Professional Documents
Culture Documents
şlt RiN
·1Lı-,. :��1
. . �-1� E . .J. lli
Deneme
İlkelere
Başlarken
7
pılmamağa çalışıldı. Bunun için; edebiyat
ürünleri hiç gözden uzaklaştırılmadı ve va
rılan yargıların, sonradan şiir örnekleriyle
doğrulanması yerine, şiir örneklerine da
yanarak yargılar vermek yoluna gidildi.
İlkeler, sanatı sadece «ÖZ» sanıp da şii
ri, konusuna bakarak değerlendirmek iste
yenlerin yanlış görüşlerine karşı çıkmak
için düzenlendi denilebilir.
Yaygın hale konulmak istenilen şudur:
Şiir bir bütündür. Şiirin kendisinden
ayrı olarak, ne konusundan, ne anlamından,
ne özünden, ne sözcüğünden, ne kalıbından,
ne de biçiminden açılabilir.
Ama bu, şiir, konusu, anlamı ve özü
olmıyan nesnedir demek de değildir.
Bu kitabın üzerinde durduğu düşünce
lerden biri de şiirin bir zeka işi olduğudur.
Bu yüzden, bir çok ilkelerde, şiirin, bir
matematik problemi çözümündeki zekaya
eş bir cabayla dokunduğu açıklanmak is
tendi.
«Duygulu şair» den «Usta şair•ı, «lirik
şiir» den de .. zeka şiirin anlaşılması gere
keceğinin belirtilmesi bundandır.
Bu kitapta bir de şu kabul ettirilmek
isteniliyor:
Sanat modadır.
Şu var ki; her sanatın kendi çağını ya-
8
şadığı ve yüzyıllara aktarılmış yapıt diye
bellediklerimizin, gerçekte, kendi çağların
dan öteye uzanamadıkları düşüncesi bir
çoklarının bağırtılarını uyandıracaktır.
Bu gibilere şu sorulabilir:
Modası geçmiyecek yapıt gözüyle bak
tığımız Leyla ile Mecnun'u, Ha rname yi, o
'
10
İLKELER
BUGÜNK Ü SANAT
NE YAPIYOR?
ŞAİR K İMDİR ?
11
YENİ SANATI
G
BE ENM İYENLER
SANATIN
HIK DEYİC İLERİ
O halde geldik.
12
Ş İİRE G İ DEN YOL
Bİ Ç İM HEP BİÇİM
13
Geçiyor özlenen günler.
Geliyor ta uzaklardan,
O benim olan diyardan
Kulağıma kadar sesler,
Ve içimden diyorum ben,
Geçiyor ruha denk günler,
Yalnız renk ve ahenk günler.
Bir titreyişle arada
14
HUGO'NUN B İR
OYUNU
Pİ CASSO VE BRAQUE'IN
BÜYÜKLÜGÜ
Niyet dedik.
Kimi de buna tutuluyor ve sanatçının düşün
cesine arka çevirip varılan sonuçla yetinmeğe
savaşıyor.
15
B ugün Picasso, Braque gibi ressamlar büyük
adına erişmişlerse bu onların, boya yada seramik
lerinin şöyl e yada böyle oluşundan d eğil, tuttuk
ları yolda anlayışla ilerlemelerindendir.
Sanatçı ilkin ne yaptığını bilmelidir.
JEAN COCTEAU'NUN
ŞİİR TANIMI
Artık kimseyi tersine inandıramazsınız.
16
ŞİİR MAYDANOZ
DEGİLDİR
ŞİİR VE MATEMATİK
17
OKUYUCU DENEN
GÜÇ
18
Bunun yararsızlığı açıksa da şiire bir kıvrak
lık verdiği düşünülebilir.
Ama çokları bu işi o belli dizeden sonraya
bırakıyor ki bu, onları, yemi, balığı tuttuktan son
ra kullanan balıkçının yürekler acısı durumuna
sürüklüyor.
19
cinayetler zincirinin yaşam içinde benzeri olma
masından değil, oyundaki gerçeğin kendisini ya
şamdaki gerçekten kurtaramamış bulunmasından
ileri gelmektedir.
Yoksa, Clodius'ün saray ındaki bıçaklamalara,
biz, her gün, çevremizde, hem de daha toplu
olarak rastlamaktayız.
BÜYÜK YAZARLARIN
YOLU
20
Düşünce olmağa yönelen her tümce bir kalıbı,
bir düzeni belirler. Bu kalıp ise konuşan yada ya
zan adamı bir takım kuralları gözönünde bulun
durmağa götürür.
Doğrusu, doğal sözcüğüyle bu kuralların zih
nin dışında da meydana gelebileceği anlatılmak
isteniyorsa bunun bir noktaya kadar eler tutar
yanı bulunabilir. Ama o zaman da düşünceye da
yanmayan bir düzene, bir deyiş biçimine nasıl
güvenle bakılabileceği sorunu ortaya çıkıyor de
mektir.
Gerçeği şu ki, konuşan adam konferansçıdır,
söylevcidir, sözcüklerini seçerek, bilerek kullanan
kişidir . . O, Moliere'in güldürüsündeki gibi .:Nikol,
getir benim terliklerimi" diyen ölçü ve düzen fu
karası değildir.
İŞARETLİ Dil
21
se de bunu, onun yazı dili kurallarına başcgmi
yeceği anlamına almamak gerekir.
ZEKA Ş İİR İ
ELEŞTİR İ KURUMLARI
23
kurumları, roman toptan satış depoları , aktarmacı
şairler birliği piyasanın dizginlerini avuçlarında
sıkmakta ve piyasayı bozacak kitapların sürümü
ne yada meydana çıkmasına engel olmak içi n ara
larında her türlü kartel yada tröst kurmaktan
çekinmemektedirler. (3)
Ş İİR SANATI
Şiir sanatı.
Kimi şair bunu bir sorun olarak benimsemek
istemiyor, bu yüzden de şiirleri bir çeşit hoşluktan
ıleri geçemiyor.
Oysa şair her şeyden önce işinin adamı ol
mağa bakmalı: G erisi laftır, karaçalmadır.
Evet, evet «Duygulu şair» demek de «Usta
şair» derneğe varır.
SANATTA BAYAÔILIK
24
Anlamm şiirde öyle pek önemli şeylerden ol
madığını galiba Haşim söylemiştir.
Sonradan Nurullah Ataç bunu yaygın hale
gf'tirdi.
Ama Haşim bunu daha çok Yahya Kemal'in
ş:irini güç bir duruma sokmak için yapıyordu.
ROUSSEAU'NUN ZAMANINDAKİ
AHLAK
25
B ÜTÜN VE PARÇA
SANAT YARATMALARI VE
ER İ Ş İLMEZ ÜLKÜLER
26
rak kavraması benliğinin bir yanı olarak kabu�
edilebilir.
Kuşku yok ki, insan aklı çalışmalarını, ileri
doğru atılımlarını hep erişilmez ülkeler yönünden
düzenleye bilir.
Ama bir yapıtta bu zümrütüanka türünden
ülkülerin gerçekleştiğini görmek yada görmemek
ne denli doğrudur?
İ şte sorunu bu noktaya itelemek gerek.
