünülmüştü. Ancak yine de Cohler bu konuda görevlendirilince, Dershowitz ve
AİPAC yasal danışmanı David İfshin Carroll’u aradı. İfshin eğer Cohler bu görevine
devam ederse daha önce yazdığı bütün yazılar hakkında AİPAC’in tezminat davası
açacağını söyledi. Bu açık tehdit de Carroll üzerinde etkili olmadı ancak 1991 yılında
AİPAC’in dış politika direktörü Steven Rosen Washington Jewish Week dergisinin
yönetim kurulu üyelerine Carroll’un solculara yakın olduğunu ve organize Yahudi
Cemaati’ni yıkmaya çalıştığını iddia eden bir mektup gönderdi.32

1992 yılının Nisan ayında daha önce hiç gazetecilik tecrübesi olmayan yine
bir yayın yönetmeni Carroll’un amiri olarak atandı. Carroll üç ay sonra istifa etti ve
yerine AİPAC’in teşkilat dergisi Near East Report’un eski yayın yönetmeni atandı.
Lobinin olumlu haber politikası hadefine ulaşabilmek için çeşitli yöntemler de var,
Örneğin 2003 yılının ağustos ayında yazar İan Buruma New York Times Magazine
isimli dergide İsrail hakkında nasıl konuşmalı başlıklı bir makale yayınladı. Buruma
bu makalesinde ABD’de İsrail hakkında eleştirel ve tarafsız konuşmanın son derece
zor olduğunu ve İsrail ya da Siyonizm’e dair meşru eleştirilerin dahi takıp kurumları
tarafından derhal Anti-semitizm olarak suçlandığını dair zaten aşikar olan bir husus
dile getiriyordu. Buna karşılık o esnada Jerusalem Post gazetesinin yayın yönetmeni
ve şimdi ise Wall Street Journal gazetesinde köşe yazarı ve yayın kurulu üyesi olan
Bert Stephens Washington Post’ta yayınlattığı bir açık mektubunda Burma’ya şu
soruyu sordu: sen Yahudi misin? Ben bir Yahudiyim diyebiliyor musun? Bu benim
için önemlidir. Neden? Çünkü Stephens’e göre Yahudi olmayanlara İsrail hakkında
nasıl konuşup konuşmayacaklarını söylemek için bir insanın en azından Yahudi
olması gerekir. Bunu kısacısı Yahudi olmayanların bu konuyla alakalı ancak
Yahudilerin izin verdikleri ölçüde konuşabileceklerdir. İsrail hakkında olumlu haber
yapılmasını teşvik etmenin bir başka yolu da lobinin ünlü yorumcular kendi

32
Alhasan, Yusuf, (2002), Almasihia We Tathirha Ala Alsiasa Alamrikia, Abu Dabi: İmarat Araştırma
Merkezi, s. 92.

49
taraflarına çekip İsrail yanlısı perspektifi yayımlarını sağlamasıdır. Bu amaca
ulaşmak için başkanlar konferansı Amerika’nın İsrail’deki sesleri adlı bir teşkilat
kurdular. Konferans kendi internet sitesine göre bu teşkilatın amacı ABD’deki radyo
talk-show sunucuların İsrail’e davet ederek ve programlarını Kudüs’ten yayınlama
fırsat vererek İsrail’in daha iyi anlaşılmasını ve destek bulmasına yardımcı olomaktı.
America’s Voices grubunun kendi sitesi de teşkilatın İsrail’ın hasbarasını yani halkla
ilişkiler çabalarının en ön safında olarak gösteriyor. Başkanlar konferansı başkanı ve
aynı zamanda Americas Voices yönetim kurulu üyesi olan Malcolm Hoenlein bu
teşkilatı en önemli heyecan verici ve etkileyici hasbara girişimlerinden biri olarak
niteliyor. Bu program çerçevesinde Oliver North, Glenn Beck ve Monica Crowley
gibi radyo sonucuları İsrail’i ziyaret ettiler. Bu kampanya giderek artan sayıdaki talk-
show sunucusunun dinleyicilerine İsrail yanlısı bir mesaj ulaştırmalarına yardımcı
olmaktadır. Bütün bu farklı çabalar bir tek amaca yöneliktir: genel medya
kuruluşlarının İsrail’i olumsuz bir şekilde gösterecek enformasyon ve haber
yayınlamalarını önlemek ve böylece ABD’nin İsrail’e verdiği güçlü desteği
meşrulaştıran stratiji ve ahlaki nedenleri güçlendiren söylemlerin geliştirilmesini
teşvik etmektedir. Bu çabaların %100 başarılı olduğu söylenemez elbette, fakat yine
de çok etkili oldukları bir gerçektir.33

2.5.3. Yahudi Lobisi’nin Kongre ve Siyasetteki Ağırlığı


İsrail Lobisi’nin etkili oluşunun çok önemli bir nedeni Amerikan Kongresi
üzerinde nüfuzudur. Dünyadaki diğer bütün ülkelerin aksine İsrail, Kongre’nin
bulunduğu Capitol Hill’de her türlü eleştirilerden muaf tutulmaktadır. Kongre
genellikle çok tartışmalı mevzuları ele alır ve birçok farklı görüşü içinde
barındırırken İsrail’e gelince eleştirilerden uzak durulması oldukça dikkat çekicidir.
Mevzu ister kürtaj olsun, isterse silahsızlama, pozitif ayırımcılık, eşcinsel hakları
çevre, ticaret politikaları, sağlık, göçmen sorunları ya da devlet yardımları gibi çeşitli
konular olsun Capitol Hill’de tartışmalar son derece canlıdır. Ancak mevzu İsrail’e
gelince, en kesin muhalifler sessizleşmekte, ortada hiçbir tartışma
bulunmamaktadır.34

33
Almasri, Hasan, (2003), Allobi Alyahudi We Alsiasa Alamrikia Alkharijia, Kahira: Alhilal Yayınevi
s. 78.
34
Selem, Emine, (2009), “Dahirat Al-Emin Al-İsraili”, AL-Arabi Dergisi, C,X S.X, s.XX. s. 196.

50
Lobinin Kongre’deki başarısının bir nedeni de bazı vekillerin Hristiyan
Siyonist olmasıdır. Örneğin, çoğunluk grubu eski başkanı Richard Armey 2002
yılının Eylül ayında verdiği demecinde ‘Benim dış politikadaki bir numaralı
önceliğim İsrail’i korumaktır.’ demiştir. Lobiyi oluşturan gruplar arasında Kongre
üzerinde en etkili olanı AIPAC’tır. Bu gerçek her iki partiden politikacılar tarafından
da itiraf edilmektedir. Bill Clinton bir defasında AIPAC’ı’ göz kamaştırıcı bir şekilde
başarılı ve bu şehirde lobi yapan herkesten daha iyi olarak tarif etmiş, meclis eski
sözcüsü Newt Gingrich ise AİPAC hakkında ‘bütün gezegenlerde en etkili çıkar
grubu’ diye söz etmiştir. Senato çoğunlu lideri Harry Reid (d-Nevada) ise ‘bu ülkede
AIPAC kadar iyi teşkilatlanmış ve saygın bir siyaset örgütü bilmiyorum’ diye
konuşmuştur. New Yorker dergisinden Jeffrey Goldberg AIPAC’ı lobiciler arasında
bir Leviathan, New York Times gazetesi ise ABD’nin İsraille ilişkilerini etkileyen en
önemli teşkilat olarak tarif etmektedirler. AIPAC kendi internet sitesinde bu yorumu
gururla alıntılamaktadır. AIPAC başarısının sırrı kendi ajandasını destekleyen
vekilleri ve kongre adaylarını ödüllendime ve desteklemeyenleri cezalandırma
yeteneğinde gizlidir. Bu yeteneğin kaynağını ise daha çok seçim kampanyalarında
verilen para yardımları oluşturmaktadır. Para, Amerikan seçimleri için hayati
derecede önemlidir; seçimi kazanmak son derece pahalı bir hale gelmiştir. AIPAC
kendi dostlarının gerekli mali yardımı elde etmelerini temin etmekte, bunlarda buna
karşılık AIPAC’ın çizgisiden sapmamaktadırlar.

İkinci olarak, AIPAC adayları diğer barış ve yardım kaynaklarıyla irtibata


geçiyor. İsmine rağmen AIPAC bir siyasi eylem komitesi (PAC) değildir. Bu nedenle
AIPAC adayları resmen benimseyerek onların seçim kampanyalarında bağışta
bulunmamaktadır. Bunun yerine AIPAV potansiyel adayları süzgeçten geçirerek,
onlara potansiyel bağışseverleri buluşturmakla İsrail yanlısı PAC’lara bilgi
sağlamaktadır. Tarihçi David Biale’nin ifadesine göre ‘Amerikan Yahudi Lobisi
(İsrail Lobisi) Altı Gün Savaşı’ndan sonra Amerikan Kongre’sindeki en gelişmiş ve
etkili lobi örgütü haline dönüşmüştür. Bunu yaparken başvurduğu en önemli yöntem,
bütün Amerika çapında Yahudi Siyasi Eylem Komiteleri’ni çalıştırarak, kongre
adaylarına İsrail’e verdikleri desteğe göre yardım bağışında bulunmasını
örgütlemektedir.

51
Aynı şekilde senatör Mark Hatfield (C –Oregon) karşı 1990 yılında başarısız
bir seçim kampanyası yürütmüş olan Harry Lonsdale AIPAC merkezinde kendi
ziyaretini şöyle anlatıyor: ‘Ortaklıkta, benim İsrail yanlısı olduğuma dair bir söylenti
dolaşıyordu. Bunun üzerine seçim kampanyasının hemen başlarında
Washington’daki AIPAC merkezine davet edildim. Bu benim için hiç
unutamayacağım bir tecrübedir. Benim İsrail yanlısı olamam yeterli değildi. Bana
hayati konulardan oluşan bir liste verildi ve her birkonu halındaki görüşüm adeta test
edildi. Daha doğrusu, bu konularda görüşümün ne olması gerektiği ve bunu kamusal
alanda hangi kelimeleri kullanarak, nasıl ifade edeceğim öğretildi. AIPAC’daki
görüşmeden hemen sonra, seçim yardımı için arayabileceğim Florida’dan Alaska’ya
kadar İsrail’in Amerikan destekçisi isimlerinden oluşan bir liste bana gönderildi.
Onları aradım ve paralarını aldım.35

Kampanya bağışlarını izleyen bağımsız araştırma kuruluşu CRP son


seçimlerde aktif otuzu aşkın İsrail yanlısı eylem komitesi tespit etmiş. 2006 ara
seçiminde bu gruplar her iki partinin adaylarına üç milyon dolar bağışta
bulunmuştur. Ekonomist Dergisi’nin bildirdiğine göre, 1990 ve 2004 yılları arasında,
İsrail yanlısı gruplar aday partilere yaklaşık elli yedi milyon dolar bağışta
bulunurken, Arap- Amerikan ve Müslüman eylem komiteleri sadece sekiz yüz bin
dolara yakın bir miktar bağışlayabilmişlerdi. Adaylara verilen bireysel katkılar ve
partilerin ulusal teşkilatlarına yapılan bağışlarla birleştirildiğinde İsrail yanlısı
güçlerin seçimlerde ciddi bir ağırlığa sahip oldukları görülecektir. CRP’den Steven
Weiss’ın değişiyle eğer bir adaysanız ve AIPAC tarafından İsrail yanlısı olarak
onaylanmışsanız, bütün ülke çapında bağış severlerden para akmaya başlar.

2.5.4. Yahudi Lobisi’nin Gücü


ABD’de ifade ve örgütlenme özgürlüğünün teminat altına alındığı bir çoğulcu
demokrasi olduğu için çıkar gruplarının siyasi sürece hakim olması kaçınılmazdır.
Göşmenlerden oluşan bir millet de yine bu çıkar gruplarının bazılarının etnik temelli
olarak kurulması ve ABD dış politikasını farklı şekillerde etkilemeye çalışması aynı
şekilde kaçınılmazdır. Kübalı Amerikalılar KASTRO rejimi üzerindeki ambargonun
sürdürülmesi için lobi yaparlar. Ermeni Amerikalılar Washington’un 1915‘te

35
Selem, (2009) a.g.k., s. 238.

52
soykırımını tanımaya zorlayıp diğer taraftan Amerika’nın Azerbaycan’la ilişkilerini
kısıtlamaya çalışırlar. Hintliler ise yakın zamanlarda yapılan güvenlik anlaşması ve
nükleer iş birliği anlaşmalarını destekler. Bu tür faaliyetler ülkenin kuruluşundan bu
yana Amerikan siyasi yaşamının merkezi bir özelliğidir ve bu gerçek nadiren ihtilaflı
bir konu olmuştur. Amerikalılar aynı rahatlıkla İsrail lobisi hakkında konuşamazlar.
Bunun bir nedeni bir taraftan gücünü reklam etmeye bayılan diğer taraftan da çok
güçlü olduğunu ve bu gücün Amerikan çıkarlarına zarar verdiği söylemine karşı
meydan okuyan İsrail Lobisi’nin bizzat kendisidir. Bununla birlikte İsrail Lobisi’nin
etkisi hakkında konuşmayı zorlaştıran başka değerlerde vardır. Öncelikle İsrail
Lobisi’nin uygulamalarını ve sonuçlarını sorgulamak bizzat İsrail’in meşruiyetini
sorgulamakla aynı şey gibi algılanıyor. Bazı devletlerin İsrail’i tanımayı hala kabul
etmemesi ve İsrail’in ve lobinin bazı tenkitçilerinin İsrail’in meşruiyetini sorgulaması
nedeniyle İsrail’in destekçileri en iyi niyetli tenkitleri bile İsrail ’in varlığına gizli bir
meydan okuma olarak görebiliyor. Bir çoklarının İsrail’e yönelik sahip olduğu çok
güçlü hissiyatı göz önünde bulundurduğumuz ve İsrail’in Holokost’tan36 kaçan
Yahudi mültecileri güvenli bir ülke olarak kurulduğunu ve çağdaş Yahudi kimliğini
odak noktası olduğunu dikkate alındığında insanların İsrail’in meşruiyetini
sorgulandığında ve varlığın saldırı altında olduğu hissedildiğinde hasmane ve
savunmacı bir tepki vermeleri doğaldır. Fakat mensuplarının çoğunlukla Yahudi
olduğu bir çıkar grubunun Amerikan dış politikasında son derece etkili oldukları
iddiası bazı Amerikalıları derinden rahatsız ediyor. Belki de korkutuyor ve
kızdırıyor. Böyle bir iddia dünyayı kontrol eden güçlü bir Yahudi entrikasını ifşa
ettiği ileri süren meşhur anti Semitik uydurma kitap Siyon Liderleri’nin
Protokollerinden aşırma bir suçlama gibi görülmektedir. Yahudi siyasi gücüne dair
tartışmalar iki bin yıllık tarih gölgesinde gerçekleştirmektedir.37

Anti-Semitik suçlamaların asli unsuru bankaları, medyayı ve diğer önemli


kurumları kontrol ederek Yahudilerin meşru olmayan bir tesire sahip oldukları
iddiasıdır. Örneğin, bugün Amerika da medyada verilen haberlerde İsrail’in
rakiplerine karşı söylemlere yer veriliyorsa bu başkaları tarafından ‘Yahudiler

36
Almanya'nın Nazi döneminde yaklaşık 6 milyon kişinin (kaynaklara göre ölü sayısı değişir) sistemli
bir şekilde öldürüldükleri katliama verilen isimdir.
37
Mostafa, Ahmad, (2008), Alwilayat Almotaheda we Alshark Alawsat, Şam: Şam Yayınevi, s. 60.

53
medyayı kontrol ediyor.’ palavrasına benzetilebilir. Aynı şekilde eğer Amerikan
Yahudileri’nin sahip oldukları hem yardımsever hem de siyasi amaçlı para yardımı
geleneği hatırlatıldığında bu Yahudi parasının gizlice siyasi nüfuz satın almada
kullanıldığı iddiası gibi görünecektir.

Hemen hemen her çıkar grubu kamuoyunu şekillendirmeyi amaçlar ve


medyada kendi lehine haber çıkmasını ister. Aslında herhangi bir çıkar grubunun
seçim bağışlarını lobicilik faaliyetlerini ve siyasi faaliyetlerini incelemek son derece
ihtilafsız bir uğraş olabilecekken anti-semitizm tarihi nedeniyle İsrail Lobisi yerine
ilaç lobisinin, işçi sendikalarının, silah tüccarlarının ve Hint-Amerikan gruplarının
faaliyetlerinden bahsetmenin neden çok daha kolay olduğu anlaşılmaktadır.
Amerika’daki İsrail yanlısı grupları ya da şahısları tartışmayı daha da zorlaştıran
şeyde çifte sadakat suçlamasıdır. Bu eski uydurmaya göre ülke dışındaki Yahudiler
yaşadıkları ülkelerden daha çok birbirlerine sadık oldukları için hiçbir zaman asimile
ve dolayısıyla iyi bir vatansever olamayacak daimi yabancılardır. Yahudilerin İsrail’i
desteklemelerinden dolayı sadık olmayan Amerikalılar olarak görülmelerinden
korkulmaktadır. Amerikan Yahudi Komitesi Washington eski temsilcisi Hyman
Bookbinder’in yorumuna göre Yahudiler İsrail’i desteklemenin vatansever olmayan
bir taraf olduğu düşüncesine duygusal tepki veriyorlar. İsrail’i tenkit edenlerin derhal
anti-semitik olmakla yaftalamaktan hoşlanan Harvard’in açık sözlü hukuk profesörü
alan Dershowitz hatıratında şunları belirtiyor: ‘Yahudiler arasında bizim nesil
demokrasi tarihinde belki de en etkili lobicilik ve yardım toplamak çabalarının
parçası haline geldi. Elimizden geldiği bize izin verildiği kadarıyla gerçekten iyi iş
çıkardık. Haftalık Yahudi gazetesi Forward editörü olağan Jewish Power adlı kitabı
bulunan J.J.Goldberg lobi hakkında konuşmanın zorluğunu çok güzel beyan ediyor.
Yahudilerin devasa ve zararlı bir kontrole sahip oldukları görüşüyle Yahudilerin hiç
etkilerinin olmadığı görüşün arasında bir tercihte bulunmaya zorlanıyoruz. Aslında
kimsenin tartışmaya yanaşmadığı gerçek bu ikisi arasındadır. Bu gerçek şudur:
‘siyasi boğuşmanın bir parçası olan teşkilatlardan ve şahıslardan oluşan Yahudi
Cemaati denilen bir olgu vardır.

54
2.6. AMERİKA’DAKİ YAHUDİLERİN İSRAİL’E BAĞLILIĞI
2.6.1. Amerika’daki Yahudilerin İlk Faaliyetleri
Yahudi topluluğu, ABD’deki en küçük dini topluluk olmasına rağmen, siyasi
açıdan en etkilisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu tehlikeli yolu gerçekleştirirken pek de
geleneksel bir yol izlediğini söyleyemeyiz. Ama Uluslararası Yahudilikle bağlantılı
olduğundan söz edebiliriz. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan
İsrail Devleti ve 1967 savaşı; Bunun öncesinde Yahudi topluluğu, siyasi olmayan bir
grup olarak nitelendirilebilir, her zaman yalnız olan ve baskı altında yaşayan ve
aşağılanmaya maruz kalan bir topluluktur. İsrail harekâtının ortaya çıkmasıyla,
kendine Filistin’de devlet kurmayı amaçladığını açıkladığında, büyük önem taşıyan
siyasi bir topluluk kimliğini üstlenmiştir. Yahudilerin birliğine inanmış,
bölünmeyecek tek bir ulus ilkesini edinmiştir. Bu ulusa ait her bireyin bunu
desteklemesi gerektiğinin önemini vurgulamıştır.

Amerikan Yahudileri, Avrupa Yahudileri gibi devletler üzerinde baskı


yaratmayı başarmış; Filistin’de devlet kurma hayalini benimsetmiştir. Bu hayal
ancak çatışmaların ve yeni kurulacak İsrail Devleti’nin sınırdaki vatanlarını korumak
için kendi ruhlarını canlarını feda eden komşularıyla yapılan savaşların sonunda
gerçek olmuştur. Arap ve İslam Dünyası’yla karşılaşmanın tek çözümü yok etmektir
diye düşünen Yahudiler Batı’dan siyasi, ekonomik ve askeri olarak tam destek almış.
Ama bunu bir gün bile olsa kaybetmesinde bile o zaman İbrani Devleti’nde ilk çiviyi
çakmış olacaklardı. Bundan sonra Yahudi topluluğu Amerika’da siyasi açıdan en
etkili topluluk haline gelmiştir.

2.6.2. Dini Yakınlığı Kullanmak


Yahudiler, Nasirlilerle ortak dini değerlerinin üzerinde durarak Tevrat’ın
savaşa yönelik ruhuyla ve “Rabbin amacını gerçekleştirme” ilkesiyle ve aynı
zamanda Mesih’in ikinci geri dönüşünü de ifade eden “orsalım” in geri dönüşünü
bildiren ortak inançlar benimserler. Bu inançları kullanarak yeni devlet kurma
emellerini dini gerekçelerle destekleyerek Yahudiler için tam destek sağlamayı
amaçlamışlardır. Batı kültürünü saf dışı tutarak ortak dini değerleri kullanarak, Doğu
İslam Dünyası’nın bu kültür üzerine oluşturacağı tehlikeler konusunda dikkat
çektiler.

55
Bunu Arap ülkeleriyle yaptıkları savaşlarda açıkça görebiliyoruz.
Amerika’nın kamuoyunu kendi lehlerine kullanmışlardır. 1967 yılında yapılan savaş
süresince Amerikan basın yoluyla, Arapların ağlama duvarında ibadet eden “suçu
olmayan” Yahudilere karşı düşmanlığını göstermeye çalışmışlardır. 1973 yılındaki
savaşta ise bu sefer basına İslam Dünyası’nın tutuculuğu ve tarihteki Hristiyan-
Müslüman savaşlarını hatırlatarak olumsuz şekilde İslam’ın tanıtımını sağladılar.
Müslümanların vahşi ve nefret eden bir toplum olduklarını ve bu savaşın aslında
Hristiyanlığın kutsal savaşının devamı niteliğinde olduğuna inandırmaya gayret
gösterdiler. Bu şekilde Amerikan vatandaşlarını hedef alarak ortak bir değer için
savaştıkları düşüncesini dayatmakta başarılı oldular. Böylelikle vatandaşın baskısıyla
devlet üzerinde “Barbar Müslümanlara” karşı savaşan İsrail’i desteklemek için daha
fazla baskı yaratabilecekti.38

Gerçeğe bakılırsa buna kanan birçok Amerikan Başkanı olmuştur ve papağan


gibi söylenenleri tekrar edip durmuşlardır. Eski Başkan Veliaht Bush dünyanın
güvenliğini sağlamak için Allah’tan vahiy geldiğini bile söyleme cesaretinde
bulunmuştur. Ve Orta Doğu’da gerçekleştirdiği savaşların sadece Allah’ın emri
olduğuna da insanları inandırmaya çalışmıştır. Böylelikle, Yahudiler kutsal
topraklarda İsrail Devleti’ni kurabilecek ve o bölgedeki Arapları kovabilecekti.
Amerika’nın özgürlükler ülkesi olma özelliğini saf dışı bırakarak Bush İsrail
Devleti’ni tanımadıkları gerekçesiyle “Hamas”39 ile işbirliği yapmayı reddetti. Çünkü
bu onu için her şeyden önemli bir olaydı. Böylece Yahudiler yöneten ve
yönetilenlerin desteğini sağlamışlardı. Siyasetin dışında ortak değerler uğrunda
olduğuna inandırmayı başarmıştı. Diğer yandan İsrail Devleti kurulurken laiklik
ilkesini öncelik olarak saymıştır. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması
gerektiğine inanmıştır. Ve bunu devletin varlığı için bir tehdit olarak görmüştür. Orta
Çağ’da yaşanan zulümlere dikkat çekerek; o zamanlarda ilmi reddederek Yahudilere
yapılan baskıcı tavrı öne sürerek dini kimliği ve tutucu tarzı olan “rican”ı neden
tercih etmediğini göstermiştir. Ortak değerleri korumak ve yükselmek için bunların
gerekliliği üzerinde durmuştur. Amerikan kamuoyunu iki şekilde kazanmıştır:

38
Arı, Tayyar, (2008), Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Bursa: MKM Yayımcılık, s.373.
39
Filistinli Radikal Direniş Örgütü .

