You are on page 1of 15

Elhamdu lillâhi Rabbil âlemîn vel akibetu lil muttekîn ve lê udvêne illê alez-zâlimîn.

Esselatu vesselamu alê resûlinê Muhammed seyydiul murselîn ve imêmul muttakîn ve alê
êlihî ve eshâbihî ve etbâihî ecmain.

Kıymetli kardeşlerim Efendimiz (sav)’in bir hadisiyle bugün dersimize başlamak istiyorum.
İhbarı gaybı diye bildiğimiz bazı hadisler vardır. Yani gelecekte olması mümkün olan
hadiselerin Efendimiz (sav)’in ddiliyle beyanıdır. Gaybı tamamı mutlak gayb elbetteki
Allah’a aittir. Ama Allah dilediği kadarını, dilediği insanlara bunlar peygamberlerden de
olabilir. İlham ettiği başka insanlardan da olabilir.
Cin sûresindeki ayet bunu beyan ederiz zaten bize. Bunları açar, onlar da dilediği kadarını
insanlara paylaşırlar. İşte Efendimiz (sav)’in gelecekte olması mümkün olan bazı hadiselerden
haber vermesi, ahiret zaman ortaya çıkacak pbazı meseleleri bildirmesi
Kıyâmete ait bazı hadislerden bahsetmesi, cennet, cehennemden bahsetmesi. İhbarı gaybî
sınıfı dairesinde değıerlendirilmelidir.
Benim sze biraz sonra aktaracağıml hadisi de Ebû Davud, İbn Mâce, Tirmizî ve daha bir çok
hadisi kitabı bize naklediyorlar.
Efendimiz (sav) sözün perdesini şöyle kaldırıyor ve buyuruyor ki :
Bu söz tasdiklenen bir sözdür. Hemen Efendimiz (sav)’in arkasından ortaya çıkan hadiseler.
Ve bugün ümmet olarak yaşadığımız sıkıntılar sözün aslında fiili bir karşılığıdır. Sıkıntılar
var ümmet olarak içimizde. Her geçen gün tefrika ümmet içinde daha da derinleşyiro. Allah
bizlere merhamet etsin de şu aramızdaki sıkıntılar bir an önce giderilsin.
Ne yazık ihtilaf, yani yıkan, yok eden ihtilaf her geçen gün ümmetin içerisinde biraz daha
derinleşyirozu daha farklı noktalara kayıyor. İşte Efendimiz (sav) bunu beyan ediyor :

“Benden sonra gelenler birçok ihtilaf ve sıkıntı göreceklerdir. Siz bu ihtilaf ve sıkıntılardan
kurtulmak istiyorsanız; sünnetime ve doğru yola sizleri götürecek olan Raşid halifelerin
sünnetine sarılın, yapışın. Bunlara azı dişlerinizle sımsıkı sarılır gibi sarılın.” (Ebû Davûd,
Sünnet, 5; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6)

Sözün devamında Efendimiz (sav) bu sarılmanın nasıl olması gerektiğini de bize söylüyor
Nasıl sarılalım ya Resûlallah ?
Ellerinizle değil, azı dişlerinizle tutar gibi sarılın. Eğer azı dişlerinizle kavrar gibi kavrarsanız
benim sünnetimi. Yani size bıraktığım o nebevî mirası inşallah siz o dalgalar içerisinde, o
savrulmalar, o kayamalr içerisinde istikâmetiniz koruyabilirsiniz. İstikarınızı muhafaza
edebilirsiniz. Allah’ın istediği gibi bir kulluğu ortaya koyabilirsiniz. Bizim buradaki
cderdimiz de bu.
Allah bizi bundan geri koymasın. İstiyoruz ki bu nebevî mirası biraz daha iyi tanıyabilelim.
Biraz daha iyi tanışalım. Kişinin bilgisiyle ameli beraber yürür. İstiyoruz ki bu manada
bilgimiz ziyadeleşsin ki ona orantılı bir biçimde amelimizde de artsın ziyadeleşsin. Bundan
dolayı nebevî sofranın inşallah taliplileriyiz, talibiyiz.
Allah son nefesimize kadar da bu sofradan bizleri mahrum etmesin inşallah
Kjıymetli kardeşlerim bu dersten itibaren bir dört ders daha kaldı bu dönemki yürüyüşümüz.
Mayıs sonu itibariyle artık bir virgül koyacağız yaz programları başlatyacak. Şimdiye kadar
ben altı ders size çocuklarımız ile alakalı dersler yaptım. Bugünkü dersten sonra 3 ders
kalacak. Geriye kalan derslerin konusu da çocuklarımız olacak. Yani bu muhteşem ahlak
derslernin son on dersin ana konusu Allah’ın bizlere en büyük lütfu, nimeti olan ve büyük bir
emaneti olan çocuklarımız olacak.
On değil, elli ders yapsak da az. Ama elli ders yapsak da eğer bu derslerden çıkan neticeleri
hayatımıza taşımazsak bu seferde sözü zayi etmiş oluruz.
Ben biliyorum, elhamdulillah duyuyorum bazı kardeşlerden bazı şeyler söylüyor. Bizim gibi
aci insanlar bunu duyunca biraz daha seviniyordaha farklı bir heyecan oluşuyor. Buradan
alınan şeylerin hayata taşınması, evlere taşınması. Hele hele çocukların üzerine uygulama
adına ızdırap duyma noktasında bir şeyler taşınması beni ziyadesiyle mutlu ediyopr
İnşallah siz sonuna kadar bunu devam ettireceksiniz. Ve biz bu heyecanımızdan hiç bir zaman
bir şey yitirmeyeceğiz. Bakın ben kaç senedir konuşuyorum
Her kürsüye oturduğum zaman kalbim yerinden çıkacak kadar heyecanlıyım. Ve kendi
kendime şu sözü verdim kendi kendime
Heyecanımın bittiği gün ben kürsüye artık !çıkmayacağım. çünkü bizim heyecanımız daim
olduğu sürece ancak biz kulluk noktasında istediğimiz hedefe varma adına adım adım
yürüyebiliriz.
Bundan dolayı duam şu sizi de o dauaya dahil ediyorum:
Allah’ım ! sen bizim yüreklerimizdeki heyecanı bhitirme
İmandan kaynaklanan o heyecanı aynen sırtımızı yasladığımız dağ olan Hz.Ebâ Eyyub el
Ensâri gibi. 93 yaşında bile olsak 18 yaşındaki bir delikanlı gibi imanın heyecanını
yüreklerimizde derinleştir
Ve senin huzuruna geldiğimiz zamanda yine aynı heyecanla gelelim
O heyecanla senin huzuruna gelip hesabımızı verme adına da bir aşkımız ve şevkimiz olsun
inşalla
Bugünkü dersimizin başlığı
Çocuklara vurulması gereken en önemli aşı
Bilmem düşündünüz mü hiç: Acaba bu aşı ne?
Neden bahsetmemiz gerekecek?
Biliyorsunuz çocuklara aşılar yapılıyor. Doğar doğmaz aşılar ypaılıyor tâ 5-6 yaşına kadar ara
ara dönem dönem aşılar var. biz onlardan bahsetmeyeceğiz o tıbbın konusu. O bedeni ve zihni
geliştirmek için yapılan bir şey.
Ama bizim aşımız yani nübüvvet medresesi’nin aşısı ruhu ve manevi dünyayı geliştiren bir
aşıdır.
Dolayısıyla biz tıbbın alanine girerek haddimizi aşmayacağız. Ancak burada bilmemiz
gereken bir şey var ki ne kadar beden o aşıya muhtaç ise ruh da en az o kadar hatta daha fazla
muhtaçtır.
O halde çocukların ruhlarına yapılacak en önemli aşı nedir?
Biliyorsunuz bir tane değildir, çeşit çeşit aşılar var.
Ruh aşısı da böyledir. Bir tane değildir. Ama biz bugün en önemli olanın üzerriinde
duracağız. Ben size üç tane aşı söyleyeyim. O aşılardan bir tanesine bugün değineceğiz. Ama
ilerleyen derlserde, özellikle sahabenin rehberliğinde çocuk bahsi diye bir bahis açacağız
gelecek derslerde.
O dersler içerisinde de diğerlerini de derinelştireceğiz.
Bugün başlıklarını vermiş olayım size :
1- Sorumluluk Şuuru
2- Adalet Duygusu
3- İtaat Bilinci
Çocuklara vurulması gereken üç temel aşı bunlar.

