You are on page 1of 547

YENÎLÎK İKTİSADI

Chris Freeman ve Luc Soete

T Ü B İT A K

TÜBİTAK YAYINLARI
Akademik Dizi
TÜBİTAK Yayınlan / Akademik Dizi 2

YENİLİK İKTİSADI
The Economics o f Industrial Innovatiorı

Chris Freem an ve Luc Soete

Çeviri: Prof. Dr, Ergun Türkcan

© Chris Freem an and Luc Soete 1997

© Türkiye Bilimsel ve T eknik Araştırma Kurumu, 2003

Bu yapıtın bütün haklan saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler,

izin alınmadan tümüyle veya kısm en yayımlanamaz.

Türkçe yayın haklan Kesim Ajans aracılığı ile alınmıştır.

TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları ’nın seçimi ve değerlendirilmesi


TÜBİTAK Yayın Komisyonu tarafından yapılmaktadır.

ISBN 975 - 403 - 291 - 2

1. Basım Temmuz 2003 (2500 adet)


2. Basım Kasım 2003 (2500 adet)

Yayınlar ve Tanıtım Daire Başkanı

Şefik Kahramankaptan

İşletm e Müdürü

M. Kemal Bostancıoğlu

Kapak Tasarımı: Cemal Töngür

Sayfa Düzeni: Birsen Kızıldağ

TÜBİTAK

Atatürk Bulvarı No: 221 Kavaklıdere 06100 Ankara

Tel: (312) 427 33 21 Faks: (312 ) 427 13 36

e-posta: kitap@tubitak.gov.tr

İnternet: kitap.tubitak.gov.tr.

Semih Ofset - Ankara


C H R IS F R E E M A N ve L U C S O E T E

THE ECONOMICS OF
INDUSTRIAL INNOVATION

Y E N lL lK İK T İSA D I

Çeviren
Ergun TÜRKCAN
T Ü B İT A K Başkam nm Sunuşu

Günümüz kamuoyunda büyük ilgi duyulan ve en çok konuşulan konuların başında


bilimsel ve teknolojik ilerlem eler gelmektedir. Araştırm a ve geliştirm eye dayalı teknoloji
üretim dinamikleri, bilim adam ları, mühendisler ve bilim politikacılarının dahil olduğu
nispeten sınırlı bir grup etrafında, oldukça kapalı bir alanda gerçekleşir. Ancak, bu
faaliyetlerin sonuçları, özellikle yen i teknolojilerin üretim e-yaşam a uygulanm ası
anlamındaki yenilikler, herkesi ilgilendiren, derecesine göre, zamanla herkes tarafından
anlaşılan, modern ekonomilerin can damarı, büyümenin motoru ve gerçek refahın
kaynağıdır.
Her ülkede olduğu gibi ülkemizde de, özellikle son yıllard a, ulusal yen ilik sisteminin
önemi anlaşılmış, yeniliklerin hızlandırılm ası ve toplum yararın a yönlendirilmesi,
başlıca kamu politikaları arasına girm iştir. Bu ilginin ve bilincin uyanm asında, 1963’de
kurulm uş olan TÜBİTAK’ın kırk yıllık çabaları çok önemli rol oynamıştır. TÜBİTAK
bu noktaya, Kuruluş Kanunu gereği araştırm aları destekleyerek, enstitülerinde bizzat
yaparak, araştırıcılar yetiştirerek, ilköğretimden akadem isyen kitlesine kadar geniş bir
hedef kitleye hitap eden yayın lar yap arak ve araştırm a sektöründen sanayiciye
araştırm a ve teknolojik geliştirm elerin önemini ve modern yöntem lerini aktararak
ulaşmıştır.
Yeniliğin gerçek mekanizmaları, bilim ve teknoloji sistemiyle iktisat bilimi, siyaset ve
iş yönetiminin ara kesitinde y e r alan Yenilik İktisadı ile anlaşılabilir. Bu alan sadece
belli bir uzman grubunun işi değildir; sanayici, bizzat bilim ve teknoloji üreten
araştırm acı, sade yurttaş, yönetici ve siyasetçiler de bu konuyu ve temel sorunlarını
bilmek durum undadırlar. Temel araştırm a sonuçlarından tutun, her gün yüzlercesi
ortaya çıkan teknoloji ürünlerine değin, sayısız biçimlerde kendini gösteren yenilikler
nasıl yaratılıyo r? 18. yüzyıldan 21. yü zyıla sanayinin tarihsel gelişmesi nasıl bir yol
izliyor? M ucitlerin ve yenilikçilerin rolleri nedir? Buluşlar, kamu ve özel şirket
laboratuarlarındaki binlerce bilim işçisinin arasında paylaşılıp, tıpkı sanayi ürünleri gibi
kitlesel bir üretim süreci içinde mi gerçekleşiyor? Y enilikleri hızlandıracak optimal
k am u ya da şirket politikaları nelerdir? Çok uluslu firm aların en ileri teknolojilere sahip
olduğu bir zaman kesitinde ulusal bilim ve teknoloji politikası tasarım larının geçerliliği
var mıdır? Dış ticaretten kalkınm aya teknolojinin etkileri nelerdir? M ikrodan makro
düzeye kadar, akla gelen tüm bu sorulara bir cevap verme gereği ülkemizde de bir
süredir hissediliyordu.

V
Bu soruların toplu cevapları, yen ilik iktisadı dalının büyük kurucularından ve belki
de bu terimin mucidi Chris Freem an’ın kitabında bulunabilir m iydi? Bu sorunun
yanıtının evet olduğunu düşündük ve bu önemli eseri dilimize kazandırm aya karar
verdik. Prof. Freem an’ın Luc Soete ile hazırladığı Y enilik İktisadı’nın üçüncü baskısı,
yazarın Türkçe baskı için yazdığı Önsözle birlikte, TÜBİTAK’ın Kırkıncı Kuruluş
Yılında, kendisi de bu konuya kırk yılın ı vermiş bir arkadaşım ız, Prof. Dr. Ergun
Türkcan tarafından dilimize kazandırılm ış bulunuyor.
Bu kitabın, Y enilik İktisadı'nın, bu konuda bilgi ihtiyacı olanlara, araştırıcılara,
girişim cilere, yöneticilerle siyasilerim ize ve hepsinden önemlisi, sosyal bilimlerden
mühendislik okuyan öğrencilere kadar temel bir referans kitabı olacağına inanıyor ve
T ürkiye’nin yenilikçi geleceğine bir ışık tutması dileğiyle Türk okuyucusuna sunmaktan
büyük bir m utluluk duyuyoruz.

Prof. Dr. Namık Kemal PAK


TÜBİTAK Başkanı
Önsöz

Y enilik ik tisa d ın ın bu üçüncü basımı köklü olarak gözden geçirilmiş ve genişletil­


miştir. Bu basımda, kitaba tamamen yen i on bölüm eklendiği ve diğer bütün bölümle­
rin de geniş ölçüde yeniden yazılm ış olduğu göz önünde tutulursa, kitabımızın bu bası­
mı birçok açıdan yeni bir kitap olarak değerlendirilebilir. Böylesine geniş bir revizyona
girişmiş olmamızın başlıca gerekçesi, yirm inci yüzyılın son on yıllarınd a dünya ekono­
misini etkileyen teknik değişimin niteliği ve Kızı ile ilgilidir. Ancak, bunun dışında ger­
çekleştirmiş olduğumuz revizyonun dört başka nedeni daha vardır.
Her şeyden önce, yen ilik iktisadı konusunda hem iktisat mesleği çevrelerinde ve hem
de genel olarak toplumda belirgin bir ilgi artışı görülmektedir. Bu ilgi artışı, bu konuda
1990’lı yıllard a yayım a girmiş olan birçok yeni derginin ortaya çıkışında, yayım lanm ış
olan araştırm a m akalelerinin çoğalmasında ve kitapların sayısındaki artışta yansım asını
bulm aktadır. 1970’li yıllard a bu konuda çok az yayın varken, günümüzde ise artan y a ­
yın ları izleyebilm ek bir sorun oluşturmaktadır. Gerçekten de, bunların tamamını d ikka­
te almanın güçlüğü karşısında, biz de ancak güncel olan yayın incelemelerine ve litera­
tür taram alarına odaklandık. Her kısmın sonunda yayım değerlendirme makaleleri, li­
teratür taram aları ve önemli referanslardan oluşan kısa listelere ve kitabın sonunda da
geniş kapsamlı bir bibliyografyaya y e r verdik.
İkincisi, bu kitabın daha önceki baskıları üniversitelerde ders kitabı olarak yaygın bi­
çimde kullanılmıştı. Doğal olarak bizi pek mutlu kılan bu gelişme doğrultusunda, kita­
bın bu am açla kullanım ına yönelik çeşitli görüş ve önerileri de göz önüne aldık. Öncelik­
le, kitabın çeşitli yönlerde kapsamını genişlettik ve özellikle uluslararası boyutuna ağır­
lık verdik. Okuyucularımızın bir çoğu Üçüncü D ünya ülkelerinden olduklarından, bu
basımda ilk defa geri kalmışlık, uluslararası ticaret ve küreselleşme konularındaki bö­
lümlere y e r verdik. Bunlar kitabın yen i yazılan III. Kısmı'nda toplanmıştır.
Üçüncü olarak, kitabımızın tarihsel boyutunu da güçlendirdik; bu da, genel olarak,
iktisat ders kitaplardaki alışılm ışın ötesinde bir yaklaşım olup, evrimsel değişim model­
lerinin yörünge bağım lılığına giderek daha fazla önem veren iktisat teorisindeki yeni
eğilimlerle de bağdaşıktır. Ayrıca, iktisadi kalkınm a teorileri içinde, yeniliği şeref kür­
süsüne çıkarm a açısından, diğer yirm inci yü zyıl ekonomistleri arasında en büyük paya

VII
sahip olan Joseph A. Schum peter’m görüşüne de koşuttur. Schumpeter, “Business
Çycles” (iktisadi D algalanm alar) konulu büyük eserine, Sanayi Devrimi ile başlar ve
bu konunun “ardışık sanayi devrim leri” veya “uzun teknolojik değişim dalgaları” olarak
adlandırdığı olgunun anlaşılm asında bir temel oluşturduğunu savunur. Biz de, onun ör­
neğini izledik ve kitabımızın tarihle ilgili olan I. Kısmı’na, Sanayi D evrim i’nde mekani-
zasyonun artışıyla, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında elektrifikasyon ve yirm inci y ü z ­
yıld a kitle üretimi gibi bazı yen i bölümler ekledik.
Son olarak bütün bunlardan, m ikroelektronik ve bilgisayarlaşm anın yayılm ası; oto­
motiv sanayinde kitle üretimden yalın üretime geçme gibi eğilimlerle ortaya çıkan çağ­
daş gelişmeleri göz ardı ettiğimiz anlamı da çıkarılm am alıdır. Bilgi ve iletişim teknoloji­
leri için sadece bilgisayar sanayinin tarihçesini vermekle yetinm edik, ayrıca IV.
Kısım'da, Enformasyon Toplumu nu tartıştığım ız yen i bir bölümde, bu konuyu daha
geniş biçimde ele aldık. Y enilik politikalarına ilişkin sorunlarındaki uzun y ılla ra uzanan
işbirliğimiz, özellikle OECD, Avrupa Birliği ve sanayi için gerçekleştirdiğim iz ortak ça­
lışmalarımızdan elde ettiğimiz deneyimlerle zenginleşmiş bulunuyor. Bu deneyim leri­
mizden yararlan arak IV. Kısmı derledik ve bu kısma bilim ve teknoloji politikası sorun­
ları ile ilgili üç yeni bölüm daha ekledik.
Bu çok yaygın değişikliklere rağmen, kitabımızın birinci baskısının temel teorik ve
tarihsel kurgusunu korum aya çaba gösterdik. Yeni literatürün büyük bölümü tarihsel
bellek açısından şaşılacak ölçüde eksiklik göstermekle birlikte, Richard Nelson’un
“değerbilirlik teori”si hızla değişen dünyamızın güncel siyasi endişeler ortamında da ge­
çerliliğini korum aya devam ediyor. Bu nedenle, 1980’ler ve 1990’ların birçok yen i araş­
tırm a bulgularını aktarm akta oldukça rahat davrandık.

Chris Freeman
Luc Soete

VIII
Yazarların Teşekkürü

Bu kitabın ilk basımı, 1974 yılında, P en gu in M o d ern E co n o m ics T exts tarafından ve


ikinci basımı P in ter tarafından, 1982 de yapılm ıştı. Kitabımızın bu basımı 1980’ler ve
1990’larda gerçekleştirilmiş bulunan yeni araştırm aların sonuçlarını da içerebilmek ama­
cıyla geniş ölçüde değiştirilmiş bulunmaktadır. Kitapta, çeşitli dergilerde yayım lanm ış
makalelerden ve çeşitli kuruluşlara verilmiş raporlardan alıntılar y e r alm aktadır. Bunla­
rın orijinallerinde, alıntı yaparken çeşitli değişiklikler yap tık ve doğal olarak bu değişik­
liklerden söz konusu dergi ve kuruluşlar sorumlu değildir. Tablo 4.1, 4.2 ve 4.3, J.L .
Enos’un, 1962 tarihli “P etr o leu m P r o g r e s s a n d P ro fits” isimli, M IT P ress tarafından y a ­
yınlanm ış eserinden, M a ss a ch u setts I n stitu te o f T e c h n o lo g y nin izniyle aynen alınmıştır.
Bu kitabı yazarken (Sussex Ü niversitesindeki) Bilim Politikası Araştırma Ünitesi,
(Science Policy Research Unit, SPR U ) ve M aastricht Yenilik ve Teknoloji Üzerinde ik ­
tisadi Araştırmalar Enstitüsü’nde (M aastricht Economic Research Institute on Innovati­
on and Technology, M ERIT) bizimle birlikte çalışmış bulunan ve birçok alandaki y a r­
dımlarını unutamayacağımız meslektaşlarımıza olan borcumuzun da her zaman bilincin­
deyiz. Çalışmalarının büyük bölümüne kitap içinde referans verilmiş olmakla birlikte,
özellikle Anthony Arundel, Keith Pavitt, Roy Rothwell ve Bart Verspagen’e yardım ları ve
önerileri için teşekkür etmek isteriz. Ayrıca, OECD’deki meslektaşlarımıza, özellikle
Allison Young a, A&G istatistikleri konusundaki yardım ları için şükran borçluyuz. Bu ki­
şilerin sorumluluğunda olan OECD istatistikleri ve aynı zamanda, AB taralından yen i y a ­
yım lanm aya başlamış bulunan "Avrupa Bilim ve Teknoloji Göstergeleri” (European
Science and Technology Indicators) bu alanda çalışan araştırm acılara çok değerli
katkılarda bulunmuş olup, her iki kurum a da bu göstergeleri kullanmamıza izin verdikle­
ri için teşekkür ederiz. Bazı tablo ve şekillerdeki bilgileri güncelleştirmedeki yardım ları
için, ayrıca Bas Ter W eel’e müteşekkiriz. Bu alanda uluslararası işbirliği her zaman çok
önemli olduğundan, dünyanın her yerinden çeşitli araştırmacı dostlarımızın çalışmaların­
dan ve önerilerinden çok şey kazandık. Basılmış çalışmalarından veya ziyaret ve diğer te­
maslarımız sırasında elde ettiğimiz bilgilerinden yararlandığım ız pek çok kişinin katkıla­
rını da teşekkürün ötesinde görmekteyiz.

IX
Tamamen farklı bir boyutta, katkıları olm asaydı bu kitabın yazılm ası mümkün olma­
yacak olan dört kişiden biri, dostumuz ve yardım cım ız olarak N IE SR ve S P R U ’da y ü ­
rütülmüş olan çeşitli araştırm a projelerine katkıda bulunan Jac k ie Fuller'dir. W ilm a
Coenegrachts ve Karin Kamp, aynı şekilde, bu ortak çalışm aya büyük katkılar yaptılar.
Son olarak, Susan Lees bu üçüncü baskının içeriğini başından sonuna kadar olağan üs­
tü büyük bir sabır, titizlik ve doğrulukla tarayarak uyumunu ve düzenini sağladı. Ken­
dilerine minnettarız.

Chris Freeman
Luc Soete

X
Türkçe Baskıya Önsöz

Otuz yılı geçkin bir süre önce bu kitabın birinci baskısını yazm aya başladığımda, Sus­
sex Üniversitesi Bilim Politikası Araştırma Birim inde daha yeni göreve başlamıştım. Gru­
bumuz yeni bir üniversitede yeni bir araştırm a birimiydi ve biz de dünyanın her tarafın­
dan iyi öğrencileri ve araştırm acıları buraya çekmeye girişmiştik. Bunlardan bize en önce
başvuranlardan biri, Türkiye’den gelen, çok nitelikli bir meslektaşımız, Ergun Türk-
can’dı. Ergun Türkcan’ın avantajı, daha o zamanlarda bilim politikası alanında aktif ola­
rak araştırm a yapıyor olmasıydı, zira Türkiye bu alanda çalışmaya başlamış ilk ülkelerden
biriydi. Bizimle birlikte geçirdiği bir y ıl sırasında, lisanslar, patentler ve teknoloji transfe­
ri konusundaki ilk yayım larım ızdan birinin yazım ında benimle ve birimin M üdür Y ar­
dımcısı Geoff Oldham ile işbirliği içinde çalıştı. Bu makalemizde, gelişmiş ülkeleri “ya k a­
lam a” aşamasında olan ülkelerin yeni teknolojileri edinme görüşmelerinde konumlarını
güçlendirecek, bugün de geçerli olan bazı önerilerde bulunm aktaydık1. Bununla birlikte,
meslektaşım Luc Soete ile birlikte, teknolojilerin dünya çapında yaygınlaşm ası önündeki
sorunların tartışılması, kitabımızın ancak bu yeni üçüncü baskısında gerçekleşebildi.
Luc Soete ile birlikte, bu Üçüncü Baskı'nın ön sözünde de belirttiğimiz gibi, bu bas­
kı, birçok yeni bölüm ve değişikliklerle, neredeyse yeni bir kitap oldu, ikim iz de bu ki­
tabın Türkçeye çevirilmiş olmasından mutluluk duym aktayız. Bu kitap bizim araştırm a­
larımızın sonuçlarının ötesinde, birçok ülkeden gelen lisansüstü öğrencilerin ve konuk­
ların ortak çalışmalarının ve çeşitli katkılarının izlerini de taşımaktadır. Bunların arasın­
da, tabii ki Türkiye’den gelen meslektaşlarımızın katkıları da var; onlardan T ürkiye’nin
deneyimleri ile ilgili ve özellikle T ürkiye’y i inşaat sanayi gibi, dünya sanayinin ön safla­
rına ulaştırmış olan birçok alandaki olağanüstü başarıları konusunda çok şey öğrendik.
Türkiye Avrupa teknolojisinin ön saflarına ulaşırken, ileride daha pek çok Türk öğ­
renciyi aram ızda görebilmeyi ummaktayız. Ayrıca, kitabımızın bu yen i baskısının, yeni
teknolojileri geliştirme ve kullanm a alanında önümüze çıkacak birçok karm aşık sorunu
anlama ve üstesinden gelmede, küçük de olsa, bir katkıda bulunacağı ümidini taşım ak­
tayız. Şimdi, her zamandan fazla, birbirimizden öğrenme gereksinim indeyiz; çünkü, bu
teknolojiler birçok olumlu yan larıyla birlikte pek çok olumsuzlukları da birlikte getir­
mekte ve politika oluşturma sanatı ancak, ortak deneyimlerden yararlan arak, birlikte
öğrenme yo luyla ilerleyebilm ektedir.
Chris Freeman, A ralık 2001

1 Oldham, Freem an, Türkcan, "The Transfer of Technology to D eveloping Countries w ith Special Reference to
Licencing and Know-how Agreements", UNCTAD-70/28, N ew Delhi, 1967 (Paper prepared for the Second UNCTAD
Conference.

XI
Çevirenin Teşekkürü ve Notları

Değerli hocam Prof. C. Freeman’ın bu eserini çevirirken duyduğum zevkin yanında hâlâ
bilmediğim ne kadar çok şey olduğunu anladım; her öğrencinin hocasından her zaman öğ­
reneceği bir şeyler vardır, bilimin özelliği budur.
Bu eser, yaklaşık 40 yıl önce TÜBİTAK’ın kuruluşuyla ülkemize giren, modern bilim ve
teknoloji politikası araştırmalarının son yıllarda artan bir ilgi odağı haline gelmesiyle ortaya
çıkan bir temel kitap talebine en uygun cevaptır. Chris Freeman, 1966’da Sussex Üniversi-
tesi’nde Bilim Politikası Araştırma Ünitesi’ni (S c ie n c e P o licy R esea rch Unit, SPRU) kura­
rak, ilk kez bilim ve teknoloji politikaları alanındaki disiplinler-arası çalışmaları başlatan ve
burayı dünya çapında bir Bilim ve Teknoloji Politikaları merkezi haline getiren araştırıcı­
lardan biridir.
Bu kitap ilk kez 1974’de Penguin Kitapları arasında yayımlanmış, elinizdeki Üçüncü
Baskısı’na, yine Prof. Freeman’ın araştırm a ekibinden olup, 1970’lerin sonunda,
M aastricht'de (Hollanda) kurulmuş olan M a a strich t E co n o m ic R esea rch In stitu te on
In n ovation a n d T ech n o lo g y , M E R IT in de kurucularından olan Prof. Luc Soete katkıda
bulunmuş ve eser dış ticaret-teknoloji boyutuyla zenginleşmiştir.
Bu kitabı tek başına çevirmedim, birçok arkadaşım bana yardımcı oldu, ben sadece hatala­
rı üzerime aldım. Başta Ankara Üniversitesi SBF İktisat Bölümü nden meslektaşım Prof. Dr.
Çelik Aruoba, baştaki birçok bölümün doğrudan çevrilmesine katkıda bulundu. Ankara Üni-
versitesi’nden Prof. Dr. Osman Gürel, TÜBİTAK’dan Yük. İnş. Müh. Ender Arkun, OD-
TÜ’den Prof. Dr. Murat Aşkar, Prof. Dr. Erol Kocaoğlan, Prof. Dr. Türker Gürkan ve di­
ğerleri pek çok teknik terimin karşılığı ve anlaşılması için bana yardım ettiler. Hepsine minnet
borçluyum ve yine alışılan bir ifade ile tüm hataların bana ait olduğunu da ifade etmeliyim. Pek
çok terimin, eleştiriler ve tartışmalarla yerli yerine oturması için Yenilik ik tisadının bir başlan­
gıç olacağını sanıyorum. Bu çetin kitabın dizilmesindeki emek ve dikkatiyle Birsen Kızıldağ’a
da müteşekkirim. Aramızdan genç yaşında ayrılmış bulunan, SPRU ’dan meslektaşımız Prof.
Keith Pavitt’i de, -2002 Eylül’ünde, ODTÜ'deki iktisat Kongresi nedeniyle Ankara’da iken,
kendisiyle kitap hakkında çok yararlı bir görüşme yapmıştık— hayranlıkla anıyorum.

XIII
Eserin içindeki birçok teknik terimin karşılığı konusunda kuşkuya düşülmemesi için öz­
gün terimler, çeşitli karşılıklarıyla birlikte y a metinde parantez içinde veya sayfa altı dipnot­
larında verilmiştir. Aynı şekilde, Türk okuyucusuna yabancı gelebilecek bazı tarihsel kişi,
olay ve olguların açıklanması için de sayfa altı dipnotları hazırlanmıştır. Yazarların dipnot­
ları bölüm sonlarında yer aldığından, çok sayıda sayfa dipnotları (Romen rakamlarıyla) çe­
virmene aittir; bu nedenle (ç. n.) “çevirmenin notu” kısaltması konulmamıştır.
Ayrıca, İngilizce metinlerde kısaltılan “araştırma ve geliştirme” R&D terimlerini, ARGE
şeklinde değil de, daha doğru bir kısaltma olduğunu düşündüğüm "A&G" şeklinde
kullandım.

Ergun Türkcan

XIV
İçindekiler

TÜBÎTAK Başkam’nm Sunuşu............................... V

Önsöz ............................................................................................................ VII

Teşekkür................................................... IX

Türkçe Baskıya Önsöz.................................................................................... XI

Çevirenin Teşekkürü ve Notlan ...................................................................XIII

1. Bölüm
G ÎR İŞ................................................................................................................ 1

1. BİRİNCİ KISIM
BİLİMLE İLİŞKİLİ TEKNOLOJİNİN YÜKSELİŞİ ..................................33

2. Bölüm
Sanayi D e v rim i.............................................................................................................................. 39

3. Bölüm
Elektrik ve Çelik Ç a ğ ı................................................................................................................. 65

4. Bölüm
Petrol ve Kimya Sanayilerinde Proses Y e n ilik le ri............................................................97

5. Bölüm
Sentetik M a d d e le r.......................................................................................................................123

6. Bölüm
Kitle Üretimi ve Otomobil .....................................................................................................161

7. Bölüm
Elektronik Sanayi ve B ilgisayarlar ......................................................................................187

II. İKİNCİ KISIM


YENİLİĞİN MİKROİKTİSADI: FİRMA TEORİSİ ..................................223

8. Bölüm
Sanayi Yeniliklerinde Başarı ve B a ş a rıs ız lık ................................................................... 229

XV
9. Bölüm
Yenilik ve Firma B ü y ü k lü ğ ü ..................................................................................................259

10. Bölüm
Belirsizlik, Proje Değerlendirme ve Yenilik ................................................................... 277

11. Bölüm
Y enilik ve Firma S tra te jis i....................................................................................................... 305

III. ÜÇÜNCÜ KISIM


YENÎLÎĞÎN MAKROÎKTÎSADI: TEKNOLOJİ,
BÜYÜME VE KÜRESELLEŞME...................................................................................333

12. Bölüm
Ulusal Yenilik S iste m le ri..........................................................................................................339

13. Bölüm
Teknoloji ve iktisadi B ü y ü m e ............................................................................................... 363

14. Bölüm
Y enilik ve U luslararası Ticaret P erfo rm an sı.................................................................. .383

15. Bölüm
Teknolojinin Gelişmesi ve Y a y ılm a sı...................................................................................401

IV. DÖRDÜNCÜ KISIM


YENİLÎK VE KAMU POLÎTÎKALARI........................................................................ 419

16. Bölüm
Bilim, Teknoloji ve Y enilik İçin Kamu P o litik a la rı...................................................... 423

17. Bölüm
Enformasyon Toplumu ve İstihdam .................................................................................. 449

18. Bölüm
Teknoloji ve Çevre Sorunları ............................................................................................... 467

19. Bölüm
Sonuçlar: Sanayi Yenilik İktisadının Ö te s in d e ..............................................................481

Genel Kaynaklar......................................................................................................................... 491

D izin .............................................................................................. 519

XVI
1. Bölüm

Giriş

akinelerdeki tüm gelişmeler, hiçbir şekilde, bu m akineleri kullananların icatları değildir.

M Birçok icat, m akine yapım ı kendine özgü bir iş haline geldiğinden, bu makine yap ım cı­
larının hünerlerinin eseridir; bazı icatlar da, işleri herhangi bir şey üretmek değil, ancak
her şeyi gözlemlemek ve bu yüzden, çoğu kez birbirinden çok uzak ve birbirine hiç benzemeyen
nesnelerin içeriklerini bir araya getirme yeteneğine sahip, filozof y a da düşünür (spekülatör), diye
adlandırılan insanlar tarafından gerçekleştirilm iştir. Toplumun ilerleme sürecinde felsefe y a da spe­
külasyon, diğer bütün işler gibi, esas işi y a da tek işi bu olan, belli bir yurttaş sınıfının uğraşısı ha­
line gelm iştir. Yine diğer bütün işlerde olduğu gibi, bu da, her biri belirli bir filozof takım ına (bilim
dalları) iş sağlayan birçok farklı alt dala bölünmüştür; felsefe (yaratı) alanındaki bu iş bölümü, d i­
ğer bütün iş alanlarında olduğu gibi, beceriyi artırm akta ve zamandan tasarruf sağlam aktadır. H er­
kes kendi özel dalında giderek daha uzmanlaşmakta, bütünüyle bakıldığında daha çok iş yap ılm ak­
ta ve böylece bilimlerin sayısı önemli ölçüde artm aktadır.
(Sm ith, 1776, s. 8)

M ekanik ve kim yasal yasaların uygulanm ası ile birlikte, makinenin daha önce işçinin kendisi tara­
fından yap ılan işi yapm ası, bilimsel temeli olan bir analizdir. Bununla birlikte, m akinelerin gelişm e­
si, ancak ağır sanayi ileri bir aşam aya ulaştıktan ve çeşitli bilim ler serm ayenin hizmetine sokulduk­
tan sonra bu yolu izlemeye b a şla r... Bundan sonra, icat bir iş kolu haline gelir ve bilimin doğrudan
üretim am açlarına ulaşm ak için kullanılm ası icatları teşvik ederek, aynı zam anda bu am aca uygun
icatları da belirler ve talep eder.
(M arx, 1868, s. 592)

iktisadi ilkeler konusunda yen i bir sistematik modeli benimsediğiniz zaman, gerçeği yen i ve farklı
bir noktadan algılarsınız.
(Samuelson, 1967, s. 10)
1
1.1. Giriş
M ikroelektroniğin ve genetik mühendisliğinin dünyasında, bilim ve teknolojinin ik­
tisadi açıdan önemini anlatm aya çalışmak gerçekten gereksizdir. Teknolojiyi, ister sos­
yolog M arcuse y a da romancı Simone de Beauvoir gibi, insanoğlunun esaretinin ve y ı­
kılışının aracı, istersek Adam S m ith ya da M arx gibi öncelikle özgürlüğü sağlayacak bir
güç olarak görelim, hepimiz onun gelişme sürecinin ortasında yerim izi almış durum da­
yız. Ne kadar istersek isteyelim, onun günlük hayatımız üzerindeki etkisinden, önümü­
ze koyduğu ahlaki toplumsal y a da iktisadi ikilemlerden kaçam ayız. Onu lanetleyebili­
riz de yüceltebiliriz de; ama yo k sayam ayız.
iktisadi gelişmenin temel koşullarından, hem firmaların hem de ulus devletlerin re­
kabet mücadelesinin en kritik unsurlarından birisi olan “yeniliği görmezden gelmeyi gö­
ze alam ayacak” olanların başında iktisatçılar bulunm aktadır. Simone de Beauvoir mo­
dern teknolojiyi reddederken, fakirlik konusundaki bilinçli tercihi ile tutarlılık içindey­
di. Ancak iktisatçıların çoğunluğu, fakirliğin insanoğlunun çöküşünün önde gelen ne­
denlerinden biri olduğu konusunda M arshall ile aynı fikirdedirler, iktisadi gelişme so­
runlarıyla ilgilenmeleri, Asya, Afrika ve Latin Am erika’daki kitlesel yoksulluğun y a da
Avrupa ve Kuzey A m erika’da daha hafif düzeyde gözlenen fakirliğin, önlenebilir ve or­
tadan kaldırılm ası gereken bir kötülük olduğu, belki de sonunda tamamen yo k edilebi­
leceği konusundaki inançlarından kaynaklanm aktadır.
Son zamanlarda bu tür bir amacın hem istenilirliği hem de yapılabilirliği, giderek ar­
tan bir ivmeyle sorgulanmaktadır. Ancak yenilik, sadece ulusların zenginliğinin, dar anla­
mıyla, refahın yükseltilmesi, artırılmasının bir yolu olarak değil, insanların daha önce hiç
yapılam amış şeyleri yapabilmeleri için olanak sağlayacak niteliği ile önem taşımaktadır.
Yenilik, bütün bir yaşam kalitesinin daha iyiye mi, yoksa daha kötüye mi gideceğini be­
lirleyecektir. Çünkü, sadece aynı mallardan daha fazla m iktarlar değil, daha önce hayal­
lerimiz dışında hiç varolmayan bir mallar ve hizmetler demeti anlamına gelebilir.
Böylece, yenilik sadece, iktisadi büyüme hızını —kendi ülkelerinde veya başkaların­
da—sürdürmek y a da artırm ak isteyenler için değil am a iktisadi gelişmenin yönünü de­
ğiştirm ek y a da yaşam kalitesini iyileştirm ek isteyenler için de büyük önem taşım akta­
dır. Yenilik, kaynakların uzun dönemde korunması ve çevrenin iyileştirilm esi için y a ­
şamsaldır. Pek çok kirlenme türünün önlenmesi, atık m alların iktisadi olarak geri kaza­
nılması, sosyal yeniliklerin yan ı sıra teknolojik gelişmeye de bağımlıdır.
iktisatçılar, teknolojik yeniliğin iktisadi gelişme için taşıdığı hayati önemin, en geniş
anlam ıyla her zaman farkında olmuşlardır. Adam Sm ith’in M illetlerin Z en g in liğ i kita­
bı, ünlü 1. Bölümü'nde, hemen "makinelerin gelişm esi” ve iş bölümünün özel buluşları
nasıl teşvik edeceği tartışm alarının ortasına dalar. M arx ’in kapitalist ekonomi modeli ise

2
serm aye m allarında teknolojik yeniliklere merkezi bir rol atfeder “burjuvazi, üretim
araçlarında sürekli bir devrim yapm adıkça yaşayam az.” M arshall, “b ilgi”y i ekonomide­
ki gelişmenin temel motoru olarak tanım larken hiçbir tereddüte kapılmaz, ikinci Dün­
y a Savaşı öncesinin standart ders kitaplarından bir tanesi, iktisadi gelişme ile ilgili bö­
lümünde, “yaklaşık son 150 yıld a ortaya çıkan iktisadi genişlemeye baktığımızda, esas
sürükleyici gücün tekniklerdeki gelişme1 olduğunu görürüz”, demektedir (Benham,
1938, s. 319). Samuelson’un savaş sonrasının standart ders kitabı, E co n o m ics (1967) de
aynı sonuca varm aktadır.
iktisatçıların çoğunluğu teknolojik değişmeye, başlarını yavaşça öne eğerek saygılı
bir selam gönderseler de, hiç olmazsa son zam anlara kadar aralarından pek azı onu in­
celemeye zahmet etmiştir. Je w k es ve arkadaşları bu paradoksu üç faktöre dayanarak
açıklam aktadırlar: (ı) iktisatçıların temel bilimler ve teknoloji konusundaki cahilliği, (ıı)
bütün zamanlarını konjonktür hareketleri ile istihdam sorunlarına ayırm aları ve (ııı)
kullanılabilir istatistiklerin olmaması (Jew kes, eta/., 1958).
Bu faktörler yeniliklerin neden ihmal edildiğini kısmen açıklayabilir fakat bu ihmali
haklı göstermek için kullanılam az; zira hepsinin, hiç olmazsa bir ölçüye kadar üstesin­
den gelinebilir. Je w k es ve arkadaşları bu durumu "İcatların K a y n a k la n ” başlıklı çalış­
m alarında açıkça ortaya koym uşlardır. Daha önce y a da daha sonra yap ılan çeşitli ince­
lemeler de, bunların vardıkları sonuçları desteklemektedir. Gerçekten eski tarihli litera­
tür çalışm aları (Kennedy ve Thirlwall, 1971), yenilikler ve yayılm aları ile ilgili araştır­
maların kıtlığından yakınırken, daha yeni taram alar (Dosi, 1988; Freeman, 1994)
1980’ler ve 1990’larda ortaya çıkan ilgi patlam asına dikkati çekmektedir.
icatların ve yeniliklerin11 önceki dönemlerde ihmal edilmiş olması, sadece iktisatçıla­
rın diğer faaliyetlerinden y a da bu konudaki bilgisizliklerinden kaynaklanm am aktadır;
bu iktisatçılar, aynı zamanda kendi varsayım larının ve kabul edilmiş düşünce sistemle­
rine bağlılıklarının kurbanıdırlar. Bunlar, buluşlar ve yen ilik konusundaki bilgi akım ı­
nı iktisadi modellerin çerçevesi dışında y a da daha kesin terimi ile “dışsal değişkenler"
olarak kabul etmek eğilimindedirler. İktisat teorisinin büyük bir bölümü mal ve hizmet-
i Tekniklerdeki değişme, teknolojik değişme, teknik ilerlem e, teknolojik ilerleme, teknolojik değişim vb. terimler,
aralarında çok az farklar olsa da, genelde eş anlam lı kullanılm aktadır. Teknik veya teknolojik değişme, her zaman ve
zorunlu olarak daha ileri bir aşam aya geçm ekte değil, bazen daha eski veya daha az iyi (the second best) bir teknolojiye
dönüşü ifade etm ekte de kullanılabilir. Ancak, teknoloji, arızi durum lar dışında, hep ileriye gitm ektedir; kitap da bunu
gösteriyor.
ii İcat ve yen ilik, “invention and innovation” arasındaki farklara, metin için de çeşitli açılardan değinilecektir. Burada,
icat ve keşif “exploration” terim leri arasındaki farkı kısaca belirtm ek istiyoruz çünkü, özellikle icat yerin e, çok kez keşif
terimi ku llan ılarak büyük bir yan lış yapılm aktadır. Keşif, mevcut olan bir şeyin ortaya çıkarılm asıdır: Am erika'nın keş­
fi veya yen i bir bitki ve hayvan türünün bulunm ası gibi. Bunu İngilizce, “exploration of...” diye ifade ediyorlar. Ancak,
bazen, belli bir bilimsel am açla, örneğin tıpta kullanılm ak üzere yen i b ir bitkisel ilaç v eya bir bakteri türü (penicilin gibi)
bulm ak için sistem atik bir keşfe girildiğinde, buna “exploration for..." denilebiliyor. Keşif ve icadı kap sayacak öz T ürk­
çe bir terim “buluş" olabilir ki bazı yerlerd e bu şekilde de kullandığım ız olmuştur. Fakat yerleşm iş olan icat ile yenilik
de, kelim e anlamı olarak aynıdır; biri A rapça kökünden öteki Türkçeden türetilm iştir, bazı yaz arla r yen ilik yerin e “ino-
vasyon” kullanm ayı da tercih etm ektedirler.

3
lerin arz ve talebinde ortaya çıkan dalgalanm aların kısa dönemli analizi ile ilgilenmiştir.
Pek çok amaç için çok ya rarlı olsa da, bu modeller genellikle teknolojik ve sosyal çer­
çevede ortaya çıkan değişmeleri, c e t e r is p a r ib u s (diğer şeylerin değişmediği) varsayım ı
ile ilgi alanlarının dışında bırakm ışlardır. Hatta, 1950’lerde, iktisatçılar giderek artan
bir ölçüde dikkatlerini iktisadi büyüme sorunlarına çevirmeye başladıklarında da “diğer
şeyler” perdelenmesi yaklaşım ı sürdürülmüş, dikkatler geleneksel üretim faktörleri olan
emek ve sermaye üzerinde yoğunlaşırken “teknik değişm e” büyüm eye önemli katkı y a ­
pan, eğitim, iş yönetimi ve teknolojik yenilik gibi, diğer unsurları da kapsayacak biçim­
de, fazla veya “artık” (= residual) bir faktör olarak kabul edilmiştir.
İlke olarak “diğer şeyler”in çok önemli olduğu, kuşkusuz her zaman kabul edilmiş­
tir. Ancak, bunlar sistem atik iktisadi analizin konusu olm aya son dönemlerde başlam ış­
lardır. D eğerleri ne olursa olsun, sanayileşmiş ülkelerde büyüme ile ilgili ilk ekonomet-
rik çalışmalar, ölçülen büyümenin büyük bölümünü, geleneksel emek ve sermaye girdi­
lerinin m iktarlarındaki artışa değil, teknik ilerlem eye bağlam ıştır. Ancak yine de, teknik
ilerleme iktisadi analizin merkezine ulaşamamış, kenarında kalm ıştır. Öte yandan, ser­
maye yatırım ı aracı rolünü oynarken, eğitim “araştırm a ve deneysel geliştirm e” faaliye­
tinin, yan i A&G’nin, büyüme sürecinin asıl unsurları olduğunu kabul etmek hiç de man­
tıksız değildir. Aslında bu “yen i büyüme teorisi” olarak adlandırılan yaklaşım ın da eği­
lim idir (Romer, 1986; Verspagen, 1992b). B uradaki “y e n i” kavramı, teknolojik ve ku­
rum sal değişmeye her zaman merkezi rol atfeden iktisat tarihçilerinin ve Schumpeter
gibi iktisatçıların uzun zamandan beri sahip oldukları fikirlerin, iktisat modelleri kuran­
lar tarafından, biraz geç de olsa, fark edildiğini anlatm aktadır. Gelişme teorisi ile ilgili
bir D ünya Bankası incelemesi de (1991), büyüme konusundaki bu büyük çaplı değiş­
meyi “fiziki varlığı olmayan yatırım " veya “görünmez yatırım ” (= intangible investment)
kavram ı çerçevesinde vurgulam aktadır (bkz. 13. Bölüm).
Bu açıdan bakınca yatırım süreci, bilim ve teknolojideki1 gelişm eyi de bünyesinde
barındıran sermaye m allarının üretimi ve kullanılm ası kadar, bilginin de üretilmesi ve
dağılımı anlamına gelmektedir. Asıl kritik unsurlar, tuğlaya y a da m akinelere yapılan
“fiziki varlığı olan”, “görünür yatırım ”lar (= tangible investment) değil, yeni bilgi üreti­
mine yönelik “görünmez” yatırım larla bu bilginin yayılm asıdır. Buna rağmen, tüm ikti­
sadi düşünce araçlarım ız da, istatistik göstergeler sistemimiz de, hâlâ “görünür” mallar
ve hizmetler yaklaşım ına ayarlıdır.
Bu durum gelecek on yıllard a m uhakkak değişecektir; bilgiyi yaratm ak ve dağıtm ak
amacında uzmanlaşmış sanayilerin, yakın zam anda çalışan insanların büyük bölümünü
istihdam edecek olması bunu tek nedeni de olm ayacaktır. Gelecekteki istihdamın muh­
temel yapısını belirlem eyi am açlayan Bernal'in modeli de (1958) spekülatiftir (Şekil

4
Şek il 1.1 Geçmişte ve G elecekte U ğraşılana Değişmesi
K a yn a k : B e r n a l (1958)

1.1). Muhtemelen, bilim ve mühendisliğin gelecekteki paylarını abartırken “öğretmen­


liğin” payını küçük göstermektedir. Ancak, ortaya çıkm akta olan temel değişmeyi de
açıkça ortaya koym aktadır. Bir zam anlar neredeyse bütün nüfusun işi olan tarım (bir­
çok az gelişmiş ülkede istihdam payı %50’nin üzerinde olmasına rağmen) ileri ekonomi­
lerin çoğunda %10'un altında bir istihdam yaratm aktadır. Hizmetler sektörü payını
artırırken sanayinin payı azalm akla kalm am akta, hem hizmetler hem de sanayi sektör­
lerinde giderek artan sayıda insan, esas olarak mal üretmek yerine enformasyon1 üretim
ve dağıtım ıyla meşgul olmaktadır.
Gerçekten, eğer bilgi sanayileri (= knowledge industries) tanımı gibi geniş bir tanı­
mı kabul edersek, M achlup, Birleşik Devletler işgücünün dörtte birinin, daha 1959 y ı­
lında bu sanayilerde istihdam edilmekte olduğunu göstermiştir. Bilginin Üretim ve Da­
ğılımı, T he P ro d u ctio n a n d D istrib u tion o f K n o w le d g e (1962), başlığını taşıyan kitabın­
da, ABD işgücünün %30’undan fazlasının mal değil, bilgi üreten ve bunu işleyen mes­
leklerde çalışm akta olduğunu tahmin etmektedir. M achlup un tanım lam aları sadece her
tür araştırm a, geliştirme, tasarım ve eğitim değil, basım, yayım , test laboratuvarları, ta­
sarım ve çizim büroları, genel istatistik hizmetleri, doğal kaynak “survey” (= istikşaf, ke­
şif faaliyeti) örgütleri, radyo, televizyon ve diğer haberleşme sanayileri, her cins bilgisa­
y a r ve enformasyon araçları ile bunları analiz eden ve ortaya çıkaran profesyonel hiz­

i İngilizcede, bilgi için “know ledge” kullanılıyor. “Information” için de “b ilgi” terimini kullanm ak yaygın laştı, ancak bir
karm aşa yaratıyo r; bilişim dem ek daha doğru olabilir, fakat uluslararası bir terim olarak enformasyonu yeğliyo ruz. Yine
de y e ri gelince bu karışıklığa katıldığım ız görülecektir.

5
metler gibi alanları da kapsam aktadır. Bütün bu faaliyetler, teknolojik gelişmelerin y a ­
yılm ası ve uygulanm ası açısından önem taşım aktadır. Son zamanda Porat (1977) “bilgi
ile ilgili işlerin” toplam işlerin yarısın a ulaştığını tahmin etmiştir. Buna bağlı olarak “bil­
gi toplumu” y a da “enformasyon toplumu”1 kavram ı yaygınlaşm aktadır. 7. Bölüm’de gö­
receğimiz gibi, Bilişim ve İletişim Teknolojilerini (= Information and Communication
Technology, ICT) tartıştığım ızda, enformasyon ile bilgi arasındaki fark önem kazan­
maktadır; ham verilerin ya rarlı bilgi haline getirilmesi gerekm ektedir. Bilgi toplumu ise,
enformasyona dayalı faaliyetlere yap ılan görünmez yatırım ların, uzun bir sürecin so­
nunda zirve noktasına ulaşm ası şeklinde anlaşılabilir.

1. 2 Araştırma ve Geliştirme Sistemi


Araştırm a ve icat faaliyetleri, bu çok geniş ve karm aşık “bilgi sanayileri” sisteminin
sadece küçük bir bölümünü oluşturm aktadır. Araştırm a ve deneysel geliştirme alanla­
rında çalışan profesyonel emek gücü, A BD ’de toplam çalışan nüfusunun %2’sinden,
öteki ülkelerin çoğunluğunda ise %1’den daha azdır. Ancak, bu Araştırm a ve Geliştir­
me Sistemi bütün çağdaş toplumlarda, iktisadi ilerlemenin nihai kaynağı olan yen i ve
geliştirilm iş malzemelerin, ürün, üretim süreci ve sistemlerden oluşan büyük ve karm a­
şık yapının kalbinde y e r alır. Bu söylediklerimiz, bilginin, öğretim sistemi, sanayi eğiti­
mi, kitle haberleşme araçları, enformasyon servisleri ve diğer araçlarla yaygın laşm ası­
nın önemini azaltm aya yönelik değildir. Aynı şekilde bu, kısa dönemde hızlı gelişmenin,
mevcut bilgi stokunun kullanılm ası ile sağlanacağı gerçeğini y a da üretimden ve piyasa­
lardan, Araştırm a ve Geliştirme faaliyeti ve öteki bilimsel teknik faaliyetlere yansıyan
etkileşim lerin önemini reddetmemektedir. Burada yalnızca, üretim, taşım acılık y a da
dağıtım la ilgili herhangi bir teknikteki verim lilik artışının, esasında uzun dönemde tek­
nolojik olarak belirlenen sınırlam aları aşam ayacağı vurgulanm aktadır. En derin anla­
mıyla, yen i bilginin kazanılm ası insan medeniyetinin temelidir.
Bu nedenle dikkatimizi, yeni bilimsel fikirler, buluşlar ve yeniliklerle ilgili akım lar
üzerinde yoğunlaştırm am ız için yeterli ve haklı gerekçelerim iz vardır. Keşif ve icat y a p ­
ma çabaları, giderek artan bir oranda uzmanlaşmış kurum larda —Araştırm a ve D eney­
sel Geliştirme ağı—yoğunlaşm aktadır. Bu profesyonelleşmiş sistem, genellikle A&G11
kısaltm asıyla tanınm aktadır. Bu yapının giderek büyümesi, belki de yirm inci yüzyıl
sanayisinde gözlenen en önemli değişmedir. Bu kitap, esas olarak profesyonel A&G sis­
teminde ortaya çıkan yeniliklerle ve bu sisteme yapılan kaynak aktarım ları ile ilgilidir.
A&G sisteminin diğer bilgi sanayilerinin yan ı sıra sanayi üretimi ve pazarlam ası ile kar­

i M etinde "information society" şeklinde geçiyor, ancak önceki dipnotta d a değindiğim iz gibi, "bilgi toplumu" daha y a y ­
gın kullanılıyor.
ii Türkiye'de AR-G E kısaltm asının yaygın laştığı görülm ektedir; biz, özgün R&D kısaltm asına bağlı olarak A&G kısalt­
masının daha uygun olduğu görüşündeyiz.

6
şılıklı ilişkileri her ekonomi için kritik derecede önem taşım aktadır. Ancak bu yapının
sistematik araştırm aların konusu olması, son zam anlarda ortaya çıkan bir gelişmedir.
A&G konusunda herhangi bir ülkede kabul edilen politika yaklaşım ı, ister “bırak ınız
y a p sın la r, bırak ınız ica t e tsin ler " (la issez -fa ire, la is s e z -in n o v e r ), anlam ında zımni bir bi­
çimde gelişsin, isterse açıkça ulusal hedefler ve stratejiler biçiminde belirlensin, bilim ve
teknoloji politikasının esasını oluşturm akta y a da daha özlü bir söyleyişle, ulusal bilim
politikası olarak tanımlanm aktadır. Daha geniş bir bilimsel ve teknik hizmetler (BTH)
ağı, A&G sisteminin üretimle ve sıradan teknik faaliyetlerle ilişkilerini sağlam akta ve
düzenlemektedir. BTH tasarım, kalite kontrolü, bilgilendirme hizmetleri, araştırm a ve
fizibilite çalışmaları gibi alanları içermektedir. Bu hizmetler ağı, ayrıca yen ilik çalışm a­
larının etkin bir biçimde sürdürülmesi ve sanayinin pek çok dalında teknolojik değişme­
nin yaygınlaşm ası açısından kaçınılmazdır.
Daha önceki dönemlerde de devlet ve üniversite laboratuvarları mevcuttu, ancak sa­
nayinin kendisine ait ilk uzmanlaşmış A&G laboratuvarları 1870’lerde oluşturulmuştur.
Profesyonel A&G sisteminin önemi, on dokuzuncu yü zyıl iktisatçıları tarafından pek
anlaşılamam ıştır. Hatta, bu yüzyılın başlarında, yeniliğe, geliştirdiği iktisadi gelişme te­
orisinde yeniliği şeref kürsüsüne çıkarm ış olan genç Schumpeter (1912) bile, icatların
kaynağını, ekonomi için dışsal saymıştır. Aslında, çok önemli olan ve ancak daha son­
raları, iktisat teorisi içine yerleştirilm eye başlanmış olan icatla yenilik arasındaki ayırı­
mı Schum peter’e borçluyuz. Bir icat, yen i geliştirilm iş, ürünler, üretim süreçleri, sistem­
lerle ilgili bir fikir, çizim veya modeldir. Bu tür icatlar sıklıkla (her zaman değil) patent
koruması altına alınırlar, am a m utlaka teknolojik yeniliklere neden olmazlar. Aslında,
çoğu teknolojik yeniliklere neden olmaz, demek daha doğrudur, iktisadi anlam da yen i­
lik, bu kavram sürecin tamamını açıklam ak için kullanılsa da, söz konusu olan ürün,
üretim yöntem i y a da cihaz ile ilgili ilk ticari başarı gerçekleştiğinde ortaya çıkar. Kuş­
kusuz, yenilik süreci boyunca sıklıkla başka icatlar ortaya çıkmakta, aynı şekilde y a y ıl­
ma sırasında da başka buluşlar ve yen ilikler gerçekleşm ektedir. Bununla birlikte
Schumpeter’in bu kavramsal ayırım ı çok değerlidir.
Bir icadın ortaya çıkması veya tescilinden, sosyal bir amaç için kullanılm asına kadar
ortaya çıkan olaylar zinciri uzun ve risklidir. Schumpeter (1912, 1928, 1942), bu kar­
maşık yen ilik sürecinde girişimcinin oynadığı hayati rolü her zaman vurgulam ıştır. An­
cak, Almarin Phillips'in de (1971) işaret ettiği gibi, firma içindeki bilimsel ve yaratıcı fa­
aliyetlerin büyük bölümünün “içselleştirilm e” sürecini, yazarım ız ancak geç çalışm ala­
rında ortaya koymuştur. Schumpeter 1928 makalesinde yeniliğin “bürokratik” biçimde
yönetiminin, kişisel içgüdülerin yerini alm aya başladığını ve büyük şirketlerin, teknolo­
jik yen ilik konusunda, giderek artan ölçüde, ekonomi içindeki temel araç haline gelme-

7
C o
S 5
P İ _ü
-° S JT —
c «û. g2 3
s "3
_*
D
« "S « js
CU > H >

JJ
£ d
Tablo 1.1 Araştırma, İcat, Geliştirme ve Yenilik Alanmda Girdiler ve Çıktılar


u İ 2
'5b 'C o pJÛ m* »* +- «o» **
fiS O U
JS 4» Û.
a
o
u s C3fc
S « fc c rt c H £
3 .a s s -a-s §d .a sc .§ . E a
.b -fi e S js s C E c/fi
_w wu
’7i33•—-3
” D 4)
i £ s. wfi«5 u■*—
^ 6d **db . Sct/r -fi
«j« fi 73
£,-fi4>fi5 ^§ o
s s>, eu
>w
d aj S
4>fi
— T3
g - ° 8!
N
O
l.
cj
fi
~c -£ G
&
>ö;
•” c *:
&-= -fi
£ c?
*■ ’*’ C fi d fi
_£ 0 - ^Ji >>_£ W
C := fi
0 C ,§ C «
o-v.11 İ;
S > S cd
c d
- -J2
d »
1 C d C r
d) ^ (1J
:=}
ü- a>

fi.

s- u d
W d _2 JJ 3 d _d
u <j“fi s- u u

c a ri
d
.ti fi c J $ «- u —
«fi ıs d -2 i l « d d
d d -s 5 c « . d* C
¥
b CC №fi
t/ı "T" d >"> — r*
*S
u -û j j
d 2
2
E
> —
■. s
g ^
.3 _d o e C t- 0) d«3 ud
■sc .İ335. Srt -od — b
v» 2
d a> 0
«3 d
2 1
d
ve

d
c cu :3 C/3
£ O <5 X “2 X

D
d
! «a u d , -2 d
fi
s & „ g 'S J &
Û d ,
5llJ “
d 3 3 g § «j -I | Js3 g ö «
s c ^ ^ 3 ^ 1 4 u% k i 1 1
c
Ü5 =3 •£ S» 2 £ S B| 3 g ~ ►
>g e
fi Jş JÜ *!g -D § jŞ J J g 7g İ 'g i I
■İ £ S tS İ S s llt îis J S ı
c fid
c -D u 73
d CN <Ö 33
Id T3
d tod
J d
0 D o > J±J fi ^ t.
»5p'q __ > „ > ^<5 d ^ E gS^J -2
3>.g'ji ■o Ö.§ -s 5b § Vncs4) _«d3 O->
U 1 “fiSü*
U4>
ş3 15 fi İ<u t
-lji E
c
— T -* —
£2 Z % ^S-g ^ EO- afi £ fi
co :3
3* fi 5 3 S J 3D ,12w -bOf i e 3 s İ -5 S ■£<c-3^
^ti, V > “■~ «fl-^^dfi
CÛ w
a>cj* o _ovbodu >_o^
H
<ufi ^2
CL,

11 j
C
sfi
s" I• -o
- *S4> c.. r*-'
ew*—«y ~nÇd- E S -E
s'fe “ •

£> d £
•“ w “
C 3
V u»
g 3
3 e 8 |fi-6
2 0î JŞ ■,V*)
r j ^ ^ !
cs w ^ 5

8
>>et> ,5E £ »

Ö lçüleb ilir u n su rla r


(G örün en) ve B e ş e r i ____________________________________________________________________
•c «ti 3
E _ç “ 1 4 1 :3 - ^§
■i t i - i c 3 >b£)
s . I -C* o. 3 j> u e -2 -
kr> _» —
bû .G '
ö'-S
-a S
-
V s C j 5 c
a E S. J» ü
3 Çds
B-g
D 11 -3 0 .« a .s- E
> e s c 3 S
-fi y*
c<u ■ » 5 S J5 k
>-
D -O
"S
bû"£
£
e d
4) c
o> a> — :0
e
Fiziksel varlığı olmayan

c " n “e :
-2 41 .
-O ‘»3
«3
u ‘u<u o E
p o JS«t
w*"S, T S^ -M '"
«O CL N
_a! E -fi 1?
S 1 «^ .~§ i c t2u“ a«ti, «
5to- «^ ' E-û i °"12 k 4;e
CU
C -3
D 1
C <
cü -o~ c ^ p -
*3 ; ü 4,
î> > > -«
«ti

JH
o» 5
> 6 >
Ö lçülebilir unsurlar

*r «* ilu 5M t- -2
h
2 rt *3 w S2
-E fc —
CO ■£ OT
’«i ) S? *Dm J J
£§ w
c
£«£ №
«ti »£
■< £ «2
. E
‘.t!c M"c -C Ee *«öC*c«ti
Cfl
ca> t« co -e
«ti
mcc :3
U w • ^ c3 E £
12 >-■ * >* >>
"S &
tti
15 f
Fiziksel varlığı olan

ü «ti
E
i “0 J3b «>
Ö
>
<3 u S- UE4>-Si«ti I0 c
“c«ti JS2 “2 i « « fc .. j; j) N .
“c5 JSo»
«ti > 32 "w <U —5 ■İ «t - 35-J=
U -i S -D.2"3 Jj
c "Sc
^y v ı ı e -c w“
.b P _«1» c3

r£jc ^ c 4> üti - Jeti c<
V3Î .5g _
*- o
—:3 ^U-2
î i«ti «i2_i4>Ts3 Iv. C “c5 №
^ :3■<- t-3£ v>
«3- (ti «ti «
S S [- 2 JST3Û.Û. £ J .Ü E S --5 S 1$>'ESı
■5 a
«5 >b£)
c«ti E
Fiziksel varlığı olmayan

13 12
s -S
■fi 3
3 o
u
15 u js (ti .
ot -n
1» »Sb
12 bo
3 ^c
«si _J?
ÖV (fl« "8
.2 £5 wJS İ — y c -û u s
(G ö rü n m eyen )

jp ~ j* s 4) .S
12
• t i --o - '
-fi o - - t S | -s, i! -E >E II - Ü

U* . (
"S 2 “ c ^•—t•*- C - a _ 2 ^ • - _2
.İ! S S £Ü
r §
c -J-E
■= - 2 ~C c S ?3
I r t -İ“ —
J Îî-S
J 'rr
J 33 _
- 23 —
- ««5 «ti "4)
g ^ ;s a, -s>ts e ^ C .t îti 2

s 3-H ^ 0-3
>O -3 --ü-
i > £ O■
*«2 I
E _ç «ti ^
c .3E İ3 •-w ;3
s 3—S‘h4> İS
î ^ 33 <«
a e -3 ^o i r - ü :3 -O .§ w -c
m 2
- 51 " û- C JS | «c Eîti, *.b
I 4>C L t ^ «ti e
!C
= -3
. S1>£•*
-*. fC
!-1, p î>3
■£c ^İ ^fi İ-*ÜS(3
n^UTCp" ’ «i e ^
< "3 t. HD
■ 43«btf ^ 3 s -a ^
k *3
£ * 2
= I

9
ye başladığını vurgulam aktadır. Schum peter’in erken dönemiyle (‘M ark ’ 1) geç dönemi
(‘M ark ’ 2) arasında ortaya çıkan bu vurgu farkına ilerdeki bölümlerde değinilecektir.
Söz konusu vurgulam a değişikliği, Amerikan ekonomisinde iki dünya savaşı arasında
ortaya çıkan gerçek değişmeyi ve bu dönemde büyük şirketlerdeki sanayiye yönelik
A&G faaliyetlerinin hızlı gelişmesini yansıtm aktadır.
ikinci Dünya Savaşı nın patlak verdiği günlerde devlet, üniversiteler ve sanayi tara­
fından işletilen, profesyonel kadroyla örgütlenmiş araştırm a laboratuvarları ve ilgili ku­
ram lardan oluşan yaygın bir sistem vardı. Bu A&G sanayi kendine özgü bazı nitelikle­
ri olsa da, diğer bir sanayi dalı gibi iktisadi analizin konusudur. Söz konusu sanayinin
“hasılası” veya girdisi, hem genel nitelikte (‘tem el’ y a da ‘birincil’ araştırm aların sonuç­
ları)1 hem de belli uygulam alarla ilgili (‘uygulam alı’ araştırm a)11 yen i bilgi akım larıdır.
Hasıla, aynı zamanda yen i modeller, tasarım lar, çizimler, el kitapları, ürün prototipleri,
pilot tesisler ve yeni üretim süreçleriyle ilgili deney sonuçlarıdır (‘deneysel geliştir­
me’).111 Bu sistemin girdileri ve çıktıları Tablo 1.1’de özetlenmiştir. Pek tabii ki yirm inci
yüzyıldan çok önceleri yen i ürünlerle ve üretim süreçleriyle ilgili deneysel geliştirm e ça­
lışm aları sıradan işliklerde (atölye) yürütülm ekteydi. Boulton, W att’ın buharlı makine­
sini laboratuvar aşamasından ticari üretim modeli haline getirirken, hiç kuşkusuz sahip
olduğu Soho Atölyelerinde (Birm ingham ), A&G adını taşıyan bir bölüm bulunmasa da,
yaygın bir “araştırm a ve geliştirm e” süreci yaşam ıştır.
Klasik iktisatçılar değişik bir terminoloji kullansalar da, A&G’nin iktisadi gelişme
sürecinde oynadığı hayati rolün farkındaydılar. Adam Smith (1776), makinelerin geliş­
mesinin hem üreticiler ve makineleri kullananlar, hem de işleri hiçbir şey yapm am ak
ama her şeyi gözlemek ve algılam ak olan “filozoflar ve düşünürler” tarafından gerçek­
leştirildiğini söylemiştir. Ancak, Smith, her ne kadar “doğa filozoflarının” (‘bilim adamı
veya bilimci = scientist’ terimi ancak, on dokuzuncu yü zyıld a kullanılm aya başlanmış­
tır) önemine dikkati çekmişse de, söz konusu dönemde teknolojik gelişm eler büyük öl­
çüde, doğrudan doğruya üretim sürecinde y e r alan y a da üretimle yakın ilişkisi olan ki­
şilerin yaratıcılıkların a bağlıydı: “işbölüm ününyaygınlaştığı sanayilerde kullanılan ma­
kinelerin pek çoğu, esas olarak sıradan işçilerin icatlarıdır” (Smith, 1776, s. 8). Tekno­
lojik gelişme hızlıydı, fakat var olan tekniklerin niteliği, deneyim ve mekanik beceriler
sayesinde doğrudan gözlemler y a da küçük çaplı deneyler yardım ı ile pek çok düzelt­
menin yapılm asına olanak sağlıyordu. Bu dönemdeki patentlerin büyük çoğunluğu ken­

i Aletinde ve bu alandaki resm i tanım lam ada “fundem ental or basic research" diye geçiyor; T ürkçeye sadece, “temel
araştırm a” şeklinde çeviriyoruz.
ii“Applied research” temel araştırm ayla deneysel geliştirm e arasındaki araştırm a tipidir; Türkçede “uygulam alı araştır­
m a” diyoruz.
iii“Experimental development”; araştırm a türleri içindeki, nihai ürün ve üretim teknoloji yaratm a aşam ası olarak bilinen
geliştirm e faaliyetini kastediyor; iktisadi gelişm eden “development" ayırm ak için “deneysel geliştirm e” denilmiştir.

10
di “geliştirm e” işlerini kendileri yapan y a da tek başlarına çalışan “teknisyenler” y a da
"mühendisler”1 tarafından üretim esnasında alınmıştır.

1.3 Sanayide A&G Faaliyetinin Profesyonelleşmesi ve Büyümesi


Modern sanayi A&G’sinin ayırıcı özelliği, onun ölçeği, bilimsel içeriği ve profesyo­
nel düzeyde uzmanlaşmanın yaygın lığıdır. Artık teknolojik gelişmenin çok daha büyük
bir bölümü uzmanlaşmış laboratuvarlarda y a da pilot tesislerde, tam zamanlı uzman
personel tarafından gerçekleştirilmekte; bu faaliyetler A&G istatistiklerinde y e r alm ak­
tadır. On sekizinci veya on dokuzuncu yüzyılın yarım zamanlı ve amatör nitelikli faali­
yetlerini ölçmeye çalışmanın pratik bir y a rarı yoktur. Böylece A&G istatistikleri, aslın­
da bu faaliyetin profesyonelleşmesinin bir göstergesidir. Profesyonelleşmenin üç temel
değişiklikle ilişkisi vardır:
1. Teknolojinin2 giderek artan bilimsel niteliği. Bu gözlem sadece biyolojik, kimyasal ve
elektronik prosesler için değil, mekanik üretim için de geçerlidir. On sekizinci yü zyı­
lın makine bilgileri (=mechanics) gerçekten Newton’un resmi bilimine bağlıydı; ancak
makina ve elektronik mühendisliğinin birlikteliği bu bağımlılığı büsbütün güçlendir-
mektedir. Elektroniğin makine mühendisliğine uyarlanmasında en ileri toplumlardan
biri olan Japonlar, söz ettiğimiz geçişi zekice ifade eden "mekatronik” (=mechatronics)
sözcüğünü icat etmişlerdir. Teknoloji düzeyini (=state of the art) yükseltm ek isteyen­
lerin uygulamalı deneylerin yanı sıra, geniş çaplı bir "kitabi eğitim” yapm aları gerek­
mektedir.
2. Teknolojinin giderek karmaşıklaşması ve üretimde “küme” ve "tek parça” üretim sistem­
lerinin yerlerini kısmen, "sürekli” ve "kitle” üretim hatlarına bırakması11. Büyük ölçekli
üretim birimlerinde, normal üretim hattını deney yapm ak için kullanmak y a çok pahalı­
dır y a da tamamen olanaksızdır. Böyle durumlarda genellikle deneysel geliştirme işlerin
uzmanlaşmış kurumlara aktarmak gerekmektedir. Bazı ürünlerin ve üretim süreçlerin­
de kullanılan çok sayıdaki elemanlar, prototiplerde ve pilot tesislerde de aynı etkileri y a ­
ratmaktadır. Bunlar artık "karmaşık sistemler” olarak tasarlanmaktadır.
3. Adam Smith tarafından da vurgulanmış olan iş bölümüne yönelme eğilimi, üst düzey­
de eğitilmiş personeli, enformasyon servisleri ve bilimsel araçları olan özel araştırm a la-
baratuvarlarına avantaj sağlamaktadır. Bu kurumlarda, A&G faaliyetlerinin temel
özelliği mühendisler ve bilim adamlarının yüksek düzeyde yoğunlaşmasıdır. Buralar­
da destek personeli sayısının nispi olarak düşük olduğu, her mühendis y a da bilim ada­
mı başına, bir y a da iki kişide kaldığı dikkati çekmektedir.
i Buradaki teknisyenler “m echanics” ve m ühendisler “engineers” terim ini bugünkü anlam da düşünm em ek gerekir.
ii Küme y a da grup (=batch) üretimi, bir malın belli bir (sonlu) m iktarda üretilm esi; tek parça (=one-off) üretim ise bir
malın, sipariş üzerine bir kez, özel bir şekilde imal edilm esidir. Sürekli üretim hattı (=£low production) daha çok kim ya
süreçlerinde görülen, kesiksiz (continuous) bir akışı ifade ederken, kitle üretim i (=mass production) parça halindeki a y­
nı ürünün, montaj hattından çok m iktarda, sürekli olarak çıkm asıdır.

11
Kimya ve elektrikli eşya sanayilerinden başlayarak, bu laboratuvarlar giderek ken­
dine özgü kuruluşlar haline geldiler. İş bölümüyle ilgili bütün değişikliklerde olduğu gi­
bi A&G ve öteki bilimsel ve teknolojik hizmetlerin gelişmesi, Adam Sm ith’in vurguladı­
ğı faydalarının yan ı sıra ciddi toplumsal sorunlara da yo l açmıştır. Daha sonra da üze­
rinde duracağımız gibi, A&G hizmetlerinin firmanın üretim sürecinden ve pazarlam a
faaliyetlerinden ayrılm ası, yönetimin eşgüdümü ile ilgili büyük ölçekli problemlerin or­
taya çıkm asına neden olmuştur. Profesyonel A&G kuruluşunun ayrı ve farklı bir sosyal
grup olarak yükselişi, yeni bilgiyi üretenlerle bu bilgiyi anlam ayanlar y a da bunun uy­
gulanm asını istem eyenler arasında, toplum genelinde de, ciddi bölünmelere ve gerginli­
ğe yol açabilir. A&G “kuruluşunun kendisi” ise, hem sanayide hem de askeri alanda bir
çıkar ve siyasi baskı grubu haline gelmiştir. Bu sorunların bir kısmı kitabın son bölü­
münde tartışılacaktır.
Uzmanlaşmanın boyutları abartılm am alıdır. Pek çok önemli icat hâlâ imalat mühen­
disleri y a da kişisel çalışan mucitler tarafından gerçekleştirilm ektedir ve her yen i süreç­
le birlikte, bu süreci çalıştırm akla görevlendirilenler çeşitli iyileştirm eler yapm aktadır.
Bazı şirketlerde, görev alanları, üretim bölümü ile A&G bölümünün arasında bir yerde
bulunan ve teknik iyileştirm eler açısından bakılınca, var olan üretim sürecine katkıları,
dar tanımıyla, resmi A&G bölümünden genellikle daha fazla olan, teknik veya mühen­
dislik kısım ları yah u t Yöneylem1 (= Operations Research, O R) Bölümleri y e r alm akta­
dır. Buna rağmen denge, kuşkusuz, değişmiştir; A&G işlevlerinde gözlenen bu uzman­
laşma, yirm inci yüzyıl sanayisinde neler olup bittiğini açıklam ak için kullanılan “araş­
tırma devrim i” gibi ifadeleri haklı kılm aktadır. Yirminci yü zyıld a sanayileşmiş ülkeler­
deki büyük şirketlerin çoğunluğu, tam zamanlı, uzmanlaşmış A&G bölümlerini ku r­
muşlardır. Birçok ülkede 1960’ların sonlarına kadar, A&G faaliyetleri çok hızlı bir bi­
çimde genişlemiştir. Ancak bu genişleme, 1970’lerde ve 1980’lerde, özellikle ABD ’de ve
Ingiltere’de bir m iktar yavaşlam ıştır. 1990’larda ise söz konusu genişlemenin, araştırm a
ve geliştirm e faaliyetlerinin hızla yaygın laşm aya devam ettiği bazı Asya ülkeleri dışın­
da, daha da yavaşladığı hatta gerilemelerin ortaya çıktığı gözlenmiştir. 1990’larda Do­
ğu A vrupa’nın eski komünist ülkelerinde, resmi A&G faaliyetleri hızlı bir biçimde geri­
lem iştir (Tablo 1.2, 1.2 ve 1.3 numaralı şekiller).
Bu çelişkili eğilim ler kitabın III. Kısmında tartışılm aktadır. Avrupa B irliği’nin (Av­
rupa Bilim ve Teknoloji Göstergeleri, European Science and Technology Indicators,
1994’den b u ya n a), ABD Ulusal Bilim V akfı’nın (N SF) ve O ECD ’nin topladığı istatis-
i Bu terim, Türkçeye, askerler tarafından 1950’lerde, “harekât araştırm ası” olarak sokulm uştur ki işin askeri niteliğini
vurgulam aktadır. Gerçekten de, bu disiplin II. D ünya Savaşı sırasında birçok lojistik sorununu çözmek için uygulam alı
matematiğin bir dalı o larak gelişm iş ve sonra sivil alanda y e r bulm uştur. Yöneylem terimi, TUBITAK'da, bu ad altında
kurulan araştırm a ünitesinde, 1965 yılın da, “icat” edilm iştir. Bunları, ünitenin o zam anki Başkanı (Prof, D r.) Halim
Doğrusöz, bir zam anlar, bu kitabı çevirene nakletm iştir.

12
tikleri aktaran sürekli yayınlar, birçok ülke için A&G harcam aları ve personeliyle ilgili
ayrıntılı bilgiler sağlam aktadır. Önceki yayım lar daha çok “gird i” istatistikleri ile ilgile­
nirken daha yeni olanları patentler, yayın lar y a da atıflar gibi “çıktı" istatistikleri ile gi­
derek daha fazla ilgilenm ektedir (Tablo 1.1). Çıktının ölçülmesi konusunda karşılaşılan
sorunların bir kısmı 5. Bölüm’de tartışılacaktır.

Tablo 1. 2 U lusal G ayri Saß A& G Y urtiçi H arcam aları (U G SAG H )* E ğilim leri
UGSAGH
cari S G P ftö (UG SAG H ,
cinsinden Y ıllık ortalam a Bir önceki y ıla göre G SY İH ’nın
milyon $ büyüm e hızı yü zde değişme yü zdesi olarak

1993 1981-85 1985-89 1990 1991 1992 1993 1981 1991 1993
9 2.4
ABD 169,964 7.3 2.0 3.2 1.4 -0 .5 2.8= 2.7
Kanada 8,320 6.7 2.4 6.0 1.9 0.8 1.3 1.2 1.5 1.5
M eksika 1,964 - - - - - - - - 0.3

Ja p on ya 1 69,535 8.9 6.5 8.4 3.2 -1.0 -3.0 2.1 2.9 2.7
A vustralya2 3,713 8.2 4.6 5.0 - - - 1.0 1.4 -
Yeni Zelanda3 410 - - 0.3 -0.8 - - - 0.9 -

A vusturya 2,416 4.0 4.6 8.0 8.8 3.2 3.7 1.2 1.5 1.6
B elçik a 3 2.853 -9 -9 - 1.6 - - - 1.7 -
D anim arka 1,786 6.9 7.0 6.4 5.8 3.6 3.6 1.1 1.7 1.8
_9 1.4 1.2’ 2.19 2.2
F in la n d iy a 1,755 10.5 8.1 4.2 0.3
F ransa 25,984 5.0 4.0 6.1 0.5 0.9 -0.8 0.2’ 2.4 2.4
9 9 _9 -1.1 2.4 2.69 2.5
A lm anya4 37,265 4.3 1.5
9 _9 _ — 15.3 0.29 0.5 0.6
Yunanistan 560 1.1
İzlanda° 65 5.4 12.2 -1.8 18.8 10.8 _ 0.6 1.2 1.3
İrla n d a 3 504 5.6 5.3 13.4 18.6 10.7 - 0.7 1.0 1.1
İtalya 13,220 8.3 5.8 6.7 3.2 -0.3 -1.3 0.9 1.3 1.3
L ü k sem b u rg - - - - - - - - - -
9 1.9 1.9 1.9
H olla n d a 5 4,965 3.6 -0.6 -3.3 -1.3 -
9
Norveç 1,632 2.4 - 1.1 - 4.2 1.3 1.8 1.9
P ortek iz 5,6 709 5.6 9.8 16.1 - 9.8 - 0.4 0.6 0.7
İsp a n ya 4,567 8.7 13.2 16.9 5.1 -9 -5.3 0.4 0.6 0.7
İsveç 4,578 8.2 3.3 _ -1.4 - 2.4 2.3’ 2.9 3.1
_9 _9 -1.4 2.3 2.99 2.7
İ s v iç r e 5,3 4,243 - - -
T ü rk iye 1,436 — — - 64.3 -1.7 - - 0.5 0.5
İ n g ilt e r e 21,584 1.8 3.2 1.9 -4.8 0.3 2.5 2.4’ 2.2 2.2
9 2.3 2.69 2.4
K u z e y A m erik a8 180,248 7.3 2.0 3.3 1.3 -0.6
_9 1.7 2.09 2.0
A B -İ S 4 123,056 4.6 4.4 3.7 0.3 0.3
Toplam OECD4* 385,495 6.6 3.6 4.3 1.6 0.7 -0.8 2.0 2.3 2.2

1.U luslararası karşılaştırm aları daha anlam lı hale getirebilm ek için OECD Sekreterliği tarafından düzeltilm iştir.
2. Bilgi olan en son y ıl 1990.Büyüme 1981-86 ve 1986-90. 1991 yerin e 1990.
3. Bilgi olan en so n y ıl 1991.
4. 1991 ’den bu vana A lm anya toplam bilgileri içinde eski Doğu A lm anya bilgileri de y e r alm aktadır.
5. Bilgi olan en son ytl 1992
6. Büyüme 1980-84 ve 1984-88. 1982 yerin e 1981.
7. 1991 yerin e 1990.
8. 1991’den sonra M eksika da dahil.
9. İstatistik serisi kopuk.

* UGSAGH, Gross Domestic Expenditure on R&D (G E RD ) çevirisinin kısaltm asıdır.


e,>SAGP, Purchasing Power Parity, PPP, Satın Alma Gücü Paritesi kısaltm ası,
ou» G SYİH, GayrisaPı, Y urt içi Hasıla, GDP, Gross Domestic Produet.

K a yn a k : OECD , M S T I v e r i tab am , T em m u z 1995.

13
ik tisatçı, A&G sistem inin faaliyetlerini k ıt k ayn ak ları kullanm a etkinliği açısından
incelem ek ister. Y eni bilgi, enform asyon, icat ve y e n ilik akım ları nasıl geliştirileb ilir?
B ir araştırm a laboratuvarında y a da kam u araştırm a m erkezinde istihdam edilen bilim
adam ları, m ühendisler ve tekn isyen ler b aşka bir ye rd e daha etkin bir biçim de k u llan ı­
lab ilir m i? G erekli bilgi, y u r t dışından b e d a v a y a da d aha ucuz sağlan ab ilir m i? Bazı du­
rum larda y a r ı zam anlı y a da am atör bilim adam ları ve m ucitler bazı durum lard a tam za­
m anlı profesyonellerden d aha mı v erim lidir? A raştırm a ve geliştirm e faaliyetleri ne tür
ölçek ekonom ileri ile k arşı k arşıy ad ır? Y en ilikler için v ar olan olgunlaşm a süreleri kı-
saltılab ilir m i? H angi tür şirk etler ve hangi p iyasa ko şulların da daha çok y e n ilik y a p ­
m ak tad ır? H angi tür teşvik edici u n surlar buluş ve ye n iliğ i en etkin biçim de u yarm ak ­
tad ır? Y en ilikler ekonomi içinde nasıl d ağılm ak tad ır? Ü niversiteler san ayi yen ilik lerin e
hangi biçim lerde k atk ıd a bulunm aktadır ve bu katk ı geliştirileb ilir m i? B unlar ik tisatçı­
ların A&G sistem i ile ilgili o larak sordukları sorulardır. A slında, ye n ilik süreçlerini g e ­
niş anlam da, insani değerlerle ilişkilendiren, daha temel ko n ularda da bazı sorular sor­
m aları gerekir. Bilim ve teknolojinin şu andaki temel am açları, bu k ayn ak ları, toplum
için en çok istenen biçim de mi k ullan m aktad ır?
320

280

240

200

160

120

80

40

0
1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992

| NAFTA | E U | JP |H OTHER g | EIT @ EFTA Q DAE

Ş ek il 1. 2 ö n d e g elen 50 ü lk ede A&G H arcam alarındaki E ğilim ler


(198/ ABD fiya tla rıyla m ilya r ECU)
NAFTA: ABD, Kanada, M eksika
EU: A vrupa Topluluğu
J P : Jap o n ya
OTH ER: D iğer Ülkeler
EIT : Doğu ve O rta A vrupa (Geçiş Ekonomileri)
EFTA: A vrupa Serbest Ticaret Alanı
DAE: Doğu A sya (D inam ik A sya Ekonomileri)

K aynak: B ilim v e T ek noloji G ö stergeleri A vrupa R aporu (1995)


14
cn

Ş ek il 1. 3 U lusal G ayri S afi A&G H arcam aları (UGSAGH), 1980-1995 (NAFTA 1980 = 100 olarak )
K a yn a k : M E R İT
icat ve araştırm a faaliyetlerine bu söylediğimiz açılardan bakılm asına karşı, hatırı
sayılır bir direnç mevcuttur. Bu direnç, buluş ve yen ilik ile ilgili pek çok araştırm a ve
yayının, özellikle ünlü mucit ve yenilikçilerin kişisel niteliklerini ön plana çıkaran, fık­
ra benzeri olaylara geniş y e r vermiş biyografilerin sonucudur. Böylece, icat ve yenilik
sürecinde tesadüfen ortaya çıkmış ilgi çekici olayları vurgulayan efsaneler oluşmuştur.
Bu efsaneler bazı durum larda, W att ve çaydanlıktan çıkan buhar hikâyesinde olduğu
gibi, tamamen gerçek dışı bir görünüş kazanmış, diğerlerinde ise penisilin örneğinde
olduğu gibi, tesadüflerin rolü abartılm ıştır.
A&G'nin herhangi bir politikadan tamamen bağımsız, dışsal ve büyük ölçüde kont­
rol edilemez bir olgu biçiminde ele alınması, geçmiş dönemlerde farklı nedenlerle de ol­
sa hem iktisatçılar hem de bilim adam ları tarafından benimsenen bir yaklaşım dır. Her
iki grup da bilime ve teknolojiye karşı bir “kara kutu” ve “sihirli değnek” yaklaşım ını
teşvik etmektedir. Böyle bir yaklaşım ise sadece yeniliğin sosyal yönünün anlaşılması
konusundaki çabaların hevesini kırm akla kalm am akta hatta bilim, teknoloji ve toplum
arasındaki bütün ilişkilerin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Anlaşılmayandan korku­
lur y a da anlaşılm ayan çeşitli düşm anlıkların odağı haline gelir.
Her iki durumda da optimal sonuçlar elde edebilmek için karar alma süreçlerinin tü­
müyle merkeziyetçilikten uzaklaştırılm ası ve yaygınlaştırılm ası gerektiğini savunan Po-
lanyi (1962), serbest piyasa ekonomisi ile temel araştırm a sistemi arasında ilgi çekici bir
benzetme yapm aktadır. Birinci durumda, üzerine doğru karar verebilecekleri gerekli
bilgiye sadece şirketler sahip olup, ikinci durumda ise bilim adam ları sahiptir. Polanyi
bir yandan bilim adamlarının en çok benimsedikleri projeyi sürdürmek konusunda ta­
mamen özgür olmaları gereğini savunurken, bir yandan da iktisatçıların çoğunluğu gibi,
temel araştırm a konusunda bir merkezi hükümet sübvansiyonu ihtiyacını kabul etmek­
tedir. Çünkü serbest piyasa bu tür belirsiz ve uzun dönemli bir projenin finansmanını
yüklenm eyecektir. Friedman ise tartışm ayı bir adım daha ileri götürerek, hükümetin te­
mel araştırm aya parasal destek vermesinin hiç gerekmediğini iddia etmektedir. Kealey
de (1996) aynı görüşü, bilim ekonomisinin “yasaların ı” koym aya teşebbüs ederek, bir k i­
tap uzunluğunda savunmaktadır. Bu tür tartışm aların hepsinde olduğu gibi, aşırı bir ta­
rafgirlikle saçmalık noktasına doğru ilerlemek çok zor değildir. Piyasa mekanizması ba­
zı belirli durum larda kaynakların tahsisi için yararlı bir teknik olabilir. Ancak kendine
özgü sınırlam aları vardır ve bu yüzden bilim ve teknoloji konusunda toplumsal öncelik­
lerle ilgili tanımlar ve uygulam alar piyasa güçlerinin serbest davranışlarına kolaylıkla
terk edilemez (Nelson, 1959, 1977; Pavitt, 1996). Siyasi sistem kaçınılmaz olarak bu işin
içindedir ve bu konuyla ilgili gözlemler IV. Kısım’da ele alınacaktır.

16
1. A Modem Teknoloji
“Araştırma devrim i” yalnızca bir ölçek değişmesi olayı değildir; aynı zam anda top­
lum ile teknoloji arasındaki ilişkilerde de temel değişiklikler içerir. Teknoloji kavramı,
genellikle, üretim teknikleri konusundaki bilgilerimizi düzene koyma biçimimizde bir
değişmenin de işaretini taşım aktadır. Teknoloji dediğimiz zaman eğer sadece gıda mad­
deleri, giysiler, barınacak alanlar y a da öteki gereksinimlerimizi üretmek veya elde et­
mek için gereken bilgileri kastediyorsak, kuşkusuz bütün insan toplumları teknolojiyi
kullanm ışlardır. Bu durum, belki de insanlığı, hayvansal yaşam biçimlerinden ayıran te­
mel bir özelliktir. Ancak, genellikle "sanatlar ve el zanaatları” diye adlandırdığım ız bu
bilgilerimiz son zam anlara kadar, el ve göz becerilerine, kuşaktan kuşağa bir usta-çırak
ilişkisi ile aktarılan deneyimlere y a da “yap arak öğrenme” yöntemine dayalıydı.
Daha resmi ve sistem atik bir eğitimin gerekliliğini işaret eden teknoloji terimi ise,
üretim teknikleri sözünü ettiğimiz geleneksel yöntem lerin yetersiz kaldığı bir karm aşık­
lık düzeyine ulaştığı zaman yaygın biçimde kullanılm aya başlandı.3 Eski sanat ve el za­
naatları (ya da daha ilkel teknolojiler) yeni “teknoloji” ile yan yan a yaşam aya devam et­
mektedir ve modern sanayinin artık bir zanaat işi değil tamamen bir bilimsel konu ol­
duğunu savunmak da saçmadır. “Isıtma ve havalandırm a mühendisiniz” belki de hâlâ
sıhhi tesisatçınız olmaya devam etmektedir. “Tribologist”, yağcı kimliğini sürdürüyor,
“gıda teknoloğu” ise henüz aşçıbaşından daha iyi yem ek yapam ıyor olabilir. Hiçbiri,
belki de hiçbir zaman daha iyi olam ayacaktır.
Buna rağmen malların üretiminde, dağıtım ında ve taşınm asında kullandığım ız tek­
niklerle ilgili bilgilerimizi düzenleme biçimimizde, alabildiğine önemli bir değişme ol­
muştur. Bazıları bu değişimi sadece “teknoloji” olarak adlandırm aktadır. Başka bir grup
ise, eski zanaatlara değil de daha biçimsel, bilimsel tekniklere dayanan sanayi dallarını
ayırm ak istedikleri zaman “ileri teknoloji” y a da “yüksek teknoloji” demeyi tercih et­
m ektedir.1 İnsan toplumları bir anlam da herhangi bir teknolojiye hep zaman sahip ol­
dukları için, bazı kimseler modern teknoloji konusunda küçüm ser bir tavır takınm a eği­
limindedirler. Burada böyle bir yaklaşım ın çok yanlış olduğunu ve yeni teknolojilerin
bilim ile toplum arasındaki ilişkileri devrimsel biçimde değiştirdiğini savunacağız.
Bazı tarihçiler “bilim ” ve “teknolojinin” otonom ve birbirlerinden önemli ölçüde ba­
ğımsız süreçlerde gelişmiş iki alt sistem olduğunu savunurlar. Derek S. Price (1965), bu
iki bilgi kümesinin farklı meslekler tarafından, farklı yöntem lerle ve genellikle bağımsız
gelenekler çerçevesinde ortaya çıktığını kabul etmektedir. Bilim toplumu, yeni bilginin
bilim insanlarının kabul ettiği profesyonel kriterlere uygun bir biçimde bulunması ve

i Bundan böyle, "advanced technology", ileri teknoloji; “high technology”, yü ksek teknoloji ayrım ı yapm adan sadece,
"ileri teknoloji" olarak kullanacağız

17
yayınlanm ası ile ilgilidir; uygulam a ikinci derecede önemlidir; hatta tamamen ihmal edi­
lebilir. Öte yandan mühendisler y a da teknologlar için, bu kez yayım , ikinci derecede
hatta ihmal edilebilir önemdedir. Bunların öncelikli sorunu, işe yarayacak bir uygula­
manın mümkün olması ve işleyen bir alet veya tasarım ortaya konduğunda bunun pro­
fesyonelce kabul edilmesidir. Derek Price, “bilim in” ve “teknolojinin" birbirlerini, kar­
şılıklı olarak ve güçlü bir biçimde etkilediğini, kuşkusuz yadsım am aktadır. Ona göre,
aynı müzikle dans ettikleri halde kendi bağımsız adım larını atan iki dansçı söz konusu­
dur. Buhar makinesinin icadı, elbette ki termodinamiği (bu sözcük biraz hafif kalsa da)
etkilemiş; buna karşılık elektrik ve m ıknatısla ilgili bilimsel bilgi elektrik mühendisliği
sanayinin temelini oluşturmuştur. Ancak bu dansın her iki ortağı da kendine özgü y o ­
rum ları ile farklı biçimlerde hareket etmektedirler.
Bir karşılıklı gülümseyiş yararlı olabilir, ancak on dokuzuncu yüzyıldan bu y an a bi­
lim ve teknoloji arasındaki ilişkide hiçbir şeyin değişmediğini savunmak tehlikeli biçim­
de yanıltıcıdır. En azından artık “yan ak yan ağ a” bazı yen i “danslar” söz konusudur; iliş­
ki çok daha yakın hale gelmiştir. Bu yakınlığın hem sebebi hem de sonucu sanayinin pro­
fesyonel A&G bölümüdür. Biri Ingilizler (Gibbons ve Johnston, 1972); diğeri ise Ame­
rikalılar (National Science Foundation, 1973) tarafından yapılm ış olan çok önemli iki
görgül çalışma, bilim toplumunun yan ı sıra bilimin ve haberleşmenin çağdaş teknolojik
yeniliklerdeki önemini derinlemesine ortaya koymuştur. Söz konusu bir karşılıklı etkile­
şim olduğu için de, aşırı bir basitleştirmeyle fikirlerin tek yönlü hareketini işaret eder g i­
bi görünen “bilime dayalı” (= science-based) teknoloji teriminin yerine “bilimle ilişkili” (=
science-related) teknoloji, genellikle daha tercih edilebilir görünmektedir. M arx makine­
den bilimin sanayi sistemine “giriş noktası” olarak söz etmektedir. Bu ifade günümüzde
firmaların A&G bölümlerinden bahsederken daha da fazla bir anlam kazanmaktadır.
W alsh et aL, (1979) kim ya sanayisindeki bilimsel çalışm alarla icatları karşılaştıran
çalışmalarında, firm aların patent faaliyetlerindeki artış hızlarındaki değişme ile bilimsel
nitelikli yayım ların sayıları ve sıklık derecelerindeki değişme arasında çok yakın bir
benzerlik olduğunu göstermişlerdir. Liebermann (1978) ise, elektronik sanayi firm ala­
rında fiilen çalışan bilim adam larının makalelerine, üniversitelerdeki m eslektaşlarına
göre, önde gelen bilimsel fizik dergilerinde, çok daha fazla sayıda atıfta bulunulduğunu
ortaya koymuştur (7. Bölüm).
A ralarında özellikle Hessen (1931), M usson ve Robinson (1969) ve Je w k es et at. in
(1958) bulunduğu bir bölüm başka tarihçi ve iktisatçı ise, daha henüz on yedinci ve on
sekizinci yüzyıllarda bile bilim çevreleri ile sanayi teknolojisi arasında önemli ölçüde
karşılıklı ilişki bulunduğunu ısrarla belirtm ektedirler. Bu gözlemde büyük bir gerçek
payı olmakla birlikte, sanayinin kendi içinde oluşturulmuş bulunan profesyonelleşmiş

18
A&G bölümlerinin söz konusu ilişkiyi çok daha geniş bir ölçekte, çok daha düzenli ve
sistematik bir temele oturtmuş olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Bu değişim özellikle yeni ürünlerin geliştirilm esi süreci üzerinde etki yapm ıştır. An­
cak, yeni bilimle ilişkili teknolojiler, üretimde gerçekleştirilen iyileştirm e ve değişimle­
rin yöntem lerini de önemli ölçüde etkilem ektedir. Daha önce de ileri sürdüğümüz gibi,
üretimdeki bu gelişim ve değişimler, eski sanayilerde üretim sürecinin doğrudan katı­
lımcısı olan, “tezgâh başındaki” işçiler tarafından gerçekleştirilebilirdi, işbölümü, yani
mekanik işlemlerin daha alt bölümlere ayrılm ası, bu olasılığı ortadan kaldırm am aktadır.
Gerçekten hem Adam Sm ith’in hem de M arx'in işaret ettiği gibi, daha ileri işbölümüne
olanak sağlayan buluşlar, genellikle işçiler tarafından gerçekleştirilm iştir. Ancak, kim­
y a sanayisinde sürekli üretimin y a da başka sanayi dallarında elektronik kontrolün ve
otomasyonun kullanılm aya başlanması, gelişme ve değişimin sağlanabilm esi için, üretim
sürecinin bir bütün olarak anlaşılması, bunun için de teorik bilimsel ilkelerin bilinmesi
gereği giderek daha fazla belirginleşm ektedir. Bu, aynı zamanda deneylerin işyerinde
ve üretim mühendisleri y a da ustalar tarafından değil, üretim hattı dışında (=off line) ay­
rı bir laboratuvarda veya bir pilot tesiste gerçekleştirilm esi anlam ına da gelmektedir.
“Sistem analizi” artık kendi başına önem kazanmıştır. Bütün bunlar uzmanlaşmış A&G
grubunun, mühendislik y a da teknik servis bölümlerinin nispi önemini artırırken “y a ra ­
tıcı ustabaşının” da nispi önemini azaltm aktadır. Yeni kurulan sanayilerde diğer teknik
bölümlerin ve O R birimlerinin yan ı sıra, A&G çalışanlarının da zam anlarının önemli bir
kısmını “sorunları görm ek” (=troubleshooting), başka bir deyişle normal üretim süre­
cinde ortaya çıkan güçlükleri gidermek ve çözümler üretmek için kullanm aları gerek­
mektedir. Bu bilinen anlamı ile A&G işi olmamakla birlikte, üretimi yönlendiren perso­
nelin değişen pozisyonunu ortaya koym aktadır. Y arı iletkenler sanayisinde yen i üretim
hatlarının işletilmeye başlanm asında ve denetiminde A&G personelinin kullanılm ası ve­
y a yen i alet ve makinelerin deneme kullanım larının öncelikle A&G personeline bırakıl­
ması, bu değişimin göstergeleridir.
Bu durum, çeşitli sanayi dallarına ilişkin patent istatistiklerden gözlenebilmektedir.
M akine mühendisliği ile ilgili dallarda özel kişiler tarafından yapılan patent başvurula­
rı, firma başvuruları ile karşılaştırıldığında hâlâ önemli bir paya sahiptir; buna karşılık
kişisel başvurular, elektronik y a da kim ya sektörlerinde yo k denecek kadar azdır. Bu
tür başvuruların toplam içindeki payı ise 1900 yılından bu yan a sürekli azalm aktadır
(OECD, 1982).
Teknolojinin giderek artan bilimsel içeriği ve bilimin kendi içinde giderek yo ğunla­
şan alt bölünmeler ve uzmanlaşma, uzman olanlarla olm ayanlar arasında önemli ölçüle­
re varan, birbirini anlam a sorunlarının ortaya çıkm asına neden olmaktadır. Eğitim sis­

19
temi içinde farklı disiplinler arasındaki bölünmeler ve sanatlarla bilimler arasındaki ay­
rılıklar da bu sorunları güçlendirm ektedir. Pek çok kişi modern sanayinin pek de hoş
olmayan bazı özellikleri ile birlikte bu eğilimlerin, modern teknolojiye karşı daha fazla
yen ilik istenip istenmediğini sorgulama noktasına kadar uzanan bir yabancılaşm a y a ra t­
tığını düşünmektedir. Bu insanlar, bütün sistemin insan toplumunu dümen suyuna tak­
mış sürükleyen, denetlenemez ve öngörülemez bir tanrısal gazap olduğu inancındadır­
lar. Teknolojinin insanlara hizmet etmesi beklenirken bazen bunun tersi oluyormuş g i­
bi görünmektedir. Hep hazırda bulundurulan "Teknolojik gelişm eyi nasıl olsa durdura­
mazsın” cevabının durmadan yinelenm esi ise bu korkuları azaltm ak yerine güçlendir-
mektedir/
Sonuç olarak teknolojik değişmenin yönünü ve hızını izlemek ve denetlemek için
kullandığım ız toplumsal mekanizmalar, çağdaş politikanın en kritik sorunlarından biri
haline gelmiştir. Bu kitabın IV. Kısmında bilimsel ve teknolojik yen ilik alanında çok da­
ha belirgin bir politikanın giderek daha gerekli hale geldiği savunulmakta; ayrıca, tüke­
tici mal ve hizmetleri konusundaki yen ilikler için piyasa talebinin ciddi eksiklikleri ve
yetersizlikleri olduğu iddia edilmektedir. Öte yandan, bu karm aşık sistemi anlam ak ve
denetlemek hiç de sanıldığı kadar kolay bir iş değildir; söz konusu sistemin alabildiğine
yararlandığı yüksek düzeyde özerklik, kısmen de olsa bu güçlükten kaynaklanm akta­
dır. Bu arada, Sosyalist toplumların bu konuda başarılı olduğunu söylemek pek müm­
kün değildir.
Bu söylediklerim iz saf bir "bırakın ız -y en ilik -y a p sm la r" sisteminin kabul edilemez
olduğu anlam ına geldiği gibi, belli bazı teknolojilerin teşvik edilmesi y a da durdurulm a­
sı konusunda karar alınırken, beşeri değerlerin göz önünde bulundurulm asının taşıdı­
ğı çok büyük önemi reddetmek anlam ına da gelmemektedir. Teknolojik yen ilik tama­
men tesadüfi y a da keyfi bir süreç olmamalıdır, ancak denetleyebilm ek için konunun
anlaşılması, kavranm ası gerekm ektedir. Bu anlaşılm a kavram ının önemli bir bölümü,
m aliyetler, yatırım ın getirisi, piyasa yapısı, büyüme hızı ve muhtemel yararların bölü­
şümü gibi, sürecin iktisadi cephesiyle ilgilidir. Yeniliğin iktisadi yönleri konusunda he­
nüz çok az şey biliyoruz. Fakat ağır da olsa, düzenli gözlem ve genellem elerle birlikte,
farklı ölçülerde, görgül verilerle desteklenen bir açıklayıcı hipotezler seti oluşturm aya
başlamış bulunuyoruz. Kuşkusuz bu hipotezlerin bir bölümü gelecek günlerde gerçek­
leştirilecek gözlemler ve deneylerle tamamen y a da kısmen çürütülecektir. Buna karşı­
lık bilgi dağarcığım ız büyüdükçe, yen ilikleri daha tatmin edici bir biçimde kullanm a ih­
timalimiz de artacaktır.

20
I.5 Schumpeter'in Ardışık Sanayi Devrimleri Teorisi
Bu kitap ancak, bu alanda, nispeten başlangıç aşam asındaki bilgi düzeyimizi yan sıt­
maktadır. U ygulam alı araştırm alar yo lu yla yeteri kadar sınanmamış ve desteklenmemiş
olan bu genellemeler henüz kesin değildir. Kitap, iktisatçılar tarafından gerçekleştiril­
miş bazı görgül çalışm aların sonuçlarını aksettirm ekle birlikte, çözümlenememiş belli
temel sorunları araştırm ayı, yeni düşünceleri ve araştırm aları teşvik etmek ümidini ta­
şımaktadır. Nihayet kitabın son kısmında, gerçekleştirilen bu analizler sonucunda orta­
y a çıkmış olan bazı güç politika sorunları belirlenmektedir.
Kitabın I. Kısmındaki tarihi yaklaşım yöntemi bilerek kullanılm ıştır. Soyut "temsili
firm a,’’ sanayi A&G’sini anlam ada pek fazla değeri olmayan hayali bir araçtır. A&G’nin
firma davranışı ile ilişkileri konusunda işe y a ra r genellemeler yapabilm ek için bu olgu­
nun gelişmesini bir yandan tarihi bir bağlamda, bir yandan da belli bazı sanayiler bağ­
lamında görmek gereklidir. Robinson Crusoe örneği de bize pek yardım cı olamayacak;
saf bir “varsayımsal-tüm dengelim sel’' (=hypothetico-deductive) yaklaşım , önceden ger­
çekleştirilmiş bir gözlemler ve tanım lam alar sürecinden yoksun olursa, açıklam ada yine
yetersiz kalacaktır. I. Kısmın amacı budur. Bu kısım, yu karıd a tartışılan profesyonelleş­
miş sanayi A&G sisteminin hızlı yükselişinin belli başlı üç temel unsurunu —teknolojinin
giderek karmaşıklaşması, üretim ölçeğinin giderek büyümesi ve bilimsel çalışm alardaki
uzmanlaşmayı—ortaya koym ak için hazırlanmıştır. Bu tür bir tarihsel anlatımın amacı,
kuşkusuz hipotezlerin sistematik bir biçimde oluşturulması ve incelenmesidir.
II. Kısmın tamamı, yenilikler, özellikle yen ilik ile firm a davranışı arasındaki ilişki­
lerle ilgili çağdaş teorilerin desteklenmesi y a da reddedilmesi için kullanılabilecek gör­
gül kanıtların incelenmesine ayrılm ıştır. Söz konusu kanıtlar arasında hem I. Kısımda
incelenen tarihi malzeme hem de sorunlara açıklık getirebilm e niteliği olan ek araştır­
m alar y e r alm aktadır. I. Kısmın temel amacı teknolojik değişme ve yen ilik ile ilgili ta­
nımlamalar ve tarihi bağlam dır. II. Kısım mikro düzeydeki analizlerle, III. Kısım ise,
“ulusal yen ilik sistem leri” ve uluslararası ticaret ve teknoloji transferi gibi, konunun
makroekonomik yan larıyla ilgilenm ektedir. N ihayet IV. Kısım, kamu politikası ile ilgi­
li bazı konuların incelenmesine ayrılm ıştır. O kuyucular, isterlerse, tarihsel ayrıntıların
y e r aldığı I. Kısmı atlayabilirler. Ancak bu okuyucular, II. ve III. Kısımların, bazı du­
rum larda, daha açık bir anlatım sağlam ak ve destek alm ak için, I.Kısma atıf yap ıld ığı­
nı farkedeceklerdir.
I. Kısım (2-7. Bölümler), Schum peter’in "ardışık sanayi devrim leri” olarak adlandır­
dığı teknolojik değişim dalgaları içinde y e r alan araştırm a, icat ve yeniliklerle tarihsel-
tanımsal biçimde, ilgilenm ektedir (Tablo 1.3). Schumpeter, bu uzun, yak laşık yarım şar
yü zyıllık gelişme dönemlerini, Rus iktisatçısı Nikolai Kondratieff’in (1925) izinden gi­

21
derek, “döngüler veya devreler” (= cycles) şeklinde tanımlamıştır. Ancak, iktisatçıların
çoğu bunları “uzun dalgalar” y a da “büyümenin aşam aları”, diye adlandırm ayı tercih et­
mişlerdir. Döngüsel hareket terimi, daha değişken ve pek de açık olmayan bir olguyu
açıklam ak için fazlaca belirleyici bir hava taşım aktadır. A ralarında Jevons, Pareto ve
D upriez’in de bulunduğu pek çok iktisatçı ekonomideki bu uzun dönemli dalgalanm a­
ları, fiyat eğilimleri, faiz oranları y a da ticaret akım larının hızında değişmeler gibi kav­
ram lar çerçevesinde tartışm ışlardır. Bu uzun dalgaların iktisadi sisteme sokulan yeni
teknolojilerin etkisiyle ortaya çıktığını ilk öne sürenler Schumpeter (1939) ve Van Gel-
deren’dir (1913).
Tablo 1.3 uzun dönemli dalgaların birbirini izleyen teknolojik değişmelere dayalı ol­
duğunu öne süren bu Schumpeter gil kavram ı ortaya koym akla birlikte, Schum peter’in
kendi çalışmalarını aynen izlememektedir. Aslında, Schumpeter de kendisini izleyecek
olanlardan, yöntem ini olduğu gibi uygulam am alarını ve yen i araştırm aların ortaya koy­
duğu sonuçlar üzerine farklı yap ılar kurm alarını istemektedir. Biz de burada onun tav­
siyesine uyuyoruz.
Schumpeter (1939) ik tisa d i D ö n g ü ler1 üzerindeki büyük eserinde, yarım yâizyıl ka­
dar süren “Kondratieff”5 uzun dalgalarının varlığını kabul etmekle birlikte, Kondrati-
eff’in (1925) açıklam asından farklı ve yen i bir açıklam a getirm ektedir. Schum peter’e
(1939, Bölüm 2) göre, her konjonktür döngüsü veya “uzun d alga”, bir yandan o dö­
nemdeki teknolojik yenilik farklılıkları bir yandan da savaşlar, altın madenlerinin keş­
fedilmesi y a da kıtlıklar gibi tarihi olayların farklılığından dolayı benzersizdir. Ancak o,
her dalganın özel “hareketi ve düzensizliği” (= fluctuation and pertubation) konusunda­
ki ısrarının yan ı sıra, iktisat teorisinin görevinin sadece tesadüfi olayları kataloglamanın
ötesine geçerek, söz konusu dalgalanm aları yaratan sistem davranışının özelliklerini in­
celemek olduğuna inanıyordu. Görüşüne göre, bu özelliklerin en önemlisi, kapitalist bü­
yüm enin ana motoru ve girişim ci kârının kaynağı, çok büyük ölçüde çeşitlilik gösteren
teknolojik yeniliklerdir.
Girişimcilerin (kendileri mucit olsun y a da olmasınlar ki genellikle değillerdir) yete­
nek ve inisiyatifleri yen i kâr fırsatları yaratm ış, buna paralel olarak da, önlerine çıkan bu
yeni imkânı kullanm ak isteyen, böylece çok hızlı bir genişlemenin koşullarını yaratan bir
taklitçiler ve geliştiriciler “sürüsü” (=swarm) ortaya çıkmıştır. Ingiliz Sanayi Devrimi bu
oluşumun çok açık bir örneğidir ve Schumpeter tarafından Birinci Kondratieff dalgası
olarak kabul edilmektedir, ilgilendiğim iz tüm tarihsel sürecin başlangıç noktası olduğu
için, Ingiliz Sanayi Devrimi 2. Bölüm’de oldukça ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.

i “Business C ycles” başlıklı eserini "Uzun D algalar" v eya dilim ize giren, Alm anca terim iyle “Konjonktür” diye de çevir­
m ek m üm kündür. Biz birçok yerd e bunu “Schum peter veya Kondratieff uzun d algaları”, şeklinde kullandık; am a doğ­
rusu iktisadi d algalar veya dalgalanm alar da olabilir.

22
c

—T 4>
tu
C
<u e o -a
b« "5*3
fe e :0
^ & W & cu S

o
D algalan

_2
>bD

3^ _bp 2
Tablo 1. 3 Birbirini İzleyen (Ardışık) Teknolojik Değişim

ueti ”■5*-* c ::r


« > o -o
— 0) SH
a> eti
£ “ --

Pv O O £>
EJ
£ -2
D >j
E4 J -D 1 £ J |
a £ a £ S 2 İ &3 o

o
-3 3 03
- c eti <
■§1 j --2i
İ3 6 -Ç
0) _4*» >:0&D ^ 5c ««« .Ss
— c
c—
o "2eti 13 ^
an> a)
u
o j> t “ :Q >faû
4, «O 0 .1c
^
£ EJ "2 ° _§ — >
o cL <2 “ glli ŞC aD
rj U J» ^ £O 2 *
>>„* <U ' j i j § = *, eti £
eti ^
-3
-S
a s
s
^
J- (UTŞ
E E
^ eti <
e^ti
-* >» 11
«T 4- :3 •r 2 “ ■SP-f
Jd f i«
ueti ud He2ti ^O i??_ -s 1 $
> ı
m
- 1 ,3 >SıO-Ü § i _2 5 l- S
5 S1 O :0 eti 3(/5 ca j*

M
a> :5 >
>bp > ir
a> nf
> U* -p -* «
O C ü pÜ ^
U eti > — "0 u -* h
“J0 JJt, £o
‘3>~s J* -
Si
I
9E-o £.w O eti
Si 13 P
ü s
u m
03 -a ö l t â3

u î-
Jti _çti
Ö Ö
as
0
T0 0
-70
CT\
cs
!3 ^
T ü I
u u
:3 J t2i
c
•3Jt eti
-p Q
o
■S ö
•S
Co00 B®
casrg^
■S t
5 Î: -* X 2

23
Devrimin ilk döneminde makineleşme büyük ölçüde su gücüne dayalıdır ve başlıca
tekstil sanayileri ile sınırlıdır. Hızla yayılan buhar gücünün diğer birçok sanayinin ma­
kineleşmesini sağlaması ve yen i demiryolu alt yapısını geliştirmesi ikinci Kondratieff
dalgası sırasındadır. Bütün bu değişmeler çok daha fazla sayıda mühendise, usta işçiye,
bunun yan ı sıra okur yazarlığın toplum içinde yaygınlaşm asına ihtiyaç doğurm akla bir­
likte, sanayide profesyonel A&G birimleri, yen i ürün ve üretim teknolojilerinin gelişti­
rilmesinde temel bir kurum haline, ancak, elektrik sanayisinin (3. Bölüm) ortaya çıkm a­
sı ve kim ya sanayisinde (Bölüm 4 ve 5) teknolojik yap ı değişiklikleriyle, gelmiştir (Tab­
lo 1.3). A&G birimlerinin önemi, 5 ve 6. Bölümlerde anlatılan otomobillerin ve petro
kim ya temelli ürünlerin dünya çapında yaygınlaşm ası ile büsbütün artmıştır. Nihayet
yirm inci yüzyılın son çeyreğinin belirleyici özelliği, ucuz mikroelektronik malzemeler te­
melinde, ekonominin bilgisayarlaşm asıdır (7. Bölüm). Bu yüzden Schum peter’in teori­
sindeki “ardışık sanayi devrim leri” bağımsız sanayilerin basit niceliksel büyümesi y e ri­
ne, ekonominin yeni teknolojiler aracılığı ile niteliksel dönüşümüne dayandırılmıştır.
Bu tür bir teorik yaklaşım ın iktisadi gelişme sürecinde ortaya çıkan “uzun” dalgalar
konusunda akla yakın bir açıklam a getirebilmesi, önemli ölçüde —Kuznets’in (1940) o
dönemde, Schum peter’in B u sin es C y c le s başlıklı kitabı hakkm daki eleştiri yazısında be­
lirttiği gibi—bazı yenilikler etkileri bakım ından uzayan düzensizlikler (=pertubations)
yaratacak kadar büyük ve kesintili olurken, bazıları da bir şekilde birbirleriyle bağlan­
tılı bir demet (=bunch) oluştururlar. Ulusal bir demiryolu sisteminin kurulm ası kendi
başına bir “dalga yaratıcısı” diye tanım lanabilecek bir yenilik yatırım ı olabilir; buna kar­
şılık her y ıl birçok sanayide, etkileri çok daha dolaylı ve belki de bir çeşit düzgün büyü­
me çizgisi ile ilişkilendirilm eleri daha doğru görünen binlerce küçük buluş ve teknolo­
jik değişme ortaya çıkm aktadır. Eğer daha küçük teknolojik yenilikler iktisadi dalgalan­
malar ile ilişkilendirilecekse, bu ancak yeni sanayilerin ve yeni teknolojilerin büyüme
devrelerine bağlanm alarıyla mümkündür.
Bizim bu kitaptaki açıklam alarım ız Schum peter’in B u sin ess C y c le s kitabındaki açık­
lam alardan bazı önemli noktalarda ayrılm aktadır. Birincisi kuşkusuz Schum peter'in,
ikinci D ünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra ölmüş olması nedeniyle sadece ilk üç dal­
gayı inceleyebilmesidir. Tablo 1. 3 ’de y e r alan notlardaki Beşinci D alga konusundaki
spekülasyonlar oldukça sağlam temellere dayanm akla birlikte, kısmen tartışmalıdır.
İkincisi, bu tablo yeni teknolojik sistemlerin ortaya ilk çıkışlarını değil y a y g ın la şm a la r ı­
n ı temel alm aktadır. Schum peter'in kendisi, buhar makinesini esas olarak birinci, çeliği
ise ikinci Kondratieff dalgaları ile ilişkilendirerek tartışmıştır. Her iki durumda da ilk
buluşlar, kuşkusuz daha öncelerde ortaya çıkmıştır. Buna karşılık bu kitapta kabul edi­
len çıkış noktası şudur: Yeni yatırım ve istihdam alanları yaratarak ekonominin esaslı bir

24
Tablo 1 .4 Beygirgücüne göre Boulton ve W att Buhar M akineleri, 1880 civarında

B e y g ir g ü c ü B G b a şın a m a liy e t (£ s)

2 89

10 40

20 30

K ayn ak : v o n T u n z elm a n n (19/8, s. 51)

*£ İn giliz S te r lin g P ou n d ,

tırmanışa geçmesi ve yap ı değiştirmesi için gerekli olan, yen i bir altyapı üzerine yerleşen
çeşitli yeniliklerin geniş bir alana yayılm asıdır. Söz konusu yeni altyapı ve onunla birlik­
te dağılıp yayılan yeniliklerin daha önceki olgunlaşma süresi onlarca y ıl devam edebilir.
Böylece Schumpeter (oldukça doğru bir biçimde) otomobil üretimi ve özellikle içten
yanm alı motor konusunda 1880’ler ile 1940’lar arasında ortaya çıkan yeniliklerden söz
ettiği halde, biz burada yukarıdaki dönemi değil, kitle üretim çağını ve otomobilin dün­
y a çapında kullanılmasını “Dördüncü Kondratieff D algası” olarak kabul ettik.
İlk buhar makineleri (özellikle Newcomen türü m akineler), Avrupa kömür maden­
lerinde on sekizinci yüzyılın başlarından beri kullanılm akla birlikte, bu kullanım ma­
denlerdeki su pompalama işleri ile sınırlıydı. W att’in yüzyılın sonlarına doğru ortaya çı­
kan büyük ölçüde gelişmiş makinesinin bile, von Tunzelmann’ın (1978) S tea m P o w e r
a n d B ritish In d u stria lisa tio n (B u h a r G ü cü v e In giliz S a n a y ileşm esi) kitabında ortaya
koyduğu gibi, uygulam a alanları hâlâ çok kısıtlı idi. Birinci İngiliz Sanayi D evrim i’nin
atölyeleri ve fabrikaları, esas olarak buhar değil su gücü kullanm aktaydı. Buhar m aki­
nesinin İkinci Kondratieff dalgası (Tablo 1.3) sırasında alabildiğine yaygınlaşm ası şu üç
ana yolu izlemiştir:
1. Daha büyük buhar m akinelerinin ortaya çıkması ile birlikte beygirgücü başına ma­
liyetlerin düşmesi (Tablo 1 .4 ).
2. Özellikle, Cornwall bölgesindeki maden sanayisinde geliştirilen, yen i yü ksek basınç­
lı makinelerinin beygirgücü başına kömür tüketimini azaltm ası (Tablo 1.5).
3. Demiryolu lokomotiflerinin geliştirilm esi ve 1825’den sonra yolcu ve y ü k taşım acı­
lığında kullanım larının yaygın laşm aya başlaması.