56
Birincisi: İsrail’in komşusu Araplar ile olan savaşı; sadece barış içinde
yaşamak isteyen dini farklılıktan kaynaklanan azınlıklarının savaşı olduğunu
benimsetebilmeleri.

İkincisi ise: ABD’de Yahudilerin hak payıdır, diğer azınlıklar gibi. Onların
milli toplum meselesiyle ilgilenme zorunluluğu hissetmek. Toprak sınırları içindeki
Yahudilerle olan ilişkilerinin ülke olarak İsrail ile olan ilişkilerini etkileyeceğini
düşünerek hareket etmektedirler. Dinleri yüzünden zulüm gören azınlıklar
olmalarından dolayı da insanların duygularını nasıl kullanacaklarını çok iyi
biliyorlardı. Kamuoyunu o derece etkilediler ki kendi meseleleri için binlerce
Amerikan gönüllü asker yanlarında yer aldı. Bu nedenlerin hepsi Amerikan
siyasetinin, “Yahudi Kardeşleri”nin haklarını savunan bir şekle bürünmesine neden
olmuştur. Ve meselelerini desteklemek için gerekli baskıyı oluşturmaları
gerekiyordu. Bu durum öyle bir hal aldı ki; onlara çifte vatandaşlık hakkını vererek,
bağış yaptıkları paralardan vergi alınmayacak, Yahudi seçimlerine adaylara yapılan
milyonlarca dolarlık desteklerin gönderilmesine müsamaha gösterdiler.40

2.6.3. Yahudiler Nasıl Amerika’da Üst Düzeyde Olmaktan


Faydalandılar?
Yahudilerin azınlık olarak hissettikleri zayıf noktalarını örtmek için sürekli
içlerinde olan, toplumda söz hakkına ve mal varlıklarına sahip olma isteklerine
dikkat çekmektedir. Gerçekten de Yahudiler burjuva kesimi oluşturmayı başardılar.
Bu kesim sosyal açıdan ve ekonomik açıdan kontrolü eline almıştır. Böylece siyasi
açıdan da doğal olarak söz hakkı doğmaktadır. Bunu da azınlığın yaratabileceği
etkiyi en yüksek mertebede gerçekleştirmektedirler. Amerikalı Yahudilerin %40’ının
New York’ta yaşadığı bilinmektedir. Bu oran şehrin nüfusunun %15’ini oluşturur.
Diğer Yahudiler ise diğer sanayi kentlerinde yoğunlaşmışlardır ve ekonomiyi ele
geçirmişlerdir. Bunlar California, Mitchigan ve Marrilland. Aynı zamanda seçmen
potansiyelinin yüksek bölgeler olduğu da söylenebilir.

Eğitim, hükümet, basın gibi diğer yüksek mevkilerde yer alarak kontrolü
eline almışlardır. Bazıları eyalet başkanlığı, il valiliği, ordu komutanı gibi

40
El-Hindi, Alyan, (2004), Khutat Al-Fasel Ohadiyat Al-Canib, Ramallah: Heshd Yayınları, s. 90.

57
pozisyonlarda görev almaktadır. Ve bazı büyük bilim adamları Yahudilerden
oluşmaktadır. Sosyal açıdan yüksek önem taşıyan tüm mesleklerin ellerinde
olduğunu söyleyebiliriz. Genel olarak; Yahudilerin %21,8 i siyasi, soysal, ekonomik
etkinlik gösteren ve nüfuz sahibi olduklarını söyleyebiliriz. Amerikan toplumunun
sadece %2 sini oluşturdukları gerçeğinin karşısında bu oldukça yüksek bir rakam
sayılmaktadır. Din adamları da bir başka yandan diğer din adamlarıyla bilgi alış
verişlerinde bulunarak, gazetelere makaleler yayınlayarak ilişkiyi kurmakta ve
kontrolü ellerinden kaybetmemektedirler. İsrail Devleti’ne destek veren binden fazla
Haham vakfının bulunduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerek.41

1988’de Present Tense Dergisi’nde yayınlanan makaleye göre genel düşünce


olarak İsrail’in Gazze ye uyguladığı şiddete karşı eleştiriler yer almaktadır. Buna
karşılık olarak Dini Yahudi Üniversite dekanı Haham Esmar Shorsh, bu eleştirilerin
Amerikan desteğini azaltmayacağını ve Amerikan Yahudileri’nin İsrail Devleti’nin
Filistin meselesini çözmesi için yardım etmesi gerektiğini vurgulamıştır.

2.6.4. Takip ve Şantaj


Yahudilere yapılan desteğe engel olan her yetkilinin kaderidir. Mecliste
uluslararası ilişkiler başkanı Senatör Charls Persy’nin başına gelen buna örnek olarak
gösterilebilir. 1984’te Yahudilerin saldırısına tepki olarak Filistin yanında saf
aldığını açıklayan ve Amerikan siyasetine verdikleri zararlardan söz eden eski
savunma bakanı senatör sinir krizi geçirmesi sonucu intihar etmiştir. Bunun nedeni
ise ona karşı yapılan dayanılmaz şantajlardır.

Zenci peder Jessy Jackson’un ve Müslüman lider Louis Furkan’ın başına


gelen terör harekâtına şaşırmamak gerek. Çünkü onlar da İsrail’e karşı eleştirilerde
bulunmuşlardı. Los Angeles’te İslam Mekezi’nin konuşmacısı Doktor Maher
Hathour’un ölüm tehdidi alması da gayet normal bir olaydı. İsteklerini karşılamakta
geciken hiçbir ABD başkanı onlardan yakayı kurtaramamıştır. 1973’te yapılan savaş
sırasında Amerika Başkanı Nikson’a yönelik tehditleri hatırlatmakta fayda vardır.
Yahudilere verilen zararları görmezden geldiği gerekçesiyle, kamuoyunu ona karşı
dönüştürebileceğini söylen Yahudi Lobisi istediğini almakta geçikmemiştir.

41
Alhajawi, (2009) a.g.k.,s. 114.

58
2.7. SONUÇ
19. yüzyılın başında Amerika’ya gelen Yahudilerin sayıları yalnızca 6.000
civarındaydı. Amerika’da “fazla Yahudi” olmadığınız sürece özgürlük olduğu
düşüncesi Yahudilerin çoğunu oradan uzak tutmuştu. Bu durum 1830’larda Alman
Yahudileri gelmeye başlayınca değişti. Alman Yahudileri “fazla Yahudi” değildi. Ya
geleneksel Yahudiliğin temel ilkelerini bırakmış Reformcu Yahudiler’den, ya da
Yahudiliği bütünüyle bırakmış “aydınlanmış” laik Yahudilerden oluşuyorlardı.
1850’de Amerika’da yaşayan 17.000 kadar Yahudi vardı. 1880 yılına geldiğimizde
ise 270.000. Bu Yahudilerin çoğu, o zaman Yahudi nüfusu 180.000 olan New York
bölgesine yerleşmişti. Bu rakam kısa zamanda 1.8 milyona çıkacaktı. New York
City’deki Yahudi mahallesi Manhattan’ın Doğu Yakası idi. Kısa zamanda başarıya
ulaşanlar Yukarı Doğu Yakası’na taşındı. Bu Yahudiler Yeni Dünya’da dikkat çekici
bir şekilde başarılı oldular. Ikinci Dünya Savaşı’ndan önce Amerika’da bir sürü
ülkede bilinen isimler, Yahudi tehlikesi hakkındaki Amerika’yı zor durumda
bırakacak görüşlerini anlatmış ve onlardan birisi Okyanus üstünde tek uçan ilk adam
LUNDBURG ve dediklerine göre İsrail Amerika’yı kendi menfaatı için savaşa
götürmek istiyor, fakat Amerika menfaatı ortada görünmüyor, ayrıca Amerikan
Hükümeti bu uyarıcıları dinlemedi ve savaşa girdi. Hemen ardından İsrail Devleti’ni
kurulduğundan ilk tanıyan ülkerden biri olmuştur. Ve şimdiye kadar İsrail
menfaatıne Amerika dış politikasında ilk makamda gelmektedir. Yahudiler kısa bir
süre içinde Amerikan toplumu İsrail hakkında kendine savunan bir ülke görüşü
oluşturmaya başarmıştır. Ve bunun en önemli sebebi Amerika’da bulunan medya ve
basınlar çoğunu ya da yarısı yahudiler elinde ve yeterki bilelim Washington Post
Gazetesi’nin başkanı bir Yahudidir. Buna dayalı Amerika toplumu Araplar ve
Müslümanlar hakkında Yahudilerin verdiği görüşlere katılmaktadır. Yahudiler
Amerika’da kendi çıkarlarına ve ana vatanını, İsrail Devleti’ni savunacak birçok
Yahudi örgütleri oluşturmuş ve hepsini İsrail’in güvenini ve üstünlüğünü sürdürmek
amacı ile kurulmuştur. Veşunu bilelim ki Amerika’da bulunan Yahudi Lobisi’nin
yılda bütçesi 4 milyar dolara ulaşmış durumdadır, ayrıca Arapların lobisinin yıllık
bütçesi 1 milyon dolar kadardır. Yahudiler Amerikan toplumunu iyice anlamışlar ve
aynı zamanda kendi menfaatına nasıl yönlendireceğini en mükemmel şekilde
kullanmışlar ve İsrail’i eleştiren ya da eleştirmeye çaılşan kimsenin karşısında
medyada ve basında savaş açılır, ayrıca eleştiren siyasetçilerin ise siyasi hayatına

59
büyük ihtimal ile son verilecektir. İsrail ve davası her zaman, parlamentonun 435
kişiden oluşan üyelerinin en az 200'ünden, 100 senatörün ise en az 40 ile 45'inden
kesin oy almaktadır. Böyle bir güç öteki lobiler ve ülkeler için bir rüyayı teşkil
etmektedir. 2000 yılında yapılan Amerikan baskanlık ve kongre seçimlerinde AIPAC
2 milyon doların üzerinde bir kaynak harcamıştir. Bu para AIPAC'la iliskisi olan
bireylerden toplanmıştır.

60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

YAHUDİ LOBİSİ VE ABD DIŞ POLİTİKASI

3.1. GİRİŞ
Amerika’da lobicilik alanında rakipsiz ya da çok zayıf rakipler olan Yahudi
Lobisi Amerikan Kongresi’nde yapılan seçimlerde lehine ya da aleyhine oy kullanan
bütün kongre üyelerini web sitelerinde listelenmektedir. Kim İsrail’in lehine ya da
aleyhine oy kullanırsa bu lobinin özel dikkatine alınmakta ve aleyhte oy
kullananların gelecek seçimlerde kaybetmesi için elden gelen yapılmaktadır.

İsrail Devleti kurulduğundan bugüne kadar en mütefik devleti olan Amerika


olmuştur. Özellikle Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra dünyada tek bir süper güç
kalmış ve bunu Yahudi Lobisi mükemmel şekilde değerlendirdi ve Amerika Dış
Politikası’nda özellikle Orta Doğu Bölgesi’nde en etkili rol oynamaktadır. Burada
ABD Dış Politikası yapım süreci ve Yahudi Lobisi’nin etkisi ve son olarak Amerika
ve İsrail arasındaki farklı görüşleri anlatılacaktır.

3.2.ABD DIŞ POLİTİKALARI’NIN YAPIM SÜRECİ


3.2.1.Dış Politikayı Etkileyen İç Dinamikler
ABD politik sisteminde altı binden fazla kayıtlı, bir o kadar da gayri resmi lobi
faaliyeti gösteren kişi veya kuruluş bulunmaktadır. Bu kişi ve kuruluşlar senatörlerin
seçmenlerini, büyük ve küçük şirketleri, ticaret gruplarını, Amerikan sisteminde büyük
yer tutan sigorta şirketlerini, sendikaları ve yabancı ülkelerin politik çıkarlarını temsil
etmektedirler. Yani bu kişi ve kuruluşlar temsil ettikleri konuları kendi çıkarları
doğrultusunda parlamenterlere empoze etme faaliyeti içerisindedirler. Amerikan
sisteminde başkan gücün tümünü üzerinde toplamaz ve güç Kongre ile paylaşılır.
Başkan önerir ve Kongre öneriye son şeklini verir. Başkan'ınbelli bir konuda
politikasının yasaya dönüşmesi isteği ancak 535 üyeli Kongre'nin çoğunluğu aynı
görüşü paylaştığı takdirde gerçekleşir. Lobiciliğin önemi bu noktada başlar. Bu
nedenle, ABD Parlamentosu ve Yönetimi'nde lobicilik başlı başına bir sektör haline
gelmiştir.2 Amerikan siyasi sistemini oluşturan üçlü Yasama-Yürütme-Yargı
zincirine dördüncü bir halkayı "think tank" kuruluşları oluşturur. Günümüzde

61
ABD'de 300'den fazla "think tank" vardır ve bunların bazılarının herhangi bir
ideolojiye, görüşe yakınlığı bulunmazken, gün geçtikçe artan oranda bu kuruluşlar
bir ideolojiye yakınlık duyma ve savunuculuğunu yapma eğilimindedirler.3 Beşinci
halkayı ise “lobiler" oluşturmaktadır.4 Lobicilik ABD'nin iç politikasını büyük çapta
yönlendirmenin yanında dış ülkelerin ABD ile ilişkilerinin şekillenmesinde büyük
rol oynamaktadır. Bu nedenle diğer ülkeler de ABD içerisinde lobicilik
yapmaktadır. ABD'de yabancı ülkeler adına lobicilik yapan dokuz vüzden fazla firma
ya da şahıs olduğu bilinmektedir.

ABD dış politikasında nihai olarak oluşan dış politika kararı aslında ABD
içindeki bu demokratik ortam içerisinde, karar alma süreci esnasında farklı çıkar
gruplarının, görüşlerin, aktörlerin pazarlığı sonucunda varılan uzlaşıyla ortaya çıkar.
Kısaca. ABD'nin demokratik bir ülke olmasından dolayı ABD'nin dış politika
kararlarının oluşum süreci, bu süreçte rol alan tüm aktörlerin tutumu, eğilimi,
olayları algılamaları, bilgisi, tecrübesi ABD'nin dış politikasını etkilemektedir. Bu
açıdan düşünüldüğünde, sonuçta ortaya çıkan kararın ne derece "Amerikan milli
çıkarını" yansıttığı tartışma götürür bir konu haline gelecektir. Dış politika
kararlarının alındığı karar mekanizması önemlidir.

3.2.2.Dış Politikasını Etkileyen Dış Dinamikleri


ABD'nin Orta Asya Bölgesi’ne yönelik politikalarının analiz edildiği bölümde
daha detaylı ele alındığı gibi, ABD'nin Orta Asya politikasında global ve bölgesel güçler
arasındaki dengelere dikkat etmeye çalıştığı ileri sürülebilir. Eski süper güç Rusya hala
askeri anlamda süper güçtür ve nükleer silahlara sahip olmasının ötesinde çok geniş
toprakları ve tabii kaynak potansiyeli vardır. Diğer taraftan, Sovyetler Birliği mirasından
dolayı Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri ile Rusya arasındaki ekonomik bağımlılıklar hala
büyük ölçüde devam etmekte ve hatta bunun da ötesinde, politik ve anlayış bakımından
bölgede Sovyetler’in dağılmasıyla bağımsız olan yeni devletler eski tecrübe ve
alışkanlıklarından tamamen kopabilmiş ve Rus etkisini maddi ve psikolojik planda
kırabilmiş değillerdir. Bu durum Rusya'nın bölgedeki önemini ortaya koymakta, nükleer
silahlara sahip olmasından ve ABD'yi vurabilme kapasitesinden dolayı ABD'nin genel
dünya politikasında ve özellikle Orta Asya politikasında Rusya unsurunu önemli bir yere
oturtmasını gerekli kılmaktadır. Rusya'nın takip edeceği yol, yayılmacı bir imparatorluk

62
haline tekrar dönüp dönmeyeceği, demokrasiye yaklaşımı, Batı ile işbirliğine yaklaşımı, iç
dengelerinin durumu önemli ve ABD'nin Orta Asya politikasına etki eden ve gelecekte
de ciddi ölçüde bu politikanın şekillendirilmesinde rol alacak konulardır. Rus- ABD
ilişkilerinin durumu, ABD'nin global çıkarlarında ve politika değerlendirmelerinde
Rusya'nın merkezi önemi, ister istemez ABD'nin Orta Asya politikasını etkilemiş ve
etkilemeye devam etmektedir. Aynı zamanda bu durum Orta Asya ülkelerinin
ABD'ye yaklaşımını da tabii olarak etkilemektedir. Rusya ise bölgede etnik
çatışmaları körükleyerek, kullanarak, Sovyet coğrafyasında bir yer edinmeye
çalışmış ve başarılı da olmuştur. ABD ise dengeleri koruma ve Rusya'yı kışkırtmama
gayesiyle bu duruma seyirci kalmış, güvenlik bağlamında bölgeyi Rusya'ya havale
etmiş ve Rusya kanalıyla istikrar geleceğine inanmış, büyük ölçüde Kafkaslar ve
Orta Asya'yı Rusya'nın bir etki alanı olarak görmüştür. Rusya'ya yönelik bu ABD
tavrı Bush iktidarıyla beraber değişti ve Rusya'ya yönelik mukayeseli olarak daha
sert ve mücadeleci bir politika ortaya koyuldu. Bir taraftan NATO genişledi yirmi
altı üyeye ulaştı. Diğer taraftan füze kalkanı projesi hayata geçirilmeye çalışıl-
maktadır. Hidrokarbon kaynakları üzerinde Rus tekelini kırma bağlamında da somut
adımlar atıldı ve Baku Ceyhan hattı tamamlandı. Böylece ABD bölgede Rusya'nın
hem siyasi hem ekonomik etkinliğini dizginlemeye çalışmakta ve bu bağlamda bölge
ülkesi olan ve çıkarları büyük ölçüde örtüşen Türkiye ile işbirliği yapmaktadır.

Çin ise Orta Asya'ya komşu, 1,3 milyara varan nüfusu, nükleer gücü, 1,5
triyon dolara yaklaşan gayri safı milli hasılası ve yüzde onları aşan ortalama büyüme
oranı ile dünyada hatırı sayılır bir konuma gelmiştir ve bölgeye yönelik politika
üretmeye çalışan herkes için dikkate alınması gereken bir faktördür." Şimdilik hem
Çin hem de ABD çıkarları için gerekli olan müşterek nokta bölgenin istikrarıdır. Bu
istikrar şemsiyesi altında ticaret gelişecek ve bölgede radikal akımların güçlenmesi
engellenecektir. Her iki devlet de bölgede radikal İslam'ın yükselmesinden endişe
etmektedir.

Şah'ın İslami bir hareket tarafından devrilmesiyle bir zamanların Orta


Doğu'da en yakın müttefiki olan İran, Amerikan ve Batı karşıtlığının bayraktarlığını
yapmaya başlamıştır. Diğer taraftan, ABD de İran'ı çevreleme ve sınırlandırmaya
çalışmaktadır. Bu bağlamda bölgede İran etkisinin bir uzantısı sayılabilecek radikal

63
İslam'ın önem kazanma ihtimali ABD'yi tedirgin eden bir gelişme iken, aynı durum
Doğu Türkistan'daki Müslüman varlığı nedeniyle Çin'i de endişeye sevk eden bir
faktördür.

3.3.ABD DIŞ POLİTİKASI’NIN YAPIMI VE YAHUDİ LOBİSİ’NİN


ROLÜ
ABD dış politika karmaşık ve birbiriyle boyutları oldukça girmiştir. Büyük
cihaz tarafından yürütülen çeşitli dar çevrelerin oluşturyor savunma ve dışişleri
bakanlılıklarına bağlıdır. Daha geniş çevrelerde aynı sıra stratijik araştırma
merkezleri dahil ve üniversiteler bazı forumlarda şirket yöneticileri ve üst düzey
yetkililer ve eski yetkililer ve güncel akademisian içermektedir. Aynı zamanda en
son bilgi teknolojisi bilim sosyal ve insane kullanır.

ABD dış politikasının oluşumu verme sürecinde hakim olan ve özellikle Orta
Doğu bölgesinde yeni muhafazakarların grubu hıristiyan sağ ve amerikan siyonist
içermektedir. Ve bu siyası grupları siyası hedefleri bir yerde buluştu ve bunladan
Orta Doğu bölgesinde ve özellikle israil arabların sorunu ve ayrıca israil askeri ve
ekonomik bölgede üstünlüğü sağlamak ve israilin iç güvenliği sağlamak ve aynı
zamanda ABD devleti körvez bölgesinde bulunan petrol rahatla ulaşması ve buna
dayalı ABD devleti dünyada en önemli rolü oynamak sebebi dünyada tek süpergüç
olarak ve ayrıca ABD askerlik ve güvenlik yolu kullanarak dünyada kendi menfaatini
ulaşmaya çalışmaktadır. Bunu içerisinde ABD’yi muhtemel tehlikesi olan devletlere
önleyici bir saldırı gerçekleştirmektedir. Ve bu gruplar dünyada Amerika’ya destek
veren devletler sadece Amerika’dan destek almaya hak etmektedir.

