You are on page 1of 106

ANKARA UNIVERS/TES/

ILAHIYAT FAKULTESI YAYINLARI

LXXVI

MUTEZİLE'NİN DO ĞUŞU
VE
KELÂMI GÖRÜŞLERI

Dr. Kemal IŞIK


A. Ü. Ilahiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı

ANKARA ÜN I VERS I TESI B ASIM EV İ . 1967


ANKARA ÜNIVERSITESI

İ LÂH İ YAT FAKÜLTES İ YAYINLAIj[

LXXVI

MUTEZİLE'NİN DOĞUŞU
VE
KELAMI GÖRÜŞLERI

Dr. Kemal IŞIK


A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı

ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ 1967


Bu eser, Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Dr. _Ne şet
Çağatay ve Prof. M. Tayyip Okiç'den kurulu juri tarafından
1964 Aralık ay ında doktora tezi olarak kabul edilmiştir.
İ Ç İ NDEK İ LER

Sayfa

ÖNSÖZ 5
GIRI Ş • 7

Birinci Bölüm

MUTEZİ LE'NİN DO ĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER 28


1- Müslümanlar Arasındaki Dini ve Siyasi İhtilaflar 28
2- Yabancı Din ve Kültürlerin Tesiri 34
3- Felsefi Cereyanlarm Tesiri 45

İkinci Bölüm

MUTEZİ LE'Nİ N DO ĞUŞ U, GELI ŞMESI VE ÇÖKMESI 50

I- Mutezile'nin Do ğuşu 50
1- Mutezile'nin Do ğduğu Yer ve Tarihi 50
2- Mutezile Deyimi Hakkında İleri Sürülen Çe şitli Fikirler 52
3- Mutezile'nin Di ğer Isimleri 56

a) Ehl al-Adl va't-Tevhid 56


b) al-Kaderiyye 57

II- Mutezile'nin Geli şmesi ve Çökmesi 59

Üçüncü Bölüm
MUTEZİLE'NİN KELÂMI GÖRÜ ŞLERI 67

I-Mutezile'nin Be ş Prensibi 67
1- at-Tevhid 67
2- al-Adl (Adalet) 69
3- al-Va'd va'l -Vaid 71
4- al-Menzile beyne'l -Menzileteyn 72
5- al-Emr bil-Ma'rnf va'n-Nehy ani'l -Münker 72

II- Mutezile'nin Di ğer Görü şleri 73


1- Allah'ın Görülüp Görülmemesi 73
2- Kur'an'ın Yaratılmış Olup Olmamas ı 75
3- Husun ve Kubuh 77
4- Akıl ve Nakil Meselesi 79

SONUÇ 81
Bİ BLİYOGRAFYA 84
INDEKSLER 90

3
ÖNSÖZ

Kelâm tarihinde Mutezile okulu önemli bir yer i ş gal eder. Gerek
tevhid sistemleri ve gerekse hür dü şünceyi temsil etmeleri bakımından
dikkati çeker. Ayrıca akılcı bir yol izlemiş oldukları için de İslam âle-
minde kültür tarihi yönünden büyük bir önem ta şır.
İşte genel karakterlerini birkaç cümle ile belirtme ğe çalıştığımız
"Mut e zile" adının ve okulunun do ğuşu hakkında şimdiye kadar dili-
mizde yazılmış ilmi mânada eserler hemen hemen yok denecek derece-
de az olduğu gibi, mevcut eserlerde de Mutezile'nin Doğuşu ve Kelânti
Görüşleri çok sathi bir şekilde belirtilme ğe çahşılmıştır.
Bu sebeple biz "Mutezile'nin Do ğuşu ve Kelâmi Görü şleri" konu-
sunu doktora tezi olarak seçerken, her şeyden önce bu gerçekleri göz
önünde tutmay ı ve konuyu buna göre işlemeyi amaç edindik. Elimiz-
den geldiği kadar gerek arapça bas ılmış kaynaklardan ve gerekse konu
ile ilgili yazmalardan faydalanma ğa çalıştık.
Bu konuyu işlerken zaman zaman kıymetli tavsiye ve tevcihlerin-
den azami derecede istifade etme ğe çalıştığım sayın Hocam Prof. Dr.
Neşet Ça ğatay'a, ayrıca ilgisini esirgemiyen say ın Doç. Dr. İbrahim
Agâh Çubukçu'ya ve baz ı kaynakları teminde bize kolayl ık gösteren
Kütüphane müdürümüz saym İ hsan İnan'a burada te şekkülerimi ifade
etmeyi zevkli bir borç bilirim.

Kemal IŞIK

5
GIRI Ş

İslam kültürü tarihinde Kelâm ilmiyle ilgili meseleleri ilk defa akl ın
ve felsefenin ışığı altında incelemek ve böylece bu ilme alışılmışın hilafı-
na, yeni bir yön vermek cesaretini gösteren Mutezile fırkasmın yaş adığı
asır, İslam düşüncesine çe şitli fikir cereyanlarının hâkim olduğu ve iti-
kadi konularda önemli birtak ım olayların cereyan etti ği kritik bir dev-
reye raslar. Ba şlangıçta Arap Yarımadası'mn küçük bir şehrinde doğan
İslâmiyet, hızla gelişmiş , yayılmış ve nihayet bu adanın da hudutlarmı
aş arak birçok ülkeleri, kavimleri ve bunlara mensup milliyetleri, inanç-
ları, Adet ve kültürleri ba şka başka olan birtak ım yabancı unsurları
sinesinde toplamı§ ve böylece kozmopolit bir toplum meydana gelmi ş-
tir.

İslam dini ve itikadı ile ilgili konuların en geniş şekliyle söz konusu
edildiği ve bu hususta büyük mücadele ve münaka ş alarm cereyan etti ği
bu devrenin özelliklerinden ve bu arada Mutezile f ırkasının doğuşuna
tesir eden çe şitli fakt-örlerden ileride daha tafsilâth bir şekilde bahse-
dilecektir. Ancak, İslâmiyetin ba şlangıcından bu devreye kadar geçen
zaman içinde itikâdi konuların ve genel olarak bu konular ı kapsayan
Kelâm ilminin geçirmiş olduğu çeşitli safhalara temas etmemiz, tezimize
konu te şkil eden "Mutezile'nin Doğuşu ve Kelâmi Görü şleri" nin ve bu
sistemin ana kaynaklarının açık bir şekilde anlaşılmasma yardımcı
olaca ğı kanısınday ız.

Her şeyden önce şuna iş aret etmek lâz ımdır ki, Kelâm ilmi Tek Tanrı
( Monothe'isme ) fikrinden do ğmuştur. Bunun için bu ilme "Tevitid ilmi" de
denmiştir. Tevhid, Allah'ın birliği esasına dayandığına göre, İslâmiyetten
önce gelip geçmiş bütün dinlerde de bu mânada bir bilimin, yani bir
Tanrı düşüncesinin varlığını kabul etmek laz ımdır. Tarih boyunca bütün
Peygamberler ve seçkin din adamlar ı daima bu prensibi savunmu şlar, be-
şeriyeti bu inanç ve bu ülkü etrafında toplama ğa, onlara her şeyin
üstünde ezdi ve ebedi bir yarat ıcının varhğını kabul ettirme ğe çalış -

7
mışlardır.° Bu itibarla, Tanr ı düşüncesiyle ilgili hükümler hiçbir de-
virde ve hiçbir Peygamberin şeriatında de ğişmemiştir. İlk Peygamber
Adem A. S. ın bu husustaki inancı ne ise, ondan sonra gelen bütün
Peygamberlerin de inançlar ı ayni olmuştur. Kur'an- ı Kerim'de bununla
ilgili hükümler aç ık bir şekilde beyan olunmu ş ve kuvvetli delillerle de
teyid edilmiştir2.
İnsanlar oluşları itibariyle şüphecidirler. Her ş eye, özellikle tan-
rısal bilgilere şek ve şüphe ile bakmak onların karakteristik ve do ğal
vasıflarından biridir. Bununla beraber, bir üstün varl ığın, bir yaratı-
cımn da varlığını hissetmek ve kabul etmek ihtiyac ı kendilerinde Mil-
dir. İşte bundan dolayı, her devirde ve her Peygamberin ümmetinde,
dini telkin ve ir ş atta bulunmakla mükellef dini liderlerin, bu ödevi
yerine getirmekte izlemi ş oldukları metodun yetersiz olmas ı ve özellikle
akli delillere gerekli önemi vermemi ş olmaları, bu gibi davetlerin ço ğu
zaman insanlar tarafından şüpheyle karşılanmasına ve bunun yanı sıra
doğal olan dini ihtiyaçların giderilmesi için Tek Tanrı yanında, çok tanr ı
düşüncesi gibi birtakım inançlarm do ğmasına sebep olmuştur.
Bunun bariz örneklerinden birisini, islâmiyetin do ğusundan önce
Arap Yarımadasında cereyan eden olaylarda ve burada ya şıyan Cahiliy-
ye ça ğı araplarının inanç durumunda görmek mümkündür.
İslam güneşi, bu bölgede çok tanr ıcılığın (PolytMisme) hükümran
olduğu bir devirde do ğdu. Gerçi Cahiliyye Ça ğı diye adlandırdığımız
bu devirde araplar aras ında Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi semavi din-
lere mensup insanlar yok ede ğildi. Fakat bunların adedi sayılabilecek
kadar çok az ve manduttu. Bunlar ın dışında kalan büyük ço ğunluk ise
putperest idi 3 . Kendi yaratıklar' olan ve ekseriya insan gövdesi veya
yüzünü andıran, hazan da heykel halini alan bir kaya, bir ta ş parçası
ve benzeri gibi maddelerden mamül birtak ım putlara tapıyor ve bun-
ları kendilerine mabüd olarak ittihaz ediyorlard ı 4.
Araplar tapmış oldukları bu ilâhlarm yanı sıra üstün bir yarat ı-
cının, her şeye kadir olan bir Tanr ının varlığına da inamyorlardıs.
Fakat zannedildi ği gibi, onlar bu inançlarını -biraz önce zikredilenler
1 Bk. Muhammed Abduh, Risaletu't- Tevhid, s. 5, Mısır 1351; Ali Hasaballah, Mulıii-
darât fi s. 88, Kahire 1373 / 1952.
2 Bk. İsmail Hakkı (İzmirli), Yeni lim-i Kelam, C. 1, s. 22, İstanbul 1339-1341.
3 Bk. Ali Mustafa al-Gurabi, Tarilıu'l -Fırak al —isliımiyye, s. 8, Mısır 1378 /1959.
4 Tafsiltıt için bk. Hisâm b. Kelbi, Kitabu'l-Asn ıim, Ahmet Zeki Pasa ne şri, s. 6 vd.
Kahire 1343 /1924; Ord Prof. Hilmi Ziya illken, islânı Düş üncesine Giriş I, s. 35, İstanbul 1954.
5 Kur'an-ı Kerim'de onların bu inançlarına delâlet eden birçok âyetler vard ır: Bk.
Meselâ: Ankebiit Süresi, âyet: 63; Mu'minfın Süresi, âyet: 85-90; Zümer Süresi, âyet: 8.

8
bir tarafa — Yahudi veya H ıristiyan dinlerinden almış değillerdi. 6 Ger-
çek şu ki, onlar böyle bir üstün kudretin varl ığını daha önce Hz. İbra-
him ve İsmail devirlerinde ö ğrenmişlerdi 7 .
Ancak, onların bu Tek Tanrı düşüncesi, gerçek bir inanc ın neticesi
değildi. Bunun içindir ki onlar hiçbir zaman Allah'a kar şı layık olduğu
derecede sayg ı duymamışlar ve O'nun hakk ında münakaş aya dahi
girişmekten daima kaç ınmışlardır8 .
Özet olarak Cahiliyye ça ğında araplar ın inanç durumu bu merkez-
de idi. Bir taraftan Allah' ın varlığına inanırken, di ğer taraftan kendileri-
ne Allah'tan daha yakın zannettikleri birtak ım putlardan yardım umu-
yor ve onlara ibadet ediyorlard ı . Gerçekte onlar, bu ilâhlarm Allah' ın
yer yüzündeki halifeleri, o ğulları veya kızları olduklarına9 , binaena-
leyh onların da müstakil birer tanr ı olup", Allah katında ş efaatcı ve arac ı
olduklarına 11 inamyor ve "Biz onlara, sadece bizi Allah'a yakla ştırsın-
lar diye ibadet ediyoruz" " diyorlard ı . Bununla beraber onlar ın put-
larına karşı duymuş oldukları saygı ve hürmetleri de o kadar derin de-
ğildi. Hattâ onların bazı günlük işleri ters gitti ği zaman çok kere bun-
lara kızıldığı ve lanet edildi ği de olurdu".

İnanç ile ilgili konuların böylesine karışık ve çelişik bir durum ar-
zetti ği bir sırada Hz. Muhammed yeni risâletiyle tebli ğ olundu.

6 Bk. C. Brockelmann, İslam Milletleri Ve Devletleri Tarihi, Çeviren: Prof. Dr. Ne şet
Çağatay, s. 10, Ankara 1954.
7 Bk. Prof. Dr. Ne şet Çağatay, Islâmdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Ça ğı, s. 95-96,
Ankara 1963; Muhammed al-Hudari Bey, Muhadarât Tarihi'l -Uman al-Islâmiyye C. I, s. 54
vdd. Kahire 1376; Ahmet Mithat, Tarih-i Edyân, Ahmet Hamdi Aksekili ne şri. C. I, s. 165,
İ stanbul 1329.
8 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, andan eser, s. 36; Doç. Dr. İ brahim Agâh Çubukçu
Gazzali Ve Suphecilik, s. 7, Ankara 1964; De Lacy O'leary, İslam Düşüncesi Ve Tarilıteki Yeri,
Çevirdiler: H. Yurdayd ın ve Y. Kıitluay, s. 30, Ankara 1959.
9 Kur'an-ı Kerlın'in "his Süresinde, Allah'ın çocuğu olmadığı bildirilinekte ve onların
bu davası kesin olarak red edilmektedir. Keza, Mu'minün Süresinin 91 nci ayeti de bunu teyid
etmektedir.
10 Sâd Süresi, ayet 5 de Hz. Muhammed için onlar ın, "gerçekten Tanrıları bire mi indirdi?
Doğrusu bu pek tuhaf bir şey" dedikleri beyân olunmaktad ır.
11 Kur'an- ı Kerim onların bu iddialarını şiddetle reddetmektedir. Bk. Ra'd Süresi,
ayet: 33; Führ, ayet: 40; az-Zamah şeri, al-Keşşâf, C. II, s. 264, C. III, s. 488, Kahire 1365 /
1946; aş-Sevkâni, Fethu'l -Kadir, C. IV, s. 344, Mısır 1349; Seyyid Kutub, Fi Ziliili'l Kur'an,
C. XI, s. 65. Mısır (Tarihsiz).
12 Bk. Zümer Süresi, ayet: 3; Muhammed al-Hudari Bey, ayni eser, s. 55; Dr. Hüseyin
Atay, Kur'an'a Göre İman Esasları, 35 vd. Ankara 1%1.
13 Bk. Dr. Filip Hü'ri Hitti, Tarihu'l Arap, Muhammed Mebrak Nâfi' tercümesi, s. 115,
Kahire 1949; Doç. Dr. İbrahim A Çubukçu, ayni eser, s. 7.

9
Onun bize getirmi ş olduğu bu yeni dinle, Cahilliyye ça ğı çok tanrı sis-
temi kökünden yıkıldı : Nitekim Hz. Peygambere Mekke'de nazil olan
ayeti kerimelerde. Cenab- ı Hak, Kendisini bize şöyle tamtmaktadır:
"De ki: 0 Allah bir tektir ; en Büyük merci sadece O'dur; 0, do ğmam ış ve
doğurmamıştır; ve O'na hiç kimse e şit olaınaz"". Görüldüğü gibi, Hz.
Muhammed'in insanlara öğretmiş olduğu Allah fikri Islâmiyetten ön-
ceki Tanrı düşüncesinden tamamen farkl ıdır. Zira bu yeni dinin temeli,
İhlas süresinin manalandırdığı Tek Allah prensibine dayanmaktad ır.
Bundan dolayı Cahiliyye ça ğı arapları, esas gayeleri ne olursa olsun,
tapmış oldukları putları ilâh derecesine yükseltip, Allah'a Şefik koş -
malarından dolayı kendilerine "müşrik" adı verilmiş ve Hz. Peygambe-
rin risâletini ve onun getirmi ş olduğu yeni Allah dü şüncesini inkâr
edenlere de "kafir" denmi ştir. Bu itibarla, islâmiyette Kelime-i Şehatlet
esas kılııimış ye Müslüman olabilme, ancak bu kelimenin ihtiva etmi ş
olduğu mânalara inanarak söylenmesi şartına ba ğlanmıştır15 .
H z . Mu hamm e .d'in daveti, ba şlangıçta şu üç esas nokta üzerinde
toplanıyordu:
1—O, Allah'ın elçisi olup bütiip insanları hak dine davetle görev-
lendirilmiş olan bir Peygamberdir.
2—Araplar aras ında yaygın olan putlara tapma âdeti art ık ilga
edilmiştir. Bundan böyle her türlü ibâdet, ancak kainat ı yoktan yar
eden, şeriki ve benzeri bulunmayan Ulu Tanrı'ya yapılacak ve ancak
O'ndan yardım umulacak ve ba ğışlanma dilenecektir". Kur'an- ı Ke-
rim'de bu iki esasa birden i ş aret edilerek şöyle denmektedir: "De ki :
"Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana Tanrının ancak bir Tek Tanrı
olduğu vayholunuyor. Onun için hepiniz O'na yönelin, O'ndan bağışlan-
ma dileyin; Allah'a ortak koşanların vay haline!".
3—Yaş amış olduğumuz bu hayattan sonra ebedi bir hayat vard ır.
Her insan öldükten sonra tekrar dirilecek ve dünyadaki amelinin he-
sabı kendisinden sorulacakt ır. Ameli iyi olan insan, layık olduğu mükâ-
fata nail olacak, kötü olan ise müstahak oldu ğu cezaya çarptırılacaktır.
Gerçekte putperest olan araplar, böyle bir hayat ın varlığına inanmadık-
14 Pılds Süresi, ayet: 1-4. ııı
15 Kur'an- ı Kerim'de kelime-i şehadeti ifade eden, "La ildhe Plalldh, Muhammedu'r
-Resiilullah" (Allah'tan ba şka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun elçisidir.) tâbirinin birinci bölü-
mü Muhammed ve Saffdt surelerinde, ikinci bölümü ise Feth suresinde varid olmuştur. Bk.
Muhammed Süresi, ayet: 19; Saffdt Süresi, ayet: 35; Feth Süresi, ayet: 29.Keza bk. Dr. Hüseyin
Atay, anılan eser, s. 14.
16 Bk. Hiş am •. Kelbi, anılan eser, Ahmet Zeki Pa şa Onsözü s. 22.
17 Fussilet Süresi, ayet: 6.

10
ları gibi, ölümden sonra tekrar dirileceklerine de bir türlü ak ıl erdire-
miyor ve ş öyle diyorlardı :" "Çürümüş kemikleri kim yaratacak ?" 19 .
"Biz ölüp toprak ve bir yığtn kemik oldu ğumuzda mi diriltilece ğiz?" 20 .
"Hayat ancak bu dünyadaki hayatım ızdan ibarettir ; biz tekrar dirilecek
değiliz" 21. Kur'an-ı Kerimde bunlardan ba şka, onların bu inanç ve
iddialarına delâlet eden daha birçok ayetler mevcuttur 22 .
Hz. Peygamber ba şlangıçta ve bilhassa risâletinden sonra Mekke'de
ikamet etmiş olduğu onüç sene zarfında bu esaslar dahilinde davetine
devam ederek, insanları ahşmış oldukları sapıklık ve gaflet deryas ından
kurtulup do ğru yola yönelme ğe, dünya ve âhiret ayd ınlı& ve saadete
kavuşmağa ça ğırdı ; müşrikler tarafından önüne çıkarılan bütün engel-
lere, karşılaşmış olduğu büyük güçlüklere ve imkans ızhklara ra ğmen,
yılmadan usanmadan bu mukaddes davayı savunarak Allah' ın emirleri-
ni yerine getirme ğe çalıştı . Bütün bunlara ra ğmen, Mekke müşriklerin-
den pek azı bu davete icabet ederek islam dinini kabul etti 23 . "Fakat
Yahudilerle olan yak ın temasları dolayısiyle Tek, Allah gibi mücerret
mefhumlarla ünsiyeti olan Medine'lilerin, Akabe'de tezahür eden pey-
gambere yakınlıkları neticesi vuku bulan hicretten sonra Islâmiyet
büyük bir hızla yayılma& ve geli şme ğe başladı"24 . Ve böylece isla-
miyet, kısa bir müddet sonra cihan şumûl bir din halini aldı25.
Biz burada, islamiyetin do ğusundan genel bir din hüviyetini al ın-
eaya kadar geçirmi ş olduğu çeşitli safhalardan, özellikle siyasi, tarihi,
sosyal ve kültürel geli şim ve de ğişimlerden ve bunların genel olarak
insanlar üzerindeki çe şitli etkilerinden bahsetmek ve böylece konuyu
uzatmak istemiyoruz. Çünkü bütün bunlar, ba şlı başına müstakil birer
konu te şkil edebilecek bir' niteliktedir.
Ancak, kısaca şunu söylemek isteriz ki, islâmiyet bütün insanh ğa
yeni bir dünya ve âhiret nizam ı ve anlayışı getirmiştir. Bu nizamla
18 Tafsilât için bk. W. Montgomery Watt, Hazret-i Muhammed, Çeviren: Hayrullah Örs,
s. 29, 30 vdd. İ stanbul 1963; Alî Mustafa al-Gurübl, anılan eser, s. 8-9.
19 Bk. Yâsin Süresi, âyet: 78.
20 Bk. Mu'minân Süresi, âyet: 82.
21 Bk. En'âm Süresi, âyet: 29.
22 Bk. Meselâ: ısrti Süresi, âyet: 49, 98; Sâffât Süresi, âyet: 16, 53; Yaka, âyet: 47; Na-
zik, âyet: 11.
23 Bk. Ali Mustafa al-Gurübi, anılan eser, s. 9; Muhammed abIludari Bey, andan eser,
s. 71 vdd.
24 Bk. Dr. Ya şar Kutluay, İskimiyetie Dikâcli Mezheplerin Doğuşu, s. 14, Ankara 1959.
25 Tafsilât için bk. T. W. Arnold, İrıti.şeir-z islam Tarihi, M. Halil Halid tercümesi,
s. 31-35, İ stanbul 1343; John Davenport, Hazret-i Muhammed ve Kur'an-e Kerim, Çeviren:
Ömer Rıza (Do ğrul), s. 54-61, İstanbul 1347/1928.

11
bütün insan topluluklarımn üstünde yepyeni bir müslüman topluluğu
vücut bulmu ştur. Bu yeni toplumda, herkes istisnas ız Allah'ın huzu-
runda e şittir; her türlü cins, ırk ve asâlet gibi mefhum ve ayr ılıklar
gözetilmeksizin her insan yekdi ğeriyle e şit hak ve salâhiyetlere sahip-
tir. E ğer bu yeni dinde, Allah kat ında insanlar aras ında bir de ğer ölçü-
sü varsa, bu da, ferdin Allah'a olan takva ve ba ğlılık derecesiyle kaim
olmasıdır. " Şüphesiz Allah kat ında en değerliniz, O'na karşı, gelmekten
en çok sak ınanızdır"26.
Bu dinde, daha önce Arap Yar ımadasın'da ve bilhassa Mekk'de
görüldüğü gibi, aile ve kabile asabiyetine yer yoktur. İnsanlar ancak
bilgi, iktidar ve kıymetleriyle birbirinden üstündür. Bunun bariz ör-
neklerinden biri, Mekke gibi bir şehre yirmi ya şında bir gencin vali
olarak tayin edilmesi ve Ömer b . al-H at ab gibi bir kahraman ın,
henüz müslüman olmuş bir insamn emri altında çekinmeden ve tereddüd
etmeden çarp ışmış ve bunu gayet normal bir hareket olarak kar şıla-
mış olmasıdır. Yine, hicretin 35 inci yılında Mısır valiliğinden azledi-
len b. al— Âs, halife Osman b . Affan' ın yamna gelerek kendi-
sine, ailesinden, ana ve babas ının asâletinden bahsederek övünmek iste-
mesi üzerine, Halifenin onu "bu şekilde kendini medhetmek Cahiliyye
adetlerindendir; seni bundan menederim" 27 sözüyle azarlamas ı, is-
1amiyetin bu prensibini te'kid eden di ğer bir örne ği teşkil etmektedir28 .
Bütün bunların yanı sıra, islamiyet akla ve tefekkiire büyük bir
önem ve de ğer vermiş ve onu ön plana geçirmi ştir. Bundan dolayı Kur'-
an-ı Kerim hitabı daima ve do ğrudan doğruya akla tevcih etmi ş ,ondan
düşünmek suretiyle gerçeğin ara ştırılmasını ve daha önce araplar ara-
sında yaygın olan birtakım batıl inanç ve 'geleneksel adetlerin terke-
dilmesini istemiştir. "Eğer Biz bu Kur'an'', bir dağa indirmiş olsaydık,
sen onun, Allah korkusuyla ba ş eğerek nasıl parça parça olduğunu görür-
dün. Bu misalleri insanlar diiş ünsünler diye veriyoruz" 29 . "Bu insanlar
devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildi ğine, dağların nasıl
dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı ?". ".... Şüphe-
siz dü şünen kimseler için bunda ibretler ve deliller vardır'''. "Allah,
akhnızı kullanasınız diye size Cıyetlerini gösterir". "Göklerde ve yerin

26 Hueurât Süresi, âyet: 13.


27 Bk. Ibıı Kesîr, al-Bidâye ve'n-Nihilye, C. VII, s. 170, Mısır 1351/1932.
28 Bk. Dr. Ya ş ar Kutluay, anılan eser, s. 15-16.
29 Hafi. Süresi, âyet: 21.
30 Güsiye Süresi, ayet: 17-20.
31 Ra'd Süresi, âyet: 3, 4; B ıikara, âyet: 164; Nah, âyet: 12;Rârn, âyet: 24.
32 Bakara Süresi, âyet: 73.

12
yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde....' düş ünen
insanlar için deliller vardır".
Görüldü ğü gibi Kur'an-ı Kerim, düşünmeyi ve fikir beyan etmeyi
bazı nüfuzlu ve mevki, sahibi ş ahısların inhisarından çıkarıp genelleş-
tirmiş ve umuma teşmil etmiştir. Islam dininde, akıl sahibi her insan,
kâinattaki nâmütenâhi olayları ve bizzat kendi yaradıhşındaki hikmet
ve sebepleri düşünmek ve incelemek suretiyle gerçe ğe ula şmandır. Bu
konu ile ilgili olarak Kur'an- ı Kerim'de elliden fazla yerde misaller veril-
miş ve "düşünmek" ve "aldetmek" emredilmiştir.
Islâmiyetin be şeriyete sunmuş olduğu ve Kur'an- ı Kerim'de de ifa-
desini bulan yeni imân esasları, dine itikat yönünden kesin bir şekil
ve anlam vermi ştir. Bu esaslara Kur'an- ı Kerim'de ya do ğrudan do ğru-
ya iş aret edilerek inanılması emredilmiş , yahut inananlar övülmü ş , inkâr
edenler ise yerilmiştir. Kur'an- ı Kerim'de bu esaslar ı gayet açık ve seçik
bir şekilde ortaya koyan âyetlere hemen her yerde raslamak mümkün-
dür.
Bununla beraber, islâmiyetin daha ilk günlerinde bile inançla ve
birtakım şer'i meselelerle ilgili olarak müslümanlar aras ında zaman
zaman bazı münakaş alar cereyan etmi ş ve bunun bir neticesi olarak
da çeşitli görüşler ve fikir ayrılıklar' ortaya çıkmıştır. Başlangıçta basit
gibi görünen bu ayrılıklar, daha sonralar ı, özellikle Islâmiyetin geni ş -
lemesiyle birçok taraftarlar ı sinesinde toplayan ve ba şlı başına kaim
birer mezhep halini almıştır.
Bunun nedenlerini veya bu neticeyi do ğuran sebebleri anlayabil-
memiz için, daha Hz. Peygamber devrinden itibaren itikâcli konular ın
geçirmiş olduğu çeşitli safhalara kısaca temas etmemiz gerekmektedir.
Hz. Muhammed'in asr ı, henüz Cahiliyye çağı gelenek ve göre-
neklerinden yeni kurtulmu ş olan arapları bir araya getirmek, onlar ı
bir fikir, bir inanç etrafında toplamak ve böylece henüz do ğmakta olan
Islâm devletini kuvvetli ve sa ğlam temeller üzerine kurmak amacını
güden, imân esaslarımn tesbit edildiği ve şer'i hükümlerin vazedildi ği
bir devirdi. Peygamber henüz aralar ında oldu ğundan, müslümanlar
dinin esaslarını ve bununla ilgili şer'i hükümleri ö ğrenmek için bizzat
kendisine başvuruyor, vahiy ve Kur'an- ı Kerim'in ışığı altında ara-
dıklarını buluyor ve böylece müşkülleri halledilmiş oluyordu". Esasen
müslümanlar anlamakta güçlük çektikleri, ö ğrenmek istedikleri konu-

33 Bakara Sûresi; âyet: 164.


34 Bk. Alt Hasaballah, anılan eser, s. 88 vd.

13
ları ye her türlü müşküllerini Peygambere sormakla mükelleftiler.
Kur'an- ı Kerim bu gerçe ğe işaret ederek şöyle demektedir: "Bir şey
hakk ında ihtilâfa düşerseniz -Allah'a ve âhiret gününe inantnışsanız-
onun hallini Allah'a ve Peygambere bırakın." Peygamberin ba şlıca gö-
revi ise, bundan ba şka bir şey de ğildi: "Allah'ın indirdiği Kitâp ile ara-
larında hükmet... Onların heveslerine uyma?' Peygamberin verdiği
hükmü kabul etmek te müslümanların imânla ilgili ödevlerinden biri
idi: "Rabbime and olsun ki, aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem ta-
yin edip, sonra, haklarında senin vermiş olduğun hükmü gönül r ızasiyle
kabul etmedikçe onlar iman etmi ş olmazlar"37.
Kur'an- ı Kerim'in tetkinkinden de anla şılacağı üzere, Hz. Peygam-
berin do ğrudan do ğruya muhatap oldu ğu sorular onüç kadar meseleyi
ihtiva etmektedir". Bunlar genel olarak müslümanlar ın pratik hayat-
lariyle ilgili amen ve fıkhi meseleler olmakla beraber, bunlar ın içinde
Ruh'un mahiyeti, Zu'l-Karneyn, Ashabu'l-Kehf'in kimlikleri ve kıya-
met gününün alâmetleri gibi, ba şka din mensuplarının veya onların teş -
vik ettiği kimselerin tevcih etmiş oldukları sorular da yer almaktad ır.
Yine Kur'an- ı Kerim ve hadislerin incelenmesinden anl ıyoruz ki,
Hz. Peygamber zaman ında Kur'an- ı Kerim'de varid olan "muhkem"
ve "müteşiibih" âyetler hakkında da bazı tartışmalar olmuştur. Muh-
kem 'ayetler, kesin anlaml ı, manaları de ğişmiyen âyetlerdir. Müte ş â-
bih olanlar ise, de ğişik ve çe şitli mânalara gelebilen, anlayış a göre de ği-
şebilenlerdir 39 . Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle demektedir: "Sana
Kitab'ı indiren O'dur. Onda Kitabın temelini teşkil eden kesin anlaml ı
(muhkem) âyetler vard ır. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, sırf fitne ç ıkar-
mak, kendi arzular ına göre yorunılamak için onların müteşâbih olanlarına
uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir40. ilimde derinleş -
35 Nisa Süresi; ayet: 59.
36 Mâide Süresi; âyet: 49.
37 Nisa Süresi; ayet: 65.
38 Bu meseleler hakk ında bak: Rakam Süresi, âyet: 215-217, 219, 220; Enfed, ayet:
I; KW, ayet 83; ısrü, âyet: 85; Araf, ayet: 187.
39 Bk. Zamahşeri, anılan eser, G. I. s. 337, 338; As ım Efendi, Kamus Tercümesi, C. IV,
s. 245, 813, 814; İ stanbul 1304-1305.
40 Müfessirler, bu ayetin tefsiri hususunda ihtilafa dü şmüşlerdir. Onlarm bir kısmı ,
ayette varid olan "Vdr-Rasilıfın" tabirini bir önceki kelimeye, yani"illa'allah"deki Allah üzerine
atfetmek suretiyle "onların yorumunu ancak Allah ve bir de ilimde derinle şmiş, rusuh kesbetmi ş
olanlar bilir" şeklinde mana vermişlerdir ki, bu manaya göre, bu gibi ayetlerin tevil edilmesi,
yorumlanması caizdir. Diğer bir kısmı ise, "illa'allah" da durarak "onların yorumunu ancak
Allah bilir. Rasihler — ilimde yüksek bir dereceye eri şmiş olanlar-ise: "Biz ona inandık, hepsi
Rabbimizin kat ındandır, derler" şeklinde mana vererek her türlü te'vil ve yorumdan kaçmm ış-
lardır. Bu konuda Zamah ş erî birinci grubun fikrini daha uygun görmektedir. Bk. Zamah şeri,
aynı eser, C. I., s. 338.

14
miş olanlar ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kat ındandır" der-
ler"`".
Bu âyetle ilgili olarak Hz. Ai ş e'den rivayet edilen bir hadiste,
Hz. Peygamberin müte ş abih âyetlere uyanlardan sakm ılmasım emretti-
ği beyan olunmaktadır 42 ki, daha sonraki ş arihlere göre, sakmılması
gereken kimseler çe şitli mezhep tart ışmaları sırasında benzeri ayetler-
den, kendi görüşlerini takviye maksadiyle bol bol istifade eden H ari-
ciler, Mut ezile ve Cehmiyye gibi fırka merısuplandır43 .
Müte ş abih ayetlerde, ilk nazarda zahiri manalar ı itibariyle tenzih
anlayışiyle uyuşmaz gibi görünen el, yüz ve göz gibi daha çok insanlarla
ilgili birtak ım sıfatlar ispat edilmektedir. Keza insan kaderi lehinde veya
aleyhinde bazı din ve mezheplere kar şı birtakım görüşler ileri sürülmekte-
dir.Fakat bütün bunlara ra ğmen, gerek Hz.Peygamber devrinde ve gerek-
se onu takip eden- dört halife devrinde bu konutla müslümanlar aras ında
ciddi ihtilaflara yol açacak, onlar ın düşünce ve inanç birli ğini sarsacak
herhangi bir fikir ve görü ş ileri sürülmemi ştir. Gerçi, biraz önce de söy-
lediğimiz gibi bu devirde, bu âyetlerle ilgili olarak müslümanlar ara-
sında baz ı münaka ş alar olmuştuı . Akıl sahibi her insanın, kendisini
yakından ilgilendiren bu gibi konular üzerinde dü şünmesi gayet nor-
mal bir olaydır. Fakat bunlar hiçbir zaman, daha sonralar ı olduğu
gibi, "teşbih" veya "tecsim" anlamında bir münaka ş a olmamış , sadece
bu ayetlerin tefsiri konusuna inhisar etmi ştir. Ayrıca, nakledilen baz ı
hadislerde .de müte şabihata raslanmas ı, o devirde olmasa bile, daha
sonraki devirlerde müslümanlar ı bir hayli me şgul etmiştir".
Bu devirde müslümanlar ın zihnini me ş gul eden diğer bir konu da,
Kur'an-ı Kerimde varid olan "kader"le ilgili âyetlerdir. "Kader" bilin-

41 ;4/4 İmran Stiresi,âyet : 7. Çin âyet, Hz. Peygamberegelmi ş olan Neer an hıristiyanlarm-
dan bir gurubun, "Siz Hz. İsa Allah'ın Kelim'idir diyorsunuz, bu bize kâfidir" diyerek mugala-
taya sapmalar' üzerine nazil olmu ştur. Bk. al-Kadi Beydavi, Envâra't-Tenzil ve. Esrâru't-Te'vil,
C. I, s. 193, İ stanbul 1285; Ali b. Ahmed al-Vahidl, Esbâbu'n-Nuzill, s, 68, Mısır 1315; Ebâ Ali
al-Fadl b. al-Hasan at-Tabersi, Macmau'l Beyân fi Tefsiri'l Kur'an, C. II, s. 410, Tahran
1373.
42 Hz. Aişe'nin rivayet etti ği bu hadisin tamanu şudur:" "Resulullah (S. A.) bana "Ya
Kur'an'ın yalnız müte şabih ayetlerin uyanları Ot-düğünde-ki Allah onlar ı Kur'an'da zikret-
mistir- onlardan sakın, buyurdu". Bk. Ayni al-Hanefi, Umdetu'l Karl li Şerh Sahihi'l-Buhâri,
C, VIII, s. 516, İstanbul 1308.
43 Bk. Ayni eser, C. VIII, s. 517; Zeyneddin Ahmed Zebidl, Tecrid-i Sarilt, Çevirenler:
Ahmet Naim ve Prof. Kamil Miras, C. XI, s. 75, İ stanbul 1928-1945.
44 Müteşabih hadislerle ilgili konular için bk. İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis,
Mısır 1326; ar-Razt, Esâsu't-Takdis Mısır 1328; İbn " Fürek, Beyân Mu şkili'l-Ehâtlis,
Roma 1941.

15
diği gibi, Allah tarafından önceden tâyin edilen "abnyaz ısı" mânasma
gelmektedir.'" Gerçi Kur'an da geçen "Kader" ve "Kadr" kelimeleri-
ne miktar, ölçü, yani bir şeyin bir ölçüye göre tâyin edilmesi, bir hik-
met ve gayeye istinaden yap ılması " ş eklinde mâna verenler vard ır.
Fakat gerçek şu ki, müslümanların ekseriyeti, bu kelimenin delâlet
etmiş olduğu mânamn, ancak önceden takdir ve tâyin edilen "ahnya-
zısı" olduğu fikrini muhafaza edegelmi şlerdir. Bu düşüncenin müslü-
man topluluğunu, daha sonralar ı nerelere kadar götürdü ğünden ileride
sırası geldikçe bahsedilecektir. Ancak, biraz önce de söyledi ğimiz gibi,
gerek Peygamber devrinde ve gerekse Hülefâ-i R a ş i din devirlerinde
diğer ihtilâfh konularda oldu ğu gibi, bu mevzuda da önemli tartışma-
lar olmamıştır. Çünkü Hz. Peygamber, her fırsatta müslümanlar ı iti-
kadi konularda münaka ş aya girişmekten şiddetle menetmi ş , aralarmda
fitne ve fesat tohumlann ın saçılmasına, dolayısiyle tesis edilmi ş olan
birlik ve beraberliğin bozulmasına sebep olabilecek her türlü ihtilâf
noktalarından şiddetle kaçınmalarını kendilerinden istemi ştir. Bu ger-
çeği teyit etmesi bak ımından, Tirmizrnin Ebû Hureyre'den
nakletti ği şu hadis gayet önemlidir: "Bir gün baz ı arkadaşlarla kader
konusunda tartışıyorduk. Hz. Peygamber yan ımıza gelip bizi bu halde
görünce, öfkesinden yüzü ate ş gibi kızararak bize: "Bununla m ı emro-
lundunuz, yoksa ben size bunu emretmek için mi gönderildim? Sizden
öncekiler buna benzer tart ışmalar yüzünden helâk oldular. Böyle mü-
nakaş alar yapmaktan sizi katiyetle menederim." buyurdu". 47 Keza
başka bir rivayette de Hz. Peygamber bu konu ile ilgili olarak, "Her
ümmetin meciisu. vardır. Bu ümmetin mecusları da "kader" yoktur,
diyenlerdir. Onların hastalarını ziyaret etmeyin; cenâzelerinde bulun-
mayın; çünkü bunlar Deccal ın dostlarıdır" 48 demektedir.

Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste 'Hz. Peygamber ş öyle de-
miştir: " İçinizden hiçbiri yoktur ki, Allah onun mekân ım Cennet veya
Cehennem olarak yazmam ış olsun. Aralarından biri, ya Resulallah! O
45 Bk. Edward E. Salisbury, Materials for the History of The Muhammadan Doctrine
of Predestination and Free Will, JAOS, Vol. VIII. P. 115, New Haven 1866.
46 Bk. İbn Fâris Mu'cem Makâyisi'l-Luga, C. V, s. 62-63, Mısır 1366; İbn Manzûr,
,

Lisâtıu'l-Arap, C. V, s. 75-78, Beyrut 1955, As ım Efendi, anılan eser, C. II, s. 618; Ali Hasa-
ballah, anılan eser, s.55.
47 Sevkani, bu hadisle müslümanlar arasmda ihtilâfa yol açacak her türlü tart ışma ve
münazaamn yasaklanmış olduğunu kaydetmektedir. Bk. a ş-Sevkimi,an ı/an eser, C. VIII. s.
120; Kezâ bk.: al-Herevi, Zemmu'l-Kelam va Ehlihi, C. I, Var. 14 A, ilüh. Fak. Kt. Yazma, No:
7614; İ bnu'l -Arabi, Şerh Sahihi't-Tirmizi, C. II, s. 9, Mısır 1350-1352; Ali Hasaballah, anılan
eser, s. 71.
48 Bk. Sunen'u E6î Dâvud, C. II, s. 175, Kesteliye bask ısı, tarihsiz.

