Professional Documents
Culture Documents
Esselatu vesselamu alê resûlinê Muhammed seyydiul murselîn ve imêmul muttakîn ve alê
êlihî ve eshâbihî ve etbâihî ecmain.
Kıymetli kardeşlerim Efendimiz (sav)’in bir hadisiyle bugün dersimize başlamak istiyorum.
İhbarı gaybı diye bildiğimiz bazı hadisler vardır. Yani gelecekte olması mümkün olan
hadiselerin Efendimiz (sav)’in ddiliyle beyanıdır. Gaybı tamamı mutlak gayb elbetteki
Allah’a aittir. Ama Allah dilediği kadarını, dilediği insanlara bunlar peygamberlerden de
olabilir. İlham ettiği başka insanlardan da olabilir.
Cin sûresindeki ayet bunu beyan ederiz zaten bize. Bunları açar, onlar da dilediği kadarını
insanlara paylaşırlar. İşte Efendimiz (sav)’in gelecekte olması mümkün olan bazı hadiselerden
haber vermesi, ahiret zaman ortaya çıkacak pbazı meseleleri bildirmesi
Kıyâmete ait bazı hadislerden bahsetmesi, cennet, cehennemden bahsetmesi. İhbarı gaybî
sınıfı dairesinde değıerlendirilmelidir.
Benim sze biraz sonra aktaracağıml hadisi de Ebû Davud, İbn Mâce, Tirmizî ve daha bir çok
hadisi kitabı bize naklediyorlar.
Efendimiz (sav) sözün perdesini şöyle kaldırıyor ve buyuruyor ki :
Bu söz tasdiklenen bir sözdür. Hemen Efendimiz (sav)’in arkasından ortaya çıkan hadiseler.
Ve bugün ümmet olarak yaşadığımız sıkıntılar sözün aslında fiili bir karşılığıdır. Sıkıntılar
var ümmet olarak içimizde. Her geçen gün tefrika ümmet içinde daha da derinleşyiro. Allah
bizlere merhamet etsin de şu aramızdaki sıkıntılar bir an önce giderilsin.
Ne yazık ihtilaf, yani yıkan, yok eden ihtilaf her geçen gün ümmetin içerisinde biraz daha
derinleşyirozu daha farklı noktalara kayıyor. İşte Efendimiz (sav) bunu beyan ediyor :
“Benden sonra gelenler birçok ihtilaf ve sıkıntı göreceklerdir. Siz bu ihtilaf ve sıkıntılardan
kurtulmak istiyorsanız; sünnetime ve doğru yola sizleri götürecek olan Raşid halifelerin
sünnetine sarılın, yapışın. Bunlara azı dişlerinizle sımsıkı sarılır gibi sarılın.” (Ebû Davûd,
Sünnet, 5; Tirmizî, İlim, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 6)
Sözün devamında Efendimiz (sav) bu sarılmanın nasıl olması gerektiğini de bize söylüyor
Nasıl sarılalım ya Resûlallah ?
Ellerinizle değil, azı dişlerinizle tutar gibi sarılın. Eğer azı dişlerinizle kavrar gibi kavrarsanız
benim sünnetimi. Yani size bıraktığım o nebevî mirası inşallah siz o dalgalar içerisinde, o
savrulmalar, o kayamalr içerisinde istikâmetiniz koruyabilirsiniz. İstikarınızı muhafaza
edebilirsiniz. Allah’ın istediği gibi bir kulluğu ortaya koyabilirsiniz. Bizim buradaki
cderdimiz de bu.
Allah bizi bundan geri koymasın. İstiyoruz ki bu nebevî mirası biraz daha iyi tanıyabilelim.
Biraz daha iyi tanışalım. Kişinin bilgisiyle ameli beraber yürür. İstiyoruz ki bu manada
bilgimiz ziyadeleşsin ki ona orantılı bir biçimde amelimizde de artsın ziyadeleşsin. Bundan
dolayı nebevî sofranın inşallah taliplileriyiz, talibiyiz.
Allah son nefesimize kadar da bu sofradan bizleri mahrum etmesin inşallah
Kjıymetli kardeşlerim bu dersten itibaren bir dört ders daha kaldı bu dönemki yürüyüşümüz.