Sporumluluk duygusunu en öne almamız ve ona en mühim dememizin sebebi de şu :


İnanın o duygu tam anlamıyla ruhda yerini bulduğu an aslında ittati de, adalet duygusunu da
olumlu bir biçimde etkileyecek.
Bir insan da adaletin tam anlamıyla tesis edilebilmesi de aslında sorumlulukla alakalı bir
şeydir.
Ve bir insanın gerçek manada itaati anlaması itaatin Allah’ın bir emri olduğunu fark etmesi.
Toplum içerisinde ittatin nasıl toplum sağılığı açısından önemli olduğunu bilerek aile
içerisinde ittatyin de önemini bilerek aile için olmazsa olmaz bir esas olmasını bilmesi de
sorumlulukla alakalıdır. Onun için biziml en önemli aşı dememiz bizim bir tercihimiz değil,
işin hakikatinden dolayıdır.
Biraz sonra da işin detayını gôrünce sizde bana hak vereceksiniz
Şimdi aziz kardeşlerim yaşadığımız şu zeminde bir büyük problemle başbaşayız.
Nedir o problem ?
Bu çağın insanın en önemli eksiklerinden biri, büyüyememe problemidir. Ciddi bir hastalıktır
bu. Ayni bir bakıyorsunuz, 20 yaşında, 30 yaşında, 40 yaşında ama ortaya koyduğu filler,
eylemler 14 yaşında-15 yaşında.
Fiziksel yaş ile ruhsal yaş, beraberce ilerlemiyor. Eşit bir biçimde gitmiyor. Bu neslin en
büyük problemlerinden bir tanesidir bu. 25-35 yaşındaki gençlerle oturup konuştuğunuz
zaman
Benim yaşım öyle çok ileri değil. Sizin o orta sınıf sayabileceğiniz bir yşa grubundayım. Ama
yaşça büyük olanlar daha iyi fark deceklerdir. Gerçekten bizim çocukluğumuzda da dahi elde
ettiğimiz sınırı şu andaki nesilde elde edemiyoruz. Biz orta okul yıllarını hatırlıyorum ben. O
zamanki yıllardaki çocukluluklarımız ve bizden önce yaşayan insanlarımızın. Ve bir şekliyle
etkileri olan ortaokuldaki abilerimiz olan, lise yıllarında abilerimiz olan, üniversite yıllarında
abilerimiz olan insanların. O zamanki halleriyle bugünkü aynı yaş grubundaki insanları kıyas
ettiğiniz zaman ciddi bir fark görüyorsunuz
Bu nesil nedendir bilemem. Ama aslında bilirim de biraz sonra bazı şeyleri söyleyeceğim
sıkıntılar var. o sıkıntılardan dolayı bir türlü büyüyemiyoruz. 28 şubat darbesinin bize
vurduğu en büyük darbede bu alanda oldu. Bilmem bunu nasıl değerneldirirsiniz.
Yıkılan abilik müessesesi var. şimdi okullara giden, üniversitelere gittiğiniz zaman.
İmam hatip okullarına gittiğiniz zaman 10-12 sene önce var olan şeyi göremiyorsunuz.
10-12 sene önce ne vardı ?
Liseli okulundaki bir talebe ortaokuldakilere abilik yapıyordu. Lise sonda okuyan bir talebe
lise birde okuyanlara abilik yapıyor. Üniversite’de olan lisedekilere abilik yapıyor.
Üniversite 3-4ncü sınıfta olanlar birinci sınıfta olanlara abilik yapıyor
Ellerinden tutuyor, kitaplar okuyor, sohbetlere getiriyor. İlgileniyor, mesai harcıyor.
Şimdi gidiyoruz liselere, üniversitelere şimdi gençler ne olur kusuruma bakmasın.
Üniversitler koca koca anaokulları gibi. Çocukların yapmayacağı işleri oradan
görüyorsunuz.ciddi bir sıkıntı var bu noktada. Ve o mesele ciddi bir biçimde hayatımızdan
çıkmış gibi.
Kimse artık başkasının bu manada derdini çekme gibi bir bedel ödemeyi göze almıyor.
Bana ne diyor. Ben neiye çekeyim diyor. Ama o zamanlar 15-16 yaşındaki bir delikanlı bir
genç, okuduğun kitabın heyecanıyla başkalarına heyecan katma adına bir ızdırap içerisinde
olurdu
Elde ettiğin bir makaleden, bir dergiden bir fikri kendinden olan insanlara aktarma
noktasında, duyurmasında bir heyecan taşırdı.
Ne olduysa bilmiyorum ama o ayak kesildi. Yeniden bizim bir kez daha bu meseleyi
gündemimize alıp çalışıp projeler üretmemiz gerekiyor.
Efendimiz (sav)’in bu ,konudaki rehberliklerini söyleyeceğim. Ama bir hususua daha
dikkatinizi çekmek istiyorum. Dedim ya ben 41 yaşlarındayım. Şimdi yaşça benimle aynı
dönemi paylaşanlar iyi anlayacaklar. Ama yaşı 20-30 olanlar bu söyleyeceklerimi belki
anlamayacaklar.
Bizim ve bizlerin üstündeki yaş grubunda 10 yaşında evde bir erkek çocuğu eve bir artı değer
katardı.
Çalışmadan bir insana evde ekmek verilmezdi. Özellikle Anadolu’dan gelen ve burada sıkıntı
çeken insanlar bunun ne demek olduğunu daha iyi bilirler.
10 dedim ama altı da var ama on yaş üzerinden konuşayım
Çıraklık yapmıştır limonata satmıştır, simit satmıştır, inşaatlarda çalışmıştır. Babasının işyeri
varsa orada çalışmıştır. Ama bir şekliyle çalışmıştır.
Çalışmadan terlemeden çocukluk dönemi geçmemiştir. Şimdi 20 yaşında 30 yaşında
çalıştıramıyorsunuz. Söylediğiniz zaman tepki alıyorsunuz. Bir acaip bir hal oldu
Bunun bu hale gelmesi belki sizin şöyle bir karşılık vermenize sebep olacak ki ben de aynı
şeyi söylüyorum
Hocam! O zamanla şimdi bir mi?
Şimd nimetler çoğladı. Elhamdulillah cebimiz para gördü. Altımızda araba var, ev var, şu var,
bu var. eh şimdi çocuklar bu kadar nimeti bulduğu için çalışmıyorlar. Evet doğru bizim hayal
edemediğimiz şeyler çocuklarımızın elinde. Hepsinin elinde cep telefonu var, hepsinin elinde
tablet bilgisayarlar var.
Evlerinde bilgisayarlar ayrı, ceplerindeki ayrı. Bazılarının arabaları var, var da var
Ancak bunların hiç bir tanesi sorumluluk duygusunun aşılanmasına engel değil. Şunu hiç bir
zaman unutmayın benim aziz kardeşlerim. Yeryüzünün en güzel örnekleri olan sahabe nesli
nimetler arttığı zaman sorumluluk duygularını arttırmadan durmadılar.
Nimet artarken o duygu da arttı. Öyle olduğu için Hudeybiye anlaşmasının arkasında o
güzeide nesil destan üzere destan yazdı.
Çünkü o kadar büyük bir hedef belirlemişlerdi ki Mekke’nin fethi onları kesmedi. Bizans’ın
surlarını zorlamak onları kesmedi. Sasanilerin saraylarını salladılar onları kesmedi. Yemen’e
kadar götürdüler işi. El Cezîre’ye getirdiler işi kesmedi. Tâ Hicri 47-48’e kadar İstanbul