16
halde çalışmak neye yarar? Diye sorunca, Hz. Peygamber cevaben: Çal ışın
herkese alıştığı ş ey kolaylaştırılır, dedi ve sonra şu âyetleri okudu: 49
"Elinde bulunanı verenin, Allah'a karşı gelmekten sak ınanin, en güzel söz
olan Allah'ın birliğini doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız. Fakat, cim-
rilik eden, kendini Allah'tan müstağni sayan, en güzel sözü yalanlayan
kimsenin de güçlü ğe uğramasını kolaylaştırırız" 5).
Anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber itikadi konular ın münaka şasını
şiddetle red etti ği halde, baz ı müslümanların bu gibi mevzularda dü-
şünmesi, zihinlerinde baz ı istifhamların belirmesi önlenememi ştir.
Fakat bu düşünce hiçbir zaman ö ğrenme veya aydınlanma arzusu
hudutlarım aşmamıştır. Esasen müslümanlar da henüz bu konular üze-
rinde fazlaca durmayı lüzumlu görmüyor ve buna ihtiyaç da hisset-
miyorlardı . Hz. Peygamberin aralarında olması, yukardaki hadisde de
görüldüğü gibi, onlara her zaman gerekli aç ıklamalarda bulunmas ı,
ayrıca âyetlerin nâzil oldu ğu ahvâl ve ş artlara iyice vakıf olmaları ,
merak ve endişelerinin giderilmesi bakımından kendilerine kâfi geli-
yordu. Gerçekte bu gibi konuların taşıdığı mânalara tam olarak vak ıf
olmak, özellikle hadislerde geçen dini mânadaki takdir ile "fatalizm"
arasındaki farkı tefrik etmek kolay de ğildi". Bundan dolayı Hz. Pey
gamberin bu mevzulardaki ir ş âd ve emirlerine, bilhassa imân, islâm ve
benzeri gibi dini esasları tâyin ve izah eden hadislerine tereddüt et-
meksizin uymak, onlara inanmak, kendilerini son derece tatmin et-
meğe kâfi geliyor, kalplerini emniyet, huzur ve ne şe ile dolduruyordu.
Hz. Ömer, di ğer bir varyantta da Eb ıl Hureyre'den nakledilen
bir hadis 52, -ki buna ayni zamanda "Cibril hadisi" de denmektedir-
Hz. Paygamberin bu gibi konular ı müslümanlara nas ıl izah etti ğini
göstermesi ve bilhassa "Kader'e inanmının imân esaslarının bölünmez
bir parçası olduğunu belirtmesi bakımından büyük bir önem ta şımak-
tadır. Hz. Ömer ş öyle demektedir: "Bir gün, Hz. Peygamber'in yan ında
oturduğumuz bir sırada, Peygamberin huzuruna, şimdiye kadar hiç
görmediğimiz ve hiç birimizin tammad ığı, beyaz elbiseli, siyah saçl ı bir
adam girdi. Peygamber'in yan ına yaklaş arak selâm verdikten sonra kar-
49 Bk. Salahu'l-Buhari, C. VII, s. 212; Sahib Muslim, C. VIII, s. 46-47; Sunen'u Ebi
Davud, s. 177-178; Taberi, Câmi'u'l -Beyan, C. XXX, s. 124, Mısır 1374; 7 inci C. den sonra
1321 baskısı.
50 Leyl Süresi, âyet: 5-10.
51 Bk. Helmar Ringgren, Studies in Arabian Fatalizm, s. 117, Uppsala 1955.
52 Bk. Sahib Muslim, C. I, s. 28-31; İbn Hacer al-Askalâni, Fethu'l-Beiri li Şerh
-Buhtiri, C. I, s. 105-110, Mısır, Bulak baskısı 1300-1301; Sahihu'l-Buhari, C. I, s. 18; İbn Hal-
dün, Şifâu's-Stia li Tehzibi'l-Mesail, Muhammed b. Tavit at -Tanel' önsözü, s. Nz, İstanbul
1957; Ali Hasaballah, anılan eser, s. 58.

17
şısına geçip oturdu ve ona şöyle dedi: "Ya Muhammed! İslam nedir ?"
Peygamber: " İslam, Allah'ın birliğine, Muhammed'in O'nun elçisi oldu-
ğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu
tutmak, kudretin yetti ği takdirde Beytullah' ı haccetmektir" dedi. Adam
doğru söyledin dedi ve sordu: " İman nedir ?" Peygamber cevap verdi:
"İman, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarma, Peygamberlerine, Ahiret gü-
nüne, Kader'in iyi veya kötü, tatl ı veya ac ı Allah tarafından olduğuna
inanmaktır". Doğru söyledin dedi ve sordu: " İhsan nedir ?" Peygamber,
" İhsan, Allah'a O'nu görür gibi ibadet etmekdir. Sen O'nu görmüyor-
san da O seni görüyor." dedi.... Adam ayrıldıktan hemen sonra Hz.
Peygamber, arkan ıza dönün ve ona bakın dedi. Bir de bakt ık ki, ne adam
var, ne de ondan herhangi bir eser! Bunun üzerine Hz. Peygamber bize
dönerek, "Bu Cihr il idi; size dininizi ö ğretmek için gelmişti" dedi"".
Hz. Peygamber'in devrini takip eden Hülef â-i Ra ş i din devri,
özellikle üçüncü halife O s m an b . Affan (01m. H. 35 /M. 655)' ın
devrine kadar nispeten sakin geçmi ş , Peygamber devrinde oldu ğu gibi,
akideyle ilgili hususlar münaka ş a konusu yapılmamıştır. Esasen bu de-
virde müslümanlar, bütün güçlerini daha çok İ slâmiyetin genişle-
yebilmesi ve kuvvetlenebilmesi için yap ılan savaşlara hasretmişler,
dolayısiyle bu gibi meselelerin münaka ş asına fırsat dahi buImam ış -
lardır. Sonra Hz. Peygamber'in devrine hâkim olan zihniyeti oldu ğu
gibi devam ettirmek isteyen muhafazakar müslümanlar ın bu konudaki
53 Bu hadisin bize ö ğretmiş olduğu diğer önemli bir husus da, insanlar ın imanca bir-
birlerine eşit olmadıkları keyfiyetidir. Gerçekte insanlar, gerek islamiyeti bir akide olarak ka-
bulde ve gerekse onun getirmi ş olduğu hükümlerle amel etmekte çe şitlidirler. O halde, onlar ın
da Allah katındaki dereceleri, imanlar ı ve amelleri nisbetinde çe şitli olmalıdır; kendilerine dere-
celeriyle mütenasip isimler verilmelidir. İşte bundan dolayı bu hadis, müslümanları genel olarak
üç dereceye ay ırmaktadır:
1— "islam" derecesi: IsUimiyetin be ş şartını kabul eden her insan bu dereceyi ihraz etmi ş
ve kendisinin "müslim" veya "müslüman" adıyla «alması hakkım kazanmıştır. Hz. Peygam-
ber bazı hadislerinde, "Islam' ın biri şehadet, diğeri amel, yani bedeni hareketler olmak üzere iki
unsurdan meydana geldiğini zikretmiştir.
2— "İman" derecesi: Bu derece, insan ın duygulanacak derecede sa ğlam ve kuvvetli bir
inanca sahip olmasıdır. İman, yalmz kalple, ytıni ruhla ilgili olduğundan dış görünüşü yoktur.
Bu itibarla, kimin gerçekten iman sahibi oldu ğunu anlamak mümkün de ğildir. Halbuki, "İslam"
In bir Unsuru da amel oldu ğundan, bununla ilgili bedeni hareketleri yerine getiren her insan,
sırf bu dış görünüşe göre, "müslüman" sayılır. O halde böyle bir inanan " İslam" derecesinden
üstün olması, sahiplerine de "mü'min" adının verilmesi adalet-i ilâhiye iktizas ındandır.
3— ncü ve en üstün derece ise, "İhsan" derecesidir ki bu derece sahibi, yâni "muhsin"in
imanmı tam olarak yaşamasıdır. Rabbini görür gibi O'na ibadet etmesidir. Gazzali bunlara
"ayn al-yakin" ve "hakk al-yâltin" adını vermektedir. Bk. al-Gazzült, Faysalu't-Tafrika beyne
Ehli'l -İslam va'z -Zandaka, s. 82, Mısır 1325/1907; al-A şara, s. 96, Mısır 1343; İbn
Haldim, anılan eser. s. Nz; Dr. Hüseyin Atay, anılan eser, s. 3-4,

18
rolü de büyük olmuştur. Onlara göre, Kur'an- ı Kerim veya hadislerde
varid olan "çe şitli anlamlı" veya "Kader"le ilgili âyet ve hadislerin
yorumunu yapmak, bunlar üzerinde tart ışmak veya fikir yürütmek,
müslümanları hataya düşürebilir ve selefin yolundan ay ırabilirdi. O
halde takip edilmesi gereken en do ğru yol, yalnız rivayetlere ba ğlı ka-
larak, nassların taşımış olduğu zahiri mânalarm dışına çıkmamaktı .
Onlar bu konuda ş öyle diyorlardı : "Biz Allah' ın varlığına ve birliğine
inanıyoruz. Lâfızların daha ileri mânasına gitmek bizi hataya dü şüre-
bilir. Esasen bundan fazlas ım bilmek de bize farz de ğildir. Bizim mükel-
lef olduğumuz ş ey, sadece habere oldu ğu gibi inanmaktır. Eğer bu ha-
berleri tevil veya tefsir yoluna gidecek olursak, bu mânalar ve sözler,
bizim kavlimiz olmaktan ileri gidemiyecektir. Oysa bunlar "Allah' ın
Kavli"dir. Bizim kavlimiz ise, daima hataya mâruzdur. O halde bu gibi
hareketlerden şiddetle kaçınmamız lâzımdır"54.
Selefin bu tutumunu teyid eden birçok haberler vard ır. Biz bura-
da sadece, ehemmiyetine binaen birkaç ına temas etmekle yetinece ğiz:
Bir gün M âlik b. En e s (Ölm. H. 179 /M. 795)' e bir adam gelerek,
"Rahman Ar şa istivâ etti" 55 âyetindeki "istivâ" n ın keyfiyetini sorun-
ca, derhal Mâlik'in ba şı yere dü ştü; alnında ter taneleri birikmi ş oldu-
ğu halde bir müddet sonra ba şını kaldırarak: " İstivâ meçhul de ğildir;
keyfiyetini anlamak mümkün de ğildir; ona inanmak vaciptir; onun
hakkında soru sormak bidattır; dedi ve adamın, bulunduğu meclisten
derhal atılmasını emretti" 56 . Keza, ayni âyet hakkında Mâlik b. Enes'-
in hocası, Rabiatu'r-Ra'y (Qlm. H. 136 /M. 753)'e ne dü şündüğü
sorulunca, Mâlik'in cevab ına benzer bir cavap vermi ş ve ş öyle demiş -
tir: " İstivâ'nın keyfiyeti meçhuldur. İstivâ gayri mâkuldür. Bana ve
. sana dü şen ona mutlak imand ır" 57 .
Halife Ömer b. al-H at t âb (Ölm. H. 24 /M. 644)' ın "Kader"
konusundaki tutumu, bu devire hâkim olan dü şünceyi belirtmesi ve
teyid etmesi bakımından önemlidir: Hicretin 17 nci y ılında Ş am sefe-
rine çıkan Halife Ömer, orada bir veba salg ıniyle karşılaşınca derhal
kendisiyle birlikte askerlerinin de geri çekilmesini emretmi şti. Bunun
üzerine E b û Ub eyd e b. al- Cerrah kendisine, "Allah' ın kaderinden mi
firar ediyorsun?" Dedi ği zaman ona verdi ği cevap gayet ilgi çekici olmuş -
tur: "Evet Allah' ın kaderinden yine Allah' ın kaderine kaç ıyorum" 58 .
54 Bk. İbnu'l -Arabi, anılan eser, s. 5.
55 Tâhâ Saresi, ilyet: 5.
56 Bk. al-Beyhaki, Kitâb al-Esma va's-S ıfât, s. 408, Mısır 1358.
57 M: al-Beyhaki, ayni eser, s. 408-409.
58 Bk. Taberi, Tarihu'l -Umem va'l-Mulak, C. II, s. 158-159, Kahire 1357/1939; ibn
al-Esir, al-Kâmil fi't-Tarih, C. II, s. 392, Mısır 1349.

19
İşte selefin, ba şka bir deyimle hadis dili veya nakilcilerin itikadi
konulardaki tutumu bu merkezde idi. Onlar daha sonralar ı bu dü şün-
celerinde o kadar ileri gittiler ki, kendilerinden ba şka türlü düşünen,
nassları yorumlayan, akli deliller kullanan bütün bilginlere kar şı cephe
alarak, onları zındıklıkla, bidatçılıkla itham etmekten bile çekinme-
mişlerdir. 59
Selef dedi ğimiz bu cereyan sahipleri, kendi görü şlerini genel olarak
şu noktalarda topluyorlard ı :
1—Takclis: Allah'ı, cismiyet vesaire gibi ş anına lâyık olmayan her
türlü noksan s ıfatlardan tenzih etmek.
2— Tasclik: Kur'an-ı Kerim ve hadislerde varid oldu ğu gibi, Allahın
bütün kemal s ıfatlarını münaka ş a etmeden veya bu konuda herhangi bir
yorumda bulunmadan olduğu gibi kabul etmek ve bunlara iman etmek.
3—Aczi itiraf: Kur'an-ı Kerim veya hadislerde geçen müte ş âbih
ve benzeri gibi nasslar ın karşısında aczi itiraf etmek ve bunlar ın mana-
ların' araştırmanın kendi görev ve yetkilerinin s ımrını aştığına inan-
mak.
4—Sültett: Bu gibi nasslar hakk ında soru sormamak, münaka ş a yap-
mamak ve tam bir sülditu ihtiyar etmektir. Çünkü bu konularla ilgili
herhangi bir soru, herhangi bir tart ışma akidenin zayıflamasına, tehli-
keye girmesine sebep olabilir. Hattâ baz ı hallerde sahibini bilmiyerek
küfr'e kadar da götürebilir.
5—intsdk: Bu gibi nasslar üzerinde akli istidlâl veya teviller yap-
mamak, yorumlarda bulunmamak.
6—Kef: Kalbi bozacak her türlü dü şünce ve ara ştırmadan kaçın-
mak.
7— Teslim : Marifet ehline kendini teslim etmek, bu konuda onla-
rın ş erh ve izahlar ına tereddüt etmeksizin uymak."
Gazz ali (Ölm. H. 505 /M. 1111) gibi hür dü şünceli bazı büyük
İslâm bilginlerinin dahi, zaman zaman kendilerini kap ılmaktan kur-
taramadıkları selefin bu muhafazakâr cereyam 61 henüz gelişmekte ,

59 Bu cereyam açık bir ş ekilde belirten ve en büyük Kelâm bilginlerini dahi itham eden
rivâyetlerle dolu birçok eseler telif edilmi ştir Bunlara misül için bk. abllerevi, Zemmu'l
-Kelâm va Ehlihi, ilühiyat Fak. Kt. Yazma No: 7614. Kezâ bu konu için bk. İbnu'l-Kayyim al-
Cavziyye, İgâsetu'l-Lehfân, C. II, s. 139, Kahire 1939.
60 Bk. Gazzüli, liciiınu'/-Aviim an s. 4-5, İ stanbul 1287; Dr, Lütfi Do ğan,
Ehli Sünnet Kelâm ında Eş'ar ı Mektebi, s. 10-11, Ankara 1961.
61 Bk. Gazzüli, ayni eser, s. 4.

20
ve yeni yeni filizlenmekte olan islâmiyetin gerektirdi ği ş artlar icab ı,
başlangıçta belki do ğru olabilirdi. Esasen daha önce de söyledi ğimiz
gibi, gerek Hz. Peygamber ve gerekse onu takip eden Hülefa-i Ra şidin
devirlerinde itikadi konularda ısrarla takip edilen tutumlu yolun ana
hedefi de bundan ba şka bir ş ey de ğildi. Fakat zamanla cihan şümûl
bir din halini alan, birçok yabanc ı din ve kültürleri içine alan Islam
topluluğu, özellikle akla ve dü şünceye büyük bir önem ve de ğer veren
Islam dini bu nazariyelerin mahkilmu olamazd ı .
Nitekim, bu muhafazakâr cereyana kar şı duran, onun bu tutumu-
na şiddetle hücum eden, nasslann akl ın ışığı altında ilmi bir ş ekilde yo-
rumlanmasını ve açıklanmasını öngören akılcı bir cereyan meydana
çıktı . Bunların sistemli ve devamlı hücumlarına maruz kalan Ehli Sün-
net, başka bir deyimle Nakilciler, zamanla eski klasik tutumlar ını de-
ğiştirmek ve geli şen, her an de ğişme istidadı gösteren yeni islam toplu-
munun zorunlu k ıldığı ş artlara uymak mecburiyetinde kald ılar. İşte
bunun bir sonucu olarak da Sünni Kerim Sistemi do ğmuş oldu. Yukarıda
örne ğini verdiğimiz Herevi 62 gibi, bazı muhafazakâr Islam bilginlerinin,
başlangıçta Kelâm ilmini ve onunla i ştigal edenleri şiddetle yermeleri-
ne, hatta onları bidatçılıkla, zındıklıkla itham etmelerine ra ğmen,
bu gün elimizde mevcut Kelâmla ilgili eserlerin, hemen hemen hepsinin
daha giriş kısmında bu filmin en şerefli, en üstün bir bilim oldu ğunun
ısrarla kaydedildi ğini görürüz. Tabii olarak bu, geli şmenin ve d eği-
şen ş artların bir icabıdır. Başlangıçta şiddetle kaçınmalarına ra ğmen,
bugün akla uygun ve nassların gerçek anlamlarına halel getirmeyecek
şekilde tevil yapmıyan Ehli Sünnet âlimi hemen hemen yok gibidir.
Şüphesiz, Nakilcilerin karşıt kutbunu te şkil eden ve bu gelişmede
en büyük rolü oynayan akılcıların başında, Kelâm ilminin ilk esaslar ını
koyan, onu gerçekten sistematik bir bilim haline getiren Mut e zile
fırkası bulunuyordu." Konumuzu te şkil eden bu fırkanın bu babtaki
büyük hizmetlerinden ileride tafsilatiyle bahsedilecektir. Ancak burada
şunu ifade etmek isteriz ki, Mutezile fırkasının doğuşunu hazırlayan
faktörlerin ba şında gerek itikadi, gerekse siyasi, Islam camias ında zaman
zaman zuhur eden birtak ım ihtilaflar yer almaktad ır. Buraya kadar,
bu ihtilafların bir yüzünü te şkil eden itikadi konuların, Cahiliyye ça-
ğından • Üçüncü Halife Osman' ın devrine kadarki durumundan özet
olarak bahsetmi ş bulunuyoruz. Bundan sonraki duruma, özellikle Hz.
Osman'ın şehid edilmesiyle meydana ç ıkan duruma, Mutezilenin do-
62 Bk. Zemmu'l -Katd ın ve Ehlihi, Yazma.
63 Bk. Muhammed Ebd Zahra, s. 19, Mısır, tarihsiz;
-Meziihib al- isliimiyye, C. I, s. 14, Mısır, tarihsiz; Taftazdal, Akaid, s. 16, İstanbul 1308.

21
ğuşuna tesir eden faktörlerden bahsederken temas edilecektir. Ancak
bu konuyu kapatmadan önce, daha Hz. Peygamberin hastal ığı sıras ın-
da zuhur eden ve ba şlangıçta basit gibi görünmesine ra ğmen, daha
sonraları müslümanlar aras ında çıkan büyük ihtilafların, dolayısiyle
vücut bulan çe şitli fı rka ve mezheplerin gerçek bir nüvesini te şkil etti-
ğine inandığunız birtakım ayrılmalara kısaca temas etmenin, konuyu
tamamlamas ı bakımından, faydal ı olaca ğı kanısındayız.

"İlk İlıtilciflar" adını verebilece ğimiz bu ayrılmalar, özet olarak


şu noktalarda toplan ıyordu:
1— İ bn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre: Hz. Peygamber-
in vefatlarına sebep olan hastal ıkları şiddetlendiği zaman, yanında bu-
lunan ashabına: "Bana bir kalem ve ka ğıt getirin, size son vasiyetimi
yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa ve sap ıklığa düşmeyesiniz" dedi".
Bunun üzerine orada bulunan müslümanlar aras ında birtakım ihtilaflar
baş gösterdi. Onlardan baz ıları , Peygamber'in bu sözlerinin ancak geçir-
mekte olduğu hastalığın şiddetinden has ıl olan ate şin veya geçirmi ş oldu-
ğu bir krizin tesiriyle söylenmi ş olabilece ğini, esasen kendilerine Kur'an
ve Sünnetin rehberlik edece ğini, binaenaleyh böyle bir ş eye lüzum ol-
madığını 65 söylerken, diğer bir kısmı da onun bu son emrinin yerine geti-
rilmesinde ve vasiyetinin yaz ıyla tesbit edilmesinde israr ediyordu. Pey-
gamber'in huzurunda ç ıkan bu münaka ş anın büyüme ğe istidat göster-
diği ve gürültülerin ço ğaldığı bir anda, baz ı sahabiler, acaba Peygamber
bunları gerçekten hastal ığının tesiriyle mi söyledi? Kendisine bir daha
soralım, diyorlar. Ayni haberde, yap ılan bu istifsarın sonucunda Pey-
gamberin kendilerine: "Beni kendi halime b ırakın; benim şimdi bulun-
duğum yer, sizin beni ça ğırdığınız yerden daha iyidir"; ba şka bir riva-
yette de: "Yan ımdan uzakla şın, benim yanımda münazaa etmek uy-
gun de ğildir" 66 dediği ve daha sonra da kendilerine üç vasiyette bu-
lunduğu, bunlardan birisinin, Arap Yar ımadasında hiçbir gayri müslimin
ikametine müsaade edilmemesi; di ğerinin, çe şitli kabileler tarafından
gönderilen elçilerin kendi zaman ında oldu ğu gibi hürmetle, nezaket-
le karşılanmaları ve kendilerine lay ık bir şekilde a ğırlanmaları ; üçüncü-

64 Bk. Taberi, Tarihn'l--Umem, C. II, s. 436; Sallihu'l-Buhâri, C. VII, s. 9; Muslim,


al-Câmiu's-Salıih, C. III, s. 125, Kahire 1375 /1955; Mevlana Şibli, İslam Tarihi (Asr-t Saâdet),
Çev. Ömer Rıza (Do ğrul), C. II, s. 758-759, İ stanbul 1346 /1928; Herevi, ayni eser, C. I, V. 30 B.
65 Bu düşüncede olanların başında, o anda orada bulunan Hz. Ömer bulunuyordu. O,
Peygamber'in, belki de iyi dü şünmeden veya şuuruna sahip olmadan verece ği kararlar, dini
meseleleri tehlikeye sokar, kanaat ında idi. Bk. C. Brockelmann, anılan eser, s. 36; Şibli, anılan
eser, C. II, s. 759.
66 Bk. Sahiltu'l-B ıthâri, C. I, s. 3'1; C. VII, s. 9; C. VIII, s. 161.

22
sünün ise, râvisi tarafından unutuldu ğu veya kasden söylenmedi ği
zikredilmektedir 67 .

Bu rivayetler, daha sonralar ı Ehli Sünnet ile Şiiler aras ında büyük
bir ihtilaf konusu olmu ştur. Şiilere göre, Peygamber kalem ve ka ğıt
istemekle, vasiyetini yazd ırmak istemi ş ve Hz. Ali'nin kendisine halef
tayin etmiş olduğunu anlatmak istemi ştir. Ehli Sünnet ise, bu konuda
Peygamber'in o sıradaki halet-i ruhiyesinin tesiri altmda bu sözleri
söylediğini, Kur'an- ı Kerim'in tamamlanmasiyle yeniden kaydedile-
cek bir ş ey kalmadığını, esasen " bu gün size dininizi tamamlad ım" 68
kerimesinin bunu teyid etti ğini, bu itibarla Hz. Ömer'in Peygam- ayet-i
ber'in fazla rahats ız edilmesini istemedi ğini söylemek suretiyle Şii'.
lerin tezini çürütmeye çal ışmışlardır.
Hz. A. i ş e'den gelen ve Peygamber'in son saatlerinde herhangi
bir talimat veya bir halef tayin etmedi ğine dair di ğer bir haber de Ehli
Sünnetin bu görü şünü teyid eder mahiyettedir 69. Başka bir varyantta
da Hz. Peygamber'in ancak Kur'an- ı Kerim'i vasiyet etti ği zikredil-
mektedir".
2— Hz. Peygamber'in, henüz çok genç ve tecrübesiz olan Üs am e
b. Zeyd (01m. H. 54 / M. 673)'i Suriye seferine ç ıkacak İslam ordusu-
nun kumandanlığına tâyin etmesi, müslümanlar aras ında hoşnutsuzluk
yaratmıştı . Onun dirayet ve kudreti hakk ında şüphe ediliyordu. Özel-
likle, ordu daha sefer haz ırlığı ile me ş gul iken Peygamber'in ani has-
talığı müslümanların endiş esini bir kat daha artt ırmıştı . Bu durumu
haber alan ve ordunun da sefere ç ıkmakta gecikti ğini gören Peygamber,
şiddetli rahatsızlığına rağmen mimbere çıkarak müslümanlara: "Üsa-
me'nin ordusu derhal sefere ç ıkacakt ır; siz bu gün Vsame hakk ında
söylediklerinizi, daha önce onun babas ı Zeyd 71 hakkında da söyle-
miştiniz; e ğer babası tâyin edildi ği vazifeye lay ık idiyse, Ü-same de
onun kadar bu göreve layıktır" dedi. Bundan sonra evine dönen Pey-
gamber'in hastalığı daha da vahimle şmişti. Ashab ne yapaca ğını bil-
miyordu. Bir kısmı Peygamber'in emrine uymay ı tavsiye ederken, bir
kısmı da Muhammed'in hastah ğı arttı ; onu nasıl bu halde bırakıp gi-
deriz; bir müddet daha neticeyi bekliyelim, diyorlard ı . Fakat Hz.
67 Bk. Taberi, anılan eser, C. II, s. 436 vd.; Şibli anılan eser, C. II, s. 759-760.
,

68 Maide Siıresi, ayet: 4.


69 Bk. -Buheıri, C. III, s. 186; L. Caetani, islılm Tarihi, Çev. Hüseyin Cahit
(Yalçın), C. VIII, s. 37-38, İstanbul 1924-1927.
70 Bk. Caetani, ayni eser, C. VIII, s. 38; Buhâri, C. III, s. 186.
71 Zeyd b. al-115rise, H. 11 /M. 632 yılı martında Muta'da şehid düşmüştür. Bk. C. Broc-
kelmann, anılan eser, s. 35-36.

23
E bil Bekir'in Peygamber'in emrine uyulmas ının zaruri oldu ğu fikri
üzerinde israr etmesi, onun emrine uyman ın her zaman hay ırlı ve be-
reketli sonuçlar verdi ğini açıklaması üzerine Üsâme ordusu hareket
etti 72 .

3— Hz. Peygamber (01m. H. 11 /M. 632) vefat edince müslü-


manların bir kısmı korku ve ümitsizli ğe kapıldılar. Hattâ baz ıları onun
öldüğüne ve ölebilece ğine inanmak istemiyorlardı . Hz. Ömer gibi dini
bütün bir Islam büyü ğü bile, kendisini bu cereyana kapt ırmış ve büyük
bir telaş ve heyecan içinde ş öyle diyordu: "Kim Hz. Muhammed öldü
derse, onu şu kılıcımla öldürürüm. O ancak Meryem'in o ğlu İsa'nın göğe
kaldırılışı gibi semaya yükselmiştir". Bunun üzerine Hz. Ebi1 Bekir der-
hal işe müdahele ediyor ve mimbere ç ıkarak mescidde toplanan müslü-
manlara, Peygamberin de di ğer insanlar gibi ölece ğini bildiren şu ayeti
okuyor: "Ey Muhammed! Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" 73
ve ş öyle diyor: "Kim Muhammed'e tap ıyorsa, bilsin ki o art ık ölmüş -
tür. Kim Muhammed'in Allah'ına ibadet ediyorsa, bilsinki O diridir,
hiç ölmiyecektir" 74 ve hemen arkas ından da "Muhammed ancak bir
Peygamber'dir. Ondan önce de Peygamber'ler geçmişti. Olür veya öldürü-
lürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez.
Allah şükredenlerin mükâfattn ı verecektir" 75 âyetini okuyor. Hz.
Ebû Bekir'in sars ılmaz bu inancı ve kudreti sayesinde müslümanlar
mutlak bir ş aşkınlık ve sap ıklıktan kurtulmu ş oluyorlar. Hattâ Hz.
Ömer, "Ebû Bekir bu ayeti okuyuncaya kadar, sanki daha önce onu hiç
duymaıruş gibiydim" demekten kendisini alam ıyor76.
4— Hz. P eyg amb er'in defnedilece ği yer konusunda da ihtilaf
edildi. Ashabdan baz ıları, bilhassa muhacirlerin ileri gelenleri onun
do ğduğu, büyüdü ğü, kendisine ilk defa risaletinin tebli ğ edildiği, İ smail
(A. S.) gibi ecdadmın son ikametgahı , özellikle müslümanların gece ve
gündüz teveccüh etmi ş oldukları Beytullah'ın bulunduğu yer olması
sebebiyle Mekke'ye gömülmesini isterken, Ansâr'da hicret ve nusret
yeri olması hasebiyle Medine'ye defnedilmesinde israr ediyordu. Ba şka
bir gurup ise, ceddi Hz. İ brahim'in ve di ğer Peygamber'lerin defne-
72 Bk. İbn Hişam, as-Siretu'n-Nebeviyye, C. IV, s. 299-300, Mısır 1355 /1936; Sahihu'l-
Buliri, C. IV, s. 213; Sahih Muslim, C. VII, s. 130-131; Sibli, anılan eser, C. II, s. 762.
73 Zümer Suresi, ayet,: 30.
74 Bk. Sahihu'l —Bulairi, C. IV, s. 194.
75 İmran Suresi, âyet: 144.
76 Bk. al-Bağdâdi, al-Fark Beyne'l -Firak, s. 14-15, Kahire 1367 /1948; İbn Sa'd, at-
Tabakeitu'l-Kübrâ, C, IV, s. 82-88, Kahire 1358; Ebn'l —Muzaffer al-isferâyini, at-Tahsil- fi'd-
Din, s. 12, Kahire 1359/1940; at-Taberi, anılan eser, C. II, s. 442 vdd; İbn. FIisâm, anılan eser,
C. IV, s. 305-306; Muhammed al-lludari Bey, Muhadarât —Umem, C. I, s. 157.

24
dildiği yer olması gerekçesiyle Kudüs'e gömülmesini istiyordu. Müna-
kaş aların büyüdüğü bir sırada Hz. Ebil Bekir'in müdahele edip Pey-
gamber'in, "Peygamberler ancak öldükleri yerde defnedilirler" 77
hadisini okuması ile müslümanlar sükünet buluyor ve ittifakla Hz.
Muhammed'in öldüğü yer olan Hz. Ai şe'nin odasına gömülmesine karar
veriliyor".
5— Hz. Peygamber'in vefat ından sonra müslümanların karşılaştıkları
en önemli ihtilaf konularından biri de imâmet meselesi olmu ştur. Ansâr
"Sakife Beni Saide" mevkiinde toplanarak, imam ın kendilerinden ol-
ması gerekçesiyle S a' d b. Ubâ de'ye biat etmek isterken, Kurey ş -
liler de halifenin ancak kendilerinden olabilece ğini söylüyorlardı . Üçün-
cü bir gurup ise, bu mühim makam ın Peygamber'in mensup bulundu ğu
Beni Hâşim'den başkasına tevdi edilemiyece ği fikrini ileri sürerek, hila-
fet makamına Ali b. EM T âlib'in getirilmesini istiyordu 79 . Bu
konuda yap ılan münakaş alar o kadar şiddetli oluyordu ki, hattâ bir ara
kıhç çekenler bile oldu. Bu durumu haber alan Ebû Bekir ile Ömer'in
toplantı mahalline yetişmeleriyle, patlak verecek olan büyük bir hadi-
renin önüne geçilmi ş oluyordu. Zira Ebil Bekir her zaman oldu ğu gibi,
büyük dirayet ve kudreti ile burada da duruma hâkim olmu ş ve toplan-
tıda bulunanlara Peygamber'in, " İmamlar Kurey şliler aras ından olur" 80
ındaki hadisini okumuş ve onlardan bu hadise uyularak Kurey ş - anlm
lilerden birini imam olarak seçmelerini istemi ştir. Bunun üzerine mesele
daha çok büyümeden kapanmış ve Ebü Bekir'e biat edilmi ştir".
Bu mesele ba şlangıçta hernekadar halledilmi ş gibi göründüyse de,
gerçe ğin böyle olmadığını bize daha sonraki devirler aç ık bir şekilde
göstermi ştir. Zira İslâm tarihi boyunca müslümanlar ı en çok me ş gul
eden, özellikle zaman zaman devletin ba şına büyük gaileler açan, onu
tehlikeli durumlara sokan ba şlıca mesele, imamet konusu olagelmi ş-
tir 82. Hattâ, bu meseleyi devletin otoritesine kar şı gelmek, onun me ş-
ruiyetini tanımamak için bir vesile olarak kullanmak isteyenlerin yan ı
sıra, bunu, aslında tali bir mesele olmas ına ra ğmen, itikadi bir konu
77 Bu hadisin çeşitli varyantları için bk. Ibn Sa'd, anılan eser, C. IV, s. 108 vdd.
78 Bk. al-Eş 'arl, Makahitu'l-isliimiyyin, C. I, s. 36, Kahire 1369/1950, al-Isferayint,
andan eser, s. 12; al-Ba ğdâdI, andan eser, s. 15, Sibli, andan eser, C. II, s. 769.
79 Bk. M. Ebü Zahra, al-tsliimiyye, C. I, s. 26-27.
80 Bk. Muslim, al-Cılıniu's-Sahih, C. VI, s. 2-4; Saldhu'l -Bulıetri, C. VIII, e. 104-105.
81 Bk. As-şehristâni, al-Milel Va'n- Nihal, C. I, s. 24, Kahire 1381 /1961; al-E ş'ari,
andan eser, C. I, s. 39-41; L. Caetani, andan eser, C. VIII, s. 61-64; Ibn Hi şâtn, anılan eser,
C. IV, s. 306-312.
82 Bk. anılan eser, s. 15; al-E ş'ari, anılan eser, C. I, s. 38; as- şehristâni,
al-Milel, C. I, s. 24.

25
haline getirmek suretiyle s ırf kendi ki şisel menfaatlerine alet etmek
isteyen bazı insanların mevcudiyeti her devirde görülmü ştür.
6— Hz. Peygamber'in vefat ından sonra bazı kimseler zekât ver-
mekten imtinâ ettiler.Bunun üzerine, bunlar hakk ında takip edilmesi
gereken yol hususunda Sahabrler ihtilafa dü ştüler. Bir kısmı bunlarla
harbetmenin do ğru olmayaca ğını söylerken, diğer bir kısmı onlarla
sava şmanın zaruri oldu ğu fikri üzerinde ısrar ettiler. Birinci görü şü
savunan Hz. Ömer, ikinci tezin sahibi Hz. Ebû Bekir'e: "Peygam-
ber "Allah'tan ba şka Tanrı yoktur, deyinceye kadar insanlarla sa-
vaşmak için emrolundum; bunu söyledikleri an, benim için mallar ı
ve canları dokunulmaz olur" dedi ği halde sen nasıl olur da bunlarla
savaşırsın ?" dediği zaman, EVI Bekir ona cevaben: "Evet, ama Hz.
Peygamber hemen bu hadisin arkas ından "ancak hakkiyle söyleyenler"
demedi mi? Bunu hakkiyle söylemenin bir ş artı da şüphesiz nainaz kılmak
ve zekât vermektir 83; onlar bu vecibeleri hakkiyle yerine getirmedikçe,
bu dokunulmazlığa kavu şmuş olamazlar. Bu -itibarla namaz ile zekât ı
birbirinden ayırmak isteyen bu gibi insanlara kar şı sonuna kadar müca-
dele etmek, benim ba şlıca ödevlerimden biridir" dedi. Neticede, Ebû
Bekir'in bu rivâyeti ve görü şü, gerek Ömer ve gerekse ba şlangıçta onun_
düşüncesinde bulunan müslümanlar taraf ından do ğru bulunarak, zekât
vermek istemiyenlerle mücadele edilmesi kararla ştırıldı".
Bunlardan başka bu devirde, Fedek 85 ve Kur'an'ın toplanmas ı "
gibi daha bazı mevzularda da ihtilaf edildi. Keza, daha Hz. Peygamber-
in ölümünden önce ve sonra vukua gelen baz ı irtidad olayları, özellikle
83 Bu hadisin birçok varyantlar ı vardır. Bk. Salaliu'l-Buhriri, C. II, s. 109-110; Muslim,
al-Cılmiu's- Sahih, C. I. s. 38-39 ve ba şlıca hadis kitaplar ı.
84 Bk. aş- Şehristâni, andan eser, C. I, s. 25; al-E ş'ari, anılan eser, C. I, s. 36-37.
85 Fedek, Medine'nin kuzeyine dü şen küçük bir Yahudi köyü idi. Hayber vak'asmda
yahudiler mağlup olunca, kendi akibetleri hakkında endişe ve korkuya kap ılan köy halkı, bu-
rayı mukavemet etmeksizin, kendi r ızalariyle Hz. Peygamber'e teslim etmi şlerdi. Böylece bu-
rası peygamber'in şahsi mülkiyetin intikal etmi ş oluyordu. O, hayat ı boyunca buranın gelirini
kendi ailesine ve "Beni Hâ şim " den muhtaç olanlara sarfetmi şti. Fakat kendisi vefat edince,
bu mesele Müslümanlar arasında ihtilaf konusu oldu. Neticede "Peygamberler miras b ırakma z-
lar" anlamındaki hadise uyularak, bu yerin miras olarak Hz. Fatma'ya verilmesi red edildi.
Bk. aş-Şehrist ıi, ayni eser, C. I, s. 25.
86 Kur'an'ın toplanması meselesi, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer aras ında tartışma konusu
olmuştur. Ömer, hafizlarm harplerde ölü!) say ılarının azalması dolayısiyle' kurulacak ehil bir
komisyona Kur'an'ın toplanma i şinin havale edilmesini isterken, Ebü Bekir, Hz. Peygamba-
in hayatta iken böyle bir şey yapmadığı gerekçesiyle bu teklifi red etmek istedi. Fakat, sonunda
diğer müslümanların da ısrarı ile Ebü Bekir ikna edildi ve Kur'an ' ın toplanmasına karar veril-
di. I şte bugün elimizde bulunan metin, Hz. Osman' ın hilâfeti sırasında toplanması tamamlanan
Kur'andır. Bk. C. Brockelmaıııı, andan eser, s. 66; Sahihu'l —Buldiri C. VI, s. 98-100.

26
Tuleyha b. Huveylid, Müseyleme al-Kezzâb ve Secah hint al-Haris
gibi Peygamberlik iddias ında bulunan 87 birtakım insanların meydana
çıkması, müslümanları bir hayli u ğraştırdı . Fakat bütün bunlar, o
zamanki müslümanların azim ve gayretleriyle, daha çok geni şlemeye fır-
sat bulamadan önlendi. Esasen bu ihtilaflar, daha önce de söyledi ğimiz
gibi, daha çok fikhi ve fer-i meseleler etraf ında toplanıyordu. Din'in
esası ve akidenin bütünlü ğü hakkında - bazı irtidad olayları ha4ç-
ciddi bir ihtilaf yoktu".
Bununla beraber bu kıpırdanışlar, her ne kadar basit de görünse,
müslüman topluluğunun gelece ği hakkında bize ışık tutan birer belge
mahiyetinde olmuştur. Büyük bir ihtimalle Hz. Peygamber, daha ha-
yatta iken .bu istikbali görmü ş ve çe şitli varyantlarla nakledilen "Be-
nim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; bunlar ın bir tanesi hariç, hepsi
Cehennem'e gidecektir. Kurtulacak olan benim ve ashab ımın yolun-
da olan fırkadır" 89 , hadisini irad buyurmuş olacaktır.
Bu hadis'in sa ğlamhk derecesini incelemek veya çe şitli varyant-
larım araştırmak konumuz dışındadır. Şu kadar var ki, gerek sahib,
gerekse muallel olsun, daha sonralar ı İ slam camias ında bu hadisin
mana ve ruhuna uyan bir durumun has!' oldu ğu gözümüzün önünde
bir gerçek olarak durmaktad ır.
İşte bundan sonra plana göre inceleyece ğimiz konu, bu durumun
ortaya çıkardığı bariz örneklerden birini te şkil etmektedir.

87 Sahte Peygamberler konusu için bak ıma: C. Broekelmann, ayni eser, s. 47-48; -
al-Bağdadi, anılan eser, s. 15-16; Dr. Bahriye Üçok, Islam Tarihinde Ilk Sahte Peygamberler,
Ankara 1957.
88 Bk. Yusuf Ziya (Yörükan), şehristâni, Darulfümln. Fak. Mec. Sene 2, Say ı :
5-6, s. 208, Istanbul 1927.
89 Bu hadis'in çe şitli varyantları için bakınız: al-Bagdödi, anılan eser, s. 9 vdd. Keza
bk. Ibnul Esir al-Cezeri, Camiu'/-Usöd, C. X, s. 407, Kahire 1368/1949-1374 /1955; as- Şirvâni,
Riseiletun fiBeyâni'l-Firakal-Muhtelife, V. 2 A, Süleymaniye Ktb. Lâleli Böl.Yaz-
ma, No: 2237; Ebû Muhammed Osmân b. Abdillah b al-Hasan al-Iröki al-Hanefi, Tarilıu'l-Firak
al-Islâmiyye, V. 3 A -4 A, Süleymaniye Ktb. Yazma, No: 791.

27 -
BIRINCI BÖLÜM

MUTEZILE'NIN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER

Bunları genel olarak üç noktada toplamak mümkündür:

1— Müslümanlar arasındaki dini ve siyasi ihtildflar:


Hz. Peygamber ve onu takip eden iki halife devrinde müslümanlar
arasında hüküm sürmekte olan sükünet, birlik ve beraberlik Üçüncü
Halife Osman b. Aff ân' ın müdafaas ız ve muhakemesiz bir şekilde
öldürülmesiyle sona erdi. Onun hilâfet devresi, H. 23-29 /M. 643-649
ve 30-35 / 650-655 yılları arasında olmak üzere iki kısma ayrılır ki,
birbirine e şit olan bu iki devreden birincisini te şkil eden ilk alt ı yıllık
süre "iyi idare sistemi", di ğeri ise" gayri meşrfıluk ve karışıklık" la va-
sıflandırdnuştır".
Biz burada, Hz. Osman' ın hilâfetinin ikinci yarısında fiilen ba ş -
gösteren z ıt cereyanlar ın ve nihayet onun katliyle sonuçlanan hareket-
lerin nedenlerini inceleyecek de ğiliz. Esasen buna vaktimiz de müsait
değildir. Ancak burada şunu ifade etmek isteriz ki, Abdullah b. S e-
b e 91 gibi bir islam dü şmamnın, Islam kisvesi altında kıyam edip bizzat
90 Bk. H. A. R. Gibb ve J. H. Kramers, Uthman maddesi, Shorter Encyclopedia of İ s-
lam, s. 616 vd., Leiden ve London 1961; G. Levi Della Vida, Osman b. Affan maddesi, Islam
Ansiklopedisi, Cüz. 95, s. 430, İ stanbul 1962.
91 Abdullah b. Sebe, annesine nisbetle Ibnu's-Savdâ lâkabiyle de amlinaktad ır. Kendisi
aslen yahudi olup, Sana'da do ğduğu rivayet edilir. Hz. Osman' ın devrinde müslüman olmu ştur.
Daha *sonra Mısır'a giderek, orada Osman idaresinden mü şteki olan kimselere iltihak etmi ştir.
Mısır'dan Medine'ye gelen ve Osman' ın katline sebeb olan 5000 ki şilik heyetin ba şında bulun-
muş ve kafi hâdisesinde büyük bir rol oynanu ştır Kendisi, Silliğin aşırı bir kolu olan Sebeiyye
firkasının kurucusu, ba şka bir deyimle "gulât" ın mümessili sayıhr. İbn Kuteybe, Onun Rafızr-
lerden olup, ilk defa dinden çıkan kimse olduğunu söyler. Keza, Ebb'l Muzaffer al-Isferayini,
Sebeiyye'nin Rafizilerin gulatından olduğu fikrindedir.
Onun Islâm âleminde ihdas etmiş olduğu fitne ve fesadı kısaca üç gurupta toplamak müm-
kündür:
1— Peygamber'in Ali'yi kendisine vasi ve halef olarak tâyin etmi ş olduğunu ilk defa söy-
leyen odur. Ona göre, Peygamber'den sonra Ali'nin imameti nass ile sabittir.