YIKILAN ŞEY
YENİ SANAT
BÜYÜK Ş İİR
28
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam,
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaştan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.,.
ŞİİR VE DÜZYAZI
ÜSLUP ÜZERİ NE
HAMLET'İ N SÖZCÜKLERİ
30
nu sezinleyen sanatçılar, bu renk ve canlılığı di
zelerine, sözcüklerin sayısına bağlı kalmadan,
aktarmaya çalışmalıdırlar.
Gerçeği şu ki, Hamlet'in sözcükler karşısın
daki şaşkınlığı sözcüklerin tümünden yani yapıt
tan gelen bir şaşkınlıktır, tek sözcükten değil.
Tek sözcüğün şiirde adı okunmaz. (5)
SÖZ OYUNLARINDAKİ
TEHLİKE
32
Elbet şıırın böyle belirsiz ve yararsız terim
lerle açıklanmasına akıl erdirilemez.
Doğrusu «Ben hesap bilir bir saymanını." ,
·Ben siyah derili bir zenciyim." tümceleri «Ben
lirik ozanım.» sözünden daha saçma değildir.
ÇELİŞKİ ÜZERİNE
GÖNÜL AKLI
SÜTTEN DUYULAN
ESTETİK HAZ
34
dolup taşması olmalıdır.
Yaşam.
Jean - Marie Guyau'nun bir bardak sütte bile
estetik hazdan laf açması bu yaşamın değerine
işarettir. C7J
ETRAFA BUYURAN ÜSLUP
N İÇ İN YEMEK Y İYORSUNUZ?
36
Kimi sorular akıldan geçirilmek içindir sade-
C8.
Bu denli soruları bir ikinci kişiye duyurmak,
duyuranın zekasına işaret sayılmaz sar11rım.
Sözgelişi, niçin yemek yiyorsunuz, niçin uy
ku uyuyorsunuz? soruları gibi.
Şİ İR İN AL/'�NI
EDEBİYAT TARİHÇİLERİ.
ONLAR YOK MU?
KANT
38
ce'yi güzel'den de üstün bir değer yargısı olarak
ileri sürüşü bunun açık ve seçik bir örneğidir.
ŞİİRİN UZUNLUGU
39
Lavanta kokuları gelir uzak mahallelerden,
Yel estikçe sıra sıra kavaklar sallanır.
Bir fakirlik, bir yalnızlık, bir gurbet
İnsan nasıl olsa katlanır.
40
Tanrının günü, henüz üne kavuşmamış sanat der
gilerinde pırıldayan şiirlere makas vurmağı bü
yük bir başarıyla sürdürürler.
41
diklerini kabul etmek hayli güç olmakla birlikte
kimi noktalar üzerinde meramları anlaşılabilir.
Milyonların şiiri, milyonların sanatından laf
açanlar çokluk bu deyiş üzerinde anlaşmış görün
müyo�-�ar. I�im�sı bu deyişle sanatın yığın larca
anlaşılmasını önerirken başkaları bunu, halkın
dertlerini, üzüntülerini ele alan sanat diye ta
nımlamaya kalkışıyorlar. Bir üçüncü çeşit savu
nucu ise geniş topluluklarca beğen ilen, pohpoh
lanan kitapların o geniş toplulukların dertlerini
deşen yapıtlar olduğunu söylemeyi yeğliyorlar.
Aksaklık açık olarak görünmektedir sanırım.
Bir kez, milyonların yada üçlerin, beşlerin
dertlerinden laf açmak sanatın olanakları soru
muyle ilgilidir ki, bunun, sanatın değerlendirilme
si işi olan, milyonlara genişlemek işiyle karıştırıl
maması gerekir.
Sonra, sanatın üç, beşin mi yoksa milyonların
mı acı ve sevinçlerini eşelemesi gerekeceği, sana
ta alan göstermek ve sanattan o alan içinde at
oynatmayı istemek anlamına geleceği için bu, da
ha başlangıçta, sanatın varlığına bir saldırganlığı
yada bir saygısızlığı haber vermektedir.
Demek oluyor ki, milyonların sanatından yı
ğınlara seslenen yapıtları anlayanlar, bu terimi
milyonların dertleri karşılığı tutanlardan daha
sağlam bir yolda ilerlemektedirler.
42
Ş İİR İ Ç İN OKUL
SANAT VE MESLEK
Başkaları da yazdı:
Sanatçı sanatını meslek haline getirmelidir.
Rönesansın kazancı, çağımızın yoksulluğu iş-
te hurdan geliyor.
MİLYONLARIN Ş İİ Rİ
43
ALKIŞLANAN YADA
YUHALANAN YAPITLAR
KANTAR SORUNU
44
araçlarından temizlenmesiyle mümkün olacağı
için, kendisini böyle bir dizi zorluğa sokması ge
rekeceği üzerinde bir düşünceye varmamış olan
halk, çoğu zaman, bir yapıtın iyisiyle kötüsünü
birbirinden ayıramıyacak bir durumda bulunur.
Onun için iyi bir kitabın kokusunu almak, ancak
arıklaşmış ve yüzyıllardan geçe geçe süzülmüş,
incelmiş bir beğeniye göre ayarlanan ve yanıltıcı
bir takım duygularla önyargılardan kendini kur
tarmak başarısını elde eden birkaç kişiye nasip
olabiliyor.
DESCARTES'İN
GÖSTERDİGİ YOU
Alaya alınmasın:
Yeni bir şiire erişmek isteyen her ozan işe,
sanattan kuşkulanmakla başlamalıdır.
Descartes gerçek arayıcılarına bu yolu daha
45
Ameı. nedir, şaırın, dizelerini düzerken şıırı
yalnız bu yöne dayandırmamış olması ve şiirin ,
sözcüklerden çok ayrı bir şey olduğunu bilen bir
anlayışla çalışmış bulunması şiiri ayakta tutabil
mektedir.
46
Şapkamın altında.
Sebepsiz gülüşüm caddelerde
Memnuniyetimden;
Ve bu çılgınlık delicesine
İçimden geliyor.
Dilsiz değilim susamam
Ö yle ölüler gibi
Bu güzel dünya ortasında.
47
Sanat, sanat!
Sanatta araştırmanın bitmesi değil sürgit ol
ması düşünülebilir.
48
Etrafa bakınarak gidiyoruz . . .
Ö yle bir yere varmı ş ki yolumuz;
Siirt le Beytüşşebab arası.
'
KUŞKUCULUK
DİZELER
49
sında yer alan ı::v rene aktarması beklenmelidir.
Bu da duyguların bizi avuçlarının içine aldığı,
göıılümüzc, zihnimize baskı yaptığı süre, bizim
sağlam dize adına bir şey kurmamıza olanak ol
madığı anlamına gelir.
Yaşantılar bize, hiç mi hiç, egemen durumda
bulunmamalıdır.
İ stenilecek şey O nları, bizim buyruğumuz
altında tutabilmektir.