25
Tablo 1 .5 İm alatta K ullanılan Ç eşitli B uhar M akinelerinde Köm ür Tüketimi
(Saat başma h er BG için lib re [4 5 4 g r.J cinsinden köm ür tüketim i)

S a v e ıy m akinesi 30
(18 ’inci yü zyıl)

Newcomen m akinesi (m adenlerde) 20—30


(1700-1750)

Newcomen m akinesi 17
(1790)

W att düşük basınç m akineleri 10—15


(1800-1840)

Y üksek basınç m akineleri 5


(1850)

K a yn a k : v o n T u n z elm a n n (1978, ss. 68-70)

Bu örnek, yukarıda sözü edilen eğilimlerin hepsi birbirini güçlendiren etkiler yarattık­
ları için seçilmiştir. Taşımacılık alanındaki büyük gelişmeler, yeni sanayilerin en hızlı y a y ­
gınlaştığı ana sanayi bölgelerinde kömür fiyatlarının önemli ölçüde düşmesini sağlamıştır
(Tablo 1.6). Bunun yan ı sıra, buhar gücü maliyetlerinin düşmekte olması (Ingiliz imalat
sanayisinde kullanılan beygir gücünün üçte biri, 1870 gibi geç bir tarihte bile, hâlâ pa­
muklu üretimindeydi), pamuklu sanayisinin yan ı sıra birçok başka sanayide de kullanıl­
masına yol açmıştır. Kitapta y e r alan tarihle ilgili bölümlerin hepsinde teknolojik ve ikti­
sadi değişmelerin ve birçok yeniliklerin kendi aralarındaki karşılıklı etkileşimlerinin orta­
y a konmasına çaba gösterilmiştir. Yenilikler soyutlanmış, kendi başlarına ortaya çıkan
olaylar değildir; doğaları gereği sistemiktirler yan i sistemin bir parçası olma özelliğini gös­
terirler (Gille, 1978; Hughes, 1982) Her egemen teknoloji stiline (tipine) bu “kilitlenme”
(=lock in) etkisini kazandıran, söz konusu iktisadi ve teknolojik karşılıklı bağımlılıktır.
Tablo 1. 6 İngiltere'de B ölgelere Göre Köm ür F iyatları,
1800-1850 (ton başma shilling*)
Y ıllar Londra Birmingham M anchester

1800 46 9 16
1810 38 12 13 (1813)
1820 31 13 10 (1823)
1830 26 6 (1832) 10 (1833)
1840 22 8 7 (1 8 4 1 )
1850 16 5 6

K a yn a k : v o n T u n z elm a n n (1978).
^Shilling: Şiling, Ingiliz Poundunun 1/20’si.

Bütün bu teknolojik devrimler, bazısı büyük kopmalar ve değişiklikler içeren (‘radi­


kal’yenilikleri) bazısı ise, birçok ufak geliştirmeden oluşan [y a v a ş yavaş doğan’ m arji­

26
nal (= incremental) (‘küçük yenilikler’den)] oluşan demetler veya kümeler (= clusters)
üzerine bina edilmiştir. Bu kitapta tartışılan yenilikler, kuşkusuz, toplamın küçük bir
parçasıdır; bunlar tarihi gelişmenin her aşamasının temel niteliklerini ortaya koyabil­
mek için seçilmişlerdir.

1.6 Kitabın Yapısı


Söz konusu yeniliklerin herhangi birini I. Kısım’da, bütün ayrıntıları ile anlatm ak
mümkün değildir zira, bunların her biri, sadece kendileri için yazılm ış bir kitabı hak et­
mektedirler. Bu icatlar hakkında yazılm ış kitapların bazıları kaynaklar listesinde zikre­
dilm işlerdir. Bizim buradaki amacımız, tartışm ayı iktisatçının görüş açısından sürdüre­
bilmek için, ele aldığımız yeniliklerin en önemli özelliklerini seçmektir. Yeniliklerin tek­
nik yan ları ve yenilikleri gerçekleştiren kişilerle mucitlerin karakterleri ile ilgimiz en dü­
şük düzeyde tutulmuştur. Dikkatimiz çabanın büyüklüğü, patentler, firmanın büyüklü­
ğü, pazarlam a ve gecikme zamanı gibi, sorunlar üzerinde yoğunlaşm ıştır. Önemli yen i­
likler hangi tür firmalar tarafından gerçekleştirilm ektedir? Bu yenilikler hangi aşam a­
larda ve hangi sanayilerde ortaya çıkm aktadır? Bunlar profesyonelleşmiş A&G bölüm­
lerinin eseri midir? Yeni ürün ve üretim teknolojilerinin geliştirilm esi ve kullanım a açıl­
ması ne kadar zaman alm aktadır? M aliyetleri ne kadardır? Firma yönetiminin beklen­
tileri nelerdir ve yenilik konusundaki kararların alınm asına yo l açan baskılar hangileri­
dir? Firma kuram ı açısından ortaya çıkan sonuçlar nelerdir?
Yaklaşımımız iktisadi yönler üzerinde yoğunlaşm akla birlikte, bu yeniliğin teknik,
psikolojik ve sosyal yönlerinin önemsiz olduğu anlam ına gelmemektedir. Böyle bir tavır
kuşkusuz çok saçma olacaktır. Daha bütüncül bir yenilik kuramının beklenebileceği
konusunda yapılacak eleştirileri haklı çıkaracaktır. Ancak bu tür bir çaba, bu kitabın
kapsamını çok aşar. Bununla birlikte, teknolojik yenilik politikası konusundaki daha
geniş kapsamlı bazı sosyal sorunlar son bölümlerde tartışılm ıştır.
Teknolojik yeniliğin, tarihsel açıdan ve büyük ölçüde tanımsal bir biçimde ele alın­
dığı I. Kısmı, yenilik teorisinin bazı genel sonuçlarının analitik biçimde tartışıldığı II. ve
III. Kısımlar izlemektedir. 7. Bölüm’den 11. Bölüm’e kadar firm alardaki yenilik sorun­
larıyla ilgilenilmiştir.
I. Kısım'daki analitik bölümde, A&G’nin profesyonelleşmesi sürecinin, firmaların
hem ulusal hem de dünya pazarlarındaki rekabet mücadelesinin niteliği üzerinde önem­
li ve uzun soluklu sonuçlar ortaya çıkardığı savunulm aktadır. Bu yeni tip rekabet mü­
cadelesinde başarıya y a da başarısızlığa yol açan unsurlar 8. Bölüm’de firma ölçeği; açı­
sından anlamı ise Bölüm 9 ’da tartışılm aktadır. Sanayi A&G’sinin büyümesi, genel ola­
rak büyük firmanın yararın a olmuş ve sanayide yoğunlaşm a süreçlerine katkıda bulun­
muştur. Ancak, küçük yen i firm alar da bazı yenilik biçimlerinden yararlanm ışlardır.

27
Dev uluslararası firmanın bazı yen ilik biçimleri ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan
teknik hizmetlerle ilgili çok büyük geliştirm e m aliyetlerini, çok büyük bir satış hacmi
üzerine yayabilm e avantajı vardır. Bu, telekomünikasyon, türbin jeneratörler, rafineri­
ler, havacılık ve ilaç gibi sanayileri için çok önemli bir varlıktır. Ancak, teknolojik ye n i­
lik sürecinin niteliğinin ve karakterinin büyük firm alara mı yo ksa küçük firm alara mı
daha uygun olduğu konusunda önemli ölçüde bir belirsizlik hüküm sürmektedir. Bu ile­
ri derecede belirsizliğin, yen iliği yönetm eye çalışan firma açısından ortaya çıkardığı so­
runlarla nasıl başa çıkılacağı 10. Bölüm'de tartışılm aktadır.
Yenilik sürecinin, karar verme aşam asında ortaya çıkan el yordam ıyla aram ak ve y a ­
nılıp deneyerek bulm a özelliği, yatırım hesaplarında yüksek bir doğruluk düzeyi y a da
firma davranışlarının ortaya çıkaracağı sonuçlar konusunda geniş bir önbilgi varsayan
firma teorileri ile uyumlu değildir. Y enilik süreci ile ilgili belirsizlik o düzeydedir ki al­
ternatif projelerin ve stratejilerin tercihi konusundaki görüş ayrılıkları istisna değil ku­
ral olarak karşım ıza çıkm aktadır. Bu durum, firmanın alternatif davranış biçimlerini sa-
vununlar arasında bir siyasi tartışm a arenası haline gelmesi ve ortaya çıkan sorunlar et­
rafında bir iktidar mücadelesinin belirmesi anlam ına gelmektedir.
Böylece, 11. Bölüm’de firma teorisinin bir ölçüde yeniden gözden geçirilmesi gereği
ortaya çıkmıştır. Firma, A & G yi ve diğer bilimsel ve teknik hizmetleri, karşısına çıkan
belirsizlikleri azaltm ak için kullanm a eğilimindedir. Ancak, A&G’nin nitelikleri dolayı­
sıyla bütün iyi niyetli çabalara rağmen, hem teknik konularla ve hem de piyasalarla il­
gili belirsizlikler sürüp gitmektedir. H atta bazı A&G türleri söz konusu belirsizlikleri
daha artırm aktadır. Sonuç olarak yüksek düzeyde bir kararsızlık sürmekte ve firmanın
karar verme süreci neo-klasik teorinin bayıldığı rasyonel hesaplam alar yerine, “eline y ü ­
züne bulaştırarak” ilerleme biçimde ortaya çıkm aktadır.
III. Kısım’da analiz mikro düzeyden makro düzeye geçmektedir. I. Kısım’daki tari­
hi ve II. Kısım daki kuram sal analiz, firmanın yenilik çabalarındaki başarısının, güçlü
bir biçimde, içinde bulundukları kurumsal çevreye bağlı olduğunu göstermektedir. Son
iki yüzyılda ülkeler büyüme hızlarının büyüklüğü açısından önemli ölçüde farklılaşm ış­
lardır. On dokuzuncu ve yirm inci yü zyıld a yarışta öne geçen ülkeler, yaşam a koşulları
açısından, Afrika, A sya ve Latin A m erika’nın az gelişmiş ülkeleri ile aralarında muaz­
zam bir açık ortaya çıkarm ışlardır. Birçok Avrupa ülkesi bu açığı yirm inci yü zyıld a ka­
patmış, son dönemlerde de bazı Doğu A sya ülkeleri aynı yo la girm işlerdir. Önde giden­
leri yakalam ak ve aradaki açığı kapatm ak için gösterilen bu çabalar büyük ölçüde tek ­
n o lo ji alanındaki açıkların kapatılm asına bağlıdır. III. Kısım daki bölümler, iktisadi bü­
yüm e yarışında öne geçme, geride kalm a ve yakalam a süreçlerini ve ulusal başarıyla
teknoloji transferi, uluslararası sermaye akım ları ve her ülkedeki "ulusalyenilik sistemi”
arasındaki ilişkileri analiz etmektedir.

28
Nihayet IV. Kısım, hükümetlerin bilim, teknoloji ve yenilik konusundaki sorumlu­
luklarını tartışm aktadır. Son yarım yâizyıl içinde hükümetler, sadece bazı A&G ve diğer
BTS unsurlarının yan ı sıra, teknolojik değişmenin muhtemel sonuçlarını araştıran, kap­
samlı sosyal fayda/maliyet analizi şeklinde bazı teknoloji değerlendirme biçimleri konu­
sunda da, giderek artan bir ölçüde sorumluluk yüklenm eye başlam ışlardır. D ünya re­
kabeti, dışsallıkların ve A&G ile ilişkili ölçek unsurlarının getirdiği baskılar ve "bırakı­
nız y e n ilik y a p sın la r " yak\a.ş\mmm getirdiği olumsuz sonuçlar dolayısıyla, teknolojik y e ­
niliklerin ortaya çıkardığı bazı risklerin ve belirsizliklerin toplumsallaştırılmasından ka­
çınmak kolay değildir. Bununla birlikte, böyle bir toplum sallaştırm a kendisinin yan ı sı­
ra bilimsel ve teknolojik yenilik için zımni değil, daha açık bir ulusal politika uygulam a
sorumluluğunu da beraberinde getirm ektedir. Bu çok önemli yönetim sorumluluğuna
ilişkin bazı sorunlar da IV. Kısım’da tartışılm aktadır.
A BD ’de, Sovyetler B irliği’nde, F ransa’da ve Ingiltere’de, 1945-1989 döneminin ön­
celiklerinin büyük ölçüde Soğuk Savaş tarafından belirlendiği ileri sürülm ektedir. Bu
dönemde uçak, nükleer ve elektronik A&G faaliyetlerine hükümet desteği hem çok bü­
yük ve hem de çok etkilidir. Bu sanayilerdeki firmalar, devlet tarafından desteklenen
yeniliklerin normal kabul edildiği, özel bir askeri sanayi kompleksinin parçaları haline
gelmişlerdir. Gelecek yü zyıld a çok daha değişik öncelikler belirlenecektir ve hükümet
politikaları değişik yenilik biçimlerini desteklemeyle ilgili olacaktır. Çevre sorunları, y e ­
nilenebilir ucuz enerji kayn aklan arzının güvence altına alınması, doğal kaynaklarla il­
gili sınırlam alarla ilgili önlemlerin gerçekleştirilmesi, tam istihdamın sağlanması, çok
daha iyi taşım a ve inşaat sistemlerinin oluşturulması, kısacası sanayileşmiş ülkelerde y a ­
şam kalitesinin genel olarak iyileştirilm esi için önemli ölçüde A&G ye ihtiyaç duyula­
caktır. A&G azgelişmişliğin sorunlarını göğüslemek için büsbütün önem taşım aktadır.
En acil öncelikleri karşılam ak için kıt A&G kaynaklarının bu şekilde yeniden tahsisi ve
yayılm asının yalnızca kısa dönemli piyasa faktörlerinin ortaya çıkaracağı sonuçlarla
sağlanması pek mümkün görünmemektedir. D olayısıyla bu iş, bilim ve teknoloji konu­
sundaki ulusal politikanın ve giderek artan ölçüde uluslararası politikanın da ana ilgi
alanı olmalıdır.

29
Nodar

1 D ar anlam ıyla teknoloji, kelim enin de ifade ettiği gibi, teknikler konusunda bir b ilgi bütünü anlam ına gelm ektedir.
Ancak sıklıkla, Kem bilginin kendisini hem de bu bilginin fiziki üretim m allan kullanan bir işletme sistem i bünyesin­
de bütünleşm iş halini ifade etm ek için kullanılm aktadır. Bu kitap ta “teknolojik y e n ilik ” y a da yaln ızca “yenilik"
ifadeleri, ekonomide yen i ve gelişm iş ürünlerin ve üretim yöntem lerinin ortaya çıkışı ve yaygın laşm ası ile bilgi
birikim inde gözlenen ilerlem eler anlam ında kullanılm ıştır.

2 “Teknoloji" sözcüğünün değişen anlamı için bkz. Ezrahi, et al., (1995, s.17).

3 M assachusetts Institute of Technology’nin 1861 yılın d a kuruluşu, sözcüğün bu anlam da kullanılışında bir dönüm
noktası olmuştur.

4 Bkz. Ezrahi, e t al., (1995) T e c h n o lo g y , P essim ism a n d P o s tm o d e rn is m .

5 Sık sık belirtildiği gibi, KondratiefF uzun konjonktür dalgasının bulan kimse değildir ve bazı açılardan bu dalganın is­
mini taşım akta olması bir hata olarak kabul edilebilir. Bu düşünce daha çok, 1913 yılında, bunu açıkça ortaya ko y­
muş olan Hollanda’lı M arxist van Gelderen'e bağlanabilir. Aynı dönemde aralarında Pareto da (1913) bulunan bir
grup iktisatçı, yarım yü zy ıl kadar süren bir devrede fiyat hareketlerinde, faiz oranlannda ve ticaret hacminde uzun
dönemli dalgalanm alara dikkati çekmiştir. Bununla birlikte 1920’îi yıllard a M oskova’da, iktisadi A raştırm a Ens­
titüsü nün başkanlığını yap tığı sırada, KondratiefF, bu düşünceyi, başka hiçbir iktisatçının yapm adığı ölçüde ya y g ın ­
laştırm ıştı. Schum peter’gil uzun dalga teorilerinin çevresinde oluşan anlaşm azlıkları ortaya koyan bir dizi seçme
makale için bkz. Freeman (1996).

30
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR

These references include some major books which cover the whole subject
of the economics of technical change, including innovation. Some of these
references are also included at the end of the relevant Parts.
Boyer, R. (1997) Les Systèmes d'innovation à l'Ère de la Globalisation, Paris, Economica.
Chandler, A.D. (1992), 'What is a firm?: a historical perspective', European Economic
Review, vol. 36, pp. 483-494.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (1987) Economics and Technological Change,
London, Macmillan.
DeBresson, C. (1987) Understanding Technological Change, Montreal, Black Rose
Books.
DeBresson, C. (1996) Economic Interdependence and Innovation Activity, Cheltenham,
Elgar.
de la Mothe, J. and Paquet, G. (eds) (1996) Evolutionary Economics and the New
International Political Economy, London, Cassell.
Dodgson, M. and Rothwell, R. (eds) (1994) The Handbook o f Industrial Innovation,
Aldershot, Elgar.
Dosi, G. (1988) 'Sources, procedures and micro-economic effects of innovation',
Journal o f Economic Literature, vol. 36, pp. 1126-71.
Dosi, G., Freeman, C., Nelson, R., Silverberg, G. and Soete, L. (eds) (1988) Technical
Change and Economic Theory, London, Pinter.
Edquist, C. (1997), Systems c f Innovation, London, Pinter.
Foray, D. and Freeman, C. (eds) (1993) Technology and the Wealth o f Nations, London,
Pinter.
Freeman, C. (ed.) (1990) The Economics o f Innovation, International Library of Critical
Writings in Economics, vol. 2, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1994) The economics of technical change: a critical survey', Cambridge
Journal o f Economics, vol. 18, pp. 463-514.
Freeman, C. and Soete, L. (eds) (1992) New Explorations in the Economics c f Technical
Change, London, Pinter.
Gomulka, S. (1990) The Theory o f Technical Change and Economic Growth, London,
Routledge.
Granstrand, O. (ed.) (1994) Economics c f Technology, Amsterdam, North Holland.
Grupp, H. (1997), Messung und Erklärung des technischen Wandels: Grundzüge einer
empirischen Innovationsökonomik, Berlin, Springerverlag.
Hodgson, G.M. (ed.) (1995) Economics and Biology, The International Library of
Critical Writings in Economics, Vol. 50, Aldershot, Elgar.
Kennedy, C. and Thirlwall, A.P. (1971) Technical progress'. Surveys in Applied
Economics, 1, pp. 115-77, London, Macmillan.

31
Landau, R. and Rosenberg, N. (eds) (1986) The Positive Sum Strategy: Harnessing
Technology fo r Economic Growth, Washington, National Academy Press.
Mackenzie, D. (1992) Economic and Sociological Exploration o f Technical Change, in
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds), Technical Change and Company
Strategies: Economic and Soliological Perspectives, London: Academic Press, pp. 25-
48.
Mansfield, E. (ed.) (1993) The Economics o f Technical Change, International Library of
Critical Writings in Economics, vol. 31, Aldershot, Elgar.
Mansfield, E. (1995) Innovation, Technology and the Economy, Selected Essays, 2 vob,
Aldershot, Elgar.
Metcalfe, J.S. (1997) Evolutionary Economics and Creative Destruction, London,
Routledge.
Nelson, R. (1996) The Sources o f Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
OECD (1992) Technology and the Economy: The Key Relationships, Paris, OECD.
Rosenberg, N. (1994) Exploring the Black Box: Technology, Economics and History,
Cambridge, Cambridge University Press.
Saviotti, P. and Metcalfe, J.S. (eds) (1991) Evolutionary Theories o f Economic and
Technological Change, Chur, Harwood.
Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological
Change, Oxford, Blackwell.
Tidd, J., Bessant, J. and Pavitt, K. (eds) (1997) Managing Innovation: Integrating
Technological, Market and Organizational Change, Chichester, Wiley.
Utterback, J. (1993) Mastering the Dynamics o f Innovation, Boston, Harvard Business
School Press.
Witt, U. (ed.) (1991) Evolutionary Economics, The International Library of Critical
Writings in Econonomics, Vol. 25, Aldershot, Elgar.

32
I

BİLÎMLE-İLİŞKİLÎ
TEKNOLOJİNİN YÜKSELİŞİ
Başlangıç Notu

Bu kitabın I. Kısmı, konunun ele alındığı ilk dönemde olağan sayılan fakat bir ikti­
sat kitabı olarak günümüzde pek alışılmamış bir tarzda yazılm ıştır. Çünkü Schumpe­
ter’in tarihi yeniden iktisadın içine sokma çabasına benzer bir biçimde tarihle başlam ak­
tadır. I. Kısım on sekizinci yü zyıl sonları ile on dokuzuncu yü zyıl başlarında Ingiltere’de
Sanayi Devrimi ile başlayarak, belli başlı teknolojik değişim dalgalarının yoğunlaştırıl­
mış tarihsel bir açıklam asını vermek am acındadır. Bu yaklaşım ın birkaç nedeni vardır.
Her şeyden önce iktisat teorisindeki son gelişm eler evrimsel bir yaklaşım çerçevesin­
de çıkılan yo la bağlı kalm a1 eğilimini kabul etmede birleşm ektedir. Bu birçok açıdan,
her ikisi de ekonominin ve sosyal kurum ların evrimine büyük ölçüde önem vermiş olan,
Adam Smith ve M arx'in da aralarında bulunduğu klasik iktisatçılar geleneğine bir geri
dönüşü işaret etmektedir.
Evrimci bir yaklaşım teknolojik değişmenin incelenmesinde öncelikle önemlidir. He­
men bütün iktisatçılar, teknolojik değişmenin kapitalist ekonomilerin dinamizminin, bü­
yüm esinin ve kararsız yapısının birincisi değilse bile, en önemli kaynaklarından biri ol­
duğu konusunda fikir birliği içindedir. Teknolojik yenilik, kapitalizm in en büyük özel­
liği olan sürekli belirsizlik ile evrimci kargaşanın temel nedenlerinden birisidir. Kapita­
list firmaların, sanayilerin ve ülkelerin büyümesi kuşkusuz çok önemli olm akla birlikte,
yalnızca girdilerin ve çıktıların nicel artışı değil, ekonominin yapısının birbirini izleyen
teknolojik değişim dalgaları yo lu yla niteliksel dönüşümü daha da önemlidir.
1. Bölüm’de belirtilmiş olduğu gibi, bu kitaptaki inceleme son dönemlerdeki araştır­
maların bulgularıyla bir m iktar değiştirilmiş olmakla birlikte “ardışık sanayi devrimle-
r i” y a da iktisadi gelişmede uzun dönemli dalgalar teorisi ile Schum peter’in teorisini iz­
lemektedir. I. Kısımda'ki bölümler, teknoloji tarihçilerinin çok büyük sayılara varan
teknik ve örgütsel yeniliklerin sistemik karşılıklı bağım lılıkları konusundaki ısrarların­
da haklı olduklarını ortaya koym aktadır. Bu yenilikler, tıpkı H am let’in dertleri gibi, sı­
rayla değil alayla gelmektedir. Ürün ve üretim teknolojisi yenilikleri, örgütlenme biçim­
lerinde ve malzemelerdeki yeniliklerin hemen hepsi mekanizasyon, elektrifikasyon y a
da bilgisayarlaşm aya bağlıdır.
Bu kitaptaki tarihsel açıklam a ister istemez seçicidir, ancak bir yandan yen ilik süre­
cinin sistemik niteliklerini ortaya koym aya bir yandan da önemi yeniliklerin diğer özel-
i "Path dependence” belli bir kurum sal çerçeve ve ekonomik şartlar altında, toplum lann belli yerlere varacağına d air bir
"belirleyicilik" yaklaşım ı.

35
liklerini açıklam aya çalışm aktadır. Açıklamalarımız Sanayi Devrimi ile başlam aktadır,
çünkü bu olay önce Ingiltere’de, daha sonra birçok başka ülkede hızlanan bir teknolo­
jik değişme ve ekonomik büyüme sürecinin başlam a noktasını oluşturm aktadır. 2. Bö­
lüm, Sanayi Devrim i’ni simgeleyen bazı büyük örnek girişim cileri —Jo siah Wedgwood,
Richard Arkwright ve Sam uel Crompton—ve bunların gerçekleştirdikleri belli başlı y e ­
nilikleri anlatm aktadır. En yenilikçi girişim cilere yönelik bu tür bir odaklaşma, söz ko­
nusu dönemin küçük firma kaynaklı icat ve yenilik niteliği dolayısıyla haklı gösterilebi­
lir; ancak bu bölüm aynı zamanda bu yılların hızla büyüyen başlıca sanayinin yan i pa­
muklu sanayisinin sistemik özelliklerini de kısaca incelemektedir.
3. Bölüm’de dikkatimizi, on dokuzuncu yüzyılın ikinci, yirm inci yüzyılın ise ilk y a rı­
sında diğer ülkelere göre çok hızlı büyüyen bir sanayi ekonomisi, Am erika Birleşik
Devletlerine çeviriyoruz, incelememiz önce çok sayıda yen i sanayi malı ve üretim süre­
ci ile eski üretim tekniği açısından temel malzeme olan çelik sanayisi yenilikleri üzerin­
de yoğunlaşm aktadır. Çelik, ayrıca, sağladığı esneklikle bu üretim süreçlerinin çoğunu
değiştiren elektrik kullanım ının yaygınlaşm asıyla da yakından bağlantılıdır. Elektrik,
yeni alet ve eşyaların ortaya çıkışı ile evlerde birçok değişikliğin yan ı sıra, birçok sana­
yinin y e r değiştirmesine ve yeniden örgütlenmesine yo l açmıştır. Amerikan çelik ve
elektrik mühendisliği sanayisinin temel niteliklerinden bir tanesi teknolojik yen ilik ile
ölçek ekonomileri1 (economies of scale) arasındaki ilişkidir. United Steel ve General
Electric gibi dev firm alar yirm inci yü zyıl Amerikan ekonomisinin belirgin kurum lan
haline gelmişlerdir. 3. Bölüm, firma büyüklüğü ile aralarında firma içi sanayi A&G fa­
aliyetinin yükselişinin de bulunduğu, çok sayıdaki iş yönetimi (= m anagerial) yenilikle­
ri arasındaki ilişkileri göstermeye çalışmaktadır.
4. ve 5. Bölümler, üretim tekniklerinde ve yönetimsel sistemlerdeki yenilikler teme­
lindeki benzer ölçek ekonomilerinin, hem ABD hem de Alm anya’da petrol ve kim ya sa­
nayilerinde de yeni dev firmaların ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermektedir.
Bu bölümler özellikle, sözü edilen firm aların sanayi A&G faaliyetleri ile bunların müte­
ahhit firmalarının tesis tasarım ve inşaat faaliyetleri üzerinde yoğunlaşm aktadır. Bu bö­
lüm ler ayrıca, buluşların ve yeniliklerin (A&G faaliyetinin çıktıları) bazı temel ölçüm
sorunları üzerinde durm aktadır.
Temel malzeme üreten sanayilerdeki sürekli proseslerin ölçeğinin büyütülmesi ile bü­
yü k iktisadi kazançlara ulaşılırken, otomobil ve dayanıklı tüketim malları üretiminde bu
sonuçlar, yürüyen montaj bandının kullanılm aya başlanması ile gerçekleştirilmiştir. 6.
Bölüm, montaj hattıyla ilgili bu yeniliğin Ford’un Detroit fabrikasında doğması ve ardın­
dan bütün dünyaya yayılm asını anlatmaktadır. Öykü Fordcu (=Fordist) sistemin, Japon
i Ölçek ekonom ileriyle üretim m iktarı artıkça, birim başına sabit m aliyetlerin azalm ası ve dolayısıyla genel bir m aliyet
düşmesine yo l açan kitle üretim leri kastediliyor.

36
otomobil sanayisi tarafından önemli ölçüde değiştirilişini anlatarak sona ermektedir. "To-
yota-O hno’gil yalın üretim sistemi”1 Jap on üreticilerinin verimliliğini ve dünya pazarın­
daki paylarını çok büyük ölçüde yükseltm iş, Amerikan ve Avrupa firmalarının söz ko­
nusu sistemin bazı özelliklerini kararlı bir biçimde taklit etme çabalarına yol açmıştır.
I. Kısmın son bölümü yirm inci yüzyılın en devrimci buluşu olan elektronik bilgisa­
ya rı ele alm aktadır. Bu bölüm radyo, televizyon ve radardan başlayarak, bilgisayarın
mütevazı başlangıcından yirm inci yüzyılın en yaygın teknolojisi haline geliş öyküsünü
özetlemektedir. Elektronik sanayisinin olağanüstü biçimde büyümesinin temelinde, bir­
birini izleyen nesiller11 sonunda ortaya çıkan, m ilyonlarca elemanı bir tek yo nga (= chip,
çip) üzerinde birleştirmiş olan tümleşik devreler (= integrated circuits) bulunm aktadır.
Böylece ölçek ekonomileri, bu öykünün de önemli parçalarından biri olarak karşım ıza
çıkm aktadır.
I. Kısım’da anlatılan öykü, büyük firmaların ve sanayi A&G’sinin gelişmesinde tek­
nolojik yeniliklerin, örgütlenme ile ilgili yeniliklerin ve ölçek ekonomilerinin bir arada
yarattıkları etkileri ortaya koym akla birlikte, aynı zamanda küçük firm aların canlılığını
da vurgulam aktadır. Gerçekten elimizdeki bilgiler yeni teknolojilerin ve yeni sanayile­
rin ilk ortaya çıkma dönemlerinde küçük firmaların anahtar bir rol oynadıklarını gös­
term ektedir. II. Kısım ise, bu tarihi incelemeden sonra büyük ve küçük firmaların fark­
lı yenilik türlerinde oynadıkları rollerin ve yen ilik sürecinde başarılı olabilmek için ge­
rekli koşulların daha sistematik bir analizine girişm ektedir. I. Kısmın görevi, II. ve III.
Kısımlardaki daha sistematik analizler için, gerçeklere dayalı bir temel hazırlam ak ve
kapitalist ekonomilerin tarihi boyunca, sistemin hangi unsurlarının değiştiğini, hangile­
rinin de nispeten süreklilik gösterdiğini ortaya koym aktır.

i "Lean Production”, daha çok Jap o n üretim sistemi diye bilinen, "...yapısında hiçbir gereksiz unsur taşım ayan (hata,
m aliyet, stok, işçilik, geliştirm e süresi,, üretim alanı, fire, m üşteri m em nuniyetsizliği gibi unsurların en aza indirgendiği),
bir üretim sistem i”. W om ack e t ah, D ünyayı D eğiştiren M akine, Tercüme, O SD Y ayını, İstanbul, İngilizce basımı 1990.
ii Burada "nesil” y a da kuşak, İngilizcedeki "génération” sözcüğüdür; insanların y a ş kuşağı değil, teknolojinin, burada
b ilgisayarların birbirini izleyen, temelde farklı model gruplarını ifade etm ektedir.

37
2. Bölüm

Sanayi Devrimi

A
dam Smith, M illetlerin Z en g in liğ i üzerine ünlü kitabını, İngiltere’de, Sanayi
Devrimi’nin başlangıç döneminde yazm ıştır. Smith, Avrupa’nın birçok ülkesi­
ni dolaşmış ve kitabında, İngiltere’de yaşam düzeyinin, neden öteki Avrupa ül­
kelerinden daha yü ksek olduğunu anlatm aya çalışmıştır. Ulusal gelirin büyümesini ta­
rımsal verim liliğe bağlayan Fransız Fizyokratlarının1 tersine, açıklam alarını im alat sa­
nayi ve ticaret üzerinde yoğunlaştırm ıştır. İmalat sanayisinde işbölümü, yen i m akinele­
rin kullanım ına ve m akineleri kullananların uzmanlaşma becerileri edinmelerine yo l aç­
mıştır. Yeni piyasalar açılması, ülke içindeki y a da ülkeler arasındaki ticaret engelleri­
nin azaltılması, sanayide üreticilerinin rekabet edebilmelerine, pazarlarını büyütebilme-
lerine, üretimde ölçek ekonomilerinden yararlanabilm elerine olanak sağladığı gibi, işbö­
lümünü daha da ileri götürmelerine izin vermiştir.
Smith, iğne üreten işyeriyle ilgili ünlü örneğinde olduğu gibi, teorisini sağlam bir bi­
çimde, 1760’lar ve 1770’ler Ingiltere'sinde ortaya çıkan gerçek değişimlerle ilgili gözlem­
lerine dayandırm ıştır. Konuya toplam üretim ve istihdam açısından bakıldığında, Fiz­
yokratlar, hem Fransa’da hem de Ingiltere’de tarımın hâlâ sanayiden çok daha önemli
olduğunu düşünmekte haklıydılar; ancak Smith, imalat sanayisinde verimliliğin, teknik
ilerleme, sermaye birikim i ve uzmanlaşan becerilerden dolayı daha hızlı büyüyebileceği­

i Fizyokrasi, 1750-80’ler arasında, başta D r. Q uesnay olm ak üzere, bir grup Fransız düşünürünün ulusal gelirin
tem elinde kapitalist tarım ın bulunduğuna dair teoriler geliştirdiği bir Fransız iktisat ekolüdür.

39
ni ve böylece daha zengin bir toplum yaratacağını, doğru bir biçimde, kavramıştı. H e­
men bütün tarihçiler, kitabının yayınlandığı 1776 döneminde ortaya çıkan ve İngiliz
ekonomisinde genellikle Sanayi Devrimi olarak adlandırılan olağanüstü bir gelir sıçra­
masını açıklarken, bu unsurların önemi konusunda Adam Smith ile aynı fikirdedirler.
Tarihçiler ve iktisatçılar açıklam alarında, söz konusu olan faktörlere ve diğer başka
unsurlara atfettikleri nispi önem açısından bir ölçüde farklılaşm aktadır. Friedrich List
(1841), Smith'in bilim ve teknolojinin önemine yeterince değer vermediğine, buna kar­
şılık iş bölümü savını (bkz. 12. Bölüm) gereğinden fazla vurguladığına inanmaktadır.
Bununla birlikte, bütün tarihçiler tek faktörlü bir açıklam ayı reddetmek, teknolojik, ik­
tisadi, siyasi ve kültürel değişmenin karşılıklı etkileşimini önemsemek konusunda aynı
fikirdedirler. Supple’ın kısaca ve çok güzel özetlediği gibi:

Ingiltere'nin, 18. yüzyıldan önceki iktisadi, sosyal ve siyasi deneyim i neden bir sanayi öncüsü olma­
sı gerektiğini pek de zorlanmadan açıklam aktadır. Büyük Britanya, gizil büyüm eyi uyarıcı özellik­
lerin örnek bir bileşimini, çağdaşlarının hepsinden daha güçlü bir biçimde ortaya koym uştur. G iri­
şimin gelişmesi, güçlü bir ticaret sisteminin çerçevesinde zengin arz kaynaklarına ve geniş deniza­
şırı piyasalara ulaşabilmesi, serm aye birikim i, temel sanayi teknolojilerinin varlığı, coğrafî konumu
ve çok sayıda nehirlerle dolu bir ada ekonomisinin sağladığı nispi ulaşım kolaylığı, hem bilimsel
hem de pragm atik bir m irasın varlığı, istikrarlı bir siyasal ve nispeten esnek bir sosyal sistem, iş y a p ­
m aya ve yeniliğe uygun bir ideoloji, bunların hepsi iki yüzyıldan daha uzun bir tarihsel sürece ta­
nıklık etm işler ve böylece, İngiltere’de, başka bir Avrupa ülkesinde görülmemiş ölçüde, iktisadi de­
ğişme için gereken ortamı sağlam ışlardır.
(Supple, 1963, s. 14)

2.1. Teknolojik Yenilikler ve Sanayi Devrimi


Bu kitapta, giriş bölümünde öne sürülen nedenlerle, teknolojik yenilik ve bunun bi­
limle ilişkisi üzerinde yoğunlaşıyoruz. Bununla birlikte Supple tarafından söz konusu
edilen öteki faktörlerin önemini reddettiğimiz y a da onlara değer vermediğimiz düşü­
nülmemelidir. En açık örneği alırsak, icatların sermaye yatırım ları yo lu yla yen i m akine­
lere içerilmesinin Sanayi D evrim i’nin başarısı için kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz.
Schumpeter "yenilikler” tanım ına sadece teknik yenilikleri değil, pazarlam a ve örgüt­
lenme konusundaki yenilikleri de katm ıştır. Göreceğimiz gibi bütün bunlar hem Sana­
y i D evrimi’nde hem de izleyen teknik ilerleme dalgalarında birbirlerine bağlıdırlar.
Devrimin içerdiği temel örgütsel unsurlardan biri, tekstilde küçük birimlere dağılmış ev
(cottage) üretimden fabrika üretim sistemine geçiştir. Bu değişiklik siyasi değişim ve ça­
tışm aların yan ı sıra, fabrika saatleri y a da üst yönetim ve denetim anlam ına gelen, iş di­
siplini şeklindeki kültürel değişiklikler olmadan gerçekleşemezdi.
Sanayi Devrimi ’nin tam tarihini saptamak olanaksızdır. Bazı yazarlar, Bilim Devrimi ve
1640’lardaki İngiliz İç Savaşı’nda monarşinin ve feodal güçlerin yenilmesi gibi, on sekizin­

40
ci yüzyıl başlarında, hatta on yedinci yüzyılda gerçekleşmiş bazı değişimlerin üzerinde ıs­
rarla durmaktadır. Öte yandan iktisat tarihçileri, on sekizinci yüzyılın son yirm i yılında İn­
giltere’de, sanayi üretimi, yatırım ı ve ticaretinde çok belirgin bir hızlanmanın varlığı konu­
sunda fikir birliğine varmış gibi görünmektedirler. HofFmann, 1700’den 1780’e kadar olan
dönemde, İngiliz sanayi üretiminin yılda %0.5 ile 1 kadar arttığını, buna karşılık 1780’den
1870’e kadar olan dönemde artış hızının %3’ün üzerine çıktığını hesaplamıştır. Daha yeni
tahminler (Crafts, 1994) yukarıda sözü edilen ikinci dönem için tahmin edilen büyüme hız­
larını biraz düşürmüş olmakla birlikte genel görünüş değişmemektedir (Tablo 2.1). Supp-
le, varılmış olan fikir birliğini aşağıdaki sözlerle özetlemektedir:

iktisadi değişim düzgün bir şekilde hızlanmamıştır. Yine de yeniliğin, yatırım ların, üretimin, ticaret
ve benzer büyüklüklerin ileri doğru sıçradığı (tarihçilerin çoğunun 1780’lere yerleştirdiği) az çok
belirgin bir zaman vardır.
(Supple, 1963, s. 36)

İngiltere’de, on sekizinci yü zyıl sonunda iktisadi büyümenin hızlanmasının temel ne­


deni sanayideki hızlı büyüme eğilimi olm akla birlikte, Phyllis Deane (1965) genel ola­
rak milli gelir artışının 1800’den 1860’a kadar olan dönemde, 1740’dan 1800’e kadar
olan döneme göre iki kat yü ksek olduğunu tahmin etmektedir. Uzun dönemde kendini
sürdüren bir iktisadi büyüme oranına bu şekilde belirgin bir geçiş insanlık tarihinde
gerçekleştirilmiş tüm dönüşümlerden daha dikkat çekicidir. Belirtilen büyüme hızları
sonraki dönemlerde aşılmış olmakla birlikte, Ingiliz Sanayi Devrimi sadece bu neden­
den yoğun bir biçimde incelenmeyi hak etmektedir ve yine aynı nedenle bu kitap, söz
konusu geçişin kısa da olsa bir incelemesi ile başlam aktadır.
Dikkatimizi imalat sanayi ve ulaştırm a alt yapısı üzerinde yoğunlaştırm am ıza rağ­
men, tarım sektöründeki teknolojik değişmenin önemsiz olduğu anlamı çıkmamalıdır.
Aksine, Ingiliz tarım ında verim lilik, sanayiden daha düşük bir hızla da olsa on sekizin­
ci yü zyıl boyunca artm aya devam etmiştir. Ü stelik birçok tarihçi, sanayileşmenin temel

Tablo 2 .1 Ingitere'de R eel Sanayi Hasılasının Sektörel Büyümesi (yıllık %aıhş oranlan)

Yıl Pamuk Demir İnşaat A ğırlıklı ortalama®

1700-60 1.37 0.60 0.74 0.71


1770-80 6.20 4.47 4.24 1.79
1780-90 12.76 3.79 3.22 1.60
1790-1801 6.73 6.48 2.01 2.49
1801-11 4.49 7.45 2.05 2.70
1811-21 5.59 -0.28 3.61 2.42

9 1700-90 değeri, 1 7 70yılı ağırlıkların a göre hesaplanm ıştır


1790-1821, diğer sanayileri de kapsam ak üzere, 1801 ağırlıkların a göre hesaplanm ıştır
K aym ak: C ra fts (1994).

41
faktörleri emek ve sermaye hareketliliğini kolaylaştıran, tarım sektöründeki sosyal ve
ekonomik değişikliklere dikkatimizi çekmektedir. Günümüzdeki sanayileşen, özellikle
A sya ülkelerinde, sanayi sektörü üretimi ve verim liliği çok daha hızlı artm asına rağmen,
daha başarılı olan ekonomilerde tarım sektörü de üretimini ve kırsal gelirleri yükseltm e­
y e devam etmektedir, ikinci D ünya Savaşı’nın hemen ardından Kore ve T ayvan’da ger­
çekleştirilen başarılı toprak reformları, toprak reformu yapm ayan çeşitli Latin Amerika
ülkeleri ile aralarındaki farkı oluşturm aktadır; bu fark iki grup ulusal ekonominin bir­
birinin karşıtı performanslarının da temel unsurlarından birisidir. Burada tarım daki çe­
şitli teknolojik, örgütsel ve sosyal değişimin üzerinde durm uyorsak, sadece yerim iz ol­
madığı içindir.
Ingiliz sanayisindeki gelişme hamlesi, tüm sanayilerin, birarada, dengeli biçimde bü­
yüm esi değildi; başta pamuklu ve sonra da demir sanayi olmak üzere, az sayıdaki öncü
sektörün hızlı büyümesi olarak nitelendirilebilir (Tablo 2.1). Toplam sanayi katm a de­
ğeri içinde pamuklu dokumanın payı 1770’deki %2.6’lık orandan, 1801’de % 17ye y ü k ­
selmiştir. Pamuklu tekstil sanayisinin olağanüstü rolü o zamandan beri hem çağdaş y a ­
zarlar hem de tarihçiler tarafından, vurgulanm aktadır.

İngiliz Sanayi Devrimi nin başlangıç yılların d a en çarpıcı genişlem eyi sağlayan pamuklu dokuma
sanayisi olmuştur. Daha sonra, 1840 ı izleyen dönemde dem iryolu yatırım ları ve ulaşım ağının y a y ­
gınlaşm ası ekonomiye hâkim olmuş gibi görünmektedir; yüzyılın üçüncü çeyreğinde ise, çelik ve
buharlı gemi inşa sanayileri atılım yapm ışlardır.
(Supple, 1963, p. 37)

Ham pamuk ithalatı 1783-1787 dönemindeki yıld a ortalama 16 milyon libreden,1


1787-92 döneminde 29 milyon lb ’y e; 1800’de ise ithalat Batı Hint Adalarından (Kara-
yipler) Amerika Birleşik Devletlerinin köle plantasyonlarına kaydırılarak, 56 milyon
libreye yükselm iştir. Pamuk ithalatındaki artış, bir on sekizinci y ü z y ıl tarihçisi (Baines,
1835) tarafından"daha önce başka hiçbir imalat dalında örneği görülmemiş derecede
hızlı ve sürekli” sözleriyle ifade edilmektedir.
Baines, 1770’ler ve 1780’lerdeki olağanüstü büyüm eyi doğrudan teknolojik buluşla­
ra ve bunların yayılm asına bağlam aktadır: “1771’den 1781'e kadar pamuk eğirmeyle il­
gili, elle çalışan ‘Je n n y ’ ve suyla çalışan iplik tezgâhının11 icadına bağlı hızlı bir artış söz
konusudur; A rkw right’in patentinin süresinin bitmesini izleyen 1781 ile 1791 arasında­

i Libre (lbs) y a da pound, Ingiliz ağırlık ölçüsü = 0.4536 kg.


ii “Spinning Je n n y ”, ilerde açıklan acak olan H argreaves'in icat ettiği ve karısının adını verdiği, elle çalışan birden fazla
bobinli ve kasnaklı iplik tezgâhı; “W ater fram e”, R. A rkw right’in icadı, suyla çalışan, geliştirilm iş, çok bobinli iplik
tezgâhı. D aha önce klasik iplik üretim i, tek bobinli, geleneksel eğirm e kasnağında “spinning w h eel” elle veya ayak la
çalıştırılarak gerçekleşiyordu.

42
ki on yıld a ise, bu makinenin hızla yayılm ası ve ‘k atır’1 denen iplik makinesinin icadıy­
la iplik üretim hızı müthiş bir biçimde artm ıştır.”
Geniş bir dizi icada ve iyileştirm eye dayalı (Hills, 1994; M ann, 1958; von Tunzel-
mann, 1995) yeni fabrika sistemiyle11verimlilikte büyük artışlar mümkün olmuştur. Üre­
tim teknolojisinde ortaya çıkan bu gelişmeler fiyatların hızla düşmesini sağlamış, bunun
sonucunda da İngiliz ihraç mallarının rekabette güçlü hale gelmesi, başta Hindistan ve
diğer Asya tekstilini, aslında bütün diğer üreticileri geriletmiştir. Pamuklu tekstil ihraca­
tı, 1820 yılında üretimin %60’ına ulaşarak en büyük ihracat kalemi haline gelmiş,
1899’da ise İngiltere dünyanın en büyük ihracatçısı iken, bu ülkenin toplam ihracatının
%30’unu oluşturmuştur. Yirminci yüzyılda İngiliz hükümetleri, A sya’nın rekabetinden
dolayı Lancashire pamuk sanayisinin gerilemesi ve istihdam kaybından endişe etmeleri­
ne rağmen, on dokuzuncu yüzyıld a durum bunun tam tersi idi. Böylece pamuklu tekstil,
modern çağlarda, yeniliğin dış ticaret başarısı üzerinde yarattığı ve 15. Bölüm’de ayrın­
tılı biçimde incelenecek olan etkinin ilk önemli örneğini vermektedir.
Carlota Perez (1983) on dokuzuncu yü zyıl sonlarında çelikte, yirm inci yü zyıld a ise
petrolde olduğu gibi, birbirini izleyen sanayi dönüşümleri y a da uzun iktisadi büyüme
dalgaları sırasında hızla düşen temel üretim faktörleri fiyatlarının oynadığı role dikka­
timizi çekmektedir. Bu konudaki en açık örnek, günümüzde binlerce çeşit elektronik
alet, özellikle bilgisayarlar için kullanılan çiplerin fiyatlarındaki büyük düşüşlerdir. Bu
kadar çarpıcı olmasa da, özellikle Napolyon Savaşlarının yarattığı enflasyonist dönem­
de gözlenmiş olan pamuk ipliği fiyatlarındaki düşüş de dikkat çekicidir: No. 100 pamuk
ipliğinin fiyatı 1786’daki 38 şilinden 1807’de 6 şilin 9 penny düzeyine düşm üştür.111
Çağdaş olsun y a da olmasın hemen bütün incelemeler ekonomik büyüm enin sıçra­
ması açısından, pamuklu sanayisinde ve diğer sanayilerde icatların taşıdığı önem konu­
sunda fikir birliğindedir. Gerçekten İngiliz tarihi konusundaki daha eski ders kitapla­
rında da şeref köşesi icatlara aittir. Adam Smith (1776) gibi yaz arlar ve sonraki çalış­
m alar da özgün, önemli icatların yan ı sıra, üretim süreçlerinde fabrika y a da işyerinde
gerçekleştirilen sürekli iyileştirm elerin önemini vurgulam aktadır. Bu araştırm alar da
ayrıca, icatların yenilik haline gelmesi ve ardından yaygınlaşm asındaki hızı da vurgu­
lanmaktadır: 1740-49 döneminde verilen patent sayısı 80 kadarken, bu sayı 1750-59’da
100 un üzerine çıkmış ve 1770-79’da 300’e ulaşm ıştır. Patent sayısı pek güvenilir bir

i Katır, "Crompton's mule", S. Crompton un patentini aldığı “Je n n y" ve "water fram e'm özelliklerini birleştiren, daha
kaliteli ve hızlı iplik üreten suyla çalışır bir iplik tezgâhı. Bu tezgâhla Ingiltere, Hint el yapım ı ipliği kalitesinde, büyük
m iktarda pam uk iplik üretm eyi başarm ıştır.
ii "System of facto ıy (m ill) based production" fabrika sistemi, önce su değirm enlerine iplik tezgâhlan konulduğundan,
“değirm en” bazında gelişm iş ve ilk fabrikalara doğal olarak değirm en de denilmiştir. Bugün İngilizcede, “mili" fabrika
verine de kullanılır. Tarihsel olarak, su gücüne dayalı fabrika üretim inin prototipi, Lombe kardeşlerin, D erw ent’de (In­
giltere), 1718’de kurdukları, fazla yaşam ayan bir ipek iplik "değirmeni" dir.
iii İngiliz Lirası, pound sterling, 1971 yılın a kadar 20 shilling ve her shilling de 12 pence e bölünüyordu.

43
gösterge değildir. Ancak bu dönemde söz konusu sayıların ortaya koyduğu tabloyu y a ­
lanlayan herhangi bir değişme de gözlenmemektedir (Eversley, 1994).
Öte yandan, on sekizinci yüzyılın önemli icatlarının niteliği konusunda bir miktar
görüş ayrılığı vardır. Bazı yazarlar, tipik icatların, özünde, çok basit olduğunu ileri sür­
mektedir; "bu icatlar, esasında eğitim görmemiş, ancak günün birinde şans eseri bir ale­
tin üzerinde düşünmeye başlamış meçhul marangozlar, saatçiler y a da değirmen yapım
ustalarının işi gibi görünm ektedir.” Öte yandan, Ashton, "bu tür iddiaların, sanayi u y­
gulam alarındaki yeniliklerinin ardında sistematik bir düşünce yapısının bulunduğu ger­
çeğini gözden saklayıp, tesadüfler ve şans tarafından oynanan rolü abarttığını”, ileri
sürm ektedir (Ashton, 1963, s. 154). Ashton ayrıca şunları ilave etmektedir: "B u yen ilik­
lerin pek çoğu daha önce ortaya atılmış iki y a da daha fazla düşünce üzerinde durm ak­
ta ve icadı yapanın zihninde, daha az karm aşık ve daha etkin bir mekanizmanın oluş­
masına yol açmaktadır. Bu şekilde, örneğin, pamuk eğirme makinesi (jenny) prensibi,
Crompton tarafından, üstüvaneler (=rollers) kullanan yeni iplik eğirme makinesi yan i
katırda (the m ule)1 da kullanılm ıştır.”
Konuya tam tersinden yaklaşan bazı incelemeler ise, icatların, sürekli bir sosyal sü­
reç ve m ekanik becerilerden çok, bireysel dehaların y a da bilimsel parıltıların sonucu ol­
duğu, izlenimini yaratm aktadır. Y orum lardaki bu farklar, kısmen, (bugün de olduğu g i­
bi) buluşların ve yeniliklerin çok çeşitli olmasından kaynaklanm aktadır. İcat ve yen ilik­
lerin büyük çoğunluğu, o zaman olduğu gibi bugün de, mevcut ürün ve üretim tekno­
lojileri üzerindeki küçük iyileştirm eler şeklinde ortaya çıkm akta ve iş yerlerinde, çok
farklı makineleri kullananlar tarafından gerçekleştirilm ektedir. Bunların ortaya çıkışı
işbölümüne dayalı uzmanlaşma yo lu yla kolaylaşıyor olabilir, ancak, Adam Sm ith'in de
gözlediği gibi, diğer buluşlar da, “uzmanlıkları, birbirine benzemeyen işlemleri gözle­
mek olan bilim adam larının çalışmalarının sonucudur”. Yorumlarını, North W estern
Bilim M üzesi’ndeki m akineleri gerçekten çalıştırarak ve kullanarak edindiği deneyim ­
lere dayandıran Hills (1994), H argreaves ve Arkwright tarafından izlenen geliştirme,
iyileştirm e çizgisi üzerinde önemle durm aktadır:

Bütün y e n i buluşlarda olduğu gibi, bu iki mucidin çalışm aları birbirinden bağlantısız gerçekleşm e­
m iştir; çünkü bunlar daha önce yapılm ış olanlara dayanm aktadır..çeşitli elle iplik eğirme yöntem le­
r i... Hargreaves, A rkw right y a da onların öncülleri olan Paul ve W yatt m 11 eğirme yöntem leriyle,
sandığım ızdan çok daha fazla, ilişkilidir.
(Hills, 1994, s. 112)

i Crompton un katın için bkz. S.43, dipnot.


ii Lewis Paul ve Jo h n W yatt, ilk iplik tezgâhını tasarlayıp, 1738'de patentini alan lâ k a t bu icatlarını b aşarılı bir yeniliğe
dönüştürem eyen, sonunda tesislerini A rkw ight'a satan m ucitlerdir.
Bununla beraber H argreaves, Arkwright, Crompton ve onlardan önce y a da sonra
gelenlerin buluşlarının bir arada yarattığı tedrici bir etki değil, devrimci bir etkiydi
(Tablo 2.2). On sekizinci yü zyıl sonunda verim lilikte ortaya çıkan sıçrama, 100 lb. pa­
muğu işlemek için gereken iş saati miktarını herhangi bir karşılaştırm anın çok ötesinde
azaltmıştır. Daha sonra ortaya çıkan yeni makineleri işletmek için gereken gücün kul­
lanılabilmesi, makinelerin bu am açla inşa edilmiş binalara (fabrikalar) yerleştirilm esi
anlamına gelmektedir. Arkwright, lisanslarını 1000 iğli makinelerle sınırlamış olmasına
rağmen, insan kası ve at gücü kısa sürede yerlerini su gücüne ve daha sonra da buhar
gücüne bırakm ıştır (Jen kin s, 1994). Bu bölümün ilerisinde, A rkw right’in getirdiği y e ­
nilikleri daha ayrıntılı biçimde inceleyeceğiz. Burada, onun ve diğerlerinin tekstilde
yap tıkları yeniliklerin temel niteliklerinin sadece bir özetini veriyoruz.
Sanayi Devrimi sırasında pamuklu sanayisindeki buluş ve yenilikler konusunda önem­
li bir özgün analiz yapan von Tunzelmann (1995), girişimcileri asıl teşvik edenin zaman­
dan tasarruf isteği olduğunu; sabit ve döner sermayede, emek ve toprakta ortaya çıkan ta­
sarrufların, doğrudan, makineleşme paradigması içindeki zamandan tasarruf amacının or­
taya çıkardığı dolaylı sonuçlar olduğu konusunda bize güçlü kanıtlar getirmektedir, von
Tunzelmann, iş gözetim araçları ve eşgüdümün tüm üretim sistemi içinde oynadıkları ro­
lü de öne çıkarmaktadır. “En büyük darboğazlardan birini temsil eden, belirli makine ele­
manlarının benzerlerinin yapım ı (= replication), bu işin hızı artırılarak gerçekleştirilmiş­
tir. Böylece, örneğin pamuklu kumaşlara (basma) renk ve desen veren baskı silindir blok­
ları sayısı beşe kadar artırılabilmiştir (Baines, 1835, p. 236). "Aynı yenilik stratejisi, gele­
neksel eğirme kasnağındaki tek bobini, başlangıçta 8, daha sonraları ise 120 (bobine) ka­
dar çıkaran ‘Je n n y ’ iplik eğirme tezgâhında da görülür” (ibid., s. 15). von Tunzelmann,
ayrıca “birlikte etkileri, eski eğirme sürecinin bir yıld a üretebildiği miktarda ipliğin, şim­
di bir günde üretmesini veya ağartılm ak için 6-8 aya ihtiyaç duyulan kumaşların, şimdi
birkaç saat içinde ağartılmasını sağlayarak büyük verimlilik artışları getiren bir dizi hari­
ka buluş ve yenilikler” (ibid., s. 8) için de, Baines e atıfta bulunmaktadır. Ancak, ağartma
(= bleaching) y a da beyazlatma konusu, kimya alanındaki ilerlemelerin bir sonucu oldu­
ğu için, tekstil makineleri ile ilgili mekanik buluşlardan farklıdır.
Klasik iktisatçılar (Smith, Ricardo, M ill, M arx) iktisadi büyüme analizlerinde sah­
nenin ortasına serm aye birikim ini yerleştirm işlerdir, iktisat tarihçileri ise, serm aye bi­
rikim inin önemini hiçbir zaman yadsım am akla birlikte, Sanayi Devrimi’nin başlangıç
aşam aları için, artış hızını biraz düşürm ek eğiliminde görünm ektedirler. Rostow (1960)
"kalkış” (= take off) aşam asından "kendini besleyen büyüm e” aşam asına geçmek için
üretime yönelik yatırım ların N M G ’in %5’inden %10’una yükselm esinin gerekli oldu­
ğunu ve Ingiltere’nin bu koşulu ancak, on sekizinci yüzyılın sonunda sağladığını ileri

45
Tablo 2. 2 Pamukta Emek Verim i: (IOO Ibs. p a m u k işle m ek için g e r e k li işlem sa a ti)

Saat
Hint el eğirm esi (18.yüzyıl) 50,000
Crompton'un (katın ) eğirm e m akinesi (1780) 2,000
100-iğlik eğirm e m akinesi (c.1790) 1,000
Güç kullanan eğirm e m akineleri (c.1795) 300
Robert’in otomatik (katırı) eğirm e m akinesi (c.1825) 135
Bugünkü en iyi m akineler (1990) 40

K a yn a k : J e n k in s (199-4, s. xix).

sürm üştür.1 Crafts (1994), 1801’de, gayri safi yu rtiçi yatırım ların G SY H ’nm sadece
%7.9’u olduğunu tahmin etmektedir. Bununla birlikte, bu düşük sermaye birikim artış
hızı söz konusu dönemde firm aların çok küçük ölçekleriyle, yen i m akinelerin nispeten
ucuz m aliyetleri ve on sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren geçerli olan çok düşük
faiz hadleriyle (İngiltere’de, 1757’den itibaren kamu borçlarının11 faizleri %3’de kalm ış­
tır) uyumludur.
Ingiltere’de, on sekizinci yüzyıld a oldukça gelişmiş bir sermaye piyasası mevcut ol­
duğu halde pamuklu üreticileri ve diğer öncü sanayiciler, serm ayelerini genellikle, yerel
kaynaklardan, aile içinden, arkadaşlardan, yerel bankalardan ve dağıtılm ayan karlar­
dan sağlam ışlardı. Boulton ve W att, Birm ingham ’da Boulton’un Soho Atölyelerinde bu­
harlı m akineler üretmeye başladıklarında serm ayelerini bu yo lla elde etmişlerdir.
Örgütlü sermaye piyasası ve zengin toprak sahipleri sınıfı, 1750 ile 1800 arasında çok
hızlı bir gelişme gösteren kanal ve diğer allyapı yatırım larının (Şekil 2.1) finansmanında
önemli rol oynamışlardır. Hobsbawm’a (1968) göre, İngiliz sanayisinin kırsal bölgelerde­
ki “götürü” sistemine,111kömür madeni üretim bölgelerine, yeni tekstil bölgelerine, “köy sa­
nayilerine”^ ve muazzam bir nüfus, ticaret ve hizmetler merkezi olan (Avrupa’nın en bü­
yüğü) Londra’y a dayalı bir şekilde “çok yaygınlaşm ası” iki önemli sonuç doğurmuştur:

Siyasete egemen toprak sahipleri sınıfı, arazilerindeki madenlerle (Kıta A vrupası ndaki durumun
tersine imtiyaz gelirlerini v eya royaltileri Kral değil, toprak sahipleri tahsil etmektedir) köylerinde­
ki üretim faaliyetlerinden doğrudan doğruya çıkarları vardı. Y erel asillerin ve kırdaki orta sınıfın
(=gentıy) paralı yo l ve kanal yatırım larına ilgisinin asıl nedeni sadece y erel tarım ürünleri için da­
ha geniş pazarlar açm ak değil, bölgenin maden ve sanayi ürünleri için daha iyi ve ucuz taşımadan
beklenen avantajlardan yararlanabilm ektir.
(Hobsbawm, 1968, s. 16)

i Rostow’un “take off into self-sustained grow th” teorisine değiniyor. N M G , N et M illi G elir “Net N ational Product”,
NNP, anlam ındadır
ii Consols (consolidated annuities) “Ingiliz devlet borçlanm a senetleri”
iii Götürü sistemi, “putting out”, tüccarların evlere, p iyasalar için iplik ve kum aş sipariş etmesi usulü ki, bu sistem artan
talebi karşılam ayınca tekstilde m ekanizasyon y an i m akineler ve fabrika doğmuştur.
iv Köy sanayileri “village industries” sanayi öncesi el zanaatlarına dayalı, doğrudan tüketim y a da m ahalli piyasalara
yönelik, geleneksel küçük ölçekli üretim . Götürü sistem iyle birlikte bu ik i sistem, İngiliz sanayisinde iş gücünün daha
sonraki sanayileşm e aşam asına hazırlanm asını sağlam ıştır.
46
£
5,000,000 -1

2,000,000

1,000,000

500,000

200,000

100,000

50,000

20,000

10,000
1850/1

Şek il 2 .1 Ulaştırma, ve Sosyal Sabit Serm aye Oluşumu

K&ynak: H aw k e H ig g in s (1981).

47
O rtaya çıkan ikinci sonuç tüccar ve toprak sahiplerinin çıkarlarının hâlâ hâkim du­
rumda olduğu Avrupa ülkelerinin, hatta H ollanda’nın aksine sanayicilerin daha o dö­
nemde, hükümet politikalarını belirleyebilecek hale gelmesidir. Toprak soyluları oligar­
şisi, birkaç yönden diğer Avrupa ülkeleri feodal hiyerarşilerinden ayrılm aktaydı. Ingi­
liz toprak soyluları bir “burjuva” aristokrasisiydi. Hawke ve Higgins (1981), toprak sa­
hiplerinin, 1755’den 1780’e kadar geçen dönemde, İngiliz kanalları için yapılan yatırım ­
ların %40’ını, izleyen dönemlerde de dem iıyolu yatırım larının büyük bir bölümünü sağ­
ladıklarını tahmin etmektedir.
İngiliz toprak sahiplerinin yeni ulaştırm a altyapısı yatırım larına katkısı olağanüstü
olmakla birlikte, tüccarların, sanayicilerin ve diğer profesyonellerin de katkıları göz
önüne alındığında, daha on sekizinci yüzyılın son çeyreğinde, Ingiltere’nin, sanayi ve ti­
caretin hızlı gelişmesinde hayati bir rol oynayan temel sosyal sabit sermaye yatırım ları­
nın finansmanını sağlayabilecek büyüklükte bir sermaye piyasasına sahip olduğunu
göstermektedir. 1760’la 1820 yılları arasında Londra, Liverpool, Cardiff, Newcastle,
Edinburgh, Hull, Bristol ve birçok küçük limandan gerçekleştirilen dış ticaret, Napol-
yon Savaşlarının ortaya çıkardığı aksaklıklara rağmen, G SY lH artışı ile başa baş geliş­
miştir. ihracat, Sanayi D evrim i’nin öncülüğünü yapm am ış olm akla birlikte, söz konusu
dönemde üretimin %15’i dolayında istikrar kazanmış ve özellikle hızlı büyüyen sanayi­
ler için olağanüstü önem kazanmıştır.
Zanaat erbabı y a da mucit-girişimciler, bunların ortakları ve aileleri pamuklu doku­
ma y a da diğer alanlarda kurulan çok sayıda yen i şirket için sermaye bulm akta zorlan­
malarına rağmen, bu büyük ölçüde dağınık, merkezileşmemiş yap ı yen i doğan sanayiler
için önemli bir esneklik sağlam ıştır. Birçok tarihçi (Ashton, 1948; W ilson, 1955) sosyal
hareketliliğin Ingiltere’de, diğer ülkelere göre çok daha yü ksek olduğunu vurgulam ış­
tır. Girişimciler birbirinden çok farklı geçmişlere sahiptir; bu yeni girişim ciler arasında
“Sapkınlar”ınI (Q uaker’lar ve diğer resmi olmayan mezheplerin yandaşları) rollerinden
de sıkça bahsedilmektedir. Ashton, mucitler “açıkgözler", sanayiciler ve girişim ciler
arasında ayırım yapm anın çok güç olduğunu ve bunların her türlü sosyal sınıftan ve ül­
kenin her bölgesinden geldiklerini bildirm ektedir. Holkham H all’den Coke ve Duke of
Bridgewater gibi aristokratlar, tarım da ve kanal inşaatında yenilikler yapm ışlardır.
C artwright ve Dawson gibi din adam ları, kumaş dokumasından demir ergitmeye değin
yeni yöntem ler geliştirm işlerdir. Jo h n Roebuck ve Jam es Keir gibi tıp doktorları kim­
yasal araştırm alara girişm işler ve sonunda sanayici olmuşlardır.

i Sapkın lar “dissenters” o dönemlerde, Q uakers, Babtists, Congregationalists, M ethodists, Presbyteriens vb. Anglikan
K ilisesi'nden ayrılarak başka Protestan m ezheplerine intisap edenler için kullanılan ve resmi inanç-dışı kalan ları (non­
conformist) ifade eden terim.

48
Avukatlar, subaylar, memurlar ve bunlardan çok daha mütevazı durum da olan pek çok kişi, sana­
yicilikte ilerleme olanaklarının kendi işlerinden çok daha fazla imkân sağladığını görm üşlerdir. Bir
berber, Richard Arkwright, pamuk ipliği üreticilerinin en zengini ve en etkilisi haline gelmiş; bir
hancı, Peter Stubbs, kirem it sanayisinde çok itibarlı bir şirket kurm uş; bir okul m üdürü, Sam uel
W alker, Kuzey İngiltere demir sanayisinin önde gelen bir kişisi olmuştur.
(Ashton, 1963, p. 156)

“Sapkınların” girişim cilik konusunda ön plana çıkmalarının temel nedenlerinden biri,


resmi kilisenin dışında (= non-conformist) kalarak, açık düşünceli ve daha akılcı bir dün­
y a görüşünü benimsemeleri olabilir. Ashton aynı şekilde, bu sapkınların üniversitelerin
ve kamu görevlerinin dışında bırakılm alarının çoğunun işlerini ve geleceklerini sanayi
alanında aram alarına yo l açtığına da dikkati çekmektedir. Üstelik bunların eğitim konu­
sundaki laik yaklaşım ları ve hevesleri kendi okullarını kurm alarına yol açmış ve bu grup
orta sınıfın daha iyi eğitilmiş bir kesimini oluşturmuştur. Önde gelen mucitlerin büyük
bir kısmı (W att'la asistanlarının çoğu, Sinclair, Telford, M acadam, Neilson ve benzerle­
ri) o zamanki Avrupa’nın en iyi ilkokul sistemine ve bazı en iyi üniversitelerine sahip olan
Presbiteıyen1 Iskoçya’da ortaya çıkmıştır. “Bilimsel sorgulama ve sonuçların uygulanm a­
sı için istek, mumun dibine pek ışık vermediği Oxford y a da Cambridge’den değil, fakat
Glasgow ve Edinburgh’dan gelm iştir” (Ashton, 1963, p. 157). Bristol, M anchester, W ar­
rington ve Northampton gibi İngiliz kentlerinde bu sapkınlar tarafından kurulan akade­
miler, üniversitelerin îskoçya’y a sağladığını İngiltere için yapm ıştır. En başarılı girişim ­
ciler arasındaki etkili bir azınlık son bilimsel gelişmelerden hep haberdar olmuş ve bu
yöndeki ilişkilerini sürdürmek için büyük bir çaba sarf etmişlerdir. Örneğin seramik
sanayisinin önde gelen girişimcisi ve yenilikçisi Josiah Wedgwood, 1783 yılında Ingiliz
Bilimler Akademisi Üyesi (F R S = Fellow of Royal Society) olmuştu.

2. 2 Josiah Wedgwood’un Yenilikleri ve Girişimciliği


Bu kesimde Ingiliz Sanayi D evrim i’nin en hızlı büyüyen firm alarındaki yenilikçi gi­
rişim cilerin davranışlarını ortaya koym ak için W edgwood örneğini ele alacağız.
W edgwood’un başarısı o kadar çarpıcıdır ve üstelik o kadar iyi belgelenm iştir ki, ikti­
sat tarihçileri genellikle onu Ingiliz Sanayi Devrimi girişim cisinin en tipik örneği kabul
ederler. İzleyen kesimde, İngiliz Sanayi D evrim i’nin öncü sektörü olarak pamuklu
sanayisini ve özellikle en başarılı yenilikçi girişim cilerden biri olarak büyük bir servet
elde etmiş bulunan Richard A rkw right ile büyük bir mucit olduğu halde, girişim cilikte
başarısız kalan Samuel Crompton’u da ele alacağız.

i ‘‘Presbyterian" Calvin'in, Cenevre’de 1ö.yüzyılda Reformasyon sırasında kurduğu bir Protestan Kilisesi; Iskoçya’da
ulusal kilise olarak kabul edilm iştir.

49
Jo siah Wedgwood 1730 yılın d a Staffordshire'lı bir çömlekçinin on üçüncü çocuğu
olarak dünyaya gelmiş ve m allarını Staffordshire dışında hemen hiçbir yerde satam ayan
bir sanayide çırak olarak çalışm aya başlam ıştır. “Londra’y a çok nadiren satış yapılırdı.
Ülke dışı satışlar bilinmezdi bile.” (M cKendrick, 1960, 1994). Y ollar çok kötüydü, k a­
nallar ise daha yeni inşa edilmeye başlanmıştı. İşçiler ise “çalışmak yerine içki içmeyi ve
aylaklığı tercih ederlerdi.” W edgwood fakirlik ve sefalet içinde doğmuştur. O ysa öldü­
ğü zaman ürünleri bütün dünya tarafından tanınmakta, dünyanın her köşesinde satıl­
m aktadır ve muazzam bir kişisel servetin sahibidir. Kurduğu firma kendi sanayi dalın­
da kimseyle m ukayese edilmeyecek ölçüde, en büyük ve en hızlı büyüyen firmadır.
Başarısının büyük ölçüde, kendisinin ve ortağı Thomas Bentley'in kişisel girişim cilik ni­
teliklerine bağlanm ası gerekir. W edgwood tasarım ve üretim konusunda olduğu gibi,
örgütlenmeyle de ilgili sayısız yeniliği kendi başına gerçekleştirm iştir. W edgwood’un te­
mel güdüleri olan teknolojik değişme ve serm aye birikim i yan ı sıra, siyasal ve sosyal de­
ğişim konularında da çeşitli düşünceleri ve idealleri olmuştur.
Kanal ve paralı yol sistemleri 1730’lar ve 1770’lerde önemli ölçüde yayılm ış ve ge­
lişmiştir (bkz. Şekil 2.1). W edgwood, memleketi olan Staffordshire’de kanal ve paralı
yo lların inşaatını aktif bir biçimde desteklemiştir. Ancak onun gösterdiği çabalar Ingi­
liz piyasasının ve uluslararası piyasanın ele geçirilm esini mümkün kılacak çok daha ge­
niş bir ulusal hareketin sadece bir parçasıdır. Ingiltere’de nüfus artıkça ve hayat stan­
dartları yükseldikçe porselen eşya talebi de artmakta, H indistan’dan ucuz çay temin
edilebildiği ölçüde çay içmek de popüler hale gelmektedir. Porselen kırılgandır; buna
karşılık diğer alternatifler (örneğin gümüş eşyalar) çeşitli ev eşyalarının artm akta olan
talebini karşılam akta, seram ik mamulleriyle rekabet edemeyecek kadar pahalı kalm ak­
tadır. Staffordshire ve diğer yerlerdeki seram ikçiler bu koşulların sağladığı avantajlar­
dan yararlanm ışlardır.
W edgwood bir defasında, kendisinin mühendis mi, çömlekçi mi yo ksa toprak sahibi
bir centilmen mi, olduğunu bilemediğini söylemiştir; gerçekten aynı zamanda her üçü­
dür ve “sırasıyla diğer kişiliklere bürünecektir”, (Thomas Bentley’e mektup, 1766, zik­
reden Jacob, 1988). Ancak mesleği ve sosyal konumundaki bu belirsizliğe rağmen, hem
kendisinin hem de öteki sanayi girişim cilerinin reformcu hatta devrimci rolleri hakkın­
da güçlü bir vizyona sahiptir. Daha 1766’da, Thomas Bentley’e şunları yazm aktadır:

D eneylerimin pek çoğu isteklerim ve beklentilerim doğrultusunda sonuç veriyor; ürünlerim izin ni­
teliklerini çok daha fazla geliştirilebileceğim iz müthiş bir kapasiteye sahip olduğumuz konusunda­
ki inancım giderek artıyor. Ürünlerim iz şu anda, (nispeten) kaba ve yeterince zarif değil fakat ko­
laylıkla sırlanm aya ve daha mükemmel hale getirilm eye müsait. Böyle bir devrimin çok y ak ın oldu­
ğuna inanıyorum, sen de buna yardım cı olmalı ve bundan k âr da etmelisin.
(Jaco b , 1988, P. 136)

60
Bu m ektuptaki ilgi çekici noktalar, W edgwood’un “deney” kavram ı üzerindeki vur­
gusu ve buluşlarını “devrim ” olarak nitelemesidir.
Thomas Bentley’e yazdığı bir başka m ektupta fabrika organizasyonu ve iş bölümü
konusundaki ilkesini şöyle özetlemiştir: “İnsanları hata yapm ayacak m akineler haline
getirm ek.” Sonraları sıkça aktarılan bu ibare, o dönemdeki birçok girişim cinin yen i fab­
rikalarda üretim süreçlerini akılcı bir yap ı içinde örgütlemek, bilgisizlik, beceriksizlik,
tembellik, sarhoşluk, sıkıntı veya yorgunluk gibi nedenlerden doğan insan hatalarının
önüne geçmek için sarf ettikleri gayreti özetlemektedir. İnsan hatasını önlemek, Taylo-
rizm deneyimi gibi (bkz. 3. Bölüm), hiç bitmeyen, günümüzün bilgisayarlaşm a ve ro­
botlaşma konusundaki eğilim lerinin de tanık olduğu bir projedir. Sanayi girişim cileri­
nin bu amacı, M arksistlerden romantik şairlere ve sanatçılara kadar, sanayi kapitaliz­
minin karşıtlarınca, sanayiciliğin erkekleri ve kadınları makinelerin sıradan uzantıları
şekline sokan ve W erner Som bart’ın söylediği gibi "girerken ruhu soyunma odasında
bıraktırıp” insanlığın özünü yo k eden (= dehumanizing) eğilim lerini kötülemek için da­
ima gündemde tutulmuştur. W edgwood aynı zamanda, fabrikalarındaki disiplini ve dü­
zenli iş saatlerinde çalışm ayı sağlayabilm ek için ayrıntılı ve karm aşık bir cezalandırm a
ve ücret kesintileri sistemini de uygulam aya koymuştur.
Bunlarla birlikte, Jo siah W edgwood’u insanlık dışı köle yöneticisi bir patron olarak
tanıtmak çok yanlıştır. Onun ve diğer girişim cilerin yen i fabrikalarındaki işin hızı ve y e ­
ni makinelerinin çeşitli işlemleri arasındaki koordinasyon konularında çok ilgili ve du­
y a rlı oldukları doğrudur. W edgwood’un arkadaşı Erasmus D arwin (Charles D arw in’in
büyük babası), bilim adam larını, mucitleri ve girişim cileri bir araya getiren “bir gözet­
leme noktasından bütün işçilerin ve atölyelerin sürekli denetim altında tutulduğu ideal
fabrika” gibi konuların tartışıldığı D erby Felsefe D erneği’nin1 de kurucusu ve önderiy­
di. Bu dernekte, şehir ışıklandırm ası, merkezi ısıtma, bina içi tuvaletler, hatta Fransız
Devrimi ve cum huriyetçilik gibi konular da tartışılıyordu (Jaco b, 1988, p. 167).
Derby Felsefe D erneği’nin üyeleri kendilerini, sonunda herkesin yararın a olacak y e ­
ni bir maddi gelişme çağm a ulaşabilm ek için bilimi, serm ayeyi ve m akineleri bir araya
getiren idealist ama pratik reformcular olarak görüyorlardı. W edgwood, işçilerin "biz­
den daha alt düzeyde” oldukları halde aynı maddeden yaratıldıklarını ve “tıpkı efendi­
leri gibi acı y a da haz duyduklarını” tartışırken, Shakespeare’in V enedik T aciri’ndeki
dili kullanm ıştır (Jo siah W edgwood’un mektupları, 1762-72, zikreden Jaco b , 1988, s.
168). Wedgwood işçilerine sistemli ve sürekli olarak rakiplerinden daha yü ksek ücret­
ler vermiş ve içinde bulundukları koşulları ve eğitim düzeylerini iyileştirm ek için ilgi
göstermiştir. O pederşahi (= paternalistic, ataerkil) bir işveren idi.
i “D erby Philosophical S ociety’’, 18. yü zyıld a, İngiltere’de ortaya çıkan "D üşünce Kulüpleri" veya bugünkü “think
tank”lara benzer, am atör topluluklardı; bilim ve teknoloji bilgilerinin yayılm asın da k ritik bir rolleri vardır. En ünlü top­
luluklardan biri de J . P riestley'in de üye olduğu "Lunar S ociety”dir.

51
Kendi sanayi dalının geleceği konusundaki yaratıcı öngörüsü, girişim lerinin bütün
yönlerine yayılm ıştır. Kuşkusuz o, en çok yeşil sırlı, krem rengi, kirli sarı (= jasper) ve
siyah bazalt gibi renkler veren, yen i tekniklere dayalı tasarım larıyla ünlenmiştir. Ken­
disi ve çalıştırdığı sanatçılar, killi çamurdan biçimlendirilmiş, incelikle ve özenle renk
verilmiş, daha yum uşakken üzerine beyaz macunla minik kabartm a rölyefler yerleştiril­
miş sonra da pişirilerek sabitleştirilmiş kaplar, süs plakları, tabaklar ve vazolar üretmiş­
lerdir. Bu desenler sıklıkla, Eski Yunan ve Roma vazolarından y a da mücevherlerinden
kopya edilm işlerdir (Bu nedenle fabrikası için E truria1 ismini seçmiştir.). Teknik y a ra ­
tıcılığı, mermer ve deniz kabukları taklitleri ile porselen benzeri sırlanmış (= enamelled)
diğer eşya çeşitleri yaratm aya kadar uzanmıştır.
Bir çömlekçi, desinatör, mühendis ve fabrika yöneticisi olarak sahip olduğu beceri­
ler ve buluşları, başarı öyküsünün önemli bir parçası olarak öne sürülmüş olsa da yeter­
li değildir. Aynı şekilde, ne İngiliz piyasasının genişlemiş olması ne de ulaşım sisteminin
büyük ölçüde gelişmesi tüm Staffordshire seram ikçileri veya diğer bölgelerdeki üretici­
lerin bu gelişmelerden aynı ölçüde yararlan d ıkları göz önünde tutulursa, bu özel başa­
rı öyküsünün nedenlerini açıklayam am aktadır. Ü stelik yen i kurulan diğer seramik sa­
nayi şirketleri, herhangi bir patent korum a mekanizması olmadığı için onun desenlerini
ve üretime getirdiği yenilikleri hızla taklit edebilm ekteydiler (Örneğin önemli buluşla­
rından biri olan ‘krem rengi ürünleri’11, 1784 yılın a gelindiğinde, 25 ayrı üretici tarafın­
dan taklit edilip piyasaya verilm işti.). Eğer temel iktisat teorisinin tam rekabet hikâye­
si tamamen doğru olsaydı onun da fiyatlarını piyasada geçerli olan genel düzeye indir­
mesi gerekirdi. Aslında bu konuda çok şiddetli bir baskı ile de karşı karşıyaydı. Ancak
“benim amacım her zaman ürettiğim m alların fiyatlarını indirmek değil, kalitelerini y ü k ­
seltmek olmuştur" sözleriyle bu tür bir davranışı sürekli olarak reddetmiştir. McKend-
rick'in (1960, 1994) alaycı bir tarzda gözlemlediği gibi, fiyat listeleri onun ifadelerinden
daha güçlü bir kanıt olarak kabul edilebilir:

F iyatları, diğer seram ik üreticilerine göre her zaman ve hatırı sayılır ölçüde daha yüksekti; m alları­
nı düzenli olarak normal fiyatların iki katm a satardı ve üç katı yükselttiği zam anlar da çok nadir de­
ğildi. F iyat indirim ini ise sadece daha önce yü k sek fiyatla moda haline getirdiği popüler bir m alda
büyük çaplı bir satışın karşılığını elde etmek için y a da diğer firm alarla arasındaki fiyat farkı çok
yü k sek düzeylere çıktığı zaman gerçekleştirirdi.

(M cK endrick, 1994, p. 363)

Onun daha yü ksek fiyatlardan satabilmesinin nedeni, kuşkusuz kalite farkıdır. Bu­
nunla birlikte, diğer seram ikçiler de aynı, hatta ondan daha yüksek kalitede üretim ya-

i “E truria”, İtalya’da, Rom alıların öncülleri olan Etrüsklerin sanatını ifade eden "Etrüsk Ü lkesi” anlam ında.
ii "Creamware", “C hinaw are” y a n i Çin malı veya porselen gibi, W edgwood'un kendine özgü bir renk ve im alat stili
olarak hâlâ üretilm ektedir.

52
pabildikleri için bu sav çok güçlü değildir. “İnsanı küçülten bencillik zincirlerden, baş­
ka insanların benim eserimi kopya etmelerinin getirdiği süfli korkulardan kurtulm ak”
(Ashton, 1963) kararlılığını ifade ederek patent sistemini küçük görmüştür. Diğer sera­
mik üreticilerini de düşük fiyat yerine yü ksek kalite için mücadele etmeye davet etmiş­
tir. Gerçekten bu isteğini ifade etmek için kullandığı üslup ve sözcükler, gerek sanayi
stratejisinde kalite konusundaki tartışm alarda, gerekse Adam Sm ith’in sanayicilerin fi­
yatları yükseltm ek için kendi aralarında gerçekleştirdikleri “komplolar”la ilgili iğneli
yorum ları, günümüzde de yankılanm aktadır. 1771’de seramik sanayi ürünlerine karşı
talepte genel bir durgunluk hüküm sürerken, Bentley’e bazı sanayicilerin fiyat kırm a g i­
rişimlerini kınayan bir mektup yazm ıştır:

B uradaki porselenciler arasında en kaliteli malı üreten M r. Baddeley, günde bir fırın dolusu malla
önde gider ve pek mümkün olmamakla beraber, fiyat yükseltm eye ikna edilebilirse, gerisi de bunu
izler...Y arın bizlerden bir düzine adam, bu am açla onunla görüşecek... M r. Baddeley tabakların
fiyatını taş toprak fiyatına in d ird i.. .Kısacası, Genel Ticaret dörtnala felakete gidiyor, hem
Londra’da hem de taşrada büyük stoklar birikti ve talep çok az. Porselenciler içinde bulundukları
durumun farkındalar ve işleri konusunda panik içindeler ve gerçekten haklı olarak d ü şü k fiya tla rın ,
üretimde düşük k alite doğuracağını, bunun da bize karşı bir n e fr e t yaratıp , sonunda ih m a l ve sui­
istim allerle mesleğimizin sonunun geleceğini düşünüyorum.

Yüksek kalite stratejisi, başarısında önemli bir rol oynamış olm akla birlikte, bu re­
kabet gücünün esas kaynağı olan genel pazarlam a stratejisinin sadece bir unsurudur.
Pazarlam a ve dağıtım konusunda getirdiği yeniliklerin bazılarının ancak 50 y a da 100
y ıl sonra gerçekleştirildiğine inanmak güçtür (Tablo 2.3).
O, döneminde özellikle m odayla ilgili konularda kraliyet ve aristokrasiye son derece
büyük bir saygı gösterildiğini ve zevklerinin tartışm asız kabul edildiğini en iyi biçimde
anlamıştı. Porselen yem ek takım larını çekici teşhir salonlarında zarif bir biçimde sergi­
leme stratejisi, modayı izleyen kitlenin baştan çıkarılm ası konusunda çok başarılı ol­
muştur. Lüks mal piyasasını bu şekilde ele geçirmesi, ürünlerini sürekli olarak yüksek
fiyatlarla satmasına, buna rağmen pazarını da sürekli genişletmesine olanak sağlayan
bir imaj ve şöhret yaratm ıştır. Büyük Katerina II (Çariçe) için ürettiği “R us” sofra ve
servis takım ının Londra’daki sergilenişine Kraliçe de katılm ış ve bu Londra'nın en çok
gezilen sergisi olmuştur. Bir aydan uzun bir süre “yüksek sosyete arabaları ile sokağı tı­
kam ıştır.” W edgewood “ülkenin her yanındaki asillerin uzaklardaki evlerinden kalkıp
Sergiyi görmeye gelmesini sağlayarak” başarısını garantilem iştir (M cKendrick, 1994, p.
376). Dış pazarların peşine de, yine aynı taktiklerle, daha büyük bir hırs ve coşkuyla
düşmüştür:

53
O, bütün dünyaya Etruria’dan hizmet etmek istiyor, yeni pazarlar bulmak için durmadan ticari ufuk­
ları gözlüyordu. Hiçbir ülke —Türkiye, M eksika, hatta Çin b ile- onun için çok uzak değildi... Güçlük­
leri başarma tutkusuna karşı bir m eydana okuma diye algılıyordu. Fransa -A vrupa porseleninin ana­
yurdu, rokoko1 zarafetinin merkezi ve yüksek gümrük duvarlarının arkasındaki en güvenli ü lk e - ona
en büyük meydan okumaydı; düşüncesi bile W edgewood’a ilham veriyordu. “Fransa'yı tamamen ele
geçirebileceğimizi düşünüyor musun? Fransa'yı Burslem’de11oturarak ele geçirmek. Bu mücadele için
gücümün giderek artığını hissediyorum. "
(M cK endrick, 199-4, p. 379)

Tablo 2, 3 Wedgwood'un., Seram ik Sanayisinde,


G erçekleştirdiği Pazarlam a Y enilikleri, 1760-90
1760'lar Kraliçe den ve K raliyet A ilesi’nin öteki m ensuplarından K raliyet him ayesinin sağlanm ası,
“Q ueensw are” (K raliçenin eşyası) gibi alam eti farikaların kullanılm ası.
1765-74 Liverpool, Bath ve D ublin'deki sergi salonları ve depolardan sonra Londra deposunun açılm ası.
1770’ler Sergilerin birer sosyal olay olarak tertiplendiği zarif, geniş, rahat ve kullanışlı sergi salonlarının açılması.
1760-90’lar K raliyet ailesi m ensupları ve sosyal statüsü iyi olanlar için yü ksek kaliteli porselen eşyaların desinatörü
o larak tanınm aya yö nelik bir pazarlam a stratejisi uygulanm ası.
1770’ler Rus İm paratoriçesi II. K aterina’mn 1000'den fazla ayrı resim işlenmiş 1282 p arçalık takım ı gibi
“ekonomik olm ayan” siparişlerin kabulü. Sergilem e ve reklam am acı ile kullan ılarak çok yü ksek
fiyatlarla benzer siparişlerin kabul edilmesi.
1771 “Hoşunuza gitm ezse paranızı iade ediyoruz” diye alınan siparişler.
1770’ler Gazete ilanları ve “ısm arlam a övgü m akaleleri”.
1770'ler Ünlü sanatçıların ürünler için, tablolar, süs tabaklan y a d a kişisel tavsiyeleriyle reklam yapm alarının
sağlanması.
1777-90’lar İngiliz pazannı genişletm ek için gezici satıcıların kullanılm ası.
1769-90s Dış pazarlara girm e stratejisi. Başka ülkelerdeki kraliyet hanedanlarının ve asillerin ilgisini çekm ek için
İngiliz büyükelçilerinin kullanılm ası. Paris ve Am sterdam ’da depoların açılm ası. Çeşitli (F ran sa ve
İsveç ile yap ılm ış) ticaret anlaşm alannın değiştirilm esi için kulis faaliyetleri. Dış yazışm alar için eğitim
görmüş uzman dilcilerin kullanılm ası.
1760-90’lar Önemli olaylarda (esaretin kaldırılm ası kam panyası, barış anlaşm aları gibi) ve ünlü bilim adanılan,
sanatçılar, devlet adam larıyla ilgili desenler oluşturm ak (Sadece Papa iyi iş yapm adı: “Bugünlerde hiç
kimse Kutsal Pedere y a da seleflerine aldırm ıyor.").
1792 Gezici satıcılann uym alan gereken ku rallan ve işlemleri anlatan Gezgincilerin Kitabı’mn yayım lanm ası.

K a yn a k : M c K e n d r ic k ’ten (I960, 1994)y a ra rla n a ra k h a z ırla n m ıştır.

Pazarlam ada ticari unsurların yan ı sıra siyasi yan ları da değerlendirebiliyordu. im ­
paratorluk Alm anya’sı, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Alman büyük elçilerini tica­
ri am açlarla kullandığı için “haksız rekabet” ile suçlanmadan çok önce, W edgewood y e ­
ni dış pazarlar açm ak am acıyla Ingiliz büyükelçilerini kullanmış ve ikili ticari anlaşm a­
ların değiştirilmesi için kulis faaliyetlerinde bulunmuştur. Hiçbir dış pazarda ulusal
âdetleri ve zevkleri de ihmal etmemiştir.
Bütün bunlar, geniş Ingiliz orta sınıf piyasasını, hatta düşük gelir grubundakileri ih­
mal ettiği anlam ına gelmemektedir. Ürünlerinin çoğunu (küçük süs eşyaları, süs tabak­
ları, mürekkep hokkaları ve hatta sofra takım ları) bu piyasa için üretmiştir: "Hizmetkâr

i Rokoko, Barok dönemden sonra, 18. yü zyılın ikinci yarısında, başlıca Fransa, G üney A lm anya ve A vustuıya'da
m imari, resim, dekorasyon, m üzik ve edebiyatta ortaya çıkan, çok süslü, gösterişli bir sanat akımı.
ii Ingiltere’de, W edgewood’un doğduğu ve fabrikalarının kurulu olduğu kent.

54
takımı, hanımını izler.” W edgwood en yü k sek kazancını, sıradan ama yararlı eşyaların
çok yüksek m iktarlardaki satışı ile sağlam ıştır. Gezici satıcılar çok önemli bir yen iliktir
ve birçok güçlüğe rağmen bu pazarlam a tekniğini yaym ış ve 1790 yılında, gezici satıcı­
lar için bir kurallar ve seyahat yöntem leri kitabı da yayım lam ıştır. Pazarlam a ile ilgili
olarak getirdiği sayısız yen ilik herkes tarafından benimsenmeye başlanmış ve 1850’li
yıllard a hepsi standart uygulam alar haline gelmiştir.

2. 3 Richard Arkwright, Samuel Crompton ve Pamuklu Dokuma Sanayi


Seram ik, on sekizinci yü zyıl sonlarında en hızlı büyüyen sanayi dallarından biri ol­
m akla birlikte, daha önce de gördüğümüz gibi, üretimin hem büyüklüğü hem de büyü­
me hızı açısından, Sanayi Devrimi’ne öncülük eden pamuklu sanayisidir (bkz. Tablo
2.1). Bu sanayi dalında küçük firmalar kuran sayısız mucit ve girişimci arasında Richard
Arkwright, kuşkusuz en renkli kişiliğe sahip olan ve en çok zenginleşenlerden biridir.
W edgwood konusunda bol sayıda tarihi kayıt ve belge varken, A rkw right için du­
rum farklıdır. En çok tanınan buluşu olan iplik tezgâhı bile birçok davaya konu olmuş­
tur. Bu buluşun gerçekleştirilmesinde oynadığı rol hâlâ tam olarak bilinmemektedir;
1769 ve 1775 yılların d a Arkw right tarafından patenti alınmış olduğu için, 1781 ve 1785
yıllarında mahkemelerde dava konusu edilmişlerdir. Kendisinin asıl mesleği berberlik1
olduğundan makinesinin çeşitli parçalarının hazırlanm asında yardım cı olması için
Lancashire’li saat yapım cısı Jo h n K ay’i11 istihdam etmiştir. 1785 yılında, kralın başkan­
lığında toplanan yü ksek mahkeme heyeti111 huzurunda buluşun ilk kez kendileri tara­
fından gerçekleştirildiğini, Bolton kentinden yin e bir dokuma tezgâhı yapım cısılv Highs
ile birlikte iddia eden, işte bu saat yapım ustasıdır.
İddiacılar davayı kaybettiler; ancak Arkwright, sadece buluşlarının daha önce ken­
dileri tarafından gerçekleştirildiğini iddia edenlerden değil, belki daha fazla yakın dos­
tu olan patronlar ve icatlarının geçimlerin tehdit ettiğini düşünenlerden de hayatı bo­
yun ca sürekli olarak düşm anlık görmüştür. Daha işini ilk kurduğu günlerde, bir grup
sanayici ürettiği iplikleri satın alm ayı reddetmiş ve ortakları tarafından üretilmekte olan
kalikov üzerine özel bir vergi konm ası için Parlam entoya başvurm uşlardır.
Lancashire’da, Chorley yakınındaki fabrikası bir güruh tarafından tahrip edilirken po­
lis ve asker olayı sadece seyretm ekle yetinm iştir.

i Aslında, “w igm aker” y an i peruka yapım cısı idi; berber diye biliniyor.
ii Jo h n K ay of W arrington, dokum ada devrim yaratan uçan m ekik (1733) mucidi, tekstil tezgâh yap ım cısı ünlü Jo hn
K ay ile karıştırılm am alıdır.
iii K ing’s Bench,
iv “R eedm aker” dokum a sırasında atkı ve çözgü ipliklerinin birbirine karışm asını engelleyen tarak gibi hassas bir alet
yapım cısı.
v Calico, renksiz ve beyazlatılm am ış ham kumaş halindeyse, eski deyim iyle "Amerikan bezi"; beyazlatılm ışsa “patiska”;
renk ve desen basılm ışsa “basm a” denen, pam uklu kumaş.

55
Y eniliklerinin önemini değerlendirebilmek, açılan davaları ve karşılaştığı yoğun düş­
manlığın nedenlerini kavrayabilm ek için, konuya Ingiliz tekstil sanayisine küçük üreti­
ci likten1 fabrika üretimine geçiş süreci çerçevesinde bakm ak gerekir. Ingiltere’de on se­
kizinci yüzyılda tekstil sanayi, özellikle yünlü dokumacılık çok gelişmiş olmakla birlik­
te, üretim henüz fabrikalardaki makinelere dayalı değildi. M alzem eyi el işi iplik bükü­
mü yapanlarla, küçük dokumacı ve kum aşçılara11 dağıtıp-toplam a temeline dayalı “gö-
türücülük” sistemi (= putting out) şeklindeki bir ticaret kapitalizmi, işgücünün birlikte
çalışmasının ve disiplininin getirdiği avantajların yan ı sıra makinelerin ve işbölümünün
sağladığı ölçeklerden de doğal olarak mahrumdu. Fabrika üretimine geçiş sadece ye te­
nekli ustaların değil bir sürü becerikli, yaratıcı girişimcinin de bu sanayiye girmesine
fırsat yaratm ıştır, ilk iplik tezgâhının (Je n n y )111 1765’de, Blackburn’lu bir marangoz
olan H argreaves tarafından icat edilmesiyle daha önce bir tek iplik bobini çevirmek için
gerekli olan işgücü ile aynı anda daha çok sayıda iplik elde edilmesi mümkün hale gel­
miştir. H argreaves’in bu icadı evlerdeki küçük üretimde de kullanılm aya uygun olmak­
la birlikte, birçok zayıf yan ları da vardı. Bu yüzden yerin i kısa sürede özellikle Arkw-
right’in eseri olan daha ileri icatlara bırakmıştır.
Arkwright icat ettiği ilk iplik eğirme tezgâhında (= spinning frame), farklı incelik ve
dayanıklılık derecelerinde çok sayıda ipliği aynı zamanda eğirme, ayırm a ve sarm a işle­
mini gerçekleştirebilm ek için makine tarafından çevrilen m akaralar (= rollers) kullan­
mıştır. H argreaves’in iplik eğirme makinesi sadece kumaş çözgü ipi olarak (=weft) kul­
lanılabilecek yum uşak iplikleri eğirebilir ve üstelik sık arıza yaparken, A rkw right’in da­
ha sonra bulduğu su gücü ile çalışan tezgâhı (= w ater frame), daha kaba ve dayanıklı
atkı (= w arp) ipliklerinin elde edilmesinde başarılıydı; sürekli yü ksek kaliteli ipliği da­
ha hızlı biçimde üretebiliyordu. Bu makine yirm i y ıl boyunca, on dokuzuncu yüzyılın
başlarında Crompton’un iplik makinesi “k atır”lv, tedricen onun yerin i alm aya başlayın­
caya kadar iplik çeşitlerinin pek çoğunda bu sanayi egemen olmuştur.
Pamuklu iplik sanayisinde (dokuma daha geç tarihlere kadar makineleşmemiştir)
başarı, esas olarak ürünle y a da pazarlam a ile ilgili yeniliklere dayalı değildi. Pamuk ip­
liği piyasası daha o tarihlerde güçlü bir biçimde oluşmuştu; düşük fiyatlar ve daha iyi

i “Cottage production” ev üretimim, burada daha teknik bir terim olan “küçük ü retici” ile karşılanm ıştır. Aslında küçük
üreticilik terimi, geniş anlam da köy sanayilerini, el zanaatlarım hatta Sm ith’gil "m anüfaktür” y a n i atölye tipi üretimi de
kapsar.
ii Kumaşçı “clothier” de daha büyük kum aş tüccarlarından sipariş alan ve işyerlerini (iş alan evleri) de denetleyen, ger­
çek kapitalist olan “merchant clothier” veya “m erchant”dan aldığı yü n ve benzeri siparişleri dokum acılara “w eavers”
veren ve sonra da ham kum aşları toplayıp, boyam a vb. bitirm e işlerini yap tıran bir aracı durum undaydı (bkz. Alantoux,
62-5). Götürü usulde üretim (putting out) şeması genelde böyle çalışırdı. Bugün de Anadolu'da el halısı yapım ında a y ­
nı tip iş örgütlenm esini görm ek mümkün olabiliyor.
iii “J e n n y ” H argreaves'in eşinin adını verdiği tezgâh, tek kasnaklı iplik çıkrığı “spinning w heel” kullanan birisinin aynı
anda daha çok (16 ve daha fazla) kasnağı ve bobini hareket ettirm esi esasına dayanm aktadır.
iv “Crompton's m ule” A rkw right m akinesi ile Jen n y'n in özelliklerini birleştiren daha iyi bir iplik m akinesiydi.

56
kalite ile öteki tekstillerin karşısına çıkılabilirse, çok hızlı bir biçimde büyüme potansi­
yeline sahipti. M ucitlerin ve girişim cilerin karşı karşıya bulundukları sorun, çeşitli ham
pamuk cinslerinden kaba ve ince tür ipliklerini daha düşük maliyetle işleyebilmek ve
uygun fiyatlarla satabilmekti. Sonunda Crompton’un “k atırı”, bu gereklerden pek çoğu­
nu en iyi şekilde yerin e getirm işse de, 1770’ler ve 1780’lerde öncülük yapan,
A rkw right’in su gücü ile çalışan iplik tezgâhıdır. Bir çok mucidin tersine A rkw right bu­
luşları sayesinde büyük bir servetin sahibi olmuştur; bunda kuşkusuz girişim ci olarak
icadını mahkemelerde koruyabilme yeteneğine sahip olması büyük bir rol oynamıştır.
Arkw right büyük ölçekli makineli im alata gönülden inanmıştı; daha 1770'li yılların
başlarında İngiltere’nin fabrika teknolojisinin bir sonucu olarak “Doğu Hindistan "a* ip­
lik ve kumaş satılabileceğini öngörmüştü. Buna karşılık fabrikalarını kurabilm ek için
yeterli sermayesi yoktu. Önde gelen çorap im alatçılarından biri olan Jed ed iah Strutt ile
gerçekleştirdiği ortaklık bu sorunun üstesinden gelmesini sağlamıştır. Strutt, A rkw ­
right’in icadının potansiyelini kavrayacak tecrübeye ve bilgiye sahipti; üstüvanelerle pa­
muk eğirme patentine dayanan ve beygir gücü kullanan ilk ortak fabrikaları 1769'da
Nottingham'da üretime başladı. Bunu 1771’de, D erbyshire’deki Cromford’da, su gü­
cüyle çalışan daha büyük bir tesis (m ili)11 izledi; 1775’de, asıl icadını iyileştiren ikinci bir
patent daha aldı. Başarılı yasal mücadelelerle pekişen “şerefiye” (royalti)111 gelirleri ile
bu kârlı girişim ciliği, 1792’de öldüğünde, A rkw right’in ülkedeki en zengin sanayicile­
rinden biri haline gelmesini sağlam ıştır. A yrıca asaletlv payesi almış ve D erbyshire Baş
Şerifiv olmuştu. Rakiplerinin pek çoğu ve makinalaşm a dolayısıyla işini kaybetmiş olan­
lar hâlâ ondan nefret etseler de, çok büyük bir övgüye layık görülmüştür:

Hiç kimse onun kadar serveti hak etmemiştir; hiç kimse gelecek kuşakların göstereceği saygı ve şük­
ran duygularına onun kadar layık değildir. İcatları yen i ve sınırsız bir istihdam alanı açmış; ülkesi
için, M eksika ve P eru’nun mutlak sömürge yapılm asından beklenebilecek olandan daha fazla men­
faat sağlam akla kalmamış, bütün dünya için de verimli bir zenginlik ve istihdam olanağı yaratm ıştır.

{ E n cy clo p a ed ia B rita n n ica , 9. Baskı, cilt 2, s. 543)

i “East Indies”, Doğu Hindistan, bugünkü Hindistan Alt Kıtası ve G üney Doğu A sya bölgesini kapsar; “W est Indies",
bugünkü K arayipler ve O rta A m erika bölgesini kapsar ki C. Kolomb un keşfettiği bu bölgeyi H indistan zannetm esin­
den kaynaklanan bir yan lışın sonucudur. Katır ortaya çıkın caya kadar, H int el yapım ı ipliğin kalitesi elde edilem iyor
sadece üretim m iktan artırılabiliyordu: Bu m akine hem kalite hem de m iktar bakım ından H indistan’ın geçilmesini sağ­
lamış, sonunda bu ülke pam uklu dokum anın vatanı olduğu halde, M anchester iplik ve dokum alanna yenilm iştir.
M odern H indistan’ın kurucusu M ahatm a G andi’nin, elinde çıkrıkla dolaşıp pam uklu iplik yapm asının sembolik anlamı,
bu olguyu protesto etm ektir.
ii “M ili”, İngilizce değirm en dem ekse de, ilk tezgâhlar bu değirm enlere uygulandığından, sanayi tesisi, fabrika yerine
“m ili” kullanılm ası bu tarihten sonra yaygınlaşm ıştır.
iii “R o yalty”, bir icat veya teknolojinin meşru kullanım ı için çeşitli biçimlerde yap ılan ödemeleri kapsar; Türkçe “şere­
fiye” denebilir, ancak bu terim i tam karşılam adığından daha ilerde “royalti" olarak çevrilm iştir.
iv “Knighthood” şövalyelik alınca adı da “S ir Richard" olmuştur.
v “High Sheriff" İngiltere’de illerde (county) görevi, özellikle kanunların ve mahkeme kararlarının uygulanm asını sağ­
lam ak olan yü ksek rütbeli bir kam u görevlisi.

57
A rkw right’in Cromford’daki fabrikası 1770’lerde 300 kişi çalıştırırken, 1816 yılınd a
bu sayı 727’e yükselm iştir. Bu dönemde binden fazla usta işçi istihdam eden birkaç ip­
lik fabrikası daha vardı. Aynı dönemde hâkim teknoloji, kaba iplikler dışında, A rkw ­
right’in su gücü ile çalışan iplik tezgâhından Crompton’un katırına, güç kaynağı da gi­
derek buhar makinesine kaym aktadır. Buhar makinesi gücüyle çalışan dokuma tezgâh­
larının ortaya çıkışı, kumaş dokumanın da makineleşme konusunda iplik üretimine y e ­
tişmeye başlamasını sağlamış, bazı fabrikalar iplik üretimi ile dokum ayı bir arada yü rü t­
meye girişm iştir.
H argreaves ve A rkw right’dan farklı olarak, Samuel Crompton’un (1753-1827) ken­
disi bir iplik üreticisi ve dokumacıydı. 1770’li yıllard a icat ettiği “k atır” diye anılan iplik
makinesinin patentini alm ak için Bolton’daki (Lancashire) yerel kilisede keman çalarak
kazancını biraz artırm aya çalışsa da, yeterli bir geliri yoktu. Bu yüzden küçük vaatler
karşılığı, icat etmiş olduğu makinesinin ayrıntıları konusunda bazı yerel üreticilere bil­
gi verdi; sonuçta elde ettiği gelir toplam olarak sadece 60 İngiliz Lirasıydı. İcadının tek­
nik üstünlükleri o kadar güçlü idi ki 1780’ler ve 1790’larda kullanımı hızla yaygın laştı
ve sonunda 1801’de, Crompton da bir arkadaşından 500 İngiliz Lirası borç alarak ken­
di küçük işini kurdu. Ancak, utangaç ve işadam lığına hiç de uym ayan mizacı yüzünden
icat ettiği makine çok büyük başarı kazandığı halde kurm uş olduğu bu şirket kısa süre­
de iflas etmiştir.
Katırın teknik üstünlükleri bütün dünyada tanındığı ve takdir edildiği için, Parla­
mento, İngiliz sanayisine yapm ış olduğu hizmetlerden dolayı Crompton’a 5000 İngiliz
Liralık bir bağış yapm ış; önemli icadına karşılık elde ettiği hatırı sayılır tek parasal kar­
şılık bu olmuştur. Katır, iplik eğirme makinesi (jenny) ile su gücüye çalışan iplik
tezgâhının (water frame) çeşitli özelliklerini bir araya getirm iştir. Ancak Crompton, her
zaman m akaralar kullanarak iplik çekme sistemini A rkw right’dan bağımsız olarak ge­
liştirdiğini savunm uştur. H ills “Neden Üç M ucit” (1994) başlıklı m akalesinde,
A rkw right’in kendi patent hakkı hâlâ yürürlükte olduğu halde, Crompton aleyhinde
hiçbir zaman patent ihlali talebiyle dava açmamış olmasına dikkati çekmektedir.
Crompton ü n katırı, ipliklerin bükülmesi ile çekilmesi işlemlerini birbirinden ayırabil­
mekte, böylece hem en ince hem de kalın ipliklerin eğrilmesine olanak sağlam aktadır
(ibid., 1994). M akara hızlarının ayarlanm ası için gerçekleştirdiği özgün bir düzen, ipli­
ğin, A rkw right’in sistemindekinden çok daha az gerilmesini yan i kopmamasını sağlıyor­
du. Crompton’u mucitliğe sevk eden asıl itici neden, bir dokumacı olarak kullanm ak zo­
runda kaldığı ipliklerin kalitesi konusundaki bıkkınlığıdır; ancak A rkw right’daki g iri­
şimcilik niteliklerinin hiçbirine sahip değildi.
A rkwright ile Crompton arasındaki zıtlık, Schum peter’in yen i bir sanayi sektörünün
başlangıçtaki hızlı büyüme döneminde, girişim ciliğin rolüyle ilgili teorisinin ilgi çekici

58
bir örneğidir. Arkwright, Schum peter’in başarılı bir girişimcinin en önemli vasıfları ola­
rak tanımladığı, yeniliği uygulam aya koym ada kararlılık (sadece icat etmek değil) ve
karşısına çıkan engelleri aşm a konusunda ısrar etme gibi niteliklere bütünüyle sahipti.
A ralarındaki zıtlık, aynı zamanda yen i m akineler için gerekli m asrafları karşılayabilecek
ve faaliyetin (zarar edilen) ilk dönemleri için finansman sağlayacak ölçüde serm ayeyi
bulmak gibi, o dönemin başarılı girişim ciliği için gerekli olan başka özelliklerin de ör­
neğini oluşturmaktadır. A rkw right in Strutt ile ortaklığı onun sorununu halletmiştir; fa­
kat Crompton hiçbir zaman bu sorunun üstesinden gelememiştir. M ucitlerle girişim ci­
ler arasındaki ortaklıklar (başka bir ünlü örnek Boulton-W att ortaklığıdır) İngiltere’de
yeni ve yenilikçi firmaların yükselm elerini sağlayan en önemli örgütlenme tekniklerin­
den biridir ve bu teknik, İngiltere’y i diğer Avrupa ülkelerinden ayırm aktadır.
Nihayet, aralarındaki zıtlık, Sanayi D evrim i’nin bu başlangıç aşam asında bile, ye n i­
liğin kâr getiren bir süreç olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. A rkw right’in
meslek hayatı boyunca süren patentlerini korum ak ve bunlardan en yüksek düzeyde çı­
kar elde etmek için gösterdiği kararlılık bir yandan Crompton’un cılız çabaları, öte y a n ­
dan da W edgwood’un patent haklarının getirdiği tekelciliğe karşı olması ile zıttır. D a­
ha önce de görmüş olduğumuz gibi, W edgwood sanayideki yerini koruyabilm ek için sü­
rekli yen i tasarım lara ve pazarlam a yeniliklerine güvenmiştir. Şimdi olduğu gibi o za­
man da korum acılık yöntem leri ve diğer yöntem lere karşı oluşan tepkiler, sanayinin
hangi sektörü ile ilgili olduğumuza ve taklit edebilme m aliyet ve kolaylığına büyük öl­
çüde bağlıdır; temel yeniliklerden tekelci bir yap ı içinde yararlanılabilm esi olanağı ha­
ya ti önem taşım aktadır.
Gerçekten, icatları ve yenilikleri korumak için sürdürülen ulusal politikalar eski mer-
kantilist geleneğin üzerine en çok titrenen siyasi silahlarıdır. Ticari sırları yu rt dışına çı­
karırken yakalananlara ağır cezalar verilmektedir ve bu yüzden Samuel Slater, 1789 y ı­
lında, A rkwright’in su gücü ile çalışan tezgâhının sıralarını Birleşik Devletler’e götürmek
için gemiye binerken yanına bununla ilgili ne bir çizim ne de yazılı bir şey alm am aya özen
göstermiştir. Bunun yerine her şeyi ezberlemiş ve ABD'ye varışından kısa bir süre sonra
tezgâhın bir örneğini ezberden yapm ıştır (Chambers, 1961). Yirmi y ıl sonra Francis Lo­
well buhar gücüyle çalışan dokuma tezgâhının sırlarını da aynı şekilde, götürmüştür.

2. A Ingiliz Pamuklu Sanayisinin Sürekli Başarısı


İngiliz pamuklu sanayisinin en hızlı büyüdüğü dönem 1780 ile 1800 arasındaki yirm i
yıldır; aynı zamanda emek veriminin de en hızlı arttığı dönemdir. Büyüme izleyen dö­
nemlerde daha düşük bir hızla sürmüştür. Ek, küçük yenilikler, on dokuzuncu yü zyıl bo­
yunca da devam etmiş, Ingiltere’nin dış ticaretteki karşılaştırm alı üstünlüğü bütün sanayi

59
olumlu biçimde etkileyen ölçek ekonomilerinin yan ı sıra, bu tür yeniliklerin de katkısıy­
la sürdürülmüştür. Arkwright ve Crompton’un getirdikleri yenilikler ve dokumada bu­
har makineli tezgâhın kullanımı yaygınlaştıktan sonra pamuklu, İngiltere’deki fabrika ta­
banlı temel sanayi dalı olarak yerleşm iş ve firmalar büyüklük dağılım ları açısından nis­
peten dengeli bir yap ıya kavuşmuştur. Bu sanayi on dokuzuncu yü zyıl boyunca büyü­
meye devam ederken, birkaç büyük firmanın üretiminin toplam üretimin yaklaşık üçte
birine, sabit sermayenin ise bundan daha büyük bir oranına sahip olduğu, gerisini ise or­
ta, küçük ve çok küçük firmaların oluşturduğu bir büyüklük dağılımı ortaya çıkmıştır.
Bununla birlikte M ansfield’in (1962) işaret ettiği gibi, firm aların büyüklük dağılımı
konusundaki Gibrat Yasası, özellikle firma ölümlerinin ele alınış biçimine bağlı olarak,
birkaç değişik biçimde ifade edilebilir ve bu ifade biçimlerinin kendilerine özgü zorluk­
ları vardır. Küçük firmaların sanayi dışına çıkması y a da ölmesi daha muhtemeldir; bu
durumda, bunların dışarıda bırakılm ası doğru olacaktır. Sıralam a bir m iktar değişmek­
le birlikte, bir düzine kadar öne çıkmış firmanın öncülük rollerini oldukça uzun bir za­
man sürdürmüş oldukları görünmektedir. İflasları içeren karışıklıklar daha çok büyük
firm alara y a da tüccarlara taşaronluk yapan; özel ürünleri ile sınırlı p iyasalara1 hitap
eden ve/veya düşük sermaye, enerji y a da emek m aliyetlerinden yararlanan küçük fir­
malar arasında yaygın dır. Küçük firm alar piyasa durgunluklarını genellikle atlatabil­
dikleri halde 1826’da 33, 1837’de 39, 1839’da 56 ve 1836 ile 1842 yılları arasında 241 if­
las olayı gerçekleşmiştir. Gatrell (1977) iflaslardan büyük firm aların da etkilendiği ko­
nusunda ısrarlıdır. Ancak küçük firm aların çok daha fazla zarar görmüş oldukları ko­
nusunda kuşku duyulamaz; büyük ve küçük firm aların varlıklarını bir arada sürdürdü­
ğü diğer sanayi sektörlerinde de gözlenebilmektedir. Y enilikle firma büyüklüğü arasın­
daki ilişkiler 9. Bölüm’de daha ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır.
Pam uklu sanayinin İngiliz ekonomisinin toplam büyümesine yapm ış olduğu katkı
hiç de küçümsenmemelidir. Floud ve M cC loskey (1981), 1780 ile 1860 yılları arasında
pamuklu sanayisindeki verim lilik artışının, ekonomideki toplam verim lilik artışının
%15’ini oluşturduğunu hesap etmişlerdir. 1850ye gelindiğinde pamuk ipliği ve pam uk­
lu kumaş İngiltere’nin toplam ihracatının %40’ını gerçekleştirm ektedir ve 1900 yılın d a
çok daha büyük bir toplamın hâlâ %26’sıdır. Bu sanayi, Birinci D ünya Savaşı’na ka­
dar büyüm eye devam etmiş, 1890 ile 1913 arasında iki radikal yenilik —tamburlu mo­
dern iplik tezgâhı11 ve otomatik dokuma tezgâhı—İngiltere’nin uzun bir geçmişe sahip
dünya piyasalarındaki liderliğini tehdit ederken de, Hindistan ve Çin’e yap ılan ihracat
artışını hızla sürdürmüştür. 1870 gibi geç bir tarihte bile pamuklu, İngiliz sanayisinde
enerji tüketiminin %30’unu gerçekleştirm ekteydi.
i “Niche m arkets" özel bir mal ve hizmette sınırlı bir üretim yap an küçük bir piyasanın İngilizce ifadesi.
ii “Ring-fram e spinning"

60
Pamuklu piyasalarında İngiliz hakimiyetinin on dokuzuncu yüzyıl boyunca sürmesiy­
le ilgili açıklamalarında M ass ve Lazonick (1990), bu "sürdürülen karşılaştırm alı üstünlü­
ğün”, üretim faktörlerinin birikimli bir süreçte birbirlerini karşılıklı olarak geliştirmesi ve
kullanmasına bağlamaktadırlar. Bunlar emek maliyetlerini, pazarlam a maliyetlerini ve yö ­
netim giderlerini etkilemiştir. Bütün bu alanlarda sanayi ölçek ekonomileri (M arshall’ın
dışsal ölçek ekonomileri) önem kazanmaktadır. Emek söz konusu olduğunda:

On dokuzuncu yüzyılda emek kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanılm ası Ingiliz pamuklu sanayisi­
nin karşılaştırm alı üstünlüğü için, eşsiz bir kaynak sağlamıştır. Temel makine teknolojileri, bu m aki­
neleri işler halde tutmak için çeşitli alanlarda uzmanlaşmış insan emeğinin birbirini tam am lar biçim ­
de kullanılm asını gerekli kılm aktadır. Deneyim, işçilere sadece belirli bilgi ve kavrayışla ilgili beceri­
ler (iplik makinesini çalıştırm ak gibi, çok daha yüksek düzeyde nitelik isteyenler de vardır) sağlam ak­
la kalmamakta, aynı zamanda (uzun dönemde daha önemli olmak üzere) ürünün kalitesine, malze­
meye y a da makinelere bir zarar vermeden uzun saatler çalışabilme yeteneğini de geliştirmektedir.