28
yönettiği menfi hareketlerin ve devlete kar şı ayaklanmaların başladığı
bu devreye gayri me şrûluk vasfını vermek kanâatimizce do ğru bir ha-
reket de ğildir. Bu olsa olsa belirli bir gayeyi istihdaf eden yersiz ve hak-
sız bir isnattan ba şka bir şey. de ğildir.
İstinad edilen sebepler ne olursa olsun, Hz. Osman' ın böylesine feci
bir ş ekilde öldürülmesi, müslümanlar aras ında büyük bir anar şi yarattı.
Daha önce İslam camiasında teessüs eden birlik ve beraberlik bu hadi-
seyle inkiraza uğradı . Müslümanlar aras ında doğan ciddi ihtilaflar ve
ayrılmalar, ço ğu zaman taraflar aras ında silahlı çatışmaya kadar vardı.
H. 36 /M. 656 yılında vukua gelen Cemel vak'as ında Hz. Peygamber'in
damadı Ali b. Ebi Tâlib (Ölm. H. 41 /M. 661) ile e şi Hz. Âi ş e ve
taraftarları amansız bir harbe tutu ştu. Neticede Hz. Ali zaferi elde etti.
Fakat her iki taraf ta büyük bir zayiat verdi. Hz. :Lki şe'nin taraftar-
larından T al h a ve Z üb e y r gibi birçok İslam büyükleri bu vak'ada
öldürüldü. :Aişe ise, meyus bir halde Medine'ye döndü; orada münzevi
bir hayata çekildi ve H. 59 /M. 678 yılında 64 yaşında oldu ğu halde
hayata gözlerini kapad ı92.
Bundan sonra H. 37 /M. 657 y ılında Sıffin'de vuku bulan Ali ve
Muâviye (01m, H. 60 /M. 679) mücadelesi de hazin neticeler do ğurdu".
Özellikle iki taraf aras ında cereyan eden sava şı durdurmak amaciyle
hâkem olarak tâyin edilen E bû Mûsâ al- A ş ' ari (Ölm. H. 60 /M.
657) ve Am r b. al-As (Ölm. H. 43 /M. 663)' ın hükümlerinin her iki
tarafça da kabule ş âyan görülmemesi, bu mücadelenin şiddetlenmesine
ve buna ilâveten de yeni anla şmazlıkların do ğmasına sebep oldu. Hari-
ciye fırkası işte bu sava şın sonucunda meydana çıktı . Sia'mn a şırı bir
kolu olan Sebeiyye fırkası ise, daha önce zuhur etmi ş ve Hz. Osman' ın

2— Hz. Peygamber'in ve Hz. Ali'nin, öldiikten sonra tekrar dünyaya rücii edeceklerini
ilk defa ortaya atan odur.
3— Hz. Ali'nin ölmedi ğini, onun gö ğe çekildiğini, gök gürültülerinin onun sesi, simselderin
onun kudret ve satveti oldu ğunu, onda ilâhî bir kudretin sakh bulundu ğunu, en sonunda yer
yüzüne inerek dünyayı adaletle dolduraca ğım, kötülükleri kökünden kaz ıyaca ğım ilk defa söy-
leyen yine bu adamd ır.
Kendisinin Ali tarafından Medâin'e nefyedildi ği bilinmekte ise de, hayatının nasıl ve ne
zaman sona erdi ği meçhuldür. Bk. M. Th. Houtsma, Abdullah b. Saha maddesi, . İ sl. Ans. C. I,
s. 40, İst. 1950; al-Es'ari, anılan eser, Muhammed Muhyiddin Abdu'l -Hamid ön sözü, s. 11—
12; Navbahti, Fıraku'ş-şia, s. 20, list. 1931; M. G. S. Hodgson, Abdullah b. Saba, Encyclope-
dia of İslam, New Serie, V, Fas. I, P. 51, Leiden 1954; Ibrı Kuteybe, al-Maarif, s. 266, Mısır
1353/1934; al-Isferâyini, andan eser, s. 72; Dr. Taha Hüseyin, al-Fitnatu'l —Kübreı , Osman,
C. I, s. 131 vd., Kahire 1951.
92 Bk. C. Brockelmann, anılan eser, 68-69.
93 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, anılan eser, s. 7-8.

29
ş ehid edilmesinde büyük bir rol oynamıştı . Bu itibarla bu fırka mensup-
larına Osman'ın gerçek katilleri nazariyle bak ıldı ."
İslam âleminde zuhur eden bu fitne hareketleri gün geçtikçe geli ş -
ti. Bu yüzden müslümanlar ın temiz- kanlar ı bol bol aktı . Daha önce
görülmeyen büyük günahlar işlendi. Islâm dininin yasakladığı icram
hareketlerine giri şildi. Müslümanlığın en ulu ve en muhterem şalıSiyet-
lerinden birço ğu bu hal:liselerde hayatlar ım kaybetti. Islâm birli ği
parçalanarak müslümanlar ufak ufak gurup ve fırkalara ayrıldı. Bunlar
birbirlerini tekfir etmekten ve lânetlemekten çekinmedi. Fütöhat hare-
ketleri bu iç çeki şmeler yüzünden durdu. Gerçekten durum çok nazikti.
Bu durumu gören baz ı büyük din bilginleri buna bir çare arama,
bir çıkar yol bulma çabasına düştü. Her âlim, irtikâp edilen büyük
günahlar hakkında Kur'an ve Sünnet'e dayanarak kendi görü şüne göre
hükümler verdi; fakat verilen hükümler çeli şti, düşünce ve görüşler
ayrıldı ; meseleyi halledecek bir nokta üzerinde ittifak edilemedi.
Müslüman bilginlerini bu derece me şgul eden büyük günahın
mahiyeti ne idi? Şimdi onu görelim: Büyük günah (Kebire) ın iki kısma
ayrıldığında bütün islâm bilginleri ittifak etmektedirler.
1—Allah'a şerik koşmak :
En büyük günah işte budur. Buna, "Kebire-i mutlaka" yani mut-
lak büyük günah denmektedir 95. Bu günahı işleyen ebedi. olarak Ce-
hennemde kalır. "Allah Kendisine ortak ko şmayı bağışlamaz; bundan
başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, ş üphesiz büyük
bir günahla iftira etmiş olur"". Bu âyeti te'kiden Peygamberimiz bir
hadisinde şöyle diyor: "Allah'a ortak ko ş ar olduğu halde ölen kimse
Cehennemliktir" 97 . Keza Peygamber'e soruldu: "En büyük günah nedir?
Peygamber "Allah'a ortak ko şmaktır" dedi".

2— Ortak koşmanm dfmunda olan büyük günahlar:


Bunlar, kasden insan öldürme, zinâ etme, ana baba hakk ına te-
cavüz, yalan yere şahitlik, yetimin malına tecavüz, faiz yeme gibi fiil-
lere uyan günahlard ır99 . Burada göze çarpan husus, haks ız yere insan
94 Bk. Julius Wellhausen, al -Hamirie Va's-Şia, Abdurrahman Bedevi Tere. s. 25, Ka-
hire 1958; M. Şerefeddin, İslamda İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfiintin,
Fak. Mec. Sene: 4, Say ı : 14, s. 3, Istanbul 1930.
95 Bk. Ömer an-Nesefi, al-Akiiidu'n-Nesefiyye, s. 117, Kahire 1319.
96 Nisti Süresi, âyet: 48.
97 Bk. Salah Muslim, C. I. s. 65.
98 Bk. Sahil& Muslim, C.I, s. 63.
99 Bk. Ayni eser, s. 63-64.

30
öldürme ile zina suçuna terettüp eden günah ve cezan ın, diğerlerine
nazaran daha büyük olmas ıdır. Çünkü Kur'an- ı Kerim bu iki hususu
hemen Allah'a ortak koşma fiilinden sonra zikretmektedir: "O kimseler
ki, Allah' ın yanında başka Tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram
k ıldığı cana haksız yere k ıymazlar, zinâ etnıezler..' ,1 oo. Ayetin siya-
kından da anlaşıldığı gibi, bu gibi fiilen irtikâp edenler, di ğerlerine nis-
petle daha büyük bir günah i şlemiş olmaktadırlar.
Bu mesele İ slam fırkaları arasında büyük bir tart ışma konusu oldu.
Ehli Sünnete göre, şirk'in dünunda olan büyük günah i şleyen
kimse mu'ınindir. I şlediği büyük günah kendisini imandan ç ıkamadığı
gibi küfre de sokmaz; çünkü hala kendisinde iman ın esasım teşkil eden
tasdik mevcuttur; o sadece i şlediği günah nispetinde ceza görecek-
t ir ı ol .
Hariciler ise, Ehli Sünnetin bu görüş ünü red ederek şöyle diyorlar:
Büyük veya küçük, mutlak surette günah i şleyen kafirdir; Cehennem-
de ebedi olarak kalacakt ır"-2. Çünkü onlara göre iman ile amel ayr ıl-
maz bir bütündür; amel imanı tamamlayan bir cüzdür " 3 ; o halde
amele mukarin olmayan bir iman ın hiçbir kıymeti yoktur" 4.
Hariciler Ehli Sünnete kar şı bu fikri savunurlarken 1 ", M ür ci e-
de Haricilerin görüşüne itiraz ediyor ve kendilerine has yeni bir ğörüşle
ortaya çıkıyorlardı . Onlara göre dinin esas ı ve temeli imandır, amel
değildir; günahla imana bir zarar gelmeyece ği gibi, yapılan taatın da
inanmayana bir faydas ı yoktur. O halde büyük günah i şleyen mu'min-

100 Furkân Süresi, ayet: 68.


101 Bk. Zühdi Hasan Cârullah, al-Mu'tezile, s. 15, Kahire 1366 /1947.
102 Bk. Nesefi, anılan eser, s. 117-118; Ebü Muhammed Osman al- İrak? al-Hanefi, Ta-
al-isliımiyye, var. 13 b.
103 Bk. Hannül-Fâhnri ve Halil al-Cerr, Tarihu'l-Felsefe al-Arabiyye, C. I, s. 137-138,
Beyrut 1957."
104 Harici fıkraları arasında bu konuda ihtilaf vardır. Bunlardan Ezıirika'ya göre, büyük
veya küçük günah işleyen müşrik olup, kendisiyle birlikte ailesinin-ve çocuklar ının da katli,
vaciptir; çünkü mü şriklerin çocukları da müşriktir. Böylece muhaliflerinin çocuklarnun öldürül-
mesini tecviı etmiş oluyorlar. Safariyye genel olarak onların görüşiine uymakta ise de, çocuk-
ların öldürülmesi keyfiyetinde onlardan ayr ıbnaktadır. Nece ıllıt 'a göre ise, işlenen günahın tah-
rimi hususunda ümmet icmâ etmi ş ;.e', bu günahın mürtekibi kâfir ve milşriktir. E ğer ihtilaf
konusu ise, bu husustaki hüküm fakihlere terk edilir. Onlar ın kendi ictihadlariyle verecekleri
ahkâma göre hükmedilir.
Bk. al-Ba ğdadi, andan eser, s. 70 vd.; Hannal-Fâhüri ve Halil al-Cerr, ayni eser, e. 137—
138.
105 Tafsilât için bk. William Thomson, Kharijitism and the Kharijites, Macdonald Pre-
sentation Volume, 1933, ayr ı basım.

31
dir. Onlar bu hükmü vermekle beraber, günah i şleyen kimsenin müsta-
hak olduğu cezayı açıklamaktan imtinâ ederek, bunu öldükten sonra
Allah'ın onun hakkında verece ği hükme bırakmayı daha uygun bul-
muşlardır i° 6 .

Bu konudaki fikir ayrılıklar' günden güne geli şti; hattâ bu konu ile
ilgili olarak mescitlerde ve sair yerlerde aç ık oturumlar ve münazaralar
tertip edilme ğe başladı . Şüphesiz bunların en me şhurları Basra mes-
cidlerinde tertip edilen halkalar, özellikle Hasan al - B asrrnin hal-
kası olmuştur. Hasan al-Basrrye göre büyük günah i şleyen müna-
fıktır 107, fakat al-Ba ğdâdi (Ölm. H. 429 /M. 1037) onun bu hükmünü,
daha sonralan şiddetle tenkid etmi ş ve münafıkın, küfrünü açıklayan bir
kâfirden daha tehlikeli ve daha zararl ı olduğunu söylemiştir " 8 .

Gerçekte, bu meselenin halledilmesi için ortaya at ılan fikirler hiç-


bir tarafı tatmin etme ğe kâfi gelmiyordu. Ehli Sünnet'in hükmünde
görülen tesâhül'e kar şılık, Haricilerin görüşü büyük bir şiddet ve kas-
vet vasfım taşıyordu. Mürcie ise, bu i şi Allah'a havale etmekle yetini-
yor ve kesin bir hüküm vermekten kaçm ıyordu. Hasan al- Basrrnin
görüşü de yetersiz ve zay ıf bir hüküm olarak vas ıflandırılıyordu. O halde
başka bir hal çaresi aramak lâz ımdı . İşte bu hal çaresini buldu ğunu
iddia ederek, Hasan al- Basrrnin talebesi V â s ı l b. Atâ ortaya yeni
bir görü ş attı . Genel olarak onun bu husustaki görü şü şu noktada top-
lanıyordu: "Amel imam!' bir cüz'üdür 109 ; mü'minler, kâfirler ve mü-
nafıklar hakkında Kur'an- ı Kerim ve hadislerde varid olan hükümler,
büyük günah işleyen kimse hakkında uygulanamaz; çünkü bu gibi in-
sanlar mezkür ahkâmın şümulüne girmemektedir "°. 0 halde bunlar ın
durumuna uyan ba şka bir hüküm vermek lâz ımdır ki, bu da Kebire-
yi işleyenin ne mü'min, ne de kâfir olmıyaca ğı, ancak onun iman maka-
mı ile küfür makam ı aras ında üçüncü bir makamda bulunaca ğı keyfi-
yetidir "'. İşte böylece Vâs ıl'ın ş ahsında Mutezile'nin me şhur "al-
Menzile Beyne'l-Menzileteyn" nazariyesi ortaya ç ıkmış oldu. Vâsıl'a
göre iman ile küfür aras ında bulunan günahkâr, tövbe ederse tekrar
iman makamına avdet eder; tövbe etmeden ölürse, küfür makam ına

106 Bk. aş-Şehristânt, anılan eser, C. I, s. 139.


107 Bk. Ebû'l-Hüseyin. b. Osman. al- Hayyât, Kittıbu'l-intisar. s. 164,Kahire 1344 /1925;
an-Neseff, s. 119.
108 Bk, anılan eser, s. 70.
109 Bk. Nesefi, anılan eser, s. 117.
110 Bk. al-Hayyât, anılan eser, s. 167.
111 Bk. al-Hayyât, ayni eser, s. 164-168.

32
dahil olmuş olur 112 . Vâsıl böyle bir insana "fâs ık" demekte H' ve töv-
be etmeden ölürse, fâs ıklığından dolayı Cehenneme girece ğini ve orada
ebedi olarak kalaca ğını söylemektedir 114 . Görüldü ğü gibi, Vâsıl bir
taraftan büyük günah i şleyen ne mu'mindir, ne de kâfir derken, di ğer
taraftan Hariciler'in görü şüne uyarak bu kimsenin ebedi olarak Cehen-
nemde kalaca ğını söylemekle kendi kendini nakzetmi ş olmaktadır.
Bağdâdi bu gerçe ğe iş aret ederek Vâs ıl'ın sözlerinde açık bir çelişme ol-
duğunu zikretmiştir " 5 . Her halde kendisi de daha sonra bu tenâkuzu
idrâk etmiş olacak ki, böyle bir insan ın cezas ının kâfirlere nisbetle daha
hafif, derecesinin de onlar ın derecesinden daha üstün olaca ğını söyle-
mek lüzumunu hissetmiştir " 6 .

V âs ı l bu nazariyesini hilâfet konusunda münazaa eden taraflara


da tatbik etti. Bu as ırda müslümanlar bu hususta da ihtilaf halinde idi.
Ali taraftarlar ı, ona karşı gelenleri, onunla harbedenleri ve nihayet
hakkı olan hilâfetten kendisini al ıkoyanları şiddetle yererek, onlar ı
küfür ve zındıklıkla itham ederlerken, Muâviye taraftarlar ı da camiler-
de Ali'ye açıkça lanet ediyorlardı . Hariciler Cemel yakas ında Ali'ye
karşı harbedenlerin kâfir olduklar ını, Ali'nin onlarla sava şmakta haklı
bulunduğunu, fakat Sıffin yakasında ba şlangıçta haklı olmasına ra ğmen
"tahldın" meselesini kabul etmekle, onun da kâfir oldu ğunu iddia edi-
yorlardı. Ehli Sünnet ise, her iki vak'ada harbeden iki taraf ın da müs-
lüman oldu ğuna, Ali'ye kar şı harbedenler aras ında her ne kadar
asi veya hatalı insanlar bulunmu ş olsa da, bunların hatalarının veya
isyanlarının küfre ve fiska müncer olmayaca ğına inanıyorlardı. Mür ci e'-
ye gelince, onlar her iki tarafın da müslüman olduğunu söylüyor ve
bunlar hakkında verilecek hükmü âhirete ircâ etmekle yetiniyorlard ı .

Vâs ı l bu fikirlerin hiç birisini kabul etmedi. Ona göre, iki taraftan
birisi muhakkak surette fâs ık ve hatalıdır, fakat bunu tâyin etmek
güçtür. Bu itibarla her iki taraf ın da ş ahadetini kabul etmek caiz de ğil-
dir" 7 . Vâsıl'ın arkada şı Amr. b . Ub ey d daha ileriye giderek her iki
tarafın da fâsık olduğunu söylemiş ve ş ahadetlerini kabul etmemi ştir."'

112 Bk. Fuzüli, Matlau'l-hildid, Esat Co şan ve Kemal I şık tere, s. 73, Ankara 1962; ve
Arapça asil, s. 87.
113 Bk. Zuhdi Hasan Cârrullah, anılan eser, s. 17; Neseri, anılan eser, s. 119.
114 Bk. Ahmed Emin, s. 297, Kahire 1370/1950.
115 Bk. anılan eser, s. 71.
116 Bk. a ş-Şehristâni, anılan eser, C. I, s. 48.
117 Bk. aş- Şehristâni, anılan eser, C. s I, s. 49.
118 Bk. al-Ba ğdkli, anılan eser, s. 72.

33
İşte Mutezile fırkas ı , bu gibi konuların en geniş ş ekliyle tartışıldığı
bir devirde do ğdu. Müslümanların kar şılaşmış oldukları bu problemler,
bu fırkanın do ğuşuna tesir eden en büyük faktörlerden biri oldu ğun-
da şüphe yoktur Çünkü bu mü şküller, onları da diğer fırka mensupları
gibi ilgilendirmiş ve bilhassa büyük ş arkiyatc ı ilim adamı Prof. Ny-
b er g'in de iş aret etti ği gibi" 9, bu konuda herkesin ittifak edebile-
ce ği veya en az ından taraflar ın çelişik düşünce ve fikirlerini telif et-
meğe yarayacak bir hal tarz ı, bir formül bulmak amaciyle ortaya at ıl-
dılar. İşte bu düşüncenin bir sonucu olarak da "al-Menzile Beyne'l-
Menzileteyn" nazariyesi meydana ç ıkmış oldu"°. Mutezile'nin ilk
ve en meşhur prensiplerinden birini te şkil eden bu konu hakk ında ileri-
de daha geniş bilgi verilecektir.

2— Yabanc ı din ve kültürlerin tezini:

Arap Yarımadas ı'nda do ğan islâmiyet büyük bir hızla gelişti. Kısa
bir süre içinde birçok ülkeler zaptedildi. H. 14-21 /M. 635-641 y ılları
arasında Suriye, Mısır, Irak ve İran büyük Islam devletinin birer eyaleti
haline geldim. Daha sonraları ve bilhassa Emeviler ve Abbasiler devrin-
de bu yeni devletin hudutlar ı, doğuda Maveraünnehir, bat ıda Simali
Afrika ve hattâ Ispanya'ya kadar uzad ı . Tabii olarak Islam dü şüncesi-
ne bu fetihlerin önemli etkileri oldu. Yabanc ı din ve kültürlere sahip
birçok unsurlar Islam toplumuna girdi. Suriye ve M ısır'da Hıristiyan
ve Yahudi dinleri hâkim bir durumda iken, Irak ve Iran'da da Medi-
Sâbie, Zerdüşt, Mezdekiyye ve Seneviyye gibi 122 birtakım batıl
inançlar yayg ın bir halde idi. Müslümanlar fethettikleri bu ülkelerde,
karşılaştıkları bu kadar çe şitli din ve inanç sahipleri ile bir arada yaşa-
mak ve onlarla devaml ı te şrik-i mesâi yapmak zorunlulu ğunda idiler.
Bunun bir sonucu olarak, baz ı müslümanlar kendilerini onlar ın tesirine
kaptırma ğa ve böylece onlar ın bazı inançları da Islâmiyete s ızmağa
başladı.
Bu tesirler çe şitli yol ve ş ekillerde oldu. Mesela bu din mensupla-
rından bazıları , kendi dinlerini b ırakarak islamiyeti kabul etmelerine
ra ğmen, eski inançlarından tamamiyle s ıyrılmağa ve bunların etkisinden
kendilerini kurtarma ğa muvaffak olamadı ."' Çünkü bir insan ın eski
119 Bk. Hayyât'm al-indstir adlı eserine Prof. Nyberg tarafmdan yazilan önsöz, s. 51.
120 Bk. Zuhdi Hasan Cürullah, andan eser, s. 20.
121 Bk. Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzttli ve Şüphecilik, s. 8.
122 Tafsilât için bk. a ş- Şehristâni, andan eser, C. I, s. 233 vdd; Prof. Dr. W. Barthold,
islâtn Medeniyeti Tarihi, Çev: Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, s. 15, Ankara 1963.
123 Bk. Ali Hasaballah, an ı/an eser, s. 91.

34
akidesini, zamanla zihninde ve ruhunda yer edip bütün benli ğini saran
bir inancı, her ne kadar bat ıl da olsa, birden terketmesi kolay de ğildi.
İşte bundan dolayı bu yeni müslümanlar, bilerek veya bilmeyerek,
yahut kötü bir niyetle eski inançlar ından baz ılarını İ slâmiyete soktu ve
bunları müslümanlar aras ında yaydı .
Bunlardan baz ıları İ slâmiyeti, inandığından de ğil fakat mal ve
ş öhret gibi baz ı kişisel düşünce ve ş ahsi çıkarlara istinaden kabul eder-
ken, diğer bazıları da sırf İslâmiyeti içinden yıkmak ve böylece eski
dinlerinin intikamını almış olmak için bu dine giriyordu. Gerçekten
İslâm kisvesi altında gizlenen bu insanlar ın, İslâmiyete ne derece bü-
yük zararlar ı dokunduğunu, müslümanların siyasi ve itikadi birlik ve
beraberliklerini parçalamak hususunda nas ıl sinsice ve sistemli bir şe-
kilde çalıştıklarını, daha sonraki devirler aç ıkça bize göstermi ştir'.

Bunlardan ba şka birçok gayri müslim de kendi esas din ve inanç-


larına ba ğlı olarak kalmayı tercih etti. Esasen İslâm dini de, gerekli
olan cizye ödendikçe buna mâni olmuyordu. Müslümanlarla bir arada
yaş ayan bu insanlar, tecrübe ve bilgilerinden dolay ı zamanla devletin
çe şitli daire ve vazifelerinde görevlendirildi. Böylece müslümanlar ın
bunlarla olan temas ve ili şkileri gün geçtikçe s ıklaştı . Fikirler ve görüş-
ler teati edildi. Fakat müslümanlar ın onlardan aldıkları verdiklerin-
den çok oldu.

Bu yabanc ı unsurlar kanaliyle İslâmiyete, daha önce müslüman-


ların söyleme ğe cesaret edemedikleri birçok önemli teolojik meseleler
sokuldu. Bunlar aç ıkça münaka ş a edilmeğe başladı . Bu gibi problem-
lere, müslümanlar aras ından akıl ve istidlâl yoluyla bir hal çaresi bulmak
cesaretini gösterenler oldu. İşte bunların başında, gerçek İ slam Kelâmının
müessisi sayılan Mutezile fırkas ı bulunuyordu.

Bu fırkamn do ğuşunda Yahudilerin de baz ı etkileri oldu ğu anlaşıl-


maktadır. Baz ı kaynaklara göre, Kur'an' ın mahlük oldu ğu fikrini ilk
defa ortaya atanlar onlard ır. İ bn Es ir'e göre bu meseleyi ilk defa orta-
ya atan, daha önce de Tevrat' ın mahlük oldu ğunu söyleyen ve Peygam-
ber'in en büyük dü şmanı Lebid b. al-As am'd ır. Onun bu fikrini
İ slâmiyette ilk defa kitap halinde ne şretme ğe cesaret eden ise, k ız kar-
deşinin o ğlu ve zındıklığı ile mâruf "T â 1 ut" olmu ştur 125 . Hatib al-
Bağdâdi (01m. H. 463 /M. 1070)'nin de kaydetti ğine göre, Kur'an' ın
mahlük olduğunu iddia edenler aras ında bulunan B i ş r al-Merrisi

124 Bk. Ali Hasaballah, ayni eser, s. 92-93.


125 Bk. Ibnu'l-Esir, fi't -Tarih, C. VII. s. 49, Leiden 1283-1293.

35
(Ölm. H. 218 /M. 833)'nin babas ı , Kılfe'li bir yahudi boyacısı idi126.
İbn Kuteybe'den rivayet edilen bir habere göre, Kur'an' ın mahlûk ol-
duğunu ilk defa söyleyen, yahudi Abdullah b. Sebe'in koyu taraftan
al-Mugire b. Said al- İ cli (Ölm. H. 119/M. 737)'dir 127 .
Görüldüğü gibi, Mutezile'nin doğuşunda Yahudilerin baz ı tesirleri
olmuştur. Fakat bu tesir, H ıristiyanlığın tesirine nispetle küçümsenecek
derecededir. Biraz önce de söyledi ğimiz gibi, İslam devletinin hudutlan-
nın genişlemesi ile bu devletin tab'as ı haline gelen Hıristiyan toplumuna
bazı imtiyazlar tanınmış , hattâ bunların bilgi ve tecrübe bakımından
ileri gelenleri, devletin en yüksek kademelerine dahi tâyin edilerek ken-
dilerine önemli mevkiler sa ğlanmıştır.
Bu cümleden olarak Halife Muâviye, Rum H ıristiyanlarından S er-
gun (Sergius) b. Man s ûr'u kendisinin özel sekreterli ğine, yâni bu gün
hususi kalem müdürlü ğü diyebilece ğimiz çok önemli bir makama tayin
etti 128. Muaviye öldükten sonra da ayni makamda kalarak kendisini
devlet işlerinden ziyade ş araba, musikiye ve spora hasreden 129 Ye zid
(Ölm. H. 64 /M. 683)'in mü ş avirliğini yaptı l". Bundan sonra bu vazife,
o ğlu St. John of Damascus (Yahya veya Yuhanna'd-Dima şki)'a intikal
etti. Bir müddet bu vazifede kald ıktan sonra, H. 112 /M. 730 y ılında bu
görevden ayrılarak Kudüs yak ınlarında bulunan St. Sabas manast ı-
rına çekilmiş ve geri kalan ömrünü dini ve teolojik eserler yazmakla
geçirmiştir. St. John H. 56 /M. 675 yılında Ş am'da do ğmuş olmasına
rağmen, ölümü hakkında kesin bir tarih tesbit edilememi ştir. genel
olarak bu tarih, M. 741 ile 754 y ılları arasında de ğişmektedirm.
St. John yaptığı ilmi çalışmalar meyanında yazdığı "Bilgi Kay-
nağı" adlı risalesi, ona ş ark kilisesinin en büyük do ğmatiği şöhretini
kazandırmış , eseri daha sonraları çok me şhur olmu ş ve müteaddid defa-
lar Latinceye tercüme edilmi ştir. Bu eser üç kısımdır: Birinci kısımda
Aristo'nun fikirleri teolojiye tatbik edilmekte, ikinci kısımda "zındıklık-
lar" adı altında kendi zamanına kadar süregelen tart ışma ve münaka-
şalar anlatılmakta, üçüncü kısımda ise, Ortodoks bir Kelâm görü şü ted-
vin edilmektedir 132 . Gerçekten St. John ş ark kilisesinin en ünlü ve en
126 Bk. Ahmed K Ali abllatib al-Ba ğdLidi, Tarih Bağdad, C. VII, s. 61, Kahire 1332/
1913.
127 Bk. Ibn Kuteybe, Uy(ınu'l -Ahbâr, C. II, s. 148-149, Kahire 1343-1349/ 1925-1930.
128 Bk. Emul. Esir, anılan eser, C. IV, s. 7; Tabari, Tarihu'l Umen, C. VI, s. 183;
Zuhdi Hasan Cârullah, anı lan eser, s. 23.
129 Bk. C. Brockelmann, islam Milletleri, s. 79.
130 Bk. Taberi, anılan eser, C. VI, s. 194, 199; Ibnu'l-Esir, anılan eser, C. IV, s. 17.
131 Bk. Encyclopedia Britannica, John of Damascus mad., C. XIII, s. 102-103, 1953.
132 Bk. Dr. Ya ş ar Kutluay, islâmiyette Bilmeli Mezheplerin Do ğuşu, s. 61-62.

36
muhterem ş ahsiyetlerinden biri oldu ğu gibi, ş ark Hıristiyan âleminde
de en büyük bir Kelâm bilgini olarak göze çarpmaktadir" 3 . Onun
zamanında Ortodoks Kelâm sisteminin zirveye ula şmış olduğunu, yaz-
mış olduğu eserlerin ço ğundan anlamak mümkündiir 134. O, bu eser-
lerinde dini inançlar ını büyük bir titizlikle savunurken daha çok akli
istidlâl yollarına tevessül etti ve felsefi metodlarla dâvas ım kazanma ğa
çahştı . Onun mensup olduğu "Rum Ortodoks Kilisesi tarafından işle-
nip ortaya konulan ve bilhassa kendisi tarafından tedvin edilmiş bulu-
nan Allah akidesi, müslümanları Allah'ın basit isimlerinden O'nun
sıfatlarını araştırmağa seveketti"" 5 . Bu hususu, T. H. Weir de biraz
değişik bir ifade ile teyid etmektedir" 6. Keza Mc Giffert bu ko-
nuyu incelerken, St. John'un yazm ış olduğu eserleri aras ında Hıris-
tiyan dinini savunan ve bir müslüman arapla bir h ıristiyamn kar-
şılıklı muhavere ve münakaş ası şeklinde kaleme alınmış olan bir eserin
mevcudiyetinden de bahsetmektedir 137 ki, bu asırda müslümanlarla
hıristiyanlar aras ında cereyen eden münaka ş a ve münakaşaların ma-
hiyetini bize göstermesi bak ımından önemlidir

Emevi devletinin ilk devirlerinde yap ılmasında bir sakınca görül-


meyen, hattâ baz ı hallerde bizzat Halife tarafından te şvik ve te'yid
gören bu gibi münaka ş alar hernekadar bir müddet için durdurulmu ş-
sa da, daha sonraları bu münakaş aların tekrar ba şladığı ve özellikle
Halife M e' m ün (Ölm. H. 218 /M. 833) zaman ında bütün şiddetiyle
devam etmiş olduğu görülmektedir. "Nefhu't-Tib" adli eserde Me'-
mün'un huzurunda Harrân rahibi ve St. John'un talebesi E bû
Kurra (Ölm. H. 211 /M. 826) ile al-Attâbi aras ında isâ (A S ) hakkın
da şiddetli bir münaka şanın cereyan etti ği zikredilmektedir 138 . Keza,
daha önce me şhur Hıristiyan ş airi al- Ah t a l'in Emevi saraylar ına ka-
dar girme ğe muvaffak olup, hattâ bu saraylar ın resmi ş airi sıfatını
almış ve özellikle Ye zi d b . Muâviye'nin, Emevi hanedan= dü ş -
manlarına karşı savunmada büyük ölçüde ona itimad etmi ş olması, bu
devirde müslüman—hıristiyan münasebetlerinin kuvvet derecesini gös-

133 Bk. A. C. Mc Giffert, A History of Christian Thought Early and Eastern, s. 308, Lon-
don 1932.
134 Bk. A. C. Mc Giffert, ayni eser, s. 331.
135 Bk. D. B. Macdonald, "Allah" maddesi, Islâm Ansiklopedisi, C. I, s. 368, İstanbul
1950.
136 Bk. T. H. Weir, Muhammadanism, Encyclopedia of Religion and Ethics, C. VIII,
s. 899-900, New York 1951.
137 Bk. A. C. Mc Giffert, andan eser, s. 310.
138 Bk. Ebu'l -Abbâs Ahmed al-Makkari, Nefhu't-Tib, C. 111,8.153, Kahire 1279 /1862.

37
teren diğer bir örne ği te şkil etmektedir 139 . Bunlara ilâveten, müslü-
manların hıristiyanlann tesiri alt ında kaldıklarına ve bunların bazı
fikirlerini alıp İslâmiyete soktuklanna dair daha birçok varyantlar
mevcuttur. al-Agani'de zikredildiğine göre, me şhur arap ş airi al A' ş â
kaderiyeci olup, bu fikri Hira'da oturan Nasrâni ibadilerinden alm ış -
tır. Ayrıca kendi râvisinin de ibadilerden oldu ğu söylenmektedir"
A'ş â'nın kaderiyeci oldu ğu, bu konuda söylemi ş olduğu meşhur bir
şiirinden de anlaşılmaktadıri".
M akriz rnin kaydetti ğine göre, İslâmiyette "kader" meselesini ilk
defa ortaya atan Ma'be d al-Cuhani (Ölm. H. 80 /M. 699), bu fikri
Ebû Yfınus Senseveyh (al- Esvâri) ad ında bir hıristiyandan almıştır'42.
İ bn Nub â t e ise ba şka bir görüş ortaya atarak, islâmiyette "kader"
konusunda ilk defa konu ş amn Iraklı bir hıristiyan iken müslüman olan,
sonra da irtidad eden bir ş ahıs olduğunu ve Ma'bed'in de bu fikri muh-
temelen ondan alm ış olacağını söylemektedir 143 . İbn Kuteybe de
Ma'bed'den sonra kader konusunda en büyük yeri i ş gal eden G a yl ân
ad - D ima ş krnin kıpti olduğunu söyleyerek, kendisine "Gaylân al-
Kıpri," adını vermektedir 144 ki, böylece onun da H ıristiyan asıllı oldu ğu
anlatılmak istenmektedir.
Kader konusunda ileri sürülen bu çe şitli görü şlerin doğruluk dere-
cesi, kanâatimizce münaka ş aya de ğer bir mevzudur. Çünkü her ş eyden
önce bu fikirleri nakleden kaynaklarda göze çarpan husus, bunlar ın
daha sonraları yazılmış eserler olmas ıdır. Sonra büyük bir ihtimalle
Kaderiyeciler, dü şmanları tarafından Hıristiyanlara taklidle ve onlar ın
tesiri altında kalmakla da kasden itham edilmi ş olabilirler. Fakat ger-
çek şu ki, Hıristiyanlarm istitâa (güç) ve irâde hürriyeti gibi konulardaki
görüşleriyle, Kaderiyecilerin bu meselelerdeki görü şleri aras ında büyük
ölçüde bir uygunluk, bir tevâfuk vard ır. Bu itibarla, bir H ıristiyan
tesirinin mevcudiyetini söyleyenleri de, bu gerçe ğin ışığı altında hakli
bulmamak mümkün de ğildir. Bütün diğer faktörler nazara al ınmasa
bile, sadece St. John ve onun talebesi Ebû Kurra gibi H ıristiyan Orto-
doks Kelâme ılarımn müslümanlar arasında bulunması, böyle bir tesiri
icra etme ğe kâfi gelece ğinde şüphe yoktur.
139 Bk. -Ferec ahisfahâni, al-Agâni, C. XIV, 117, Kahire 1323/1905.
140 Bk. al-Isfahani, ayni eser, C, VIII, s. 76.
141 Bk. A. S. Tritton, Muslim Theology, s. 54, London 1947; İbn abd Rabbih, al-liedu'l-
Ferkl, C. I, s. 205, Kahire 1293/1876.
142 Bk. al.Makrîzî, al-Hitat, C. IV, s. 181, Mısır 1324-1326.
143 Bk. İbn Nubâte Serhu'l-Uyün Şerh Risâlet İbn Zeydân, s. 157, Kahire 1278
/1861.
144 Bk. İbn Kuteybe, Kitâbu'l-Maârif, s. 166, 207.

38
Durum bu zaviyeden incelenecek olursa, Mutezile f ırkasının da bu
yabancı tesirlerin dışında kalmadığı, hattâ bu fırkanın do ğuşunda bu
etkilerin büyük bir rol oynam ış olduğu kendiliğinden meydana ç ıkmış
olur. Bizzat Halife Me'mûn'un huzurunda Mutezile alimleri ile St.
John of Damascus'un me şhur talebesi Ebû Kurra aras ında dini konu-
larda şiddetli münaka ş a ve mücadelelerin cereyan etmi ş olduğunu bili-
yoruz. Bu itibarla, Mutezile'nin genel olarak St. John'un ve özellikle onun
halefi Ebû Kurra'n ın bazı fikirlerini almış veya kader, s ıfat ve isimlerin
nefyi, irade hürriyeti, te'vil ve tefsir 145 gibi bazı konularda onların
tesiri altında kalmış olması muhtemeldir. Çünkü Mutezile'nin bu hu-
suslardaki görü şleri ile, gerek St. John ve gerekse onun halefinin görü ş -
leri aras ında büyük bir benzerlik vard ır. İşte bundan dolayı garp bil-
ginleri, böyle bir tesirin mevcudiyetinden ısrarla bahsetmi ş olacaklardır.
Bu konuda me şhur ş arkiyatçı bilgin T. J. de Bo er, genel olarak
İslam düşüncesi üzerinde Hıristiyan düşüncesinin büyük bir etkisi
bulunduğunu, özellikle irade ve ihtiyar gibi meseleler üzerinde ilk ko-
nuşan müslümanların bunları Hıristiyan ' 46 hocalarından ö ğrenmiş ol-
maları gerektiğini söylerken, Macdon al d'da bu dü şünceyi teyid eden
bir mütalaa yürüterek, İslam Kaderiyecilerinin geni ş ölçüde Yunan teolo-
jisinden faydalanmış olduklarını söylüyor 147 . Fakat daha sonra bu
tesirlerin Mutezile'nin do ğuşunda ne derece etkili oldu ğunda mübalâ-
ğa edilmemesi ve bu hususta ifrata kaç ılmaması gerekti ğini de söyle-
mekten kendisini alam ıyor 148 . Bu fikri destekleyen di ğer bir ş arkiyatcı
da Von Kr emer'dir.. Ona göre Mutezile, Yunan teolojisinin, özellik-
le bu kültürü temsil eden St. John ve onun talebesi Ebû Kurra'n ın tesi-
riyle do ğmuştur 149 . Çünkü o as ırda kilise babaları, irade hürriyeti ve
Allah'ın ezdi sıfatları hususunda daimi bir mücadele halinde idiler;
muhtemelen onlar ın bu konudaki dü şünceleri, Suriye'nin müslümanlar
tarafından fethedilmesinden sonra Mutezile'ye de geçmi ş olabilir. Von
Kremer bu görü ş e delil olarak Cehennem azab ının inkarı konusunda
kilise babalarının görüşleriyle "°, Cehm b. Safvân' ın Cennet ve Cehen-
nem'in ebedi olmadığı gibi, ehlinin de hareketlerinin sonlu oldu ğu yo-
145 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 26-31.
146 Bk. Prof. Dr. T. J. de Beor, İslamda Felsefe Tarihi, Çeviren Dr. Yaşar Kutluay, s.
31-32, Ankara 1960.
147 Bk. D. B. Macdonald, Development of Muslim Theology, Jurisprudence and Consti-
tutionel Theory, s. 13, New York 1903.
148 Bk. Ayni eser, s. 132 vd.
149 Bk. Nicholson, A Literary History of the Arabs, adlı eserden naklen, s. 220-221, Lon-
don 1907.
150 Bk. Ahmed Emin, Duha'l- İslâm'dan naklen, C. I, s. 344 vd., Kahire 1357 /1938.

39
lundaki görüşü aras ındaki büyük benzerli ği göstermektedir "°. Bilin-
diği gibi Mutezile mensupları ,daha sonralar ı Cehmiye fırkasının bu gö-
rüşünü alarak biraz de ğişik bir tarzda, yani "Cennet ve Cehennem ebe-
di olmakla beraber ehlinin hareketleri son bulacak, lezzet veya elemi
tanıktan sonra câmid bir cisim halinde ebediyen orada kalacakt ır"
ş eklinde kendilerine maletmi şlerdir "2.
Burada i ş aret edilmesi gereken husus, Mutezile'nin bu yabanc ı
tesirlerin yanı sıra, dahili baz ı ideolojilerin de etkisi alt ında kalmış ola-
bilece ği keyfiyetidir. Daha Mutezile'nin bir sistem olarak do ğuşundan
önce, Hıristiyan ve Yahudi dinlerini inceleyen ve bu dinlerle ilgili baz ı
itikadi konuları alarak bunları münakaş a mevzuu yapan bu ideoloji
sahipleri, müslümanların daha önce söyleme ğe cesaret edemedikleri
birtakım görü şlerle ortaya çıktılar. Böylece İslâmiyette ilk defa itikadi
konular ciddi bir şekilde tart ışılmağa başladı. Kader ve Kur'an' ın
mahlük olup olmadığı meselesi günün konusu haline geldi. Allah' ın
sıfatları, insanın yapma gücü ( İstitâa) ve irade hürriyeti gibi mevzu-
lar üzerinde fikirler yürütülme ğe başladı 153 .
İşte bu asırda ilk defa Kur'an' ın mahla (yaratılmış), oldu ğunu
ileri süren Ca'd b. Dirhem (Ölm. H. 124 /M. 741) oldu 154. Cehm
b. S afv ân (Ölm. H. 128 /M. 745) bu konuda ve daha birçok konularda
onu takip etti i". Cehm 156 ayni zamanda, insan ın hiçbir iradesinin
151 Bk. al-Ba ğdadi, anılan eser, s. 128; a ş-Sehristâni ,al-Milel, C. I, s. 87-88; İ bn Hazm,
al-Fisal fi'l-Milel, C. IV, s. 83, Kahire 1317-1321.
152 Bk. İbn Hazm, ayni eser, ayni yer; İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis, s. 55.
153 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Gazzali ve Şüphecilik, s, 0-11.
154 Ca'd b. Dirhem bu sözünden dolayı, Hişam b. Abdu'l-Melik (Hilafet süresi: H.
105-125 /M. 723-742) zamanında Irak valisi Halid b Abdullah al- Kasri tarafından Halifenin
emriyle öldürülmü ştür. Ş am'da ikamet eden Ca'd' ın Mervân b. Muhammed'in hocası olduğu
ve ona Kur'an'ın yaratılmış olduğu fikrini telkin etti ği söylenir. Oldürülüşü hakkında çe şitli
rivayetler vard ır. Fakat ittifak edilen nokta, yukar ıdaki sözüne ilaveten, Hz. İbrahim'in "Ha-
lilullah" ve Mûsa'nm da "Kelimullah" sıfatlarını inkâr etmesinden dolayı, kurban bayramı hut-
besini müteakip mimberden inen Hâlid b. Abdillah al-Kasri tarafından Kûfe mescidinde kurban-
lık koyun gibi boynu kesilmek suretiyle öldürülmü ş olmasıdır. Tafsilât için bk. Ibn'ul-Esir,
mil fi't-Tarih, C. V, s. 704; Ali Hasaballah, anılan eser, s. 91; İbn Nubâte, Serhu'l-Uyün, s.
159; A. S. Tritton, Muslim Theology, s. 54-55; İbn al-Hanbeli, Sezerâtu'z - Zeheb, C. I, s. 169,
Kahire 1350 /1931.
155 Bk. İbn al-Hanbeli, ayni eser, C. I, s. 169; İbn Nubâte, ayni eser, s. 159.
156 Cehm b. Safvân aslen Horasanh idi. Kiife'de ikamet etti ği sıralarda Ca'd b. Dirhem
ile kar şılaştı ve ondan bazı fikirlerini aldı. Rivayete göre bir müddet de al Hâris b. Sureyc'in
vezirliğini yaptı. En sonunda Horasan'da Haris ile beraber Emevi'lere kar şı girişilen kıyam ha-
reketine iştirak etmiş olduğundan, Emeviler tarafından yakalanarak öldürülmü ştür. Onun fi-
kirlerinin daha çok Horasan'da yay ılmış olduğu söylenmektedir. Bk. M. Şerefeddin, Kelâm Sa
yaşları, Darulfilniin hah Fak. Mecmuas ı, sayı : 24, s. 19, İstanbul 1932; A. S. Tritton, anılan
eser, s. 55; aş- ş ehristâni, al-Milel, C. I, s. 86; al-Ba ğdadi, al Fark, s. 128; İbn Kayyim al-
Cevziyye, igeisetu'l -Lehfân, M. Hâmid al-Faki ne şri, C. II, s. 177, Kahire 1939; Ahmed Emin,
Fecru'l s. 286-287.