3.3.1. ABD’nin İsrail’e Dış Yardımı


İsrail ülkenin Amerikan vergi mükelleflerinden aldığı dış yardımın miktarı
oldukça fazladır. 2005'de ABD'den İsrail'e giden toplam iktisadi ve askerî yardım
miktarı 154 milyon doları bulmaktadır. Bu miktarın büyük kısmı karşılıksız verildi.
Başkan Harry S. Truman 1947'deki BM bölme planını destekleyerek ardından Mayıs
1948'de bağımsızlık ilanından hemen sonra İsrail’i tanıyarak Yahudi ülkesinin
kurulmasında son derece mühim bir rol oynadı. ABD 1950'li yıllar boyunca İsrail ve
Arap komşuları arasında orta yolu izlemeyi tercih etti; ekonomik yardımlar gayet

64
mütevazı düzeyde tutuluyor ve İsrail'e herhangi bir şekilde doğrudan askerî yardım
sağlanmıyordu. İsrail’in, Amerikan silahı satın alma ve Amerikan güvenlik teminatı
talepleri kibarca geri çevriliyordu. Eylül 1953'de İsrail BM’nin Ürdün Nehri'nden su
aşıracak bir kanalın inşasını durdurma talebini reddedince, ABD Dışişleri Bakanı
John Foster Dulles İsrail'e yardımı askıya aldığını duyurdu. Ben Gurion 7 Kasım'da
Knesset'te yaptığı konuşmada ve İsrail Savunma Kuvvetleri (Israel Defense Forces-
IDF)'nin Sina'nı işgal etmesinin ardından yaptığı açıklamalarda 1949 Ateşkesi’nin
geçersiz olduğunu ve İsrail'in işgal ettiği topraklardan geri çekilmeyi düşünmediğini
deklere etti. Ancak, Eisenhower İsrail’e yapılan bütün resmi ve özel yardımları
engelleme tehdidinde bulununca, Ben Gurion derhal geri adım attı ve İsrail’in
güvenliğinin temini için yeterli güvencelerin verilmesi durumunda geri çekilmeyi
"prensipte” kabul etti. İsrail bunun üzerine Arnerika içinde başlattığı bir lobi
kampanyasıyla, Eisennower'ın Kongre desteğini azalttı ve nihayet onu ulusal bir
televizyon kanalında İsrail'i savunan bir konuşma yapmaya mecbur etti. İsrail
nihayet Gazze'de sınır güvenliğine dair garantiler ve Tiran Boğazı’nda İsrail
gemilerine seyir serbestisi karşılığında, 1957 İlkbaharı’nda işgal ettiği bütün
topraklardan geri çekildi.42

ABD-İsrail ilişkileri 1950'lerin sonlarında yeniden ısındıysa da İsrail'e ilk


askeri güvenlik taahhüdünde bulunan Kennedy Yönetimi oldu. Amerika'nın İsraille
Orta Doğu’da sahip olduğu özel ilişki daha geniş bir çerçevede İngiltere'yle olan
ilişkilerle karşılaştırılabilir. Kennedy ilave ediyordu; Bir işgal durumunda ABD'nin
İsrail'in yardımına koşacağı çok açıktır. Biz bu yeteneğe sahibiz ve yeteneğimiz
giderek gelişiyor.'9 Kennedy daha sonra 1963 yılında İsrail'e Hawk uçaksavar
füzelerinden oluşan ilk büyük silah satışını gerçekleştirdi. Bu politika değişiminin
arkasında, Sovyetlerin Mısır'a silah satışını dengelemek İsrail'in nükler arzularını
yatıştırmak ve İsrail’li yöneticilerin ABD barış girişimlerine olumlu cevap vermesi
için teşvik etmek gibi bir dizi stratejik hedef bulunmaktaydı. Bununla birlikte,
maharetli İsrail diplomasisi, İsrail yanlısı danışmanların sahip olduğu nüfuz ve
Kennedy'nin Yahudi seçmenlerin ve bağışçıların desteğini kaybetme korkusu da bu
kararda etkili oldu. Hawk satışı ilave silah satışlarına da kapıyı araladı. Bunlar ara-

42
Mansor, Mohammed, (2007), Amerika Afkar Doal Alaalam Althaleth, Kahira: Alnahda Yayınevi, s.
120.

65
sında en önemlisi 1964'de yapılan 200 M48A tankının satışıydı. Amerika'nın bu
satıştaki rolünü gizlemek ve böylece Arap dünyasından gelebilecek tepkileri önlemek
maksadıyla tanklar önce, Batı Almanya'dan gönderilmiş, bilahire Batı Almanya'ya
sevkiyat yapılmıştı.
Amerikan yardımının mutlak miktarı açısından asıl dönüşüm Haziran
1967'de meydana gelen Altı Gün Savaşı'nı müteakip ortaya çıktı. 1949'dan 1965'e
kadar Amerikan yardımı yaklaşık olarak yılda 63 milyon doları bulurken ( bunun
%95'inden daha fazlası ekonomik yardım ve gıda yardımından oluşuyordu), 1966-
1970 döneminde yardım miktarı 102 milyon dolara çıktı. Ancak toplam yardım
miktarı 1971 yılında, çoğu askeri yardım olmak üzere 634’a milyona sıçradı. Bu
rakam ise 1973'deki Yom Kippur Savaşı'nın ardından dört katına çıktı. İsrail 1976'da
ABD'den en fazla yardım alan ülke durumuna geldi ve bu konumu bugüne kadar
değişmedi aynı dönemde İsrail'e yerilen destek karşılıklı krediden karşılıksız yardıma
dönüştü. Bu yardımın büyük çoğunluğu ekonomik ya da teknik destekten daha
ziyade askerî niteliğe sahipti. ABD Kongresi'nin resmi araştırma kolu olan Kongre
Araştırma Servisi (congressional Research-CRS)'nden Clyde Mark'a göre, Karşılıksız
yardımları gözetlemekle görevli ABD askerî müfettişleriyle uğraşmamak için israil
aldığı para yardımının krediye sayılmasını istiyordu. 1974'den bu yana, İsrail'e
verilen ABD askerî yardımının bir kısmi ya da tamamı kredi olarak verildi, ancak
daha geri ödemeleri askıya alındı. Teknik olarak bu yardım bir borçtu ancak pratikte
karşılıksız para gibiydi. İsrail bugün ABD'den doğrudan dış yardım olarak yılda yak-
laşık 3 milyardolar almaktadır. Bu dış yardım miktarı her İsraillinin cebine yılda
500 dolar konması anlamına geliyor. Mukayese açısından, Amerika'nın iki numaralı
dış yardım alıcısı olan Mısır ise kişi başına sadece 20 dolar almaktadır. Bu miktar
Haiti için 27 dolar, Pakistan içinse 5 dolardır. İsrail ve ABD 1997'den itibaren
ekonomik yardım miktarını düşürmeyi karalaştırmış ve Kongre 1999 mali yılından
itibaren bu ülkeye ve fiilen ekonomik yardımı yılda 120 milyon dolar azaltma kararı
almıştı, 1998'de imzalanan ve İsrail'in Batı Şeria'dan kısmen geri çekilmesini
öngören WAY Anlaşması’nın :uygulanmasını desteklemek maksadıyla 1.2 milyar
dolar gönderildi ve yine 2003'de İs rai l 'i Irak 'a karşı savaşa hazırlamak için dış
askeri finansman (FMF) olarak 1 milyar dolar verildi. Diğer ülkeler Amerikan
yardımını üç aylık taksitler halinde alırlarken, dış yardım kanununa 1982'de yapılan
özel bir ilave uyarınca, İsrail yıllık yardımı mali yılın ilk otuz gününde almaktadır.

66
CRS hesaplamalarına göre, bu taksitle ödenebilecek miktarın peşin ödenmesi Ameri-
kan vergi mükelleflerine yılda 50 ila 60 milyon dolara maloluyor. Üstelik, İsrail bu
yardımın kullanılmamış kısmını ABD hazine bonolarına yatırıp Amerika'nın
sırtından faiz de kazanıyor, İsrail'in ABD'deki büyükelçiliğine göre, 2004 yılında
FMF fonlarının erken transferi İsrail'in 660 milyon dolar ilave faiz gelirinide elde
etmesini sağladı. Aynı şekilde FMF programı normal olarak ABD askerî yardımı
alıcılarının Amerikan savunma işçilerinin istihdamına yardımcı olmak için aldıkları
bütün parayı Amerika'da harcamasını öngörmektedir. Ancak Kongre İsrail'e bu
konuda da bir iltimas geçerek, tahsisat yasasında İsrail'e tanınan bir istisnai konumla
İsrail'in aldığı ABD askerî yardımı içindeki dolar bazındaki miktarın dörtte birini
kendi savunma sanayiinde kullanmasına izin vermektedir. Yakın zamanlarda
yayınlanan CRS raporuna göre, ABD'den askerî yardım alan hiçbir ülke bu ayrıcalığa
sahip değildir, İsrail savunma şirketlerine aktarılan Amerikan kaynakları İsrail
Savunma Sanayii’nin muhtaç olduğu üretim kapasitesine ulaşmasına ve böylece
gelişmesine imkân verdi. Nisbeten küçük bir ülke olan İsrail, 2004 yılında dünyanın
en büyük sekizinci silah satıcısı duruma yükselmiştir.

İsrail, Amerikan yardımı alan ülkeler arasında, aldığı yardımı nasıl


harcayacağı konusunda hesap vermek zorunda olmayan tek ülkedir. Diğer ülkelere
verilen yardım (HIV/ AİDS'le mücadele, uyuşturucu karşıtı programlar,
demokrasinin teşviki ve eğitim projeleri gibi) belli gelişme projelerine ayrılırken,
İsrail yardımı doğrudan peşin para olarak almaktadır.25 Bu istisnai durum ABD'nin
verdiği yardımın Batı Şeria'da yerleşim birimlerinin inşası gibi, muhalif olduğu
amaçlar doğrultusunda kullanımını önlemesini imkânsız hale getirmektedir. CRS'den
Clyde Mark'ın gözlemine göre, ABD'nin İsrail'e ekonomik yardımı herhangi bir proje
tespiti yapılmaksızın hükümetten hükümete doğrudan aktarıldığı için ve peşin
paranın çok amaçlı kullanılabilir olması özelliğinden dolayı, İsrail'in Amerikan
yardımını nasıl kullandığını bilmenin yolu bulunmuyor. Bir başka Amerikan yardım
türü ise borç garantileridir. Bu kapsamda İsrail, ticari bankalardan düşük faiz
oranlarında borç alabilmekte, böylece faiz ödemelerinden miyonlarca dolar tasarruf
yapabilmektedir. İsrail 1990'ların başında İsrail'e göçeden Sovyet Yahudileri’nin
yerleşimini finanse edebilmek için 10 milyar dolara yakın borç garantisi talep etmiş
ve bunu elde etmiştir. Devlet sübvansiyeli yardım ve borç garantilerine ilaveten İs-

67
rail, Amerikan vatandaşlarından bağış olarak yılda yaklaşık 2 milyar dolar alıyor. Bu
miktarın yarısı doğrudan ödeme, yarısı ise İsrail hazine bonolarının satın alınması
şeklinde gerçekleşiyor. İsrail eski Başbakanı Şimon Peres hatıratında Amerikan
Yahudileri’nin 1950'li ve 1960'lı yıllarda yaptıkları şahsi bağışların İsrail’in gizli
nükleer programını finanse ettiğini açıklamıştır. IMF rakamlarına göre, 2006 yılında
İsrail'in kişi başına düşen ulusal geliri dünyada 29. Sıradaydı. Bu rakam Macaristan
ve Çek Cumhuriyeti'nin iki katı, Portekiz, Güney Kore ve Tayvan'dan daha yük-
sektir, diğer taraftan Latin Amerika ve Afrika'daki her ülkeyi geride bırakmaktadır.3
Birleşmiş Milletler'in 2006 yılında yayınladığı Beşerî Kalkınma Raporu'nda İsrail
23., Economist Dergisi’nin istihbarat birimi tarafından 2005 yılında yayınlanan hayat
kalitesi sırılamasında ise 38. sırada yer alıyor. 1997'de AIPAC'ın Near East Report
Dergisi’nin editörü Mitchell Bard ve İsrail yanlısı Orta Doğu Forum'unun kurucusu
Daniel Pipes şunları yazıyor: 'İsrail bugün kişi başına düşen gelir açısından İngiltere
kadar zengin bir ülkedir, bu nedenle Amerika'nın İsrail'e yardım etme arzusu artık
ihtiyaca tabi değildir. Amerikan dış yardımlarının iki ve üç numaralı alıcısı olan
Mısır ve Ürdün'e verilen paralar onların iyi davranışlarının, yani İsrail'le
imzaladıkları barış anlaşmalarının ödülü olarak verilmektedir.

Kral Hüseyin'in 1994’de barış anlaşması imzalamasından sonra Amerika'ya


olan 700 milyon dolarlık borcu Kongre tarafından silindi ve Amerikan yardımları
üzerindeki başka sınırlamalar kaldırıldı. 1997'den bu yana Ürdün'e verilen Amerikan
yardımı yıllık ortalama 566 milyon doları buldu. Amerika'nın Mısır ve Ürdün'ü bu
şekilde ödüllendirmesi Amerika'nın Yahudi Devleti’ne verdiği ayrıcalığın bir başka
göstergesidir.

3.3.2. ABD’nin İsrail’e Askeri Yardımları


Amerika yardımının büyük kısmıyla İsrail'in Orta Doğu’da ki askeri
üstünlüğünü muhafaza etmeyi amaçlamaktadır. Kongre Araştırma Servisi'ne göre,
Amerikan askerî yardımı İsrail'in silahlı kuvvetlerini dünyada teknolojik olarak en
gelişmiş ordularından biri durumuna getirmiştir. Savunma Güvenlik İşbirliği Bürosu
(Defense Security Cooperation Agency-DSCA) bütün diğer ülkelerle silah ticaretini
yürütürken ve ABD'nin bütün askerî yardım alıcılarını denetlerken İsrail silah
alımlarını askerî müteahhitler yoluyla yürütüyor. Ve bunun karşılığı İsrail'in yardım

68
hesabından düşülüyor. İsrail 500 bin dolardan daha az tutan sözleşmeleri Amerikan
denetiminden muaf tutulan tek ülkedir. Ekonomik ve askerî yardımlara ilaveten,
ABD İsrail'e Lavi uçağı, Merkava tankı ve Arrovv füzesi gibi silahları geliştirmesi
için yaklaşık 3 milyar dolar sağladı. Amerika ve İsrail arasındaki askerî ilişkiler,
1980'li yıllarda Reagan Yönetimi’nin Orta Doğu'da Sovyet karşıtı stratejik konsensüs
sağlama çabaları bünyesinde daha da genişletildi. Savunma Bakanı Caspar
Weinberger ve İsrail eski Savunma Bakanı Ariel Şaron 1981 yılında iki ülkenin
ulusal güvenliğini pekiştirmek maksadıyla danışma ve dayanışmanın devamı için
çerçeve oluşturan bir mutabakat zaptı imzaladılar. Bu anlaşma bir Ortak Güvenlik
Yardımı Planlama Grubu (Joint Security Assistance Planning Group-JSAP) ve
Müşterek Siyasî Askerî Grup gibi kurumları ortaya çıkardı. Bu kurumlar İsrail'in
yardım taleplerini incelemek ve Askerî planları, müşterek tatbikatları ve lojistik dü-
zenlemeleri koordine etmek maksadıyla düzenli olarak toplanmaktadır. Her ne kadar
İsrailliler resmi bir ittifak anlaşması beklemişler ve çerçeve anlaşmasının sınırlı
niteliğinden dolayı hayal kırıklığına uğramışlarsa da; bu, yine de Amerika'nın İsrail'e
taahhüdünün, Kennedy'nin 1962'de Golda Meir'e hitaben sarfettiği özel ifadeler gibi
önceki Amerikan başkanlarının beyanatlarından çok daha resmi niteliğe sahip bir
ifadesiydi.43 1988'de yeni bir mutabakat anlaşması imzalanarak İsrail ile ABD
arasındaki yakın ortaklık pekiştirilmiş oldu. Bu anlaşma İsrail'i Avustralya, Mısır,
Japonya ve Güney Kore gibi önemli NATO dışı müttefiklerinden biri olarak
niteliyordu. Bu statüye sahip ülkeler Amerikan silahlarını tenzilatlı olarak alabilme,
savaş artığı malzemede Öncelikli teslimat ve ortak araştırma geliştirme projelerine,
Amerikan terör karşıtı girişimlere katılmak gibi ayrıcalıklara sahiptir. Bu ülkelerin
ticari firmaları da Amerikan savunma ihalelerinde ayrıcalıklı muamele görürler.
1980'lerde oluşturulan diğer çalışma gruplarından edinilen tecrübeler uyarınca, ABD
ve İsrail 1996'da Terörizmle Mücadele Ortak Çalışma Grubu'nu kurdu ve Pentagon'la
İsrail Savunma Bakanlığı arasında bir elektronik 'acil hat' oluşturuldu. İki ülke
arasındaki ilişkileri daha da pekiştirircesine, 1997'de ABD'nin uydu-tabanlı füze
uyarı sistemi İsrail'in hizmetine sunuldu. Ardından 2001 yılında iki ülke 'uzun vadeli
meseleleri' görüşmek için yılda bir defa toplanan 'bürolar arası stratejik diyalog' top-
lantıları başlattılar. Bu forum İsrail'in Amerikan askerî teknolojisini Çin'e

43
İssa, Jamal, (2006), Almonathamat Alyahudia fi Amrika, Makka: Alnahawi Yayınevi s. 90.

69
satmasından dolayı ortaya çıkan gerilirn nedeniyle geçici olarak askıya alındıysa da
2005 yılının Kasım ayında yeniden başlatıldı. ABD İsrail'e 1973 Ekim Savaşı sı-
rasında ve 1976 Entebbe rehine kurtarma operasyonunda kullanılmak üzere uydu
resimleri sağlamış ve söylentilere göre, İsrail'in Afrika'daki istihbarat
operasyonlarının finansmanına yardımcı olmuştu. 1980'li yılların başlarında, ABD en
yakın NATO müttefiklerinden dahi sakındığı belli istihbarat bilgilerinden İsrail'in
faydalanmasına izin verdi. Özellikle, İsrail'in gelişmiş KH-11 istihbarat uydusundan
alınmış bilgilere sınırsız erişim imkânı tanındı (İsrail askerî istihbaratı başkanına
göre, buna sadece enformasyon değil, aynı zamanda fotoğraflar da dâhildi). Ancak
aynı kaynaklara İngiltere'nin bile erişimi daha kısıtlıydı. Bu verilere İsrail'in erişimi
1981 'deki Irak'ın Osirak Reaktörü’nün bombalanmasından sonra kısıtlanmış ancak
1991 Körfez Savaşı sırasında Başkan 'Baba' Bush tarafından Irak'ın Scud füzesi
saldırıları hakkında gerçek zamanlı uydu verilerinin transferine onay verilmiştir.44

Washington'un kitle imha silahlarının yayılmasına karşı geleneksel


muhalefetine rağmen, ABD, İsrail'in gizli kitle imha silahı programlarını ve bunlar
arasında özellikle 200 nükleer silahın biriktirilmesini görmezlikten gelerek bu
ülkenin bölgesel askerî üstünlüğünü muhafaza etmesini desteklemişti. Amerikan yö-
netimi onlarca ülkeyi 1968 Nükleer Silahların yayılmasını önleme anlaşması,
(NIT)'nı imzalamaya zorlarken, İsrail'in nükleer programını durdurması ve anlaşmayı
imzalaması için herhangi bir baskı yapmamıştır. ABD'nin İsrail'e sağladığı yardımın
en önemli özelliği yardım miktarının giderek artmış olmasıdır. Başkan Eisenhower
Süveyş Savaşı'ndan sonra yardımı askıya alma tehdidi yaptığında ciddiye
alınabiliyordu . Ancak o günler artık geride kalmıştır. 1960’1ı yılların ortasından bu
yana, İsrail Amerikalı yöneticilerin akıllıca bulmadığı ve Amerikan çıkarlarına aykırı
gördüğü davranışlarına rağmen, her zaman cömertçe destek gördü. İsrail Nükleer
Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nı imzalamadığı ve kitle imha silahlarını
geliştirmeye devam ettiği halde yardım görmeye devam ediyor. İsrail, İşgal Altındaki
Topraklar'da yerleşim birimi inşa ederken, ABD hükümeti bu politikaya muhalefet
etse bile, Amerikan yardımlarını almayı sürdürüyor. Yine İsrail, Golan Tepeleri ve
Kudüs gibi işgal ettiği toprakları kendi topraklarına katarken, Amerikan askerî
teknolojisini Çin gibi muhtemel düşmanlara verirken, Amerikan topraklarında ajanlık

44
Mostafa, Ahmad, (2008), Alwilayat Almotaheda we AlsharkAalawsat, Şam: Şam Yayınevi s. 60.

70
faaliyetleri sürdürürken ve Lübnan'da siviller üzerinde kullandığı parça tesirli
bombalar gibi Amerikan silahlarını Amerikan kanunlarına aykırı olarak kullanırken
yardımlar kesilmiyor. Bütün bunların üzerinde bazen barış yolunda taviz verdiği
zaman yardım miktarı artarken, barışı daha da zorlaştıran eylemlerde bulunduğunda
yardımda azalma olmuyor. İsrailli yöneticiler Amerikan başkanlarına verdikleri
sözlerden caydıklarında bile İsrail'in yardımı hazır bekliyor. Örneğin, Menachem
Begin Ronald Reagan'a 1981 yılında AWACS uçaklarının Suudi Arabistan'a satışına
karşı lobi yapmayacağına dair söz vermişti. Ancak Begin ardından Capitol Hill'e
çıktı ve Senato paneline bu anlaşmaya karşı olduğunu bildirdi.

Simon Peres’e göre, Amerika’nın kendi programlarını kabul etmemiz için


yaptığı baskıya gelince, şunu söylemeliyim ki bu sopa değil havuç yoluyla yapılan
bir baskıydı; her ne şeklide olursa olsun, Amerikalılar bizi asla yaptırımlarla tehdit
etmediler. Amerika'nın potansiyel ağırlığını kullanma çabaları önemli engellerle
karşılaştı ve zaten böyle bir yönteme İsrail'in eylemlerinden son derece rahatsız
olunduğu durumlarda bile nadiren başvuruldu. Başkan Gerald Ford ve Dışişleri
Bakanı Henry Kissinger 1975'de Mısır'la yürütülen geri çekilme müzakereleri
sırasında İsrail'in uzlaşmazlığından duydukları rahatsızlık sabır sınırlarını zorlayınca,
yardımları askıya alma ve Amerikan politikalarını gözden geçirme tehdidinde
bulunmuşlardı. Ancak daha sonra kendilerine AIPAC tarafından desteklenen ve 76
senatörün imzasını taşıyan bir mektup gönderildi ve Ford'un İsrail'in ekonomik ve
askerî ihtiyaçlarına karşı 'duyarlı' olması istendi. Amerikan yardımını kısıtlama
güçleri bu şekilde ellerinden alınınca, Ford ve Kissinger'ın elinde 'adım-adım
ilerleme' diplomasisinden ve İsrail'i ilave menfaatler sunarak tavize teşvik etmekten
başka bir seçenek kalmamıştı.