İstanbul diye yandılar. Eğer o gün İstanbul’u da alsalardı. Roma diyeceklerdi ve
durmayacaklardı yerlerinde.İşte Efendimiz (sav)’in onlara öğrettiği şey buydu. Nimetler artıp
siz kabuğunuza çekildiğiniz anda sorumluluk duygusunu asla ayayamazsınız hayatınıza. Ama
geçen ders bir cümle kullanmıştım ona bir cümle daha eklemem lazım ki bugünkü makasadım
anlaşılsın.
Ne demiştik?
Nimetin tezekkürü, muhabbetin ziyadeleşmesi, amellerin ise bereketlenmesinin vesilesidir.
Böyle anlamak durumundayız. Nimetler arttı.
Ne yapacak Müslüman?
Tezekkür onun hayatının bir parçası olacak. Hep düşünecek: Allah verdi diyecek. Allah bize
böyle ikram diyecek. Her nimet külfetiyle gelir diyecek.
Nimetlerin şükrünün eda edilmesi lazım diyecek. Diyecek diyecek Allah’ı hatırlayacak.
Allah’ı hatırladığı zaman marifet hayatında ziyadeleşecek. Gerçek manada seven adam da
yerinde duramaz. Eğer seviyorum deyip yerinde duruyorsa o adam.
O adamın sevgisinde sıkıntı var. seviyorum diyen adam o sevgisinin gereğini yerine getirir.
İşte muhabbetin ziyadeleşmesi ve amellerin bereketlenmesi de buradan
Şimdi biz bugün halimizi meşru bir zemine kaydırarak işin içinden çıkamayız. Halimizi üç
aşağı, beş yukarı biliyoruz. Bende az bir şey tasfir. Asıl bizim yapmamız gereken şey Allah
Resûlü (sav) kendi elinin altındaki çocuklara sorumluluk duygusunu nasıl aşıladı.
Biz oradan ilham alarak bu çağda kendi çocuklarımıza etrafımızdaki çocuklara nasıl aşılanır
diye cevap bulmaktır.
Zaten bizde şimdi onu yapacağız. Bu soruya cevap bulma maksadıyla Nebevi Medrese’nin
kapısını gelsek, Allah bizi o kapıdan hiç ayırmasın.
Üç temel mesaj görürüz burada. Dikkat edin kardeşlerim bakın Efendimiz (sav) ne kadar canlı
bir rehberlik yapacak göreceksiniz. Zaten öyledir bir o rehberliği tam anlamıyla
anlayamadığımız için derttlerimize başka yerlerden cevaplar arıyoruz
Nedir onlar?
1- Çocuğa yaşına takılmadan değer vermeli
2- Değere uygun roller belirlemeli
3- Rolleri oynayacak mekanlar açmalı
Efendimiz (sav)’in rehberiyetinden elde ettiğimiz mesajlar bunlar.
Efendimiz (sav)’in yaptığı bu. Çocuğa vermis, nasıl o değere uygun roller belirlemiş, ve o
roller oynayacak o mekanları ôzellikle de kendi elinin altındaki çocuklara açmış birazdan
göreceğiz.
Şimdi bir kaç örnek verelim de o örnekler üzerinden bunları anlamaya çalışalım
8 yaşındaki bir çocuktan bir örnek vermek istiyorum. O çocuk o günün en büyük işini yapan
isimlerden bir tanesidir.
8 yaşındaki bir çocuğa Efendimiz (sav) bir iş emanet etmiş ve daha onlarcasına emanet etmiş.
Zaten Efendimiz (sav) bunu yaptığı için bir şekliyle onların seviyesini yükseltmiş. Biz şimdi
güvenmiyoruz çocuklara berirsek işi yüzüne gözüne bulaştırır diyoruz. Kendimizi düşünerek
bazı şeyleri kendimize ait kılıyoruz. Alan açmadığımız için bazı şeylerden mahrum
kaldıklarından dolayı çocuklarımızda büyümüyor.
Ama ne yaparsak yapalım biz bu noktada bazı adımlar atmalıyız. İşte bu adımları atmamıza
bir yönüyle vesile olacak bir örnek bu
Hicret gününü hatırlayın. Efendimiz (sav) ashabını tamamını göndermiş sadece 2-3 aile
kalmış. Kendisi de sadık dost Hz.Ebu Bekirle yola çıkacak. Efendimiz (sav)’in hicret
yolculuğunu bana deseniz ki bir cümle de bize ôzetle.
Ne derim biliyor musunuz?
Hicret yolu: Esbaba tevessül, Allah’a tevekkül…
Hicret bu. Kul olarak beşer olarak elinde ne geliyorsa onu ortaya koymak. Tedbir almak,
strateji ise onu belirlemek. Ondan sonra da gerekli olan adımları atmak
Efendimiz (sav) bunu yapıyor. Roller biçiyor
Esma anamız 27 yaşında 7 aylık hamile ona rağmen ona biçilen rol Sevr dağına o mağaraya
azık taşımak
Efendimiz (sav) beşer olarak da bir adım atmış. Yesrib bu tarafta, Sevr bu tarafta Cidde’ye
doğru.
İnsanlar biliyor ki Yesrib’e doğru gidecek ama Sevr’e doğru Cidde’ye doğru 3gün 3 gece
kalacağı o mağaraya geliyor
Esma’ya biçilen o rol oarada. Orada yürürken ayak izleri kalacak. O dönemde de iz
s£ûrücüler de çok meşhurdur. Amr ibn Füheyre isimli Hz.Ebu Bekir’in hizmetlisi olan o
büyük insane da biçilen rol şu:
Bizim yürüdüğümüz yollarda koyunları, keçileri yürüteceksin ki bizim ayak izlerimizi
kaybettireceksin.
Abdullah ibn Uraykıt isimli rehber o günler de müşrik. Ve müşrik olarak da vefat etmiş.
Çünkü o vefayı hak ediyor, emin birisi olduğu için ona biçilen rol üç günün sonunda
belirlenen tarihte bu tarafa değil. Arafat yönüne iki tane bineği getirerek o kutlu kafileyi alıp
Yesrib’e doğru yola çıkarmak.
8 yaşındaki Abdullah b. Ebî Bekir’e biçilen rol ne?
Allah Resülü (sav) ona diyor ki: Abdullah! Sen Mekke’de dolaşacaksın. Büyüklerin sohbet
meclislerine yaklaşacaksın. Onlar ne konuşuyor onları duyacak. Gelip o bilgileri ablan
Esma’ya anlatacaksın. Ondan sonrasını karışmayacaksın.
Böyle bir görev biçilmiş ona, Resûlullah (sav) o insanı bu işin yani tabiri caiz ise
istihbaratının başına geçirmiş. Ama Efendimiz (sav) öyle tedibirsiz iş yapmaz. Tedbir
tevekkül dairesinde yürünecek, sekiz yaşında bir çocuktur, ne olur ne olmaz belli değil.
Hz.Ebu Bekir’in oğludur, sıkıştırılır, dövülür. Baba nereye gitti öğrenilebilir. Onun için
Abdullah’a: babanın ve Resûlullah’ın nerede olduğu söylenmeyecek.
O bilmeyecek
Kim bilecek onu?
Dayak da yese, ağzından kan da aksa, kulağından küpesi de düşse, kadın olmasına rağmen
dilinden sır çıkmayacak Hz.Esma bilecek. Ama 8 yaşındaki çocuk Abdullah bunu bilmeyecek
Bakın Efendimiz (sav) sorumluluğu aşılarken dengeyi de nasıl muhafaza ediyor. Aslında
buradan bize buradan çok önmli ipuçları var. İnşallah ben bunları aldığınız için başka şeyler
söyleyeceim.
Abdullah’ın örneği böyle.