Mayıs sonu itibariyle artık bir virgül koyacağız yaz programları başlatyacak. Şimdiye kadar
ben altı ders size çocuklarımız ile alakalı dersler yaptım. Bugünkü dersten sonra 3 ders
kalacak. Geriye kalan derslerin konusu da çocuklarımız olacak. Yani bu muhteşem ahlak
derslernin son on dersin ana konusu Allah’ın bizlere en büyük lütfu, nimeti olan ve büyük bir
emaneti olan çocuklarımız olacak.
On değil, elli ders yapsak da az. Ama elli ders yapsak da eğer bu derslerden çıkan neticeleri
hayatımıza taşımazsak bu seferde sözü zayi etmiş oluruz.
Ben biliyorum, elhamdulillah duyuyorum bazı kardeşlerden bazı şeyler söylüyor. Bizim gibi
aci insanlar bunu duyunca biraz daha seviniyordaha farklı bir heyecan oluşuyor. Buradan
alınan şeylerin hayata taşınması, evlere taşınması. Hele hele çocukların üzerine uygulama
adına ızdırap duyma noktasında bir şeyler taşınması beni ziyadesiyle mutlu ediyopr
İnşallah siz sonuna kadar bunu devam ettireceksiniz. Ve biz bu heyecanımızdan hiç bir zaman
bir şey yitirmeyeceğiz. Bakın ben kaç senedir konuşuyorum
Her kürsüye oturduğum zaman kalbim yerinden çıkacak kadar heyecanlıyım. Ve kendi
kendime şu sözü verdim kendi kendime
Heyecanımın bittiği gün ben kürsüye artık !çıkmayacağım. çünkü bizim heyecanımız daim
olduğu sürece ancak biz kulluk noktasında istediğimiz hedefe varma adına adım adım
yürüyebiliriz.
Bundan dolayı duam şu sizi de o dauaya dahil ediyorum:
Allah’ım ! sen bizim yüreklerimizdeki heyecanı bhitirme
İmandan kaynaklanan o heyecanı aynen sırtımızı yasladığımız dağ olan Hz.Ebâ Eyyub el
Ensâri gibi. 93 yaşında bile olsak 18 yaşındaki bir delikanlı gibi imanın heyecanını
yüreklerimizde derinleştir
Ve senin huzuruna geldiğimiz zamanda yine aynı heyecanla gelelim
O heyecanla senin huzuruna gelip hesabımızı verme adına da bir aşkımız ve şevkimiz olsun
inşalla
Bugünkü dersimizin başlığı
Çocuklara vurulması gereken en önemli aşı
Bilmem düşündünüz mü hiç: Acaba bu aşı ne?
Neden bahsetmemiz gerekecek?
Biliyorsunuz çocuklara aşılar yapılıyor. Doğar doğmaz aşılar ypaılıyor tâ 5-6 yaşına kadar ara
ara dönem dönem aşılar var. biz onlardan bahsetmeyeceğiz o tıbbın konusu. O bedeni ve zihni
geliştirmek için yapılan bir şey.
Ama bizim aşımız yani nübüvvet medresesi’nin aşısı ruhu ve manevi dünyayı geliştiren bir
aşıdır.
Dolayısıyla biz tıbbın alanine girerek haddimizi aşmayacağız. Ancak burada bilmemiz
gereken bir şey var ki ne kadar beden o aşıya muhtaç ise ruh da en az o kadar hatta daha fazla
muhtaçtır.
O halde çocukların ruhlarına yapılacak en önemli aşı nedir?
Biliyorsunuz bir tane değildir, çeşit çeşit aşılar var.
Ruh aşısı da böyledir. Bir tane değildir. Ama biz bugün en önemli olanın üzerriinde
duracağız. Ben size üç tane aşı söyleyeyim. O aşılardan bir tanesine bugün değineceğiz. Ama
ilerleyen derlserde, özellikle sahabenin rehberliğinde çocuk bahsi diye bir bahis açacağız
gelecek derslerde.
O dersler içerisinde de diğerlerini de derinelştireceğiz.
Bugün başlıklarını vermiş olayım size :
1- Sorumluluk Şuuru
2- Adalet Duygusu
3- İtaat Bilinci
Çocuklara vurulması gereken üç temel aşı bunlar.
Gelin başka bir delikanlıya. 18 yaşında Mekke’nin ilk İslam valisi. Mekke fethedilir edilmez
onlarcası Resûlullah’ın ônünde. En başta Haşim oğulları, Ümeyye oğulları, kimler yok ki ?