40
mevcut olmadığını, her şeyin Allah tarafından önceden takdir edilmi ş
olduğunu, kulun takdir edilen fiili yapma ğa mecbur oldu ğunu da iddia
etti. Böylece onun ş ahsında Cebriyye ve ismine nisbetle de Cehmiyye
fırkası doğmuş oldu.

Yine bu asırda kader meselesi hakkında ilk sözü M a'b e d al


Cuh ani (Ölm. H. 80 /M. 699) söyledi ' 57. Diğer bir rivayette ise,
bu konuda ilk sözü söyleyenin Ş am'da ikamet eden ve Halife Mu â v iy e
b. Yezid'in hocas ı bulunan Ömer al-Maksûs (01m. H. 80/M. 699)
adında birisi oldu ğu söylenir; ayni varyantta bu adam ın Emeviler ta-
rafından Halifeyi ifsad ithamiyle öldürüldü ğü zikredilirm Daha sonra
da Gayl ân ad- Dim a ş ki 159 Mâ'bed'in yolunu takip etti ve o da kaderi
inkâr ederek insanın tam bir irade hürriyetine sahip oldu ğunu, kendi
fiil ve hareketlerini yaratma kudretini haiz bulundu ğunu ileri sürdii° 6°.
Böylece de "Kaderiyeciler" adı verilen sistem vücut bulmu ş oldu.

İşte böyle çelişik cereyanlarm çarp ıştığı bir as ırda, Kaderiyecilerin


merkezi olarak bilinen Basra şehrinde 161 Mutezile teolojik bir sistem
olarak ilk defa İslam tarihindeki yerini alm ış oldu. Bu fırkanın doğu-
şunda, içinde bulunduklar ı çeşitli fikri cereyanlarm büyük ölçüde etkili
olduğunda şüphe yoktur. Bu gerçe ği açık bir şekilde teyid eden husus,
savundukları prensiplerin, genellikle biraz önce de ğindiğimiz sistem-

157 Ma'bed al-Cuhani, Ilk defa bu konuyu Basra'da ortaya att ı. Kendisinin Hasan al-
Basrrnin meclisine devam etti ği ve başta Amr b. Ubeyd olduğu halde Basra'h birçok müslü-
manların kendisine tabi oldu ğu söylenir. Fakat kader'le ilgili münaka ş alar büyüyüp, müslüman-
lar arasında fitne ve ayrılmalar yaratmağ a başlayınca, kendisinin Halife Abdulmelik b Mer-
van'ın emriyle Haccac tarafından çarmıha gerilmek suretiyle öldürüldü ğü rivayet edilir. Ba şka
bir rivayette ise öldürülmesinin, Abdurrahman b. al-E ş'as ile beraber devlete kar şı kıyam
hareketine i ştirak gibi siyasi bir suça istinat etti ği zikredilir Bk. al-Makrizi, al-Hitat, C. IV,
s. 181 vd.; al-Hafız Şemseddin az- Zehebi, Mizeinu'l- İ ' tidal fi Nakdi'r -Rical, C. III, s. 183,
Kahire 1325 /1907; Ahmed Emin, Fecru'l -İs/dm, s, 285.
158 Bk. Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 34.
159 Gaylan ad-Dima şkrnin tam ismi, Ebil Mervân Geylân b. Muslim'dir. Babas ı Osman
b. Affân'm kölesi idi. Kendisi Hi şam b. Abdülmelik'in hilafeti s ırasında Şam'a geldi. Daha önce
de Halife Ömer b. Abdülaziz'in kendisini huzuruna ça ğırıp, kader konusunda bizzat imtihan
ettiği, Halifenin kendisini öldürmek istemesine ra ğmen tövbe etmek suretiyle can ım kurtar-
mış olduğu da rivayet edilmektedir. Fakat Halife Ömer k Abdülaziz'in ölümüyle tövbesini
bozarak tekrar eski inancma dönen Gaylân, Halife Hi ş am tarafından elleri, ayakları kestirilmek
suretiyle öldürülmü ş, sonra da Şam kapısında çarımha gerdirilmi ştir. Diğer bir rivayette de diri
olarak çarnuha gerildi ği söylenir. Bk. Ibn Nubâte, anılan eser, s. 157-158; Ibn Kuteybe, Ki-
tılbu'l -Maarif, s. 166, Kahire 1300 /1882 ;A. S. Tritton, anılan eser, s. 55, 59; Ahmed Emin,
Fecru'l —islam, s. 285.
160 Bk. Ibn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l Hadis, s. 98, Kahire 1344.
161 Bk. az-Zehebi, Miziinu'l -.Vadeli, C. II, s. 207.

41
lerin, görü şlerine uygun olarak, hattâ baz ı istisnalar bir tarafa, bu gö-
rüşlerin karışımından meydana gelmiş olmasıdır. Mesela onlar kader
meselesinde tamamiyle Kaderiyecilerin görü şlerine iştirak ederlerken,
Cehmiyye'nin birçok prensiplerini almakla beraber, sadece "cebr" konu-
sunda onlardan ayrılmışlardır. Bu itibarla Mutezile'yi bu iki sistemin,
özellikle Kaderiyye'nin gerçek varisi olarak nitelendirmek mümkündür.
Mutezile'nin do ğuşuna tesir eden âmillerden birini de, İslam dini
ve akidesini yabanc ı din ve cereyanlara kar şı savunma gayretinde ara-
mak lazımdır. Biz daha önce Hıristiyan ve Yahudi dinlerinin İslam top-
lumunda oynadığı büyük rollerden, özellikle S t . John ve Abdullah
b . S eb e gibi, bu din mensuplar ının İslam dü şüncesindeki önemli etki-
lerinden ve sebep oldukları zarar veya faydalardan ana hatlariyle bah-
setmiştik. Fakat daha önce temas etmedi ğimiz İranlıların, İslam top-
lumu ve düşüncesi üzerindeki etkilerinin, di ğer yabancı unsurlara nis-
petle daha tehlikeli ve daha y ıkıcı •olduğunda şüphe yoktur.

Kısa bir süre içinde büyük İslam imparatorlu ğunun bir eyaleti ha-
line gelen %dini devleti, sadece eski ş an ve şöhretini kaybetmekle kal-
madı ; ayni zamanda islam'dan önceki İran'ın sınıf nizamını ve dinini
de kaybetmiş oldu. Eski Zerdüşt dini yerine islamiyetin getirdi ği yeni
Monotheizme (Bir Allah'a inanış) akidesi kaim oldu' 62. Fakat bir zaman-
lar Cahiliyye ça ğı araplarını Irak ve Yemen'de hakimiyetleri alt ına
almış ve daima kendilerini araplardan üstün bir ırk olarak görmü ş
olan Farslar, İslam fütuhat ı karşısında uğradıkları bu yenilgeyi kolay
kolay unutamad ılar. Kendilerini tahtlarından ve dinlerinden eden müs-
lümanlara büyük bir kin ve nefretle bakma ğa ve onlardan ilk fırsatta
intikam alma yollarını araştı rmağa başladılar. Islam devletinin siyasi
bütünlüğünü yıkmak ve İslam dini ve akidesini de ifsad etmek amaciyle
türlü vesile ve metodlara ba şvurdular. İ bn Ha z m'inde i ş aret
ettiği gibil63, hileye başvurmanın hedefe ula şmak için en emin ve en kes-
tirme bir yol oldu ğu hususunda ittifak ettiler. Böylece onlardan bir
kısmı inanmadığı halde Islamiyeti kabul etmi ş olarak göründü. Ehli
Beyte büyük bir sevgi gösterisinde bulunuldu. H z. Ali'ye ba ğhhk
ve muhabbet kisvesi alt ında ilk "teşeyyu" hareketi ba şladı. Ona bir- <-
takım vasıflar verildi. Odun, Peygamber'in gerçek varisi ve nassla ta-
yin edilmiş halifesi oldu ğu iddia edilerek, ondan bu hakk ı alanlar veya
ona karşı gelenler tekfir edildi 164 . Bunun bir sonucu olarak ta müslü-

162 Bk. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 43 vd.


163 Bk. İbn Hazm, al-Fisal fi'l -Milel, C. II, s. 115; al-MakrIzi, al-Hitat, C. IV, s. 190.
164 Bk. al- Ba ğdâd'i, al- Fark, s. 22 vd.

42
manlar aras ında büyük tart ış ma ve ayrılmalar ba ş gösterdi. Aralarındaki
birlik ve düzen bozuldu. İ slam akidesi büyük bir sars ıntı geçirdi. Dinde
olmayan birtakım bat ıl inançlar dinin esasları gibi gösterildi.
Bazı müslümanların "zanadıka" adı altında topladıkları bu cereyan
sahipleri, gerçekten İslâmiyet için büyük bir tehlike arzetme ğe başla-
mıştı . Bunlara kar şı mücadele etmek ve saf İslam akidesini her türlü
bid'at ve sap ıklıkların tehlikesinden korumak gerekiyordu. İşte ilk defa
bu hakikati gören Mutezile fırkası oldu. İslâmiyeti tehdid eden bu büyük
tehlikenin hangi kanallardan geldi ğini ve hangi kaynaklardan beslen-
diğini başkalarından önce ke şfeden bu fırka mensuplar ı , doğu şlarının en
önemli sebeplerinden biri oldu ğunda şüphe etmedi ğimiz büyük bir
mücadeleye giri şti. Bu konuda birçok prensipler vazedildi; birçok eser-
ler vücuda getirildi. Telif edilen bu eserlerin ço ğu, daha çok Rafizilik,
Meefısilik, Cebriyye, Seneviyye, Naturalist ve Materyalist gibi sapık cere-
yanlara kar şı bir reddiye şeklinde kaleme al ındı .
Görülüyor ki onlar, as ıl tehlikenin Hıristiyan ve Yahudi kaynakların-
dan ziyade, Farslardan geldi ğine inanıyorlard ı . Bu itibarla Mutezile
mensuplarının, İslam akidesinin müdafaas ı hususunda yapt ıkları meş -
hur münazara ve münakaş aların ekserisinin, büyük has ımları Farslarla
olduğunda şüphe yoktur 165 . Çağda ş bilgin Ahmed E min'de bu görü şü
teyid ederek, Mutezile'nin do ğuşunun sırf islâmi sebeplere dayandığını,
Von Kremer'in iddia etti ği gibi, Yunan ilâhiyat ının tesiriyle olmadığını
söylemekte ve buna delil olarak itizâl prensiplerinin ekserisinin H ıristi-
yanlara kar şı de ğil, fakat Farslara reddiye olarak vazedilmi ş olduğunu
zikretmektedir'".
Bu mukaddes mücadeleye kat ılan Mutezile mensuplar ının başında
şüphesiz bu fırkanın kurucusu V â sil b . At â geliyordu. Onun muha-
lifleriyle yapt ığı münazaralarm yan ı sıra, bu konuda birçok eserler
verdi ği ve mesela Maniliğe karşı yazdığı "al-Elf Mesele fi'r-Redd aleel-
Meıneviyye" adlı eserinin sadece birinci cildinde seksenden fazla meseleye
temas etti ği zikredilir 167 Bu görüşü teyid eden Mutezile'nin ikinci
ş ahsı Amr b. Ubeyd de, Gulk- ı Sia, Hariddik, Zanadika, Natfı -
ralist ve Materyalist gibi sap ık cereyanlara hâkim olan görü şleri en iyi
şekilde bilen, bunlara en iyi ve en susturucu reddiyeleri verebilen yegane
ş ahsın Vâsıl olduğunu söylemektedir" 8 .
165 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 38.
166 Bk. Ahmed Emin, Dulıa'l —islam, C. I, s. 346.
167 Bk. Ahmed b. Yahya b. al-Murtadâ, al-Munye va'l-Emel, s. 21 vd, Haydarabad
1316/1902.
168 Bk. İ bn al-Murtadâ, ayni eser, s. 18.

43
Vâ s ı l, inandığı bu mücadeleyi sadece memleketi olan Basra'da
yapmakla yetinmiyordu; ayni zamanda taraftarlar ını gurup ve heyet-
ler halinde ba şka memleketlere gönderdi ği gibi, kendisinin de hazan bu
seferlere kat ıldığı ve İslam imparatorlu ğunun çe şitli bölgelerinde karşı-
laştığı muhalifleriyle yaptığı münazara ve münaka ş alar neticesinde,
onlardan bir ço ğunu savunduğu prensiplere inand ırma ğa muvaffak
oluyordu 169 .
Vâsıl'dan sonra, onun çizdi ği yöl üzerinde yürüyen ve onun meto-
duyla mücadeleye devam eden di ğer Mutezile büyüklerinin de bu konu-
daki ba ş arıları büyük olmuştur. Reisleri Vâs ıl gibi, muhalifleriyle yap-
tıkları me şhur münazaraların ve elde ettikleri büyük ba ş arıların yanı
sıra, bu konu ile ilgili olarak birçok eserler de vücuda getirmi şlerdir. Bu
cümleden olarak, Ebu'l Hüzeyl al-Allâf' ın altm ıştan fazla eser
yazdığı 10 , Bi ş r b. al- M u't e mir'in s ırf muhaliflerine ve din dü ş-
manlarına karşı telif etti ği bir risalenin kırkbin beyti ihtiva etmi ş
olduğu, "' Peygamber'in risâletinin en büyük savunucusu say ılan
C âh ı z'ın da 172 muhaliflerine reddiye olarak sekiz ve itizâl prensip-
lerini savunan alt ı büyük eser telif etti ği 13 zikredilir
Mutezile mensuplar ının bu alandaki hizmetleri gerçekten say ılarm-
yacak kadar çoktur; onlar ın, bu hizmetleri ifâ ederken giri ştikleri büyük
mücadele, genellikle İslam akidesini ve inand ıkları itizâl prensiplerini
düşmanlarına karşı savunma amacını güden iki esaslı noktada toplan ı-
yordu. Onlar İ slam dini ve akidesini savunurlarken hernekadar Meeû-
silik, Cebriyye ve Zanadıka gibi sapık cereyanlara daha çok önem vermi ş
olarak görünüyorlarsa da, gerçekte onlar ın bu mücadelesi daha umu-
mi bir mâna ifade ediyor, Yahudilik veya Hristiyanl ık gibi İslam düşün-
cesi ve akidesi üzerinde zararl ı olabilecek her türlü cereyam da içine al ı-
yordu. Câhız'ın Hıristiyan ve Yahudilere reddiye olarak yazd ığı eserler,
bu görüşü teyid eden birer belge mahiyetindedir 174. itizâl prensipleri-
nin müdafaas ına gelince, Mutezile'nin bu konu üzerinde büyük bir ti-
tizlikle durdu ğunu görüyornz. Onlar kuvvetle inand ıkları prensipleri-
ni harici tehlike ve hücumlara kar şı şiddetle müdafaa ederlerken, ayni
zamanda kendi bünyeleri içinde de herhangi bir iç kıpırdamş a veya

169 Tafsilat için bakm ız: Yâkût al-Hamavi, Mu'remu'l-Udebâ, C. XIX, s. 249, Kahire
1357 /1938; İbn al- Murtadâ, al-Munye, s. 19-21, 26, 51.
170 Bk. İbn al-Murtadâ, al -Munye, s. 25.
171 Bk. İbn al-Murtadâ, ayni eser, s. 30.
172 Bk. al-Hayyât, al-İntisar, s. 154.
173 Bk. Yâkût al-Hamavi, ayni eser, C. XVI, s. 107-110.
174 Bk. Yâkût al-Hamavi, ayni eser, C. VI, s. 107-108.

44
vazedilen genel kurallara ayk ırı bir dü şüncenin meydana çıkmasına
asla müsaade etmemişlerdir " 5 . İ bn ar R av en di (01m. H. 293 /M.
905), İ bn Hâit ve F adl al- H az za' gibi ba şlangıçta itizal prensip-
lerini savunan kimselerin, sonradan bu prensiplere ayk ırı birtakım gö-
rüşler ileri sürmelerinden dolayı Mutezile toplulu ğundan atılmaları,
bunların hiyânetle, hattâ "mulhid" olmakla suçlandırılmaları , bu ger-
çe ğin bariz örneklerinden biridir° 76 .
Diğer taraftan Halifelerin, İslam dinini yabancı ideolojilere kar şı
savunma hususunda büyük ölçüde bu fırka mensuplarına itimad et-
miş olmaları, onların bu alandaki büyük hizmet ve de ğerlerine delâlet
eden ba şka bir örne ği te şkil etmektedir 177 .
Mutezile'nin, bu mücadeleyi yaparken, zaman zaman büyük güçlük
ve imkansızhklarla kar şılaştığını , hattâ bu u ğurda hayat ını bile kay-
bedenlerin bulundu ğunu ve hasımları tarafından kendilerine, söyle-
medikleri veya inanmad ıkları birtakım söz ve fikirlerin isnad edildi-
ğini bizzat kendi kaynaklarından ö ğreniyoruz. Mesela, Caluz'm Mute-
zile'nin fazilet ve hizmetlerinden bahseden ve ayni zamanda Raf ızile-
re 178 bir reddiye mahiyetini ta şıyan "Facrilatu'l -Mu'tezile" adlı eserine
karşıt, İ bn R av en di'nin yazdığı ve "Facrihatu'l -Mu'tezile" adlı
eseri bile, bu fırkanın karşılaştığı güçlükleri ve ona isnad edilen kas ıtlı gö-
rüşleri anlatma ğa kafi gelir. Daha sonra da, al- H ayy ât (01m. H.
300 /M. 912)'ın İbn ar -Ravendrye bir reddiye olarak yazd ığı "Kitâ-
bu'l - İntisâr" adlı eseri, Mutezile'nin İslam akidesinin savunulması husu-
sundaki de ğerli hizmetlerinden ve muhaliflerine kar şı giriştikleri büyük
mücadelelerden en iyi ş ekilde bahseden ve bunlar ı en açık bir şekilde
belirten kıymetli bir eser olarak göstermek mümkündür.

3— Felsefi cereyanların tesiri:

Yabancı din ve inançlara kar şı İ slam akidesinin savunucusu olarak


ortaya at ılan Mutezile'nin, bu görevi hakkiyle yerine getirebilmesi için
karşılaştığı başka bir güçlüğü daha yenmesi gerekiyordu. Bu da ça ğdaş
bilimlerin, özellikle felsefi cereyanlar ın yaratt ığı duruma intibak zorun-
175 Bk. İbn an-Nedim, al-Fihrist, s. 255, Kahire 1344; al-Hayyât, s. 65.
176 Bk. İbn al-Murtadâ, Kitâb Tabak& al-Mutezile, Susanna Diwald -Wilzer ne şri, s.
92, Beyrut 1380 /1961; al-Hayyât, ayni eser, s. 102, 149; Adam Mez, al-Hadaretu'l
Arapçaya çeviren: M. Abdulhadi Ebû Ride, C. II, s. 97-98, Kahire 1947 /1948.
177 Bu konu için bk. Ebû Osmân Amr b. Bahr al-Beyan ve't-Tebyin, Abdusse-
lâm M. Hârun neşri, C. I, s. 25-26 vd, Kahire 1367-68/1948-49; İ bn Abd Rabbih,
Feda, C. I, s. 207, 218; İbn al-Murtadâ, al-Munye, s. 42.
178 Bk, al-Hayyât, ayni eser, s. 105-106.

45
luluğu idi. Daha önce de söyledi ğimiz gibi, İslam fütuhat ı gelişip birçok
ülkeler İslam imparatorlu ğunun birer parças ı haline gelince, müslüman-
lar fethettikleri bu yerlerde çe şitli din ve kültürlerle kar şı karşıya gel-
mişlerdi. Hâkimiyetleri altına aldıkları yabancıların çoğunluğu, eski
medeniyet ve kültürün temsilcisi olup büyük ölçüde felsefi ve aldi
bilimlere nüfuz etmi ş , eski filozofların eserlerine bihakkm vak ıf olmuş
kimselerdi. Daha müslümanların Mısır, Suriye, Irak ve Iran toprak-
larını işgalinden önce bu ülkelerde Yunan, Iran, Süryani ve Hint kül-
türü biliniyordul". Çünkü Mı sır ile Suriye Şarki Roma İmparatorlu-
ğu'nun ve kültürünün varisi sayılan Bizans İmparatorlu ğu'na tabi birer
eyalet halinde idi. Tabii olarak Bizans kültürünün tesirinde kalan bu
ülkelerde geniş ölçüde bir ilmi hareket göze çarp ıyordu. Bu bölgelerde
bilimsel araştırmalar için yüksek okullar tesis ediliyor ve buralarda fel-
sefe ve fen dersleri gibi akl ı ve tecrübi ilimler okutuluyordu. Bu okul-
larda ayrıca teolojik meselelerin de incelenmesine büyük bir yer verili-
yor ve aklın ışığı altında bunların halledilmesine çalışılıyordu.
İskender İmparatorlu ğu'nun y ıkılmasından sonra Atina'daki alim-
lerin Mısır'a Batlamyus Soter tarafından davet edilmeleriyle te şekkül
eden İskenderiye okulu, Hıristiyan tefekkürünün ilk büyük merkezi
sayılıyordu. Bu okul, kurulu şundan sonra birçok istihâleler geçir-
miş tilso. islamiyetin do ğuşundan biraz önce, burada hernekadar
daha çok astronomi, t ıp ve kimya gibi müsbet ilimlere önem verilmi ş
olarak görünüyorsa da, daha önceleri bu okulun büyük bir teolojik ha-
rekete sahne oldu ğunda şüphe yoktu. Bu hareketin ba şında ise, Yahudi
dinini felsefeyle telif etmek isteyen büyük Yahudi filozofu Philon
(M. O. 20 /M. S. 40) geliyordu'". Philon, daha önceki filozoflarda
mevcut olan Tek Tanrıcı bir temayüle sahip olmakla beraber, felse-
fenin daha fazla teolojik olmas ı meselesi üzerinde kuvvetle durmakta-
dır. Eflâtun'cu ekol'e ön planda yer verildi ği İskenderiye okulunda o,
Eflâtun'dan mülhem olarak, Allah' ın bütün varhklarm en hay ırlısı
veya ilk hayır (hayrı evvel) olarak vasıflandırmakta 182 ve kainatın ilk
sebebi olarak ebedi, de ğişmez, ihtirassız, dünya fenomeninin çok üstün-
de bir Tek Allah akidesi fikrini ortaya atmaktadır. Onun bu felsefi mo-
noteizm anlayışı, and-i Atik'in telâkkisine uymakla beraber ondan
179 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Men, İslam Medeniyetinde Tercümeler ve tesirler, s. 64,
102, İstanbul 1948.
180 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Illken, Uyants Devirlerinde Tercümenin Rolü, s. 40 vd.
Istanbul 1935.
181 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anzlan eser, s. 47.
182 Bk. Emile Br6hier, al-Arâu'd-Diniyye ve'l-Felsefiyye li Philon al-iskenderi, Arapçaya
çevirenler: Dr. M. Yhsuf Müsa ve Dr. Abdülhalim an-Neeehr, s. 104 vd. Kahire 1954.

46
neş 'et etmemektedir. "Doktrininin ba şlıca özellikleri, ilk sebeb'in mut-
lak birliği, mutlak hakikati, ebediyeti ve de ğişmezliğidir'n".
İskenderiye'de zuhur eden bu felsefi ve teolojik cereyan ın akisleri
Suriye okullarında da görüldü. Özellikle teolojik meselelerde büyük bir
rol oynayan ve Yunan ilimlerinin merkezi haline gelen Antakya okulu
(kuruluşu: M.S. 270) bunların başında geliyordu. Burada ö ğretilen bilim-
ler içinde E fl â t un felsefesi ve hitâbet sanat ı önemli bir yer i şgal edi-
yordu. Diğer taraftan bu okulda yap ılan teolojik araştırma ve incele-
meler neticesinde Nestûri ve Yakûbî gibi birtak ım Hıristiyan fırkaları
teşekkül etti. Daha sonra Nusaybin (kurulu şu: M.S. 320) okulunun ku-
ruluşu ile Yunan ilimleri yeniden Kuzey Suriye'de canland ı . Niha-
yet M.S. 363 de İranlılar tarafından kurulan Ruha (Urfa) okulu ile Hele-
nizmin Asya içlerine sokulmas ı sağlanmış oldu. Burada Süryâni dilinin
yanında Yunanca da mecburi olarak ö ğretiliyordu°". Bu okulda ay-
rıca Aristo felsefesi ve yeni Eflâtuncu dü şüncelerin de okutulmas ı önemli
bir yer iş gal ediyorduus. Milâdi alt ıncı asırda Kisrâ E nû ş erv an
(M. 531 /578) tarafından kurulan Cundisapur (Cundiş apur) okulunun da,
Hint ve Yunan kültürünün Iran'da süratle yay ılmasında büyük etki-
leri oldu. Yunancadan, Hintçeden ve Süryâniceden Pehlevi diline bir-
çok eserler tercüme edildi. Böylece buras ı çe şitli kültürlerin birle ştiği
ve Hıristiyan ve Mectisi dinlerinin de kar şı karşıya geldiği önemli bir kül-
tür merkezi halini aldı . Bu okulun çok uzun bir müddet ya ş adığı, hattâ
burada bulunan bilginlerden birisinin Halife M a n sûr' u tedavi etmek
üzere H. 148 /M. 765 de Ba ğdad'a davet edildi ği ve daha sonra da Ab-
basi halifeleri tarafından bu gelene ğin devam ettirildi ği rivâyet edi-
lir186 . Diğer önemli bir kültür merkezi de, şüphesiz arap fethinden çok
önce mevcut olan Harran okulu idi. Burada da yeni Eflâtuncu ve Pyt-
hagoras'cı felsefe okutuluyordu.
Müslümanlar daha Emeviler devrinde bu kültürlerle ilgilenme ğe
başladı . Yunani bilgilerle u ğraş an Y e zi d I. 'in o ğlu Hâ li d (Ölm. H.
85 /M.704)'e astronomi, t ıp ve kimyaya ait bazı tercüme eserler isnat edi-
lir"'. Müslümanlar aras ında hızla gelişen bu ilim hareketlerinin sonucun-
da Basra ve Kûfe birer kültür merkezi haline geldi. H. 132 /M. 749 da

183 Bk. De Lacy O'Leary, andan eser, s. 6-7 vd; Harry Austryn Wolfson, Philon, C. I. s.
227--9 vd., Massachusete 1948; Dr. Ya şar Kutluay, andan eser, s. 9-10.
184 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, andan eser, s. 8.
185 Bk. Hannâ'l -Feluiri ve Halil al-Cerr, anılan eser, C. II, s. 8.
186 Bk. Cemel ad -Din Ebû'l -Hasan al Ilıblir al - Ulenıti bi Akbar al-Hukemâ,
s. 71-72, Kahire 1326 /1908.
187 Bk. Prof. Dr. W. Berthold, andan eser, s. 26-27.

47
Emevi devleti dü şüp yerine Abbasilerin geçmesiyle ilim hareketlerinin
ağırlık merkezi Ba ğdad oldu. Bu devirde ilim hareketlerine kar şı ilgi
çok artt ı . Daha M ans ûr'un halifeli ği zamanında (H. 137-159 /M. 754-
775) başlayan tercüme faaliyetleri h ızla gelişti. Özellikle H. 198 /M.
813 de Me'mun'un halife olmasiyle Yunanca'dan, Pehlevice'den ve
bilhassa Süryanice'den Arapçaya bir çok eserler tercüme edildi. Daha
sonra H. 217 /M. 832 de Me'mun tarafından kurulan Beytul-Hikme'-
nin de bu alanda büyük rolleri oldu. H. 232 /M. 846 da halife olan
Müt e v ekk il tarafından da daha önce ba şlayan bu tercüme faaliyeti
büyük bir destek gördü ve böylece onun zaman ında da birçok yabancı
eserler Arapçaya aktar ılmış oldu'".
İşte böyle bir ortamda zuhur eden Mutezile mensuplar ı, kendilerini
bu yeni duruma uydurmak zorunlulu ğunda kaldılar. Böylece yabanc ı
kültürlere, özellikle Yunan felsefesine duyduklar ı ilgi gün geçtikçe arttı .
itikadi konuları sadece nakle dayanmay ıp, ayni zamanda akl ın ve fel-
sefenin ışığı altında inceleme ğe ve bunları mutlak ölçülere göre tefsir
ve te'vil etme ğe başladılar.
Gerçek şu ki, İslam dininin savunucusu olarak ortaya at ılan Mute-
zile, bu dinin gerekti ği gibi savunulmas ının ancak has ımlarının kullan-
dıkları metod ve silahlar ı kullanmakla kabil olabilece ğine inanıyordu.
İşte bu inancın bir neticesi olarak, kendilerini yabanc ı kültürlere, özel-
likle Yunan felsefesine kar şı büyük bir ilgi göstermi ş olarak görmekteyiz.
Biraz önce de söyledi ğimiz gibi, Mansûr ve Me'mun devirlerinde giri-
şilen tercüme faaliyetleri, felsefi dü şüncelerin ö ğrenilmesine duyulan
büyük ihtiyaçtan do ğmuş olması muhtemeldir. M ak r i'nin kaydetti-
gine göre, Me'mun'un hilâfetini takip eden birkaç sene içinde, Yunan-
ca'dan ve başka dillerden Arapça'ya birçok eserler tercüme edilmi ş
ve Mutezile mensupları bunları büyük bir iştiyakla okumu ş "9 ve ken-
dilerini düşmanlarma karşı savunmada, bu eserlerden edindikleri bilgi-
lerden geni ş ölçüde faydalanm ışlardır. Ş ehr ist â i'ye göre bu eserler-
den ciddi bir ş ekilde faydalanan ilk Mutezile mensubu, Yunan filozof-
larının birçok eserlerini okuyan ve onların görüşlerini Mutezile'nin
görüşleriyle ba ğdaştırma ğa çalışan Naz z âm olmu ştur 19°. Bundan
sonra onu da başkaları takip etmiş ve böylece Mutezile, felsefe ile dini
uzlaştırma ğa çalış an teolojik sistemlerin ilki olarak İslam tarihindeki
gerçek yerini alm ıştır° 91 .
188 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Iilken, islâm Medeniyetinde Tercüme ve Tesirler, s. 102-103.
189 Bk. al-Makrizi, al-Hitat, C. IV , s. 183.
190 Bk. as- Şehristâni, al-Milel, C. I, s. 53-54; Ibn Nubâte, andan eser, s. 120.
191 Tafsilat için bk. al-Hayyüt, - ıntisür, Prof. Nyberg önsözü. s. 58.

48
Mutezile 'bu tutumu ile yaln ız İslâm dinini savunmakla kalmam ış ,
fakat ayni zamanda bu dinin esaslar ını, felsefi metotlarla en iyi şekilde
açıklayan ve bunlar ı birçok yabanc ı milletlere de kabul ettirme ğe mu-
vaffak olan bir fırka olarak tebarüz etmi ştir. Mutezile'nin başlangıçta
sırf İ slâmiyeti savunmak amaciyle felsefeye yönelmi ş olduğunda şüphe
yoktur. Ancak bu davran ış , onların hayatında yeni bir çığır açtığı gibi,
düşüncelerinde de birtak ım önemli gelişme ve de ğişmelere sebep ol-
muştur ki, bunları iki noktada toplamak mümkündür:
1— Mutezile Yunan felsefesine tamamiyle vak ıf olup, bu ilmin
inceliklerine nüfuz edince, bu kültüre kar şı derin bir alâka ve a şırı dere-
cede bir sevgi duyma ğa ba şladı. Yunan filozoflarma kar şı duyulan
sevgi ve ba ğlılık gün geçtikçe artt ı. Sözlerine oldu ğu gibi inanılmağa,
hattâ ço ğu zaman bunlara din esaslar ının tamamlayıcısı nazariyle bakıl-
mağa ba şladı192. Böylece İslam tarihinde ilk defa din ile felsefenin
uzlaştırılması ve ba ğdaştırılması meselesi ortaya ç ıkmış oldu. Mutezile-
nin gerçekten büyük gayret sarfetti ği bu mesele, daha sonraları Kindi
(Ölm. Hicri 252, Milâdi 866 yılından sonra), F ar ab I (ölm. H. 339 / M.
950) ve İ bni Sinâ (Ölm. H. 428 /M. 1036) gibi de ğerli İ slam filozoflar ı
tarafından da ele al ınmış ve Mutezile'nin görü şlerine uygun olarak bu
meselenin halledilmesine çalışılmıştır.
2— Felsefeye duyulan bu yak ın ilginin bir neticesi olarak, Mutezile
yavaş yavaş teolojik meselelerden, özellikle üzerlerine ald ıkları dini
görevlerinden uzakla şmağa ve daha çok felsefi meselelerle ilgilenme ğe
haşlamışlardır. Bunun bir neticesi olarak zamanla as ıl göre-vlerini ih-
mal etmişler ve kendilerini cevher, aran ve atom gibi s ırf felsefi mese-
lelere vermişlerdir.
Görüldüğü gibi, İslâm dini ile felsefeyi uzla ştırmağa çalış an ve
kendisini aşırı derecede felsefi cereyanlara kapt ıran Mutezile, büyük
ölçüde Yunan felsefesinin tesiri alt ında kalmış '", görüşlerinin ekserisi
bu felsefenin kar ışımından meydana gelmi ş ve bu da tabiatiyle İslam kül-
türünde büyük izler b ırakma ğa sebep olmu ştur 194. Bununla beraber,
daha sonraki İslâm filozoflar ına ilk defa izleyecekleri yolu gösteren ve
onların yolunu aydınlatan bir me ş âle vazifesi gören bu fırka mensupları-
na, İslâmiyetin ilk filozofları adını verme ği ve İslâm akidesi hususunda
ifâ ettikleri de ğerli hizmetlerinden dolay ı kendilerini daima hay ırla
yâdetmeyi, layık oldukları bir hakkı yerine getirmek bak ımından
gerekli bulmaktayız.
192 Bk. De Lacy O' Leary, Arabic Thought and its Place in History, s. 123, London 1922.
193 Bk. Nicholson, andan eser, s. 369.
194 Bk. De Lacy O'Leary, Arabic Thought..., s. 123.

49
İ K İ NC İ BÖLÜM

MUTEZİLE'NİN DOĞUŞU, GELIŞMESI VE ÇÖKMESI

I— Mutezile'nin Doğuşu:
Bu sistemin do ğu şunu, ana hatlariyle şu üç kısımda inceleme ğe
çalış acağız :

1— Mutezile'nin doğduğu yer ve tarihi :

Mutezile'nin dini mânada bir ekol olarak ortaya ç ıkış tarihi kesin
olarak bilinmemektedir. Bu konuda Arap kaynaklar ından öğrenebil-
diğimiz husus, bu sistemin ilk defa Basra'da Vas ıl b. Atâ al-Gazzal' ın
Hasan al- Basrrnin meclisinden ayr ılmasiyle başlamış olmasıdır. Bilin-
diği gibi Hasan al-Basri, Hicri 110, Milâdi 728 tarihinde vefat etmi ştir195 .
Mutezile fırkasının kurucusu olan V â s ı l b. At â (Ölm. H. 131 /
M. 748) ile Amr b. Ub ey d (Ölm. H. 144 /M. 761)'in do ğum tarihleri
ise, Hicri 80, Milâdi 699 yılı 196 olduğuna göre, böyle bir fikri harekete
yirmi yaşından önce başlamış olmaları düşünülemez. Buna göre Mutezi-
le'nin, Hicri ikinci yüz yıhn başlarında 197, büyük bir ihtimalle Hicri
100-110, Miladi 718-728 y ılları arasında do ğmuş olması gerekmektedir.

İbn al-Murtadâ ise, bu tarihi daha ileriye götürerek Hz. Peygam-


ber'e kadar dayand ırmakta ve delil olarak da, Vas ıl-ın Hz. Ali'nin
oğlu Muhammed b. al-Hanefiyye (Ölm. H. 81 /M. 700 y ılından
sonra) tarafından yetiştirildiğini ve dolayısiyle Kelâm ilmini, özellikle
itizal fikrini ondan alm ış olduğunu ileri sürmektedir 198 . al-Hâ ri z-
mi (Ölm. H. 383 /M. 993) de bu görüşü teyid eder mahiyette Ebû Ha şim
Abdullah'ın, babası İbn al-Hanefiyye'nin ilmi derecesi hakk ında soru-

195 Bk. İbn. Hallikân, Vefeytit al--A'yan, C. I, s. 355, Kahire 1367/1948.


196 Bk. İbn Hallikân, ayni eser, C. III, s. 132; Yâkfit al-Hatnavi, Mu'remu'l-Udebti, C.
XIX, s. 243.
197 Bk. al. Makrizi, al-Hitat, C. IV, s. 183.
198 Bk. İbn al-Murtadâ, Tabak& al-Mu'tezile, s. 7.

50
lan bir soruya: "Bunu takdir etmeniz için sadece Va s ıl ve Amr b.
Ubeyd'in ilmi derecelerine bakmanız bile kâfidir" dedi ğini zikretmek-
tedir 199 ki, biz zahirde birbirini tamamlıyor gibi görünen bu her iki
rivâyetin de do ğruluk derecesi hususunda hakl ı olarak şüpheye düşmek-
teyiz. Bizi bu dü şünceye sevkeden sebeplerin ba şında, Muhammed b.
al -Hanefiyye'nin ölümü ile Vasıl'ın doğum tarihleri aras ında görülen
çelişik durum gelmektedir. Biz biliyoruz ki Vas ıl, H. 80 / M. 699 yılın-
da do ğmuştur. İbn al-Hanefiyye'nin ölüm tarihi ise, daha önce de i şa-
ret etti ğimiz gibi, H.81 /M. 700 ile H. 83 / M. 702 y ılları arasında
değişmektedir. Hattâ bunu H. 72 /M. 691 veya 73 /692 olarak kayde-
denler de vard ır 200 . Buna göre Vasıl'ın Kelâm ilmini veya itizal fikrini
bizzat İbn al-Hanefiyyye'den alm ış olması imkansızdır. Fakat, daha
sonra Şehristâni'Mn de teyid etti ği gibi 201 , onun bu fikri - İbn al-Mur-
tada'nın görüşü kabul edildiği takdirde - İbn al-Hanefiyye'nin o ğlu
Eb ü Ha ş im Ab dullah'dan alm ış olması akla daha uygun gelmek-
tedir.
İ bn al-Mur t a d a'mn Mutezile'nin nesebini, Vasfi, Ebti Ha şim,
Muhammed b. al-Hanefiyye ve Ali b. Ebî Talib kanallar ı ile Hz. Muham-
med'e dayandırması hususunda me şhur şarkiyatcı. Adam Mez, bu
nesebin daha sonralar ı Şiiler tarafından uydurulmu ş olabileceğini ileri
sürmekte ve buna delil olarak, Hicri dördüncü yüz y ılda bunlardan, bir
ço ğunun Mutezile mezhebine girmi ş olduğunu göstermektedir 202 .
Başka bir rivayette de, Vas ıl'ın itizal fikrini Hasan al-Basri'den alm ış
olduğu 203 zikredilmekte ve buna delil olarak da Hasan al-Basrrnin,
kaderi nefy ve adl gibi itizal prensiplerini ihtiva eden bir risâleyi Halife
Abdülmelik b. Mervan'a göndermi ş olması gösterilmektedir 2°4. Di-
ğer taraftan bizzat Vas ıl'ın da Amr. b. Ubeyd'e yazdığı bir risâlede ken-
disinin Hasan al-Basrrnin mezhebi üzere olu ğunu zikretmiş olması,
bu görüşü teyid eden ba şka bir belge olarak vas ıflandırılmaktadır2°5 .
Bu rivâyetlerin bize *etmi ş solduğu husus, Vasıl'ın, hernekadar
"Murtekib-i kebire" hususunda Hasan al-Basri'den ayr ılmış olarak
görünüyorsa da, kader meselesi gibi di ğer bazı prensiplerde onun görü-
şüne uymuş olabilece ği keyfiyetidir.

199 Bk. Ebû Bekr Resâil al-Hârizmi, s. 50, Kahire 1312/1894.


200 Bk. İbn Hallikân, Vefeyâtu'l-A'yân, C. III, s. 312.
201 Bk. as- Şehristâni al-Milel va'n -Nihal, C. I, s. 49.
202 Bk. Adam Mez, anılan eser, C. I, s. 332-333.
203 Bk. aş- Şehristâni, anılan eser, C. I, s. 47, 49.
204 Bk. İbn al-Murtadâ, al-Munye Va'l -Emel, s. 12-14.
205 Bk. İ bn Abd Rabbih, andan eser, C. I, s. 208.