Size on yaşındaki bir çocuktan bahsedeyim


On yaşında deyince aklınıza kim geliyor?
Kerremallahu veche olan, Risâlet davasının abisi olan, Kur’an evinin oğlu olan, Ehli Beyt’in
imamı ola, Hz.Fatıma’nın eşi olan, Hz.hasan ve Hz.Hüseyin’in babası olan Hz.Ali
Kerremallahu Veche geliyor.
On yaşında bir çocuk Pazartesi vahye muhatap olmuş Efendimiz (sav). Aynı gün namazın
Efendimiz (sav)’in hayatına geçmesi, hemen o ilk günler ihtimalen Salı günü. O tabloya, o
ana şahit oluyor Hz.Ali (ra).
Resûlullah namaz kılıyor, Hatice anamız onun hemen arkasında, o da namaz kılıyor. Hayran
hayran izliyor, namaz bitince hemen Efendimiz (sav)’in huzurunda 10 yaşındaki o çocuk
Ne yapıyorsun? diyerek soruyor Efendimiz (sav)’e.
Bakın çok önemli bir şey söylüyorum bakın bizim ihmal ettiğimiz bir şey. Evin içinden bir
çocukla elli yaşındaki yabancı bir adam gibi konuşuyor. Anladınız mı dediği mi?
Efendimiz (sav) alıyor karşısına başlıyor anlatmaya. Aşı böyle yapılır zaten. Anlatıyor,
anlatıyor
Hz. Ali ne diyor?
Bırak beni düşüneyim diyor.
En ufak bir kızma yok Efendimiz (sav)’de.
Bırak beni düşüneyim dedi o da bıraktı. Şimdi şöyle bir şey anlatılıyor menakıb kitaplarında.
Bilmiyorum ben bunu doğrulatamadım bizim mefsu kitaplarından.
Yolda giderken babam’a söyleyeyim demiş, ona bir danışayım demiş. Sonra demiş ki :
Allah beni yaratırtken babama mı sordu ki, ben şimdi Müslüman olunca ben babama
danışayım. Güzel bir şey. Bilmiyorum sıhhati konusunda.
Ama bizim mefsut kitaplarımızda geçen bu.
Düşüneyim diyor. Biraz düşünüyor, taşınıyor. Bir daha Resûlullah’ın huzuruna geliyor
Ey Muhammed! Bana anlattıklarını bir daha anlatır mısın diyor
Bir daha anlatıyor Efendimiz (sav). Arkasından iman ediyor. İşte Hz.Ali’yi imana taşıyan o
süreçte attığı adımlar böyle. Ve o ilk günlerde hz.Ali’den bir tablo aktarıyorum
On yaşında ama 50 yaşındaki bir adamın düşünmediğini düşünecek. 10 yaşında kendinden 30
yaş büyük olan biri insanı imana taşıyacak
Ne ile?
O ilk günlerde aldığı o aşı ile. Kimden bahsediyorum
Hz.Ebu Zer’den bahsediyorum. O hakikat avcısı duymuş Mekke’de birisi peygamberlik
iddiasında bulunuyor. Önce kendi kardeşini göndermiş, ondan netice alamayınca çıkmış
kendisi gelmiş
Kâbe’de hiç bir yere gitmiyor. Zemzem ile gün geçiriyor. O zemzemin de onu şişmanlattığına
dair bir rivayet okuyoruz. O işin ayrı bir boyutu. Günlerce Kâbe’de kalmasına rağmen hiç
kimse sormuyor ki
Arkadaş sen burada ne arıyorsun ?
Ne için buradasın ? böyle bir şey soran yok.
Kim soruyor ?
On yaşındaki Hz.Ali soruyor. Hz.Ali bu, sorumluluk aşısını almış. Etrafı ile ilgili, memleket
meseleleri dert onun içnn, etrafına bakıyor, konuşuyor. Sorunlarla uğraşıyor, böyle bir çocuk.
Böyle bir çocuk özlenen bir çocuk. Böyle bir çocuk peygzamber terbiyesinde yetişen bir
çocuk.
Soruyor: nedir, ne değildir diye, tanışıyor.
Niçin geldiğini sormuyor. Olur ki bana söylemez diyor. 50 yaşında bakın zihin ama kendisi
on yaşında. davet ediyor Ebu Talib'i’ babasının evine. Üç gün boyunca hz.Ali Hz.Ebu Zer’e
tek bir söz söylemiyor. Hz.Ebu Zer de ona söylemiyor.
Sadece Hz.Ebu Zer gözlüyor. Nerden bir bilgi alırım da peygamberlik iddfiasında bulunan
adama doğru yürürüm diye bir fırsat kolluyor. Üçüncü günün sonunda Hz.Ali soruyor.
Diyor ki: Ne geziyorsun buralarda? Nedir derdin ?
Söz ver bana sırrımı ifşa etmeyeceğine dair, söyleyeyim diyor.
Sôz veriyor
Sözü alınca Hz.Ebu Zer söylüyor. Peygamberlik iddiasında bulunan biri varmış, onunla
tanışmaya geldim. Sen onu tanıyor musun ? diyor
Hz.Ali : Ben onu nasıl tanımam. O benim amcamın oğlu.
Nerede peki o?
Safa tepesinde bir evde
Ama ikimiz oraya beraberce yürürsek Mekkeliler görürler ve senin Müslüman olduğunu
anlarlar ve sana da bana da zarar verirler.
Nasıl yürüyelim?
On yaşında dikkat edin. Ben önde yürüreyeyim sen arkamda yürü. Ben bir yere geleceğim,
eğer tehlike yoksa oradan eve girerim. Sen de arkamdan girersin. Eğer birileri bize bakıyorsa
ben o evin kapısının önünde ayakkabımla uğraşır gibi yaparım, çıkar giderim. Ben gittikten
sonra sen o eve gir
Niye Hz.Ebu Zer Hz.Ali’ye aşıktır anladınız mı?
Hz.Ali’ye aşık olmasın da kime olsun
10 yaşında iken Hz.Ali onu böyle imana taşıyor. Yıllar sonra da Hz.Ebu Zer hz.Ali’nin
arkasından bir dakika ayrılmayacaktır. Hz.Ali bu, 10 yaşındaki kâmeti bu.
Gelin 13 yaşındaki haline Ebû Kubeys dağının eteklerinde Efendimiz (sav) genel davetin ilk
merhalesi bütün yakın karabalarını davet etmiş, onlara bir yemek ikram edecek. Arkasından
da İslam’a ait bazı şeyleri onlara açacak. Bütün amcaları, halaları, amca çocukları, hala
çocukları. Sayının 45-50 iolduğu söylenir, bu kadar insan var. Hz.Ali’ye bir rol biçmiş
Bakın Efendimiz (sav) sahada hz.Ali’ye bir imkan açıyor.
Hz.Ali’ye bir şekliyle hizmet edebileceği, bir şekliyle kendisini ortaya çıkarabileceği,
sorumluluğunu daha da geliştirebileceği bir alan açıyor. Babalara annelere çok şey söylemeli
bunlar. Efendimiz (sav) bunu ailesinden başkalarına da yaptırabilir. Meselâ Zübeyr bin
Avvam’dan aileden biri sayılır.
16-17 yaşlarında, ona yaptırabilir. Aileden Ubeyde bin Hâris o büyük insan, Bedrin şehidi
olacak o insan, yaşça Resûlullah’tan da büyüktür. Onlara da yaptırabilir. Ama onlara
yaptırmıyor. Bu iş 13 yaşındaki bir çocuğun işi
Nedir o iş?
Elinde su sürahisi davetlilere su ikram edecek. Ve Hz.Ali o biçilen rol gereği kendisinden
istenilen kâmeti ortaya koyuyor. Efendimiz (sav) yemeği yediriyor. Sonra çıkıyor karşılarına,
Hzİsa (as)’ın rolüne bürünüyor
“Allah’a giden yolda bana kim Ensar (yardımcı) olacak? Diyor.
Ses yok, bir dahza diyor, ses yok. Bir daha diyor, Hz.Ali durur mu?
Atıyor elindeki sürâhiyi, “Ben varım ya Resûlullah!” deyip el kaldırıyor.
Amca Ebu Leheb dalga geçiyor: “Bu çocuk sana yeter” diyor.
O çocuk da ona yetiyor. Ama o gün o kalkan el, bir daha aşağıya inmeyecek. Hz.Ali Kûfe’de
şehid olacağı zaman yaş 63’tür.
Vallâhi, tallâhi, billâhi elli yıl boyunca Hz.Ali’nin eli hep havadadır.
Neden?
O gün orada ekilen tohumun neticesidir. Sorumluluk duygusu böyle işletiliyor, böyle
aşılanıyor. Efendimiz (sav) işin ehemmiyetini anlatırken, onlara değer verdiği gibi bir de
roller biçiyor.
Roller biçtiği gibi bir de onlara o roller yerine getirebilecekleri mekanlar açıyor. Bir şekliyle
meydanları onlara açıyor. Sizlerin çoğu kez okuduğu, onlarca kez benim çeşitli vesilelerle
anlattığım bir şey var. Sahabe çocuklarında balarını aratmayacak düzeyde bir cihad sevdası
var. Meselâ baba oğul arasındaki tartışmalara şöyle bir bakın o tartışmalar baba bana şunu al,
baba bana bunu al değil bu çağın insanları gibi.
Sen mi gideceksin, ben mi gideceğim cihada?
Bu tartışmalar çoktur onların hayatında. Bunu yaân bir çocuk yirmi yaşında olsa anlarsınız.