Doğrusu yaşantılarına tutsak aşık kişilerin,
gerçek aşık kişilerin, ortaya büyük bir yapıt ko
yabilecekleri düşünülemez. Bu gibilerin yazıların
da rastlanılan yer yer renklilik ve gönül zengin
liği belirtileri yapıtın bütününü kaplayan ölçüsüz
lük ve oran sızlık yanında küçük bir ışık olmak-
tan Eeri gidemez. �
Choderlos De Laclos'nun Te hl ilrnli Alakalar'ı
yazarl�en aşık olmadığını yani aşkının yada aşkla
rının coşkularına kapılmadığını biz bu romanın
çok içli bir sevi romanı oluşundan çıkarıyoruz.
Mme De Lafayette için de ayni şeyi söyliyebi
liriz. (9)
50
Nerdeee?
Yazılmış eleştiri yada övgüleri gözden geçirin,
bunların yapıtın nesnel değeri yerine övgucu
yada sövgücünün özel duygu yada eğilimlerini
belirttiğini görürsünüz.
Oysa, öte yanda bir şiire bel bağlamak için
onun, makbul sayılan anlayıcılar değil, herhangi
bir kimse tarafından övülmüş olmasını bekliyen
binlerce okuyucu vardır.
B İR ŞARKI
51
Vazo yada testi konusunda kimsenin kilden
ycı,da pişmiş-topraktan söz etmesi beklenmediği
halde şiir üzerinde sözcüklerden laf açılması on
ların bir başlarına da bir anlam taşımalarından
ileri gelmektedir elbet.
Sözgelişi:
«Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır.»
dizesinde «nihayet bulmak» fiilinin anlamı bir
başına ele alınırsa « Ömrüm seni sevmekle niha
yet bulacaktır.» dizesinden çıkan anlamla hiç bir
girdisi çıktısı yoktur.
Buradaki anlam dizeyi yapan o beş sözcüğün
çok üstüne yada çok ilerisine geçebildiği halde
gerek «nihayet bulmak» sözcüğünün gernkse
öbür sözcüklerin bir başına olan anlamları çok
o.,yn bir düzen i, alan ı ilgilendirir.
Bü tün bunlara karşılık ozanın sözcüklere yüz
vermeyen bir insan olduğu da sanılmamalıdır.
Şair sözcüklerle ilgilenir. Dahası, sadece onlarla
ilgilenir. Ama bu ilgi şiirin bütününü kavrayan
çalışmalar açısından olabilir ancak.
52
sanat eğitimindt n geçmek gerektiğine sadece bu
üç beş kişi inanıyor çünkü.
Ama, üç beş kişinin beğenisine göre ayarlan
mış bir yapıtın da öyle halkı eğlendirecek, avuta
cak, bir yönü pek yoktur denilebilir. Bu bakımdan
VaJP.ry'nin bir şiiri, Shaw'ın bir oyunu belli bir
o�mnma sımrını hiç mi hiç aşamıyacaktır. Zaten
bu yapıtların kalabalıklarca beğenilmesini iste
mek de yapıtın kötülüğünü, kaknemliğini peşin
olarak kabul etmekle birdir. (1 0)
Nedir Don Kişot gibi, Karamazof Kardeşler
gibi büyük sayılarca okunan kitaplar da değerli
olabiliyorlar. Yalnız bunların yığınlarca beğenil
mesi, onların gerçekten seviyeli olmalarından
çok, halkı oyalayacak yöntemi de içermelerine da
yanmaktadır.
Kaldı ki, kalabalığın o yapıtları beğenişi ile
azlığın beğenişi arasında da ayrılık vardır. Yığın
lar, Don Kişot'un değirmene saldırması karşısında
kaba kaba sırıtmaya hazırlanırken, azlık, o olay
da, insanlığı kemiren dertlerin depreştiğini gör
mesini bilir.
İLKELER İ N ROLÜ
53
KENDİ ÇAGINI YAŞAMAK
54
lar'ın, sının ille genişlesin denilecekse, yapılacak
iş çok başkadır:
Yığınları da sanat ve beğeni eğitiminden
geçirmek.
ALMAN ULUSU VE
NİETZSCHE
ŞAİRİN KİŞİLİGİ
55
olursa olsun, şairlerin öyle bir içgüdüleri varc: ı r ki
bu, doğru yolu bulmak ve sağlam şiire varmakta
onları her zaman için destekler» diyenlerin, yani
o şairin kişiliğine inanmıyanların sözlerini de yer
siz bulurum ben.
ÖLÇÜ
56
Herkes gibi işime giderim ben de
Çalışmak sanki özlediğim bir şeydir
Sonra yavaş yavaş o aklıma gelir
Havam bulutlanır gitgide.
KOLAY ŞİİR
57
Babam tahta tezgahının üstünde
Ben bir hayal atının sırtında
Ve anam mahzun ölünceyedek..
COŞKULAR
MAKBER
58
Hamid'rn ·Makber• 'i için de ayni şeyi söyli
yebiliriz.
·Makber .. 'e boğucu bir hava veren «haşiv ..
lerle «zaafı telif,. lerin, gönül kabarmalarının şai
rin yakasına yapıştığı anlarda çiziştirilmiş oldu
ğunu kabul etmek hiç de yanlış değildir. Kitabın
inci gibi pırıldayan dizelerini ise Hamid, duygu
larının baskısından kurtulduğu o mutlu saatle
rinde yaratmış olmalıdır.
Zaten «Makber" 'in , Fatma Hanım'ın ölümün
den çok önce yazılmı ya başlanması; bu, şiiri tra
gedya sanan şairin, ölümün insana verebileceği
derin coşkularla sarsılmaya hiç de niyetlenmemiş
olduğunu açık bir biçimde belli etmektedir.
İYİ DUYGULAR
59
yada duygululuk ile dolup taşmış kitaplar çoktur.
böyleleri daha çoktur.
OKURLAR VE ELEŞTİRMENLER,
ŞU BENCİL YARATIKLAR
SANAT VE MODA
61
tın sürgit olacağını, yani yüzyıllara doğru taşaca
ğını sanmak çokca iyiniyetli olmak ve burnu ha
valarda dolaşmakla birdir.
62
GÜZEL SÖZCÜKLER Y APICILIGI
MAVİ KUŞ
NEFES SORUNU
63
lışmanın sona erdiğini sanıyor.
Du hal ise bu gibileri az zamanda yet2nek
lerini yitirmeye ve edebiyattan ayrılmağa götü
rüyor.
Demek sırf kumaşı olduğunu belirtmek yeter
li c 2 }il.
Evet, sanatçı buna bir de çalışmasını katma
lıdır. (14)
SANATTA EKS İ KLİ K
HOMEROS'UN ACIKLI
DURUMU
65
gibi ululukları sanat tarihlerince ayyuka çıkarı
lan ozanları bugün kaç kişinin okuduğu hesap
lanırsa bu konu yüzünden kafalarda belirecek
duraksamaların pek öY,le ipe sapa gelir şeylerden
olmadıkları kolayca meydana çıkabilir.
Şunu gerçek bellemeli ki, okuyucu, eline a)
dığı bir öykü yada resimde, ilk kendi çevresini
görmek, kendini anlatan bir renk, bir eşya yada
bir yaşam parçasını sezmek ister. Kendi çağını
dold uran aşklar, cinayetler, evlilikler, para dala
veraları ne ka dar değersiz ve yüz kızartıcı bir
L.il l e a nlatılmış olu rsa olsuıı, kendi çağının dışın
da geçmiş olaylardan çok sarar onu.