51
2— Mutezile deyimi hakk ında ileri sürülen çeşitli fikirler

Mutezile'nin do ğduğu yer ve tarihi böylece tesbit ettikten sonra,


şimdi de bu fırkaya verilen çe şitli isimleri, özellikle "Mutezile" kelimesi
hakkında ileri sürülen çe şitli görüşleri inceleyelim:
Elimizdeki kaynaklardan ö ğreniyoruz ki, dini anlamda Mutezile
deyiminin ortaya ç ıkışı genel olarak üç sebebe dayanmaktad ır:
1) Vâsıl b. Atâ'nın Hasan al-Basrrnin meclisinden ayr ılarak,
arkada şı Amr b. Ubeyd ile büyük günah (Kebire) i şleyenlerin küfür
ile iman arasında mutavass ıt bir yerde (al-Menzile beyne'l -Menzileteyn)
kalıp mutlak surette ne mümin ve ne de kâfir olmad ıklarını söylemeleri
üzerine, Hasan al-Basrrnin bunlar hakk ında, "kad kavle'l-umme"
yâni Ehli islâmın görüşünden ayrıldılar demiş olması , diğer bir rivâ-
yette de, ayni sebepten dolay ı Hasan al-Basrrnin meclisinden uzakla ş -
tırılan Vâsıl için onun, "kad i'tezele anna'l-Vâs ıl" yani Vâsıl bizden
ayrıldı demesi, Vâsıl'ın ve onun gibi hareket edenlerin "itizâl edenler"
anlamına "Mutezile" adı ile andmalar ına sebep olmuştur" 6 .
Bu görüşü büyük İslam bilgini Ahmed E min'in de iş aret etti ği
gibi, birkaç yönden tenkid etmek mümkündür:
a— Vâsıl'ın veya Amr b. Ubeyd'in Basra mescidinde bir meclis-
ten diğer bir meclise intikal etmi ş olması, bir fırkaya isim olacak kadar
önemli bir olay de ğildir; böyle bir tesmiyenin arazla de ğil, fakat cev-
herle, esasla daha çok ilgili olmas ı gerekir.
b— Bu konuda râvilerin ihtilâf etmi ş olmaları da, bu görüşün za-
fiyetine delâlet eden bir sebep olarak gösterilebilir. Meselâ bunlardan
bazıları ayrılma hâdisesini Vâs ıl'a isnad ederken, baz ıları da bu olayı
Amr b. Ubeyd'e isnad etmektedir. Bundan ba şka bunları Mutezile
ismiyle ilk defa anamn, -Hasan al-Basri oldu ğunu söyleyenlerin yanı sıra,
bunu Katâde b. Diâme as-Seddûsi (Ölm. H. 117 /M. 735)'ye nis-
bet edenler de vard ır. Bu görü şü ileri süren İ bn H allik ân, bir gün
Basra mescidine giren Katâde'nin, Hasan al-Basrrnin meclisinden ayr ı-
larak mescidin bir kö ş esinde ayrı bir topluluk meydana getiren Amr b.
Ubeyd ile arkada şlarının konuşmalarını işidince -kör olduğundan-
206 Bk. Muhammed b. an-Nu'mân al-Mufid, Evâil al-Maktilât fi'l-Mezâhib -Muhtâ-
rât, s. 4-7, Tebriz 1371; M. Şerefeddin, Kaderiyye yahut Mutezile, Darulfümln Ilâhiyat Fak.
Mecmuası, sayı : IV, s. 5, İ stanbul 1930; al-Bagdâdi, al-Fark beyne'l-Firak, s. 71; al-isferâyini,
anılan eser, s. 64-65; as- Şehristâni, al-Milel, C. I, s. 48; Hannâ'l- Fâhüri ve Halil aI-Cerr,
anılan eser, C. I, s. 140-141; İbn al-Murtadâ, Tabak& al-Mutezile, s. 3; Ahmed Emin, Fecru'l-
s. 288 vd.; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile Ve Ak ıl Meselesi, A. r. Ilâhiyat
Fak. Dergisi, 1964 sayısı, s. 51, Ankara.

52
Hasan al-Basrrnin meclisi zannederek, kendisinin bu meclise kat ıldı-
ğını, fakat biraz sonra yan ıldığını anlayınca derhal oradan ayrılarak,
"bunlar ancak itizâl eden kimselerdir" dediğini ve bu tarihten itibaren
de bunlara ve bunlar gibi dü şünenlere "Mutezile" dendi ğini söylemek-
tedir207 .
e— İlmi Kelâm ile ilgili eserlerin ço ğunda muayyen bir ş ahı stan
bahsedilirken, o Mutezili bir görü şe sahiptir veya itizal ehlindendir,
ş eklinde birtakım, ifade tarzlarının kullanılmış olması, Mutezile deyiminin
belirli prensipleri bulunan bir mezhebin ismi oldu ğuna ve bu ismin bir
meclisten di ğer bir meclise intikal gibi, cismi bir hareketin çok üstünde
önemli bir anlam ta şıdığına delâlet eden di ğer bir örne ği teşkil etmek-
tedir208 .
2) İbn al-Murtadâ ise, bu ismin ç ıkışını başka bir ş ekilde ta'lil
etmekte ve Vas ıl ile arkadaşlarına Mutezile denmesinin gerçek sebebi
olarak, bunların daha önce büyük günah i şleyenler hakkında ileri sürü-
len sapık veya en az ından bid'atlıkla vasıflandırılabilecek birtakım
düşünce ve görü şlerden ayrılmış olmalarını göstermektedir 209 . Daha
önce de i ş aret etti ğimiz gibi, "Mürcie" büyük günah i şleyen kimsenin
mümin olduğunu söylemekle beraber, bu husustaki kesin hükmü âhi-
rete ertelerkçn, Hariciler'in bir kolu olan Ezarika onun kâfir oldu ğu-
ğunu söylüyordu. Hasan al-Basrrnin de bu husustaki görü şü, onun
munafık olduğu merkezinde idi. Vas ıl'ın bid'atlıkla vasıflandırılan bü-
tün bu görü şlere muhalefet ederek "büyük günah i şleyen ne mü'min-
dir, ne de kâfirdir, ancak o fas ıktır" teziyle ortaya at ılışı, kendisinin ve
onun gibi düşünenlerin "Mutezile" ismiyle anilmalarma sebep oldu.
3) al-Mes'ödi (Ohn. H. 345 /M. 456)'ye göre bu fırka mensup-
larına Mutezile denmesinin sebebi, "büyük günah i şleyenin müminler-
den ve kâfirlerden ayr ılmış olduğunu söylemelerindendir 2" ki, bu
görüşün diğerlerine nisbetle gerçe ğe daha yakın olduğu düşünülebilir.
Bunlardan ba şka çağdaş bilgilerden baz ıları da, bu deyimin çıkı-
şına ba şka bir sebep arama çabas ına düşmüş olarak görüyoruz. Mesela
Goldzihe r, bu toplulu ğa Mutezile denmesinin gerçek sebebi olarak Vas ıl
ve Amr b. Ubeyd gibi, bu fırkanın ilk kurucularının insanlardan ve dün-
ya nimetlerinden tamamiyle uzakla şarak zahidâne bir hayat ı tercih
207 Bk. İbn Hallikân, Vefeyiit al-A'yein, C. III, s. 248-249; Zuhdi Hasan Cârullah,
drıllan eser, s. 2-3.
208 Bk. Ahmed Emin, Fecru'l —İsleım, s. 288.
209 Bk. İbn al-Murtadâ, Tabakeit al-Mu'tezile, s. 5.
210 Bk. EbU'l —Hasan Ali Al-Mes'ildi, Mureıc az-Zeheb va Ma ıidin al-Cevher, C. III, s.
235, Kahire 1367/1948; Ahmed Emin, andan eser, s. 289; Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 3.

53
etmiş olmalarını göstermektedir 2". Ahmet Emin de ba şlangıçta
hern«kadar bu ismin ihtida eden Yahudi kaynaklar ından gelmiş ola-
bilece ğini ileri sürmüşse de, daha sonra bu fikrinden vaz geçmi ş olduğunu
söylemek lüzumunu hissetmiştir. 212

Genel olarak, çe şitli islâmi kaynakların "Mutezile" isminin ç ıkışı


hakkında ileri sürdü ğü fikirleri, i şte bu noktalarda toplamak mümkün-
dür. Fakat bizzat Mutezile'nin bu husustaki dü şüncesi nedir? Gerçekte
onlar kendilerine verilen bu ismi sevmediklerini ve bunu kendilerine bir
isim olarak tatminkâr bulmad ıklarını, her fırsatta "Ehl al-Adl Va't
-Terhicl" gibi başka bir ismi kendilerine yakıştırma çabas ına düşme-
lerinde görmekteyiz. Onlarr böyle bir dü şünceye sevkeden faktörlerin
başında, şüphesiz çe şitli zamanlarda bu ismin mâruz kald ığı kötü tefsir
ve yorumların yam sıra, kendilerine hücum etmek için muhalifleri ta-
rafından daima bir koz ve istinadgâh olarak kullan ılmış olması gelmek-
tedir. B a ğ d drnin onlar hakkında "Icmâ-i -Gmmet'ten ayrıldıkları
için kendilerine Mutezile dendi" 2" demesi bile, onları bu isimden so-
ğutmağa, hattâ nefret ettirme ğe kâfi gelece ğinde şüphe yoktur.

Fakat, zamanla bu deyimin kendilerine has bir isim oldu ğunu ve


bundan kurtulmamn imkâns ızlığım gören Mutezile, hiç olmazsa bu is-
min müdafaasını yapmanın, bunun fazilet ve üstünlüklerinden bahsetme-
nin çıkar bir yol oldu ğuna kanaat getirdi. İşte bundan dolayı İbn al-Mur-
tadâ, Ba ğdadVnin görü şünü şiddetle yererken, bu ismin ba şkaları ta-
rafından de ğil, fakat bizzat Mutezile taraf ından ihdas edilmiş olduğu-
nu, onların her zaman? özellikle İ slâmiyetin ilk yüz yılında daima " İc-
ma-i Ümmet" ile amel etmi ş olduklarını, ayrıldıkları hususların sadece
sapık ve gerçe ğe uygun olmayan görü ş ve dü şüncelere inhisar etmi ş
olduğunu söylemektedir " 4 ki, bununla Mutezile isminin çıkışını daha
önce de döyledi ğimiz gibi, onların her türlü bid'at ve sap ıklıklardan ay-
rılmış olmalarına bağlamak istemektedir. İbn al-Murtadâ daha sonra
Mutezile isminin faziletini ve bereketini baz ı nakli delillerle de ispat
etme ğe çalışmakta ve örnek olarak şu âyet ve hadisleri zikretmektedir:
215;
"Sizi Allah'tan ba şka taptıklarınızla bırakıp sizden ayr ıhrım...

211 Bk. Ignaz Goldziher, al-Akide va' ş-Seria Arapçaya çevirdiler: M. Yfisuf
Milsâ, A. Hasan Abdu'l-Kâdir ve Abdu'l-Aziz Abd al-Hakk, e. 100 vd., Kahire 1959.
212 Bk. Ahmed s. 289; M. Ş erefeddin, Kaderiye yahut Mutezile,
Darulfünfin ilâhiyat Fak. Mec. say ı : XV, s. 5-6; Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 3-4.
213 Bk. al-Fark beyne'l Firak, s. 71.
214 Bk. 'bn al-Murtadâ, 'Tabak& al-Mu'tezile; s. 5; al-Munye Va'l Emel s. 2, 4.
215 Meryem Süresi, âyet: 48.

54
"Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından giizellikle ayrıl "9216.
Burada o, bu ayetlerin ta şıdığı mânalar gere ğince, kendi görü ş ve dü-
şüncelerine muhalif olanların hakiki tevhid ehli olmadıklarını göster-
mek için, kendilerine "Mutezile" adını vermiş olduklarına iş aret etmek
istemektedir217 . O, ayni zamanda bu ismi, "senden uzakla ş an hayra
düşer" ve Süfyân as-Sevri'den rivâyet edilen "Benim ümmetim yetmi ş
küsur fırkaya ayrılacak; bunların içinde en do ğru yolda olanı Mutezile
fırkasıdır" hadislerinden iktisap etmi ş olduklarını da ileri sürmektedir"'.

Mutezile isminin men şei hakkında ileri sürülen bütün bu görü şler-
den şu iki sonuca varmamız mümkündür:

1) "Mutezile" deyimi ilk defa Hasan al-Basri ve talebeleri Vasfi


b. Atâ ile Amr b. tbeyd'in ş ahıslarında vücut bulmu ştur.

2) İtizal kelimesi s ırf dini meselelerle ilgili bir tabir olup, ancak -
bu konuları içine almaktadır.

Bu iki sonucun do ğruluk derecesi kanaatimizce münaka ş aya de-


ğer bir konudur. İ slam tarihi ile ilgili kaynaklar, bize bu kelimenin daha
İslâmiyetin ilk günlerinde dahi bol bol kullanılmış olduğunu göster-
mektedir ki, bundan da bu kelimenin dini vechesinin yan ı sıra, daha
önceleri siyasi bir anlamda da kullanılmış olduğunu anlamaktayız. Ger-
çekten, ba şlangıçta bu anlamda kullan ılan "Mutezile" sözü, tarafs ız bir
topluluğu ifade ediyordu. Özellikle H z . O sm a n' ın katlinden sonra mey-
dana gelen Cemel ve Sıffin savaşlarına iştirak etmeyen ve bu sava şların
kahramanları olan Hz. Ali, Hz. Aişe ve Muâviye taraflar ından hiç biri-
ne iltizam etmeyen tarafs ız kimselere "Mutezile" deniyordu 219 . Bunlar
arasında Abdullah b. Ömer b. al-Hattâb, Muhammed b. Mesleme al-
Ansari ve ()same b. Zeyd b. Harise gibi, her iki tarafa hürmet eden ve
daha çok ibadetle me şgul olan tarafs ız ve saygıdeğer müslümanlar
vardı .

Yine bu asırda Hz. Hasan ile Hz. Muâviye aras ında cereyan eden
mücadelede tarafs ız kalan, ilim ve ibadetle u ğraş an kimselere de "Mu-
tezile" adının verildiği zikredilir 22 °

216 Müzzemmil Süresi, âyet: 10.


217 Bk. M. Şerefeddin, Kaderiye yahut Mutezile, say ı XV. s. 5.
218 Bk. İbn al-Murtadâ, Tabak& al-Mu'tezile, s. 2.
219 Bk. an-Nevbahti, andan eser, s. 25-26; Ahmed Emin, Fecru'l İslam, s. 290; Ali
Mustafa al-Gni-abi, anılan eser, s. 48 vd.
220 Bk. —}Itiseyn al-Malatl, at-Tenha va'r —Radd <itti Ehli'l-Ehvâ va'l-Bida, s. 3,
Kahire 1369/1949.

55
Bütün bunlardan ö ğreniyoruz ki, bu kelime daha Hasan al Basrr-
nin ekolü te şekkül etmeden bir as ır önce de müslümanlar aras ında kul-
lanılmıştır. Bu itibarla Vasfi b. Ata'nın kurmuş olduğu fırkaya bu is-
min verilmiş olması, kanaatimizce yeni bir bulu ş olmaktan ziyade, eski
ismin yeniden ihya edilmiş bir şeklinden ibarettir221 . Daha önce bili-
nen ve özel bir anlam ta şıyan bu kelimenin, Vas ıl'ın Basra mescidinde
bir köşeden di ğer bir köşeye intikal neticesi ç ıkmış olduğuna inanmak
cidden güç bir meseledir.

3— Mutezile'nin diğer isimleri :

Mutezile'ye verilen di ğer isimlerin yek ılnu bir hayli kabarıktır.


Umumiyetle has ımları tarafından kendilerine isnad edilmi ş olan bu
isimler arasında, bizzat kendilerinin de be ğendikleri ve benimsedikleri
bazı isimler vardır. Fakat bunlar be ğenmedikleri, hattâ nefret ettikleri
diğer isimlere oranla çok az bir say ıyı ifade etmektedir. Bunlar ı özel
isimler ve mü şterek, yani bu toplulu ğun umumunui içine alan isimler
olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Biz burada özel isimler-
den bahsetmek istemiyoruz. Çünkü bunlar ya Mutezile'nin çe şitli fırka-
larından birinin özel ismi veya büyük önemi olmayan ikinci derecede-
ki inançların birinden türemedir 222 . Biz burada daha çok temel pren-
sipleriyle yakından ilgili bulunan umumi anlamdaki isimlerinden
bahsetmek istiyoruz ki, bunlar ı ehemmiyet derecelerine göre ş öyle bir
tasnife tabi tutmak mümkündür.

a) Ehl al-Adl va't-Tevhid :

Mutezile'nin en çok be ğendiği isim işte budur. Onlara göre, ilahi


adaleti ve Allah' ın gerçek birli ğini en iyi şekilde anlayan ve ispat eden
kimseler olmalar ı itibariyle, kendilerine bu büyük hizmetleriyle mütena-

221 Bu mesele için bk. W. Montgomery Watt, The Political Attitudes of the Mu'tezilah,
Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland, say ı : 1-2, s. 57, London
1963.
222 al-Makrid, al Hitat adlı eserinde Mutezile'ye verilen bu çe şit isimlerden tafsilatb bir
şekilde bahsetmi ştir. Bunların en önemlileri:
1- al-Harkiyye: Kâfirler ancak bir defa yanacaklar diyenler,
2- al Mufniyye: Cennet ve Cehennem'in sonlu oldu ğunu söyleyenler,
3- al-Vâk ıfiyye: Xur'an'm yarat ılnuş olduğu hususunda tavakkufu, susmay ı tercih
edenler,
4- al-Lafziyye : Kur'an'ın lafularımn gayri mahlbk oldu ğunu söyleyenler,
5- al-Multezime : Allah'ın her yerde, her mekânda bulundu ğunu söyleyenler,
6- al-Kabriyye : Kabir azâblm inkâr edenler.
Bk. al-Makrid, anılan eser, C. IV, s. 169.

56
sip bir isim verilmelidir. Bu da ancak "Ehl al -Adl va't-Tevhid" olabilir.
Gerçekten Mutezile bu ismi kendisine şiar edinmiş olarak görünüyor.
Esasen al-Mukbili,' a ş - Ş ehristâni 224 ve al-Makdisi ' 25 gibi
İslâm bilginleri de; onlar ın kendilerini daima bu isimle yadetmi ş
olduklarını zikrediyorlar. ad-D amiri'de, Kelâmc ılardan baz ılarının
kendilerine "Ehl al-Adl va't-Tevhid" adını verdiklerini söylüyor 226 ki,
bu sözünden sadece 1/1utezile'yi kasdetmi ş olduğunda şüphe yoktur.
İ bn al -Kayyim al-Cevziyye ise, bunlar için sadece "Ehl al-
Adl" veya "al-Adliyye" tabirini kullanırken2^7, İ bn al-Murtadâ bunu
"al-Adliyye va'l-Muvahhide" olarak tamamlamaktad ır228 . Keza, al -
K alk a ş andi Mutezile'nin kendilerini "Ehl al- Adl va't-Tevhid" ile
adlandırmalarının sebebi olarak, onların "al-Adl" sözü ile kaderi inkâr
edip, insana kendi fiilini yaratma kudreti vermi ş ve böylece Allah'a şer
isnadından Kendisini tenzih etmi ş olduklarına, Tevhid ile de, Allah'ın
bütün kadim sıfatlarını nefyetmek suretiyle O'nun hakiki birli ğini is-
pat ettiklerine inanm ış olmalarını göstermektedir 229.
Mutezile'nin bu isme bu derece büyük bir önem vermi ş olması ,
kanaatimizce bunun ihtiva etti ği güzel mânanın yanı sıra, savunduklar ı
prensiplerin en önemli iki unsurunu te şkil etmiş olmasından ileri gel-
mektedir.
Mutezile'nin kendisine yakıştırdığı ve intisap etmekle şeref duydu-
ğu diğer bir isim de, şüphesiz "Ehl al-Hakk"tır Çünkü onlara göre do ğ-
ru yolda olan sadece kendileridir; ba şkaları ise, dalâlet ve sap ıklık
içinde yüzmektedir. İşte bundan dolayı hasımlarına Cebriyye, Kaderiy
ye, Müşebbihe ve Haşeviyye gibi birtakım isimler vermişlerdir23°.

b) al-Kaderiyye :
Mutezile ayni zamanda "al-Kaderiyye" lâkabiyle de amlmakta-
dır 231 . B a ğ dâdi'ye göre, onlara bu isim "insan ın kendi fiilini takdir
223 Bk. Sgılih al-Mukbili, Şamih fi ısiir al-Hakk altı 'l-AScr va'l-Me şâyih, s. 300,
4 5-416, Kahire 1331 /1912.
224 Bk. as—şehristâni, al-Milel s. 43.
225 Bk. Şemsu'd-Din al-Makdisi, Ahsen at —Taküsim fî Ma'rifeti'l s. 37, Leiden
1324/1906.
226 Bk. Kemâlu'd-Din ad-Damiri, Haytitu'l-Hayavân al-Kübrâ, C. I, s. 12, Kahire 1324 /
1906.
227 Bk. İbn al-Kayyim al-Cevziyye, Muhtasar as-Savtlik al-Mursele alâ'l —Cehmiyye va'
1-Mum:ila, C. I, 116-117, Kahire 1380.
228 Bk. İbn al-Murtaa, Tabak:It al-Mu'tezile, s. 2.
229 Bk. Ahmed al-Kalkasandi, Subh C. XIII, s. 251, Kahire 1337 /1918.
230 Bk. al-Mukbili, andan eser, s. 300.
231 Bk. as- Şehristâni, al-Milel va'n-Nihal, s. 43.

57
ve yaratma kudretine sahip oldu ğunu ve Allah'ın kulun fiili üzerinde
bir etkisi bulunmadığını ileri sürmelerinden dolay ı, Ehli Sünnet tara-
fından verilmiştir232. M a c don ald da Kaderiyye tâbirinin "insan ın
kendi fiilini takdir etme, yaratma gücüne sahip olmas ı" fikrinden
doğmu ş olduğunu söylemekle 233 , yukarıdaki görüşü teyit etmi ş olarak
görünmektedir.
Gerçekte, Kaderiye'nin bir sistem olarak Mutezile'nin te şekkülün-
den önce kurulmuş olduğu bilinmektedir. Bu sistemi kuranlarm ba-
şında, daha önce de söyledi ğimiz gibi, Ma'bed al- Cuhani ve Gaylân ad-
Dimaşki gibi ilk Kaderiyyeciler geliyordu234. Daha sonra Mutezile
tarafından da Kader konusunda seleflerinin izledikleri yolun izlenmesi,
ayni zamanda Gaylân ad-Dima şki'nin de kendilerinden oldu ğu tezinin
ortaya atılması, bu fırka mensuplarına "al- Kaderiyye" adının veril-
mesine sebep oldu. İşte bundan dolayı Bağdadi ve İbn Kuteybe Kaderi-
riyye ve Mutezile'den bahsederken, daima bunlardan bir f ırka gibi hah-
setmişler ve aralarında hiçbir fark bulunmad ığını söylemişlerdir 235 .
Mutezile ise, bu ismi şiddetle reddetmekte ve bunun, Kaderin-ha-
yır veya şer - Allah'tan oldu ğunu söyleyenlere itlâk olunmasm ın daha
doğru olacağını ileri sürmektedir 236. Başka bir deyimle Mutezile,
Allah'a kaderi isnad edenler, O'ndan bunu nefyedenlerden daha çok bu
lâkaba lâyıktır 237 derken, İ bn Kuteybe de Allah'tan kudreti
selbedip kula vermi ş olmalarından dolayı, bunların Kaderiyye lâkabiy-
le amlmalarmın zorunlu oldu ğunu söylemekte ve bu görü şünü, "bir şeyi
kendi nefsine isnad eden kimse, onunla andmal ıdır" sözüyle perçinle-
mek istemektedir238.

Mutezile'nin bu isimden nefret etmesinin di ğer bir sebebi de, Hz.


Peygamber'den rivâyet edilen "Kaderiyeciler bu ümmetin Medisileri-
dir; onların hastalarını ziyaret etmeyin; öldükleri zaman da cenazelerin-
de bulunmayın" 239 meâlindeki hadisdir. Baz ı rivâyetler bu hadisin

232 Bk. al-Bağdâdi, al-Fark beyne'l-Firak, s. 71.


233 Bk. D. B. Macdonald, Development of Muslim Theology... s. 128.
234 Bk. al-FIayyüt, andan eser, s. 127; İbn al-Murtadâ, Tabakeit s. 17.
235 Bk. al-Bağdâdi, Kira Usul ad-Din, C. I, s. 94, 135, 137, 142, 146, 176, İ stanbul 1346;
al-Fark beyne'l-Firak, s. 20, 56, 62, 71, 72, 74, 94; İbn Kuteybe, Kitdb al-Madrif, s. 207.
236 Bk. Ebü'l -Hasan Ali b. isruâil al-E ş'ari, Kitabu'l — İbiine an Usul ad—Diyâne, s. 61.
Haydarabâd 1367/1948; a ş-Şehristâni, al Milel va'n Nihal, C. I, s. 43.
237 Bk. al-Eş'ari, s. 61.
238 Bk. İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis, s. 98.
• 239 Ilk. al-Eş'ari, al-İbâne, s. 61; a ş - Şehristâni, va'n Nihal, C. I, s. 43; İbn Ku-
teybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hartis, s. 96, 98; al-Kalka şandi, andan eser, C. XIII, s. 251.

58
taşıdığı m.ananın, "iyilik Allah'tan, kötülük kuldand ır" veya "iyiliği
Allah, kötülüğü de şeytan yarat ır" diyen Mutezile'ye uydu ğunu,
çünkü onlar bu sözü söylemekle Dualistler (Seneviyye)' in ve Medisiler'in
bu konudaki görü şlerini benimsemiş olduklarını ve bundan dolayı da
kendilerine Mecasi veya Seneviyye lakab ının verilmiş olduğunu zik-
retmekteclir"°. İşte Mutezile'nin" Kaderiyye" ismini şiddetle reddet-
mesi, daha çok kendisini Mecasilik isnadından kurtarma çabas ından ileri
gelmiştir. -
Mutezile'nin bunlardan ba şka, "al-Cehmiyye" 241, "al- Muattile" 242,
"al-Havıiric" 243 ve "al- Vaidiyye" 244 gibi daha birçok isim ve lakapları
vardır. Fakat daha önce de söyledi ğimiz gibi, bunların içinde en çok
beğendikleri ve kendilerine isim olarak lay ık gördükleri sadece "Ehl
al-Adl va't - Tevhid" ile "Mutezile" deyimlerinden ibarettir. Bilindi ği
gibi, bunlardan birincisi bizat kendileri taraf ından ihdas edilmi ş ,
diğeri ise başkaları _tarafından kendileiine verilmi ştir; fakat bu isimden
kurtulma ümidini kesince, bütün güçleriyle bunun savunmas ını yapmışlar
ve fazilet ve bereketinden bahsetmi şlerdir. ,
Sonuç olarak şunu söyliyebiliriz: İnsanın sosyal yap ısına hâkim
olan birtakım prensip ve kurallar, fertlerin en çok sevdikleri isim veya
lâkaplarla anılmalarını gerektirdi ğine göre, Islam toplulu ğunda büyük
bir yer işgal eden bu sistemin de ikiden fazla ismi bulunmad ığını söyle-
mek gerekir. Bunlar da, "Mutezile" ve özellikle " Ehl al-Adl va't-Tev-
hid"dir .

II— Mutezile'nin Geli şmesi ve Çökmesi:

Mutezile isminin menşei ne olursa olsun, dini bir sistem olarak Bas-
ra'da doğduğu kesin olan itizali fikirler süratle geli şti. Daha Emevi-
ler devrinde bile baz ı halifeler bu fikirlerin tesiri alt ında kaldı.
Bu cümleden olarak, Emevi hanedanı= son Halifeleri Ye z i d b.
al:Velid (01m. H. 126 /M. 743) ve Mer v an b . Muhammed (hilafet

240 Bk. andan eser, C. IV, s. 169; İbn Kuteybe, Te'vil, s. 5.


241 Bk. İbn Teymiyye, Kitetb Bugyet al-Murtâd fi'r —Redd alâ'l-Mutefelsife vâ'l-Karâmita
va'l -Bâtudyye, s. 67, 68, 69, Kahire 1329; İ bn Kayyim al-Cevziyye, as-Savâik al-Mursele, C.
I, s. 158, 177; Cennilu'd-Din al-Kâsimi, Tarih al-Cehmiyye va'l -Mu'tezile, s. 44, Kahire 1331.
242 Bu konu için bk. aş- Şehristâni, Kittib Nihâyet artkdâm fi —Kelâm, Alfred Gu-
illanme ne şri, s. 123, London 1934; İbn al —Esir, andan eser, C. V. s. 171; İbn Kayyim, as-Sa-
C. I, s. 116.
243 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser, s. 9.
244 Bk. al-Hayyât, anılan eser, s. 126.

59
süresi: H. 127-132 /M. 744-749) bu mezhebi resmen kabul etmi ş idi245 .
Esasen Mervân, Kur'an' ın yarat ılmış olduğu ve Kalder'in nefyi gibi
konulardaki dü şüncelerini daha önce Ca'd b. Dirhem'den alm ış oldu-
ğundan, ona nispetle kendisine "Mervân al-Ca'di" de deniyordu 246.

Eınevi devleti yıkıhp yerine Abbasî hilafeti geçince Mutezile'nin


durumuda önemli geli ş meler oldu. Eb ii. Ca'fer al-M ansiir'un
hilafeti (H. 136-158 /M. 753-774) s ırasında bizzat Halife tarafından des-
tek gören bu fırkanın nüfuzu, Mehdrnin hilâfete (H. 158-169 /M.
774-785) geçmesiyle k ırılır gibi oldu. Çünkü bu Halife muhaliflerin,
özellikle Zanadika'n ın amansız düşmanı' idi. Bu yüzden Salih b. Abd-
al-Kuddils (01m. H. 167 / M. 783) ve zaman ın meşhur şairi Be şşâr b.
Eiird (01m. H. 168 /M. 784) gibi birçok kimse öldürüldü 24j.

H âr un er- R e ş d hilafet makamım eline geçirince (H. 170-193 /


M. 786-808), Mutezile yeniden geni ş bir nefes almağa muvaffak oldu.
Onun zamanında Yahya b. Hamza al-Hadrami (01m. H. 183 /
M. 799) gibi meşhur bir Kaderiyeci Şam kadılığına tayin edildi 248 .
Bundan başka Reşid itizal fikirleriyle mâruf birçok ş ahsiyeti etrafında
toplıyarak, onların fikirlerinden istifade etti. Mutezile her ne kadar bu
hükümdarın zamanında geniş bir selahiyet ve .kudrete sahip olarak
—hattâ hasımlarından hanların' sürgün ettirebilecek derecede — görünü-_
yorsa da, gerçekte onlar kendi fikir ve görü şlerini açıkça yaymağa cesa-
ret edemiyorlardı . Buna sebep Halife'nin gerçekten dindar olmas ı, din
ve akideyle ilgili hususlarda büyük bir titizlik göstermesi idi 249. Bunun-
la beraber, Re şid'in onlara gösterdi ği yakınlık sayesinde saray'a kadar
nüfuz etme ğe muvaffak oldular; böylece müslümanlar aras ındaki şöh-
ret ve kuvvetleri de bir hayli artm ış oldu. Fakat Halife Emin tahta
geçince (H. 193-198 /M. 808-813), Mutezile daha önce sa ğladığı nüfu-
zundan birçok şeyler kaybetti. Çünkü Emin dini meselelerde baba-
sından daha çok titiz ve bu konularda asla müsamaha göstermeyen
bir hükümdar idi; hattâ onun zamamnda Zanadika'dan birçok kimse
hapsedilmiş ve bunlardan baz ıları da çeşitli ceza ve işkencelere maruz

245 Bk. M. Şerefeddin, Kaderiyye Yahut Mutezile, Darulfünfin ,Fak. Mec. sayı :
XV, s. 6; Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, C. III, s. 90.
246 Bk. İbn al-Esir, anılan eser, C. V, s. 171, 174.
247 Bk. Ahmed b. Ca'fer Tarih al-Yakdhi, C. II, s. 482, Leiden 1302 /1884;
at-Taberi, Tarilıu'l—Umem, C. VI, s. 389-390; ad —Da ıniri, anılan eser, C. I, s. 27; Ilmi
anılan eser, C. I, s. 247-248.,
248 Bk. az-Zehebi, anılan eser, C. III, s. 285.
249 Bk. Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 161 vd.; al-Hatib al-Ba ğdâdi, Tarih Bağ-
ddd, C. VII, s. 64.

60
kalmıştı 25°. Mutezile'nin içinde bulunduğu bu kritik durum, Emin'in
öldürülüp yerine karde şi Me ' m ün (Ölm. H. 218 / M. 833)'un geçmesiyle
(H. 198 /M. 813) sona erdi.
Hicri 198-232, Miladi 813-846 yılları arası Mutezile'nin alt ın çağı
oldu. Özellikle Me'mun gibi bir halife'nin Mutezile'yi resmen mezhep
edinmesi, itizali fikirlerin esasl ı bir surette müslümanlar aras ında yayıl-
masını sağladı" 251 . Bu devirde Eb û Huzeyl (Ölm. H. 235 /M. 849),
Bi ş r b. Mu'temir (01m. H. 210/M. 825), Nazzam (Ölm. H. 231/
M. 849), C all ı z (Ölm. H. 255 /M. 868) ve Cubb ai (01m. H. 303 /M.
915) gibi de ğerli bilginler yetişti. Bunların, özellikle Sümâme b
E ş res (01m. H. 213/M. 828), Elya Huzeyl ve Kad ı Ahmed b.
Ebi Du' â d (Ölm. H. 240 / M. 854) gibi me şhur Mutezile bilginlerinin
tesiri altında kalan Me'mun 152 , ilk defa H. 212 /M. 827 yılında Kur'an-
ın yaratılmış olduğu fikrini kabul etti ğini resmen ilan etti. Bundan bir
müddet sonra, yani H. 218 /M. 833 yılında da bütün müslümanlar ı bu
fikri kabul etme ğe zorlaması 2" ve bu konuda bazı alimleri sorguya çek-
mesi, Islam tarihinde ilk defa"mihne"ad ı verilen acı ve ızdıraph bir dev-
rin başlamasına sebep oldu. Bu meseleden dolay ı sorguya çekilen, çe şitli
ceza ve işkencelere maruz b ırakılan ilim adamlarının başında Ahmed
b. Hanbel (01m. H. 241 /M. 855) geliyordu. Bu zat, Kur'an' ın ınahla
olduğu fikrini kabul etmemesi sebebiyle türlü i şkencelere maruz kalmış,
hattâ bir ara parangaya dahi vuzulmu ştur. Her sorgu aras ında kırbaç-
lanmak suretiyle 28 ay devam eden bu durum, ancak Alütevekkil'in
hilafeti ile son bulmuştur254.
Me'mun'dan sonra halife olan Mu't as ı m (H. 218-227 /M. 833—
841) da selefinin yolunda yürüdü. Esasen Me'mun kendisine daha önce,
Kur'an'ın mahlük olduğu fikrini müslümanlar aras ında yaymağa de-
vam etmesini ve her i şinde, özellikle bu konuda Ahmed b. Ebî Du'âd'a

250 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah andan eser, s. 162.


251 Bk. Corei Zeydân, Medeniyet-i islâmiyye Tarihi, Çeviren: Zeki Megâmiz, C. III, s.
283-286, İ stanbul 1328-1330; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu; Mutezile Ve Ak ıl Meselesi,
Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fak. Der. 1964 say ısı, s, 52, Ankara.
252 Bk. aş-Sehrist'âni, al-Milel va'n —Nihal, C. 1, s. 70, 71; al-Ba ğdâdi, al-Fark beyne'l-
Firak, s. 103; ad —Damiri, andan eser, C. I, s. 72; İbn Hallikân, aynı eser, C. I, s. 64; al-Hatib
al-Bağdadi, Tarih Bağdat!, C. IV, s. 142; as-Subki, Tabakât aş- şafiiyye al-Kübrâ, C. I, s. 206,
Kahire 1324.
253 Bk. as-Subki, andan eser, C. I, s. 218.
254 Bk. Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, - İlel va Ma'rifeti'r-Ricâl, Dr. Talat
Koçyiğit önsözü, C. I, s, 8, Ankara 1963; İbn al-Cevzi, Menâkib al- İmam Ahmed b. Hanbel,
s. 315, 317, 400, Kahire 1349; az- Zehebl, Duvel al-islam, C, I, s, 102, Haydarabâd 1337; Zuhdi
Hasan Cârullâh, anılan eser, s. 169 vd; Ahmed Emin, Dultıt'l İslam, C. III, s. 178 vd.

61
geniş ölçüde itimat etmesini vasiyet etmi şti255 . Böylece Mu'tas ım, kar-
deşinin vasiyetine de uyarak devletin en yüksek kademelerine Mutezi-
le'ye mensup kimseleri getirdi; devletin idaresinde onlar ın görüş ve
fikirlerine ön planda yer verdi. Ahmed b. Ebi Du'ad' ı Kad-ı. Kudât
makamına getirmesi ve onun bilgisi dışında hiçbir işi yapmaması256,
bu zatın devlet içinde büyük bir nüfuz ve kudret sa ğlamasına sebep
oldu. Gerkeçten Ahmed b. Ebf Du.'ad' ın Mu'tasım üzerindeki nüfuzu,
Me'mun'la kıyaslanamıyacak kadar büyüktü. Böylece, Me'mun'un
devrinde ba şlayan ve özellikle bu zat ın büyük bir rol oynadığı "mihne"
devrine bütün şiddetiyle devam edildi.
Halife V â s ı k'm devri (H. 227-232 /M. 841-846) ba şladığı zaman,
Mutezile'nin kuvvet ve kudreti zirvesine ula şmıştı . Vasık'ın da selef-
leri gibi Mutezile'nin tesiri alt ında kalması, bütün gücüyle itizali fikir-
leri desteklemesi ve bilhassa Ahmed b. Ebi Du'ad' ın teşvikiyle selefleri.
ni aratacak şekilde "mihne" yi meydana getiren olaylara devam et-
mesi, müslümanlar arasındaki huzursuzlu ğun artmas ına ve kendisine
karşı duyulan nefretin ziyadele şmesine, hattâ halk taraf ından kendisi-
nin tekfir edilmesine bile sebep oldu 257. Bu yüzden devlete, özellikle
Halifeye karşı bazı kıyam hareketleri vuku bulmu ş ise de, bunlar zama-
mnda meydana çıkarılarak, daha çok büyüme ğe fırsat verilmeden bas-
tırıldı ve müsebbibleri de en şiddetli cezalara çarpt ırıldı .
V â s ı k'ın Hicri 232, Miladi 846 yılında vefat etmesi ve yerine
Mütevekkil'in geçmesi (H. 232-247 /M. 846-861) ile Mutezile'nin parlak
devri sona ermi ş ve böylece de onun çökü ş devresi baklam ış oldu2 58 .
Esasen, Mutezile'nin bu devirde Halifeler üzerinde kurma ğa muvaffak
olduğu baskının bir sonucu olarak, itizâli fikirlerin kabul edilmesi için
geniş halk kitlelerinin zorlanmas ı, devletin resmi organları vasıtasiyle
halkın buna mecbur kılınması ve bilhassa bu yolda baz ı Islam bilginleri-
ne karşı çeşitli ceza ve i şkencelerin uygulanmas ı, müslümanların itizali
prensiplerin kar şısında durmasına ve bu dü şünce sahiplerinden uzak-
laşmasma sebep olmuştu. Özellikle Hicri 300, Miladi 912 y ılına doğru
Eb û'l Hasan al-E ş 'arl (01m. H. 330 /M. 441) gibi de ğerli bir ilim
adamının 259 itizalden vazgeçip Sünni bir sistem olan E ş'ari ekolünü
kurması, Mutezile için gerçekten a ğır bir darbe oldu.
255 Bk. ad-Dn-airi, andan eser, C. I, s. 73; İbn Hallikân, andan eser, C. I, s. 67.
256 Bk. İbn Hallikân, anılan eser, C. I, s. 67.
257 Bk. Ebu'l -Hasan Ali al-Mes'ûdi, at-Tenbilı va'l-hrtıf, s. 361, Leiden 1311 /1893;
İ bn al-Esir, andan eser C. VII, s. 8.
258 Bk. Ahmed Emin, Zuhru'/- İsliim, C. I, s. 38 vdd. Kahire 1365; Zuhdi Hasan Cârullah,
anılan eser, s. 179 vdd. •
259 Es'arrnirı hal tereümesi için bakuuz: İbn Hallikân, anılan eser, C. II, s. 446-447.

62
Bundan sonra Mutezile hernekadar zaman zaman varl ığını his-
settirme ğe muvaffak olmu şsa da, bu uzun bir müddet devam etmedi.
Bu cümleden olarak, Hicri 4. yüz y ılda Şii olan Büveyh o ğullarmın ha-
kimiyeti ele alarak Halifeler üzerinde nüfuz kurmalar ı260, Mutezile'nifir
nüfuzunun yeniden canlanmas ına sebep oldu. Bu devirde baz ı şii akide-
lerine de uyan Mutezile, Ummân, Bahreyn, H ılzistan ve özellikle Irak
gibi bazı ülkelerde geniş bir halk kitlesinin deste ğini kazanmağa ve nüfu-
zunu buralarda da yayma ğa muvaffak oldu. Mutezile mezhebi üzerine
amel eden Büveyhi Sultan' A diid a d-D evle (01m. H. 372 /M. 982)'-
nin, S hib b . Abbâ d (Ölm. H. 385 /M. 995)'ı vezâret makam ına getir-
mesiyle Mutezile'nin şöhreti büsbütün artt ı261 . Çünkü son derece
otoriter bir idare sistemi kurma ğa muvaffak olan bu vezir, babas ı
al-Hasan b. Abb ad b. Abbas'tan ald ığı 262 itizal prensiplerine inan ı-
yor ve bunları bütün gücüyle yaymağa çalışıyordu. Onun kuvvetli
deste ği sayesinde Mutezile daha önce kaybetti ği ş öhret ve itibarına ye-
niden kavuştu. Mutezile mensupları devletin en yüksek kademelerine
getirildi. Böylece Büveyhilerin merkezi say ılan Rey, daha önce Me'-
mun ve Mu'tasım devirlerinde Ba ğdad'a hakim oldukları gibi, Mutezile-
nin hükmü altına girmiş oldu. Fakat Mutezile'ye hiçbir zaman Ahmed
b. Ebi Du'ad'f aratmam ış olan Sahib b Abbâd ölünce, itizali cereyan
yeniden gözden düştü. Buna ilaveten Buveyhilerin de zay ıflamağa baş -
laması ve bunu fırsat bilen Halife al-Kadir Billâh (01m. H. 422 /
M. 1030)'ın da Mutezile'ye kar şı cephe almas ı, hattâ onları her fırsat-
ta tekfir etmesi 263 bu sistemin çökü şünü hızlandıran âmillerden biri
oldu.
Diğer taraftan. Sünni olan Gazneli Mahmud (01m. H.421 /
M. 1030)'un da, H. 420 /M. 1029 yılında Büveyhilerin Merkezi say ılan
Bey'i işgal ederek, bu şehrin emin olan F ahr p,dLDevle'nin o ğlu
Me c d a d-De vle'yi bertaraf etmesi 264, sünniliğin hakiki bir zaferi,
itizali sisteminde bir hezimeti oldu. Burada bulunan Mutezile mensup-
ları Horasan taraflarma hattâ felsefe ve ilm-i nücû'm
gibi aldi ilimlerle ilgili bütün 'eserler yak ılmak suretiyle imhâ edildi265 .