3.3.3. ABD’nin İsrail’e Diplomatik Koruma ve Savaş Desteği


ABD İsrail'e sürekli bir diplomatik destek sağlıyor. 1972 ve 2006 yılları
arasında Washington, İsrail'i eleştiren 42 BM Güvenlik Konseyi kararını veto etti. Bu
sayı aynı süre içinde diğer Güvenlik Konseyi mensuplarının kullandıkları bütün
vetolardan daha fazladır ve bu sürede kullanılan toplam Amerikan vetolarının ya-
rısını oluşturur.88 Aynı zamanda İsrail ile ilgili çok sayıda karar Amerikan vetosu
tehdidi yüzünden Güvenlik Konseyi'ne hiçbir zaman ulaşamamıştır. 2002 yılında

71
Amerikan BM Büyükelçisi John Negroponte, rivayet olunduğu üzere Güvenlik
Konseyi'nin kapalı bir oturumunda ABD'nin İsrail'i kınayan herhangi bir
kararnameyi aynı zamanda genel olarak terorizm ve özel olarak İslami Cihad, Hamas
ve el-Aksa Şehidler Tugayı'nı ismen kınamadıkça kesinlikle veto edeceğini
söylemiştir.45

Kissinger hatıratında şunları söylüyor: 'Eğer İsrail çok kesinbir zafer elde
etmiş olsaydı -ki biz bunu bekliyorduk- bütün Arapların nefretinin odak noktası biz
olacaktık. Sovyetler Birliği'nin bütün Arapların kurtarıcısı olarak algılanmasını
önlemek zorundaydık. Eğer beklenmeyen gerçekleşir ve İsrail zor duruma düşseydi,
İsrail'i kurtarmak için ne gerekiyorsa yapardık.

İsrail’e sağlanan askerî yardım artışına ilaveten, Amerika İsrail'e rnüteakip


barış konferansına hazırlanırken İsrail'le birlikte hareket etme sözü verdi ve
FKÖ’nün bundan sonraki her hangi bir barış görüşmesine katılımını bloke etme
hakkı tanıdı. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı başarısız işgalindan sonra Amerika İsrail’in
yardımına bir kez daha koştu. Güney Lübnan’da İsrail ile FKÖ arasında artan
çatışmalar devam ederken, İsrail eski Savunma Bakanı Ariel Şaron FKÖ'yü
Lübnan'dan çıkarmayı, Suriye'nin nüfuzunu kırmaya ve Lübnan Hristiyanları’nın
lideri Bashir Gemayel'i iktidara getirmeyi amaçlayan askerî bir harekât için
Amerika'nın onayını aldı. 1983 yılının Nisan ayında Amerikan sefaretini hedef alan
bir intihar saldırısı sonucunda 63 insan hayatını kaybetti. Ekim ayında ise bomba
dolu bir kamyonun dahil olduğu daha feci bir saldırı neticesinde 241 Amerikan deniz
piyadesi öldürüldü ve bu, ertesi yıl içinde Amerika’nın Lübnan'dan tamamen
çekilmesinin önünü açan olay oldu.

Orta Doğu ve Arap-İsrail mevzularında altı farklı dışişleri bakanına danış-


manlık yapmış olan ve Clinton yönetiminin barış çabaları açısından güçlü isimlerden
biri olan Aaron Dayid Miller başarısızlığa uğrayan müzakerelerin üzerinden uzun
yıllar geçtikten sonra, 2005 yılında şunu itiraf ediyordu: 'Biz İsrail’in avukatlığına
soyunmakta çok aşırıya gittik.46

45
Abo Khadra, Faisal, ( 2007), Tarih Alnofoth Alyahudi fi Amrika, Kahira: Alnahda Yayınevi, s. 90.
46
Yaser, Zaib, (1998), Alaibak Alsahioni Fi Alwilayat Almotaheda, Bairut: Nada Yayınevi, s. 127.

72
3.4.ABD-SURİYE İLİŞKİSİ VE YAHUDİ LOBİSİ
3.4.1. Suriye Amerika’ya Tehdit Olabilir Mi?

Suriye ne Amerika için, ne de İsrail için ciddi bir askerî tehdit teşkil ediyor.
Suriye'nin savunma bütçesi İsrail'inkinin beşte birinden daha az. Eğer iki ülke
arasında bir çatışma sözkonusu olsa Suriye kara ve hava kuvvetleri IDF karşısında
fazla dayanamaz. IDF 1982 Lübnan işgali sırasında Suriye’nin güçlerini imha etmede
fazla zorluk çekmemişti. O açıdan İsrail ile Suriye arasındaki bir savaş çok dengesiz
bir karşılaşma olacaktır. Bu nedenle Suriye liderleri İsrail'i kışkırtmamak için
ellerinden geleni yapıyorlar. Suriye'nin problem çıkarma yeteneği daha ziyade başta
Hizbullah olmak üzere, Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlere verdiği destekten
kaynaklanıyor, ayrıca Suriye Arnerika’ya karşı ciddi bir tehdit değildir ve dünyanın
en güçlü devletiyle çatışmaya girmeye de hevesli değildir. Bush Yönetimi yetkilisi
ve Batı'daki en önemli Suriye uzmanlardan biri olan Flynt Leverett şu görüşü ifade
ediyor: 'Beşar Amerika'yla iyi ilişkiler kurma yönündeki arzusunu defalarca ifade
etmiştir. Bu arzu babası Hafız'ın çizgisiyle ve aynı zamanda gerçekçi bir yaklaşımla
Suriye'nin stratejik ihtiyaçlarıyla uyum halindedir. Leverett ayrıca Esad'ın uzun
vadeli iç reform isteği için de bu ilişkilerin düzelmesinin önemine vurgu
yapmaktadır. Suriye l9 milyondan daha az nüfusu olan, askerî harcamalan Amerikan
savunma bütçesinin 1/300'ü kadar olan bir ülkedir. İsrail'in eski Arnerikan
büyükelçisi Itamar Rabinovich Seymour Hersh’e verdiği bir demetçe, Suriye'nin
istihbarat alanındaki üstünlüğünü dikkate alınca, Suriyelilerin 11 Eylül saldı-
rılarından daha önceden haberdar olup da Amerika'yı uyarmadığı yolunda şüpheleri
olduğunu söylüyordu.51 Bu suçlamaların herhangi bir dayanağı yoktu, ancak bu
suçlamalar İsraillilerin ABD'nin bir Arap rejimiyle arasını bozmak için ellerinden
geleni yaptıklarını göstermektedir.47

3.4.2. 11. Eylül’den Sonra Yahudi Lobisi ve Suriye


Lobiye mensup bazı önemli şahısların İkiz Kulelerin vurulmasından çok daha
önce gözlerini Suriye'ye çevirdikleri görülmekteydi. Şam 1996'da bir grup yeni-
muhafazakârın göreve başlayan Başbakan Netanyahu için yazdıkları 'Clean Break'
başlıklı raporda temel hedefler arasındaydı. Aynı şekilde, Daniel Pipes ve Amerikan

47
Loka, Nazmi, ( 2009), Alentekhabat Almrikia, Şam: lforat Yayınevi s. 129.

73
Hür Lübnan Komitesi (U.S. Committee for a Free Lebanon-USCI-L)'nden Ziyad
Abdunnur'un da ortaklaşa yazdıkları Mayıs 2000 tarihli bir raporda, Amerika'ya
Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesini, kitle imha silahlarından vazgeçmesini ve teröre
destek vermeyi bırakmasını sağlamak maksadıyla askeri gücünü kullanması çağrısı
yapıyordu. Bu öneri de diğerleri gibi Clinton döneminde Washington'da fazla rağbet
bulmadı. Ayrıca İsrail bu sıralarda Suriye ile barış müzakerelerini sürdürüyordu. Bu
sertlik yanlılarının yanı sıra, lobideki birçok grup Clinton'ın Suriye'ye yönelik
politikalarına karşı çıkma konusunda fazla istekli değildi. Zira Başkan'ın yaklaşımı
İsrail'in yaklaşımıyla örtüşüyordu. Ancak Şaron 2001'de iktidara gelince, İsrail'in
Suriye hakkındaki düşüncesi tamamen değişti. Bu değişime tepki olarak, lobiye
mensup bir dizi grup Şam'a karşı daha saldırgan bir politika izlemeye başladılar.

2002 İlkbaharı’nda Irak temel sorun olarak ortaya çıkınca AIPAC resmen
Suriye'yi de 'şer üçlüsü' içine dâhil edecek bir önerinin Kongre'den geçmesi için
çalışmaya başladı. Bunun üzerine Kongre üyesi Engel, Suriye Sorumluluk Yasası
Tasarısı’nı Kongre'ye sundu.56 Bu tasarı Suriye'nin Lübnan'dan geri çekilmediği,
kitle imha silahlarından ve terörizme destek vermediği sürece ekonomik
yaptırımlarla cezalandırılmasını öneriyordu.57 Bu tasarı ayrıca Suriye ve Lübnan'a
İsrail'le barış anlaşması yapması için adım atma çağrısı yapıyordu. Yahudi Telgraf
Ajansı (Jewish Telegraphic Agency-JTA)'na göre bu tasarı 'İsrail'in Kongre'deki
dostları tarafından' metne alınmıştı ve lobiye mensup gruplar, özellikle AIPAC
tarafından kuvvetle desteklendi. JTA'ya göre, yönetimdeki en sıkı İsrail yandaşı
Elliott Abrams Olmert'in bürosuyla sürekli olarak irtibat halindeydi. Nisan 2003'de
Bağdat işgal edildikten kısa süre sonra lobi Suriye aleyhtarı kampanyasına hız verdi.
Irak'ta o zaman göründüğü kadarıyla elde edilen kesin zafer İsrail yandaşlarını
cesaretlendirmişti. Artık Suriye rejiminin davranışını değiştirmesini değil, rejimin
kendisini değiştirmek istiyorlardı. Paul Wottowıtz 'Suriye'de bir rejim değişikliği
olmak zorundadır derken, Richard Perle de bir gazeteciye yaptığı açıklamada daha
kesin konuşuyordu: '(Orta Doğu'daki diğer düşman rejimlere verilecek kısa bir
mesajımız var, iki kelimelik bir mesaj: sıra sizde). Suriye'ye karşı ileri sürülen bu
suçlamalar son derece ilginç bir şekilde daha önce Saddam'a karşı ileri sürülenlerin
aynısıydı. National Revieuı Online'da yazan muhafazakâr yorumcu Jed Babbin'e
göre, Esad'ın ordusu kağıttan bir kaplan olsa bile kendisi 'son derece tehlikeli bir

74
adam'dı. Babbin'in İsrailli bir kaynağı atıfla söylediğine göre, 'İsrail ordusu ve
istihbarat camiası Esad'ın herhangi bir akıllı devlet adamının üstlenmeyeceği riskleri
üstelenebilecek tıynette bir lider olduğundan' ve 'Esad'ın bu tahmin edilemezliği onu
tehlikeli biri haline getirdiğinden' emindi. ABD'nin Fas eski Büyükelçisi Marc
Ginsber de 'Suriye'nin kitle imha silahlan üretimine ve füze bataryaları ve roketlerine'
dikkat çekiyordu. İsrailli temsilciler gibi İsrail'in Amerikalı yandaşları da Suriye'nin
Saddam'ın kitle imha silahlarını sakladığını iddia etmeye başladılar. Kongre üyesi
Engel, 'Irak'ta bulamadığımız kitle imha silahlarının Suriye'de olması beni hiç
şaşırtmaz' şeklinde beyanat veriyordu.48

Engel 12 Nisan'da Suriye Sorumluluk Yasası 'nı Kongre'ye yeniden teklif etti.
Üç gün sonra da Richard Ferle Kongre'nin bu tasarıyı onaylamasını istedi. Ancak
Bush Yönetimi hâlâ yasa için fazla heyecanlı değildi ve geçmesini yine engelledi.
Ağustos ayı ortasında Engel ve bir grup politikacı, New York'taki Yahudi cemaat
liderleriyle birlikte Ariel Şaron'la Kudüs'teki bürosunda bir araya gelerek bir buçuk
saat görüştüler. İsrailli lider ziyaretçilerine ABD'nin Suriye üzerinde yeterli baskı
kurmadığından yakındı, ancak Engel'e Suriye Sorumluluk Yasası'nı desteklediği için
teşekkür etti. Şaron bu yasanın Kongre'den geçmesi için çabalara devam edilmesini
istedi. Ertesi ay, hükümetin Suriye manevralarından bıktığını söyleyen Engel tasarıyı
yeniden gündeme getirmeye başladı. AIPAC'ın tam desteğiyle, Engel Kongre'de oy
toplamaya başladı. Bush artık lobiden gelen tam baskı karşısında Kongre'yi
engellemeyi başaramayacağını anladı ve bu Suriye karşıtı tasarı Meclis'te 4'e karşı
398, Senato'da ise 4'e karşı 89 gibi ezici bir oy çokluğuyla kabul edildi. Bush yasayı
onayladı ve yasa 12 Aralık 2003'de yürürlüğe girdi.

3.5.ABD-IRAK İLİŞKİLERİ VE YAHUDİ LOBİSİ


3.5.1. İsrail ve Irak Savaşı
İsrail her zaman Irak'ın düşmanı oldu. Ancak Fransa, Saddam'a nükleer
reaktör satmayı kabul ettiği 1970'li yılların ortasında İsrail'in Irak hakkındaki
endişeleri arttı. Tehdide karşılık veren İsrail 1981'de Irak'ın Osirak Reaktörü’nü
bombaladı. Bu saldırıya rağmen, Irak birbirinden farklı ve gizli mekânlarda nükleer
programı üzerinde çalışmayı sürdürdü. Bu durum İsrail'in neden 1991'deki Körfez

48
İssa, Jamal, (2006), Almonathamat Alyahudia fi Amrika, Makka: Alnahawi Yayınevi, s. 113.

75
Savaşı'na destek verdiğini açıklıyor. İsrail'in temel amacı Irak askerlerini Kuveyt'ten
çıkarmak değil Saddam'ı devirmek ve özellikle Irak'ın nükleer programını ortadan
kaldırmaktı. 26 Şubat 2001 tarihli Haaretz Gazetesi’nin bildirdiğine göre, 'Şaron,
Saddam Hüseyin rejiminin maceraperest ve sorumsuz davranışları nedeniyle Irak'ın,
bölgesel istikrar için İran'dan daha ciddi bir tehdit oluşturduğuna inanıyordu. 2002
başında Bush Yönetimi’nin Irak'a karşı savaşı ciddi olarak düşündüğü ortaya
çıktığında, bazı İsrailli yöneticiler Amerikan yetkililerine İran'ın daha büyük tehdit
olduğunu düşündüklerini söylediler, Yahudi Lobisi de ABD'deki destekçilerini bu
işgale karşı harekete geçirmeye çalışmadı. Tam aksine, İsrailli liderler eğer Amerika
Saddam'a kilitlenirse İran tehdidini görmezden gelebileceğinden korkuyorlardı.
Ancak İsrail savaş kararı almadan önce, Bush yönetimine ve Amerikan halkına bu
savaş fikrinin aşılanması için yeni-muhafazakârlarla ortak çalıştı. Gerçekte İsrailli
yöneticiler savaşın başlamasına aylar kalmışken, Başkan Bush'un savaş
düşüncesinden vazgeçebileceğinden korkuyorlardı ve Bush'un bu düşüncesinde
ısrarcı olması için gayret sarfettiler. İsrail eski Başbakanı Benyamin Netanyahu
Nisan ayı ortasında Washington'u ziyaret etti ve burada Amerikan senatörleriyle,
Washington Post Gazetesi yöneticileriyle ve diğer bazı kişilerle görüşmeler yaparak,
onları Saddam'ın çantaya konarak Amerikan halkına karşı da kullanılabilecek
nükleer silahlar geliştirmekte olduğu yönünde uyardı. Mayıs ayı ortasında İsrail eski
Başbakanı ve eski Dışişleri Bakanı Şimon Peres, CNN'de 'Saddam Hüseyin'in Bin
Ladin kadar tehlikeli' olduğunu ve Saddam nükleer silahlarını geliştirirken ABD'nin
'oturup bekleyemeyeceğini' söyledi. Peres'e göre şimdi Irak liderini devirmenin tam
zamanıydı. Bir ay sonra da yine İsrail eski Başbakanlarından Ehud Barak
Washington Post'a yazdığı yorum yazısında Bush yönetiminin 'öncelikle Irak'a
yoğunlaşıp Saddam Hüseyin'i ortadan kaldırması gerektiğini, Saddam'ın gitmesiyle
Arap dünyasının farklı olacağını' söyledi. Şaron, Bush Hükümeti’ne operasyonu
geciktirmenin gelecekte hareket etmek için daha uygun ortamı doğurmayacağını
söyledi. Ra'anan Gissen'e göre, saldırıyı geciktirmek, 'ona kitle imha silahı
programını hızlandırmak için daha fazla fırsat verecekti'. Gissen saldırıyı ertelemenin
çok büyük yanlış olacağını, bunun Saddam'ın kendisini daha iyi silahlandırmasına
zemin oluşturacağını iddia etti. Ha'aretz de 'Saddam'ın geçen hatta, Irak Atom
Enerjisi Komisvonu'na işleri hızlandırma emri verdiğini' yazıyordu. İsrail Irak'ı kitle
imha silahları hakkındaki bu panik haberlerini Washington'a geçerken Şaron, İsrail

76
ve ABD arasındaki stratejik işbirliğinin daha önce görülmemiş boyutlara ulaştığını
beyan ediyordu. İsrail'in Bush Yönetimi’ne verdiği istihbaratın çoğunlukla yanlış
olduğunu gösteren raporlar yayınladılar. İsrailli emekli bir generalin söylediği gibi,
'Amerikan ve İngiliz istihbaratı tarafından Irak'ın sahip olduğu nükleer güce dair
resmin çiziminde İsrail istihbaratının payı çok büyüktü. Elbette İsrail kendi hesabına
başka bir ülkeye riskli ve masraflı iş yaptırmaya çalışan ilk ülke degildi. ABD'nin
bölgesel rakiplerini imha etmesini bu kadar çok arzuladıkları bir zamanda İsrailli
yöneticiler, Başkan Bush'un 2002 yılının Eylül ayında BM Güvenlik Konseyi'nden
savaş için izin çıkarmak istemesi ve yine Saddam'ın BM Müfettişleri’nin Irak'a tekrar
girmelerine izin vermesi üzerine oldukça tedirgin oldular. Bu gelişmeler savaş
ihtimalini azaltabilirdi.49

Dışişleri Bakanı Peres gazetecilere, 'Saddam Hüseyin'e karşı savaş bir zo-
runluluktur. Teftişler ve müfettişler sadece düzgün insanlar üzerinde etkili olabilir.
Ancak sahtekarlar teftiş ve müfettişleri kolaylıkla altedebilirler. Eylül ayı sonunda
Moskova'yı ziyaret eden Şaron da teftişlerin devamı için bastıran Rusya Cumhur-
başkanı Vladimir Putin'e teftiş için artık çok geç olduğunu söyledi. BM
diplomasisine karşı mücadele eden İsrailliler Saddam'ı Adolf Hitler benzetmesiyle
bir canavar olarak resmetmeye çalıştılar. Onlara göre, eğer Batı Irak'a karşı gelmezse
bu 1930'larda Nazi Almanyası ile ilgili yapılan yanlışın bir tekrarı olacaktı. Meşhur
İsrailli akademisyen Schlomo Avineri Los Angeles Times Gazetesi’ndeki yorumunda
'1930'larda Almanya'ya karşı uygulanan yatıştırma taktiğini kınayan herkes şimdi
Irak'a karşı harekete geçmemenin bir gün aynı şekilde algılanacağını iyi düşünmeli-
dirler. Yani, Irak'ın işgaline karşı çıkan ve İsrail'i Filistinlilerle müzakereye zorlayan
herkes gelecek nesiller tarafından tıpkı, Neville Chamberlain'in bugün görüldüğü gibi
değerlendirileceklerdi. Jerusalem Post Gazetesi özellikle sertlik yanlısıydı; gazete sık
sık savaştan yana olan başyazılar ve yorumlar yayınlarken savaşı eleştiren yorumlara
nadiren yer verdi. İsrail eski Başbakanı Ehud Barak 2002 yılının Eylül ayı
başlarında Neıv York Times'a yazdığı bir yorum yazısında 'Saddam Hüseyin'in
nükleer silah programından dolayı acilen görevden uzaklaştırılması gerektiğini'
belirtti. Onun halefi Benyamin Netanyahu da iki hafta sonra Wall Street Journal'da

49
Begen, Yushe, (1997), İsrail Walemin Telaviv: Telaviv Yayınları, s.234.

77
'Saddam'ın Devrilmesinin Nedenleri' başlıklı bir makale yayınlayarak, bir an önce
nükleer silahlara ulaşmak için can atan Saddam rejiminin acilen devrilmesi
gerektiğini ileri sürdü ve Saddam'a karşı bir savaşın desteklenmesinin İsraillilerin ço-
ğunluğunun görüşlerini yansıttığını iddia etti. İsrail Hükümeti’nin savaş heyecanı
savaşın başlamasına aylar kala hala dinmemişti. Örneğin, 17 Şubat 2003 tarihli
Ha'aretz Heyecanlı İsrail Ordusu Irak'ta Savaşı Bekliyor' başklıklı bir haberde, İsrail
'askerî ve siyasî liderlerinin Irak'taki savaş için yanıp tutuştuklarını' bildiriyordu.
Bundan on gün kadar sonra James Bennet Neıv York Times'ta 'İsrail Irak'taki Savaşın
Bölgeye Faydalı Olacağına İnanıyor' başlıklı bir haber yayınladı. 7 Mart 2003 tarihli
Forıvard Dergisi’nde yayınlanan 'ABD Irak Savaşı'ndaki Gecikmelerle Baş Ederken
İsrail Heyecan İçinde' başlıklı bir yazı da İsrailli liderlerin savaşın bir önce
başlamasını arzu ettiklerini belirtiyordu. İsrail'in aşırı savaş heyecanı ABD'deki bazı
İsrail yandaşlarını savaşın İsrail için yapıldığı izlenimi uyandıracak diye kaygılan-
dırmış, İsrail'e söylemini yumuşatma çağrısında bulunmaya sevketmişti. Örneğin,
2002 yılının sonbaharında İsrail Projesi olarak bilinen bir Amerikalı siyasî danışman
grubu ileri gelen İsrailli ve ABD'deki İsrail yanlısı liderlere 6 sayfalık bir memoran-
dum sundu. 'Irak Hakkında Konuşmak' başlığını taşıyan bu memorandum, savaş
hakkındaki beyanatların nasıl olması gerektiği hakkında öneriler içeriyordu: 'Eğer
amacınız rejim değişikliği ise, kullandığınız dile çok dikkat etmek zorundasınız.
Amerikalıların bu savaşın Amerika'yı değil de İsrail'i korumak için çıkarıldığına
inanmalarını istemezsiniz.