(M ass ve Lazonick, 1990. s. 4)

M ass ve Lazonick, emek gücünün giderek artan becerileri ve fabrikada çalışm aya
alışkanlık kazanma sürecinin üzerinde önemle durmuş olm akla beraber, söz konusu
zamanda ve sektörde, (İngiliz sanayi ilişkileri hakkında daha sonraları ortaya çıkmış
olan bazı klişeleşmiş fikirlerin tamamen tersine) işçi sendikaları örgütlenmesinin verim ­
liliği sürdürme ve artırm a girişim leri ile özellikle uyumlu olduğunu vurgulam aktadırlar.
Teknik bilgileri daha yü ksek nitelikli işçilere (Genellikle yerel zanaatlarda deneyimleri
olan), acemilerin işe alınması, eğitilmesi ve denetlenmesi konusunda büyük sorum luluk­
lar verilmektedir.

Pam uklu sanayi işçileri fabrika çevrelerinde yetişm iş olmanın ve fabrika işçiliğine erken y a şta baş­
lamanın sağladığı genel alışkanlığın yan ı sıra, belirli iplik cinslerinin eğrilm esinde ve belirli tip
kum aşların dokunm asında özel yetenekler geliştirm işlerdir.

(M ass ve Lazonick, 1990, s. 5)

M ass ve Lazonick diğer tarihçiler gibi, Bolton (ince iplikler), Oldham (kaba iplik­
ler), Blackburn ve Burnley (kalın kum aş) gibi çeşitli Lancashire kentlerinde özel alan­
larda uzmanlaşmış emeğin toplanmış olmasının yarattığı toplam ekonomiye dikkati çek­
mektedir. Aynı sav, makinelerin bakım (ve geliştirilm esi) için yerel düzeyde mevcut
bulunan becerikli ve bilgili makine ustalarının varlığı konusunda da geçerlidir. Verim-
lik artışının sağladığı kazanç genellikle sendikaların gücüyle usta işçilerle paylaşılm ak­
tadır.

61
1870’lerde dünyanın çeşitli yerlerindeki pam uklu sanayileri, İngiliz fabrika ve teçhizatım, hatta
m ühendislik becerilerini kolaylıkla satın alabilirdi. Ancak dünyada hiçbir pam uklu sanayi İngil­
tere’nin yü k sek düzeyde verim li işgücüne kolaylıkla sahip olamazdı; dünyadaki hiçbir pamuklu
sanayi, İngiltere’nin sahip olduğu deneyimli, uzmanlaşmış ve ortak çalışm aya hazır işgücünü ortaya
çıkarm ış olan yü zyıllık gelişme sürecini yaşam am ıştı.
(.Mass ve Lazonick, 1990, s. 8)

Benzer iddialar, makine yapım sanayisi ile fabrika ve makine tasarımı için de geçer-
lidir. İlk dönemlerde, değirmen inşa ustaları1, tahıl öğüten su değirmenleri, rüzgâr
değirmenleri, vb. yapım cıları geleneğinden gelirken, makinelerin giderek belli alanlar­
da özelleşmesi ve gelişmesi, bu alanda da uzmanlaşmış bilgi birikim ini giderek daha
önemli hale getirm iştir. Bütün bu gelişm eler makine kullanım ını yü k sek düzeylere
çıkarırken m akinelerin üretim m aliyetlerini de düşürmüştür.
Hammadde m aliyetleri konusunda ise yü ksek bir yoğunlaşm a düzeyine ulaşmış olan
Liverpool pamuk piyasası, Lancashire’e olağanüstü bir üstünlük sağlam ıştır. Günümüz­
de Amsterdam çiçek piyasasının dünyanın her köşesine reeksport yapm ası gibi, yab an ­
cı alıcılar Liverpool’dan satın almanın başka yerlere göre daha ucuz olduğunu bilmek­
tedir. M anchester Gemi Kanalı ve 1830’dan itibaren faaliyet göstermekte olan
Liverpool Demiryolu, Lancashire için taşım a m aliyetlerinin çok düşük olduğu anlamına
gelmektedir. Lancashire iplik üreticileri, hammadde hemen ellerinde olmasa bile, çok
çabuk temin edebildikleri için daha uzak bölgelerdeki rakiplerinin katlanm ak zorunda
oldukları stok m aliyetlerinden kaçınabilm ektedirler. Liverpool piyasası, Lancashire’e
pamuğun cinsi ve kalitesi konusunda muazzam bir esneklik sağlarken, iplik üreticileri
aynı zamanda ortaya çıkm akta olan fiyat değişikliklerini haftalık olarak izleyebilmekte
ve bundan y a ra r sağlam aktadır. Ü stelik Lancashire, düşük kaliteli pam ukları işleyebil­
me konusunda başkalarında olmayan bir kabiliyete de sahiptir; Amerikan İç Savaşı
sırasında kısmen Hint pam uğuna bile dönebilmiştir.
Dünyanın her yerin e yayılm ış olan pazarlam a yap ısı ve daha önce belirtmiş olduğu­
muz firmaların yararland ığı ölçek ekonomileri dahil, Lancashire sanayisinin diğer biri­
kimli üstünlükleri, dünyada olup biteni bilen deneyimli tüccarları ve im alatçıları11 ile
birlikte, müşteri hangi malı isterse istesin dünyanın her köşesine hızla teslimat yap ılab i­
leceği anlam ına gelmekteydi. Yine de bu sanayinin genel avantajı, stok, taşım a ve ha­
berleşme m aliyetlerinin düşük bir düzeyde tutulmasını sağlam aktan geçmekteydi.

i “M illw rights” değirm en yapım cısı. İlk fabrikalar değirm enlere kurulduğundan ilk modern fabrika tasarım cıları da bu
değirm enciler olmuştur. D eğirmen ve fabrika terim leri için s. 43’teki dipnota bakınız.
ii “Converter ve finisher”yerine ikisini de kapsayan imalatçı terimi kullanılmıştır. “Converter” ham kumaşı alıp, beyazlatan,
boyayan veya baskı işleriyle birlikte diğer bitirme işlemlerini yap an kimsedir. “Finisher” ise bitirme işlemlerini yap an kim ­
sedir; yerine uygun bir Türkçe karşılık bulamadığımız için, bulununcaya kadar bu bilgiyi vermekle yetiniyoruz.

62
M ass ve Lazonick teorisinden söz etmemizin bir nedeni de, sadece Ingiliz pamuklu
firmalarının on dokuzuncu yü zyıl boyunca devam eden hâkim iyetini açıklam ak için u y­
gun bir yaklaşım olması değil, fakat dünya ticaretinde ve sanayi uzmanlaşmasında daha
sonraki dönemlerde gözleyeceğimiz, “yap ışkan lık” y a da işe asılm a (= stickiness)
niteliğini de genel olarak açıklam akta olmasıdır (III. Kısım). Bu yaklaşım , yine III.
Kısım’da tartışacağım ız herhangi bir radikal teknolojik yen ilik olmadığı halde, uzayan
verim lilik artışı dönemlerinin ve arkadan gelenlerin önde gidenleri "yakalam asındaki"
güçlüklerin açıklanm ası açısından da yararlıd ır.
Pamuklu ve seram ik sanayilerinde 1770'lerden 1840’lara kadar geçen bir dönemde,
bazı temel yeniliklerin ve girişim cilerin ele alındığı bu kısa özetin ardından, gelecek
bölümde, Amerika Birleşik D evletleri’nin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Ingil­
tere’y i yakalam ası ve geçmesi sürecini ele alacağız. Bunun için 1. Bölüm’ün son birkaç
paragrafında özetlenen Victoria Dönemi Ingiltere’sindeki buhar gücünün ve dem iryol­
larının, İngiliz sanayisinin dünya çapındaki rekabetçi üstünlüğünü oldukça uzun bir
zaman sürdürebilm esini mümkün kılacak biçimde, hızla yaygınlaşm asını tekrar ele
alacağız.

63
3. Bölüm

Elektrik ve Çelik Çağı

Bölüm’de çok kısa da olsa, İngiltere’deki Sanayi D evrim i’nin bazı önemli y e ­

2 nilikleri ve bunların firmalar, sanayi sektörleri ve bir bütün olarak ekonomi-


• nin büyüm esi üzerindeki etkileri açıklanm ıştır. Söz konusu yeniliklerin başa­
rısı, uzak görüşlü girişim ciliğe, büyüme potansiyeli olan piyasalara girmeye, yen i fabri­
kalara yatırım yapm ak için gerekli finansman kaynaklarına ulaşabilm eye ve her zaman
olmasa da, bazı durum da patentlerle korunan ve yine her zaman olmasa da, bazen bi­
lim dünyası ile temasların sonucu ortaya çıkan, teknolojik yaratıcılığın bir karışım ına
bağlıdır.
Arada sırada birisi çıkıp, bir mucit-girişimcinin tüm bu gereklerini tek başına karşı­
lam akla birlikte, başarı, daha çok teknik bir mucit ile iş deneyimi ve zekasına sahip bir
yenilikçi-girişim ci arasındaki ortaklığın sonucunda ortaya çıkmıştır. Sanayide yenilik
konusundaki başarının (ve başarısızlığın) temelindeki koşullar, çağdaş görgül (= empi­
rical) kanıtların yan ı sıra, I. Kısım’daki tarihi bakış açısından da yararlan ılarak, 8.
Bölüm’de daha sistematik biçimde incelenecektir. Bu analiz, Sanayi Devrimi sırasında
sanayide yeniliği etkileyen koşulların pek çoğunun günümüzde de başarıya ulaşmak
için önemli olduğunu göstermektedir. Gerçekten, yenilik kavramının tanımı yaratıcı bir
fikrin potansiyel bir piyasa ile bütünleşmesini içermektedir; zaman içinde değişen, bu
bütünleşmenin biçimi ile içinde gerçekleştiği ulusal (ve uluslararası) ortamdır. Açıkça,

65
bazı ulusal ortamlar, bilimin ilerlemesi ve (belki de daha önemlisi) bilimin teknoloji ile
ilişki kurm ası için daha uygun y a da daha olumsuz koşullar oluşturabilm ektedirler. Bu
farklı ulusal ortam lar yaratıcı girişim ciliği ve gerekli risk sermayesine ulaşımı y a teşvik
etmekte y a da engellemektedir. Bu sistemler, bazı durum larda yen i bir ürünün gelişti­
rilmesi, üretilm esi ve satılabilmesi için gereken yetişm iş, becerili bir insan gücünü sağ­
layam am aktadırlar (bkz. 12. Bölüm).
Son zam anlarda iktisatçılar, bir ulusal ekonominin yen ilik konusundaki başarı veya
başarısızlığını en çok etkileyen unsurları daha sistematik bir biçimde incelemeye başla­
mışlardır; bu analizi tanım lam ak için de “ulusal yenilik sistemi” ifadesini kullanm akta­
dırlar (Lundvall, 1992; Nelson, 1993). Bu konudaki çalışm aların bir kısmı, 3. Bölüm’de
iktisadi büyüme ve uluslararası ticaret konularındaki karşılaştırm alar sırasında görül­
mekle birlikte, bu bölümdeki tartışmamız Birleşik Devletlerin ulusal yen ilik sisteminin
bazı özel nitelikleriyle sınırlı kalm aktadır. 2. Bölüm İngiliz sistemi ve başta pamuklu
sanayisinde olmak üzere bazı özel yenilikler konusunda yoğunlaşm ışken, bu bölüm, y e ­
niliklerin bazı sistemik cepheleriyle çeşitli sanayi sektörlerindeki yeniliklerin perfor­
m ansları üzerinde durm aktadır. Bunun nedeni, öncü sektörlerin ürünlerinin —elektrik
ve çelik—hemen bütün sektörlerde sayısız kullanım alanı olmasıdır. Bir başka neden ise,
bu öncü sektörlerin on dokuzuncu yüzyılda, dünya teknoloji liderliğine yükselm iş olan
ve bu dönemde ekonomik büyümesi ve verim lilik artışı dünyadaki diğer ülkelerden da­
ha yüksek olan bir ülkenin yan i ABD ’nin özellikleri olmasıdır .

Tablo 3 .1 N ispi Verim lilik D üzeyleri


(Saat başına ABD GSYİH = 100)
1870 1913 1950

İngiltere 104 78 57
Fransa 56 48 40
Alm anya 50 50 30
15 ülke 51 33 36

K a yn a k : A b ra m ovitz v e D a v id (1994).

On sekizinci yü zyıld a “ulusal yen ilik sistem i” Ingiliz sistemine en çok benzeyen ül­
kenin, eski Ingiliz kolonisi ABD olması şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, on dokuzun­
cu yüzyılın ilk yarısında, büyük doğal kaynaklar zenginliğine ve gerekli birçok uygun
kurumunun varlığına rağmen doğal kaynaklardan ülkenin büyüklüğünden yeterli ölçü­
de yararlanm ayı sağlayacak bir ulaşım sisteminin eksikliği yüzünden, ABD büyüme hı­
zı hâlâ düşük düzeydedir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında dem iryollarının inşası ve
yen i teknolojilerin gelmesiyle, Amerikan girişim cileri dünyanın geri kalan kısmının önü­
ne geçme olanağını yakalam ışlardır. Birleşik Devletler başlangıçta teknolojilerinin bü­

66
yü k kısmını Avrupa’dan aktarm ış, ancak Am erikalı mucitler daha ilk andan itibaren, bu
teknolojileri Amerikan koşullarına uyacak biçimde değiştirmiş ve yeniden biçimlendir­
mişlerdir. Y üzyılın sonuna gelindiğinde, Amerikan mühendisleri ve bilim adam ları sa­
nayi dallarının çoğunda Ingiltere'dekilerden daha verimli ürünler ve üretim yöntem leri
geliştirmektedirler.

3.1 Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Yenilik Sistemi


İngiltere’de iktisadi büyümeye en çok katkı yapm ış olan kurum lar arasında ulusal kül­
türün her yanını sarmış olan bilimsel heves ve teknik buluşlara verilen destek sayılmalı­
dır. Bu özellikler olduğu gibi Birleşik Devletlere aktarılmış; bilim ve teknolojiye saygı,
Benjamin Franklin’den bu yan a Amerikan uygarlığının sürekli bir özelliği olmuştur; de
Tocqueville’in, klasikleşmiş D e m o c r a c y in A m erica (1836) kitabında gözlemlediği gibi:

A m erika’da bilimin tamamen uygulam aya dönük yan ı hayranlık uyandıracak bir biçimde anlaşılır,
kavranır ve uygulam anın kaçınılm az koşulu olan teorik bir sorun da hemen ele alınır. Am erikalılar,
bu temel üzerinde her zaman özgür, özgün ve icatçı bir düşünce gücü gösterirler.

(de Tocqueville, 1836. p. 316).

ilk göçmenler, bir ölüm kalım savaşımında, Am erika K ıtası’nda tarım tekniklerini
yap arak öğrenmeye mecbur kalm ışlar ve tarım sal araştırm a hemen göze çarpan bir
özellik olarak, çok erken tarihlerde kamu desteği ile ortaya çıkmıştır. A vrupa’da feodal
kurum lar hem tarım da hem de sanayide gelişm eyi geciktirirken, Birleşik D evletler’de
ne tarım da ne de ekonominin başka bir parçasında hiçbir zaman hiçbir feodal kurum ol­
mamıştır. Üstelik toprağın nispi bolluğu, batıya doğru ilerleyen sınır, yerli medeniyetle­
rinin yo k edilmesi y a da küçük alanlara hapsedilmesi gibi unsurlar, iktisadi gelişmenin
erken dönemlerinde beyaz göçmenler arasındaki nispeten adil bir gelir dağılım ı çerçe­
vesinde, saf bir kapitalist iktisadi kalkınm a biçimini öne çıkarm ıştır. Bu genellemenin
büyük istisnası, kuşkusuz G üney’in köleci ekonomisidir. Özellikle, Güney’in, Birliğin1
genel iktisadi büyümesinde köleci ekonomisini sürdürmesinin etkisiyle ne kadar geri
kaldığını tahmin etmek güç olmakla birlikte, Birleşik Devletler Ingiltere’nin hiçbir za­
man ulaşam adığı kadar yü ksek . hızlarına, Iç Savaşın11 Kuzey tarafından kazanılm asını
izleyen dönemde ulaşmıştır. Köleliğin ilgasından sonra da bazısı bugün bile devam eden
sosyal ve ekonomik sorunlardan oluşan bir miras kalm ıştır. Ancak Birliğin sürdürüle­
bilmesi, Kuzey ve B atı’da hâkim olan kapitalist gelişme çizgisinin bütün ülkede hâkim
olması anlam ına gelmektedir. Bu koşullar altında hiçbir yerde görülmemiş bir girişim ­
cilik kültürü yaygınlaşabilm iştir.

i “The Union” Kuzey ve G üney eyaletlerini kapsayan siyasi B irlik kastediliyor.


ii Köleliğin kaldırılm ası nedeniyle çıkan Kuzey-G üney arasındaki Amerikan İç Savaşı, 1861-65.

67
Amerikan iktisat tarihinin İç Savaşı izleyen dönemini inceleyen Abramovitz ve Da-
vid (1994) gibi tarihçiler, Birleşik Devletler ekonomisinin bir araya geldiklerinde, hızlı
bir büyüme için çok uygun koşullar yaratan bazı özelliklerine işaret etmektedir. Bunlar:
(i) Arazi, madenler ve ormanlar şeklinde doğal kaynak bolluğu;
(ii) Özellikle madencilik, birincil kaynakları işleme ve im alat sanayilerinin üretim,
pazarlam a ve finansmanında, ölçek ekonomilerinden yararlanm aya olanak sağlayan
olağanüstü büyük ve homojen bir iç piyasaya sahip olm aktır.1
Abramovitz ve D avid’e göre, Kuzey Am erika’da emeğin nispi fiyatının yüksek olma­
sı, yukarıda sayılan avantajlarla bir araya gelince, sermaye ve doğal kaynak girdilerinin
emek girdilerini ikame etmesine neden olmuştur. Bu durum, daha on dokuzuncu yü zyı­
lın ilk yarısında, mekanizasyon ve standart üretim konusunda, Amerikan tipi emek sa­
kıngan, sermaye yoğun bir teknoloji çizgisinin oluşmasını teşvik etmiştir. Böylece, Ame­
rikan imalat sanayisi, 1850 gibi erken bir tarihte, kalite bakımından İngiliz verim lilik dü­
zeylerini aşmıştır. On dokuzuncu yüzyıl ilerledikçe "büyük ölçekli üretime ve daha hızlı
üretim hızlarına olanak sağlayan mühendislik teknikleri daha çok araştırılm ış ve yaygın ­
laşmıştır. Amerikan sanayi yöneticileri, büyük kitle piyasalarını yaratm ak ve bunlardan
yararlanm ak konusunda gerekli olan büyük işletmelerin örgütlenmesi, finansmanı ve yö ­
netimi konusunda uzmanlaşm ışlardır” (Abramovitz ve David, 1994, s. 10).

Tablo 3. 2 K arşılaştırm alı Sermaye/Hasıla O ranlan, 1870-1950 (ABD = 100)

13 A vrupa
Alm anya İtalya İngiltere ülkesi ortalam ası Ja p o n ya
1870 73 _ 117 _ _
1880 73 26 106 68 12
1913 60 24 59 48 10
1938 42 32 43 39 13
1950 46 31 46 39 13

Bu Am erika’y a özgü sermaye yoğun teknolojik gelişme yolunun11, Avrupa’nın (ve J a ­


ponya’nın) teknolojik yapılarından ne kadar farklı olduğu Tablo 3.2’den açıkça görüle­
bilmektedir. 1880’lere kadar İngiltere, hâlâ, Birleşik Devletlerden daha yüksek bir top­
lam sermaye/emek oranına sahipken, 1938 yılınd a diğer ülkelerde olduğu gibi, bu oran
Am erika’nın yarısından daha aşağıya düşmüş bulunmaktadır. Söz konusu Kuzey Ame­
rikan teknoloji çizgisine bağlı olan bu büyük m aliyet düşmeleri ve verimlilik kazanmala­
rı sayısız sanayi sektöründen alınacak örneklerle desteklenebilir. Özellikle Abramovitz
ve David, madencilik ve metalürji sektörlerinde sağlanan olağanüstü verim lilik artışları­
nı özellikle vurgularken, tarım sektöründeki verimlilik artışları diğer tarihçiler tarafın-
i B unlara acaba, tek para ve tek dil faktörlerini de ekleyebilir m iyiz?
ii “Technological trajectory” teknolojik gelişm e yo lu veya yörünge, diye de çevrilebilir; bazı yerd e sadece çizgi veya hat
olarak da ifade edilm iştir.

68
dan da ifade edilmektedir. Bize göre petrol ve çelik konusundaki örnekler özellikle dik­
kat çekicidir; çünkü bu mallar her çeşitten sermaye yoğun yatırım projelerinde, serma­
y e malları üretiminde, ulaştırmada, enerji üretim ve dağıtım ında anahtar rol oynarlar.
Pamuk, demir, kanallar ve su gücü, İngiliz Erken Sanayi D evrim i’nin öncü sektörleriy­
di; çelik ve elektrik ise, Am erika’nın 1880 ile 1913 arasındaki muazzam büyüme patla­
masının öncü sektörleridir. Petrol ve otomobilin öyküsünü 6. Bölüm’de ele alacağız. Bu
bölümde dikkatimizi, kendilerine özgü nitelikleri nedeniyle çelik ve elektrik sektörlerin­
deki teknolojik yeniliklerle, iş yönetim yenilikleri üzerinde yoğunlaştıracağız.

3. 2 Amerika Birleşik Devletleri Çelik Sanayi


Çelik, Sanayi Devrimi’nden çok önceki dönemlerde de küçük m iktarlarda üretil­
mekle birlikte, elde etmesi pahalı ve kalite kontrolü zordu. Demir çok daha yaygın bir
biçimde kullanılıyordu (Şekil 3.1). On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Birleşik Dev­
letler, söz konusu kalite sorunları nedeniyle ithal İngiliz çeliğine bağımlıydı. Buna k ar­
şılık, bazı Sheffield çelik tesisleri de Birleşik Devletlere ihracatın getirdiği bağımlılıktan
dolayı Amerikan isimleri taşıyorlardı. Am erika’da sınırın Batıya doğru ilerlemesini sağ­
layan testerelerin, baltaların ve diğer aletlerin pek çoğu Sheffield’de üretiliyordu. Ge-
offre Tweedale, S h e ffie ld S te e l a n d A m erica (1987) başlıklı çalışmasında “karşılıklı ti­
cari ve teknolojik bağım lılık yüzyılın dan” bahsetmektedir; ancak Sheffield’e bağımlılık
bu dönemin ilk yarısında doruktadır.
Daha 1880 gibi geç bir tarihte bile Birleşik Devletler çelik üretimi sadece 1 milyon
tonun biraz üzerindedir; aynı tarihte demir üretimi, çeliğin üç katından biraz fazladır.
Ancak, 1913 yılın a gelindiğinde, ABD çelik üretimi 31 milyon tona tırmanmıştır (Tab­
lo 3.3). Bu müthiş artış (İngiltere’de pamuğun 1780’den 1810’a kadar büyümesinden bi­
le daha hızlı), 1850’ler ve 1860'larda gerçekleştirilen bazı köklü üretim tekniği değişik­
liklerinden, özellikle Bessemer yönteminden kaynaklanm ıştır. Bu icatlar Birleşik Dev­
letlerde gerçekleşmemiştir, ancak icatlarda kimin önceliği olduğu konusu hâlâ tartışm a­
lıdır; Am erikalı mucitler, Bessemer ve diğer yöntem lerin geliştirilm esi konusunda İngi­
liz ve Alman m eslektaşlarının çok da gerisinde değillerdi.

69
Y ıllar

Ş ek il 3 .1 ABD 'de Çelik Kullanım ının Yaygınlaşm ası


(dem ir v e çelik ürü n ler toplam ını y ü z d esi olarak)
(K a yn a k : A yres (1988)

Tablo 3 .3 D em ir ve Çelik Üretim i (m ilyon ton)

1880 1913 1929


Ham rlemir
İngiltere 7.7 10.3 7.7
Alm anya 2.5 19.3 13.4°
ABD 3.8 31.0 43.3
Çelik
İngiltere 1.3 7.7 9.8
Alm anya 0.7 18.9 16.2®
ABD 1.2 31.3 57.3

° Alsace-Lorraine, 1871'de A lm anya tarafından ilhak edilmiş ancak, 1918’de


yeniden F ransa'ya geçm iştir. Bu yüzden A lm anya’nın 1929 bilgisi içinde y e r
alm am aktadır.

Carnegie, çelik ray üretmek için ilk Bessemer fabrikasını, 1875 yılında, İngiltere y i
ziyaretinde gördüğü bir teknolojiye dayandırm ıştır; ancak üretim ölçeği çok daha hızlı
büyümüş ve ABD çelik firm alarının pek çok ek yen ilik getirmesine neden olmuştur. Bu
yeniliklerin sonucunda daha önce Lancashire'de, pam ukta olduğu gibi, m aliyetler ve fi­
ya tlar büyük ölçüde düşmüştür. Landes (1969), 1860’lardan 1890’ların ortalarına kadar
geçen dönemde ham çelik m aliyetlerindeki düşüşün %80-90 arasında olduğunu tahmin
etmektedir. Bu dönemde, A BD ’de çeliğin en çok kullanıldığı y e r çelik ray üretimidir;

70
Tablo 3. 4 ABD 'de Çelik R ay F iyatları

Yıl Ç elik r a y la r T ü k etici fiy a t


to n b a şın a $ e n d ek si

1870 107 38
1875 69 33
1880 68 29
1885 29 27
1890 32 27
1893 28 27
1895 24 25
1898 18 25

1910 28 28
1920 54 60
1930 43 50

K a yn a k : A B D T arihi İsta tistik leri.

Tablo 3.4 bu ürünün fiyatındaki hızlı düşüşü ortaya koym aktadır. Çelik raylar dem ir­
den üretilenlere göre 5-6 kez daha uzun ömürlüdür ve fiyat düşüşleri ancak bir karte­
lin1 kurulm ası ve genel bir enflasyonun başlam ası ile durmuştur.
Amerikan girişim cileri, sanayi proseslerini büyük ölçeklere çıkarm ak ve çok büyük
piyasalara hizmet etmek için tasarlanm ış m akineler ve üretim sistemlerinde yenilik ya p ­
ma konusunda mükemmelleşmişlerdir. Chandler’in (1977) vurguladığı gibi, ABD nin
muazzam doğal sermayesini kullanarak dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş bü­
yüklükte ölçek ekonomileri yaratabilm esi, ulaştırm a ve haberleşme (demiryolu ve telg­
raf) altyapısının gelişmesinin sonucudur. Demiryolları, ayrıca büyük kuruluşlar için iş
yönetim tekniklerinin geliştirilm esine de önemli katkıda bulunmuştur.
Daha sonraları United Steel adını alacak olan dev Am erikan çelik firmasının mima­
rı, Amerikan girişim ciliğinin en önemli örneği Andrew Carnegie, neredeyse tamamı de-
m iryollarındaki deneyimlerinin sonucu olan bir iş yönetim sistemi getirmişti. Carnegie
18 yaşından itibaren dem iryollarında katip ve telgraf operatörü olarak çalışm aya başla­
mıştır. 1856 yılın d a daire başkanı olup, m aliyet muhasebesi sistemlerini öğrenmiştir.
Amerikan İç Savaşı sırasında, arkadaşlarından sağladığı finansal destek ile ray, lokomo­
tif ve köprü inşa eden şirketler kurm uştur. Ancak İç Savaş’tan kısa bir süre sonra İn­
giltere’y e yaptığı bir ziyaret sırasında, Bessemer çelik üretim prosesinin dünya demir ve
çelik sanayisinde devrim yaratacağı kanaatine varm ıştır. A BD ’y e döndükten sonra,
Bessemer sistemini uygulayarak çelik raylar üreten bir tesis kurmuştur; 1880 y ılı geldi­
ğinde artık bir milyonerdir. 1840 yılın d a fakirlikten dolayı Iskoçya'dan Am erika’y a göç
eden C h artist11 bir dokumacının oğlu olan Carnegie, 1900 y ılı geldiğinde, dünyanın en
zengin adamlarından biri olmuştur. Bu tarihten sonra kendisini iş hayatından emekli et-
i “C artel” kartel, bir fiyat veya pazar konusunda, ilgili firm aların gizli bir anlaşm a y ap arak tekel kurm asıdır.
ii “C hartist” İngiltere’de on dokuzuncu yü zyılın ilk yarısın d a genel oy hakkı ve diğer işçi hakları için m ücadele eden bir
hareketin “C hartism ” üyesi.

71
miş ve muazzam servetini —Am erika ve İskoçya’da yüzlerce halk kütüphanesine destek
olmak ve çalıştırdığı çelik işçileri için bir kaza ve sigorta fonu oluşturmak başta olmak
üzere—hayır işlerine (= philanthropy) tahsis etmiştir.
Amerikan dem iryolları büyük çapta işletme istatistikleri, uzun mesafelerle haberleş­
me, yü k sek sabit sermaye yatırım ları ve bir yığın teknolojik gelişme ile uğraşm ak zorun­
daydı. Demiryolu deneyiminden gelen Carnegie ve yardım cıları, yeni yönetim biçiminin
en önemli başarısını oluşturan ilk ciddi m aliyet istatistiği sistemini oluşturmuşlardır:

Bu m aliyet tabloları Carnegie nin en önde gelen denetim aracı olmuştur. M aliyetler C arnegie’nin
başlıca takıntısıdır. En sevdiği deyiş: ‘‘m aliyetleri gözden kaçırm a, k ârlar kendi başlarının çaresine
b akar” olmuştur.
(Chandler, 1977, p. 167)

1880 yılın d a C arnegie’nin m aliyet verileri, A BD ’deki hemen her işletmeninkinden


daha doğru ve ayrıntılıydı. Bu veriler, denetim bölümleri ve ustabaşları tarafından ham
maddelerin kalitesini ve bileşimini izlemek için kullanılıyordu. Bu veriler ayrıca, ürün
ve üretim yöntem lerinde iyileştirm e yapm aya da yaram ış ve böylece, teknolojik ilerleme
ile m aliyetlerin düşürülmesi süreçleri birlikte yürüm üştür. Chandler Birleşik Devletler
çelik sanayisinin fırtına gibi büyümesini şöyle anlatm aktadır:

Amerikan çelik sanayisinin öyküsü, teknolojik yeniliğin, enerjinin giderek daha yoğun bir biçimde
kullanılm asının, fabrika tasarım ının ve genel yönetim faaliyetlerinin üretim m iktarını nasıl büyük
ölçüde artırdığını, üretimi hızlandırdığını ve genel verim lilik düzeyini başkalarına göre nasıl y ü k ­
selttiğini, etkili bir biçimde ortaya koym aktadır. C arnegie’nin bu sanayi dalındaki üstünlüğü, tek­
nolojik değişmeye verdiği çok büyük önemden, dem iryollarında geliştirilm iş olan denetim ve iş y ö ­
netim tekniklerinin sanayi sektörüne y aratıcı bir biçimde aktarabilm iş olmasından, kaynaklanm ak­
tadır. Teknolojik ve örgütsel yen ilik karşılığını verm iştir. C arnegie’nin fiyatları, bu sanayi dalında­
ki her üreticiden daha düşük ve kârları daha yüksektir. E.T. Tesisleri, 1875 yılın d a üretime başla­
dığı zaman ton başına 9.5 $ k âr etmiştir. C arnegie’nin çelik ray fabrikası 1878 yılınd a, 401.000 $ y a
da hisse başına %31 k âr sağlam ıştır. K ârlar, izleyen iki y ıl içinde 2.0 milyon $ ’a ulaşm ıştır. İş büyü­
dükçe k ârlar da büyüm üştür. 1890’ların sonunda C arnegie’nin, artık önemli ölçüde büyüm üş ve çe­
şitlenmiş olan girişim leri, 20 milyon $ kâr getirm ektedir. 1900 y ılı geldiğinde ise kârlar 40 milyon
$ ’a çıkm ıştır. Çok yü k sek m iktarlarda çelik üretme yöntem lerindeki öncülüğünün bir sonucu ola­
rak Carnegie, Jo h n D Rockefeller’in petrolde yap tığı gibi, kısa sürede dünyanın görmüş olduğu en
büyük servetlerden birine sahip olmuştur.
(Chandler, 1977, s. 169)

Chandler’in bu sözleri, sadece Carnegie’nin girişim cilik niteliklerini değil, ölçek eko­
nomileri, teknolojik ve örgütsel yenilik, verim lilik ve kârlılık arasındaki ilişkileri de çok
güzel bir biçimde özetlemektedir.

72
3.3 Çeliğin Uygulamalarının Yaygınlaşması
Birleşik D evletler çelik sanayi, sadece büyük ölçekli üretim in değil, İngiliz ve A l­
man sanayileri ile birlikte özel çeliklerin geliştirilm esinin ve ABD mühendislik firm a­
larıyla birlikte, çelik için sayısız yen i kullanım ye ri bulunmasının da öncülüğünü y a p ­
mıştır. Çeliğin avantajları sadece m aliyetindeki karşılaştırm alı üstünlüğünde değil, fa­
kat birçok ürünün ve üretim prosesinin yeniden tasarım ı için güçlü bir gerekçe oluş­
turm asında yatm aktadır. Çelik aynı zamanda birçok yen i ürünün, aletin ve üretim sü ­
recinin, özellikle de makine üretimi, m ühendislik ve inşaat sektörlerinde ortaya çıkm a­
sını mümkün kılm ıştır. D aha 1868 yılın d a M ushet, vanadyum ve tungsten katarak çok
daha sert bir alet çeliği alaşım ı üretilebileceğini keşfetti. Bunu, dem ir dışı m etaller k u l­
lanarak, geniş bir makine yelpazesi için daha keskin uçlar üretilm esi ve mühendislikle
ilgili birçok parçanın çok daha hassas bir biçimde yapılm asına olanak sağlayan yen i
alaşım ların geliştirilm esi izlemiştir. Fredrick Taylor “bilimsel iş yönetim i”1 konusunda­
ki teorilerini geliştirdiği sırada, 1878’den 1889’a kadar, M idvale Çelik şirketinde yö n e­
tim danışm anlığı yapm ış ve daha sonra yü k sek hıza dayanan alet çelikleriyle m akine­
ler ve bunların kullanılm asıyla ilgili bir dizi icadını gerçekleştirdiği Bethlehem Çelik
şirketinde çalışmıştır.
Demir çelik eritmek için ilk elektrikli fırınlar (furnaces) 1878’de Siemens ve 1879'da
Stevens tarafından icat edildi; demir ve çelik hurdasının çok daha büyük tip elektrik
fırınlarında girdi olarak kullanılm ası, ancak Birinci D ünya Savaşı sırasında ve sonrasın­
da gerçekleşm iştir. Elektrik fırınları ilk dönemde, demir dışı metallerle bir dizi özel çe­
likler ve alaşım lar üretmede kullanılm ıştır. Bu alaşım lar, elektrik arkları, özellikle Al­
m anya’da ve ABD ’de, tedricen, ön plana geçmeden önce, kazan tipi, elektrikli olmayan
fırınlarda (crucible) üretilm ekteydi. Yeni elektrikli fırın ısının 5°C ile 15.000°C arasın­
da istenen herhangi bir düzeyde tutulm asına olanak sağlıyordu; yak ıtlarla böyle bir so­
nuç elde etmek mümkün değildi (Fabre, 1983). Yeni çelikler yüksek hızla çalışan ma­
kinelerde sürtünmeye (= abrasion) karşı dayanıklılık bakımından çok daha üstün nite­
liklere sahipti.
Taylor ve W hite tarafından 1895 yılın d a Bethlehem Çelik Firması 'nda icat edilen y e ­
ni ısıl işlem11 teknolojisi, daha önceki takım tezgâhlarında kullanılılan karbon çelikleri­
ne göre, beş kez daha hızlı kesebilen bir alaşım çeliğinin üretilmesini sağlam ıştır; yeni
alaşım ların bulunması bu hızı kısa sürede üç kat daha artırm ıştır. Sheffield’deki Hadfı-
elds firması 1890’larda çok yü ksek sürtünme direncine sahip ve dünyanın her yanında
inşaat ve mühendislik (ve kuşkusuz silah üretimi) sektörlerinde kullanım alanı bulan

i “Scientific M anagem ent" bilimsel iş yönetim i veya eski deyim iyle şevki idare diye de çevrilebilir; Taylor'un kitle üre­
tim alanında devrim yaratan kitabına atıfta bulunuluyor.
ii Isıl İşi em “heat treatm ent” çeliğin dış yüzeyin e sertlik kazandıran bir işlem.

73
manganez çeliğini üretmeye başlamıştır. M anganez çeliğinin kullanım yerleriyle ilgili iyi
bir örnek Panama K analı’nı kazan mekanik kepçelerin dişleridir. Hadfields şirketi, a y ­
rıca, bir zam anlar “elektrik çeliği” olarak da adlandırılan ve mükemmel m anyetik özel­
liklerinden ve yüksek elektrik direncinden (böylece, düşük düzeyde enerji kaybından)
dolayı, elektrik transformatörleri ve jeneratörlerin temel elemanlarının yapıldığı silikon
çeliğini geliştirm iştir (Pearl, 1978). Bu örnekler, çelik üretimi alanındaki gelişmelerle
elektrifikasyon arasındaki karşılıklı bağımlılığı açıkça ortaya koym aktadır.
Paslanmaz çeliğin çeşitli özellikleri daha 1903 ile 1910yılları arasında Fransa'da L.
Guillet tarafından incelenmiştir. Ancak bu malzemenin ortaya çıkardığı ticari im kân­
ları ilk fark edenler, A lm anya’da Strauss ve M aurer ile Sheffield’de H arry Brear-
le y’dir. B rearley paslanmaz çeliğin çürüm eye ve paslanm aya karşı olağanüstü dayan ık­
lı olduğunu, yüksek-krom lu çeliklerin tüfek nam luları için uygun olup olmadığını de­
nerken keşfetmiştir. Ingiltere ile Alm anya arasındaki Birinci D ünya Savaşı ile sonuç­
lanacak olan silahlanm a yarışı olağanüstü nitelikleri olan yen i çelik alaşım larının geliş­
tirilm esi ve genelde ağır m ühendislik faaliyetleri açısından önemli bir uyarıcı unsur ol­
muştur. Birleşik Devletler, silahlanm a yarışı içinde bu kadar yoğun bir biçimde y e r a l­
masa da hem M idvale hem de Bethlehem şirketleri ABD Deniz Kuvvetleri ile savaş g e­
milerinin zırh levhaları konusunda sözleşmeler yapm ışlardır. Taylor da 1906’dan son­
ra, ABD silah yapım cıları ve tersanelerine aktif biçimde danışm anlık yapm ıştır. P as­
lanmaz çelik, sonunda en önemli kullanım alanını çatal bıçak, gıda ve kim ya sanayile­
rinde bulmuştur.
Çeliğin yeni ve geniş bir uygulam a alanı bulması sadece ağır sanayi mühendisliği,
makine ve silah üretimi sektörlerinde olmamıştır. Pek çok tüketici malı üretim sektörü
mevcudiyetini, hızlı büyümesini bol ve ucuz çelik bulunmasına borçludur. Buna örnek
olarak, önce Iç Savaşı izleyen dönemde A BD ’de, daha sonra A vrupa’da hızla büyüyen
konserve gıda sanayi gösterilebilir. Konserve kutularında demirin yerin i çelik şeridin al­
ması ve tenekenin kalayla kaplanm asında elektroliz yöntem inin kullanılm aya başlanm a­
sı bu sanayi dalında bir devrim yaratm ıştır. Artık bir teneke kutuda kullanılan madde­
nin sadece %2’si kalay, %98’i çeliktir; konservecilik tam anlam ıyla bir kitle üretim
sanayi haline gelmiştir. Birinci D ünya Savaşı patlak verdiğinde birçok aile, her yıl, ge­
rek gıda gerekse çeşitli başka tüketim m alları için düzinelerce konserve kutusu kullan­
m aktadır ve ordular tayınlarında konserve gıdalara bağımlı hale gelmişlerdir.
1890’lardaki hızlı büyümesini kısmen ucuz ve iyi kaliteli çeliğe borçlu olan bir baş­
ka tüketim malı bisiklettir. 1920’lerden önce, henüz Fordist kitle üretim teknikleriyle ol­
masa da, çelik yoğunluğu yü ksek olan malların sağladığı yen i potansiyelin avantajıyla
yüksek m iktarlarda bisiklet üretimi gerçekleştirilebilm iştir.

7A
Çelik sanayisinde, ağır sanayi mühendisliği ve elektrikli m allar sanayilerinin karşı­
lıklı bağımlılığını ve birbirlerini tam am layıcılıklarını en iyi ortaya koyan bir başka ye n i­
likler demeti (= constellation), yüksek binaların inşasıdır. 1880’lerden önceki dönemler­
de büyük ve çok katlı bir binanın ağırlığını tuğla duvar üzerinde taşıyabilm ek için, du­
varların alt katlarda çok kalın yapılm ası gerekm ekteydi: “İç bölümlerin ağırlığı dökme
demir sütunlar tarafından taşınsa da, kendi ağırlıklarını taşım aya yetecek derecede ka­
lın dış duvarlar, pencere açmak için çok sınırlı bir alan bırakıyordu” (Hamilton, 1958).
1883 yılında, W illiam Jen n y, US Home Insurance Company tarafından yangına
karşı güvenli ve her odasına yeterli doğal ışık girebilecek 10 katlı bir binanın inşası için
görevlendirildiği zaman, ilk altı katta dökme demir sütunlar ve dövme demir kirişler,
bunun üzerindeki katlarda da çelik kirişler kullanmıştır. Şikago’da, 1890 yılın d a inşa
edilen Rand-M cN ally binasında ise tamamen çelik bir iskelet kullanılm ıştır. Çelik iske­
letler, çeşitli katlardaki duvarların birbirinden bağımsız olarak aynı zam anda inşa edil­
mesini mümkün kılmıştır. Kısa bir süre sonra da sütunlar ve kirişler arasına yerleştiril­
miş paneller olan dış duvarlar “hava perdeleri” haline gelmiş böylece gökdelen çağı baş­
lamıştır. Ancak kuşkusuz, gökdelenlerin yaygınlaşm ası elektrikli asansör (1889) (ve el­
bette ki elektrikli telefon) olmadan mümkün değildi. Hidrolik asansörler yavaş çalış­
m akta ve beş katın üzerinde kullanılm aları güvenli değildi. Şikago ve New York, en
yü ksek ve en görkemli binaya sahip olma konusunda birbirleriyle rekabet halindedir.
Büyük yapılarda kullanılm ak için çelik kirişlerin çekilmesi işlemine, Ingiltere, Almanya
ve Birleşik Devletlerin çeşitli çelik tesislerinde 1880’lerde başlanılm ıştır. Büyük ofis bi­
nalarının yan ı sıra, elektrik gücü kullanan ve tavanda hareket eden vinçlere sahip yeni
tip fabrikalar ile elektrik santralları, yen i çelik putrelleri ve diğer çelik ürünleri yaygın
biçimde kullanm aya başlam ışlardır.
Bu örnekten, yenilikler arasındaki tam am layıcılık ilişkilerinin incelenmesi gereği
açıkça ortaya çıkm aktadır. Perez (1983), uzun bir zaman süresine yayılm ış, birbirini ta­
mamlayan yenilikler arasında kendine özgü bir ilişki olduğu fikrinde ısrarda haklıdır;
çelik, sanayinin ve hizmetlerin her dalını etkileyen yenilikler dalgasının merkezindeydi.
Üçüncü Kondratieff dalgası süresinde doğru olan, çelik, çelik alaşım ları ve elektrik gü­
cü kullanan büyük projeler ve yen i ürünler tasarlam aktı. Perez, herhangi bir Kondrati­
eff dalgasında "anahtar faktör” olarak, bunun çok çeşitli kullanım yeri, düşen fiyatlar ve
her yerde bulunabilirliğine işaret etmektedir. Bu gözlem daha önceki dalgalarda pamuk
ve kömüre, daha sonraki dalgalarda ise petrol ve m ikroelektronik işlemcilerde olduğu
gibi, Üçüncü dalgada çeliğe tamamen uym aktadır (Tablo 1.3).
1. Bölüm’de Schum peter'in geliştirm iş olduğu uzun dalga teorisini incelerken, çeliği
daha çok b u h a r g ü ç lü m a k in eler çerçevesinde ele aldığını ve esas olarak “demiryolları,

75
çelik ve buhar tarafından gerçekleştirilm iş bir devrim ” (1939, s. 397) olarak tanım ladı­
ğı ikinci Kondrafieff dalgası ile ilişkilendirdiğini görmüştük. Ancak, çelik sanayisinde
üretim teknolojisi ile ilgili temel yenilikler aslında 1850’lerde ve 1860’larda gerçekleşmiş
olduğu halde, ilk büyük buhar gücü ve “dem iryollaşm a” dalgasının temelinde demir at
(lokomotif), demir ray ve demirden yapılm a makine vardır. Çelik tüketim i 1880’ler ve
1890’lara kadar nispeten düşük düzeylerde kalm ıştır (Şekil 3.1).
Üstelik çelik kullanım ıyla, elektrikli m akineleri ve elektrik gücü kullanan ürün ve
üretim teknikleri arasındaki tam am layıcılık ilişkileri, Schumpeter tarafından bir miktar
ihmal edilmiş olsa da, bu husus buhar gücü ile çalışan mekanik donanım ve gereçler ara­
sındaki ilişkiden daha önemlidir. Elektrik donanımı ve gereçlerinin çoğunun üretiminde,
daha başlangıçtan itibaren, çelik, çelik alaşım lar ve demir dışı metaller kullanılmış olma­
sının yan ı sıra, elektriğin, makine alet ve parçaları üretiminde olduğu gibi, birçok sanayi
dalında kullanılması, çeliğin ve çelik alaşımlarının kullanılm asıyla çok yakın ilişkilidir.
Bu nedenlerle, Birinci ve ikinci Kondratieff dalgalarını "demir çağı” olarak tanımlarken,
Üçüncüsüne “çelik çağı” demek daha doğru olacaktır. Y enilikleri bütünüyle ilk kullanım
tarihine göre bir sıralam a içine sokmak, çeliğin 1880’lerde biçimlenen ve 1890’larda
Üçüncü Kondratieff dalgasının yu k arı doğru hareketinin temel gücünü oluşturan yeni­
likler demeti içinde (Perez’in vurguladığı anlamda) bir anahtar unsur olarak, ekonomik
ve teknolojik açılardan taşıdığı anlamı gözden kaçırabilm ektedir (Tablo 3.5).
Elektrifikasyon sürecine yol açan yenilikler, Üçüncü Kondratieff dalgasının yü k se­
lişe geçmesinden önceki dönemde, geniş bir zaman aralığı içinde dağılmış olsalar da,
Schumpeter açıkça, “Nasıl ikinci Kondratieff dalgasını dem iryolları ile ilişkilendirm ek
mümkün olmuşsa, Üçüncü D alga da aynı şekilde elektrikle ilişkilendirilebilir” demiştir
(Schumpeter, 1939, s. 397). Şimdi, sıra önde gelen sanayi ekonomilerinin elektrifikas­
yon sürecine gelmiş oluyor.

3. A Elektrik ve Elektrifikasyon
Schum peter’in elektriğin taşıdığı önem konusundaki değerlendirmesi sadece bizim
değil, tarihçilerin çoğunluğu tarafından da paylaşılm aktadır. Söz gelişi Leslie Hannah
(1983), elektriği mikroişlemci ile karşılaştırm aktadır: "Birinci D ünya Savaşı’ndan önce­
ki on yıllarda, evde, büroda, fabrikada ve bunların yanında kent içi ulaşım da etkinliği
sağlayan sektör, modern mikroelektronik sanayisinin karşıtı olan, elektrik gücü ve
elektrik mühendisliği sanayisi id i.”
Perez’in teknoekonomik paradigm aların değişimi modelinin esas unsuru, ucuz çelik,
ağır sanayi mühendisliği ve elektriğin bütün ekonomiyi etkileyen yaygın bileşimlerinin
kavranmasıdır. Onun modelinde, yeni paradigm a birçok köklü ve tamamlayıcı küçük ye­

76
niliği kucaklayarak egemen hale gelmeden önce, çeşitli ekonomik baskılara göğüs gerip,
temel bilim ile karşılıklı ilişkisini geliştirerek, yerleşik teknolojilerin ve firma örgütlenme­
lerinin getirdiği sınırlam aları aşıp, mühendislerin, tasarımcıların ve yöneticilerin ortak
aklı olarak, şekilleninceye kadar uzun bir süre geçmektedir. Bu modelde "meta-teknolo-
jinin”1 oluşması için uzun bir olgunlaşma süreci ve bunu izleyen yarım yüzyıl y a da daha
fazla süren bir yaygınlaşm a dönemi çelik ve elektrik örneğine gayet iyi uym aktadır.
Elektrikte, erken bilimsel çalışmaların ve icatların çoğu çeşitli Avrupa ülkelerinde ger­
çekleşmiştir. Faraday 1820’lerde, elektrik motorunun ilkelerini belirlemiş, 1831’de Royal
Society’de verdiği bir tebliğde elektromanyetik endüksiyonun keşfini açıklamış; ayrıca,
“transformatör”ün çalışmasını göstermiştir. Daha 1840’larda deneysel elektrik motorları
yapılmıştır. Bilim adamları, on sekizinci yüzyılda bile, elektro-kimyayı ve birçok madde­
nin elektrik özelliklerini araştırmışlardı. Volta tarafından ilk bataryanın (volta pili), 1800
yılında icadıyla birlikte, elektrikten bilimsel laboratuvarlar dışında da yararlanm ak müm­
kün hale gelmiştir. Elektriğin ve çeşitli uygulam a biçimlerinin gelişmesinde laboratuvar
biliminin rolü mekanik teknolojilerin gelişimine göre çok daha belirgindir.
Alçak akım da erken uygulam alar çok önemli olmakla beraber, büyük ölçüde haber­
leşme ile sınırlı kalm ıştır (Tablo 3.6). E lektrikli telgraf, 1830’larda devreye girmiş; bu­
nu, 1870’lerde Helmholtz un bilimsel çalışmalarının ve Reis (1861) tarafından gerçek­
leştirilen öncü bir tanıtım gösterisinin ardından, patenti Kanadalı Graham Bell’e ait olan
telefonun ticari kullanım a sokulması izlemiştir. M anyetoların ve dinamoların gelişmesi
1850’lere ve 1860’lara kadar ticari ölçekte aydınlatm a için kullanılabilecek düzeye ulaş­
mamıştır. M anyeto gücü ile çalışan ilk ark lam baları Ingiliz deniz fenerlerinde kullanıl­
mıştır. Güney Foreland’da, deniz feneri ışıklandırm ası için 1858 yılınd a gerçekleştirilen
deneylerin ardından, F araday söz konusu deneyler hakkında deniz feneri yetkililerine
(Trinity House) bilgi vermek üzere davet edilmiş ve ne kadar etkilenmiş olduğunu şu
satırlarla ifade etmiştir:
Profesör Holmes’in deniz fenerlerinde kullanılm ak üzere yapm ış olduğu manyeto-elektrik ışığın,
gerek nitelikleri gerekse idare edilebilirliği açısından uygun ve yeterli olduğu konusundaki fikrimi
ifade etmeme izin veriniz. Işık bugüne kadar gördüklerim in hepsinden daha güçlüdür ve ilke ola­
rak belli bir ölçüde biriktirilm esi de mümkün olabilir; fenerin yan ıp sönmesi çok düzenlidir; kulla­
nılması kolaydır dolayısıyla bakım ı sıradan zekâ ve bilgi sahibi bekçilere bırakılabilir.

(D unsheath 1962, s. 106)

Bu tür özel uygulam alar 1860’h yıllard a yaygın laştığı halde, önde gelen sanayileşmiş
ülkelerde dinamo teknolojisinin (kendinden ikazlı jenaratörler = self-excited genera-
i "M eta-teknoloji” birbirini tam am layan birçok teknoloji sisteminden oluşan ve ‘‘teknoekonomik" paradigm anın tek-
noloji boyutunu oluşturan, makro bir kavram şeklinde tanım lanabilir.

77
-İd
ıs- 1-11
— с - fi S ~I. асе
' 5 .- й
*0 § > > > - _* “C
m С 1.33‘С
о с>Q
еi- 1)с£ 4)*>*^ —§2 friс
о* 0 - яз

i ,Ь " 3
. flj ^5 ! a> С с С>ьр N Q,
E
{fl
O 5
'73
С EF
4»ı b
S3 о" о
§ > fi %
"O «
^ te « -5 —a »^ « «s ^
-G O d rrt > ■о tS 11
Ь"
; § %. - > b S» -3 Ё И- -О Jbû 5 . ^ Р ^£ ,° О
■- o.-o с ^ h fi — 2£- ~—се .£е
(U !_ О з Сï S2"'c
IJ I *6* ¥ +; J S
Cft- > з
S.
3 -S
S J
' S с Û
(U -fi о с >ьЬ^
С ^ .2 ел- 4»
£ ‘С
1 се —сд* се тз
'
!
° b
С J* î . <M « 8 ^
<u . y
> -O 1СП*J"7“S _; "с -ä
1 4, Ç$
-ÏÏ E Ï
«5 S3 се •^,
-h■i S
> ‘сд- 52”
с 1 j j c
Q
4> 4I
„ -5
"2
"°м ce
S -3
.3 ^u
щ
■= r "
_ o д» "О
İ.a
s -—5-
w- d
S*

> и- ?»Û3 CQ з
-
İSP ÿ -d O
—- с
>bûJ5 -0 > -O
« ce
-Si" * •5 £ fi I s « ce ** <—
Л •= c
:° g « с fi Й .-С £ ьр n s-
boS с
c _û -fi Ï s e S s z ;s° - İ Î " ." •e d сi
ei c s i <U
— 4)
ay
ctj 1^ S -S -O -3 ra g "0s o£-£g
! 1 |
.S ^ - 3 flj > jC
<
— „ <ce
İc
g «O § ii j .«x 5d. fTc3' ■ o j 3 8)1 3с- Ïсе ьо
fim cЁ r -* ^ s ь -f g ^ ce _i и
, .b :fi 4> j >& -fi U- s й— с
£ 52 fi •v
€ -.> > >
-S с ^ 3 ^ Ё >>s
J î 3 § s « с Ë
"e° İ ^5 .S
с Ё
:-| -g

5 b b -
js 60 с
j jd сё_2 ^£.SS-*
fi o
— с -fi d
ç>
св ı-c uo3< \A e *: —
"O cV e* сE : J 2 £ o> сд ё

o
_d
"ÖS ce
è > -c S> Ё2
- ° S “~
_o и £
fi —
> > -* О

-* -* С -тэ
u ‘-s S с c J2 o w fi
. « р.
w uг ..... _М'й)
E -*ce-Л >j .£
g>cei=3 ce j •£ -а
j-o ca^i-o.fi
t>4)4J -o
e —л>î3 röi"o_2
%пз^
-* 3 2 ï °
% J
C>Cd
§g
Осд < £ OD hûS< Q E cl o. E

о
е
S &

"âı

й ■я
4İ JS
)hû 1İ 4ı- Ë
•S -с
ce fi bu
-* E «?
r '.3
>faO . >Sb c3 :i dсе о
: >>pû saи
« £ 4) b "
e &g 3 2 4)
O ho o 53 .2 '
E-id -id
1 1 i eb Ê
ь $
641 :dI
•с
- сw -c S
^ .я o « 1 ™ 'g 'С
-S3 -S3 -Xd jr
q a
^
Cd Ecd £ C d <
Ьз-fi
-E ;fi -E ^ ce >ho !fi >bD"o >Sb S
£ < C > < $
-2
Cd

;sbj.
:3 ~ se 4>
а b -й
“ль dP
fi _“îb «c-ee E се с s- с_д
3 T? ' i

- с ı- a e ьо
^03 > « 3İCH “Я -i ” -1^ a
3
0
:0с O'
o
^ -a ^ ce
b
_2 - 2 _£
b fi
j2
b
1 i 1 3 .(_1je ooo
je ce
ö ö ö
(O Y C Û
©
0>
2y сhb o O“' Ю ' T
o o>
I j
СО 00 00 00 00 00
C> N “ 3- 00 — - ' 02
S3
и
i- | :§
’o*-5P
ce
£Q O û

78
-.«5
* j- 3
С
o
У i-
Ё J i "C r
u b- Ï- «* e S3 c S
‘С Л *сл-1—- :3
Г “E .5 "3 ë S i S Ê
c İS
r U jj S3 :0
S -o C u
*: * -5P E О S3
4> >5 :0 '” u 3 :3 on > 3.
« ^ 3 ^ > e j -S j V > E-2 -°- -°« J ï _ э* C O -=
■* |\g 1 J -I i I S 2 *- c e «
■£ te ïï - • >ьрS ’j? « s 3 h i
>> 'ô 4 ^ S t £ ce « ce
“ _- S b n îbû c -5“ -2 3 N
g - ë ^ - ï ce
o c5 E “3 "3 '57 £•ïT'sp с İ - B ^ e * S i 8İTİS
.bp
J -оn «JS £ » J ÿ « iS - jc > » ^
Os2 >13-0
U £ 43 :2a>
« 5<. £SQï-
>C 11 ;Sb — E-S.*«)
4* Q - ^
»j ÿ
.5? ce c j- Ci, u) >

ce 2
В ло ceг T , -£
s- 3 ce ce
.1 ^
O- "O
ce cc u a» E 4* N c
ce - E
<3 §5-Ä £ ^ 5 "u
g £2
Ê >» cT .52 £ I
P " 3*
4» ce
-n w
С «
* r- >
У* £ - i
ц ce о с .5 ff > o»
a
V)
« »
у V —2 <5
.ь s •r -*
:jâ 1< SJ
p Ё>>«-g *-£ ? > .!■ « W* : 3 4» *C
> -ü
52* 4)
|i
". JE r
=
‘3
? с ^
.3 4) ce +-
5
■" ra i
•«g'c a i 5 3 M !
S JS § * 2 ^ » “ я
"
- Б п ю ^j и! £ Ё . Ь е ^ Х с Е
4) ^ce —s - ys 3- g ah û?. su ^сл-
сЗ J )
.S *e. > » 1 3
с £ g Ë g 3 <u >,_*> -B 3 я
iо Э— 13 V.
g с K g g ^ ^ p_Sg S Ë2 Ï o î S-2 . Ь- ga» Sto e c
o
s jS £ c -o <e — > - "3 ^ s !У -C 3 - r ;
u - s— c - m is ®
r* 'C cü ce vu £ ce-**r" nî ?e1Z c«1и* » S 53
5 t 4 “S E «
с ce Г» -* «e .Й 'C4—
ET — . V D A ce о
^ -C
У* сл» > £ Ë -p « 3 В 13 > -oс P
£ -Ş£ 2ce -S
8 3 -& -3 “ - H в t l * ь 'ë . a
с в- В ^
>
С
tfl 2•—
I İ i .gj
ce _çe
ь ъ
ce
n§з $ sü i я 2 тЗ g £ —
I j J -та
- ce
сл 13

â t i SS İ J J>a ai 11 2E d h.e b -£ -£ «-so в


—r> J 5 -s o î Г * » < -“ c ce ce
ÎC :0 a =3 > 1 6 сл“*и^J 2"fc - a
3 w H ЬОФ *3 а 5 И 2 ” "Ö « _ o J 2 £ £

сЛ
P S3c
Ь g is 4 J 5,
^ о (Л —
$ Ii
ce ■
ce -<ce
— -y +- £ j eb —
_E
‘ET 5-
41 JJ O 5
«
c4) "SN - *y. -3N
c :3C i-Ï •= §2J' t
J Й
hûl3 r \ bÛ u*33 :g . o s a-
rs ce У N ce В O .£> 'S ¥ 2 5 ,2 9
со oc 2 SzsZ ; _Û :3 >£ 3 c/3

« —. , с
T Sj g g
C
"S
N
ce c S-ts -a:
“ > -я J 2 Ь
-2 Ü - £ 2 i
ca в
4)
ü _ 4)
ce C 13
I — c> » - У
‘■C
“ "P « _C
— - £ ‘53 £ "C u C -a <v о c .-I h S p
сл ce
= - 2ce 4)
-O c Uce
О O :0
"C -Я Ë * J S •3 d == ce P
ce Д 'S
E i f l j e i И 4>
^ C £ t-
4) £^ ;
s g -o £ -3
й , 1 а м з 1
ce - c

£ è>_5 “
I1! ëg âg "S9 ° 5 I“' 2 ce - £ 4*
N -P çe T ^ п ' К
Jr . Ce u sCU ! c4 s §%ş $ä iä £
c =—
O g l ь- c3 ce ce cq ' о.
q N “y E - Ç ^ ^
о< 4) c ce tSh ^
O ^ h h сл «O ^cuc/^cu О I I CQ EÜ % £>-£тзОс*ЕьОс?5>[1Эсй 1aO

c?_£
< £
e u ‘Q
çe s c 4> ce
F .o u
•2 . 1
U Ь4) cp —
13 *■£ “2 bo
VL bo
£о :P ^ "P_2
iS jîû

«>-^5з P
>
o O o o o o
o(O>1^ ^СО o> 0 0 ON
O <J>

T . 5 bo
so ce
№ -1
w ce
Û Û CD û

79
Tablo 3.5 (devam ı)

80
‘1 2
_2 «a u.O<&
ç/o !S TZo «i
»2

-İS ir İî» J iİ ! •e tŞM


Ji g

I- i 3 'ü -I e ar —
S>-£-a. —I’■ i~9 Tİ-
Ii r s
E 3 •&»
° l:ıı
l'E| o s -£ 2 •£ "5 ^ | | â s-| -g s İ
# * •- iî* &
S C -S i t» 1 J t
Î 3 ’g- “s - s i >> e -s '5 -is g >, « S -sp .s *g g,
¥ -5 ^ -=5 £ £ -£* ■a E f."E -fc ı •; 3 - f
s i i gs:j 1 e=1 1
j ı H-aı! eııı*
>“ hû > S j C -O > -0 E £ -O
'= -= — "S' = J #a-S
£ J j 1 -3 û S ,î
-L .1

I j j j§>
W - E
■“3 !5 £ l |-2 <ı§■ «j. ■
ip -* -* .15 -H
-s â* oi g 1,-2 1
, J ,£- 1 1 1 > t : >, X K- £ £ ^ £
E * -s 15 s -s - i ” İT-? -E İST z V S-
c -C s £
o .s s "s
- S>3,-g I I i 1 1“:
.s * -S U - g li ü îS g
s>< s J
S'■ ISı Ee 2'*-
•C ^.o S •— •- - 3 " 11 2ı ^s s-ng.ı =■
4 - f ı !|- £ "5 Î e r r u
r &s S
llsalJ.
?-f S ."2
:: !3 _c cca s Er ots
■<
: E _* < § 0 2 «
% « I
\$
*• •£ -” S>
8* S e ^ •-
-İ •- 3 S
S* CP J3 -3 F-c '? *• *
E .-£
î> î
s '=“0
: E W
_*
a
a t
u £
§
CÖ - a
u -2
—_i2u İC :0
£ '£■1 1
53 ™ g -i - g J-3
; J § & | -s |>! | "5-J2
^ £^2
;| -I 'M 'S o g 1 2 &>e > ^ S J
N IO JIİI sd-s
ca cc2BV
—— İ-İ
g> s S,

■İ . -J ^
(198 7)ye dayanılarak h a z ırla n m ıştır.

g "=
İ—o Jp t,>
13s■j5■-$’=§*
% S -J'-a i l S
. £ E , § •*§ | f 1.1 isÖ
i VI £^ .? ^ U t !
3
B il S"_ş -5 - S
“ •‘S VS S “ ! < E 1 1 I. o cs ■I1î S I
*?-£
S -p„ “P- -=
-e-
E 5 "a .
b
O l~>*5N i irr l 3 i l -4)i J2
f£ 03 5 J.- i3
« D -a<U:© E £ S E

«_s .2 c .1» £ 5, -S « “t ^
-g .jî, E c "O”£ «^2.5^2 c>&p
S < £ C5*x ^ h S ^ Z ^ h û ^
aynak: Freeman

Q
m“-1
« fc”
•= >,
m
O O- o-
„ m
< t ü t
h
U. _£ W JJ
zg. ’g5
<3 o
f l i İ E I* sı
< < a o r J 2J w
9 §-1 E I.

a d i f a

81
tors), büyük ölçekte elektrik üretebildiği ve iletilebildiği noktaya ancak 1860’lı ve
1870’li yıllarda, bir dizi yeni icat ve yen ilik (arm atürler, alternatörler, rotorlar, vb.) ile
gelinebilmiştir. 1880’lerde ortaya çıkan yen ilik dalgası içinde karbon filaman lambası da
y e r almıştır. Bu, yen i kurulm akta olan santrallerin, kam uya açık yerlerin aydınlatılm a­
sında olduğu kadar evlerin aydınlatm asında da piyasalar bulabilecekleri anlam ına gel­
mektedir (Tablo 3.6 ve Şekil 3.2). Daha 1889 yılınd a elektrik ampullerinin değiştirilm e­
si, Fredrick Taylor tarafından incelenen ve zamanlaması yapılan, böylece çeşitli şakala­
rın ortaya çıkm asına neden olan pek çok işten biri haline gelmiştir.
Elektrik kullanım ı 1880’le rv e 1890’larda yaygınlaşm adan önce, 1870’lerde daha kü­
çük ölçekte de olsa denenmekteydi. Elektrik, 1876’da P aris’de Kuzey G arı’nm; 1878’de
Londra’da, The Times gazetesi matbaasının ve Gaiety Tiyatrosu’nun; Berlin’de, Kaiser
Kemeri’nin aydınlatılm ası için kullanılm ıştır. A yrıca aynı y ıl Sheffield’de 30 bin kişi ilk
kez elektrik ışıkları altında oynanan bir futbol maçı seyretm iştir. Bu yeni güç kaynağı
kullanılarak gösteri alanları, halk fuarları aydınlatılm aya başlanmıştır.
Elektriğin en erken ve en önemli kullanım alanlardan biri tram vaylar ve bazen yer
altından da giden, kent içi elektrikli trenlerdir. İlk elektrik üretim şirketlerinden bazıla­
rı, özellikle Jap o n ya’da sadece bu amaç için kurulm uştur. Siemens ve H alske’nin Al­
m anya’da, 1879-1881 arasındaki elektrikli tren tanıtım gösterisinin ardından, 1883’de
İngiltere’nin ilk elektrikli treni, Volk tarafından Brighton'da daha çok eğlence amacına
yönelik olarak kurulm uştur. Ancak, metronun 1887 ile 1900 arasında çelik, elektrik
kullanım ı ve ağır sanayi mühendisliğinin oluşturduğu yeniliklerin sonucunda, Lond­
ra ’da inşa edilmesi daha da önemlidir. Elektrik teçhizatının Birleşik Devletler firmaları
tarafından sağlanmış olması ise geleceğe ait işaretlerden bir tanesidir.
Bir ana hat buharlı tren yolunun ilk kez elektriğe dönüştürülmesi, 1895 yılınd a Bal­
tim ore’da, Baltimore-Ohio hattının bir tünelin içinden geçen dört m illik kısm ında ger­
çekleşmiştir (Ellis, 1958). Ana hatların elektrifikasyonu ancak yirm inci yüzyılda, zaten
işlemekte olan bir sistemin yerine yenisini koymak için gereken muazzam yatırım
nedeniyle yavaş olacaktır. Ancak tram vaylar ve metro sistemleri, Batı A vrupa’nın ve
A BD ’n in yen i ve büyük sanayi bölgelerinde daha 1880’ler ve 1890’larda hızla yayılm ış­
tır. Banliyölerin yaygınlaşm ası ve uzun mesafelerden işe gitme, sıklıkla otomobil kulla­
nım ıyla ilişkilendirilse de, aslında bunlar ilk kez elektrikli tram vaylar ve dem iryolları ile
mümkün olmuştur. O dönemde Orta Alm anya’dan M anş kıyısına y a da A m erika’da
O rta B atı’dan Atlantik sahillerine (birçok araç değiştirerek de olsa) tram vayla gitmenin
mümkün olduğu söylenmektedir. Bu söylenenler doğru olsun y a da olmasın, otomobi­
lin işe gidip gelmek için temel seyahat biçimi haline gelmesi ve banliyölerin yaygın laş­
masını hızlandırması için fazla beklemek gerekm eyecektir (6. Bölüm).

82
Evlerin aydınlatılması y a da kentsel taşıma sistemlerinden çok daha önemlisi, elektri­
ğin sanayide yeni kullanım alanlarıydı. İlk ortaya çıkan yeni uygulam alar elektro-meta-
lürji ve elektrokimya alanlarıdır. Daha önce de gördüğümüz gibi, elektrikli fırın ile çelik
sanayisinde ortaya çıkan gelişmeler arasında önemli bir çapraz ilişki vardır. Ancak,
1880’lerde ve 1890’larda en önemli gelişmeler demir dışı metallerde ve alaşım larda ger­
çekleşmiştir. İlk kez 1870’lerde Güney G aller’de küçük ölçekte, daha sonra 1890’larda
çok daha büyük ölçekte gerçekleştirilen bakırın elektrolizi işlemi, elektrik sanayisinin
bundan sonraki gelişmesi açısından özellikle önemlidir. Yüksek elektrik iletkenliği ve ko­
layca tel haline getirilebilme niteliği ile bakır, daha sonra temel kullanım alanı haline ge­
lecek olan elektrikli araçlar sanayi tarafından yüksek düzeyde talep edilmekteydi. An­
cak, sadece en iyi kalite bakır gerekli niteliklere sahipti, “genel olarak yüksek iletkenliğe
sahip bakır ancak elektrolitik arıtm a sistemi ile elde edilebilm ekteydi” (Chadwick, 1958).
Bir kere daha birbirleriyle ilgili yeniliklerin oluşturduğu ağın yarattığı karşılıklı bağımlı­
lık, metalürji, kim ya ve elektrik sektörleri arasındaki ilişkide kendisini gösteriyordu.
Alüminyum sanayisi de daha ilk günden itibaren elektriğe bağımlıdır. ABD ’de Hail
prosesi ile F ransa’da Heroult prosesi, 1887 yılın d a hemen aynı zamanda icat edilm işler­
dir. Bunları 1888’de, klorun, ağır kim ya sanayisini tamamen değiştiren ve birçok yeni
uygulam a alanının ortaya çıkm asına neden olan elektrolizi izlemiştir. 1880’lerde ayrıca
elektrikli fırın ilk kez kalsiyum karpitten asetilen üretilmesi için kullanılm ış, bunu
1890’larda sentetik silikon karpit (carborundum) üretilmesi izlemiştir.
Ağır sanayi mühendisliği ile elektrik mühendisliği teknolojilerinin kim ya ile aynı isti­
kamete yönelmiş olduğu, Alman kim ya sanayisinin hızlı gelişme sürecinde açıkça görül­
mektedir. Bernal (1953), 19. Y üzyılda B ilim v e S an ayi başlıklı araştırm asında elektrik
ve kim yayı, bilimsel araştırm anın sanayi ile doğrudan ve yakın ilişki içine girdiği iki alan
olarak öne çıkarm aktadır. Fabrika içinde A&G laboratuvarı ilk kez 1870’lerde Alman
boya sanayisinde kurulmuştur; 1880’lerle, 1890’larda eski ve yen i birçok üründe büyük
ölçekli üretim sorunlarını çözmek için mühendislerle kim yacılar arasında gerçekleştiri­
len işbirliği, Alman sanayisinin belirgin özelliği haline gelmiştir. Bu durum 4. Bölüm’de
daha ayrıntılı bir biçimde açıklanacaktır. Elektrik teknolojisi, Alman sanayisinin olağa­
nüstü büyüme sürecinde, yalnızca klor üretiminde ve elektrolizde değil, birçok başka sü­
reçte merkezi bir rol oynamıştır. Almanların, organik kim yasalların gelişmesinde büyük
payı olan asetilen kimyası alanındaki öncülüğü özellikle dikkat çekicidir (Fabre. 1983).
Elektriğin ilk günlerinde açıkça öngörülmemiş olsa da, her sanayi sektöründe uygu­
lama bulacak olan elektrik motoru, bu gelişmelerin en önemlisidir. O x fo rd H isto r y o f
T e ch n o lo g y , bu gelişm eyi çok iyi bir şekilde, şöyle ortaya koym aktadır: (cilt. 5, s. 231):

83
fifao «§ 1<eE? •' jg a ” -S -S
3 ^ CO
С З У !=
_2 с . bo -g O
îfJ3 ‘F* 3
-о св 6 d

S в3
O -0 1 1
£
ей .3 -*(U ^o
^ -3
S 5 a
Û. S Sя S3 СУ\- ~U
f5
0)
s I -s ■>
■p5»o
oo , -H СЯ u
-, « ев fl=. OU —В
и1 3 — -*
i s 53 00 h 2
-û — J> 3
§ gpl -« sr
- o -O
ев :3
_* -O
S Ï J <5* 3
•S fi-O Ji
« 13*£
N j;
e jS <3 "S b “?
■“ -o
•S 3 У g £
~ II
ев çfl -О ев
-a
e
u « $ “Sев^3 "C 0) «3
> 35 O-
«s
£ ев3 £ "S
с "ел* Щ * Iев M
-
P
иs e« —
-a i) O 3 2
I £.s i = •£ no bû £
c -* г* i
ScS-Ü l 8 'e 1 < İ
и ;
• fi .- a . 1

? J= Ë Ë 3 Ï
tî <ü C« . Ь • ~ 00 O
iл 00
40
.S й* bo-o
^ -v -5 i- ş S сев '* 5
_c — ; ~o
’C 4> ев î S-, ел 5
İ3 « > £ M s 3s
2 -fi ь Д
_ьр *- j e e?
I »
-C
d ^
rt D- e e
£ a j o -g
‘ со* —O u -O nJ £ 5—
J bû ■ ! Ş İ
2
— Л З aJ «
û- fi JPo
О СO
О
ев -,
в З bû
u d—
' P.-S гв 'M L со
a> " i 12 - 2 «2 H
_ e je
3 j I a. .
O -C
£ -

C w
LO
со В ев О
щ
Z ^3
ев

В d
ЬО 35 X >5 кГ .2
Ь . Ю Э -о
5>>вЗ 00
К5 2 o <3 E u e . _ ел
<0 0 w J2и ос
e
Й S û1- EС % i 2 S .
<U =3 ев ев В О
“C o ел-
£ ел S
> •-U *s JС

о- — d bpZ
u
N Si ъ •°
e oc
S а fip
* J-з ГIi\
- * '!
2 O J - î l 2c V Jâ5 KkO т£ :0 Ô
no
"с ^ É- J 2 >-J
0
J rt g :0 T3 и- ю 2 -S g a
£ О•) :3
** ~0 —
> с 4J "C 'т o ■*- E
ев ç* ю t J2 I 2 С K r J
г s;
> 3 V-
22 00 ^"3 -S * $
»2 чо * £
О .5 ■ X c b a 00
— -2
"О Ь
гв

Û ^
3 ı* 3 *- X П
№ 5 6U
Jjä «
С*^ Л
d

ев — < - Û
e £
S -E *=3 -o•
P *C M > г
O" ü T3
'“ £"*■
.2 С С İ ,
U _iî ^
-
I
•>00
ев

— S лИ 1 -g > S . ■b В
и
5
4)
n
«5
:3 C/D0
^ . -£ с 00^ -Г СО
о по ^ л 40
U Я t, о —
ï i.s S -2 :P >» o
T 3 hû ? _ o 03 Ю05
JO с
ев
*'
e £-ч1 e „ ев 3 b 3 оS S»
^ = > cей S3 S d J 22 ^ 2£ О. по по
*в С ТО
= ° “ r § «- 1, b •rf '«o.
i -°
e* ei с О
ОteС .b e 52
С _s
î D
1-0
c 00 •с :' J? 5s
§. b£
-ï .Ё " 3 U fl :3
w и* с rt û- O% c m
E -İö "г? g “ в ~ ‘ , ев > i-C
ев С
.S *3 ^ 5 =з .2 § -о В
u «в Êя > f y # :ı
< İ c J
-o a , £
>> e
£û> a ou ' i» чо'
ел X
«
Щ с
1» Г d V yA b-£ :2 - с -■- я
"О я
i « I I*
g E с fi "rt tÖ Ю 5 и
5 o
d •
E С rt 0J = “
12 Лео *i 2 й: g =È «е
ë flj Ù- > .w w

84
< a> w e C 43 1

ri ve tezgâhlarda yeni kuşak-


.5 33 c c _2

ocağı. Elektrikli m otorlarla


"0 c

çalışan bağımsız iş makinele-


S ^ .3 5 o
o ^ u -* “• r i
i 6 | So g.3, >1 « a0 -Ş0 3 - c (3 *
3 oo ? « İ 3
2 oo
3» 4> ° g ^ I E- -C ^ 0 . „ 3 1 “
hû o .£> £ -I T3 " î *4; f
' 3 CÖ -S " ü o <30 3 <j ç
*“ >bD
£ "° J
- o JU
C 00 •r ^ '-C c “ u •2 s O o- .£
C G0 v 33 (ti 5>c tS 00 a> 2-TD5—
» (« b -* § -S 3 3 £
T ^ X <» 4) D 3 < -x
_eQ.2
o> §İ2 ^ bO -* -3 E < f ^

lann gelişm esi.


> u 3 U «O D
nj O ■j>JSr
«ti — I +-
I : c« * İ * 00 —
-* J 2 ... —[/>
rX Or.O «ti —* (ti ^ ”^ti

~=2 o - -iti
c' o -ü
E P £ "s 5 x .
00 >J •3 _u
«ti ’o . 3 ^ - o O
• c 33
; _2
> 4
s
f 2 _ 2
00 (ti
(ti "o
03 3(ti E -C g ( j
4) -o«ti 2b V
< isi. D
c/5 - ^4) 3£ eo (ti
(ti w m* C bo
bf
3

,=(ti vo
co c n

telli ampul-
S. 00 ■ 4:1 İ i| ı -O
î - 3 *-3 jg 2 s <
g
_ r l ^ U . S «-
(ti (ti İ * y
”cti (ti
-O C i "S İ3 3
£
ÎE S
i f J l _ * » b 3 «
-aİ -°3 ı «ü 2 • S f s P 43 ^ £ (Ö o, (*- -5 E

1906, tungsten
• jj c 3 3-
-£b e3 ' 4) (ti p
> .s _o s 3 -I -3P >3S
J2 o -* o

J2^ M b0 c
-X .2 e C u -5>N Cfl bÛ 0
c bb
(ti
S f (ti (ti - İ 3 - ! _4> 4) b *P £
# b .-b£ iti
(ti (3 E «_ P u P £ > &
e». «v h. —
h b
«s
i n K -£ JS 5 «2 « - £ ü
(ti 00
ij -O — « fa

1er.
Q eti —C /> -O 7 3 >1 s 3 £ s-i

nıtlıyor. Fessenden’in ses ve


radyo sinyalleri iletişimini ka-
!■ * -s

müzik için ilk telsiz telgrafı.


>,1 &
5..E Ç
(tib c/>41 e
j c _2 a
b 5
g c &>
o (ti (ti
'' o00( ’ - 5N
.b
4> <U »- 3
S .£
31
CQ c
p fe
(ti /v<
Cû - c^

a3 k £(
2 3-
-t oc 2 <
s 2J :
5 g n C ■
E -2
C -D —S 0-
o 2 2 53 : ğ
u41 £ C/3 4»
-a ı [i} tiS o^ ®fif1
! L «- <30

u 3<
(ti
<ti (ti ^ (ti ^ °o <u 0 0

•S3 p.— (1 îî R £2
2 S ■
C c
v^ jj
: 4> E(O ? £ ’
4>

İ g 2 £ 2 2 ± ı- î
c “ s x
(ti 3 :3 — * 3"3 "S
"0 F-0 a l î
C (ti t. « C 1 kT
' 0000 H o O o l rOfc
(v
C fC "«
u. >
(O ü « i
2 X 2 & E
N ‘
raf. 1904, Hleming’in termo-
nik vanası. 1906, De Forest
triod tüpü. 1909, ilk elektro-

g >>i : t- ^
2 c« 00 («
(ti ^
P
cfl* I f : o
; _C 4>
■NSP >S - i û -' - £ a

3 _3 3 3 .2 S' C5:S
s . *-*
a
«3
•3
efl 'C ’ c - 3 (ti bo
4) 4) E ‘ c -= 3 o E .
£
s -s
a Sf -2 CQ-
kardiograf.

: 2 -= İ£ «E 33
2 oo b 0
5 24) U3 3 “î> C £
- 03 ^ 3 i) o
X -o _« £^S3 -cS(S 25
; <ti b--
b 0- hû » ^

O
00
00

85
%

Yılİar r

K a yn a k la r; A B D 'nin T arihi İsta tistik leri, A yres (1988)

Şekil 3.2 ABD 'de ElektriBkasyon

Elektrik enerjisinin ilk göze çarpan özelliği hareketliliğidir. Bir çift tel aracılığı ile istenen her nok­
taya götürülebilir. Enerjinin merkezi bir üretim tesisinden küçük tüketicilere aktarılm ası için çeşit­
li yo llar denenmiş fakat hiçbiri, buhar kazanının ısı enerjisini y a da düşen suyun kinetik enerjisini,
önce elektrik enerjisine çevirip daha sonra tüketicinin elektrik motorları yardım ı ile yeniden m eka­
nik enerjiye çevirmek anlam ına gelen, elektrik enerjisi kadar uygun ve etkin sonuçlar vermemiştir.
Teknolojik olarak, elektriğin oynadığı en önemli rol budur. Elektrik enerjisi, ışık kaynağı, son za­
m anlarda olduğu gibi ısınma kaynağı olarak, haberleşme ortamı yaratarak , kim yasal proseslerde
kullan ılarak sanayi uygulam alarını kökten değiştirm iştir; ancak asıl önemli olan, talep ister büyük
ister küçük olsn, enerjinin, buna ihtiyacı olan işçinin emrine kolayca verilebilm esidir.

Fred Bowman, 1894 gibi erken bir tarihte Kanada inşaat M ühendisleri D erneği’de
yap tığı bir konuşmada, dikkatleri yeni elektrik motorlarının güvenilirliğine ve sağlam ­
lığına çekmiştir.

Elektrik motorlarının küçük sanayi işyerlerindeki m akineleri çalıştırm asıyla elde edilen avantajlar,
etkenlik, azalan bakım m aliyeti, temizlik, yan gın riskinin azalm ası ve enerjiden tasarruftur.

Bunları hiç kullanmamış olanlar, iyi bir elektrik motorunun aşırı çalışm a ve kötü kullanım karşısın­
da bile ne kadar d ayanıklı olduğunu k avrayam azlar.. .elektrik motorları deneme aşam alarını geçmiş
ve tamamen güvenilir m akineler olarak kendilerini kabul ettirm işlerdir.
(Ball, 1987, p. 34)

86
Esnek, sağlam ve güvenilir enerji kaynağı olarak avantajları anlaşılan elektrik mo­
torları, çok kısa bir sürede on binlerce adet üretilmeye başlanmıştır.
Bu noktada belirli bir örnek durumu daha iyi açıklar. Delbeke (1982), A nvers’de
(Belçika) her çeşit motor stokunun gelişmesini incelemiştir. Bu bölgede, çok çeşitli bir
sanayi yapısı olmakla beraber gıda, mobilya, madeni eşya ve elmas işlenmesi çok sayı­
da küçük firmayı yaşatan önemli sanayi dallarıdır. Buharlı makinelerden elektriğe, dra­
matik sayılabilecek geçiş, kullanılan makine sayılarına göre elektriğin payının 1885’de
sıfırdan, 1915’de %90 üzerine çıktığını ortaya koyan Şekil 3.3 ve 3.4’de görülebilm ek­
tedir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, kısa bir süre için benzinli motorlar ön plana
çıkmışsa da, yirm inci yü zyıld a çok büyük m akineler dışında (bu yüzden Şekil 3.4'de ku­
rulu kapasite olarak elektriğin payı makinelerin sayısına göre bir az daha küçük çık­
m aktadır), elektrik hem buharın hem de benzinin yerini almıştır. Aslında yen i elektrik­
li motorların çoğu, buharlı y a da benzinli motorların yerine doğrudan doğruya geçme­
miş, ancak küçük firm aların bu ucuz, sağlam ve güvenilir enerji kaynağını elde edecek
mali gücü sağlam ası sonucu makineleşme kararı alm aları ile kullanım a girm işlerdir.
Devrim elektro-m ekaniktir.
Elektrik motorlarının sayısı yüzyılın başlangıcında 10’dan az iken, bu sayı Birinci
Dünya Savaşı geldiğinde 1600’e yükselm iştir. Bu arada buharlı makinelerin sayısı
hiçbir zaman 150 y i geçmemiştir. D elbeke’nin söylediği gibi:

Buhar m akinesinin büyük ölçekli faaliyetler açısından temel avantajı büyük m iktarda enerjiyi sü­
rekli olarak sağlayabilm esidir; ancak arada sırada enerji ihtiyacı duyan küçük çaplı el zanaatları açı­
sından hiç de uygun değildir.
Benzinli motorun gelmesi küçük sanayiler için tablonun biraz değişmesine yo l açsa bile, enerjinin ta­
şınması konusundaki zorluklar değişmemiştir. Yine de benzin motoru başka seçenekleri olmayan
birçok girişimci için çekiciydi. E lektrik motoru durumu kökten değiştirmiştir; küçük motorlar gerek­
li olduğu zamanda ve yerde, hatta aletin içinde yeterli m iktarda enerji sağlayabilir. Bu temel yenilik
sadece emeğin daha etkin kullanılm ası olanağını yak alayan fabrikanın iç yerleşm e biçimini değiştir­
mekle kalmamış, Flanders’de1 çok yaygın olan küçük ölçekli sanayilerin durumunu değiştirmiştir.
Böylece elektriğin gelmesi, öncelikle enerjinin gayet etkin bir biçimde nakledilm esi anlam ına gel­
mektedir. Üstelik yüzyılın sonunda kentin tamamını kapsayan bir şebeke kurulduktan sonra pek
çok el zanaatı ve küçük işletme için elektriklerini kapıdan alm ak ve daha önceki enerji sistem leri­
nin gerekli kıldığı yü k sek sabit m aliyetlerden kurtulm ak olanağı ortaya çıkm ıştır. B aşka bir deyiş­
le, enerji büyük ölçüde bir değişken m aliyet haline gelmiştir.
(D elbeke, 1982, p. 16)

Sonunda elektrik motorları m ilyonlarca üretilecek ve her eve girecektir. Ancak,


elektrikli dayanıklı tüketim malları, Üçüncü Kondrafieff dalgasının değil daha çok Dör­
düncü Kondratieff dalgasının bir unsurudur.
i“Flanders” bugünkü Fransa’nın Kuzey Batısı, B elçika ve H ollanda’nın büyük kısmım kapsayan coğrafi bir bölge.

87
Şek il 3 .3 A nversdeki Ç eşitli E neıji M akinelerinin K urulu Kapasite
P aylan, (dokuz y ıllık hareketli ortalam alar) 1870-1930

K a yn a k : D e lb e k e (1982)

100
90-
80-
70-
60-
50-
40-
30-
20-
10-
0.

Ş ek il 3 .4 A n vers’de Kurulan F arklı Tipte E nerji M akinelerinin Sayısının Y ıllık


Toplamdaki Payı (dokuz y ıllık hareketli ortalam a) 1870-1930
K a yn a k : D elb ek e (1982)

Bu tabloyu tamamlamak için telefon ve “iletilebilir enerjinin” bir araya gelişinin, ima­
lat sanayisinde olduğu kadar, birçok hizmet sektörünün de işleyişini ve faaliyet yerini
değiştirdiğini belirtmemiz gerekir. Bu gelişm eler birçok küçük firm aya esneklik sağlar­
ken, çok sayıda şubeye sahip olan y a da faaliyetleri yaygın büyük işletmelerin yöne­
timlerini de önemli ölçüde kolaylaştırm ıştır. ABD'de 1890 yılın d a 228.000, 1900 yılın ­
da ise yaklaşık 1.5 milyon telefon kullanılm aktadır. Telefon ve daktilo makinesi, bir ara­
da, büroların makineleşmesi sürecini başlatmış ve bu gelişmeler, merkezi ve yerel yöne­
timlerle büyük firm alarda “bürokrasinin” ortaya çıkışının göstergesi olmuştur.
Böylece, iletişim, aydınlatma, enerji üretim ve iletimiyle sanayide yeni kullanım alan­
larındaki yarım yü zyıl süren yeniliklerin sonunda, 1880’lerin sonu, 1890’ların başında
elektrik, sayısız yeni yatırım olanaklarının her alana yayıldığı bir noktaya ulaşmıştır. Ar­
tık ucuz çelik ve elektrik gücüne dayalı yen i yatırım ların patlaması için bütün koşullar ha­
zırdır. Ancak, bu yatırım fırsatlarının tam anlamı ile değerlendirilebilmesi için çok büyük
bir yeni altyapı gerekmektedir. O döneme kadar her uygulam a için bir jeneratör kurul­
maktaydı. Fakat 1890’larda Edison ve diğerleri elektriğin hem evlerin hem de sanayi
müşterilerinin rahatlıkla ulaşabileceği bir “kamu hizmeti”y a da bir “mal” olarak üretilme­
si gerektiğini fark ettiler. Bunun için, W eber’in (1922) yeni bir yönetim modeli olarak ta­
nımladığı biçimde, yeni bir düzen çerçevesi, yeni yasal düzenlemeler, yeni standartlar ve
kitlesel özel ve kamu yatırım ları gerekmekteydi. Bu nedenle 1880’ler, belediye, bölge ve
ulusal düzeylerde bir dizi farklı politikanın ortaya çıkmasına yol açan yoğun bir tartışma
dönemi olmuştur. Söz konusu bu tartışm alar yeni altyapının nasıl geliştirileceği ile sınırlı
kalmamış, yeni teknoloji yaygınlaştıkça giderek genişleyen elektrik uygulam a alanlarının
tamamını içermiştir. M ühendisler sadece alternatif (AC) veya doğru akımın (DC) nispi
üstünlükleri konusunda değil1, daha çok iş örgütlenmesi, elektrik gücünün fabrika yerle­
şim düzeni (= factory lay out) üzerindeki etkileri, makine tasarımı, sanayinin kuruluş y e ­
ri, yönetim yapısı ve işletme ölçeği gibi konularda ateşli tartışm alar sürdürmüşlerdir. Baş­
ka bir deyişle, ucuz çelik ve elektrik gücünün bileşimi beraberinde sadece yeni bir enerji
kaynağı ve yeni maddeler getirmemiş am a bütün üretim sisteminin ve sosyoekonomik y a ­
pının değişmesine yol açmıştır. Örgütsel ve yönetimsel yenilikler de en az teknolojik y e ­
nilikler kadar önemlidir. Bu durum, içinde bulunduğumuz dönemde enformasyon tekno­
lojilerinin, robotlar, uzaktan çalışma, iletişim ağları11 ve benzer konularda sürdürmekte
olduğumuz tartışm alara benzetilebilir (Bkz. 17.Bölüm).
Şekil 3.2 (Birleşik Devletler örneğinde), Üçüncü Kondratieff dalgasının yarım y ü z ­
y ılı boyunca fabrikaların ve evlerin büyük çoğunluğuna nasıl elektrik verildiğini göster­
mektedir. 1920 yılın a gelindiğinde, ABD ’de kullanılan gücün yarısından fazlasının,
1930’da ise dörtte üçünün elektrikten sağlandığını ortaya koym aktadır. Şekil 3.3 ve 3.4,
aynı gözlemleri önde gelen bir Avrupa kenti (Anvers) için yapm aktadır. Hail ve Pres­
ton (1988), Alman iktisatçılarının, Birinci D ünya Savaşı’na giden dönemde im alat sa­
nayi üretim indeki artışının %30-40’ımn elektrik sanayisinden kaynaklandığını tahmin
ettiklerini bildirmektedir.
Bu, çok derin elektrifikasyon dalgası sürerken, çeliği ve diğer yeni sanayi maddele­
rini, yen i m allar ve yen i uygulam a alanları ve bu yen i esnek enerji ile birleştiren, birbir-
leriyle ilişkili bir yenilikler demeti daha ortaya çıktı ve güçlendi. Söz konusu gelişmeler

i E lektrik şebekelerinde alternatif mi doğru akım mı kullanılacağı tartışm ası, Edison ile yin e onun kadar önemli bir mucit
olan N ikola Tesla arasında geçmiş ve Tesla'nm alternatif akım önerisi geçerlilik kazanm ıştır. Edison, doğru akım ın in­
sanlar için hayati tehlike yaratm adığını ileri sürüyordu; ne y a z ık ki bu yıllard a icat edilen elektrikli sandalye ile idam da
doğru akım kullanılm aktadır.
ii “Robotics, teleworking, networking".

89
öncelikle, yen i makinelerin ve elektrik kullanan aletlerin eski buhar m akinelerinin y e ri­
ni alm akta olduğu imalat sanayisinin her sektöründe, fabrika tasarımım ve yerleşim ini
etkilemiştir. Eski sistemde, fabrikanın bütün milleri ve kontur-milleri, o anda kaç ma­
kine kullanılırsa kullanılsın sürekli olarak dönmektedir.1 Bir arıza tüm fabrikayı etkile­
mekte, her şey durm aktaydı. Bunların ortadan kalkm ası bütün fabrika düzenini etkile­
miş; bu şekilde fabrika bağımsız parçalara, bölümlere ayrılabilm iştir (Devine, 1983).

1B70 1875 1880 1885 1890 18951900 1905 1910 1915 1920 1925 1930
I I I I I I I I I I I L_
Doğrudan çalıştır
Fabrika hat şaftına bağlı çalıştırm a
lUMIHIIIlinUlU
Grup çalıştırm a
IIIIIHiaHHHHI
lllllllinilltlIlMIIIIMH
Birim çalıştırm a
DC iletim ____
D C motorları üretimi

“Akım ların savaşı" ■


AC iletim '«i«
AC motorları üretim i
Buhar %78 Buhar %81 Buhar %65 Elektrik %53 Elektrik %78
Buhar %52 Buhar %6A Su %21 Su %13 Elektrik %25 Buhar %39 Buhar % 16
Su %48 Su %36 Elektrik %<1 Elektrik %5 Su %7 Su %3 Su %1

1870 I D C elektrik jenaratörü (elle işletilen)


1873 I Jen eratö r tarafından çalıştırılan motor
1878 I Buhar m akinesi ku llan arak elektrik üretimi
1879 I Pratik (telli) elektrik am pulü (incandescent)
1882 I Elektriğin bir m eta olarak pazarlanm ası
1883 I M otorların im alatta kullanılm ası
1886 I W estinghouse çok fazlı AC endüksiyon motorunu pazarlıyor;
Birleşme yo lu yla G eneral Electric Şirketi kuruluyor
1893 I Sam uel Insull, Şikago Edison Ş irk etin in Başkanı oluyor
1895 I N iyagara Ş elaleleri’nde A C jenaratörü
1900 IM erkezi bir santralda buhar türbini ve AC jenaratörü düzeni
1907 I Devlet tarafından düzenlenen bölgesel tekeller
1917 Birincil m otorlar hâkim durum a geliyor; Genel kam u
elektrik santrallerinin (Utilities) kapasitesi ve üretimi,
sanayi kuruluşlarınınkini geçiyor.

Ş ek il 3 .5 Sanayide E lektrifikasyon un K ronolojisi

a M akineleri çalıştırm a yöntem leri


b A lternatif akım ın (AC) yü kselişi
c A lakinelerin buhar, su ve elektrik gücüne göre dağılım ı
d Belli başlı teknolojik ve girişim cilik gelişm eleri

K a yn a k : D e v in e (1983)

i M iller ve konturm iller fabrika tavanında buhar gücüyle sürekli dönmekte, güç, kasnaklar ve kayışlar yard ım ıyla fark­
lı hız ve güçlerde aşağıdaki tezgâh veya m akinelere tatbik edilm ekteydi; şaft ve kontur-şaft diye de çevrilebilir.

90
1880’ler ve 1990’larda, aynı tesis içinde birden fazla buhar makinesi kullanılarak, es­
ki sistemin bu esnek olmayan yapısını değiştirmek için girişim lerde bulunulmuş olmak­
la birlikte, elektrik genel olarak kullanılabilir hale gelince, büyâik üstünlüğü ortaya
çıkmıştır. Elektriğin ortaya koyduğu yeni potansiyel daha 1880’lerde fark edilmiş olsa
da, sanayi üreticilerinin elektrik gücünü kullanmanın sağladığı dolaylı yararların, doğ­
rudan enerji tasarrufu ederek sağlanacak yararlard an çok daha fazla olduğunu görme­
y e başlamaları, ancak 1900 yılından sonradır. M akine ve tezgâhlan, ayrı birimler ola­
rak çalıştırm a im kânı1, m akineleri şaftlar boyunca aynı hizada yerleştirm e zorunluluğu
ortadan kalktığı için, fabrika yerleşim inde büyük esneklik sağlamış ve alan kullanım ın­
da önemli ölçüde tasarruf yapılm asına yol açmıştır. Söz gelişi, ABD Hükümet M atbaası
daha önce kullandığı alana kırk ilave baskı makinesi yerleştirebilm iştir. Birim leri çalış­
tırma, fabrika içi taşım a araçlarının ve tavan vinçlerinin şaftlar, kontur-şaftlar ve çeşit­
li kayışlar tarafından engellenmeden çok daha rahat kullanılm ası anlam ına gelmektedir.
Taşınabilir elektrikli aletler üretim sistemlerinin esnekliğini ve intibak gücünü daha da
yükseltm iştir. Fabrikalar daha temiz ve aydınlık bir biçimde kurulabilm ektedir. Bu,
hem çalışm a koşulları ve ürünün kalitesi hem de üretim yönteminin etkinliği açıların­
dan, özellikle tekstil ve m atbaacılık gibi sanayiler açısından çok önemlidir. Üretim ka­
pasitesi çok daha kolaylıkla genişletilebilmektedir.
Elektrik gücünün ekonomiye sağladığı genişletici etkilerin tamamı, bu yüzden, sade­
ce 1880’lerde gerçekleştirilm iş olan az sayıda anahtar yeniliklere değil, yen i bir paradig­
manın, yen i bir biçimin y a da üretim ve tasarım felsefesinin gelişmiş olmasına bağlıdır.
Bunun içinde takım tezgâhlarının, taşım a gereçlerinin ve diğer üretim teçhizatının y e ­
niden tasarlanm ası vardır; ayrıca birçok sanayinin ve fabrikanın kuruluş yerinin, elekt­
rik iletiminin ve dağıtımının, yerel elektrik üretim kapasitelerinin sağladığı özgürlüğe
bağlı olarak yeniden belirlenmesi de y e r alm aktadır.

3. 5 Büyük Şirketler ve İş Yönetiminde Yenilikler


Yönetim felsefesinde ve örgütlenmesinde, sanayilerin ve şirketlerin yapılarında orta­
y a çıkan değişmeler de, en az diğerleri kadar derin ve kapsamlıdır. Teknolojik yen ilik ­
lere eşlik eden, onların ardından y a da önünden ortaya çıkan yönetsel ve örgütsel yen i­
likler, en çok öncü firm aların faaliyetlerini genişletmelerine katkıda bulunmuştur.
Elektrik, telefon ve telgrafın hayata girm esiyle bürolarda, servislerde, aslında bütün iş
hayatı örgütlenmesinde, hükümetlerin ve savaş idaresinde bir devrim gerçekleşmiştir.
Bu yen i haberleşme araçları (daha sonraki bir aşam ada radyonun da katılm asıyla) çe­
şitli yerlerde kurulu fabrikaları denetlemek, girdileri, parçaları ve m akineleri uzak y e r­

i “Unit drive” biraz uzun bir ifade ile çevrildi.

91
lerde üretmek ve taşım ak için gerekli olan daha karm aşık yönetim yap ıların a sahip bü­
yü k firmaların gelişmesini kolaylaştırm ıştır. 1990’larda ekonominin ve büyük firmaların
küreselleşmesi konusunda çok fazla şey yazılm ıştır. Lenin, bu durumu anlatm ak için
büyük elektrik şirketlerinin Birinci D ünya Savaşı’ndan önceki faaliyetlerini tasvir et­
miştir. Daha o zaman başlıca Amerikan şirketleri, General Electric (GE) ve W esting-
house ile önde gelen Alman şirketleri AEG ve Siemens, çok hızlı bir şekilde büyüyerek
dünyadaki devler arasına girm işlerdir. Hem GE hem de AEG nin büyümesi, kısmen,
güçlü finansal çıkarların işin içine girm esiyle gerçekleşen birleşmelerin sonucudur.
Elektrik firmaları daha ilk günlerden itibaren, kendilerinden önce dem iryollarında ol-
duğ u gibi, ürettikleri çok sayıda elektrikli ürünün yan ı sıra, elektrik üretim ve dağıtımı
am acıyla kurdukları şebekelerin geliştirilm esi için çok büyük sermaye kaynaklarına ih­
tiyaç duym uşlardır. Chandler (1977), Lenin’in (1915) analizindeki temel noktalardan
birini doğrulam aktadır. Bu da, Alm anya’da ve Birleşik D evletler’de, finansal çıkarlarla
sanayi çıkarlarının yen i sanayi dallarında ortaya çıkm akta olan büyük şirketler bün­
yesindeki birleşme eğilim idir. Lenin daha çok AEG örneği üzerinde dururken, Chand­
ler "GE” tarihinin ilk aşam aları konusunda çok daha ayrıntılı bir analiz yapm aktadır:

Birleşik D evletlerde modem sanayi yönetim inin gelişmesi açısından General Electric Com pany’i
y aratan birleşme, çeşitli sebeplerden ilk tröstlerden daha önemliydi. General Electric makine-
yapım cıları arasındaki ilk büyük ölçekli bütünleşme girişim iydi. Şirketin ürünleri ve üretim teknik­
leri, teknolojik açıdan o güne kadar gerçekleşenlerden çok daba ileri ve çok daba karm aşıktı.
General E lektric’de dış finansörler, daha önce herhangi bir Am erikan sanayi birleşmesinde ol­
duğundan çok daha önemli bir rol oynadılar. Bu nedenden dem iryolları deneyiminin etkisi, özellik­
le güçlüdür. Finansörler önemlidir çünkü elektrik sanayicileri, girişim lerini başlatm ak için sermaye
piyasalarına gitmek zorunda kalan dem iryolları şirketleriyle yak ın lığı bulunm ayan ilk Amerikan
sanayicileridir.
(Chandler, 1977, s. 426)

Elektrikte teknolojik gelişme diğer sanayilere göre daha karm aşık ve daha pahalı bir
süreçte ortaya çıkmıştır. Bunun için uzmanlaşmış araştırm a, tasarım ve geliştirme
bölümlerinin kurulm ası gerekm iştir. Yeni şirketler "ürünlerini büyük m iktarlarda sat­
m aya başlamadan önce, jeneratörler, elektrik santralları, lam balar ve elektrikli-m akine
ve aletlerden oluşan tümleşik bir sistem” kurm ak zorunda kalm ışlar (özellikle bkz.
Hughes, 1982); yerel elektrik üretim şirketlerine finansman sağlam ak için W all Street’e
(New York Borsası) başvurm uşlardır. Elihu Thomson, kısa sürede dem iryollarının
telgraf ve telefonun finansmanına katılm ış Boston kapitalistlerinin desteğini sağlarken,
Thomas Edison, 1878’den itibaren, Drexel, M organ & Company’den mali yardım al­
m aya başlam ıştır. General Electric, zaten kendileri de birleşm elerin sonucu oluşmuş
olan üç büyük şirketten ikisinin birleşmesi ile ortaya çıkmıştır.

92
Söz konusu birleşm eyi, Edison un ilk dönemdeki bazı geliştirm e faaliyetlerini de destekleyen ünlü
bir demiryolu finansörü olan H enry Villard gerçekleştirm iştir. Bu dönemde Villard, üç y ıl yaşad ığı
ve Berlin'deki güçlü Deutsche Bank ile önde gelen Alman elektrik malzemeleri üreticisi olan ve
Am erikan pazarına mal satm aya başlayan Siemens & H alske ile y ak ın ilişkiler geliştirdiği Alman­
y a ’dan Birleşik D evletler e yen i dönmüştü. Edison un biyografisini yazm ış olan M atthew Joseph-
son’a göre, o bir "dünya karteli" yaratm ayı planlıyordu.
(Chandler, 1977, p. 427)

Bir dünya karteli düşüncesi o kadar da uzak bir rüya değildi. Bu, pek çok sanayi
dalında kartelleşm eye doğru güçlü eğilim lerin var olduğu bir dönemdir. Elektrik
mühendisliği sanayisi, hiç olmazsa ikinci D ünya S av aşın a kadar hâkim durumda olan
şirketler arasındaki uluslararası patent anlaşm alarının önemli rol oynadığı bir sanayi
dalıydı. Piyasa paylaşm a anlaşm aları yaygın d ı ve büyük elektrik, telefon vb. hizmet üre­
tim şirketleri ile onların “ulusal” ağır teçhizat sağlayıcıları arasındaki ilişkileri tekelci
satın alma politikaları belirlem ekteydi. U luslararası piyasalarda GE ve Alman AEG
dünyayı sistemli bir biçimde paylaşm ışlardı. Lenin, dünyanın bu iki güçlü firma arasın­
da paylaşılm ış olmasının, süregelmekte olan eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak,
yeniden paylaşım y a da savaş ihtimalini ortadan kaldırm adığını söylemiştir. Alman­
y a ’nın Birinci D ünya Savaşı’nda yenilm esinin ardından, 1922’de söz konusu anlaşma
pazarlık masasına getirildiği zaman böyle bir yeniden paylaşm a gerçekten ortaya çık­
mıştır. Artık koşullar, AEG’nin 1920 yılın d a ihraç edilen yen i hisse senetlerinin % 25’ini
eline geçiren GE’nin daha da lehinedir.
Elektrikli teçhizat sanayisindeki yoğunlaşm a diğer sanayi dallarına göre daha güçlü
olmakla birlikte ekonomik sistemin tamamında bu tür eğilim ler vardı. D ünya çapında
bir ulaşım ve haberleşme ağının kurulmuş olması, firmaların artık sadece ihracatta
değil, hammadde sağlayıcılarıyla dikey bütünleşmeye, birçok değişik ülkedeki üretim
tesislerinin ve satış bayilerinin denetimi ve bu tür faaliyetlerin finansmanında, küresel
ölçekte faaliyet gösterebilecekleri anlam ına gelmekteydi. On dokuzuncu yü zyıl son­
larında, Lancashire tekstil şirketleri üretimde, sınırlı bir ölçek ekonomisinden ve yaygın
bir ekonomik dışsallıktan yararlanırken (2. Bölüm), yen i Amerikan sanayileri, küçük
şirketler için dışsal olan birçok fonksiyonu içselleştirm işlerdir. Çelik, petrol ve kim ya
sanayileri için önemli olan üretimde ölçek ekonomileri artık başka sanayi dalında ve
daha çok büyük piyasalar için geçerlidir. Ancak yeni yatırım ların finansmanı, hammad­
de temini, pazarlam a ağlarının kurulması, araştırma, tasarım ve geliştirme konularında
da ölçek ekonomileri aynı ölçüde y a da daha fazla önem kazanmıştır. Yüksek düzeyde
eğitilmiş ve uzmanlaşmış işgücünün birikim li avantajları, bu alanlarda, çok sayıda
profesyonel yöneticilik kademelerinde ortaya çıkm aktadır.

93
Ağır elektrikli teçhizat sanayisinde yoğunlaşm a, çok büyük şirketlerin kurulması
yönünde olmakla birlikte, bu eğilim elektrifikasyonun başka sanayi dallarında doğur­
duğu sonuçlarla dengelenmiştir. Yeni teknoloji ve bu yeni enerji kaynağı, keresteden
(hızar atelyeleri), çeşitli araçlar, elektrikli el aletleri ve diğer mekanik ürünlere kadar,
birbirinden çok farklı alanlarda, binlerce küçük ve orta ölçekli işletmenin (K O Bİ’ler)1,
gelişip yaygınlaşm asına olanak sağlamıştır. Bütün ülke elektriğe kavuşurken, bu ener­
jinin sağladığı esneklik, yen i sanayi bölgelerinin gelişmesine, bazı sanayilerin ülke
çapında dağılıp yaygınlaşm asına, tamamen yen i sanayilerin ortaya çıkm asına ve
bazılarının da biçim değiştirmesine yol açmıştır.
Daha önce de belirtildiği gibi, kent içi ulaşım, tram vayların elektrifikasyonuyla
yoğunlaşm a eğilimi kazanmıştır. Chandler (1977) Birleşik Devletlerde yüzyılın baş­
larında ortaya çıkan bu değişm eyi vurgulam aktadır. 1890 yılında, kent içi ulaşım da kul­
lanılan araçlardan %15’i elektrik enerjisi kullanırken 1904 yılın d a bu oran % 94’e çık­
mıştır. Bu sanayi dalında, birçok başka dalda olduğu gibi, yeni teknoloji, pahalı araç ve
gereçler, ileri teknoloji, karm aşık bakım ve onarım, ileri ve ayrıntılı muhasebe ve istatis­
tikle yen i eş eşgüdüm biçimleri ve siyasal düzenlemeler içerdiği için, beraberinde yöne­
tim tarzında bir devrim getirmiştir. Yeni ücretli ve tam zamanlı profesyonel yöneticiler
eski arabacıların veya atla çekilen tram vay sistemindeki belediye görevlilerinin yerini
almıştır.
Birleşik D evletler’de profesyonel bir yönetici sınıfının yükselişini uyaran sadece
büyük firmaların yapılarında ve yönetim biçiminde ortaya çıkan değişiklikler ve tek­
nolojik değişiklikler değil, aynı zamanda yöneticilik mesleği içinde ve eğitim sisteminde
gözlenen değişmelerdir. “TayloriznT’in gerçek önemi, “bilimsel iş yönetim i” kavramını
getirmiş olması değildir. Bu zaten o zaman da olanaksızdı, bugün de olanaksızdır. Tay-
lorizm’in, diğer yöntem ve modellerle birlikte başardığı, bir işletmeyi yönetm ek için var
olan eski yöntemlerin yerine, profesyonelleşmeye ve yönetimin çeşitli işlevlerinde uz­
m anlaşmaya dayalı —m aliyet muhasebesi, üretim mühendisliği, satış yönetimi ve (bazı
durum larda) tasarım ve geliştirme, personel, halkla ilişkiler, istihbarat y a da (General
Electric’de olduğu gibi) pazar araştırm ası gibi—sevk-i idare yoğun bir model mantığını
getirmiş olmasıdır. Yönetim “bürokrasisi” W eber'in sosyoloji ve iktisat bilimine getir­
diği kendine özgü katkıda yansıtıldığı gibi, Üçüncü Kondratieff dalgasındaki temel ör­
gütsel yeniliktir (Tablo 3.6).
Daniel Nelson’un (1980) yazdığı biyografisinden de açıkça anlaşılabileceği gibi T ay­
lor, sanayi deneyimi olan diğer makine mühendisleri gibi, kendisini yen i teknolojilerden
yararlanabilm ek için eski “yüklen icilik”11 sisteminde köklü değişiklikler yapılm ası
i (SM E s) "small and medium-sized enterprises”, küçük ve orta boy işletmeler, (K O Bİ’ler).
»"C ontractor” müteahhit yerin e yüklen ici, "sub-contractor” yerin e taşeron terim i kullanılm ıştır.