Vali olarak atanma noktasında beklentisini izhar eden de var. İçinde saklayan da var. ama
Efendimiz (sav) yine Beni Ümeyye’den olan ve 18 yaşında olan Attab b. Esid isimli gerçek
bir delikanlıyı bir yiğidi Mekke’nin ilk Müslüman valisi olarak atıyor. Hz.Ebu Bekir’de Attab
vefat edene kadar onu görevden almıyor
Bu ne demek ?
Vefat edene o kadar o çizgiyi koruması demektir. Demek ki böyle bir şey var. biz tarihte olan
hadiseleri konuşurken efsânevi şeyleri konuşmuyoruz. Olmuş ve olması bir kez daha imkan
dahilinde olan şeyleri konuşuyoruz. Efendimiz (sav)’in bu gençlere onlara yansıtması, bu
roller onlara biçmesi roller biçtikten sonra da önlerine mekanları açması anne ve babalar
olarak bize çok şeyler söylemeli.
Size son bir örnek vereceğim. Bildiğiniz bir isimden örne vereceğim ki tanıdığınız için
aklınızda iyi dursun.
Hicretin ilk çocuğu.
Kimden bahsediyorum?
Abdullah bin Zübeyr’den. Allah kendisinden ebeden razı olsun.
Hicretin ilk çocuğu dediğim zaman ne demiş oluyorum?
Efendimiz vefat ettiği zaman 10-11 yaşmlarında bir çocuk.
5 yaşında Abdullah b. Zübeyr Hicretin beşinci yılı. Ve Hendek Gazvesi’nin günleri.
5 yaşındaki bir çocuktan ne çıkar ?
Bakın ne çıkarmış. Efendimiz çoluk çocuğu kadınları Hasan bin Sabit’in kasrı’na sarayına
doldurmuş. Öyle saray gibi bir ev zaten, büyükçe bir evdir. Surları da var. başlarına da Hassan
bin Sabit’i koymuş. Safiye anamızda orada. Abdullah bin Zübeyr de orada.
Abdullah b. Zübeyr kendinden altı yaş büyük olan Ömer ibn Selem’ye diyor ki:
Ya ben patladım. Savaşın neticesi ne oldu ?
Çıkar beni omuzlarına, bir çıkayım surlara doğru. Bir bakayım ne var ne yok. Hem de size
haber vermiş olurum. 5 yaşındaki bir çocuk bunu merak ediyor
Ömer bin Seleme çıkarıyor omuzlarına. Bakıyor bir şeyler göremiyor, biraz daha çıkıyor.
Bakıyor ki gelen bir atlı var. Atlı yaklaşınca atlının babası Zübeyr bin Avvam olduğunu
görüyor. Atlı gidiyor Kureyza oğulları mahallesine, bir daha dönüp geliyor. Bir müddet sonra
bir daha gidip geliyor. Bunların hepsini merakla hafızasına kaydediyor. Savaş bitmiş eve
gelmişler.
Babasına anlatıyor ve diyor ki: Baba! Ben seni bu halde gördüm. Niye böyle yaptın?
Beni gördün mü o halde? Ve başlıyor anlatmaya. Resûlullah’ın onu Kureyza oğullarğına
göndermesini. Ve arkasından da:
Sen benim havarimsin demesini
Bu rivâyeti bize aktaran Abdullah bin Zübeyr (ra)’dır. Ve yaşı sadece 5’dir. Dikkat buyurun.
Beş yaşındaki bir çocuğun üzerinden havariu’r-Resûl olan o babasının rivâyetini biz okuyoruz
bugünlerde.
Sekiz yaşında hicretin 8’nci yılının sonları Mûte’ye asker gönderecek Efendimiz (sav).
Abdullah bin Zübeyr sekiz yaşında ama yaşları 10-11 olan Medineli çocuklarla. Bilmem bu
tabiri kullanmam doğru mu ama başka bir şey de aklıma gelmiyor. Kendince bir çete kurmuş,
kendisi de çete’nin lideri. Elleinde sopalar, Resûlullah’ın huzurundalar. 8 yaşında o
konuşuyor.
Ya Resûlullah ! Bizde aynen babalarımız gibi cihada katılmak istiyoruz!