Yirmi beş yaşında olsa anlarsınız, 30 yaşında olsa anlarsınız. Bir çocuk 11 yaşında, bir çocuk
dokuz yaşında, bir çocuk 12-13 yaşında. Nasıl kalkar da bir şeyi babasıyla tartışmaya girer.
Abdullah b. Ömer’in cihad aşkıyla babasının karşısında. Hz.ömer gibi bir dağ gibi kâmetin
karşısında
Ben de geleceğim beni götürmezsen gidemezsin Bedr’e diyor.
Hz.Ömer ne yapıyorsa yakasını kurtaramıyor. Alıyor, geliyor Buyûtu’s-Sukya’ya. Efendimiz
(sav) çizmiş böyle sıraya o çocukları. Sekiz tane oldukları söylenir. İsimlerini bazılarının
söyleyeceğim şimdi.
Abdullah sen çık diyor. Çık der demez sanki elinden oyuncağı alınmış gibi bir feryat. Baba
diyor inliyor. Varıyor Hz.Ömer’in yanına.
Baba! Beni götürmeden gidemezsin.
Oğlum! Seni götürmeyen Resûlullah. Ben nasıl Allah Resûlü’nün sözünün üzerine söz
söylerim
Git, git diyor. Ne zaman Allah Resûlü sana izin verdi, o zaman gelirsin. Anlatıyor Abdullah
ibn Ömer o gecesini bize. Vallâhi o gece eve de gitmedim. Mescidi Nebevî’de yattım. Sabaha
kadar ağladım. Nasıl beni Resûlullah Bedir ashabının içerisine dahil etmez ?
Nasıl anlayacaksınız bunu ?
İnanın anlamada zorlanabileceğimiz bir meseledir bu.
Ümeyr b. Ebî Vakkas, Sa’d bin Ebî Vakkas’ın kardeşi. Küçük kardeşi. Efendimiz (sav): Sen
çık, sen çık, sen çık, sen de çık diyor.
Çık deyince feryadı basıyor. Ya Resûlullah! Beni çıkardın ama ben onlardan büyüğüm.
Bakma benim ufak, tefek olduğuma. Ümeyr de isminden nasibini almıştır. Umeyr
biliyorsunuz Ömer’in ismi tasğiridir. Ömercik demektir
Benim kaç yaşında olduğumu Sa’d’a sor, o söylesin. Hatırlamıyor musun daha ben
Mekke’nin ilk yıllarında sana iman etmiştim diyor.
Çağırıyor Sa’d’I Efendimiz (sav).
“Ey Sa’d! Umeyr kaç yaşında?
Ya Resûlullah! Onaltı’yı bitirmek üzere
O zaman gel, sen girebilirsin diyor
Efendimiz (sav) 15-16, onun altındakileri almıyor
Sa’d bin Ebî Vakkas anlatıyor. Geldi ve bana: “Kılıcımı bağla! Dedi.
Kılıcını tâ göğsüne bağladım, çünkü aşağıya bağlayamıyorum. Göğsüne bağladım, boyu kadar
kılıç. Göğsüne bağlamış olmama rağmen yürürken yerde böyle bir çizgi oluşuyordu. Yani
kılıcı iz bırakarak gidiyordu. Ve o gidiş Umeyr bin Ebî Vakkas’ın son gidişidir. Bedr’in 14
şehidinden biri olacak. Hem de en gençlerinden birisi.
Allah aşkına nasıl bir aşk?
Nasıl bir aşk ki ben size bir şey söyleyeyim. Bir baba evde ellerini açıyor dua etmek için.
Allah’ım ev, Allah’ım! Yeni bir araba. Allah’ım! Yeni bir şirket.
Allah’ım yeni bir hanım
Bunlar değil.
Allah’ım! Şehâdet, Allah’ım! Şehâdet diyor. Çocuk da duyuyor bunu. Şehâdet nasıl bir şey ki
benim babam. Beş vakit ellerini kaldırdığı zaman şehâdet, şehâdet diye yanıp tutuşuyor. Bu
demek ki çok tatlı bir şey ki benim hayatımda da olmalı diyerek çocuk sorumluluğuna bu
manada babadan bir şeyler alıyor. Anaya görüyor meselâ kız çocukları. Acayip bir aşk. Şimdi
analarımızın, başlarımızın tacı.
Kaç yaşında?
Yaşı ihtilaflı ama bazı delilleri ortaya koyarak bir şeyler söyleyebiliriz. 18 yaşında evleniyor.
18 yaşında ümmete ana oluyor. Allah aşkına biz bunları söylüyoruz ya. Evliliğe de teşvik
ediyoruz gençleri. Gençler 30 yaşına geliyor, olgunluk yaşıdır artık evlensin. Beyimiz 30
yaşında kız 25 yaşında. evlendiriyoruz 10 yaşında çocukların yapmayacakları hareketler.
30 yaşındaki bir delikanlı sorununu kendisi çözmekten aciz. Böyle bir insanı nasıl
evlendirirsiniz siz?
Evet evlilik yaşının erken olması sahabe’de teşvik edilir. Sadece o yaş değildir, bir de onun
manevi ve ruhsal yaşına bakmak gerekir. 15 yaşında kız çocuğu evde iken annesi halen evi
süpürüyor. Bana gïore bu bir felâket. 15 yaşında bir kız çocuğu üç, tane yemeği annesi gibi
pişiremiyorsa, o kız çocuğunun ne olacak sonu ?
Bir sorunla karşılaştığı zaman hemen telefona sarılıyorsa, bardak kırıldı anneyi arayalım.
Anneyi arayınca da ortalığı velveleye verelim. Ondan sonra bir ufacık tartışma olunca hemen
anneyi arayalım. Anne de hemen yengeye, teyzeye söylesin. Bütün alem haberdar olsun ve o
evlilik yıkılsın. Onlarca bunun örneği var şu anda. Ama öyle insanlar gördük ki biz bakın Asrı
Saadet’te 13 yaşında baba oluyor. 15 yaşında anne oluyor ama gerçekten baba, gerçekten
anne. Bunun yaş ile alakası yok. İşte onlara bu işi kazandırtan şeydir o sorumluluk duygusu.
Efendimiz (sav)’in ve ashabı kiram efendilerimizden bunu gördükleri için. Görerek bir
şeyleri olgunlaştıkları içino olgunluk onların hayatına sirâyet ediyor.
Bedri’de bu manada çok örnek verilir de ben size başka örnekler de anlatacağım
Size iki tane isimden bahsedeyim sonra asıl sizi o örneğin önüne getireyim.
17 yaşında bir delikanlı. Ve o delikanlı hz.Ebu Bekir’in, Hz.Ömer’in, Ebu Ubeyde ibn
Cerrah’ın, Sa’d bin Ebî Vakkas’ın, Abdurrahman ibn Avf’ın, Hz.Talha’nın, Hz.Zübeyr’in
sayın artık kimi biliyorsanız, Hz.Ali’yi ayırın, diğerlerini sayın. Hepsinin komutanı olarak
atanacak.
Efendimiz (sav) Hz.Ali’yi o gün yanında bırakmış ama onun dışında o adlarını saydığım
isimlerin hepsini Hz.Üsame b. Zeyd’e asker vermiş. 17 yaşında üsâme ibn Zeyd.
Bu sadece Efendimiz (sav)’in İslam toplumuna itaat meselesini öğretmek için attığı bir adım
değildir. Evet o var ama başka hikmetleri de var. O hikmetlerinden biris de şudur
Üsâme o işin ehlidir. Ehliyete, liyakata önem veren Efendimiz (sav) yaşa takılmamıştır, ehil
olduğu için, bu işin hakkını ödeyen birisi olduğu için onu meydana sürmüştür.
Ve Efendimiz (sav) vefat ettikten sonra Hz.Ebu bekir’in etrafına geliyor sahabe’nin büyükleri.
Başta Hz.Ömer. diyorlar ki: “Resûlullah hayatta iken olurdu da şimdi farklılaştı. Eğer sen
üsâme’yi gönderirsen bu itirazlara yol açacak. Gel ordu komutanını değiştir diye Hz.Ebu
Bekir’e teklif gittiği zaman, Hz.Ebu Bekir ne yapacaktır biliyor musunuz?
Tam yaptığını söyleyeyim size.
Hz.ömer uzun boyludur, o da ona göre biraz kısadır. Şöyle elini uzatacak ve sakalını tutacak
Hz.Ömer’in. ve şu sözü söyleyecek:
“Cahiliye’nin cesuru, İslam’ın korkağı mı oldu? Sen olur da bana Allah Resûlü’nün atadığı
bir ordu komutanını azletmemi istiyorsun? Vallâhi bilsem ki ordular Medine’yi basacak.
Mü’minlerin anaları esir olarak olacak. Yaban kuşları bizim cesetlerimi parçalayacak, ben
yine de Üsâme’yi Allah Resûlü’nün koyduğu konumdan aşağıya düşürmem”
Allah senden ebeden razı olsun. Sen ne kadar bvüyük bir insansın ki Allah sana bu kadar
Büyük işler yaptırdı.
Neden o hassasiyet?
Çünkü anlıyor Hz.Ebu Bekir meselenin ne olduğunu?
Üsâme o meydanın hakkını verir. 17 yaşındaymış ne yazar. Elli yaşındaki insanların
yapmayacağı işi yapacaktır. Ondaki o hal odur. Buna güvendiği için Resûlullah atamış.
Resûlullah atamışsa bu iş doğrudur deyip Hz.Ebu Bekir de onu devam ettirmiş