3.5.2. Yahudi Lobisi ve Irak Savaşı


Irak Savaşı'nın arkasındaki itici güç, uzun süreden beri Amerikan gücünün
dünyanın önemli bölgelerini yeniden şekillendirmek için kullanılmasını savunan
yeni-muhafazakar ideolojiye mensup küçük bir gruptu. Bu grup Saddam'ın
devrilmesini 1990'lı yıllardan bu yana arzu etmekteydi ve bu adımın hem Amerika,
hem de İsrail için faydalı olacağına inanıyorlardı. Bu grup Bush Hükümeti’nin
içinde yer alan Paul Wolfowitz ve Douglas Feith gibi Pentagon'un iki ve üç numaralı
sivil yetkililerini barındırıyordu. Yeni-muhafazakâr isimlerin birçoğunun en üst
düzey makamlara atanması İsrailliler ve Amerikalı müttefikleri tarafından çok
olumlu bir gelişme olarak görüldü. Wolfowitz Ocak 2001'de Savunma Bakan
Yardımcısı olarak atandığı zaman Jerusalem Post Gazetesi 'Yahudiler ve İsrail

78
yanlısı gruplar şimdi sevinçten uçuyorlar' diye yazmıştı. 2002 yılının İlkbahar
döneminde Forvard Dergisi de Wolfowitz'in 'yönetimdeki en sert İsrail yanlısı ses
olarak bilindiğini' ifade etti ve daha sonra onu 'Yahudi aktivizmini bilinçli olarak
destekleyen' 50 şahsiyet arasında saydı. Tam da bu sırada JINSA Wolfowitz'i, İsrail
ile Amerika arasındaki güçlü dostluğa katkıları nedeniyle Henry M. Lackson Üstün
Hizmet Ödülü'ne layık gördü. Jerusalem Post Gazetesi 'çok sadık bir İsrail dostu'
olarak tasvir ettiği Wolfowitz'i 2003 yılında 'yılın adamı' ilan etti. Feith'in savaş
kararının savunulmasındaki payı da onun İsrail'e olan kadim sadakati ve oradaki
radikal gruplara yakınlığı bağlamında anlaşılmalıdır, Feith JINSA ve ZOA gibi
önemli teşkilatlara yakınlığıyla biliniyor. 1990'lı yıllarda İşgal Altındaki
Topraklar'daki yerleşim birimlerini savunan ve İsrail'in bu topraklardan geri
çekilmemesini tavsiye eden yazılar yazdı. Daha da önemlisi Dördüncü Bölüm'de
belirtildiği üzere Feith, Perle ve Wurmser'le birlikte Haziran 1996'da 'Clean Break'
adlı raporu kaleme aldı. Göreve başlamak üzere olan Başbakan Benyamin Netanyahu
için sağcı bir İsrail araştırma kuruluşu bünyesinde yazılan bu rapor, diğer konuların
arasında Netanyahu'ya 'önemli bir İsrail stratejik hedefi olarak gösterdiği Saddam
Hüseyin'in Irak'ta görevden uzaklaştırılmasına çalışmasını' tavsiye ediyordu. George
Packer George Packer'ın The Assassin's Gate adlı kitabında belirttiği gibi, savaş
kararını desteklerken 'Feith ve Wurmser için İsrail'in güvenliği belki de en önemli
hedefti. John Bolton ve Scooter Libby de İsrail'in sağlam destekçilerindendi.
ABD'nin BM Büyükelçisi, olarak Bolton İsrail'in çıkarlarını ısrarla ve heyecanla
destekledi. Öyle ki Mayıs 2006'da İsrail'in BM Büyükelçisi esprili bir şekilde
Bolton'u 'Birleşmiş Milletler'deki İsrail ekibinin gizli bir mensubu' olarak
nitelendirmişti. İsrail Büyükelçisi devamla, 'Gizleyecek bir şey yok. Biz aslında beş
diplomat değiliz. Biz burada John Bolton da dâhil olmak üzere en az altı kişiyiz'
yorumunu yapıyordu. 2006 yılında Bolton'un yeniden atanması tartışıldığında İsrail
yanlısı gruplar Bolton'un tarafında yer aldılar. 50

l.ibby 2005 sonbaharında Beyaz Saray'ı terk ettiğinde Forıuard Dergisi onun
hakkında şu yorumu yapıyordu: 'İsrailli yetkililer Libby'i sevmişlerdi. Onu İsrail'i
ilgilendiren konularla alakadar, İsrail davasına sempatik ve kolayca erişilebilir bir

50
Nouh Fildman, (2007), Bimatha Nodin lelirak, Bairut: Alhoria Yayınevi, s. 97.

79
bağlantı olarak gördüler. Irak'a karşı savaş için kampanya yapan lobi sadece yeni-
mu-hafazakârlardan oluşmuyordu. Belli başlı İsrail yanlısı teşkilatların liderleri de bu
savaşa desteklerini ifade ettiler. Elbette yeni-muhafazakârların bu teşkilatlarla da
yakın ilişkileri bulunuyordu. Savaşı pazarlama kampanyasının olanca hızıyla devam
ettiği 2002 yılının Eylül ayı ortalarında Michelle Goldberg'in Salon Dergisi’nde ifade
ettiği gibi, merkezî Yahudi teşkilat ve liderleri ABD'nin Bağdat'ı işgalinin en sıkı
destekçileri arasındaydı. Aynı husus Bağdat'ın işgalinden sonra, Forıvard Dergisi’nin
başyazısında da vurgulanıyordu: 'Başkan Bush savaşı pazarlamaya çalışırken
ABD'nin en önemli Yahudi teşkilatları onun yardımına koştular. Yahudi cemaati
önderleri Saddam Hüseyin'in ve kitle imha silahlarının yok edilmesinin ne kadar
önemli olduğunu vurgulayan beyanat üzerine beyanat verdiler. Bazıları, Irak liderinin
görevden uzaklaştırılmasının Orta Doğu'ya barış getirme ve ABD'nin terörle
mücadeleyi kazanması yolunda çok önemli bir adım olduğunu bile ileri sürdüler.
Heyecanlı savaş yanlıları arasında Amerika Yahudi Kongresi başkanı Jack Rosen ve
Reform Yahudiliği Dini Faaliyet Merkezi başkanı David Saperstein de bulunuyordu.
Liberal siyasî görüşleriyle tanınan ve hakkında Washington Post Gazetesi’nin
Kongre'deki en önemli dini lobici diye bahsettiği Saperstein Eylül 2002'de yaptığı bir
açıklamada, ‘Yahudi Cemaati Saddam Hüseyin'in teşkil ettiği tehdidin ortadan
kaldırılmasını savunmaktadır’ görüşünü ifade etmişti.71 New York bölgesinde etkili
bir gazete olan Jeıvish Weekde savaşı desteklemekteydi. Gazetenin yönetmeni ve
yayıncısı Gary Rosenblatt Aralık 2002'deki bir köşe yazısında Washington'un
Saddam Hüseyin'e karşı savaş ilan etmesi özellikle İsrail'e karşı korkunç bir tehdit
oluşturan bir zalimden bütün dünyayı kurtarmak için iyi bir fırsattır. Bir despot
şeytani niyetlerini ilan ediyorsa, ona inanın. Bu bizim Hitler ve Soykırım'dan
çıkarmamız gereken bir derstir. Ayrıca Tevrat da düşmanınız sizi öldürmeye
niyetleniyorsa, önce siz onu öldürün buyuruyor. Nefs-i müdafaa sadece izin verilen
değil aynı zamanda emrolunan bir şeydir. AIPAC ve ADL gibi teşkilatlar da savaşı
desteklediler, ancak onlar bunu çok daha az şamatalı bir şekilde yaptılar.

AIPAC, ABD'nin Irak'taki mevcudiyetinin çok sağlam bir destekçisi oldu.


2003 Sonbahar’ında Bush Yönetimi Senato'daki Demokratlardan savaş için daha
fazla para alma konusunda sıkıntı yaşayınca, Senato'daki Cumhuriyetçiler AIPAC'a
başvurarak yardım talebini desteklemeleri için Demokratlardan ricacı olmasını

80
istediler. AIPAC temsilcileri bazı Demokrat Senatörlere başvurarak parayı
onaylattılar. Mayıs 2004'de Bush AIPAC'ta Irak politikalarını savunan bir konuşma
yaptı. Konuşma boyunca dinleyiciler Bush'u tam 23 kez ayakta alkışladılar.
Amerikan kamuoyunun Irak Savaşı aleyhine döndüğü bir sırada, 2007 AIPAC
konferansında ise Başkan Yardımcısı Cheney Irak'taki mevcut politikanın devamını
savundu. Jerusalem Post"tan David Horovitz'e göre Cheney de yoğun bir alkış
almıştı. Meclis azınlık lideri John Boehner burada yaptığı konuşmasında sarfettiği
‘Irak'ta başarısız olmanın İsrail Devleti’ne doğrudan bir tehdit oluşturduğuna kim
inanmıyor? Irak'ta başarısızlık Amerika için düşünülmeyecek kadar feci neticeler
doğuracaktır' sözlerini dinleyiciler ayağa kalkıp alkışladılar. Buna karşılık, meclis
sözcüsü Nancy Pelosi, Bush Yönetimi’nin 'asker artırma' stratejisini eleştirdiğinde
dinleyiciler onu yuhaladılar. Lobiye mensup teşkilatlarla Amerikan Yahudi azınlığı
arasındaki bu görüş farklılığı özel olarak vurgulanması gereken önemli bir hususa
işaret ediyor. Her ne kadar İsrailli liderler, yeni-muhafazakârlar ve İsrail Lobisi
ABD'nin Irak'ı işgalini arzu etmişlerse de Amerikan Yahudi cemaati farklı
düşünüyordu. Columbia Üniversitesi'nde gazetecilik profesörü Samuel Freedman'ın
belirttiği gibi, PEW Araştırma Merkezi'nce düzenlenen kamuoyu araştırmalarına
göre, Yahudilerin %52'si Irak savaşını desteklemişken bu oran genel halk arasında
%62 düzeyindeydi.84 Bu nedenle Irak savaşını 'Yahudi etkisi'ne bağlamak ya da
savaştan dolayı 'Yahudileri suçlamak' çok ciddi bir yanlış olacaktır. Savaş büyük
oranda İsrail Lobisi’nin ve bu lobi içindeki yeni-muhafazakâr kanadın katkısıyla
gerçekleşmiştir.51

3.5.3. Irak Savaşı ve Yanlış Bilgiler


Özel Planlar Bürosu (Office of Special Plans-OSP), Irak'a karşı savaşı
pazarlamada kullanılabilecek delil bulma konusunda görevlendirildi. Büronun
başında Wolfowitz'in eski bir dostu ve yine bir yeni-muhafazakar olan Abram
Shulsky bulunuyordu. Büronun görevlileri arasında da AEI'den Michael Rubin,
WINEP'den David Schenker ve üniversiteden mezun olduğundan beri Başbakan
Şimon Peres'in emrinde çalışan Michael Makovsky gibi İsrail yanlısı şahıslar
bulunuyordu. OSP'nin başlıca istihbarat kaynağı Çelebi ve sürgünde yaşayan diğer
Iraklılardı. Büro aynı zamanda İsrail kaynaklarına da yakındı. İngiliz Guardian

51
Kösebalaban , (2009) a.g.k., s. 280.

81
Gazetesi’ne göre, OSP İsrail'de Ariel Şaron'un bürosunda Mossad'ı bypass edecek,
paralel fiili bir istihbarat operasyonu yönetiyor ve Bush Yönetimi’ne Saddam'ın Irak'ı
hakkında Mossad'ın kabul edebileceğinden çok daha panik havası estirecek raporlar
sunuyordu. Pentagon'un genel müfettişi Şubat 2007'de OSP'nin faaliyetlerinden
rahatsızlık beyan eden bir rapor yayınladı. Raporda, 'alternatif istihbarat
değerlendirmeleri bize göre uygun değildir. Bu değerlendirmeler İstihbarat
camiasındaki görüş birliğiyle uyumsuz istihbarat üretimi yapmaktadır.' deniliyordu.
Lobinin desteğine karşılık Çelebi de iktidara geldikten sonra İsrail'le iyi geçineceğine
dair söz verdi. Eeith'in eski ortağı olan L. Marc Zell de Çelebi'nin iktidarı döneminde
Musul-Hayfa boru haltını yeniden inşa edeceğine dair vaadde bulunduğunu aktarı-
yor. Bütün bunlar İsrail yanlısı rejim değişikliği destekçilerinin duymak istediği
sözlerdi ve karşılığında Çelebi'ye desteklerini sundular. Gazeteci Matthew Berger bu
pazarlığın maksadını Los Angeles merkezli Jeıvish Journal Gazetesi’nde ortaya
koyuyor: 'IUK, İsrail'le ilişkileri Washington ve Kudüs'teki Yahudi nüfuzundan
yararlanmanın bir yolu olarak görüyordu. Yahudi gruplar ise İsrail ve Irak arasındaki
ilişkilerin düzelmesi için İUK'nın Yeni-muhafazakârlar ve müttefikleri elbette bir
boşlukta hareket etmiyorlardı ve Amerika'yı savaşa tek başlarına sürüklemediler.
Daha önce de vurgulandığı gibi, şayet Başkan Bush ve Başkan Yardımcısı Cheney'i
daha radikal bir dış politika çizgisine zorlayan 11 Eylül olayları vuku bulmasaydı
savaş hiç çıkmayabilirdi. Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz gibi yeni-mu-
hafazakârlar 1998'den bu yana Irak'ta rejim değişikliği için mücadele veriyorlardı ve
bu olayların ardından, ortada bir delil olmamasına rağmen, Saddam Hüseyin'i 11
Eylül'le irtibatlandırmakta ve Saddam rejiminin devrilmesini teröre karşı mücadele
için hayati bir adım olarak sunmakta gecikmediler. Savaş için İsrail Lobisi’nin
faaliyetleri zorunlu ancak yeterli bir neden değildi.

Richard Perle George Packer'a, Irak savaşının kararlaştırılmasında yeni-


muhafazakarların payının ne olduğunu şu ifadelerle açıklıyordu: 'Eğer Bush,
yönetime Brent Scowcroft ve Jim Baker gibi kişileri almış olsaydı herşey farklı
olabilirdi. Zira bu kişiler halen görevde bulunan kişilerin yönetime taşıdıkları fikirleri
benimsemiyor olacaklardı.'139 Neuı York Times köşeyazarı Thomas L. Friedman da
Mayıs 2003'de Ha'aretz Gazetesi’nden Ari Shavit'e benzer bir görüşü ifade ediyordu:
'Bu savaşı yeni-muhafazakarlar istediler. Bu savaşı yeni-muhafazakarlar pazarladılar.

82
Ben size (Washington DC'deki bu bürodan sadece beş blok uzaklıktaki bir alanda
yaşayan) 25 isim verebilirim ki, onları bir buçuk yıl önce ıssız bir adaya sürmüş
olsaydınız bugün Irak savaşı olmazdı.' Neticede Irak Savaşı'nın şahıslar, fikirler ve
şartlardan oluşan bir bileşkenin sonucu olduğunu düşünsek bile Perle ve Friedman'ın
gözlemleri tamamen doğrudur.

3.5.4. Yeni Orta Doğu Planı ve Yahudi Lobisi’nin Rolü


2002 yılına gelindiğinde yeni-muhafazakarlar, ABD'nin Orta Doğu'yu
demokratikleştireceği ve hem Amerika hem de İsrail için daha demokratik bir bölge
inşa edeceği düşüncesiyle iyice irtibatlı hale gelmişlerdi. Onları bu noktaya getiren,
Soğuk Savaş sonrası Amerikan Dış Politikası’ndan hoşnut olmadıkları 1990'lı
yıllarda savundukları görüşler oldu. Sadece yeni-muhafazakarlar değil bütün İsrail
yanlısı gruplar İsrail'in güvenliğini sağlamak için Orta Doğu'da Amerikan askerî
mevcudiyetini savunuyorlardı. Bu bölgede çok sayıda Amerikan askerinin kalıcı
olarak konuşlandırılması bu çevrelerin arzu ettikleri bir şeydi. Ancak, Soğuk Savaş
boyunca bu konudaki başarıları sınırlı oldu. Zira, ABD bölgede harici bir denge
unsuru olarak hareket etmeyi tercih ediyordu. RDF gibi Orta Doğu maksatlı olarak
hazır tutulan Amerikan kuvvetlerinin çoğu bölgenin ve tehlikeli alanın dışında
tutuluyordu. Washington bölgedeki yerel unsurları birbirlerine karşı kullanarak kendi
lehine bir güç dengesini muhafaza edebilmişti. Reagan Yönetimi’nin 1980-1988
İran-Irak Savaşı sırasında devrimci İran'a karşı Saddam'ı destekleme kararı bu amaç
doğrultusunda alınmıştı. Clinton Yönetimi’nin 'çifte kuşatma' stratejisini
benimsemesiyle değişikliğe uğradı. ABD'nin bu yeni stratejisi; İran ve Irak'ı birbirine
karşı denge unsuru olarak kullanmak yerine, bölgede ciddi miktarda Amerikan askerî
gücü bulundurarak her iki devleti birden kuşatmayı amaçlıyordu. Bu stratejinin fikir
babası, onu ilk defa Mayıs 1993'de WINEP'de ortaya atan ve daha sonra da Ulusal
Güvenlik Konseyi'nde Yakın Doğu ve Güney Asya Çalışmaları masası direktörü
olarak bu stratejiyi uygulayan Martin Indyk'di.156 Indyk'in Brookings Enstitüsü'nden
arkadaşı Kenneth Pollack'ın gözlemlediği üzere, çifte kuşatma daha çok 'İsrail'in
güvenlik kaygılarına' bir cevap olarak düşünülmüştü. İsrail Clinton Yönetimi’ne,
ancak İran'dan gelen tehdide karşı kendisini güvende hissederse, barış sürecinde
mesafe almaya hazır olduğu mesajını vermişti. 1990'ların ortasına gelindiğinde çifte
kuşatma stratejisi hedef tahtasına konmaya başlanmıştı. Şimdi ABD birbirine

83
düşman iki ülkenin ortak düşmanı haline gelmiş, her ikisine karşı önlem alma
zorunluluğu ABD'ye ilave yükler bindirmeye başlamıştı. AIPAC ve lobiye mensup
diğer gruplar sadece bu yeni politikayı kurtarmakla kalmamışlar, aynı zamanda
Kongre ve Clinton'ı daha da sert olmaya ikna etmişlerdi. Ancak yeni-muhafazakarlar
bu noktadan daha da ileri gittiler. Şimdi onlar da çifte kuşatmanın işe yaramadığını
düşünüyorlardı. Yapılabilecek tek şey Saddam Hüseyin'in iktidardan uzaklaştırılması
ve yerine demokratik bir hükümetin getirilmesiydi. Bu düşünce onların 1998'de
Başkan Clinton'a gönderdikleri iki açık mektupta ve destekledikleri Irak Özgürlük
Yasası'nda yankı bulmuştu. Tam da bu esnada Orta Doğu'da demokrasinin
yayılmasının bütün bölgeyi sakinleştireceği inancı yeni-muhafazakar çevrelerde kök
salmaya başlamıştı. Soğuk Savaş'ın ardından bazı yeni muhafazakarların flört halinde
oldukları bu düşünce 1990'lı yılların sonuna kadar yaygınlık kazanmadı. Bazı yeni-
muhafaza-karların 1996 yılında Netanyahu için kaleme aldıkları 'Clean Break' adlı
rapor da bu düşünceyi yansıtıyordu. 2002 yılına gelindiğinde Irak'ın işgali, gündemin
en önemli maddesi olmuştu ve bölgesel dönüşüm fikri yeni-muhafazakar ideolojinin
en önemli ilkesi haline gelmişti. Bu noktadan sonra yeni-muhafazakarlar bu
düşünceyi Amerikan dış politikasının merkezi unsuru haline getirmeyi başardılar.

3.6.ABD-İRAN İLİŞKİSİ VE YAHUDİ LOBİSİ’NİN ETKİSİ


İran'ın artan gücü, tarihsel olarak Basra Körfezi'nde tek bir ülkenin hakimiyet
kurmasını engellemeye çalışan Amerika için hayırlı bir gelişme değildir. Bu temel
strateji; İran'ın Irak'ı mağlup etmesinin muhtemel olduğu 1980'lerde Reagan
Yönetimi’nin neden Saddam’ın tarafinı tuttuğunu açıklar. Amerika, İran'ın nükleer
silahlara kavuşmasını engellemek için güçlü nedenlere de sahiptir. İsrail de aynı
şekilde İran'ın Körfez'e hâkim olmasını istememektedir. Zira bu bölgesel bir güç
uzun dönemde stratejik bir tehdit haline dönüşebilirdi. Nükleer silahlara sahip bir
İran İsrailli liderleri daha da tedirgin etmektedir. Böyle bir ihtimali İsrailliler mutlak
kabus senaryosu olarak görüyorlardı. İsrail, İran'ın artan gücünden rahatsız olan tek
Orta Doğu ülkesi değildir. İran'ın birçok Arap komşusu İran'ın nükleer arzularından
ve artan bölgesel nüfuzundan müştekiler. Arap rejimler açısından güçlü bir İran bir
gün onları zorlayabilir ve hatta Saddam'ın Ağustos 1990'da Kuveyt'e yaptığı gibi,
ülkelerini işgal edebilirdi. Araplar ayrıca İran'a, Arap-Fars mücadelesinden ve yine
Şii-Sünni güç dengesinden kaynaklanan nedenlerden dolayı da hoş bakmıyorlar. İran

84
katı bir Şii rejim tarafından yönetiliyor ve bu durum Suudi Arabistan, Kuveyt ve
Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap dünyasında Şii nüfusa sahip ülkelerde rahatsızlık
uyandırıyordu. Tarihte ilk defa Şii unsurlar Irak'ı kontrol etmeye başladılar. Bir Şii
örgüt olan Hizbullah da 2006 Savaşı’nın ardından Lübnan'daki nüfuzunu artırdı. İran,
Iraklı liderlerle ve Hizbullah'la çok yakın ilişkilere sahiptir.