Uzağ· a gitmeyel i m . Homeros 'un bugünkü acık
l ı durumunu Odiseu s'un sırtında bir serj ye.da
muline, altında da bir oldsmobile bulunmayışı
haz:rlamıştır.
US İLE GÖNÜL
66
y:rıp, ruhun esriklik haline bagbmağa çalışır.
Ben bunu hiç anlam8.m:ş: mdır.
İ nsan nasıl olur da, bütün beden parçalarının
hesabını kendi bağrında toplayan usu; gönlün ,
ruhun buyruğunda görür? Nasıl, nasıl?
HEGEL'İ N YANILGISI
67
N O T L A R
68
Yalnız ne var; bu yolların birinde yuruyen
her insan zaman zaman kendini öteki yolun üze
rinde de bulabilir ki bu da o yolların birbirlerin
den pek ayrı şeyler olmadıklarını ortaya koymağa
yarayabilir.
69
Berı v şiirlerde dünya insanlarını saymaktan
başka bir kaygı beslemediğim için sonunda eriş
tiğim sonuç yürekler acısı oldu.
Eğer o şiirlerle vermek istediğim kalabalık
ve sonsuzluk duygusunu şiirin yapısına dayandı
rabilseydim çok daha elverişli dizelere ulaşırdım
herhalde.
70
üstümüzden esen ve bütün yıldızlarla uçan yol
culuk gecelerini düşünebilmelidir, bütün bunların
hepsini düşünebilmek de yetmez. İ nsanın, biribi
rinden ayrı birçok sevda gecelerine ait anıları ol
malıdır; doğuran kadınların haykırışlarına ait,
içine kapanan, hafif, beyaz, uyuyan lohusalara
ait anıları olmalıdır. Ama, hem de can çekişen
kimselerin yanında oturmuş bulunmalıdır; kesik
kesik gürültü duyulan , penceresi açık odada ölü
lerle durmuş olmalıdır. Ve insanın anıları olması
da yetmez. Anılar çoksa onları unutabilmelidir,
ve insanın, anılar gelecek diye beklemekte büyük
sabrı olmalıdır. Çünkü anılar da henüz, o değildir.
Anılar, ancak hücrelerimizde yerleştikleri, bakış
ve hareketlerimizde okundu kları, isimsizleştikle
ri v e artık bizden ayırdedilemedikleri zaman, işte
ancak o vakit, u mulmadık bir saatte, bir dizenin
ilk sözcüğü, anıların ortasından ve anılardan do
ğar.
(8) Benim bu ilkem ilk olarak, bir dergide ya
yınlandığı vakit şair oyuncularımızdan Orhon
M. Arıburnu beni Sanat Dostları 'nda kıstırarak
tam bir saat kısa şiirlerin de güzel olabileceği
üzerinde bir söylev geçti bana.
71
büyük terler döken, yada dökmek isteyen bir ki
şinin harcı olmasa gerek.
Ben: « Şiirin bir de belli bir uzunluğu olma
lıdır. " derken o belli sözcüğüyle yeter derecede
bütünlük düşüncesini öne sürmüştüm; yoksa kısa
şiirlerin de uzunlar kadar, dahası, onlardan çok
daha güzel olabileceklerine inanırım.
Dahasının dahası: Destan gibi uzun yada çok
u z u n şiirlerin birçok temu.'ları geliştirmek zorun
da kalmaları yüzünden başarıya erişebilecekleri
ni pek olanaksız görürüm. Bunlar başarıya eriş
seler de kendilerini bir çeşit yavanlıktan yada
yapmacıklıktan kurtarmakta hayli zorluk çeker
ler.
Leyla ile Mecnun, Hüs nü Aşk gibi destan
-
72
Son yıllarda edebiyat piyasasından şiirin çe
kilmek üzere oluşunu bu destan yazıcı ve kışkır
tıcılarının artma5mda aramak pek yanlış olmasa
gerek.
73
( 1 3 ) Ben, şiirlerimde, kendi adımı k ullandığım va
kit, bana kızanların sayısının bir hayli kabarık
oluşu, işte bu, estetik haz denilen şeye kulak as
mayıp, sanat ürününü salt konusuyla ölçenlerin
çoğ� ı� l ukta olmasındandır.
74
nde yayınlanmağa başlanmış, sonra da, çeşitli
isimler altında, parça parça, Varlık, Edebiyat
Dünyası , Kaynak, Yeditepe, Beş Sanat, Pazar
Postası, Yazı ve Nokta dergilerinde çıkmıştır.
75
SEYİRCİ SAHNEYE ÇIKIYOR
76
Şimdiler, ufuklarda pek belirti gö
rünmüyorsa da, bu kitabın yazarı 1 940
Şiirinin örtüsünü bir ucundan tutup ha
fifçe kımıldatmak istemiştir.
Bu yazılara bir hesaplaşma gözüyle
de bakılabilir.
Burada, o tuz beş yıl boyunca, bir
ozanın zaman zaman kendi sanatı üze
rine yaptığı kimi açıklamaları bula
caksınız.
77
Şiir alanına, sinema salonuna dalar gibi gi
rilmez.
( 1 955 yıl ında Gaziantep'te yapılan
bir konuşmadan)
78
Bır ozanın her şeyi yadsımak istemesi hoş
karşılanmalıdır. Yolunun ayrı olmasını isteyen
her ozan ilkin bunu yapa�· Bu düşün celerle ola
cak , 1947 yılında Şiirin İlkeJeri'nde bu nok Laya da
değindim. Ama onu kaç kişi okumuştur?
Diyeceğim, ben kimseyi önemsemedim. Daha
d oğrusu, yaşamımın ilk yıllarında bu, böyle oldu.
Herkesi, her şeyi yadsımak yolunu seçtim
80
bunlar modaya ay-ak uyduranlar değil, uyduramı
ya;1brdır.
81
Şiir ölüyor mu?
Şiir öldü.
Sık s1k yükselen yurek paralayıcı sözlerd:m
kimil2ri de 0unlardır.
B�n bu gibi inilt.icilerden yana değilim.
Ama her yıl, eskilerin pabuçlarını dama at
tıra n , soluk kesen ozanların yetiştiğ·ine de pek
in<1 n mıyorum.
l-ioş, bizde her yeni ozan ağababalarının pa
bucu n u , devreden çıkarma çabası i çi n d edir.
82
Beı , ı 940 yılında, ilk şiirlerimi yayınladığım
vakit, birçokları onların, başkalarının etkisinde
olduğunu söylemiştir. Bu, Dünya İşleri'nin yayın
lanmasına değin sürgit olur. Dünya İşleri'nde
şiirlerimi topluca ve bir düzen içinde görenler sa
nırı m düşüncelerini değiştirmek gereğini duy
muştur. Daha sonraki yıllarda, şiirim iyisinden
yergiye yönelince, daha bir ayılma oldu.