Gelin başka bir delikanlıya. 18 yaşında Mekke’nin ilk İslam valisi. Mekke fethedilir edilmez
onlarcası Resûlullah’ın ônünde. En başta Haşim oğulları, Ümeyye oğulları, kimler yok ki ?
Vali olarak atanma noktasında beklentisini izhar eden de var. İçinde saklayan da var. ama
Efendimiz (sav) yine Beni Ümeyye’den olan ve 18 yaşında olan Attab b. Esid isimli gerçek
bir delikanlıyı bir yiğidi Mekke’nin ilk Müslüman valisi olarak atıyor. Hz.Ebu Bekir’de Attab
vefat edene kadar onu görevden almıyor
Bu ne demek ?
Vefat edene o kadar o çizgiyi koruması demektir. Demek ki böyle bir şey var. biz tarihte olan
hadiseleri konuşurken efsânevi şeyleri konuşmuyoruz. Olmuş ve olması bir kez daha imkan
dahilinde olan şeyleri konuşuyoruz. Efendimiz (sav)’in bu gençlere onlara yansıtması, bu
roller onlara biçmesi roller biçtikten sonra da önlerine mekanları açması anne ve babalar
olarak bize çok şeyler söylemeli.
Size son bir örnek vereceğim. Bildiğiniz bir isimden örne vereceğim ki tanıdığınız için
aklınızda iyi dursun.
Hicretin ilk çocuğu.
Kimden bahsediyorum?
Abdullah bin Zübeyr’den. Allah kendisinden ebeden razı olsun.
Hicretin ilk çocuğu dediğim zaman ne demiş oluyorum?
Efendimiz vefat ettiği zaman 10-11 yaşmlarında bir çocuk.
5 yaşında Abdullah b. Zübeyr Hicretin beşinci yılı. Ve Hendek Gazvesi’nin günleri.
5 yaşındaki bir çocuktan ne çıkar ?
Bakın ne çıkarmış. Efendimiz çoluk çocuğu kadınları Hasan bin Sabit’in kasrı’na sarayına
doldurmuş. Öyle saray gibi bir ev zaten, büyükçe bir evdir. Surları da var. başlarına da Hassan
bin Sabit’i koymuş. Safiye anamızda orada. Abdullah bin Zübeyr de orada.
Abdullah b. Zübeyr kendinden altı yaş büyük olan Ömer ibn Selem’ye diyor ki:
Ya ben patladım. Savaşın neticesi ne oldu ?
Çıkar beni omuzlarına, bir çıkayım surlara doğru. Bir bakayım ne var ne yok. Hem de size
haber vermiş olurum. 5 yaşındaki bir çocuk bunu merak ediyor
Ömer bin Seleme çıkarıyor omuzlarına. Bakıyor bir şeyler göremiyor, biraz daha çıkıyor.
Bakıyor ki gelen bir atlı var. Atlı yaklaşınca atlının babası Zübeyr bin Avvam olduğunu
görüyor. Atlı gidiyor Kureyza oğulları mahallesine, bir daha dönüp geliyor. Bir müddet sonra
bir daha gidip geliyor. Bunların hepsini merakla hafızasına kaydediyor. Savaş bitmiş eve
gelmişler.
Babasına anlatıyor ve diyor ki: Baba! Ben seni bu halde gördüm. Niye böyle yaptın?
Beni gördün mü o halde? Ve başlıyor anlatmaya. Resûlullah’ın onu Kureyza oğullarğına
göndermesini. Ve arkasından da:
Sen benim havarimsin demesini
Bu rivâyeti bize aktaran Abdullah bin Zübeyr (ra)’dır. Ve yaşı sadece 5’dir. Dikkat buyurun.
Beş yaşındaki bir çocuğun üzerinden havariu’r-Resûl olan o babasının rivâyetini biz okuyoruz
bugünlerde.
Sekiz yaşında hicretin 8’nci yılının sonları Mûte’ye asker gönderecek Efendimiz (sav).
Abdullah bin Zübeyr sekiz yaşında ama yaşları 10-11 olan Medineli çocuklarla. Bilmem bu
tabiri kullanmam doğru mu ama başka bir şey de aklıma gelmiyor. Kendince bir çete kurmuş,
kendisi de çete’nin lideri. Elleinde sopalar, Resûlullah’ın huzurundalar. 8 yaşında o
konuşuyor.
Ya Resûlullah ! Bizde aynen babalarımız gibi cihada katılmak istiyoruz!
Allah Resûlü (sav) olayı bize anlatan sahabe naklediyor. Gülmemek için kendini zor tuttu
diyor. Çünkü bir gülse çocuk biraz farklı bir hale girecek.
Sonra Efendimiz (sav) ona diyor ki : Ama ben size başka bir görev belirledim.
Ne ya Resûlullah?
Babalarınız, amcalarınız Mûte’ye giecek ya Medine sahipsiz kalacak. Ben de Medine’deyim.
Kim Medine’yi koruyacak ? Sizin göreviniz Medine’ye korumak
Tamam ya Resûlullah ! diyor alıyor yanındaki adamları. Gidiyor Medine’nin dışlarına sınırına
doğru. Ve İslam ordusu Mûte’den dönene kadar Abdullah bin Zübeyr sabahları arkadaşlarını
alarak güya orada nöbet tutuyor.
Ama ne yaptı Efendimiz (sav) onlara ?
Mekan verdi, rollerini belirledi, hedef belirledi bir de önlerine mekan açtı.
Ayın grup bir gün Mescidi Nebevî’nin içerisindedir.
Geliyorlar selam veriyorlar.
Allah Resûlü (sav) selamlarını alıyor
Hayrola Abdullah? diyor
Ya Resûlullah! Sana biat etmeye geldik diyor.
Babalarımız iat ediyor, niye biz etmeyelim?
Hadi edin deyip sıraya sokuyor. Tek tek o çocuklardan biat alıyor. O biadı yaptıktan sonra
biraz da böyle mühtiş bir güvenle konuştuğu için Efendimiz (sav) çok hoşlanıyor bundan.
Badullah ibn Zübeyr oradan çıkıp yürürken Resûlullah şunu söylüyor:
“Tam babasının oğlu, tam babasının oğlu'”
Bu sözü de Hz.Ömer duyuyor zaten.
13-14 yaşlarında Abdullah bin Zübeyr o günler de Hz.Ömer’in hilafet günleri.
Bir gün Medine sokaklarında gezerken arkadaşlarıyla: Ömer geldi, ömer geldi” diye
bağrışmalar duyuyorlar. Çocukların her birisi bir tarafa kaçmış, tek başına kalıyor o yolda.
Hz. Ömer’ geliyor, selam veriyor. Hiç bir korku yok, selamını alıyor
Ne oldu? Niye kaçtı arkadaşların?
Ey Emîre’l-Mü’inin! Senin heybetinden korktular
Peki sen niye korkmadın?
Ben niye korkayım ki? Suç mu işledim ki gizleneyim. Yol mu dar ki sana yol vereyim. Bu yol
sana da yeter, bana da yeter diyor
Öyle bir seviniyor ki Hz.Ömer: Ne doğru demiş Efendimiz (sav) tam babasının oğlu diyor.
Orada zaten söylüyor o sözü. Abdullah ibn Zübeyr böyle birisi, yıllar sonra onun Haccac’ın
karşısında sarsılmadan dimdik durması da o günlerde ekilen bir tohumun bir meyvesi değil mi
Allah aşkına.
Yıllar yılı cihad meydanlarındadır. 20-22 yaşlarında İfrikiyye seferlerine katılıyor, Tunus’a,
Fas’a, Mağrib’e sonra da İstanbul’a da geliyor.
Biliyorsunuz Abdullah bin Zübeyr’in burada da ayak izleri var, Allah kendisinden ebeden razı
olsun. 20-22 yaşılarında İfrikiyye seferinde iken bir hatırasını size anlatmak istiyorum.
Katılmış ordunun içerisine, ordunun komutanı Abdullah ibn Ebî Serh
Bakıyor ki İslam ordusunda bir düzensizlik var. ordu savaşı bıraktığı anda ordu komutanının
karşısına geçiyor.
Abdullah! Ne bu hal? Ordu darmadağın. Böyle bir sefer mi olur?
Biz daha disiplinli, daha düzenli bir biçimde düşmanla mücadele etmek zorundayız.
Diyor ki Abdullah ordu komutanı : Karşı tarafın komtuanı ! (ismi de var bizim
kaynaklarımızda Cercir) şöyle bir emirnâme çıkarmış. İslam ordularının komutanını kim
öldürürse ona yüz bin dinar ödenecek. Bir de kızımı onunla evlendireceğim. Böyle bir
emirnâme çıkınca ordunun içerisindeki sahabiler de ordu komutanına demişler ki :
Aman seni geri dur. Bak böyle bir şey var, sen önde durursan böyle bir hadise gerçekleşri ve
İslam ordusu da dağılır. Onun için ben gerideyim. Ben geride olduğum için de İslam ordusu
biraz dağınık
Bir sinirleniyor Abdullah bin Zübeyr: Böyle bir taktik mi olur? Nasıl düşmanlarımız bize
böyle söylediği zaman biz savunmaya geçeriz. Bakın bugünün dünyasına bir şey söylüyor
aslında. Hayır! Sen şunu diyeceksin İslam ordularının komutanı olarak.
Diyeceksin ki: Her kim Cercir’in kafasını koparırsa ona yüz bin dinar. Her kim onu öldürürse
onun kızı onundur. Böyle deyip orduyu şevklenidreceksin. Korkarak sen nasıl zafer
kazanırsın. Onu dedirtiyor.
Savaş başlıyor, Allah nasip edecek ya Cercir’i öldürmek Abdullah bin Zübeyr’e nasip oluyor.
Savaş bittikten sonra geliyor karşısına. Abdullah ibn Serh diyor ki: Madem bu hayra vesile
oldun, 100 bin dinar da Cercir’in kızı da senindir.
Ne diyor?
Ben bunu kendim için demedim. Ben bunu İslam ordusu şevklensin diye dedim. Vallâhi tek
bir dinar da almam, bu kızı da istemiyorum. Ben şimdi alayım da mûkafatımı ahirette bir şey
kalmasın öyle mi? Ne varsa ahirete kalsın diyor
Aynen babası, babası da öyle kurban olduğumuz. Zübeyr bin Avvam demek, ihlas kahramanı
demektir. Beklentisiz bir nefer demektir. Abdullah bin Zübeyr de aynen onun gibidir. Böyle
yiğitler nasıl yetişmiş Allah aşkına. Böyle yiğitleri yetiştiren anne ve babalar bu ızdırabı
çeken insanlar, çektikleri için bir yönüyle de onlara bunu yansıtmışlar.
Ama burada şunu söylemeliyim biraz meraklanın, ilerideki derslerde ona gireceğiz.
Çekilen sıkıntıların bedeli ne kadar fazla ise, insan kalitesi de o kadar fazla olmuştur. Tarihin
her döneminde aynıdır.
Sahabi döneminde bu vardı. Vahiy döneminde doğan çocuklar ki onlar da sahabidir yaşı ne
olursa olsun. Onlar da o vardı. Ama ashab’dan sonraki nesilde ashabın çocuklarında aynı şeyi
söylemiyoruz. Nimetler artınca biraz önce söylediğim hassasiyet düştüğü anda aynı kalite
devam etmeli.
Bu ne demek, nasıl oldu ? Bunu ilerleyen derslerde size izah edeceğim sizde bunun üzerinde
biraz düşünün. Buradan bir noktaya getirmek istiyorum sizi. Aslında söylediğim nokta. Ne
olursa olsun Allah bize nimet vermişse eğer o nimetleri bizlerin üzerinde görmekten
Rabbimiz hoşnut olur. Varken yokluk içerisinde yaşamak doğru değil. Ailene yedireceksin,
bir sadaka olarak açtıkça açacaksın israfa kapı açmamak şartıyla.
Ama hayatından çıkarmayacağın çok temel bir ilke olacak
Her daim çocukların önünde ulaşılması gereken bir hedef olacak. Ve çocukların önünde o
hedeflerini gerçekleştireceki mekanlar ve meydanlar olacak. Eğer bu olursa kaybettiğimiz o
sorumluluk duygusunu Allah’ın izni keremiyle bir kez daha kazanabiliriz. Cenabı Hak bunu
heopimize nasip eylesin.
Şimdi size üçer üçer iki tane üç cümle vereceğim. Asılnda söyledim biraz daha zihinlerinizde
kalsın ve tefekkürünü yapın. Muhasebesini yapın, üzerrinde biraz düşünün, zihin teri dökün.
Ne kadar bedel öderseniz o kadar rahmet olarak size dönecek. Aynı şey bunun için geçerli.
Sorumluluk meselesini de diğer meseleleri de hayatımıza taşıma adına bir muhasebeye konu
olsun diye üç tane işin ehemmiyetine, üç tane de işin usulüne ait cümle vereceğim size.