260 Bk. Prof. Dr. W. Barthold-Prof. Dr. Fuad Köprülü, isltim Medeniyeti Tarihi, s.
48-49; Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser. s. 212.
261 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Mutezile ve Ak ıl Meselesi, ilüh. Fak. Der. s.
52. •
262 Bk. Yükut al-Hamavi, Mucem al-Udeb ıl C. VI, s. 172, 247.
263 Bk. al-Hatib al-Bagdüdi, Tarih Bağdad, C. IV, s. 37 vd.
264 Bk. Ibn al-Esir, anılan eser, C. IX, s. 261. P .
265 Bk. Ayni eser, C. IX, s. 262; Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 213.
Fakat Selçuklu Sultan Tu ğ rul Bey (ölm. II. 455 /M. ..1063)'-
in H. 429 /M. 1037 de Rey'i i ş gal etmesi ve H. 447 /M. 1055 y ılında da
Bağdad'a kadar ula şmak 266 suretiyle nüfuzunun Islam ülkesinde art-
"nam, Mutezile'nin de yeniden y ıldızının parlamas ına sebep oldu. Bu
hususta en büyük rolü, şüphesiz Tuğrul. Beyin veziri Amid al-mülk Ebâ
Nasr Muhammed b. tMansûr al-Künderi (Ölm. H. 456 /M. 1063) oyna-
Ilişti. Zira Tuğrul Beyin nezdinde büyük bir yeri ve kıymeti olan bu
vezir, Mutezile mezhebinin en hararetli müdafilerinden biri idi. Bu
sebeple, bir taraftan Mutezile mensuplar ım devletin en yüksek kademe-
lerine getirirken, di ğer taraftan da EU Sünnet ve bilhassa E ş'ari'ler
aleyhinde hareket ediyor ve onları lânetlemek için mimberlerde hutbe
ler verdiriyordu. 267 Böylece Horasan'da ba şlayan Mutezile- E ş'ari'ler
mücadelesi, kısa bir süre içinde Horasan, Şam, Hicaz ve Irak'a da sira-
yet etti. E ş'ari büyüklerinin türlü ceza ve i şkencelere maruz b ırakıldığı
bu büyük fitne, H. 455 /M. 1063 yılında Alp Arslan (Ölm. H. 465 /M.
1072)'ın saltanat ı eline geçirmesi ve gözden dü şen Amid al-mülk'ün
de H. 456 /M. 1063 yılında feci bir şekilde öldürülmesi ile sona erdi 268 .

Bu tarihten itibaren E ş'arilik yeniden canlanma ğa ve büyük


bir hızla yayılmağa başladı . Zira Alp Arslan' ın vezarete getirdi ği Ni zâm
al-Mülk (Ölm. H. 485 /M. 1092) koyu bir E ş 'ari oldu ğu
ilme ve ilim adamlarına büyük bir de ğer veren bir zat idi. Bu sebeple
Imam al-Haremeyn al- Cüveyni (01m. H. 478 /M. 1085) ve E bil H â
mid al-Gaz z alt (01m. H. 505 /M. 1111) gibi, E ş'ari okuluna mensup
olan ilim adamları büyük ölçüde onun destek ve yardımlarına mazhar
oldular. Bunlar ın yanı sıra, Ba ğdad ve Niş abilr'da kurdu ğu Nizâ-
miyye medreseleri gibi, Sünni ve özellikle E ş'ari sistemleri üzerine ö ğ-
retim yapan daha birçok medreseler in ş â ettirdi270. Böylece
devletin resmi mezhebi haline geldi. Art ık Sünniliğe mağlup oldu-
ğunda şüphe olmayan ve Sünni sistemin yaygın bulunduğu Bağdad ve
civarında tutunmas ı imkansız hale gelen itizal hareketleri, Harizm ta-
raflarına kaydı. Burada Mutezile mezhebinin yay ılmasında, ilim ve faz-
la ile şöhret yapmi ş olan Mahmtı d b. Cerir al-Isfahani (01m. H.
507 /M. 1113 ) büyük bir rol oynadı . Onun bu hareketi, daha sonra ö ğ-
rencisi Mahmüd az-Zamah ş eri (Ölm. H. 538 /M. 1143) tarafından

266 Bk. İbn Hallikân, anılan eser, C. II, s. 64 vd. Kahire 1275.
267 Bk. as-Subki, anılan eser, C. II, s. 270; İbn al-Esir, anılan eser, C. I, s. 21.
268 Bk. İbn al-Esir, anılan eser, C. X, s. 18-21.
269 . Bk. ,yas-Subki, anılan eser, C. III, s. 137.
270 Bk. Ayni eser, C. III, s. 90.

64
devam ettirildi 271 . Zamah şeri, bu konuda ifâ etti ği büyük hizmetleri-
nin yanı sıra, "al - Keşşâf art Hakâik Gavâmiz at - Tenzil" adlı büyük
tefsirini de itizâl prensiplerine uygun olarak te'lif etti 272 .
,

Mutezile reislerinin sonuncusu olarak, bundan birkaç as ır sonra


Hârizm'de itizâli fikirlerin yay ılmasına çalış an ve Timurleng'in yakın
arkada şı bulunan me şhur bilgin Abd al- C ebb âr b. Abd Allah
al-H â ri z mi (01m. H. 805 /M. 1402)'yi görüyoruz. Daha sonra da iti-
zâli cereyanların Sia'nın 273 bir kolu olan Zeydiyye tarafından kısmen
yiirütüldü ğü anla şılmaktadır. İbn al-Murtadâ (01m. H. 840 /M. 1436)
gibi bir Zeydi imamının, Mutezile'yi savunmas ı ve yaymak istemesi
de bu gerçe ği teyid etmektedir. Bugün dahi Sia'nı n ve özellikle Yemen'-
de yayg ın bulunan Zeydiyye'nin baz ı önemli itizâli fikirleri ya ş attığı
bilinen bir gerçektir 274 .

İşte Mutezile böylece do ğup gelişti; daha sonra da u ğradığı çe şitli


baskı ve hücumlara dayanamay ıp, bir sistem olarak tarihe kar ıştı . Mu-
tezile'nin yıkılışının gerçek sebeplerini ö ğrenmek istersek, bunlar ı başka
yerde de ğil, fakat yine bu sistemin içinde aramam ız lazımdır. Düşünce
özgürlü ğünün savunucusu olarak ortaya ç ıkan bu fırka mensupları,
daha sonra bunu kendileri gibi dü şünmeyenler ve onların izinde yürü-
meyenler için çok gördüler. Me'mun gibi, baz ı halifelerin himâyesinde
mezheplerini müslümanlara zorla kabul ettirme çabas ına düştüler. Ken-
dilerine kar şı gelmek cesaretini gösterenler için en şiddetli ceza ve i ş -
işkenceler uygulandı . İ slam tarihinde ilk defa "mihne" denilen acı ve
ızdırablı bir devir ortaya ç ıkmış oldu. Müslümanlar, bunun bir sonucu
olarak iki z ıd kutba ayr ıldı : Bunlardan biri aklı ön plânda tutarak, dini
hükümleri buna göre te'vil ve tefsir etmeye çal ışırken, di ğeri de, naklin
her ş ey oldu ğunu ve Kur'an' ın ezeliyetini bütün gücüyle savunuyordu.
Bu durumun, İ slâmiyetin varlığı için ciddi bir tehlike arzetti ği bir sı -
rada, Mutezile'nin dü şmanı olarak bilinen M üt ev e kkil'in hilâfet
makamına gelmesiyle ikinci gurubu te şkil eden Sünni sistem büyük bir
hâmi bulmuş ve birinci gurubun mümessili say ılan Mutezile'nin de kara
günleri ba şlamış oldu. Böylece, onların bir zamanlar Sünnili ğe karşı

271 Bk. Celal ad-Din as-Suyüti, Bugyetu'l- Vuâ' fî Tabak& al-Lugaviyyin


s. 386-388, Kahire 1326/1908.
272 Bk. Hannâ'l-Fahûri ve Halil al-Cerr, anılan eser, C. I, s. 166.
273 Şla ve Mutezile ilişkisi için bakınız: W. Montgomery Watt, the Political Attitudes of
the M n'tezilah,
JRAS, 1963 April, s. 49-51.
274 Bk. Hannal —Fahnri ve Halil al-Cerr, anı lan eser, s. 166; Zuhdi Hasan Cârullah,
anılan eser, s. 218-220; Doç. Dr. İ brahim Agâh Çubukçu, Mutezile ve Ak ıl Meselesi, Ankara
Üniversitesi Hah. Fak. Der. 1964 say ısı , s. 52 vdd.

65
kullanmış oldukları baskı ve işkence siyaseti, şimdi de muhalifleri tara-
fından kendilerine kar şı kullanılmağa başladı . Başka bir deyimle Mute-
zile artık ektiğini biçme ğe başlamıştı 2".

Kendisine kar şı girişilen bu misilleme hareketlerine uzun müddet


dayanamayan Mutezile, en sonunda, prensiplerini savunurken uygula-
dığı metodun kurban ı olarak tarihe intikal etti. Fakat bu sistemin
İslam düşüncesine kazand ırmış olduğu gerçekler, günümüze kadar devam
edegelmiş ve bunlar İ slam düşünürlerinin en kıymetli hazineleri olmu ş -
tur.

275 Bk. Hann81-Fiikari ve Halil al-Cerr, antlan eser, C. I, s. 165-166; Ahmed Emin,
Duha'l-İsliim, C. III, s. 198 vdd.

66
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MUTEZILE'NIN KEL:4,MI GÖRÜ ŞLERI

I— Mutezile'nin Beş Prensibi:

İşte yukarıdanberi do ğuşunu, gelişmesini ve çökü şünü izah etti ği-


miz Mutezile mezhebinin başlıca kelâmi görüşleri arasında, özellikle beş
prensip diye anılan meseleler önemli bir yer iş gal eder. Bu be ş prensi-
bin konuları şu meselelerdir: 1— at-Tevkid, 2— al-Adl, 3— al-Va'd va'1-
Vaki, 4— al-Menzile beyne'l-Menzileteyn, 5— al-Amr bi'l -Ma'rtıf va'n
—Neyh ani'l -Münker.
, Şimdi bu beş prensibi birer birer Mutezile aç ısın-
dan inceliyelim:

1— at-Tevhid :

Mutezile, tevhid meselesine en çok önem veren Kelâm okuludur.


Onlara göre Allah birdir, e şi ve benzeri yoktur. Allah' ın bir olması ve
p'nun kadim bulunması, Allah'a mahsus en özel bir s ıfattır.E ğer Allah'ın
kıdemi hâricinde O'na çe şitli sıfatlar isnad edilirse, birçok tabii varl ık-
lann mevcudiyeti kabul edilmiş olur ki, bu da Allah' ın birliği gerçe ğine
aykırı olur. Allah, bu alemi yoktan yaratm ış ve her şeyin ilk prensibi
olmuştur. Bu ilk prensibin nedeni ve sebebi yoktur. Allah sebepsiz ola-
rak var oland ır. O'nun s ıfatları beşerin sıfatlanna asla benzemez. E ğer
böyle bir benzetme yap ıhrsa, Allah'la kul aras ında müş abehet has ıl
olur. Bu sebeple Mutezile, Allah'a mahsus di ğer zati sıfatları te'vil et-
me yoluna sapmıştır. Mutezile'ye göre Allah zatiyle haydıt, zatiyle
semi'dir, zatiyle basir'dir, zatiyle kadir'dir, zatiyle mürid'dir ve zatiyle
âlimdir 276 Kur'an'da geçen Allah' ın bu sıfatları, Allah'ın zatının dı-
.

şında kabul edilirse, çe şitli kadimlerin, yâni çe şitl ilâhlarm varlığı da

276 Bk. al-Cuveyni, Kitâb neşredenler; Dr. M. Y0suf Müs5 ve AB Abd al-Mun'im
Abd al--Hamid, s. 79, Kahire 1369 /1950.

67
kabul edilmiş olur. Böyle bir faraziye ise tevhid sistemine ayk ırıdır.
Öyle ise Allah'ın kıdemi hariç, diğer zati s ıfatları te'vil etmek zaruridir 277 .

Mutezile'nin böylece anladığı zati sıfatlar, Kelâm okullar ında çeşitli


münaka ş alara ve münazaralara sebeb olmu ştur. Daha önce de i şaret
ettiğimiz gibi, Mutezile'den önce gelen Selefiler Allah' ın sıfatları hakkın-
da tefsir ve tevile giri şmekten çekinmi şlerdir. Hattâ Allah' ın, müte ş âbih
ayetlerde geçen el, yüz ve istivâ gibi s ıfatları hakkında soru sorulma-
sını bile bid'at saymışlardır. Selefiler Allah' ın sıfatlaarım olduğu gibi
kabul ederlerdi.

Fakat İslam alemine sızan felsefi dü şünceler ve yabanc ı fikirler


neticesinde, Kelâmc ılar Allah'ın sıfatları hakkında ileri sürülen görü şler
üzerinde durmak zorunda kald ılar. Hatta okadar ki fakih olan E bû H a-
n if e (01m. H. 150 /M. 767) bile, al-Fıkh al-Ekber adlı eserinde Allah' ın
sıfatları üzerinde fikirler yürüttü. Allah' ın zati s ıfatlarının O'nun ayni
de, gayri de olmadığım söyledi278 .

Ebû Han if e'nin tohum halinde ekti ği bu fikri, daha sonra Ehli
Sünnet Kelamcılarından E ş ' ari (Ölm. H. 330 /M. 941) ve M âturi di
(01m. H. 333 /M. 944) geliştirdi. Allah'ın bir olduğu gerçe ğini tekzip
etmemek için onlar da Allah' ın zati sıfatlarının, O'nun zatının ne ayni-
dir, ne de gayridir dediler 279 .

Bununla beraber Mutezile'nin takip etti ği yol, tevhid açısından


Kelâm tarihinde önemli bir yer tutar. Mutezile ak ılcı bir metoda sahip
olduğu için, bütün kelâmi meseleleri ak ıl ölçüsüne uydurmağa çalış -
mıştı". Kur'an'da davalar ına uygun gelen âyetleri aynen kabul etmi ş -
lerdir. Davalarına uygun görülmeyen nasslar ı ve sıfatları te'vil ederek,
akli bir esasa uydurma ğa çalışmışlardır. Burada, Allah'm sıfatlarını te-
vil ederek Allah'ın birliğini ispatlamaları da, onların akli metoda ve bil-
hassa mant ığa verdikleri önemin neticesidir. E ğer Allah'ın zatımn
dışında kadim bir hayy veya semi sıfatı bulunsaydı, kadimler ço ğala-
cağından tevhid fikri çürütülmü ş olurdu. Bu ise, İ slam düşüncesinin

277 Tevhid meselesi için bak ımz: aa- şehristâni, al-Milel va'nNihal, C. I, s. 44 vdd; Zuhdi
Hasan Cârullah, anılan eser, s. 60 vdd; M. Ebû Zahra, -İslâmiyye, C. I,
s. 149-150; al-Bağdadi al-Fark beyne'l -Firak, s, 68-70; J. Windrow Sweetman, Islam and
Christian Theology, Part I, Volum 2, s. 21, London 1947; Hanna'l-Fahûri ve Halil al-Cerr, anı-
lan eser, s. 145 vdd.
278 Bu konu için bakınız: -Muntehâ, Şerhu'l-Fıkh al -Ekber, s. 5-6, Istanbul;
Ebil Hanife, Fıkh- ı Ekber ve Izalu, çeviren: Sabit 'Unal, Ankara 1957.
279 Bk. Ebû'l Hasan al-E ş'ari, Kitâb al-Luma'fi'r-Redd alâ Ehl az-Zayg va'l-Bida; s. 11-
14, Mısır 1955; Dr. Lûtfi Do ğan, anılan eser, s. 31.

68
temel prensibi olan Allah' ın birliği gerçe ğine aykırı düşer. O halde Al-
lah' ın sıfatlarmı te'vil etmek zorunludur.

2— al-Adl (Adalet) :

Mutezile adalete de çok önem vermi ştir. Bu sebeple, daha önce de


belirtti ğimiz gibi "adliyye" ve "Ashâb al-Adl" isimleriyle de anılmış-
lardır. Mutezile'nin adalete önem vermeleri şöyle fikirler yürütmeleri
neticesinde vuzuha varmıştır: İnsan hürdür. İnsan kendi fiilini kendisi
yapar. Allah kullarına bir şeyi yap ıp yapmama gücünü vermi ştir. E ğer
insan her hangi bir ş eyi yapmak hürriyetine sahip de ğilse, o insanın
işlediği kötü veya iyi amellerden dolay ı ceza veyahut sevap görmesi
manasız olur. E ğer Allah insanlar ı muayyen fiilleri yapma ğa zorl am ış
farzedilirse, Allah' ın o fiillerden dolayı bir insanı cezalandırması zulüm
olur280 . Halbuki Allah adildir; kullarına hiçbir şeyde haksızlık etmez. O
halde, Allah' ın bu adaleti icab ı insanların irade hürriyetinin bulunmas ı
da lazımdır. Irade hürriyeti bulunmayan bir insan ın sorumlu tutul-
ması , Allah'ın hikmetine ve adaletine asla yak ışmaz. Nitekim Kur'an' ı
Kerim'de bulunan birçok ayetler, insan ın hareket hürriyetine sahip
olduğunu ve Allah' ın adaleti yerine getirece ğini açıkça belirtiyor:
" Şüphesiz Allah hiçbir kimseye zerre kadar haks ızlık etmez ; zerre
miktarı bir iyilik olursa, onun sevabını kat kat artırır. Ona, Kendi
cdnibinden pek büyük bir mükâfat verir" 28 ı .
"Allah onlara zuliim ediyor değildir. Fakat onlar kendi kendilerine
zulüm ediyorlar" 282 .
" Ş üphesiz Allah insanlara hiçbir şeyde zulüm etmez. Lâkin insan-
lar kendi kendilerine zulmederler"2".
"Öyle bir günden sakının ki, hepiniz o gün Allah'a döndürüleceksiniz.
Sonra herkese kazandığı tastamam verilecektir. Onlara haksızlık da edil-
meyecektir" 284 .
"Allah hiçbir kimseye gücünün yetece ğinden başkasını yüklemez.
Herkesin kazandığı hayır kendi yararına, yaptığı şer de kendi zararına-
dir, ,285

280 Bk. Dr. Albert Nas ıl Nader, Felsefetu'l-M'u'tezile, C. I, s. 99, Mısır 1950; Hannal
-Fahlari ve Halil al-Cerr, anılan eser s. 149-150; Doç. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, Mutezile Ve
Ak ıl Meselesi, A. Ü. nah Fak. 1964 sayısı, s. 53.
281 Nisâ Süresi, ayet: 40.
282 Teybe Süresi, ayet: 70 ve Bam Süresi, ayet: 9.
283 Yiinus Süresi, ayet: 44.
284 Bakara Süresi, âyet: 281.
285 Bakara Süresi, ayet: 286.

69
"Herkes sadece kendi kazanc ına bağhdır"286 .
Mutezile'nin adalet prensibi siyasi bak ımdan da önemli bir anlam
,

taşımaktadır. Zira insanların kendi fiillerini bizzat yaratm ış olmaları


prensibi kabul edildi ği takdirde, halka zulmeden hükümdarlar ın Allah
indinde sorumlu olaca ğı esası da kabul edilmiş olur. Birçok hükümdar-
lar yapt ıkları kötü fülleri kadere hamlederek, kendilerini sorumluluktan
kurtarmak isterler. Mutezile ise irade hürriyetini kabul etmekle, kötü-
lük yapan siyaset adamlar ının da, Allah'ın adaleti icab ı âhirette ceza
görece ğini ima ediyordu.
Mutezile'nin Allah' ın adaleti prensibinden hareket ederek kabul
ettiği hürriyet fikri, serbest dü şüncenin geli şmesi, islâm âleminde tembel-
liğin ve miskinliğin önlenmesi bakımından da ayrıca özel bir anlam ta-
şır.
Daha önce de i ş aret etti ğimiz gibi, C e hm b. S afvân tarafından
savunulan Cebriyye okulu her şeyi Allah'ın iradesine hamlediyor ve in-
sanları bir robot gibi kabul ediyordu 287 . Cebriyyeciler insanlar ın Allah
tarafından yaratılmış fiilleri işlemeğe mecbur olduklarını ileri sürüyor-
lardı. Hattâ o kadar ki, insan ın havada rüzgara tabi olan bir tüy gibi,
Allah'ın iradesine tabi oldu ğunu söylüyorlardı .
Bu türlü düşünce tarz ı, İslâm âleminde akli geli şmenin ve ilmi
çalışmaların gelişmesini önleyici mahiyette idi. Mutezile ise insana hür-
riyet tammakla, İslam dininin cemiyet hayatına verdiği önemi benim-
semiş oluyordu. Her müslümanın tembellikten kaçınan, çalışmağa ve
araştırmağa bağlanan kimse olarak cemiyet içinde ya şamasım amaç
ediniyordu. Mutezile bu prensibi ile, talim siyaset adamlar ına dahi
ağır bir darbe vurmuş oluyor ve onları vicdani muhesebeye davet et-
miş oluyordu.
Mutezile'nin kurmuş olduğu bu sistem, daha sonra E ş ' arrnin
tenkitlerine mâruz kaldı . E ş'ari, fülleri külli iradesiyle Allah' ın yarat-
tığını ve insanların da o yarat ılmış fülleri kesbetti ğini söyledi 288 . Eş-
anlayışına göre kesb, insamn gücünün makdûre iktiramd ır289.
Bu türlü dü şünce tarz ı ise bir nevi mutavassıt Cebriyyeciliktir.

M â turidi ise, bu hususta E ş'ari'nin izinden yürümekle beraber,


Mutezile'nin fikirlerine de tamamen yabanc ı kalmamıştı. Mâturidi

286 Tfir Sûresi, Lıyet: 21.


287 Bk. al-Isferâyini, andan eser, s. 96.
288 Bk. al-Es'ari, Kitub al-Lumâ, s. 69 vdd.
289 Bk. Ismail Hakkı (tzmirli), Yeni ilmi Keldm, C. I, s. 110.

70
Allah'ın külli iradesini kabul etmiştir. Fakat kesbi de şöyle anlamıştır:
"Kesb kulun bir ş eye niyet ve azmetmesi ile has ıl olur" 29°.

Görülüyor ki, insan hürriyeti meselesinde Ehli Sünnet okullar ı daha


muhafazakar olmakla beraber, Mutezile hamleci ve cesur ad ımlar atmış-
tır.

3— al- Va' d va'l-Vaid:

al-Va'd va'l -Vaid, iyi i şler işleyenin âhirette sevapland ırılması,


kötü amelde bulunanlar ın ise âhirette ceza görmesi anlam ındadır2".
Bu prensip, daha önce aç ıkladığımız adalet prensibinin bir sonucudur.
İyi işlerde bulunanın âhirette sevap görmemesi, Allah' ın adaletine ya-
kışmaz. Keza kötü ameller yapan ın ceza görmemesi, Allah' ın adaletine
dair daha önce bahsetti ğimiz âyetlere aykı rı düş er. Yüce Allah Kur'an' ı
Kerimde yap ılması iyi olan veya kötü olan hususlar ı açıklamıştır. Kul-
larm vazifesi de Allah' ın yapılmasını hoş gördü ğü işlekleri yapmak,
buna mukabil Allah' ın beğenmediği fiillerden de kaç ınmaktır.

Görülüyor ki, Mutezile al-Va'd va'l -Vaid prensibini kabul etmekle,


cemiyet içindeki düzenin sa ğlamlaşmasına yardım etmek istemiştir.
Bu prensibe göre her insan, yapt ığı iyi veya kötü amelin kar şılığını ahi-
rette muhakkak görece ği için hareketlerini kontrol etmek zorunlulu-
ğundadır.

al' Va'd va'l -Vaid prensibinin bize anlatt ığı diğer bir anlam da,
amelin imana dahil olmasıdır. Mutezile'ye göre ameli terk eden ve sadece
iman sahibi olan bir kimsenin âhirette durumu kötü olacakt ır. Bu se-
beple onlar iman ı, ikrar, bilgi ve amel diye tanımlamışlardı r. Bu demek-
tir ki, Mutezile'ye göre taklid yoluyla edinilen iman ın da bir kıymeti
yoktur. Mutezile kendi akılcı sistemi icab ı imana bilgiyi de katmıştır.
Demek oluyor ki insan, dil ile ikrar etmek, iyi amellerde bulunmak ve
aklı ile islamın temel prensipleri olan Allah ve peygamber fikrine ula ş -
mak suretiyle gerçek iman ı bulmuş olur. Hatta Mutezile'den baz ı kol-
lar, insanın, işlediği kötü fiillerden dolay ı âhirette ceza görece ğini aklen
bilmesi gerekti ği tezini savunmuştur292 .

290 Bk. İ smail Hakkı (İ zmirli), ayni eser, C. I, s. 110 vd; M. Ebû Zahra,
s. 302.
291 Bu konu için bakınız• Ahmed Emin, Duha'l-İsliiın, C. III, s. 61 vdd; Zuhdi Hasan
airullah, anılan eser, s. 51; aş- şehristâni, al -Milel va'n-Nihal, C. I, s. 45.
292 Bk. al-Eş'ari, Makâlât al-ıslaıniyyln, C. I, s. 308.

71
4— al-Menzile beyne'l-Menzileteyn

al-Menzile beyne'l-Menzileteyn, daha önce de söyledi ğimiz gibi,


iki manevi yer aras ında orta bir yerdir. Demek oluyor ki, büyük günah
işleyen ne kâfirdir, ne de mü'mindir. Böyle bir kimse fâs ıktır; tövbesiz
öldüğü takdirde Cehennemde ebediyyen kal ır. Şu kadar var ki Cehen-
nemdeki azap derecesi kâfirinkinden daha hafif olur 293 .
Mutezile'nin bu prensibi, tövbesiz ölen büyük günah sahibinin mü'-
min, müslim ile kâfir arasında bir manevi dereceye sahip -oldu ğunu
göstermektedir. Bu türlü dü şünce tarz ı Kelâm tarihinde yaln ız Mutezile-
ye mahsustur ve Mutezile'nin temel prensiplerinden birini te şkil etmek-
tedir.
Bilindiği gibi Hayâric kebire i şleyeni kâfir addeder 294 . Murcie
ise iman sahibine büyük olsun, küçük olsun, günahlar ın hiçbir zarar
vermeyece ğini ileri sürer. Ehli Sünnet'e gelince, onlar büyük günah i şle-
yeni müslim ve fakat fâs ık addederler. Ehli Sünnet'in görü şüne göre
kebire işleyen, âhirette cezas ını gördükten sonra iman sahibi oldu ğu
için Cennete girebilir.

Burada dikkatimizi çeken husus, bu görü şler aras ında Mutezile'nin


Havâric ile Murcie aras ında orta bir yol tutmu ş olmasıdır. Hattâ kebire
işleyen tövbe etti ği takdirde, Allah'ın rahmetine de nail olabilir. Mute-
zile, ne Hariciler gibi kat ı bir görüşün sahibi olmu ş , ne de Murcie gibi
İslami prensipleri hafife alm ıştır. Onların takip ettikleri yol, İslâmın
koyduğu esaslara s ıkı sıkıya ba ğlı olmak emelinden ileri gelmi ştir. An-
cak, Mutezile te'vile bazan lüzumundan fazla önem verdi ği için Selefi-
lerin izinden ayrılmıştır. Bu hususta şüphesiz, Mutezile'den sonra
kurulmuş olan E ş 'ari okulunun görü şleri Selefilerinkilere daha yak ın-
dır.

5— al-Emr bi'l va'n Nehy ani'l -Münker :

Mutezile Kur'anı Kerim'de iyi amellerin emir buyruldu ğu ve kötü


amellerin yasaklandığı dü ş üncesinden hareket ederek, al -Emr bi'l-
Ma'rrıfu va'n-Nehy ani'l-Münker'i vacip saymıştır. Yâni her müslü-
manın iyiliği emretmesi ve kötülü ğü de yasaklamas ı icabeder. Mutezile

293 Bk. Nesefi, s. 117; al-Hayyk, andan eser, s. 164 vdd; Ahmed Emin, Fec-
ru'l s. 297; as-Sehristâni, al-Milel va'n-Nihal, C. I, s. 48; an-Nesefi, Tabsiratu'l-Edille,
var. 309 a, Süleymaniye Ktb. Laleli Böl., Yazma No: 2162; W. Montgomery Watt, Free Will
and Predestination in Early islam, s. 63, London 1948.
294 Bk. al-Iraki al-Hanefi, andan eser, var. 13 b; Nesefi, s. 117 vdd.

72
bu düşüncesine kaynak olarak Kur'an'dan baz ı ayetler de göstermi ş -
tir. Mesela: "Sizden öyle bir cemaat bulunmaltdtr ki herkesi hayra davet
etsinler, iyiliği emretsinkr, kötülükten saktnd ırmaga çaltşstnlar" 295
ayeti, Mutezile'nin görü şünü teyid, eder mahiyettedir.
Mutezile al-Emr bi'l -Ma'rüf va'n -Nehy ani'l-Münker prensinibini
kabul etmekle, cemiyet içinde s ıkı bir kontrol taraftar ı olmuştur. Kendi
prensiplerine karşı gelenlere a ğır hücumlarda bulunmuştur. İyiliği
emrediyorum diye kendi te'vil ve görü şlerini başkalarına zorla kabul
ettirmek yolunu tutmu ştur. Bunun bir misali olarak daha önce de
belirttiğimiz gibi, Halife Me'mun zaman ında Kur'an' ın mahlük olduğu
tezini kabul etmeyen Ahmed b. H anb el'in takibata u ğramasını
zikredebiliriz. Mutezile bu prensinbini uygularken di ğer mezhep salik-
lerini gücendirmiştir. Mutezile'nin bu prensibi icab ı yaptığı sert çıkış -
lar, daha sonra onun taraftarlar ı= azalmas ına da yol açm ıştır 296 .

II— Mutezile'nin Diğer Görüşleri

Böylece, Mutezile'nin İslam Kelâmında tanınmış olan beş prensibini


incelemiş ve tahlil etmiş bulunuyoruz. Fakat Mutezile'nin kelâmi
görü şleri sadece bu be ş prensipten ibaret de ğildir. Bu beş prensip ya-
nında Allah'ın görülüp görülmemesi, Kur'an' ın yaratılıp yaratılmamış
olması, husun ve kubuh meselesi, ak ıl ve nakil meselesi de Mutezile-
nin üzerinde durdu ğu problemlerdir. Mutezile'nin Kelâm tarihindeki
fikri sistemini tam olarak belirtebilmek için bu problemler üzerinde de
durmamız gerekmektedir.

1 — Allah' ın görülüp görülmemesi :


Mutezile prensip olarak yine Allah' ın bir oldu ğu ve benzeri bulun-
madığı esasından hareket ederek, Allah' ın âhirette gözle görülemiyece-
ğini iddia etmiştir. Çünkü onlara göre Allah cisimlere benzemez. Gözle
görünen bir şey, cisimlere bir bak ımdan benzemi ş sayılır. Allah'ın gözle
görülece ğini söyleyenler, O'nu cisimler gibi görülecek bir varl ık olarak
vasıflandırmış olurlar. Halbuki Mutezile tevhid prensiplerinin icab ı ola-
rak, Allah'ın sıfatlarının beşerin ve cisimlerin sıfatlarına benzemedi ğini
açıklarmşlardır. O halde Allah' ın gözle görülmesi, Mutezile'ye göre
mantık' olarak imkansızdır.
295 İmran Sûresi, ayet: 104.
296 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser, s. 52-59; al-Gurâbi, andan eser, s. 68; Han-
an —Fâlniri ve Halil al-Cerr, andan eser, C. I, s. 151; Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Mutezi-
le Ve Akil Meselesi, A. İi, ılâh Fak. Der. 1964 sayısı, s. 55.

73
Mutezile bu akli dü şüncelerine mesned olarak nakli deliller de
gösterir. Özellikle 'şu âyetin Allah' ın gözle görülemiyece ğine delil oldu-
ğunu ileri sürerler: "O'nu gözler idrâk edemez, halbuki 0 gözleri idrâk
eder"297 .

Ehli Sünnet okulu ise, Allah' ın âhirette gözle görülece ğine inanır.
Ehli Sünnet buna delil olarak da, "Yüzler vard ır, o gün taptazedir ;
Rablerini görecektir" 298 , meâlindeki ayeti gösterir. Bu görü şlerini ayrıca
şu âyetlerle de teyid etmek isterler: "Rabbim Kendini bana göster, Seni
göreyim" 299; "Allah arz ve se ınclvatın nfırudur" "°. Bu son iki âyetten
birincisinden Hz. M ü s a'n ın Allah'ı görmek istedi ğini anlamaktayız.
Bir p3ygamber olan Hz. Müsâ'n ın imkansız olan bir şeyi istemeyece ği
meydandadır. Diğer sonuncu âyete gelince, Allah'dan "Nfır" diye hah-
setmiştir. Nili- ise şüphesiz gözle görülür. Dolayısiyle bu da Allah' ın
gözle görülece ğini ispat eden bir delildir.

Ehli Sünnet'den E ş 'ari'ler, yukar ıdaki düşüncelerden hareket ede-


rek, "O'nu gözler idrâk edemez. Halbuki 0 gözleri idrak eder" âyetinin hük-
münün bu dünyaya râci oldu ğunu ve bu âyetten Allah' ın sadece bu dün-
yada görülemiyece ği anlamının çıkarılması lazım geldiğini söyler. Çün-
kü, Kur'an' ı Kerim'in âyetleri aras ında tenakuzun bulunmas ı imkan-
sızdır. Bu son âyetin, Allah' ın âhirette görülemiyece ği anlamında oldu-
ğunu iddia etmek, daha önce zikretti ğimiz ayetlerin ruhuna aykırı
düşer. Gerek Nür ayeti olsun, gerek Hz. Mûsa ile ilgili ayet olsun ve ge-
rekse yüzlerin Rablerine bakaca ğım bildiren ayet olsun, Allah' ın âhiret-
te görülece ğini beyan etmi ştir. Bu sebeple "O'nu gözler idrâk edemez"
anlamındaki ayetin hükmü, sadece bu dünya içindir. K ısacası , Ehli
Sünnet'e göre Allah bu dünyada görülmez, fakat âhirette mutlak su-
rette görülecektir"°.

Mutezile ise, kendi fikirlerinde israr eder. Allah' ın görülemiyece ği-


ni, âyetleri te'vil ederek belirtme ğe çalışır. Mesela, Kıyamet süresinde
geçen " Neızıra" söiünü "görücü, bakıcı" manasında değil, bekleme
manasında anlar. Yine ayni sürenin sözü geçen âyetindeki "ila" harfi
cerrine "niam", nimetler manas ı verir. Böylece Mutezile ayetin mâ-
297 En'âm Sâresi, yet: 103
298 Klyâmet Sâresi, âyet: 22-23.
299 Arâf Sûresi, ayet: 139.
300 Nar Sûresi, âyet: 35.
301 Bu meseleler için bakiruz: as- Şehristâni, al-Milel va'n—Nihal, C. I, s. 45; Albert N.
Nâder, andan eser, s. 112 vd.; al--E ş'ari, al-Lumâ, s. 61-68; Dr. Lûtfi Do ğan, andan eser, s.
44-45; al-Gazzali, al-licdsâd Haz.: Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu ve Dr. HiiseYin
Atay, s. 60 vd. Ankara 1962; Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser s. 79-83.

74
nasını, "yüzler Rablarının nimetlerini bekleyicidir" diye te'vil eder.
Mutezile bununla da yetinmeyerek "Allah arz ve semâvat ın naru-
dur" meâlindeki âyete de, Ehli Sünnet'in anlay ışına zıd bir mana verir.
âyetteki "'Itır" sözünün "münevvir" anlam ında olduğunu söyler. Böyle
olunca da Mutezile'ye göre ayetin manas ı , "Allah arz ve semavat ın nur-
landıncısıdır" demek olur.
Hz . Masa ile ilgili âyete cevap olarak inen... "Lenterâni" ilahi
hitabındaki anlamın ise, Allah'ın ebediyyen görülemiyece ği manasın-
da oldu ğunu söyler.
Görülüyor ki Mutezile, kendi görü şünü ispatlamak için mant ıki
mütalâalar yürüttü ğü gibi, nakli delilleri de te'vil ederek akla uydur-
mağa çalışmıştır. Onların Allah'ın gözle görülemiyece ğini iddia etmeleri,
te'vilci ve ak ılcı sistemlerinin bir sonucudur.

2— Kur'an'ın yaratılm ış olup olmaması :


Mutezile'nin Kur'an' ın yaratılmış olduğunu iddia eettiğine ş ahit
olmaktayız. Mutezile'yi böyle bir iddiaya sürükleyen ba şlıca sebep tev-
hid sistemleridir. Mutezile'ye göre Allah' ın sadece zat ı kadimdir. Allah'ın
zatı dışında O'na kadim bir sıfat haraledilirse, tevhid sistemi bozulur.
Çünkü Allah'ın zatından ba şka kadim varlıklar var demek olur. Halbu-
ki Allah haricinde hiçbir varl ık kadim de ğildir. O halde, Allah'ın kelâmı
olan Kur'an' ı Kerim de kadim olamaz. Dolayısiyle Kur'an' ın yaratıl-
mış olması zorunludur.
Bundan ba şka Allah'ın kelâmı olan Kur'an, harf ve sesten meydana
gelmektedir. Böyle bir şey ise ya cisimdir, ya da arazdır. Ne cismin,
ne de araz ın kadim olmadığı mâlumdur302. Allah istediği zaman, za-
tının haricinde olan bir mahalde yaratt ığı kelâmla konu şur.
İşte böylece Allah' ın kelâmım mahlak sayan Mutezile'ye kar şı,
Elli Sünnet okulunu temsil eden E ş 'ari ve Maturidi okulları aman-
sız hücumlara geçmi ştir.
Bu okullardan, özellikle E ş'arrnin temsil etti ği Kelâm cereyamm
benimseyenler, Allah' ın kelammın kadim olduğunu ispatlama ğa çalış -
mışlardır. Hatta Mutezile'nin, Allah' ın kelâmı olan Kur'an'ın mahlük
olduğu hakkındaki fikirleri, Tevrat'ı yaratılmış sayan Yahudilerden
aldıklarını ileri sürmü şlerdir 303 . E ş ' ari' ye göre All a h' ın kelâmı hâdis
302 Bk. aş- Şehristâni, Nihılyetu'l-ikdâm, s. 288, 324; al-Es'arl, Makillât al- İslamiyyin,
C. I, s. 191-193.
303 Bk. as-Subkl, Tabak& aş- Ş âfüyye, C. I, s. 207; D. B. Maedonald, Development of Mus-
lim Theology, s. 146.

75
olamaz. E ğer hadis olsaydı , kelâm ya Allah' ın zatında, ya zatımn dışın-
da veyahut da kendi kendine kaim olurdu. Allah' ın kelâmı zatında
hadis olamaz. Zira Allah' ın zatı olaylara mahal olacak bir yer de ğildir.
Olaylar daima de ğişir. Allah'ın zatı ise değişkenlikten münezzehtir. O
halde, Allah'ın kelâmı Allah'ın zatında hadis olmadığı gibi, zatımn
dışında hadis olmu ştur diye bir iddia da ileri sürülemez. Çünkü böyle
bir iddia, Allah'ın kelâmı ile O'ndan gayri bir varlığın emir vermiş
ve nehyetmi ş olmasını icap ettirir. Bu ise mant ıksız bir düşünce olur.
Son olarak Allah'ın Kendi kelâmını Kendi zatı dışında, yalnız başına ka-
im olmak üzere yaratm ış olması tezi kalıyor. Bu tezin de do ğruluğu
kabul edilemez. Çünkü kelâm Allah' ın sıfatıdır; sıfat bir mevs ılfa muh-
taçtır. Sıfatın mevsitfu da Allah't ır. O halde Allah' ın kelâmı hadis de-
ğildir. O ancak kadimdir.
E ş ' ari bu düşüncesine nakli delil olarak şu ayeti gösterir:" Bir
şeyin olmas ını istediğimiz zaman, sözümüz ancak ona ol (kun) dememiz-
den ibarettir"304.
Bu âyette görüldü ğü gibi yaratılan her şey, Allah'ın "kun" emri
ile hadis olmuştur. Kun emri ise, Kur'an' ı Kerim'in nasslarından bir
parçadır. Demek ki, yaratmadan önce Allah' ın kelâmı mevcuttu. Çünkü
Allah'ın âyetleri ile kun sözü ayni mahiyeti ta şır3".
Mutezile bu fikirleri asla kabul etmez. Bu fikirlere kar şı Allah'ın
bazı âyetlerinin mensuh olmas ı gerçe ğinden hareket eder. Kur'an' ı
Kerim'in baz ı âyetleri di ğer hızılarım neshetmiştir. Bu gösterir ki
Kur'an kadim de ğildir Çünkü kadim olan bir şey neshedilemez ve yok
olamaz.
Mutezile diğer bir mant ıki delil olarak şu fikri ileri sürer: E ğer
Allah'ın kelâmı kadim olsaydı, Allah, insanlar ve diğer yaratıklar yok
iken emir verici ve nehyedici olurdu. Böyle bir hal ise Allah' ın ş amna
yakışmaz ve O'nun hakkında hafiflik olurdu. O halde, Allah' ın kelâmı
Mutezile'ye göre kadim de ğildir.
Mutezile kendi davas ını ispatlamak için nakli delillerden de isti-
fade etmek ister. Onlar Zuhruf siiresinin "Biz onu anlayas ınız diye
arapça bir Kur'an yaptık" 3°6 meâlindeki âyetini davalarına delil

304 Nahl Süresi, âyet: 40.


305 Kur'an'm kadim veya hâdis oldu ğu konusu için bakma: al-Luma, s. 33
vdd; al-Ba ğdâdi, al-Fark beyne'l -Firak, s. 68; Zuhdi Hasan Çârullah, andan eser, s. 75-76;
Albert N. Nâder, anılan eser, s. 103 vdd; EM'," Mansûr Mâturidi, Ak ııid Risalesi, Çeviren: Prof.
Yusuf Ziya Yörelkan, s. 15-16, İ stanbul 1953; Dr. Lûtfi Do ğan, andan eser, s. 32-34.
306 Zuhruf Süresi, âyet: 3.

76
gösterirler. Bu âyeti te'vil ederek, yapmak manas ına gelen "Cealnâ"
fiilini yaratmak anlamında anlarlar 30 7 .
Görülüyor ki, Mutezile kendi davas ını ispat etmek için hem akli
delilden faydalanma ğa çalışmış ve hem de nakli te'vil yoluna sapm ıştır.
Mutezile'nin Kur'an' ı mahlük sayması, tevhid sistemlerinin ve akli
görüşlerinin bir sonucu olmu ştur diyebiliriz.