Nedir, benim kendime özgülüğüm sadece
yergicilikten de gelmez. Onun bir kaynağı da
gül mece-güldürmecedir. Diyebilirim ki, birçok
şiirlerim insanlara bir yaşama sevinci vermek ça
basıyle yazılmıştır. Bu çabanın, ne denli başarıya
ulaştığın ı bilemem. Bilirim ama söylemem. Şiir
lerim üzerin e yazı yazmış olanlardan hiçbiri bu
güne değin l::: u yanıma dokunmamıştır.
(Ulus, 27 mayıs 1 970 )
83
Sanatçıyı anlamaya, onda kendini bulmaya çalı
şır. Sanatçı da başarıya ulaştığı ölçüde insan ve
okurla anla�ır.
Bu, sanatçıyla okurun alınyazısı beraberliği
dir. Okurlar, sanatçıları bütünler.
Okurlar, sanatçılar gibi güzel yapıt kaygısın
da olmalıdır. Hiçbir kaygısı ve beğenisi olmayan
okurlar kitaptan, seyirciler de tiyatrodan bir şey
anlamaz.
Burada eleştirmeni de düşünebiliriz.
Beğenisi ve dünya görüşü seçkinleımiş bir
eleş tirmen kendisin i çevresine kabul cttircbJ i i·
Üç ünc ü öge de seçkinleştiği süre, eleştirme
ne yaklaşır, yapıtı eleştirmeye başlar.
Her okur biraz eleştirmen olmalıdır.
Q}:ur ve eleştirmenin kötüsünü, seçkinleşmiş
okur ve eleştirmen ortadan kaldırır.
XX. yüzyıldan önceki sanat «hazır,, bir sanat
tır. Hap halindedir. Sanatçı « hazır,, güzellikleri
sergiler. Okur da hazır güzell ikleri alıp bağrına
basarken bunda bir rolü olabileceğini usuna ge
tirmez.
Bu, biraz da güzelin içten değil de dıştan ya
kalanmış olmasından gelir. Kalıp belli olunca,
onu benimseyiş de bellidir. Ürün dürülmüş, boh
çalanmış olarak okurlara sunulur.
Çağdaş sanatçıların süre gelmekte olan belli
kalıp ve sınırları kırarak araçsız ve doğrudan
84
doğruya sanat yapmak istemeleri bu «hazır» sa
nat düşüncesine bir tepkidir.
«Doğrudan doğruya sanat» yapmada okurla
rın önem kazanması, kimi özellikler elde etmesi
söz konusudur.
(Yenilik, mart 1 941 ,
• Seyi rci Sahneye Ç ı kıyor .. a d l ı
yazıdan)
85
Rusya'da Mayerhold, Stanislaws!ci, Fransa'da
Jacques Copeau, Antoine, Gemier, Almanya ' d a
Max Reinhardt, İngiltere'de Gordon Craig aşağı
yukarı «doğrudan doğruya sanat» yapmak iste
mişlerdir.
Ressamların resimde yaptıkları da seyircile
rin düşgücüne verdikleri önemi gösterir.
yazıdan )
• Seyirci Sahneye Ç ı kıyo r " a d l ı
(Venililc, nrnrt 1 '14 1 ,
86
D ünya Nimetleri Gide'in, Geceyansı İtirafla
rı Duhamel 'in, Ölülerevinin Anıları Dostoyevs
ki' nin öfkelerini taşır.
• Sar.atkarın H iddeti .. adi ı yazı .)
(Yenilik, şubat 1 94 1 ,
87
rında kendilerini seyirciye doğru fırlatmak iste
yen bir hal yok mu?
· A ktö r • a ;.; ı ı y()z ı d an )
(Türk Tiyatrosu, 1 :;; u '..ı a t 1 942,
88
Şiirler, dizelerdeki hece sayısıyle sı nırlandırı
lamaz.
Saz gelişi, bir şiirin birinci dizesi dokuz he
ceyse, ikinci dizesi yedi, üçüncü dizesi dört, dör
döncü dizesi on iki hece olabilir.
Sınırlama, güzelliği sınırlamış olur.
Her şiirin başka bir güzelliği, başka bir biçimi
vardır.
89
Bir şiirin bir dizesı .. oda» sözcüğüyle son bul
muşsa, bu, o dizenin «Oda» sözcüğüyle son bul
ması gerektiğindendir. Uyak hesaplarından değil.
Dizedeki «oda" sözcüğünün güzelliği de on
dan önce şu, şu, şu sözcüklerin, ondan sonra da
şu, şu, şu sözcüklerin varlığından ileri gelmekte
dir.
90
sözcük-konu'lar da bir sözcük-konu bileşkesi oluş
turur.
(Servetifünun, 8 mayıs 194 1 .
" l< e l i m e l e r " adlı yazıdan)
Sözcükl.erin en gi.: :·eı hi-; ; rrı:k �.' .::' !' yana ge
lişini köstekleyen kalıp ve uyağı atınca, şiirin
kolayca yazılabileceğini ve sözcüklerin yan yana
gelmesiyle hemencecik b ir şiir doğabileceğini söy
l eyenler var.
Oysa biz sözcüklerin yan yana gelişini değil,
sözcüklerin en güzel biçimde yan yana gelişini
savunuyoruz.
Bizce sözcüklerin yan yana gelişi bir yığma,
bir biriktirme olayıdır. En güzel biçimde yan ya
na gelişte ise bir yaratı vardır.
Sokakta, aralarında toplumsal bir ilişki kur
madan yan yana gelmiş insan kalabalığı ile usa
dayanan ve belli bir amaç güden insan derneği
nasıl ayrı ayrı şeylerse, sözcüklerin yan yana ge
lişi ile en güzel biçimde yan yana gelişi de ayrı
ayrı şeylerdir.
(Servetifünun, 8 mayıs 1 94 1 .
91
Onlar başlannın üstündeki gökyüzünün iki
pedavra tahtasıyle de çatıldığına inanmazlar. İlle
de bu iş için 6 gün çalışmak ve ı gün de dinlen
mek gerektiğini savunurlar. Bu gibilerin kavrama
yetileri olağanüstünün sınırlarında eyleşir ancak.
Onlara göre ineğin ve ağacın sıradan bir şey
olduğunu söyleyen ve olağanüstünün, ineğin ağa
ca çıkmakla can kazanacağını belirten Ahmet
Haşim bir dahi, kendisine düş oyunlarını yaşam
alanı ilan eden hokkabaz, üstün adamdır.
Onlar, nedense, ineğin de olağanüstüyle alış
verişi olabileceğini ve ağaca çıkmakla çok şey yi
tireceğini düşünmek istemezler.
Ben, şimdiye değin sanatımı ilkel bir temele
oturtmaya çalıştım.
İnsan, doğa, eşya ilişkilerini soyutlaştırma
dan vermeyi isterim ben.
Bana karşı çıkanlar çokluk şu parolayı kul
lanıyor
Ham gerçekçilik sanatı öldürür.
(Scrvctifünun, 1 6 eylül 1 943)
92
Bunların dışında, beş dakika sapıtmadan
konuşabilen ve sanatçıya tebelleş olan bir ikinci
tür insan vardır ki, bunlar da biçimden açan her
ozana uSanat sanat içindir propagandası yapı
yor . " diye ters ters bakarlar.