94
gereğini fark etmiş bir “profesyonel” ve bir “bilim adam ı” olarak görmektedir. Artan
sermaye yoğunluğuna bağlı olarak, yükselen sabit maliyetler, karlılık düzeyini yü k sel­
tebilmek veya sürdürebilm ek için, fiziki kapasitenin tamamının kullanılması, hammad­
de ve parça akımının iyi denetlenmesi baskısını artırm aktaydı. Bu arada, m üşteriye tek­
nik hizmet sağlayabilm ek için, satış bölümlerinde mühendislere ihtiyaç duyuluyordu.
Satışın, firmanın örgütlü profesyonel işlevlerinden biri haline gelmesi gerekm ekteydi.
Finansör Villard, General E lectric’i yeniden örgütlediği zaman, her biri montaj, bakım
ve satış işlerinden sorumlu olan satış elem anlarını ve mühendisleri yönetm ek ve denet­
lemek olan birer müdür tarafından yönetilen yed i bölge ofisinden oluşan bir satış gücü
kurmuştur, ikinci Kondratieff’den Üçüncüsüne geçiş sürecinin temel belirleyici özelliği
yönetim örgütlenmesi ve şirket yapısı konusundaki ısrarlı arayışlardır. Bunlar da en az,
birlikte yayıld ıkları ve karşılıklı etkileştikleri yen i teknolojiler kadar önemlidir. W eber
“bürokratik” yönetimin bazı olumsuz niteliklerinin yan ı sıra, ilerici olumlu yanlarını
gören Alman sosyologlarının önde gelen bir temsilcisidir.
Taylor’un fikirleri 1890’lardan itibaren önce Birleşik Devletler'de daha sonra dünya
çapında etkili olmakla birlikte, hiçbir firma aşırı uzmanlaşma görüşünü ve “tüm iktidar
planlam a bölümüne”1idealini tam anlamı ile uygulam am ıştır; fikirlerinin sadece bir kıs­
mı alınmıştır. Chandler (1977, s. 276) Taylor'un "getirdiği temel kavram ların pek çoğu
Am erika’da modern fabrikaların örgütlenmesine önemli katkıda bulunm uştur”, şeklin­
deki gözleminden sonra şunları eklemektedir:

Yeni yüzyılın ilk yılların da birçok fabrika, Emerson, Taylor, Towne ve Am erikan M akine M ühen­
disleri D erneğinin diğer faal üyeleri tarafından belirlenen doğrultuda örgütlenm iştir. Sözleşme sis­
temi ortadan kaldırılm ış, kazanç paylaşım ı yöntem i ve teşvik planları uygulam aya konmuş, sipariş­
lere y a da makbuz sistemine dayalı m aliyet muhasebesi uygulam aları başlam ış, zaman ve hareket
analizleri yapılm ış; yo l, hat, m aliyet ve teftiş sorumluları istihdam edilerek yönetim e bağlı kadrolar
genişletilm iştir.
(Chandler, 1977, p. 277)

1880’lerde ve 1890’larda ortaya çıkan firma örgütlenmesinde değişiklikleri ve or­


taya çıkan “örgütlenmenin en iyi uygulam a biçim lerini” aşağıda özetliyoruz:
1. Üretimde, teknolojide, piyasalarda, finansmanda ve yönetimde giderek büyüyen öl­
çeğe ve karm aşıklaşm aya bağlı olarak, temel yönetim işlevlerinde profesyonelleşme
ve uzmanlaşma. Carnegie, bu değişimin öncülerinden biridir.
2. içsel taşeronluk sisteminin ortadan kalkm ası ve yerine çeşitli yeni yönetim ve
muhasebe sistemleri kullanan, denetimde ve yönetimde profesyonel bir bürokrasinin
getirilm esi. Profesyonel iş yönetim bürokrasisinin kurulması.
i Lenin’in ünlü “tüm iktidar sovyetlere” em rini hatırlatıyor.

95
3. Yeni büro makineleri ve haberleşme sistemleri (daktilo makineleri, telefon, telgraf,
vb.) kullanılarak bilgi, muhasebe ve yönetim işlemlerinin standartlaştırılm ası ve
şubelerin, işletmelerin, fabrikaların ve satış örgütlerinin merkeze bağlanması.
Yönetimle ve örgütlenmeyle ilgili bu yeniliklerle teknolojik yeniliklerin yaygın laş­
ması ve Üçüncü K ondratieffin sistem özellikleri —elektrik enerjisi, iletişim, hassas
makineler ve çelik yoğun ürünler, üretim yöntem leri ve yap ıları—karşılıklı etkileşim
içindedir. General Electric gibi şirketler özellikle A BD ’nin koşullarına uyan yen i tip
kapitalist kuruluşlardır. Bu tür şirketler, bir önceki sanayi önderi Ingiltere yavaşlarken,
ABD ekonomisinin hızlı büyümesini sağlam ışlardır.
On dokuzuncu yüzyılın son yıllarında, elektrik ve kim ya şirketlerinde uzmanlaşmış
araştırm a ve geliştirm e bölümlerinin ortaya çıkışı, sürdürmekte olduğumuz analizin
bakış açısından, olağanüstü önemlidir. Bilim ve sanayi arasındaki ilişkiler, Sanayi Dev­
rimi sırasında da önemli olmakla birlikte, tesadüfi, dolaylı ve sistemsizdi. Profesyonel­
leşmiş A&G bölümü, ulusal ve uluslararası bilim ve teknolojide ortaya çıkan önemli yeni
fikirlerin şirkete katkıda bulunabilmesi için düzenli bir giriş noktası sağlam ıştır. Özel­
likle, yeni büyük elektrik şirketleri, güçlü A&G faaliyetleri sürdürm ekteydiler. Schum­
peter (1939) bunun dev bir şirkette (kendi verdiği anlam da) girişim cilik fonk­
siyonunun, A&G bölümü yöneticisi tarafından yerine getirilebileceği anlam ına geldiğini
işaret etmiştir. Şirket içi profesyonel A&G bölümünün gelişmesi, kim ya ve petrol
sanayilerinde de aynı derecede önemlidir; bunu 4. Bölüm’de daha ayrıntılı olarak in­
celeyeceğiz.

96
4. Bölüm

Petrol ve Kimya Sanayilerinde Proses Yenilikleri

Bölüm'de bazı temel teknolojik yeniliklerin çelik ve elektrik sanayilerinin çok

3 hızlı büyüme süreci ile nasıl ilişkili olduğunu göstermiştik. Amerikan şirketle-
• ri bu sanayilerde yen i teknolojileri geliştirm ek ve kullanm ak için zengin doğal
kaynakların ve büyük bir piyasanın sağladığı avantajdan yararlanabilm işlerdir. Ameri­
kan şirketleri özellikle yen i üretim ve pazarlam a tekniklerini daha da ileri götürerek, öz­
gün yeniliklerin pek çoğunun ve bunlarla ilgili bilimsel çalışm aların büyük bölümünün
Avrupa’da gerçekleşmiş olmasına rağmen, birçok sanayi dalında dünya lideri olmuşlar­
dır. Yeni dev şirketlerin doğuşu sadece çelik ve elektrik ürünleri üretimi ile sınırlı kal­
mamıştır. Başka maddeler, özellikle petrol ve kim yasallar konusunda da benzer geliş­
meler olmuştur. Bu sektörlerde hem Birleşik Devletlerde hem de A vrupa’da dev şirket­
ler ortaya çıkmıştır.
Çelik sanayisinde, ürün ve üretim teknolojileri konusundaki yen iliklerd e Avrupa
firm aları liderlik yapm ışken, Am erikan şirketleri temelde çeliğin uygulam aları konu­
sunda m ükem elleşm işlerdir. Buna karşılık, üretim yöntem leri ile ilgili yen iliklerde
Am erikan şirketleri daha başlangıçtan günümüze petrol sektöründeki yen iliklerde
egemen olm uşlardır. Bunun nedeni, kısmen A m erika’da petrolün erken bir dönemde,
1850’lerden sonra y e rli bir y a k ıt olarak keşfedilm esidir. Ancak nedenler arasında, ra­
finerilerde bir dizi petrol türevi üretebilm ek için, petrolün “parçalanm ası” konusun­

97
daki teknik b ilgi1 birikim i de bulunm aktadır. Am erikan şirketleri bir dizi erken y e n i­
liğin bir sonucu olarak petrol rafinerilerinin tasarım ve inşaatında hâlâ hâkim durum ­
dadırlar.
Bu bölümde, önce on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllard a kim ya ve petrol sanayile­
rinde üretim teknolojisi ile ilgili yeniliklerdeki temel eğilim leri özetleyeceğiz. D aha son­
ra, 1870’den b u ya n a Alman kim ya sanayisinde şirket içi A&G’nin gelişmesini ve bu ge­
lişmenin üretim biçimlerini nasıl etkilediğini tahlil edeceğiz. Ardından benzer bir çö­
zümlemeyi Amerikan petrol sanayisi için yapacağız. Bütün bu örnekler, 1970'lerde ba­
zı ters eğilim ler ortaya çıkana kadar üretim teknolojileri ile ilgili araştırm a faaliyetleri­
nin artan m aliyetlerini ortaya koyacaktır. Bölümün sonunda, üretim teknolojileri ile il­
gili geliştirm e çalışmalarının karm aşıklığı ve muazzam m aliyeti ile ilgili eğilimin zirveye
ulaştığı nükleer enerjiyi de kısaca tartışacağız.

4.1 Kesikli Üretimden Akış Süreçlerine11


Kimya sanayisi, yüzyıldan uzun bir süredir yüksek verim lilik artışından yararlan ­
maktadır. Bu sanayideki en önemli genel üretim tekniği değişikliği, kesikli üretimden
akış üretim sürecine geçiş olmuştur. Bu geçiş, tesis inşaatında ve hammadde taşım asın­
da gözlenen yü ksek emek m aliyetlerinde önemli m iktarda ölçek ekonomisi sağlamıştır.
Sürekli üretim teknikleri, sürekliliği olmayan kesikli üretim biçimine göre, ana kim ya
maddelerinin birim üretim m aliyetlerinde büyük düşmelere neden olduğu gibi, serm a­
ye, enerji ve hammadde m aliyetlerini de etkilemiştir. Aynı zamanda üretim teknolojile­
rindeki sürekli geliştirm eler daha yü ksek kaliteli ve daha homojen ürünlere yo l açmış­
tır. Bu tasarruflara ilişkin bir örnek, 1914 yılından önce ABD rafinerilerinde işlenen
100 varil petrol için gereken üretim girdilerini, 1940’ların ilk akışkan katalitik parçala­
ma prosesleriyle sonra da 1950’lerdeki geliştirilm iş sistemlerle karşılaştıran Tablo 4.1'de
y e r alm aktadır. Ilk Burton prosesi biriminin günlük üretim kapasitesi yaklaşık doksan
varil psd1 iken, ilk sürekli akış tesislerinde 13.000 daha sonraki geliştirilm iş tesislerde
36.000 varile çıkmıştır.
En yüksek tasarruf (% 98’in üzerinde) emek maliyetinde ortaya çıkm akla birlikte
sermaye ve enerji maliyetlerinde gözlenen %80’nin ve nihai ürün başına hammadde ma­
liyetlerinde gözlenen %50’nin üzerindeki tasarruflar da, aynı ölçüde çarpıcıdır. Ekono-
i "Technical know-how” terimini patentli v eya patentsiz am a genelde firm aların elindeki patensiz veya patentlenemeyen
bilgi birikim i olarak tanım layabiliriz.
ii "Batch process” kesikli üretim diye çevirdiğim iz bu kavram , belli bir m iktardaki homojen bir mal üretim ini; "flow”y a
da "continuous process” ise homojen bir m alın kesintisiz, 2A saat esasından "kesiksiz” üretim ini kasteder; akış süreci veya
prosesi de denebilir. Örneğin, çeşitli kim ya m addelerini veya bir kim yasalın bazı türevlerini verilen m iktarlarda kesikli
biçimde üretm enin karşısında, benzin v eya PV C gibi bir m addeyi sürekli üretm ek, sürekli üretim süreci y a da prosesidir;
burada proses "işle(n)m e”y an i üretim süreci anlam ında olduğu için yerin e göre proses, üretim tekniği/teknolojisi terim ­
leri kullanılm ıştır. Bu üretim süreçleriyle "seçilebilir, ay n p arçaların ” (= discreet) hızlı ve sürekli üretim ine dayanan "kit­
le üretim ” süreçleri farkına ilerde değinilecektir.

98
Tablo 4 .1 Burton Prosesi ve Akışkan K atalitik Parçalam a
Prosesinin Verim lilik Açısından K arşılaştırılm ası

Üretim G irdileri Üretilen 100 galon benzin başına girdi m iktarı

A kışkan Proses A kışkan Proses


Burton Prosesi ilk kuruluşlar sonraki kuruluşlar

Hammadde (galon) 396.0 238.0 170.0


Serm aye ($, 1939 fiyatları) 3.6 0.82 0.52
Kullanılan em ek (adam saat) 1.61 0.09 0.02
Enerji (milyon BTU)® 8.4 3.2 1.1

® BTU British Therm al Unit


K a yn a k : E n os (1962a, s. 224).

mide verim liliğin yükselm esi için bu tür teknolojik gelişm eler esastır. Sürekli üretim
tekniklerine geçilmesini, on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllard a ortaya çıkan altı önem­
li gelişme kolaylaştırm ıştır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
1. Soda, amonyak, klor, sülfürik asit, etilen ve propilen gibi temel kim yasal maddeler
piyasalarındaki müthiş büyüme. Bu "yapı taşları” çok çeşitli kim yasal maddelerin
üretiminde ara girdi olmanın yan ı sıra kim ya sanayisinin dışındaki sanayi üretimin­
de de birçok kullanım alanı bulm aktadır.
2. Organik kimyasal maddeler üretiminde temel hammaddelerin kömür türevlerinden
petrol ve doğal gaza kaym ası. Bu değişim sürekli proseslerin gelişmesini ve kim ya­
sal kom plekslerin1 petrol rafinerilerine bağlanm asına yol açmıştır.
3. Elektriğin bir enerji kaynağı olarak giderek daha fazla kullanılm asıyla elektro termal
ve elektrolitik proseslerin gelişmesi. Faraday, tuzun elektrolizi ile ilgili tanıtım göste­
risini 1833 yılında gerçekleştirmiş olmakla birlikte büyük ölçekli proseslerin gerçek­
leştirilmesi için gerekli ucuz ve bol enerji ancak yüzyılın sonunda sağlanabilmiştir.
4. Tesis inşaat malzemeleri ile pompalar, kompresörler, filtreler ve basınç kapları gibi ele­
manlarındaki geliştirmeler. Bunlar hem büyük ölçekli proseslerin gerçekleşmesi hem de
yüksek basınç ve aşırı ısı gibi zor işletme şartlarına uyum sağlanabilmesi için zaruriydi.
5. Laboratuvar analizleri ve testlerinin yan ı sıra akım proseslerinin de izlenmesi ve de­
netlenebilmesi için gerekli yen i enstrüm anların gelişmesi.
6. Temel bilimsel bilginin üretim proseslerine uyarlanm ası ve yen i bir kim ya mühendis­
liği disiplininin gelişmesi. Kesikli üretim biçimi tamamen deneysel bilgiye ve makine
mühendisliği bilgilerine dayalı iken yen i akım proseslerinin tasarım ı fiziko kim ya ile
ilgiliydi.
Bütün bu eğilim ler firma içi profesyonel sanayi A&G birim lerinin büyümesini kolay­
laştırırken, A&G’nin gelişmesi de bu eğilim leri kamçılamıştır.

i "Chemical complexes" birbiriyle teknolojik ilişkisi olan birçok kim yasal ürün tesisini bir arada ve bir m ekanda tutan
çok geniş üretim tesisleri grubu.

99
Bu bölümde önce, on dokuzuncu yüzyılın tipik kim yasal prosesleriyle bunların icat
ve geliştirilm esinde mucit-girişimcilerin rolü özetlenecektir. Bu özet ister istemez olduk­
ça eksiktir ve tek amacı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısın d a Alman kim ya sanayisin­
de ve yirm inci yüzyılın başlarında Amerikan petrol rafineri sanayisinde ortaya çıkan y e ­
ni üretim teknolojisi biçimlerine bir arka plan oluşturmaktır. D aha sonra üretim proses­
leri tasarım mühendisliği ve müteahhitliği sanayisi ile bunun kim ya ve petrol şirketle­
riyle ilişkileri tartışılacaktır. Büyük işletmelerin tasarımı prosesi, yüzlerce mühendis ve
teknik ressamın aylarca bir tek tasarım üzerinde çalışmasını gerekli kılacak bir karm a­
şıklık düzeyine ulaşmıştır. Bu durum bölümün son kesimlerinde tartışılacağı gibi, nük­
leer reaktörlerin tasarımı ve geliştirilm esi sürecinde en aşırı uca ulaşm aktadır. Bilgisa­
y a r destekli tasarım (CAD) süreçlerinin kullanılm aya başlanm ası (bkz. 7. Bölüm) tasa­
rım konusundaki bu zorlukları bir m iktar azaltmıştır.

4.2 On Dokuzuncu Yüzyılda Proses Yenilikleri2


Erken on dokuzuncu yüzyılın tipik tesisleri Leblanc soda ve sülfürik asit prosesle­
riydi; kim ya sanayisi için de genellikle “A lkali işi” (= alkali trades) terimi kullanılm ak­
taydı. Orleans D ükü’nün eski hekimi olan Leblanc prosesini, (Fransız) Bilimler Akade-
misi’nin ortaya koyduğu ödülü kazanm ak için 1784-89 y ılları arasında Dükün m alika­
nesinde deneme yanılm a yöntem i ile yap tığı deneyler sonucu geliştirm iştir. Ödülü ka­
zandığı ve 1791 yılın d a bir de patentle ödüllendirildiği halde çok talihsiz bir mucit-
girişim cidir. Patronu Dük giyotine gönderilmiş, kendisinin St. Deniş’deki fabrikasına el
konulmuştur. Kamu Güvenliği Komitesi1 patentinin geri alınmasını ve prosesiyle ilgili
tüm teknik bilgilerin yayım lanm asını emretmiştir. Fabrikası 1801 yılınd a iade edildiği
halde intihar etmiştir. Bununla birlikte Leblanc prosesi, Avrupa kim ya sanayisine bir
yü zyıl egemen olmuştur.
Sülfürik asit gibi, buna bağlı proseslerin bazıları akış sistemleri olmakla birlikte,
Leblanc sisteminin esası kömür ocaklarında bir ölçek sodyum sülfat ile bir ölçek kalsi­
yum karbonat (tebeşir) ve yarım ölçek kömürün karıştırılm asıyla elde edilen kesikli
üretimdir. Bu daha sonra sülfürik asitin fırında tuzla reaksiyona tabi tutularak, çökelti
ham tuza (sodyum sülfat) dönüştürüldüğü kesikli üretimin temelidir. Emek, hammad­
de ve y a k ıt maliyetleri henüz çok ağır olm akla birlikte, prosesin geliştirilm esiyle on do­
kuzuncu yüzyılın ilk yarısın d a alkali fiyatlarında önemli düşüşler sağlanmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısınd a kim ya sanayinin kapsam ını bütünüyle de­
ğiştiren Leblanc sistemi ve ona benzer birçok proses de, genellikle bağımsız mucit veya
mucit-girişim cilerin eseridir. İcat ettikleri y a da icat edilmelerine yardım cı oldukları
i"Kamu G üvenliği Komitesi" Fransız Devrimi sırasında yönetim i elinde tutan devrim cilerden oluşm aktadır; ünlü bilim­
ci Lavoisier'i de asil olduğu için Giyotin e gönderen bu Komite dir.

100
üretim yöntem lerini uygulam ak ve geliştirm ek için firm alar kuran on dokuzuncu yü zyıl
mucit-girişimcileri arasında şunlar sayılabilir: isveçli Alfred Nobel (dinamit ve diğer ba­
zı patlayıcı maddeler), Fransız Brins kardeşler (sanayi oksijeni), Ingiliz kim yager W .H .
Perkin (anilin boyalar) ve Jo h n Bennett Lawes (süperfosfatlar ve diğer kim yasal güb­
reler), Alman Linde (sıvı hava damıtması), Kanadalı T. L. W illson (kalsiyum karbürün
elektrotermal üretimi), Am erikalı Castner ve Dow (sanayi elektrolizi ve Belçikalı Er­
nest Solvay (amonyak, soda) ve bütün bunların yan ı sıra ilk plastik maddelere öncülük
yapan ve gelecek bölümde çalışm alarına atıfta bulunacağımız Parkes, H yatt, Spitteler,
Chardonnet ve Baekeland gibi kişiler.
Bu kişilerin tamamı kim yagerdi ve uzun y ılla r kendi hesaplarına ve (hem bedesel3
hem de finansal açıdan) hatırı sayılır kişisel riskler alarak araştırm a yapm ış olmalarına
rağmen deneyleri nispeten küçük çaplıydı ve kullandıkları düzenekler de çok pahalı de­
ğildi. Hepsi patentlere büyük önem verm işlerdir (Nobel öldüğünde 350 patent sahibi
idi); çoğu başka ülkelerdeki üretimin y a lisans anlaşm aları altında y a da kendilerine
bağlı firm alar aracılığı ile yapılm asını sağlayacak patent hakları edinmede başarılı ol­
muşlardır. Bu dönemde kurulm uş olan başarılı şirketler, ister (ICI, IG Farben’in Nobel
bölümleri y a da Ingiliz Oksijen Şirketi gibi) daha büyük gruplara katılsınlar, ister
(Dow, Solvay, Linde gibi) bağımsız şirketler olarak devam etsinler yirm inci yü zyıl kim­
y a sanayinin önemli parçalarını oluşturm uşlardır. A BD ’de Nobel lisansının sahibi Du
Pont’tur; Solvay lisansının sahibi İngiltere’de Brunner Mond; A BD ’de ise daha sonra
Allied Chemical ve D ye’a katılacak olan, Solvay Process Corporation’dır.
Leblanc sisteminin yerini ilk alanlar arasında en önemlisi Solvay prosesidir ve belki
de, modern ağır kim ya sanayisinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bir ürünün y a da
bir üretim yönteminin yo k olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu durumların çoğun­
da olduğu gibi, Leblanc prosesi de 1860’lar ve 1870’lerde birçok kez geliştirilmiştir4; 1887
gibi geç bir tarihte, kükürdü kazanmak için ortaya konan Chance prosesi de çok başarı­
lı olmuştur (Chance prosesinin M ond’un yönteminin başarısız olduğu bir yerde başarı
kazanmasının nedeni karbonik asit pompalarında gerçekleştirilen iyileştirm elerdir.).
Proseslerdeki bu iyileştirm elerin çoğu, Cheshire ve Güney Lancashire’daki Leblanc
fabrikalarında ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışan Ingiliz mühendis ve kim yacıları
tarafından gerçekleştirilm iştir. Ingiltere 1830’lardan 1880’lere kadar Leblanc alkali
sanayisinin ana merkezidir; Alm anya ve Birleşik Devletlere başarıyla ihracat yapm ak­
tadır. Ancak Leblanc sisteminde yapılan geliştirm eler, Solvay prosesinin teknik üstün­
lüğünü ortadan kaldırm ak için yeterli değildi ve 1890 y ılı geldiğinde, Kıta A vrupası’nda
ve yen i kurulm akta olan Amerikan sanayisinde soda üretiminin çok büyük kısmı Sol­
vay yöntem i ile yapılm aya başlanmıştır. Leblanc prosesi sadece Ingiltere’de varlığını

101
sürdürüyordu; Solvay prosesinin ilk y u rt dışı lisanslarından biri ile kurulan Mond tesis­
lerine rağmen, bu ülkede 1890’da bile toplam üretimin üçte ikisi bu yöntem ile gerçek-
leştirilm ekteydi.

4. 3 Almanya'da Yeni Proses Biçimlerinin Gelişmesi5


Alman ve Amerikan sanayileri Leblanc teknolojisine önemli ölçüde yatırım yapm a­
dıkları için yeni tekniklere uyum sağlam a konusunda güçlüklerle karşılaşm adılar. Al­
man sanayisidaha 1870’lerde yeni ürün ve üretim teknolojilerinin geliştirilm esinde ön­
cülük edecek firma içi A&G bölümü modelini yerleştirm işti. Bayer, Hoechst ve BASF
(Badische Anilin und Soda Fabrik) dünyada kendi profesyonel A&G laboratuvarlarım
örgütleyen ilk firm alar arasındadır. Bireysel m ucit-girişim ciler on dokuzuncu yüzyılın
önemli üretim tekniği yeniliklerini gerçekleştirm iş olm akla birlikte, yüzyılın sonuna ge­
lindiğinde, akış prosesleri konusundaki deneyler için gereken ölçek, bunları dahi bir
kimyacının, çok büyük bir kişisel serveti yo ksa y a da büyük bir kim ya şirketi tarafın­
dan desteklenmiyorsa, birey olarak gerçekleştirem iyeceği noktalara ulaşmıştır.
Bu yeni model kendisini ilk önce boyar madde sanayisinde göstermiştir. İlk sentetik
boyar maddelerin bazısı İngiltere’deki m ucit-girişim ciler tarafından icat edilmiş olmak­
la birlikte, yüzyılın sonu geldiğinde önderlik işi tamamen Alman sanayisine geçmiştir.
Sentetik “mor”1, 1856 yılında, 19 yaşın daki kim ya öğrencisi W . H. Perkin tarafından
bulunmuş ve Perkin, iki y ıl içinde ailesinin yardım ıyla, kömür katranı temelinde, anilin
boyalar üretmek için bir fabrika kurm uştur. Bunu bir dizi başka anilin boyalar izlemiş,
alizarin11 boyalarda Perkin, Patent Bürosu’nda sadece bir gün farkla, BASF tarafından
geçilm iştir. Bununla birlikte, patentin dışında alternatif bir yo l bulan Perkin, 1869 y ı­
lında alizarin boyaların üretimine başlamıştır. Hem BASF hem de Hoechst işe anilin
boyaların üretimi ile başlam ışlardır ve B A SF ’ın ana dağıtım şirketi olan Rudolph Knos-
pe, 1859'dan itibaren Perkin’in anilin morunun satış hakkına, başkasına verilmeme ko­
şuluyla111 sahip olmuştur.
O dönemde kim ya eğitimini A lm anya’da almış bazı önemli kim yacılar Ingiliz sana­
yisi için çalışm akta iken yen i kurulan Alman boya sanayisinin başarıları üzerine geri
dönmeye başlam ıştır: İngiltere’de başarılı bir mucit olan Caro, 1868 yılın d a B A SF’ın
baş kim yageri olmuş ve Perkin’den önce alizarin boyaların üretimini başlatmıştır.
B A SF’ın 1864 yılınd a kuruluşundan itibaren uyguladığı politikanın dikkate değer
iki özelliği, ara ve nihai kim yasal maddeler üretiminin entegrasyonu ile fabrika, alet dü­
zenek üretimi ve tam iratı konusunda kapasite yaratm a çabasıdır. Caro, Alman Kimya-

i “m auve”, anilinden yap ılan soluk mor boya.


ii Türkçesi, eliceri, kırm ızı kök boyanın kim yasal üretimi.
iii “E xclusive” eski deyim le “m ünhasır” satış hakkı.

102
gerler Enstitüsü nün (VD C) oluşumunda önemli bir rol oynam akla kalmamış, Alman
M ühendisler Enstitüsü’nün (VDI) kuruluşuna da önderlik etmiştir. Böylece BASF, bi­
reysel yetenekten daha fazla şeylere gerek gösteren ve araştırm acı bilim adam ları ile uz­
man teknisyenler arasında sürekli işbirliğine dayanan yeni kim yasal proseslerin gelişti­
rilmesi konusunda katkı yapabilecek bir durum a gelmiştir. Karlsruhe Technische
Hochschule’de Kimyasal Teknoloji Bölümü’nün kurulm ası ve Alman üniversitelerinin
yü ksek sayıda kimyacı mezun etmeye devam etmesi, Alman kim ya sanayisinin ürün ve
üretim yöntem i konusunda yenilik yapm a yeteneği olan nitelikli personel istihdam etme
çabalarını kolaylaştırm ıştır. BASF, Hoechst ve Bayer, üniversitelerdeki araştırm alarla
sıkı bir yakın lık içinde olmayı kendi işleri olarak kabul edilen kim yacılar tarafından yö ­
netilmekteydi. Kekule’nin benzen molekülü ile ilgili çalışm aları, Alman boya sanayisinin
1870’le 1910 arasında olağanüstü bir hızla gelişmesine olanak sağlayan kömür katranı
kim yası konusundaki pek çok önemli gelişmeye teorik temel sağlam ıştır. Alm anya dün­
y a boyar madde üretiminin, 1880’de üçte birini, patenti alınmış 15.000 değişik türde bo­
y a malzemesinin var olduğu 1900 yılın d a ise beşte dördünü gerçekleştirm iştir.
İlk dönemde önde gelen üç Alman şirketi arasında ciddi boyutlarda rekabet vardır.
Hepsi anilin boyaların yan ı sıra alizarin boyalar da üretm ektedir ve hepsi çivit (= indi-
go) sentezi konusunda gayret göstermektedir. Ancak BASF, fiyat rekabetini sınırlayan
yeni 1877 Patent Y asası’nın formülasyonuna katkıda bulunmuş, daha sonra kendi ara­
larında piyasalar için oluşturulan gayri resmi anlayış, 1904 yılından başlayarak boya pa­
zarlamasının IG (Interessengemeinschaft) aracılığıyla yapılm asını sağlayan bir işbirliği
anlaşm asıyla resmi hale gelmiştir.
Çivitin sentezi, üretim yöntem lerinde sistematik bilimle ilgili yeni süreç geliştirm ele­
rinin önemini gösteren iyi bir örnektir. Çivit sentezi konusunda ilk öncülüğü 1870’ler-
de B ayer yapm ış ancak başarısız olmuştur. 1880’de M ünih Üniversitesi nde Liebig’in
yerini almış olan Profesör Baeyer, laboratuvar ortamında ilk kez sentetik çivit üretmiş,
bunu bütün bir seri çivit boyaları izlemiştir. Profesör Baeyer bu başarısından dolayı
Nobel ödülü almıştır. Hem Hoechst hem BASF, B aeyer’in çalışm asına dayalı ortak pa­
tentler alm ışlardır. Ancak B aeyer’in kullandığı başlangıç malzemesinin değeri doğal bo­
yanın fiyatını çok aşmıştır. BASF sentetik ürünü pazarlam aya teşebbüs etmiş ancak ge­
ri çekilmek zorunda kalm ıştır. Profesör Baeyer, 1882’de yen i bir sentez bulmuş fakat
sekiz yıllık çalışma yine ortaya ekonomik bir proses çıkaram am ıştır. Kari Heumann,
1890’da, Zürih Politeknik’te bu kez daha başka bir sentez bulmuş ve patenti yine hem
BASF hem de Hoechst tarafından alınm ıştır. Ancak gelişmeler, söz konusu prosesin
teknolojik olarak yapılab ilir olduğu halde ekonomik olmadığını bir kez daha ortaya
koymuştur.

103
Y ıllar süren ek çalışmalardan sonra, sonunda BASF, kısmen o zamanlar çok pahalı
bir madde olan naftalinin oksidasyonu konusundaki çalışm alar sırasında ortaya çıkan bir
kaza sonucu başarıya ulaşmıştır. Bir termometre kazayla kırılm ış ve içindeki cıva reak­
siyon kabının içine akmıştır. Böylece cıvanın ideal bir katalizör olduğu ortaya çıkmıştır.
Hoechst geride kalmış olm akla beraber, D egussa ile işbirliğinin sonucu eski duru­
munu yeniden elde etme olanağına kavuşmuştur. Daha önce her biri ayrı prosesle de­
neyler yapan dört ayrı pilot tesis vardı. Bu deneyler D egussa prosesinin kesin üstünlü­
ğünü ortaya koymuş ve bu proses yirm inci yüzyılın ilk yılların d a Hoechst'in üretimine
egemen olmuştur. 1880’le 1997 arasındaki çivit sentezi konusunda A&G harcam aları­
nın toplamı 20 milyon D M ’den fazladır. BASF ve Hoechst’de büyük çaplı ve ekonomik
prosesler başarı ile geliştirildikten sonra, doğal çivit boyalarla kıyasıya bir fiyat rekabe­
ti başlamış ve H indistan’ın ihracatı 1895’deki 187.000 tonluk hacimden, 1913’de 11.000
tona düşmüştür. Doğal maddenin fiyatı ise aynı dönemde kilo başına 11 D M ’dan 6.50
DM a inmiştir.
Y üzyılın sonunda dünya üretiminin %80’inden fazlasını gerçekleştiren Alman ve İs­
viçre kim ya şirketleri teknik ve piyasa üstünlüklerini kanıtlam ışlardı. En büyük İsviç­
re şirketi olan CIBA, araştırm a konusunda B A SF ’ın yan ı sıra diğer İsviçre şirketleri
Geigy ve Sandoz’la sıkı ilişki içinde temel kim yasal maddelerle ara m allarını Alman­
y a ’dan ithal etmektedirler. İsviçre şirketleri araştırm a ürünü olan yü ksek kaliteli boya­
lar ve ilaçlar üzerinde yoğunlaşm ışlardır; 1900 yılın d a üretim lerinin %93’ünü ihraç et­
mektedirler.
Firma içi proses geliştirme kapasitesinin önemi (ister plastik, ister yeni boyalar y a da
ilaçlar olsun) sadece yeni ürünlerin ticari bir biçimde ortaya çıkarılm asında değil, eski
ve yerleşik temel kim yasal maddelerin üretiminde de açıkça belirgindir. 1880’lerde,
BASF sülfürik asit üretiminde, bugün de üretimin büyük bir kısm ında temel teknik
olan “değm e” (= contact) prosesini uygulam aya başlamıştır. Söz konusu proses, W il­
helm O stwald’in Leipzig’de, fiziksel kim ya alanında gerçekleştirm iş olduğu temel çalış­
m alara dayalı olmakla birlikte, kükürt triokside dönüştürülmesi için katalizörlerle ger­
çekleştirilen yoğun sanayi deneyleri sonunda ortaya çıkarılabilm iştir. BASF, bu yönte­
mi sır olarak saklam aya çalışmış, ancak 1895’de bir çalışanının “ihanetine uğram ıştır”.
1901 yılın d a patentler alınırken taklitleri önlemek için artık çok geçti. Ancak, U S Ge­
neral Chemical Company, ABD ’de değme yöntem iyle üretim yap acak ilk fabrikayı
1906 yılın d a kurarken B A SF ’dan lisans almanın hâlâ değeri olduğunu düşünmüştür.
Kimya sanayisinde genelde patentler kadar proseslerle ile ilgili olarak firm ada birikmiş
teknik bilgiler ve deneyim ler yan i know-how'da büyük önem taşım aktadır.

104
Ancak, temel kim ya ile güçlü proses mühendisliği kapasitesi arasındaki başarılı evli­
liğin belki de en görkemli örneği, sentetik azotlu gübre üretmek için Haber-Bosch pro­
sesinin geliştirilm esidir. Daha 1900'den önce BA SF değişik proseslerle ilgili çeşitli de­
neyler yapm aktaydı, ancak 40 yaşın daki Fritz Haber 1908 yılın d a Karlsruhe Technisc-
he Hochschule’de bir katalizör katkısıyla çok yüksek basınç ve ısıda azot ve hidrojen
reaksiyonuyla am onyak sentezini gerçekleştirm iştir.
BASF, prosesini geliştirm esi için H aber ile bir anlaşm a yap tı ve Cari Bosch önderli­
ğinde güçlü bir geliştirme grubu ticari üretim için gerekli olan basınç kaplarını ve
kompresörleri 1913 yılın d a tasarlayıp imal etmeyi başardı. Bu arada katalizörün geliş­
tirilmesi ve ucuzlatılması da gerçekleştirildi. Elde edilen başarının büyüklüğünü göster­
mek için Brunner M ond’un, prosesi taklit edebilmek için Birinci D ünya Savaşı’ndan
önceki çeşitli başarısız teşebbüslerinden ve 1919 yılın d a B A SF’ın O ppau’daki fabrika­
sını ziyaretinin ardından, yed i y ıl uğraştığını söyleyebiliriz (1919’dan 1926ya kadar).
Prosesi taklit edebilme çabası Fransa ve ABD ’deki kim ya şirketleri için de yaklaşık aynı
süreyi almıştır. Ancak M ontecatini’de Fauser, çok daha yü ksek dönüştürme hızı olan
daha gelişkin bir prosesi, 1925 yılınd a ortaya koym ayı başarm ıştır.
İlk fabrikanın yıllık üretim kapasitesi sadece 10.000 ton olduğu halde Alm anya’da
savaş sırasında başka fabrikalar da kurulm uştur. BASF prosesi tasarlam ak ve geliştir­
mekle kalmamış, LimburgerhoPda 1914 yılın d a bir tarım deneme istasyonu kurmuştur.
Bu istasyonun ve B A SF ’ın oluşturduğu çok sayıdaki tarım danışma merkezinin çalış­
maları Alm anya’nın sürdürülen abluka sonucu, Şili nitratının1 kesilmesinin ortaya çı­
kardığı olumsuz etkilerden kurtulm asını ve Alman tarım ında y a p a y gübrelerin çok bü­
yü k bir hızla tanıtılmasını ve yayılm asını sağlamıştır.
Haber-Bosch prosesinin başarısı başka önemli sonuçların da ortaya çıkm asına neden
olmuştur. Bu gelişme B A SF’ı ve genel olarak Alman kim ya sanayisini yüksek basınç ve
katalitik proseslerinin geliştirilm esi ve uygulanm ası konusunda önder durum una getir­
miştir. Bunun ne kadar önemli olduğu sadece metanol (BA SF prosesi M atthias Pier ta­
rafından 1922 yılın d a geliştirilm iştir) üretimi açısından değil, linyitten petrol elde edil­
mesi ve 1930’larda geliştirilen diğer yü ksek basınç proseslerinden de bellidir.
Hidrojenleştirme (= hydrogenation) prosesleri ABD petrol sanayisine 1929 yılında,
0 güne kadar herhangi bir know-how satışı ile ilgili ticari faaliyette görülmemiş büyük­
lükteki bir ödeme karşılığında satılmıştır. Petrol rafinasyonu konusundaki gelişmelerle
kim ya sanayi prosesleri o kadar iç içe geçm iştir ki, şimdi petrol rafinasyonu y a da arıt­
m asıyla ilgili yenilikler üzerinde durabiliriz.

1 Ş ili nitratları, Pasifik kıyıların daki yam açlard a birikm iş deniz kuşu dışkıları, y a n i “guano” denen doğal gübredir; sen­
tetik gübre icadına kadar, 19. yü zy ıld a A vrupa’nın başlıca tarım girdilerinden biri haline gelm iştir.

105
4. 4 Petrol Arıtımında Proses Yenilikleri
Yale Universitesi’nde bir kim ya profesörünün ilk kez parçalam a (=cracking) olgusu­
nu gösterdiği y ıl 1855’dir. Ancak bu buluşun devrim niteliğinde bir dizi yeni proses şek­
linde ticari uygulam a olanağı bulması yirm inci yü zyıla sarkm ıştır. Bu yen ilikler Enos
(1962a) tarafından, yenilik tarihi konusunda yazılm ış en iyi kitaplardan biri olan eserin­
de çok dikkatli bir şekilde belgelenmiş olup, burada ondan çok yararlanılm ıştır (ayrıca
bkz. Enos, 1962b). Yeni üretim tekniklerinin gelişmesinin arkasında petrol sanayisinin
ürettiği hatif uçucu (beyaz) ürünlerden birisinin (benzin) talebindeki çok hızlı artış, bu­
na karşılık bir başka hafif ürünün (kerosen/gaz ya ğ ı) talebindeki ani düşüş ve daha ağır
(siyah) ürünlerin (fuel oil) talebinde gözlenen nispi bir gerileme vardır. Bu gelişmenin
nedeni kuşkusuz otomobil sanayisinin büyümesine ve parafin (kerosen/gazyağı) lam ba­
sının yerin i elektriğin almasıdır.
Yüksek verimli rafineri ürünleri talebi, özellikle yerel petrol üretim alanlarında üre­
timin gerilem eye başladığı 1900 yılından başlayarak, taşım a m aliyeti yü ksek ucuz kö­
mürün, artık sayılan ağır fuel-oil karşısında rekabetçi olduğu (ABD) O rta B atı’da güç-
lüydü. Sanayide artığın (= residual) aşırı ısıtılmasının "parçalanm aya” (= cracking) yol
açtığı genellikle bilinmekteydi ve “koklaştırm a” denilen ilkel bir damıtma süreci kulla­
nılıyordu. Bu, daha beyaz ürünlerin elde edilmesi için ağır parçaların veya fraksiyonla­
rın (= fractions) açık kaplarda ve atmosfer basıncında pişirilm esi anlam ına geliyordu.
Ticari anlam da ilk başarılı parçalanm a prosesini ortaya koyan kişi, 1889 yılında,
Jo h n Hopkins U niversitesi’nde kim ya dalında Doktora derecesi almış olan W illiam
Burton’dur. Burton’un daha çocukluk yılların d a kendi özel kim ya laboratuvarı vardı ve
elektrik alanında mucit Brush ile arkadaşlık ediyordu. Sanayideki ilk işi konusunda en
çok dikkati çeken nokta bir Indiana yan kuruluşu olan W hiting rafinerisinde bir labo-
ratuvar yönetm ek için Standard Oil tarafından özellikle işe alınmış olmasıdır. Söz ko­
nusu laboratuvar eski bir çiftlik eviydi; kullandığı aletlerin çoğunu kendisi yapm ak zo­
runda kaldığı halde Burton arıtm a yöntem lerinde bir dizi iyileştirm eyi başarm ıştır. So­
nuçta rafinerinin genel yöneticiliğine atanmış ve laboratuvarına iki tane daha doktoralı
kim yager alınmıştır.
Rafineri yöneticisi olarak Burton, 1909-1910yıllarında bir pilot tesiste, deneysel ge­
liştirme yapm ak için gerekli kaynaklara sahip olmuştur. Kendisi ve iki meslektaşı, fark­
lı petrol fraksiyonlarının değişik ısılarda ve basınçlarda parçalanm a sonuçlarını test et­
me olanağını bulmuşlardır.
Kullanılan aletler ve malzemeler ilkel, yü ksek basınçla çalışma konusundaki bilgiler
daha başlangıç aşam asında olduğu için deneyler önemli kişisel riskler taşım aktaydı.
Kullanılan çelik levhaların büyüklüğü ve perçinleme teknikleri, çalışm alarını nispi ola­

106
rak düşük basınçlarla sınırlam aktaydı. Bütün bunlara rağmen benzin motorin prosesi
geliştirmede başarılı oldular. Ancak ana şirket 1910 yılında, patlam a olur korkusuyla,
ilk tesisin kurulm ası için istenen bir milyon doları tahsis etmeyi reddetm iştir.1
Ancak 1911 yılında Standard Oil of Indiana, bir anti-tröst kararı sonucunda ana şir­
ketten ayrılm ış ve yeni yönetim kurulu söz konusu harcama için yetki vermiştir. Üretim
1913 yılında başlamış ve benzin üretiminde verimi iki kat artıran fabrika büyük ölçüde
başarılı olmuştur. Ürünün renginden ve kokusundan kaynaklanan bazı pazarlama sorun­
larının üstesinden gelinmesi için çaba gösterilmesi gerekmiş olsa bile, Enos söz konusu
üretim yönteminden Indiana Standard’ın, 1913 ile 1922 yılları arasında 123 milyon dolar
kâr sağladığını hesaplamıştır. M aliyetlerdeki azalma başlangıçta %28 iken (genellikle şir­
ket çalışanlarının patentlenmiş icatlarıyla), % 50ye kadar çıkmıştır.
Enos ilk faaliyet y ılı olan 1913’de, prosesi geliştirm ek için harcanmış olan 236.000
$ ’ın on misli olarak geri alındığını hesaplamıştır. Ardından sadece royalti11 gelirleri 20
milyon doların üzerine çıkmıştır. Patent pozisyonu, hem ilk icat hem de geliştirm e icat­
ları bakımından o kadar güçlüdür ki Standard Oil of Indiana, prosesi kullananların kâr­
ları üzerinden %25 alm aktadır. 1921 y ılı geldiğinde toplam olarak 19 şirket lisans altın­
da üretim yapm aya başlam ıştır. Ancak bu şirketler yapılm ış olan anlaşm alar gereği, sa­
dece sınırlı bölgelerde satış yapabilm ektedir; üstelik sadece patent haklarını alabilmiş,
beraberinde teknolojik bilgiyi know-how elde edememişlerdir.
Bu koşullar bir yandan birçok küçük rafinerinin çökmesine neden olurken bir y a n ­
dan da yen i alternatif proseslerin gelişmesini teşvik etmiştir. Çok yü ksek düzeyde karlı
olan Burton prosesinin arkasından, yoğun icat çabaları sonucunda 1920'de dört,
1921’de ise beş yeni parçalanm a prosesi ortaya çıkmıştır. Bu yöntem ler arasında en ba­
şarılıları Dubbs prosesi ile “boru ve depo” (=Tube ve Tank) prosesidir. Dubbs prosesi,
daha önce benzeri olmayan, sonraları petrol damıtma tarihinde önemli rol oynayacak
bir proses geliştirme uzmanlık şirketinin, Universal Oil Products Company (U O P )’nin
kurulm asına yo l açtığı için özellikle önemlidir. Cross prosesi de böyle bir geliştirme şir­
ketinin kurulm asına yo l açm ıştır am a bu şirket yaşam am ıştır.
Je sse Dubbs küçük ve bağımsız bir Kaliforniya rafinerisini yönetm ektedir; oğlu da
(ister inanın ister inanmayın adı böyle) Carbon Petroleum Dubbs, başka bir rafinerinin
yöneticisidir. Standard Asphalt şirketi, et paketleme işinden muazzam bir servet kazan­
mış olan ve yen i yatırım alanları arayan, J . Ogden Armour tarafından satın alındığın­
da, C. P. Dubbs bu şirket için çalışm aktadır. Standard Asphalt, C. P. Dubbs’ın nüfu­
zuyla baba Dubbs’un elinde bulunan bütün patentleri ele geçirm iştir. Bunların arasın-
i Bu dönemlere ait dolar değerlerini y a k la şık 100 faktörüyle çarpm ak gerekir; D M , Alman M arkı ve £ Ingiliz Lirası ve
diğer paralar da benzer oranlarda değer yitirm işlerdir.
ii “Royalty" bir patent, lisans veya know-how karşılığında çeşitli şekillerde yap ılan ödemelerdir. Türkçe “şerefiye” de
denebilir. A ncak uluslararası bir terim olarak Türkçe okunuşunu tercih ettik.

107
da parçalanm a için bir akış süreci olanağı sağlayan ve Burton patentlerini devre dışı bı­
rakan bazı buluşlarla ilgili patent hakları da vardır. Aslında kendine özgü nitelikleri
olan Kaliforniya ham petrolünü arıtm a ve pazarlam a ile uğraşan mucidin asıl niyeti bu
değildir. Patent dosyasındaki bazı belirsiz teknik tanım lam aların bir sonucu olarak,
1909 yılın d a bir takım buluşlar için öncelik ve özgünlük iddiaları ortaya atılmış ve bu
da birçok ihtilafa yol açmıştır.
Patentlere sahip olmak ve üretim teknikleri geliştirm ek için yen i bir şirket (UO P)
kuruldu. Dubbs %30, Armour %20 hisse sahibiydi. Oğul Dubbs, artık olarak çıkan ağır
fraksiyonları parçalam a sarım ına yeniden döndürecek bir yöntem geliştirdi ve patenti­
ni aldı; UOP araştırm a laboratuvarında seçkin bir kim yager olan Dr. Egloff’la6 işbirli­
ği sonucu, 1919 yılın d a Shell şirketine sunulacak olan pilot tesisi, 1918 yılın d a kurm ayı
başardı.
Ancak ortaya çıkan aksilikler ve 1921 yılın d a Shell için inşa edilen bir tesisteki pat­
lama tasarım larda önemli değişiklikler yapılm asını gerektirm iş ve proses 1923 yılın a k a­
dar yerine oturamamıştır. Toplam geliştirme m asrafları yak laşık 6 milyon $ ’a ulaşmıştı;
bu 1922 yılın d a iflas eden Armour’u bile çökertecek kadar ağırdı.
Yeni proses birçok bakımdan Burton prosesinden daha üstündü; bunun başlıca ne­
deni, kesintisiz prosesin kesikli proses karşısındaki avantajlarıdır, işgücü m aliyetleri
azaltılırken tesis ölçek ve kapasiteleri büyük ölçüde artırılabilm iştir. Burada da birçok
m aliyet azaltıcı yenilik proses uygulam aya başladıktan sonra gerçekleştirilm iştir. Elekt­
rik kaynağı, kazanların ve boruların büyüklük ve performanslarının önemli ölçüde ge­
liştirilmesine olanak sağlam ıştır. En önemli gelişmelerden biri yü ksek ısı ve basınç altın­
da çok iyi çalışabilen bir geri döngü (devri daim) pompasının kullanılm aya başlanm ası­
dır. Sıcak y a ğ pompasının patenti Shell tarafından alınmış olm akla birlikte, UOP mü­
hendislik bölümü tasarımı geliştirm iştir. Sadece bu yenilik kapasiteyi %40 artırm ıştır.
Shell' e royalti ödemelerinde %25 indirim yapılm ıştır; bu U O P’nin uyguladığı politi­
kanın önemli bir yanını aksettirm ektedir. UOP bir proses geliştirm e şirketi olarak, kar­
şılıklı know-how ve teknoloji değişimi yaparken, aynı zamanda teknik yardım ve per­
formans garantileri verm ektedir. Şirket, münhasır lisans sahibi olmak isteyenlerin tek­
lifleriyle de karşılaşmış olmasına rağmen, geliştirdiği üretim yönteminin, hiçbir ayırım
yapm adan başvuran herkese verilmesinde ısrarlı olmuştur. Dubbs proses lisansı, baş­
langıçta Shell’e ve birçok küçük (Am erika) Batı Kıyısı rafinerisine verilmiş olm akla bir­
likte, 1924’de Standard Oil of California da bir lisans almıştır; 1930 yılı geldiğinde
Standard Oil of California UOP ye, Shell ile birlikte yıld a 2 milyon $'ın üzerinde bir ro­
yalti ödemektedir. Aslında 1914 yılında, UO P Indiana Standard’a karşı açmış olduğu
davanın her iki patent kümesinin de iptaline yo l açacağı tahmin edildiğinden, bu büyük­

108
lükte bir ödeme de beklenmemiştir. Buna karşılık, dava 15 y ıl sürüncemede kalmış ve
1931 yılında, nihayet sona erdiğinde Shell, California ve Indiana, diğer iki büyük pet­
rol şirketi ile birlikte U O P’y ı 25 milyon $ karşılığında satın alm ışlardır. Royalti, başlan­
gıçtaki varil başına, net 51 sentlik orandan, tedricen gerileyerek, 1934 yılın d a 10 sente,
1938 yılında beş sente ve 1944 yılın d a üç sente inmiştir. Bu süre içinde daha üstün üre­
tim teknikleri geliştirilm iş ve özellikle, akışkan katalitik parçalam a prosesi için istenen
royalti haddi varil başına beş sent olarak açıklanm ıştır.
Öte yandan UOP yeni yönetim altında da nispeten bağımsız bir politika uygulam a­
y ı sürdürm üştür. 1916’dan beri olağanüstü ölçüde becerikli ve girişken bir başkan ola­
rak görev yapm ış olan Hiram H alle’nin, şirketin satış sözleşmesine konan bir madde ile
15 y ıl daha başkanlık görevinde kalm ası sağlanmıştır. Saldırgan bir A&G politikası uy­
gulam asında ısrarcı olan Halle, Egloffun kataliz konusunda çalışmak üzere dünyadaki
en iyi bilim adam larından bazılarını istihdam etme önerisini de kabul etmiştir. Egloff,
dönemin parçalanm a yöntem lerinin artık ulaşabileceği en üst etkinlik düzeyine ulaştığı­
nı ve yen i bir açılım a gereksinim olduğunu savunmaktadır. Böylece UOP, çok seçkin
bir Rus kimyacısı olan Ipatieff ile Tropsch’u ve IG operasyonları konusunda deneyim
sahibi diğer Alman kim yacılarını işe almıştır. UOP bu uzak görüşlü politikanın bir so­
nucu olarak birçok proses yeniliklerini gerçekleştirm iş ve akışkan katalitik parçalam a
prosesine de büyük ölçekli bir katkıda bulunmuştur. UOP tarafından gerçekleştirilen
ve hemen bütün rafineriler tarafından kullanılan icatlardan biri de, 1949 yılın d a ortaya
konan platin katalitik yeniden biçimleme (‘platforming’) prosesidir. Petrol sanayi,
U O P’nin oynadığı benzersiz rolü açıkça kabul etmiş ve şirketin sahipliği, 1944 yılında,
Amerikan Kimya Derneği'ne devredilmiş; fakat 1958’de yeniden, A&G gerçekleştiren,
proses tasarım ı satan, teknik danışm anlık hizmeti sağlayan, kısacası yen i bilgi üreten ve
ticaretini yapan bağımsız bir şirket haline gelmiştir.
Dubbs prosesi, büyük ölçüde bağımsız bir proses şirketi tarafından geliştirilirken
192O'li yılların diğer önemli sürekli prosesi olan “Boru ve Depo” en büyük petrol şirke­
tinin (Standard Oil of New Je rse y ) kendi uzmanlaşmış A&G bölümünü kurm a kararı­
nın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bölüm, başlangıçta Standard Development
Company olarak adlandırılm ış ancak 1955 yılında, Esso (daha sonra Exxon) Araştırma
ve M ühendislik adını almıştır; 1919 yılın d a kurulmuş olan söz konusu birim, daha 1920
yılın d a elliden fazla, 1930’larda ise yüzlerce kişiyi istihdam etmeye başlamıştır. Şirket,
üniversiteden danışmanlar çalıştırmış ve ayrıca 1920’lerde üst üste gelen birçok patent
nedeniyle karm akarışık hale gelmiş olan patentleme çalışm alarına da gereken önemi
vermiştir. “Boru ve Depo” prosesinde en önemli rolü oynayan mucit Edgar Clark'dır.
Burton’un çalışma arkadaşlarından biri olan C lark’in prosesine, bir takım çalışmasının

109
sonucu olduğu düşünüldüğü için bilinçli olarak onun adı verilmemiştir. Söz konusu
proses hızla geliştirilerek, 1921 yılın d a uygulanm aya başlansa da esas avantajları, geliş­
tirme grubu tarafından uygulam ada gerçekleştirilen birçok iyileştirmenin ardından or­
taya çıkmıştır. Bu iyileştirm eler, Burton prosesi ile İşlenemeyen birçok ham petrol tü­
rünün işlenmesini ve 1930 yılında, çalışma basıncının inç kare başına 95 libreden 100
libreye çıkarılmasını mümkün kılmıştır. Prosesin performansındaki büyük gelişme,
1929 yılında yapılan sistem atik analizlerle, devri daim sistemindeki ısı eşanjörünün y e ­
niden tasarım ı ve Pasifik sıcak y a ğ satrifüj pompasının1 devreye sokulmasının sonucu­
dur. Proses, ağır mahkeme giderleri ve artan patent m aliyetlerine (1 milyon $ ’dan faz­
la) rağmen son derece karlı olmuş ve şirkete toplam olarak 300 milyon $ kazandırm ış­
tır. Karmaşık patent davaları, 1923 yılın d a yapılan bir lisans değişim anlaşm ası ve daha
önce de gördüğümüz gibi, U O P’nin 1931 yılın d a beş büyük petrol şirketi tarafından sa­
tın alınm asıyla çözümlenmiştir.
Parçalam a prosesinde daha ileriye gidebilm ek için katalitik teknikler kullanm anın
gerekli olduğu, 1920’li yıllard a yaygın biçimde anlaşılm ıştır. D aha 1915 yılında, Gulf
Refining Company, bir alüm inyum klörür katalizör kullanan bir parçalam a prosesi uy­
gulam asına teşebbüs etmiş ancak bu yöntem, bir yandan yü ksek m aliyetlerden, bir ya n ­
dan da karbon birikim i ile tıkanan katalizörü yenileyecek iyi bir yo l olmadığı için terk
edilmiştir. Çeşitli petrol şirketleri, 1920’li yıllard a katalizörlerle deneyler yapm ayı sür­
dürm üşlerdir. Ancak ilk başarılı proses, sanayi dışından, zengin bir Fransız mühendis,
Eugene H oudry tarafından icat edilmiştir. Babası inşaat çeliği üreticisi olan Houdry,
önce aile işinde çalışm aya başlamış, ancak 1923 yılın d a kendisini tamamen linyitten y e ­
ni tip motor yak ıtları elde etmek için sürdürdüğü deneylerine hasretm ek için bu işten
vazgeçmiştir; 1925 yılın d a petrol fraksiyonları katalizi ile ilgilenm eye başlamış ve ara­
larında hem kim yagerler hem de mühendisler bulunan arkadaşlarının yardım ı ile yü z ­
lerce katalizör deneyi gerçekleştirm iştir; 1927 yılın d a da, katalizör olarak kullandığı bir
çeşit kil (silisyum ve alüminyum oksitler) aracılığı ile parçalanm a deneyleri başarıya
ulaşmıştır.
H oudry bulgularını yayınlam ış ve aralarında Standard Oil (N ew Je rse y ), Shell ve
Anglo-Iranian’ın (BP) da bulunduğu önde gelen petrol şirketleri onun laboratuvarım
ziyaret için teknisyenler göndermişlerdir. Öte yandan, petrol şirketlerinin H oudry’nin
geliştirdiği yöntem i ticari biçimde kullanm a konusunda kuşkuları vardır; örneğin Stan­
dard O il’in geliştirilm esine çalışılan diğer proseslerden beklentileri daha yüksektir. Ho­
udry özel servetini harcam aya devam eder, ancak sonunda ek finansal destek ve daha
önemlisi, pilot tesis ve teçhizatını tasarlayacağı, kuracağı ve deneyeceği rafinerisi olan

i Pacific hot oil sentrifugal pump

110
bir petrol şirketi bulamadan araştırm alarım sürdürem eyeceği bir noktaya ulaşır. A yrı­
ca, ilgilendiği diğer konu olan linyit prosesi için gereken pilot tesis kurm a çabaları,
Fransız hükümetinin resmi desteğini çekmesiyle hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Bu koşul­
lar, Am erika’y a göçmesine ve 1930 yılın d a Socony Vacuum Oil ile ortak olarak,
Houdry Process Corporation şirketini kurm asına yol açar. Prosesin geliştirilm esi
çabaları güçlüklerle karşılaşm aya devam etmektedir ve H oudry 1932 yılında, Houdry
Corporation’a üçte bir ortak olan Sun Oil şirketi ile bir anlaşm a yap arak daha büyük
bir araştırm a ve mühendislik desteği sağlar. Proses, ancak 11 milyon $'lık bir harcam a­
nın ardından, 1936-37 yılların d a Socony Vacuum ve Sun tarafından uygulanm aya baş­
lanır. Bu 11 milyon $’ın üç milyonu H oudry’nin cebinden çıkmış, Sun ve Socony dör­
der milyon $ katkıda bulunm uşlardır.
Bu kısa açıklama, yen i prosesler icat etmek isteyen bağımsız mucidin çok büyük bir
kişisel serveti, sınırsız arzu ve sebatı olsa bile, karşı karşıya bulunduğu güçlükleri orta­
y a koym aktadır. Pilot tesis çalışm alarının büyüklüğünün ve karm aşıklığının 1920’li y ıl­
larda varm ış olduğu nokta, deneysel geliştirm e çabalarını sürdürebilm ek için yerleşik ve
büyük bir kim ya y a da petrol şirketinin desteğini, genellikle kaçınılmaz hale getirmiştir.
Houdry prosesinin sonunda başarı kazanm asını sağlayan kritik bir faktör, genelde tüm
proses geliştirm elerde olduğu gibi, yen i bir mühendislik teçhizatının, bir İsviçre tasarı­
mı üzerine imal edilen türbo kompresörün kullanılm asıdır. Katalizörün rejenerasyon
devresini ilk defa ekonomik hale getiren bu cihaz, Sun şirketi A&G personelinin ger­
çekleştirdiği deneyler ve İsviçre’y e yap ılan bir teknik görev seyahati sonucu ortaya çık­
mıştır. Nihai olarak H oudry prosesi, termik parçalam aya göre daha düşük m aliyetli ol­
masının yan ı sıra, çok daha yü ksek kalitede ürünler ve beklenmedik bir biçimde çok ka­
liteli uçak ya k ıtı üretilmesini sağlamıştır.
Bir katalitik parçalanm a prosesinin Sun Oil ve Socony Vacuum şirketleri tarafından
uygulam aya konması, Standard Oil of New Je rse y şirketine de paralel çalışm alar ya p ­
ması konusundan güçlü bir uyarıcı olmuştur. Lisans devri konusunda yapılan m üzake­
reler, H oudry Process Corporation’ın, H oudry prosesinin standart parçalam a yöntemi
olarak benimsenmesi durumunda, Standard Oil of New J e r s e y ’den 50 milyon $ elde et­
meyi beklediğini ortaya koym aktadır. Bu çok katı yaklaşım , J e r s e y ’in bu olanağı red­
detmesine ve bunun yerine kendi prosesini geliştirme çalışm alarını yoğunlaştırm asına
yol açmıştır. Standard Oil şirketini böyle bir yo l izlemeye yönelten sadece fiyatın y ü k ­
sekliği değil, aynı zamanda Houdry prosesinin sabit yatak lı olma özelliğinin getirdiği sı­
nırlamalar, şirketin kendi A&G kapasitesinin büyüklüğü ve 1926 yılın d a BASF, Bayer
ve Hoechst şirketlerinin birleşm esiyle oluşan dev Alman kim ya şirketi IG Farben’den
elde etmiş olduğu know-how gibi unsurlardır.

111
Bergius Birinci D ünya Savaşı sırasında, yü ksek basınçta hidrojenleyerek1 B A SF ’da
linyitten petrol sentezi yapan bir proses geliştirmişti. Bu prosesin linyitten çok, ağır pet­
rol fraksiyonlarına daha iyi bir biçimde uygulanabileceği düşünülmüş ve Standard De­
velopment Şirketi 1927 yılında, BASF tesislerine yapılan bir ziyaretin ardından IG ile
bir teknik know-how değişim anlaşması imzalamıştır. Standard, IG ye kendi ağır petrol
çalışmaları konusunda bilgi verm eyi ve 1929 yılında, ileride daha büyük başarılar elde
edileceği inancı ile IG patentlerinin ve proseslerinin (Alm anya dışındaki) dünya lisans
hakları için 35 milyon $ ödemeyi kabul etmiştir. Standard başlangıçta, düşük kaliteli
ham petrol stoklarının işlenmesi için bu yeni prosesin yaygınlaşm asını beklemiş, ancak
1930 ve 1931 yılların d a kurm uş olduğu tesisler başarılı olduğu halde, ytiksek kalite dün­
y a ham petrol arzının fazla olması bekleyişlerin gerçekleşmesini önlemiştir. Bu dönem­
de, yü ksek basınçlı proseslerle ilgili çalışm alar konusunda Alman üstünlüğünün bir gös­
tergesi de, tüm supap ve kompresörlerin, Am erikan üreticilerinin inç kare başına 400
libre basınç altında çalışacak teçhizat üretememeleri nedeniyle Alm anya’dan ithal edil­
me gereğidir. Bütün bunlara rağmen, Standard, katalitik prosesler konusunda önemli
ölçüde deneyim ve çok güçlü bir patent pozisyonu elde etmiştir. Firma, daha 1930’lu y ıl­
ların başında katalitik parçalam a için “Suspensoid” prosesini geliştirm iş ve başka tek­
nikler konusunda da deneyler gerçekleştirm iştir.

Tablo 4. 2 Akışkan K atalitik Parçalanma. Prosesi Konusundaki Patentler ve R oyaltiler

Prosesten elde edilen


Sağlanan royaltinin y a k la şık
Şirket patent sayısı payı (%)

Standard Oil, N ew Je rs e y 296 39


Standard Oil, Indiana 96 2
Shell 38 7
Texaco 55 2
UOP 239 32
Kellogg 57 17

K a yn a k : E nos (1962a, T ab lo 4, s. 21/).

Sonuç olarak Standard, sıçrayıp daha gelişkin bir prosese geçerek, H oudıy prosesi­
ne meydan okuyacak bir duruma gelmiştir. Tam sürekliliği olan bir akış prosesinin, y arı
sürekli Floudıy sabit yatak lı katalizör sistemine göre çok daha üstün olduğu, başlangıç­
tan itibaren kabul edilmiştir. Temel amaçlardan biri sadece yü ksek kaliteli ham petrolle
sınırlı olmayan farklı niteliklerdeki ham petrolü de işleyebilecek bir üretim yöntem i ge­
liştirmektir. Bu am açlara ulaşabilmek için Standard, kendilerini H oudry prosesinin teh­

i hydrogenation

112
didi altında hisseden diğer petrol şirketleri ve proses geliştirme şirketleri ile işbirliğine
gitmiştir; 1938 yılında Katalitik Araştırma O rtakları (Catalytic Research Associates) ola­
rak tanınan ve başlangıçta Kellogg, IG Farben, Indiana Standard ve Je rse y Stan-
dard’dan oluşan, ancak kısa bir süre sonra Shell, Anglo-Iranian (BP), Texaco ve
UO P’nin de katıldığı bir grup oluşturulmuştur. Ortak araştırm a programının doğması­
na yol açan ilk Londra toplantısının öncülüğünü bir proses tasarım ve inşaat şirketi olan
Kellogg’un yapm ış olması ilgi çekicidir. Bu grup (IG dışında), (400’ü Standard Develop-
ment’dan olmak üzere) yaklaşık 1000 kişinin çalıştığı A&G tesislerinin olanaklarını kul­
lanmış ve ayrıca birçok farklı alanlardan uzmanların da işbirliğine gerek duyulmuştur.
Akışkan katalitik parçalam a prosesini geliştirm ek için, 1938’den 1942ye kadar sür­
dürülen A&G işbirliği, atom bombasından önce gerçekleştirilm iş en kapsamlı program ­
lardan biridir. En büyük katkıyı Je rse y Standard sağlamış ve bu durum, proses 1942
yılında başarı ile ortaya konduktan sonra patentler ve royaltiler konusunda yapılan an­
laşm alarda yansım asını bulm uştur (Tablo 4.2). Bununla birlikte grup içinde y e r alan iki
proses geliştirme şirketi olan UOP ve Kellogg da çok önemli katkılar yapm ışlardır.
UOP gruba katıldığı sırada kendi katalitik prosesini geliştirm iş durum dadır ve böylece
patent havuzuna hatırı sayılır ölçüde katkıda bulunma olanağına sahip olmuştur. Pro­
sesin başarılı bir şekilde geliştirilm esinde belki de en önemli ve kesin sonuca ulaştıran
katkı, petrol buharları akımı içine üflelenen ince katalizör partikülleri barındıran akış­
kan yatağın geliştirilm esidir. Bu başarı M IT 1 Kimya M ühendisliği Bölümü nün (iki ta­
ne de lisansüstü tezi dahil) yardım ı ile Je rse y Standard’da elde edilmiştir.
Toplam A&G m aliyetleri, sonunda 30 milyon $’ın üzerine çıkmış olm akla birlikte
proses çok karlıdır. Je rs e y Standard 1956yılın a kadar sadece royaltiden 30 milyon $ ’ın
üzerinde gelir elde etmiştir. Bu y ıla gelindiğinde proses, toplam parçalam a kapasitesi­
nin yarısın a ulaşmış ve H oudry prosesinin payının hiçbir zaman %10’un üzerine çıkm a­
sına izin vermemiştir. Sabit ya tak sisteminin ilk hali ile kullanım ı 1943 yılından sonra
hızla azalmış fakat bazı geliştirilm iş biçimleri (TCC ve Houdriflow) rekabet etmeye de­
vam etmiştir. Akış prosesi büyük topların bir zaferi olmuştur.

A. 5 Tesis ölçeği ve Proses Tesisleri Müteahhitliği


Petrol rafinerilerinde ve kim ya sanayisinde yen i prosesler geliştirm ek çok pahalı bir
iş haline gelmiştir. Birinci D ünya Savaşı’ndan önce geliştirilm iş olan Burton prosesi dı­
şında kalan bütün temel parçalam a proseslerinin geliştirilm esi için 1 milyon $'dan fazla
harcama yapılm ıştır. İki önemli katalitik prosesin her birinin geliştirilm esi için katlanı­
lan m aliyetler 15 milyon $ ’ın üzerindedir (Tablo 4.3). Y üksek maliyetler, esasta proses­
lerinin karm aşıklığından ve pilot tesis için yapılan harcam alardan kaynaklanm aktadır.
i Alassachusetts Institute of Technology. ABD 'de ünlü bir teknik üniversite.

113
Genel tasarım ve ısı transferi sorunlarının yan ı sıra tesisin her parçasında ortaya çıkan
tasarım ve mühendislik problemlerini halletmek için uzman gruplara ihtiyaç duyulm uş­
tur. Aynı zamanda, ölçek ekonomileri ve akış proseslerinin muazzam işletme avantajla­
rı, var olan proseslerin ölçeklerinin büyütülmesini de istenir hale getirmiştir.

Tablo 4. 3 Yeni Parçalam a P rosesleri G eliştirm ek İçin


H arcananan Tahmini Para ve Zamana
Y en i P r o s e s Yeni P r o s e s le r d e
G eliştirm e Ö n em li D eğişik lik ler T oplam

T ahm in i T ahm in i T ahm ini


P roses Z am an m a liy e t Z am an m a liy e t Z am an m a liy e t
$000 $000 $000

Burton 1909-13 92 1914-17 144 1909-17 23 6


Dubbs 1917-22 6000 1923-31 1000 1909-31 >7000
“Boru ve Depo” 1918-23 600b 1924-31 2612 1913-31 3487
Houdry 1925-36 11.000c 1937-42 b.y. 1923-12 >11.000
Akışkan 1938-41 15.000 1942-52 >15.000 1928-52 >30.000
TC Cve
Houdriflow 1935—43 1150 1944-50 3850 1935-50 5000

a Başlangıç faaliyetleri hariç (arka plan araştırm ası ve patent alım ı).
k 100.000 $ mahkeme m asrafları dahil.
c Bir bölüm linyit prosesi m aliyetleri dahil,
b.y. bilinmiyor

K a yn a k : E n os (1962a, s. 238).

İlk Dubbs proses biriminin günde 500 varillik kapasitesi vardı; 1931 yılında, bu ka­
pasite günde 4000 varile yükselm iştir. En büyük H oudry birimlerinin üretim kapasite­
si günde 20.000 varildir; 1956 yılında, akışkan katalitik parçalayıcıların günlük üretim
kapasitesi 100.000 varile ulaşmıştır; aynı zamanda, diğer kim ya sanayi tesislerinde de
optimum tesis büyüklüğü hızla artm aktadır. Örnek vermek gerekirse, hemen savaşın
ertesinde yılda, genel olarak 30.000 ton kapasitesi olan am onyak ve etilen fabrikaları,
1965 y ılı geldiğinde on kat daha büyük kapasitelerle ve çok daha düşük üretim m aliyet­
leriyle kurulm aya başlanm ıştır (Tablo 4.4).
Büyük ölçekli üretim tesislerinin sağladığı teknolojik ölçek ekonomileri, önemli öl­
çüde, kapasitenin hacmin bir fonksiyonu olmasına karşılık, serm aye yatırım m aliyetle­
rinin, yü zey alanının bir fonksiyonu olması gibi basit bir nedenden ortaya çıkm aktadır.
Bir silindirin hacmi Jtı^h iken, yü zey alanı (silindiri inşa etmek için gereken metal m ik­
tarı) 2xtrh olur. Bu, hacim büyürken gereken metal m iktarının ancak, bunun yarısı ka­
dar artması anlam ına gelmektedir. Bir kim ya fabrikasının büyük bölümü kolonlar, si-

114
Tablo 4. 4 Etilenin Üretim M aliyetleri (bin £) Üzerinde Kapasitenin E tkisi, 19 6 3

Kapasite ve üretim, 000 ton

Üretim maliyetleri 50 100 300

S e r m a y e y a tırım la rı
Üretim tesisi 2,200 3,100 5,400
Fabrika dışı tesisler 650 900 1,600
Toplam (işletm e serm ayesi hariç) 2,850 4,000 7,000

Yıllık c a r i m a liy e tle r


Net hammade girdisi 250 500 1,500
K im yasallar 50 100 300
Elektrik, su, buhar vb. 300 600 1,800
İşletme işgücü, gözetim,denetim 50 50 50
Bakım,onarım, üretim tesisi m aliyetinin %4 90 125 215
Genel giderler, üretim tesisi m aliyetinin %4 90 125 215
Amortisman 250 355 620
Toplam 1,080 1,855 4,700
Bir ton etilen başına cari m asraflar (£) 21.6 18.6 15.7

K a yn a k : W yn n v e R u th e r fo r d (1964).

liridirler, borular, küreler, vb. oluşmakta, böylece "tesis faktörü” genellikle onda altı ol­
maktadır. Bu ilişki, bazen Chilton Y asası diye bilinmektedir. Kesikli üretim yap an te­
sislerde büyüme, yinelem e biçiminde olabilmekte, böylece tesis faktörü bire yaklaşm ak­
tadır (başka bir deyişle, teknolojik ölçek ekonomileri sağlanam am aktadır). Ancak, da­
ha önce de gördüğümüz gibi, büyük ölçekli üretim sadece sermaye yatırım m aliyetlerin­
de büyük ölçekli ekonomi sağlam akla kalm am akta, yönetim ve denetim, bakım ve işlet­
me alanlarındaki emek m aliyetlerinde, enerji, hammadde giderlerinde de belli bir tasar­
ruf sağlam aktadır (Benzer nedenler petrol tankerleri için de geçerlidir.).
Bütün bunlara rağmen, 1970’lerde, aşırı ölçekten doğan tersine ölçek ekonomilerinin
(=diseconomies of scale) bazı büyük tesislerin kurulmasını ve işletilmesini etkilemeye
başladığına dair işaretler görülmeye başlanmıştır. 1950’ler ve 1960’larda olduğu gibi,
çok hızlı ekonomik büyüme dönemlerinde, yeni ve büyük fabrikalar, büyük ölçekle ilgi­
li tasarım problemleri tatmin edici bir biçimde çözümlendiği sürece, kolaylıkla ve hızla
tam kapasite ile çalışır hale getirilebilm ekteydi. Böyle dönemlerde, (verim lilik artışını
toplam üretimdeki artış ile ilişkilendiren) Verdoorn Y asası’nın işleyişinin, artm akta olan
tesis ölçeği ve benzer ölçek ekonomileri ile ilişkilendirilmiş bir teknolojik ilerleme kav­
ram ıyla açıklanabileceği anlam ına gelmektedir. Ancak, 1970'li yıllard a ekonomik büyü­
menin yavaşlam ası ve çok büyük tesislerle ilgili yatırım kararlarının, bir biriyle ilişkilen-
dirilip birleştirilmesi (= bunching), organik kim ya maddeleri üretiminin çeşitli dalların­
da, özellikle sentetik elyaf ve plastiklerde, ciddi ölçülerde aşın kapasitelerin ortaya çık­
masına neden olmuştur. Kapasitenin altında üretim sürecinin uzaması, çok yüksek sabit
maliyetler dolayısıyla, büyük tesis işletme ekonomisi üzerinde son derece olumsuz bir et­

115
ki yaratm ıştır. Böyle düşük kapasite ile çalışmanın nedeni y a piyasanın yeterli hızla bü­
yümem esi y a da büyük işletmelerin kurulması, üretime hazırlanması ve işletilmesi konu­
larında ortaya çıkan teknik sorunlardır. Nedeni ne olursa olsun, ortaya çıkan zararlar
çok büyük olabilmektedir. 1970’lerde, üretim tesis ölçeklerinin hızla büyütüldüğü bir
dönemin ardından, benzer ters ölçek sorunları, elektrik enerjisi üretimi ve çelik sektör­
lerindeki büyük ölçekli işletmelerde de ortaya çıkmıştır. Bazı kim ya tesislerinde olduğu
kadar, çelik ve diğer sanayilerde, yeni tasarım lar ve yen i üretim teknolojileri, küçük öl­
çekli işletmelerin yeniden bazı avantajlar elde etmelerine neden olmuştur.
Ancak yü ksek sermaye yoğunluğu olan sanayileri etkileyen ters ölçek ekonomileri­
ne rağmen, sürekli proseslere geçilmesi, katalitik proseslerin kullanılm ası, tesis tasarı­
mının karm aşıklığı, petro-kim ya maddelerinin temel malzemeler şeklinde ortaya çıkm a­
sı gibi unsurların yarattığı ortak etki, Birinci D ünya Savaşın d an bu yan a, büyük kim ­
y a ve petrol şirketlerine proses geliştirme konusunda bir üstünlük sağlam ıştır. Yine de
bu gözleme, proseslerin geliştirilmesine önemli ölçüde katkı yapan yen i bir grup şirke­
tin, tasarım da uzmanlaşmış geliştirme ve inşaat şirketleri (fabrika müteahhitleri ve pro­
ses şirketleri) şeklinde ortaya çıktığı da eklenmelidir.
1960’larda kurulm uş 6000 kim ya tesisinde gerçekleştirilm iş olan N IE SR 1 araştırm a­
sı (Freeman e t al., 1968), en büyük kim ya şirketlerinin bazılarının yen i tesislerinin ta­
sarım, mühendislik, tedarik ve inşaatlarında, “kendilerine b ağlı”11 tasarım mühendisliği
örgütlerini tercih ettiklerini ortaya koymuş olm akla birlikte, tesislerin çoğunluğu pro­
ses tesis m üteahhitleri tarafından tasarlanıp kurulm uştur. Bu sonuçlar, 1970’lerde ve
1980’lerde gerçekleştirilm iş iki araştırm a tarafından da doğrulanm aktadır. Bu araştır­
m aların hepsi dünyanın her yanında yen i proses tesislerinin tasarım ve inşaatının artık
beraberinde ilgili m ekanik teçhizat ve aletlerin büyük m iktarda ihracatını da gerçekleş­
tiren devasa bir sanayi haline geldiğini göstermektedir. Bu dünya çapındaki iş alanı,
günümüzde, kim ya şirketlerinin değil uzmanlaşmış proses tesisi m üteahhitlerinin ege­
menliği altındadır. Buna rağmen, kim ya şirketleri daha sonra uygun lisans ve know­
how anlaşm aları yo lu yla m üteahhitlik şirketleri tarafından kullanılıyor olsa da, proses
tasarım ında ortaya çıkan belli başlı teknolojik yen ilikler konusunda hâlâ çok önemlidir­
ler (Freeman e t al., 1968; M ansfield e t al., 1977, 3. Bölüm). Birleşik D evletler petrol
sanayi (Kellogg, Foster-W heeler ve UO P gibi şirketlerle) bu değişimin öncülüğünü
yapm ıştır. Kimya şirketleri, m üteahhitlik şirketlerini hassas bölgelerin dışında tutarak
sırlarını saklam aya çalışm akla birlikte, bunların hizmetlerinden giderek daha çok y a ­
rarlanm aktadırlar.

i N IESR ; N ational Institute for Economic and Social R esearch, Ingiliz, Sosyal A raştırm a Kurumu, Londra.
ii B urada “captive" esir terim i kullanılm aktadır. Terimin kökü, Schm ookler'dedir: “Captive inventor” esir mucit.

116
Tablo 4 .5 L ondra’da Kimya Şirkederi ve M ûteahhideri Tarafından
Temmuz 19 5 9 ’dan Kasım 1956a Kadar Alman P atentler

117
M üteahhit firmaların pek azının, kendilerine ait güçlü araştırm a ve geliştirm e ola­
naklarıyla yeni prosesleri tasarlam a ve geliştirm e yetenekleri vardır. Teknolojik güçler­
deki eşitsizlik patent istatistiklerinden de açıkça görünm ektedir (Tablo 4.5). Bu firma­
lar genellikle, büyük petrol ve kim ya şirketlerinden proses lisansı alarak faaliyet göster­
mektedir. Ancak dünyanın farklı köşelerinde, çok sayıda farklı müşteri için gerçekleş­
tirdikleri birçok proses tesisinin tasarımı, mühendisliği ve inşasıyla ilgili deneyimlerinin
bir sonucu olarak, bazen küçük bazen de büyük teknolojik iyileştirm eler konusunda
öneriler getirebilmekte, bu tür iyileştirm eleri uygulayabilm ektedirler. Ü stelik N IESR
tesis endeksi, yeni kurulan fabrikaların %80’inde, önde gelen kim ya ve petrol şirketleri
tarafından geliştirilm iş olan prosesleri kullandığı halde, azınlıkta olan önemli bazı tek­
niklerin de, uzmanlaşmış teknoloji geliştirm e şirketleri tarafından özgün bir biçimde
oluşturulup pazarlandığını göstermektedir.
Tesis müteahhitleri, inşaat sırasında kullanılan işgücü dışında, tipik olarak, çalışan­
larının yarısından fazlasını proses tasarımı ve mühendisliği (daha açık söylemek gere­
kirse, ayrıntılı akım tabloları ve çizim leri), geri kalanını da satın alma, satış ve yönetim ­
de istihdam etmekte, araştırm a ve geliştirme alanında çok az sayıda personel bulunm ak­
tadır. Buna rağmen, Scientific Design ve Lurgi örneğindeki gibi, az sayıda müteahhit­
lik firmasının, UOP ve H oudıy gibi, hatırı sayılır büyüklükte A&G faaliyeti söz konu­
sudur. Ö lçekleri kim ya şirketlerine göre küçük olmakla birlikte, bu şirketlerin de, ba­
zen yen i bir proses geliştirm ek için gerekli harcam aları yapabildikleri görülmektedir.
Scientific Design şirketi, 1950’lerin başında maleik anhidrit ve etilen oksit üretmek için
yeni bir katalizör geliştirm iş ve sonuç olarak bu proses, 1960’ların ortalarında dünya
üretim kapasitesinin üçte birinden fazlasında kullanılır hale gelmiştir. Ancak, bu istis­
nai bir durumdur ve her iki süreçte de geliştirm e m aliyetleri 1 milyon $ ’ın üzerine çık­
mıştır. Çok daha olağan durum, bir proses şirketinin y a da müteahhitlik firmasının bü­
y ü k kim ya y a da petrol şirketlerinden biriyle ortak çalışmasıdır. Bu konuda H oudry ve
UOP örnekleri daha önce tartışılm ıştı; Amerikan şirketlerinin bu tür bir işbirliği için,
genelde Avrupa şirketlerine göre daha hazır olduğu gözlenmektedir.
M ansfield e t al., (1977), 1930 ile 1971 arasındaki dönemde, Birleşik Devletlerde en
büyük dört kim ya şirketinin, önemli yeniliklere katkısının prosesten daha çok ürün tek­
nolojileri alanında olduğunu göstermektedir. Ancak ne olursa olsun, bu dört büyük şir­
ketin toplam yeniliklerdeki payı, proses geliştirm e çalışm alarındaki paylarının % 40’lara
düştüğü 1950-1970 dönemi dışında, %55 'in üzerindedir. Bu düşüşün nedeni UOP ve
Scientific Design gibi proses tesis müteahhitliği şirketleri ile Shell gibi, petrol şirketle­
rinin katkılarının artm asına atfedilebilir. Birleşik Devletler kim ya sanayisinde yoğun­
laşma derecesi Avrupa’y a göre daha düşüktür; M ansfield'in çalışması, NIESR/ SPRU
çalışmasının bazı temel sonuçlarını desteklemektedir.

118
Tasarım ve geliştirme konusunda işbirliğinin başka örnekleri Sohio-Badger akrilo-
nitril prosesiyle, ICI-Kellogg amonyak prosesidir. Büyük petrol ve kim ya şirketleri, ge­
rek A&G ölçeği gerekse tesis işletmesi konusundaki deneyim leri nedeniyle yen i proses­
lerin ana kaynağı olm aya devam edeceklerdir. Bilim alanındaki gelişmelerin bu eğilimi,
bir ölçüde tersine çevirebileceği düşünülebilir. Yeni üretim teknolojilerinin geliştirilm e­
sinde pilot tesis çalışm aları genelde gereklidir; çünkü henüz sıvılar ve gazların muhte­
mel davranış biçimleri konusundaki bilimsel bilgiler, tesis ölçeğine çıkıldığı zaman etki­
lerinin ne olacağını öngörecek kesinlikte değildir. Bilimsel bilginin giderek kesinlik
kazanm ası ve tasarım hesapları için bilgisayarların kullanılm aya başlanm ası proses
geliştirme sürecinde pilot tesis aşamasının ortadan kaldırılm ası olanağını ortaya çıkar­
mış, böylece dengeyi daha küçük firm alar ve A&G gruplan lehine döndürmüştür.
Bununla birlikte, tasarım sorunlarının karm aşıklığı hâlâ büyük A&G laboratuvarları
lehinedir. Bu ölçekteki A&G sorunlarının firmaların büyüklüğü ile ilişkisi 9. Bölüm’de
daha ayrıntılı bir biçimde tartışılacaktır.
Şirket A&G faaliyetinin teknolojinin devrimci sıçram alarındaki ağırlığına rağmen,
nispeten küçük teknik düzeltmelerin verim lilikte ortaya çıkardığı sürekli artışları göz­
den kaçırm amak gerekir. Enos’un petrol sanayisindeki teknolojik yenilikler konusun­
daki araştırm ası, H ollander’in (1965), Du Pont’un rayon tesislerindeki teknolojik değiş­
me hakkındaki çok ayrıntılı araştırm asının sonuçlarını doğrulam aktadır. Hollander,
verim lilik artışının büyük ölçüde mühendislik bölümünün ve teknik destek gruplarının
faaliyetleri sonucunda gerçekleştirilen küçük teknik iyileştirm elere bağlı olduğunu gös­
termiştir. Böylece sanayide teknolojik değişme iki temel biçimde ortaya çıkm aktadır:
Ürünlerde ve üretim teknolojilerinde, üniversitelerin, sanayinin ve kamunun, profes­
yonel A&G laboratuvarlarından kaynaklanan radikal yenilikler ile üretim ve kullanım
süreçlerinin sağladığı tecrübenin bilgi ve yatırım düzeylerinde sağladığı küçük geliştir­
meler. Bununla birlikte, kim ya ve petrol sanayilerinde ve başka sanayilerde, ölçek
ekonomilerinin artık sınırına gelindiği sonucuna varm ak tehlikeli olabilir. Bu sorun
üzerindeki ilgi çekici tartışm asında Gold (1979), Jap o n ların yü ksek fırın ölçeklerini,
bilinen optimum düzeyin iki misline çıkardıkları gerçeğine dikkati çekmektedir.
Proseslerle ilgili olarak burada yaptığım ız kısa açıklama, ağırlığın, on dokuzuncu
yüzyıl mucit-girişimcisinden, büyük ölçekli şirket A&G’sine kaydığını vurgulam aktadır.
Vardığımız bu sonuç Je w k es ve arkadaşlarının T he S o u r c e s o f I n v en tio n (Jew k es e t
al., 1958) başlıklı klasik çalışm alarında ortaya koydukları yorum dan çok farklıdır. Je w -
kes ve arkadaşları on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllar arasındaki fakları önemseme­
mekte ve şirketlerin profesyonel A&G'lerini genellikle küçümsemektedirler. Yirminci
yüzyıldaki en önemli icatların pek çoğunun y a tek başlarına y a da üniversitelerde çalı­

119
şan bireysel mucitlerin faaliyetlerinin sonunda ortaya çıktığını savunm aktadırlar. Söz
konusu bu farklı vurgunun bir nedeni, bu kitap daha çok yen ilik üzerinde dururken,
Je w k e s’in daha çok icatlarla ilgilenmesidir. Jew k es ve arkadaşları öte yandan, geliştir­
me m aliyetleri aşırı derecede yüksek olduğu için herhangi bir icadı, ticari açıdan kulla­
nılabilir hale getirmek am acıyla büyük ölçekli şirket A&G’sinin gerekli olabileceğini de
kabul etmektedirler. Bireysel mucitlere atfettikleri (şirket A&G’leri tarafından gerçek­
leştirildiği ileri sürülen 24 icada karşılık) yirm inci yüzyılın en önemli 40 icadından, ken­
di ifadelerine göre, hiç değilse yarısı ticari kullanıma, büyük şirketlerin geliştirm e çalış­
maları ve yenilikçi çabaları sonucunda ulaşabilm işlerdir.
Böylece Jew k es ve arkadaşları, H o ud ıy’nin katkılarının bağımsız bir mucidin çalış­
malarının sonucu olduğunu vurgularken, bizim çalışm ada H oudry faaliyetlerinin ileri
aşam alarında, petrol şirketleri ile yakın işbirliği yap tığı dönem itibariyle öne çıkarılm ak­
ta, üstelik tamamen şirket A&G’si gayretlerinin ürünü olan akışkan katalitik parçalam a
prosesinin geliştirilm esi sırasında katlanılan yü k sek m aliyetler üzerinde ağırlıkla durul­
maktadır. Bununla birlikte Enos’un, petrol arıtm a sanayisinde buluşların kaynağı konu­
sunda Je w k e s ’in görüşlerini desteklediğini de önemle belirtmemiz gerekm ektedir.
iktisadi bakış açısından asıl ilgilenilmesi gereken konunun icat değil, yenilik olduğu
mantıklı bir biçimde iddia edilebilir. Bu kuşkusuz, icatların önemini y a da yaratıcı mu­
citlerin, hem icatlar hem de yen ilik konusundaki, katkılarını inkar etmek anlam ına gel­
memektedir. Jevvkes’in üniversite kaynaklı araştırm a ve icatlar üzerindeki vurgulam a­
sı ile bu çalışmadaki yorum arasında bir tutarsızlık yoktur. A yrıca tek başına bir mucit
ve mucit-girişimcinin hâlâ önemli bir rol oynam akta olduğu yadsınm am aktadır (Bu ko­
nu daha ayrıntılı bir biçimde 8. ve 9. Bölümlerde ele alınacaktır.). Burada sadece, 20.
yüzyılın başından itibaren şirket A&G’leri ile işbirliği içinde çalışan mucitlerin katkıla­
rının artması anlamında bir değişimin söz konusu olduğunu yinelem ek gerekir; Je w -
kes’in önemli icatlar konusundaki açıklam aları da bu yöndedir. Ü stelik Jew k es, bu kat­
kının makine mühendisliği ile karşılaştırıldığında kim ya sanayi bütününde, özellikle
önemli olduğunu kabul etmektedir. Kimya sanayi, on dokuzuncu ve yirm inci yü z yıllar­
da icatlar ve yenilikler arasındaki farklar bakımından giderek sanayiyi daha çok temsil
eder hale geldiğinden, kolayca bir kenara bırakılam az.
Yaklaşım larım ız arasındaki farklar dikkate alınırsa, Je w k es ve arkadaşlarının nük­
leer güç konusunu bir m iktar küçük görerek kenara itmiş olması ve bunu (roketleri, si­
nemayı, kendi kendine kurulan kol saatini ve fermuarı sıraladıkları halde) yirm inci yü z ­
yılın önemli icatları arasında saym am ası şaşırtıcı değildir. N ükleer enerji, konunun çok
geniş ve çok fazla gizlilikle sarılı olduğu açıklam ası yapılarak, bilerek dışarıda b ırakıl­
mıştır. Je w k es ve arkadaşları, ayrıca ve haklı sayılabilir bir biçimde nükleer enerjinin

120
ekonomik avantajları konusundaki aşırı iyim ser görüşler üzerine de bir kova soğuk su
dökmüşlerdir.
N ükleer enerjiyle ilgili olarak ilk dönemlerde var olan bazı ümitlerin gerçekleşm edi­
ği, özellikle m aliyetlerin hızlı yükselişi ve Kanada CANDU reaktörü dışında, reaktörle­
rin büyük çoğunluğunda hayal kırıklığı yaratacak düzeyde düşük yü k faktörlerinin (=
load factors ) gözlenmesi gibi önemli sorunların ortaya çıktığı tamamen doğrudur (Sur-
rey ve Thomas, 1980). Sivil nükleer enerjinin dünya çapında hızla yayılm asının nükleer
silahları yaygınlaştıracağı ve çok ciddi kazalar olasılığını büyük ölçüde artı racağı konu­
sunda kamuoyunda haklı endişeler ortaya çıkm aktadır. Bu korku ve endişeler U kray­
na’da, Çernobil’deki çok vahim kazadan bu yan a büyük ölçüde artmıştır. Gelecekteki
enerji arzı ve enerji teknolojileri konularına IV. Kısım’da daha ayrıntılı değinilecektir.
Kamu kaynaklarının nükleer enerji A&G’sine aktarılm asına büyük öncelik verilmiş
olması, yen i enerji teknolojileri geliştirilm esi ile ilgili çalışm alara ayrılacak bütün kamu
fonlarını eritmiş olduğu için haklı biçimde eleştirilebilir. M erkezi hükümete bağlı güçlü
atom enerjisi kuruluşları ve yetkilileri ile yakın ilişki içinde olan siyasi lobilerin gücü, bu
sonucun ortaya çıkm asında çok etkili olmuştur; bunlar da IV. Kısım’da, daha ayrıntılı
biçimde tartışılacaktır.
N ükleer enerjinin sivil kuruluşlar tarafından geliştirilm esiyle kamunun ilgilenmesi,
hükümetlerin silahların geliştirmesinden ilgisinden kaynaklanm aktadır; Jew k es, askeri
güvenlik düşüncelerinin ilk zam anlar nükleer enerji üretecek reaktörler kurulm asına
ilişkin sivil mühendislik çalışm alarını yavaşlattığını, m aliyetleri yükselttiğini, sanayide­
ki ve üniversitelerdeki ya rarlı ve önemli katkılar yapabilecek bazı grupların katılımını
engellediğini ileri sürmekte haklı olabilir. Bu araştırıcıların haklı görülmesi gereken
noktalardan bir tanesi de, kamu nükleer A&G program larının kendilerini normal ticari
sınırlam alar dışında gördükleri için gereksiz yere savurgan davrandıkları konusundaki
gözlemdir. Duncan Burn (1967)’de, bu görüşü destekleyecek güçlü kanıtlar ortaya koy­
muştur. Bütün bunlara rağmen, reaktörlerin çok yüksek m aliyetlere katlanm adan ve
A&G finansmanı için hatırı sayılır ölçüde kamu desteği sağlanm adan nasıl geliştirilebi­
leceğini düşünmek de zordur. Aslında nükleer reaktörler dünyanın hiçbir yerinde bu
tür bir kamu katılım ı olmaksızın geliştirilm em iştir. 1980’lerde ve 1990’lar geliştirilm eye
başlanan yeni ‘‘fast breeder” reaktörlerin1 çok daha pahalı olduğu ortaya çıkmıştır. Hız­
lı reaktörlerle ilgili A&G faaliyetlerinin, tüm büyük projelerde gözlenen endişe verici bir
özelliği de, gerçek geliştirm e m aliyetlerinin çok büyük ölçüde, sistematik ve ısrarlı bir
biçimde düşük tahmin edilmesidir (Keck, 1977, 1980, 1982).

i Hızlı beslenen reaktörler, kullandığı parçalanabilir malzemeden hızlandırılm ış nötronları kullan arak ayn ı malzemeyi
üreten reaktörlerdir.

121
Bu kadar büyük çaplı kamu yatırım ı gereğinin ortaya çıkmasının nedeni, nükleer
mühendislik proseslerinin burada tartışmış olduğumuz kim ya ve petrol rafineri sanayi­
leri proseslerindeki eğilim lerin hepsini, çok aşırı noktalara götürmüş olmasıdır. Çok
yü ksek m aliyetler ve uzun olgunlaşma süreleri, yeni malzemelerin, enstrüm anların ve
parçaların, gerekli güvenlik standartlarını ve hassasiyet özelliklerini sağlayacak tasarım
sorunlarının olağanüstü karm aşıklığından kaynaklanm aktadır.

Notlar

1 G ünlük akım y a da üretim, psd “Per stream -day”; bir m etrik ton yak la şık 7.5 varil.

2 Kim ya sanayi tarihçesi konusunda bkz. H aber (1958, 1971); H ardie ve Pratt (1966); A chilladelis (1973), Achil-
ladelis e t al., (1987, 1990).

3 Nobel 'in erkek kardeşi deneyler sırasında ölmüştür; ayn ı şekilde Solvay, patlam alardan ve yan gın lardan önemli öl­
çüde zarar görmüştür.

4 B ir Yeni Z elandalı bir bilim adam ı bu süreci “yelken li gem i etkisi” olarak adlandırm ıştır (W ard, 1967, s. 169).

5 BA SF ve H oechst’in erken dönem tarihçeleri için bkz. B A SF (1965); Baum ler (1968); Beer (1959).

6 Egloff sonunda A raştırm a D irektörü olm uştur ve ayn ı zam anda 300 patentin de sahibidir.

122
5. Bölüm

Sentetik Maddeler

ve 4. Bölümlerde, on sekizinci yü zyıl sonu ile on dokuzuncu yü zyıl başlarında­

3 ki yenilik biçim lerindeki değişimi ortaya koymuştuk, mucit-girişimci y a da bir


• iş ortaklığı içinde girişimci ile işbirliği yapan mucit tipleri, yerlerini giderek
profesyonel A&G bölümlerine bırakmış bulunm aktaydı. Petrol, çelik ve elektrik ürün­
leri gibi çok hızlı büyüyen sanayilerde üretim, pazarlama, finansman ile birlikte A&G
konusunda da ölçek ekonomilerinden yararlanan bazı dev şirketler ortaya çıkmıştır.
Buna benzer bir yapı, zaman içinde, A&G açısından en yoğun sanayilerden biri haline
gelen kim ya sektöründe de oluşmuştur. Yeni A&G bölümleri bağımsız mucitlerle, üni­
versitelerle ve kamu kuruluşları ile sıkı işbirliği yapm akla birlikte, şirket A&G labora-
tuvarları bu sanayinin karakteristik kurumu haline gelmiştir. Küçük şirketlerde yenilik
olgusu kuşkusuz ortadan kalkmamış ancak nispi önemi azalmıştır. Bu bölümde, kim ya
sanayisinin en hızlı büyüyen ve aynı zam anda en üst düzeyde araştırm a yoğun sektör­
lerinden birisi olan sentetik maddeler üzerinde ayrıntılı bir biçimde duracağız.
Tamamen bir yirm inci yü zyıl sanayisi olmasına rağmen, plastikler daha şimdiden
dünyanın önde gelen sanayi malzeme gruplarından biri haline gelmiştir. D ünya plastik
tüketimi, demir dışı metaller tüketimini ağırlık açısından 1970 yılın d a geçmiştir; hacim
bakımından tüketim m iktarı çok daha yüksektir. Sentetik kauçuk, doğal kauçuk tüke­
timini 1960’larda yakalam ış, sentetik elyaf ise 1990 yılın d a toplam elyaf tüketiminin y a ­

123
rısını oluşturm uştur (Tablo 5.1). 1980’ler ve 1990’larda hem m etallerin hem de sente­
tik maddelerin üretim hızlarının büyük ölçüde düştüğü görülm ektedir. Büyüme hızla­
rındaki bu düşüşün nedeni kısmen dünya ekonomisinin yavaşlam ış olması, kısmen
1973 ve 1979 yılların d aki hızlı petrol fiyat artışlarının enerji m aliyetlerini yükseltm esi,
kısmen de bazı üretim dallarında malzeme kullanım yoğunluklarının düşmesidir. Buna
rağmen sentetik maddeler toplam madde tüketim i içindeki paylarını artırm aya devam
etmişlerdir.
Sentetik maddelerin çok geniş bir uygulam a alanında, olağanüstü teknolojik olanak­
lar ve m aliyet avantajları sağlaması, diğer yandan da doğal maddelerde gerçek ve bek­
lenen kıtlıklar söz konusu olduğu için, tüketim ve üretim hızları aşırı derecede yüksek
olmuştur. 1940’lardan 1970’lere kadar sentetik maddeler tüketim ve üretim hızlarının
çok yü ksek olmasının temel nedeni eski doğal maddelerin rekabetçi ikamesidir. Ancak
kaçınılmaz olarak, bunlar toplam tüketimin büyük bir bölümünü karşılam aya başladık­
tan sonra, 1970’lerde büyüme hızları düşmeye ve büyüme hızları daha düşük olan do­
ğal maddelere paralel gitmeye başlamıştır. Plastik maddeler hafiftir, biçimlendirilmele-
ri ve kurulm aları kolaydır; genellikle yü ksek derecede elektrik yalıtım ına sahiptirler;
paslanm aya ve zararlı böceklere karşı mükemmel bir dirençleri vardır. Sentetik ka­
uçuklar ise, giderek artan bir oranda, istenen herhangi belirli bir uygulam a için biçim-
lendirilebilmekte ve harm anlanabilm ektedirler; ancak bu maddelerin çoğunun, ısı sınır­
lam aları onların olumsuz yönleridir. Bazı yen i plastik maddelerin çok yü ksek sıcaklık­
larda da kullanılabildiği ve son derece sağlam oldukları görülmekle birlikte şimdilik nis­
pi olarak pahalıdırlar. Sentetik elyafın da sağlam lık, uzun ömür ve zararlılara karşı da­
yan ıklılık gibi birçok durumda, doğal elyafı geride bırakan y a da doğal elyafla birlikte
kullanılabilmesini sağlayan ve böylece tekstil sanayisi için mevcut olanakları büyük öl­
çüde genişleten özellikleri vardır. Buna karşın sentetik maddelerin bizzat bu m eziyetle­
ri aynı zamanda atık ve çevre kirliliği sorunlarına da neden olmaktadır.
Genellikle tanım landıkları gibi, sentetik maddeler, cam ve seram ik gibi, daha eski in­
san yapısı malzemelerden organik kökenli olma bakımından farklıdırlar. Sentetik mad­
deler karbon atomlarının m eydana getirdiği uzun zincirler temeline dayalı dev organik
madde moleküllerinden oluşm aktadırlar. Rayon gibi, kazein (= casein) ve selülözikler
(= cellulosics) için bu zincirlerin y a da polimerlerin (= polymers) kökeni doğadır; fakat,
daha yeni maddelerin büyük bir kısmı, etilen (= polyethylene) veya stiren (= polystyre-
ne) gibi, basit kim yasal birim lerin y a da monomerlerin (= monomers) sentezinden elde
edilm ektedirler. Bu polimerler, uygun ısı ve basınç yo lu yla akışkan hale getirilerek iste­
nen biçim verilir, ısı ve basınç çekildikten sonra da bu biçimde kalır. Böylece naylon ve­
y a polipropilen (= polypropylene) gibi aynı temel madde, elyaf, levha, yap rak, film y a

124
Tablo 5 .1 Ç eşitli M addelerin D iinya Üretim i

D ünya üretim hacm ia


M adde (milyon m etrik ton)

1913 1938 1950 1960 1970 1980 1990b


Plastikler 0.04 0.3 1.5 5.7 27.0 40.0 52.2
Alüm inyum 0 0.7 0.5 1.3 3.6 8.1 11.2 16.7
Çinko0 0.8d 1.4 1.8 2.4 4.0 4.8 5.2
Bakır0 1.0 1.8 2.3 3.7 6.1 7.1 8.5
Çelik 53.0e 88.0 153.0 241.0 448.0 480.0 491.0
Sentetik kauçuk - 0.01 0.5 1.9 4.5 7.7 9.8
Doğal kauçuk 0.12 0.92 1.9 2.0 2.9 3.7 4.4
Sentetik e ly a r _ - 0.12 0.65 4.5 8.4 11.2
Pamuk, işlenmiş 5.2 6.0S 7.1 7.7 9.1 10.1
Yün, ham 1.6 1.7 2.1 2.2 2.2 2.3

-S ıfır. .. Bilgi yo k.
a SSC B , Çin, Doğu A vrupa hariç tutulm uştur,
k 1990 y ılı için geçici tahm inler.
c rafine edilm iş birincil ürün.
d çinko 1909.
* çelik 1910.
saf sentetikler, y an i rayon hariç, Çin ve Doğu A vrupa dahil.
S pam uk 1951.

K a yn a k la r: UN Y ea rb o o k o f S ta tistics, N e w Y ork: S a e c h tlin g (1961); UN M o n th ly B u lletin o f S ta tistics; v e ya z a r ın


ta h m in leri.

da şekil verilerek herhangi bir parça veya bir ürün haline getirilebilir. Gerçek sentetik­
leri üretmek ve harmanlam ak için gereken temel kim ya bilgisi, on dokuzuncu yüzyıl
plastikleri olan selülozikleri üretmek için gereken bilgiden çok daha fazlasını ister. Plas­
tik teknolojisindeki ilerlem eler metalürji bilimini güçlü bir biçimde etkilemiş ve her iki
disiplini de kapsayan yen i bir malzeme bilimi ortaya çıkarm ıştır.
Kimya sanayisi tarafından üretilen başlıca sentetik maddeler, petrol ürünleri, doğal
gaz ve kömür gibi hammaddeler y a da bu hammaddelerden türetilen, etilen, propilenya
da asetilen gibi ara maddelerden elde edilir. Temel kim yasal madde üreticileri, sentetik
maddeleri, onları işleyecek olan sanayilere tıpkı metal üreticilerinin mühendislik sana­
yisine verdiği gibi katı y a da sıvı halinde reçineler, dökme (= moulding) y a da çekme (=
extrusion) elemanları veya em ülsiyonlar (sıvı asıltı) olarak gönderir. Kimyasal madde
üreticileri ayrıca, sentetik maddeleri ince tabakalar, filmler, çubuklar, borular y a da di­
ğer dökülebilir veya çekilebilir malzeme olarak verebilecekleri gibi, kendileri de çok da­
ha karm aşık ürünler ortaya çıkarabilirler. D ikey bütünleşme derecesi, ürünlere ve fir­
m alara göre teknik bilgi düzeylerindeki farklardan ve birleşik üretimin ortaya çıkaraca­
ğı ölçek ekonomilerden dolayı farklılaşm aktadır. Kimya şirketleri giderek artan bir öl­
çüde tekstil sanayisine, daha düşük bir oranda ise inşaat ve ambalaj malzemeleri ve mü­
hendislik elemanları sanayilerine girm işlerdir. Kimya şirketlerinin bu tür sanayilerle il­

125
gilenm elerinin başka bir nedeni de, ürünleri için teknolojik değişmeye karşı direnç gös­
teren ve yeni malzemeleri denemek istemeyen alanlarda pazar oluşturma ve geliştirme
ihtiyacıdır. Ü stünlükleri, içinde bulunduğumuz dönemde yaygm biçimde kabul edilmiş
olmakla birlikte, sentetik m addeler ilk zam anlarda hemen tüm dünyada şüpheyle karşı­
lanmıştır. Yeni sentetik malzemelerle denemelerin yapılm aya başlanm asında ve ardın­
dan yeniliklerin gelmesinde, genel olarak doğal maddelerde ortaya çıkm aya başlayan
kıtlıklarla bunların yüksek fiyatları ve yaklaşan savaş etkili olmuştur.

5.1 İlk Sentetik Maddelerle Mucit-Girişimciler


Y aklaşık altmış kadar olan temel sentetik maddenin (plastikler, sentetik lastik ve el­
yaf) hemen bir düzinesinin dışında, hepsi büyük kim ya şirketleri tarafından icat edil­
miştir (bkz. Freeman e t al., 1963; Hufbauer, 1966). Bu istisnalar genellikle, Baekeland
(bakalit), Chardonnet (rayon), Parkes ve H yatt (selüloit) gibi m ucit-girişim ciler tara­
fından ticari hale getirilen ilk dönem yenilikleridir. A&G’nin profesyonelleşmesi ve
A&G laboratuvarları tarafından oynanan rol, yirm inci yü zyıl ilerledikçe çok daha göze
çarpar hale gelmektedir.
Sentetik maddelerin hiçbiri, yerin i aldıkları doğal maddeler ve metallerin üreticileri
tarafından icat edilmemiş, geliştirilmemiş ve yenilikler haline getirilmemiştir. Ancak y e ­
ni maddeler ortaya çıktıktan sonra, bu şirketlerin bir kısmı bunlara ilgi göstermeye baş­
lamış, bazılarını iyileştirerek yen i uygulam a alanları geliştirm işlerdir. Elyaf ve kauçuk­
ta bazı önde gelen doğal madde kullanıcıları, söz gelişi oto lastiği üreticileri benzer bir
rol oynamışlardır.
ilk gerçek sentetik m addeyi icat konusunda en güçlü iddia sahibi olma hakkı, belki
de 1865 yılın d a patentini aldığı maddeye Parkesine adını veren İngiliz kim yageri
Alexander Parkes’e aittir. Bu madde selüloz nitrat ve yağlardan üretilmiş olup selülo-
itin öncüsü kabul edilir. Ancak Perkes tarafından, icadını değerlendirm ek için kurul­
muş olan Parkesine Şirketi iflas etmiştir. Satm akta olduğu taraklar ve diğer ürünler, u y­
gun şekil vericiler (= plasticizer, plastikleştiriciler) ve çözücüler sorununu halledemedi­
ği için kusurlu çıkmıştır. H yatt esas olarak kim ya eğitimi görmemiş olmakla birlikte, şe­
kil verici olarak kafuru (= camphor) kullanarak başarılı olmuş ve Birleşik Devletlerde
kurmuş olduğu şirket selüloiti ticari açıdan başarılı ilk plastik madde olarak ortaya çı­
karmıştır. Bu örnek, söz konusu sanayi dalında icat sürecinin uluslararası karakterini
ve aynı zam anda beraberinde taşıdığı belirsizliği açıkça ortaya koym aktadır.1
Benzer bir biçimde rayon sanayisinde İngiltere’de gerçekleştirilen bir dizi icat, Fran­
sız mucit-girişimci Kont Chardonnet’nin, Besançon’daki yen i nitroselüloz fabrikasında
üretimi durdurm a kararm a neden olan yan ıcılıkla ilgili bazı önemli sorunların çözülme­

126
sini sağlam ıştır. Parkes gibi, Chardonnet’nin de öncü olduğunu iddia edebilir; ancak o
da icat ettiği ürünü tam geliştirmeden üretime (1884 yılınd a) başlamıştır. Ürettiği elyaf
zayıf ve kırılgandır, ayrıca mevcut tekstil m akineleri bunu işleyecek biçimde uyarlan-
mamıştır. Yine de Chardonnet ısrar edebilmek için yeterli kaynaklara sahipti; 1890’lar-
da, Fransa ve Alm anya’da yeniden üretime başlam ıştır. Ancak daha sonraki dönemler­
de viskoz rayon ve selüloz asetat başlangıçtaki nitroselüloz rayonundan daha başarılı ol­
muştur. Viskos prosesi, İngiliz kim yacısı C. G. Cross tarafından 1892 yılın d a icat edil­
miş; fakat uygun büküm (iplik yapm a) tekniğinin geliştirilebilm esi için belli süre geç­
mesi gerekm iştir.
Yeni bir şirket tarafından öncülüğü yapılm ış başka bir plastik madde de, kazein (=
casein) ve formaldehit kullanılarak elde edilen ve daha çok düğme yapım ında kullanı­
lan G alalith'dir. Alman kim yacısı Spitteler, başarılı U luslararası Galalith Şirketi’ni (Ve­
reinigte Gummiwaren) 1899 yılınd a kurm ak için işadamı Krishe ile işbirliği yapm ıştır.
Rayon sanayisindeki ilk icat ve yen ilikler m ucit-girişim ciler tarafından gerçekleşti­
rilmiş olsa da, geniş mali kaynaklara sahip olan büyük firm aların bu alana el atm aları
için uzun bir zaman geçmemiştir. Cross ve Bevan'ın viskoz rayon prosesini ticari bir bi­
çimde kullanm ak için, 1900 yılın d a kurulm uş olan Viscose Spinning Syndicate, 1904 y ı­
lında İngiliz ipekli sanayisinin hâkim şirketi olan Courtauld’s tarafından satın alınm ış­
tır. Bu tarihten sonra, Courtauld’s, İngiliz rayon sanayisinde tekelci bir konum kazan­
mış ve daha sonra da dünya rayon sanayisinde çok güçlü bir duruma gelmiştir.
Benzer bir biçimde, H yatt’ın A lbany’de kurm uş olduğu ve selüloitin ticari açıdan ilk
başarılı uygulam ası olarak kabul edilen diş protezi fabrikası da kısa süre içinde güçlü
bir finansman grubu tarafından satın alınm ıştır. Selofan (= cellophane) filmi icat etmiş
ve 1912 yılın d a dünya patentlerini almış olan İsviçre doğumlu Fransız kim yageri
Brandenberger ürününü üretmek ve satm ak am acıyla “La Cellophane” olarak adlandı­
rılan yen i bir tesis kurm ak için Fransız rayon karteli ile anlaşm a yapm ıştır. Söz konu­
su ürün, 1917 yılın d a piyasaya çıkmıştır. Böylece yirm inci yü zyıl sanayisinde, mucit-
girişimcinin rolünün azaldığı, ürün ve üretim teknolojilerine ve bu teknolojilerdeki y e ­
niliklere büyük rayon firm alarının hâkim olduğu yen i bir yap ı ortaya çıkm aya başla­
mıştır.
Yine de erken dönem mucit-girişimcileri arasında en başarılısı, kuşkusuz, 1910’da
Birleşik Devletlerde kendi adını taşıyan yoğunlaştırılm ış (= condensation, yoğusum )
plastiğini üretmek için bir fabrika kuran Belçikalı kim ya profesörü Leo Baekeland’dır.
Baekeland, daha önceki yıllard a bağımsız bir mucit olarak çalışmış ayrıca, Amerikan sa­
nayi araştırm alarında da görev almıştı. Belçikalı mucit, sadece bir fenol-formaldehit re­
çinesi olan Bakalit için gerekli orjinal patentleri alm akla kalmamış ilk öncü uygulam a­

127
ların çoğunu da kendisi gerçekleştirm iştir. Birçok ülkede bağlı şirketleri olan ve yaygın
biçimde lisanslar veren çok başarılı bir ticari işletme kurm uştur. Bakalit, bugün toplam
plastik tüketiminin %beşinden az bir kısmını oluştursa da, iki savaş arasındaki dönemin
en önemli sentetik reçinesiydi.