3— Husun ve kubuh :

Genel olarak, Mutezile'ye göre Allah' ın şeriattan önce aklen bilin-


mesi icabeder 308 . Hattâ onlar, bir şeyin iyi (husun) veya kötü (kubuh)
olduğunun aklen bilinmesi lazım geldiği tezini savunurlar. Çünkü der-
ler: Hadiseler aras ında sebep ve netice ba ğlantısı vardır. Allah, hikmeti
icabı, bir şeyi diğer bir şeyin sebebi olarak yaratm ıştır. Kâinatta olan-
lar sebepsiz meydana gelemezler. Ak ıl bu sebepleri bulma ğa ve ' bir
şeyin iyi veya kötü olduğunu tâyin etme ğe muktedirdir" 9 .
Şeriat ise, aklın bulabilece ği iyi veya kötü şeyleri sadece tesbit
eder. Mutezile'ye göre aklî olgunlu ğa erişmiş kimse, herhangi bir şeyin
bizatihi iyi veya kötü oldu ğunu şeriattan önce tâyine muktedirdir.
Mutezile'nin bu akılcı tutumuna E ş'ariyye okulu muhalefet etmi ş -
tir. E ş 'ari ve onu takip edenler, bütün dini vazifelerin sem'i oldu ğunu
söylemişlerdir. Onlara .göre ak ıl, hâdiseleri ve dini kurallar ı zaruri kıl
maz; hiçbir ameli, iyi veya kötü diye bildirmez İlahi emirlerin iyili ği
veya kötülüğü akılla de ğil, şeriatla bilinir Hiçbir şey, zatı itibariyle
iyi veya kötü de ğildir. Bir ş eyi Allah emratiyse iyidir; e ğer bir şeyi
Allah nehyettiyse, o şey kötüdür"°.
Maturidi ise, bu konuda Mutezile ile E ş ' ari aras ında, fakat Mu-
tezile'ye daha yakın bir yol tutar. Ona göre bir şey kendi zatı itibariyle,
ya iyidir veya kötüdür. Ak ıl bir şeyin iyi veya kötü oldu ğunu bilebilir.
Mâturidi, husun ve kubuh mevzuunda akl ın ve naklin oynad ığı rolü
şöyle özetler:
a — Şeriata hacet kalmaks ızın, sadece ak ılla iyiliği bilinen şeyler.
307 Mâturik11 Zuhruf suresinin 19. âyetine dayanarak, "Cealnâ" fülinin yarattık anlamın-
da olmadığım söyler.
308 Bk. al-Bagcladi, al-Fark beyne'l-Firak, s. 70, 121; al-Curcânt, Şerh al-Mavâkif, s.
620-621, İ stanbul 1286.
309 Bu konu için bk. Dr. HaıMide Gurâbe, s. 50 vdd, Kahire 1953.
s. 71-72, 100; as- Şehristâni, al-Milel va'n-Nihal, C. I, s. 167;
310 Bk. al-E ş'ari, al-Luma,
Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile Ve Ak ıl Meselesi, A. Ü. ı lâh. Fak. Der. 1964 sayısı,
s. 59.

77
b — Yine şeriata hacet kalmaks ızın, sadece ak ılla kötülüğü bilinen
ş eyler.
c — İyiliği veya kötülüğü şüpheli olan ş eyler. Bu gibi şeyler akılla
halledilemediği için ancak şeriatla bilinir
Ancak Maturidi, teklifin ak ıl yoluyla değil, ilahi emirle vacip oldu-
ğu inancındadır. Halbuki Mutezile'ye göre, bir şeyi yapmak veya neh-
yetmek aldın teklifi ile olur.
Mutezile Allah' ın fuzali bir i ş yapmadığını, her fiilinde bir hikmet
bulundu ğunu ve bütün fiillerini hikmeti icab ı işledi ğini söylemiştir.Allah'-
ın hikmeti, kullarına en iyiyi (aslahı) yapmasım icap ettirir. E ğer Allah
kulları için en iyi olan şeyi yapmazsa, cimrilik ve hafiflik etmi ş olur3n.
Böyle bir durum ise, Allah' ın ş amna asla yakışmaz. O halde Allah' ın,
kulları için aslah olanı işlemesi vaciptir.
Mutezile'nin bu akılcı tutumu, yine Eş'ariliğ'in muhalefeti ile kar
şılaştı. E ş'ariler Mutezile'nin tezini çürütmek için şöyle bir faraziye
ortaya atmışlardır:
Buluğa ermemiş ve Islam fitrat ı üzerinde ölmüş bir çocuk dü şüne-
Keza, bunun gibi bulu ğa ermiş bir müslim ile bulu ğa ermiş bir kâfiri
düşünelim ithirette, islamın icabını yerine getirmi ş olan buluğa ermiş
müslim kimsenin durumunun iyi olaca ğı ve sevap görece ği meydanda-
dır. Bu kimsenin manevi derecesi, şüphesiz bulu ğa ermeyen müslim
çocu ğun derecesinden daha üstün olacakt ır. 0 vakit müslim çocuk
Allah'a şöyle bir soru tevcih edebilir: "Ey Rabbim! E ğer bana ölme-
den önce buluğa erdirecek fırsat verseydin, Senin yolunda çal ışır,
derecemi yükseltirdim" meâlinde sözler sarfedebilir. O zaman bu çocu ğa
Allah tarafından şöyle bir cevap verilebilir: "E ğer sen daha fazla ya ş a-
saydın günah işlerdin. Senin hakkında erken ölmek, en hayırlı idi."
Bu durumla ilgili olarak bulu ğa ermiş olan kâfir şöyle bir itirazda
bulunabilir: "Ey Allah' ım! Beni Cehenneme attın; e ğer beni de müslim
çocuk gibi erken öldürseydin, günah i şlemek fırsatını bulamazdım ve
şimdi de Cehennem'de yatmaktan kurtulurdum"" 2 .
E ş ' arrnin böyle bir itiraz ı , Allah üzerine aslah ı vacip gören Mute-
zile'yi güç durumda b ırakmıştır.
M ât ur î di ise Allah'ın, fiillerini bir hikmete göre yapt ığı ve yapaca-
ğı inancındadır.Fakat Maturidi Allah' ın, ayni zamanda, böyle bir hikme-
311 Bk._111âturid1, Aktlid Risalesi, s. 21.
312 Bk. al-Gazzâll, al-iktisâd fi'l s. 184-185; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu,
Mutezile Ve Akd Meselesi, s. 60.

78
te göre hareket etmek mecburiyetinde olmad ığım da ilave eder. Çünkü Al-
lah muriddir, hürdür ve istedi ğini yapıcıdır. Ayni zamanda mecburiyet
fikri, Allah' ın irade hürd.yetine aykırıdır "3 .
Görülüyor ki, Allah'ın, filleri ve aslahı işlemesi konusunda Ehli
Sünnet okulunun fikirleri, Mutezile'yi güç durumda b ırakır mahiyette-
dir. Bunun bir sebebi de, Ehli Sünnet okulunun tan ınmış siması E ş -
arrnin, evvelce Mutezil'i oldu ğu için, onların düştüğü buhranları çok
iyi bilmesidir.

4— Ak ıl ve nakil meselesi :

İslam tefekkür tarihinde akla en çok önem veren okullardan birisi


şüphesiz Mutezile okuludur. Mutezile, gerek hür dü şüncenin sosyal
hayatta oynad ığı rol, gerekse aklın bilgi edinmek ve vahyi te'vil et-
mek konusunda oynadığı rol üzerinde yeteri kadar durmu ştur.
Mutezile'den El) <1'1 - Hu z e yl (Ölm. H. 235 /M. 849) "4 “akıl
ilim kazanma ve insanların kendisini başka yaratıklardan, başka
yaratıklar' da birbirinden ay ırma melekesidir" demi ştir 3".
Cubb af. ise, aklı ilim diye anlayarak şöyle bir tarif yapmıştır:"
" İnsan, akh ile bir delinin işlemekten çekinmiyece ği fiilen yapmak-
tan kendisini muhafaza eder" " 6.
Umumiyetle Bağdad okulundan yeti şen Mutezili düşünürler,
akh, "ilim kazanmak melekesi" diye tarif etmi şlerdir. Bu demektir
ki akıl, şüphenin giderilmesi ve onun yerine sa ğlam bilginin ikamesi
için hizmet eden bir dü şünce tarzıdır.

Meşhur Mutezili dü şünürlerinden C ah" z, ak ılla tartılmayan hiç-


bir bilginin yakin ifade etmeyece ğini ve her şeyin sebebini aramanın
insana mahsus bir özellik oldu ğunu beyan eder

Bütün bunlardan şu sonuca varmak mümkündür: Akhn ilim


kazanmakta rol oynayan bir nazara tarafı olduğu gibi, insanı deliden
ve iç güdü ile hareket eden ba şka yaratıklardan ayıran bir meleke ola-
rak, ameli tarafı da vardır.

313 Bk. M. Ebıl Zahra, - İslâmiyye, s. 298499.


314 Bk. Ibn Nedim, al-Fihrist, s. 251.
315 Bk. Albert N. Nader, Le Systkne Philosophique des Mutezile, s. 239, Beyrouth 1956.
Bu eserden Sayın Doç. Dr. İ brahim Agâh Çubukçu'nun yard ımları ile faydalandık. Kendisine
burada tesekkürü bir borç bilirim.
316 Bk. al Gurâbl, andan eser, s. 245.
-

317 Bk. al-Câluz, Kitab al-Hayvân. C. VI, s. 36-37, 39, M ısır 1947.

79
Akhn dini konularda oynadığı rol de büyüktür. Mesela, Mutezile'-
den Na zzam "akıllı bir insan şeriattan evvel, dü şünce ile Allah'ın var-
lığını bulmalıdır" demiştir 3 ".
E b û Huz eyl bu konuda Nazz am'dan da ileri gitmi ştir. Gerek
Allah'ın ve gerekse O'nu tanımağa yarayan bilgilerin, zorunlu olarak
akılla bilinece ğini ileri sürmüştür.
Tanınmış Mutezili fırkalardan birini temsil eden Süm am e (Ölm.
H. 213 /M. 828) ise, bütün bilgilerin ak ıl ve düşünce yolu ile bilinebile-
ceği kanısındadır. Sümâme'ye göre akli olgunlu ğa erişip, Allah'ı akh
ile bulamıyan kimse için Şer'i teklif yoktur.
Câ'fer b. Mübe şş er (Ölm. H. 234/M. 848) ve Câfer b. Harb
(Ölm. H. 236/M. 850) gibi Mutezili düşünürler ise, Allah' ın sıfatlarının
ve dini hükümlerin aklen bilinmesi laz ım geldiği fikrini savunmu şlardır.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Mutezili dü şünürler, islam ın temel
prensibi olan Allah fikrinin ve O'nun Şer'i tekliflerinin ancak akılla bili-
nebilece ği tezini ileri sürmü şlerdir" 9. Onlar, akıl ile nakil arasında bir
çelişme olduğu zaman, nakli akla uydurma ğa çalışmışlardır. Bunun
için de takip ettikleri yol, daima te'vil metodu olmu ştur.
Onlara göre şeriat, bazı şüpheli fillerin ahlaki bak ımdan tesbi-
tinde rol oynar. Yine şeriat, batan aklin halledemiyece ği teferrüata
dair meseleleri de halleder. Şeriat akılla bilinenleri tamamlar ve aç ıklar.
Mutezile'den bazı düşünürler hadis kriti ği meselesi üzerinde de dur-
muşlardır. Bu cümleden olarak Call ı z ve Na z z âm, tek bir haber
(âhad) in sağlam bir delil olamıyaca ğı fikrini savunmuşlardır.
Mutezile'nin bu akılcı tutumu, -Kelam tarihinde ilhama mazhar
olduğunu iddia eden ve bu ş ahsi iddialarına göre fırka kuran birçok
hulûlcu ve tenasuhcu dini cereyanlar ı söndürme ğe yardım etmiştir.
Mesela Kerrâmiye fırkasımn kurucusu İ bn al-K err am (01m. H.
256 /M. 869) gibi, ilhamı bir delil sayan kimselerin tezlerini Mutezile
çürütme ğe muvaffak olmuştur. Çünkü ilham ferdidir; içtimai bir olay
değildir.
Yine Mutezile'nin bu akılcı tutumu, Davud b. Ali al-isf â-
hani (Ölm. H. 270/M. 883)'nin kurdu ğu Zahiriyye mezhebinin geliş-
mesini de önlemi ştir. Çünkü Zâhiriyye mezhebi nasslarm tevil edilemi-
yeceği, onların sırf zahiri anlamlar ına kıymet vermek laz ım geldiği
tezini savunmu ştur.
Mutezile'nin akılda fazla ileri gitmesi, daha sonra Ehli Sünnet
okulu tarafından bazı meselelerde şiddetli tenkitlere u ğramıştır.
318 Nazzâm için bakınız: İ bn Nedim, al-Fihrist, s. 252.
319 Bk. al-Ba ğdâdi, al-Fark beyne'l -Firak, s. 70; as- şehristâni, al-Milel, va'n-Nihal,
C. I, s. 62, 102; Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 107-110.

80.
SONUÇ

Bütün bu incelemelerimizden anla şılıyor ki, Mutezile Kelâm tari-


hinde akli bir sistem takip etmi ş ve hür dü şüncenin temsilcisi olmuştur.
Nitekim Islam dü şüncesinde Yunan felsefesiyle ilgilenmek ve felsefeyi
sevmek temayülü Mutezile ile ba şlamıştır. Mutezile okuluna mensup
olan düşünürler, zamanlarında yap ılan ticari ve siyasi irtibat sayesinde
Yunan kültüründen haberdar olmu şlardır. Esasen islam devletinin hu-
dutlan içine giren Suriye ve iran, eski kültürlerin be şiği haline gelmişti.
Antakya, Ruha (Urfa), Harran, Cundi ş apur ve Nusaybin okullar ı Mu-
tezile'nin sisteminin kurulmas ında önemli roller oynamıştır.

Yine Islam dü şüncesi tarihinde tercüme faaliyetleri de, Mutezile-


nin iktidarda bulundu ğu sıralarda hızlanmıştır. Mutezili Halife Me'-
mun ilmi ve ilim adamlarını korumuştur. Onun devrinde Islam alemi
akla dayanan reformcu bir hamle içinde olmu ştur. Hattâ biraz da cür'-
etkar'ane te şebbüslerle nakil akla uydurulma ğa çalışılmıştır. Gerçi
Mutezile'nin bu tutumu, Kur'an ve Sünnete s ıkı sıkıya ba ğlı kalmak
isteyen Ehli Sünnet tarafından a ğır tenkitlere u ğramıştır. Fakat biz
burada tamamen tarafs ız bir görü şle, Mutezile'nin kurdu ğu sistem üze-
rinde durmaktay ız:

Mutezile, Tevhid esasını akli bir yolla izah etmi ştir. Allah'ın bir
olduğunun sadece Kur'an da yaz ılı olduğu için de ğil, akılla da bilinmesi
gerektiğini söylemiştir. Hattâ Allah' ın şeriattan önce bilinmesi laz ım
geldiğini ve ancak akli olgunlu ğa eren kimsenin mes'ul olaca ğım ileri
sürmüşlerdir.

Tevhid sistemleri icab ı , Allah'ın sıfatlarını te'vil etmişlerdir. Allah'a


mahsus yegane s ıfatın kıdem olduğunu beyan etmi şlerdir. Allah'ın
zatı dışında ezdi sdatlarm kabulünün şirke varaca ğım belirtmişlerdir.
Bu sebeble de Allah' ın ezdi sıfatlarını, Allah zat ı ile âlimdir, zatiyle
basirdir şeklinde te'vil etmi şlerdir.

81
Yine Mutezile tevhid sistemleri icab ı , Allah'ın kelâmının, yani
Kur'an'ın yarat ılmış olduğunu ileri sürmü ştür Çünkü onlara göre Kûr-
an kadim kabul edilirse, Allah'dan gayri bir kadim'in daha varl ığı
iddia edilmiş olur.
Mutezile Tevhid sistemine dayanarak, Allah' ın âhirette gözle gö-
rülemiyece ğini ileri sürmüştür. Çünkü onlara göre, Allah' ın gözle görül-
mesi demek cisme benzemesi demektir. Allah ise; cismi s ıfatlardan mü-
nezzehtir; hiçbir şeyin eşi ve benzeri de ğildir.
Mutezile'nin İ slâm düşüncesine getirdi ği en önemli yeniliklerden
biri de, insamn kendi fiilini kendisinin yaratmas ıdır. Mutezile'den ön-
ce bu düşünce henüz bir sistem haline gelmemi şti. Mutezile "adalet"
prensibinden hareket ederek, Allah' ın insanları iradelerinde hür b ırak-
tığını beyan etmi ştir. Onlara göre, Allah' ın âhirette ceza veya sevap vere-
bilmesi için, insanlar ın fiillerini kendi iradeleriyle yapm ış olmaları gerekir.
Allah' ın adaleti bunu icap ettirir.
Mutezile'nin böyle bir dü şünceyi savunmas ı , İ slâm düşüncesi tari-
hinde önemli sonuçlar do ğurdu:
Siyasi alanda idarecilere, kendi fiillerinden dolay ı mes'ul olacaklar ı
hatırlat ılmış oluyordu. Böylece Mutezile keyfi idareye son vermek ve
sosyal adaleti yerine getirmek te ş ebbüsünde bulunmuştu.
Yine Mutezile'nin adalet prensibinin sonucu olarak, ferdi te şebbüse
önemli surette yer verilmi ş oluyordu. Müslümanların her ş eyi Allah'a
ve kadere yüklemek zihniyeti önlenme ğe çalışılıyordu. Kısacası kendi
fiilini kendisinin yaratt ığını düşünen insan, Mutezile'ye göre tenbellik-
ten kurtulacakt ı .
Son olarak üzerinde duraca ğımız bir husus da, Mutezil'nin " İlliyet"
prensibini kabul etmesidir.
Mutezile'ye göre, Allah âlemi yarat ırken külli kanunlar da koy-
muştur. Kainâttaki hâdiseler birbirinin sebebi olarak meydana gelmek-
tedir. Her şeyin son nedeni Allah't ır. Fakat Allah' ın koydu ğu hikmet
kabı, sebep-netice ba ğlantısı vardır.
E ş'ari ise, Mutezile'nin bu tezine kar şı koymuş ve İlliyet prensi-
bini kabul etmemiştir. E ş 'ariyye'ye göre her hâdise, âdetullah icab ı
meydana gelmektedir. Allah dilerse, ötedenberi sebep - netice gibi gör-
düğümüz hâdiseleri ba şka türlü yaratabilir.

Görülüyor ki, Mutezile âlemin yoktan yarat ıldığını ve onun Allah


tarafından koyulmuş külli kanunlarla idare edildi ğini beyan etmi ştir.

82
Böylece de, insanlığın her şeyin sebebini ara ştırmasına ve medeniyetce
gelişmesine yardımcı olmak istemiştir.

Sözün özü, Mutezile, baz ı kollarının taşkın bazı iddiaları bir tarafa
bırakılırsa, aklın ve ilmin gelişmesine yardım eden önemli bir düşünce
sistemi kurma ğa muvaffak olan ilk okul olarak İslam tarihindeki yerini
almıştır.

83
BİBLİYOGRAFYA

1— Abduh, Muhammed: Risâlet at-Tevhid, Kahire 1351.


2— Atay, Hüseyin: Kur'an'a Göre İman Esasları, Ankara 1961.
3— Arnold, T, W.: Intiştir-ı İslam Tarihi, M. Halil Halit Tere. İ stanbul 1343.
4— Al-Ayni, Muhammed b. Ahmed b. Difısa: Umdet al-Kari Li Şerh Sahih al-Buhüri, İ stanbul
1308.
5— al-Bağdadi, Ebû Mansûr Abdu'l-Kallir b. Tahir: al-Fark beyn al-Firak, Kahire 1367/1948.
6— al-Bağdadi: Kitâb Usül ad-Din, İstanbul 1346/1928.
7— Barthold, W: İslam Medeniyeti Tarihi, Başlangıç ve Düzeltmeler: Prof. Dr. M. Fuad
Köprülü, Ankara 1963.
8— al-Beylıaki, Ebû Bekr Ahmed b. al-Hüseyin b. Ali: Kitâb va's-S ıfiit, Mısır 1358.
9— Brâhier, Emil: al-Arâu'd-Diniyye Va'l -Felsefiyye, M. Yûsuf Mûsâ ve Abd al-Halim an-
Nemli'. Tere., Kahire 1954.
10— Brockelmann, C.: İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi. I, Prof. Dr. Neşet Çağatay Tere.,
Ankara 1954,
11— al-Bull:44 Elıfi Abdillah Muhammed b. İsmail: Salah al-Buldiri, İstanbul 1319
12— al- alım, Ebû Osman Amr b. Bahr: al-Beyân va't-Tebyin, Kahire 1367/1368.
13— Kitâb al-Hayvan, Abdu's-Selam Muhammed Harfın neşri, Kahire 1947.
14— Carullah, Zuhdi Hasan: al-Mu'tezile, Kahire 1366/1947.
15— Caetani, L.: İslam Tarihi, Çeviren: Hüseyin Cahit (Yalç ın), İ stanbul 1924-1927.
16— al-Cureani, as-Seyyid aş-Serif: Şerh al-Mevâkif, İstanbul 1286.
17— al-Cuveyni, Imam al-Haremeyn: Kitâb al-Irşad, M. Yilsuf Mûsa ve Ali Abd al-Mun'im
Abd al-Hamid neşri, Kahire 1950.
18— Çağatay, Neşet: Islâmdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Ça ğı, 2. Baskı, Ankara 1963.
19— Çubukçu, İbrahim Agâh: Gazzali ve Şüphecilik, Ankara 1964.
20— Çubukçu, İbrahim Agah: Mutezile ve Ak ıl Meselesi, Ankara iiniversit,:si Ilahiyat
Fakültesi Dergisi, 1964 sayısı, Ankara.
21— Davenport, John: Hazret-i Muhammed ve Kur'an- ı Kerim, Çeviren: Ömer Rıza (Doğrul),
İ stanbul 1347/1928.
22— ad-Damiri, Kemal ad-Din: Hay& al-Hayavân al-Kübrâ, Kahire 1324/1906.
23— De Boer, T. J.: İslamda Felsefe Tarihi, Çeviren: Dr. Yaşar Kutluay, Ankara 1960.
24— Doğan, Lûtfi: Ehli Sünnet Kelâm ında Eş'ari Mektebi, Ankara 1961.

84
25- Ebil Davud: Sunan Ebi Dâvud, Kestelliye Baskısı.
26- Ebil Hanife: Fıkh- ı Ekber ve Izah ı, Çeviren: Sabit Unal, Ankara 1957.
27- EU al-Muntehâ: Şark al-Fılchı'l-Ekber, İ stanbul.
28- Ebü Zahra, Muhammed: Tarih -Islâmiyye, Kahire
29- Ebfı Zahra, Muhammed: al-Mezâhibu'l-Islâmiyye, Kahire.
30- Efendi, Asım: Kamus Tercümesi, İ stanbul 1304-1305.
31- al-Eş'ari, Ekili Hasan Ali b. İsmail: Kitâb al İbâne an-Usül ad-Diyane, Haydarabad
1367/1948.
32- al-Eş'ari: Kitâb al-Lumâ fi'r-Redd alti Ehl az-Zayg Va'l-Bida', Mısır 1955.
33- al-Eş'ari: Makâlât al-İslâmiyyin, Kahire 1369/1950.
34- Emin, Ahmed: Duha'l -İslam, Kahire 1357-1368.
35- Emin, Ahmed: Fecru'l -İslâm, Kahire 1370/1950.
36- Emin, Ahmed: Zuhru'l-İsltim, Kahire 1365/1946.
37- Encyclopedia Britannica, 1953.
38- al-Fahtiri, Hannâ ve Halil al-Cerr: Tarih al-Felsefe al-Arabiyye, Beyrut 1957.
39- Fuzüli, Matlau'l-Itikâd fi Ma'rifeti'l-Mabda'i va'l Ma'âd, M. b. Tavit at-Tanci ne şri ve
Esat Coş an, Kemal I şık tercümesi, Ankara 1962.
40- al-Gazzali, Ebil Hamid Muhammed b. Muhammed: Faysal at-Tefrika beyne Ehli'l- İslam
va'z- Zandaka, Mısır 1325 /1907.
41- al-Gazzali: İlcâm al-Avcim an- İlmi'l-Kelâm, İstanbul 1287.
42- al-Gazzali: fi'l -Ptikâd, İbrahim Agah Çubukçu ve Hüseyin Atay ne şri, Ankara
1962.
43- al-Gazzali: al-Kavâid al-A şra, Mısır 1343.
44- Gibb, H. A. R. and J. H. Kramers: Shorter Encyclopedia of Islam, Leiden 1961.
45- Goldziher, ignaz: al-Akide va' ş - Şeria fi'l -Islam, Arpaçaya çeviren: M. Yüsuf Müsa, Ali
Hasan Abd al-Kâclir ve Abd al-Aziz Abd al-Hakk, Kahire 1959.
46- Gurabe, Hamilde: al-Eş'ari, Kahire.
47- al-Gurabi, Ali Mustafa: Tarih al-Fırak al-Islâmiyye. Kahire 1378 /1959.
48- Hasaballah, Ali: Muhadarât fi Ilmi't-Tevhid, Kahire 1372/1952.
49- al-Hamavi, Yakat: Mu'cem al -Udebâ, Kahire 1357 /1938.
50- al-Hanbeli, /bn al-tmad: Sezerât az-Zeheb fi Ahbâr men Zeheb, Kahire 1350/1931.
51- al-Hatib al-Bağdadi, Ahmed b. Ali: Tarih Bağcleıd, Kahire 1332/1913.
52- al-Harizmi, Elıfi Bekr: Resâil al-Hârizıni, Kahire 1312/1894. ıı.
53- al-Hayyat, -Hüseyn Alıdu'r-Rahim b. Muhammed b. Osman: Kitâb al'Intiscir, Dr.
Nyberg neşri, Kahire 1344/1925.
54- al-Herevi, na İsmail Abdillah b. Muhammed b. Ali: Kitâb Zemmi'l-Kelâm, İlah. Fak.
Ktb. Yapma No: 7614.
55- Hitti, Filip Had: Tarih al-Arab, Arapçaya çeviren: Muhammed Mebrük Nâfi, Kahire 1949.
56- Hodgson, M.G.S.: Abdullah b. Saba Mad., Encyclopedia of İslam, New Serie, Leiden 1954.
57- Houtsma, M.Th.: Abdullah b. Saba Mad., İslam Ansiklopedisi, İ stanbul 1950.
58- al-Hudari Bey, Muhammed: Multâclarat Tarih al-Umem al-Islâmiyye, Kahire 1370.

85
59- Hüseyin, Taha: al-Fitnetu'l-Kubrâ I, Osman, Kahire 1951.
60- İbn AM Rabbih, Ebû Omer Ahmed b. Muhammed: Kitâb al-Ilıcli'l-Ferid, Kahire 1948-
1956 ve 1293 /1876 baskısı .
61- İbn al-Arabi: Şerh Sahih at-Tirmizi, Mısır 1350-1352.
62- !bn al-Cevzi, -Ferec: Mentikib al- İmam Ahmed b. Hanbel, Kahire 1349 /1930.
63- İbn al-Esir, Ebül -Hüseyn Ali: fi't-Tarih, Mısır 1348 ve Leiden 1283-1293 bas-
kısı .
64- İbn Faris, Ebfı'l -Hüseyn Ahmed: Mu'cem Maktiyis al-Luga, Mısır 1366.
65- İbn Fürek, Ahmed b. Muhammed: Beyân Mü şkili'l-Elıcidis, Roma 1941.
66- İbn Hacar al-Askalâni: Fethu'l -Bari Li Şerh Sahîh al-Buheiri, Mısır 1300-1301.
67- İbn Haldün: Şifeiu's -Sâil Li Tehzibi'l -Mesâil, M. b. Tavit at-Tanei ne şri, İstanbul 1958.
68- İbn Hallikan: Vefeyât al-A'y ıin va Enbau Ebnâi'z- Zamân, Muhammed M. Abd al-Hamid
neşri, Kahire 1367 /1948.
69- İbn Hanbel, Ahmed b. Muhammed: Kitâb al-Hel va Ma'rifet ar-Rical, Dr. Talat Koçyi ğit
ve Dr. İ smail Cerraho ğlu ne şri, Ankara 1963.
70- İbn Hazin, Elıa Muhammed Ali b. Ahmed: Kitâb al-Fisal fi'l-Milel va'l -Ehvâ' va'n-Nihal,
Kahire 1317-1321.
71- İbn Hişam: as-Siret an -Nebeviyye, Mısır 1355 /1936.
72- İbn Kayyim al-Cevziyye: Muhtasar as-Savâik al-Mursele alâ'l-Cehmiyye va'l -Muattila,
Kahire 1380.
73- İbn Kayyim al-Cevziyye: Igâsetu'l -Lehfân min Masâyid a ş - Şeytan, Muhammed Hamid
al-Faki ne şri, Kahire 1939.
74- İbn al-Kelbi, -Munzir Hişam b. Muhammed: Kitâb al-Esnâm, Ahmed Zeki Pa şa
neşri, Kahire 1343 /1924.
75- İbn Kesir: al-Bideiye va'n -Nihâye fi't-Tarilı, Mısır 1351 /1932
76- İbn Kuteybe, EM Muhammed Abdillah b. Muslim: Kitâb Te'vil Muhtelefi'l -Hadis, Kahire
1344 /1925.
77- İbn Kuteybe: Kitâb al-Maiirif, Kahire 1300 /1882.
78- Ilm Kuteybe:" Kitâb Uyân al-Ahlıiir, Kahire, 1343-1349 /1925-1930.
79- "İbn Manzıa•: Lisârki al-Arap , Beyrut 1955.
80- İbn al-Murtadâ, Ahmed b. Yahya: Kitâb Tabak& al-Mu'tezile, Susanna Diwald -Wilzer
neşri, Beyrut 1380 /1961.
81- İbn al-Mıutada: al- Munye va'l -Emel, Haydarabad 1316 /1902.
82- İbn an-Nedim: al-Fihrist, Kahire 1348 ve Matbaat al- İ stikame baskısı .
83- İbn Nubâte: Serhu'l-Uyân Şerh Risâlet İbn Zeydân, Kahire 1278 /1861.
84- !bn Sa'd: at-Tabak,ı t al-Kubrâ, Kahire 1358.
85- İbn al-Esir al-Cezeri: Cd ıniu'i -Usâl min Ehticlisi'r-Resâl, M. Hamid al-Faki ne şri, Kahire
1368-1374/1949-1955,
86- İbn Teymiyye: Bugyetu'l -Murtâd fi'r -Redd alei'l-Mutefelsife va'l- -Karâmita va'l-Bât ıniyye,
Kahire 1329.
78- al-Iraki al- Hanefi, EM Muhammed Osman b. Abdillah b. al-Hasan: Tarih al-Firak al-
Islâmiyye, Süleymaniye Ktb. Yazma No: 791.

86
88- İslam Ansiklopedisi. İ stanbul Maarif Bas ımevi.
89- al-Isfahâni, Ebill-Ferec: al Agiini, Kahire 1323.
90- al-Isferayini, Ebilı'l -Muzaffer: at-Tabsir fi'd-Din, Kahire 1359 /1940.
91- izmirli, Ismail Hakkı : Yeni İlmi Kelâm, İ stanbul 1339-1341.
92- al-Kadi Beydavi, Ebû Said Abdillah b. Ömer: Envâru't-Tenzil va Esrâru't-Te'vil, İstanbul
1285.
93- al-Kalkaşandi, Ahmed: Subhu'l-A'sâ, Kahire 1337.
94- al-Kasımi, aş -Şeyh Cemal ad-Din: Kitâb va'l-Mu'tezile. Mısır 1331.

95-al-Kıfti, Cemal ad-Din EL-al-Hasan: Kitâb Ihbâr al-Ulemil bi ahbâr al-Hukemâ, Kahire
1326.
96- Kutub, as-Seyyid: fi Zilâl al-Kur'an, Mısır.
97- Kutluay, Yaşar: Islâmiyette Itikadi Mezheblerin Do ğum, Ankara 1959.
98- Macdonald, D. B.: Allah, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1950.
99- Macdonald, D. B.: Development of Muslim Theology, Jurisprudence and ConstLutional
Theory, New-York 1903.
100- Mc Giffert, A.C.: A History of Christian Thought Early and Eastern, London 1932.
101- al-Makdisi, Şemseddin: Ahsen at-Takâsim fi Leiden 1324.
102- al-Makrizi: Kitâb al Hitat al-Makriziyye, Kahire 1324-1326.
103- al-Malati, Ebû'l at-Tenbilı va'r-Redd alâ Ehli'l-Ahva'ca'l-Bidet, Kahire 1369 /1949.
104- Mâturidi, Ebû Mansûr: Akâid Risâlesi, Çeviren: Yusuf Ziya Yörükan, İ stanbul 1953.
105- al-Mes'fidi, Ebill -Hasan: at -Tenbih va'l - İsrâf, Leiden 1311 /1893.
106- al-Mes'ûdi: Murii c az -Zeheb va Maâdin al-Cevher, Kahire 1367 /1948.
107- Mez, Adam: al-Hadârat al-İslâmiyye fi'l Karn ar-Riibi'al-Hicri, Arapçaya çeviren: Mu-
hammed Abd Ebn Ride. Kahire 1947-1948.
108- Mithat, Ahmed: Tarih-i Edyân, Ahmed Hamdi Aksekili ne şri, İ stanbul 1329.
109- al-Mufid, Muhammed b. an-Nu' ııikın: Evâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib va'l - MuJıtânit, Teb-
riz 1371.
110- al-Mukbili, aş- Şeyh Salih: al-İlm as-Samih, Kahire 1331 /1912.
111- al-Makkari, Ebill-Abbas -Ahmed: Nefhu't-Tip min Gusn al-Endehls ar-Ratib, Kahire
1279 /1862.
112- Nâder, Albert Nasri: Felsefet al-Mu'tezile, Iskenderiye 1950.
113- Niider, Albert N.: Le 'Systkne Philesophique des Mutezile, Beyrouth 1956.
114- an-Nesefi, Ebii'l-Muin: Tabsiratu'l -Edille, Süleymaniye Ktb, Lâleli Bölümü, Yazma No:
2162.

115- an-Nesefi: ari-1%>eseffiyye, Kahire 1319.


116- an-Nevbahti, Eb ıl Muhammed al-Hasan b. Kitâb Firak as-Sia, H. Ritter ne şri,
İ stanbul 1931.

117- Nieholson: A Literary History of the Arabs, London 1907.

118- an-Nisabari, Ebü'l -Huseyn Muslim b. al-Câmiu's -Sahih, İstanbul 1331-


1333 ve Kahire 1375 /1955 bask ısı .

s 119- O' Leary, De Lacy: Arabic Thought and its Place in ,History, London 1922.

87
120— O 'Leary, De Lacy: Islam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çevirdiler: Hüseyin Yurdayd ın ve
Yaş ar Kutluay, Ankara, 1959.
121— ar-Razi, Fahreddin: Esas at-Takdis fi'l-Kelâm, Mısır 1328.
122— Ringgren, Helmar: Studies in Arabian Fatalism, Uppsala 1955.
123— Salisbury, Edward E.: Matarials for the History of the Muhammadan Doctrine of Predes-
tination and Free Will, Jaos, Vol VIII, New Haven 1866.
124— as-Subki, Ebû Nasr Abd Tabakât aş- Şafiyye al-Kubrâ, Mısır 1324.
125— Sweetman, J. Windrow: Islam and Christian Theology, London 1947.
126— as-Suyilti, al-Hafız Celâleddin: Bugyet al-Vua fi Tabakta al-Lugaviyyin, va'n -Nuhât, Kahi-
re 1326 /1908.
127— as- Şehristâni, Ebin-Feth Muhammed b. Abd al-Kerim b. Ebi Bekr Ahmed: al-Milel va'n
-Nihal, Kahire 1381-1961 ve Matbaatu'l-Ezher baskısı.
128— aş- Şehristani: Kitâb Nihayetu'l -licdâm fi -Kelâm, Alfred Guillaume ne şri, London
1934.
129— Şerefeddin, M.: İslamda Ilk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfünfın, Ilahiyat
Fak. Mec. İ stanbul 1930.
130— Şerefeddin, M.: Kaderiyye yahut Mutezile, Darulfünün, Balı. Fak. Mec. İstanbul 1930.
131— Şerafeddin, M.: Kelâm Sava şları, Darulfünûn, Bak Fak. Mec., İstanbul 1932.
132— Şibli, Mevlana: Islam Tarihi (Asrt Saadet), Ömer Rıza (Do ğrul) Tere., İ stanbul 1346 /1928.
133— aş-Şirvâni, Muhammed Nuri b. Ali: Risaletun fi Beyan al-Firak al-Muhtelife,
Süleymaniye Ktb. Laleli, Yazma No: 2237.
' ıi, Muhammed b. Ali b. Muhammed: Feth al-Kadir, Mısır 1349.
134— as-Şevki:ıl
135— at-Taberi, Ebıl Ca'fer Muhammed b. Câmiu'l -Beyan an Te'vil al-Kur'an, Mısır
1374; 7. C. ten sonra 1321 bask ısı .
136— at-Taberi, Ebil Ali al-Fadl b. -al-Hasan: Mec ınau'l-Beytin fi Tefsiri'l-Kur'an, Tahran 1373.
137— at-Taberi, Ebil Ca'fer Muhammed b. Cerir: Tarih al-Umem va'l-Mulük, Kahire 1357 /1939.
138— at-Taftaziini, Sa'dettin Mes'ud b. Ömer: Şerh al-Akaid, İstanbul 1308.
139— Tritton, A. S.: Muslim Theology, London 1947.
140— Thomson, Kharijitism and the Kharijites, Macdonald Presentation Volume,
1933, ayrı basım.
141— "üçok, Bahriye: Islam Tarihinde İlk Sahte Peygamberler, Ankara 1957.
142— Ülken, Hilmi Ziya: Islam Düşüncesine Giriş, İ stanbul 1954.
143— Ülken, Hilmi Ziya: Islam Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirler, İ stanbul 1948.
144— Ülken, Hilmi Ziya: Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul 1935.
145— al-Vahidi, Ali b. Ahmed: Esbabu'nNuzül, Mısır 1315.
146— Wolfson, Harry Austryn: Philon, Massachusets 1948.
147— Watt, W. Montgomery: Free Will and Predestnation in Early İslam, London 1948.
148— Watt, W. Montgomery: Hazret-i Muhammed, Çeviren: Hayrullah Örs, İstanbul 1963.
149— Watt, W. Montgomery: The Political Attitudes of the Mu'tezilah, (JRAS) 1963 April,
London 1963.
150— Welhausen, al-Hayal-k va'ş- Şia, Arapçaya çeviren: Abdurrahman Bedevi, Kahire
1958.

88
151—Weir, T.H.: Muhamınadanism, Encyclopedia of Religion and Ethics, New York 1951.
152—Vida, G. Levi Della: Osman b. Affân Mad. islâm Ansiklopedisi, İstanbul 1962.
153—al-Ya'kfıbi, Ahmed b. Ca'fer: Tarih al-Ya'kâbi, Leiden 1302/ 1884.
154—az-Zamahşeri, Mahmud b. Ömer: al-Keşştif an-Hakâik Gecemiz at- Tenzil, Kahire 1365/
1946.
155—Zebidi, Zeynuddin Ahmed: Tecrid-i Sarih Tercümesi, Çevirenler: Ahmed Naim -Kamil
Miras, İ stanbul 1928-1945.
156—az-Zehebi,al-Hafus Şemseddin: Mizân al rtidâl fi Nakdi'r-Ricâl, Kahire 1325/1907.
157—az-Zehebi: Duvel Haydarabad 1337/1918.
158—Zeydan, Corei: Medeniyet-i islâmiye Tarihi, Çeviren: Zeki Me ğâmiz, İstanbul 1328-1330.
159—Ziya, Yusuf: Şehristâni, Darulfünan, fitih. Fak. Mec., İ stanbul 1927.

89
ÖZEL ISIM VE TERİMLER İNDEKSİ *

A Akletmek: 13.
Aksekili, Ahmet Hamdi: 9.
Abbas!: 34, 47, 48, 60.
Alın yazısı : 16.
Abduh, Muhammed: 8.
Abdul-Aziz Abd al-Hakk: 54. Ali (Hz.): 16, 23, 28, 29, 33, 42, 50, 51, 55.
Ali Abd al-Mun'im Abd al-Hamid: 67.
Abdullah b. Ömer b. al-Hattâb: 55.
Abdullah b. Sebe': 28, 36, 42. İ mran Süresi: 15, 24, 73.

Abdulmelik b. Mervân: 41, 51. Alim: 67, 81.

Abdurrahman b. al-E ş 'as: 41. Allah: 7, 9, 10, 11, 12, 14, 15, 16, 17, 18, 19,
Abdusselâm M. Harun: 45. 20, 24, 26, 30, 31, 32, 37, 39, 40, 41,
Aczi itiraf: 20. 4Û, 54, 56, 57, 58, 59, 67, 68, 69, 70,
Adalet: 69, 70, 71. 71, 72, 73, -74, 75, 76, 77, 78, 79, 80,
Adem (A.S.): 8. 81, 82.
Adetullah: 82. Allah'a şirk ko şmak: 30.
Adl: 51, 54, 56, 57, 67, 69. Allah'ın Kavli: 19.
al-Adliyye: 57, 69. Alp Arslan: 64.
al-Adliyye va'l-Muvahhide: 57. Amel: 18, 31, 32, 54, 71, 72, 77.
Adüd ad-Devle: 63. Ameli ve Fıkhi meseleler: 14.
Afrika: 34. Anık' al-Mülk Ebû Nasr Muhammed b.
Ahad: 80 Mansûr al- Künderi: 64.
A. Hasan Abdu'l-Kadir: 54. Amr b. al-As: 12, 29.
Ahd-i Atik: 46. Amr b. Ubeyd: 33, 41, 43, 50, 51, 52, 53, 55.
Ahiret: 18, 33, 71, 72, 73, 74, 78, 82. Ankebüt Süresi: 8.
Ahmed b. Ebi Du'âd (Kad ı): 61, 62, 63. Ansal.: 24, 25.
Ahmed Emin: 33, 39, 40, 41, 43, 52, Antakya: 47, 81.
53, 54, 55, 60, 61, 62, 66, 71, 72. Arâf Süresi: 14, 74.
Ahmed b. Muhammed b. Hanbel: 61, 73. Arap: 8, 10, 50.
Ahmed Naim: 15. Arap Yarımadası : 7, 8, 12, 22, 34.
Ahmet Mithat: 9. Arapça: 48, 76.
Ahmet Zeki Pa şa: 8, 10. Araz: 75.
al-Ahtal: 37. Aristo: 36, 47.
kişe (Hz.): 15, 23, 25, 29, 55. Arnold, T. W.: 11.
Akabe: 11. Arş : 19.
Akıl: 79, 80. Ashilbu'l-Adl: 69.

* Bu indeksi hazırlamak için kıymetli yard ımlarını esirgemiyen Kütüphane Müdü-


rümüz sayın Ihsan inan'a te şekkürlerimi sunmay ı zevkli bir borç bilirim.