(Servetifünun, 1 6 eylül 1 943 )
93
Bir oyunda, kişiler birbirine karşıt iki ahlak
çevresinde toplanmak üzere birtakım durumlar
alabilirler.
Bu durumların kendi aralarında kimi küçük
düşmanlıklar yaratmak, çevreyle kimi geçimsiz
likler yaratmak gibi gereksiz sonuçları olabilirse
de, gerçekte bunların, bütün çelişki ve aykırılık
l arına karşın, büyük bir birlik içinde yer aldık
ları , büyük bir ahlakın savunuculuğunu yaptıkla
rı söylenebilir.
Her oyunda bu iki karşıt ahlak anlayışı ki
şilere b:;ı,skı yapmak v e oyu nun adına kadar, ey
leme karışmak eğilimini gösterir. Yazar bu i ki
ucu, kendi ahlaklılık ve ahlaksızlı k görüş açısına
koşut olarak yaratır. Bu ahlaklılık, yada ahlak
sızlık kişilerin kendi kendileriyle ve toplum için
c'. c ki insanlarla olan çekişmelerinin sesini verir.
Faust'taki ahlaksal kişi Doktor Faust ' tur. Ah
laksızlığın savunusunu üstelenen kişi ise «Mefis
to» dur. Mefisto şeytanın ta kendisidir. Mefisto'
yu ayrı bir kişi olarak almayan oyunlarda bile
Mefisto'nun öteki kişilerin davranışlarına karıştı
ğı, onların düşüncelerine el attığı görülebilir.
Mefisto'da, ilk bakışta, şeytan olarak düşün
mek ve kalmak mutsuzluğu dikkati çekerse de
onda Doktor Faust ve ötekiler kadar olumlu bir
yan da vardır.
Mefisto'yu Mefisto olmaktan kurtaralım, ge-
94
ride Faust'un ne kadar yalnız ne kadar cüce kal
dığını görürüz.
(Türk Tiyatrosu, 1 mart 1 942,
· Piyes i n Ahla!: Mcsc!csi. cı d l ı
yazıdan)
95
abanmıyordu. Nedir, anlamsızlığa da kucak aç
madım.
Olan şey, şiirlerime biraz daha renk katıl-
dığı idi. .
Bu, zamanla dünyayı dahıl' iyi tanımamdan,
doğanın güzelliklerine daha bir yaklaşmamdan
geliyordu belki de.
Hoş, değişme benim her şiirimde kendisini
bel l i eder.
Daha ilk günden beri her şiirimi bambaşka
bir yapıya dayandırmış, bir önceki şiirimin yapı
sını yinelememeyi bir erdem satymıştım. 1937 yı
l ında heceyi bırakmamın nedeni de budur. Hece
ozanları hep ayni şiirleri yazıyormuşcasına, ka
lıplara bağlıydılar.
(Çağd;ış Türk Şiiri, 1 9 6 1 )
96
plak dolaplarını, televizyona çekilmiş ölümü ve
de çağrışım dışı düşünceleri kucaklayan 150 say
falık elektrikli şiir.»
Bu elektrikli şiir daha çok Beatnik Kuşağının
şiiridir ama Living Theatre'ın kurucu ve yöneti
cisi Julien Beck, New York'ta sekiz milyon kişi
nin bu şiirleri ayakta dinlediğini söyleyecektir.
1953 yılında bir yayınevi kurup Beatnik Ku
şağının kitaplarını yayınlayan Lawrence Ferlin
ghetti'nin şiirleri de Ginsberg'in doğrultusunda
dır. Bunların şiir yazma kurallarıyle hiçbir alış
vorişleri yoktur. Bunlar, kendil erinin olduğu ka
dar, bütün Amerikalıların ya:ıan tılarındaki den
gesizlikleri verirler.
Ferlinghetti'nin kimi ki tapları üç yüz bin
satmıştır.
Bu, şunu gösterir ki, bu ozanlar yığınlara
seslenme olanağını elde edebilmişlerdir. Bir Fran
sız yazarı onlar için şöyle der
«Beat Kuşağının şiirinde göze ilk çarpan şey
yaşamd!r. Sözcükler, çok yüklü bir edebiyatın
geçmişine kulak kabartmadan fışkırır bu şiirkr
den. Ginsberg, Corso, yada Kaufman şiire, yitiril
mek üzere olan kanı vermiştir. Kendiliğinden boy
atan imgelerin katkısızlığında bütün Ortaçağm,
Ronsard'ın, Rabelais'nin gücü saklıdır. "
Bizim şiirimizde bu Beat Kuşağının etkisi
.:;örünmez.
97
Ama en yeni ozanlarımızın olgunlu.'.'.;u ve ek
siksiz şiiri sevdikleri de çok su götüıiir.
( M ill iyet Sanat Dergisi, 2 mart 1 973)
98
Ker:dimle Konuşmalar aı.llı kitabım bir iç
konuşmadır.
Bir insanın kendi kendisiyle hesaplaşmasıdır.
Kaldı ki. toplum da insanı bir yerde kendi
kendisiyle konuşmaya itelemektedir.
( U lus gazetes i , 30 kas ı nı 1 970)
99
Benim kendimi alaya aldığım, yerdiğim çok
olur. (
Bu, istemediğim bir özelliğimdir. Çünkü gül-
mece-güldürmece'li yazılara çokları burun kıvı-
rıyor.
Bir zamanlar, ünlü bir incelemeci şiirlerimi
beğenmeyişinin nedenini onların gülmece-güldür
meceye dayanmasına bağlıyor ve şöyle di yordu:
- Ben komik şiirlerden hoşlanmam.
Gülmece-güldürmeceyi küçümseyenlerin çı
k·ş noktası bu gibi yapitların duygu ile d eğil de
usla yaratıldığı kanısını n yaygınlığından doğ
ma�(tadır. Bu gibiler usa değil , duyguya önem ve
rirler. Oysa usun süzgecinden geçmemiş bir
duygunun, deli saçmasından öteye uzanamıya
cağı çok açıktır.
(Ulus, 30 kas ım 1 970)
1 00
man, karşınızda duran şey sadece biçimdir. Ama
bu biçim kimilerinin sandığı gibi kalıp değildir.
Özü biçimden ayırarak anlatabiliyorsak bu,
o özün biçim kazanmış olduğunu gösterir. Bir
başka deyişle, ancak biçimi olan şeyin varlığı
vardır. Diyeceğim, insan usu, biçimi olmayan şey
lerin varlığını kavrayamaz. Bir elmayı düşünün.
Elmanın özünü elmadan ( elma biçiminden ) ayı
rn:;ak kavrayabilir misiniz?
Başka bir şey de söyleyeyim Şiir yazılırken,
onu boyunduruğu altında tutan da yine biçimdir.
Buna en güçlü kanıt da şiirin yazılmaya başladı
ğı andaki durumu ile sona erdiği andaki durumu
arasında çokluk büyük ayrılıkların bulunmasıdır
(Dost, ekim 1 96 1 )
1 02
Yoğun bir şiir yazmak, düzyazıdan kaçı n
mak için elden geldiğince çalışmışımdır ben . Ş i i r
de, düzyazı ayaklarına yatanları hiç anlamam .