Allah Resûlü (sav) olayı bize anlatan sahabe naklediyor. Gülmemek için kendini zor tuttu
diyor. Çünkü bir gülse çocuk biraz farklı bir hale girecek.
Sonra Efendimiz (sav) ona diyor ki : Ama ben size başka bir görev belirledim.
Ne ya Resûlullah?
Babalarınız, amcalarınız Mûte’ye giecek ya Medine sahipsiz kalacak. Ben de Medine’deyim.
Kim Medine’yi koruyacak ? Sizin göreviniz Medine’ye korumak
Tamam ya Resûlullah ! diyor alıyor yanındaki adamları. Gidiyor Medine’nin dışlarına sınırına
doğru. Ve İslam ordusu Mûte’den dönene kadar Abdullah bin Zübeyr sabahları arkadaşlarını
alarak güya orada nöbet tutuyor.
Ama ne yaptı Efendimiz (sav) onlara ?
Mekan verdi, rollerini belirledi, hedef belirledi bir de önlerine mekan açtı.
Ayın grup bir gün Mescidi Nebevî’nin içerisindedir.
Geliyorlar selam veriyorlar.
Allah Resûlü (sav) selamlarını alıyor
Hayrola Abdullah? diyor
Ya Resûlullah! Sana biat etmeye geldik diyor.
Babalarımız iat ediyor, niye biz etmeyelim?
Hadi edin deyip sıraya sokuyor. Tek tek o çocuklardan biat alıyor. O biadı yaptıktan sonra
biraz da böyle mühtiş bir güvenle konuştuğu için Efendimiz (sav) çok hoşlanıyor bundan.
Badullah ibn Zübeyr oradan çıkıp yürürken Resûlullah şunu söylüyor:
“Tam babasının oğlu, tam babasının oğlu'”
Bu sözü de Hz.Ömer duyuyor zaten.
13-14 yaşlarında Abdullah bin Zübeyr o günler de Hz.Ömer’in hilafet günleri.
Bir gün Medine sokaklarında gezerken arkadaşlarıyla: Ömer geldi, ömer geldi” diye
bağrışmalar duyuyorlar. Çocukların her birisi bir tarafa kaçmış, tek başına kalıyor o yolda.
Hz. Ömer’ geliyor, selam veriyor. Hiç bir korku yok, selamını alıyor
Ne oldu? Niye kaçtı arkadaşların?
Ey Emîre’l-Mü’inin! Senin heybetinden korktular
Peki sen niye korkmadın?
Ben niye korkayım ki? Suç mu işledim ki gizleneyim. Yol mu dar ki sana yol vereyim. Bu yol
sana da yeter, bana da yeter diyor
Öyle bir seviniyor ki Hz.Ömer: Ne doğru demiş Efendimiz (sav) tam babasının oğlu diyor.
Orada zaten söylüyor o sözü. Abdullah ibn Zübeyr böyle birisi, yıllar sonra onun Haccac’ın
karşısında sarsılmadan dimdik durması da o günlerde ekilen bir tohumun bir meyvesi değil mi
Allah aşkına.
Yıllar yılı cihad meydanlarındadır. 20-22 yaşlarında İfrikiyye seferlerine katılıyor, Tunus’a,
Fas’a, Mağrib’e sonra da İstanbul’a da geliyor.
Biliyorsunuz Abdullah bin Zübeyr’in burada da ayak izleri var, Allah kendisinden ebeden razı
olsun. 20-22 yaşılarında İfrikiyye seferinde iken bir hatırasını size anlatmak istiyorum.
Katılmış ordunun içerisine, ordunun komutanı Abdullah ibn Ebî Serh
Bakıyor ki İslam ordusunda bir düzensizlik var. ordu savaşı bıraktığı anda ordu komutanının
karşısına geçiyor.
Abdullah! Ne bu hal? Ordu darmadağın. Böyle bir sefer mi olur?
Biz daha disiplinli, daha düzenli bir biçimde düşmanla mücadele etmek zorundayız.