5. 2 Belli Başlı Sentetik Maddeler


Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkarılan y a p a y kauçuklarla hemen bütün
belli başlı sentetik maddeler ve elyaf, yayg ın araştırm a ve deneysel geliştirme olanakla­
rına sahip büyük kim ya şirketleri tarafından bulunmuştur. Kuşkusuz temel kimyasal
keşifler ve icatlar çok kez üniversite laboratuvarlarında gerçekleştirilm iş ve özellikle
Staudinger’in, Freiburg’da uzun molekül zincirleri konusundaki çalışm aları 1930’larda
ortaya çıkan pek çok sanayi ilerlemenin teorik temelini oluşturmuştur. Ancak, bir mad­
deyi laboratuvar aşam asından alıp ticari açıdan varlığını sürdürebilecek m akul ölçüler­
de homojen ve istikrarlı bir ürün haline getirm ek için genellikle y ılla r süren yoğun u y­
gulam alı araştırm alar ve pilot tesis çalışm aları gerekm ektedir. Ayrıca, potansiyel uygu­
lama alanlarının aranm ası ve maddelerin belirli bir nihai kullanım a uygun kalite dere­
celeri ile karışım larının yaratılm ası, çok büyük ölçekte uygulam alı araştırm a ve deney­
sel geliştirme çabası gerektirm ektedir.
Noreen Cooray (1980), sentetik kauçukların doğal kauçukların yerine kullanılm ası
ile ilgili çalışmasında, sentetiklerin sahip olduğu en önemli karşılaştırm alı avantajlardan
birinin de bunlarla ilgili uygulam alı araştırm alarının genişliği ve derinliği olduğunu,
başka bir deyişle bu maddelerde geniş bir özel ihtiyaçlar yelpazesini karşılayabilecek is­
teğe uygun değişikliklerin, karışım ların ve özel ürünlerin bulunabileceğini ortaya çıkar­
mıştır. Cooray, doğal kauçuğun, ancak üreticiler, yüksek verim sağlayan ağaçlar geliş­
tirerek m aliyetleri ve fiyatları düşürmek konusunda başarılı olsalar da, kendilerini sa­
dece ağaç yetiştirm e ve üretme tekniklerine adam ayıp sentetik kauçuk üreticilerinin
gerçekleştirdiğine benzer bir uygulam a alanları araştırm ası örgütlenmesi ve bunun uy­
gulam ası koşulu ile rekabet edebilecekleri sonucuna varm ıştır.
Polimer A&G’si ve uygulam a alanları araştırm alarının ortaya çıkardığı avantajlar bir
ölçüye kadar birikim seldir ve en güçlü sanayi laboratuvarlarının teknolojik önderliğini
daha da güçlendirmektedir. Erken dönemin mucit-girişimcileri, deneylerinin finansma­
nım genellikle kendileri sağlar ve yenilik yapacak bir şirket kurm adan önce kendi pa­
tentlerini alırlardı. Bu düzen yen i sentetik maddelerle birlikte tamamen değişmiştir. Bu
değişimi en iyi anlatan örneklerden biri IC I’nın poliyester ipliği (A B D ’de Dakron, Al­
m anya’da ise Trevira ticari isimleri ile tanınan) Terilendir. Bu elyaf, 1940 yılın d a orta
ölçekli bir tekstil şirketi olan Calico Printers “AssociationTn küçük A&G laboratuva-

128
rında bulunmuştur. Ancak Calico Printers prosesi geliştirememiş ve ipliği yen ilik hali­
ne getirememiştir. Bu yüzden bu yen i elyaf:, çok pahalı pilot tesis çalışmaları, uygulam a
araştırm aları, deneme üretimi ve pazarlam a m aliyetlerine katlanmış olan Birleşik Dev­
letlerde Du Pont, İngiltere’de ise 1CI şirketleri adına lisansa bağlanmıştır. Ürünün,
1950 yılında, piyasaya verilmesinden önce katlanılan toplam m aliyetlerin, ICI için 10
milyon £ civarında olduğu, Du Pont’un da benzer büyüklükte bir harcam a yap tığı tah­
min edilmektedir.
Bölümün sonunda kısaca ele alacağım ız naylon, polietilen, PVC ve Corfam gibi baş­
ka maddelerin de hem icat hem de geliştirme çalışm aları büyük şirketlerin A&G labo-
ratuvarlarında gerçekleştirilm iştir. Ancak ilk keşif y a da icadın (neopren ve methil me-
takrilat da olduğu gibi) bir üniversitede y a da (Terilen gibi) küçük bir şirkette gerçek­
leştirildiği durum larda da geliştirme çalışm alarının maliyeti, pazarlam a hizmetlerinin
yarattığı sorunlar ve yeni tesisler için gerekli yatırım ların büyüklüğü asıl yeniliğin bü­
yü k şirketler tarafından ortaya çıkarılm ası sonucunu doğurmuştur.
Sentetik maddeler yenilikleri yapm a açısından olağanüstü bir sicile sahip firm alar
arasında, sırasıyla Almanya, ABD ve İngiltere’nin en büyük kim yasal madde şirketleri
olan IG Farben, Du Pont ve ICI vardır. Bu şirketler sadece (PVC, naylon, polietilen,
poliesterler, akrilikler, polistiren, buna, neopren, vb.) en önemli bazı buluşları gerçek­
leştirmekle kalmamış, genellikle başkaları tarafından yap ılan keşif ve icatları ilk “taklit
edenler” y a da “uyarlayan lar” arasında da y e r alıp, yeni makinelerin ve geniş bir yeni
uygulam a alanları yelpazesinin geliştirilmesine de önemli katkıda bulunm uşlardır. Aşa­
ğıda bu firmaların başarıyla gerçekleştirdiği belli başlı yeniliklerinden biri tartışılacak
olmakla beraber, önce Alman kim ya firm alarının genel katkıları gözden geçirilecektir.

5. 3 IG Farben'de Araştırma ve Deneysel Geliştirme


4. Bölüm’de gördüğümüz gibi, Alman kim ya şirketleri daha on dokuzuncu yüzyılda,
kendi ürün ve üretim teknolojilerini yaratm a konusunda güçlü bir gelenek oluşturmuş­
lar ve sentetik boya sanayisini kurarak bu alanda dünya liderleri haline gelmişlerdir. Al­
man şirketleri bu nedenle 1925 yılında, IG Farben tröstünü kurm adan çok önce, A&G
program larına uzun dönemli ve büyük m iktarlarda yatırım yapm a alışkanlığına sahip­
tiler. fiiçb ir ülkede 1950’li y ıllara kadar, A&G harcam aları konusunda düzenli istatis­
tikler tutulmamış olmakla birlikte, profesyonel A&G konusunda öncülük yapm ış olan
bazı şirketlerde daha önceki dönemlerle ilgili kayıtlar vardır; IG Farben (Ter Meer,
1953) de şans eseri bu şirketlerden biridir. Bu kayıtların ve tahminlerin çağdaş tanım­
larla2 tamamen uyumlu olduğu söylenemezse de Alman kim yacıları ile yapılm ış olan gö­
rüşmeler farkların çok küçük olduğunu ortaya koymuştur.

129
IG Farben’de, 1925’den 1939’a kadar sentetik maddeler konusundaki A&'G faaliye­
tinin mutlak terimlerle, herhangi bir firm aya göre çok daha fazla olduğu açıktır; toplam
A&G programı ise gerçekten dünyanın en büyüğü idi. IG Farben’in toplam A&G h ar­
camaları 1925-1939 arasında, toplam satışlarının ortalama olarak, %7’sinden fazladır.
Bu oran, büyük kim ya şirketlerinin çoğunluğunda savaş ertesi dönem için geçerli olan
%3-5 aralığında gerçekleşen orandan çok daha yüksektir. IG Farben’in A&G harcam a­
larının toplam iş hacmine oranı 1925-1931 döneminde %7-10 arasında gerçekleşmiş, an­
cak 1933 yılında dünya buhranı sırasında oldukça şiddetli bir düşüşle % 4.9’a gerilem iş­
tir. Bu dönemde, büyük sanayi ekonomilerinin A&G faaliyetlerinin hemen tamamının
geliştirme harcamalarından oluştuğuna ve istihdam edilen araştırm a personelinin de an­
cak, 1000’den fazla yüksek nitelikli bilim adamı ve mühendisten oluştuğuna dikkati çek­
memiz gerekmektedir. 1934’den 1939’a süren dönemde, araştırm a ve deneysel geliştir­
me harcam aları satışların, yeniden, %5-6’sma yükselm iştir. Bu değerler, teknik hizmet­
leri, “extra-m ural ”1 yardım ları, (bazen yanlış ve şişirilmiş sayılar elde etmek için A&G
harcam alarına eklenen) üniversitelere yapılan bağışları; yen i laboratuvarlar kurulm ası­
na ve yeni cihazlar alınmasına yönelik yatırım harcam alarını kapsam am aktadır. Bunla­
rın da katılm ası toplam araştırm a harcam alarını daha etkili kılacak, %1 puan kadar y ü k ­
seltecektir. Bu dönem boyunca şirket, ortaklarına kâr payı olarak dağıttığı miktardan
daha fazlasını araştırm a için harcamıştır. Bir yorum a göre bu durum, şirketlerin en so­
nunda 1925 yılında bir araya gelerek tröst kurm aları, araştırm a kaynaklarını yoğunlaş­
tırm aları ve yüksek polimer kimyası alanına büyük yatırım lar yapm aları konusunda ik­
na olmalarında önemli rol oynamıştır. Tröstün kurulması, dünya bunalımı öncesinde,
harcam aların budanması bir yan a zaten yü ksek olan harcam a düzeylerinin daha da y ü k ­
seltilmesi araştırm aya verilen önceliğin bir göstergesidir.
IG Farben’in savaş öncesi A&G faaliyetlerinin dikkati çeken bir başka özelliği de
üniversitelerdeki ve diğer akadem ik kuram lardaki belli başlı araştırm acılarla yakın iliş­
kiye ve işbirliğine verdikleri önemdir. Aralarında, Nobel Ödülü kazananlar da olan ak a­
demik danışm anları istihdam etme geleneği, bütünleşen firmalarda, Bayer, BASF ve
Hoechst’in bir yaklaşım ı şeklinde devam etmiştir. Firm alar, Alman üniversitelerinde
gerçekleştirilen birçok araştırm ayı parasal olarak desteklemiş ve kendi laborauvarların-
da da en iyi kim yacıları çekecek koşulları oluşturm uşlardır. Hem yönetim kadem elerin­
de hem de A&G bölümlerinde lisansüstü eğitim almış kim yacılar hâkimdir. Makromo-
leküler kim ya konusunda olağanüstü bir dünya otoritesi olan Freiburg Üniversite­
si’nden Profesör Staudinger, iki savaş arasındaki dönem boyunca sentetik m addeler ko­
nusunda IG G rubu’nun aktif danışmanlığını yapm ıştır. Savaş sonrası, plastik sanayisine

i "E xtra-m u rar sisteme dışarıdan gelen; ''intra-m ural” sistem içinden terim inin karşıtı.

130
önemli teorik katkılar yapm ış olan Z iegler’in, düşük basınçlı polietilenin 1950’lerde or­
taya çıkmasına yol açan kritik buluşlarını yaparken, M ulheim ’de, Hoechst’in danışm a­
nı olduğuna belirtmek yerinde olacaktır. Bu buluşların ardından prosesin lisansını da
kapsayan yen i bir danışm anlık anlaşması imzalanmıştır.
Son olarak, IG Farben’in deneysel geliştirm e çalışmaları sırasında bazı durum larda,
birbirine paralel çalışan ekipler kullanm a stratejisini uyguladığını da belirtm eliyiz. Bu
durum kısmen ortak firmaların maruz kaldığı yerel baskının bir sonucu olduğu kadar,
aynı zam anda araştırm a mekanizması içinde işbirliğini sağlam aya ve yeni sentetik mad­
delerin geliştirilmesi sürecinde alternatif yo llar denenmesine yönelik bir felsefenin y a ­
rattığı bilinçli bir stratejidir.

5. 4 icat ve Yaratıcılığın ölçüsü Olarak Patentler


Şimdi IG Farben’in araştırm a ve deneysel geliştirme çabalarının sonuçlarına baka­
biliriz. Buradaki A&G ölçeği, kuşkusuz iki savaş arasındaki dönemde, dünyadaki her­
hangi bir özel sektör firmasındakinden çok daha büyüktür. Ancak bu faaliyet ne kadar
etkindi? Bu soruyu cevaplandırabilm ek için patentleri ve hasıla ölçümünde kullanabi­
leceğimiz diğer ölçütleri tartışm ak gerekm ektedir.
A&G faaliyetlerinin etkinliğinin ölçülmesi işi, işletme iktisadının en karm aşık sorun­
larından birisidir ve bu sorunun basit bir cevabı yoktur. A&G faaliyetlerinin girdileri öl­
çülerek finansal bir ortak bölene indirgenebilir ancak bu durumda bile, dışardan elde
edilen enformasyon girdilerinin şeklen A&G yapısına bağlanması gibi ciddi güçlükler
söz konusudur. Elde edilen sonucun y a da hasılanın ölçülmesi söz konusu olduğunda
güçlükler büsbütün artm aktadır. Bu güçlükler, UNESCO (1970)’de ve R es ea r ch P o-
l i c y dergisinin, A&G çıktısının ölçülmesi konusunda yayım lanm ış olan özel bir sayısın­
da (1987, cilt 16, sayı 2-4) oldukça ayrıntılı bir biçimde tartışılm ıştır. Burada, IG Far­
ben’in A&G faaliyetlerinin etkinliğini ölçmek için, sadece birbirini tamamlayan iki gös­
terge ortaya koymak mümkündür: patentlerin ve gerçekleştirilen yeniliklerin sayısı.
Eğer daha iyi veriler olsaydı, bu 2 göstergenin kullanılacağı düşünülmemektedir. Ancak
birlikte ele alındıklarında yeniliklerin kârlılığı açısından olmasa da, m aliyet etkinliği açı­
sından bazı cevaplar bulunm aktadır. IG Farben’in A&G faaliyetlerinin kârlılığını değer­
lendirmek için yeni geliştirdikleri ürünlerin m aliyetleri ve kâr m arjları konusunda belki
de hiçbir zaman yayınlanm ayacak ölçüde, bilgiye gereksinim vardır. Ayrıca Alman sa­
vaş ekonomisi gibi, alabildiğine karm aşıklık yaratan bir faktör de söz konusudur.
Patentler yeniliklerin başarısından çok, icatlarla, yaratıcılık ürünleriyle ilgili bir öl­
çüt olduğundan yenilikleri değerlendirebileceğimiz başka ölçütlerle birlikte kullanılm a­
sı gerekm ektedir. Ancak, kısıtlarının göz önünde tutulması koşuluyla, patentlerin ve

131
V .ÜJ
Ь л
о СП
•2 «
ï» '4)
{^9°*^ 3 "а h

S' 5*
'о Qj
P
jgS «^ КО '
О
—i 4400

с .£
:з о
-2 03
jg H rjN » rtn N N g
й
tn dё-

d a ~
"J?q ^с

9 --о

-5> а
« а
с _о

3 "V
» ( ^ ^ « « q v iQ ^ o s p 3
H N O PvÖ v6SH ^H о
<u d* ИИГ4 и и р
“3 û,

£ -Ь
-İİ5
9 ^ û,d —
d

^ N P î q q q « ı t t “î Я
н Я '° Я и>3 №'° 1АН 3

U

о
О^40
‘с
о
е О О
О -С Ч
5Го>
Û5 -
t- Q .
Л d
— и«
з5Ь * -§
:3 ’С ^ С
"сЗ 4) ’Ы>ŞS I t
тз ь IS . 0 -4
с _5 V Ï Ь :В d Û* d
D N
— „С d e I з « U ,U
D _а
Ь ;= -S a ä
а 6 О 4) > .-
D
> "3 u -s
N Р > и ^3 û_
со "^ "‘ > ’S "О fe
Q JS C ^
d ~ '*
Ё з>-Ä
•- Е -3 > S
гс Е Я ^ 2 и л■ ” C r§
S
d
С/Э | .1 н б н

132
!■ -2<£" ф, esi ao « ov cq vo ao ^ ırj«
'S
КС
a ss
i s a Js
OH Ov ^ N и ts co 00 O
rl Ö- ^

р
«§ -ТЗ1 ? oo и м «
04 cq Ov ^ NIft Гч ıq «IAO
4Öt<İ t4 «N N iri f-î
«и«i 40 со и
c4 о
Зъ fS
£
и
04
ÇJ «н н О

E
*T2 ^ ""ёл
S ^c 11)М .4 НОЯ Оч «Ч«0«1 “1 °5 «Ч Ч
f>t>
>J2
с « п<-1 m ттЫ ч1 ts д д » g
«s
— : <8 -e
5
TÎŞ
^ я 6
p

.S s
I^ u»ocd ®_
^ i-j <J 'С «! Н«*} <4 рс*}»ч «ч Ч Ч 9
5g w JS Ol I* ri i g 9 С— г) р4 in д Д « » g
flîg < « t (Q ^>
сn c

0 -
<% «
<! “
1İ gs NmN вмччЧ^ *9 *9 *1 *4 **> 'Ч 'Ч Я Р
«e «но« НмнОО O H O g H г) 8
o
É- '

C V ^
oovrn ллн оуМ 40 сч 04 q oo со оо ıq о
P>>s S« e* НОИ И тн^нО ° Я8 8 «Ч 041Л g
>t e

•С
а>
и ”с “3
-т- 0)
= :2 -
сщв“:3 ^d2 ^2
.£ —
- ^ .'I
•аU ÿ
а с 2 Ё2 2 1

! ‘S
_ р е «
S- е -s s s яя О"3 «5
> -В .a - jd J « g- -3 "3 .- g
• « U и , g ■Ü
-*
I W Ъ
! -щ I -S !Й ОТ» “
■ " E b b “
g с _я _я 2 5ä е SP«~§■ S,
StnûО- J« hсО
1/ S Л Л Л я ~
СЯ ) н Ui ü Q J S id S3 « X ш о н £

133
gerçekleştirilen yeniliklerin sayısı, belki de, genelde sanıldığından çok daha ya rarlı öl­
çütlerdir. Schmookler, bu ölçütlerin iktisat tarihi açısından taşıdığı değeri göstermek
bakımından, diğer bütün iktisatçılardan daha fazla katkıda bulunmuş ve demiryolu sa­
nayi, petrol rafinasyonu, kâğıt üretimi ve inşaat sektöründeki icatlarla ilgili olağanüstü
kapsamlı çalışmasında, 1850 ile 1950 arasında, Birleşik Devletler patent istatistikleri­
nin, icatların değerlendirilm esi açısından önemli buluşlara ait listelerden daha iyi bir
gösterge olduğu sonucuna varm ıştır. Ona göre, patent istatistikleri bütün küçük çaplı
ve geliştirme nitelikli buluşları yansıtm akta ve önemle ilgili herhangi bir sübjektif değer­
lendirmeyi ortadan kaldırm aktadır (Schmookler, 1966). Biz, Schmookler in toplulaşmış
patent istatistiklerinin küçük icatların ölçülmesi konusundaki görüşünün değerini kabul
etmekle birlikte, radikal icatların değerlendirilm esi söz konusu olduğunda anahtar pa­
tentlerin bir ölçüt olarak yararından kuşku duym aktayız.
Patent istatistikleri ile ilgili kısıtlardan bir tanesi de, patentleme eğilimi açısından, sa­
nayiler ve firm alar arasında var olan farklardır. Örneğin, savunma ile ilişkili sanayiler­
de patente bağlam a eğilimi genellikle düşüktür. Bu durum, uçak ve elektronik sanayi­
lerinde, birim A&G harcam ası başına patent sayısının çok daha düşük bir oranda kal­
masına neden olmaktadır (Tablo 5.2a ve 5.2b).3 Bununla birlikte, kim ya sanayisinde pa­
tentleme eğilimi yüksektir. G erçekleştirdiği yenilikler konusunda patent korumasına
önem vermeyen bir kim ya şirketi bulmak çok güç, hatta imkânsızdır; plastik sanayisin­
de patentleme faaliyetine konu olmamış herhangi bir önemli teknolojik gelişme bulmak
da aynı derecede güçtür.
Patent istatistikleri kullananlar, yıllık dalgalanm alar ve kalite değişimleri ile ilgili bil­
giler için, bu verilerin beş y a da on yıllık küm eler şeklinde kullanılm asının daha anlam ­
lı olacağında genellikle anlaşırlar. İşleri güçleştiren bir başka unsur da ulusal patent u y­
gulam aları ile ilgili yasaların değişikliğinden kaynaklanm aktadır.4 Pavitt ve Soete
(1980) bu güçlükleri aşmak ve (ABD dışında) bütün ülkeleri aynı düzeye oturtabilmek
amacıyla, yabancı şirketler tarafından A BD ’de alınan patentleri kullanm ada öncülük et­
mişlerdir. ABD, en önemli tek pazar olduğu için firmaların önemli patentlerini bu ülke­
de tescil ettirmek isteyeceklerini varsaym ak akla uygun bir davranıştır. Böylece, Pavitt
ve Soete yabancı şirketlerin ticaret faaliyetleri ile ABD ’de alınmış olan patentler arasın­
daki çok ilgi çekici ilişkileri ortaya çıkarm ışlardır (Soete, 1981; Pavitt, 1982). Daha y a ­
kın zamanlarda, Avrupa Patent Ofisi istatistiklerini kullanım a açtığında, benzer çalış­
maları Avrupa patentleri konusunda da yapm ak mümkün olmuştur. AB'nin Avrupa Bi­
lim ve Teknoloji Göstergeleri (European Science and Technology Indicators) (1994)
başlıklı yayın ı iyi bir karşılaştırm a olanağı yaratm aktadır.

134
3 -1 ji 1 Ç| | | | ^

S<3 *: iİllllsflöSİ:
h * « » s s a a s s s !5 a  a a a a a a a ö a a a
g g g S § 8 g g 3 § § § 8 § Ö S £ K 8 «S 3 fcS S S 3 3 8 a
Tablo 5.3 Öncü Şirketler Tarafından Alman Plastik Madde P atentleri

I 1 lı ı^ ıi i ıl
ıit
fiw lıt « liİ İ !^ - - - 1 1
HMB, » « N « . s - a 2 J ia s şaş assssa s
S Ö 8 « 5 g 3 3 S f ; S R R P ! $$$!S1Î?.5:9Î9!J5IQI

j
I -ş . MA . M i

^sJJ«B ı3cS2u ;Ö 3j
'-"«'-"'^•^sssasBjsîs aa aaaaaaa s
aaaaaa
rt h h p* h ^sas rössss ® 33993 sasasa a
o,
c £ 'oynak lar: D elorm e (1962) ve P atent B ürosu, L on dra
S
Sİ 1 1 Jı|l
l y Isl m

S iss isi
-««.*« p. »ss assa;»**- sasa sasasa
3gR8S8 S93S8 8383833 333833333333 3
>>
T 3J

1 î . Jl J | 4 *
0,-0 •
C J>
flÛ
< IsLlî—f! ® l l l l i I ]js I C ot- ■
D
JD
C3
d ı 3 İ№«»O
ih 8 rjiîhgS^ll№
rj Q 2 3 2 a a
İiy!İjl 4
S Rfc RS « 3 .

135
Patent istatistiklerinin sorunlarıyla ile ilgili bu kısa tartışmanın ardından, şimdi, plas­
tiklerin gelişiminde IG Farben’in oynadığı rolü incelemeye dönebiliriz. Sentetik madde­
ler konusundaki üç ciltlik, sınıflandırılmış uluslararası patentler antolojisinin, Delorme
(1962) tarafından büyük güçlüklere katlanılarak, 1791-1955 dönemi için hazırlanmış ol­
ması büyük bir şanstır. Bu çalışma, çifte sayımı ve söz konusu kaynaktan elde edilen is­
tatistiklerin Alman şirketlerinden çok Fransız ve Amerikan şirketlerine doğru sapm ası­
nı ortadan kaldırm aktadır. Bu sayılarla ilgili analizin hemen göze çarpan özelliği,
1931 den 1945’e kadar olan dönemde IG Farben’in, 1930’dan önce ise kendinden önce­
ki firmaların hâkim durumudur. IG Farben, otuz büyük şirket tarafından alınmış olan
patentlerin üçte birinden fazlasına sahiptir (Tablo 5.3); büyük şirketler alınan tüm pa­
tentlerin daha büyük bir kısm ına sahip oldukları için, bu m iktar bütün kaynaklardan el­
de edilen dünya toplam patentlerinin %17’sine eşittir. Bu dönemde, Du Pont dışında
hiçbir firma, IG tarafından alınan patent sayısının altıda birine ulaşamamıştır. Vinil pa­
tentleri söz konusu olduğunda, bu oran dünya patentlerinin dörtte birinden fazladır. IG,
1925 ile 1930 yılları arasında, 1791’den 1930’a ulaşan bütün dönem boyunca, en çok pa­
tent alan şirketin iki katından daha fazla plastik maddelerle ilgili patent almıştır.
1931-45 arasındaki on dört yılda, plastiklerle ilgili patent sayısı önceki 140 yıld a alı­
nanlardan daha fazladır ve uzun dönem eğiliminin dikkati çeken bir özelliği, kişiler ta­
rafından alınan patentlerde şirketler tarafından alınanlara göre bir azalm a eğiliminin or­
taya çıkm asıdır (Tablo 5.4). Savaşı izleyen dönemde kişilere verilen patentler toplamın
%10’unun altına inmiştir. Bu bilgiler, şirket içi A&G örgütlenmelerinin bireysel mucide
göre artan katkısını ve bu sanayi dalındaki yen ilik sürecinin giderek artan ölçüde bilim
temeline dayandığını yansıtm aktadır.
ikinci D ünya Savaşı öncesi dönemde şirketler tarafından alınan patentlerin %80’in-
den fazlası Alman ve Am erikan şirketlerinindir; ancak, Du Pont dışındaki önemli ABD
kim ya şirketleri bu alana nispeten geç girm işlerdir. Erken dönem plastik maddeler üre­
ticileri olan Bakelite ve Celluloid, film alanında Eastman Kodak ve yen i maddelerle çok
ilgili ve en yüksek araştırm a yoğunluğuna sahip Amerikan firm alarından biri olan Ge­
neral Electric de büyük sayılarda patent alm ışlardır. Hem Bakelite hem de Celluloid,
erken dönemlerde çok önemli bir rol oynam ışlardır; örneğin poliasetal (=polyacetals) ve
polikarbon (= polycarbonates) konusunda hâlâ liderler arasındadırlar. Robin ve Haas,
bu dönemde A lm anya’da yerleşiktir ve esas olarak akrilik maddelerin (= methyl met-
hacıylate) geliştirilm esi ile ilgilenmektedir. 1930’lar geldiğinde ICI, plastik maddeler
araştırm a ve üretimi alanında IG Farben’in ardında olmakla birlikte, liderler arasında­
dır. Yüksek düzeyde araştırm a yoğunluğuna sahip olan İsviçre şirketi CIBA, alınan pa­
tent sayıları bakımından uzun bir süre önde gelen firm alar arasında yerini alm ıştır ve

136
Tablo 5 .4 Başlıca P lastik G ruplarına Göre Verilen Patentler, 17 9 1-19 5 5

1791-1930 1931-45 1946-55

T opla m a T oplam a T opla m a


P a ten t s a h ip le ri S ayı o ra n ı (% ) Saya o ra n ı (% ) S ayı ora n ı (% )

Kişiler 1,803 43 791 15 489 8


Ş irketler 2,436 57 4,341 85 5,749 92
Toplam 4,239 100 5,132 100 6,238 100

K a yn a k : D e lo r m e (1962).

özellikle, yapıştırıcı "epoksi” reçinelerde (= epoxy resins) önemli yenilikler yapm ıştır.
Ancak ICI ve CIBA dışında kalan Avrupa kim ya sanayi, Alman ve Amerikan firm ala­
rının çok gerisindedir.
IG Farben 1946’dan 1952 y e kadar M üttefik askeri hükümetler tarafından yeniden
örgütlenmişti, yen i patentler alacak durumda değildi. Ü stelik sırlarının pek çoğu, 1945-
1946’da M üttefik araştırm a ekipleri tarafından zorunlu olarak Ingiliz, Fransız ve Ame­
rikan şirketlerine verilmiştir. Dağıtılmış olan kartelin yerini alan şirketler, 1952 yılın a
kadar normal üretim ve araştırm a faaliyetine başlayam am ışlardır. Bu durumun sonucu
olarak, 1946-55 dönemi patent istatistikleri ön sıradaki en büyük on şirketin sekizini
oluşturan Amerikan şirketlerini ve dünya lideri olarak da Du Pont’u göstermektedir.
Buna rağmen, IG Farben’in yerine kurulan şirketler toplam olarak, bu dönemde bile,
Du Pont dışındaki herhangi bir firmadan daha fazla patent alm ışlardır.
Delorme’nin antolojisi ne yazık ki 1955 yılının ötesine geçmemektedir. Ancak Ingi­
liz Patent Bürosu istatistikleri kullanıldığında önde gelen Alman firmalarının 1950’ler-
de ve 1960’larda, IG Farben’in savaş öncesi dönemdeki büyük hakim iyetine ulaşamasa-
lar da, kendilerini toplam aya devam ettikleri açıkça görülm ektedir (Tablo 5.3). Ingiliz
ulusal patent istatistikleri İngiltere’de yerleşik şirketler lehine bir eğilim göstermekle
birlikte, muhtemelen, Ingiltere’de faaliyet gösteren önemli yan tesisleri olan Monsanto
ve Standard Oil dışında Amerikan şirketlerine karşı Alman şirketleri lehine bir eğilim
göstermemektedir.
En önemli radikal icatları çok daha fazla sayıdaki küçük icattan ayırm ak önemli ol­
m akla birlikte, anahtar icatlar için ayrı bir ölçüt kullanılm ası istenir (Baker, 1976; Clark
e t al., 1981). Bu konuda bir uygulam a N IE SR ’de uzman danışman C. A. Redfarn’ın
yardım ı ile gerçekleştirilm iştir. Bu yöntemle, 1790-1955 döneminde 117 temel teknolo­
jik ilerleme belirlenmiştir. Bir temel teknolojik ilerleme bir y a da daha lazla patente bağ­
lanmış olabilir. Söz konusu 117 temel ilerlemeden IG Farben, Alman şirketleri tarafın­
dan gerçekleştirilen 5 l ’inden 30’unun; Du Pont Amerikan şirketleri tarafından gerçek­
leştirilen 43’ünden 12’sinin ve ICI Ingiliz şirketleri tarafından gerçekleştirilen 15’inden
7 ’sinin sahibidir. Diğer ülkeler sadece 8 temel teknik ilerleme gerçekleştirebilm işlerdir.

137
5. 5 Patentler ve Yenilikler
Şimdi patent istatistiklerinden çıkan kanıtlarla önemli teknolojik ilerlem elere ilişkin
bulguları, yenilik başarılarıyla karşılaştıracağız. Yenilikleri ölçmenin en basit yöntemi
bütün yeni sentetik maddeleri listeleyip, her ülkede ilk ticari üretimi gerçekleştiren şir­
ketle ilişkilendirm ektir. Bu yaklaşım yapılan yeniliklerin bir listesini verecektir, ancak
söz konusu maddenin yen i uygulam a alanları ve yenilenen proseslerle ilgili birçok yen i­
liği göz ardı ettiği için eleştirilecektir. Buna rağmen söz konusu yöntem yen ilik başarı­
sı açısından kaba bir göstergedir ve her maddenin nispi önemini ortaya koyacak biçim­
de ayarlanabilir.
Hufbauer 56 adet plastik madde, sentetik kauçuk ve elyaf için böyle bir liste hazır­
lamış ve çok sayıda ülke için ilk üretici şirketi belirlemiştir. Bu çalışmanın ortaya koy­
duğu ilgi çekici bir sonuç, ülkeler ve şirketler arasında sadece, yap ılan yeniliklerin
(dünyanın ilk üreticisi) sayısı açısından değil taklit etme (yeniliğin yapılm asından son­
ra belli bir ülkedeki ilk üretici) açısından da karşılaştırm aya olanak sağlam asıdır. Huf­
bauer elindeki verileri taklit etme sürelerini ölçmek için kullanm ış ve en yü ksek yenilik
yapm a oranına sahip ülkelerin aynı zam anda en kısa taklit etme süresinde hareket et­
tikleri gibi çok önemli bir sonuca varm ıştır. Başka bir ülkede gerçekleştirilm iş olan bir
yeniliğin Alm anya y a da ABD tarafından taklit edilmesi ortalama olarak üç y ıl alırken
bu süre Ingiltere ve Fransa için birkaç y ıl daha uzundur. Diğer bütün ülkeler için on
yıldan, bu ülkelerin çoğunluğu için yirm i yıldan daha fazladır. Bunun, dış ticaret teori­
si açısından, Hufbauer ve diğer iktisatçılar tarafından çıkarılmış çok önemli sonuçları
vardır (bkz. Posner, 1961; Hufbauer, 1966; Vernon, 1966). Ulusal piyasanın büyüklü­
ğü de kuşkusuz taklit ve yayılm a süreçlerini etkileyen önemli bir unsurdur. Biz esasın­
da taklitle, araştırm a ve yen ilik kapasitesinin bir başka göstergesi olduğu için ilgilen­
mekteyiz. Y eniliklerle dış ticaret arasındaki ilişkiler 13. Bölüm’de araştırılacaktır.
Güçlü bir araştırm a kapasitesine sahip olan firma daha hızlı taklit edebilir; hatta y e ­
niliği aynı anda gerçekleştirebilir. Bu yüzden İkinci D ünya Savaşı sırasında, IG Farben
polietilenin (bir ICI yen iliği) ve naylonun (bir Du Pont yen iliği); 1940 yılın d a ise, Ingi­
liz ICI, PVC nin; ABD kim ya ve kauçuk sanayileri de sentetik lastiklerin (IG Farben
yenilikleri) üretimine bağımsız olarak başlayabilm işlerdir.
Patent istatistikleri, gerçekleştirilen yenilikler ve taklitlerle birlikte ele alındığında,
IG Farben’in bir derece de Du Pont ve IC I’nin her bakımdan başarılı oldukları açıkça
görülm ektedir (Tablo 5.5). IG Farben’in elde ettiği sonuçlar gerçekleştirilen yenilik sa­
yılarında, patent sayılarına göre açıkça daha iyi, gerçekleştirilen taklit sayılarına göre
ise çok daha iyidir. Bir şirket yen i ürünlerde yenilikler yapm a konusunda başarılı ise,
taklit edebilme kapasitesi ne kadar yüksek olursa olsun5 taklit etme ihtiyacını çok daha

138
az duyacaktır. Özgün yeniliklerdeki kâr oranlan taklitlere göre çok daha yü ksek olabil­
diği gibi, rakip firm alar karşısında elde ettiği zaman avantajı, şirketleri kendi yen i ürün­
leri üzerinde yoğunlaşm aları için teşvik etmektedir. Bununla birlikte bu yaklaşım ın, bu
bölümde daha sonra tartışacağım ız Korfam örneğinde olduğu gibi başarılı olamayan öz­
gün buluşların getirebileceği ağır riskler ve zararlarla dengelenmesi gerekm ektedir.
Taklit konusunda alternatif stratejiler ise 11. Bölüm'de ele alınacaktır.
Tablo 5 .5 Sentetik M addelerde P atentler ve Y enilikler
(D ünya toplam ına oram yüzde olarak)

P a te n tle r v e y e n ilik le r T op la m D ü n y a to p la m ın a y ü z d e ora n

IG Du
F a rb en a P ont IC I

Şirketlerin toplam plastik patentleri 6,777 20 6 2


1791-1945
Şirketlerin toplam plastik patentleri 4,341 20 8 2
1931-1945
Patent literatürüne göre: 117 26 10 6
“Önemli teknolojik ilerlem eler"
1791-1945
Sentetik m addelerde yen ilikler 56 32 9 2
1870-1945
"Önemli teknolojik ilerlem eler" 20 45 10 5
1870-1945
Yenilikler 36 44 11 3
1925-1945
İlk “taklitler" 14 4 8
1870-1945

a Ö ncekiler ve izleyenler dahil.


K a yn ak la r: Y azarın D e l o r m e y e d a ya n a ra k y a p t ı ğ ı ta h m in le r (1962), H u lb a u e r ’i n y e n ilik le r k o n u su n d a k i analizi
(1966) v e R ed fa r n a ra ştırm a sı (hk z s. 60).

Büyük bir kim ya şirketi yabancı rakibinin gerçekleştirm iş olduğu bir yeniliği, ister
bir lisans anlaşması çerçevesinde, isterse bağımsız olarak taklit etmeye başladığında, ge­
nellikle daha iyi bir proses geliştirm eye y a da üründe temel bir iyileştirm e yapm aya te­
şebbüs etmektedir. Bazı durum larda bu değişiklik y a da iyileştirm e özgün yenilik kadar
önemli olabilmektedir. Du Pont, 1924 yılında, selofan lisansını aldıktan sonra araştırm a
kim yacılarından ikisi bu m addeyi suya dayanıklı hale getirm eyi başardılar ve böylece
bir ambalaj malzemesi olarak uygulam a alanı önemli ölçüde genişlemiş oldu. IG’nin
Naylon 6 ’sı, bağımsız A&G programının çalışm aları sonucunda, Du Pont’un Naylon
66’sından önemli ölçüde farklılaşm ıştır.
Bunlara ek olarak, yeni bir prosesin uygulanm aya başlanm asından y a da yen i bir te­
sisin kuruluşundan sonra da birçok küçük teknik iyileştirm enin yapıldığının hiçbir za­
man unutulmaması gerekm ektedir. A vrupa ve Kuzey A m erika’dan yü ksek sayıda tek­
noloji ithal eden Jap o n şirketlerinin, ithal ettikleri ürünleri ve prosesleri iyileştirm ede

139
özellikle başarılı olmalarının nedeni, A&G’de güçlü olm alarıdır (Freeman, 1987; Fuka-
saku, 1987). Bu iyileştirm eler, bir yandan gizlilik nedeniyle bir yandan da patent alın ­
m aya uygun olm adıkları için patent istatistiklerinde y e r alm ayabilir. Hollander, Du
Pont’un rayon fabrikalarında gerçekleştirilen küçük teknik iyileştirm elerin pek çoğu­
nun patentinin alınm adığını ancak bir arada ele alındıklarında, verim lilik artışına temel
değişikliklere göre çok daha fazla katkıda bulunduklarını ortaya çıkarm ıştır. Ü stelik
bu iyileştirm eler genel olarak, merkezi araştırm a birimi tarafından değil, mühendislik
bölümü ve teknik yardım grupları tarafından yapılm ıştır. IG Farben’in plastik fabrika­
larında gerçekleştirilen küçük çaplı yenileştirm elerle ilgili veri olmadığından, bu alan ­
daki performansını, dünya sanayisi içindeki genel rekabetçilik (ihracat dahil) düzeyi ve
patent istatistiklerine yansıyan küçük iyileştirm eler dışında değerlendirm ek mümkün
değildir.
IG Farben’in temel büyük yeniliklerde ve temel büyük teknolojik ilerlemelerde pa­
tentlere göre çok daha başarılı ve yaptığı yeniliklerin, A&G harcam alarının oranına gö­
re daha büyük olduğu gerçeği, kısmen yenilikçi bir örgütün etkinliğinin yansım ası ola­
bileceği gibi kısmen de Alman savaş ekonomisinde sahip olduğu güçlü tekelci pozisyo­
nun bir sonucu olabilir. IG bu dönemde, sendikalara ve m üşavirlik kuruluşlarına hâkim
olmasının yan ı sıra, yen i ürünleri için bazı pazarlam a kanallarını da denetlemektedir.
Bu durum, A&G program larının birikim li ölçek avantajlarından yararlanm asına imkân
vermiştir. Çok büyük mali kaynaklar ve hükümet desteğiyle, IG’nin başarıyla yü rü ttü ­
ğü sentetik maddeler ikame programı, özellikle sentetik kauçuklarda garantili bir paza­
ra sahip olmuştur.
Böyle bir durum, ikinci D ünya Savaşı dönemi dışında, ABD ve Ingiltere için hiç ge­
çerli değildir. Savaş sırasında bile, birçok doğal maddenin büyük ölçüde sağlanabilir ol­
ması ve düşük fiyatları, sentetik maddelerin geliştirilm esi için herhangi bir mücbir du­
rumun ortaya çıkmasını önlemiştir. Bununla birlikte, Ingiltere’nin polietilen ve daha bü­
yü k ölçekte, A BD ’nin, Uzak Doğu doğal kauçuk arzı geçici olarak kesintiye uğradığın­
da, sentetik kauçuk programı hükümet talebindeki büyük artışın etkisini görmüştür
(Solo, 1980; Morris, 1989).
IG Farben, 1920’lerde bir ara, sentetik kauçuk patentlerini, doğal ürünün önemli bo­
yu ttaki fiyat avantajını koruyacağı düşüncesiyle, dünya doğal kauçuk karteline satma­
y ı teklif etmiş, ancak yüksek düzeydeki silahlanm a girişim i nedeniyle geliştirm e çalış­
maları hızlı bir biçimde sürdürülmüş ve Alman savaş ekonomisi için hayati önem taşı­
yan büyük çaplı yeni bir sanayi kurulm uştur. Bununla beraber, aralarında PVC, polis-
tiren, polivinil asetat, üre-formaldehit yapıştırıcılar ve melamin formaldehitin bulundu­
ğu bir dizi önemli plastik maddenin IG tarafından, H itler iktidara gelmeden önce geliş­

140
tirilmiş olduğunu belirtmek gerekir. Sonuç olarak, IG’nin olağanüstü performansı, da­
ha 1920’li yıllarda, silahlanm a konusundaki gizli yaklaşım ın yönlendirdiği varsayılm az-
sa, sadece savaş dönemi talebi ve gizli bir silahlanma ile açıklanamaz.
Batı Almanya, savaşın ardından sentetik kauçuk üretimine geçici olarak ara verilmiş
olmasına rağmen, plastik maddelerde dünyadaki en yüksek kişi başına üretim ve tüke­
timini sürdürmüştür. IG Farben Tröstü dağıtılmış olmasına rağmen yerin i almış olan
şirketler önemli yenilikler gerçekleştirm eye ve yen i uygulam a alanları geliştirm eye de­
vam etmişlerdir. Böylece ortaya çıkan manzara, Birinci D ünya Savaşı ’ndan bu yana,
yenilikçi, güçlü A&G olanaklarına sahip çok büyük kim ya şirketlerinin hakim iyetleri al­
tında bir sanayidir. Bununla birlikte, bu süreci yeni maddelerin neredeyse kendiliğin­
den ortaya çıkmasını sağlayan yoğun ve kitlesel bir araştırm a programı olarak düşün­
mek de yanıltıcı olur. Bütün bu yeniliklerin özelliği, üç örneğini aşağıda daha ayrıntılı
olarak incelediğimizde açıkça görülebileceği gibi, yüksek derecede bir teknolojik ve ti­
cari belirsizliktir.

5. 6 PVC
IG Farben’in araştırm a ve yenilik faaliyetlerinin iyi bir örneği, daha sonra dünyada
ağırlık ve tonaj olarak en çok tüketilen üç plastik maddeden biri haline gelecek olan
PVC’dir. Bu madde Anglo-Amerikan literatüründe nispeten ihmal edilmiş olmakla bir­
likte, bir İngiliz kim yacısı burada özetlediğimiz ayrıntılı ve değerli çalışm ayı gerçekleş­
tirm iştir (Kaufman, 1969).
Vinil klorid, ilk kez 1835’de, Liebig’in laboratuvarında, Regnault adlı genç bir Fran­
sız kimyacı tarafından hazırlanıp, tanımlanmıştır. Polimer, daha sonra başka akademik
kim yacılar tarafından tanımlanmış ancak, potansiyel sanayi formülü y a da uygulam ala­
rı konusunda herhangi bir ipucu verilmemiştir. Griesheim’de (Floechst) çalışan ve bir
sanayi araştırm acısı olan Fritz Klatte, 1912 ve 1913 yıllarında, ancak yirm i y ıl sonra uy­
gulanacak sanayi prosesleri ve PVC’nin ilerde ortaya çıkacak uygulam aları konusunda
bir dizi patent almıştır. Bununla birlikte PVC, ışıkla temas ettiği zaman bozulan, sertli­
ği nedeniyle üzerinde çalışılması son derece güç ve ısıtıldığı zaman hidroklorik asit salı­
veren dengesiz bir maddedir. Monomerin hazırlanm ası zordur; Klatte’nin polimerizas-
yon prosesi yeterli değildi. PVC’nin yaygın bir ticari uygulam aya konu olabilmesi için
bütün bu sorunların çözülmesi, plastikleştirici (= plasticizers), dengeleyici (= stabilizers)
ve birleştirici (= compounding) elemanların geliştirilm esi gerekm iştir. Bütün bu zor so­
runların çözümleri, 1920’li ve 1930’lu yıllarda, IG Farben laboratuvarlarında makromo-
leküler yap ılar konusundaki temel bilgi birikimi, prosesin daha iyi bir şekilde anlaşılm a­
sına ve denetlenmesine olanak sağlayacak düzeye ulaştığında bulunabilmiştir.

141
Hoechst de laboratuvar çalışm aları Birinci D ünya Savaşı sırasında ve Alm anya’y a
uygulanan abluka dolayısiyle doğal maddeleri ikame edecek sentetik maddeler geliştiri­
lebilme um uduyla devam etmiştir. Griesheim’de yaklaşık dört ton polivinil klorasetat
üretilmiştir. En büyük 3 Alman kim ya şirketinin de sentetik kauçuk konusunda, bun­
dan önceki dönemlerde araştırm a program ları vardı; B ayer ilk sentetik kauçuk olan me­
til bütadieni savaş sırasında üretmeyi başarmıştır. Ancak, bu üretim süreci 1919 y ılın ­
da, doğal kauçuk fiyat ve kalite açısından hâlâ daha iyi olduğu için durdurulm uştur.
PVC açısından araştırm a faaliyeti devam ettiği halde Klatte’nin patentlerinin, 1926 y ı­
lında süre aşımı nedeniyle sona ermesine göz yum ulm uştur. Bu dönemde diğer vinil po-
lim erler daha ümit vermekte, polivinil asetat hem Hoechst (IG) ve hem de W acker ta­
rafından 1928-29 yılların d a ticari olarak üretilm eye başlanmıştır. Bu başarı, Staudin-
ger’in, makromoleküler konusundaki m akalelerinin derinleştirdiği bilgilerle, PVC ve
ko-polimerlere ilginin yeniden canlanm asına ve ilk ticari üretimin 1930’lu yılların baş­
larında gerçekleşmesine yol açmıştır.
Vinil klorürün polimerizasyonu konusundaki ilk çabalar (K latte’in orjinal patentle­
rinde olduğu gibi), fotopolimerizasyon y a da (Rus kim yacısı O strom islensky’nin 1912
tarihli patentinde olduğu gibi), çözelti polimerizasyonu benzeri termik yöntem ler üzeri­
ne kurulm uştur. Özellikle Du Pont tarafından 192O’li yıllarda, bütün bu yöntem lerle il­
gili olarak yen i patentler alınmış olmakla birlikte, ticari üretimle ilgili önemli ilerleme,
IG Farben ve W acker tarafından geliştirilen dispersiyon polimerizasyonu prosesiyle
sağlanmıştır. IG Ludwigshafen laboratuvarında, Fikentscher tarafından, 1929’dan
1931'e kadar olan dönemde geliştirilen emülsiyon polimerizasyon prosesi, çoktan eski­
miş olm akla birlikte, İkinci D ünya Savaşı boyunca Bitterfeld’deki tam ölçekli tesiste uy­
gulanmıştır.
Bu prosesin başarıyla geliştirilmesi, büyük ölçüde bir butadien-stiren ko-polimeri
olan Buna-S kauçuğu üzerinde, B ayer'de ve aynı zamanda Staudinger ve IG Farben
araştırm acılarının işbirliğiyle daha önceki çalışm aların eseriydi. Bu çeşitli polimerler ve
ko-polimerler (akrilonitril, stiren, metil metakrilat, vinil asetat, vinil klorür, vb.) ile ilgi­
li olarak yapılm ış olan araştırm aların ortaya çıkardığı birikimlerin, IG’nin ilerlemesinin
önünü nasıl açtığı açıkça görülmektedir. Bu arada birkaç alanda diğer önde gelen kim­
y a şirketleri, özellikle Birleşik Devletlerde Union Carbide, B. F. Goodrich ve Du Pont;
Ingiltere’de ICI, IG’nin pek de gerisinde değildiler. Gerçekten, PVC plastikleştiricileri
konusundaki ilk dönemki ilerlemeler, IG Farben’de değil, B. F. Goodrich’de gerçekleş­
tirilmiştir. Ancak, plastikleştiriciler konusunda Alm anya’da gerçekleştirilen araştırm a­
lar, Goodrich’in önüne geçmiş ve PVC ve ko-polimerlerle ilgili uygulam alar sadece kab­
lo sanayisinde kaplam a ve yalıtım konusunda değil ayakkabı tabanları, y e r kaplamala-

142
n, kim ya fabrikaları, am balajlama ve birçok diğer uygulam ada ilerleme göstermiştir. İlk
dönemde gerçekleştirilen bir uygulama, Alman elektrik şirketi AEG’nin katıldığı ortak
araştırm a programının sonucunda doğan m anyetik bandın geliştirilmesinde son derece
önemlidir. Bütün bu çalışmaları, kuşkusuz 1933 yılından sonra savaş hazırlıkları ve do­
ğal maddeler konusundaki kıtlık korkusu güçlü bir biçimde uyarmıştır.
Bu kısa açıklam a, PV C’nin, jiletin icadıyla aynı kaba konulam ayacağını açıkça gös­
termektedir. PVC’nin başarılı bir biçimde Alman ekonomisine girmesi, birçok yen ilgi­
ler ve hayal kırıklıklarıyla dolu otuz yıllık bir dönemde gerçekleştirilm iş olan çok sayı­
da deneylerin, keşiflerin ve icatların bir sonucudur. Savaşın ilk dönemlerinde sadece 10
bin tonluk bir üretim düzeyindeki PVC, ikinci D ünya Savaşı içinde dahi nispeten kü­
çük çapta kullanılm ıştır. PVC’nin getirebileceği imkânlar, savaştan sonra bile, genellik­
le yağm urluk gibi erken dönem m allarda gözlenen kalite düşüklüğü nedeniyle küçüm­
senmiştir. Dünya üretiminin bir milyon tona ulaşabilmesi için 1950’li yılların sonunu
beklemek gerekm iştir. D ünya savaşını izleyen dönem proseslerinde, özellikle temel ara
madde olarak etilenin yerine asetilenin ikame edilmesinin ve süspansiyon polimerizas-
yonunun kullanılm asının sonucu birçok iyileştirm eler yapılm ıştır.
ABD, Alman ve İngiliz şirketleri, gerek üretim proseslerindeki gelişm eler açısından
gerekse PVC’nin, tel ve kablo sanayisinin yan ı sıra, inşaat (atık su boruları, çatı olukla­
rı, y e r kaplaması, vb.), giyim ve ayakkabı, am balajlam a ve mühendislik sanayilerinde
temel bir malzeme olarak yerini alm asına birlikte katkıda bulunmuşlardır. Yeni beliren
bazı çevre endişeleri sektörün büyümesini olumsuz yönde etkilemiş olmakla birlikte,
PVC çok yüksek hacimlerde üretilen bir plastik madde olarak dünya sanayisindeki y e ­
rini almıştır.

5. 7 Polietilen
Tek başına en önemli plastik madde olan polietilen bilinçli olarak araştırılm am ış an­
cak başka araştırm aların yan ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Kimyasal araştırm alarla IC in in polietilen yeniliği arasındaki ilişkiler Ailen (1967)
tarafından baştan sona incelenmiştir. Naylon gibi, polietilen de, keşfedilmesini temel
araştırm a program larına borçludur. Ancak bu buluş, Du Pont programına ve Staudin-
ger araştırm asına benzemeyen bir biçimde, uzun zincirli moleküllerin yapısı ve sentezi
ile ilgili çalışm alarla değil yü ksek basınç reaksiyonları ile ilgili çalışm alarla ilişkilidir.
IC I’nın Alkali Bölümü’nün Brunner M ond’a uzanan güçlü bir araştırm a geleneği var­
dır. Brunner M ond’un kendisi Solvay amonyum-soda prosesinde bir dizi iyileştirme
gerçekleştirm iş ve W innington’da bir araştırm a laboratuvarı kurm uştur. 1920’lerde,
Araştırm a Direktörü olan Freeth, araştırm a konusuna uzun dönemli bir yaklaşım ı teş­

143
vik etmiş ve Amsterdam'lı Profesör M ichels’le birlikte çalışmış olan İngiliz araştırm a
kim yacısı R. O. Gibson’u, 1925 yılın d a işe almıştır. Gibson, IC I’de çalışm aya başladık­
tan sonra da M ichels ile işbirliğini sürdürmüş ve M ichels, yü ksek basıncın etkileri ko­
nusundaki değerli çalışmasının sonucunda ICI ye danışman olmuştur. M ichels tarafın­
dan tasarlanmış olan özel donatım ve gereçler, 1931 yılın d a W innington’daki ICI labo-
ratuvarına yerleştirilm iş ve burada kim yasal reaksiyonlarla ilgili bir dizi araştırm ada
kullanılm ıştır.
Bu deneyler sırasında polietilen keşfedilmiş ve özellikleri anlaşılmıştır. Keşif, 1933
yılın d a cihazlarda ortaya çıkan bir bozukluğun etilenin polimerizasyonuna neden olma­
sıyla büyük ölçüde şans eseri gerçekleşm iştir. Araştırm a mühendisi W . R. D. M anning,
cihazlarda önemli iyileştirm eler yaparak, yü ksek basınç araştırm alarının nispeten daha
güvenli olarak sürdürülmesini sağlam ıştır. Swallow, Fawcett ve Perrin de çalışm alara
önemli katkılarda bulundukları için herhangi birini polietilenin mucidi olarak tanım la­
mak mümkün değildir. Patentler 1935 yılın d a alınmış ancak güvenli bir yüksek basınç
prosesinin geliştirilm esiyle ilgili güç ve pahalı çalışm alar yıllarca sürmüştür. 1938 yılı
M art ayında üretime başlayan pilot tesis için büyük önem taşıyan kompresörün tasarı­
mına M ichels yardım cı olmuştur. IC Iyen i maddenin bazı önemli özelliklerini hemen ta­
nımlamış olsa da, polietilenin bugünkü kullanım alanlarının anlaşılması ve kavranması
uzun bir zaman almıştır. Bir yalıtkan olarak getireceği olanaklar derhal anlaşılm akla
birlikte üretimi pahalıdır ve savaş öncesi dönemde temel uygulam asının denizaltı kab­
loları olacağı varsayılm ıştır. BICC ile ortak yürütülen uygulam a geliştirilm esi daha
1937 yılında, bu alanın önemini ortaya koymuştur. Savaş dönemi radar uygulam aların­
da son derece önemli olduğu ortaya çıkmış fakat savaş sonrasında savunma talebinin
düşmesiyle ana ICI tesisinin kapatılması, ciddi olarak düşünülmüştür.
Bununla birlikte maddenin kullam lırhğı giderek fark edilmiş, 1950’li yıllard a proses
geliştirme çalışmaları üretim m aliyetlerini düşürürken, uygulam alı araştırm alar gerekli
değişiklikleri gerçekleştirip temel polimerin yen i cinslerini türeterek birçok yen i uygu­
lama alanı bulmuştur. D ünya piyasasının büyümesini uyaran bir başka güçlü etki de,
1952 yılın d a Birleşik Devletler M ahkem elerinin IC Iyı, ilk lisans sahibi şirket olan Du
Pont’un yan ı sıra, başka Amerikan kim ya şirketlerine de lisans vermeye zorlamasıdır.
Zamanında bu mahkemelerin ICI üzerinde yargılam a hakkı olmadığı gerekçesi ile sert
bir şekilde eleştirilmiş olmasına rağmen, bu karar ICI için bile, lisans ve know-how öde­
melerinde hatırı sayılır artışların yan ı sıra özellikle ev eşyaları kullanım ında ve ambalaj
sanayisinde yeni uygulam a alanlarının çok daha hızlı gelişmesine yo l açtığı için, üstü ör­
tülü bir nimet sayılabilir. M ahkeme kararının ardından lisans alanlar arasında M onsan­
to, Dow, Koppers ve Spencer de vardır.

144
D ünya polietilen piyasasının daha da gelişmesi için bir başka uyarıcı unsur, proses
tekniklerindeki çok sayıda iyileşme olmuştur. Bunlar hem üretim m aliyetlerini düşür­
müş hem de yeni uygulam aları çoğaltıp kalitelerini yükseltm iştir. Başlangıçta ICI li­
sansları ile üretim yapan Union Carbide ve Du Pont, bu prosesi kendi lisanslarını sata­
cak ölçüde değiştirmişlerdir. BASF daha 1938 yılın d a oldukça farklı tipte reaktör kul­
lanan bir pilot tesisi bağımsız olarak geliştirm iştir (Schott ve M üller, 1975). Belirli u y­
gulam aların gerektirdiği özel gereklere uygun birçok yeni polietilen tipi geliştirilm iş ve
bu gelişmeler, reçine üreticisinin eritme endeksini ve yoğunluğunu çok daha yakından
denetleme konusundaki yeteneğine bağlı kalm ıştır. Bu yüzden, ürün ve üretim teknolo­
jilerindeki gelişmeler birbiriyle yakından ilişkilidir. Schott ve M üller (1975), on kadar
yüksek basınç prosesi sayarken, Bejar (1994) daha yü ksek sayıda proses ayırt edebil­
mektedir (Bkz. Tablo 5.6).

Tablo S. 6 R eaktör ve Başlangıç Tipine Göre Yüksek Basınç LDPE P rosesleri


(lisans sahiplerinin sayılan parantez için de), 1987
B a ş la n g ıç tipi R ea k to r tip i
O to k la v B o r u sa l A yrın tılı b ilg i y o k

Peroksit tipi G ulf Oil (2) Arco (1)


Id (22) BA SF (6)
Dow (2)
lrnhausen (3)
Oksijen tipi Sumitomo (2) ANIC (l)
Sumitomo (0)
Atochem (7)
A yrıntılı bilgi yo k Cd F (7) El Paso (3) Du Pont (2)
U SI (7) D SM (0) Koppers (1)
Esso (0) Union Carbide (4)
Scientific Design (1)

K a yn a k : B e ja r (1994).

1950’lerde daha radikal bir yenilik, düşük basınç (yüksek yoğunluk) polietileni or­
taya çıktı. Bu dönemde ICI yüksek basınç prosesinin yen i gelişmelerden olumsuz bi­
çimde etkileneceği korkusu vardı, ancak bunun rekabetçi olmaktan çok tam am layıcı ol­
duğu anlaşıldı. Yeni polietilen tipleri, ICI düşük yoğunluk polietilenine göre daha y ü k ­
sek bir yoğunluğa sahiptir ve daha farklı özellikleri vardır. Yeni gelişm eler böylece,
yüksek basınç prosesinin azalm asına değil uygulam a alanlarının genişlemesine neden
olmuştur. Z iegler’in düşük basınç prosesi 1950’de, M ulheim ’de M ax Planck Araştırma
Enstütüsü’nde, katalizörlerle ilgili bir araştırm a programında bulunmuştur. Ziegler, da­
ha bu dönemde Hoechst’de araştırm a danışm anıydı ve kendine ait alüminyum katalizö­
re ve patentlerine dayalı yeni prosesin, büyük ölçek için geliştirilm esi düzenlemelerini
kısa zamanda gerçekleştirilm iştir. Üretim hem A lm anya’da hem de ABD ’de 1956 yılın ­
da başlamıştır.

145
ICI’nin ve lisans vermiş olduğu birçok şirketin yoğun A&G program larının sonu­
cunda hem ürün hem de üretim teknolojilerinde sayısız iyileştirm eler ortaya çıkm aya
devam etmiştir. Öte yandan, (savaş dolayısıyla verilmiş olan özel uzatm alar da dahil) ilk
patentlerin süresi çoktan dolmuş olmasına rağmen ICI, 1960’lar boyunca da, daha son­
ra alınmış patent hakları ve sattığı know-howlar aracılığıyla önemli bir gelir elde etme­
y i sürdürmüştür. Şirketin teknolojik liderliği ve gerçekleştirilm ekte olan küçük iyileş­
tirmeler, yeni üreticileri, bunlar için hâlâ büyük m iktarda ödemeler yap m aya istekli kı­
lıyordu. Bu ödemelerin büyüklüğü konusunda bir açıklam a yapılm am akla birlikte, Te­
rilen için yapılan ödemelerle birlikte, IC I’nın 1960’lı y ılla r boyunca lisans hakları ve tek­
nik bilgi satışları sonucunda elde ettiği yıllık 10 milyon İngiliz L irası’nın önemli bir bö­
lümü yüksek basınç polietilenine ait olmalıdır (1971’de, IC I’nin lisans hakları karşılığın­
da elde ettiği gelir 13 milyon İngiliz Lirası, buna karşılık lisans giderleri 3 milyon İngi­
liz Lirası'dır [ICI, 1971]). Bununla birlikte 1970’li yıllarda, yü ksek basınç polietilenin­
de çok önemli değişiklikler yapılm ıştır. Yükselm ekte olan m aliyetlerin getirdiği baskı ve
birçok yen i üreticinin ortaya çıkması kâr m arjlarının azalm asına ve hatırı sayılır bir aşı­
rı kapasitenin ortaya çıkm asına yol açmıştır. Daha yen i proseslerin daha da kârlı oldu­
ğu açıkça anlaşılmıştır.
Union Carbide 1977’de (o güne kadar yü k sek basınç prosesleri ile üretilm ekte
olan), LLD PE 1, doğrusal düşük yoğunluk polietileni üretmek için yen i bir düşük b a­
sınç teknolojisi kullanm aya başladı. Bu yen i proses, serm aye m aliyetlerinde (% 50’den
fazla) ve enerji tüketim m aliyetlerinde (%75) tasarruf sağladığı gibi, B ejar’ın (1994)
işaret ettiği bazı uygulam alar, özellikle ambalaj konusunda üstün özellikler taşıyan b a­
zı yen i LLD PE cinslerinin üretimini de gerçekleştirebiliyordu: “LLD PE polietilen pi­
yasaların a üçüncü bir ürün grubu olarak girm iştir. Bu ürün bir yandan LD PE ’ninki-
lere çok benzer özelliklere ve uygulam a alanlarına sahipken, bir yandan da HDPE el­
de etmek için kullanılana benzer bir prosesle de üretilebilm ektedir” (ibid., s. 224).
"Dönüşümlü tesisler” (= swing plants), hem LLD PE hem de HDPE üretebilm ektedir.
Böylece eski sınırlar artık birbirine karışm ıştır. IC I’nin 1980’li yıllard a, m ülkiyeti ken­
dine ait bir LLD PE teknolojisi geliştirm ek için bir Am erikan şirketi ile ortak girişim i
başarısız kaldıktan sonra, bu gelişm eler polietilen işini terk etmesine neden olmuştur.
Bu dönemde ICI şirketi başkanı "teknolojiyi yeteri kadar iyi araştırm ayarak hata et­
tik "yorum unu yapm ıştır (ibid., s. 250). BASF ise kendi üretim prosesini geliştirm e ko­
nusunda başarılı olm akla birlikte H PLD PE fabrika üretim kapasitesinde büyük çaplı
bir azaltm a yapm ak zorunda kalm ıştır. D iğer Amerikan petrol ve kim ya şirketleri,
1980’lerde ve 1990’larda kurulan yen i tesislerin ana lisansörleri olm uşlardır (Tablo 5.
i LLD PE, Linear low density polyethylene; LDPE, low density polyethylene; HDPE, high density polyethylene;
HPLD PE, High pressure low density polyethylene.

146
7 ve 5. 8). Bütün polietilen tiplerinin toplamı, ağırlık olarak, bugün dünyada en çok tü ­
ketilen plastik maddedir.
Katalitik polim erizasyon konusunda Z iegler’in buluşlarına dayanılarak sürdürülen
çalışm alar önde gelen İtalyan kim ya şirketi M ontecatini ile yak ın çalışm a içinde olan
M ilano Politeknik’den Dr. N atta’nın polipropilen sentezi için bir proses geliştirm esine
yol açm ıştır. Bazı ABD şirketlerinin polipropilen prosesini bağımsız olarak geliştirdik-

Tablo 5. 7 Başlıca. Polietilen Teknoloji Sayılan ve Tesis K uruluş Y erleri, 1992

T oplam K u z ey B atı D oğu Uzak Latin O rta


fa a l tes is A m erika A vru p a A vru p a D oğu A m erik a D oğu A frika

Kuzey A m erika 83 23 20 6 21 7 5 1
Dow 13 4 4 _ 4 1 - -
Du Pont 6 1 1 1 2 1 - -

Phillips 19 5 7 1 5 - 1 -
Quantum 12 2 3 1 3 2 1 -
UC 33 11 5 3 7 3 3 1
Batı Avrupa 105 10 40 15 29 9 1 1
Solvay 6 3 2 - - 1 - -
Atochem 11 - 5 3 2 1 - -
Enichem 17 _ 9 1 5 1 1 -
B A SF 11 2 5 1 3 _ - -
Hoechst 13 1 5 - 5 2 - -
Stam icarbon 3 - 1 - 2 - - -
BP 13 2 3 - 8 - - -
ICI 31 2 10 10 4 4 - 1
Jap o n ya 20 1 3 4 10 2 - -
M itsui 15 1 3 4 6 1 - -
Sumitomo 5 - - - 4 1 - -
Toplam 208 34 63 25 60 18 6 2

K a yn a k : B e ja r (1994).

Tablo 5 .8 Çıktığı Ülkeye G öre Polietilen Teknoloji Sayılan, 19 8 7

LD PE HD PE LL/HDPE

Toplam 19 14 15
ABD 10 1( 4
Jap o n ya 2 t 3
Alm anya 2 ) 1
Fransa 2 0 2
İtalya 1 1[ 1
Ingiltere 1 11 1
H ollanda 1 11 1
B elçika 0 1[ 0
K anada 0 0 1
İspanya 0 0 1

LDPE: D üşük Y oğunluklu Polietilen (yüksek basınç)


HDPE: Y üksek Y oğunluklu Polietilen (düşük basınç)
LL/HDPE: D oğrusal D üşük Basınç Polietileni/Yüksek Y oğunluklu Polietilen

K a yn a k : B e ja r (1994).

147
lerini ileri sürerek yap tık ları yasal itirazlara rağmen, bu proses için de dünyanın b ir­
çok yerin e yaygın biçimde lisans verilm iştir. Polipropilen, ucuz ve sağlam olduğu, d a­
ha önce ziyan edilen bir rafineri yan ürününe (propilen) değerli uygulam a alanı sağ­
ladığı için üretim artış hızı çok ytiksek olmuştur. Kısa süre içinde, bu madde, PVC, po­
lietilen ve polistren ile birlikte ağırlık olarak en çok üretilen maddelerden biri haline
gelmiştir.

5. 8 CORFAM (Sentetik Kösele)


Bu son örnek, ticari açıdan bir başarısızlık olarak ortaya çıktığı ve yaklaşık 100 mil­
yon dolar zarara neden olduğu için, diğerlerinden farklıdır. Bu yüzden de diğerlerine
göre daha öğreticidir. Naylon konusundaki olağanüstü başarıdan cesaret alan Du Pont
M erkez Araştırma Bölümü, 1930’ların sonunda gözenekli poromerik tabakalar1 üret­
mek için çeşitli teknikler geliştirm iş ve bu teknikler konusundaki çalışm alar 1940’lı y ıl­
lar boyunca sürmüştür (Lawson e t al., 1965). Geçirgen tabakalar sadece ayakkabıların
dış yüzlerinde kullanılan köseleyi ikame etmekte değil, diğer tekstil, ambalaj ve kapla­
m alar için de istenmektedir. 1950’li yılların başlarında sürdürülen geliştirme çalışm ala­
rı sırasında, Du Pont ürün gruplarından (sanayi bölümleri) bir bölümü M erkez Araş­
tırm a Bölümü ile işbirliği yapm ış ancak, 1956’dan sonra çalışm alar Kumaş ve Son İş­
lemler Bölümü’nde yoğunlaşm ıştır. Bunu ayakkabılara ve giysilere uygulayabilm ek için
1956 ve 1957 yıllarınd a gerçekleştirilen alan denemeleri sonucunda, esas ölçekte geliş­
tirm eye başlanması için, 1959 yılınd a bir pilot tesis kurulm ası kararlaştırılm ıştır. Ancak,
üretim ölçeğini büyütmekte ortaya çıkan büyük mühendislik sorunlarının çözümü için
uzun bir zaman beklemek gerekm iştir.
Bu dönemde deri fiyatları artm akta ve piyasa araştırm aları, potansiyel ya p ay deri
ayakkabı piyasasının büyük ve istikrarlı olacağı izlenimini verm ektedir. 1960’da bir sa­
tış yöneticisi atanmış ve ürünün piyasaya çıkarılm a hazırlıkları sırasında karşılaşılacak
güçlükleri ortadan kaldırm ak için, üç aylık satış planlam ası konusunda düzenli toplan­
tılar yapılm aya başlanmıştır. Başlangıçta yü ksek fiyatlı moda kadın ayakkabıları üzerin­
de yoğunlaşm a kararı alınm ıştır. “A yakkabıları gelişi güzel bütün piyasalara sevk etmek
yerine bu tür bir piyasa yoğunlaşm asının çok daha arzu edilir bir etki yaratacağını dü­
şünm üştük.” Bunun için ayakkabı sanayisinin ve deri piyasalarının ekonomisi konusun­
da yoğun birer araştırm anın yan ı sıra tüketicinin ayakkabı satış fiyatları karşısındaki
davranışlarını belirlem eyi hedefleyen bir başka araştırm a daha yapılm ıştır.
200 farklı ayakkabı fabrikasında 16 bin çiftten fazla ayakkabı üretilmiş ve ürünün
rahat, sağlıklı ve kabul edilebilir olmasını sağlam ak için yaygın alan araştırm aları ya p ıl­

i "Porous poromeric films.

148
mıştır. Geleceğin piyasasına, reklam ve diğer faktörlerin etkileri konusundaki çeşitli
varsayım ları test etmek için bilgisayarlı bir “girişim ci analizi’’1 modeli kullanılm ıştır. Ni­
hayet muazzam bir reklam kam panyasının ardından, Tennessee’de kurulmuş olan fab­
rikada tam kapasite üretime başlanmış ve 1966 ile 1968 arasında hem Kuzey Ameri­
k a’da hem de A vrupa’da satışlar hızla artmıştır.
Korfam’dan üretilmiş birkaç milyon çift ayakkabı satılmış olmasına rağmen, ürün
Du Pont’un beklediğini verememiş ve 1970 yılın d a fabrikanın kapatılacağı ve şirketin
piyasadan çekileceği açıklanm ıştır. O günden bu yan a tam ve ayrıntılı bir açıklam a y a ­
pılmamış olmasına rağmen, kadın ayakkabı sayaları yapım ında kullanılan (PV C ve Por-
vair) gibi daha ucuz maddelerin varlığının bu kararın alınm asına yol açtığı düşünülebi­
lir. Öte yandan, geçici bir süre için Korfamdan daha başarılı olmasına rağmen, Porvair
de 1970’ler boyunca büyük çapta belirsizlikler ve risklerle karşılaşm aya devam etmiştir
(Gibbons ve Littler, 1979).
Korfam örneği, güçlü bir A&G'nin, yenilik yapm ada deneyimin, piyasa araştırm a ve
deneylerinin y a da dikkatli yen i ürün planlamasının yenilikte başarıyı sağlam ak için
kendi başlarına yeterli olmadığını gösterdiği için, özellikle öğreticidir. En büyük ve y e ­
nilik yapm a konusunda en başarılı olan şirketlerin bile karşı karşıya bulunduğu yüksek
düzeydeki belirsizliklerin etkileri 10. Bölüm’de tartışılacaktır.

5. 9 Ürün ve Üretim (Proses) Teknolojilerinin Geliştirilmesi


Bazı önemli sentetik maddelerle ilgili yeniliklerin özetlendiği bu değerlendirme daha
çok maddeler ve uygulam alar üzerinde yoğunlaşm ıştır. Ancak bu maddelerin başarılı
bir biçimde geliştirilm eleri, belki de daha önemlisi, çok büyük ölçekli tesislere aktarıl­
maları daha çok 4. Bölüm'de anlatılan yaratıcı proses mühendisliğinin varlığına bağlı­
dır. Sadece yen i maddeler için değil, üretim leri sırasında kullanılan ara m addeler için de
yeni üretim proseslerinin geliştirilm esi gerekm iştir. Kimya şirketleri, kompresörler, ba­
sınç kapları ve valflar gibi özel teçhizatta diğer şirketlerle işbirliği yapm alarına rağmen,
bu konudaki mühendislik faaliyetlerini de yüklenm işlerdir. Bunlar, tesis tasarımı ve
mühendisliği işlevlerinde uzmanlık sonucunda ortaya çıkan yen i kim ya mühendisliği
mesleğiyle ilgilidir.
Yeni maddeler çoğu kez, nispeten ucuz yöntemlerle, hatta tesadüfen ayrıştırılm ış y a
da keşfedilmiştir. Bunlar genellikle, ticari uygulam adan çok önce ve sıklıkla üniversite­
lerde y a da temel araştırm alarla uğraşan diğer laboratuvarlarda gerçekleşmiştir. Dev
kim ya şirketlerinin bu maddelerle ilgili sanayi yen ilik yapm a süreçlerine nispi olarak bü­
yü k katkılarda bulunmasının nedeni, hem maddenin kendisi hem de üretimde kullanılan

i “V enture an alysis” model.

149
ara m allar ve yan ürünler için tatmin edici bir üretim prosesinin geliştirilmesinin pahalı
ve güç olmasıdır. İncelediğimiz her durum da üretim prosesinin geliştirilmesi sürecinin
hem çok m aliyetli olduğu hem de çok uzun zaman aldığı ortaya çıkmıştır. Temel fiziksel
kimya, proses tasarımı, makine mühendisliği ve diğer mühendislik türleri gibi konular­
daki bilgi ve becerinin bir bileşimi gerekm ektedir. Bu tür bir bilgi ve beceri bileşimini
bir araya getirmek, profesyonelleşmiş bir sanayi A&G sisteminin y a da Atom Enerjisi
Kurumu veya benzeri nükleer enerji enstitüleri gibi kamu kuruluşları dışında zordur.

5. 10 Bilimsel Cihazlar
Yeni malzemeler, yeni proses geliştirilmesi ve temel araştırm a konuları arasındaki g i­
derek artan çok yakın ilişkiler, kendisini en çok bilimsel cihazlar yan i alet (enstrüman)
kullanılması alanında göstermektedir. Yeni bilimsel aletler olmasaydı, son elli yıld a nük­
leer enerjiyi y a da birçok yeni kim yasal prosesleri ve maddeleri geliştirm ek mümkün ol­
mazdı. Süreç içinde kromatografi1, analog denetleyiciler,11 özel algılayıcılar111 ile uzak al­
gılayıcıların ^ kullanılması, kim ya tesisleri tasarımında bir devrim yaratm ış ve karm aşık
akım prosesinin uzaktan denetimini ve en hassas biçimde yönetimini mümkün kılmıştır.
Yeni bilimsel aletler, saflık ve kalite kontrolü standartlarında da çok büyük iyileşmelere
yol açmıştır.
Yeni laboratuvar aletlerinin, özellikle spektroskopun tasarımı, fiziksel kim yanın ge­
lişmesinin ayrılm az bir parçası olmuştur. Kütle spektrometresiyle diğer spektrometre
cinslerinin ve elektron mikroskobunun gelişmesi, moleküler yapının anlaşılm ası ve bir
molekül içindeki özgül grupların düzenlenmesini olanaklı hale getirm iştir. Bunlar ve di­
ğer alet tiplerindeki yeniliklerin çoğu temel araştırm a laboratuvarlarında geliştirildiği
için, kim ya teknolojisi ile temel bilimsel bilgi arasındaki bağlar güçlenmiştir. Shimsho-
ni’nin işaret ettiği gibi:
Fiziksel kim ya analizleri spektrumunv görünen kısmının izlenmesi ile başlam ıştır. M addelerin, o
maddeden alınmış bir örnek herhangi bir biçimde hareket ettirilerek uyarıldığında y a da bir dış
kaynaktan gelen dalga uzunlukları bu örnek tarafından emildiğinde ortaya çıkan dalga uzunlukla­
rının kendilerine özgü biçim leriyle tanınacağı çok önceden keşfedilmişti. Fiziki yöntem leri madde­
nin incelenmesinde uygulanm asının öyküsü, bu keşfi izleyen dönemin, spektrum alanının bütün
elektrom agnetik spektrumun kullanılabilm esine olanak sağlayacak biçimde genişletilm esi, ayrışm a­
sı ve belirlenmesinde etkinliğin giderek artırılm asıyla düşük m aliyetli aletlerin tasarlanm ası ve pi­
y a sa y a çıkarılm asına ilişkindir.

(Shimshoni, 1970, s. 64)

i "Online chrom atography" süreç içinde sürekli analiz yap an krom atograftır; "offline" tipi istendiğinde yap ar.
ii "Analogue controllers".
iii "Specialized sensors".
iv "Transducers" m ekanik olarak yap tığı ölçümleri, elektronik olarak nakleden algılayıcı tipi.
v Işık tayfı diyebiliriz.

150
Üniversiteler temel kim ya çalışm aları sırasında, sıklıkla kendi kullanım ları için yeni
aletler tasarlar ve üretirler ve bu aletler birçok durumda, alet üreticisi olarak meslek de­
ğiştiren bilim adamı girişim ciler tarafından piyasaya sürülür. A BD ’deki ve A vrupa’da­
ki birçok alet fabrikası bu şekilde ortaya çıkm ıştır.6 Bazen da kim ya şirketlerinde çalı­
şan bilim adam ları yen i ürün geliştirilm esi konusunda alet şirketlerine yardım cı olmak­
tadır. Bu işbirliğinin özellikle çok mahrem niteliği, von Hippel (1976, 1978) tarafından
ayrıntılı bir biçimde belgelenmiştir. Kimya ve petrol şirketlerinin A&G bölümleri, üni­
versite ve devlet laboratuvarları ile birlikte analitik enstrüm anların başlıca kullanıcıları
olmuşlardır. Perkin-Elmer tarafından 1943 yılın d a bulunmuş olan kızıl ötesi spektrofo-
tometre, büyük ölçüde, sürdürmekte oldukları analitik çalışm alar için bu alete ihtiyaç­
ları olan Cyanamid Laboratories'den Barnes ve W illiam s tarafından tasarlanm ıştır.
Kendi alet üretim şirketlerini kuran bilim adamlarının oynadıkları rol çok önemli olup,
Daniel Shimshoni temel ürünlerin ortaya çıkarılm ası konusunda bu mucit-girişimcile-
rin oynadıkları kritik rolü belgelendirmiştir.
N ükleer laboratuvar çalışm aları ve üretim prosesleri için gerekli aletlerin gelişmesi,
büyük ölçüde elektronik aletlerde olmuş, bilgisayar günümüzde üretim ve proses kont­
rolünün yan ı sıra laboratuvar ve tasarım hesaplarının yapılm ası açısından kritik bir
önem kazanmıştır. 7. Bölüm’de ele alacağım ız elektronik sanayi ile diğer sanayiler ara­
sındaki bağlantılara gelinceye kadar tartışm alarım ızı tamamlamış olmaktayız.

5. 11 Malzeme Teknolojisinde Yeni Eğilimler: Sonuçlar


Bütün büyük kim ya şirketleri yenilik faaliyetleri sırasında, hem teknolojik gelişme
hem de piyasalar konularında, büyiik belirsizliklerle karşılaşm ışlardır. Bunlara, IG Far­
ben ve ona bağlı şirketler söz konusu olduğunda, büyük siyasal belirsizlikler eklenmiş­
tir. Sentetik kauçuk bir dönem için, neredeyse terkedilmiş, PVC önemli ölçüde aksilik­
lerle karşılaşmış, kömürden petrol elde etme, önce W eim ar Cum huriyeti1 daha sonra
Hitler Hükümeti tarafından getirilen yü ksek güm rük vergisiyle korunabilmiştir. Savaş­
tan sonra bu şirketlerin mevcudiyetleri bile tehlikeye girmiş, varlıklarına ve teknolojile­
rine, H itler Rejimi sırasında oynadıkları rolden dolayı el konulmuştur.
Almanya dışındaki büyük kim ya şirketlerinin karşılaştıkları sorunlar ve belirsizlik­
ler bu kadar ciddi olmamakla birlikte, bunlar da bazı büyük başarısızlıklarla ve IC I’nin
doğrusal düşük yoğunluklu polietileni (LLD PE) y a da Du Pont’un Korfam örneklerin­
de olduğu gibi, başlangıçta çok ümit veren piyasalardan tamamen çekilme durum uyla
karşılaşm ışlardır.

i W eim ar Cum huriyeti, Birinci D ünya Savaşı'ndan sonra, Alman im paratorluğu yerin e kurulan ve H itler Rejimine
kadar yaşam ın ı sürdüren (1919-1933) Alman D evletidir. A nayasası W eim ar kentinde hazırlandığı için bu ad la anılır.

151
Büyük kim ya ve petrol şirketlerinin olağanüstü ölçüde esnek davranabildikleri gö­
rülmektedir. Bu durum, kısmen büyük mali kaynaklarının ve lobiciliklerinin bir sonu­
cu olmakla birlikte yenilikçi kapasiteleri ve bilgi birikim leriyle de yakından ilişkilidir.
Bazı alanlarda hüsrana uğradıkları y a da rekabette yen ik düştüklerinde, y a yen i ürün
ve yöntem lerle y a da her ikisiyle birlikte karşılık verebilm işlerdir. Bu şirketler 1980’ler
ve 1990’larda, sadece dünya ekonomisinde gözlenen genel yavaşlam anın değil, daha çok
bilim ve teknolojide ortaya çıkan değişmelerin bir sonucu olarak, tamamen yeni bir du­
rum ile karşı karşıya kalm ışlardır. Bu dönemde ekonomi, enerji yoğun kitle y a da kesin­
tisiz üretim yöntem leriyle standartlaşmış m allar üreten bir sistemden, daha geniş kap­
samlı, daha özel ve özelleştirilmiş1 mal ve hizmetler üretme yeteneğinde enformasyon
yoğun bilgisayarlaşm ış teknolojilere dayanan bir sisteme geçişi ifade eden, tekno-eko-
nomik paradigm a değişm esiyle karşılaşm ıştır. 7. ve 17. Bölümlerde daha ayrıntılı bir bi­
çimde incelenecek olan bu değişim, kendisini en güçlü biçimde malzeme teknolojilerin­
de göstermiştir.
Temel bilim alanında, elektronik aletler konusundaki yenilikler ve çok daha güçlü
bilgisayarlar (bkz. 7. Bölüm) tarafından kolaylaştırılan ilerlem eler çok daha değerli
özellikleri olan ileri nitelikli malzemelerin yayılm asına yo l açm ıştır.7 Söz konusu y a y ıl­
ma o kadar geniştir ki, hem sanayi hem de akadem ik çevreler yen i malzemelerin kapsa­
mını ve sınırlarını tanımlamak ve sınıflandırm ak konusunda güçlük çekm ektedir. Bu­
nunla birlikte araştırıcıların çoğunluğu, bu maddeler arasında polimerler, metaller, or­
ganik maddeler, (seram ikler gibi) inorganik maddeler ve bunların sayısız bileşimleri ol­
duğunda fikir birliği içindedirler. Tablo 5.9a ve 5.9b, bu yen i malzemelerden bazılarını,
başta polimerler ve seram ikler olmak üzere (daha da eski malzemelerin) özelliklerini ve
uygulam a alanlarını göstermektedir.
Tanımlama ve ölçme konularındaki güçlüklerden dolayı söz konusu ileri malzemele­
rin üretim ve tüketim m iktarlarını izlemek zor olmakla birlikte, OECD (1990) 1980’le-
rin sonlarına doğru dünya üretimini 2 milyon ton kadar tahmin etmektedir. Yine de, ne
kadar dikkate değer olursa olsun, bu maddelerin ağırlık y a da hacim olarak büyüme
hızları, sayıları, sürekli artan nitelikleri, çeşitleri ve işlevleriyle kullanım alanlarındaki
şaşırtıcı gelişm eler kadar çarpıcı değildir. Güç/yoğunluk oranı (Şekil 5.1) aslında hem
çok hafif hem de dayanıklı bir madde üretmek için geliştirilen ve epoksi reçinelerle bir­
birine bağlanmış akrilik elyaftan oluşan, önemini karbon elyafı gibi yap ısal malzemeler­
de gösteren örneklerden bir tanesidir.

i “M ore specialized and often customized" ibaresindeki “more specialized" daha özel bir mal; “custom ized” ise kişinin is­
teğine uygun, ısm arlam a anlam ında özelleştirilm iş mal ve hizmet olarak çevrilm iştir.

152
Yıl
Şek il S .l Zamanın B ir Fonksiyonu O larak M addelerin
Güç/Yoğunluk Oramnda Gelişme ( x .l( f olarak)

K a yn a k : A BD U lu sa l A raştırm a K o n s e y i (U S N a tion a l R e s e a r c h C o u n ciî) ça lışm a sın d a n (1989) u y a rla n m ıştır;


L a stres (1992).

Cook ve Sharp (1991) kısa açıklam alarında, karbon elyafının yen i malzemeler konu­
sunda yen ilik yapm ak isteyenlerin, eski yen ilikçiler gibi karşılaşacakları aşırı belirsizli­
ğin bir başka örneği olduğunu göstermişlerdir. Söz konusu elyaf, ilk kez 1960’larda bir
Ingiliz kamu araştırm a enstitüsü olan Royal Aircraft Establishment’de, bu malzemeyi
RB211 jet motorunda kullanm ayı planlayan Rolls Royce firmasının işbirliğiyle gelişti­
rilmiştir. Bu girişim başarısızlığa uğrayınca (ve Rolls Royce geçici olarak iflas edince)
maddenin geliştirilmesi IC I’y a teklif edilmiş, ancak firma bu teklifi geri çevirmiştir. Baş­
ka bir şirket, Courtauld’s m addeyi almış ve o sırada çok küçük olan bir piyasa için üret­
meye başlamıştır. Courtauld’s firması, teknolojiyi, aynı zam anda bir Amerikan kim ya
şirketi olan Hercules'e lisans altında vermiş; Hercules m addeyle ilgili birçok yen i kulla­
nım alanları geliştirmiş ve ara malı (akrilik elyaf) temini için Jap o n kim ya şirketi Sumi-
tom oya baş vurmuştur. Bu gelişm eler Jap o n şirketinin söz konusu teknolojiye sahip ol­
masını sağlamış ve kısmen de Jap onların ileri malzeme araştırm alarına verdikleri öne­
min bir sonucu olarak, Jap o n sanayisi kısa sürede hızla büyüyen dünya pazarındaki en
büyük üretici durum una gelmiştir.

153
Tablo 5.9a Yeni Polim erlerin Fonksiyonları ve Uygulama A lanları

F o n k siy o n la r M a lz em e ö r n e k ler i U ygu la m a Ö rn ek leri

Mekanik fonksiyonlar
Y üksek güç ve Poliester, poliamid Çeşitli yap ısal malzemeler
dayanıklılık
Esneklik Sentetik kauçuk, köpükleşmiş Ç eşitli yap ısal malzemeler
plastikler
Şok ve ses emme Köpükleşmiş plastikler Çeşitli yap ısal malzemeler
Y üzey koruma Kaplama filmleri, elektron ışınıyla Kaplama malzemesi, çeşitli
katılaştırılm ış plastikler boyalar
Y apıştırıcılar Polikloropren Çeşitli yap ışkan lar

Isıl fonksiyonlar
Isıya dayanıklılık Polimid, silikon reçinesi Isıya dayanıklı y ap ı malzemesi
D üşük sıcaklığa Silikon lastiği, fluoro-lastik D üşük sıcaklığa dayanıklı
dayanıklılık lastik
Isıl yalıtım Köpükleşmiş plastikler Isı yalıtım malzemesi

Elektrik fonksiyonlar
Elektrik iletkenlik Poliasetilen Aküm ülatör, elektrik kablosu
Yalıtım özellikleri Polimid, polietilen, B askılı devre kartı, kondenser
tereftalat kondüktörü
Enerji çevirtimi Poliviniliden flörür, A lgılayıcı, elektro-akustik
yağlanm ış poliasetilen transducer (uzak algılayıcılar)

O ptik fonksiyonlar

Işık geçirgenliği Polimetil m etakrilat asit O ptik elyaf, plastik lens


polikarbonat
Foto-aktif özellik Foto sabitleme plastikleri Kopya malzemeleri, foto-maske
Çift kırılm a özelliği Likid kristal Görüntü aracı

Biyolojik fonksiyonlar
Kana uyarlık Polietilen tereftalat Y ap ay kan damarı, y a p a y kalp
H istolojik uyarlık Silikon polimer Y apay deri, y a p a y organ,
y a p a y kem ik

154
Ayırma fonksiyonları
İyon değişimi Stiren grubu, ak rilik grubu İyon değişim reçineleri
Karışım ların ayırım ı Selüloz asetat grubu, Ters geçişim (osmos) zarları,
arom atik poliamid grubu, hava/gaz ayırım ı, biyolojik
polipropilen ayırım zarları ve ilaç zerk
sistemleri

Kimyasal fonksiyonlar
Paslanm a direnci Polibutan-1, poliamid, Çatı malzemeleri, açık
Neoprem deniz, yap ı malzemeleri
Kimyasal direnç Polikloropren, butadien Esnek y a p ılı depolama tankı,
akrilonitril gübre tankı

K a yn a k : Lastres (1992)

Tablo 5. 9b İleri Seram iklerin Fonksiyonları ve Uygulama A lanları

F o n k siy o n la r M a lz em e ö r n e k ler i U ygu la m a alanı ö r n e k ler i

M ekanik fonksiyonlar

Yüksek ısıya direnç Silisyum nitrür, silisyum karbür Gaz türbini, dizel makine,
K esilebilirlik Titanyum karbür, titanyum nitrür Kesici aletler
tungsten karbür, bor karbür
K ayganlık Bor nitrür, molibden disülfür Katı yağlayıcı madde
Aşmmazlık özelliği Alümina, bor karbür Rulman, m ekanik kapak,
m atkaplar
Isıl fonksiyonlar
Isı direnci Alumina, silisyum nitrür, silisyum M N D jenaratörü elektrodu.
karpit, magnezyum oksit ısıya dayanıklı rulman
Isıl yalıtım Potasyum oksid-titanyum oksid, Y üksek ısı fırınları için ısı
alüminyum nitrid, zirkonia yalıtıcısı, nükleer reaktör
Isı aktarm a nitelikleri Bor oksit, silisyum nitrür, E lektrik ve elektronik
alüminyum nitrit, alümina parçalar, radyatör
Optik fonksiyonlar
Işık aktaran Alumina, itrium oksit, baryum Sodyum buhar lambası, yüksek
(light transm itting) oksid ısı optik mercekler

155
Işık uyaran Silisyum oksit O ptik haberleşme elyafı, mide
(light inducing) kam erası, foto algılayıcı
şm emici (Zirconyum, titanyum ) asit Foto bellek düzeneği
(light deflecting) (kurşun, lantanyum ) (geri dönebilir, reversible)
Floresans GaÂs nadir toprak seram ikler, Y arıiletken lazeri, ışık yayan
neodimiyum-itrium serisi cam diyod (LED )
Foto duyarlılık Cam içeren gümüş halojenür Güneş gözlükleri, görüntü hafıza
altlıkları
Elektrik fonksiyonlar
Superiletkenlik İtriyum -baryum -bakır oksit, Elektrik jenaratörü, mıknatıs,
bismut-stronsyum-kalsiyum - süper bilgisayar, m aglev tren,
bakır oksit lineer otomobil
Y aniletkenlik Çinko oksit, baryum titanat Varistor, ısıtıcı, güneş pili,
Algılam a (sensör)
Piezoelektrik Kuartz kristal, kurşun zirkonat Ateşleme cihazı, piezoelektrik
titanat, lityum niobat osilatör
Yalıtım özellikleri Alümina, silisyum karbür, Çokkatlı bağlantı kartı, IC paketi,
berilyum oksid IC baskı kartı
Endükleme Baryum titanat, stronsyum IC mikrokondensör, yüksek
titanat voltaj hizmet kondansörü
lyon/iyonik iletkenlik Zirkoanya, fi alumina Enzim sensörü, katı elektrolit
Elektron radyasyon Lanthanyum bromat Elektron tüfeği için katot altlığı

M ıknatıs fonksiyonu
M ıknatıslık Demir oksit-manganez, demir Demir mıknatıs, m anyetik teyp,
oksit-baıyum oksit bellek
B iyolojik fonksiyon

Histolojik uyarlık Alümina, apatit Y ap ay diş, y a p a y kem ik

K im yasal fonksiyonlar

Emme (soğurma) özelliği (Porous) geçirgen silika, alüm ina Soğurucu, katalizör taşıyıcı,
biyoreaktör
Katalizör özelliği Zeolit Çevre korum a katalizörü
Paslanm a direnci Zirkonya, silisyum oksit, M H D jenaratörü için elektrot
alümina

K a yn a k : L a stres (1992)

156
Helena Lastres (1992), ileri malzemeler alanındaki Jap o n politikalarıyla ilgili araş­
tırmasında, yeni malzemelerin pek çoğunun elektronik şirketleri tarafından geliştirildi­
ğini ve yenilik haline getirildiğini göstermiştir; bunda, kimya, metal ve m ühendislik şir­
ketlerinin de rolü olmuştur, ancak Jap onların mikroelektronik konusundaki yetenekle­
ri rekabet güçlerinin temel kaynağını oluşturmuştur. Bu nedenle de, Jap onların süper
iletkenlik (= superconductivity) konusuna ilgileri, 1986’da, İsviçre’de IBM araştırm a la-
boratuvarında yü ksek ısı süper iletkenliğinin keşfinden (bu keşif dolayısıyla iki fizikçi
Nobel Ödülü alm ıştır) bu yan a, çok yoğundur. Yeni maddelerin ve kullanım alanları­
nın geliştirilm esi konusundaki araştırm anın büyük kısmı bunları arz edenlerle kullanan­
lar arasındaki işbirliğinin sonucunda gerçekleşm iştir. Bu ilişki, Lundvall (1985, 1988b)
ve ondan çok önceleri de, Adam Smith tarafından, m akineler açısından kritik derecede
önemli bulunmuştur.

Tablo 5. 10 D ünya Kim ya Sanayisinde Birleşm e ve Şirket Satm Alm aları, 1988

B ö lg e le r e g ö r e b ir le ş m e v e sa tın a lm a la r
işlem sayısı Toplamın yüzdesi

ABD 723 56
B. Avrupa 404 31
Jap o n ya 24 2
Diğer 132 10
Toplam 1,283 100

E le g e ç i r e n i n y e r i n e g ö r e b ir le ş m e v e sa tın a lm a la r
işlem sayısı Toplamın yüzdesi

ABD 613 48
B. Avrupa 520 41
Jap o n ya 56 4
Diğer 94 7
Toplam 1,283 100

iş in tü r ü n e g ö r e b ir le ş m e v e sa tm a lm a la r
işlem sayısı Toplamm yüzdesi

Özel kim yasal m addeler 217 17


ilaçlar ve sağlık ürünleri 211 16
İşlenmiş plastikler ve lastik 148 12
Büyük m iktarda üretilen kim yasal m addeler 136 11
Tüketim m alları 80 6
Diğer 491 38
Toplam 1,283 100

K a yn a k : C ook v e S h a rp (İ9 9 I).

157
Büyük Amerikan ve Avrupa kim ya şirketleri, sadece yü ksek tonaj standart mal üre­
timlerinde giderek azalan kâr oranlarının değil, aynı zamanda, özellikle eczacılık ürün­
leri ve tarım kim yasalları konusunda çok sayıda üründe ve üretim teknolojisinde orta­
y a çıkan, biyoloji ve biyokim ya temelli, tamamen yeni teknolojilerin yarattığı tehlikeler­
le karşı karşıya kalm ışlardır. Teknolojilerde ve piyasalarda gözlenen bu büyük değişme­
ler 1980’li ve 1990’lı yıllard a sanayide bir yapısal değişme sürecinin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Büyük şirketler yen i özel ürünler geliştirebilm ek için çaba göstermek­
le birlikte, gerekli bilimsel araştırm a deneyimine sahip olm adıklarından üniversitelerle
sıkı bir işbirliği y a da dar alanlarda, bilgi ve deneyimli küçük uzmanlaşmış şirketleri sa­
tın alm a yoluna gitm işlerdir (Monsanto, Hoechst ve ICI şirketleri ve diğerleri, seçkin
üniversite bölümleri ve hastanelerle, biyoteknoloji alanında, büyük çaplı önemli anlaş­
m alar yapm ışlardır). Bu küçük şirketler, genelde, araştırıcı bilim adamlarının, kendi ça­
lıştıkları üniversitelerden veya araştırm a enstitülerinden, büyük bir uygulam a potansi­
yeli gördükleri ancak, uzun dönemde bunu geliştirm e ve ticarileştirm e için gereken ma­
li kaynaklara y a da iş yeteneğine sahip olm adıkları bazı konular için, ayrılm alarıyla doğ­
muşlardır. Öte yandan, bazı büyük şirketler de, büyük m iktarda kim ya maddeleri üret­
tikleri, kâr oranı düşük y a da zarar eden tesislerden kurtulm ak istemektedirler. Bunun
anlamı, çeşitlenme sürecinin bazı eski ürünlerin en güçlü şirketlerde toplanması biçi­
minde yoğunlaşm asıyla birlikte, bazı durum larda firm alar arasında ürünlerin y a da te­
sislerin değiş tokuş (= swap) edilmesidir. Tablo 5.10, 1980’li yıllard a firmaların birbiri­
ni ele geçirme sürecinin büyüklüğünü ve niteliğini ortaya koym aktadır.
Bütün bu kargaşa içinde, büyük kim ya şirketleri genelde sanayi içinde çok güçlü bir
konumda kalm ayı başarm ışlardır. 1930’lu yıllard a A&G alanında dünya lideri olan Al­
man ve İsviçre şirketleri, 1990’larda da A&G’de yoğunlaşm ışlardır; hem satış hacmi ola­
rak hem de A&G faaliyetinde, rakiplerinin çoğuna göre, m utlak olarak daha büyüktür­
ler (Şekil 5.2). Büyük firm aların kendilerini sürdürebilmesi küçük ve yenilikçi firm alar­
la bir arada yaşayabilm e yetenekleri 9. Bölüm’de tartışılacaktır. Araştırmacı geleneğin
ve bilgi birikiminin uluslararası ticaretteki rolünün, uzun dönemde gözlenen, yerin i ko­
rum a y a da “yap ışkan lık”1 niteliği ise III. Kısım’da ele alınacaktır.

i “Stickiness” terim ini yap ışkan lık diye doğrudan çevirmenin şık olmadığı açık, ancak yerinden sökülememe y a da ken­
dini sektörün ayrılm az bir parçası haline getirm e biçim indeki bu terime şim dilik daha iyi bir karşılık bulam adık.

158
1,400,000

1,200,000- '■•Btycr-

»Clba-Geigy O Easunao Kodak


I/IOOjO
OD-
> Roche Holding
O Dow Chemical
s 800,000-
<+4
0 Briatol M ycn Squlbb
"Saodoz *khooe-ftxüeoc

; 6oaooo-

ffltni Pttrocbemlcal
SmithKJine Beedıam
] MoaaaiHo
O400.000- D Upjoha □*AHP----------------
• Sumitomo Chemicals
< DSM
L'Orcal x Akzo/Nobd
v |M
Soivay
ivay Tocay
locay InduHries
inamır
□Goodyear
200.000 -
ı
x Saint Gordon
*ıcı
/ s Showa Dcako PPG Iı
MnsuBisnı rarochemlcal
/ \
.'a Haas'
Rohm'& u .» ' c 1
Sblo-blsu Cftemicai

0 5000 10000 1S000


Satış düzeyleri (m ilyon£ )
«Avrupa • Ja p o n ya oABD

Ş ek il 5 .2 Kim ya Sektöründe Satış ve A& G D üzeyleri, 1992


K a yn a k : M E R IT

159
Notlar

1 Plastik sanayisinin ilk dönem tarihçesi için bkz., Kaufman (1963); H ufbauer (1966); Y arsley ve Couzens (1956).
A yrıca bkz. De Bell (1946).

2 A&G tanım ı için bakınız OECD (1963a). Bir firmanın y a da bir sanayinin araştırm a yoğunluğu en iyi biçimde, A&G
harcam alarının net üretim değerine oranlanm asıyla ölçülebilir. Bu yaklaşım , satın alınan ham m addelerin ve yed ek
parçaların değerleri arasındaki farkları uyum lu hale getirdiği için, lirm alar arası y a da sanayiler arası tatm in edici
karşılaştırm alar yap m aya im kân sağlar. Bununla birlikte, net üretim değeri konusundaki bilgiler çoğunlukla elde ol­
m adığı için, A&G harcam alarının satışlara y a da A&G personelinin toplam çalışanlara oranları gibi daha az tatmin
edici ölçütler kullanılm aktadır. IG Farben için A&G harcam alarının toplam satışlara oranı konusunda elde bilgiler
bulunm aktadır. Net üretim değeri oranı, bunun, muhtemelen iki katı büyüklüğünde olabileceği halde kesin olarak
hesap edilememektedir.

3 Bu farkların, kuşkusuz başka nedenleri de vardır. Alet üretim i ve m akine m ühendisliği sanayilerinde alınm ış olan
patent sayılarının A&G faaliyetlerine göre yü ksek liği, bir ölçüde, araştırm a ve geliştirm e faaliyetlerinin önemli sayı­
labilecek b ir kısmının, hâlâ sanayi A&G sistemi dışında gerçekleştiriim ekte olmasından kaynaklanm aktadır. Ayrıca,
iki istatistik serisi arasında sınıflandırm a sorunları da vardır.

4 Bazı ülkelerde patentler, özgünlük araştırm ası yapılm adan verilirken, bazılarında bir araştırm a süreci söz konusu­
dur. Bu, Fransa, Belçika ve İtalya gibi ülkelerde patent başvurularının ya k laşık % 90‘ının kabul edilm esi anlamına
gelirken söz konusu oran, İngiltere ve A B D ’de %60 civarına düşm ektedir. Alm anya'da, H ollanda'da ve İskandinav
ülkelerinde bu oran büsbütün düşüktür. Bu yüzden yap ılacak bir karşılaştırm a, İngiliz ve Am erikan şirketleri k ar­
şısında Alman şirketleri aleyhine bir sapm a yaratacak tır. Bu sapma, söz konusu karşılaştırm a Fransız şirketleri ile
yap ılırsa büsbütün artacaktır. Öte yandan, bütün önemli patentlerin belli başlı sanayileşm iş ülkelerde alınm ası do­
ğal olm akla birlikte, her ülkenin patent istatistiklerinde (o ülkede laaliyet gösteren yab ancı firma bağlantılı firm alar
dahil) o ülkenin şirketleri lehine bir eğilim, bir sapma, ortaya çıkm aktadır.

5 IC l’nın araştırm a faaliyetlerinin verim liliği konusunda yapm ış olduğu bir araştırm a en yü k sek verim in firm a içi araş­
tırm alar sonucunda geliştirilen ye n i ürünlerde ve üretim tekniklerinde elde edildiğini ortaya koym uştur. M u eller’in
de gösterdiği gibi, Du Pont'un yap tığı yeniliklerin pek çoğu kendi A&G sinin sonucu olm am akla birlikte, şirket k ar­
larına en büyük katkıyı naylon yap m ıştır (see Holroyd, 1964; M ueller, 1962).

6 Perkin-EImer ve H ewlett-Packard örnek verilebilir.

7 Bu yen i gelişm elerle ilgili incelem eler konusunda bkz. Lastres (1992); ABD U lusal Araştırm a Konseyi (1989);
Forester (1988); B arker (1990).

160
6. Bölüm

Kitle Üretimi ve Otomobil

undan önce, 4 ve 5. Bölümlerde, petrol ve kim ya sanayilerinde sürekli proses­

B lerin uygulanm ası ve tesis ölçeklerinin büyütülmesi ile müthiş verim lilik ka­
zançlarının sağlandığını göstermiştik (örnek için bkz. Tablo 4.1). Akış proses­
leriyle ilgili bu eğilime paralel olarak, başta otomobil olmak üzere, diğer sanayilerde de
değiştirilebilen parçalar ve montaj hattı tekniklerinin uygulanm asıyla benzer verim lilik
kazançları ortaya çıkmıştır. 3. Bölüm'de Birleşik Devletler sanayisinin 1870 ile 1940
arasındaki dönemde sermaye yoğun bir teknolojik değişme çizgisi izlediğine ve ülkenin
sahip olduğu bazı özel koşulların, bu ülkenin diğer ülkelerin önüne geçmesini sağladı­
ğına işaret etmiş bulunuyoruz. Bu tarzda bir gelişmenin nedeni, Amerikan girişim cileri
ve mühendislerini, emeği m akineyle ikame eden üretim teknikleri aram aya ve niteliksiz
y a da y a rı nitelikli işçilere göre sayıları çok az olan nitelikli emeğin daha etkin kullanım
olanaklarını aram aya yönlendiren, nitelikli işgücü eksikliği idi.
Bu amaca ulaşabilm ek için, bazı nitelikli m akinistler ve montörlerin yerine daha az
nitelikli montaj işçilerinin kullanılabilm esine imkân verecek olan değiştirilebilir parça­
ların kullanılm ası esastır. Charles Babbage (1834), daha önceden böyle bir stratejinin
im alatçılar için uygun olduğunu belirtmiştir. Charles Babbage, kuşkusuz bilgisayarın
mucidi olarak yaptığı çalışm alarla ve Cambridge Ü niversitesi’nde matematik profesörü
olarak tanınm aktadır. Rosenberg (1994), özellikle Babbage’ın daha sonraki dönemler­

161
de, “zaman ve hareket analizi” diye bilinecek teknikleri ortaya koymasının yan ı sıra,
Adam Sm ith’in işbölümü ilkesini, yen i açılım lara doğru genişleten düşüncelerinin yer
aldığı “M akineler ve İmalat İktisadı”1 adlı eseriyle yeniden keşfeden bir iktisatçı olarak
her türlü övgüyü hak ettiğini ifade etmektedir. Rosenberg’in yazardan yap tığı alıntı
şöyle:

im alat ustaları işi, her birinde değişik beceriler ve güçler gerektiren la rk lı işlem lere bölerek, her iş
için gerekli m iktarda, farklı emek kullanabilecektir; buna karşılık işin tamamı bir tek işçi tarafından
yap ılacak olursa, hem çok beceri hem de çok güç isteyen işlerin aynı kişi tarafından yapılm ası ge­
rekeceğinden basit işleri de bu kişinin yapm ası işgücü kaybı anlam ına gelecektir.

(Rosenberg, 1994, ss. 175-76)

Teorik ilkeler, Babbage tarafından daha 1830’lu yıllard a ortaya konulmuş ve uygu­
lanması istenmiş olmakla birlikte, asıl uygulam a daha sonraları, on dokuzuncu yüzyıld a
Birleşik Devletler’de, ister metal ister diğer maddelerden üretilmiş olsun, mühendislik
ürünlerinde değiştirilebilir parçalarının ortaya çıkm asıyla birlikte gerçekleşebilm iştir.
Parçalar düzensiz biçimlerde, kesin bir standarda uyularak üretilm ediği sürece, bu par­
çaları uygun biçime sokup her ürünü bir araya getirebilm ek için ustalaşmış nitelikli iş­
gücüne gerek duyulm aktaydı. 3. Bölüm’de gördüğümüz gibi, on dokuzuncu yüzyılın
sonlarına doğru çelik alaşım larının kullanım ının artm asıyla birlikte takım tezgâhlarının
hızı ve hassasiyeti yükselm iştir. F. W. Taylor, iş yönetim danışmanlığı yapm aya başla­
madan önce bu süreçlere bir mucit olarak önemli katkılarda bulunmuştur.
Daha on dokuzuncu yü zyıl sonlarında değiştirilebilir parçaların kullanımı, ilk yen i­
likçi uygulam a yeri olan ABD Ordonat Kom utanlığının Springfield Silah Fabrika­
sından diğer Amerikan sanayilerine doğru yaygınlaşm aya başlam ıştır. Yirm inci yüzyıl
başlarında birçok yen i uygulam a alanı bulunup geliştirilm iş ancak bunların hiçbiri, hat­
ta Silah Fabrikası bile, hiç olmazsa bazı parçaların eğelenerek yerine yerleştirilm esi ge­
rektiğinden nitelikli usta işçilerin yü k sek bir oranda istihdamından vazgeçememiştir.
Böylece Ford öncesi dönemde “Amerikan üretim sistem i” olarak adlandırılan, nihai
üründe değiştirilebilir parçalarla ustaların elle biçimlendirdiği parçalardan oluşan bir
“geç el zanaatı sistemi”11 mevcuttu. Dikiş makineleri, küçük ateşli silahlar, tarım m aki­
neleri ve bisiklet gibi sanayiler bu sistemle üretim yapm aktaydı.
Kitle üretim tekniklerinin ilk uygulam ası H enry Ford tarafından, D etroit’teki,
H ighland Park fabrikasında gerçekleştirilm iştir. Ford, 1908 ile 1914 yılları arasında
Model T üretiminde usta işçiler tarafından yapılan parçaların kullanım ını tedricen or-
i "Economy of M achines and M anufactures”
ii "Late craft şystem ” geç ustalık sistemi veya ileri düzeyde bir el zanaatı sistemi, diye de çevrilebilir.

162
tadan kaldırmış, bu süreç 1913 yılınd a hareket eden montaj hattının uygulam aya konul­
ması ile en üst düzeye ulaşm ıştır. M IT1 Üniversitesi tarafından yayım lanan, Ford’un
U luslararası M otorlu Taşıtlar Projesi (IM V P )11 konusundaki kitapta da belirtildiği gibi
(W omack e t al., 1990). hareket eden montaj hattının kullanılm ası, makineler ve presler
(takım tezgâhları) kullanılarak, her parçaya önceden biçim verilmesi sayesinde müm­
kün olmuştur.
Bu bölümde, gerektiğinde her ikisine de değinilmesine rağmen, daha çok otomobil­
de ve ilgili sanayilerde gerçekleştirilm iş olan teknolojik yeniliklerden çok örgütsel ye n i­
liklerden söz edeceğiz. Örgütsel ve sosyal değişim üzerinde yoğunlaşm am ızın nedeni
“kitle üretimi paradigm asının” y a da çok daha basit bir biçimde söylemek gerekirse,
“Fordist paradigm anın” sanayi yönetim felsefesine yarım yüzyıldan fazla hâkim olması
ve ancak yirm inci yüzyılın sonlarında, daha sonraki bölümlerde ele alacağım ız yen i bir
yönetim düşüncesine ve örgütlenme biçimine yo l açmış olmasıdır. Fordist üretim tekno­
lojisi, Brian Arthur (1988a, 1989) tarafından belirlenen ve araştırılan ürünler ve üretim
tekniklerinde egemen olan bir “kilitlenm e” olgusunu herhangi bir örnekten çok daha iyi
açıklam aktadır. Nihayet Fordism, buzdolabı, çamaşır makinesi ve diğer "beyaz eşya”
sanayilerinde üretim teknolojilerinin yan ı sıra tüketici davranışlarını da güçlü bir biçim­
de etkilemiştir. Birçok ev aletini, ortalama hane halkının ödeyebileceği nispeten ucuz
mallar alanına sokarak, “dayanıklı tüketim m alları” devrimini mümkün kılmıştır. On
dokuzuncu yüzyılda, ordu donatım ve dikiş m akineleri gibi sanayilerde değiştirilebilir
parçalar kullanım ı y a da Chicago’da et paketleme sanayisinde, işleri alt bölümlere ayı­
rarak uzmanlaştırma şeklindeki et “parçalam a” (=disassembly) hattı, bunun öncüleri ol­
m akla birlikte, kitle üretim felsefesini ve uygulam asını yirm inci yü zyıl Amerikan tekno­
lojisinin baş örneği haline getiren Ford’un montaj hattıdır, ikinci D ünya Savaşı sırasın­
da Am erika’nın çok büyük m iktarlarda kamyon, tank, uçak ve çıkartm a gemisi ürete­
bilmiş olması, sonunda M üttefiklerin A vrupa’y a çıkm alarında, İtalya ve Alm anya içle­
rinde ilerlemelerinde belirleyici unsur olmuştur. Savaştan sonra kitle tüketim i hayat tar­
zıyla otomobillerin ve diğer dayanıklı tüketim mallarının kitle üretimi sadece, Birleşik
Devletlerle iyice kökleşmekle kalmamış, hızla A vrupa’da ve Jap o n ya’da da yaygın laş­
mıştır. İkinci D ünya S av aşın ı izleyen çeyrek yüzyıl dünyanın gördüğü en hızlı ekono­
mik büyüme dönemidir ve bu büyüme, büyük ölçüde petrol, otomobil, uçak, petro kim­
y a maddeleri, plastikler ve dayanıklı tüketim malları temelinde gerçekleşmiştir.
Bununla birlikte, kitle üretimi ve sürekli proseslerin bu zaferi, ancak 1920’lerde ve
1930’larda dünya çapında yaşanan çok zahmetli bir yapısal uyıım döneminin sonunda
ortaya çıkabilmiştir. Otomobiller ve diğer m allar için oluşan kitle üretim kapasitesi ye-

i M assachussets Institute of Technology


ii International M otor Vehicle Project, s. 225'teki dipnotta y e r alan yay ım a bkz.

163
ni ürünler için (o zaman) var olan çok sınırlı piyasaların emme kapasitesini aşmıştır.
Ancak, tüketici kredisi düzenlemeleri, yen i ücret yapıları, yeni karayolu altyapısı ve
ekonominin Keynesçi bir yaklaşım la yönetilm esi gibi toplumsal yenilikler yardım ı ile
yeni teknolojik potansiyel ile sosyokurumsal alt yapının uyumlu hale getirilm esi müm­
kün olmuştur. 4. ve 5. Bölümlerde gördüğümüz gibi, ucuz petrol sadece uçaklarla bir­
likte otomobiller ve kam yonlar için alabildiğine esnek ve evrensel bir enerji kaynağı ol­
manın ötesinde, kitle tüketimine de çok uygun —plastik ürünler, ambalaj malzemeleri,
dönüşümsüz kaplar ve hepsinden önemlisi tüketici elektroniğinin kitle üretimine yöne­
lik devre elem anları gibi—sayısız yen i kim yasal ürünler için çok ucuz bir hammadde
oluşturmuştur. Bütün bu birbirine bağımlı teknolojiler, ikinci D ünya Savaşı’nı izleyen
çeyrek yü zyılda dünya ekonomisine egemen olan Fordist teknoekonomik paradigmanın
parçalarıdır.