• 1- Sorumluluk şuuru, çocuklara vurulması gereken en önemli aşılardan biridir. Zamanını ve


muhtevasını iyice ayarla ki, telafisi zor olan durumlara düşmeyesin.
İnanın verileceği yaş 10 yaşına kadardır. 10 yaş bile geç de 10’dan sonra kaçtı tren. Allah
acısın, Allah merhamet etsin. O zamana kadar verebilirsin. Üç dört yaşında bir çocuk bana
mutfaktan su getir diyeceksin ve o getirecek. İtiraz etmeyecek, o o günlerde başlayacak bu işe.
Altı yaşında bir çocuk : Anne gel ayakkabımı giydir demeyecek.
Ayakkabısını giyecek ve bağını bağlayacak.
Sekiz yaşında bir çocuk yatağını kendisi toplayacak. Bunlar böyle olur, bunların bir başka
yolu yok. Bu adım adım böyle ancak olgunlaşabilir. Bunlarış yapmadan hep sana yaslanarak,
hep sana yaslanarak düşecek.
Gel beni kaldır, çamura batacak, gel beni kaldır. Böyle bir halde sen ona sorumluluk
duygusunu aşılayamazsın. Adım adım yapacağın iş budur. Öncelikle bu manada zamanı ve
muhtevayı iyi ayarlamalısın ki işi kaçırmış olmayasın elinden. Telafisi zor olan işlere kapı
açıldığı zaman Allah merhamet etsin.

2- Adalet duygusu, çocuklara öğretilmesi gereken en önemli hususlardan biridir. Anlamını ve


ehemmiyetini iyice öğret ki, hukuka riayet eden evlatların sahibi olabilesin.
Allah önce bizi sonra da evlatlarımızı hukuka riâyet edenlerden eylesin. Çocuk bakıyor sen
televizyon izliyorsun. Sevdiğin birisi bir yanlış yapmış, ama sen o yanlışı savunuyorsun.
Adaletle orada davranmıyorsun. Farklı farklı tevil yollarına giriyorsun. 10 yaşındaki çocuk
onu hafızasına alıyor. Babam bana adalet, adalet diyor ama bak işte hayatı bu. Onu demese
bile o içinde var aslında. Burada sen adaleti ona yansıtacaksın.
Adaletin mutlak eşitlik olmadığını; adaletin hak edene, hak ettiğini vermek olduğunu sen
anlayacak ve ona da öğreteceksin.
İki tane hukukla da sorumlu olduğunu hiç bir zaman unutmayacaksın ve unutturmayacaksın.
Hukukullah ve hukukl ibâd: Allah’ın hukuku, Allah’ın kullarının hukuku.
Öyle titiz davranacaksın ki bu konuda, çocuk bunu sende görecek. Ve o duygu yüreğine
yerleşecek. Anlattım geçen derslerde Hz.Hasan’ın sadaka hurmalarına ait. Sadaka hurması
olup olmadığı da belli değil. Evden bir hurma. Alıp ağzına attığı zaman Resûlullah’ın nasıl bir
tepki verdiğini. Elleriyle ağzını açıp, elini boğazına doğru götürüp, çiğnenmiş bir hurmayı
çıkarması aslında o adalet meselesinin. Hak ve hukuka riâyet meselesinin bir yönüyle fiili
talimi idi. Aynısı olacak, hainlere arka çıkmama, hırsızları savunmama, yanlış yapan insanlara
yanlış diyecek kadar cesaret gösterme bir Müslümanın şîarı olmalı ve çocuklar bunu senden
görmeli.
Görmeli ki o adalt duygusu onlarda da istenilen ornada tesis edilsin.