Diyor ki Abdullah ordu komutanı : Karşı tarafın komtuanı ! (ismi de var bizim
kaynaklarımızda Cercir) şöyle bir emirnâme çıkarmış. İslam ordularının komutanını kim
öldürürse ona yüz bin dinar ödenecek. Bir de kızımı onunla evlendireceğim. Böyle bir
emirnâme çıkınca ordunun içerisindeki sahabiler de ordu komutanına demişler ki :
Aman seni geri dur. Bak böyle bir şey var, sen önde durursan böyle bir hadise gerçekleşri ve
İslam ordusu da dağılır. Onun için ben gerideyim. Ben geride olduğum için de İslam ordusu
biraz dağınık
Bir sinirleniyor Abdullah bin Zübeyr: Böyle bir taktik mi olur? Nasıl düşmanlarımız bize
böyle söylediği zaman biz savunmaya geçeriz. Bakın bugünün dünyasına bir şey söylüyor
aslında. Hayır! Sen şunu diyeceksin İslam ordularının komutanı olarak.
Diyeceksin ki: Her kim Cercir’in kafasını koparırsa ona yüz bin dinar. Her kim onu öldürürse
onun kızı onundur. Böyle deyip orduyu şevklenidreceksin. Korkarak sen nasıl zafer
kazanırsın. Onu dedirtiyor.
Savaş başlıyor, Allah nasip edecek ya Cercir’i öldürmek Abdullah bin Zübeyr’e nasip oluyor.
Savaş bittikten sonra geliyor karşısına. Abdullah ibn Serh diyor ki: Madem bu hayra vesile
oldun, 100 bin dinar da Cercir’in kızı da senindir.
Ne diyor?
Ben bunu kendim için demedim. Ben bunu İslam ordusu şevklensin diye dedim. Vallâhi tek
bir dinar da almam, bu kızı da istemiyorum. Ben şimdi alayım da mûkafatımı ahirette bir şey
kalmasın öyle mi? Ne varsa ahirete kalsın diyor
Aynen babası, babası da öyle kurban olduğumuz. Zübeyr bin Avvam demek, ihlas kahramanı
demektir. Beklentisiz bir nefer demektir. Abdullah bin Zübeyr de aynen onun gibidir. Böyle
yiğitler nasıl yetişmiş Allah aşkına. Böyle yiğitleri yetiştiren anne ve babalar bu ızdırabı
çeken insanlar, çektikleri için bir yönüyle de onlara bunu yansıtmışlar.
Ama burada şunu söylemeliyim biraz meraklanın, ilerideki derslerde ona gireceğiz.
Çekilen sıkıntıların bedeli ne kadar fazla ise, insan kalitesi de o kadar fazla olmuştur. Tarihin
her döneminde aynıdır.
Sahabi döneminde bu vardı. Vahiy döneminde doğan çocuklar ki onlar da sahabidir yaşı ne
olursa olsun. Onlar da o vardı. Ama ashab’dan sonraki nesilde ashabın çocuklarında aynı şeyi
söylemiyoruz. Nimetler artınca biraz önce söylediğim hassasiyet düştüğü anda aynı kalite
devam etmeli.
Bu ne demek, nasıl oldu ? Bunu ilerleyen derslerde size izah edeceğim sizde bunun üzerinde
biraz düşünün. Buradan bir noktaya getirmek istiyorum sizi. Aslında söylediğim nokta. Ne
olursa olsun Allah bize nimet vermişse eğer o nimetleri bizlerin üzerinde görmekten
Rabbimiz hoşnut olur. Varken yokluk içerisinde yaşamak doğru değil. Ailene yedireceksin,
bir sadaka olarak açtıkça açacaksın israfa kapı açmamak şartıyla.
Ama hayatından çıkarmayacağın çok temel bir ilke olacak
Her daim çocukların önünde ulaşılması gereken bir hedef olacak. Ve çocukların önünde o
hedeflerini gerçekleştireceki mekanlar ve meydanlar olacak. Eğer bu olursa kaybettiğimiz o
sorumluluk duygusunu Allah’ın izni keremiyle bir kez daha kazanabiliriz. Cenabı Hak bunu
heopimize nasip eylesin.
Şimdi size üçer üçer iki tane üç cümle vereceğim. Asılnda söyledim biraz daha zihinlerinizde
kalsın ve tefekkürünü yapın. Muhasebesini yapın, üzerrinde biraz düşünün, zihin teri dökün.
Ne kadar bedel öderseniz o kadar rahmet olarak size dönecek. Aynı şey bunun için geçerli.
Sorumluluk meselesini de diğer meseleleri de hayatımıza taşıma adına bir muhasebeye konu
olsun diye üç tane işin ehemmiyetine, üç tane de işin usulüne ait cümle vereceğim size.