6.1 içten Patlamalı Motor mu, Buhar mı, Elektrik mi?


M IT yazarları (W omack e t al., 1990) otomobil sanayisi ile ilgili olarak, U luslararası
Motorlu Taşıtlar Projesi (IM VP) olarak tanınan büyük çaplı bir araştırm ayı gerçekleş­
tirmişlerdir. "Kitle Üretiminin Y ükselişi ve Düşüşü” başlığını taşıyan bölümde, zengin
Ingiliz parlamenter E llis’in, 1894 yılın d a bir otomobil satın alm ak istediğinde, bir oto­
mobil satıcısına gidemediğini zira etrafında hiçbir otomobil satıcısı olmadığı anlatılm ak­
tadır. Ellis de Fransız takım tezgâhı üreticisi Panhard et Levassor’a gitmiş ve kendisine
bir otomobil (bu sözcüğün aslı da Fransızca’dır) "ısm arlam ıştır”. Panhard et Levassor
1887’den beri, Daimler in içten patlam alı motorunu üretmek için lisans sahibiydi;
1890’ların başlarında Paris bölgesindeki el yapım ı imalat yapan çeşitli atölyelerde, her
biri diğerinden farklı olmak üzere, yıld a birkaç yü z adet ısm arlam a otomobil yapılm ak­
taydı. Ellis, bir at arabası yapım cısı tarafından inşa edilen özel bir gövdenin üstüne, şan-
zıman, frenler ve motor kontrol aletlerinin her zamankinden başka yerlere yerleştirilm e­
sini istemiştir. IM VP yazarları “bugünün kitle üreticisi için böyle bir siparişin yerine ge­
tirilmesinin y ılla r süreceğini ve m ilyonlarca dolara mal olacağını” belirtm ektedirler; an­
cak, o dönemin ustaları için bu gayet normal bir taleptir. Ellis yen i otomobilini Paris so­
kaklarında bir süre denedikten sonra, Temmuz 1895’de Ingiltere’y e gelmiş ve kır evine
kadar olan 56 mili, saatte 9.8 mil ortalama hız yaparak, 5 saat 32 dakikada kat etmiştir.
O tarihte at tarafından çekilmeyen araçlar için hız sınırı saatte 4 mil olm akla birlikte,
1896 yılın d a Ellis’in gayretleriyle, Parlamentoda, bu sınırı 12 mile (20 km) çıkaran bir
y a sa kabul edilmiştir.
Otomobil sanayisinin bu ilk dönemlerinde ABD, A vrupa’y a öncülük etmemiş ve as­
lında ilk icat ve yeniliklerin hemen hepsi Alm anya ve Fransa’da gerçekleşmişti. Bunun­

164
la birlikte, 1905 yılın a gelindiğinde, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Birleşik Devletler­
de de yüzlerce küçük şirket otomobil üretmekteydi. Bütün bu şirketler, çeşitli bölgele­
re yayılm ış küçük atölyelerde usta zanaatkarların el becerileri ve teknikleriyle genel çok
amaçlı (üniversal) takım tezgâhları kullanarak üretim yapıyo rlardı. Z anaatkâr işçiler
üst düzeyde ustalaşm ışlardı ve eşgüdüm bu parçaları birleştiren bir girişimci tarafından
sağlanıyordu. Bugün hâlâ birkaç firma manüfaktür teknikleri kullanarak çok az sayıda
otomobil üretmektedir, ancak bunlar çok pahalıdır ve genel üretimin çok küçük bir par­
çasını oluşturm aktadır1. Küçük şirketlerin (aralarında Panhard et Levassorun da bu­
lunduğu) büyük çoğunluğu, çok önce y a iflas etm işlerdir y a da sanayinin kitle üretimi­
ne geçiş yap tığı dönemde, büyük şirketlerin bünyelerine katılm ışlardır. Kitle üretimine
geçiş süreci ise herkesten çok H enry Ford’un eseridir.
Yüzyılın başında içten patlamalı motorun buharlı m akineye veya elektrik motoruna
tercih edilip edilmeyeceği konusunda hiçbir açıklık yoktu. Her üç motor türü için de te­
mel icatlar ve yenilikler gerçekleştirilm işti ve Klein’in (1977, s. 91) belirttiği gibi, 1900
yılında buharlı ve elektrik motorlu taşıt araçları "57 Amerikan şirketi tarafından üretil­
miş olduğu tahmin edilen dört bin otomobilin” dörtte üçünü oluşturuyordu. Ancak,
1917 y ılı geldiğinde Birleşik Devletlerde kayıtlı yaklaşık üç buçuk milyon otomobil için­
de elektrik ve buharla çalışanların sayısı 50 binin altına düşmüştü ve bu araçlar da hız­
la ortadan kalkıyordu. Son önemli buharlı otomobil üreticisi olan Stanley M otor Carri-
age Company, 1917yılın d a 730 buharlı araç üretmişti ve bu sayı Ford’un bir günde, öğ­
le yem eğinden önce ürettiği otomobil sayısından daha azdı (Volti, 1990, p. 43).
Buharlı ve elektrikli araçların ortadan kalkm asının basit bir açıklaması, aynı zaman­
da meselenin özüne inmek bakımından yapılırsa, içten patlam alı motorun "daha iy i”
hatta "optimal” olmasıdır. Bununla birlikte, Rudi Volti (1990) "Neden İçten Patlamalı
Motor? ” başlığını taşıyan çarpıcı makalesinde işlerin hiç de görüldüğü kadar basit ol­
madığını anlatm aktadır. Başlangıçta, buharlı ve elektrikli arabaların birçok teknik
avantajı vardı ve buna karşılık içten patlam alı otomobil, Emile Levassor tarafından
1891 yılın d a icat edilmiş olan kayış vitesli şanzıman olmak üzere, bazı ciddi dezavantaj­
larla karşı karşıyaydı. Levassor’un kendi icadını tarif ettiği şu cümle ün kazanmıştır:
"C’est brutal mais ça m arche!”11. Başka bir önemli sorun da, insanın başparmağını ve­
y a bileğini kolayca kırabilecek y a da acemi veya dikkatsiz olanları göğsünden yarala ya­
bilecek olan marş motoru çalıştırm a koluydu. Bu sorun Kettering’in, 1912 modeli Ca­
dillac için elektrikli marş motorunu icat etmesinden sonra da, bu icat nispeten yavaş
yaygın laştığı için, uzun süre çözülememiştir.

i Ö rneğin, Ferrari, M eseratti, A ston-M artin gibi y a rış arabaları ile artık özgün yerin de üretilm eyen Rolls-Royce vb.
ii “Bu kaba saba bir şey am a yü rü y o r”.

165
Buharlı ve elektrikli arabalar ilk zam anlarda çok daha düzgün çalışm akla birlikte,
buhar kazanlarının y a da bataryalarının ağırlığı, ortaya çıkan ya k ıt ikmali ihtiyacı dola­
yısıy la hareket alanlarının kısa mesafeli olması gibi (giderek artan) ciddi dezavantajlar­
la karşılaştılar. Bir ’’Stanley Steam er” buharlı arabanın ön kontrol paneli, kazan su se­
viyesi, buhar basıncı vb. sürekli dikkat isteyen göstergelerle doluydu ve “sadece moto­
ru çalıştırm ak için on üç adet supap, kaldıraç, musluk ve pompanın hareket ettirilmesi
gerekm ekteydi” (Volti, 1990, p. 44). Elektrikli arabaların çalıştırılm ası, debriyajı ve
şanzımanı olmadığı için, çok daha basitti; üstelik sessiz, güvenilir ve kokusuzdu. Yine
de 1920’li yıllarda, içten patlam alı motor bütün otomobil piyasasını ele geçirmiş, buhar­
lıları ve elektriklileri y a çok küçük, özel (niş) piyasalara y a da müzelere bırakmıştır.
Daha uzun hareket mesafesi içten patlam alı motorun önemli avantajlarından biri ol­
m akla birlikte, bu gelişme sadece teknik bir mesele olarak kabul edilemez. Benzin istas­
yonları zinciri, tam ir ve bakım hizmetleri alt yapıları, bunları işletenlerin, üreticiler ve
kanun koyucuların farklı stratejileri ve politikaları olsaydı çok daha başka bir temelde
örgütlenebilirdi. Gerçekten, 1990’larda, m ilyonlarca içten patlam alı motorun ortaya çı­
kardığı kirlilik sorunlarının bir sonucu olarak, Kaliforniya’da ve başka yerlerde, batar­
y a şarj istasyonları vb. ile ilgili politikalar geliştirilm eye başlam ıştır. Bununla birlikte, iç­
ten patlam alı motora “bağım lılık” alternatif bir sisteme geçiş konusunda bu tür bir ça­
bayı (Bkz. IV. Kısım) gerçekten çok güç hale getirm iştir. 1990’lı yılların ortalarında
dünyada 500 milyondan fazla otomobil kullanılıyordu.

6.2 Hemy Ford ve Kitle Üretimi


İçten patlamalı motora "kilitlenmenin” nedeni kuşkusuz M odel T’nin m aliyetini ve
fiyatını dram atik bir biçimde düşürmüş olan Ford montaj hattının başarısıdır. O dö­
nemde daha yüksek kaliteli bataryaların ortaya çıkm asıyla elektrikli otomobilin fiyatı
yükselirken, Model T’nin fiyatı, gerçekleştirilen örgütlenme, teknik ve sosyal yenilikle­
rin sonucu olarak, 1908’de 850 $ ’dan, 1913’de 600 $ ’a, 1916’da ise 360 $ ’a düşmüştür.
1913’de elektrikli otomobillerin fiyatı 2800 $’dır; 1921 yılın d a M odel T satışlarının 50
misli artmış olması ve 1909’da %10 olan piyasa payının, 1921’de %60’a çıkması hiç de
şaşırtıcı değildir. Net varlık üzerinden kârlar bazı y ılla r %300’e kadar yükselm iş ve
ABD dünya ihracat piyasasında hâkim bir durum a gelmiştir. Bu gerçekten çok hızlı bir
değişim tarihidir, aynı büyüklükteki fiyat düşüşleri, piyasa paylarında hızlı değişimler,
yenilikçi firm alarda ani kâr artışları ve taklitçiler yakalayan a kadar öncü ülke için dün­
y a ihracat hakim iyeti gibi özellikleriyle, yarım yüzyıl sonra y a rı iletkenler (elektronik)
sanayisinde gözlenen büyüme ve değişme fırtınasına benzemektedir (bkz. 7. Bölüm).
Ford’un bu çarpıcı sonuca ulaşmasını sağlayan "temel yen ilik ” kuşkusuz montaj hattı ile

166
üretim yap masıydı. Bu bir anlam da tamamen üretimin örgütlenmesiyle ilgili bir yenilik
olm akla birlikte, önemli ölçüde teknolojik yenilikleri de gerektirm ekte ve ayrıca teşvik
etmekteydi:

Otomobil üretim şirketleri, örgütle ilgili değişiklikler yapıldıktan sonra birçok makinenin otomas­
yon yo lu yla daha etkin hale getirilebilm esi için bunları geliştirm e fırsatı bulm uşlardır. Söz gelişi, di­
k ey kuleli torna tezgâhının daha otomatik olan y a ta y torna tezgâhı ile değiştirilm esi, işçi başına üre­
timi iki kat artırm ıştır. Daha çarpıcı bir örnek vermek istersek, krank mil üretmek için kullanılm a­
y a başlanan bir otomatik makine birim emek başına üretimi on kat artırm ıştır ve aslında işçi veri­
mini 2-10 kat arasında artıran daha iyi makinelerle ilgili düzinelerce örnek bulunabilir.

(Klein, 1977, s. 97)

Bu arada, Klein, Nevins ve H ill’in (1954) yorum una atıfta bulunarak, Ford’a uygu­
landığı kadarıyla “kahram an” girişim ci fikrine karşı bazı kuşkuları olduğunu ortaya
koym aktadır:

(Ford'un) M y L ife v e W ork (H ayatım ve İşim) başlıklı kitabında, kitle üretimi ile ilgili temel fikir­
lerin fabrikanın üst yönetim inde oluştuğu ve oradan aşağıya doğru yayıld ığ ı konusundaki izlenim
yan lıştır; gerçekte, yaratıcı fikirler aşağıdan y u k arıy a doğru hareket etmiştir. D oğruyu söylemek
gerekirse, Ford, marş manyetosunun montajıyla, özellikle ilgilenm iştir. Ancak, diğer alanlarda,
Ford sadece teşvik eder ve akıl verirken, G regoıy, Klann ve Purdy gibi şirket çalışanları önemli
öneriler getirm işler, Sorensen ve diğerleri de bu önerilerin hayata geçirilmesine yardım cı olm uşlar­
dır. B ü tü n b u n la ra ra ğ m en , y e n i s istem in g e liş t ir ilm e s in d e en ö n e m li ro lü , s o n zam an da, o k u lu n d a ­
ki o d a sın d a n alınarak g e t ir ile n ü n iv e r s ite li d ü şü n ü r (A v ery) o y n a m ıştır (italikler yazarın ).

(Klein, 1977, s. 98 Nevins ve Hill, 1954, s. 474’e atıf)

İlk olarak 1908 yılın d a Ford, parçaların değiştirilebilirliğinde ileri bir düzeye ulaş­
tığında, montaj alanında, işçiler, otomobilden otomobile hareket ediyordu ve daha o za­
man uzmanlaşmış işlerle ilgili işbölümü, verim lilikte büyük kazançlar sağlıyordu. W o­
mack e t a/., bu dönemdeki verim lilik artışlarının 1913 yılın d a kullanılm aya başlanan ha­
reketli montaj hattının sağladığından daha fazla olduğu kanısındadır. Ancak, hareketli
bant göze çarpan bir değişiklikti ve bu yüzden de üzerinde çok daha fazla durulmuştur.
Tablo 6.1, 1913 ve 1914 yılları arasında Detroit’te Highland Park fabrikasında, hare­
ketli montaj hattının kullanılm aya başlanması ile oraya çıkan verim lilik kazançları ko­
nusunda günümüzde yapılm ış olan bir hesaplam ayı yansıtm aktadır. Uym ayan parçala­
rı uyar hale getirmek için eğeleme ve yerleştirm e yöntemi artık tamamen ortadan kalk­
mış olduğu için 1913 sistemini “eski el zanaatı teknolojisi” olarak tanımlamak doğru ol­
m ayabilir. Aslında, Hounshell’in (1984) klasik eseri “Am erikan Sistem i’nden Kitle Üre-

167
Tablo 6.1 A tölyede E l Zanaatı Otom obil Yapımı M ontaj Hattmda K itle
Üretim ine K arşı, 19 1 3 ve 19 14 Y ıllan K arşılaştırm ası

Montaj Geç zanaat Kitle Sürede


için gerekli atölye üretimi, üretimi, azalm a
dakika sayısı: Sonbahar 1913 İlkbahar 1914 yüzdesi

Motor 594 226 62


M anyeto 20 5 75
Aks 150 26.5 83
A racın temel parçalarının bağlanm ası 750 93 88

Not: “Geç el zanaatı atölye üretim i” (late craft production) daha o dönemde, kitle üretim in birçok unsurunu, özellikle
değiştirilebilir p arçalan ve ayrıntılı bir işbölümünü içerm ektedir. 1913 ile 1914 arasındaki en önemli değişim duran hat­
tan hareketli banta geçilmiş olmasıdır.
Y azarlar tarafından Hounshell’de (1984, ss. 248, 254-56) y e r alan verilere dayan ılarak hesaplanm ıştır. H ounshell’in ve­
rileri, gazeteciler Horace Arnold ve F ay Faurote’in yazm ış oldukları F o rd M e t h o d s a n d t h e F o rd S h o p s, N ew York: En­
gineering M agazine, 1915 başlıklı kitapta y e r alan gözlemlere dayananılarak oluşturulm uştur.

K a yn a k : W om a ck e t al. (1990, s. 29).

tim ine” (F rom th e A m erica n S y stem to Alass P r o d u ctio n ) ortaya koyduğu gibi, Ford
üretim sistemi henüz hareketli montaj bandı kullanılm aya başlanmadan önce, değiştiri­
lebilir parçaları geliştirm eye çalışarak, önceki çabalardan tamamen farklılaşmıştı.
ABD Ordu Donatım D airesi’nin Springfield Silah Fabrikası, değiştirilebilir parça­
lar kullanm aya başlayarak, üretim teknolojisinde gerçekten radikal bir değişime öncü­
lük etmiştir. Bu gelişmenin çağ açan niteliği, o dönemde birçok Am erikalı gözlemcinin
yan ı sıra, Silah Fabrikasını gezen İngiliz ziyaretçiler tarafından da açıkça anlaşılmıştır.
Bunu ötesinde ABD Ordu Donatım Dairesi, değiştirilebilir parçalar teknolojisinin, da­
ha sonraları bu fikrin yaygınlaşm asına katkıda bulunan Colt Ateşli Silahlar Şirketi gibi
diğer malzemeciler tarafından da uygulanm asını sağlam ak için ayrıca çaba göstermiştir.
Bununla birlikte, ne Springfield Silah Fabrikas’ının ne de herhangi bir on dokuzuncu
yü zyıl üreticisinin değiştirilebilir parçalar teknolojisine tam anlamı ile geçememiş oldu­
ğu, Amerikalı tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmuştur. Aslında Singer (dikiş ma­
kineleri), M cCormick (biçer düğerler) ve Pope (bisikletler) gibi firmaların başarısının
nedeni, bir zam anlar iddia edildiği gibi, değiştirilebilir parçalar kullanarak kitle üretimi
yapm ak değildir. Hounshell (1984), diğer dikiş makinesi üreticilerinin Singer’den önce
ve daha kapsam lı bir biçimde değiştirilebilir parçalar kullanm aya teşebbüs ettiklerini
ortaya koymuştur. Singer bu firm aların rekabetini yen i üretim teknolojileri ile değil,
çok önceleri W edgwood’un (bkz. 3. Bölüm) yaptığına benzer biçimde yü ksek kalite, pa­
zarlam a ve reklam konusunda gerçekleştirdiği yen ilikler yardım ı ile kırmıştır. Singer bu
alanlardaki başarısının bir sonucu olarak kendisiyle rekabet eden ve eski atölye üreti­
mini değiştirilebilir parçalar kullanm a yöntemine çevirme konusunda çok daha ilerde

168
bulunan firm aların bazılarını ele geçirm iştir. Hem Singer hem de McCormick, üretim
teknolojilerini söz konusu yönde değiştirmek için teşebbüste bulunm akla birlikte, üre­
timde ortaya çıkan sorunların üstesinden gelem edikleri için, söz konusu dönemde hâlâ
büyük ölçüde eski usul atölye üretimine dayanm aktaydılar.
Bunların ve birçok Amerikan şirketinin, değiştirilebilir parçalarla üretim yöntemine
geçmek için gösterdikleri çabalar, Ford’dan önce tam anlam ıyla başarılı olmamışsa da,
söz konusu çabaları tamamen yararsız olarak saym ak da doğru değildir. Rosenberg
(1976), bu firmaların ardışık çabalarının küçük ateşli silahlar sanayisinden, özellikle
Colt Firearm s M anufacturing Com pany’den doğan Am erikan takım tezgâhlan,
sanayinin gelişmesinde çok önemli bir rol oynadığını açıkça göstermiştir. Gerçekten y e ­
ni gelişmekte olan takım tezgâhları firmaları, her sanayi dalında ortaya çıkan üretim so­
runlarını çözmek için müşterileri ile çok yakın ilişki içinde çalışm ışlardır. Bu firmalar
böylece, hem metal hem de ahşap işlemedeki, delme, diş açma, kesme, rendeleme vb. iş­
lemlerde kendi makinelerini önemli ölçüde geliştirm işlerdir. Bu, Lundvall’ın (1985) da­
ha sonra kullanıcı üretici etkileşim i olarak tanım ladığı ilişkinin bir başka örneğidir. So­
nuç olarak yen i malzemelerin geliştirilm esi, işlem hassasiyetinin yükselm esi ve m akine­
lerin hızının artması (bkz. 3. Bölüm) yüzyılın başında sanayi değiştirilebilir parçalarla
üretimin mümkün olduğu bir noktaya getirm iştir.
Ford kitle üretiminin zaferini anlatırken, montaj hattının, bir yandan un değirm enin­
deki akış üretimine diğer yan d a da Chicago et paketleme tesislerindeki parçalam a hat­
tına olan benzerliklere dikkati çekmekte ve büyük ölçekli üretimin sağlayacağı ucuzlu­
ğa bağlı bir kitle tüketiminden söz etmektedir. Bazı zam anlar kitle üretim sürecinin ön­
cüleri olarak nitelendirilen Singer, M cCorm ick ve Pope ürünlerini yü k sek fiyatlarla
satmışlardı; Wedgwood (bkz. 2. Bölüm) gibi, fiyatları kendi sanayi dallarındaki en y ü k ­
sek fiyatlardır (Hounshell, 1984, s. 9). Öte yandan Ford, Model T ’nin gerçekten kitle­
ler için tasarlanm ış bir otomobil olmasında ısrarlıdır. Fiyatların indirilmesi bu doktrinin
kaçınılmaz bir unsurudur. Peter D rucker (1946), Ford’un ölçeği büyüterek m aliyetler­
de ve fiyatlarda sağladığı düşüşün iş yönetimi tekniklerinde olduğu kadar iktisat açısın­
dan da bir devrim olduğunu vurgulam aktadır. Üstelik daha önceki birçok içten patla­
malı motorlu otomobillerin tersine, Model T bilinçli olarak kullanım ve bakım kolaylık­
ları ön plana alınarak tasarlanm ıştır: 64 sayfalık kullanm a kılavuzu otomobil sahibinin
sıkça ortaya çıkabilecek sorunların çoğunu kendisinin çözmesini amaçlam ıştır. Ford bu­
nunla birlikte, ilk müşterilerinin çoğunun çiftlik m akinelerine aşina olan bazı aletlere
sahip çiftçiler olacağını varsaym ıştır (W omack e t al., 1990). Birleşik Devletler pazarı­
nın coğrafi ve toplumsal özellikleri ve Ford'un bu özelliklere yönelik dikkati de başarı­
sına katkıda bulunmuştur. İçten patlam alı motorun sağladığı düşük m aliyetle kişisel ha­

169
reket olanağı tüketici açısından belirleyici bir avantaj oluşturmuştur. Üretim sistemin­
de ortaya çıkmış olan köklü değişiklik, işgücü açısından kolay bir değişim olmamıştır:

F ordün kitle üretim hattında çalışan montajcının sadece bir tek görevi vardır; iki somunu iki civa-
taya takm ak y a da her otomobile bir tekerlek yerleştirm ek. Bu işçi parça ısmarlamaz, kendisi için
alet edinmez, teçhizatını tam ir etmez, kaliteyi denetlemez hatta iki yan ınd aki işçilerin ne yap tığın ı
bilmez; başını öne eğer ve başka şeyler düşünür. Aslında yan ındaki diğer m ontajcılarla ve ustaba-
şıyla ayn ı dili konuşmasının bile önemi y o k tu r.. .montajcı için gerekli olan sadece birkaç dakikalık
bir eğitimdir.
(W om ack e t al., p. 31)

Takım tezgâhlarının ve preslerin tek ve basit bir işlemi tekrarlayacak biçimde yen i­
den tasarlanm ış olması, parçaların makineden geçirilme sürecini de az sayıda basit işle­
me indirgemiştir. Böylece vasıflı işçi ihtiyacı en düşük düzeye indirilmiş ve fabrika, y e ­
ni bir mesleğin mensuplan, endüstri (üretim) mühendisleri ile bir dizi ustabaşılar ve
bunların emirlerini uygulayan vasıfsız işçiler tarafından çalıştırılır hale gelmiştir. D isip­
lin en üst düzeydedir ve sendikalar işyerine sokulmamaktadır. Ford, W edgwood’un “in­
sanların hata yapm asına olanak tanım ayacak m akineler yap m ak’’ ilkesini (2. Bölüm),
uygulayabilm ek için elinden geleni yapm ıştır. Ancak ilerde göreceğimiz gibi, bu am acı­
na ulaşm akta başarısız olmuştur. Model T ’den sonraki dönemde kötü sanayi ilişkileri
önemli bir sorun halinde ortaya çıkmış ve General Motors 1920 yılında, Ford’u ya k a la­
yıp geçerken bu durumdan yararlanm ıştır (Lazonick, 1990).
Ücretler açısından bakıldığında yeni sistem pek de Babbage'in hayal ettiği gibi çalış­
mamıştır. Montaj hattının hızı, işin bıktırıcı niteliği, bu tür istihdamın iş disiplini gibi di­
ğer hoş olmayan özellikleri, ilk faaliyet yılınd a olağanüstü bir işçi değiştirme süreci y a ­
şanmasına neden olmuştur. 1913 yılında, işçi değiştirme hızı yaklaşık %400’e ulaşmış ve
Ford, 5 Ocak 1914’de "günde beş dolar”ı yürürlüğe koymak zorunda kalmıştır. Bu, Ford
işçilerinin ücretlerinin katlanması anlamına gelmektedir: “Yüksek düzeyde mekanikleş­
miş üretim, hareket eden montaj hattı, yüksek ücretler, düşük ürün fiyatları ile ‘Fordism’
doğmuştur” (Hounshell, 1984, s. 11). Yeni üretim sisteminin çok daha yüksek verim dü­
zeyi, bu yüksek ücretlerin kolaylıkla ödenebileceğini ve buna rağmen Ford’un ABD ’de
ve dünyadaki en kârlı otomobil şirketi olarak kalacağı anlamına gelmektedir.
Ford ve iş arkadaşları, daha başlangıç dönemlerinde bazı kusurlu parçaların bu sis­
temin kaçınılmaz bir özelliği olduğunu kabul etmek zorunda kalm ışlardır. Benimsenen
çözüm montaj hattındaki işçilerin becerilerini ve sorum luluklarını artırm ak değil, hattın
ucuna bir denetleme ve “arıza giderm e” bölümü yerleştirm ek olmuştur. Buna rağmen
ve kaçınılmaz olarak bazı kusurlu araçlar bu son noktayı da geçmiş, müşteri şikayetle­
ri her zaman kitle üretim sistemine eşlik etmiştir, ikinci dünya Savaşı’ndan sonra, For-

170
dist sisteme rekabet eden Jap o n üreticilerinin temel am açlarından biri, kusurlu parça
ve alt sistem sayısını azaltm aktır. İlerde göreceğimiz gibi Jap o n üreticiler bu amaca
ulaşm akta bazı başarılar kaydetm işler, ancak Am erikalı ve Avrupalı üreticiler kusurla­
rı ve şikayetleri, kitle üretim sisteminin ucuz ve oldukça etkin m akineler üretmesinin ge­
tirdiği faydaların yanında katlanılm ası gereken bir m aliyet olarak kabul etmek zorunda
kalm ışlardır.

6. 3 Fordizmin Yayılması ve Değişimi


Ford’un bu müthiş başarısı diğer Amerikan şirketlerini de montaj hattına geçmek, kü­
çük özel (niş) imalatçı olarak kalm ak veya iflas etmek durumunda bırakmıştır. Bu firma­
lardan bir bölümü Ford'un bazı eksantrik ve tek yöneticilik (otokratik) düşüncelerini de­
ğiştirerek, 1920’lerv e 1930’larda ona karşı güçlü bir rekabet yaratan ortak şirketleri Ge­
neral M otors'da birleşmişlerdir. Bu dev şirketin baş mimarı olan Alfred Sloan, geniş ve
farklı otomobil modelleri yelpazesine, daha sık model değişikliği yaklaşım ına ve kısmen
üretim mühendislerinden gelen, kısmen de A&G faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan sü­
rekli küçük iyileştirmelere dayalı çok daha ileri bir strateji geliştirmiştir. Sloan ayrıca, iş­
letmede çeşitli işlevler ve piyasanın farklı kesimleriyle ilgili sorumluluklar yüklenen bö­
lümlere ayrılm ış bir şirket yapısı getirmiştir. Bu arada Ford’un önemli yönetici persone­
linden pek çoğu onu terk ederek G M ’e katılm ıştır (Lazonick, 1990, p. 240).
Sloan (1963) temel araştırm a faaliyetlerinin de GM bünyesinde y e r almasını destek­
lemiş ve bu kararını yazm ış olduğu kitapta, şirket stratejisinin miyop bakışlı bir kısa dö­
nem kâr maksimizasyonu yaklaşım ı üzerine değil, uzun dönemli kârlılık üzerine kurul­
ması gerektiğini söyleyerek savunmuştur. G M ’in gerçekleştirdiği en önemli buluş ve y e ­
niliklerden bir kısmı paradoksal olarak, otomobil sanayisinin dışında dizel elektrik lo­
komotifleri y a da kim ya sanayilerinde ortaya çıkmışsa da, gerçekten çok başarılı bir
A&G faaliyeti yürütülm üştür. Dayton Engineering Laboratories Şirketinin, 1919’da sa­
tın alınm asıyla iki seçkin mucit, Charles Kettering ve Thomas M idgley GM araştırm a
laboratuvarlarına alınmış ve birçok önemli yeniliğin ortaya çıkm asında öncü rol oyna­
m ışlardır. Kettering 1930 yılında, dizel elektrik teknolojisinde, daha o zamana göre
önemli derecede ileride olan iki şirketin satın alınması için G M yi ikna etmiştir:

Dizel makinesiyle elektrikli lokomotif teçhizatının bileşimi yen i olm amakla birlikte, General M o­
tors iki öncü şirketi satın alarak bunların gelişkin araştırm a örgütlerinin kendisi için çalışm asından,
onların kaynaklarından ve iç piyasanın büyük potansiyelinden yararlan arak söz konusu sistemden
önemli bir ticari avantaj elde etmiştir.
(Je w k e s e t al., 1969)

171
W om ack e t a l.’m (1990, s. 129) işaret ettikleri gibi, G M ’in araştırm a laboratuvarı
“bilim adam ları ve mühendisleri dünyada şu anda bütün otomobil fabrikaları tarafından
emisyon standartlarına uygun otomobiller üretmede kullanılan katalitik eksoz teknolo­
jisini —üstelik çok kısa bir süre içinde—mükemmel hale getirerek dünya otomobil sanay­
isine hayati bir ya ra r sağlam ıştır.” W omack ve arkadaşları öte yandan, G M ’nin otomo­
bil üretiminde radikal yenilikler getirmede neden başarılı olamadığı konusunda da ilgi
çekici yorum lar yapm aktadır: "Ne yazık ki herhangi bir krizin — yan i şirketin geleceği­
nin tehlikede olduğu ve bilgi akışı önündeki normal örgütsel engellerin geçici olarak or­
tadan kalktığı bir durumun—var olmadığı dönemlerde yeni fikirlerin araştırm a m erke­
zinden piyasaya süzülmesi çok uzun zaman alm aktaydı.” Y azarlar G M ’nin başarısızlık­
ları arasında Corvair Projesini (19501er), Vega Projesini (19601ar), X -Car Projesini
(19701er) ve 1980’lerin sonunda GM-10 ürünleri için kurulan yü ksek teknoloji fabrika­
larını saym aktadırlar: “Bunların her birinde uygulam alar, başlangıçtaki teknolojik he­
deflere ulaşmadığı için yen i ürünler y a da fabrikalarla ilgili yenilikçi düşünceler batağa
saplanm ıştır.”
W omack e t al., G M ’in savaş döneminde ve savaş sonrası yıllard a otomobil üretimin­
de neden daha fazla yen ilikçi olmadığı konusunda ilginç bir açıklam a daha getirm ekte­
dirler. O nlara göre, Sloan elektrik mühendisliği dalında M IT mezunu olduğu halde şu
görüştedir:

Otomobillerimiz tasarım açısından rakiplerim izin en iyi ve güçlüsü ile hiç olmazsa eşit düzeyde ol­
duğu sürece, teknik tasarım konusunda önder olmak y a da sonu belli olmayan deneylerin riskini ta­
şımak gerekli değildi.
(Sloan, 1963, p. 180)

W omack e t al., aralarında G M ’nin egemen şirket olduğu ve sadece üç üreticinin


oluşturduğu sıkı oligopolcü yapının köklü yenilikler yapılm asını önleyici bir etki y a ra t­
tığını savunur gibi görünmektedir:

G M şirketi Kuzey Amerikan otomobil piyasasının yarısın ı ele geçirdikten sonra —türbin gücüyle ça­
lışan bir kam yon y a da plastik gövdesi olan bir otomobil g ib i- gerçekten devrim y aratacak bir y e ­
nilik Ford ve Chrysler'in iflas etmesine neden olabilirdi. Otomobil üreticilerinin içine düşecekleri
böyle kötü bir durum, kuşkusuz bu en büyük sanayi dalında tekelleşm eyi önleme çabasında olan
ABD hükümetinin dikkatini çekecekti. Böylece dikkatli davranm anın gereği anlaşılabilm ektedir.
G M yap acağı yeniliğin, sonunda şirketin parçalanm asına yo l açmasını da istememiştir.

(W om ack et at., 1990, s. 128)

172
Şekil 6.1 Sanayideki Dinam ik Yenilik Süreci İçin B ir M odel

H âkim Üründe sıklıkla önemli Üretim hacm ini artırm ak için Üründe ve üretim sürecinde
Y enilik T ipi değişiklikler ya p ılır üretim sürecinde önemli değişik küçük yeniliklerle kalite ve
verim lilikte birikim li
iyileştirm eler

R ek a b ette Ürünün işlevsel Ürün çeşitlemesi M aliyetin düşürülm esi


A ğırlık performansı

Y en iliğin Kullanıcı ihtiyacı ve İçsel teknik kapasitenin M aliyeti azaltm a ve kalite


K a m çıla n m a sı kullanıcıdan teknik genişlem esiyle yaratılan artırm a için b askılar
girdiler gelm esi fırsatlar

Ü rün b a ttı Farklı ürün, çok kez B üyük bir üretim hacmini Genelde, farklılaşm am ış
m üşteriye göre tasarım sürdürebilecek, en az bir standart ürünler
istikrarlı ürün tasarım ı

Ü retim Esnek am a etkin değil; G iderek katılaşıyor, değişiklik Etkin, serm aye yoğun ve
S ü r e ç le r i büyük değişiklikler önemli aşam alarda ortaya katı; değişikliğin m aliyeti
kolaylıkla yap ılıyo r çıkıyor yü k sek

T eçh iz a t Genel am açlı, nitelikli Bazı alt süreçler kendiliğinden, ö z e l am açlı ve çoklukla
işgücü gerektiriyor “otomasyon ad a ları” y aratıy o r otomatik, işçinin görevi
izlem ek ve denetlem ek

M a lz em e G irdiler, genellikle Bazı firm alardan özel malzeme ö z e l malzeme talebi olacak;
mevcut malzemeyle talep edilebilir bulunam azsa, y a y g ın dikey
sınırlıdır bütünleşme gerçekleşir

T esis Küçük ölçekli, y e r ö z e l bölümleri de olan genel Büyük ölçekli, özel ürünler
kullan ıcıya veya am açlı tesis için ileri uzmanlaşmış tesis
teknoloji kaynağına yak ın

K a yn a k : A b e rn a th y v e U tterb a ck (1978, ss. 2-9)

173
Utterback (1993), ABD otomobil sanayisinin yirm inci yüzyılın ilk yarısındaki evri­
minin kendisinden önceki y a da sonraki —daktilo makineleri, bisiklet, dikiş makineleri,
televizyon ve y a rı iletkenler gibi—başka sanayi dallarındaki gelişme çizgileri ile aynı
özellikleri taşıdığını göstermiştir. Ürün teknolojisinde erkenden ortaya çıkan köklü bir
yenilik birçok yeni katılım a ve birçok rakip tasarım lara yo l açm aktadır. Üretim tekno­
lojisi ve üretim ölçeğinin büyümesi, sonunda sağlam bir ürün tasarım ına yo l açmakta,
kâr oranları düşmekte, şirketlerde birleşm eler ve iflaslar süreci yaşanarak, nihayet pek
az sayıda şirketten oluşan oligopolcü bir y ap ıya varılm aktadır, izleyen dönemde ise hem
ürün hem de üretim teknolojisi alanında küçük ilave yenilikler ortaya çıkm aya devam
etmektedir (Şekil 6.1).
Kitle üretimi konusunda bu anlattıklarım ız söz konusu teknolojinin, 1920’lerde y a ­
zılmış saf ve muzip bir çocuk manzumesinden ne kadar uzaklaştığını ve farklı olduğu­
nu açıkça ortaya koym aktadır:

H enry Ford denen bir adam vardı;


Bir parça teneke, bir parça tahta aldı.
Tahtayı çiviledi,
Tenekeyi eğdi,
Tekm eyi yiyin ce o acayip şey yü rü d ü gitti1

Bütün bunlara rağmen, Avrupalı hem tüketiciler hem de yöneticiler ve mühendisler


arasında kitle üretim teknolojisi ile üretilen m allara karşı, Amerikan kültürel gelenekle­
ri ile çelişen ve teknolojinin yaygınlaşm asını yavaşlatan bir çeşit saldırgan küçük görme
eğilimi vardı. Ancak savaş sonrası dünyada kişi başına gelirler yükselm eye ve kitleler
gerçekten otomobil ve diğer dayanıklı tüketim m allarını satın alma fırsatını yakalam a­
y a başladığı zaman bu direnişin oldukça hızlı bir biçimde kırıldığı gözlendi. Batı Avru­
pa’nın büyük bölümü 1950 ile 1975 arasındaki dönemde kişi başına gelirlerde Ameri­
k a ’y ı yakalam ış, dayanıklı tüketim m alları tüketim yapısı A m erika’dakine büyük ölçüde
benzemiş; Batı Avrupa’da üretilen otomobil m iktarı ise, 1960’larda ABD ’y i geçmiştir
(Tablo 6. 2).
Bu yakalam a süreci esas olarak, Am erikan sanayisi teknolojisinin ve yönetim teknik­
lerinin söz konusu dönemde başarılı bir biçimde yaygınlaşm asının sonucudur. M arshall
Planı, European Recovery Agency ve onun yerini alan OEEC (daha sonra OECD)
hepsi bu transferlere büyük önem vermişler, savaşı izleyen ilk yıllard a birçok Avrupa

i There w as a man named H enry Ford;


He took some tin, he took some board.
The board he nailed,
The tin he bent,
He gave it a kick and the damn thing went.

174
Tablo 6. 2 D ünya Otom obil Üretim i, 1950-95 (000 adet)

1950 1960 1970 1978 1989 1995

ABD 6.950 7.001 7.491 10.315 7.835 8.363


Batı Avrupa 1.110 5.120 10.379 11.321 13.749 12.636
Jap o n ya 2 165 3.179 5.748 9.052 7.611

K a yn a k : G ra v es (1991). A u to m o tiv e N e w s A lark et D ata B oo k (1996).

heyeti, Amerikan firm alarında gerçekleştirilm iş olan verim liliği yerinde incelemişlerdir.
Başta Ford ve General Motors olmak üzere çeşitli Birleşik Devletler şirketlerinin bazı
Avrupa ülkelerinde uzun süredir faaliyette bulunan fabrikaları da vardır ve bu durum,
Amerikan teknolojilerinin benimsenmesini kolaylaştırm ıştır. Bütün bu söylediklerimize
rağmen Avrupalı üreticilerin Amerikan teknolojisini pasif bir biçimde benimseyen un­
surlar y a da sadece taklitçiler olarak algılanm ası yanlıştır. Bu üreticiler ak tif yen ilikçi­
lerdir ve özellikle tasarım da önemli yenilikler gerçekleştirm işlerdir (bkz W omack e t al.,
1990, ss. 46-47). Avrupalı üreticiler küçük otomobillerin, spor otomobillerin, bazı lüks
otomobillerin ihracatında çok büyük başarı sağlam ışlardır.
Batı A vrupalı üreticilerin 19601ı ve 1970’li yıllard a yap tıkları en önemli yenilikler
arasında önden çekiş, disk frenler, ya k ıt enjeksiyonu, tek parça gövde, beş vitesli şanzı-
man ve yüksek güç/ağırlık oranları sayılabilir. Amerikan şirketleri tarafından gerçekleş­
tirilen yenilikler ise havalı direksiyon, klima, stereo müzik sistemleri ve otomatik şanzı-
man gibi daha çok “konfora” yöneliktir. 1970’li yıllard a petrol fiyatlarında gözlenen ar­
tışlar, Avrupalılar için özellikle küçük ve benzin tasarrufu yü ksek otomobillerde bir
avantaj sağlamış ve onlar da bu fırsatı iyi değerlendirerek ABD ’y e ihracatı artırm ışlar­
dır. Yarım yüzyıldır otomobil üretim ve ihracatında hâkim unsur olan Birleşik Devlet­
ler net ithalatçı durum una geçmiştir. Bu söylediklerimize rağmen dünya pazarında
Amerikan hakim iyetinin sona ermesinde Avrupa rekabeti Jap o n ya’nın çok hızlı y ü k ­
selişi kadar etkili olmamıştır. Ford’un 1913 yılındaki hızlı yükselişi gibi, bütün üretim
sisteminin köklü bir biçimde yeniden tasarlanm ış olması işin temelidir. Şimdi bu konu
üzerinde duracağız.

6. A Japonya’da Savaş Sonrası Yenilikler


Jap o n y a’da 1868 M eiji Tanzim atı’ndan1 b u yan a, ithal edilmiş olan teknolojinin üre­
tim tekniklerindeki yeniliklerle geliştirilmesine büyük önem verilm iştir, ithal edilmiş
olan teknolojiyi özümseme ve geliştirme yöntemi, aslında bir çeşit “tersine m ühendislik11
faaliyetidir” (Freeman, 1987; Tamura, 1986; Pavitt, 1985). Tersine mühendisliğin
i “M eiji R estoration”, im parator M eiji'nin tahta geçm esiyle başlatılan Jap o n modernleşme ve sanayileşm e hareketi.
ii Tersine m ühendislik için bkz. s. 342 “ii’ nolu dipnot.

175
1950’lerde ve 1960’larda çok yaygın bir biçimde kullanılm ası, özellikle büyük Japon
şirkederinin karakteristik A&G stratejilerini etkileyerek, Jap o n yenilik sisteminde bazı
önemli sonuçlar yaratm ıştır. Jap o n yöneticileri, mühendisleri ve işçileri üretim işlemi­
nin tamamını bir sistem olarak algılam aya ve ürün tasarım ı ile üretim sistemi tasarım ı­
nı bir arada düşünmeye alışm ışlardır. Üretim sisteminin tamamını yeniden tasarlam a
yeteneği, gemi inşaatı, otomobil ve renkli televizyon gibi, birbirinden çok farklı sanayi­
lerde, Jap o n ya’nın rekabetçi başarısının temel kaynaklarından biri olarak gösterilmiş­
tir (Jones, 1985; Peck ve Goto, 1981). Jap o n firm aları çok az sayıda özgün, radikal
ürün teknolojisi yeniliği yapm alarına rağmen, üretim sürecinde verim liliği ve kaliteyi
artıracak birçok yeniden tasarım yapıp, küçük ek yenilikler ortaya çıkarm ışlardır (Şe­
kil 6.2). Otomobil sanayi, belki de bunun en görkemli örneğidir (Altshuler e t al., 1985;
Jones, 1985; W omack e t al., 1990; Graves, 1991).
Jap o n mühendisleri ve şirket yöneticileri “fabrikayı laboratuvar olarak kullanm ak”
fikrine alışm ışlardır (Baba, 1985). A&G bölümü, üretim mühendislerinin ve proses
kontrolü bölümünün çalışm aları ile çok yakın ilişki içindedir hatta çok kez bunları bir­
birinden ayırm ak mümkün değildir. Firmanın tamamı öğrenme ve geliştirme sürecinin
içindedir ve sistemi iyileştiren fikirlerin pek çoğu en alt kattan, üretim hattından gel­
mektedir. Batı A vrupa’da ve A BD ’de yen ilik yönetimi konusunda yapılm ış olan hemen
bütün alan çalışmalarının A&G, üretim yönetimi ve pazarlam a arasındaki kopukluğu
başarısızlığın temel kaynaklarından biri olarak gösterdiği göz önüne alınırsa (8. Bö­
lüm), yaratıcı tersine mühendisliğin sağladığı öğrenme sürecinin yarattığı bütünleştirici
etkinin, birçok Jap o n şirketi için çok önemli bir rekabet avantajını ortaya çıkardığı an­
laşılm aktadır. Bu durum ayrıca, üretim mühendisliğinin Avrupa ve A BD ’de olduğun­
dan çok daha yü ksek bir statü kazanm asına yol açm aktadır. Tablo 6.3 Jap o n şirketle­
rinin bu tür bir teknik kullanarak, özellikle geliştirmede sağladığı zaman tasarrufunu
ortaya koym aktadır.
H iyerarşik bir düzen içinde örgütlenmiş olan ABD şirketinin temel özelliği olan di­
key bilgi akım ı yerine y a ta y bilgi akımı, Jap o n yönetim örgütlenmesini giderek daha
fazla bir ölçüde betimlemektedir (Aoki, 1986). Jap o n yönetiminin bu özelliği sadece bir
akadem ik iktisatçı (Aoki) tarafından değil, aynı zamanda Jap o n elektronik şirketlerinin
dünyadaki en başarılı rakiplerinden birisinin —Northern Telecom—araştırm a bölümü
başkanı tarafından, Kanada M ühendislik Enstitüsü’nün yüzüncü kuruluş yılı konuşma­
sında da dile getirilm iştir (Sakus, 1987).
Otomobil ve takım tezgâhları gibi sanayilerde tersine mühendislik sistemi, ayrıca ni­
hai ürünün montajını ve pazarlam asını gerçekleştiren şirketle çok sayıdaki yed ek parça
ikmalci, alt montajcı, dökümcü, vb. şirket arasında da çok yakın bir diyoloğu gerekli kıl-

176
3000

Şek il 6,2 M otorlu A raçlar Sanayisinde Patendeme Faaliyederi, 1969-86

Not: A BD Patent Bürosu tarafından her bölgede yerleşik montajcı ve tedarikçi şirketlere verilen patent sayılarıdır. Ana
firmanın b aşka bir bölgede faaliyet gösteren bağlı şirketleri için patent sayıları faaliyet gösterdikleri bölge içindir. Ö rne­
ğin, Alfred Teves, M erkezi A B D ’de bulunan ITT nin A lm anya'da yerleşik bir şirketidir; Teves’in patentleri A vrupa böl­
gesinde sayılm ıştır.
Tedarikçi şirket patentleri, üç ana bölgede y e r alan belli başlı otomotiv tedarikçilerinin bir listesinin aşağıdaki kayn ak­
ların ku llan ılarak hazırlanm ası yo lu yla tahmin edilm iştir.
Jap o n ya: Dodwell Consultants, T h e S t r u c tu r e o f th e J a p a n e s e A u top a rts I n d u s tıy , Tokyo: Dodweli, 1986.
Kuzey Amerika: Elm International, T h e Elm G u id e to A u to m o tiv e S o u r cin g , 1987-88, East
Lansing, M ichigan: Elm International, 1987.
A vrupa: P R S, T h e E u rop ea n A u to m o tiv e C o m p o n en ts I n d u s t r y 1986, London: P R S, 1986.
O luşturulan liste daha sonra ABD Office of Technology Assessment tarafından sağlanan şirkete göre patent verileri ile
karşılaştırılm ıştır. D aha sonra A B D ’de Allied Signal, Jap o n ya'd a Hitachi gibi, dev firm aların almış oldukları patentler
içinden otomotivle ilgili olm ayanların ayıklanm ası şeklinde düzeltm eler yapılm ıştır.

K a yn a k : S u ssex Ü n iv e rs ite s i S c i e n c e P o liç y R e s e a r c h U nit tara fın d a n , A B D O ffi c e o f T e c h n o lo g y A s sessm en t,


W a sh in gto n DC. 'nin s a ğ la d ığ ı v e r ile r d e n h e s a p ed ilm iştir. W om a ck e t al. (1990, s. 134)

maktadır. Sürekli birlikte öğrenme sürecinde ortaya çıkan alışkanlıklar, davranış biçim­
leri ve ilişkiler, müteahhit şirketlerle "tam zam anında” (J I T )1 sistemi diye adlandırılan,
üst düzeyde bir işbirliğini kolaylaştırm ıştır. Bu yakın ilişkiyi besleyen bir başka unsur
da, Jap o n sanayisinin birçok değişik firmayı bir araya getiren holdingleşmiş (conglome-
rate) yapısıdır.
Jap o n teknolojisinin belirleyici özelliği olan yüksek kaliteli ürünlere önem verme
yaklaşım ı da tersine mühendislik deneyimine çok şey borçludur. 1950’li yıllard a üretim ­
de ortaya çıkan ilk modeller, ister otomobillerde ve TV setlerinde, isterse takım tezgâh­
larında olsun, genellikle, nispeten düşük kaliteliydi (Jones, 1985; Baba, 1985). Bu ku-

i " Ju st in tim e” sistemi hakkında bkz. s. 4 5 7 ’deki “iii” nolu dipnot.

177
Tablo 6 .3 B ölgesel Oto Sanayileri Tarafından G erçekleştirilen
Ürün Geliştirm e Perform ansları, 1980lerin ortalan
Avrupa A vrupa
Jap o n A merikan kitle özel
üreticileri üreticileri üreticileri üreticileri
Her yen i otomobil başına ortalam a
m ühendislik saati (milyon) 1.7 3.1 2.9 3.1
Her yen i otomobil başına ortalam a geliştirm e süresi (ay) 46.2 60.4 57.3 59.9
Proje ekibinde çalışan sayısı 485.0 903.0 904.0
Her yen i araç tipi başına gövde sayısı 2.3 1.7 2.7 1.3
O rtak parçaların ortalam ası (%) 18 38 28 -30
M ühendislikte tedarikçi payı (%) 51 14 37 -32
Toplam kalıp değiştirm e m aliyetlerinin oranı olarak
m ühendislik m aliyetleri (%) 10-20 30-50 10-30
G eciken ürün oranı 1/6 1/2 1/3
Kalıp geliştirm e süresi (ay) 13.8 25.0 28.0
Prototip geliştirm e süresi (ay) 6.2 12.4 10.9
Üretim in başlam ası ile
ilk satış arasındaki süre (ay) 1.0 4.0 2.0
Yeni modelden sonra normal
verim liliğe dönüş süresi (ay) 4.0 5.0 12.0
Yeni modelden sonra normal
kaliteye dönüş süresi (ay) 1.4 11.0 12.0

K a yn a k la r: K im B. Clark, T ak ahiro F u jim o to v e W. B r u c e C h e w (1987) “P r o d u c t D e v e lo p m e n t in t h e W orld A uto


I n d u s t r y ", B r o o k in g s P a p er s o n E c o n o m ic A ctivity, n o. 3;, T ak ahiro F u jim o to
(1989), “O rganizations for Effective Product Development The Case of the Global M otor
Industry”, D oktora tezi, H arvard Business School; Tablolar: 7.1, 7.4, ve 7.8’den W om ack e t al., (1990).

surları ortadan kaldırm ak için ortaya konmuş olan kararlı çabalar, muhtemel bütün za­
y ıf noktaların sistematik biçimde gözden geçirilm esini gerektirm ekteydi. Bu yaklaşım
ise “kalite çem berleri” (aslında Am erika’da ortaya çıkmış bir yen iliktir) gibi, sosyal y e ­
niliklerin ve büyük ölçüde geliştirilm iş kalite kontrolü tekniklerinin sadece üretim süre­
cinin sonunda değil, her aşam ada istekli ve yaygın bir biçimde kabullenilmesine yol aç­
mıştır. Jap onların getirdikleri (ve güçlü bir biçimde korunan) en önemli yen ilikler ara­
sında montaj hattında denetim, deneme ve kalite kontrolü teçhizatı ve bu am aca yöne­
lik cihazların ortaya çıkması sayılabilir. M üteahhitler tarafından sağlanan parçaların,
özellikle döküm parçaların düşük kalitede olması M IT I’nin (San ayi ve Dış Ticaret B a­
kanlığı), bütün sanayinin yen i baştan yapılanm ası konusunda yoğun bir baskı yapm ası­
na yol açmıştır.
Bir üretim sisteminin ve ona bağlı olan müteahhitler ağının yeniden tasarlanm ası ve
yeniden kurulm asının en çarpıcı örneği, kuşkusuz Jap o n otomobil sanayisinin “yalın
üretim sistemi”1 olmaktadır. D ünya çapında otomobil ve elektronik tüketim m alları ih­
racatı dünyanın her yanındaki birçok insan için Jap o n ya’nın teknolojik gücünün, belki
de en canlı kanıtıdır. Kitle üretim sanayisinin baş örneği olan bu sanayide hakim iyetin
tersine dönmesi, Birleşik Devletlerde çok derin bir etki yaratm ıştır.

i “lean production system ” bkz. s. 3 7 ’deki "i” nolu dipnot.

178
Bu durum, M IT mühendislerinin ağırlıklı olarak katıldıkları iki büyük araştırm a
projesinde ortaya konulmuştur. Bu iki projeden birincisi M IT mühendisleri ile sosyal
bilimcilerin işbirliği ile gerçekleştirilm iş ve M a d e in A m erica başlıklı bir yayın la duyu­
rulm uştur (Dertouzos e t al., 1989). Bu kitap, M IT ’in Amerikan sanayisinde teknoloji
konusundaki olağanüstü bilgi birikiminin ve birçok değişik ülke firması ile gerçekleşti­
rilen m ülakatlardan elde edilen bilgilerin üzerine bina edilmiştir; eldeki bu kanıtlara da­
yan ılarak Am erika’nın çeşitli sanayilerde rekabet gücünü kaybetmesinin nedenleri araş­
tırılm aktadır. Varılmış olan temel sonuç, ABD şirket yöneticilerinin birçok durumda
“kitle üretim i” felsefesinin, artık hiçbir geçerliliği kalmamış olan, modası geçmiş kav­
ram larına sıkı sıkıya sarılm asıdır.
İkinci proje, şimdiye kadar bizim de çok kez atıfta bulunduğumuz dünya motorlu
araçlar sanayisinin derinlemesine bir araştırm asıdır (W omack e t al., 1990). Bu araştır­
ma Birleşik Devletler, Jap o n ya ve Avrupa otomobil şirketlerinin çoğunluğu ile arala­
rında Sussex Üniversitesi Bilim Politikası Araştırm a Birim i’nden (SP R U ) de bir gru­
bun (Daniel Jones ve Andrew Graves) y e r aldığı, çoğu M IT mensubu akadem ik araş­
tırm acılar arasındaki işbirliği sonucunda ortaya çıkmıştır. Araştırm a ekibi mensupları,
15 ülkede yaklaşık 100 şirkette m ülakatlar gerçekleştirm iş ve beş yıldan uzun bir süre­
y e yayılan , hem şirket hem de fabrika düzeyinde çok ayrıntılı bir veri tabanı oluştur­
muşlardır. A raştırm aya katılan şirketler araştırm a süresince, 1985 ile 1990 yılları ara­
sında ortaya çıkan sonuçları derinliğine tartışm ışlardır. Bu işbirliğinin nedenlerinden
biri, kuşkusuz, Amerikan ve Avrupa şirketlerinin çoğunluğunun, rakiplerini y a k a lay a­
bilmek için Jap o n yalın üretim sisteminin bazı özelliklerini taklit etme çabasıdır.

6. 5 Ohno ve Toyota'da Yalın Üretim Sistemi


Yalın üretim isteminin kökenleri, Toyota’da 19-40’ların sonlarında ve 1950’lerde or­
taya çıkan gelişmelere kadar götürülebilir. Şirket, on dokuzuncu yü zyıl sonunda tekstil
m akineleriyle işe başlamış; 1930’larda, Jap o n hükümeti tarafından motorlu araçlar
sanayisine girmesi ve özellikle ordu için kamyon üretmesi için teşvik edildiği dönemler­
de bile teknolojik yenilikte ün sahibidir. Toyota o zamana kadar sadece birkaç prototip
yapm ış olmasına rağmen, savaştan sonra otomobil ve kamyon işine girm eye karar ver­
miştir. Bu, savaş sonrası Jap o n y a’sında hem malzeme hem de sermaye yetersizliklerin­
den hiç de kolay bir iş gibi görünmemektedir. Söz konusu koşullar ve pazarın küçüklü­
ğü göz önüne alındığında, büyük ölçekli bir üretim faaliyetine girişm ek yapılab ilirliği
olan bir durum değildir. Öte yandan, Toyota baş mühendisi Taiichi Ohno alabildiğine
yaratıcı ve yenilikçi bir kişidir. D etroit’i çeşitli zam anlarda ziyaret etmiş ve Fordist sis­
temin malzeme, emek ve sermaye açısından büyük ölçüde ziyankâr bir sistem olduğu­

179
na karar vermiştir. Bu yüzden yen i yöntem ler konusunda önce kendi fabrikasında da­
ha sonra da tedarikçi şirketlerde denemeler yapm aya başlamıştır.
Taiichi Ohno'nun M IT araştırm asında anlatılan ilk denemelerinden biri, saçları
preslemek için kullanılan kalıpları değiştirme sistemiyle ilgilidir. Kalıplarda en küçük
bir ayarsızlık basılan parçaların kusurlu olmasına yo l açm aktadır; bu yüzden Fordist
sistemde kalıpları değiştirme işi uzmanlar tarafından gerçekleştirilm ektedir. Uzmanlar
tarafından değiştirilme işi uzun bir zaman alm akla birlikte, üretim ölçeği büyük olduğu
için kalıpları uzun aralıklarla değiştirmek mümkün olabilmektedir. Ohno için bu kabul
edilebilir bir durum değildir. Çünkü Toyota o dönemde, yıld a sadece birkaç bin otomo­
bil üretm ektedir ve her biri farklı özelliği olan kesme işlemlerini gerçekleştirecek çok sa­
y ıd a pres satın alacak yeterli mali güce sahip olmadığı için kalıpları sık değiştirmek zo­
rundadır. Ohno bu yüzden, bu konuda yeni yöntem ler geliştirm iş ve çok sayıda dene­
menin ardından kalıp değiştirme süresini tüm bir günden üç dakikaya indirm iştir. Üs­
telik bu denemeler sırasında, üretim işçilerinin de kalıp değiştirm eyi pekâlâ öğrenebile­
ceklerini görmüştür.
Bu değişimler çok önemli birkaç sonucu doğurdu. İlk olarak, küçük partilerde, ka­
lıpların hızlı biçimde değiştirilm esi herhangi bir hatanın hemen fark edilmesine, üretim
işçileri kalıpları kendileri değiştirebildikleri için hatanın daha başlangıçta giderilm esi­
ne ve önemli ölçüde israfın önlenmesine olanak sağlamıştır, ikinci olarak, özellikle uzun
dönemde çok daha önemli olmak üzere, bu sistem Fordist sisteme göre daha sorumlu,
daha bilgili ve çok daha hevesli üretim işçilerine gerek duym aktadır. Bunlar ve bunla­
ra benzer başka denemeler ve değişimlerle, Toyota-Ohno sistemi söz konusu yönde
durmadan gelişmiştir. Ohno, ekip başının da fiilen birlikte çalıştığı (hep erkek işçiler­
den oluşan) üretim ekiplerine giderek daha fazla sorumluluk vermiştir; her işçinin, her­
hangi bir aksaklığı, takım arkadaşları ile birlikte gidermek için üretim hattını durdurma
yetkisi (ve olanağı) vardır. Nihai olarak, bu durumda, bir otomobil montaj hattının so­
nuna ulaşmadan, her türlü kusurun giderilmesi kavram ına yol açmıştır. D aha önce de
gördüğümüz gibi, Fordist sistemde montajı tamamlanmış otomobiller üzerinde gerçek­
leştirilen kalite kontrol çalışmasının birçok hatayı ortaya çıkaracağı ve özel bir grubun
(işi yeniden yapm a veya düzeltme personelinin) hataların giderilm esini sağlayacağı ge­
nellikle kabul gören bir yaklaşım dır. Buna rağmen birçok otomobil çeşitli hatalarla ba­
yilere ulaşmış ve müşterilerin sık şikayetleri söz konusu olmuştur. Jap o nların “sıfır ha­
ta” idealine hiçbir yerde ulaşılamamış olm akla birlikte, Toyota-Ohno sistemi (ve elekt­
ronik sanayisinde paralel bir sistem) bu ideale yaklaşm ak için, bu yönde güçlü bir bas­
kı yapm aktadır. işçiler sorunları “kalite çem berlerinde” y a da benzer örgütlü gruplarda
mühendislerle tartışm akta, ürün ve üretim sistemi tasarım larının daha da iyileştirilm esi

180
Tablo 6 .4 G eneral M otors Framingbam M ontaj Tesisleriyle
Toyota Takaoka M ontaj Tesisinin K arşılaştırılm ası, 19 8 6
GM Framingham Toyota Takaoka

A raç başına gayri safi montaj saati 40.7 18.0


Araç başına düzeltilmiş montaj saati 31.0 16.0
100 araç başına montaj kusuru 130.0 45.0
Araç başına montaj alanı (ayak kare) 8.1 4.8
P arça stoklan (ortalam a) 2 hafta 2 saat

Not: Araç başına gayri safi montaj saati, fabrikada harcanan toplam emek süresinin üretilen otomobil sayısına bölünme­
si ile elde edilm iştir.
Araç başına düzeltilmiş montaj saati, metinde bahsedilen standart faaliyetlerle ilgili olarak yap ılan düzeltm eleri içerm ek­
tedir.
Araç başına montaj kusuru, J . D. Power Initial Q uality Survey, 1987’den tahmin edilm iştir.
Araç başına montaj alanı, araç/yıl başına düşen, araç büyüklüğüne göre düzeltilmiş ayak (kadem = feet) karedir.
Stoklar ana parçalarla ilgili olarak yapılm ış kaba bir tahm ini yansıtm aktadır.

K a yn a k : M l VP W orld A ssem b ly P la n t S u r v e y , W oin a ck e t al., (1990).

için öneriler getirmektedir. Bütün bu denemeler ve değişimler, daha yü ksek kaliteli bir
otomobili daha düşük m aliyetle üretecek bir sisteme yönelm ektedir.
Toyota-Ohno sisteminin tedarikçi zinciri (aşağıda bu konudan söz edeceğiz) dahil
olmak üzere, dünya rekabetinin en üst düzeyine çıkm asına imkân verecek noktaya ula­
şabilmesi yirm i y ıl alm ıştır. Bu sürede Jap o n hükümeti, otomobil sanayisine yabancı
sermaye yatırım ını yasaklam ış, koruyucu bir güm rük vergisi uygulam ıştır. Elde edilen
sonuç hem dünya ticaret ve üretimi istatistikleri yardım ıyla hem de şirket ve fabrika dü­
zeylerindeki performanslar karşılaştırılarak değerlendirilebilir. IM VP tesislerle ilgili
birçok karşılaşm a gerçekleştirm iştir; Tablo 6.4, bu tesis karşılaştırm alarından birini,
1986 yılın d a tipik bir GM tesisiyle Toyota-Takaoka tesisinin karşılaştırılm ası sonucu el­
de edilen bilgileri yansıtm aktadır. Otomobilin tasarımı, fabrika içindeki çeşitli faaliyet­
lerle dikey entegrasyon derecesi, ilgili modelin ömrü gibi çeşitli unsurlardaki farklardan
dolayı bu tür karşılaştırm alar yapm ak güçtür. M IT ekibi bu unsurları bir “standart mo­
del” olarak (satır 2, Tablo 6.4) ayarlayabilm ek için gayret göstermiştir. 1970’lere ve
1980’lere gelindiğinde yalın üretim sistemi, ister Birleşik Devletlerde isterse Avrupa’da
olsun, eski Fordist tesislerde önemli bir verim lilik farkının ortaya çıkm asına yo l açmış­
tır. IM VP ekibi, yalın üretim sisteminin “Jap o n ” üretim sistemi ile aynı şey olmadığını
vurgulam ak konusunda ısrarlıdır. Altı büyiik Jap o n şirketinin hepsi birden Toyota sis­
temini geliştirmemiş olup, bazı Jap o n olmayan şirketler bu sistemi uygulam akta Jap on
şirketlerine göre daha hızlı davranm ışlardır.
Tıpkı on sekizinci ve on dokuzuncu yü zyıl Ingiltere’sinde sanayi teknolojisinin evri­
mi (2. Bölüm) y a da Birleşik Devletlerde sermaye yoğun, malzeme yoğun ve enerji y o ­
ğun üretim sistemlerini (3. ve 4. Bölümler) belli ulusal koşulların etkilemiş olması gibi,

181
yalın üretim sistemi de kuşkusuz, Jap o n ya’nın bazı ulusal kurulularından güçlü bir bi­
çimde etkilenmiştir. Bu, söz konusu teknolojinin İngiliz ve Amerikan teknolojilerinin
başarılı bir biçimde transfer edildiği gibi başka ülkelerde uygulanam ayacağı anlamına
gelmediği gibi, Jap onların ithal ettikleri teknolojileri nasıl geliştirdikleri göz önüne alı­
nırsa, bu teknolojinin transfer ve özümseme sürecinde geliştirilem eyeceği anlam ına da
gelmemektedir. Bu durum, böyle bir transferin teknolojik olduğu kadar kurum sal de­
ğişimlere gereksinim i olduğu ve uzun bir zaman alabileceği anlam ına gelmektedir. Ön­
ce gördüğümüz gibi, birçok sanayi dalında gözlenen tersine mühendislik deneyimi üre­
tim, tasarım ve geliştirme süreçleri arasında, aralarında otomobilin de olduğu birçok J a ­
pon sanayi dalının özelliği olan yakın bir işbirliğini teşvik etmektedir. M alzeme ve
enerjinin savurgan bir biçimde kullanılm ası, bazı Amerikan sanayilerinin özelliği ol­
m akla birlikte, sermaye tasarrufunun yan ı sıra, bunlarda da tasarruf yapılm ası doğal
kaynaklar açısından fakir olan bir ada ekonomisi açısından hayatı önem taşır.
Belki de daha şaşırtıcı olan, Toyota-Ohno sisteminde em ek ten tasarruf etmek için
gösterilen yoğun gayrettir. Hem Jap o n ya’daki hem de başka ülkelerdeki neo-klasik ik­
tisatçılar, savaş sonrası Jap o n ya’sının otomobil gibi sermaye yoğun sanayiler yerine
emek yoğun sanayilerde uzmanlaşmasını önermişlerdir. Bununla birlikte, Jap o n ca öğ­
renen ve Jap o n ya’y ı yoğun bir biçimde inceleyen ilk Avrupalı iktisatçılardan biri olan
G. C. Ailen, Jap on H üküm eti’nde, Jap o n Bankası’nın (M erkez Bankası) tavsiyelerinin
değil, M İTİ tarafından geliştirilen önerilerin geçerli olduğuna dikkati çekmektedir:

Bu danışm anların bir kısmı savaşın kamu yöneticisi olm aya zorladığı mühendislerdi; yarım yam a­
lak bir iktisat teorisiyle yönlendirilecek son kişilerdi. Bunların, belki de içgüdüsel yaklaşım ı, Ja p o n ­
ya'n ın savaş sonrası sorunlarına, teknolojik etkinliği ve üretimde yen ilik yap m ayı ön plana çıkaran
arz yan lı çözümler getirm ekti. Dinamik biçimde düşünüyorlardı. Politikaları, o sırada mevcut k ay­
nakları en iyi biçimde kullanm ak yerine, yeniden yaratılab ilecek bir ekonomi için gerekli inisiyatifi
göstermek ve gerekli finansmanı yaratm aktı.
(Ailen, 1981, s. 74)

MİTİ, oto sanayinin sadece üç firma çevresinde yoğunlaşm asını savunurken, (arala­
rında IM VP raporu da olmak üzere) bazı yorum cular M IT I’nin otomobil şirketlerinin
yeniden yapılandırılm a önerisinin reddine büyük önem atfetmişlerdir. Bununla birlikte
Allen’in de açıkça fark ettiği gibi, Jap o n hükümetinin savaş sonrası kıtlıklar ve zorluk­
lar döneminde, bu sanayi dalının önceliği konusundaki güçlü desteği, uzun dönemli et­
kiler açısından muhtemelen en önemli unsurdur. Yalın üretim sisteminin evriminde iki
unsur hâlâ büyük önem taşım aktadır: ilki, Jap o n şirket grupları arasındaki ilişkilerin te­
mel özelliği olan holdingleşme sisteminin, önde gelen şirketler ve onların tedarikçi şirket­
leri arasında teknolojik işbirliğini kolaylaştırm asıdır. İkincisi, mühendislerin üretimdeki
işçilerle yakın ilişkisi çok sayıda küçük ek yeniliğin gerçekleştirilmesine yol açmaktadır.

182
6. 6 Yalın Üretim Sisteminde Tedarikçi Şirketler
Toyota’nın tedarik zincirinde gerçekleştirm iş olduğu yenilikler, belki de montaj hat­
tında gerçekleştirilenler kadar önemlidir. Yüksek kaliteli parçaların düzenli olarak te­
darik edilmesi tüm üretim sisteminin başarısı için kaçınılmaz bir gerektir. Toyota, bu­
nun gerçekleştirilebilm esi için, “birinci derecede” tedarikçileri ile çok yakın ilişkiler
oluşturmuştur. M ühendisler fabrikalar arasında serbestçe gidip gelmekte ve ayrıntılı
bilgi alışverişinde bulunm aktadır; birçok durum da Toyota, mühendislerini tedarikçi fir­
m alara ödünç vermektedir. Uzun dönemli güven üzerine bina edilmiş olan bu ilişkiler
çeşitli yöntem lerle kurulm uştur; şirketlerin birbirinin hisse senetlerine sahip olması ola­
ğan bir durumdur. Toyota ayrıca, tedarikçileri için bir banka gibi de davranm aktadır.
Alt sistemlerin tasarım ı için birinci derece tedarikçilere, çeşitli performans kriterlerine
uym ak koşulu ile hatırı sayılır düzeyde sorumluluk verilm ektedir. Her birinci derece te­
darikçi, daha basit parçaları temin ettiği ikinci derece tedarikçileri kendisi örgütlemek­
tedir. Toyota’nın daha önce kendisinin ürettiği bazı parçaların sağlanması için hisse se­
netlerinin bir kısmına sahip olduğu yen i bağımsız şirketler kurulm aktadır. Bu şirketle­
rin dışarıya da iş yapm aları teşvik edilmekte ancak Toyota y a “tam zamanında" teslim
için taşıdığı sorum luluklar açıkça belirtilm ektedir. Bütün bu ilişkiler birçok Amerikan
ve Avrupa şirketi için geçerli olan sözleşmelere bağlı olarak değil, bir çeşit “vecibe” ola­
rak ortaya çıkm aktadır. IM VP bu ilişki sistemini şu şekilde anlatm aktadır:

Ohno, tedarik sistemi içinde parça akışının gündelik olarak eşgüdüm ünü sağlayan yen i bir yöntem
geliştirm iştir: ünlü "tam zam anında” sisteminin Toyota'daki adı k a n b a n ’dır. Ohno’nun düşüncesi,
H enry Ford’un, H ighland P ark T esisinde olduğu gibi, parçaların her aşam ada sadece bir sonraki
aşam anın o andaki talebini karşılam ak için üretilm esini zorunlu hale getirerek, büyük sayıda bir te­
darikçi ve parça fabrikası küm esini devasa bir m akine haline getirm ekti. Bu sistemin çalışm ası için,
bir sonraki aşamanın ihtiyaç duyduğu parçalar konteynerler içinde gönderiliyordu. Her konteyner
boşalınca önceki aşam aya geri gönderiliyor bu da daha çok parça üretimi için otomatik bir işaret
oluyordu.
(W omack e t al., 1990, p. 62)

Bu yap ı hemen tüm yedeklem e stoklarını ortadan kaldırarak bütün sistemi son de­
rece kırılgan bir hale getirm ekle birlikte, her aşam ada sorumluluk ve bağlılık duygusu­
nu yüksek düzeylere çıkarm ıştır.
Jap o n yalın tedarik zincirinin belirleyici özellikleri, London School of Econo-
m ics’deki bir Jap o n araştırm acı olan M ari Sako (1992) tarafından, aynı sanayideki İn­
giliz tedarikçileri ile karşılaştırılm ıştır. İkisi arasındaki temel farklar Tablo 6.5’de göste­
rilmiştir. Bunlar ulusal davranışların ve firma davranışlarının firm alar arası ilişkilerin
gelişmesi sürecinde ne ölçüde farklılaşabileceğini göstermektedir. Bu tür farklar, bu ki-

183
tabm III. Kısmında tartışılacak olan "ulusal yenilik sistem leri” kavramını öne çıkar­
maktadır. Bu, örgütlenme yeniliklerinin uluslararası düzeyde yayılm asının olanaksız ol­
duğu anlam ına gelmemektedir. Vurgulanm ak istenen, bu sürecin uzun zaman alabilece­
ği ve teknik olmayan sorunlarla karşılaşılabileceğidir. Hem hareketli montaj hattı hem
de Toyota-Ohno sistemi örnekleri, bu noktayı yeteri derecede açıklam aktadır.

Table 6 .5 Tedarikçi A ğlan (Sub-contracting N etworks)

(İngiliz) (Jap o n )
ACR0 O CR °

Bağım lılık D üşük Y üksek


Usul T eklif —> Fiyat Fiyattan önce sipariş
—> Sözleşme
A nlaşm azlıklar Y akın sadakat H er durum için ayrı
R isk paylaşım ı D üşük Y üksek
İletişim Dar Çok yönlü
En düşük Çok sık
Süre Kısa dönemli Uzun dönemli
Sözleşme süresi bağlılık
Başlangıç m aliyetleri D üşük Y üksek
Denetleme Kapsamlı Hiç yo k
Sözleşme A yrıntılı m addeler Sözlü ifade
Teknoloji Görüşülmüyor Güçlü fikir teatisi

9 A C R = Y akın sözleşme ilişkisi (Arms length contractual relationship)


* O CR = V ecibeye dayanan sözleşme ilişkisi (O bligated contractual relationship)

K a yn a k : S ak o (1992).

6. 7 Sonuçlar

Y orum cular arasında otomobil üretim sisteminin geleceğinin nasıl olacağı konusun­
da bir fikir birliği yoktur. Isveç’de Volvo şirketi U devalla ve Kaimar’daki tesislerinde
alternatif bir sistem uygulam ıştır. Bu sistemin esası, on işçiden oluşan ekiplerin sabit bir
platform üzerinde günde dört otomobil üretmesidir. Söz konusu sistem tam bir değer­
lendirme yapılm asına olanak sağlayacak kadar uzun yaşam am ıştır ve neden vazgeçildi­
ği konusundaki fikirler arasında farklar vardır. Bu sistem, kitle üretiminin ilk günlerin­
den beri sanayiyi rahat bırakm ayan olumsuz işçi davranışlarının ve emeğin yü ksek de­
vir hızının ortaya çıkardığı sorunların üstesinden gelme çabası olarak uygulam aya ko­
nulmuştur.
Daha önce de gördüğümüz gibi, Ford hareketli montaj hattını uygulam aya koyduğu
ilk günden itibaren yü ksek işçi değiştirme krizi ile karşılaşm ış; ancak ücretleri iki katı­
na çıkararak bunun üstesinden gelebilmiştir. Fordism o günden beri, hem A vrupa’da
hem de Kuzey A m erika’da işe adam alm a ve ücret sorunları ile karşı karşıyadır. M on­
taj hattında çalışmak sıkıcı, yorucu ve hiçbir çekiciliği olmayan bir iş olarak kalm ıştır.

184
Otomobil şirketleri bu sorunun üstesinden gelmek için iki temel yöntem uygulam akta­
dır. Bunlardan birincisi, Ford’un yaptığı gibi ortalamanın üzerinde ücret ödemektir.
Sosyologlar tarafından yapılan araştırm alar (Plait e t al., 1979), tıpkı D etroit’de olduğu
gibi, Avrupa’da da birçok işçinin yü ksek ücret olduğunda olumsuz iş koşullarını kabul
etmeye hazır olduğunu göstermektedir, ikinci yöntem ise iş bulma olanakları çok y ü k ­
sek olmayan (Alm anya'da Türkler, A BD ’de M eksikalılar ve diğer İspanyolca konuşan­
lar, Fransa’da Cezayirliler gibi) yeni göçmen işçileri istihdam etmek olmuştur.
Jap o n ya’da büyük göçmen grupları yo ktu r ve hemen savaşı izleyen dönemde, bü­
yü k şirketlerin çoğu ile birlikte Toyota da çok ciddi sanayi ilişkileri krizleri ile karşılaş­
mıştır. Amerikan işgal kumandanlığı, işçi sendikalarının kurulm ası konusunda ısrarlı ol­
muştur ve yaygın grevler ortaya çıkmıştır. Sanayi kargaşasının ortaya çıkardığı sonuç­
lardan biri, mavi yakalı, beyaz yak alı işgücü ayırım ının hemen tamamen ortadan kalk­
mış olmasıdır. Başka bir sonuç ise, büyük şirketlerin çoğunun ücret artışlarının kıdeme
göre yapm ası ve y ıl sonu pirim ödemelerinin şirketin kârlılığına bağlı olarak belirlenme­
si koşullarına karşılık işgücünün büyük bölümü için (hayat boyu istihdam da denilen)
iş güvencesi vermeleri olmuştur. Toyota işçileri, bunlara ek olarak işin cinsine göre es­
nekliği de kabul etmişlerdir. Bu sistem işçilerin, işi sevmeseler de şirkette kalm aları için
güçlü bir teşvik unsuru olmuştur. Nispeten yaşlı işçilerin, işi terk ettiklerinde kazançla­
rı çok düşmektedir. Sistem ayrıca, şirketi de eğitim ve işgücünü motive edecek yatırım ­
lar yapm aya özendirmektedir.
Bu değişiklikler dünyanın her yanında aynı şekilde hoş karşılanm am ıştır; bazı eleş­
tirmenler, Toyota sisteminin aslında içine bir m iktar Jap o n özellikleri katılmış bir çeşit
Fordism (‘Neo-Fordism’) olduğunu savunm aktadırlar. 1990’lı yıllard a otomobil sanayi­
sinde ortaya çıkan yeni bir eğilim, üretimi düşük ücretli ülkelere (Batı Avrupa’dan Do­
ğu A vrupa’y a, Kuzey A m erika’dan M eksika’y a ) kaydırm ak olmuştur; ilk fabrika kapa­
ma olayı Jap o n y a’da gerçekleşmiş ve hatta A BD ’de Alman tesisleri kurulm uştur. Oto­
mobil sanayisi zengin ülkelerde, daha yü ksek ücret baskısının yan ı sıra üretimin çevre
kurallarına uygun olarak yeniden planlanm ası sorunları, parçalara ve alt sistemlere da­
ha fazla mikroelektronik elem anlar katm a (bkz. 7. Bölüm) gereği ile karşı karşıyadır.
Bütün bu sorunlara rağmen, belki de kısmen bu sorunlardan, IM VP yazarları, Volvo
deneyini büyük ölçüde kuşkuyla karşılam aktadırlar; yalın üretim sisteminin geleceği
hakkında alabildiğine iyim serdirler:

Y alın üretim sisteminin ilkeleri tam anlam ı ile yerleştiğinde şirketlerin 19901ı yıllard a, otomobil
üretiminde ve hatta onun ötesinde geri kalan işlerin büyük kısm ında otomasyona doğru hızla iler­
leyeceklerine inanıyoruz. Böylece 20. yüzyılın sonunda montaj tesislerinde görevleri sadece sürek­
li sistemin daha sorunsuz ve daha verimli işlemesini sağlayacak yo lları ve araçları düşünm ek olan
çok vasıflı sorun çözücüler çalışacaktır.

185
Y eni el zanaatı ustalığının (neocraftmanship) temel yan lışı, ters yöne, geriye, el işçiliğinin kendi ba­
şına bir amaç olduğu bir döneme doğru gitm eyi önerdiği için bu am aca hiçbir zaman ulaşam ayacak
olmasıdır.
Bu tip bir örgütlenmenin [U d ev allaya da Kalmar] herhangi bir zamanda, yalın üretim kadar iddi­
alı veya doyurucu olacağı konusunda önemli kuşkularım ız vardır.
(W om ack e t al., 1990, s. 102)

Bu iyim serliğin yirm i birinci yü zyıld a ne ölçüde haklı çıkacağını görmek için bekle­
mek gerekecektir. Paradoksal olarak IM V P’nin yalın üretim sistemi rüyası, fikir ve kol
işçileri arasındaki ayırım ı ortadan kaldırm ayı ve bütün işçileri, işten bir yü k olarak de­
ğil bir gereklilik olarak zevk alan, uzman bilgili işçiler haline getirm eyi öngören M arxist
rüyayı anımsatmaktadır.
Kitle üretimi ile ilgili fikirler sadece imalat sanayisini değil, mal teslimi açısından bir­
birlerine pek benzemeseler de birçok hizmet sektörünü de etkilemiştir. Standartlaşm a
ve akım türü mal teslimatı düşünceleri, yum urta y a da taze sebze paketleme sektörleri­
nin yan ı sıra, hızlı yem ek (fast food) sanayisini de kuşkusuz etkilemiştir. Bu konudaki
belki de en mükemmel örnek, Auliana Poon’un (1993) turizm konusundaki analizinde
ortaya konmuştur. Poon 1950’li ve 1960’h yıllard a ücretli tatil, ucuz otobüs ve uçak se­
yahati, standartlaşmış otellerden oluşan “paket turizm inin” nasıl m ilyonlarca Avrupalı,
Amerikalı ve Japon'un güneş altında, ana babaları için söz konusu bile olm ayacak ucuz
tatillerin keyfini çıkardığını göstermiştir.
İmalat sanayisinde vasıfsız işçilerin oranının düşmekte olduğu ve beyaz yakalı
çalışanların mavi yak alılara oranının yükseldiği düşünülürse, bu söylenenlerin hiç ol­
mazsa hizmet sektörleri için pek de doğru olmadığı söylenebilir. Hizmet sektörlerinde
düşük vasıflı, düşük ücretli, sıklıkla yarım zamanlı işler hızla yaygınlaşm aktadır. Enfor­
masyon ve bilgisayar teknolojileri her im alat sanayi ve hizmet dalında gelecek dönem­
lerin istihdam olanakları konusunda tamamen yen i olanakların ortaya çıkm asına yo l aç­
m aktadır. Bunlara 7. Bölüm ve izleyen bölümlerde değineceğiz.

186
7. Bölüm

Elektronik Sanayi ve Bilgisayarlar

7. 1 Giriş

lektronik1 haberleşme ve hesaplama sistemleri, 1950’ler ve 1960’larda daha ön­

E ce haftalar, aylar hatta y ılla r alan y a da hiç yapılam ayan hesaplam aları ve iş­
lemleri birkaç dakikada hatta saniyenin küçük bir kesrinde, eski yöntemlerden
çok daha güvenilir ve çok daha düşük bir m aliyetle yap m aya başladı (Tablo 7.1). Rad­
yo haberleşmesinin 1890'larda, televizyonun 1930’larda başlam asıyla elektronik uygu­
lam aları önce cisimleri algılam a ve seyrüsefer (radar), savaştan sonra da veri işleyen
bilgisayarlara ve çok geniş bir alandaki sanayi proseslerin kontrolüne yayıld ı.
Düşük m aliyetli, güvenilir elektronik bilgisayarların ekonomiye girmesi, yirm inci
yüzyılın en devrimci teknolojik yeniliğidir. Aslında ikinci D ünya Savaşı öncesi ve sıra­
sında eski tip mekanik ve elektro-mekanik hesap m akineleri ve diğer araçlar modern
bilgisayarların bazı işlevlerini yerine getirm ekteyse de, potansiyel uygulam aların kapsa­
mını ve maliyetini tamamen değiştiren elektronik bilgisayarlardır. Tablo 7.1, 1950’ler ve
1960’ların başında hesaplama m aliyetlerinin düşüşünü ve kapasitenin artışını, ilk lam­
balı bilgisayarlardan y a rı iletken ve sonra tümleşik devreler kullanan bilgisayarlara de-

i “Electronics" dilimize “elektronik" diye çevriliyor; hem elektronik bilimi, teknolojisi ve bir sanayi sektörünü ifade eden
isim, hem de bir sıfat oluyor: elektronik tüketim m allan gibi. O ysa İngilizce bir sıfat olarak ayrı kelim edir: electronic. Bu
nedenle bu bölümde, elektonik biliminin, teknolojilerinin ve bir im alat sektörünün doğuşu ve gelişm esi anlatıldığı için,
başlıkta “elektronik san ayi” şeklinde çevrilm iştir. Elektronik, bir bilim ve teknoloji dalı olarak, İstanbul Teknik Üniver­
sitesine, 1950 lerde “alçak gerilim " bölümü dersleriyle girm iş; OD TÜ M ühendislik Fakültesi kurulunca, “Elektrik-
Elektronik Bölümü" olarak akadem ik hayatım ıza katılm ıştır.

187
ğin nasıl hızla değiştiğini en çarpıcı biçimde göstermektedir. M ikroişlem cilerin ortaya
çıkm asıyla, 19701er ve 1980’lerde başlayan devrim, bir santimetre kare alandaki eleman
sayısını artırıp, m aliyetleri üssel olarak o kadar azaltm ıştır ki, 1950lerin bilgisayarları
artık çok yüksek maliyetli ve hantal aletler sayılm aktadır.

Tablo 7. 1 B ilgisayarlarda Teknik İlerlem e

ö lç ü t Vakum tüplü H ibrid tüm leşik devreli


B ilgisayar 360 Sistem i
(1950'lerin başı) (1960’ların sonu)

Kadem küp başına eleman sayısı 2.000 30.000


Saniyede çarpm a sayısı* 2.500 375.000
100.000 işlemin m aliyeti ($) 1.38 0.04

^M ekanik hesap m akinesinde veya ilk elektro-m ekanik bilgisayarda tek çarpm a bir saniyeden fazla sürüyordu.
K a yn a k ; F o rtu n e (1966), E ylül.

Elektronik bilgisayarlar daha 1960larda etkinliklerini, maaş bordroları, fatura, si­


gorta primleri, mühendislik tasarım hesapları ve benzeri işler için çok büyük m iktarda
veriyi depolayacak ve işleyecek biçimde artırm ışlardır. Bunlara ek olarak, elektronik ci­
hazlar o kadar hız ve güvenilirlik kazanm ıştır ki kim yasal proseslerde veya hava seyrü­
sefer kontrolü gibi otomatik geri besleme sistemleri kullanabilen gerçek zamanlı, çok
değişkenli müthiş karm aşık hesapları yap acak hale gelmiştir. Böyle sistemlerin kalbi
olan bilgisayarla bunun elektroniği, daha önce mümkün olmayan çok çeşitli işlemleri ve
üretim proseslerini otomatik hale getirm eyi mümkün kılm ıştır.
Bir anlam da otomasyonun yen i olmadığı düşünülebilir; geri beslemeli otomatik
kontrol sistemini temsil eden termostat 1625'de icat edilmişti. Otomasyon için elektro­
nikte cihaz üretiminde öncü olan bazı firmaların, aynı zamanda, term ostatlar ve regüla­
törler üretmesi bir tesadüf değildir (örneğin, Honeywell ve Eliot-Automation); mesele
derecesindedir. Çünkü elektronik, otomatik geri beslenme ile kontrol ilkesinin uygula­
masını o kadar hızla geliştirm iştir ki, otomasyonu temelde elektronik bilgisayar, elek­
tronik algılam a ve belirleme araçları ve proses enstrümantasyonuna bağlı bir savaş son­
rası değişikliği saym ak yanlış olm ayacaktır.
Savaş zamanındaki radar, silah kontrol sistemleri ve füze yönlendirm e araçlarına
ilişkin deneyimler, sanayi proses kontrol sistemlerinde ve (NC) yan i nüm erik kontrol­
lü takım tezgâhlarındaki devrimci ilerlemelerin temelini oluşturmuştur. Yeni elektronik
enstrüman türleri ve robotlarla birlikte mühendislik süreçlerinin çoğunu, tedricen deği­
şime uğratarak, 6. Bölüm de otomobil örneğinde görüldüğü gibi, artan bir şekilde oto­
matik akış süreçlerine benzetmişlerdir. Böylece bilgisayarlar, geleneksel sermaye mal­

188
lan üretiminin temelindeki tasarım ve im alat sistemlerine giderek egemen olmuşlardır.
W illiamson tarafından 1960’larda tasarlanan bilgisayarlar, N C ve robot bilimine1 (robo-
tik) dayanan, The Molins “System 24”, şimdi anlaşıldığı kadarıyla o zaman sayıları gi­
derek artan firmada gerçekleşm ekte olan makine imal atölyelerindeki11 otomasyonunun
öncüsüydü.
Bu yeni üretim sistemi, genelde “esnek üretim sistem leri” (F M S) diye tanım lanm ış­
tır. Ancak, Fleck’in robotların yayılm ası ve makineyle işleme imalat sistemlerinin111 bil­
gisayarlaşm ası üzerine yap tığı kapsamlı çalışm alar (1988, 1993), her sistemin ayrı özel­
likleri olduğunu ve el becerisininlv henüz (ve belki de hiçbir zaman) ortadan kaldırıla-
madığını göstermiştir. Fleck, CNCV ve robotik yayılm asına bağlı olarak ortaya çıkan
yeniliklerin ve uyarlam aların karm aşık bileşimini tanımlamak için, (inofüzyon) "innofu-
sion” veya difüzyon “diffusation” terim lerini ortaya atmıştır. Ona göre, Jap o n firm ala­
rının erken bir tarihteki robotiğin yayılm asındaki öncülüğü, kullanıcılarla işbirliği ha­
linde, her sistemi belli bir işe göre özel yeniden düzenlemevl ve teçhizatta melezlemevl1
ihtiyacını anlamış olmalarından kaynaklanm ıştır. Kodama (1995), Jap o n F M S ’lerinden
verdiği ayrıntılı örneklerle yü ksek derecede özel düzenleme konusunda Fleck’i doğru­
luyor. Bazı Kuzey Amerika, Jap o n ve Avrupa firmaları da bir şekilde, 1990’larda, (Bil-
gisayarla-Tüm leşik-İm alata) yan i "C lM ”vm çok yaklaştılar fakat bunun uzun ve güç
bir yol olduğu anlaşıldı.
İkinci D ünya Savaşı’ndan beri radar uygulam aları, karm aşık erken uyarı sistemle­
rinden, füze yönlendirm e ve benzeri birçok alana yayıld ı. Radarın sivil uygulam aları da
hızla yayıld ı: Hava trafik kontrolü, havada ve denizde radar kullanm ak, seyrüsefer,
uzayın keşfi, balıkçı teknelerine yardım (balık sürülerinin tespit aracı olarak (sonar).
Hem sivil hem de askeri uygulam alarda bu tesislerin artışıyla bilgisayar ağları arasında
yakın bir bağlantı mevcuttur. Amerikan SAGE, Y arı Otomatik Çevre Kontrol (Semi-
Automatic Ground Environment Control) sistemi çok güçlü bir radar istasyonları zin­
cirini yin e çok güçlü bilgisayarlara bağlam aktadır. Aynı ilke NADGE1X ve Batı Avru­
pa sivil hava trafik kontrol sisteminde de kullanılm aktadır. Daha küçük bir ölçekte,

i "Robotics” robot yap m a ve kullanm a bilim ve teknolojisi; robotik de diyebiliriz.


ii "M achine shops” her türlü m akine ve teçhizatı imal eden atölyeler, işyerleri.
iii "M achining system ” m akine ile işleme, daha çok, m etallerdeki (m etalw orking) talaş kaldırm a işlem leri.
iv "Craft skills” el zanaatları y e da el becerisi.
v CN C "Computer N um erical Control” N C "Numerical Control”den daha ileri bilgisayar kontrollü özel takım tez­
gahlarını ifade ediyor; C A M "Computer Aided M anufacture” sistem lerinin ana elem anlarını oluşturuyor.
vi "Customization” işe göre, m üşteriye özgü im alat, ö rn eğin , terzinin her m üşterisi için ayrı bir elbise dikmesi.
Türkçedeki "kostüm ” kelim esinin A vrupa elbiseleri diken terzilerin çoğalm ası ve elbiseleri "kostümize” etmeye
başlam asıyla yayıld ığın ı sanıyorum ; "özel im alat” da denebilir.
vii "H ybridization” biyolojideki melezleme, karıştırm anın im alata uygulanm ası.
viii "Com puter-Integrated-M anufacture” CAD/CAM m erkezde olmak üzere, sipariş alm aktan, m alı teslim etmeye, ara
m alları ve p arçalan zam anında temin etm eye ( J I T = Just-in -tim e) kadar uzanan, her şeyiyle bilgisayarlaşm ış, tüm leşik
bir im alat sistem idir.
ix NADGE "NATO A ir Defense Ground Environment System ” D anim arka m erkezli bir hava savunm a sistemi.

189
Decca “N avigator” ve M arconi “Doppler” gibi hava seyrüsefer sistemleri de çok küçük
özel bilgisayarlar kullanm aktadırlar.
Başlangıçta radyo sanayi, daha sonra 1930’larda televizyon, elektronik sanayinin te­
melini oluşturmuştur. Haberleşme teçhizatı, eğlence sanayi ve enformasyon sistemleri,
bu sanayinin en önemli parçaları olm akla birlikte, onlar da elektronik bilgisayar tarafın­
dan değişime uğratılm ışlardır. Bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinin yakınsam ası,
giderek artan bir şekilde “enformasyon ve haberleşme (iletişim) teknolojisi” (IC T )1 de­
yim inin kullanılm asına yo l açmıştır. Kullanımı o kadar yaygın d ır ki her yerd e “enfor­
masyon toplumu” veya son zam anlarda dünyadaki m ilyonlarca bilgisayarın Internet’e
bağlanm asıyla “ağ bağlantılı toplum”11 herkesin diline düşmüştür. Telefon sistemleri ar­
tan bir şekilde elektronik santraller ve bilgisayarlar kullanarak veri nakli yaptığı gibi
bilgisayarlar arasında da bağlantı kurm aktadır. “Prestel” ve benzeri servisler çeşitli so­
runlarına rağmen, çok geniş bir telefon şebekesi yo lu yla mevcut televizyon ve videola­
rın, geniş bir alanda hem evlere hem de işyerlerine enformasyon hizmeti verecek bir
tarzda birbirine bağlanabileceğini göstermiştir. Telesatış (= teleshopping) ve telebank
işlemleri hızla yayılm akta ve müthiş bir potansiyel göstermektedir. Kelime işlemciler (=
word processors) günümüzde çok yaygın kullanılırken, elektronik posta (e-mail) araş­
tırm a alanında olduğu kadar iş aleminde de giderek önem kazanm aktadır. Sonuç olarak
yirm inci yüzyılın elektronik yenilikleri, imalat dallarında olduğu gibi, hizmetlerde ve
evlerde de devrimci etkilerini gösteriyor. 17. Bölüm’de, yen i beliren enformasyon top-
lumunun çağdaş sorunlarını ve ekonominin her sektörünün bilgisayarlaşm asının politi­
kaya yansıyan sonuçlarını daha derinlemesine tartışacağız. Bu bölümde dikkatimizi, bu
devrimci değişime yol açan tarihsel gelişmelerde yoğunlaştıracağız. Fiber optik ve cep
telefonu gibi, telefon teknolojisindeki gelişm eler de en az elektronik ve bilgisayar tek­
nolojisi kadar önemli olm akla birlikte y e r darlığından burada ele alınamamıştır.
Önemli elektronik ürünlerden herhangi birinin mucidi diye birini göstermek pek
mümkün değildir. Bu ürünlerin başarıyla ortaya çıkması için önce laboratuvarda, son­
ra ticari ölçekte, birçok ülkenin, birçok bilim adamı ve mühendisi çeşitli düzeyde katkı­
lar yapm ıştır. Bu tür ürünler çok sayıda değişmeye ve geliştirm eye açık parçalardan
oluşan sistemlerdir. Parçalarda, malzemelerde, program larda, yeni serm aye ve tüketim
m allarındaki yenilikler arasındaki karşılıklı ilişkiler, birbirini etkileme, bu sanayinin ge­
lişmesindeki en önemli niteliktir. Özellikle 1950’lerde transistörün, daha sonraları tüm­
leşik devreler ve mikroişlemcilerin ortaya çıkması, elektronik ürün ve sistemlerin tasa­
rım ında çok önemli ilerlemelere yo l açmış ve bu ürünlerin boyutlarını küçülterek, m ali­
yetleri çok düşürmüştür.
i ICT, Information and Communication Technology
ii “On-line society” hat üzerinde y a da devrede anlam ındadır; aslında Internet'e bağlantılı bir toplumu işaret ediyor,
"Çevrim iç i” y a da“Internet toplum u” da denebilir.

190
10.000
O - ABD nfm mdem ir dışı m etaller
• “ İngiltere met mmetal ürünler £
:3
5000 Sto -« taş, toprak, cam
Uçak
*• elektronik pap —kâğıt
0#c ■»diğer elektrik fer “ dem ir çelik
veh «• taşıtlar food ■» gıda ürünleri
ins «■ enstrüm anlar lum » ahşap ve mobilya
ehem ««kim yasal tex«« tekstil ve m akineleri
mach ««m akine omf «• diğer im alat
els
1000 rub«• lastik air
10
&
co
600
. İn* • °s*V
•oehem 7-5
400 met nfm
o o .
c^gm omech °8°
300 sto
n a n eo«o
Pgp em ech
anfm oec .
Vjh S
, . met* vah •.
200 lumo foodfoo^ î fa?00'" * « "*
texo • ter
ıor
»to »(*P 25
om» *»» ,p,p
100TÜÜL
taxe •
0:3 ‘ 0-5 ‘ ‘ Vo î 5 4 5 ’ ‘ ’ Yo 20 30 40 50 ÎÖ0
Net hasılanın yüzdesi olarak araştırm a harcam alan

Şek il 7 .1 1958'de, N et H asılanın Yüzdesi O larak, Araştırm a


H arcam aları ve Sanayilerin, 1936-58A rası Büyümesi.

Bu sanayi için analiz yapanların, özellikle yen ilik sorunlarını incelerken çok dikkat­
li olmaları gerekm ektedir. Bu sanayinin hiçbir ürünü, yirm inci yüzyıldan önce mevcut
değildi; hatta çoğu bugünkü şekilleriyle 15 y ıl önce de mevcut değildi. Tüm sanayi araş­
tırm aya dayanır; 1950’ler ve 1960’larda tüm sanayiler içinde en araştırm a yoğun olanıy­
dı (Şekil 7.1). Plastiklerde olduğu gibi, bu sanayi de mucit-girişimciden şirket A&G bi­
rimine geçişin bir örneğidir. Aşağıdaki tarih örnekleri bunu göstermektedir. Profesyo­
nel şirket A&G faaliyeti ile birlikte hüküm etler destekçi veya doğrudan araştırıcı olarak
çok büyük bir rol oynam ışlardır. Radarın bulunmasında çok kritik bir rol oynayan hü­
kümetlerin bu alandaki rolü, uzay araştırm a programında en üst düzeye çıkmıştır. Yine
de bu sanayide mucit-girişimcinin rolü, özellikle elektronik cihazlarda önemlidir. Bu ki­
şilerin rolü bilgisayar alanında da sanıldığından daha önemli olm aya devam etmektedir.
Aşağıda 5 ana sektörde temel gelişm eler özetlenmektedir; bunlar sırasıyla radyo, tele­
vizyon, radar, bilgisayarlar ve elektronik devre elemanlardır.

7. 2 Radyo1
M axw ell'in 1860’lard a formüle ettiği elektromanyetizm teorisi, H ertz’in Alm an­
y a ’da 1880’lerdeki ilk telsiz dalgasının yaratılm ası ve alınm asına ilişkin laboratuvar de­
nemesiyle B ran ly’nin 1890’lardaki daha tutarlı bir gösterisi ve Lodge’un 1894’de, Bri-
tish Association’da telsiz dalgalarını alm a gösterisi ve temelini oluşturm aktadır. Aynı
tarihte, Kronstadt Ü niversitesi’nde, Popoff, daha gelişmiş bir alıcı sistemin gösterisini

191
yapm ıştır. Bunların hepsi de, temel araştırm alarla meşgul, akadem ik araştırıcılardı.
Marconi, 1897’de, Londra’da W ireless Telegraph Company’i kuruncaya kadar, siste­
matik uygulam alı araştırm alar başlam adı. Telsiz haberleşmesini gemiden kıyıya, kıyı
istasyonları arasında, ülkeler ve nihayet 1901’de, Atlantik ötesi ile gerçekleştiren M ar­
coni’ dir. İlk düzgün telsiz haberleşme servisini ülkeler ve gem iler arasında kuran bu
yeni şirkettir; hemen arkasından, Alman Telefunken gelmiştir. M arconi nin bir mucit-
girişim ci olarak elektronik sanayisinde oynadığı rol, B aekeland’ın plastik sanayisinde­
ki rolüne benzemektedir.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar ve savaş sırasında birçok ülkedeki mucitler, radyo
haberleşmesinde kullanılan elemanlar, devreler ve tekniklerde sayısız iyileştirm e ger­
çekleştirmiştir; ancak en özgün icatlar Ingiltere, Almanya ve A BD ’den çıkmıştır, im ­
kansız değilse de bu ülkelerin bilim adam ları ve mühendislerinin nispi katkılarını tam
olarak değerlendirm ek çok güçtür. Bazı icatlar, örneğin geri besleme devresi, üç ülke­
de de aynı zamanda yapılm ış ve yaklaşık 20 y ıl süren tatsız bir patent davasına yol aç­
mıştır. Londra University College’den Prof. Fleming (M arconi Şirketinde de danışman
olarak görevliydi), 1904’de, ilk term iyonik valfı icat edip patentini almışken, 1907’de
Amerikalı de Forest, alma ve göndermede daha etkili olduğu kabul edilen triod valfı icat
etmiştir. Diğer Am erikalı mucitler, başta Langmuir, Armstong, Alexanderson ve Fes­
senden, valfların, devrelerin, alternator ve antenlerin geliştirilmesine ve radyo telefonun
ortaya çıkm asına önemli katkılar yapm ışlardır. The American Telephone and Telegraph
Company (AT&T) de Forest in triyod patentini alarak, telsiz telefon sistemlerindeki ara
istasyonlarda bu valfları kullanm aya öncülük etmiştir. AT&T’nin hem araştırm a labo-
ratuvarları (Bell Labs) hem de imalat kolu olan (W estern Electric), elektronik eleman­
larla ilgili icat ve yeniliklerde anahtar rolü oynadıkları gibi buralardan firm alar ve icat­
lar doğmasına neden olmuşlardır.
Birinci D ünya Savaşı’na kadar olan bu ilk dönemde, ileri gelen firm alar Amerikan
değil Ingiliz veya Almandır. ABD ’deki en büyük radyo imalatçısı, M arconi’y e bağlı bir
şirketin ortağı olup, dünya piyasalarına, A BD ’dekiler de dahil, gemi ve kıyı istasyonla­
rının çoğunu aralarında bölüşmüş olan, M arconi ve Telefunken hâkimdi. M arconi’y e
bağlı firmalar, 1915’de, dünyadaki 706 kıyı istasyonundan 225’ini; 4846 deniz istasyo­
nundan 1894'ünü kontrol etmekteydi. Birinci Dünya Savaşı çıkıncaya kadar, Telefun­
ken’in dünya payı biraz daha büyüktü. M arconi’nin işe başlamasından 1-2 y ıl sonra işe
girişmelerine rağmen, en büyük Alman elektrik firmaları olan Siemens ve AEG, hızla
etkili radyo haberleşme sistemleri geliştirdiler, bunlar Siem ens’de Profesör Braun’un
sistemi; AEG’de Slaby-Arco sistemidir. Alman H üküm eti’nden ve özellikle Donanma­
sı’ndan büyük destek alarak, Kayser'in bunları birleşmeye ikna etmeye çalışması karşı­

192
sında, 1903’de ortak olarak, Telefunken Şirketini kurdular ama birleşmediler. Firmanın
başlıca uğraşısı, A&G faaliyetiyle radyo istasyonları satmak, kurm ak ve bakımını y a p ­
maktı. AEG ve Siemens parça ve teçhizat imal etmeye devam etti. Daha 1906’da Tele­
funken, M arconi’den daha fazla istasyona sahipti. M arconi’nin patentleri daha güçlü ve
birçok ülkede rağbette olmasına rağmen, 1912’de, Telefunken ile M arconi dünya çapın­
da bir patent, lisans ve know-how anlaşm asına ulaşıncaya kadar, M arconi nin patent
öncelikleri Alm anya’da kabul edilmedi. Benzer çapraz anlaşm alar savaştan sonra
1919'da yenilendiği gibi son zam anlarda da yapılm ıştır.
Hem M arconi hem de Telefunken çok iyi örgütlenmiş sanayi A&G program larına
ve güçlü patent pozisyonlarına sahipti ve diğer ülkelerdeki teknik ilerlem eleri özüm­
semeye ve taklit etmeye m uktedirdi. D ünya çapında teknik hizmet verebilirler; kendi
okullarında eğittikleri radyo operatörleri ile her türlü tam ir ve bakım ı yap ab ilirlerd i
(M arconi’nin ilk okulu, 1901’de, Frinton’da açılm ıştı.). Ancak Telefunken’in M arco-
ni’y e üstünlüğü, kamu desteğinin ve finansman kaynaklarının sürekli ve devam lı ol­
m asıdır. Başlangıçta, İngiliz Posta İdaresi, M arconi’nin ilk deneyim lerini teşvik eder
ve A m irallik D airesi (İngiliz Donanması) sempati gösterirken, daha sonraları Posta
ile ilişkiler güçleşm eye başladı ve H üküm et de bazen, kayıtsız ve hatta engelleyici ol­
du. Kuşkusuz, haberleşm ede özel bir tekel kurulm asıyla M arconi’nin sağlam patent
pozisyonundan yararlan m ak ve bunu öne çıkarm aktaki kararlığı gibi davranışlar so­
runları güçleştiriyordu. Birçok önemli yenilikte olduğu gibi radyo da uzun zaman kâr­
lı olamadı ve M arconi Şirketi, kuruluşu olan 1897’den 1910 y ılın a kadar hiç temettü
ödemedi.
Genelde Amerikan iş yönetimine insan üstü yetenekler atfetmek gibi genel bir eği­
lim varsa da, şunu belirtm ek gerekir ki de Forest ve Fessenden gibi bazı öncü mucitler
yenilikçi ve girişimci olarak çok başarısız olmuşlardır, ilk Amerikan radyo şirketleri de
M arconi ve Telefunken’in aksine çok kötü yönetilm işlerdir. De Forest’in sürüyle icadı
ve patenti olmasına rağmen, şirketi W ireless Telegraph Company, ABD Ordusu ve Do-
nanm ası’ndan aldığı siparişleri yerine getirip, güvenilir telsiz haberleşme teçhizatı üre­
tememişti. Elektronikte uzman, başarılı ilk Amerikan şirketi, Radio Corporation of
America, RCA, ancak 1919’de kurulm uştur. Büyük elektrik şirketleri, General Electric
ve Westinghouse güçlü A&G örgütleriyle radyoya ilgi duym uşlar, radyo telefona çok
önemli katkılar yapm ışlardır. Ancak uluslararası telsiz haberleşme alanına Ingiliz M ar­
coni şirketinin hâkim olması, A BD ’deki anahtar patentlerin çıkarları bir birine ters dü­
şen taraflarda bulunması, bunları bağlamış ve radyodan en iyi şekilde yararlanılm asını
geciktirm iştir. Bu dar boğaza en iyi çözüm Amerikan H üküm eti’nin girişim iyle bulun­
muştur. Donanmanın büyük teşvikiyle, General Electric’den Owen D. Young, Marco-

193
ni’nin Am erika şubesini satın alarak, güçlü bir Amerikan radyo şirketi kurm uştur. Do­
nanmanın niyeti kısmen stratejik kısmen de ticaridir. Donanma Bakanı (haberleşme ağ­
larının kamu m ülkiyetinde olmasını savunuyordu ve yardım cısı Franklin Roosevelt (ge­
lecek ABD Başkanı), tamamen bir Amerikan şirketi istiyorlardı çünkü dost bir güç da­
hi olsa, yabancı bir devletin hayati haberleşme ağlarını kontrol eder durum unda olma­
sını kabul edemiyorlardı. Donanmanın diğer yetkilileriyle birlikte radyonun büyük ti­
cari potansiyelini de anlam ışlardı2. Owen, RC A ’in başkanı oldu, General Electric ise
valfları ve diğer elemanları sağlam aya başladı; (W estinghouse ile de 1921'de im alat ko­
nusunda ayrı bir anlaşm a ya p ıld ı). Eski M arconi Ş irketi’nden David Sarnoff ticaret bö­
lümünün başına getirildi (daha sonra da başkanı olacaktır) ve RCA derhal, Ingiliz M ar­
coni, Telefunken ve Fransız Compagnie Générale de Télégraphie sans Fil (C SF ) ile pa­
tent ve çapraz patent anlaşm alarını sonuçlandırdı. Fransız şirketi de bu ülkedeki M ar­
coni şubesinin üzerine kurulm uştu. Uzun pazarlıklardan sonra RCA, içlerine tüm
önemli olanlar dahil, ABD içindeki 2 binden fazla patenti kullanm a hakkını elde etti; ay­
nı zamanda AT&T ile de çapraz lisans anlaşm aları yaptı.
RCA’in kurulmasından kısa bir süre sonra radyo sanayi, halka açık ticari radyo y a ­
yınlarının hızla artması karşısında şekil değiştirdi. Amerikan sanayi ev radyo cihazları­
nın tasarım ını geliştirm ek ve büyük ölçekte üretmekte liderliğe geçti. Başka bir Ameri­
kan şirketi M otorola da, otomobil radyolarının kitle üretiminde liderliği aldı. Yine de
Amerikan şirketleri daha sonra sermaye m allarında ulaştıkları gibi, hiçbir zaman tüke­
tim malları dünya ihraç piyasalarında üstünlük kuram adılar. İki savaş arasında radyo
alıcılarındaki önemli yeniliklerin çoğu Avrupa şirketleri, özellikle Philips ve buna bağlı
ortaklıklar tarafından yapılm ıştı. Flollanda’nın radyo ihracatı, 1937’de, ABD kadar bü­
yüktü. ikinci D ünya Savaşı sonrasında Jap o n şirketleri, transistörün radyo alıcılarında
kullanılm a olanaklarını hemen değerlendirerek, yarı iletkenlerde Amerikan lisansları
alarak, önce radyo sonra televizyon ve videolar olmak üzere, dünya elektronik tüketim
m alları ihracatındaki en büyük paya ulaşm ayı başardılar.
Elektronik sermaye m allarında, Birinci D ünya Savaşı sonrası en büyük gelişme,
1920’lerde, dünya ölçeğinde kısa dalga haberleşme ağlarının kurulm ası ve 1930'larda
Frekans M odülasyonu (FM ) yayım ların başlam asıdır. Kısa dalga haberleşme, esasında
amatörlerle M arconi Şirketi tarafından geliştirilm iştir. M arconi Şirketinden Franklin’in
geliştirdiği yönlendirilebilir antenler, Ingiliz M illetler Topluluğu (Commonwealth) için
bir kısa dalga yayın zinciri kurulm ası teklifini de mümkün kılm ıştır. Franklin’in teklifi,
1924'de, ilk işçi Partisi Hükümeti tarafından kabul görmüş ve ilk istasyonlar 1926'da
açılmıştır. Bunlar, kablolu haberleşmeyle bütünleşmiş olan Ingiliz Posta Idaresi’nin iti­
razlarına rağmen gerçekleşm iştir. Bunun hemen etkisi, kablolu telgraf tarifelerinde hız­

194
lı bir indirimdir; sonunda Posta İdaresi “İmparatorluk Z inciri” denen bu sistemin tümü­
nü alm ak ve işletmek zorunda kalmıştır.
Frekans modülasyonunun öncüsü, Columbia Ü niversitesi’nde bir profesör olan, ba­
ğımsız bir mucit Edwin Armstrong, radyo istasyonları ve RCA tarafından pek sempa­
tiyle karşılanmamış ve sonunda sistemini tanıtm ak için kendi istasyonunu kurmuştur.
Kısmen bu FM istasyonunun ilk deneme yayınlarındaki gecikm eler yüzünden, ilk FM
yayın ağı, ABD ’de değil, 1936’da Telefunken tarafından Alman Ordusu için kurulm uş­
tur. Bunun başarısı, savaş sırasında tüm Alman işgalindeki Avrupa ve A frika’y ı kapsa­
yan, büyük ölçekli FM yayın ağları kurulm asına yol açmıştır. FM yayın ı Ingiltere’y e
ancak 1955’de gelmiştir.
ikinci D ünya Savaşı’ndan sonraki gelişmeler, radyo yayın ve haberleşmesinin men­
zilini ve kalitesini çok artırm ıştır. Haberleşme uyduları, cep telefonları ve radyo bağlan­
tılarının kullanılm asıyla küresel telefon ağları başka bir şekil alıp, geniş bant ağların1
gelmesiyle çok geniş bir hizmet alanı ortaya çıkmıştır.

7. 3 Televizyon
Televizyon olanağı ilk kez, 1884'de Berlin’de, Paul Nipkow taram alı diske ait icadın
patentini aldığında ortaya çıkmıştı. Bu icatla birlikte, esas olarak A lm anya’da, fotoelekt­
rik hücresinin katot ışın osiloskopunun geliştirilm esi de gerçekleşm işti. Ancak,
Braun’un katot ışın tüpü kullanılarak uzak bir kaynaktan görüntü alınabileceğini ilk
kez 1907’de düşünen, St. Petersburglu Prof. Boris Rosing’dir. Benzer bir düşünce de,
İngiltere’de Campbell Swinton tarafından ileri sürülmüştü. Rosing’in öğrencisi olan
Zworykin de Am erika’y a gitmeden önce, bir katot-ışın tüpü alıcısı üzerinde çalışıyordu
ve alıcı-vericisiyle komple bir elektronik sistem de tasarlam ıştı. Am erika’da, “iconos-
kop”11 adını verdiği, başarıyla televizyon resimleri gönderebilen bir cihazın patentini de
aldı. Fakat geliştirm eyle ilgili birçok sorunun çözülmesine yol açan esas iddialı, A&G
çalışmaları, RCA’de 1924-1939 yılları arasında gerçekleştirildi. RCA, ticari televizyonu
1939 da başlatm asına rağmen, kendi laboratuvarında başarıyla resim yayınlam ası çok
daha eski yıllara dayanm aktadır.
İngiltere’de EMİ Şirketi daha geç başlam asına rağmen daha hızlı hareket etti ve
Blum lein’ın yönettiği bir araştırm a takımı bağımsız olarak "Emitron” adını verdikleri
bir ikonoskop geliştirdi. Marconi, vericilerin geliştirilm esinde işbirliği yap tı ve iki firma,
sistemlerini o kadar başarıyla olgunlaştırdılar ki, BBC 1936’da düzenli televizyon y a ­
yın ların a başlayabildi3. Aynı y ıl EMİ ve RCA arasında bir lisans ve know-how anlaş­
ması yapıldı; aralarında mali ilişkiler vardı ve RCA’nin Başkanı Sarnoff aynı zamanda
i “Broadband networks" içinden data, görüntü, ses ve benzeri her türlü dijital verinin aktığı ağ sistem leri.
ii “Iconoscope” ikon göstericisi; O rtodokslarda kutsal resim lere ikon y a da ikona denilmektedir.