3.6.1.Anlaşmazlık Sebebi
İsrail'in, İran tehdidi algılaması 1990'lı yılların başında köklü bir değişikliğe
uğradı. Bu yıllarda Tahran'ın nükleer arzuları artmaya başlamıştı. İsrailli liderler,
1993'de, İran'ın sadece İsrail'e değil aynı zamanda Amerika'ya karşı da ciddi bir
tehdit oluşturduğuna dair Washington'ı uyarmaya başladılar. Bu kışkırtıcı ve
saldırgan söylem o günden bu yana sürüyor ve İran nükleer cephede ilerlemesini
sürdürüyor. Bugün birçok uzman İran'ın bu ülkedeki rejim imha edilmediği,
davranışlarını değiştirmediği ya da gücünü muhafaza ettiği sürece eninde sonunda
bir gün mutlaka nükleer silaha sahip olacağına inanıyor. İsrail Lobisi de İsrail'in
yolundan giderek İran'ın bir nükleer güç olmasına izin verilmesinin getireceği
tehlikeler hakkında uyarılarda bulunuyorlar.52
İsrail ve Yahudi Lobisi’nin İran'a karşı kızgınlığının bir diğer nedeni de
İran'ın Hizbullah'a verdiği destek, Filistin davasını gütmesi ve İsrail'in var olma
hakkına karşı çıkmasıdır. Şüphesiz Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın ifadeleri bu
endişeleri güçlendirmektedir. İsrail ve destekçileri İran'ın izlediği politikaları Yahudi
Devleti’ne karşı derin bir ideolojik antipatinin yansıması olarak
nitelendirmektedirler. Ancak bu politikaları aslında İran'ın bölgedeki konumunu
geliştirmeyi amaçlayan taktik ön-lemler olarak görmek daha doğru olacaktır.
Özellikle Filistin davasına sahip çıkmak (ve Hizbullah gibi gruplara yardım etmek}
İran'a Arap dünyasında sempati kazandırıyor ve Farisî İran'a karşı bir Arap ittifakını
zorlaştırıyor. İran uzmanı Trita Parsi'nin ikna edici bir şekilde ileri sürdüğü gibi,
‘İran'ın Hizbullah'a ve Filistinlilere sadakati zaman içinde, bölgesel tehdit ortamına
göre, farklılık göstermiştir. İran'daki rejim ile seküler FKÖ arasındaki ilişkiler 1980'li
yıllarda o kadar da sıcak değildi ve İran, İslami Cihad gibi radikal Filistinli grupları
sadece 1991 Madrid Konferan-sı'ndan ve daha sonraki Oslo Barış Süreci'nden
dışlandıktan sonra desteklemeye başladı. Bu olaylar Tahran tarafından ve önemli bir

52
Paroh, Evni, (2004), Almustawtanat Al-İsrailia Fee Aldafa, Telaviv: Bet Zahifa Yayınları, s. 128.

85
bölgesel rol oynamasını engellemek amacıyla Amerika tarafından İran'ı dışlama
çabaları’ olarak yorumlandı. Bu yorum haksız da değildi. İran tüm çabalara karşı
Oslo'ya muhalif grupları destekleyerek tepki gösterdi. Amerika ile İran arasındaki
tarihsel olarak kötü ilişkileri göz önünde bulundurursak, diyalog stratejisinin İran'ın
nükleer programını durdurması için 'büyük pazarlığı' sağlayacağının bir garantisi
bulunmamaktadır. Her şeyden önce, İsrail'in kendi nükleer silahlarından vazgeçmesi
şansı bulunmuyor ve İranlı liderler eğer İsrail bu silahlara sahipse, kendilerinin de
sahip olması gerektiğini düşünüyorlar. Yine de bu yaklaşım bir önleyici savaş
tehdidine kıyasla çok daha işe yarayacaktır. Eğer bu yaklaşım iflas ederse, Amerika
her zaman sert önlemlere başvurmayı yeniden tercih edebilir.

ABD'nin bu zamana kadar çatışma stratejisinin son 15 yıldır işe yaramadığını


görüp, diyalog stratejisine bir şans tanıyacağı beklenebilirdi. Diyalog stratejisi CIA,
Dışişleri Bakanlığı ve hatta İran'ın nükleer tesislerinin bombalanmasına karşı çıkan
Amerikan Ordusu içinde çok güçlü bir desteğe sahiptir. Londra'da yayınlanan
Sunday Times Gazetesi Şubat 2007'de savunma ve istihbarat kaynaklarına dayanarak,
'üst düzey bazı Amerikalı komutanların eğer Beyaz Saray İran'a karşı saldırı emrini
verirse istifa etmeye hazır olduklarını bildiriyordu. Aslında, İran da diyalog
konusundaki isteğini birkaç defa açığa vurmuştu. İranlı liderler son 15 yılda birçok
defa Amerika'ya el uzattılar. Yine İran nükleer tesislerini de pazarlık masasına
yatırmaya ve İsrail'le bir arada yaşamayı kabul etmeye hazır olduğunu söyledi. Bu
fırsatlara rağmen İsrail ve İsrail Lobisi, Clinton ve Bush Yönetimleri’nin İran'la diyaloğa
geçmesini önlemek için ellerinden geleni yaptılar ve bunda her defasında da başarılı
oldular. Maalesef tahmin edileceği üzere bu sertlik yanlısı yaklaşım, reklamı
yapıldığının aksine işe yaramadı ve Amerika'yı diyalog stratejisinin avantajlarından
mahrum etti. Bu iflas eden yaklaşıma tepki olarak Washington içinde ve dışında
İran'a karşı yeni bir açılım politikası geliştirilmesi için çağrılar yapıldı. Aynı şekilde,
İsrail ve İsrail Lobisi ABD'nin tam tersi bir istikamete yönelip, Tahran'la ilişkilerin
düzeltilmesini istemiyorlardı. Bu güç odakları giderek daha çatışmacı ve ters etkiler
meydana getirmeye müsait politikaları savunmaya devam ediyorlardı.

86
3.6.2.Yahudi Lobisi’nin Rolü
1993 yılları başında Clinton Yönetimi’nin iktidara gelmek üzere olduğu bir
dönemde İsrail Başbakanı İzak Rabin ve Dışişleri Bakanı Şimon Peres; İran'ın hem
İsrail, hem de Amerika için artan bir tehdit olduğunu iddia etmeye başladılar. İsrailli
liderlerin İran'ı tehlikeli bir düşman olarak tanıtmalarının bir nedeni, bunu Sovyet
tehdidinin sona erdiği bir dönemde İsrail ve Amerika arasındaki yakın ilişkileri
sürdürmenin bir yolu olarak görmeleriydi. ABD'nin İsrail'i tıpkı Soğuk Savaş
döneminde Orta Doğu'daki Sovyet nüfuzuna karşı olduğu gibi, İran yayılmacılığına
karşı bir engel olarak göreceği ümit ediliyordu. İran'ın nükleer programa karşı
yeniden ilgi duymaya başlaması İsrail'i daha da endişelendiriyordu. Eski başkan
Clinton Yönetimi İsrail'in ricalarına karşı çifte kuşatma politikasını benimsedi. Bu
politika WINEP'de Martin Indyk tarafından hazırlanmıştı. Yakın Doğu masasından
sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Pelletreau Trita Parsi'ye, bu politikanın
esasen İsrail'in önerisinin bir kopyası olduğunu söylüyordu. Brookings Enstitüsü'ne
bağlı Saban Merkezi'nden Kenneth Pollack da 'Kudüs dünyada çifte kuşatmanın
yanlış anlaşılmayacağı nadir yerlerden biridir' şeklinde konuşuyordu. Bu yeni strateji
Amerika'yı Basra Körfezi'nde bölge dışı dengeleyici unsur olma stratejisinden
vazgeçmeye çağırıyor, bunun yerine Kuveyt ve Suudi Arabistan'daki üslerde hem
İran, hem de Irak'a karşı konuşlandırılacak ciddi miktarda asker bulundurulmasını
talep ediyordu. Yeni stratejinin hedefleri arasında teröristlere verdiği desteği kesmesi
ve nükleer programından vazgeçmesi için İran'a baskı yapılması da bulunuyordu.
1990'lı yılların ortasına gelindiğinde, çifte kuşatma stratejisine dair hoşnutsuzluk
giderek artıyordu. Bu strateji Amerika'yı birbirlerinden hiç hoşlanmayan iki rejime
karşı hasmane ilişkiler kurmaya zorluyor ve bu da Washington'ın tek başına onları
çizgide tutmasını zorlaştırıyordu. Netice itibarıyla, Amerika içinde İran'a karşı
çatışma değil diyalog stratejisinin benimsenmesi yolundaki baskılar artmaya başladı.
Bununla birlikte Rabin, Clinton Yönetimi’nin yaklaşımını sertleştirmeye zorlaması
için İsrail içinde baskı görüyordu. Rabin'in muhalifleri çifte kuşatmanın gerçekte
hiçbir yaptırım gücü olmadığını görüyorlardı. Zira bu strateji İran ile Amerika
arasındaki ticarî ilişkileri durdurma yolunda hiçbir fayda sağlamamıştı. Ancak, İsrail
ve İsrail Lobisi, özellikle AIPAC, çifte kuşatma stratejisinin muhafazası ve Ame-
rikan şirketlerinin İran'la ticarî ilişkiler kurmasını engelleme yolunda bütün güçlerini
gösterdiler. 1994 yılı ortalarında Parsi şu yorumu yapıyordu: 'İsrail Hükümeti’nin

87
ricasıyla AIPAC 74 sayfalık bir rapor hazırladı ve Washington'da dağıttı. Bu raporda
İran'ın sadece İsrail için değil, aynı zamanda Amerika ve Batı için de bir tehdit
olduğu görüşü işleniyordu.'21 Pollack'a göre, 'Sağ, AIPAC ve İsrailliler İran'a karşı
yeni yaptırımlar getirilmesi için avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Clinton Yönetimi
de Oslo barış sürecine yoğunlaştığı, İsrail'in kendisini güvende hissetmesini ve
İran'ın bu sürece zarar getirmemesini istediği için İran konusundaki bu taleplere
uygun hareket etmeyi tercih etti. AIPAC oyun planını Nisan 1995'de yayınladığı
'İran'a Karşı Kapsamlı Amerikan Yaptırımları: Bir Eylem Planı' başlıklı raporu da
ortaya koydu. Bu noktaya kadar, ekonomik ilmik İran'ın boynuna dolanmıştı bile.
Ocak 1995'de Senatör Alionse D'Amato (New York) ve Pollack'a göre, 'İsraillilerin
yardımıyla Amerika ve İran arasındaki bütün ekonomik ilişkileri koparan bir yasa
tasarısı sunmuştu. Clinton Yönetimi bu tasarıya başlangıçta muhalefet etti ve
Kongre'den geçmemesini sağladı. Ancak iki ay sonra, İran'ın bir Amerikan petrol
şirketi olan Conoco'ya Sirri petrol yataklarını geliştirme ihalesini vermesi İsrail
Lobisi’ne bir zafer kazanma fırsatı verdi.25 İran o kadar yabancı şirket içinde
Conoco'yu Amerika'yla ilişkileri geliştirmek istemesinin bir sinyali olarak kasten
seçmişti. Ancak bu dostluk jesti hiçbir sonuca ulaşmadı, çünkü Clinton anlaşmayı 14
Mart'ta feshetti. Clinton bir gün sonra, Amerikan petrol şirketlerini İran'ın petrol
yataklarını geliştirmesine yardım etmekten men eden bir başkanlık kararnamesi
yayınladı. Clinton daha sonra Conoco anlaşmasının 'en etkili muhaliflerinden birinin'
Dünya Yahudi Kongresi'nin eski başkanı Edgar Bronfman olduğunu söyleyecekti.
AIPAC da bu anlaşmanın feshinde önemli bir rol oynadı.

6 Mayıs'ta Başkan ikinci bir başkanlık kararnamesi daha yayınlayarak bu


defa İran'daki bütün ticarî ve malî yatırımları yasakladı. Kararnamede İran 'ulusal
güvenlik, dış politika ve Amerikan ekonomisi için olağanüstü bir tehdit unsuru'
olarak nitelendiriliyordu. Clinton bir hafta önceki Dünya Yahudi Kongresi'nde
yaptığı konuşmadan önce bu kararnameyi imzalamak istediğini açıklamıştı. Onun
Conoco'nun yaptığı anlaşmayı feshetmesi ve İran'la ticari ilişkileri men eden iki
kararname çıkarmasını Pollack 'İsrail'e verdiğimiz desteğin en açık ifadesi' olarak
değerlendiriyordu. Ancak, bu kararnameler İsrail için yeterli değildi. Zira başkanlık
kararnameleri eğer Clinton düşüncesini değiştirirse kolayca geri alınabilirdi. Koyu
bir İsrail müdafii olan A. M. Rosenthal bu hususu Conoco anlaşmasının

88
feshedilmesini tenkit eden New York Times'daki yazısında şu şekilde dile getiriyor:
'Bu konudaki en büyük sorun Başkan'ın aldığı kararı iptal edebilecek olmasıdır. Bu
potansiyel soruna tepki olarak, Trita Parsi'nin bildirdiğine göre, AIPAC kendi
girişimiyle daha önce Senatör D'Amato tarafından Ocak 1995'de sunulan tasarıyı
revize etti ve New Yorklu senatörü, tasarıyı tekrar 1996'da AIPAC'ın önerdiği deği-
şikliklerle sunmaya ikna etti. İran-Libya Yaptırım Yasası olarak bilinen yeni yasa
İran ve Libya'da petrol kaynaklarını geliştirmek maksadıyla 40 milyon dolardan
fazla yatırım yapan herhangi bir yabancı şirkete yaptırım getiriyordu. Her ne kadar
bu tasarı ABD'nin Avrupalı müttefiklerini kızdırmış olsa da Meclis tasarıyı 19
Haziran 1996'da oybirliğiyle kabul etti. Senato da bir ay sonra yine oybirliğiyle
onayladı. Clinton da hükümet içindeki muhalefete rağmen 5 Ağustos'ta yasayı
onayladı. Kenneth Pollack'ın sözüyle, 'yönetim içindeki çoğu kişi D'Amato
yasasından nefret etti. Aslında çoğu açısından bu 'nefret' kelimesi az bile gelir.' An-
cak, Başkan Clinton'ın iç politika danışmanları Beyaz Saray'ın bu yasayı
onaylamamasının çok aptalca olacağını söylediler.

1990'lı yıllarda ABD'nin İran'la uzlaşmaya başlaması ve iki ülke arasındaki


ilişkileri düzeltmeye çalışması için oldukça iyi nedenler bulunuyordu. Brent
Scowcroft'un gözlemlediği gibi, çifte kuşatma boş bir düşünceydi. Ancak İsrailli
yöneticiler Başkan Clinton'ı diyalog stratejisinden alıkoymanın Amerikan
çıkarlarıyla uyuşmasa bile İsrail için hayathi önemi haiz olduğuna inanıyorlardı.
İsrail'de İran konusunda sertlik yanlısı olarak tanınan Ephraim Sneh bu durumu çok
net izah ediyor: 'Biz buna (ABD-İran diyaloguna) karşıydık. Çünkü, ABD'nin
çıkarları bizim çıkarlarımızla uyuşmuyordu. İsrail Lobisi bu konuda İsrail'in istediği
gibi hareket etti. Ancak Şaron ve kurmayları 2002 yılına doğru ABD'nin önce Irak
üzerine gideceğini ve ancak Saddam'ın devrilmesinden sonra İran'a karşı harekete
geçeceğini gördüler. Onların gündemin bu şekilde planlanmasına dair ciddi bir
itirazları yoktu; sadece Bush Yönetimi’nin Bağdat'ta işini bitirince İran'ı da unut-
mamasını istiyorlardı. Şaron Amerika'yı Kasım 2002'den itibaren İran'a karşı
harekete geçmeye teşvik etmeye başladı. Londra'da yayınlanan Times Gazetesi’ne
verdiği mülakatta ifade ettiği gibi, Şaron İran'ı nükleer silah edinme arzusunda olan
ve 'dünya terörizminin merkezi' bir ülke olarak nitelendiriyordu. Şaron'a göre, Bush

89
Yönetimi Irak'ı mağlup ettikten hemen sonraki gün İran'a karşı harekete
geçmeliydi.53

Nisan 2003 sonunda, Bağdat'ın işgalinden sonra, Ha'aretz Gazetesi İsrail'in


ABD Büyükelçisi’nin şimdi de İran'da bir rejim değişikliği için çağrıda bulunduğunu
haber veriyordu. Saddam'ın yıkılması 'yeterli değil'di. Şimon Peres'in 25 Haziran'da
Wall Street Journal Gazetesi’nde yayınladığı bir makalesinde, 'Bir Ayetullah
Nükleer Bombasını Önlemek İçin Birlik Olmalıyız' başlığını taşıyordu. Peres'in İran
tehdidi tanımı onun daha önceki Saddam tehdidi tanımına çok benziyordu ve
1930'ların yatıştırma politikalarından çıkarılacak derslere dair söyledikleri bile
aynıydı. Peres'e göre, Amerika ve İsrail'in, nükleer güce kavuşmasına izin
vermeyeceğine dair İran'a açık bir mesaj verilmesi gerekiyordu. Yeni-
muhafazakarlar da Tahran'da bir rejim değişikliğini pazarlamak için derhal harekete
geçtiler. Mayıs 2003'de Inter Press Ajansı’nın verdiği habere göre, yeni-
muhafazakarların şimdi ABD'nin dikkatini İran'daki bir rejim değişikliğine yöneltme
gayretleri Mayıs ayı başından bu yana giderek hız kazanıyordu ve şimdiden bazı
neticelere ulaşmış durumdaydılar. Haziran ayı başında bu defa Forıvard Dergisi’ne
göre, yönetim içindeki ve dışındaki yeni-muhafazakarlar Tahran'da bir rejim
değişikliği gerçekleştirmek için faaliyet gösteriyorlardı. AEI, İsrail yanlısı FDD ve
Hudson Enstitüsü ile birlikte, İran'ın geleceğine dair tam günlük bir konferans
düzenledi. Bu konferansa iştirak edenler, Bernard Lewis, Senatör Sam Brovvnback,
geçmişte İsrail ordusuna danışmanlık yapan ve İsrail Hükümeti’nde Güney
Lübnan'dan sorumlu eski koordinatör olarak çalışan Uri Lubrani, JINSA'da çalışan
AIPAC eski müdürü Morris Amitay, Michael Kedeen, AKI'den Reuel Marc Gerecht
ve Hudson'dan Meyrav Wurmser gibi İsrail yanlısı isimlerdi. Konferansın temel
sorusu şuydu: 'Amerika, İran'da demokratikleşmeyi teşvik etmek ve rejimi
değiştirmek için hangi adımları atabilir?' Bu soruya bulunan cevap ise tahmin
edilebilirdi: Konuşmacıların her biri; ABD'nin, İslam Cumhuriyeti'ni yıkmak ve
onun yerine demokratik bir devlet inşa etmek için daha fazla gayret göstermesini
istedi. Senatör Sam Brownback İran'daki muhalif grupların desteklenmesi ve
demokrasinin teşvik edilmesi için Kongre'ye, bir yasa tasarısı sunmayı düşündüğünü

53
Alhassan, Noor, (2006), Sanati fi Alirak, Şam: Şam Yayınevi, s. 159.

90
söyledi. İranlı Demokrasi Yasası olarak bilinen bu tasarı, sadece sürgündeki İran
rejim muhalifleri tarafından değil, aynı zamanda AIPAC, IINSA ve kumcuları
arasında JINSA'dan Morris Amitay ile AEI'den Michael Ledeen'in bulundğu İran'da
Demokrasi Koalisyonu gibi örgütler tarafından desteklendi. Tasarı Meclis'e İsrail'e
yakınlığıyla bilinen Brad Sherman (California) tarafından sunuldu ve Temmuz
ayında Meclis ve Senato tarafından desteklendi. Ancak yardımla ilgili kısım daha
sonra tasarıdan çıkarıldı.

3.6.3.İsrail, İran Tehdidinden Nasıl Korunacak?


İsrail ve Yahudi Lobisi, Bush ve diğer Amerikalı yöneticileri, nükleer güce
ulaşmış bir İran'ın İsrail için kabul edilemez bir tehdit olduğuna ve bu ihtimalin
gerçekleşmesi halinde ABD'nin büyük sorumluluk altında kalacağına ikna etmiş
durumdalar. Başkan'ın hali hazırdaki tavırları İsrail'in İran hakkında tercih ettiği
yaklaşımı yansıtıyor. Bush 20 Mart 2006'da Cleveland kentinde yaptığı
konuşmasında şunları ifade etmişti: 'İran'dan gelen tehdit elbette onların kendilerinin
de itiraf ettikleri gibi bizim yakın müttefikimiz İsrail'in varlığını ortadan kaldırma
hedefleridir. Bu çok ciddi bir tehdittir. Çok açıkça ifade ettim, yine ifade ediyorum
ki, müttefikimiz İsrail'i korumak için askerî gücümüzü kullanmaktan
çekinmeyeceğiz. Bush'un bu sözleri daha önceki beyanatlarıyla uyum halindeydi.
Bundan bir ay kadar önce de Reuters muhabirine verdiği mülakatta 'eğer gerekirse
İsrail'in savunmasına koşarız' demişti. Aynı şekilde 2008 seçimleri adaylarının
çoğunun, Demokrat olsun Cumhuriyetçi olsun, Bush'un bu tavrıyla aynı fikirde
oldukları görülüyor. Örneğin Nisan 2007'de Senatör John McCain, İsrail'i İran'dan
koruma ve İran'ın İsrail'i tehdit edecek nükleer silahlara ulaşmasının engellenmesi
sorumluluğunun Amerika'ya ait olduğu hususunda Bush'un görüşünü paylaştığını
açıkça söyledi. McCain bu iddiasını Mayıs 2007'de Jerusalem Post Gazetesi’ne
verdiği mülakatta da tekrarladı. Bush'un İran'ı Amerika'ya değil de İsrail'e yönelik
ölümcül bir tehdit olarak gösterme arzusu ve açıkça İsrail'in menfaatleri için İran'la
savaşmaya hazır olduğunu söylemesi, Yahudi Lobisi’nde alarm zillerinin çalmasına
neden oldu. İlkbahar 2006'da Forward Dergisi’nin bildirdiğine göre, 'Yahudi cemaat
önderleri Beyaz Saray'ı açıktan açığa muhtemel İran taşkınlıklarına karşı İsrail'i
savunma taahhüdünde bulunmama konusunda dikkatli olmaya çağırdılar. Bush
Yönetimi İran'ın nükleer silah programını durdurmak için çok çalıştı ve genelde sert

91
bir tutum izledi. İran, uygulanan ekonomik yaptırımların yanı sıra, nükleer prog-
ramını durdurmazsa muhtemel askeri saldırılarla da tehdit edildi. 'Masada her türlü
ihtimal bulunmaktadır' lafını Amerikalı yöneticiler çok sevdiler. James Bamford ve
Seymour Hersh gibi gazeteciler, Irak Savaşı'nı planlayanların şimdi de İran'a karşı sa-
vaş planı yaptıklarını yazdılar.

3.7. YAHUDİ LOBİSİ VE İKİNCİ LÜBNAN SAVAŞI

2006 yılının yaz mevsiminde, İsrail Lübnanla karşı 34 gün süren bir savaşa
girişti. 12 Temmuz'da Lübnan'ın güneyini kontrol altında tutan Şii örgüt Hizbullah,
düzenlediği sınır dışı bir operasyonda çok sayıda İsrailli askerî öldürdü ve bir kısmını
esir aldı. Buna karşılık IDF54, Lübnan'a karşı kapsamlı bir hava saldırısı düzenledi.
Saldırı sonucunda çoğu sivil ve yaklaşık üçte biri çocuk 1100 Lübnanlı hayatını
kaybetti. Bu saldırının hedefleri arasında yollar, köprüler, devlet daireleri, yerleşim
merkezler, benzin istasyonları, fabrika, içme suyu tesisleri, havaalanları, evler ve
süpermarketler bulunuyordu. Hiç kimse İsrail'in saldırma hakkına karşı çıkmadıysa
da gösterdiği aşırı tepki bütün dünyada kınandı.