3- İtaat Bilinci, çocuklara verilmesi gereken en önemli ilkelerden biridir. Gerekliliğini ve


sınırlarını iyice bellet ki, saadeti elde edebilesin.
Gerekliliğini ve sınırlarını kavramalı
Gerekli mi?
Hem de ne biçim. Saadete ulaşmanın en önemli yolu itaattir.
İtaat mşeru dairededir elbette ki, gayri meşru şeyler için söylemiyoruz. Günahta itaat yoktur.
En temel ilkeyi koymuş zaten Efendimiz (sav).
Buradaki bizim kastımız meşru olan meselelerdedir. Böyle meselelerde babaya itaat
edilmesini öğrenmeli çocuk. Ve o ittati asla kendi zoruna gidecek bir şekliyle anlamamalı
Onun yolu ne ?
Senin baban hayatta, itaat et ki o da itaat etsin. Sen asilik yapıyorsun oraya çocuktan itaat
bekliyorsun
Mümkün mü?
Gördüğünü, yaptığını söyledik. Temsiliyet dersinde konuştuklarımız zihninizde taze taze
duruyor. Bu manada da bizden beklenen bu.
Bu olduğu zaman saadet olur.
Diğer üçünü de söylüyorum.
• 1- Çocuğa yaşına takılmadan değer vermeli, “sen küçüksün, daha çok var dememeli”
senelere bırakmadan (yani büyüsün de öyle), emellerle değeri, ziyadeleştirmelidir.
Bu konuda da hepimizin ne yazık ki şöyle bir yanlışı var. Özellikle mahrumiyet içerisinde
yaşayan anne ve babalar. O mahrumiyetin sıkıntılarını yaşadıkları için:
Aman biz çektik, çocuklarımız çekmesin. Aman biz yandık çocuklarımız yanmasın.
Aman biz ezildik, çocuklarımız ezilmesin
Böyle telkinlerle çocuklarına farklı bir biçimde yaklaştıkları için o çocuklarda sorumluluk
duygusu aşılanmıyor. Biz çektik de ne oldu?
Allah babalarımızdan ebeden razı olsun, iyi ki çektirdiler bize. Hayatı erken tanıdık, dertleri
gördük, sorumlulukları gôrdük. Bir çok şeyi yaşadık. Ve şimdi bazı şeyleri daha iyi
değerlendiriyoruz.
20 yaşına kadar onu sırtımızda taşımışız. Elli yaşında halen taşıyacağız. Çünkü sen ona onu
verdin ve alıştırdın onu böyle. Artık indiremiyorsun, İndirdiğin zaman babam bana zulüm etti
diyor. Aslında 30 senedir sen ona zulmediyorsun ama indirdiği için o seni farklı olarak
görüyor. Burada yanlış bir şey daha var. Özellikle kızların baba ve annelerinde
Aman kızım şöyle yap, kendini ezdirme. Kız savaş gidecek ya, onun için hazırlıklı gitmesi
lazım. Savaş meydanında sen galip gel. Böyle bir şey yok arkadaşlar.
Bakın bir dahaki dersin konusudur. Resûlullah’ın kızlarını nasıl yetiştirdiğidir. Kız eğitimi
farklı bir şey ve Efendimiz (sav)’in hayatında da bunun çok önemli örnekleri var.
Böyle bir şey yok. Ezdirme, sen üstün çık. Sen bunu yap
Bu cahil insanların söyleyeceği şeylerdir. Bir Müslüman bunu bilinçli bir biçimde
söyleyemez. Doğru bir şey değil bu.
Evlilik müessesini anlayan, kadının evlilik meselesinde yerini bilen, erkeğin yerini bilen bir
insan bu sözleri etmez. Buradan bunu anlıyoruz işte.
Efendimiz (sav)’in bu konudaki örneklerini de anlatacağım ileride

• 2- Değere uygun roller belirlemeli, hedefler ve idealler yükseltilmeli, zihinlerine insanlığın


zirve hali olan Sahabe efendilerimiz, yerleştirilmelidir.
Bir gencin üniversite hayali olabilir. Bir gencin bir sınavda başarı elde etme gibi bir hayali
olabilir.
Ama bir gencin eğer tek hedefi tek ideali bu ise, o genç ne diyeyim bilmiyorum o gence Allah
yardım etsin. Böyle anne ve babalara da Allah yardım etsin. Gençlere bu bilinci verirken çok
dikkatli olmalıyız. Öyle bir dikkatli olmalıyız ki bu konuda, elimizden gelen bütün şeylere
dikkat etmeli. Ve onlara kesinlikle bu manada yanlış telkinde bulunmamalıyız.
Ne yapmalıyız biliyor musunuz?
Biz anne ve babalar olarak bazen: “Oğlum kızım canın sağ olsun. Beni üzecek olan senin
üniversitey kaybetmen değil, ama ben seni secdede görmediğim gün Allah benim canımı
alsın. Ben seni öyle görmezsen ben ölmüş olurum. Beni yakacak olan odur. Üniversiteyi
kazansan ne olur, kazanmasan ne olur? Ama senin alnın secdeden mahrum olursa benim
yüreğime sen hançeri sapladın. Bunu bil ki ona göre davran bunu demelisin sen.
Bunu bir şekliyle yansıtmalısın. Onun secde halinden mutluluk duymalısın. Kitabın başında
ders çalışıyorken ne kadar seviniyorsan, kat kat daha fazla o halinden memnun olduğunu ona
yansıtmalısın ki o senden değerler adına bir şeyler alsın.
Eğer bunu yapmazsak sadece çocukları dünyevî hedeflerle sınırlı tutarsak. Sen şunu bunu yap
dersek, onların dünyalarını küçültürüz. Ve onları küçük işlerin adamı yaparız Allah muhafaza.
İşte burada verilen mesaj budur. Hedeflerin ideallerin büyütülmesi önemli bir bahistir. Bu
konuda da gerekli anlamda muhasebe etmek hepimizin boynunun borcudur.
• 3- Rolleri oynayacak mekanlar açmalı, hata yapmalarına kızmamalı, hedeflerine yürüyecek
imkanları çoğaltmalı, hak ile meşgul olabilecek zeminler üretilmelidir.
Boş bırakrısanız eğer Allah korusun şeytanın oyuncağı olur. Ne yapın yapın çocuklarınızı boş
bırakmayın. Ne yapıp yapıp hayatlarında bir nizam olsun. Çalışsın gayret etsin sosyal
faaliyetlerle uğraşsın. Oraya gitsin, buraya gelsin. Ama bir şeyler yapsın, bir şeylerle uğraşsın.
Eğer bunu bir disiplin halinde yaparsanız nur üstüne nur. Ama öyle bile olmasa, boş bırakıp
evde bilgisayarın başına hapsetmek. Çocukların dünyalarını başlarına yıkmaktır. Ne yapıp
yapıp onları Hak ile meşgul edecek yolları imkanları zorlamalıyız
Ne diyordu o büyük imam Şâfî (rahmetullâhi elyh) : Hak ile o kadar çok meşgul ol ki batıla
hayatında yer kalmasın.
Hak ile meşgul olmamak da batıla hayatta yer açmaktır.
Allah bizi de evlatlarımızı da muhafaza eylesin. Cenabı Hak inşallah onlara bu ilkeler
doğrultusunda yaklaşmayı bizlere kolaylaştırsın. İnanın kolay değil, çok zor, çok zor. Çok
büyük bir imtihan sahabenin bile belini kıran, belini yıkan bir imtihandı. Size anlatacağım
Hz.Ebu Bekir bir dağ. Hz.Ebu Bekir’in yüreği yanıyordu evlattan. Neler, neler çekiyordu
Hz.Abdullah ve Hz.Abdurrahman’dan, ikisi de başımızın tacı. Ama ikisi de babalarını
ûzmüşlerdir. Böyle imtihanları görünce meselenin ehemmiyeti daha da iyi anlaşılıyor. O halde
iişin ehemmiyetini unutmadan Allah’tan da dua dua yakararak yardım isteyerek bu manada da
sorumluluklarımızı yerine getirmek durumundayız. Allah hepimize yardım etsin.
Evlatlarımızı bize bırakmadan inşallah Rabbim ellerini bırakmasın.
Velhamdulillahi Rabbi’l-Âlemîn el-Fatiha

You might also like