195
E M I’nin yönetim kurulu üyesiydi. Telefunken de İkinci D ünya Savaşı’ndan önce bir
elektronik televizyon sistemi geliştirm eyi başardı ve EMİ ile bir lisans ve know-how an­
laşması yaptı. Deneme yayın ları 1936 Berlin O lim piyatları’nda yapıldı; düzgün ya y ın ­
lar ise 1939-40’da, bazı Alman askeri birlikleri için gerçekleştirildi. Telefunken halk için
tasarlanmış alıcı cihazların kitle üretim ve satışları için hazırlıklarını ileri bir aşam aya
getirmişken, savaş düzenli sivil yayınların yapılm asını engelledi. Z w orykin'in ve Farns­
worth gibi, diğer Am erikalı mucitlerin büyük katkıları olmasına karşın, halka açık ilk
genel yayın İngiltere’de başlam ıştır. ABD, Avrupa’nın sadece biraz ilerisindeydi. Ame­
rikan sanayi 1939-41 döneminde ve savaş sonrası ilk yıllard a arayı hızla açtı.
Bu süreçte televizyonu geliştiren R C A ’ın rolü özellikle dikkat çekicidir. RCA 1930-
1939 arasında televizyon A&G si için 2.7 milyon $ harcadığı gibi, 2 milyon $ patent al­
mak ve kendi icatlarını patentlemek; 1.5 milyon $, sistemi test etmek için sarf etmiştir.
Telefunken ve E M I’nin de, savaştan önce, buna benzer m iktarlar harcadığı tahmin edi­
lebilir. Bu m iktarlar bağımsız mucitler ve küçük firm alar için çok büyüktür; ancak
Farnsworth'un, özel olarak 1 milyon $ harcadığı söylenir. İlk zamanlar RCA ve
E M I’deki araştırm a takım ları çok küçüktü; Zworykin’in 1930’dan önce 4-5 yardım cısı
vardı; 1931 de işe başladığında, EMİ araştırm a müdürü Shonberg’in daha az elemanı
bulunuyordu. Fakat ticari yayın yaklaştıkça çabaları artırm ak gerekti; sorunlar büyük
bir örgütlenme ve kaynak olmadan çözülemezdi.
Renkli televizyon için daha da fazlası gerekliydi. RCA renkli televizyona, 1960’da
kârlı bir hale gelmeden önce, 130 milyon $ harcadı. RCA 1950’de ilk renkli tüpü orta­
y a çıkardığında, 4 yıllık bir geliştirme çalışması yapm ıştı. Ancak Federal Haberleşme
Komisyonu (FCC), birbirine rakip iki yayın sistemini yan i mekanik ve uyumsuz (=non-
compatible) sistemle tam elektronik ve uyumlu RCA sistemini inceleyerek, birincisine
onay verdiğinde, RCA sisteminin piyasaya çıkmasını önlemiş oldu. Bu karar, RC A ’in
yıllar süren bir hukuk mücadelesiyle ortadan kaldırıldı. Bu dönemde RCA, yoğun bi­
çimde geliştirme çalışm alarını sürdürdü ve ilk satışlar 1954’de yapıldı. Satışlar televiz­
yon yayıncılarının davranışları ve yü ksek alıcı cihaz fiyatları nedeniyle çok yavaş gidi­
yordu, A BD ’deki satışlar ancak 1970’de, yılda, 5 milyon adete ulaştı.
Avrupa ve Jap onya, renkli televizyonda ABD ’nin yıllarca gerisindeydi, ancak J a ­
ponya 1960’lar ve 1970’lerde, bu farkı kapatm akla kalmadı, bu alanda tartışılmaz biçim­
de dünya liderliğini ele geçirdi. Jap o n ya 1977’de, dünya renkli televizyon üretiminin
yarısını ve ihracatının dörtte üçünü gerçekleştiriyordu. Jap on ya, A vrupa’nın PAL pa­
tenti ve diğer sınırlam aları nedeniyle birçok piyasaya girememesine rağmen, yıld a 5 mil­
yon set ihraç ederken, Alm anya 1 milyon, Ingiltere 250 bin adet ihraç edebiliyordu. Da­
ha sonraki yıllarda, deniz aşırı ülkelerdeki TV üretimine yönelik Jap o n doğrudan y a tı­

196
rım ları ile Amerikan ve Jap o n üreticiler arasındaki bazı anlaşm alar nedeniyle Jap o n ­
y a ’nın, özellikle A B D ye olan ihracatı azaldı.
Hem televizyonda hem de video kaset kayıt cihazlarında (VCRs), firmaların, ülke­
lerin ve uluslararası örgütlerin koyduğu y a da benimsediği standartlar son derece önem­
li bir rol oynamıştır. Alman (PAL) ve Fransız (SE CA M ) renkli televizyon yayın stan­
dartları, Amerikan mallarının ithalini bir derecede önleyip, A vrupa’daki ulusal piyasa­
ları koruyabilmiştir. Ancak V C R konusunda, Amerika ve Avrupa firm aları uzun yıllar
öncülük ettikten sonra, Philips'in geliştirdiği sistemin son aşam asına gelindiği 1985 y ı­
lında, dünya piyasalarını Jap o n rakiplerine ve M atsushita’nın VH S lisansına teslim et­
mek zorunda kaldılar. VH S sisteminin başka bir Jap o n standardı olan Sony BETE-
M A X ’a göre, teknik açıdan daha geri olduğu söylenir. Buna rağmen, kısmen M atsushi-
ta ’nın diğer firm alarla ittifakı ve kısmen Japonya'nın içindeki ve dışındaki çok etkin da­
ğıtım ve satış ağlarına dayanm asıyla Sony rekabeti sürdüremedi. Böylece, VH S sistemi,
optimal olmamakla birlikte, standartların bir teknolojiyi “kilitlem e”sinin (=lock-in), kla­
sik örneği haline gelmiştir. Bunun daha önceki örneği, daktilolardaki ve elektrik
sanayisindeki Q W ERTY sistemidir. Paul David (1985, 1993), “kilitlenm e” olgusunun
ekonomik önemini gösterirken, B. Arthur (1988, 1989) bunun elektronik teknolojilerin
evrimindeki sonuçları üzerinde durmuştur. VH S sisteminin ve Jap o n firm alarının vi­
deo üretim ve ihracındaki başarılarının bir nedeni de, üretimde kullanılan makine ve
teçhizatın karm aşıklığı ve çok hassas bir mühendislik gerektirm esidir. Jap o n firmaları,
1980’ler ve 1990’larda V C R ve TV üretimlerinin büyük bir kısmını dışarıdaki daha ucuz
bölgelere transfer etmelerine rağmen, hassas makine ve parçalar hâlâ Jap o n ya’dan gel­
mektedir.
Transistörün radyo sanayisine tatbikindeki olağanüstü Jap o n başarısı, sadece basit
bir taklit değil, bir seri ürün geliştirme ve proses yeniliği yapm akla ilgilidir Amerikan,
Jap o n ve Avrupa sanayilerinin performanslarım karşılaştırdıktan sonra, Sciberras şu
sonuca ulaşm aktadır:

Jap o n firm aları (1970’lerin) en başarılı yenilikçileridir. M ontaj hattında, testler ve büyük üretim
hacim lerinde girdilerin sağlanm asında ileri bir otomasyon uygulayan Jap on lar, verim lilik ve kalite
açısından en üst performansa ulaştılar
(Scibberas, 1981, s. 590)

Yeni otomasyon tekniklerinin esas avantajının, ürünlerin güvenilirliğini iyileştir­


mekte bulan Sciberras, bir cihazı üretmek için Jap on ların 1.9 saat, Alm anların 3.9 sa­
at ve Ingilizlerin 6.1 saat harcadıklarını hesap etmiştir. Ü lkeler arası bu büyük verim ­
lilik farkını, otomasyon teknolojisine tüm leşik bir yaklaşım ile Jap o n firm alarında her

197
D ünya piyasasında
ürünün % payı Videolarda %90
90%

H er türlü radyo alıcısın d a %80


80%

70%

60%
H esap m akineleri ve
Stereo cihazlarda %60
50%

R enkli T V ’de % 45 -
40%

30%
S iyah & B eyaz T V ’lerde %20

20 %

10%
I t
|T ransistorlu R ad yo lar % 10
I I I
0% «..........................- i______
1955 1960 1965 1970 1975 1980
Ş ek il 7. 2 ö z g iln T ek noloji D ünyada Ja p o n P iyasa P ayuun G iderek A rtışını N asıl E tk iliyor?

K a yn a k : G r e g o r y (1986).

198
düzeydeki personele verilen yoğun eğitime atfetmektedir. Peck ve W ilson da (1982),
Japon im alatçılarının tüm leşik devre teknolojisini renkli televizyon sanayisine sokarak,
montaj sırasında kullanılan işgücünden büyük bir ölçek ekonomisi sağlayabilm elerine
değiniyorlar. Bu yeniliğin başarısı daha 1966’da başlayan, 5 televizyon üreticisini 7 y a ­
rı iletken im alatçısını, 4 üniversiteyi ve 2 araştırm a enstitüsünü bir araya getiren ortak
araştırm a projesi ve U luslararası Ticaret ve Sanayi B akanlığı’nın (M İTİ) verdiği çok
kapsamlı bir desteğe dayanm aktadır. Bu örnek, Jap o n sosyal sisteminin bir yen ilik için
hızla kapasitesini harekete getirebilme yeteneğini gösterm ektedir (Ailen, 1981, Frans-
man, 1990).
Jap o n ya’da yaşayan bir Amerikalı mühendis, Şekil 7.2’de görülen ilgi çekici bir diyag­
ram hazırlamıştır. Bu diyagram , Japon firmalarının savaş sonrası yıllard a birbirinin izle-
%-enyeni ürünlerdeki giderek artan katkısını göstermektedir. En son opto-elektronik tek­
nolojilerini ayrıntılı inceleyen Kumiko M iyazaki (1995), büyük firmalardaki araştırm a ve
geliştirme faaliyetlerinin başarıdaki esas unsur olduğunu, likit kristal ekranlar ve genelde
tüketici elektroniği örneğini vererek kanıtlamaktadır. Bu analiz, Kodama'nın Japon y e ­
nilik sistemi hakkındaki incelemesini (1995) tamamen doğrulamaktadır.
Başka bir Jap o n araştırıcı Yasunori Baba (1985), renkli televizyon yeniliğindeki
Amerikan ve Jap on yönetim tekniklerini karşılaştırarak, bu sanayideki Jap o n firm ala­
rının, otomobil sanayisinde olduğu gibi, araştırm a, geliştirme, üretim ve pazarlam ayı bir
arada, bir biriyle bütünleşik faaliyetler olarak yürütm elerinin her iş için verilen zamanı
kısalttığını, kendi deyim iyle "fabrikanın bir laboratuvar olarak kullanılarak” ürün ve
üretim yeniliklerinin bir arada gerçekleştirildiğini gösteriyor.

7. A Radar4
Televizyon gibi radar olanağı da, bunlar pratikte gerçekleşmeden çok önce bir şekil­
de düşünülmüştü. Daha 1904’de, Düsseldorf’lu bir mühendis, Christian Hülsmeyer,
"uzaktaki madeni cisimleri elektrik dalgalarıyla tanıyacak” bir icadın patentini almıştı;
fakat, prototipi çalışmadı. M arconi, Haziran 1922’de, bir konferansta, karanlıkta veya
siste çalışacak böyle bir sistemi öngörmüştü, ancak M arconi Şirketi, ikinci D ünya S a­
vaşı’ndan önce böyle geliştirm e faaliyetine girmemişti. Bir Amerikalı mühendis, Loewy
de, 1923’de, Am erika’da bir radar aletinin patentini almıştı.
Ancak 1930’larda, İngiltere ve A lm anya’da hükümet destekli A&G program ları baş­
layınca pratik sonuçlar elde edildi. Radar1 (radyo dalgasıyla cisim ve mesafe belirleme),
İkinci D ünya Savaşı’nda askeri bakımdan son derece ya rarlı bir araç olmuştur. S ir Ro­
bert W atson W att'in, elektrom anyetik dalgaların yansım asının bir florasan ekranda (bir

i R adar “Radio D etecting and R anging”, kelim elerinin kısaltılm asından ikinci D ünya Savaşı sırasında türetildi.

199
osiloskop) görülebileceğini ispat etmesiyle Hükümet hava savunması için radar zinciri
kurulm ası am acıyla öncelikli ve acil bir program a çok üst düzeyde destek verdi. Y ük­
sek güçte vericilerin (M etro-Vickers) ve katot ışın tüplerinin (EM İ ve Cossor) üretim
ve geliştirilm esinde deneyimi olan bazı İngiliz firmaları savaştan önce bu program a ka­
tılmışken, A lm anya’da tüm A&G çabası Telefunken'de yoğunlaşm ıştır. Savaşın sonuna
doğru Telefunken’de 8-10 bin kişi A&G faaliyeti içindeydi; ancak bunlar, radar kadar
radyo haberleşmesi ve kontrol sistemleriyle de meşgul oluyorlardı. Toplam araştırıcı sa­
yısı, Ingiltere’de daha azdı ve bunlar çoğunlukla kamu araştırm a kuruluşları, özellikle,
Haberleşme Araştırm a Kuruluşu (TRE) “Telecommunications Research Establish­
ment” ve daha sonra Kraliyet R adar Kuruluşu'nda “Royal Radar Establishment (RRE)
toplanmışlardı. Bu çabaların zirvesinde, kamu kuruluşlarında 3000 araştırıcı, bin kadar
da sanayide, radarın geliştirilmesine çalışıyorlardı. M arconi’nin A&G grubu, savaş sıra­
sında tamamen radyo haberleşmesiyle meşguldü. Sanayinin geliştirm e tesisleri yeterli
olmadığından, kamu araştırm a takım ları projeleri tasarım aşamasından, üretim dokü­
m anları hazırlam aya kadar ele alıyorlar, bazen de üretimin ilk aşam alarına kadar uygu­
lama durumunda kalıyordu. Programın en önemli ve çarpıcı özelliği, bu teçhizatı kulla­
nanlarla, üretenlerin ve hükümetin (TRE) araştırm a takım larının bir araya gelerek doğ­
rudan çok yakın bir ilişki1 içinde olmalarıydı.
Radar çalışm alarına büyük bir öncelik verildi; üniversitelerin en iyi bilim adam ları­
nın, özellikle Cam bridge'den Cockcroft ve m eslektaşlarının projeyle doğrudan ilişkilen-
dirilmesi, araştırıcıların nispi özgürlüğü ve sağlanan büyük kaynaklar sayesinde sanayi
tarihinde o zamana kadar görülmemiş bir başarıyla, olağanüstü bir süratte yen i alet ve
teçhizat akışı sağlandı. Birkaç y ıl gibi kısa bir sürede başarıyla aktif hizmete konan y e ­
ni teçhizat arasında, başlıca şunlar vardı: Düşman uçaklarını önlemek için yurtiçi radar
istasyon zinciri (CH ); savaş uçakları için havadan önleme radarları (A l); gem ileri ve su
üstüne çıkmış denizaltıları belirlemek için havadan yüzeye bakan teçhizat (ASV ); gem i­
ler ve uçaklarda dost düşman tanıma teçhizatı (IFF); uçak savar atış kontrol radarı
(GL); uçaklar ve gemiler için seyrüsefer ve y e r belirlem eye yardım eden aletler (Gee ve
Oboe); Plan Konum Göstericisi “Plan Position Indicator’’ (PPI) gibi, havadaki radar­
larla kombine, aşağıdaki yerin ayrıntılı ve doğru bir haritasını veren görüntü (=display)
sistemleri (H 2S, Home Sw eet Home). Trajik bir uçak kazasında ölmeden önce Blum-
lein, EM I'de en ileri ve karm aşık radar tipi olan H 2H ’in geliştirm esi üzerindeki çalış­
mayı yönlendiriyordu.
Ingilizlerin belki de en büyük başarısı, Birmingham Üniversitesi nde Profesör Olip-
hant’ın yönettiği bir takımın, 1940’da, rezonan boşluk magnetronu “resonant cavity
magnetron’’ icat etmesidir. Bu icat “santimetrik devrim i”, 3 cm’nin altındaki çok kısa
i Y azarlar b urada “S un day Soviets” deyim i kullanıyorlar; P azar günleri yap ılan özel toplantıya takılan ad.

200
dalgaları kullanan teçhizatın üretimini mümkün kılarak, daha hassas bir performans
gösteren, küçük antenli çeşitli radar tiplerinin yapım ına yo l açtı. Bu da radar teçhizatı­
nın tepe darbe (=pulse) gücünü binlerce kez artırarak karşı tarafın dalgayı bozmasını
(=jam) güçleştirdi. Bu icat bir iki y ıl Alm anlar Rotterdam üstünde bir Ingiliz uçağı dü­
şürüp, teçhizatını ele geçirinceye kadar tngilizlere büyük bir üstünlük sağladı. Bu icat
aynı zamanda ABD ’y i, savaş sırasında elde edilen tüm (Ingiliz ve Amerikan) radar
know-how’larını bir havuzda toplam aya ikna etmekte en önemli unsur olmuştur.
Birçok örnekte Ingiliz radarları, her ne kadar Alman ve Amerikan radar geliştirm e­
lerinin bir m iktar önünde ise de, fark o kadar da büyük değildi. Büyük devletler
1930’larda bu alanda hükümet desteğiyle çalışm alar yapıyordu. Fransa, deniz radarının
ilk sivil uygulam asını, “Normandie” yolcu gemisi için geliştirm iş ve 1940’da, bazı radar
know-how’ını Ingiltere’y e getirmişti. Alm anya savaşın başlangıcında, nispeten basit5
türden fakat, çalışan bir takım radar cihazlarına sahipti. Telefunken, daha 1936’da, PPI
için bir patent alm ışsa da, U-boat (denizaltı) takipçilerinin ve gece bombardımanları­
nın, Alman savaş program larındaki öncelik derecesi düşük olduğundan, bu alanda
enerjik bir çalışma yapılm am ıştı. Santim etrik teçhizat araştırm aları da 1940’da gereksiz
olduğu düşünülerek yavaşlatılm ıştı. Santrim etrik devrimin ciddiye alınm ası ve Rotter­
dam da ele geçen teçhizatın yard ım ıyla Telefunken, kısa zamanda gelişmeleri yakaladı.
Resmi İngiliz tarihi olayı şöyle kaydetmiştir:

Savaşın sonunda Almanlar, çok yü k sek ayırt etme gücüne sahip santim etrik bir y e r teçhizatı geliş­
tirm eyi başarm ışlardı; bunu karıştıracak ekonomik bir yöntem de henüz bilinmiyordu. Radar sa­
vunması, bu gelişmeyle radar saldırısını yakalam ış oldu; eğer savaş devam etmiş olsaydı gece bom­
bardım an taktiklerinin tamamen gözden geçirilm esi durum unda kalınacaktı.

(Postan et al., 1964, s. 427)

Savaştan sonraki başlıca gelişm eler üç yönde olmuştur: Birincisi, savaş sırasında el­
de edilen know-how’ın sivil kullanım lara uygulanm asıdır. Ancak savaşta radar ya p ı­
mında öne çıkmış firmaların (M etro-Vickers ve Cessor), savaştan sonraki sivil uygula­
malarda lider olmamaları şaşırtıcıdır. Savaştaki radar çalışm alarına fazla katılmamış
olan M arconi ve Decca firmaları, D ecca’nın deniz radarı ile M arconi’nin RRE tarafın­
dan olabilirlik çalışm alarından sonra geliştirdiği Doppler havacılık teçhizatı gibi, yeni
tip teçhizatın geliştirilm esinde öne geçtiler. Bu firm aların teknik önderliği, dünya radar
teçhizatı ihracatında uzun bir süre, nispeten yüksek bir payı götürecek kadar güçlüydü.
İkincisi, yen i askeri teçhizatın geliştirilm esidir. U zak mesafe yetenekli erken uyarı
sistemleri, alçak uçuş önleme sistemleri ile çok kısa dalga hava keşif radarı, Üçüncüsü,

201
bilgisayar temelli radar zincirlerine bağlı çok daha karm aşık kontrol sistemlerinin tasar­
lanmasıdır ki, bunların, hava trafik kontrolü gibi sivil uygulam aları da olmuştur. Sonuç­
ta bu alandaki geliştirm elerde önde olan ABD firmaları, dünya üretim ve ihracatına da
hâkim olmuşlardır.
Son olarak, savaş zam anındaki radar servo-kontrol ve yönlendirm e (=guidance) sis­
temleri üzerinde yapılm ış çalışm aların uzay ve savunma alanlarındaki yen i gelişmelere
yol açması örneği verilebilir. ABD uzay programı ve haberleşme uyduları bunların en
çarpıcı uygulam aları olup, y e r darlığından burada üzerinde fazla durm ayacağız. NA-
SA ’nın 1960’lardaki harcam aları, büyük bir Avrupa ülkesinin toplam A&G harcam ala­
rına eşitti. ABD, bu alandaki tartışılmaz teknik üstünlüğünü, Avrupa ve Jap o n y a’nın
artan çabalarına rağmen devam ettiriyor. Eski Sovyetler Birliği, askeri ve uzay alanın­
da A BD ’nin tek ciddi rakibiydi.

7. 5 Bilgisayarlar6
Leibnitz, Pascal, Schickart, Jac q u art ve diğerlerinin hesap makineleri üzerindeki
öncü çalışm alarını izleyerek, Babbage, 1830’larda, modern bilgisayarın temel özellikle­
rine sahip bir “analitik m akine’’ üzerindeki çalışmasına başladı. Babbage A&G için ilk
büyük kamu yardım ı alanlardan birisidir; yirm i y ıla yayılan 17.000 Ingiliz lirasıyla ne
özel amaçlı bir hesap makinesi olan “difference engine” de genel amaçlı bir hesap m aki­
nesi olan “analytical engine” tamamlanabildi çünkü o zamanın malzeme, parça ve tek­
nikleri böyle bir amaç için yeterli değildi.
Genel olarak, ilk başarılı bilgisayarların1 İngiltere’de ve ABD ’de yapıldığı düşünü­
lür; oysa gerçekte Zuse, en eski bilgisayar olan Z3’ü, 1936-41 yılları arasında, Berlin'de,
geliştirm iştir. Zuse daha Teknik Yüksek O kulda bir mühendislik öğrencisiyken, birkaç
meslektaşının yardım ıyla ilk geliştirm elerini (Z1 ve Z2) yapm ıştı. Zuse’nin ikinci ger­
çek modeli Z4, 1942’de Henschel uçak fabrikasında uçak tasarım hesapları için kulla­
nılıyordu. Eğer Zuse, 1939’da askere çağırılıp 1940’da terhis olmasaydı, bu makine
muhtemelen daha erken bir tarihte çalışıyor olacaktı. Geliştirme çalışm aları için Alman
Deneysel H avacılık Enstitüsü nden resmi destek aldığı gibi, Zuse, Darmstadt ve Char-
lottenburg Yüksek Teknik O kulları’ndan da bazı yardım lar görmüştür.
Zuse Z3 ve Z4 hem elektrom ekanik hem de elektronik standartlara göre yavaştı.
Aynı şekilde 1937-44 arasında yapım ı süren ilk H arvard-IBM bilgisayarı, Automatic

i B ilgisayar, İngilizcedeki “com puter”in karşılığı olarak dilim ize yerleşm iştir. “Com puting” İngilizcede hesaplam a
anlam ına geliyor, hesap m akinesi diye çevirm ek uygun olurdu. Zaten, Babbage in ilk hesap m akineleri de “analitik
m akine ve diferansiyel m akine” adını taşıyor. Türkçede ilk zam anlar “elektronik b eyin ” terimi kullanılm ış, sonra “bil­
g isa y a r” terim i icat edilip kullan ılm aya başlanm ıştır. B elki de bu terim yan i “elektronik beyin" bugünkü gelişm eler göz
önüne alındığında, basit bir hesap m akinesi dışında her işi yapabilen modern b ilgisayar için daha da uygun olabilir.

202
Sequence Controlled Calculator (A SCC ) de yavaş çalışıyordu. İki sayının çarpımı hem
Z3’de hem de A SC C ’de 5 saniye civarındaydı; fakat çarpma ve çıkarm a işlemleri, Z3’de
0.07 saniye, A SC C ’de 0.3 saniye sürüyordu. Alman m akinelerinin toplam geliştirme
maliyeti, H arvard’da A SC C ’nin geliştirilm esi için harcanan 400.000 $ y a da daha sonra
500.000 $ harcanan Amerikan makinesi ENIAC’ın (Electronic Numerical Integrator
and Calculator) çok altındaydı.
Belki de en dikkate değer hesap makinesi, İkinci D ünya S avaşın d a Bletchley
P ark’da geliştirilen, İngiliz istihbaratının Alman “Enigma” şifre cihazı kodlarını çözme­
si için, tasarlanm ış olandır. Bu makine, bilgisayarın temel cebir (algoritm a) ve mantık
sorunlarının çözümleriyle bilgisayar teknolojisinin gelişmesinde büyük bir rol oynayan
çok parlak bir matematikçi, Alan Türing’in tavsiyeleriyle geliştirilm iştir. Bletchley M a­
kinesi, İngilizlerin İkinci D ünya Savaşı’ndaki en büyük teknolojik başarılarından birisi
olup, yap tığı işlemler ancak çok daha sonra, paralel süreç makinelerinin geliştirilm esiy­
le aşılabilm iştir (Jones, 1978). Bu makinenin önemi, etrafındaki sır perdesi nedeniyle
fazla anlaşılamamış fakat makine, bu müze (The Bletchley Park) am acıyla günümüzde
yeniden kurulmuştur.
İlk elektronik makine bile elektro-mekanik olanından, çarpma ve toplama işlemle­
rinde, binlerce defe daha hızlıydı (Tablo 7.1). Zuse aynı zamanda, Dr. Schreyer ile bir­
likte Charlottenburg’da elektronik bilgisayar üzerine çalışan ilk kimsedir. Telefunken’e
özel valflar ısmarlanmıştır; 1942’deki ilk deneme modeli1 de çok ümit vericiydi. Fakat
Schreyer askere çağırılıp, projeye resmi destek başvurusu reddedilince çalışma durdu.
Bu olay ve savaş sonundaki duraksam anın anlamı, bilgisayardaki gelişmenin öncülüğü­
nün ABD ’y e ve bir ölçüde de İngiltere’y e geçmesi demekti.
A BD ’deki ilk elektronik bilgisayar olan ENIAC üzerindeki çalışmalar, 1942’de,
Pennsylvania Ü niversitesi’nde başladı ve 1946’da tamamlandı. Ordudan mali destek
alan bu projenin başlıca tasarım amacı, mermi ve bombaların yollarının hesaplanm ası­
dır. Zuse’nin ilk elektronik makinesinde 1500 valf kullanılm ışken, ENIAC’da 18.000
valf kullanmıştır.
Katz ve Phillips, ABD bilgisayar sanayisinin erken tarihi hakkındaki çarpıcı çalış­
m alarında özellikle, savaş sonrası ilk dönemde, özel fonların, elektronik bilgisayarın ti­
carileşmesi için niçin tahsis edilmediğini açıklayan şu ilgi çekici yorum u yapıyorlar:

Genel kanaat, 1950 lere kadar bilgisayarlara ticari bir talep olmadığı şeklindedir. Thomas J . W at­
son Senior, en azından 1928’den beri, iş aleminin ileri hesap makineleri ihtiyacı ve kapasitesi hak­
kında herhangi bir iş adamından daha çok bilgisi olan bir lider olarak, IBM 'in New York ofisinde
teşhir edilen bir SSE C makinesinin "dünyadaki bilimsel sorunlarla ilgili tüm hesaplam aları yap ab i­

i “Breadboard m odel” bir deneme tahtası y a da boş kart üzerinde elektronik devrelerle oynanması.

203
lecek kapasitede” olduğunu söylemişti; hiçbir ticari talep görmüyordu. Bu görüş, ayrıca, bilgisayar­
ların potansiyel kullanıcıları olan ve bu yeni çıkan teknoloji hakkında yeterli derecede bilgilendiril­
miş bazı özel firm alarda da -önde gelen hayat sigortası firmaları, telekom ünikasyon kuruluşları,
uçak yapım cıları ve diğerlerinde- kökleşmişti. O rtada önemli bir ticari talep görünmüyordu.

(Katz ve Phillips, 1982, s. 425)

1945’den 1955’e kadar olan hızlı ilerleme sürecinde, m antıksal (logic) tasarım, bel­
lek sistemleri ve programlama teknikleriyle ilgili sorunların bir kısmı çözüldü. ABD O r­
dusu, Donanması, H ava Kuvvetleri, Atom Enerjisi Komisyonu ve Ulusal Standartlar
Bürosu, daha iyi bilgisayarlar geliştirilm esi için üniversitelere ve ilk kez bilgisayar tasa­
rım ve im alatına girişen firm alara —özellikle Remington Rand (Univac) ve daha sonra
IBM —büyük ihaleler verdiler. Bu büyük bilgisayarlar ve onların daha basit elektronik
veri işlemleri (EDP) ve bilimsel uygulam alar için tasarlanm ış orta ve küçük boy model­
lerinde önemli teknik ilerlem eler kaydedildi. A BD ’de ilk bilgisayar talebinin tamamı as­
kerlerden gelmiştir. Pek az kimse bilgisayarların veri işleme am acıyla büyük çapta kul­
lanılabileceğini öngörmüştür; kamu ve sanayide, bunun genelde askeri ve bilimsel uy­
gulam alara uygun olduğu düşüncesi vardı.
Kore Savaşı’nın baskısı altında 650 b ilgisayar üreten IB M bile gelecek piyasa po­
tansiyelini çok küçük görmüştü. Firmanın Ürün Planlam ası ve satış bölümleri, bu 650
makinenin normal şartlarda ticari satışının yapılam ayacağını düşünürken, U ygulam alı
Bilim Grubu ilerde sadece 200 makine satılabileceğini öngörmüştü. Fakat sonuçta
1800 makine satıldı ve bu ilk 650 makine bilgisayar sanayisinin “M odel T”si olarak b i­
lindi. Bu olay da gösteriyor ki, radikal yeniliklerde piyasa talebindeki liderlikle ilgili te­
oriler çok sınırlıdır ve devletin sabırlı desteği radikal bir teknolojik yenilik için son de­
rece gereklidir.
Bütün firmalar içinde özellikle IB M ’in, (ED P) elektronik veri işlemenin ticari piya­
sa potansiyelini değerlendirememiş olması bir sürprizdir. O zam anlar firmanın önemli
bir yöneticisi olan Thomas J . W atson Senior, piyasa payını büyütmek için fiyat kırm ak­
tan çok ürün yeniliklerini öne çıkaran ve sürekli olarak geliştirm e ve mühendislik bö­
lümlerini teçhizatta yen ilik teklifleriyle dolduran bir şahsiyetti. Genelde piyasa araştır­
ması veya satışlarla teknik araştırm alar arasında bir fark görmezdi. IB M ’in mali sıkın­
tıları olduğu bir dönemde yönetime geçmiş ve alman 40.000 $ kredinin 25.000’ini yeni
bir hesap makinesi y a da tablo dökümcüsünün (= tabulator) geliştirilm esinde kullan­
mıştı. Yardım cılarından birisi şöyle yazıyordu: “Bu büyük geliştirm e harcam asına karar
vermek gerçekten çok büyük cesaret isterdi; çoğumuz, daha da karm aşık hale gelen bu
makinenin artan kirasını müşterilerin ödeyeceğinden kuşkuluyduk. Fakat sonunda, M r.

204
Watson un haklı olduğu ortaya çıktı." M akinenin geliştirilm esi dört y ıl almıştı. Ö zellik­
le 1930’lu Büyük Buhran yıllarında, yeni ürünler geliştirmenin önemine işaret etmekte
ısrarlıydı: "Biz satış elem anlarım ıza yen i m akineler ve fikirler vermek zorundayız...beş
y ıl önce durduğumuz yerde kalsaydık, her şey çok farklı olurdu.” Eğitimin önemimi
vurgulam ak da onun özelliklerinden biriydi. Pek az firma çalışanlarının ve aynı zaman­
da müşterilerinin eğitimine bu kadar önem vermiştir. IB M ’in Eğitim Bölümü, 1956’da
(elektronik bilgisayarlardaki büyük satışlardan önce) 14 milyon dolarlık bir bütçeye sa­
hipti ki, bu satışların %3’ü civarındaydı.
Powers/Remington Rand firması teknik bakımdan liderdi ve A&G çabaları IBM
den daha fazlaydı (Hoffmann, 1976); fakat 1930’larda IBM , dünya çapındaki hizmetle­
ri, satış örgütleri ve mühendisler ordusuna dayanan başarılarıyla en büyük piyasa payı­
na sahip olmuştu7. IB M ’in Fransa, Alm anya ve diğer ülkelerde imalatçı ortakları da var­
dı ve ilerde EDP y e dönüşecek kullanıcılarıyla delikli kart piyasasının1 dörtte üçü bu
firmanındı, ikinci D ünya Savaşı’ndan önce IB M ’in oldukça önemli A&G tesisleri ve
Londra’da hesap m akineleri alanında aldığı patentlerin sayısı, diğer bütün firmaların
önündeydi (1949’a kadar British Tabulating M achinery Company BTM, Ingiltere’deki
tüm IBM ürünlerinin tek yetk ili temsilcisi (= franchise) olup, bu ülkede IBM icatları­
nın patentlerini alıyordu; kendi yürüttüğü bir A&G faaliyeti yoktu.). Sadece IB M de­
ğil, NCR gibi diğer Amerikan firm aları da bu alanda, 30 yıld ır çok güçlü bir patent po­
zisyonuna sahip olmuşlardır. Amerikan firmaları yaklaşık 50 y ıl boyunca, hesap m aki­
neleri alanında çok tutarlı biçimde, Londra’daki patentlerin yarısın a ve ABD ’de çok da­
ha büyük bir oranına sahip olm aya devam etmişlerdir.
1950’lerin başındaki veri işleme teçhizatı (başlıca delikli kart kullanan hesap maki­
neleri ve tebulatörler yan i tablo düzenleyici hesap m akineleri) hem IBM hem de BTM
ve Power-Sam as gibi İngiliz firm aları için çok karlıydı. Sonuç olarak, firm aların bu du­
rumda, elektronik bilgisayarları getirerek, bu teçhizatı kullanım dışı bırakm asında bir
isteksizlik mevcuttu. Bu firmalardan çoğu yen ilik yapam adı veya bu işte çok geç kaldı.
IB M ’in başarısı, geri kalm a tehlikesini atlattıktan sonra, hızla, avantajları görülmüş y e ­
ni ürünlerin büyük ölçekte geliştirilm elerine ve im alatına başlam asıdır. Bu değişiklik,
yönetimdeki değişiklikle birlikte gerçekleşti; aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın IB M ’e,
delikli kart piyasasındaki egemenliği dolayısıyla açtığı anti-tröst davası da sonuçlanmış­
tı. Bu hikâyeyi W atson'un oğlu anlatıyor:

IB M ’in savaş sonrası tarihindeki en heyecan verici bölümlerden birisi büyük elektronik bilgisayar­
lar ve veri işlemlerine ilişkindir. Çok büyük mühendislik hesaplan ve muhasebe işlemleri, 1940’la-
rın sonundaki hesap m akinelerinin yavaşlığından işleri geciktirm eye başlam ıştı.Bu sıralarda,

i “Punched ca rd ” eski tür b ilgisayarlarda verilerin girildiği sistemin ilk aşam asıdır; bugün müzelerde görülebilir.

205
Pennşylvania Üniversitesi M oore Schooî'dan Dr. Eckert ve Dr. M auchly, ordunun balistik eğri he­
saplan için büyük bir elektrik bilgisayar —the ENIAC—imal etmişlerdi. Bizim alandaki pek çok
kimse, ben dahil, m akineyi görmemize rağmen, yeteneklerini tahmin edemiyorduk. Hatta, Eckert
ve M auchly, E N IAC’ın sivil karşılığını —the UNIVAC—özel im kânlarla imal etmek için Moore
School’dan ayrılm alanna rağmen pek az kimse potansiyeli görmüştü.
Firm aları sonunda, 1950’de, Remington Rand tarafından alınm asına rağmen, kısa zamanda, ABD
Hükümetine birçok m akine kurm uşlardır; bunlardan birisi, Sayım D airesi’nde (Census Bureau) bir
dizi IBM makinesinin yerlerin e konandır.
Hesap m akineleri sanayisinde y e ri göğü karıştıran gelişm eler olurken, IB M gerçekten uyuyordu.
Biz, elektronik çalışan ilk delikli kart hesap m akinesini 1947’de p iyasaya çıkardık. D aha o günler­
de elektronik hesaplamanın ne kadar hızlı olduğunu anlam ıştık: M akine her kart okuma işleminin
9/10’unda, elektronik kısma yetişem iyor, m ekanik sistemin y e n i k art alm asını bekliyordu. Buna
rağmen biz, veri beslemeyi hızlandırırsak hızımızın %900 artacağı şeklindeki aşikar sonucu göre­
m edik. Remington Rand ve Univac bu sonucu gördü ve öne fırlayıverdiler.
Sonunda biz de uyanıp harekete geçtik; en korkusuz ve ehil sayılan bir uzmanı genel m üdür olarak
aram ıza alarak, kendisini IB M ’in büyük ölçekli elektronik bilgisayarının geliştirilm esinin tüm aşa­
m alarında yetk ili kıldık. O ve biz başardık.
Bu başarının gerisinde ne vardı? Önce, çok ağır olan mühendislik, araştırm a ve im alat yükünün
kaldıracak kadar paramız vardı. İkincisi, satıcılarım ız, piyasanın istediği tipten bir makine yap m a­
mıza yardım ettiler. Son olarak da -b elk i en önem lisi- firmanın morali ço kyerin d eyd i. H erkes sa­
nayide lider olmamız için bu m ücadeleyi kazanmamız gerektiğini biliyordu, uğraştık ve kazandık.
1965 geldiğinde, rakiplerim izin meydan okuması, bizim yeni bir örgüt konseptine ihtiyacım ız oldu­
ğunu gösterdi. Bundan önce firma tek adam tarafından -T . J.W atso n, Sr.-yö n etiliyo rd u ; etrafında
müthiş bir takım olmasına rağmen kararları o veriyordu. Ö rgüt şemasında bütün h atlar —belki otuz
tane—hepsi T .J. \Vatson’a gidiyordu.
1950lerin başında artan iktisadi talep ve Kore Savaşı, bütün kadem elerde IB M ’in hızlı karşılık ver­
mesini gerektiriyordu; bu bizim monolitik yapım ızın ötesinde bir çalışm aydı. Artan müşteri baskısı
-a rtı, Univac durumu kadar vahim olmasa da bazı kaçırdığım ız fırsatlar- bizi yen i ve tamamen mer-
kezsiz (ademi merkezi) bir örgüt yap ısı kurm aya zorladı.
Burada, Univac olayından biraz daha hızlı hareket etmeyi ümit etm iştik. Yeni örgüt, temel konsept
olarak eskisinden 180 derece farklıydı; fakat başlattık. 1956’nın sonunda, aylar süren bir planlam a­
dan sonra Virginia, W illiam sburg’da, üç günlük bir iş toplantısında, üst düzeydeki yüz kadar insa­
nı bir araya getirdik. Bu toplantıda m erkeziyetçilikten tamamen koptuk.

(Belden ve Belden, 1962, s. 100)

ENIAC ve EDVAC’dan (Pennşylvania Üniversitesi) sonra, elektronik sayısal bilgi­


sayarlardaki başlıca yenilikler IB M ’den ziyade (m anyetik çekirdek "merkezi” bellek,
komutların makine diline çevrilmesi, manyetik tam burlar ve diskler) Univac (Rem ing­
ton Rand) ve M IT tarafından gerçekleştirilm iştir. Hoffmann (1976), bilgisayar
sanayisindeki A&G stratejilerini incelediği çalışmasında, IB M ’in hızlı taklit, rakiplerin­
den ve üniversitelerden en önemli teknik yenilikleri toplamak gibi bir strateji izlediğini
göstermektedir. IBM ilk günlerde, EDVAC takımından, büyük matematikçi von Ne-

206
umann’ı aldığı gibi, 1954’de ilki satılan 650 serisi için de Sperry Rand’dan önemli y a r ­
dımlar almıştı. 1950’lerin başında kamu için yapılan sözleşmeli A&G faaliyetleri, IB M ’in
gelirlerinin %60’nı oluştururken, özel satışlar (daha büyük) bir toplamın önemli bir kıs­
mını oluşturuyordu. 1960’larda 15.000 kişi, 18 laboratuvarda, A&G işinde çalışıyordu
(13 ABD'de, 5 Avrupa’da). En ileri özellikler taşıyan bazı çok büyük bilgisayarlar k a­
mu daireleri için sözleşmeyle imal edilirken, daha başarılı olan transistörlü seriler, 1401
Serisi (1960), 360 Serisi (1965) ve 370 Serisi (1971) özel girişim ler için üretilmiştir.
Özellikle, 360 Serisinin ortaya çıkışı, savaşın ilk yılları ve sonrasındaki bilgisayarlar­
la karşılaştırıldığında, bu sanayideki yen ilik çalışmasının ölçeğinin nasıl değiştiğini gös­
termesi bakımından ilgi çekicidir. 360’ın toplam geliştirme maliyeti, yazılım dahil 500
milyon $ tahmin edilmektedir. Bu seri, IB M ’in daha önce STRETCH makinesinin kul­
lanıldığı ve 20 milyon $ zarara neden olan daha büyük bir sisteminin başarısızlığının ar­
kasından gelmiştir. STRETCH, söz verilen teknik nitelikleri karşılayam am ış, fiyatı 13.5
milyon $ dan 8 milyon $ a indirildiği halde pek az satılabilmişti. Eğer geliştirme masraf­
larına devlet desteği olmasa, zarar daha da büyük olurdu.
1960’ların başında çok başarılı olan 1401 Serisi (IB M Genel Ürünler Bölümü tara­
fından imal edilmiş) ve 7000 serisi (Veri Sistem leri Bölümü im alatı) ile yetinm e eğilimi
güçlüydü. Ayrıca, bu seriler birbiriyle örtüşüyordu ve her bölüm kendi geliştirm e prog­
ramını aynı seride yelpazeyi giderek genişleten bir şekilde gerçekleştiriyordu. Büyük iç
kavgalar ve IB M ’in İngiltere’deki, H ursley laboratuvarındaki bir proje dahil, birçok y e ­
ni geliştirme projesinin rafa kaldırılm asından sonra, D ata Sistemeleri Bölümü ndeki ge­
liştirmelerden yüküm lü Learson ve Evans, mevcut üretim hatlarına bulaşmadan, tam a­
men yen i ve bir birine uyumlu bir seri üzerinde yoğunlaşm aya karar verdiler. Yeni se­
ri iş aleminin ve bilimsel kullanıcıların ihtiyaçlarını karşılayacaktı. Aynı zamanda, orta­
y a çıkan yeni, melez tümleşik devrelerin kullanılm asına da karar verildi. “Bu, General
M otors’un, mevcut tüm modellerini kaldırıp, onların yerine talep yelpazesinin tümünü
karşılayacak, kökten yeni bir motor tasarımı ve bilinmeyen bir yak ıtla çalışan, tamamen
yen i bir araba serisi getirmesine benzer bir karard ı” (W ise, 1966).
Bu gelişmeler proje rekabetinin kalktığı anlam ına da gelmemelidir; diğer taraltan da
IBM, N PL (sonraki adıyla 360 Serisi) üzerinde yoğunlaşırken, çok büyük bir tesis ge­
liştirme programı (beş yeni tesis) başlatıyor ve baskılı devre üretimine giriyordu. 1964
ve 1967 arasında A&G m aliyetlerine ek olarak, IBM makine kiralam ak, tesisler ve teç­
hizat için de 4.5 m ilyar $ ayırm ıştı.
Piyasaya yeni bir seri çıkarmanın riski çok büyüktür ve bu biliniyordu ancak yeni
bir seri olmazsa, hem büyüme hızında ciddi bir azalma hem de büyük bilgisayarlarda li­
derlik pozisyonunun yitirilm esi durumunda kalınacağı için karar çok kritikti. Evans’ın

207
bu kararı verm ekteki haklılığını ifade etmek için kullandığı mantık, daha sonra Rolls-
Royce un yen i kuşak jet uçak motorlarını (the Spey) çıkarm ak için kullandığı gerekçe
ile kelimesi kelimesine aynıdır. Evans, başka bir şey yapm anın veya hiçbir şey yapm a­
manın riskinin bundan yan i 360 Serisini çıkarm aktan çok daha fazla olduğunu söyle­
mişti (W ise, 1966).
IB M ’in dışında bir düzineden fazla Amerikan firması EDP piyasasına girmişse de,
1960’dan önce hiçbiri elektronik veri işleme bilgisayarlarından kâr etmemişti. Renkli te­
levizyonda olduğu gibi, RCA General Electric ile beraber 100 milyon $ ’lık ağır bir y a ­
tırımdan sonra, 1970’lerin başında piyasadan çekilmek durum unda kalmıştı. General
Electric ayrıca, A vrupa’da sağlam bir köprü başı kurm ak için başlıca Fransız TV üreti­
cisi B ull’u satın alm a girişiminde de bulunmuştu. IBM ise 1970’lerde, piyasalardaki ege­
menliğini sürdürebilm ek için mini bilgisayarlar ve büyük boy bilgisayarlar gibi, piyasa­
nın bazı özel kesimlerinde başarıyla mücadele vermişti. M ikro bilgisayarların gelişi da­
ha ciddi bir tehdit yarattı; fakat IBM, geç kalmış olmasına rağmen, kendi makinesini çı­
karabildi.
Genel kanaat, IBM in dünya bilgisayar piyasalarında PC ’nin ortaya çıkm asıyla de­
ğişen durumu anlayam ayacak kadar büyük boy (= mainframe) bilgisayarlara bağlanmış
olduğu şeklindedir. IBM, 1980’de kendi hızlı programını uygulam aya koymadan önce,
yeni piyasada, Atari, Apple, Commodore ve Radio Shack gibi firm alar ortaya çıkmış ve
satışlar 1 m ilyar $ ’a ulaşmıştı. IB M ’in kendi, A&G sistemi dışında ayrı bir özel grup top­
lanarak önce Jim Lowe ve sonra da Don Estridge yönetiminde çalışm aya başladı. Bun­
lara satılabilir bir ürün geliştirm ek için bir yıllık süre verildi. Takım başarıya, IBM için
alışılmamış bir yo lla yan i makinenin program ve parçalarından çoğunu dışarıdan temin
ederek, ulaştı. Robert C ringeley’in (1994) tabuları yıkan fakat çok da eğlendirici eseri
( IB M H ik â yelerin in H ep si D o ğ ru d u r), firmanın, M icrosoft’un çalıştırm a sistemini
(M SD O S) alarak, M icrosoft’un PC piyasasında egemenlik kurm asına yol açan çok cid­
di stratejik hatayı anlatm aktadır. D iğerleri de, aynı şekilde, IB M ’in, o zaman küçük bir
firmanın (50 çalışan) başı olan Bill Gates ile yapılan anlaşmanın uzun dönemdeki vahim
sonuçlarını göremediğini belirtm ektedirler.
Kişisel bilgisayarlarda (PC ) dünya piyasalarında belli bir pozisyonu korumasına
rağmen, IBM 1980’ler ve 1990’larda daha önce görmediği ölçüde bir rekabetle karşılaş­
tı; dünya çapındaki iş gücünü %50 azaltm aya mecbur olduğu gibi, kârlılığında da müt­
hiş bir azalm a oldu. Kişisel bilgisayarlarla iş istasyonlarının hızla yayılm ası, büyük bil­
gisayar satışlarında nispi bir azalm aya ve im alattaki ölçeklerin tamamen değişmesiyle
bu avantajdan yararlanan birçok yeni firmanın piyasaya girmesine yol açtı. Rekabet çok
yönlüydü: NEC, Fujitsu (büyâik makineler) ve Toshiba (taşınabilirler) gibi Jap o n fir­
m aları dahil, PC’leri başlıca özelliklerini taklit eden (=cloning) sayısız küçük firma or­

208
taya çıktı. Yazılımın, donanıma göre nispi ağırlığı büyüdükçe yeni yazılım firm aları or­
talığı kapladı. Bunların hikâyeleri, taşlayıcı, güzel bir üslupla yazılm ış ve kendine u y­
gun bir başlık seçmiş olan, C ringeley’in T esa d ü fi im p a ra to rlu k la r (A ccid en ta l E m p ires)
(1994) kitabında çok güzel anlatılır. Yeni çıkan hiçbir kitap, ABD ’deki yazılım ve bil­
gisayar donanımına ilişkin yeniliklerdeki belirsizliklerin ve karm aşanın derecesini y a da
çok genç bilgisayar meraklılarının/hastalarının rolünü (uçukların zaferi) bundan daha
canlı biçimde anlatamaz.
“Transputer” ve paralel işlemlere dayalı olarak, 1980’lerin en güçlü bilgisayar sistem­
lerindeki gelişmeler, belli sayıdaki bilgisayarı birleştirm eyi mümkün kıldı. Sanayi A&G
si ile üniversite grupları arasındaki etkileşim, tekrar yeni mimariler geliştirm ekte önem
kazandığı gibi, ya rı iletken firm alarıyla bilgisayar firm aları arasındaki etkileşim ler de gi­
derek önem kazandı (M olina, 1989). IB M ’in y a rı iletken teknolojisindeki yeteneği,
onun esas gücünü oluşturm akla birlikte, yin e de INTEL ve diğer devre elem anları ima­
latçılarıyla işbirliğini engellemedi. Birbirine bir ağ üzerinden bağlı bilgisayarlarla y a p ı­
lan işlemlerin artışı, IBM 'e 1990’larda yen i fırsatlar sağlam ıştır.

7. 6 Elektronik Devre Elemanları8


Elektronik sermaye malları sanayisindeki geliştirme süreci, genel olarak mevcut ele­
manları yeni bir tarzda birleştirme yöntem leri, yeni elemanların yen i tasarım lara dahil
edilmesi veya yeni tasarım gereklerini karşılayacak yeni elem anlar geliştirilmesinden
oluşur. Bu işler de göründüğü kadar basit değildir. Büyük bir bilgisayarda yü z binden
fazla, büyük bir elektronik telefon santralında bir milyondan, Apollo roket sisteminde
on milyondan fazla eleman vardır. Nihai ürünleri yapanlarla eleman yapım cıları arasın­
da, tasarım aşamasında çok yak ın bir işbirliği vardır; daha karm aşık ürünlerde parçala­
rın ikmali, belli alt devrelerinin birleştirilm esi (=subassemblies) ve test düzenlemeleri
için çok ileri programlama teknikleri gerekir. Giderek program yazılım (software) ma­
liyeti, donanım (hardware) geliştirme m aliyetini geçerek, bir sistem bütünündeki en ha­
yati faktör haline gelmiştir (H obday).
Eğer elektronik devre elemanları yeni ürünlerinin perform anslarında fevkalade iler­
lemeler kaydetmişlerse, bundan en çok m üşteriler yararlanm ışlardır, ikinci D ünya Sa­
v aşı’ndan önce, Avrupa firmalarının bu alanda fazla bir eksikliği yoktu: V alflarda ve
lam balardaki (tubes) en önemli ilerlemeler, A vrupa'da Philips, Telefunken9, GEC, AEI
(BTH ) ve M arconi tarafından yapılm ış, Avrupa üniversitelerinin katkıları da önemli ol­
muştu. Savaştan sonra durum tamamen değişti. Artık tüm önemli dava elemanı icat ve
yenilikleri A BD ’de ve daha sonra Jap o n y a’da yap ılır oldu; Avrupa, im alatta bir ile dört
y ıl geriden gelmeye başladı, bu üretim de Amerikan ve Jap o n firmalarının buradaki
kolları tarafından yapılıyordu. En büyük sıçrama, Bell Laboratuvarlarında (AT&T)

209
transistorun icadıdır. Aynı zamanda, pasif elemanlar denilen (örneğin direnç ve kapasi-
törler) diğer birçok devre elemanının tasarım ve perform anslarında da devrimsel iyileş­
tirmeler yapıldı.
Bu yen ilik ler ve iyileştirm eler, geliştirm e çalışm aları kadar temel araştırm alara da
dayanm aktadır. Transistor, geliştirm eye olduğu kadar temel araştırm aya da çok bü­
yü k harcam a yap an bir firmanın laboratuvarlarında icat edilm iştir. Bell Laboratuvar-
ları, transistörler ve transistor kullanan teçhizat için 1953’de, 2.7 milyon £, 1960 sonu­
na kadar 28 milyon £ ve Eylül 1964’e kadar da 57 milyon £ toplam A&G harcam ası
yapm ıştır. M uhtem elen Avrupa firm aları arasında sadece Philips ve Siemens 1960’lar-
da bu ölçekte bir harcam a yapabilm iştir. İleri gelen Jap o n firm aları, yarım düzine
elektronik firması dahil, 1970’lerde, A B D ’nin askeri elektronik için yap tığı büyük kat­
kılardan yoksun olm alarına rağmen (A&G harcam aları cinsinden) Am erikan ligine g i­
rebiliyordu.
(Amerikan Adalet B akanlığı’nın 1949'da açtığı ve sonunda, 1956’da, tarafların uyuş­
m asıyla düşmüş olan anti-tröst davasından sonra) Bell’in temel patentleri, 25.000 $ ro-
yalti ödeyen herkes tarafından elde edebilirdi. Bundan önce yapılan lisans anlaşm aları
ise her firm ayla yapılan ayrı görüşmelere bağlıydı. Karşılığında, kendine ait teknik bil­
gileri verebileceğini ifade eden firm alara daha iyi koşullar sağlanm akla birlikte, genelde
25.000 $ ’lık tek bir ödeme yapılm aktaydı
W estern Electric Şirketi (Bell), 1952-63 arasında, dünyanın her yanındaki firm alar­
dan karşılıklı lisans çıkarları dışında, 9 milyon £’dan fazla royalti geliri elde etmişti ki
bunun 3 milyondan fazlası transistörlere aitti. Bu gelirin en büyük kısmı ABD dışında­
ki firmalardan geliyordu (556.000 £’i İngiltere’deki firma baş temsilciliği tarafından ve­
rilen lisanslardır). A BD ’nin endişesi, 1956’daki karardan önce, Bell patentlerini royalti
ödemeden kullanırken, bundan sonra verilen patentlere (ayrı anlaşm alarla farklı mik­
tarlarda) bir royalti ödemesinin gerekm esiydi.
1952’den Eylül 1964'e kadar lisans anlaşm alarının yapılm ası ve yönetilm esi için top­
lam 6.3 milyon £ harcanmış olup bunun 1 milyonu transistörler ve ilgili teçhizatla ilgili­
dir. Temel transistor patentleriyle ilgili çapraz lisanslardan doğan kazançlar ise 2.6 mil­
yon £ tahmin edilmektedir. Bu işteki Ingiliz firmalarının payı sadece, 4.000 £ olmuştur.
Bu lisans ödemeleri, Bell’in A&G harcam alarının ancak küçük bir kısmını karşılayacak
mertebedeydi.
Teknolojik ilerleme, 1960’lar ve 1970’ler boyunca hızını sürdürdü; bunun sonucun­
da, Bell’e ilave diğer öncü Amerikan firm aları Avrupa firm alarıyla yap tıkları lisans an­
laşm alarından büyük royalti ve know-how geliri elde ettiler. Fairchild’ın düzlem (pla­
nar) teknolojisi patentleri özellikle önemliydi, Avrupa firm alarının yan ı sıra, Texas Inst-

210
Tablo 7. 2 Tümleşik D evrelerden Sonra Yan iletkenler
Alanında O rtaya Çıkan Başlıca Y enilikler (19601ar-19701er)
Y enilikler Firma İlk ticari üretim

M O S (m etal oksit y a r ı iletkenli) transistor Fairchild 1962


DTL tüm leşik devre Signetics 1962
Gunn diyodları IBM 1963
LED (ışık ya y a n diyodlar) Texas Instruments 1964
TTL tüm leşik devresi TRW 1964
M O S tüm leşik devresi G eneral M icroelectronics 1965
General Instruments
M anyetik kabarcık bellek W estern Electric
M O SFE T (M O S alan etkili transistor) W estern Electric 1968
Philips
Schottky TTL Texas Instruments 1969
CCD (yükü bağlaşık eleman) Fairchild 1969
Tam layıcı M O S RCA 1969
Statik R AM Intel 1969
Safir üstü silikon (SO S) RCA 1970
P-M O S 1971
3-Transistör hücreli dinam ik R A M (İK bit) Intel 1971
CMOS 1971
M ikroişlem ci Intel 1972
12L tüm leşik devre Philips 1973
1-Translator dinam ik R A M hücresi (4K bit) Intel 1974
V M O S tüm leşik devre AMI 1975
C2L tüm leşik devre 1976
MNOS 1976
M ikro b ilgisayar Intel 1977
V -M O S M itshubishi 1978
64-K bit bellek Fujitsu 1978

K a yn a k : D o si (1981)

Tablo 7.3. Yan iletken Sanayisinde B aşlıca Üretim T eknolojileri (19601er-19701er)

Y enilikler Firm a Adı Geliştirme Tarihi

Tek kristal büyütme W estern Electric 1950


Bölge inceltme (zone refining) W estern Electric 1950
Alaşım prosesi General Electric 1952
3-5 bileşimleri Siemens 1952
Püskürtm eli aşındırm a Philco 1953
O ksit maskelem e ve yay m a W estern Electric 1955
Düzlem süreç Fairchild 1960
Epitaksiyal süreç W estern Electric 1960
Plastik kaplam a General Electric 1963
Işın ucu W estern Electric 1964
D ielektrik yalıtım Motorola 1965
Toplayıcı yayılm asın ın yalıtım ı W estern Electric 1969
iyon gömme M ostek 1970
Kendinden ayarlı silikon kapı Intel 1972
Tüm leşik zerk m antığı Philips 1973
D ikine yerleştirilm iş transistor AM I 1975
Çift polisilikon prosesi M ostek 1976
Elektron ışını ile maske bindirme 1976
Plazma nitratın işlenmesi 1976
Alt katm ana (35 mm film) "dışarıdan” Sharp (Jap o n y a) 1977
otomatik tel bağlam a
D ikey zerk m antığı M itshubishi 1978

K a yn a k : D o si (1981)

211
ruments ve ITT gibi önde gelen Amerikan firm aları da bu teknolojiyi elde etmek için
Fairchild ile lisans anlaşm aları yaptılar. Doğrusunu söylemek gerekirse, Avrupa’da,
A BD ’y e lisansı satılan pek az eleman geliştirilm iştir: Örneğin, Lucas’m 1954’de başa­
rıyla geliştirdiği yüksek voltaj ateşleme sistemleri için tasarlanm ış sanayi y a rı iletkenle­
rinin lisansı, ABD ’de Delco firmasına verilm iştir. Gunn diyotlarınm üretimine ilk kez
Ingiltere’de başlanmış ve Siem ens’in ultra-saf silikon prosesi patentinin lisansını
W estinghouse almıştır. Fakat sonuçta, Amerikan firm aları devre elemanları alanında,
önemli bir “teknik ödemeler” dengesi fazlası vermiştir. Bu da, A m erika’nın bu alanda,
savaştan sonraki teknolojik üstülüğünü yansıtır. M ikroişlem ciler alanında 1970’lerdeki
gelişmeler, genelde ABD firmalarının hemen tüm önemli yeniliklere imza atmalarının
ve hızlandırm alarının nedenidir (Tablo 7.2 ve 7.3).
Teknik k n o w - h o w ’m yayılm ası sadece ödeme im kânına bağlı değildir. Y ayılm a kişi­
sel tem aslara ve tartışm alara veya personel hareketlerine bağlı kalm aktadır ki Amerikan
firmalarının burada önemli bir avantajı vardır. Texas Instrument’in Araştırm a M üdürü
Bell’den geldiği gibi, diğerlerinde de anahtar personel diğer firm alardan transfer olmuş­
tur. Tablo 7.3 ve 7.3’ün de gösterdiği gibi, özellikle Bell’in özgün yeniliğinden sonra
W estern Electric (AT&T’nin üretim branşı), Texas Instrument, Fairchild ve Intel,
elektronik devre elemanları teknolojisindeki ilerlemeye önemli katkılar yapm ışlardır.
Golding A&G personelinin firm alar arasındaki hareketinin, firm aların gelişmesindeki
büyük önemini ayrıntılarıyla belgelemiştir. Düzinelerce firma, çoğu fazla yaşam asa da,
bu yo lla kurulm uştur. Bunun ötesinde birçok araştırıcı veya grup, büyük ve eski bazı
firm alara katılarak, buralarda y a rı iletken çalışm alarını başlatm ışlardır. “Silikon Vadi­
si” ndeki ve diğer yerlerdeki Amerikan firmaları, sadece bu hareketlilikten değil teçhi­
zat yapım cıları ve Stanford gibi üniversitelerle yakın tem asta olmaktan da çok yararlan ­
mışlardır. Firm aların birbirinden personel alıp, yakın ilişkiler ve iletişim kurm aları, bir­
çok önde gelen Avrupa ve Jap o n firmasının Amerikan elektronik sanayisinde, çoğun­
lukla küçük ve orta boy firm aları satın alarak ortaklıklar kurm alarına yo l açmıştır. J a ­
ponların ve sonra da Güney Korelilerin, bellek yongaları tasarım ve imalatında, Ameri­
kan ya rı iletken sanayisini yakalayabilm eleri, kısmen bu stratejiye kısmen de Amerikan
üniversitelerinden mezun olan öğrencilerle Amerikan firm alarında çalışmış olanları işe
alm aları sayesinde olmuştur.
Bell’deki önemli icatlardan sonra, ABD Hükümeti bu sanayiyi desteklemeye başla­
dı. Hükümet, 1950’den beri A&G’y i en geniş biçimde desteklediği gibi, başlıca firm ala­
rın kapasitelerini genişletmelerine yardım edip, büyük siparişler vermiştir. Arthur D.
Little tarafından yapılan bir çalışma şunları bulmuştur:

212
i

Hükümet, 1950'lerde, y a rı ilekenler, özellikle transistörlere büyük ilgi duyarak, geliştirm eleri kam ­
çılam aya çabaladı. Hüküm et 1950’ler ortasında, transistörlerin gelecekteki askeri teçhizatta y e r ala­
cağına ikna olduğundan, askeri elektronikte belli tiplerin üretilmesi ve geliştirilm esi için yatırım la­
rı hızlandırdı.
Bir düzine kadar önde gelen y a rı iletken firm asıyla yapılan, toplam 30 farklı tipte germanium ve si­
likon transistor üretim anlaşması, bunlardan bazılarının bu sanayide y e r almasına yardım etmiştir.
Birçok durum da kamu yatırım ları, firmanın bu işe tahsis ettiği serm aye teçhizatı y a da tesis alanı ka­
dardı. Böylece y ıld a toplam bir milyonun üstünde transistor üretim kapasitesi potansiyeli yaratıld ı.

(Little, 1963, s. 20)

Şekil 7 .3 Yan İletken Sanayisinde Tipik B ir Ürün D evresi Biçim i


K a yn a k : G o ld in g (19/2)

Bu sonuçlar, Golding’in (1972) ya rı iletken sanayisinde ölçeklere ilişkin araştırm a­


sıyla da doğrulanm aktadır. Golding, öğrenme eğrisine bağlı olan dinamik ölçek ekono­
milerinin, y a rı iletken im alatında verim lilik olgusu nedeniyle özellikle yeni cihazlarda
önemli olduğunu buldu. Çok küçük mikroskobik parçaların üretimi sırasında saf ve te­
miz bir ortamın idame ettirilm esindeki güçlükler nedeniyle başlangıçta verim % 5-10 ka­
dar düşük düzeydeydi. Açıkçası, çok büyük ölçek ekonomileri üretimdeki verim liliği
garanti edebilirdi ve bu da önemli biçimde, üretim hacminin bir fonksiyonuydu. Benzer
olgular, hızlı teknolojik değişime tabi diğer üretim süreçlerinde de görülüyordu ve ilk
kez uçak sanayisinde belgelenmişti. Golding (1972), birim başına m aliyet azalmasının,
birikim li m iktarların ikiye katlanm asıyla %20-30 civarında olduğunu tahmin etmiştir
(Andress, 1954; Sturm ey, 1958; Beloff, 1966). Bu değerler, uçak üretimi için tahminler
yapan Plowden Raporundaki (1965) değerlerden iki kat daha fazladır (Şekil 7.3).

213
Tablo 7. 4 D ünyadaki önde Gelen Yarı iletken Ü reticileri (1988-89)

Sıralam a Firma 1989 P iyasa payı


1989 1988 G elirleri (mil. $) (% )

1 1 N EC 4.964 8.9

со
co
2 2 Toshiba 4.889
3 3 Hitachi 3.930 7.0
4 4 M otorola 3.322 5.9
5 6 Fujitsu 2.941 5.3
6 5 Texas Intruments 2.787 5.0
7 8 M itsubishi 2.629 4.7
8 7 Intel 2.440 4.4
9 9 M atsushita 1.871 3.4
10 10 Philips 1.690 3.0
11 11 National 1.618 2.9
12 12 SGS-Thomson 1.301 2.3
13 18 Sam sung 1.284 2.3
14 15 Sharp 1.230 2.2
15 20 Siemens 1.194 2.1
16 14 Sanyo 1.132 2.0
17 17 Old 1.125 2.0
18 13 AMD 1.082 1.9
19 16 Sony 1.077 1.9
20 19 AT&T 873 1.6

K a yn a k : D a t a q u e s t d e n alıntı, E le c t r o n ic B u s in es s , 16 N isan 1990, H o b d a y (1991)

Bu “dinam ik” ölçek ekonomileri, üretim sürecindeki emek ve iş yönetimin, kendini


koşullara uyarlayan öğreniminden kaynaklanm aktadır. Bunlara, A&G faaliyetinden
doğan iyileştirm elerle normal “durağan” ölçek ekonomileri yan i daha büyük üretim ve
satışların, bir birim başına sabit m aliyeti düşürmesi eklenmelidir.
ABD Hükümet siparişleriyle artan üretim hacimleri nedeniyle ortaya çıkan yen i üre­
tim araçları, çok daha küçük üretim hacimleri ve belirsizliklerle karşı karşıya olan Av-
rupa’dakilerle karşılaştırıldığında, ABD im alatçılarına inanılmaz rekabetçi bir üstünlük
veriyordu. Bunlar, Amerikan im alatçılarının dünya piyasalarındaki egemenliğine, Av­
rupa’nın y a rı iletken ithalatında en yü ksek payı alm alarına ve buralarda birçok ortak
şirket kurm alarına yansıdığı gibi, Avrupa firmalarının yaşayabilm ek için çok büyük
güçlüklerle karşılaşm alarına yo l açmıştır.
Ancak Jap o n firm aları, Amerikan firm alarının başlangıçta savunma piyasaları için
y a rı iletken sanayilerinde uyguladığı ölçek artırım ının benzerini, tüketim elektroniği pi­
yasasında gerçekleştirdiler. Bu stratejide o kadar başarılı oldular ki, 1980’lerin sonun­
da, dünyadaki en büyük beş y a rı iletken üreticisinden 4 ’ü Jap o n firm asıydı (Tablo 7.4).

214
Tablo 7. 5 D ünya Çapındaki En Büyük On Yan İletken Satıcısı

Sıralam a Firma 1994 toplam 1994 IC 1994 diğer 1994/1993


1994 1993 1991 y a rı iletken satışları ürün satışları % değişim
satışları (m.$) (m.$) (m.$)

1 1 5 Intel 9.850 9.850 - 30


2 2 1 N BC 8.830 7.855 975 25
3 3 2 Toshiba 8.250 6.614 1.636 32
4 4 4 M otorola 7.011 5.870 1.141 21
5 5 3 Hitachi 6.100 5.300 800 20
6 6 8 Tl 5.550 5.500 50 35
7 7 12 Sam sung 5.005 4.365 640 61
8 8 7 M itsubishi 3.959 3.286 673 34
9 9 6 Fujitsu 3.335 2.975 360 14
10 10 9 M atsushita 2.925 2.145 780 26
Toplam 60.815 53.760 7.055 30

K a yn a k : I n te g r a t e d C ircu it E n g in e e r in g C o rp o r a tio n (1995)

Dosi’nin görüşü, bu sanayinin, 1970’lerde olgun bir oligopol haline geldiğidir. Bu


oligopol, ABD ’y e Jap on ihracatını sınırlayan hüküm etler arası ve firm alar arası anlaş­
malarla, geçici olarak güçlenmiştir. Yine de bu anlaşm alar, teknik ilerlemenin hızı kar­
şısında nispeten istikrarsız kalmıştır. A&G’de firm aların yardım laşm ası ve hükümet
desteğiyle, bazı Amerikan firmaları 1990’larda, Jap on firm alarının ele geçirdiği piyasa­
ları ve paylarını geri alm ayı başardılar (Tablo 7.5). Bunun ötesinde, 1980’ler ve
1990’larda, Kore firm aları bu ilk gruba girm eyi başardılar. Bu “yakalam a”daki sürpriz
başarı, 12. Bölüm’de ayrıntılarıyla ele alınacaktır.
Y arı iletken üretimi hâlâ son derece karm aşık ve güç bir işlemdir; yüzden fazla fark­
lı aşamada, kaplama, pişirme, aşındırm a vb. işleri gerektirir. Appleyard e t al., (1996),
bir seri firmayı inceledikten sonra, bu aşam aların çoğunun bilimden ziyade, zanaat ve
örtük bilgi içerdiği sonucuna varmıştır:

Bu işler hemen temelinden iyice anlaşılam az, farklı teçhizat y a da farklı tesislerde kolaylıkla tekrar­
lanamaz; parçacıkların (toz) olmadığı bir im alat ortamı ister. Ürün yeniliği, otomobil üretiminde ol­
duğundan çok daha fazla üretim yeniliğine bağlıdır. Yeni bir otomobilin çıkarılm ası, parçaları üre­
ten presler, yeni kalıplar ve aletlerin yerleştirilm esi için önemli bir zaman ve yatırım gerektirirse de,
genel üretim teknolojisinde kayd a değer bir değişme nadiren gerekebilir. Öte yan dan y a rı iletken
üretimi, ürün ve üretim süreci özellikleri dolayısıyla, ürün ve üretim teknolojileri bir birine çok sı­
kı bağlıdır. Bunu ötesinde, bilimsel olarak işin esası tam anlaşılm azsa, üretim teknolojisindeki deği­
şikliklerin büyük m iktar bir deneyim gerektireceği açıktır. Yeni teçhizatın çalışm a özellikleri, ge­
nellikle im alatı için “reçetesi” verilen yen i ürün gibi iyice anlaşılam az. Üretim sürecinin karm aşık­
lığı, ayn ı zamanda, hataların anlaşılm ası ve sebeplerinin bulunm ası için çok zaman ve çaba harca­
nacağı anlam ına gelmektedir.
Appleyard e t al., 1996, s. 6)

215
Firmanın EPD® patentleri
6000
•ekmene

5000

4000 • IB M éHMiip«

<
Toshiba
3000 - •Thomson
»МшмЬма

2000 - So ny* -n ıjıu u


N BC* •AT& T
•Bosch

S te p *
1000- Motorola»
AM D T!(
O K I^ a a y o Ekctriı
•Nal. Seatootew or
. •SanwuBiGiTOp
0•
0 200 400 600 800 1000 1200

Firm anın EPD patentlerinde m ikroelektrik sektörle ilgili olanlar

Şekil 7 .4 M ikroelektronik Sektör Patentlerinin Toplam Firm a


P atent F aaliyetleri İçindeki Yeri, 1988-92.
ffEPO, Europan Patent Office
K a yn a k : E u rop ea n C o m m issio n (1994)

Yüksek belirsizlik derecesi, her yen i nesil yongada, yen i A&G ve yeni tesis m aliyeti­
nin aşırı m aliyetiyle birlikte sektöre giriş için aşılmaz bir engel yaratır. Benzer düşünce­
ler doğal olarak, daha küçük bir ölçekte olmak üzere, “özel tümleşik devre uygulam ası”
(A SIC s)1 denemelerinin m aliyetleri için de geçerlidir. Bu nedenle, mikroelektronik hâlâ
çok A&G yoğun bir sanayi olup, A&G giderleri çok kez satışların %10’u kadar tutm ak­
tadır. Siemens, Philips, Hitachi veya M atsushita gibi büyük, çok ürünlü firmalar, top­
lam A&G bütçelerinin en büyük kısmını mikroelektroniğe ayırm akta ve bu alandaki pa­
tentlerinin toplam patentlere oranı,toplamın %20'sine ulaşm aktadır (Şekil 7.4). Bu çok
hızlı büyüyen sanayide hâlâ belirsizlik ve karm aşa hâkimdir. Yeniliğin maliyetinin fir­
ma büyüklüğüyle ilgisi 8. ve 9. Bölümlerde ayrıntısıyla tartışılacaktır. Bu bölüm, m ik­
roelektronik teknolojisinin, ekonominin diğer sektörlerine etkileri anlatılarak tamam la­
nacaktır.

7. 7 Mikroelekronik Devrimi
Yeni bir teknolojinin çok büyük bir uygulam a potansiyeli olması, bunların kısa bir
zamanda ortaya çıkacağı anlam ına gelmez. Tersine, yen i ve önemli bir teknolojinin eko­
nomik ve sosyal sistem tarafından özümsenmesi, y ılla r değil on y ılla r alır ve Schumpe-
ter’in (1939) ilk kez belirttiği gibi (bkz. 1. Bölüm) ekonominin uzun dalgalarıyla ilişki-
i “Application specific integrated circu itş”

216
li bir olgudur. Y ayılm a sürecinin uzaması kaçınılmaz, çünkü buhar gücü, elektrik ener­
jisi veya elektronik gibi yeni bir teknoloji dalgası birçok sosyal değişim, iş yönetimi de­
ğişiklikleri, ölçeklerin büyütülmesini ve eğitim gerektirdiği kadar, çeşitli uygulam aları
mümkün kılacak teknolojik icat demetlerinin de ortaya çıkmasını gerektirir.
Carlota Perez (1983, 1989), çeşitli sosyal kurum larm ataletinin, her büyük teknolo­
jik dalganın yayılm ası önünde engel oluşturduğunu ve yeni teknolojiye “uyum lu” sosyal
kurumlarm ortaya çıkmasından önce, sosyal bir deneme yanılm a süreci yaşanm asının
kaçınılmaz olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, gerekli sosyal kurum lar bir kere ortaya çı­
kınca da teknik ilerleme kolaylaşır ve hızlanır.
Elektronik örneğinde W iener (1949) ve Diebold (1952) gibi uzak görüşlü bilim ada­
mı ve mühendislerin 50 y ıl önce, hem fabrika hem de ofiste gerçekleşecek potansiyel bil­
gisayar uygulam alarının ekonomik sistemde yaratacağı değişikliklerle ilgili öngörüleri
temelde doğru çıkarken, zam anlam ayla ilgili bazı öngörüleri son derece yan lış olmuştur.
W iener elektronik sermaye mallarının, elemanların ve diğer yardım cı malzemeler ve
araçların ortaya çıkmasının uzun zaman alabileceğini göremediği gibi, yen i teknolojide
tasarım yapacak, bunları işletip bakımını yap acak m ilyonlarca insanın eğitim gereksi­
nimlerini de öngörememiştir. Son olarak, yen i teknolojinin, o zam anlar nispeten çok
yüksek olan m aliyetlerini veri alarak, birçok potansiyel uygulam anın sırf ekonomik açı­
dan çekici olmadığı sonucuna varmıştır.
Daha önce gördüğümüz gibi, 1950’lerden 1970’lere, elektronik sermaye m alları ve
devre elemanları arz potansiyelinde kitlesel bir genişlemeyle eski elektro-mekanik sis­
temlere göre, nispi m aliyetlerde olağanüstü gelişm eler ortaya çıktı. Ancak, bu gelişm e­
ler de ani olmadı. Bir kez, elektronik sanayi deneyimi fazla olmayan sektörlerde beceri­
li personel sıkıntısı mevcuttu. İkincisi, makine ve teçhizatın m aliyetlerinde çok büyük
düşmeler kaydedilse de, tamamen yen i uygulam a tasarım ları için yazılım m aliyetleri aşı­
rı derecede yüksek olabiliyordu. Uçüncüsü, tam ölçekli otomasyon, buna ilişkin yeni
ağır teçhizat yatırım ları ile mümkün olabiliyordu. Son olarak, önemli hizmet sektörle­
rindeki otomasyon, ancak gerçekleşm esi uzun zaman alabilecek hukuk, örgüt, iş idare­
si alanlarında ve toplumda önemli değişikliklerle mümkündü.
Yaygın bir yeni teknoloji ilk uygulam alarını genelde, her durum da çok m iktarda y e ­
ni yatırım lar gerektiren ve yeniliklere direnç göstermeyen, yeni doğan ekonomik sek­
törlerde görülür. Böylece, mikroelektroniğin başlangıçtaki temel uygulam aları, bizzat
elektronik sanayinin kendisinde gerçekleştirilmiştir.
Yeni teknolojiyi yaygın biçimde kullanan ikinci grup firmalarda, elektronik alt sis­
temler toplam üretim maliyetinin önemli bir kısmını oluşturm akta ve gerekli becerilere
sahip bulunm aktadır (bilimsel aletler ve yazar kasalarda olduğu gibi) y a da (hesap ma-

217
kirıelerinde olduğu gibi) makine yapım cılarının saldırgan stratejileriyle bu teknolojileri
firm alarına alm ak zorunda kalm aktadırlar.
Elektronik teknolojisini nispeten hızlı benimseyen üçüncü grup firm alar ise, büyük
ölçekte akış üretim sistemleri işletmekte olan, özellikle 1960’lar ve 1970’lerde genişleyen
piyasalar nedeniyle iş yönetiminde yen ilikler yapm a durum undaki kim ya ve elektrik
enerjisi üretim sanayileri firm alardır. Sürekli akış prosesleri, daha o zam anlarda bile es­
ki tekniklerle kısmen otomatik hale getirilm işti. Bu üç grup firma da, savaştan sonra y e ­
ni teknolojilerle ölçek ekonomilerini birleştirme yoluyla, işgücü verim liliğinde çok bü­
y ü k ve sürekli artışlar yapabilm işlerdir.
Ekonominin eski ve yavaş büyüyen (ya da küçülen) sektörlerine gelince, özellikle iyi
mühendisleri olm ayanlarda yen i teknolojilerin yayılm a sorunları çok farklı olmuştur.
Görgül yayılm a incelemelerinin ortaya koyduğuna göre, devrimci teknolojik yenilikle­
rin, bunu benimseyecek potansiyel nüfusun çoğunluğuna yayılm ası için, otuz yıllık hat­
ta daha uzunca bir dönem normaldir.
De Bresson (1991) en önemli ve yayg ın teknolojilerin, önce kamu laboratuvarları ve
üniversitelerde kendini gösterip, sonra güçlü A&G yapıların a sahip alet yapım cıları ve
sermaye malı im alatçılarına geçtiğini ve son aşamada, büyük tüketim malı sanayilerine
ve hizmet sektörlerine girdiğini söylemektedir.
B ilgisayarların hizmet sektörlerinde çok daha hızla yayılm a işaretleri, bunların sayı­
sının 1980’ler ve 1990’larda ikiye katlanması, bazı hizmet sanayilerinde A&G faaliyeti­
nin çoğalması, telekomünikasyon ve bilgisayar alanlarına yü ksek yatırım larla kalifiye
bilim adamı ve mühendislerin artışıdır. Bu değişmeler daha geniş biçimde 17. Bölümde
tartışılacaktır.

218
Notlar

1 Radyo ve televizyonun erken tarihi için bkz. Sturm ey (1958); M aclaurin (1949); Briggs (1961); Teiefunken (1928,
1953); Radio Corporation of Am erica (1963).

2 Owen Y oung’ın beyanatı: "Amiral Bullard ofisime geldiğinde, daha yeni, Paris'de gördüğü Başkanın, ABD'nin
savaş sonrası durum undan endişe ederek, uluslararası nüfuz sahibi olacağım ız üç anahtar alanın denizcilik, petrol
ve radyo olabileceği sonucuna vardı. Fakat radyoda, Ingilizler şim dilik üstün durum dadırlar ve tüm teknolojik y e t­
kinliğiyle Amerika, en azından eşitliği yak alayab ilecek bir fırsata sahipti.”

3 Televizyon, Baird'in pek işe yaram ayan m ekanik sistem ini kullanarak 1929'da yay ım a başladı. 1930'larda oldukça
gülünç bir yab ancı düşm anlığıyla, B B C y i sözüm ona "A m erikan” EM İ sistemini dışlayarak m ekanik "İngiliz” siste­
mini kullanm aya ikna çab alan vardı.

4 R adarın erken tarihi için bkz. Postan e t al., (1964); Teiefunken (1928, 1953); Gartm an (1959).

5 Örneğin, bomba yönlendirm ek için kullanılan Lorenz kör yak laşım huzme sistemi ve onu izleyen X -Gerat, pulse de­
ğil, sürekli d algaya ihtiyaç duyan sistem lerdi. Bunlar hassas değildi ve ko laylıkla kan ştın lab ilirdi. Pulse (kesikli d al­
g a) teknikleri 1944’e kad ar kullanılm adı. Benzer nedenlerle, W ürzburg setlerini kullanan Alman y e r savunm a zin­
ciri Freya, Ingiliz bombardıman uçakları tarafından, 1943’de tamamen hareketsiz hale getirilebildi.

6 B ilgisayarların erken tarihi için bkz. Zuse (1961); W atson (1963); Hollingdale ve Toothill (1965) Katz ve Phillips
(1982).

7 IB M ’in gayrisafi geliri, 1946’da, 116 milyon $ ’dan, 1955'de 696 milyon $ ’a, istihdam ettikleri de 22 binden 41 bine
fırladı. 1964'de gayri safi gelir 3.239 milyon $'a, istihdam ise 149 bine çıkm ıştı. 1971’de 8273 milyon $ gelir ve 265
bin çalışan vardı, istihdam bir ara 400 bine ulaşm ış fakat, 1980’Ierin ve 1990’lan n çok rekabetçi piyasa koşulların­
da hızla düşerek 200 binlere inmişti.

8 Elektronik devre elem anlarındaki yen ilikleri tamamen kapsayan çalışm alar için bkz. G olding (1972); OECD
(1968); Tilton (1971); Sciberras (1977); Braun ve M acD onald (1978); Dosi (1982).

9 Örneğin, pentode Philips de; hexode, Steim el tarafından, Telefunken'de geliştirilm işti.

219
BÎRİNCÎ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR

Abramovitz, M. and David, P. A. (1994) Convergence and Deferred Catch-up: Produc­


tivity Leadership and the Waning o f American Exceptionalism, CEPR Publication no.
401, Stanford, Stanford University Press.
Ayres, R. U. (1991) Computer-integrated M anufacturing, vol. 1, London, Chapman and
Hall.
Bruland, K (1989) British Technology and European Industrialisation: the Norwegian
Textile Industry in the M id-nineteenth Century, Cambridge, Cambridge University
Press.
Chandler, A. D. (1977) The Visible Hand: The M anagerial Revolution in American
Business, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Church, R. A. and Wrigley, E. D. (eds) (1994) The Industrial Revolution (11 vols, but
see especially vols, 2, 3, 8, 9) The Economic History Society, Oxford, Blackwell.
Clark, N. (1985) The Political Economy o f Science and Technology, Oxford, Blackwell.
Cringeley, R. (1994) Accidental Empires: How the Boys c f Silicon Valley Make their
M illions, Battle Foreign Competition and still cannot get a Date, London, Penguin.
Dosi, G. (1984) Technical Change and Industrial Transformation, London, Macmillan.
Dyer, J. H. (1996) 'How Chrysler created an American Keiretsu', Harvard Business
Review, July-August, pp. 42-61.
Enos, J. L. (1962) Petroleum Progress and Profits: A History c f Process Innovation,
Cambridge, MA, MIT Press.
Gerschenkron, A. (1962) Economic Backwardness in H istorical Perspective, Cambridge,
MA, Harvard University Press.
Hobday, M. (1995) Innovation in East Asia: The Challenge to Japan, Aldershot, Elgar.
Hounshell, D. (1982) From the American System to M ass Production, 1800-1932,
Baltimore, Johns Hopkins University Press.
Hounshell, D. and Smith, J. K. (1988) Science and Corporate Strategy, Du Pont R&D,
1902-1988, Cambridge, Cambridge University Press.
Hughes, T. (1989) American Genesis, New York, Viking.
Landes, M. (1969) The Unbound Prometheus: Technological and Industrial Development
in Western Europe from 1750 to the Present, Cambridge, Cambridge University
Press.
Lazonick, W. (1990) Competitive Advantage on the Shop Floor, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Metcalfe, J.S. (1997) Evolutionary Economics and Creative Destruction, London,
Routledge.
Mokyr, J. (1990) The Lever o f Riches, Technological Creativity and Economic Progress,
New York, Oxford University Press.

220
Morris, P. J. T. (1982) The development of acetylene chemistry and synthetic rubber
by IG Farben, 1926-1945, DPhil thesis, Oxford University.
Mowery, D. (1983) 'The relationship between intra-firm and contractual forms of
industrial research in American manufacturing, 1900-1940', Explorations in
Economic H istory, vol. 20, pp. 351-74.
Nye, D. E. (1990) Electrifying America: Social M eanings o f a New Technology,
Cambridge, MA, MIT Press.
Pursell, C. W. (ed.) (1991) Technology in America: A History a f Individuals and Ideas,
Cambridge, MA, MIT Press.
Rosegger, G. (1996), The Economics o f Production and Innovation: An Industrial
Perspective, Third Edition, Oxford, Buttersworth.
Rosenberg, N. (1976) Perspectives on Technology, Cambridge, Cambridge University
Press.
Rosenberg, N., Landau, R. and Mowery, D. C. (eds) (1992) Technology and the Wealth
o f Nations, Stanford, Stanford University Press.
Sloan, A. (1963) M y Years with General M otors, New York, Doubleday.
von Tunzelmann, G. N. (1995) Technology and Industrial Progress: The Foundations o f
Economic Growth, Cheltenham, Elgar.
Walsh, V. (1984) Invention and innovation in the chemical industry: demand-pull
or discovery push?', Research Policy, vol. 13, pp. 211-34.
Womack, J. T., Jones, D. T. and Roos, D. (1990) The M achine that Changed the World,
New York, Rawson Associates.

221
II
YENİLİĞİN MİKROİKTİSADI:
FİRMA TEORİSİ
Giriş Notu

I. Kısım, teknolojik ve örgütsel yeniliklerin bileşim iyle ortaya çıkan olağanüstü ve­
rimlilik artışlarının örneklerini göstermişti: pamuk ipliği, petrolde katalitik parçalama,
çelik ve kim ya maddelerinde üretim ölçeklerinin büyümesi, otomobil üretiminde mon­
taj hattı y a da tümleşik elektronik devrelerin m inyatürizasyonu gibi. Aynı zamanda, bir­
çok sanayide ürün yenilikleri yoluyla, porselen sofra takım larından dayanıklı tüketim
mallarına, yeni malzemeden radyo ve televizyona değin çok sayıda ve ucuz ürününün
tüketiciye sunulduğu da gösterilmişti.
Bu kitap, yeniliklerin başarı koşullarını, önce tek firma ve proje düzeyinde (II. Kı­
sım) ve sonra da bir ülke veya bölge düzeyinde (III. Kısım), sistematik biçimde incele­
meye çalışmaktadır. 8. Bölüm, önce firm alarda başarılı yeniliklerin niteliklerini bulma­
y a çalışan bazı deneysel (görgül) araştırm a projelerini ele alacaktır. Bir çok yenilikçi g i­
rişim başarısızlıkla sonuçlanmaktadır; böylece, başarı ve başarısızlığın sistematik bir
karşılaştırm ası SAPPH O projesinde ayrıntılarıyla görüleceği gibi, birçok ilgi çekici so­
nuçlar vermektedir. Bu da bizi, yenilikte başarılı olan firm aların özelliklerini tartışm a­
y a sevk etmektedir.
9. Bölüm’deki tartışm alar, firma büyüklüğünün, yen ilik projelerini, teknolojinin tü­
rü, karm aşıklığı ve m aliyeti açısından kesin olarak etkilediğini fakat kendi başına sonu­
cu belirlemediğini gösteriyor. Bazı alanlarda ve sanayilerde tarihsel gerçeklerin de gös­
terdiği gibi küçük firmalar, yeniliklerde çok önemli roller oynam aktadırlar. Bunların
avantajı, karar vermedeki sürat ve esneklikleri ve genelde geliştirme çalışmasını daha
düşük m aliyetle yapabilm eleridir. Tarihsel boyut burada, firma büyüklüğünün ve bir
teknolojinin ve/veya sanayinin gelişme aşamasının, büyük veya küçük firm aların nispi
katkılarını ve yapabilecekleri yeniliklerin tipini belirleme konusunda kritik olduğunu
göstermektedir.
I. Kısım, teknolojilerin hızlı bir değişme sürecinde, birbiri arkasından geldiğini ve
birçok sanayide firmaların çok hızla büyüyüp, sanayi A&G’si gibi tamamen yen i iş yö ­
netim teknikleri getirmelerine rağmen, temelde fazla bir şeyin değişmediği göstermiştir.
Bu unsurlardan birisi, gelecekteki teknolojik değişmeler ve piyasalar hakkındaki belir­
sizliğinin yaygınlaşm asıdır. 10. Bölüm, karar vermede ve proje değerlendirmede ortaya
çıkan sayısız karm aşık ve ileri matematik tekniklere rağmen, genelde, firmaların, geliş­
tirme harcam alarını ve bunun sonuçlanma zamanını, tam olarak tahmin etmelerinin

225
mümkün olmadığım ortaya çıkarm aktadır. Yatırımın getirisi ve piyasaların gelecekteki
büyüklüğü konusundaki hatalar, tipik olarak, daha da büyüktür. Tipik firmalar, geliş­
tirmenin maliyet ve süresini her zaman düşük tahmin ederler; Concorde uçağı veya
“fast breeder” reaktörü1 gibi çok iyi bilinen bazı durum larda, tahminle gerçek arasında
çok büyük bir fark ortaya çıkar. Piyasaların geleceği hakkındaki tahmin yanılgıları, her
iki yönde de son derece büyüktür. I. Kısım’da görüldüğü üzere, bilgisayar, polietilen ve
sentetik lastik piyasalarının geleceği için yapılan tahminler çok düşük, nükleer enerji
için de aşırı büyük tutulmuştur.
En büyük hata payı örnekleri daha radikal yenilikler için yapılan tahminlerde görül­
mektedir. M evcut ürünlerin yeni uygulam alarına ve küçük iyileştirm elere ilişkin tah­
minler daha doğru çıkm akta ve proje değerlendirme teknikleri çok faydalı yönetim
araçları olarak kullanılm aktadır. Her durumda bu tekniklerin kullanılm ası y a rarlı ola­
bilir: Yeni bir ürünün piyasaya çıkarılm ası ve geliştirme aşam alarındaki çeşitli potansi­
yel güçlükleri ortaya çıkararak firmanın güç ve çabalarını harekete getirmede iyi bir
araçtır. Geleceğin bilinemediği gerçek belirsizlik durumu, doğal olarak temel araştırm a­
ların ve en radikal icatların bir özelliğidir.
Bundan, en riskli ve belirsiz projeler hakkında hiçbir şekilde tahmin yapılm am ası
gerektiği sonucu da çıkarılm am alıdır. Tersine, I. Kısım’daki tarihi açıklam alarda da
gösterildiği gibi temel araştırm alar, uzun dönemde gerçekten son derece yararlıd ır. Gü­
nümüzün en ya rarlı teknolojilerinin çoğunu, temelde üniversite laboratuvarlarındaki,
çok uzun süren fizik, kim ya ve biyoloji disiplinlerindeki temel araştırm alara borçluyuz.
Yine günümüzün en değerli ürünlerinden çoğu, inatçı mucitlerin ve girişim cilerin ser­
vetlerini, kariyerlerini ve hatta hayatlarını tehlikeye atarak, geliştirilm eseydi, mevcut
olmazdı.
Yine de belirsizlik ve risk, birçok firmanın temel araştırm alara ve daha radikal tür­
lerden yeniliklere ele atmasını önlemektedir. Bunun anlamı, kamu harcam alarının bü­
yü k bir kısmını temel araştırm alara tahsis edebilen ülkelerin, biyo teknolojiden enfor­
masyon teknolojilerine değin doğurgan teknolojilerde ve çeşitli radikal yeniliklerde cid­
di katkılar yapabilecekleridir. Bu tür kamu harcam aları, bilim ve teknoloji politikaları­
nın tartışıldığı 4. Bölüm’de ele alınmıştır. II. Kısmın firma stratejileriyle ilgili son bölü­
mü, ister kendileri yapsın isterse rakipleri yapsın, firm aların karşılaştığı teknolojik y e ­
niliklere ilişkin belirsizlikler ve zararlar hakkında bilgi verecektir.
11. Bölüm, firmaların stratejilerini sınıflandırm aya çalışmaktadır: saldırgan, savun­
macı, taklitçi, bağımlı, geleneksel veya fırsatçı. Sayıları az olan saldırgan strateji güden
radikal yenilikler peşindeki firmaların, m uhakkak ki, bu çabalarını temel araştırm alara

i Hızlandırılm ış nötron kullanarak, parçaladığı m addeyi tekrar üreten bir fizyon reaktörü.

226
dayandırm ası gerekmiyor; bazen bu yo la girerler. Savunm a stratejisi güden büyük sayı­
daki firma ise, diğerlerinin yenilikçi çabalarını, çok kısa zamanda, kendi yen i ürünleri ve
üretim prosesleriyle cevap veririler. Buna, bazı durum larda “ikinci hız” (= fast second)
stratejisi denmektedir. Daha büyük sayıdaki firma da çok kez, daha yenilikçi firm alar­
dan, lisans, isim alma (=franchising) y a da alt yüklenici temelinde, doğrudan taklitçi bir
strateji izlerler. Taklitçiler, tamamen bağımlı olurlar veya gelişen ülkelerin teknoloji it­
hal eden firmaları örneğindeki gibi, bağımlı rolünü benimseyerek faaliyete geçebilirler.
Bazı sanayilerde çok az teknik ilerleme olanağı vardır veya gerçekten firm aların kar­
şılaştırm alı üstünlükleri, geleneksel ürünlerini, çok eskiden beri yerleşm iş tekniklerle
yapm alarında yatm aktadır1. M oda ve tasarım yenilikleri böyle durum larda önemli ol­
m akla birlikte, teknik icatları gerektirm eyebilir. Son olarak, piyasalarda ve teknolojide
koşullar o kadar değişkendir ki her zaman küçük bir özel ürün (=niche) belirlem ek ve
bu alana geçmek şeklinde tamamen fırsatçı bir girişim cilik temeli de mevcuttur.
Bu şekilde firma stratejilerini sınıflandırma girişimi, zorunlu olarak aşırı bir basitleş­
tirme demektir. Örneğin, çeşitli ürünleri olan bir firma, her sektörde farklı stratejiler iz­
leyebileceği gibi, bunları da zaman içinde m uhakkak değiştirecektir. Sınıflandırm a ça­
bası, kuşkusuz firmaların A&G’den ve B T S’den (Bilim ve Teknoloji Sistemi) yararlan ­
malarının çeşitli yollarını ortaya çıkarm ası bakımından faydalı olabileceği gibi, birçok
durumda olm ayabilir de. Ancak, teknolojiyi “yakalam a” çabasındaki ülkelerin firmaları
için transfer ettikleri teknolojileri özümsemek ve kendi A&G ve B T S’den giderek artan
biçimde yararlanm ayı öğrenmek için bir strateji kavram laştırm alarında yardım cı olabi­
lir. II. Kısmın sonunda y e r alan bu tartışm alar, bizi, doğrudan III. Kısım’daki ulusal y e ­
nilik sistemleri ve teknoloji yakalam aya ilişkin daha ileri tartışm alara hazırlam aktadır.

i Buna bir örnek olarak, T ü rkiye’de yap ılan ve belki yü z yıld ır hemen her ülkeye ihraç edilen, cazcılardan senfoni or­
kestralarına değin tüm m üzisyenlerin benimsediği, uluslararası üne sahip zillerim iz verilebilir.

227
8. Bölüm

Sanayi Yeniliklerde Başarı ve Başarısızlık

8. 1 Yeni Teknolojiyle Piyasayı Birleştiren Bir Unsur Olarak Yenilik

imdi kısaca tanımladığımız firmalardaki ve sanayilerdeki teknolojik yenilik süreci

Ş hakkındaki kesinleşmemiş bazı genellemeler üzerinde düşünüp, böyle genellemele­


rin diğer sanayilerle bağlantısı ve ekonominin bütünündeki geçerliğini tartışabiliriz.
Jew k es ve m eslektaşları (1958), on dokuzuncu yüzyılın bilim ve teknolojiyi sanıldı­
ğından çok daha fazla birbiriyle ilişkilendirdiğini savunurlar. Gerçekten de, on sekizin­
ci yüzyılda ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında, klasik iktisatçılar bilimsel ilerlem eler­
le sanayideki teknolojik gelişmelerin birbirine bağlı olduğunun pekâlâ farkındaydılar.
Bu kitabın başındaki Adam Sm ith’den yapılan alıntı (1776) bunu kanıtlar. Zaten, daha
önceki yed i bölüm, bilim ve sanayi arasındaki ilişkilerin niteliğinin ve yakın lık derece­
lerinin nasıl büyük değişmeler geçirdiğini göstermiştir.
1. Bölüm’de açıklanm ış olduğu üzere, bu bilgiler, temel bilimden uygulam alı araştır­
malara, oradan da geliştirm e ve ticari yeniliğe doğru fikirlerin tek yönde hareket ettiği,
doğrusal bir A&G modelinin geçerliğini kabul etmemektedir. Tersine, modern bilime
bağlı sanayilerde, bu tür faaliyetler arasında karşılıklı ve güçlü bir etkileşim olduğu gi­
bi, özellikle teknolojinin bilim üzerinde her zaman büyük bir etkisi mevcuttur (Soete ve
Arundel, 1993). Gazis (1979) bu etkileşimin örneklerini IB M ’in laboratuvarlarından
verm ektedir. Yine de bu iki yönlü fikir hareketinin etkinliği, bilimcilerle teknologların
iletişim kurm a yeteneğine bağlıdır.

229
Sanayilerdeki yen i usul yenilik, firma içinde profesyonelleşmiş A&G bölümleri, bu­
ralarda kalifiye bilim adam ları ve mühendislerin istihdamı, firma içinde hem araştırm a
hem de diğer teknik işlevlerin bir arada olması, üniversiteler ve diğer temel araştırm a
kurum larıyla temaslar ve bilime dayalı teknolojik değişimin bir hayat tarzı olarak kabu­
lü gibi, daha önce incelediğimiz özellikleri taşım aktadır. ICI, BASF, Du Pont, IBM,
NEC, GM, Toyota, Siemens, GE, Hoechst, RCA, M arconi, Telefunken ve Bell gibi ba­
zı firmaların son derece güçlü bilimsel ve teknolojik kaynakları olduğunu biliyoruz. Çok
uç bir örnek nükleer silahlar ve atom enerjisidir.
Yirminci yüzyıl içinde icat faaliyetleri, ister sanayi, ister kamu veya üniversite olsun,
kişisel mucitten profesyonel araştırm a ve geliştirme laboratuvarına kaydı. On dokuzun­
cu yü zyıl icadın ve girişim ciliğin kahram anlar dönemiydi: Eli W hitney gibi "demirci, çi-
vici, tekstil ve takım tezgâhı mucidi ve yen ilikçisi” (aklına gelen her şeyi yapabilen)
isimler akla geliyor. H enry Thoreau, yalnız bir filozof olarak yaşarken, mezuniyetinden
on y ıl sonra kendisinden mesleğini tanımlaması istenmişti; o da cevap verdi: Bir m aran­
goz, ciltçi, bir duvarcı, bir cam üfleme ustası, bir ev ressamı, bir ciltçi, bir haritacı ve
tabii ki bir yaz ar ve kurşun kalem yapım cısı. Gerçekten o, kurşun kalemle ilgili bir sü­
rü icat yapm ış ve kendi küçük kalem fabrikasındaki üretim sürecini geliştirm ekten baş­
ka hiçbir şey düşünmediği zamanlar da olmuştur (Petroski, 1989)1. Bu tür adamlar, on
dokuzuncu yüzyılın Amerikalı ve Avrupalı mucitleri için yadırganacak tipler değildir.
Ingiliz Sanayi Devrimi bu tür adam lara çok şey borçludur.
icat mesleğini yirm inci yüzyıla, "büyük m ucit” sıfatı yanında, kurulm asına yardım et­
tiği büyük ölçekli A&G laboratuvarıyla birlikte Thomas Edison taşıdı. Edison şimdiye
kadar hiç kimsenin almadığı sayıda patente (1.093) sahip olarak mucitlerin babası sayı­
labilir; ancak bunu önce N ew ark’da, daha sonra Menlo P ark’ta kurduğu büyük anlaş­
malı araştırm a laboratuvarıyla gerçekleştirebildi. Edison'un çalışma arkadaşları arasın­
da, ilerde, sadece A BD ’de değil Almanya ve Ingiltere’de de şirket A&G laboratuvarla-
rının kurulm asına yardım edecek nitelikte seçkin bilim adam ları ve mühendisler vardı.
Yirminci yüzyılın ilk on yılında, Edison hâlâ icat yaparken, icat faaliyetlerinin odağı,
Menlo Park, Edward Weston veya Tesla’nın laboratuvarlarından Kodak (1895), Gene­
ral Electric (1900) y a da Du Pont (1902) tarafından kurulmuş şirket içi sanayi laboratu-
varlarına kaydı. Thomas Hughes (1989), 1870’den 1940’a kadar ortaya çıkan Amerikan
icat "seli” üzerindeki klasik araştırmasında, Birinci D ünya Savaşı sırasında şirket A&G
faaliyetinin, Amerikan icat faaliyetlerinin merkezi olarak anlaşmalı laboratuvarların y e ­
rini aldığını göstermektedir. Hatta ABD Donanması’nın sanayi araştırm aları destekle­
mesiyle özellikle, Sperry Gyroscope ile kurduğu yakın ilişki nedeniyle askeri sanayi
kompleksi, diye daha sonra adlandırılan yapının doğmaya başladığı da söylenebilir.
i Petroski nin bu eseri “Pencil" Kurşun Kalem yak ın d a TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasında yayın lan acaktır.

230
Ele aldığımız temel yeniliklerin çoğu, uzun dönemde profesyonel A&G faaliyetleri­
nin sonucunda ortaya çıkmıştır: PVC, naylon, polietilen, katalitik parçalama, hidrojen-
leme, nükleer enerji, bilgisayar, televizyon, radar, yarı iletkenler vb. M ucit-girişim cile-
rin anahtar rolü oynadığı yen ilik süreçlerinde bile (en azından ilk aşam alarda) genelde
bilim adamı ve mühendis olan bu mucitler (Baekeland, Fessenden, Eckert, Houdry,
Dubbs, M arconi, Armstrong, Zuse) sürekli araştırm a ve geliştirm e çalışmalarını yü rü t­
tükleri tesislere ve kaynaklara sahiptiler. Bazıları üniversite ve kamu laboratuvarlarını
kullanırken diğerleri özel im kânlara sahipti.
Üniversiteli bilim adam ları veya mucitler çok kez yenilikçi firmaların A&G birim le­
rinde danışman olarak yakın bir işbirliği içindeydiler (Ziegler, Natta, Haber, Fleming,
Michels, Staudinger, Von Neumann). Başka durum larda da özel savaş program ları,
çok seçkin üniversite hocalarını, devletlerin desteklediği yeniliklerde (atom bombası,
radar gibi) çalıştırm ıştır. Teorik bilim temeli ve ilkeleri olmadan gelişmesi mümkün ol­
mayan bilim temelli teknolojilere sahip bu sanayilerde, şu veya bu şekilde temel bilim­
lerle sıkı ilişki içinde olmak normaldir. Bilimsel bilgi tabanı (makromoleküler kimya, fi­
ziki kimya, nükleer fizik ve elektronik), el zanaatı becerisiyle y a da mevcut üretim sis­
temlerindeki deneme yanılm a usulleri ve tesadüfi gözlemlerle oluşturulamaz. Bu daha
önceki birçok teknoloji için doğru olduğu gibi, yenilerde ortaya çıkan biyoteknoloji için
de geçerlidir.
Bu yeni bilimle ilişkili teknolojilerin doğuşunun çok önemli sosyal ve ekonomik et­
kileri olduğu kadar, profesyonel sanayi A&G faaliyetinin büyümesine de yol açmıştır.
Sadece geliştirme usullerini değiştirmekle kalmamış, satış yöntemleri, sanayi yönetim ve
eğitim teknikleri de değişmiştir. Artık firm alarda çalışanların çoğunluğu üretimde veya
malların taşınıp yerleştirilm esinde değil, bilgi ve enformasyon üretimi, işlenmesi ve da­
ğılım ında görev yapm aktadır. En uç durumda, bilgisayar yazılım ve proses tesisleri ta­
sarım ve müşavirlik firm alarında istihdam edilen yüzlerce insan, kâğıt ve bilgisayar çık­
tısından başka hiçbir fiziki ürün vermezler. H atta oldukça “normal” elektronik ve kim­
y a tesislerinde bile, A&G, tasarım, eğitim, teknik hizmetler, patent, pazarlam a, pazar
araştırm ası ve iş yönetiminde çalışanların sayısı üretim hattındakinden daha fazla olabi­
lir. Teknik enformasyonun ve veri işlemenin karm aşıklığı, uzmanlaşmış bir enformas­
yon depolama, kullanm a ve geri alm a (= retrieval) sistemini zorunlu kılm aktadır. Küre­
sel telekomünikasyon sanayisindeki en başarılı firmalardan biri olan Ericsson, 1990’la-
rın ortasında, işgücünün %10’undan daha azını üretimde kullanıyordu. Bu "üretim dı­
ş ı” istihdam, çok kez bir tür Parkinson Kanunu veya gösterişli bir israf diye nitelendi­
rilm ektedir. H atta Gabor (1964) gibi bir bilim adamı mucit bile bu gelişmeyi iktisadi ba­
kımdan gereksiz saym aktadır (belki de sosyal açıdan istenebilir). Kuşkusuz Parkinson

231
Kanunu işlemekte, bu işlerin bazılarında işgücü tasarrufu yapm ak mümkün görünmek­
tedir (aynı şekilde bu üretimde de mümkündür). Ancak bu analizde esas olan, büyüm e­
nin önemli bir kısmının teknolojik değişmeden kaynaklandığı ve yeni rekabet biçimle­
rinin ortaya çıktığıdır.
Her ne kadar yeni sanayileri, esasta onların bilimle ilişkili yen i ürün ve üretim tek­
nolojileri açısından tartışıyorsak da, bunların kökeninde ve büyümesinde piyasaların
çekiş gücünü, temel bir tamam layıcı güç olarak göz ardı etmek mümkün değildir. Bir
çok durumda piyasanın talep ce ph esi acil ve özel bir önem taşır.
Almanların doğal maddeleri ikame eden “ersatz”, ya p ay madde talebi, iki dünya sa­
vaşında da, IG Farben ve diğer kim ya firmalarının yoğun A&G çabalarını kamçıkımış-
tır. Am erika’nın savaş sonrası ekonomisindeki askeri uzay talebinin gücü de, Bell Şir-
keti’nin y a rı iletkenlerdeki çağ açan bilimsel buluşuna dayalı yenilikler dalgasını ve ilk
kuşak bilgisayarları kamçılamıştı. İngiltere’nin savaş zamanı ihtiyaçları her türlü rada­
rın başarıyla geliştirilm esini kam çılarken, Alman Hükümeti aynı şekilde, FM ağlarının
ve radarın geliştirilm esini desteklemişti. Jap o n hükümeti de Toyota y i askeri am açlarla
kamyon sanayisine girm eye ikna etmişti.
Bunların aksi de söz konusudur. Güçlü bir piyasa talebinin olmaması, A BD ’de, bel­
li bir süre sentetik lastiğin, 1940’dan önce de radarın geliştirilm esini, A vrupa’da yarı
iletken sanayinin ve savaştan sonra da renkli televizyon sanayinin gelişmesini geciktir­
miştir.
Bu anlatılanlardan, tarihsel önemleri açık olmakla birlikte sadece savaş zamanı ge­
rekleri ve devletlerin piyasa taleplerinin yenilikleri yeteri kadar kam çıladığı sonucu çı­
karılm am alıdır. Kimya ve diğer proses sanayilerinde firm aların m aliyet düşüren yen ilik­
leri için her zaman güçlü bir talep mevcuttu, çünkü m aliyetleri düşürmek ve teknik y e ­
teneklerini artırm akta büyük çıkarları vardır. Proses yeniliklerinde talep ilgili sanayinin
büyüklüğüne bağlıdır. Burada, yine Amerikan petrol sanayinin, proses tasarım örgütle­
rinin yenilikçi çalışm alarına olan piyasa talebi anahtar bir unsurdur. Özel firmalardan,
devletten veya yerli tüketicilerden piyasa talebi gelmezse, ne kadar çok icat da yap ılsa
bunlar yeniliğe dönüşemez.
Yenilik, temelinde iki taraflı bir olgu veya bir eşleşme faaliyettir. Schmookler (1966),
kendisi tamamen bir tarafa odaklanmışsa da, bu makasın iki tarafını da karşılaştırılm ış-
tır. Yenilik bir taraftan, iktisat m antığıyla yen i bir ürün veya üretim süreci için potansi­
yel piyasa talebinin y a da bir ihtiyacın çok iyi anlaşılm asını gerektirirken, öte yandan,
temini kolay teknik bilgiler ve aynı zam anda özgün araştırm aların sonucu olan yeni bi­
limsel ve teknolojik bilgiler de gerektirir. Deneysel geliştirme ve tasarım, deneme üreti­
mi ve pazarlam a, teknik im kânlarla piyasanın buluşturulm a süreciyle ilgilidir. Sanayi

232
A&G’sinin profesyonelleşmesi, bu karm aşık buluşma sorununa bir cevap olan örgütlen­
meyi temsil ettiği halde, yine de belirsiz bir sürecin el yordam ıyla araştırılm ası gereğini
ortadan kaldırmıyor.
Yenilik literatürü her zaman bu iki cepheden birine ağırlık veren bir teori kurm a ça­
balarıyla doludur. Bazı bilim adam ları, özgün araştırm a ve yeniliğe o kadar ağırlık ve­
rirler ki, piyasa ihmal edilir veya küçümsenir. İktisatçılar da genel olarak talep yanına
ağırlık verirler: “İcatların anası ihtiyaçtır”. Bu tek taraflı yaklaşım lar kısaca, yeniliğin
"bilimin ittiği” (arzyan lı) teorilerle “talebin çektiği” (talep yan lı)1teoriler olarak bir ara­
y a getirilebilir (Langrish e t al., 1972). Bunlar enflasyon teorilerine benzer şekilde, bir­
birini dışlayan değil, tamam layıcı teorilerdir.
Talebin çektiği yenilik teorilerini ağır şekilde eleştiren M ow ery ve Rosenberg (1979),
bu literatürde talep kavramının tutarsız biçimde kullanıldığına işaret ederek, yenilik üze­
rine yapılan görgül araştırm aların sonuçlarının (çok kez olduğu gibi), tek taraflı piyasa
çeker teorilerini desteklemekte de haksız olarak kullanıldığında ısrar etmektedirler. 7.
Bölüm’deki elektronik bilgisayar, bu yeni devrimci ürün hakkında hiçbir fikri olmayan
piyasaların bu tür bir malı değerlendiremeyeceğini gösteren iyi bir örnektir.
İki teoriyi de destekleyen örnekler bulmak güç değildir. Atomik emme (=absorpti-
on) spektrometresi gibi, bunu tasarlayan mühendislerin dışında, ilk aşam alarında müş­
terilerden gelen belirli bir talep olmaksızın yapılan teknolojik yenilik örnekleri çoktur.
Daha da ileri gidilirse “bilimin itm esi” teorisinin avukatları, ne potansiyel müşterisi olan
ne de bunu düşünen bilim adamının, Rutherford örneğinde olduğu gibi bunun ne işe y a ­
rayacağını bilmediği hatta böyle bir imkânı bile reddettiği, lazer veya nükleer enerji ör­
neklerini verecektir. “Talep çekm e” avukatları ise sentetik lastik, katalitik parçalam a
veya Eli W hitney’in pamuk çırçır makinesini örnek göstererek, çok açık bir ihtiyacın
icat veya yeniliğe yol açtığını ileri süreceklerdir.
Bu örneklerden ortaya çıkacak sonuç, tatmin edici bir yenilik teorisinin bütün bu
unsurları göz önünde tutması gerektiğidir. Yenilik, iktisatçılar tarafından yeni bir ürün
veya üretim sürecinin ilk ticari uygulam ası veya üretimi şeklinde tanımlandığı için, bu­
radan girişim cinin yeni fikirlerle piyasaları bağlam ada çok kritik bir katkısı olduğu or­
taya çıkm aktadır. Bir uçta, tek yeniliğin, mevcut bir ürün1 için yen i bir piyasa fikrinde
yattığı durum lar olabilirken; öteki uçta, yeni bilimsel buluşların otomatik olarak bir ge­
liştirme veya uyarlam a olmaksızın, piyasalara komuta edebileceği durum lar bulunm ak­
tadır. Ancak, yeniliklerin çok büyük bir kısmı bu iki uç arasında bir yerd e bulunmakta
ve yen i teknik olanaklarla piyasa olanaklarının hayal edilebilecek her türlü kombinas­
yonunu kapsam aktadır. İhtiyaç icatların anası olabilir fakat yaratıcılık hâlâ bir ortak ge­
rektirmektedir.
i “Science-push” and “dem and-pull” theories of innovation.