ABD'nin verdiği güçlü desteğe rağmen İsrail, askerî ve siyasî hedeflerinde


başarıya ulaşamamıştı. Hizbullah bu savaştan çok daha popüler olarak çıktı ve
prestiji daha da arttı. İsrail Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Dan Halutz savaştan
birkaç ay sonra istifa etti. İsrail Hükümeti tarafından görevlendirilen ve başında
Anayasa Mahkemesi hâkimi Eliyahu Winograd'ın olduğu bir araştırma kurulu
İsrail'in savaş planlaması ve tatbikatında hatalarını tespit eden sert bir rapor
yayınladı. Winograd Komisyonu tarafından eleştirilen hususlar arasında İsrailli
liderlerin 'bütün seçenekleri göz önünde tutmadığı ve askerî teori ve hedeflerin
realiteye uyum gösteremediği zikrediliyordu. Komisyona göre, İsrail Ordusu 'açık
olmayan ve başarı şansı bulunmayan' hedefler gözetmişti. İsrail, Bush Yönetimi’ne
Hizbullah'a karşı izleyeceği politikalar hakkında savaş başlamadan önce bir brifing
vermiş ve Washington'dan onay almıştı. Dünyanın diğer ülkelerinden ve özellikle de
diğer demokratik ülkelerden farklı olarak Amerika, bu savaş sırasında İsrail’in
saldırganlığını eleştirmedi, tam tersine İsrail'e diplomatik ve askerî destek sundu.

54
İsrail Savunma Kuvvetleri ( İsrail Defence Forces)

92
Yahudi Lobisi bütün bu sırada Amerika'yı İsrail tarafında tutmak için elinden geleni
yaptı. İsrailliler ve Amerikan destekçileri İsrail Lobisi’nin Lübnan Savaşı’ndan
önce ve savaş sırasında ABD siyasetini etkilediğini kabul etmeye yanaşmıyorlar. Bu
suçlamaya karşı çıkmak için farklı açıklamalar sunuluyor. Bir iddiaya göre, ABD'nin
İsrail’e verdiği destek Amerikan halkının Yahudi Devleti’ne olan derin sadakatini
yansıtmaktadır. Bu görüşe göre, Amerikan halkı ABD'li liderlerin İsrail'i
desteklemesini istemişlerdir. Başkan Bush ve Kongre de halkın bu iradesine boyun
eğmiştir. Diğer bir iddiaya göre, İsrail Hizbullah'a karşı Amerika'yı temsilen
savaşmıştır.

3.7.1. Savaş Öncesi Planlama


İsrail son 40 yıl boyunca Lübnan'a karşı büyük askeri saldırılar gerçekleştirdi.
Ancak Lübnan topraklarında gerçek anlamda sadece bir savaş tecrübesi oldu.
Başbakan Menachem Begin ve Savunma Bakanı Ariel Şaron liderliğinde İsrail,
Haziran 1982'de Lübnan'ı işgal etti. IDF'ın Lübnan'ı terk etmesinin ardından 18 yıl
geçti ve İsrail'i Lübnan'dan çıkaran Hizbullah oldu. Hizbullah'ın Suriye ve özellikle
İran'dan aldığı füzelerden dolayı endişeli olan İsrail, askerlerinin sınırda Hizbullah
tarafından kaçırılmasından aylar önce de böyle bir saldırıyı planlıyordu. 1948
yılından bu yana İsrail'in yürüttüğü savaşlar arasında bu İsrail'in en hazırlıklı olduğu
savaştı. Bir anlamda savaşın hazırlıkları Mayıs 2000'de, İsrail'in geri çekilmesinden
hemen sonra, uluslararası toplumun Hizbullah'ı füze yığmaktan ve İsrail'e
saldırmaktan men etmeyeceği anlaşılır anlaşılmaz, başlamıştı. 2004 yılına
gelindiğinde askeri saldırının üç hafta süreceği planlanmıştı. Ayrıca İsrail askerlerin
kaçırılması olayının Hizbullah'a karşı daha önceden planlanan askerî saldırıya
başlamak için iyi bir fırsat olduğunu düşündüler. İsrail Başbakanı Ehud Olmert de
Winograd Komisyonu'na askerlerin kaçırılmasına karşı gerçekleştirilen saldırı
kararının aslında bu olaydan dört ay önce, Mart 2006'da alındığını söylemişti. Eldeki
veriler Bush Yönetimi’nin İsrail'in Lübnan Savaşı’yla alakalı planlarını
benimsediğini gösteriyor. Hersh'ün bir ABD Hükümet Danışmanı’na dayanarak
bildirdiğine göre, 'bu yaz mevsiminin başında, Hizbullah'ın kaçırma operasyonundan
daha önce, hava saldırısına yeşil ışık almak ve ABD'nin bunu ne kadar tolere
edeceğini öğrenmek maksadıyla birkaç İsrailli yetkili farklı zamanlarda Washington'ı
ziyaret ettiler. İsrail önce Cheney'le başladı. Cheney'in ve kadrosunun desteğinden,

93
yine aynı şekilde Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Orta Doğu masasının desteğinden
emin olmak istiyorlardı. Cheney destek verdikten sonra Bush'u ikna etmek hiç sorun
değildi. Rice zaten destek veriyordu. Wurmser, İkinci Lübnan Savaşı öncesinde
New York Review of Books'ta yazan Adam Shatz gibi, "Suriye ve Hizbullah'a karşı
yapılan engelleyici savaşın açık bir savunucusuydu ve Bush Yönetimi’ne yakın
duran veya yönetimde görev almış yeni-muhafazakarların tercih ettiği" bir kişiydi.
Seymour Hersh İsrail'in Cheney'in ve Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Orta Doğu
masasının desteğini almaya çalıştığını söylüyor. Bu, Olmert'in Abrams ve
Wurmser'in desteğini almak istemiş olduğunu gösterir ki bunda da başarılı
olmuştur.55

3.7.2. Lübnan Savaşı’nda Amerika’dan İsrail’e Tam Destek


ABD'nin BM Büyükelçisi John Bolton, ki kendisini İsrail'in BM Büyükelçisi,
İsrail Delegasyonu’nun altıncı adamı olarak nitelendiriyordu, Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice ile düzenlediği bir basın toplantısında savaşın şiddetini
küçümsemiş ve Savaşı yeni Orta Doğu'nun doğum sancıları olarak nitelendirmişti.15
Sadece İsrail'in kesin bir zafer kazanamayacağı belli olunca Bush Yönetimi ve
İsrail’in ateşkese ihtiyacı olduğunun farkına vardılar. İsrail Başbakanı Ehud Olmert
Başkan Bush'u arayarak ona 'Güvenlik Konseyi'nde İsrail çıkarlarını kolladığı' için
bizzat teşekkür etti. Başkan İsrail'in hareketlerini açıkça savundu ve eleştirel bir
kelime dahi kullanmadı. BM Büyükelçisi Bolton; Güvenlik Konseyi'ne, Hizbullah'ın
hedefinin 'masum sivilleri hedef almak ve onların ölümünü dilemek' olduğunu ve
İsrail tarafından öldürülen çok daha fazla sayıdaki Lübnanlıyı ise 'nefsi müdafaanın
üzücü ve çok talihsiz neticeleri' olarak gördüğünü ifade etmişti. Bu diplomatik
desteğe ilaveten, yönetim İsrail'e çatışma sırasında askeri istihbarat da sağladı. Yine,
İsrail'in tam isabetli bomba stoku erimeye başladığında ise derhal yerine yenilerinin
gönderilmesi kararlaştırıldı. Savaşın en yoğun çatışmalarının yaşandığı safhasında
ABD, İran'dan Şam'a doğru yola çıkarılan ve Türk ve Irak hava sahasından Lübnan'a
ulaşması planan füze yüklü bir uçağa izin vermemesi için Türkiye ve Irak'a baskıda
bulundu. İyi haber alan bir İsrailli akademisyen olan Shai Feldman'ın belirttiği üzere,
savaşın son aşamalarında İsrail'de ABD başkanına yönelik büyük şükran duyguları
hakimdi. Ayrıca Demokratlar ve Cumhuryetçiler kendi partilerinin İsrail’in daha

55
Albarazi, Tamam, ( 2008), Amrika we Alarab , Şam: Şam Yayınevi, s. 95.

94
yakın dostu olduğunu göstermek için elinde geleni yaptılar. ADL başkanı Abraham
Foxman bu hususta şöyle bir ifade kullandı; Başkana her konuda muhalif olan
Demokratlar İsrail söz konusu olunca ona tam destek vermektedir.

3.7.3. Amerikan Toplumu ve Lübnan Savaşı


ABD politikaları Amerikan halkının görüşlerini yansıtmıyordu. Bu husus,
Lübnanla ilgili altı önemli konuyu içeren kamuoyu araştırmalarında açıkça ortaya
çıkmıştır. Çatışmayı kimin başlattığı sorusuna dair ABC News ve Washington Post
ortaklığıyla 3-6 Ağustos 2006 tarihlerinde gerçekleştirilen bir araştırma halkın
%46'sının İsrail ve Hizbullah'ı aynı şekilde suçlu bulduğunu ortaya koymaktadır.130
Sadece İsrail'i suçlu bulanların oranı ise %7'dir. CBS News ve New York Times
ortaklığında 21-25 Temmuz 2006'da düzenlenen bir başka araştırmaya göre de
araştırmaya katılanların yine %46'sı her iki tarafı aynı şekilde suçlarken, %5
oranındaki katılımcı 'daha çok İsrail suçludur' cevabını veriyordu.

İsrail'in saldırılarında çok ileri gidip gitmediği sorusuna dair de 21-23


Temmuz 2006 tarihlerinde yapılan bir USA Today/Gallup araştırması halkın
%38'inin İsrail'in Lübnan'a karşı saldırısını onaylamadığını ortaya koyuyordu. ABC
News/ Washington Post araştırmasına göre, katılımcıların %32'si İsrail'in 'aşırı güç'
kullandığını ifade ederken, %48'i İsrail'in sivillerin öldürülme ya da yaralanma
ihtimalinin bulunduğu bölgelerdeki Hizbullah hedeflerinin vurmasını doğru
bulmadığını açıklıyordu. Aynı araştırmaya katılanların %54'ü ise İsrail'in sivil
kaybını önlemek için daha fazla çaba göstermesi gerektiğini ifade ediyordu. USA
Today/Gallup araştırmasına göre, ABD İsrail'i desteklemeli mi yoksa tarafsız mı
kalmalı sorusuna, katılımcıların %65'i ABD'nin çalışmada 'tarafsız kalması' gerektiği
cevabını verdi. ABD'nin karşı karşıya olduğu terör sorununa Lübnan Savaşı'nın
etkileri konusunda ise, bahsi geçen USA Today/Gallup araştırması, katılımcıların
%44'ünün Lübnan'daki olayların 'ABD'ye karşı terörizm tehdidini artıracağı'
konusunda 'çok endişeli' olduklarını ortaya koyuyordu. Katılımcıların %31'i, Lübnan
Savaşı'nın ABD'nin terörizm sorununu daha da tırmandıracağından 'biraz endişeli'
olduklarını ifade etmekteydiler.

95
3.8. ABD-İSRAİL’İN ÇATIŞAN FARKLI GÖRÜŞLERİ

Bilindiği gibi İsrail-Filistin Meselesi ABD ile İsrail'in ortaklaşa ele aldığı
konulardan biri ve Amerikan Yönetimi, Orta Doğu'daki Arap komşularını daha fazla
kızdırmamak için, bağımsız bir Filistin Devleti'nin çabucak kurulmasından yana.
Orta Doğu'da Irak Savaşı ile sarsılan prestijini yeniden düzeltmeye çabalayan bu
küresel dev, bugünlerde kurulması esnasında büyük çaba harcadığı ve çoğu uzman
tarafından ABD'nin Orta Doğu'daki en sağlam kalesi olarak görülen İsrail ile
sorunlar yaşamakta. Sorunun kaynağı, İsrail'in ileride kurulacak Filistin Devleti'nin
elde kalan son toprakları üzerinde ve Doğu Kudüs'te giriştiği yayılmacı faaliyetlerdir.

3.8.1. Doğu Kudüs Sorunu


İsrail ile ABD arasında gerginlik yaratan konu Doğu Kudüs'ün statüsü
mevzusudur. İsrail Hükümeti uzun zamandır Doğu Kudüs'te yeni yerleşim yerleri
kuracağını belirtiyordu. Fakat ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden'in İsrail'e
yaptığı gezi esnasında Doğu Kudüs'e 1600 konut yapacağını açıklaması ve bu
açıklamanın da İsrail ile Filistinli yetkililer arasında dolaylı yoldan müzakerelerin
yeniden başlatılması için çabalayan ve bu amaçla İsrail'e gelmiş bulunan Joseph
Biden'in ziyareti esnasında yapılması ortamın gerilmesine ve ABD'nin küçük
düşmesine neden oldu. Bu durum, ABD Yönetimi'nde büyük çaplı bir tepkiye neden
olurken İsrail Hükümeti'nin aşırı milliyetçi kanadı ABD'ye gösterilen tepkiden
oldukça memnun kaldı. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, olay sonrası yapılan
açıklamalarda ABD ile İsrail'in arasının bozulmasının mümkün olmadığını belirtir
şekilde yaklaşımlarda bulunurken, ABD Dışişleri Bakanı, İsrail'in Doğu Kudüs
Politikası'nı ve yaptığı nezaketsizliği basın önünde açık bir şekilde kınarken,
telefonla ulaştığı İsrail Başbakanı'na da demediğini bırakmadı. ABD'nin bu olaydaki
asıl çekincesi, topraklarının büyük bir kısmı zaten işgal altında olan Filistin'in bir
devlet kurabilmek için yeterli toprağa sahip olamayacak duruma gelmesi ve kutsal
Doğu Kudüs'ün kurulacak Filistin Devleti'ne bağlanması gerekiyorken yavaş yavaş
İsrail egemenliğine girmesidir. Çünkü, Amerikalı yetkililer de biliyorlar ki, İsrail
işgal ettiği topraklardan çekilmek konusunda pek de başarılı değil. Golan Tepeleri ve
Gazze bu durumun açık bir örneğini oluşturuyor.

96
3.8.2. ABD, Arap Dünyası’nı Kaybedebilir
Doğu Kudüs'ün İsrail'e katılması ise Orta Doğu'da hiç durulmayacak
toplumsal şiddetin, terörün ve katliamların kapısını açacaktır. Dünya kamuoyu bu
durumun ortaya çıkması durumunda tek bir aktöre çatacaktır ve bu aktör İsrail değil,
onun ezeli destekçisi ABD olacaktır. ABD, Doğu Kudüs'ün İsrail'e katılması
durumunda Arap Dünyası'nı tamamıyla kaybedebilir ki, bu durum kendisi için hiç de
uygun olmayacaktır.

3.8.3. ABD, İsrail’den Desteğini Çekerse İsrail Biter mi?


İsrail Hükümeti'nin yapısından kaynaklanan aşırı milliyetçi yaklaşımlar son
zamanlarda başta Türkiye olmak üzere bu ülkenin geleneksel müttefikleri ile arasının
açılmasına neden oldu. Ancak, ABD'nin kaybı İsrail'in geleceğinin tehlikeye girmesi
anlamına gelecektir. Zira, bu küçük ülkenin yaşam kaynağı ABD'dir. Ekonomik
yardımlar, askeri hibeler ve askeri eğitim ve ABD'nin sağladığı diplomatik
ayrıcalıklar İsrail'in bugünlere gelmesinin en önemli nedenleridir. Bu nedenle, konu
ABD olunca hiçbir İsrail politikacısı fazla ileri gidemeyecektir. Ne Lieberman, ne
Netanyahu, ne de Livni ABD'nin karşısına popülist söylemler ve yalancı bir
gösterişle çıkamazlar. Bugün, İsrail Hükümeti'nin yaptığı Amerikalı yetkililerin
Doğu Kudüs ve Filistin ile ilgili söylemlerinde ne kadar ciddi olduklarını test
etmektir. Zira, İsrailli yetkililer, ABD'li politikacıların İsrail'in mevcut aşırı
muhafazakar hükümetine ne kadar dayanabileceğini henüz görmediler ve şu anda
bunu görmeye çalışıyorlar. Bir yandan bu hedefi gözetirken diğer yandan da iç
politikaya oynayan İsrail Hükümeti, içeride artan ekonomik sıkıntılar ve sosyal
problemlerin görmezden gelinmesini sağlayarak İsraillileri değişik alanlara, özellikle
de İsrail'in büyümesine kanalize etmeye çalışıyorlar. Böylece, sosyo-ekonomik
meseleler nedeniyle kaybedecekleri oyları korumaya çalışıyorlar.56

Şu an için işler İsrail'in istediği gibi gidiyor. Çünkü, ABD Hükümeti İsrail'e
karşı ilk anda gösterdiği tepkinin ardından dünya gündeminde ABD İsrail'i gözden
çıkarıyor gibi haberler yer alınca tepkinin dozunu azalttı ve hem Hillary Clinton hem
de Başkan Barack Obama, İsrail'in önemini belirten ve ABD-İsrail İlişkileri'nin asla
bozulamayacağını belirten açıklamalar yaptı. Bu açıklamaların ardından ABD'nin

56
Bedhzoor, Ami, (2007), Alirhab Alyahudi fi İsrail , Şam: Şam Yayınevi, s. 82.

97
İsrail-Filistin görüşmeleri için görevlendirdiği fakat yaşanan kriz nedeniyle Orta
Doğu'ya gidişini erteleyen Orta Doğu Özel Temsilcisi George Mitchell bölgeye gitti.
ABD'li yetkililer bu kriz esnasında Washington'daki Yahudi Lobisi'nin de etkisinde
kaldılar. Zira, ABD'deki ve dünyadaki en örgütlü lobi olan Yahudi Lobisi gerek iç
politik hamlelerle, gerek siyasetçilere sağladıkları ekonomik yardımlarla ve dünya
çapında etkin olan medya unsurlarıyla Amerikan Siyaseti'nin ana taşlarından biri
durumundadır. Bu kriz esnasında da Yahudi Lobisi çok etkin olmuş olacak ki, ABD
geri adım atmış ve İsrail rahatlamış görünüyor.
Barack Obama ve Hillary Clinton'un Yahudi Lobisi'nden çok ciddi siyasal ve
ekonomik destek aldıklarını ve seçilmeden önce ABD'deki en önemli Yahudi
kuruluşlarından biri olan AIPAC'ta konuşma yaparak İsrail tezlerini desteklediklerini
biliyoruz. Hatta, Obama seçimden hemen önce Kudüs'ün tek bir parça halinde İsrail
toprağı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişti. İsrail Başbakanı Netanyahu,
bugünlerde AIPAC'ın davetlisi olarak Washington'da ve gelmeden önce yaptığı
açıklamalarda Doğu Kudüs'e yapılacak olan konutlardan vazgeçmediklerini açıkladı.
Bu da demek oluyor ki, işler İsrail'in istediği gibi gidiyor. İsrail, ABD'nin üzerine
giderek bu ülkenin sınırlarını test etti ve bu kapışmadan ilk çekilen taraf ABD oldu.
Bundan sonraki süreçte de İsrail'in bu olaydan aldığı cesaretle ve gerginliği
tırmandırma stratejisi çerçevesinde ABD karşısında bir adım önde olduğunu
söyleyebiliriz. Bu durum, ABD İsrail'in gerginliği arttıran ve kendisini zor duruma
sokan politikalarına karşı gerçek bir tepki gösterene dek sürecektir.

İsrail'in, son zamanlarda kendisine pek de yakın davranmayan ve sürekli


olarak eleştiren ABD'ye karşı oynadığı oyun ilk planda başarılı sonuçlar vermiş gibi
görünüyor. Bundan sonraki süreçte, İsrail'in Doğu Kudüs'teki baskısını arttırması ve
konutları yapmaya başlaması beklenebilir. Mitchell'in başlatmak için çaba sarf ettiği
Filistin Müzakereleri konusunda ise İsrail Hükümeti oyalayıcı bir strateji
uygulayacaktır. Çünkü, bu zaman dilimi içerisinde İsrail tüm Filistin'i kontrolüne
alma konusunda oldukça hırçın girişimlerde bulunacak ve uluslararası kamuoyunu,
özellikle de ABD'yi sınamaya devam edecektir. Umarız, ABD'nin algı eşiği
düşüktür, eğer yüksekse Orta Doğu'da İsrail kaynaklı daha ciddi sorunlar kapıda
demektir.