Şiirlerimle varmak istediğim bir n okta da,
okurlarda bir sevinç, bir coşku uyandırma k t ı r
Çokları bu sevince arka dönmek ister. Geçen l e r
de, düzyazı ayaklarına yatanları hiç an lamam .
tum. Dinleyen ilkin çok beğendi şiirimi. A m a
sonradan dedi ki
- Bu şiir beni ağlatmadı. Oysa ben Faru k
Nafiz'in şiirlerini okuduğum vakit ağlarım.
Doğrusu şu ki, ben h içbir vaht okurları m ı
ağlatmayı düşü n med i m . Çok çok onl arı düşün
dürmek istemişimdir. Nedir, düşündürürken bi le,
güldürmeye çal ı ştım hep. San ı mca in san en iyi
gülerken düşünür, ağlarken değil .
(Yeditepe, 1 6-3 1 mart 1 96 1 )
1 03
bir başkası denerse çok memnun olurum. Bu yo
lun çok zor olduğunu biliyorum. Hem uyumu or
tadan kaldıracak, hem de düzyazıya yanaşmıya
caksınız. Kolay mı? Benim ilk şiirlerimin kolayca
anlaşılmaması da okurların böyle bir şiir anlayı
şına hazır olmamalarından gelir.
Şu var ki okurlar Ases'i daha renkli bulacak
lardır. Buna inanıyorum. Ne ki, bu renk beni
gerçek yolumdan döndürmemiştir. İ lk şiirimden
beri elden bırakmadığı m gülmece-güldürmece bu
şiirlerimde de izlenebilir.
(Dost, ekim 1 96 1 )
1 04
çekmişti. Oysa, benim o tipim bizdeki eleştirmen
lerin bir karmasından başka bir şey değildir O
tipin içinde kıyıda, köşede kalmış kimi ı vır zıvır
eleştirmenl erin davranışları vardır. Ama, kıyıla
ra, yada kilim altlarına bakmaya üşenenler be
nim kişimi Ataç'a bağladılar.
(Dost, ekim 1 961 )
1 05
yapısına ter::; düşen algıları ortadan kaldırı:r.
Kısacası, devrimcilik ozanın görevinden değil,
özünden gelen bir şeydir. Ancak karşı devrimin
ortadan silinmesiyle duruk bir hale geçebilir.
('.' er:i E<lebiyat, mart 1 970)
1 06
yebiliriz. Yada bunun böyle söylen m e s i l ı i r d ı · n �
ceye değin doğru olabilir.
Bugünkü günde, yetişmiş olarak gil r i ı r ı < · r ı . y ı ı
d a yetişmekte olan beş on sanatçımızdan : ; < ı ı ı ı ı; ı
labilir. Ne ki bunlar, halkımızın Batı l< ı ı l t. ı ı nı ı w
yönelmeden yaşamayı en akıllı bir davru n ı � : ;ı ı y
ması yüzünden, herhangi bir ağacın gö v d < · : ; i ı ı d < ·
sürmüş bir filiz görünümü içindedirl er
Bugünkü edebiyatın anlaşılamamas ı ı ı ı ı ı r ı < ·
deni de hurdadır gövde bir yanda, dal bir· y ı ı ı H l ; ı
(Kudret gaze t e s i . ! a r r l " . i ı l
1 07
bir yaratıdır. Değerler merdiveninde de ubiçim
sel» değil «kötü» yargısını alır.
(Veni Ulus, 26 haziran 1 975)
1 08
kadar zamarı geçtiyse, bir o kadar, yada daha ço
ğunu olayları uslarının ve duygularının süzge
cinden geçirmek için kullanırlar. Bu şu anlama
gelir sanatçı meydanda söylev çekerkeıı yapı
tını yazamaz. Yazması için ayrı bir zaman ı o l
ması gerekir. Nedir, kimileri d e , ortaya bir !O a n a t
ürünü koymak yolunda, kendilerini etkin s i yas a
c1 a n çokça ayırmaya gerek duymazlar. Daha
doğrusu ,ne yaratacaklarsa, o siyasal alan iç i n d e
yaratırlar. Diyeceğim, yaratı işi karışık bir i ş ti r
Bunu birtakım kurallarla saptayamayız. Yoksa
f-ı '.)r ü!;ı-c t m e n i r! bir sanatçı olması gereki rd i.
(Yeni l.lh ı s , 2G haziran 1 'l7Cı)
1 09
maya pek düşkündürler- hemen duygululuğa,
yani şairaneliğe, yani ozansılığa düşersiniz. Ze
kanın ölçüsünü kaçırdığınız vakit de sizi anlık
çı'.ık, yada daha anlaşılır bir sözcük kullanayım,
zekacılık bekler.
(Ankara Televizyonu, şubat 1 974)
B e n de gezinebilmeliydim sokakta
Korkusuz seni düşünmeliydim
Yatağım su v� buluttan önce
Hat ı rım a sen gelmeliydin
11o
Bu mahalle babamındır
Burada sevdim ilk kızı
İll� kahveye gittim
Burada yaşadım gelinlik kızlarla
Kadınların eteklerinden çektim
Burada girdim rüyalara
Burada rezil oldum
111
güler yüzlü yapmaya yaramıştır. İ lk şiirlerimi,
Haydar Haydar'dan önceki şiirlerimi demek isti
yorum. Onları kara alaydan biraz geride tutmak
iyi o�ur. «Kikirikname .. yi düşünün
1 12
Dünyada hiçbir şeyi siyasadan, top lumun et
kir:i.!lden sıyıramazsınız. Sokakta yürüyüşümüz,
selam verişimiz, pazarda bağırıp çağırmamız,
dahası, sevi davranışlarımız hep belli bir siyasa
nın uzantısındadır. Düşüncelerimiz de öy le. Zaten
her şey bir şeye göre yapılır, yada yap ılamaz.
Her şey bir şeye göre doğrudur, yada değ i l d ir.
Tanzimat edebiyatı olsun, Fecriati edebiyatı ol
sun, kendilerini oluşturan sanatçıların kendi d ü
şüncelerinden çok toplumlarının düşünceleri n i
yansıtır. Daha eski çağlar için olduğu kadar, gü
nümüz için de geçerlidir bu. Bir sanatç ının içinde
bulunduğu toplumdan ayrı olarak düşünmesi
beklenmemelidir. Çığır açan , topl u m l ara yön ve
ren san�tçı lar ortaya gıcır gı cır düşün celer a lsa
bile bu düş i" :ı ccler yine de o toplumun malıd ır.
Babaların a t e rs düşen oğu lların düşünceleri de
babalarının düşüncelerini geliştirmiştir Yal n ı z
babalar bunu hemen a n layamazlar. Çünkü bir
takım alışkanlıkların tutsağıdırlar. Oğullarının
düşüncelerini haklı bulan babalar bile, alışkanlık
ların ı elden bırak mak istemezler.
(Yeni Ulus, 26 hazira n 1 975)
1 13
latmayı sevmişlerdir. Sözgelişi Maeterlinck. Özel
likle de Mavi Kuş'un Maeterlinck"i.