90
Ashübu'l- Kehf: 14. Cahiliyye Ça ğı : 8, 9. 10, 11, 13, 21, 42.
Asım Efendi: 14, 16. Cealnâ: 77.
Aslah: 78. Cebr: 42.
Asya: 47. Cebriyye: 41, 43, 44, 57, •69.
al-A' ş â: 38. Cehennem: 16, 27, 30, 31, 33, 39, 40, 56, 72,
Atay, Hüseyin: 9, 18, 74. 78.
Atina: 46. Cehm b. Safvân: 39, 40, 69.
al-Attübi: 37. al-Cehmiyye: 15, 40, 41, 42, 57, 59.
Ayn al-yakiu: 18. Cemel Vak'ası : 29, 33, 55.
Ayni al-Hanefi: 15. Cenab- ı Hak: 10.
Azap: 72. Cennet: 16, 39, 40, 56, 72.
B al-Cerr, Halil: 31, 47, 52, 65, 68, 69.
Ceza: 70, 71, 72, 82.
Bağdad: 47, 48, 63, 64, 79.
Cibril: 18.
al-Bağdâdi: 24, 25, 27, 31, 32, 33, 40, 42,
Cibril hadisi: 17.
52, 54, 57, 58, 61, 68, 76, 77, 80.
Cisim• 75.
Bahreyn: 63.
Cizye: 35.
Bakara Süresi: 12, 13, 14, 69.
Corci Zeydân: 61.
Barthold, W.: 34, 42, 47, 63.
Co ş an, Esat: 33.
Basir: 67, 81.
Cubbâi: 61, 79.
Basra: 32, 41, 44, 47, 50, 52, 56.
Cundisapur: 47, 81.
Batlamyus Soter: 46.
al-Curcâni: 77.
Bedevi, Abdurrahman: 30.
al-Cuveyni: 67.
Beni Haşim: 25, 26.
Be şşâr b. Bürd: 60. Ç
Beydavi (Kadı): 15. Çağatay, Ne şet: 5, 9.
al-Beyhaki: 19. Çok tanrıcılık: 8.
Beytu'l-Hikme: 48. Çubukçu, İbrahim Agâh: 5, 9, 29, 34, 40,
Beytullah• 18, 24. 47, 52, 61, 63, 65, 69, 73, 74, 77, 78, 79.
Bid'at: 20. 21, 53, 54.
D
Bilgi: 71, 79.
Bişr al-Merrisi: 35. Davenport, John: 11.
Bişr b. al-Mu'temir: 44, 61. Dâvud b. Ali al-Isfahani: 80.
Bizans: 46. De Boer, T. J.: 39.
BrC'hier, Emile: 46. Deccal: 16.
Brockelmann, C.: 9, 22, 23, 26, 27, 29 36. Della Vida, G. Levi: 28.
al-Buhüri: 17, 22, 23, 24, 25, 26. ad-Damiri, Kemâlu'd-Din: 57, 60, 61, 62.
Büveyh: 63. Diwald-Wilzer, Susanna: 45.
Büveyhiler: 63. Do ğan, Lûtfi: 20, 68. 74, 76.
Büyük günah: 30, 31, 32, 33, 52, 53, 72. • (Doğrul), Ömer Rıza: 11, 22.
Dualist: 59.
C
Düşünmek: 13.
Ca'd b. Dirhem: 40, 60.
E
Caetani, L.: 23, 25.
Ca'fer b. Harb. 80. Ebû Bekir: 24, 25, 26.
Ca'fer b. Mübe şşer: 80. Ebû Dâvud: 16, 17.
al-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr: 44, 45, Ebû'l-Ferec al-Isfahâni: 38.
61, 79, 80. Ebû Hanife: 68.

91
Ebû Haşim Abdullah• 50 51. Furkân Süresi: 31.
Ebû Hureyre: 16. 17. Fussilet Süresi: 10.
Ebû'l-Hüzey1 al-Allâf: 44, 61, 79, 80. Fuzuli: 33.
Ebû Kurra: 37, 38, 39.
G
Ebû'l-Muntaha: 68.
Ebû Mûsâ al-Aş'ari: 29. Gâşiye Süresi: 12.
EM]. Ride, M. Abdulhadi: 45. Gaylân ad-Dima şki, Ebû Mervân Gaylân b.
Ebû Ubeyde b. al-Cerrah: 19. Muslim: 38, 41, 58.
Ebû Yünus Senseveyh (al-Asvari): 38. Gayri me şrûluk ve kan şıklık: 28.
Ebû Zahra, Muhammed: 21, 25, 68, 71, 79. Gazne: 63.
Eflatun: 46, 47. al-Gazzali, Ebû Hamid: 18, 20, 64, 74.
Ehl al-Adl va't-Tevhid: 54, 56, 57, 59. Gibb, H. A. R.: 28.
Ehl-i Beyt: 42. Goldziher, Ignaz: 53, 54.
Ehlu'l- Hakk: 57. Guillaume, Alfred: 59.
Ehl-i Islam: 52. Gulât: 28.
Eh]-i Sünnet: 21, 23, 31, 32, 33, 58, 64, 67, Gulat-ı Şia: 43.
71, 72, 74, 75, 79, 80. Gurâbe, Hamiide: 77.
Elçi: 18. al-Gurabi, Ali Mustafa: 8, 11, 55, 79.
Emeviler: 34, 37, 40, 41, 47, 48, 59, 60. Günah: 30, 31.
Emin (Halife): 60, 61.
al-Emr bil-Ma'rfıf va'n-Nehy ani'l-Munker:
67, 72, 73. Hac: 18.
En'âm Süresi: 11, 74. Haccac: 41.
Enfal Süresi: 14. Hâdis: 75, 76.
Enuşervan: 47. al-Hadrami, Yahya b. Hamza: 60.
al-Eş'ari, Ebû'l-Hasan Ali b. Ismail: 25, 26, Hakk akyakin: 18.
29, 58, 62, 67, 70, 71, 72, 74, 75, 76, 77, Halid b. Abdillah al-Kasri: 40.
78. 79, 82. Hâlid (b. Yezid I.): 47.
Eş'ariler: 64, 74, 78. Halil Halid, M.: 11.

Eş'ariyye: 77, 82. Halilullah• 40


Ezârika: 31, 53. Harizm: 64, 65.
al-Harizmi, Abdal-Cebblir b. Abd Allah:
F
50, 51, 65.
Fadl al-Hazzâ: 45. Harici: 15, 31, 32, 33, 43, 53, 72.
Fahr ad-Devle: 63 Hariciyye: 29.
al-Fahûri, Hanna: 31. 47, 52, 65, 66, 68, 69. al-Haris b. Sureyc: 40.
al-Faki, M. Hamid: 40. al-Harkiyye: 56.
Farabi: 49. Harrân: 37, 47, 81.
Fars: 42, 43. Hârun ar-Re şid: 60.
Fasık: 33, 53, 72. Hasaballah, Ali: 8, 13, 16, 17, 34, 35, 40.
Fatalizm: 17. Hasan (Hz).: 55.
Fatma (Hz): 26. al-Hasan b. Abbâd b. Abbas: 63.
Fatır Sûresi: 9. Hasan al-Basri: 32, 41, 50, 51, 52, 53, 55,
Fedek: 26. 56.
Felsefe: 49, 63. Haşeviyye: 57.
Fıklıl meseleler: 14, Haşr Sûresi: 12.
Fısk: 33. al-Hatib al-Ba ğcladi Ahmed b. Ali: 35, 36,
Fıtri: 8. 60, 61, 63.

92
al-Havaric: 59, 72. İ bn al-Hanbeli: 40.
Hayber: 26. İ bn al-Hanefiyye: 50, 51.
Hayır: 57, 58, 69, 73. İ bn Hazm• 40, 42.
Hayri evvel: 46. İ bn Hişam: 24, 25.
Hayy: 67, 68. İ bn Kayyim al-Cavziyye: 20, 40, 57, 59.
al-Hayyât, Ebfi'l-Huseyn b. Osman: 32, İ bn Kelbi, Hişam: 8, 10.
34, 44, 45, 48, 58, 59, 72. İbn al-Kenan": 80
al-Herevi: 16, 20, 21. İ bn Kesir: 12.
Helenizm: 47. 1bn Kuteybe: 15, 28, 29, 36, 38, 40, 41, 58,
Hıristiyan: 8, 9, 15, 34, 36, 37, 38, 39, 40, 59.
42, 43, 44, 46, 47. İ bn Manzûr: 16.
Hicaz: 64. İ bn al-Murtada, Ahmed b. Yahka: 43, 44,
Hilafet: 33. 45, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 57, 58, 65.
Hint: 46, 47, İbn an-Nedim: 45, 79, 80.
Hintçe: 47 İbn Nubâte: 38, 40, 41, 48.
Hira: 38. İ bn ar-Ravendi: 45.

Hiş am b. Abd al-Melik: 40, 41. Tbn Sa'd: 24, 25.


Hitti, Filip IMA: 9. İ bnu's- Savda: 28.
Hodgson, G. S.: 29. İbn Sinâ: 49.
Horasan: 40, 63, 64. İbn Teymiyye: 59.
Houtsma, M. Th.: 29. İbn Zeydûn: 38.
Hucurât Süresi: 12. İ brahim (Hz).: 9, 24, 40.
İ cma: 31, 54,
al-Hudari, Muhammed Bey: 9, 11, 24.
İhlas Süresi: 9, 10.
Hulûl: 80.
Ihsan: 18.
Husun: 73, 77.
kral.: 71.
Hılzistan: 63.
Ila: 74.
Raşidin: 16, 18, 21.
Ilham: 80.
Ilim: 79.
Irak: 34, 38, 40, 42, 46, 63, 64. İlk hayır: 46.
al-Iraki al- Hanefi, Ebû Muhammed Osman: Ilk Ihtilaflar: 22.
27, 31, 72. İlliyet prensibi: 82.
I şık, Kemal: 33. İmam: 25.
İ mam al-Haremeyn al-Cuveyni: 64.
İ
Imamet: 28.
Ibadi: 38. İ man: 18, 31, 32, 52.
İbn Abbas: 22. Imsak: 20.
İbn Abd Rabbih: 38, 45, 51. İnan, Ihsan: 5.
ibnu'l-Arabi: 16, 19. irade hürriyeti: 38, 39, 40, 69, 70, 79.
İbn al-Cevzi: 61. Iran: 34, 42, 46, 47, 81.
İ bn al-Esir: 19, 27, 35, 36, 40, 59, 60, 62, 63, İrtidad: 26.
64. Isa (Hz): 15, 24, 37.
İbn Faris: 16. al-isferayini, Ebu'l-Muzaffer: 24, 25, 28,
İbn Fûrek: 15. 29, 52, 70.
İbn Hacer al-Askalâni: 17. İskender: 46.
İ bn Mit: 45 Iskenderiye: 46, 47.
İbn Haldûn: 17, 18. İ slam: 7, 8, 11, 17, 18, 20, 21, 24, 25, 27,
İ bn Hallikan: 50, 51, 53, 60, 61, 62, 64. 28, 29, 30, 31, 34, 35, 36, 39, 41, 42,

93
43, 44, 45, 46, 48, 49, 52, 54, 55, 57, K ıyamet Süresi: 74.
59, 61, 62, 64, 65, 66, 68, 70, 71, 72, al-Kindi: 49.
73, 78, 79, 80, 82, 83. Kisrâ: 47.
Islâmiyet: 7, 8, 10, 11, 12, 13, 18, 21, 34, 35, Kitap: 14, 18.
38, 40, 42, 43, 46, 48, 65. Koçyiğit, Talat: 61.
Ismail (Hz): 9, 24. Köprülü, Fuad: 34, 63.
İ spanya: 34. Kötülük: 59, 70, 72, 73, 77, 78.
lira. Süresi: 14. Kramers, J. H.: 28.
Istitaa: 38, 40. Kubuh: 73, 76.
İ stiva: 19. al-Kuddiis, Salih b. Abdillah: 60.
Itizal: 43, 44, 50, 52, 53, 55, 61, 63, 64. Kudret: 58.
İyi idare sistemi: 28. Kudüs: 25, 36.
Iyilik: 59, 72, 73, 77, 78. Kilfe: 36, 40, 47.
İ zmirli, İ smail Hakkı : 8, 70, 71. Kun: 76.
K Kur'an-ı Kerim: 8, 9, 10; 11, 12, 13, 14, 15,
16, 19, 20, 22, 23, 26, 30, 31, 32, 35,
Kabin azabı : 56.
36, 40, 56, 60, 61, 65, 67, 68, 69, 71, 72,
al-Kabriyye: 56.
73, 74, 75, 76, 77, 81, 82.
Kader: 16, 17, 18, 19, 38, 39, 40, 41, 42, 51,
Kurey ş : 25.
57, 58, 60.
K utluay, Ya ş ar: 9, 11, 12, 36, 39, 47.
Kaderiyye: 38, 39, 41, 42, 57, 58, 59.
Küfr: 3, 32, 33, 52.
Kad-i Kudât: 62.
Külli irade: 70, 71.
Kadim: 67, 68, 75, 76, 82.
KWH kanunlar: 82.
Kadir: 67.
al-Kadir Billah: 63. L
Kad rtezelâ Kavle'l-Umme: 52. al-Lafziyye: 56.
Kad i'tezele anna'l-Vas ıl: 52. La ilahe Illallah, Muhammedu'r-Resûlullah:
Kadr: 16. 10.
Kâfir: 10, 31, 32, 33, 53, 56, 72, 78. Laleli: 72.
Kalkaş andi, Ahmed: 57, 58. Latince: 36.
al-Kasimi, Cemalu'd-Din: 59. Lebid b. al-A'sam: 35.
Katâde b. Diâme as- Seddüsi: 52. Lenterâni: 75.
Kavl: 19. Leyl Süresi: 17.
Kebire: 30, 32, 52, 72.
M
Kebire-i mutlaka: 30.
Kef: 20. Ma'bed al-Cuhani: 38, 41, 58.
Kehf Sûresi:: 14. Macdonald, D. B.: 31, 37, 39, 58, 75.
Kelam: 5, 7, 20, 21, 35, 36, 37, 38, 51, 53, Mc Giffert, A. C. : 37.
57, 67, 68, 72, 73, 75, 76, 80, 81, 82. Mahmûd b. Cerir al-Isfahani: 64
Kelim: 15. Mahmud (Gazneli): 63.
Kelimullah: 40. Maide Süresi: 14, 23.
Kelime-i Sahadet: 10. al- Makdisi, Ş emsu'd-Din: 57.
Kerrâmiyye: 80. al-Makkari, Ebül-Abbas Ahmed: 37.
Kesb: 70, 71. al-Makrizi: 38, 41, 42, 48, 50, 56, 59.
Kıdem: 67, 68. al-Maksiis, Ömer: 41.
Cemalu'd-Din Ebû'l-Hasan: 47. al-Malati, Ebû'l- Hasan: 55.
al-Kıpti: 38. Malik b. Enes: 19.
Kıyamet günü: 14. Mani: 43,

94
al-Mansûr, Ebti Ca'fer (Halife): 47, 48, 60. Murid: 67, 19.
Materyalist: 43. Mûsâ (Hz.): 40, 74, 75
al-Mâturidi, Ebû Mansûr: 68; 70, 75, 76, Muslim: 17, 22, 24, 25, 26, 30.
77, 78. Mu'tasım: 61, 62, , 63.
Mtıverâünnehr: 34. Mutezile: 5, 7, 15, 21, 28, 32, 34, 35, 36, 39,
Meod ad-Devlet 63. 40, 41, 42, 43, 44, 45, 48, 49, 50, 51,
Mecusi: 34, 43, 44, 47, 58, 59. -52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61,
Medâin: 29. 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 70, 71, 72,
Medine: 11, 24, 26, 28, 29. 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83.
Mekke: 10, 11, 12, 24. Mutlak büyük günah: 30.
Mehdi: 60. al-Muvahhide: 57.
Melek: 18. Mü'min: 18, 31, 32, 33, 53, 72.
Me'mûn: 37, 39, 48, 61, 62, 63, 65, 73, Münafık: 32, 53,
81. Mürcie: 31, 33, 53, 72.
al-Menzile beyne'l-Menzileteyn: 32, 34, 52, Mürtekib-i Kebire: 51.
67, 72. Müseyleme al-Kezzûb: 27.
Mervân al-Ca'di: 60. Müslim: 18, 72, 78.
Mervân b. Muhammed: 40, 59, 60. Müslüman: 18.
Meryem: 24. Müşebbihe: 57.
Meryem Sûresi: 5'4. Müşfik: 10, 31.
al-Mes'fıdi: 53, 62. Mütestıbih:- 14, 15, 20.
Mez, Adam: 45, 51. Mütevekkil: 48, 61, 62, 65.
Mezdekiyye: 34. Müzzemmil Süresi: 55.
Mısır 12, 28, 34, 46,
N
Mihne: 61, 62, 65.
Miras, ICâmil• 15. Nâder, Albert Nas ıl': 69, 74, 76, 79.
Monoth6isme: 7, 42. Nahl Sûresi: 76.
M. Şerefeddin (Yaltkaya): 30, 40, 52, 54, Nakil: 79, 80.
55, 60. Nakilciler: 21.
al-Muattile: 57, 59. Namaz: 18, 26.
Muâviye: 29, 33, 36, 55. Nasrani: 38.
Muâviye b. Yezid: 41. Naturalist: 43.
al-Mufid,--Muhammed b. Nu'mtın: 52. Nâzıra: 74.
al-Mufniyye: 56. Nâzizât Sûresi: 11.
al- Mugire b. Said al-icli: 36. Nazzâm: 48, 61, 80.
Muhacir: 24. an-Neccâr, Abdu'l-Halim: 46.
Muhammed (Hz.): 9, 10, 13, 18, 23, 24, 25, Necedât: 31.
51. Necrân: 15.
Muhammed b. al-Hanefiyye: 50, 51. an-Nesefi, Ömer: 30, 31, 32, 33, 72.
Muhammed Mebrûk »T: 9. Nehr: 76.
Muhammed b. Mesleme al-Anstıri: 55. Nestûrt: 47.
Muhammed Muhyiddin Abd al-Mamid: 29. Neybahti: 29, 55.
Muhammed Süresi: 10. Niam: 74.
Muhkem: 14. Nicholson: 39, 49.
Muhsin: 18. Nisâ Sûresi: 14, 30, 69.
al-Mukbili, Sâlih: 57. Niştibur: 64. -
Mulhid: 45. Nizâm al-Mülk: 64.
Mu'ıninûn Süresi: 8, 9 11. Nizâmiyye medresesi: 64.

95
Nûh Süresi: 12. Sa'd b. Ubâde: 25.
Nûr: 74, 75. Safariyye: 31.
Nûr Süresi: 74. Saffât Sûresi: 10, 11:
Nusaybin: 47, 81. Sâhib b. Abbâd: 63.
Nyberg: 34, 48. St. John of Damascus: 36, 37, 38, 39, 42.
St. Sabas: 36.
0
Saktfe Beni Saide: 25.
O'Leary, De Lacy: 9, 47, 49. Salisbury, Edward E: 16.
Ortodoks: 36, 37. San'a: 28.
Osman b. Affân: 12, 18, 21, 26, 28, 29, 30, Sasani: 42.
41, 55. Sebeiyye: 28, 29.
Ö Sebep-netice bağlantısı : 82.
Secah bint al-Haris: 27.
Ömer b. Abdulaziz: 41.
as-Seddûsi, Kafade b. Diame: 52.
Ömer b. al-Hattâb: 12, 17, 19, 22, 23, 24,
Selçuk: 64.
25, 26.
Selef: 19, 20, 67, 72.
Örs, Hayrullah: 11.
Semi: 67, 68.
P Seneviyye: 34. 43, 59.
Sergun (Sergius) b. Mansûr: 36.
Pehlevi: 47, 48.
Sevap: 82.
Peygamber: 7, 8, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17,
Seyyid Kutub: 9.
18, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29,
Sıfat ve isimlerin nefyi: 39.
30, 35, 42, 44, 50, 58.
Sıffin: 29, 33, 55.
Philon: 46.
as-Subki: 61, 64, 75.
Polyth6sme: 8.
Sunni kelâm sistemi: 21.
Pythagoras: 47.
Suriye: 34, 39, 46, 47, 81.
R as-Suyüti, Celalu'd-Din: 65.
Rabb: 15, 18, 74, 75, 78. Stifyan as-Seyri: 55.
Rabiatu'r-Ra'y: 19. Süldit: 20.
Ra'd Sûresi: 9, 12. Süleymaniye Kütüphanesi: 27, 72.
Rafızi: 28, 43, 45. Sümâme b. E şres: 61, 80.
Rahman: 19. Sünnet: 22, 30, 31, 81.
Ramazan: 18. Sünni: 62, 64, 65.
ar-Razi: 15. Süryani: 46, 47, 48.
Resûlullah (S.A.): 15, 16. Sweetman, J. Windrow: 68.
ar-Resid, Harun: 60.
Ş
Rey: 63.
Ş am: 19, 36, 40, 41, 64.
Ringgren, Helmar: 17.
Ş arki Roma: 46.
Risâlet: 44.
Şehadet: 18.
Roma (ş ark»: 46.
Ruh: 14. as- Şehristâni: 25, 26, 40, 48, 51, 52, 57, 58,
Ruha (Urfa): 47, 81. 59, 61, 68, 71, 72, 75, 77, 80.
Rum: 36, 37. Şer: 57, 58, 69.
Rûm Sûresi: 12, 69. Şeriat: 77, 78, 80.
as- Şevkani• 9, 16.
S
Ş eytan: 59.
Sâbie: 34. Şia: 29, 65.
Sâd Sûresi: 9. Şibli, Mevlana: 22, 23, 24.

96
Şii: 23, 51, 63. trsame b. Zeyd: 23, 24.
5i:ilik: 9R, Usame b. Zeyd b. Harise: 55.
Şirk: 3o,
as- Şirvani: 27.
Vacip: 78.
T al-Va'd val-Vaid: 67, 71.
Taat: 31. al-Vâhidi, Ali b. Ahmed: 15.
Taberi: 17, 19, 22, 23, 24, 36, 60. Vahiy: 13, 79.
at-Tabersi, al-Fadl b. al-Hasan: 15. al-Vaid: 67, 71.
Taftazâni: 21. al-Vaidiyye: 59.
Taha Hüseyin: 29. Vakıa Süresi: 11.
Taha Sûresi: 19. al-Vakıfiyye: 56
Tahkim: 33. Va'r-Rasihû'n: 14.
Tahrim: 31. Vasık: 62.
Takas: 20. Vasfi b. Atâ al-Gazzal: 32, 33, 43, 44, 50,
Talha: 29. 51, 52, 53, 55, 56.
Talût: 35. Von Kremer: 39, 43.
at-Tanci, Muhammed b. Tavit: 17.
W
Tanrı : 7, 8, 10, 26, 31.
Tasdik: 20. Watt, W. Montgomery: 11, 56, 65, 72.
Tecsim: 15. Weir, T.H.: 37.
Tefsir: 39, 48, 65. Wolfson, Harry Austryn: 47.
Tek Tanrı : 7, 8, 9, 46. Wellhausen, Julius: 30.
Tenâsuh: 80, Y
Teslim: 20.
Yahudi: 8, 9, 11, 26, 28, 34, 35, 36, 40, 42,
Teşbih: 15.
43, 44, 46, 54, 75.
Teşeyyu: 42.
Yahya (St. John of Damascus) ad-D ımaşki:
Teybe Süresi: 69.
36.
Tevhid: 7, 55, 56, 57, 67, 68, 73, 75, 77, 81,82.
al-Ya'kiibl, Ahmed b. Ca'fer: 47, 6u.
Te'vil: 21, 39, 48, 65, 67, 68, 69, 74, 77, 79,
Yakût al-Hamavi: 44, 50, 63.
80, 81.
Yalçın, Hüseyin Cahit: 23.
Tevrat: 35, 75.
Yasin Süresi: 11.
Thomson, William• 31.
Yemen: 42, 65.
Timurleng: 65.
Yezid (b. Muaviye): 36, 37, 47.
Tirmizi: 16.
Yezid b. al-Velid: 59.
Tövbe: 32, 33, 72.
Yörükan, Yusuf Ziya: 27, 76.
Tritton, A.S.: 38, 40, 41.
Yuhanna ad-D ımaski: 36.
Tuğrul Bey: 64.
Yunan: 39, 43, 46, 47, 48, 49, 81.
Tuleyha b. Huveylid: 27.
Tûr Süresi: 70. Yunanca: 47, 48.
Yurdaydın, Hüseyin: 9.
U
Yûnus Sûresi: 69.
Ummân: 63. Yiisuf Mûsa, M.: 46, 54, 67.
Urfa: 47, 81.
Z

Zahiriyye: 80.
nçok, Bahriye: 27. az-Zamahseri, Mahmûd: 9, 14, 64, 65.
mi Ziya: tllken, Hi18, 9, 46, 48. Zanadika: 43, 44, 60.

97
Zat: 76, 81. Zındık: 20, 21, 33, 35, 36.
Zati Sıfatlar: 67, 68. Zinâ: 31.
Zebidi, Zeynu'd-Din Ahmed: 15. Zuhdi Hasan Carullah• 31, 33, 34, 36, 39,
az-Zehehi, al-Hafız şemsu'd-Din: 41, 60. 41, 43, 46, 53, 54, 59, 60, 61, 62, 63,
Zektıt: 26. 65, 68, 71, 73, 74, 76, 80.
Zeki Megamiz: 61. Zuhruf Süresi: 76, 77.
Zerdüşt: 34, 42. Zu'l-Karneyn: 14.
Zeyd b. al-Hal-ise: 23. Zübeyr: 29.
Zeydiyye: 65. Zümer Süresi: 8, 9, 24.

98
ÇEVRİLEN 'AYETLER INDEKS!

A "Biz onu anlayasınız diye arapça bir Kur'an


yaptık." (Zuhruf Sûresi, âyet: 3):76.
"Allah, aklımzı kullanasuuz diye size ayet-
Terini gösterir." (Bakara Süresi, ayet: "Biz ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğu-
73): 12. muzda mı diriltilece ğiz?" (Mu'minfın
Sûresi, ayet: 82): 11.
"Allah arz ve semavat ın nûrudur." (Nür
Süresi, ayet: 35): 74. bu gün size dininizi tamamladım."
(Mâide Sûresi, ayet: 4): 23.
"Allah hiç bir kimseye gücünün yetece ğinden
başkasını yüklemez. Herkesin kazan- "Bu insanlar devenin nas ıl yaratıldığına,
dığı hayır kendi yararına, yaptığı şer göğün nasıl yükseltildiğine, dağların
de kendi zarannadır." (Bakara Süresi: nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına
ayet: 286): 69. bir bakmazlar mı ?" (Ga şiye Süresi,
ayet: 17-20): 12.
"Allah Kendisine ortak ko şmayı bağışlamaz;
bundan başkasını dilediğine bağışlar. Ç
Allah'a ortak ko şan kimse, şüphesiz
"Çürümüş kemikleri kim yaratacak?" (Ya-
büyük bir günahla iftira etmi ş olur."
sin Sûresi. ayet: 78): 11.
(Nisâ Süresi, ayet: 48): 30.
"Allah onlara zulüm ediyor de ğildir. Fakat D
onlar kendi kendilerine zulüm ediyor- "De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insan ını.
lar." (Teybe Sûresi, âyet: 70 ve Rfım Bana Tanrımn ancak bir Tek Tanr ı
Süresi, âyet: 9): 69. olduğu vahyolunuyor. Onun için he-
"Allah'ın indirdiği Kitap ile aralar ında piniz O'na yönelin, O'ndan ba ğışlanma
hükmet.... Onların heveslerine uyma." dileyin. Allah'a ortak ko ş anlarm vay
(Mâide Süresi, ayet: 49): 14. haline!" (Fussilet Süresi, ayet: 6): 10.

B "De ki: O Allah bir tektir; en büyük merci


sadece O'dur; O, do ğmamış ve doğur-
"Bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz- Allah'a
mamıştır; ve O'na hiç kimse e şit ola-
ve âhiret gününe inanmışsamz- onun
maz." ( İhlas Süresi, âyet: 1-4): 10.
hallini Allah'a ve Peygambere b ırakın."
(Nisa Sûresi, ayet: 59): 14. E
"Bir şeyin olmasını istedi ğimiz zaman, sözü- "Eğer Biz bu Kur'an' ı bir dağa indirmiş
müz ancak ona ol (kun) dememizden olsaydık, sen onun Allah korkusuyla
ibarettir." (Nahl Süresi, ayet: 40): 76. baş eğerek nasıl parça parça oldu ğunu
"Biz onlara, sadece bizi Allah'a yakla ştır- görürdün. Bu misalleri insanlar dü şün-
sullar diye ibadet ediyoruz." (Zümer sünler diye veriyoruz." (Ha şr Süresi,
Sûresi:, ayet: 3): 9. ayet: 21): 12.

99
"Elinde bulunam verenin, Allah'a kar şı gel- kese kazand ığı tastamam verilecektir.
mekten sakınamn, en güzel söz olan Onlara haksızlık da edilmeyecektir."
Allah'm birli ğini doğrulayamn i şlerini (Bakara Süresi, ayet: 281): 69.
kolaylaştırı nz. Fakat, cimrilik eden,
P
kendini Allah'tan müsta ğni sayan ,en
güzel sözü yalanlayan kimsenin de güç- "Putperestlerin söylediklerine sabret, yan-
lüğe uğramasını kolaylaştırırız." (Leyl lanndan güzellikte aynl!." (Müzzemmil
Süresi, âyet: 5-10): 17. Süresi, âyet: 10): 55.
"Ey Muhammed! Şüphesiz sen de öleceksin, R
onlar da ölecekler." (Zümer Süresi,
ayet: 30): 24. "Rabbim Kendini bana göster, Seni göreyi-
yim." (Arif Süresi, âyet: 139): 74.
G
"Rabbime and olsun ki, aralar ında çıkan
"Gerçekten tanr ılar' bire mi indirdi? Do ğ- ihtilâflarda seni hakem tayin edip,
rusu bu pek tuhaf bir şey!" (Sâd Sü- sonra, haklarında senin vermi ş oldu-
resi, âyet: 5): 9. ğun hükmü gönül rızasıyle kabul et-
"Göklerde ve yerin yarat ılmasında, gece medikçe onlar imân etmiş olmazlar."
ile gündüzün birbiri ard ınca gelmesinde.. (Nisa Süresi, âyet: 65): 14.
düşünen insanlar için deliller vard ır."
"Rahman Arşa istiva etti." (Tâhâ Süresi,
(Bakara Süresi, âyet: 164): 13.
âyet: 5): 19.
H S
"Hayat ancak bu dünyadaki hayat ımızdan
"Sana Kitab' ı indiren O'dur. Onda Kitab ın
ibarettir; biz tekrar dirilecek de ğiliz."
temelini te şkil eden kesin anlamlı (muh-
(En'âm Sûresi, âyet: 29): 11.
kem) ayetler vard ır. İşte kalplerinde
"Herkes sadece kendi kazanc ına bağlıdır."
e ğrilik olanlar sırf fitne ç ıkarmak,
(Tûr Süresi, ayet: 21): 70.
kendi arzularma göre yorumlamak için
M onların müte ş abih olanlanna uyarlar.
"Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan Oysa onların yorumunu ancak Allah
önce de Peygamberler geçmi şti. Olur bilir. İlimde derinle şmiş olanlar ise
veya öldürülürse geriye mi dönecek- "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin
siniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir katındandır" derler." (Al-i İ mran Süre-
zarar vermez. Allah şükredenlerin mü- si, ayet: 7): 15.
kafanın verecektir. (.A.1-i İmran Sûresi, "Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki
ayet: 144): 24. herkesi hayra davet etsinler, iyili ği
O emretsinler, kötülükten sak ındırmağa
çahşsınlar." (Abi İmran Sûresi, ayet,
"O kimseler ki, Allah'ın yamnda başka tanrı
104): 73.
tutup ona yalvarmazlar, Allah' ın ha-
ram kıldığı cana haksız yere kıymazIar, "Sizi Allah'tan ba şka taptıklarunzla bırakıp
zina etmenler...." (Furkan Süresi, ayet: sizden ayrılırım..." (Meryem Süresi,
68): 31. ayet: 48): 54.
"O'nu gözler idrâk edemez, halbuki O gözleri Ş
idrâk eder." (En'âm Süresi, âyet: 103):
"Şüphesiz Allah katında en de ğerliniz. O'na
74.
karşı gelmekten en çok sak ınanızdır."
Ö (Hucurât Süresi, âyet: 13): 12.
"Öyle bir günden sakımn ki, hepiniz o gün ... Şüphesiz dü şünen kimseler için bunda
Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra her- ibretler ve deliller vard ır." (Ra'd Süresi,

100
ayet,: 3, 4; Bakara, ayet: 164; Nfıh, " Şüphesiz Allah insanlara hiç bir şeyde zu-
âyet: 12; Rûm, âyet: 24): 12. lüm etmez Lâkin insanlar kendi kendi-
lerine zulmederler." (Yûnus Süresi,
" Şüphesiz Allah hiç bir kimseye zerre kadar
ayet: 44): 69.
haksızlık etmez; zerre miktar ı bir iyi-
lik olursa, onun sevab ını kat kat art ım. Y
Ona, kendi cânibinden pek büyük bir "Yüzler vardır, o gün taptazedir. Rablerini
mükâfat verir." (Nisa Sûresi, âyet: göreeektir." (Kıyamet Süresi, ayet:
40): 69. 22-23): 74.

101
KITAP ISIMLERI INDEKS'

A E
Abdullah b. Saba (Hodgson, M.G.S.): 29. Ehli Sünnet Kelâmında Eş'ari Mektebi: 20.
Andullah b Saba (Houtsma, M.Th.): 29. al-Elf Mesele fi'r-Redd alâ'l - Mâneviyye: 43.
al-Agâni, 38. Encyclopedia Britannica: 36.
Ahsen at- Taksim ft Ma'rifeti'l-Akfılim: 57. Encyclopedia of Islâm, New Sefie: 29.
an-Nesefiyye: 30, 32, 72. Encyclopedia of Religion and Ethics: 37.
Akâid Risâlesi: 76, 78. Enviırdt-Tenzil va Esrâru't-Tevil: 15.
al- Akide va' ş- Şeria fi'l- Islam: 54. Esasu't-Takdis fil-Kelâm: 15.
Allah (D. B. Macdonald): 37. Esbâbu'n-Nuzûl: 15.
Ankara Üniversitesi Ilâhiyat Fakültesi Der- al-Eş'ari: 77.
gisi: 52, 61, 65, 69, 73, 77. Evâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib val-Muhtârât:
Arabic Thought and İts Place in History: 52.
49. F
al-Arâu'd- Diniyye va'l-Felsefiyye li Phi-
Fadihatu'l-Mu'tezile: 45.
lon al- Iskenderi: 46.
Fadilatu'l-Mu'tezile: 45.
Asr-ı Saıldet: 22.
al-Fark beyne'l-Firak: 24, 40, 42, 52, 54,
B_ 58, 61, 76, 77.
al-Beyân va't-Tebyin: 45. Faysalu't-Tefrika beyne Ehli'l-Islâm va'z-
al-Bidâye va'n-Nihâye: 12. Zandaka: 18.
Bilgi Kaynağı : 36. Fecru'l-Islâm: 33, 40, 41, 52, 53, 54, 55, 72.
Bugyetu'l-Vutı fî Tabakiit al-Lugaviyyin Felsefetu'l-Mu'tezile: 69.
va'n-Nulıat: 65. Fethu'l-Bari li Ş erh Sahlhi'l-Buhâri: 17.
Fethul-Kadir: 9.
C
al-Fıkhu'l-Ekber: 68.
Câmiu'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'an: 17. Firaku'ş- Şia:
al-Câmiu's-Sahih: 22, 25, 26. al-Fihrist: 45, 79, 80.
Câmiu'l-Usûl: 27. al-Fisal fi'l-Milel val-Ehvgı va'n-Nihal: 40,
42.
D
al-Fitnatu'l-Kübrâ: 29.
Darulfünun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı : Fi Zilâli'l-Kur'an: 9.
27, 30, 40, 52, 54, 60. Free Will and Predestination in Early Islâm:
Development of Muslim Theology, Juris- 72.
prudence and Constitutionel Theory:
39, 58, 75.
G
Duha'1- islâm: 39, 43, 60, 61, 66, 71. Gazzâli ve Şüphecilik: 9, 34, 40.

102
E al-Kavaid al-A şara : 18.
al-Hadaretu'l- Islâmiyye: 45. Kelâm Sava şları : 40.
va'ş- şia: 30. al-Ke şş âf an Hakâik Gavamiz at - Tenzil:
Hayatu'l- Hayavân al-Kübrâ: 57. 9, 65.
Hazret-i Muhammed: 11. Kharijitism and the Kharijites: 31.
Hazret-i Muhammed ve Kur'an- ı Kerim: 11. Kitabu'l-Asnam: 8.
al- Hitat: 38, 41, 42, 48, 50, 56. Kitâb Bugyet al-Murtâd fi'r-Redd
A History of Cristian Thought Early and tefelsife val-Karamita va'l-Bâtiniyye:
Eastern: 37. 59. •
Kitabu'l-Esma va's-S ıfirt: 19.
Kitilbu'l- Hayvan: 79.
İgasetu'l-Lehfân: 20, 40. Kitabu'l-ibane an Usül ad-Diyâne: 58.
İhbaru'l-Ulema bi Ahbâr al-Hukemâ: 47. Kitabu'l- İlel va Ma'rifeti'r-Rical: 61
al-İkdu'l-Ferid: 38, 45. Kitabu'l-Intisar: 32, 45, 48.
al-İktisad fi'l- Ptikad: 74, 78. Kitabu'l- İrş ad: 67.
ileamul-Avam an Uran-Kelâm: 20. Kitabu'l-Lınna' fi'r-Redd ala Ehl az-Zayg
al-İlmu'ş-şamih fi isar al-Hakk alag-itba' val-Bida'• 68, 70, 74, 76, 77.
va'1- Me ş âyih: 57.
Kitabu'l-Maarif: 29, 38, 41, 58.
İntişar-ı İ slam Tarihi: 11.
Kitâb Nihayet al- İkdam fî ilmi'l- Kelâm:
İ slam Ansiklopedisi: 28, 29, 37.
59, 75.
İ slam and Christian Theology: 68.
Kitâb Tabakât al-Mu'tezile: 45; 50, 52,
İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri: 9.
53, 54, 55, 57, 58.
Islam Düşüncesine Giriş : I.: 8.
Kitâb Usül ad-Din: 58.
İslam Medeniyeti Tarihi: 34, 42, 63.
Kur'an'a Göre İman Esasları : 9.
İ slam Medeniyetinde Tercümeler ve Tesir-
ler: 46, 48,. L
İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi: 9, 36. Lisanu'l- Arab: 16.
İ slam Tarihi: 23. a Literary History of the'Arabs: 39.
İ slam Tarihi: (Asr- ı Saadet): 22.
M
İslam Tarihinde Ilk Sahte Peygamberler: 27.
İ slamda Felsefe Tarihi: 39. Macmau'l- Beyan Il Tefsiri'l- Kur'a : 15.
İ slamda İlk Fikri Hareketler ve Dini Mez- Makalatul- islamiyyin: 25, 71, 75.
hepler: 30. Materials for the History of the Muhamme-
islamdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Ça- dan Doctrine of Predestination and
ğı : 9. Free Will: 16.
İslannyette İtikadi Mezheplerin Do ğuşu: 11, Matlaul-İtikad: 33.
36. Medeniyet-i islamiyye Tarihi: 61.
Menakib al- İmam Ahmed b. Hanbel: 61.
al-Mezahibu'l-islâmiyye: 21, 71, 79.
JAOS: 16.
al-Milel va'n-Nihal: 25, 40, 48, 51, 52, 58,
John of Damascus: 36.
61, 68, 71, 72, 74, 77, 80.
JRAS: 65.
Mizanu'l-rtichil fî Nakdi'r-Rical: 41.
Journal of the Royal Asiatic Society of Great
Mu'cemu'l-Udebâ: 44, 50, 63.
Britain and Ireland: 56.
Mu'cem Makayisi'l:-Luga: 16.
K Muhadarât fi İlmrt-Tevhid: 8.
Kaderiyye Yahut Mutezile: 52, 54, 55, 60. Muhadarât Tarihi'l-Umem . al-İslâmiyye: 9.
al-Kamil fi't-Tarilı : 19, 35, 40. 24.
Kâmus Tercümesi: 14. Muhammadanism: 37.

103
Muhtastır as- Savaik al- Mursele Şerh Sahihrt-Tirmizi: 16.
va'l-Muattila: 57, 59. Şezeratu'z-Zeheb: 40.
al-Munye va'l-Emel: 43, 44, 45, 51, 54. Li Tehzibil-Mesail: 17.
Murücu'z-Zeheb va Maâdin al- Cevher: 53.
T
Muslim Theology: 38, 40.
Muşkilu'l-Ehadis: 15. at-Tabakatu'l-Kübra: 24.
al-Mu'tezile: 31. Tabakiltu' ş- Ş afiiyye al-Kübrâ- 61, 75.
Mutezile ve Akıl Meselesi: 52, 61, 63, 65, at-Tabsir fi'd- Din: 24.
69, 73, 77, 78. Tabsiratu'l-Edille: 72.
Tarihu'l-Arab: 9.
N
Tarih Bagdad: 36, 60, 61, 63.
Nefhu't-Tib: 37.
Tarihu'l- Cehmiyye va'l-Mu'tezile: 59.
0 Tarih-i Edyan: 9.
Tarihu'l-Felsefe al-Arabiyye: 31.
Osman b. Affan: 28, 29.
Tarihu'l- Firak al-Islamiyye (Ali Mustafa
P al-Gurabi): 8.
Philon: 47. Tarihu'l- Firak al-Islâmiyye: 27, 31.
the Political Attitudes of the Mutezilah: 56, 65. Tarihur-Mezabibrl-Isla ıniyye: 21, 25, 68.
Tarihu'l-Umem Mulük: 19, 22, 36, 60.
R
Tarihu'l-Ya'kübi: 60.
Resâil al-Hârizmi: 51. Tecrid-i Sarih: 15.
Risâktun mine'l-Akaid fi Beyani'l-Firak at-Tenbih ve'l- 'gal': 62.
al-Muhtelife: 27.
at-Tenbih va'r- Radd ara
Risâletu't-Tevhid: 8.
: 55.
Muhtelifil-Hadis: 15, 40, 41, 58, 59,
75.
Sahihu'l-Buhari: 17, 22, 23, 24, 25, 26.
Salih Muslim: 17, 24, 30. U
Serhu'l-Uyün Şerh Risâlet İ bn Zeydan: 38, 40. Umdetu'l- Karl li Şerh Sahihrl- Buhari: 15.
Shorter Encyclopedia of Islam: 28. Uthman: 28.
as-Siretu'n-Nebeviy ye: 24.
Uyamş Devirlerinde Tercümenin Rolü: 46.
Studies in Arabien Fatalism: 17.
Subhu'l-A' şâ: 57. V
Sunen Ebi Davud: 16, 17. Vefeyatu'l-A'yan: 50, 51, 53.
Le Systeme Philosophique de Mu'tezile: 79.
Y
ş
Yeni Kelâm: 8, 70.
Ş ehristâni: 27, 32, 33, 34, 40.
Z
Şerhu'l- Akâid: 21.
Şerhu'l-Fıkhı'l- Ekber: 68. Zemmu'l- Kelam va Ehlihi: 16, 20, 21.
Şerhu'l- Mavakif: 77. Zuhru'llslam: 62.

104

You might also like