98
3.9. SONUÇ
Amerika Birleşik Devletleri’nin şu an ki mevcut politikaları İkinci Dünya
Savaşı’nın sonundan, 1980'li yılların ikinci yarısına kadar uyguladığı dış politikadır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki döneme baktığımızda uluslararası alanda söz sahibi
olan devletlerin Avrupa ülkelerinden ibaret olduğunu, Amerika'nın dışarıya kapalı bir
politikayla endüstrileşme sürecini geliştirmek için çabaladığını, Rusya'nın ise iç
sorunlarıyla meşgul olduğunu görürüz. Savaşın bitimiyle, Avrupa'nın çok ciddi
biçimde yıkılmış olduğu ortaya çıkar. Birkaç sene öncesine kadar dünyanın her
bölgesinde sömürgeler bulunduran, üzerinde güneş batmayan imparatorluklar
tamamen tükenmiş ve savaş sonrasında karşılaşacakları ekonomik zorlukları
düzeltmek için içlerine kapanmışlardır. Buna karşın, savaş döneminde tüm dünyaya
silah satarak daha önce hiç olmadığı kadar zenginleşen ve bu zenginliğiyle sanayisini
daha da geliştiren Amerika, Almanya’yı durdurup Hitlerin yenilmesinde çok büyük
ölçüde pay sahibi olan Rusya Yeni Dünya'nın süper güçleri haline gelir. Soğuk Savaş
iki kutuplu bir dengedir ve bu kutuplardan bir tanesi Amerika’dır. İki kutuplu
dengelerde diğer küçük devletler iki büyük devletin etrafında toplanıp ortak bir
şekilde hareket eder ve her yeni duruma ortak bir tepki verilir. Çok kutuplu
dengelerde ise kutuplardan biri yeni bir hamle yaptığında bu değişimden en çok
kimin zarar göreceği net bir biçimde kestirilemeyebilir. Bu durum, bu yeni hamleye
karşı dengeleyici bir hamle gelmesini geciktirir. Oysa iki kutuplu dünyada
taraflardan birinin bir bölgede kurduğu düzenden diğer tarafın zarar göreceği gün
gibi ortadadır. Bu yüzden her hamleye çok kısa bir süre içinde karşılık verilir. Hele
bir de devletlerin sahip oldukları aşırı güçlü silahlar, savaş çıkmasını engelliyorsa
uluslararası ilişkiler çok hassas bir "dehşetler dengesi" üzerine oturtulmak zorunda
kalır. 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Amerika Devleti dünyada
tek süper güç olarak kaldı ve soğuk savaşı kazandı. Amerika tek süper güç olarak
kaldığında dış politikası tüm dünyayı etkiliyor ve özellikle Orta Doğu Bölgesi’nde ve
bunun sebebi bölgede bulunan en müttefik devleti olan İsrail’dir. Ayrıca
Amerika’nın dış politikası yapım sürecinde bir sürü dinamikler bulunmaktadır.
Bunlar ikiye ayrılıyor; ilki iç dinamikler ve dış dinamikler; Dış dinamikleri arasında
‘baskı grupları’ en önemli etkileyen faktörlerden biridir. Ve Amerika’da Yahudi
Lobisi’nin ne kadar güçlü olduğu bilindiğinden Amerikan Dış Politikası’nın İsrail
Devleti’nin tarafını tuttuğu görülmektedir. Amerika’nın İsrail’i koşulsuz

99
desteklediğini çeşitli örnekleri gündem de görülmektedir, hatta Amerika, Orta Doğu
Politikaları’nı İsrail çıkarlarına göre tespit ediyor. Bu politikanın bir sonucu olarak
İsrail’e karşı Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi’nde ne bir kınama ne de bir
yaptırım kararı alınabiliyor. Ayrıca, Güvenlik Konseyi ABD dışındaki üyeler karara
destek verseler bile ABD veto hakkını kullanıtor. Hatta Amerika, İsrail’i her türlü
savaş araç ve gereçleri ile güçlü kılmaya çalışyor. İsrail’in elindeki nükleer silahların
ilk kaynağı Amerika’dır. Bu arada Irak’ın işgal sebebinin başında bölgede İsrail için
gelecekte tehdit oluşturabilir endişesidir. Ayrıca kesinlikle Irak işgalinin sebebi
sadecebu değildir, Amerika’nın çıkarları da işgalin önemli bir sebebidir. Bu arada
Amerika başkanı Obama’da İran’ın nükleer enerji çalışmalarından endişelidir. Ve
sürekli olarak İran’ı tehdit etmektedir. Hatta İran’a bir saldırı hazırlığı söz
konusudur. İran’ın nükleer çalışmaları Amerika’ya yönelik bir tehdit en azından
büyük tehdit oluşturmaz. Fakat komşu ülkelerine ve İsrail’e tehdit oluşturuyor, ayrıca
İran’ın komşu ülkeleri, İran’ın nükleer çalışmalarından rahatsız değildir, tabi bazı
müttefik ülkeler hariç, özelliklke Suudi Arabistan ve Mısır devletleri, fakat İsrail bu
çalışmalara bir ölüm veya hayat savaşı olarak bakmaktadır. Aynı şey Amerika’nın
Suriye’ye karşı politikasında görülüyor. Bölgede çok faydalı bir mütefik olabilir
fakat Yahudi Lobisi yüzünden Amerika ve Suriye arasındaki ilişkiler düşmanlık
şeklinde gelişmektedir.

100
SONUÇ

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya yeni iki süper güç ortaya çıkmıştır.
Eski iki süper güç olan Fransa ve İngiltere ise kendi ülkelerini nasıl tamir edeceği ile
meşguldu. Yeni ortaya çıkan iki süper güç olan Amerika ve Sovyetler Birliği dünyayı
ikiye bölmeyi başarmıştır; yarısı liberalizm ve diğeri ise marksizm. Ayrıca Orta
Doğu Bölgesi dünyanın en önemli yerlerinden bir olduğundan ve Bilfor
Deklerasyonu Yahudilere Filistin’de bir vatanı olacağını söz vermiştir. Ayrıca savaş
bittikten sonra yeni çıkan süper güç, diğer ülkeler tarafından benimsendi ve İsrail'i
ilk tanıyan iki ülke bu ülke olmuştur. Karşı tarafta Filistin halkını topraklarından
çıkartarak komşu ülkelere gitmelerine neden oldular ve bu durum miliyonlarca
Filistinli için hala geçerlidir. Arap ülkeleri İsrail ile 4 savaşa girdi ve hiç birini
kazanamadı, ayrıca 1973 yılındaki savaş bittikten sonra tüm dünyayı şaşırtıcı bir olay
olmuş o da eski Mısır cumhurbaşkanı Anwer Elsadat Kudüs’e gitti ve orada İsrail ile
barış anlaşması imzaladı. Bu gelişmelerden sonra Mısır Devleti eskisi gibi değildi
artık, Sovyetler Birliği tarafını bıraktı. Ayrıca bu gelişmeye ödül olarakta Amerika,
Mısır'a yıllık maddi yardımlarda bulunuyor, hatta dünyada Amerika'dan en çok
maddi yardım alanlardan biri olmuştur, tabi ilk sırayı İsrail Devleti almaktadırr.

Bu barış anlaşması Arap ve İsrail'in bir daha savaşa girme ihtimalini çok
azalttı. İsrail, Amerika'dan yıllık yardım olarak 3 milyar dolar almaktadır. Ve diğer
bütün ülkelerden farklı koşullarda almaktadır. Amerikada bulunan Yahudi Lobisi'nin
korkusundan İsrail'in arzularına hayır demek çok zor bir hal almıştır. Ayrıca bunun
en temelinde Irak Savaşı'nı görmekteyiz. Irak’ın eski hükümeti Amerika'ya hiç tehdit
oluşturmamış fakat İsrail'e küçümsenmeyecek derecede tehdit oluşturmuştur, bunun
ilk adımı Körfez Savaşı'nda başladı ve Irak’ın iç kuvvetini kaybetirdi, sonra savaşa
girdi. Bu olayla birlikte 2006 yılında Lübnan Savaşı'nda tüm dünya İsrail'in
saldırısına karşı çıktı, bu saldırıyı dünyada tek destekleyen devlet Amerika olmuştur.

Bu eleştiride duygusal olmayacağız ve yazarın Filistinli olmasına sebebiyle


bu açıdan konuyu fazla vurgulamayacağız. İsrail, Orta Doğu'da Amerika'nın sağ
koludur, fakat İsrail’in çoğu kez Amerika'nın menfaatlerine ters hareketleri olmuştur
ve bu duruma Amerika hiçbir tepki vermemiştir. İsrail'i normal bir devlet olarak

101
görmemiş ve Amerika'yı çok küçültecek bir duruma düşürdüğü, Çin'e savaş uçakları
satığı ki o savaş uçakları Amerika'nın elinde bulundurduğu en yeni teknoloji ile
üretilmişlerdi. Gelecekte Amerika'ya karşı çıkabilecek en muhtemel ikinci süper
güce İsrail o savaş uçaklarını gizli bir anlaşmayla satmıştır. Bir diğer konudan
bahsedecek olursak şimdiye kadar en az 20 İsrailli ajan Amerika'da yakalanmıştır ve
bu olaylarda bile Amerika İsrail'e bir tepki göstermemiştir, Amerika üzerindeki
İsrail'in siyasi gücü böyle devam ederse yakın zamanda Filistin de bir barış
sağlanması ihtimali çok zayıf görünmektedir. Çünkü eski Amerikan Başkanı G. Bush
Başkanlığa geldiğinden 2 yıl sonra Filistinlillere bir devlet vermeye söz vermiş ve
buna rağmen İsrailliler barış süreçlerinin devam ettirilmesini engellediler.

Amerika’da faaliyet gösteren Yahudi Lobisi'ne bakarsak gücünün nereden


kaynaklandığını hemen anlayabiliriz. Bir kuruluşun yıllık bütçesi 4 milyar dolar
olunca o kadar güçlü olmasını normal bir şey olarak karşılamak gerekir. Fakat burada
normal olmayan birçok şey vardır; bu hususların İsraille bir alakası yok, daha çok
Arap Devletleri’ni ilgilendiriyor. Dünyada 24 Arap ülkesi var ve Amerika’da Arap
Lobisi'nin yıllık bütçesi 8 yüz bin dolardır, aradaki farka bakarsak Amerika'nın
İsrail'in tarafını neden tutuğunu hemen anlarız. Bu fark Arap ülkeleri fakirliğinden
kaynaklanmıyor, başka bir ifade ile Körfez ülkelerinde bulunan petrol tüm dünyaya
gönderiliyor ve yıllıkta milyarlarca dolar topluyorlar, fakat hükümette bulunan kişiler
bu göreve uygun değiller, bir başkanın görevinde 25 yıldan fazla kalması Arapları
dünya ülkelerinin arkasında bırakan en önemli sebeptir.

Amerika’da bulunan Yahudi Lobisi her zaman en az yüz yıl sonrası


düşünüyor, aynı şekilde ileride Amerika'nın gücünün azalması ve dünyada başka bir
süper gücün çıkması halinde Araplar bu durumu iyi kullanır ve bu durum menfaat
kazanmak için bir çözüm yolu olabilir, Araplar bu durumdan yararlanabilir, bu yeni
süper güçte baskı oluşturabilecek bir lobi oluşturabilirler. Ayrıca, Araplar
Amerika'da çok güçlü bir lobi oluşturmak ve bu göreve uygun kişileri
görevlendirmek ve aynı zamanda yıllık bütçe olarak büyük rakamlar ayırmak
suretiyle de etkili olabilirler. Zira Amerika'da bulunan Yahudi Lobisi Amerika'yı bu
şekilde kontrol ediyor.

102
İsrail-Filistin sorununun çözümü için ABD’nin ağırlığını koyması gerekiyor.
2006 tarihli raporlara göre ABD’nin kapsamlı bir Arap İsrail barışı için yenilenmiş
ve ısrarla taahütte bulunması şarttır. Bu barış Lübnan, Suriye ve İsrail-Filistin
çatışmasına ilişkin eski Amerikan Başkanın Haziran 2002’de vurguladığı iki devletli
çözümü içermektedir. Yeni Amerikan Başkanı Barack Obama da aynı sözü verdi ve
bölgede gelecek çözümün iki devletin yan yana gelmesinde görnektedir.

Yahudi Lobisi, lobiyi oluşturan teşkilatların hem liderlerinin hem de


mensuplarının şimdiye kadar savunageldikleri politikaların ne ABD’nin ne de
İsrail’in çıkarına olmadığı kabul edilmektedir. Bu çevrelerin mevcut politikalarda
ısrar etmesi İsrail'i daha belirsiz bir geleceğe mahkum ettiği anlamına gelmektedir.
Yahudilerin büyük hahamlardan biri olan Gold 2002’de şöyle söylemiştir; İsrail’in
eski en büyük Yahudi cemaati olan Amerikalı Yahudiler kendi odak noktalarını
keşfetmek zorundalar. İsrail'in eliştirilemez hale gelmesi ilk olarak İsrail’e çok büyük
zarar vermektedir. Buna dayalı ileride Amerika'da başka bir Yahudi Lobisi
görebiliriz, benim görüşümce barışa yönelen bir Yahudi Lobisi ve şimdiki bulunan
Yahudi Lobisi karşı karşıya gelecekler, al-Jazerra kanalında izlediğim bir programda
Amerika'da bulunan Yahudi Lobisi hakkında yeni bir Yahudi Lobisi'nin Amerika'da
ortaya çıkma ihtimali var ve bu lobi Amerika'da şimdi bulunan Yahudi Lobisi'nin
gücünden çıkacak, çünkü bazı Yahudilere göre Yahudi Lobisi çok yanlış yapıyor ve
artık dünyada İsrail Devleti'nin bir masumluğu kalmamıştır. Özellikle Gazze Savaşı
ardından ve orada yapılan katliamalar ile Türkiye'den yola çıkan yardım gemilerine
yapılan saldırıları ile İsrail bir demokratik devlettir ve kendini savunan bir devlet
olarak göstermeye devam etmesi mümkün değildir. Ayrıca bu çözüm Filistin'e bir
barış getirmesi gerekmiyor, barış gelecekse de en önemli unsur Filistin'de bulunan
FETİH ve HAMAS Partileri'nin arasında bir anlaşmanın sağlanmasıdır, görünen o ki
bu anlaşmayı sağlayacak tek bir ülke var ve bu ülke Türkiye'dir. Çünkü şimdilik
anlaşma yapmak isteyen Mısır Devleti, Hamas Örgütü ile arasında son zamanlarda
bir çatışma hali gündeme gelmişlerdir, iki tarafın da ortak bir noktası var; o da
Türkiye'yi bölgede son gelişmeler ile birlikte tek güvenebilecek tek ülke konumunda
görmeleridir.

103
KAYNAKÇA

Abdu, Nadim, (2007), Allobi Alyahudi Fi Alaalem, Makka : Kral Fisel Araştırma
Merkezi.

Abo Khadra, Faisal, ( 2007), Tarih Alnofoth Alyahudi Fi Amrika Kahira : Alnahda
Yayınevi

Ahmad, Saif, (2003), Tarih Amerika, Bairut: Almaarej Yayınevi

Ahmad, Sami, (http://www.samsem.net/Item-85916.html) Erişim Tarihi: 24/03/2010)

Altawil, Abd alrazak, (2004), Tarih Amrika Alestemari, Şam: Arab Araştırma
Merkezi Yayınları

Albaghdadi, Amina, (2009), Khatar İran, Şam: Şam Yayınevi

Alhajawi, Zakaria, (2006), Hikayet Alyahud, Amman: Alroshod Yayınevi

Altantawi, Ali, (2008), Kisatona Maa Alyahud, Kahira : Dar Alsallam Yayınevi

Alshari, Sadek, (2006), Horobona Maa İsrail, Amman : Alkudüs Yayınevi.

Alshafi, imad, (2003), Daor Aldin Fi Nalsiasa Alamrikia, Kahira: Almaaref Merkezi.

Alsamrri, Ahmad, (http://www.alsumaria.tv/ar/Iraq-News/1-2733-Democrats-


DeterminedTo-Defy-Bush-on-Iraq.html ) Erişim Tarihi: 17/08/2009

Alhassan, Noor, (2006), Sanati Fi Alirak, Şam : Şam Yayınevi

Albarazi, Tamam, ( 2008), Amrika We Alarab, Şam : Şam Yayınevi

Almotiri, Mohammed, (http://www.alwaqt.com/art.php?aid=193778) Erişim Tarihi:


10/06/2010

Arshid, Monther, (http://www.jablah.com/modules/news/article.php?storyid=6196)


Erişim Tarihi : 29/5/2010

Arı, Tayyar, (1997), Amerika'da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul:
Alfa Basım Yayım Dağıtım

Arı, Tayyar (2008), Geçmişten Günümüze Orta Doğu, Bursa: MKM Yayıncılık

104
Atwan, Abd Elbari (http://www.almokhtsar.com/cms.php?action=show&id=4492)
Erişim Tarihi: 17/01/2010

Atwan, Abd Albari, (http://www.moheet.com/show_news.aspx?nid=42567&pg=1)


Erişim Tarihi : 20/07/2010

Aldawalibi, Mohammed, (1990), Amrika We İsrail, Bairut: Alşamevi.

Almasiri, Abd Alwahab, (2005), Men Hom Alyahud, Makka: Kral Fisel Araştırma
Merkezi

Alwaii, Tawfik, (2004), Tarih İfsad Alyahud, Kahire: Arabların Akademisyen


Araştırma Merkezi.

Armaoğlu, Fahir, (1994), Filistin Meselesi ve Arap İsrail Savaşları (1948-1988),


Ankara: Türk İş Bankası Kültür Yayınları.

Bal, İdris, (2006), Türk Dış Politikası, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.

Bal, İdris, (2008), ABD Politikalari ve Türkiye, Ankara: Lalezar Kitabevi.

Bal, İdris, (2009), Güvenlik Kıskacında Türkiye, Ankara: Lalezar Kitabevi.

Bal, İdris, (2010) “Is Israel Becoming İsolated” Today’s Zaman Gazetesi, Nisan
(http://www.todayszaman.com/tz-web/news-208002-is-israel-becoming-isolated-
byaquaidris-bal.html).

Bargute, İbrahim, (2009), AL-Emin Al-Kavmi Al-İsraili, Ramallah: El-Shruuk


Yayınları.

Bedehzoor, Ami, (2007), Alirhab Alyahudi Fi İsrail, Şam: Şam Yayın

Begen, Yushe, (1997), İsrail Walemin, Telaviv: Telaviv Yayınları.

Blackmoon, Doghlas, (2009), Alrek Taht Mosama Akher, New York : Dorrance
Yayınevi

Canöz, Kadir, (2009), Halkla İlişkiler Uygulaması Olarak Lobicilik, İstanbul:


Araştırma İnceleme Dizisi.

Emad, Eyup, (2004), Dwai Al-Emin Al-İsraili, Ramallah: Hashed Yayınları


105
Eskender, Amin, ( 2001), Alzelzal, Makka: Suddilerin Yayınların Kuruluşu.

Foad, Ahmad, (http://www.arabvolunteering.org/corner/avt5509.html) Erişim Tarihi


:19/08/2007

Hanna, Salem, (2005), Aldimokratia Fi Amrika, Bairut: Alhamra Yayınları.

Hamid, Abd alwahab, (2009), Ahdath Alirak We Alshark Alawsat, Makka : Tayiba
Yayınevi.

Hanafi, Omar, (2005), Khuttat Al-Hell Al-Nihai, Kahire: Daralnahda Yayınları.

Hijazi, Mohammed,
(http://www.freearabvoice.org/arabi/zawiyatuLKurra_i/alLobyLYahudy.htm) Erişim
Tarihi : (12/8/2007).

İssa, Jamal, (2006), Almonathamat Alyahudia Fi Amrika, Makka : Alnahawi


Yayınevi.

James, Petras, (2007), İsrail Siyonizm ve Ortadoğu, New York : Rengre Yayınevi .

John, Mearsheimer, Stephen m. Walt, Çeviren, Kösebalaban, Hasan, (2009), İsrail


Lobisi ve Amerikan Dış Politikası, İstanbul: Kure Yayın Evi. Ayrıca
İngilizce Asıl Baskısı (2006) Yılında Çıkmıştır.

Kotob, Alsaid, (2007), Amerika Alati Rait, Şam : Şam Yayınevi.

Koshkash, Karem, (2001), Jamaat Aldagt We Alanzema Almoaasera, Amman:


Moota Araştırma Merkezi

Loka, Nazmi, ( 2009), Alentekhabat Almrikia, Şam: Alforat Yayınevi.

Markas, Samir, (2000), Alimbiratoria Alamrikia, Alkahira: Alshorok Aldavlia


Kütüphanesi.

Mansor, Abd alhakim, (2007), Nihait Amrika We İsrail, Kahira: Alshark Yayınevi.

Mansor, Mohammed, (2007), Amerika Afkar Doal Alaalam Althaleth, Kahira:


Alnahda Yayınevi.

106
Mansor, Kamil, (1996), Alwilayat Almotaheda We İsrail, Ramallah: Filistin
Araştırma Merkezi.

Mostafa, Walid, (http://www.youm7.com/News.asp?NewsID=201984&)


20/03/2010

Mostafa, Ahmad, (2008), Alwilayat Almotaheda We Alshark Alawsat, Şam: Şam


Yayınevi.

Nafee, Ibrahim (2003), Ma Baad Ahdath Sebtember, Kahire: Alnoor Yayınevi.

Nouh Fildman, ( 2007), Bimatha Nodin Lelirak, Bairut : Alhoria Yayınevi.

Pazarcı, Hüseyin, (2009), Uluslararası Hukuku, Ankara: Turhan kitabevi.

Sarhan, Mohammed, (2001), Allobi Alyahudi We Jamaat Aldagt, Amman: Moota


Araştırma Merkezi.

Selem, Emine, (2009), “Dahirat Al-Emin Al-İsraili” AL-Arabi Dergisi, (Ocak-


Haziran).

Selem, Emine, (2009), Siyaset Al-Emin Al-İsraili, Amman: Darusalam Yayınları.

Shaher, İsmail, (2000), Awlawiat Alsiasa Alamrikia, Bairut: Araplar Yayınları.

Sonkrat, Davut, (2007), Alyahud Fi Almoaskar Algarbi, Şam: Şam Yayınevi.

Steele, Henry, Çeviren, İnalcık, Halil, (2005), ABD Tarihi, Ankara: Türk İş Bankası
Kültür Yayınları.

Türan, Ömer, ( 2007), Düşmen Kardeşler İsrail Ve Filistin Direnişi, İstanbul :


Yaydağ Yayınlar.

Yaser, Khaled, (http://quran.maktoob.com/vb/quran22538/) Erişim Tarihi:


(15/07/2007).

Yasin, Mohammed, (http://www.alarabiya.net/articles/2010/06/29/112600.html)


Erişim Tarihi: 29/07/2010).

107
EKLER

EK. 1. AMERİKA’DA YAHUDİLER

Madlin OLBRAİT Dış işleri bakanı

Robert ROBİN Maliyet bakanı

Wiliam KOHEN Savunma bakanı

Dan KLİMAN Ziraat bakanı

Jorj TENET CİA başkanı

Samwel BİRGER Iç guvenlik genel başkanı

Evlin LEBERMAN Genel kuruma başkanı yardımcısı

Stewart EİZİNSHTAT Dış işleri bakanı yardımcısı

Biter TARATOV Dış işleri bakanı yardımcısı

Ram MANUEL Cumhur başkanı yardımcısı

Jen SHORBORON Cumhur başkan özel avukatı

Eli SİVAL Genel kuruma başkanı yardımcısı

Martin ANDİK Dış işleri bakanı yardımcısı

Denis ROSE Dış işleri bakanı yardımcısı

Jorj BARKAN EL GORE özel yardımcısı

108
EK 2. ANKET SONUÇLARI

1. Yahudi lobisi ABD dış politikası etkilediğini düşünüyor musunuz?

2.ABD, İsrail haksız olduğuna rağmen hep onun tarafı tuttuğunu düşünüyor
musunuz?

3.batı ülkelerde müslümanların hakkında kötü görüşünü Yahudi lobisi ve İsrail


propogandasından kaynaklanıyor mu?

109
4.dünyada ikinci bir süper güç ortaya çıkarsa ortadoğu durumu değişecek mı?

5.Amerika’da güçlü bir Arap lobisi ortaya çıkarsa Filistin ve ortadoğu istikrara
gelebilecek mi?

6.Yahudi lobisi Amerikada yaşayan Arapların ve Müslümanların hayatını zorlaştı


mı?

110
7.Yahudi lobisi tıpkı Mossad gibi bir Yahudi medya yapısı bir örgüt olduğunu
düşünüyor musunuz?

8.Amerika müslümanlarlarda bir düşman olarak görünüyor bunun sebebi İsrail’i


desteklediği için düşünüyor musunuz?

9.Amerikan medyası hep İsrail tarafını tuttuğu için Amerikan halkı Filistin sorunu
bilmediğini düşünüyor musunuz?

111

You might also like