Haydar Hayd ar'da «kuzu» bir simgedir. ,< l�ü
heylan" da öyle. Sonra «leylek» var, « kumn.ı ,,
var, «serçe" var, « kanarya" var, «güvercin" var
Bu sonuncuların topunu isterseniz «kuş" simges i
altında da toplayabilirsiniz. Ama benim dah'.1 c �
ceki şiirlerimde de simgeler vardır. «Hacıvat" da
bir simgedir. Bu simgeler çokluk ozanları anktır
Am:::, kimi zaman da h ?Jkın ta kendisi oluverir
(l�:��;:ır;:; fol.:;\'İzy �nc.ı, ;, :.:iıst 1 0 '/L! .
1 14
siniz. Çünkü yaşama sevincinden hiç söz etmeden
ahı rları yaşama sevincinin içine iteceksiniz. Be
nim o ince alayla yaz�ıdığını söylediğim şiirleri
min tabanında işte bu yaşama sevinci de vardır.
(Ankara Televizyonu, ş u bat 1 974)
115
Haydar Haydar siyasanın en ağır bastığı ki-
tabımdır benim.
Yalnız birtakım simgeler vardır onda.
Dahası , pek çok vardlr.
Simgesel yapıt gerçeğe dört elle sarılır. Ama
gerçeği birtakım prizmalar arkasından göster
mek ister.
Soyut olan ise gerçeğe arka döner
�'Jedir, belki bizim okurları m'z simgesel ya
pı füı.rdan hoşlan mıyor.
Şunu da unutmamalı ki, yalnız kendilerinin
gerçeğe ve toplum9, bağlı oldukbrım s ? n � :c . l::· n <;;
kaların ı n da ayni yolda ilerlemesini istem iyen
ozanlar da var. Ortalığı biraz da bun lar karıştır
maya çalışı yor. Gerçi bu, küçük sanatçılarm işi
dir arn.:=! , bizde de küç ü ){ sana tçılar bi raz çokça
116
tıcı bir şey sayardık onu. Sokaktal< i yw,nr ı l ı y a,
küçük adamın serüvenlerine yön e l ıı w ııı i ı. l n ı r ı ı ı
açıkça gösterir.
Yazılan sevi şiirleri de değişi k t i r l lc ı ı ı < · l r ı w l < · r
ço�duk bir makine dünyasının ben z c l. r ı w l < · rn l ı r
Benim sevi şiirlerini alaya al ı ş ı m ı n lı i r ı l l 'd ı · ı ı i ı ı i
de burada aramak gerekir.
(V�ni Ulus, 2!i l ı ; 1 1 1 1 ; 1 1 1 l ' l"/ ' ı l
117
Tragedyalar benim de boğazıma sarılmıştı. Ne
yazsam onları dile getiriyordum. Gerçi traged
yalar çokluk gülmelerle birlikte gelir, ama bu kez
öyle olmuyordu. XX. yüzyılımızın gözü iyice dön
müştü. Böyle söylüyorum ya, Haydar Haydar'da
ki kimi dizeler o yaşama sevincini yine de gizli
den gizliye sürdürür. Haydar Haydar'l arın ilk
şiirinde bunu kolayca bulabilirsiniz
118
sözcüklere uzanır ozan. Ama benim Ases ' Lc k i
şiirlerimi okumuşsanız orada d a görm ü şs ü n ü zcl i ı r
b u yansımaları. B u kadar çok değil , a m a v a r
Diyeceğim, yeni bir şey yapmıyorum. Be l k i b i r·
şeyi gittikçe daha büyültüyorum.
(Dost dergi s i . n i s a n ı �ın
119
gerekir. l:senim bildiğim, aruzla hecn vezni de
şairaneliği doğurur. Arılzu, hecey: kullaaıp da
duygusallığa düşmemiş ozanlarımız pek azdı r
bizim. Nedir, özgür koşukla yazıp arılz v e hecc�1in
takırtukurluğunu sürdürenler de eksik değildir.
Bunların en büyük suçu şiiri musiki saymalarıdır.
Oysa şiirin musikiyle hiçbir alışverif}i yoktur.
Onun ilişkisi sesledi r sadece. Ses ise, musil=i de
mek değildir. Ne var, kötü kullanıl ırsa musikiye
dönüşebilir.
(Dost, nis3n 1 973)
121
«Halkçı sanat» sözünü dilinden düşürmeyen
ler, çokluk ozana yığınları eğitmek görevini de
verirler. Peki, halk eğitilmesini ister mi? Bunun
üzerinde de durmalı. Bana kalırsa eleştirmenler
iyi şiir istemedikleri gibi, yığınlar da iyi şiire ku
lak asmamaktadır.
Dahası, acıdır ama söyleyeceğim, halk kendi
acılarını, kendi sorunlarını dile getiren yapıtlara
bile eğilmemektedir.
( U lus, 27 mayıs 1 970)
1 22
ler ulu3al sanat kavramından ürkmezler do, s i ya
sal sanat sözünden pirelenirler.
(Uus, 27 nı;ıyıs E l70)
1 23
Benim de saçlarım olmalıydı
Daha uzun
Ve boyum kısa senin gibi
Ben de gezinebilmeliydim sokakta
Korkusuz seni düşünmeliydim
1 24
Bu beklemeler içinde, şiir bir an için görü nür
olsa da, yine tezliğe kapılmam. Onun bütün üyle
bana kendini vereceği anı kollarım . Nedir, bu b i r
anlık görünüşü saptamaktan d a geri kal r.1:.�.m .
Şiirin sonraki evreleri sırasında işin ustaca kota
rılmasına destek olacaktır bu.
Şiir bütünüyle ortalarda gezinmeye başladık
tan sonra da işi bitmiş saymam. Onu yeniden ,
d aha sonraki günlerdeki duygularımla, düşünce
lerimle elden geçirmek üzere bir yana bırak ı rım.
Şiir bu mayalanma süresinde de varlığını korur
sa, o artık ben im beklediğim şey demektir. Onu
sa,ğından , solundan çekeleyerek okurların karşı
sına çıkacak kılığa sokarım.
Şu var ki, kimi zaman, çıkış noktasını izle
yen günlerimin çalışmaları, geride kalmış ürün
l 3ri bağrın a basmak istemez. O zaman hepsini
yırtar, içinden belki bir tek dize alır, onunla yep
yeni bir şiire başlarım.
Şiir kıvamına geldiği vakit, ben de kıvamımı
bulmu ş olurum. Ne ki, daha çok iş vardır. Bütün
usum, duygum, sinirlerimle o şiirin kendisi olma
ya başlarım. Şiirdeki sözcükleri atarak, kendi
C.uygu!arımı, sinirlerimi onların yerlerine yerleş
tiririm. Yemek yer, su içer, yolda yürür, dinle
nir, dahası, uyku uyurken -bunda abartma yok
tur- hep o şiiri yaşarım . Dış dünyadan hiçbir
şey benim düzenimi bozamaz artık. Bir başka
1 25
deyişle, iç dünyamla dış dünyam birbirine karı
şır, tek bir varlık haline gelir.
Bundan sonra iş kolaydır. Üç beş günlük sü
rekli bir çalışmadan sonra şiir gerçek biçimini
alır.
Şiirin yakamı bırakması da işte ancak o vakit
kesinleşir.
BİTTİ
1 26