233
Şim diye kadar incelediğimiz yeniliklerden hemen hepsi, bu önermeyi desteklemek
için zikredilebilir. M arconi, telsiz haberleşmesinde bir yenilikçi olarak başarı kazandı,
çünkü gerekli teknik bilgiyi, radyo uygulam asının bazı potansiyel ticari değerlendirm e­
siyle birleştirebildi. Sentetik amonyak üretiminde Haber-Bosch prosesi, yüksek basınç­
ta güç ve tehlikeli bir deneysel çalışmayı gerektiriyordu; savaş ve doğal maddelerin kıt­
lığı korkusuyla kam çılanarak önemli bir yap ay gübre piyasası gelişmesine yo l açtı. Ön­
cesinde piyasayı hiç değerlendirem ediği halde, IBM dünya bilgisayar sanayisinde, bir
zamanların en başarılı firm asıydı, çünkü tasarım ve yen i model bilgisayarlar geliştirm e­
deki kapasitesini piyasalar hakkındaki derin bilgisi ve güçlü satış örgütüyle birleştire­
bildi. General Electric ve RCA gibi firmalar, benzer ve hatta daha fazla bilimsel ve tek­
nik güce sahipken, piyasaları az bilmeleri, başarısızlığa yol açtı.
Gerçekten tek yan lı yeniliklerin daha az başarıya ulaşabileceğini, önceden görebili­
riz. Potansiyel piyasaların özel taleplerini y a da ürünlerinin piyasalara göre m aliyetleri­
ni dikkate alm ayan heyecanlı bilim adamı mucitler y a da mühendisler, sonunda yen ilik­
çi olarak başarısızlığa uğrarlar. Bunlar teknik başarıları ve güçlü A&G örgütlerine rağ­
men, bilgisayarda EMİ ve AEI’nin, radarda ise çeşitli Ingiliz firmalarının başına gelmiş­
tir. Sanayi A&G faaliyetinin profesyonelleşmesi demek, çok kez içerideki baskı grupla­
rı tarafından piyasa potansiyeli, satış örgütlenmesi ve m aliyetler dikkate alınmadan ba­
zı “teknolojik olarak çok tatlı” fikirlerin zorla kabul ettirilm esidir (itelenm esidir).
D iğer taraftan, bir ürün ve üretim sürecini yeterli şekilde geliştirebilm ek için gerek­
li bilimsel m üktesebatı olmayan girişim ciler veya m ucit-girişim ciler de, p iyasa potansi­
yelin i ve bunların satışını çok iyi bilseler bile, yen ilikçi olarak başarısızlığa uğrayacak­
lardır. Bunlara örnek, Perkes’in plastik tarağıyla B aird’in televizyonunun akıbetidir.
Bu başarısızlıklar yine de, kişisel çabalar boşa gitse de, sonunda yeniliğin nihai başa­
rısına katkıda bulunabilir. Yeniliğin sosyal mekanizm ası piyasada kalabilm ektir. Tek
başına yen ilik yapan bazı firm aların uğradığı başarısızlık, yen iliğin içinde saklı teknik
belirsizliklerden ve piyasanın geleceği ve rekabeti yan lış değerlendirm esinden kaynak­
lanır. Teknolojide ve piyasadaki tam bilgilenm e kavram ı yen ilik gerçeğinden çok
uzaktır.
Yeniliğin cazibesi, aslında piyasanın ve teknolojinin sürekli değiştiği gerçeğinde y a t­
maktadır. Sonucunda, sayısız piyasa ve teknoloji bileşimi ortaya çıkm aktadır. Bugün
teknolojik bakımdan imkânsız olan, yarın çok ilgisiz bir alandaki bir bilimsel buluşla
mümkün olabilir. Usher1, teknolojik yenilikten ziyade icada bağlı (psikolojik) bir

i Y azar, kitap referanslarında unutm uş olm asına rağmen, Abbott Payson Usber, 1929 da çıkan “A H istory of M echanical
Inventions” başlıklı temel eseriyle (D over Publications, N ew York, 1982), icat teorisine çok önemli katkıları olan bir
araştırıcıdır; icadın G estalt teorisi bu eserde y e r alır.

234
“G eştalt” teorisi1 geliştirm iş olmasına rağmen, bu teori fikirlerin bir hayal etme sürecin­
de verimli birleşmesini temsil etmeye daha yakın sayılm alıdır. Bugün satılm ayan bir şey
gelecek kuşakların acil ihtiyacı olabilir. Hiç beklenmeyen gelişmeler, çoktan unutulmuş
düşüncelere hayat verebileceği gibi, günümüzün en başarılı kim ya süreçleri, yarın dodo
kuşu11 gibi ortadan kalkabilir. Radar ve “yüzdürm e” cam111 patentleri 1914’den önce
alınmıştı; polietilenin üretimi ikinci D ünya Savaş'ından sonra, talebin çok küçük olaca­
ğı düşünülerek durdurulm uştu. IG Farben, sentetik lastik patentlerini barış zamanında
fiyat ve kalitede rekabet edemeyeceği için, doğal lastik karteline satm ayı teklif etmişti.
İlk bilgisayar im alatçıları piyasanın sadece kamu ve bilimsel araştırm alarla sınırlı oldu­
ğunu düşünmüşlerdi. İlk elektrikli araba denemelerinden yü zyıl sonra, başlıca araba
im alatçıları, bunu yeniden ciddi olarak ele alıyorlar. Yenilik sürecinin tesadüfi kazalara
ve keyfiliğe bağlı olma özelliği, değişen piyasalarla bilim ve teknolojinin ilerlemesi ara­
sındaki son derece karm aşık etkileşmelerden kaynaklanıyor. Bu etkileşme yüzeylerinde
iş yapm aya çalışan firm alar çok kez, bu süreçte bilinçli hareket etmelerinin kurbanı olu­
yorlar. Y enilik sosyal bir süreçtir fakat faturası genellikle yenilikçiye çıkıyor. 10.
Bölüm’de bu ileri derecedeki belirsizliğin sonuçları tartışılıyor.
Bütün bunlar bizi çok önemli üç sonuca götürüyor. Birincisi, bilimsel araştırm alar
sürekli yeni keşiflerle ufuklar açtığından ve teknik im kânlar ortaya çıkardığından, bir
firma bu ilerlemeyi şu veya bu yöntemle izliyorsa, j'en i doğan im kânları ilk anlayanlar­
dan biri olabilir. Güçlü bir firma A&G yapısı, bu bilgiyi rekabetçi avantaja dönüştüre­
bilir. İkincisi, müşterilerinin ihtiyaçlarını iyi bilen bir firma, bu yen i fikirler için potan­
siyel piyasaları belirleyebileceği gibi, müşterilerinin şikayet nedenlerinden yo la çıkıp
iyileştirilm iş yeni ürün ve üretim teknolojileri tasarlayabilir. Her iki durum da da hızlı
hareket eden veya en etkin olanın kazanması doğaldır; bazen de teknolojide veya piya­
salardaki beklenmedik olaylar sonucu etkiler. Üçüncüsü, başarılı girişim cilik ve iyi bir
iş yönetimi, yeni enformasyon ve bilgi akışıyla birleşerek, teknolojiyle piyasa im kânla­
rını birbiriyle bağlam a kapasitesini ortaya koyar.
Yenilik bir eşleştirme (= coupling) sürecidir; bu eşleşme, önce, hayal gücü olan in­
sanların aklında gerçekleşir. Bu ham fikir veya anlık ilham, bilim, teknoloji ve piyasa­
nın sürekli değiştiği ara yüzlerdeki bir noktada ortaya çıkabilir, işte bu anda yen i fikir­

i G eştalt psikolojisi, 20. y ü z y ıl başında M ax W etheim er, W ofgang Köhler, Kurt Koffka gibi psikologlar tarafından or­
taya atılan, toplam varlığın parçalardan daha fazla bir anlam ifade ettiği şeklinde "anti-structuralist” ve “anti-atom istic”
bir yaklaşım ı ifade ediyor. "Transendentalizmin m istik indeterm inizm iyle sosyoloji teorilerinin m ekanik determinizmi
arasındaki" bu teori, icat sürecini, bir derin düşünce (insight) ile ihtiyaçların bileşimi olarak görmekte, kahram anlar
teorisini bir y a n a koyarak fertlerin icat gücünü açıklam aya çalışm aktadır. Bu m aksatla, şem pazeler üzerindeki Köhler
deneyleri önemli ip uçlan verm ektedir (ibid., ss. 61 ve ilerisi).
ii Dodo kuşu, 18.yüzyılda ortadan kalkm ış, uçam ayan büyük bir A vustralya kuş cinsidir; tamamen çağ dışı kalm ak an­
lam ına kullanılm ış, bizdeki zümrüdü anka kuşu gibi.
iii “Float glass" sıvı kalay üzerinde tam düz olarak cam üretme teknolojisi; ülkemize de Paşabahçe Cam la 1970’lerde gir­
miştir.

235
ler doğuran yaratıcılık sorunu ortaya çıkar; ancak hemen tüm icat ve yaratıcılık teorile­
rinin, bu hayali ilişkilere veya daha önce birbirinden ayrı sayılan fikirleri birleştirmeye
özel önem verdiğini kaydetm eliyiz. Bir fikir, bir mucidin veya girişimcinin aklında bir
kıvılcım gibi çaktığında, bunun başarılı bir yeniliğe dönüşmesi için gidilecek çok daha
uzun bir yol vardır. Rayon yenilik olarak ortaya çıkmadan 200 y ıl önce “icat” edilmişti;
bilgisayar yüzyıl ve uçak daha da eski bir tarihte doğmuştu.
Eşleşme süreci, sadece fikrin akılda ilk çakışı sırasında, birbiriyle ilgili olan bir şey­
leri birleştirmenin çok ötesinde, tüm geliştirme çalışm alarıyla ürün ve üretim sürecinin
piyasaya sürülmesi esnasındaki yaratıcı diyalogdur. M arconi ve Baekeland gibi tek ba­
şına mucit-girişimci tipler, yenilikçi firmanın ilk aşaması yaşanırken bu süreci çok ba­
sitleştirmiş olabilirler; ancak daha ilerdeki aşam ada büyük firmanın eşleştirme süreci,
çok değişik bölümlerin, kişi ve kesimlerin bağıntı ve eşgüdümünü gerektirir. Firma için­
de, firm alar arasında ve gelecekteki müşterilerle iletişim kurm ak, yeniliğin başarı ve ba­
şarısızlığındaki kritik bir unsurdur. Daha önce de gördüğümüz gibi, birçok durumda,
özgün fikrin gelişmesi y ılla r hatta on yıllar alabilir ve bu sürede teknolojinin ve piyasa­
ların değişmesine ve rakiplerin davranışlarına bağlı olarak, bu fikir de sürekli olarak y e ­
ni biçimler alır. Sonuç olarak, girişim cinin niteliği ve iyi bir iletişim kurm ak teknolojik
yeniliğin başarısı için esastır.
Bu tartışm ayı özetlemek gerekirse, I. Kısım’daki kanıtlarla birlikte yirm inci yü zyıl­
da, çeşitli sanayilerdeki başarılı yenilikçi firmaların özelliklerini şöylece sıralayabiliriz:
1. Güçlü firma içi profesyonel A&G.
2. Temel araştırm a yapm ak veya bunu yapan larla yakın temasta bulunmak.
3. Korunmak için patent hakkını alm ak ve rakiplerle pazarlık edebilmek.
4. Uzun dönemde ağır A&G harcam alarını finanse edecek büyüklükte olmak
5. Rakiplerden daha kısa zamanda hareket etmek.
6. Yüksek risk alam aya hazır olmak.
7. Potansiyel piyasaları önceden tüm yönleriyle belirleyebilmek.
8. Potansiyel piyasalara dikkatle yaklaşıp kullanıcıları eğitmek ve yardım etmek
için önemli bir çaba sarf etmek.
9. Girişimcilik, A&G faaliyetini, üretimi ve pazarlam ayı etkin biçimde eşgüdümle-
yecek kadar güçlü olmalıdır.
10. M üşterilerle olduğu kadar, dışarıdaki bilim dünyasıyla da iyi bir iletişim kura­
bilmek.
Bunların başarılı teknolojik yeniliklerin temel şartları olduğunu varsayabiliriz.
Yeniliklerin nitelikleri hakkındaki bu geçici genellemeler, bir noktaya kadar yen ilik­
lerle ilgili çok sayıda örnek olayın analizi ve karşılaştırılm ası yo luyla test edilebilir (Ço­

236
ğu I. Kısım’da görülmüş olan). Bu örnek olay çalışm alarındaki güçlüklerden biri, bun­
ların yenilik sürecini ne kadar temsil ettiğini bilmemizdir. Gerçekte, sanayi yeniliklerine
ilişkin literatürün büyük kısmı iki gruba ayrılır: Karşılaştırılabilir olmaktan uzak, dağı­
nık örnek olay tarihçeleri veya sistematik bir veri tabanı olmayan teorik analizler.
Sonuçta, yarı test edilmiş, inandırıcı ve yenilik teorisinde ilgi çekici birçok yeni an­
layış (=conjectures) ortaya çıkar ama bunları reddedecek veya destekleyecek yeterli
sağlam kanıtlar bulunmaz. I. Kısmın tarihsel anlatımı ilgi çekici sonuçlara ulaşmış ol­
m akla birlikte, bunları doğrulayacak yo llar bulmak y a da nispi önemlerini tartm ak güç­
tür; bu hipotezlerin ve genellemelerin sistematik biçimde test edilmesi bu alandaki bil­
gilerim izi derinleştirm ek için gereklidir.
Bu bölümün geri kalan kısmı bu nedenle, özel olarak yenilik hakkındaki bu tür ge­
nellemeleri test etmek için tasarlanm ış bir projenin tanıtılmasına ayrılm ıştır. SAPPHO
denilen bu proje, 1970’lerde, (İngiltere’de Sussex Üniversitesindeki) Bilim Politikası
Araştırm a Ünitesi (Science Policy Research Unit, SPR U ) tarafından gerçekleştirilm iş­
tir. Özgün proje, 1968’de R. C. Curnow tarafından tasarlanmış, sonraki aşam aları Roy
Rothwell tarafından yürütülm üştür.

8. 2 SAPPHO Projesi*
Projedeki temel fikir, teknolojik yenilikler hakkındaki genellemeleri, sanayinin her
dalındaki başarılı ve başarısız yenilik eşlerinin, sistematik bir şekilde karşılaştırılm ası
yo lu yla doğrulanması (veya reddedilmesi) girişim idir. D oğallıkla bu yöntem, rekabetçi
teknik yeniliğin, sanayileşmiş kapitalist toplumlardaki birçok sanayi dalının belirgin bir
genel özelliği olduğu gözlemine dayanm aktadır.
Yeni ürünlerin ve üretim süreçlerinin herhangi bir sanayi dalında ortaya çıkm asıyla,
eski ürünler ve süreçler y a demode y a da gayri iktisadi hale gelirler; bu nedenle y a şa­
mak ve büyümek isteyen firm alar teknoloji stratejilerini bu rekabete uydurabilecek ka­
pasitede olmalıdırlar. Bu, her firmanın zorunlu olarak araştırm a yanlısı olması veya y e ­
niliğini kendisinin yapm ası anlam ına gelmez. Firm alar için, hatta hızlı teknolojik deği­
şime tâbi firmalar için, çeşitli alternatif stratejiler mevcuttur. Bazı firm alar yenilik y a p ­
m aktansa yo k olmayı tercih edebilirler. Bu alternatifler 11. Bölüm’de, daha sistematik
bir şekilde ele alındı. İlerde ürün ve üretim süreçleri şeklinde yenilik girişim lerinde bu­
lunan firm alarla ilgileneceğiz. Bazı firmalar teknolojik liderliği ele geçirip geçici tekel
kârları elde etmek ümidiyle yeni ürün ve üretim sürecini piyasaya ilk çıkaran olmaya

i Projenin açık adı kitapta yo ktur; hatta am acını da belirtm ekten uzak bir ifadedir. Projenin kuruluş aşam asında
S P R U ’da bulunduğum uz için bu tuhaf başlığı yazabiliyoruz: SA PPH O = Scientific A ctivity Predictor form Patterns
w ith H euristic Origins; Türkçe, H öristik Kökenli Biçim ler H alinde Bilimsel Faaliyet Öngörü A raçları, şeklinde çev­
rilebilir. Heuristic, keşfe yönelik, yardım eden bir yöntem kullanm ak anlam ında; H öristik, diye aynen bırakm ayı y e ğ ­
ledik, belki “bulduran" denilebilir?

237
çaba gösterirken saldırgan bir strateji örneği verirler. D iğerleri ise rakiplerinin yen ilik­
lerine cevap verecek bir savunma stratejisi izlerler. Her iki durum da da (lisans altında
veya doğrudan taklit etseler bile) yen i ürün ve üretim sürecini başlatm ak için firm ala­
rın bir geliştirme yeteneğine ihtiyaçları vardır. Çok kere bir firma piyasadaki ilk girişi­
minde başarısız olurken, çok ürünlü firmaların, bir alanda saldırgan, diğer alanda sa­
vunmacı olduğu görülebilir. Fakat uzun dönemde, ister saldırgan ister savunmacı olsun­
lar, hayatta kalm aları yeniliklerinin başarısına bağlıdır.
Burada özetleyeceğimiz SAPPH O projesinin ilk aşamasında, kim ya ve bilimsel enst­
rüm anlar alanında yapılm ış 58 yenilik girişim i incelenmiştir (29 çiftten oluşan liste Tab­
lo 8.1'de görülüyor). Kimya sanayisindeki yeniliklerin hemen tümü proses yen iliği iken,
bilimsel enstrümanların hepsi ürün yeniliğidir. Enstrümanlar genelde elektronik, kim­
yasallar petrol türevlerinden ara madde ürünleridir (SPR U , 1972). Çalışm ada daha
sonraki aşamada, aynı sanayilerden başka eşler eklenmiş ve başka yöntem ler kullanıla­
rak da olsa makine mühendisliği sanayisinin çeşitli dallarında bulunan bazı eşlerle kar­
şılaştırm alar yapılm ıştır (Rothwell e t al., 197-4; Rothwell, 1976, 1992, 1994).
Yenilik girişim lerine ilişkin eşlerin y a da çiftlerin (=pairing) seçiminde, başarı ve ba­
şarısızlığın karşılıklı özelliklerinin gösterilmesi düşünülmüştür. Bu teknik, temel bilim­
lerde, özellikle biyolojide çok yaygın biçimde kullanılm aktadır (M cK ay ve Bernal,
1966). Bir eşin iki yarısı, özel niteliği veya nitelikleri bakımından farklıysa, bu, yen ili­
ğin başarı ve başarısızlığını muhtemelen açıklayabilecektir. Büyük sayıdaki eşler arasın­
daki başarılı ve başarısız tiplerde, anlamlı ve sık tekrarlanan özellikler, belli bir hipotez
veya hipotez grubunun geçerliliği hakkında sistematik kanıtları oluşturur. Bu açıklam a­
lar, yen i bir grup yenilik örneklemine karşı sağlam bir istatistik teste tabi tutulur. Bu
yo lla teorik çalışma için tabakalanm ış ve test edilmiş bir temel kurulabilir.
Eşlerin başarılı ve başarısız yarım larının birçok bakımdan birbirlerine oldukça ben­
zemeleri beklenir ve bu da, örneğin doğru olduğunu kanıtlar. D aha önceki deneylerden
varsayıldığı üzere, yeniliğe girişen firm aların birçok ortak özelliği vardır. Benzerlik ana­
lizi, iki nedenle farklılık analizini tamam lam aktadır. Önce, belli sanayilerdeki yenilikçi
firmaların paylaştığı bazı özellikleri tanımlamayı mümkün kılar. Bunlar ya rışa girmek
için gerek şartlardan olup, bu geçici genellemeleri reddeden başka başarı örnekleri bu­
lunm adıkça da geçerli şartlar arasındadır. Fakat, daha da önemli olan İkincisi, bizim ba­
şarı ve başarısızlık arasındaki farklılıkları ortaya çıkaran özelliklere dikkatim izi çeken­
lerdir. Gelecekteki araştırm alar, muhtemelen gereksiz hipotezleri eleyen bir süreçle bu
farklılıklar üzerine derinlemesine yoğunlaşacaktır.
Eşler “birbirine benzer ikizler” değildir. Benzerlikleri, piyasaları bakımından olup,
teknolojileri bakımından zorunlu değildir. Örnek olarak, fenol y a da üre üretmek için
daha ucuz ve iyi bir yen i yöntem arayan iki firma alalım; farklı teknik çözümlere ulaş-

238
Tablo 8. 1 SAPPH O E şlerinin Listesi

B ilim se l E n strü m a n la r K im y a M a d d e ler i (P r o s e s Y en ilik leri)

Amlec dairesel akım lı çatlak detektörü Gıdaların hızlandırılm ış buzlu kurutm ası (katı)
Atomik absorpsiyon spektrometresi Asetik asit
D ijital voltmetre Doğal gazdan asetilen
Elektro-manyetik kan akış ölçeri Akriionitril I
Elektronik terazi I Akrilonitril II
Elektronik terazi II Amonyak sentezi
Şişelerdeki yab ancı madde arayıcısı Kaprolaktam I
Süt analizörü Kaprolaktam II
O ptik k arakter okuyucusu D aktil titanyum
Y uvarlaklık ölçümü Aromatik özütlenmesi (ekstraksiyon)
Taram alı (skaning) elektron mikroskop Normal parafin özütlenmesi
X-ışın m ikroanalizörü Benzenin sikloheksana hidrojenlenmesi
M etanol (metil alkol)
Sikloheksanın oksidasyonu
Fenol
N afta buhar reformasyonu
Üre imalatı

mış olsunlar. Bu örnekler, bu projede, başarı için çok iyi bir seçim, başarısızlık için de
yanlış bir seçim oluştururlar. Az sayıdaki örnekte benzerlik daha da fazladır; aynı lisans
altında, aynı temel bilgilere ulaşan iki firma gibi. Burada bile, iki imalatçı aynı talebi
karşılam ak için değişik tasarım kullanabilir. Başarı, kısmen bilimsel ve teknolojik bilgi­
lerin elde edilmesine ve yeniliğin potansiyel kullanım larına yönelm iş olan "doğru” tasa­
rımı geliştirm eye bağlıdır.
İcattan ziyade yenilik üzerine yoğunlaşm ak, yöntem bakım ından birçok sonuç orta­
y a çıkarır. Bunlardan en önemli olanı piyasa sürecine ilişkindir; genelde mucit olarak
tasvir edilen kişinin rolü, daha geniş bir sosyal çerçeveye indirgenir. Karşılaştırmalar,
mucitlerin y a da mucit olm aya çalışanların yaptığı ve piyasaya ulaşmadan rafa kalkan
sayısız deneyleri kapsam ıyor. Bu tür çalışmalar, kuşkusuz A&G yönetim iyle ilgilenen­
ler için ilgi çekici olmakla birlikte, burada dikkatler daha geniş alandaki yen ilik yöneti­
mine odaklanmıştır. Başarısızlık, ticari açıdan piyasalara kadar gelmiş ve genelde piya­
sada birkaç y ıl kalmış olan ürün ve üretim süreçlerini kapsar. Bu nedenle dikkatler,
hem geliştirme çalışmalarının çeşitli aşam alarında hem de üretim hazırlıklarıyla yen ili­
ğin pazarlanm ası ve satış deneyimlerinde yoğunlaşm ıştır.
Proje, sanayideki yeniliklerle ilgili olduğundan, başarı ölçüsü de ticari olmalıydı. Ba­
şarısızlık da, yenilik teknik anlam da çalışsa da, anlamlı ölçüde bir piyasa yaratam am ak
veya bir kâr sağlayam am ak şeklinde tanım lanabilir. Başarı ise, bir piyasa yaratm ak ve-

239
y a piyasaya girerek kâr etmekle eş anlamlıdır. Bu bölüm 29 başarı ve 29 başarısızlık ör­
neğini analiz ediyor. Genelde başarısızlık, çok açık biçimde yan i iflas, fabrikanın kapan­
ması veya ürünün piyasadan çekilmesi ve satılmaması gibi durum larda görülürken ba­
şarı bu kadar belirgin değildir. Bir ürün dünya piyasalarına yayılab ilir fakat kâr etmesi
uzun zaman alabilir. Corfam örneğinde, büyük bir başarı beklenirken bu nedenlerle pi­
yasalardan ürün çekilmişti (5. Bölüm). Başarısızlıkları bile değerlendirmek öyle kolay
değildir. Başarı ile başarısızlık arasında çok belirsiz bir gri bölge bulunuyor. Proje bu
nedenle, başarı ve başarısızlığı göstermek için çok açık biçimde “siyah beyaz” türü ör­
nekler seçmiştir. Kimya sanayisindeki iki örnek ve enstrümanda bir örnek, iki eş için
uygun bulunmuş ve her iki örnekte de birçok başarılı ve başarısız ticari girişim ler ser­
gilenmiştir.
Yenilikle ilgili ilk literatür taramaları, başarı ve başarısızlığın birçok muhtemel açıkla­
masını ortaya çıkarmıştır. Böylece proje, çok sayıda hipotezle aynı anda birçok muhtemel
faktör kombinasyonlarını test etmek üzere tasarlanmıştır. Amaç, başarı ve başarısızlık
durumlarının özelliklerini ortaya koyabilmektir. Her örnekte iki yü z kadar ölçüm yap ıl­
mıştır. Böylece, örneğin, büyük firmanın yenilikte daha avantajlı olduğu hipotezi, hem ne
kadar küçük firmanın başarısız ve hem de 500’den (veya 100, 1000 y a da 10.000) az işçi
çalıştıran ne kadar firmanın başarılı olduğunu test etmeyi mümkün kılmıştır.
Yine de, eşler arası başarı ve başarısızlık ölçümlerinin çoğu, başarısızlıktan çok, “ba­
şarının...daha büyük...daha küçük...daha az...daha çok” gibi özelliklerini öne çıkaran
ifadeleri doğrulam akla birlikte, amaç, başarının özelliklerini diğer karşılaştırm alara
bağlamaktı. Projenin çeşitli ölçütlere göre test etmeye çalıştığı başlıca hipotezler şunlar­
dır: Büyüklük (istihdam, A&G bölümü ve proje kadrosu); piyasa araştırm ası, reklam,
kullanıcı eğitimi, kullanıcının yeniliğe katılımı; yeniliğin çeşitli aşam alarda denetlenerek
değiştirilmesi; bilim adam ları ve mühendislerle çeşitli kilit personelin eğitimleri ve geç-
2
mişleriyle , firmanın yönetiminde, denetiminde ve planlam a sistemlerindeki deneyimle­
riyle oynadıkları roller; dış dünyayla iletişim kurulması; firma dışındaki teknolojilere
bağım lılık derecesi ve firmanın yeniliğe yatkınlığı; A&G çalışm alarını örgütlemede, pa­
tent politikasında, rekabetçi baskılarda, geliştirme çalışmasının hızı ve yeniliğin ticari
sunum tarihindeki yöntem ler ve etkinlikler. Analiz sonuçları üç başlık altında sınıflan­
dırılabilir:
1. İster başarılı ister başarısız olsun, tüm yenilik girişim lerindeki ortak faktörler.
2. Yenilik faaliyetlerine göre değişmekle birlikte, başarı ve başarısızlıkla sistema­
tik biçimde ilişkilendirilem eyen faktörler.
3. Başarı ve başarısızlığı ayıran ölçütler.

240
8.3 SAPPHO Eşleri Arasındaki Benzerlikler
58 Yenilik girişim iyle ilgili ilk 29 eş y a da çifti ele alırsak, eşlerin her iki yarısı ara­
sında pek çok benzerlik görürüz (Tablo 8.2). Bu iki sanayideki (kim ya ve enstrüman)
hemen tüm yenilik girişim leri, bunu gerçekleştirm ek için kurulm uş resmi A&G ya p ıla­
rı içinde y e r almıştır. Bu da I. Kısım’da y e r alan A&G’nin faaliyetinin profesyonelleş­
mesi olgusunu kanıtlam aktadır. Sadece enstrümantasyon sanayisinde bu tür yapıların
dışında doğmuş bazı yenilikler vardır. Bunların çoğu başka bir çevreden getirilm iş y e ­
ni bir ürün için tasarlanm ıştır.
Bütün firmalar yeniliklerini şekli A&G yap ıları içinde gerçekleştirdiğinden, araların­
daki kritik farkların, bu bölümlerin örgütlenmesinde, A&G faaliyetinin planlanm asın­
da, projelerin değerlendirilmesinde veya mühendislere ve bilimcilere verilen teşviklerde
olması beklenir. İş yönetimi ve sosyolojisine ilişkin literatürün büyük bir bölümü, sana­
y i araştırm alarının etkenliği cephesine odaklanmıştır.
Araştırma, bu tür A&G teşvikleri ve örgütlenmesi açısından sistematik farklar bula­
mamıştır. Daha önceki alan çalışmalarının da bulduğu gibi, uzun dönemli planlam ada
ve proje değerlendirmelerinde ortaya çıkacağı varsayılan en iyi tekniklerin çoğu, yerleş­
miş kurallara uyarak değil, onları bozarak doğdu. Bu açıdan, başarılı yenilikçiler başa­
rısızlardan çok fazla ayrılm ıyor. Enstrümanda olamasa bile kim ya sanayisinde, daha iyi
iş yönetimi ve planlama tekniklerinin başarıda daha fazla bir rolü olmaktadır. A&G de
teknoloji tahmini yapm anın ve proje değerlendirmenin içsel güçlükleri 10. Bölüm’de
tartışılacaktır. Ancak başarılı yenilikçilerin, daha az başarılılara göre A&G personeli
için olağan dışı bir ödül veya cezalandırm a yöntem i uyguladığı y a da daha fazla serbes­
ti tanıdığına ilişkin bir kanıt bulunamamıştır.
Muhtemel bir başarı nedeni patent önceliği olabilirdi, ancak bunu farkını da belirle­
mek mümkün olmamıştır. Hemen bütün yenilikçiler, başarılı başarısız önemli olduğunu
düşündükleri patentleri alm ışlardır. Başarısızlık, bir örnek olay dışında rakiplerinin pa­
tent pozisyonuna bağlanamaz. Sonuçlar, yenilikçi firmaların kendilerine pazarlık şansı
yaratan ve alana giriş haklarını garantileyen patentlerini alırken, genelde çok uğraştık­
larını gösteren tarihsel örneklerle tutarlıdır, ancak yine de bu patentler rekabetçi geliş­
meleri hiçbir şekilde engelleyememektedir.
Başarı proje takım larının örgütlenme biçiminde de yatm ıyor. Bir hipoteze göre, y e ­
niliklerin daha az başarılı olması, bölümün katı disiplin içinde çalışmasından kaynakla­
nır. Ancak, geleneksel disiplinle çalışan büyük A&G örgütlerinden doğan proje geliştir­
me takım larının yeniliklerdeki başarı ve başarısızlıkları benzerdir.
Kanıtlanamayan başka bir hipotez de başarılı teknoloji ve iş yönetimindeki yen ilik ­
çilerinin, akadem ik bakımdan daha az (veya daha çok) kalifiye olduklarıdır. İş alanın­

241
daki yenilikçiler arasında, başarının ve başarısızlığın önemli bir sebebi akadem ik kalifi-
kasyon olabilir, ancak bu da görülemedi; çünkü, iş alem indeki yenilikçilerin çoğu ve
teknolojik yenilikçilerin hemen hepsi, eşlerin her iki yarım ında da zaten kalifiye mühen­
dis ve bilimcilerdi. Kimya sektöründe, doktoralı olanların daha başarılı olduğuna dair
hafif bir eğilim görülüyor. Bu iki sanayide amatörlerin nadiren yen ilik yönetimine seçil­
dikleri açıktır. Sadece iki örnekte, muhasiplerin iş yenilikçisi olarak başarısız oldukları
görülmüştür ama bu genel bir teori kurulam ayacak kadar küçük bir sayıdır. Bu iki sa­
nayide de muhtemelen, amatörlerin varsayılan üstünlük veya zaaflarını ortaya koyacak
yeterli sayıda teknik kalifikasyonu olmayan yenilikçi örneği yoktur. Bu tür örneklerin
bulunamaması da yenilikçi sürecin profesyonelleşmesinin bir başka kanıtıdır.

8. 4 Başarı veya Başarısızlıkla Üişkilenmeyen Değişkenler


Diğer birçok ölçüm, yen ilik girişim leri arasında önemli çeşitlemeler olduğunu göste­
riyor fakat bu çeşitleme başarıyla yakından ilişkilendirilem iyor. Bunlar arasında firma
büyüklüğü, A&G bölümünün büyüklüğü, bu bölümdeki bilimci ve mühendis sayılarıy­
la ilişkili ölçümler vardır. Bu ölçümlerin sonuçları çok dikkatli yorum lanm alıdır. Firma
y a da A&G bölümlerinin büyüklüğüyle başarı arasında güçlü sistematik kanıtlar bulu­
namamıştır. Örneğin 10.000’den fazla çalışanı olan firm alardan altısı başarılı, yedisi ba­
şarısızdı. Büyüklerle küçükler arasında bir rekabet olduğunda, büyük firmanın başarı­
sına doğru bir eğilim varsa da bu çok açık değildir. İlk bakışta, uzun dönemde yüksek
maliyetli yeniliklerin belki de I. Kısım’daki tarihi açıklam alarla tutarlı olarak büyük fir­
m alara bir avantaj sağladığı söylenebilir.
Yine de bu sonuçlar, firma büyüklüğüyle yenilik arasında bu iki sanayide, bir ilişki
bulunamadığı şeklinde de yorum lanm am alıdır. Karşılaştırm alı büyüklük ölçümü, tüm
eşler içinde başarıyla ilişkiyi açıkça ortaya koym asa da, kim yada 34 girişimden 4'ü, bin­
den daha az çalışanı olan firm alar tarafından yapılm ıştır. Büyüklüğün yen ilik tipiyle iliş­
kili ve sanayiler arası farklılıkların da çok önemli olduğu açıktır. Bundan sonraki bö­
lüm, tamamen firma büyüklüğüyle yen ilik arasındaki kritik ilişkiye ayrılm ıştır.
Y enilikçi firmanın yönetim kurulundaki bilim adam larının, farklı oranlarda bulunan
sayısıyla başarı arasında da bir ilişki bulunamamıştır. Yine de yenilik, teknoloji, finas-
man, pazarlam a ve iş yönetim becerilerinin bir bileşimini gerektirdiğinden, kritik bir
eşik faktör sayılabilecek olan bu durum yan i bilim adamı ve mühendislerin yönetim ku­
rulunda y e r alması, hemen bütün örneklerde görülmektedir.
Belki yeniliğin planlam a tekniklerine cevap vereceğine inanalar için bir sürpriz sa­
y ılsa da, yenilikçilerin genel planlam a yaklaşım larıyla veya proje planındaki belli aşam a­
lar için hedef tarihleri belirleme ve bunlara ulaşma kapasiteleriyle başarı arasında da

242
herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Bu bulgular da, yorum sırasında dikkatle ele alınm a­
lıdır; bu mesele 10. Bölüm’de daha ayrıntılı biçimde tartışılacaktır.
Bazı teorilerin aksine, başarısızlıkla firmanın yenilik yap m aya çalıştığı alanlara y a ­
kınlığı arasında da bir ilişki bulunamamıştır. Firm aların yenilik yap tığı alanlara ya k ın ­
lıklarında önemli farklılıklar vardır; sonuçlar başarı ve başarısızlığın bu örnekler arasın­
da eşit dağıldığını göstermektedir.
Başarıyla başarısızlık arasındaki farkı bulm aya yaram ayan başka bir ölçüm seti de
firmanın büyüme hızıyla rekabetçi ortam ilişkisidir. Kuşkusuz, yenilikten önce büyü­
mekte olan ve rekabetçi baskıya maruz kalm ış olan firm alar arasında farklılıklar mev­
cuttur. Ancak bu farklılıklar, yenilik girişim inin başarı derecesini açıkça etkilememiştir.
Yine de bu sonucu abartm am ak gerekir. Bu ifade, rekabetçi baskıların ve azalan büyü­
menin yenilik girişim lerini kam çılam adığı anlam ına gelmez ama sadece bunlarla başarı
garantilenemez.
Fazla beklenmeyen bir sonuç da, geliştirme zamanında önde olmanın başarıyla güç­
lü bir korelasyonunun olmamasıdır. Geliştirme zamanını kısaltan, prototipten y a da pi­
lot tesis aşamasından piyasaya hızla gelen yenilikçilerin başarılı olduğu sanılırdı. O ysa
bu hipotez, sadece uygulam alı araştırm aların ilk aşam alarında geçerlidir. Kimya
sanayisindeki başarılı firm alar bu ilk aşam ayı hızlı geçenlerdir. D aha kısa geliştirm e za­
manının başarıyla ilişkili olduğuna dair herhangi bir kanıtın bulunmaması, donanım ge­
liştirme süresini, ya p ay olarak, kolaylıkla kısaltılam ayacak olan hayvanların üreme za­
manına benzetenlerin eline bir koz verm iştir (Burke, 1970). Başka bir husus da, başa­
rılı firmaların daha sonraki aşam alardaki dertlerden kurtulm ak için geliştirme aşam ası­
nı uzattıklarıdır. Bu yorum a, başarı ve başarısızlık arasındaki farkları bulm aya yönelik
ölçümlerden, dolaylı olarak önemli m iktarda destek gelmektedir.
Son zamanlarda, geliştirme zamanı bakımından, Jap o n firm alarıyla Am erikan fir­
maları arasındaki sistem atik farklara ilişkin bazı kanıtlar ortaya çıkm ıştır (M ansfield,
1988; W omack e t al., 1990; Graves, 1991). Daha kısa Jap o n zamanı, en azından bazı
sanayilerde, yenilik yönetim indeki özel Jap o n örgütlenme tekniklerine bağlanabilm ek­
tedir (Baba, 1985; Nonaka ve Takeuchi, 1986). Bu tekniklerin bazıları I. Kısım’da an­
latılmıştır; ancak SAPPH O projesi Jap on firmalarını kapsamadığından, Avrupa ve
Amerikan yenilikleri arasındaki sistematik farkları ortaya çıkarmamıştır.

8. 5 Başarının Biçimi
Y apılan iki yü z ölçümden sadece küçük bir m iktarı başarı ve başarısızlık arasındaki
farkı açıkça ortaya koymuş ve bunlar da iki sanayi arasında çok az değişmiştir. Başlıca
ölçümler Tablo 8.2’de görülmektedir.

243
Bunların en güçlüleri pazarlam ayla ilgili olanlarıdır. Bazı örneklerde pazarlam a çok
aşikar bir gerek sayılırken, bazılarında en aşikâr şartların ihmal edildiği görülmüştür.
Başarılı girişim ler başarısızlardan sıklıkla, kullanıcıların eğitimine, reklama, pazar tah­
minlerine ve satışlara (özellikle, enstrüman örneklerinde daha fazla) büyük dikkat at­
fetmek ve kullanıcı ihtiyaçlarını anlam ak bakımından ayrılıyor.
Başarı ve başarısızlığı en açık biçimde ayıran tek ölçüm ‘‘kullanıcı ihtiyacını anla­
m aktır”. Bu düz anlamda, başlıca etkili bir piyasa araştırm ası göstergesi şeklinde yo ­
rumlanmamalıdır. Bu A&G ve tasarım faaliyeti olduğu kadar yenilik yönetimini de y a n ­
sıtm aktadır. Ürün ve üretim sürecini, gelecek kullanıcıların özel isteklerini karşılaya­
cak, sorunsuz biçimde tasarlam ak ve geliştirmek, bu günkü piyasaları çok erken bir ta­
rihte anlamış olm aya bağlıdır. Von H ippel’in (1976, 1978) yeni ürün geliştirm ede “ak­
tif müşteri" paradigm ası ve Teubal e t al. (1976), İsrail tıp elektroniği sanayisindeki “pi­
y asa belirleyiciliği” yaklaşım ları da aynı sonucu işaret etmektedir. Bu konu, M ansfield
e t a l.’m (1977) proje seçim sistemlerinde A&G ile pazarlam a bütünleşmesi ve başarı ih­
timalini etkileme yolları hakkm daki ilgi çekici çalışm alarıyla Lundvall’ın (1985, 1988b,
1993) araştırm alarında daha da ileri götürülüp irdelenmektedir.
Bu yorum başarısız örneklerde geliştirmeden sonra ortaya çıkan beklenmedik dü­
zeltmeler ve arızalarla (bugs), başarısız örneklerin yaklaşık yarısın da görülen kullanıcı
uyarlam a ihtiyacı şeklindeki güçlü kanıtlarla da doğrulanm aktadır. Yine başarısızlık ör­
neklerinin yaklaşık dörtte üçü, büyük satış sonrası sorunlar yaşam ıştır. Böylece “kulla­
nıcı ihtiyacını anlam ak”, A&G performansının etkenliğini ölçmekte olduğu kadar, pa­
zarlam a ve genel iş yönetiminin etkenliği açısından da çok belirleyicidir.
Proje takımının büyüklüğü, diğer büyüklük ölçütleri pek fazla farketmezken, açık
bir fark ortaya çıkarm ıştır. Bazı örneklerde, küçük firm aların büyük proje takım larını
seferber etmesi, belli bir projeye aşırı odaklanma demektir. Bu husus 9. Bölüm’de ele
alınan küçük firmanın nispi avantajı düşünülürse önem kazanır. D iğer bir ölçüm de, dı­
şarıdaki bilim toplumuyla eşleşmeyle ilgili olarak, A&G de bir uzmanlaşmanın avantaj­
larını işaret etmektedir.
C arter ve W illiam s (1959a), daha o zaman teknolojik bakım dan ileri bir firmanın
en önemli özelliğinin dış dünyayla iyi bir iletişim kurm a olduğunu vurgulam ıştı. Pek
tabii ki yen ilik girişim i en geri firm alarda bulunamaz. Fakat bu tür girişim de bulunan­
ların genel iletişim biçim lerinde kayda değer farklar görülür. Dış dünyayla daha iyi ile­
tişim başarıya yol açar, ancak en önemli fark, dışarıdaki bilim topluluğunun bu yen i­
likle ilgili en yakın bilgiye sahip uzman kadrolarıyla kurulan iletişimle ilgilidir. Sade­
ce bilim dünyasıyla kurulan genel bir ilişki içinde başarı ve başarısızlık ayrım ı y a p ıla­
m amaktadır.

244
КЗ —
чо КЗ' СМ —СМ 40 00 *43
*43
03
N . 4 3 ХГ
00 — N
ю К З *43 К З МГ *43 43 40 СМ ^ ^ К . to *43 *43 К З N 3 СМ *43
о odd ö о оо ö ÖÖ ©

ci
Ö
n
V
О lO Y - - 1 © к ЧО Ю I КЗ 4 3 *43 00 —CM N* © ^Г
со

II ©
— —
СМ© *4М
СМС 3 0^ '—
M' К
—.С
О С
— KМ
. C
СM
М’N
—.1 ©
СМ N. —
СМ *43 40 'Т
СМ N
—.С
М
—. 00
— СN
М.
СО

ЬЛн 03 К З *43 К З 00 40 40 СМ ТК 'М‘ — 40 СМ К З


со

<d
ЬVн *4 3 —
'КЗ—
I4Q K 3 C M I I I — см 'Т СМ ^ *43•
со

pbIIl КЗ ©00 00 —I N © — CM t-HON 00 © © КЗ00 “ТЮ© ©


СО

hл '«г ——КЗ 40 СМ 1 —1 I —СМ СМ *43 СМ СМ — I


со


рь<
V
со

II К
ЗIN. 00 -О
— N.
СО

см I СМ КЗ*43
со

>t -W g
«Р >3—Л— V $ Cd
N *3 —
•э - :3 -5 3
^ « «2 " - О О

С С ï Ê N ÿ

,ь ;0 t s л f r

£>s l i p s *
;°ТЗ e1
s S <ЙJ S
ti - -° 3 Ь s Ë-*u -°
С si
S"0 C . sN —-i"S ^
^•— e î_,
i 55 .£3 2 £
С
>i CL -p co* ‘ c 13 ce
uФ I nî p N “>
С 'C ü u сË»u >M)1“ ‘E>. b I
■3o С
si 3оm« gtjjSj-’sс - =Ëз "c5 ! t
я Ml S Ï ? > c ü
£ i: « u +

245
ю1 ю
о © см 'T- 40
«5 к см
*—< ьо о о т- Cs to С
T Мto ©
VOtr> ьо ол о к о © © о\ 1© 40 ч
т
Оо ts. о о 1
— 1о © см ©1 — ©© ©
о о Cfi о о •—
> о о о © см ©©©©©

I s5
ö о о о о о о о ©© © ©©о ©©
CQ

K. lOK. N 'T

tO О I MCS

I I cm I o>

04 40 К СО К СО Ю 40 СМ *-С О К К К LO

МГ LC см 04 СМ 40 см ю т I -

I ^ N, 04 ©

Cl о о к ю

ев

eti
-ос

ИевеЗв
о fi s §
jeа 4> s :0_ с_
-. Ч ^ .fi ’
<у ‘В
;> тзс
ев
■с аU, a fi а>
^ 2
:fi 0 -f i
.S
e öè г*
* “ a 2*-fiо i! ТЗэ '
"а " я S 'S Ë"S
£
>» в- -fi
й*"с
-, ч
:° -T3eti 1S 4«i евСи S J С§-в JSС 5&■= i "о S
"О С с :с ь
N
ев
С V
ев “ О
:0
ьо _ев
«e. -o
со* 4« S
-f i
j -S s
eti
JSi“ О"
ч-* ^ев -f^3i -2 to.
с и о
пЗ С с “3 а» )bb 1 3 ев
-о > _2 Ё^‘
^ 4) В
S ybß
00) _ceti *0Ё "n
-fi :0
’ з *fi
V) '
i * ев -м 2 d
^■в ев з
С ев - п *>
Jbû 4
S-* . Z5 -d - Ч ,-С 8ЛI J2' "fiев ев
fi 4)s~-fiев "*Jo со- - с .>2Ь*0"о5- : l ^ J :0с о
- * .2 С "О и
I
iS >- T
0) +- 5 ^
5-
4> 0) s (JJ 4>
fi -D -С ?bD-fi .3
eti

о § bû.
32- h
Ъ'Ъ
ni с
е d
^ л fe & с?
о с
i n 11
>>•§ <u 3 -Ь 3 rt İe s с SСO H
İU «
fi fi г- ев -тз *2
с jä eев
?! 4) *3 ™ 25- 2о с *^- 0r3 уV е2*в jeu- je
_§о -з* 8 4 “ s ’5 н D ЙС .S _ 3* -ОS ев .2 § JS
я з bß 35 >
u
•О
4
> —
.■
u
f
i .S
d

I л2 ьо.й" h fi >,
-C
С .5 с ев
ев fi
м
^ лЧ
С
;3
d.! 4
M.
1
•S ;o <£ ^ .2" *0-0 ^ .£ -О -С ÏЕ яЙ w -
*1 "о О (у
"■o « '"ti-4) ^ .s ев ев I
О «
= ~ :э Ь
П з с»
Sc ■§
7* 2 ■i S>3 з j M 4»C “: 3 ,С
Tfi o -E H
О " «o- ев >Ь£) СО" ' С И с
«в *$- с
ев i i Ä 2S S
fi 'o 2 с -fi 3
-2 :?h p Ï
- o -С ~ С ев ч -fi ",1
С сО
3
11? O -fi ев С ев V 4)
> ОС >н ИЗ О
.O U
><o- bo “ :n
.Ä = İ ^ £ -О е
СЛв ьо„
О

246
o VO
o K 40 CM vo
© N. 40 VO CM VO to CM to
VO © to Tr © © vo to © 40 vo
VO © © CM © © ^r to ©
© © © © © © © — © ©
Ö © © © © © © © © © ©

VO I tO 'T- to to K 40 VO — to

cm 40 © cm «— O VO 00 ^ o CM
— — CN



xr
CM
vo
—«
to

40 vo vo VOCM 00 Jd
0
o

Politikası Araştırma Ünitesi, Sussex Üniversitesi) (1971).


c
cfl
-o

I OS to CM CM 'M- ^40 — to o
CQ
feV
CO
40 to tM "’T 'T 'T VO 40
Jd
o

VO © 00 40 VO VO "O- K. to 40 ^ Jd

:0
tfl
-o
c

c n
4) 1 -a cfl
(Bilim

-O
JT a>
a c
SO 6 I—
Kaynak: Science Policy Research Unit, SPRU

£ hû-2 >
(U .
)C- JÖÛ, id )fcJ> SO 4J PÖ
5: G - -o ^ 'O ho : -o "O "5
CQ
-o ; © 4> hII
c •I1 * E - 2
£ -o i S_ .2CO ■jjj-3
<*c >hû £ - o C. cx C CO
2
3" ’B S : 5)
Io s-a *1 s ' Ş-S Vi
c _3
2 oT rt - 2 r"g -2 C-. Jz 1) -=
SO : : "P -o JS 04>3 c4> <
l> c
b d - ■§ -o Sf «"-Tl
£ ' İH G aj ^ j» -S V 6 £
-o - U ’T l — G b <t3
a ' N c 5
SO ■
JD £ -
-2 c :2 T
4) cfl _4J >hû i sc ed -grt T= ^ -r- t e S g
-O £
flj
C - to Jd -0 _g 0 c
-2 a>>
> cV * * C S s c . 53:° .1 -5
11>)>"0
c SC
3 c c«3fl C C
"y* C 4- -•0S .fe
S 'B
CÖ . a> so Jd '°
>> -c ^ 4) - -2
> y >ho « :S
c^ £ c—10c
*0I - JD
cO C
-o st
0
c
h b -o sn! yF>srt
= £
c
tf
CÖ 1 j •-J c
X ”0 ^ Jd = § f 2 ■§.' "g
v> T2
K
£ : s :0 5 cjSTİ ^ <0
-5 js m 14 - g rt JO -id
0
7İ 0) -j5 .Sft -Ccd CO"
£ :?
C n _0 N-Û .2- c/>:0bo L.
-
-id
a>
c? 2 X•-2 ' c ^ 4> - c c ’o* * a c
£ ^
v>- -h o*
-id . Jd
£ -2 v s s CQ
I §d 4> — u .© « .2-1 TS S B .2c £ io i EAti
:0 C :0 C so -£ 1 . 8 +roJ CO CQ
2
Û- 60 £ 00 £
bû n  4-
ft -O

247
Bütün bu farklar sonuçta, iş yönetiminin kalitesine ve tipine bağlanır; bu açıdan da
iş yönetiminde yenilik yapanlarla ilgili ölçümler en dikkat çekenlerdir. Önce şunu belir­
telim: Kimya sanayisinde iş yeniliği yap anlar (= business innovator) bir üst yönetici de­
ğildir; bu durum daha çok enstrüman sanayisinde görülmektedir. Başarılı ve başarısız­
lar arasındaki en ilgi çekici fark, beklenmese de, yaşlılığın başarıyla ilişkilenmesidir. Ba­
şarılı adam lar (hepsi de erkektir) daha yetkili, statüsü daha yüksek ve daha sorumlu­
dur; deneyimi daha fazla ve yaşlıdır. Bu farklar, daha hareketli ve firma ölçeği daha kü­
çük olan enstrüman sanayisinde, daha hiyerarşik bir yönetim yapısına sahip kim ya
sanayisine göre çok belirgin değildir. Genelde kim yadaki yenilikçi, enstrümandaki eşle­
re göre, yenilikçi firmada ve bu sanayide daha uzun zaman bulunmuştur.
Başarılı yenilikçilerin yü ksek statüsü ve daha güçlü olması, onun daha çok risk al­
masına ve projeler için daha büyük takım lar toplamasına imkân verm ektedir; başarının
bir nedeni bu olabilir. Kimya sanayisinde radikal teknik çözümlerle başarı arasında güç­
lü bağlar bulunmuştur. Ancak risk alm ayla ilgili ölçümlerde, başarılı yenilikçilerin risk
alm asıyla ilgili fazla kanıt bulunamamıştır. Kimyada, piyasaya ilk girenlerin, enstrüman
eşliklerde ise son girenlerin genelde daha başarılı oldukları görülmüştür.
Gerçekte başarıyla başarısızlığı ayıran ölçümlerin bazıları, eşleştirme sürecinin ba­
şında ileri sürülen sanayi yenilikleri hakkındaki görüşleri doğrular niteliktedir. Bunlar
başlıca, A&G de yetkinlik ve etkin pazarlam a gibi hususlardır. A&G’y e veya satışlara
ağırlık vermek gibi tek yan lı yaklaşım lar yenilik sürecinin gerçekten karm aşık olan sü­
recini bozmaktadır. Bu durum, Şekil 8.1’deki çok değişkenli (= m ultivariate) istatistik
analiz sonuçlarıyla da doğrulanm aktadır. Kompozit endeks değişkenleri, bir faktörle il­
gili birçok ölçütten oluşmaktadır. Yüzdeleri gösteren noktalar, şu kompozit ölçümlerin
bileşimleri tarafından en doğru biçimde büyüklüğüne göre sınıflandırılmıştır: A&G gü­
cü, pazarlam a ve kullanıcı ihtiyaçları. Kimyada iş yönetim teknikleri ve yönetim gücüy­
le ilgili kompozit değişkenler de önemlidir. İş yönetiminin gücü, temelde iş alanındaki
yenilikçinin statü ve sorum luluğuyla bağlantılıdır.
Girişimcinin kritik rolü (ister bir kişi, ister bu rolü oynayan kişiler olsun) piyasa ile
teknolojiyi buluşturm aktır; başka deyişle, kullanıcı ihtiyaçlarını rakiplerden daha iyi an­
layarak geliştirme ve piyasaya çıkış için yeterli kaynakları bulm aktır. Girişimciliğin ka­
litesi hakkındaki bu yorum B arna’nın (1962), Penrose’un (1959) bulguları ve Schum-
peter’in firma teorisiyle ilgili ilk çalışm alarıyla (1912, 1942) aynı çizgidedir.
Büyük firm alarda iş yenilikçilerinin daha çok kaynak kullanm ak ve üst düzeyde
emir verme im kânları vardır. Bunlar firmanın nasıl çalıştığını ve işlerin nasıl yap ılaca­
ğını çok iyi bilirler. Küçük firmada ise, ancak firmanın başındaki veya ona çok yakın
olan kimse yenilik için gereken çabayı buraya odaklayabilir. İki durum da da yenilikçi-

248
—1 +1

negatif 2 pozitif

.• 4 3
7* S 5 9. .8
10 «12

% 1 7 ,1 6 20
19 • „
.2 4 23*2 2
25 «
2 7 «. * 26

Şek il 8 .1 Başan N oktalan İçin Endeks D eğişkenlerinin D eğerleri


K a yn a k : S P R U (1972)

ler, yeteri kadar güçlü olmak ve çeşitli geliştirme ve deneme üretimi süreçleri sonunda,
yanlış bir ürün ve üretim sürecinin ortaya çıkmasını önleyecek pazarlam a amaçlarını
açık seçik görmek durum undadırlar. Bir pazara olgunlaşmadan, erken girm ek işi ağır
alm aktan daha tehlikelidir.
Bu sonuçlar, farklı mekanizm aların çalıştığı tüketim m alları yenilikleri için çok ge­
çerli olmayabilir. Serm aye m allarında belli bir asgari teknik performans kriterini karşı­
lamak esastır. Bu genellemelerin diğer sanayilere ne kadar uygulanabileceği 16. Bölüm ­
de tartışılacaktır. Burada gerekli olan, 9. Bölüm’deki firma büyüklüğü ve 10. Bölüm’de­
ki belirsizlik, risk ve planlam a sorunlarım derinlemesine tartışmadan önce bu analizin
diğer bazı kısıtlarını görmektir.
Böylece, SAPPH O sonuçları, yu k arıd a 8.1 kesiminde (s. 236) yapılan 10 genelleme
arasındaki 1, 3, 8, 9 ve 10. maddeleri doğrulam aktadır. 2. nokta daha geniş olarak, 11.
Bölüm'de tartışılacak olup, 4. nokta daha dikkatli bir yorum gerektirdiğinden, tüm 9.
Bölüm bu konuya ayrılm ıştır. 4. ve 7. noktalar, SAPPH O sonuçlarıyla desteklenemi­
yor. Yenilikçinin riske yaklaşım ı yine çok ayrıntılı bir muhakeme gerektiriyor ve 10.
Bölüm, firma teorisinin bu alana uygulam alarıyla ilgili 11. Bölüm tartışm alarını izleye­
rek, bu konuyu açm aya çalışıyor.
I. Kısım’daki tarihi açıklam a malzemesine dayanılarak yapılan yenilikle ilgili genelle­
meler de, bir şekilde bu testten geçmiş oluyor. Bunlar, profesyonel A&G’nin doğuşun­
dan itibaren sanayi yeniliklerinin bazı yanların a oldukça doğru bir yorum getirm ekle be­
raber, hiçbir şekilde istatistik ve anketlerle doğrulanmış bilgiler sayılmazdı. Örnekleme
tesadüfi değildir ve “alan ” bilinmektedir. Yine de, daha sonraki 14 eşlik örnek, temelde,
özgün sonuçları doğrulamıştır. Bunun ötesinde, eşleşme süreciyle yeniliğin yorumu
sağduyu ve m antıkla olduğu kadar, diğer birçok görgül kanıtlarla da güçlü biçimde des­

249
teklenmiştir. Carter ve W illiams'm "teknik bakımdan ilerici firm a” kavramını formüle
etmelerine yol açan ilk çalışmaları (1957, 1959a, 1959b), SA PPH O ’nun başarı örnekle­
rinin birçok birleşik niteliklerini içermektedir. Ingiltere’de sanayi yenilikler hakkındaki
önemli örnekleri inceleyen, SA PPH O ’dan bağımsız fakat aynı zam anlarda Manches-
ter’de yürütülm üş başka bir araştırm anın yazarları da şu sonuca varmıştır:

Teknolojik yen ilik ler hakkında yap ılacak, belki de en geniş genelleme, bu işin bazı ihtiyaçlarla ba­
zı teknik im kânları birleştirme meselesi olduğu şeklindedir. Birleştirm eyi gerçekleştirm e ve bundan
yararlan m a yo lları çok değişiktir ve sadece sistematik planlam aya ve “o andaki en ileri teknolojiye”
(= state of the art) değil, ayn ı zamanda kişisel güdülere, örgütsel baskılara, siyasi, sosyal ve iktisa­
di türden dış etkilere bağlıdır. Y enilik süreci zaman içine yayıldığından, sürekli bu faktörlerdeki de­
ğişikliklere duyarlı olmak, yen i fırsatları görüp, anında buna cevap verebilecek esnekliği göstermek
çok önemlidir.
(Langrish e t al., 1972, s. 200)

8. 6 Yenilikle İlgili Diğer İncelemeler


SAPPH O projesinin bazı temel sonuçlarına eklenebilecek önemli görgül kanıtlar,
teknoloji kökenli girişim ciler tarafından kurulmuş 47 küçük yen i firma hakkındaki Ka­
nada araştırmasından gelmektedir. SAPPH O gibi bu çalışma da, başarılı ve başarısız ör­
nekleri kapsamaktadır. Litvak ve M aule (1972), araştırm alarını şöyle sonuçlandırıyorlar:

Girişimcilerin pazarlam a perform ansları zayıftı ve bu nedenle pek çok proje ölmüştür. G irişimcile­
rin çoğu, ürün yeniliğiyle p azarlam ayen iliği arasındaki bağı görem em iştir...Yeni ürünlerin çoğu, pi­
y a sa potansiyeli ve p iyasaya girme m aliyeti hesaplanmadan önce geliştirilip uygulam aya geçirilm iş­
tir...girişim cinin kendi ürün yeniliğine körü körüne hayranlığı, genelde onun gerçek fırsatları ve pi­
y a sa rekabetini görmesini engellemektedir.
(Litvak ve M aule, 1972, s. 47)

Tüketici ihtiyaçlarını tahmin edememek, piyasayı anlamamak, SA PPH O ’nun da g i­


rişim cilerle ve yöneticilerle yapılan tartışm alarında, sürekli öneminin altı çizilen, konuş­
malarda aşikar sayılıp, uygulam ada unutulan önemli bir husustur.
SAPPH O sonuçlarının bazıları, beklendiği gibi veya M acar elektronik sanayi
araştırm asında (Szakasits, 1974) olduğu gibi beklenmedik biçimde diğer araştırm alarla
da doğrulanm aktadır: Bunlar arasında, O ECD ’nin sanayi yenilikler konusundaki ulus­
lararası araştırm aları ve özellikle Pavitt’in (1971), OECD üye ülkelerindeki firmaların
yenilikteki nispi başarıları hakkındaki karşılaştırm aları ve A BD ’de Ulusal Bilim Vakfı­
nın (N SF) desteklediği diğer incelemeler sayılabilir. SAPPH O sonuçlarını kabul ede­
rek kendi yenilik yönetiminde kullanan bazı sanayi firm aları hakkındaki ilgi çekici bir
örneği, Leonard-Barton (1995), çok başarılı A&G yoğun bir Amerikan firması olan
H ew lett-Packard’dan veriyor (ss. 132-33).

250
Başarı konusundaki istatistiklerin, firma büyüklüğü ile yenilik arasındaki ilişkilere
göre (9. Bölüm) nispeten daha iyi olmasına rağmen, yine de yap ılacak genellemelerde
çok dikkatli olunması gerekm ektedir. Çünkü yen ilikler y a da icatlar "evreni” tam bilin­
mediği için çok kesin bir örnekleme alınamaz. Sonuçta, hem bu projede hem de Je w -
kes ve arkadaşlarının projesinde olduğu gibi, yen ilik ve icatlar için alınan örneklemle-
rin ne kadar temsili olduğundan emin olamayız. Bu husus, özellikle ikincil veya geliştir­
me icat ve yenilikleri denen grup için daha da önemlidir. Örnek olay ve tarihsel incele­
melerde en belirgin ve önemli icat ve yeniliklere ağırlık vermek şeklinde bir eğilim mev­
cuttur. Fakat Gilfillan (1935) ve Holländer (1965) gibi yazarlar, sayısız küçük iyileştir­
melerin ve yen i modellerin, teknik ilerlemede radikal yenilikler ve dönüşümler kadar
önemli olduğunu savunm aktadırlar. Bunun ötesinde, uzman y a da profesyonel olma­
yanların, ikincil tip yeniliklere katkısının, büyük yeniliklere yaptıklarından daha fazla
olduğu veya olacağı da, anlaşılabilir bir husustur. Yine muhtemelen, piyasalar hakkın-
daki bilgi sahibi olmak, ikinci tip icat ve yeniliklerde, bilimsel araştırm alardan veya pro­
ses yenilikleri örneğinde olduğu gibi prosesi doğrudan işletme deneyiminden daha bü­
yü k bir rol oynam aktadır.
Schmookler (1966), bir yüzyıldan uzun bir sürede birçok Amerikan sanayisinde (pa­
tent sayılarını veren istatistiklerle ölçülen) icatların, (yatırım istatistikleriyle ölçülen) ta­
lebin, birkaç y ıl kadar gerisinde kalm a eğilimi gösterdiğini bulmuştur. Ancak Ingilte­
re’de, Bilim Politikası Araştırm a Ünitesi’nde (SP R U ), kim ya sanayisi için yapılan baş­
ka bir araştırm a, 1920’ler ve 1930’larda, örneğin sentetik m addeler ve ilaçta, radikal y e ­
ni teknolojilerin ortaya çıkışının ilk aşam alarındaki büyüme biçiminin "Schmookler
karşıtı” olduğuna dair kanıtlar getirm ektedir (W alsh e t a/., 1979). Bu dönemlerde icat
faaliyeti ve bilimsel keşif, 7. Bölüm’de tartıştığım ız elektronik bilgisayar örneğine ben­
zer biçimde satış ve yatırım sıçramasının yan i talebin önündedir. Bu açık çelişki kısmen,
nispeten az sayıda radikal icat ve yenilikle bir sanayi gelişirken, piyasa işaretlerini ve y a ­
tırım davranışlarını hızla algılayan ve buna cevap veren çok büyük sayıdaki ikincil ve
iyileştirme icat ve yenilikleri arasındaki farkla açıklanabilir. Böylece, iktisadi gelişmenin
ana kaynağı olarak talepten ziyade, girişim cinin bağımsız yenilikçi faaliyetlerine ağırlık
veren Schum peter’in teorisiyle daha farklı bir ölçüm yapan Schm ookler’in istatistikleri­
ni uyuşturm ak mümkün olabilecektir.
Patent istatistikleri, küçük ve büyük icatları kapsadığı ölçüde, Schmookler (1966),
1950’lerdeki Amerikan sanayi icatlarının yaklaşık yarısının profesyonelleşmiş şirket
A&G ürünü olduğunu ve muhtemelen daha fazlasının da uygulandığını yan i yeniliğe
dönüştürüldüğünü göstermiştir. Diğer icatların çoğu da profesyonel kamu ve üniversi­
te A&G laboratuvarlarından gelmektedir. Özel, k am u ya da yü ksek öğretimdeki mucit­
lerden gelen icatların uygulanm ası ve geliştirilm esi de, muhtemelen birçok örnekte, bir

251
m iktar profesyonel A&G gerektirm ektedir. Fakat yin e de, uzmanlaşmış profesyonel
A&G faaliyetine bağlanam ayacak önemli m iktarda icat ve yen ilik mevcuttur. Bunun
ötesinde, daha büyük bir oranda patentlenmemiş teknik ilerleme de profesyonel A&G
sistemi dışında ortaya çıkmıştır.
H er neyse, cehaletim iz öyle fazla da abartılm am alıdır. Profesyonel sanayi
A&G’sinin çoğunun ürün ve proses iyileştirm esi ile bilinen ürünlerin yen i nesillerini
ortaya çıkarm aya odaklandığına dair elimizde sağlam görgül kanıtlar vardır. Bilem edi­
ğimiz, A&G faaliyetiyle, bu sistem dışında kalan icat ve yeniliklerin, teknik ilerlem eye
görece katkılarıdır. A&G’nin araştırm a yoğun sanayilerdeki katkısının daha büyük
olacağına dair bir hipotez kabul edilebilir, fakat aynı zam anda teknik ilerlemenin, pro­
fesyonel A&G gruplarıyla kendilerini ürün ve üretim süreçlerinin sorunlarını tanım la­
ma ve çözümüne katkıda bulunmada sorumlu gören diğer personel arasındaki etkileşi­
min çok güçlü olduğu yerlerde, en hızlı olduğu da görülm ektedir. Bu durum, kömür
madenlerindeki önemli bir teknik yeniliğin —Anderton m ekanik sıyırm a—yüklem e m a­
kinesinin1 (= the Anderton shearer-loader) ayrıntılı incelenmesiyle de doğrulanmıştır.
Townsend (1976), bu makinenin oldukça başarılı piyasa girişi ve yayılm asının, m aki­
ne yapım cılarının (İngiliz Ulusal Kömür Kurumu’nun araştırm a tesislerinin yak ın iş-
birliğiyle) gerçekleşen bir seri radikal icatlar ve yeniliklerle, bunun işletilmesi esnasın­
da ortaya çıkan deneyim lerin ve ödüllü teşvik program larının sonucu doğan sayısız iy i­
leştirme yeniliği arasındaki karşılıklı etkileşimden kaynaklandığını göstermiştir. Ingiliz
ve Alman im alatçıları, kısmen kendi A&G’leri kısmen de Ingiliz Ulusal Kömür Kuru­
mu nun belirlediği iyileştirm eleri birleştirerek, bu makinenin tasarım ındaki temel geliş­
melere katkı yapm ışlardır. H ollander’in çalışması ise, özellikle mühendislik bölümle­
riyle teknik yardım gruplarının, bazen A&G4 ile birlikte çalışarak yap tık ları katkılar
üzerinde durm aktadır.
SAPPH O projesinin daha sonraki aşam alarında ağırlık, belli bir yeniliğin başarı ve
başarısızlık nedenlerinden, uzun dönemde firmaların başarı y a da başarısızlığına kaydı.
Bu da, projenin hem büyük hem de küçük yenilikleri dikkate alm asına imkân verdi. Ça­
lışmalar, tekstil makineleri (Rothewell, 1976), maden (Townsend, 1976) ve tarım m aki­
ne ve teçhizatı (Rothwell, 1976) gibi mühendislik sanayisi sektörlerine yöneltildi. Fir­
maların kısa dönemli başarılarını, küçük iyileştirm elerde yoğunlaşm alarına, hatta bazen
herhangi bir A&G örgütü olmaksızın yap tıkları yeniliklere borçlu olm alarına rağmen,
uzun dönemde daha radikal tür yeniliklerin teknolojik rekabetiyle başa çıkabilm eleri
(Sulzer dokuma tezgâhı gibi) mümkün değildir ve çok kez de bu tuzağa düşerler. So­
nuçlar, uzun dönemde başarının, arada sırada ortaya çıkan, daha radikal yeniliklerle,

i A çık m adenlerde, çok büyük m iktarda maden veya toprağı sıyırıp yükleyen , yü rü r, devasa sistemlerden biri.

252
tasarımda gerçekleşen sürekli küçük yenilikleri birleştirme ile müşteri arzuları ve dene­
yim lerine cevap verebilme yeteneğine bağlı olduğunu göstermektedir. Güçlü bir A&G,
1960’lar ve 1970’lerde, bu tür bir teknolojik değişim bileşimini sürdürebilmek için, ar­
tan bir şekilde gerekiyordu. SA PPH O ’nun ilk örnek olay çalışmaları, birbirinden ayrı
yenilik projelerine yöneltilm iş de olsa, bu hususu da ayrıca işaret etmektedir. Özellikle,
bilimsel aletler sanayisinde, başarı örneklerinin bir damgası da, hemen her durum da da­
ima ardışık gelen tasarım iyileştirm elerini, süt analiz cihazındaki gibi yeni bir model se­
risine katabilme kapasitesidir (Robertson ve Frost, 1978).
Burada ileri sürülen fikirleri destekleyen önemli bir görgül çalışma, özel A&G ve di­
ğer teknik hizmetlerin, hem büyük ve radikal hem de küçük iyileştirm e icat ve yen ilik­
leri için giderek daha fazla önem kazandığını ifade ediyor. Bu Arjantinli Katz’ın, teknik
ilerlemenin A rjantin’deki çok sayıda firmanın büyümesine katkısını ölçtüğü çalışm ası­
dır (1971, doktora tezi). O çok sayıda firmanın (250) çok kapsamlı zaman serilerini top­
lam aya ve bunlardan çıkan sonuçları, girişim lerin gerçekleştirdiği uyarlam a A&G’si ve
diğer teknik faaliyetlerin ölçeğine bağlam aya çalışmıştır. Onun ilk görüşmelerinden de
anlaşıldığı şekilde, birçok Arjantin firması kendileri özgün radikal yenilikler yapm asa­
lar dahi, ister ana firmadan aldıkları yabancı patent biçiminde olsun isterse taklit veya
lisans anlaşmasına dayansın, her durumda, aldıkları ürün ve üretim teknolojilerinde bir­
çok uyarlam alar ve iyileştirm eler gerçekleştirm işlerdir. Onun hipotezi, böyle uyarlam a
A&G faaliyeti, yeni teknolojileri, Arjantin piyasasının özel isteklerini daha da tatmin
edici hale getirdiği y a da bu ülkenin özel çalışma koşullarına uydurduğu için firmaların
rekabetçi avantajlarını artırdığı şeklindedir. Bu çalışmadan ve M artin Bell in araştırm a­
sından (1984, 1991) çıkan sonuç, gelişen ülkelerdeki “öğrenme”, sadece zamanın basit
bir fonksiyonu değil, fakat şeklen ister bir A&G bölümünde, isterse firmanın başka bir
yerinde gerçekleşsin, belli bir am açla örgütlenmiş faaliyetlere bağlı olduğudur.
Katz’ın sonuçları şunları kesin biçimde göstermektedir: (1) Girişimin büyümesi fir­
maların teknik ilerlemelerine çok yakından bağlıdır; (2) teknik ilerleme ise uyarlam alı
A&G ve her ne kadar bu çalışmadan, araştırm a bölümünden çok, proses geliştirme veya
teknik bölüm denen profesyonel grup sorumlu olsa da, özel teknik hizmetlerin perfor­
manslarıyla yakından ilişkilidir. Katz’ın vardığı sonuçlar, aynı zamanda taklitçi ve uyar­
lama A&G faaliyetinin, saldırgan y a da savunmacı A&G y e göre daha kesin başarıya
ulaştığını gösteriyor; oysa ABD ve İngiltere’de yapılan, firmaların büyümesiyle A&G yo­
ğunluğu hakkındaki araştırm alar böyle güçlü bir ilişki göstermiyor. Hollander daha ile­
ri giderek, birçok küçük teknik yeniliğin, gerçekten risksiz olduğunu ileri sürüyor.
İngiliz Sanayiciler B irliği’nin1, İngiliz firmalarının büyüme hadleri ve araştırm a yo ­
ğunlukları karşılaştırm aları (1947, 1961), pozitif fakat zayıf bir korelasyona işaret edi­

i The Federation of British Industries, İngiliz Sanayi O daları Birliği denebilir; bizdeki T Ü SİA D ’a karşılık.

253
yor; uçlara doğru gidince ilişki oldukça güçlüdür. Bütün bu sonuçlar, SAPPH O proje­
siyle birlikte şunları söylemektedir:
1. Hızlı teknik değişmenin yaşad ığı sanayilerde, çok az y a da hiç A&G yapm ayan
firmalar durgunluğa veya yo k olmaya mahkumdur.
2. Büyük ölçüde A&G yapan firmalar, saldırganlıkla, bazen olağanüstü yüksek
büyüme hızlarına ulaşabilirler.
3. Savunm acı orta bölgede ise, A&G yoğunluğundaki değişmeler, büyüme ile hiç­
bir istatistik ilişki göstermiyor; belirsizlik hâkimdir.
AG& yoğunluğuyla firm aların buna bağlı büyüm eleri arasındaki istatistik ilişkiler
çok güçlü olmasa da, başarılı yenilikle buna bağlı olarak firmanın büyümesi arasındaki
ilişki güçlüdür. Mansfield (1968a, b) ve diğer iktisatçılar da sağ duyunun işaret ettiği
bu sonucu -yan i başarılı teknolojik yeniliklerin firmanın hızla büyümesine yol açm ası­
nı—görgül kanıtlarla en sağlam biçimde doğrulam aktadırlar. D iğer yandan, gördüğü­
müz gibi başarısız yenilik, ne kadar büyük ölçekte A&G'de yap ılsa, firmanın iflasına yol
açabilir. R adikal yeniliğe ilişkin yüksek derecedeki belirsizliğin sonuçları ilerideki bö­
lümlerde tartışılacaktır.

8. 7 Sonuçlar
Rothwell, 1970'ler ve 1980’lerdeki yen ilik projeleri ve firmaların başarılarıyla ilgili
çalışmalarından sonra, 1980’lerde yen ilik üzerindeki bu ve benzeri görgül araştırm ala­
rın tüm sonuçlarından bir sentez elde etmeye çalıştı (1992, 1994). Bu çalışmanın genel
olarak, diğer firm alarda ve sanayilerde de, SAPPH O 'nun bulgularını doğruladığını ile­
ri sürerken, her ne kadar bu tür süreçlerin etkinliğine dair güçlü kanıtları olmasa da, iş
planlam ası ve kontrol süreçlerine büyük bir ağırlık verm iştir (Tablo 8.3). Şirket düze­
yinde üst yönetimin yeniliğe sahip çıkması ve uzun dönemli stratejinin önemi de vurgu­
lanmıştır. Bu konu 11. Bölümde tartışılacaktır. Rothwell yenilikte başarının sürekli tek­
rarının, uzun bir süredeki know-how birikim sürecine bağlı olduğu hakkındaki inancı­
nı pekiştirm ek için de M aidique ve Zirger (1985), Dodgson (1991), Prahalad ve Hamel
(1990) gibi yazarların çalışm alarına atıfta bulunmuştur.
SAPPH O projesinin kim ya sanayi yeniliklerini araştıran Basil Achilladeis, daha
sonra bu sanayinin çeşitli sektörlerinde, başlıca tarım ilaçları, petrokim yasallar ve ilaç­
ta, firmaların yenilik performansları için son derece kapsam lı çalışm alar yapm ıştır (Ac-
hilladelis e t al., 1987, 1990). Onun birçok ilgi çekici bulgusu arasında belki en önemli­
si, radikal bir yenilikle özgün bir başarı göstermiş olan firm aların aynı alandaki birikim ­
leriyle gelecekte daha sık yen ilikler yap m aya m uktedir olduklarıdır (Tablo 8.4); ayrıca
sentetik maddeler üreten büyük firm aların başarılarını, aynı zam anda bu sanayinin di­
ğer sektörlerine de taşıdıklarını gösterm iştir (Tablo 8.5). Bu sonuçlar, Rothwell’in ba­
şarılı firm alardaki bilgi birikiminin rolü hakkındaki görüşlerini doğrulam aktadır.

254
Tablo 8. 3 Başan F aktörleri

P ro je U ygulam a D üzeyind ek i F a k tö rler


• İyi iç ve dış iletişim: D ışarıdaki know-how’a ulaşma.
• Yeniliğin tüm firm aya ait bir iş olarak algılanm ası: içeride işlevlerin eşgüdüm ü: iyi bir
işlev dengesi.
• D ikkatli bir planlam a ve proje kontrol süreci uygulam ak: Y üksek kaliteli bir ön analiz.
• Geliştirme çalışm alarında etkinlik ve yü k sek kaliteli üretim.
• P iyasaya odaklanma: kullanıcı ihtiyaçlarını tatmine ağırlık: Kullanıcı değeri yaratm a.
• M üşterilere iyi bir teknik hizmet sağlam ak: Etkili bir kullanıcı eğitimi.
• Etkili ürün şampiyonları ve teknolojik bekçiler.
• Y üksek kaliteli ve açık görüşlü iş yönetim i: Beşeri sermayenin gelişm esine çalışmak.
• Proje içinde sinerji yaratm a ve projeler arası öğrenme.

Firm a D üzeyind ek i F a k tö rler


• Üst yönetimin yeniliğe açık desteği ve niyeti.
• Teknoloji stratejisiyle ilişkili uzun dönemli bir şirket stratejisi.
• Büyük projelere uzun dönemli bağlanm a sözü (sabırla para akıtm ak).
• Firm ada esneklik ve değişm eye cevap verebilme.
• Üst yönetimin riski kabullenmesi.
• Y eniliği ve girişim ciliği kabullenm iş bir kültür.

K a yn a k : R o th w e ll (1992, 1994)

Son olarak, Rothwell (1992, 1994), ICT’nin yenilik yönetimi ve yenilikçi başarı üze­
rindeki etkilerini inceledi. Bu inceleme, onu, kendi deyim iyle "beşinci kuşak” yen ilikle­
rin gerçekleşmesinde çeşitli girişim lerde “ağ düzenlerinin” (= networking) önemini vur­
gulam aya sevk etmiştir (Tablo 8. 6). Sistemik faktörlerin, yeniliğin başarısındaki öne­
mini, tekstil, kimya, elektrik mühendisliği ve otomobil hakkındaki tarihsel örneklerde,
açıkça göstermiştik; fakat, ICT, bunun önemini katlayarak artırm ıştır. Bir kere, ICT,
kişiler ve örgütler arasında veri birikim i ve nakli için en hızlı ve etkili araçtır. İkincisi,
şimdi birçok yenilik, temelinde, elektronik aletler veya bilgisayarlara ilişkin unsurlar
içerdiğinden, elektronik donanım ve yazılım firm alarıyla, sıklıkla, çeşitli türlerde işbir­
liğine gitm eyi gerektiriyor. Firm alar arasında, 1980’ler ve 1990’larda hızla artan işbirli­
ği anlaşm alarının incelenmesinden, biyoteknoloji ve ileri malzeme firm alarının büyük
oranda ICT ile buluştukları anlaşılm aktadır (Hagedoorn ve Schakenraad, 1990, 1992).
Bu tür ve benzer teknolojilerin karm aşıklığı, artık firm aların kendi başına A&G çalış­
ması yapm asını imkânsız hale getirip, onları, şu veya bu şekilde bir işbirliği anlaşm ası­
na zorluyor. R es ea r ch P o li c y nin "Yenilikçi A ğları” hakkındaki özel sayısı (DeBresson
ve Amesse, 1991) ve M anchester'de, 1993’deki, T ek n olojik işb ir liğ i K o n fera n s ı (Co­
ombs et. Al., 1996), bu alana hızla artan ilginin örneklerinden sadece ikisidir. Bu tür ağ­
ların evrim iyle ilgili çalışmalar, İsveç'de Anders Lundgren (1991) tarafından yapılan
çok güzel inceleme gibi birkaç istisna dışında, henüz ortaya çıkmamıştır.

255
Tablo 8 .4 Firm alarm Teknolojik G eleneklerine D air Bazı Çim ekler
No. Firma Teknolojik Gelenek R adikal Y enilikler Yıl

1. American Cyanam id Aminoplastlar Üre melamin reçineleri 1935


2. American Cyanam id Organofosforlu böcek ilaçları Thimet 1956
3. BA SF O rganik kim yasal ara ürünler Amonyak sentezi 1913
4. BA SF Polistren plastikleri Polistren 1928
5. BA SF M an yetik kayıt bantları İlk m anyetik bant 1935
6. Bayer Organofosforlu böcek ilaçları Parathion 1942
7. Bayer Sentetik kauçuk İlk sentetik kauçuk 1910
8. Bayer Poliüretan plastik köpükler Poliüretan 1942
9. В .F. Goodrich PV C PV C 1930
10. Celanese Sentetik elyaf Selüloz asetat 1924
11. Celanese O rganik kim yasal ara m addeler Asetik asit 1933
12. Ciba-G eigy Böcek ilaçları DDT 1939
13. Ciba-G eigy Z ararlı ot ilaçları Triazinler 1957
14. Ciba-G eigy Sentetik boyar m addeler Ciba menekşesi 1905
15. Dow Halojenli hidrokarbonlar Kloroform 1903
16. Dow Polisitiren Polisitiren 1932
17. Dow Tarım m ücadele ilaçları Pentaklorofenol 1930
18. Du Pont Sentetik elyaf Naylon 1936
19. Du Pont M an tar mücadele ilaçları Naba 1936
20. ICI Zararlı ot ilaçları M CPA 1942
21. ICI R eaktif boyar m addeler Procion boyar maddeler 1956
22. M onsanto Z ararlı ot ilaçları Randox 1955
23. Montedison O rganik kim ya ara m addeleri Amonyak 1924
24. M ontedison Polipropilen plastik elyaflar Polipropilen 1954
25. Rohm & Hass PM M A - akrilikleri Polim etilm etakrilit 1932

K a yn a k : A ch illa d elis e t al. (1990)

Tablo 8. 5 Kim ya Yeniliklerinde Temerküz ve Teknolojik Birikim , 1930-1980 *


1 2 3 4
Firm aların ve Tarım ilaçları Tarım ilaçları Sentetik
Y eniliklerin Tipi M addeler

En büyük 5 En büyük 10 En büyük 5


Firma firma firma

Bayer 2. sütun artı: Bayer


Geigy BA SF BASF
ICI Hoechst Hoechst
Dow Shell Du Pont
Du Pont Cyanam id ICI
Yeniliklerin yü zdesi olarak: Sumitomo

Tüm yen ilikçi firmaların 6 12 5


Tüm ürün ve proses patentlerinin 19 27 30
Tüm yen i ürünlerin 31 44 58
Tüm radikal yeniliklerin 38 54 60
Tüm önemli p iyasa başarılarının 35 55 66

0 Sentetik m addeler için 1930-1955 yılları


K ayn a k : A ch illa d elis e t al. (1987); Freem an e t al. (1963)

256
Tablo 8 . 6 Beşinci Kuşak Yenilik Süreci: Sistem Entegrasyonu ve A ğlar (SIN )
Temeldeki stratejik unsurlar
• Zaman temelli strateji (daha hızlı ve etkin ürün geliştirm esi)
• Geliştirmede kalite ve diğer fiyat dışı faktörlere odaklanm a
• Şirket esnekliği ve cevaplam aya ağırlık verilmesi.
• Stratejide müşterinin ön plana çıkarılm ası.
• Başlıca ikmal kaynaklan firm alarla stratejik bütünleşme.
• Y atay teknolojik işbirliği stratejileri.
• Elektronik veri işlem stratejileri.
• Toplam kalite kontrol politikası.

Temel ön koşuliarm özellikleri


• D aha geniş bir sistem ve örgüt bütünleşmesi.
— paralel ve bütünleşik (işlevler arası) geliştirm e süreci
— İkmal kaynaklarının ürün geliştirm eye önceden bağlanm ası
— en ileri kullanıcıların geliştirm e sürecine katılm ası
— uygun olduğu yerlerd e y a ta y teknolojik işbirlikleri kurm ak
• H ızlı ve etkili karar verebilm ek için daha esnek ve düz bir örgüt yapısı:
— ait düzeydeki yöneticilere büyük ye tk i vermek
— ürün şampiyonlanna/proje liderlerine ye tk i vermek
• Çok gelişm iş bir dahili veritabanı:
— etkili veri bölüşüm sistemleri
— ürün geliştirm e ölçümleri, bilgisayar tabanlı, höristik, uzman sistemleri
— 3D -CA D sistem leri ve benzeşim modellemesi kullanan elektronik yard ım lı ürün geliştirm e
— ürün geliştirm enin esnekliğini ve üretilebilirliği artırm ak için CAD/CAE sistem lerine bağlanm a
• Etkili bir harici veri bağlantısı:
— CAD sistem lerine bağlanarak ikm aici firm alarla bağlantı kurup, ürünün ortak geliştirilm esi
— CAD kullanarak m üşterilerle karşılaşm ak (interface)
— A&G işbirliği o rtaklarıyla etkili veri bağlantıları kurm ak.

K a yn a k : R o th w e ll (1992)

Yine de, yenilikte ağ düzenlerinin rolü hakkında elde yeteri kadar bilgi ve kanıt
mevcuttur. Buna göre, on dokuzuncu yüzyılın (m ucit-girişim ci) ve yirm inci yüzyılın
(çok iyi bir dış dünya iletişim iyle birlikte çalışan firma içi A&G bölümü) tipik yen ilik
biçimlerini göz önünde tutarak, bu gelişmelerin, yirm i birinci yüzyılda, giderek, ağ dü­
zenleriyle işbirliğine dayanan bir yen ilik biçimine yol açacağını varsayabiliriz (= to pos-
tulate). Bu değişikliğin arkasındaki itici güçler arasında, ikisi çok önemlidir: teknolojik
ilerlemenin giderek artan karm aşıklığı ve birçok ICT yeniliğinin sistemik niteliği. IBM
örneği bu değişm eyi çok iyi göstermektedir: IBM , 1950’ler ve 1960’larda, sahip olduğu
muazzam A&G tesisleriyle kendine yeter (otarşi) bir durum daydı ve herhangi bir A&G
işbirliğine katılması çok güçtü; oysa, 1980’ler ve 1990’larda, IBM , küçüklü, büyüklü di­
ğer firm alarla ve çeşitli sanayilerle düzinelerle işbirliği anlaşm ası yapm ıştır. Üçüncü ve
IV. Kısımlarda, bu ağlaşm a olgusunun gelişmesini, ulusal ve uluslararası düzeylerde ele
alacağız.

25 7
Notlar

1 Bu bir yen ilik olarak tanım lansa bile, bir teknik yen ilik olarak tanım lanm ası doğru olm ayacaktır. Teknik olmayan
örgüt yen ilikleri son derece önemli olup, çok kere kitle üretim , yalın üretim veya W edgewood’un pazarlam a y e n ilik ­
leri örneklerinde olduğu gibi teknik yeniliklerle bir arada bulunur.

2 Y eniliğin ortaya çıkm asındaki dört anahtar rol şu şekilde tanım lanabilir:

1. T eknik y e n ilik çi: Yenilik geliştirm esinin ve/veya tasarım ının teknik yan m a önemli k atkı yapm ış olan kimse. M u­
hakkak olmasa bile normal olarak yen ilik yap an örgütün bir mensubudur. H er zaman olmasa bile, bazen yen i
ürün veya üretim sürecinin m ucidi olabilir (Bunların hepsi erkekti.).
2. I ş y ö n e t i m y e n ilik çisi: Yönetim yap ısı içinde projenin genelinden sorumlu kimse; bazen teknik m üdür bazen de
araştırm a m üdürüdür. İkisi ayn ı kimse de olabildiği gibi, satış m üdürü veya baş mühendis de olabilir. Her za­
man olm asa da, özellikle küçük firm alarda tüm örgütün başı da olabilir (H epsi erkekti).
3. G e n e l M ü d ü r. Yenilikçi örgütün yap ısın d a resmen icranın başı olan kimse, illa ki, genel m üdür sıfatı taşıması
gerekm iyordu. H er durum da bir genel m üdür ve her zaman da belirgin bir iş yenilikçisi vardı am a çok kez belir­
gin bir teknik yenilikçi yo ktu . İnsanlar, kendilerini belirlememişlerse, bu rollerden birini benimsemesi için zor­
lanmadı, çünkü araştırm anın am açlarından birisi, önde gelenlerin katkılarını tahmin etmekti.
4. Ü rün ş a m p iy o n u : Yeniliğin kritik aşam aları boyunca, şevkle ve a k tif olarak önemli katkılar yapm ış kimsedir.
Bazen teknik yenilikçi veya genel m üdür olarak aynı kimse olabiliyordu. Bu roller, daha önceki yenilik
literatüründe bilinm ekle birlikte, firm alarda kullanılan resmi Unvanlardan her zaman ayrılam ıyordu. İş Unvan­
ları büyük değişiklikler gösterebilir fakat bu rol çok Önemliydi (H epsi erkekti.).

3 İkinci M anchester yen ilik araştırm ası (Gibbons ve Johnston, 1972), bir tesadüfi örneklem eye dayalıydı (bkz. S.
258).

4 Bu konu, bazen tam bir nom enklatüra (Unvanlar ve m akam lar) sorunu da olabilir. Bir firm ada, “m ühendislik”,
“O R ”, y a da “teknik bölüm” denen yerlere, başka bir firm ada “proses geliştirm e” veya "A&G” denebilir.

258
9. Bölüm

Yenilik ve Firma Büyüklüğü

Kısım'da y e r alan tarih analizi, sentetik maddelerde, kim yasal proseslerde, nük­

I leer reaktörlerde ve bazı elektronik sistemlerde yen ilik yapm a süreçlerinin bü-
• yü k şirketlerin egemenliği altında oluştuğunu göstermiştir. Ancak, yine Birinci
Kısımdaki açıklam alara ve SAPPH O projesi bulgularına bakarak, "büyük olan kaza­
nır” biçiminde genelci bir hipotezi sürdürmenin mümkün olmadığı anlaşılm aktadır. Y e­
ni küçük şirketler, özellikle bilimsel araçlar alanında olağanüstü katkılarda bulunmuş­
lardır. Yeni şirketler kuran mucit yatırım cıların da özellikle kim ya sanayisinin, otomo­
bil sanayisinin, ya rı iletkenler ve radyo sanayilerinin ilk günlerinde önemli katkılar ya p ­
tıkları bilinmektedir. Yeni küçük şirketler mikro bilgisayar sanayisinde ve bilgisayar y a ­
zılım larında başarılı bir biçimde çoğalm aya devam etmişlerdir. Sanayide yenileşm e ko­
nusunda küçük ve büyük şirketlerin nispi katkısıyla ilgili genellemeleri sınamak ne öl­
çüde mümkün olabilir?
SAPPH O projesinin sağladığı bulgular, açıklayabildikleri kadarı ile yenilik yapm a
çabaları konusundaki rekabette, ölçeğin sonucu pek fazla etkilemediğini ortaya koyar
niteliktedir. Bununla birlikte, gerçekten küçük firmaların teşebbüs dahi etmediği bir
grup yen ilik alanının varlığı açıkça ortadadır ve böylece, söz gelişi kim ya y a da türbin
jeneratörler gibi sanayilerde rekabet çeşitli büyük firm alar arasında gerçekleşm ektedir.
Büyük ve küçük firmaların nispi katkısı sanayiler arasında büyük ölçüde farklıklaşm ak-

259
ta ve SAPPH O gibi araştırm alar, küçük ve büyük firm aların ekonominin bütününde
araştırm a ve geliştirme konusundaki toplam katkıları ile ilgili soruyu cevaplandırama-
maktadır.
Sanayinin büyüklüğü ve bunun rekabet ve tekel sorunları ile ilkişkisi iktisatçıları uzun
zamandan beri meşgul eden bir sorun olup (Turner ve Williamson, 1969; Cohen, 1995;
Scherer, 1992c), bu ilgi sonucu günümüzde hatırı sayılır miktarda istatistik bilgi toplan­
mış bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki bizim ilgi alanımız açısından bakıldığında bu bil­
ginin büyük bölümünün, yeniliklerle değil A&G ve patentlerle ilişkili olduğu görülmek­
te, böylece ortaya önemli yorum sorunları çıkmaktadır. Bu bölüm, böyle bir yorum getir­
meyi amaçlamakta ve imalat sanayinde büyük ve küçük firmalar tarafından gerçekleşti­
rilmiş olan yeniliklerle ilgili doğrudan sayısal bilgilerle ölçüm yapm aya yönelik çabaları
(Freeman, 1971; Kleinman, 1975; Townsend e t al., 1982; Pavitt e t al., 1987; Acs ve
Andretsch, 1988; Kleinknecht ve Reijnen, 1992b) değerlendirerek sona ermektedir.

9. 1 Firma ölçeği A&G Harcamaları


1950’lerde, sanayinin araştırm a ve deneysel geliştirme performansı konusunda ABD
dışında çok az güvenilir bilgi varken, bu tür bilgi 1960’larda yayg ın biçimde elde edil­
meye başlanmıştır. O ECD ’nin, tanım ları ve yöntem leri standartlaştırm a konusundaki
çabalarının bir sonucu olarak1, bir düzine ülke için oldukça güvenilir bir biçimde karşı­
laştırm a yapm aya olanak sağlayan veriler ortaya çıkm ıştır (OECD, 1967, s. 46). O rta­
y a çıkan tablo yüksek düzeyde bir yoğunlaşm a varsayan iktisatçıların hipotezi ile
uyum ludur ve bu hipotezi doğrular yöndedir. Biri dışında bütün ülkelerde en büyük
100 A&G programı toplam sanayi A&G program larının üçte ikisinden fazlasını, birçok
durumda ise dörtte üçünden fazlasını oluşturm aktadır. Bir ülke dışında, en büyük 40
program sanayi A&G’lerinin yarısından fazlasına ve en büyük 8 program elimizde bilgi
bulunan ülkelerin tamamında, toplamın %30'undan fazlasına işaret etmektedir (Tablo
9.1). H ollanda’da en büyük 5 program (Philips, Shell, Unilever, AKU, D SM ) için y a ­
pılan harcam alar toplam harcam aların üçte ikisini oluşturmaktadır.
1960’lardan bu yan a yoğunlaşm a düzeyi az da olsa bir m iktar düşmüştür. Bunun ne­
deni, ICT, ileri malzemeler ve biyoteknoloji alanlarında N TBF’lerin (yeni teknoloji te­
melli firmalar/new technology based firms) hızla çoğalmasıdır. OECD ülkelerindeki
küçük firmaların büyük çoğunluğunun herhangi bir biçimde örgütlü araştırm a ve geliş­
tirme faaliyetinde bulunm adığı konusunda oldukça yeterli bilgi vardır. Fransa, İngilte­
re ve Birleşik Devletlerde ve muhtemelen öteki ülkelerin de hemen hepsinde, A&G y a ­
pan (eğer 200 işçiden az çalıştıran firm alar küçük olarak tanım lanırsa) küçük firm ala­
rın oranı kesinlikle %5’den azdır.

260
Tablo 9 .1 A& G Program larının B üyüklüklerine G öre Sıralanm ış Firm alarda
Gerçekleşen Sanayi A& G H arcamasının Toplamdaki Yüzde Payı

Ü lkeler Program B üyüklüklerine Göre Firm aların Sıralanm ası

4 8 20 40 100 200 300

ABD 22.0 35.0 57.0 70.0 82.0 89.0 92.0


İngiltere 25.6 34.0 47.2 57.9 69.5 75.0 77.0
Fransa 20.9 30.5 47.7 63.4 81.0 91.0 95.6
Jap o n ya - - - 47.7- 5 2 .l b 63.1' 71.4J
İtalya 46.4 56.3 70.4 81.6 92.5 - -
Kanadaf 30.3 40.8 58.4 71.5 86.2 93.2 -
Hollanda 64.4- _ - - - - -
İsveç 33.2 43.0 54.4 71.0 85.4 90.0 -
Belçika 38.5 51.8 72.6 82.7 92.8 97.5 99.4
Norveç 29.5 38.8 55.7 70.6 88.2 97.9 100.0
İspanya 25.2 47.0 73.9 91.5 - - -

a İlk 54 firma;
b İlk 85 firma;
c İlk 180 firma;
d İlk 289 firma;
e İlk 5 firma
f Cari içsel harcam alar
K a yn a k : O E C D (1967)

Yöneticiler, mühendisler ve diğer personelin yap tıkları esas işle doğrudan ve sistem­
li olarak ilişkisi olmadan gerçekleştirdikleri araştırm aların ve yaratıcı faaliyetlerin, araş­
tırm a ve deneysel gelişme konusundaki resmi istatistiklerde y e r alm adığı doğrudur. Bu
y a rı zamanlı, amatör yaratıcı faaliyetler çok verimli de olabilir; küçük firmaların önem­
li icat ve yeniliklerin olağanüstü oranda yü ksek bir kısmını gerçekleştirm iş oldukları ko­
nusundaki görüşle ilgili kanıtlar burada tartışılacaktır. Ancak, uzmanlaşmış profesyonel
A&G faaliyetleri söz konusu olduğunda, elimizde, bunların yüksek oranda, büyük fir­
m alarda yoğunlaşm ış olduğu hakkında, istatistikleri olan bütün ülkeler için, güçlü ka­
nıtlar bulunm aktadır.
Söz konusu OECD istatistikleri (Tablo 9.1) yoğunlaşm a derecesini, toplam istih­
dam, iş hacmi y a da varlıkların büyüklüğü cinsinden tanımlanmış firma büyüklüğüne
göre değil, A&G programının büyüklüğüne göre ölçmektedir. Bununla birlikte, yu k arı­
daki kadar tutarlı olmasa da, bazı ülkeler için firma büyüklüğüne göre yoğunlaşm ayı
gösteren istatistikler de vardır. ABD ’de, 5000’den fazla işçi çalıştıran firm alar toplam
A&G harcam alarının, 1970’de %79'unu, 1978’de ise %80’ini gerçekleştirm işlerdir. Bu
büyüklükte firm alar için söz konusu oran, Federal A lm anya’da 1979'da %75’dir ve ben­
zer bir oran muhtemelen İngiltere için de geçerlidir. Jap o n ya’da 1978-79 yıllarınd a sa­
nayi A&G harcam alarının yak laşık üçte ikisi 3000’den fazla işçi çalıştıran büyük firma­
larda yapılm ıştır.
Bütün bu söylediklerimize rağmen, A&G programı büyüklüğü ile karşılaştırıldığın­
da, (işçi sayısı bakımından) yoğunlaşm a derecesi firma ölçeğinde çok daha az vurgulan­

261
maktadır. Birleşik Devletlerde, 1970 yılın d a 5000’den fazla işçi çalıştıran 466 firma
A&G faaliyetinde bulunm aktaydı. Ancak, bir bölüm (1000-4999 işçi çalıştıran) orta öl­
çekli firm alar büyük ölçekli program lar yürütürken, büyüklerin pek çoğunun A&G fa­
aliyetleri nispi olarak küçük program lardan oluşmaktaydı. Böylece, her ikisi de topla­
mın yaklaşık %90’ını oluşturan 300 en büyük program için yapılan harcam alarla 470 en
büyük şirketin yaptıkları harcam alar eşit çıkm aktadır (Tablo 9.2). A&G programları
satışlara y a da istihdam a oranla çok daha fazla yoğunlaşm ıştır (Tablo 9.2). Fransa’da
200 en büyük A&G programı toplam harcam aların %91’ini oluştururken (işçi sayısı ola­
rak ölçülen) 200 en büyük firmanın toplam A&G harcam alarındaki payı yaklaşık %72
dolayındaydı. En büyük firm aların bile hiç araştırm a yapm adığı y a da çok az yap tığı sa­
nayi dallarının yan ı sıra küçük firm aların bile önemli ölçüde araştırm a gerçekleştirdiği
sanayi dalları vardır.
Tablo: 9. 2 ABD 'deki En Büyük A& G Program ların Yürüten Firm aların
Toplam İşgücü, N et Satışlar ve A& G Yüzdelerindeki P aylan, 1970
Program büyüklüğü Toplam Federal Net satışlar Toplam
A&G A&G istihdam

İlk 4 18 20 6 8
İlk 8 32 40 9 11
İlk 20 55 71 16 19
İlk 40 66 85 23 27
İlk 100 79 93 38 39
İlk 200 87 96 50 50
İlk 300 91 97 63 62

K a yn a k : N S F (19/2, ss. 46-4/)

Firm alar arası araştırm a yoğunluğundaki farklılaşm anın en önemli kaynağı söz ko­
nusu sanayilerdeki farklılaşm adır; bu yüzden söz konusu ilişkilerde, büyüklüğe göre y a ­
pılacak analizin, her sanayide ayrı gerçekleştirilm esi doğrudur.
1960’larda tartışmanın başladığı ilk dönemlerde bazı iktisatçılar, bir kısım Avrupa
ülkelerinde ve Kanada’da, hiç olmazsa bazı sanayilerde, ters korelasyonlar buldukları­
nı ileri sürm üşlerdir (Hamberg, 1966; M orand, 1970; de M elto e t al., 1980). Bununla
birlikte, daha eksiksiz kanıtlar ortaya ortaya çıkm aya başladıktan sonra bu ilk sonuçlar
tartışılm aya başlanmıştır. En son bu bilgilerin hemen hepsini gözden geçiren Cohen
(1995) ve Symeondis (1996), belirli bir eşik geçildikten sonra, A&G harcam alarının fir­
ma ölçeği ile az çok oransal bir ilişki içinde arttığı sonucuna ulaşm ışlardır:

A&G ile firm a ölçeği ve piyasa yap ısı arasındaki ilişkileri araştıran uygulam alı çalışm aların ortaya
koyduğu en güçlü sonuç, sanayilerin çoğunluğunda A&G faaliyeti olan ve o sanayide sonuçları et­
kileyebilen firm alarda, kabaca oransal olmak üzere, ölçek ile A&G arasında güçlü, pozitif ve sürek­
li bir ilişkinin varlığıdır.
(Cohen, 1995, s. 196)

262
Ancak bu genellemenin, hem farklı ülkeler hem de farklı sanayiler açısından istisna­
ları vardır. Bir önceki bölümde ortaya konmuş olan noktalara ek olarak, A&G faaliye­
tinde bulunan küçük firm aların üç kategoride toplanma eğiliminde oldukları da varsa-
yıiabilir:
1. Bir yeniliği henüz geliştirm eye y a da uygulam aya başlamış olan firmalar. Burada, sa­
tışların A&G harcam alarına oranı nispeten düşük olabilir ve çok yü ksek bir araştır­
ma yoğunluğu beklenebilir. Söz gelişi Genetech firmasının 1994 yılın d a A&G/satış-
lar oranı %40’ın üzerindeydi. Bu oran yenilikle ilgili başarılı bir ticari uygulam anın
sonucunda firmanın ve satışlarının büyümesi ile zaman içinde düşme eğilimine gire­
bilir.
2. Çok dar bir alanda, yoğun bir araştırm a programı ile desteklenen özel bir uzmanlı­
ğa sahip firmalar. Burada da araştırm a yoğunluğu, genelde yü ksek olabilir. Söz ge­
lişi bilim teknoloji parklarında y e r alan bazı kopuşmuş (spin-off) firm alarda, olduk­
ça uzun süreler için, % 10-20 arasında A&G/satışlar oranı gözlenebilmektedir.
3. Yeni ürün rekabetinin A & G yi giderek daha fazla gerekli hale getirdiği sanayilerde
varlıklarını sürdürm eye çalışan firmalar. Bazı firm aların eşiğin alt düzeylerinde bir
A&G gayretiyle tutunm aya çalıştığı, bazılarının başkalarıyla işbirliği halinde sürdür­
düğü araştırm alara güvendiği, bir bölümünün ise iddialı program lar uygulayarak
yüksek riskler aldığı bu gibi durum larda çok değişken yönetim yaklaşım ları bekle­
nebilir.
Bilim teknoloji parklarının büyümesi veya üniversite çevrelerinde yoğunlaşan firma­
ların sayıları gibi dolaylı kanıtlara bakıldığında, ilk iki kategoriye giren firmaların sa­
yısının, 1970’lerle 1990’lar arasında oldukça hızlı bir biçimde arttığını varsayabiliriz.

Eğer bu varsayım lar doğruysa, araştırm a yoğunluğu ile firma ölçeği arasında orta­
y a çıkan nispeten zayıf korelasyon bulguları ve yin e söz konusu korelasyonla ilgili ola­
rak yaygın biçimde gözlenen sanayi içi farklılaşm alar bazı incelemelerle güçleniyor. In­
giltere, Fransa, Alm anya ve ABD ’de bazı sanayilerde, küçük y a da orta ölçekli firma­
larda araştırm a yoğunluğunun büyük firm alara göre daha yü k sek olduğu bulunmuştur.
ABD ile ilgili istatistikler 25 bin kişiden fazla istihdam eden firm alar için sistemli ola­
rak daha yüksek bir araştırm a yoğunluğu ortaya koym akla birlikte, bütün sanayi dal­
ları bir arada ele alındığı zaman bile bu farkın büyük kısmının kamu (Federal) ihalele­
rinden kaynaklandığı görülm ektedir (Tablo 9.3). Şirketlerin sadece kendilerinin fi­
nansman sağladıkları A&G faaliyetleri söz konusu olduğunda (burada sadece A&G fa­
aliyeti gösteren firm alarla ilgilendiğim izi hatırlayarak) firma ölçeğine göre farklılaşm a
pek büyük değildir.

263
Tablo 9 .3 ABD 'de A& G Yapan Firm aların Büyüklüğüne Göre
N et Satışların Yüzdesi O larak A& G y e A yrılan Fonlar
Firm a büyüklüğü Net satışların yüzdesi Net satışların yüzdesi olarak
olarak A & G (Federal (Federal A&G sözleşmeleri hariç)
(İşçi sayısı) A&G sözleşmeleri dahil) firmanın A&G k ayn ak lan

1957 1967 1977 1957 1967 1977

1000’den az 1.8 1.7 1.7 1.4 1.6 1.6


1000—4999 1.8 1.7 1.5 1.2 1.4 1.3
5000-9999 2.1 1.9 1.6 1.5
10.000-24.999 3.9 5.2 1.8 1.6 i 1.5
25.000 den fazla 1 4.2 [ 2.3 2.4

Tüm firm alar 3.4 4.2 3.1 1.5 2.1 2.0

K a yn a k : N S F (19/9)

Tablo 9 A Çalışanı 25.000'den Fazla Olan Firm alarm P atent Yoğunluğu, A& G Harcaması,
İstihdam ve Ç eşitli Yenilikçi F aaliyet Yoğunluğu ölçüûerine Göre İstihdam
Büyüklüğü Açısm dan Sıralanm ası
Firma 130 firmanın yüzdesi olarak H er m ilyar $ Satışların H er m ilyarS
Sayısı satışa düşen % olarak A&G A&G için
Patentler İstihdam A&G Patent sayısı harcam ası patent sayısı

İlk 4 9.04 23.98 24.13 11.86 2.69 0.441


İlk 8 19.89 34.62 38.39 17.98 2.94 0.609
İlk 12 25.91 40.84 43.87 20.17 2.90 0.695
İlk 16 35.21 45.98 51.61 20.06 2.50 0.803
İlk 20 40.71 50.39 54.50 21.41 2.44 0.859
İlk 30 53.13 59.28 63.88 24.47 2.50 0.978
İlk 40 58.31 66.25 69.69 23.03 2.34 0.984
İlk 50 64.81 71.93 75.11 23.55 2.32 1.015
İlk 75 78.99 83.87 78.75 23.17 2.14 1.085
İlk 100 91.08 92.77 94.11 22.99 2.02 1.138
Tüm 130 100.00 100.00 100.00 23.03 1.96 1.176

K a yn a k : S o e t e (19/9)

Şimdi, araştırm a yoğunluğu konusunda, büyük firmalarm kendi aralarındaki farklı­


laşm alarına dönersek, Hamberg (1964) ve Scherer (1965a, b) büyüklüğün istihdam y a
da satış olarak ölçüldüğü durum larda düşük bir korelasyon; sahip olunan varlıkların bü­
yüklüğü olarak ölçüldüğü durum larda ise daha da zayıf bir korelasyon bulmuşlardır.
Ham berg’in örneği F o rtu n e 500 listesinde y e r alanlar 340 büyük firmadan oluşurken,
Scherer’in örneği aynı listede y e r alan 448 firmayı kapsam aktadır. Scherer’in ilgi çekici
gözlemine göre bazı sanayilerde araştırm a yoğunluğu 250 milyon $ ’a kadar satışlarla b ir­
likte artmakta, buna karşılık 200 milyon $ ile 600 milyon $ arasında bir yerlerde düşme­
y e başlam aktadır (Ayrıca bkz., Kamien ve Schwarz, Literatür Taraması, 1975.). Soete
(1979), 1970’lerde elde edilen daha yeni verileri incelemiş ve ABD A&G verilerinin, p a­
tentlerle ilgili verilere hâlâ bir m iktar destek verse de, Hamberg ve Scherer’in görüşle­

264
rini tamamen desteklemediği sonucuna varmıştır. Soete, Birleşik Devletler ile ilgili veri­
lerin, hiç olmazsa bazı sanayilerde, A&G yoğunluğunun firma ölçeği ile birlikte büyüme
eğilimi gösterdiği görüşündedir. Bununla birlikte Tablo 9.4’de y e r alan verilerin 25 bin­
den fazla işçi çalıştıran (çok büyük) firm alarla ilgili olduğu unutulmamalıdır. I. Kısım'-
da ortaya konmuş olan kanıtlar da bazı durum larda büyük firmaların araştırm a yo ğun­
luğu en yüksek firmalar olduğunu göstermişti (IG Farben, Standard Oil ve Bell).
Böylece firma ölçeği ile A&G harcam aları arasında, 1970’lerde ortaya çıkan bilgi­
leri özetlemek gerekirse şunları söyleyebiliriz:
1. Bu konuda istatistikleri olan bütün ülkelerde A&G program larının yoğunlaşm a dü­
zeyi oldukça yüksektir.
2. Bu programlar esas olarak 5 binden fazla işçi çalıştırılan büyük şirketler tarafından
yürütülm ekle birlikte, firma ölçeğine göre yoğunlaşm a düzeyi, program ölçeğine gö­
re yoğunlaşm a düzeyinden daha düşüktür.
3. Küçük firmaların büyük çoğunluğu (belki de %95’inden fazlası) herhangi bir uz­
manlaşmış A&G programı uygulam am aktadır.
4. Sanayilerin çoğunda A&G programı uygulayan firm alarda toplam istihdamın bü­
yüklüğü ile A&G programının büyüklüğü arasında kayda değer bir korelasyon göz­
lenmektedir.
5. Nispi araştırm a faaliyeti ölçütü (araştırm ayoğunluğu) ile firma ölçeği arasındaki ko­
relasyon daha zayıftır ve bazı sanayiler için anlamlı değildir.
6. Bazı ülkelerde A&G faaliyetinde bulunan küçük firm alarda A&G yoğunlukları or­
talamanın üzerindedir.
1980’ler ve 1990’larla ilgili en son veriler hem firma ölçeği hem de programın büyük­
lüğü açılarından yoğunlaşm a derecesinin düşmekte olduğunu göstermektedir; ancak,
A&G yin e de istihdama ve satışlara göre daha yoğunlaşm ış bir faaliyettir. Küçük firma­
ların büyük çoğunluğu bu dönemde de hiçbir uzmanlaşmış A&G faaliyetinde bulun­
mazken, A&G faaliyetinde bulunan küçük firmaların sayısı artm aktadır.
Bu sonuçları yorum lam a çabasına girmeden önce, A&G harcam aları (A&G girdile­
ri) ile A&G çıktısı arasındaki ilişkiyi bir az daha yakından incelemek gerekm ektedir.

9. 2 Firma Ölçeği ve İcatlar


Bazı iktisatçılar, A&G harcam alarının ağırlıklı olarak büyük firm alarda yoğunlaşm ış
olmasına rağmen önemli buluş ve yeniliklerin çoğunun küçük firm alarda ortaya çıktığı
görüşündedirler. Daha önce de belirtilmiş olduğu gibi, son yirm i beş yıld a A&G girdi­
lerinin ölçülmesi için önemli adım lar atılmış olmakla birlikte, A&G çıktılarının ölçüle­
bilmesi konusunda pek fazla bir yol alınam am ıştır2. OECD, ancak 1980 yılınd a sadece
çıktıların ele alınıp tartışıldığı bir konferans düzenlemiştir (OECD, 1980b). Sanayi

265
A&G’sinin çıktısının yen i ve geliştirilm iş ürünler ve işlemler konusunda bir yeni bilgi ve
enformasyon akımı olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Bu çıktılar, pilot tesisler y a
da prototipler üzerinde gerçekleştirilen deneylere dayalı kullanım kılavuzları, bilimsel
makaleler, formüller, sözlü açıklam alar, planlar y a da patentler, araştırm a raporları,
teknik şartnameler, kullanım la ilgili veriler ve el kitapları biçiminde olabilmektedir
(Tablo 1.1). Bugüne kadar hiç kimse bu çeşitliliği, firm alar y a da sanayiler arası karşı­
laştırm alar yapm aya olanak verecek bir ortak paydaya indirgeyecek bir yol bulamamış­
tır. Karşılaştırm alar yapabilm ek için en açık yöntem icatların ve yeniliklerin sayılarını,
ağırlıklı veya ağırlıksız olarak bir çeşit niteliksel değerlendirmede kullanm aktır.
Buluşlar konusunda genellikle bulunabilen tek istatistik sayıları, patent istatistikleri­
dir ve bu istatistikleri m ukayese edilebilir çeşitli biçimlere sokabilmek için, aralarında
firma ölçeğine göre nispi çıktı m iktarı da dahil olmak üzere, gerçekten hüner isteyen ça­
balar gösterilmiştir. Bununla birlikte, 5. Bölüm’de belirtildiği gibi, bu çabalar firm ala­
rın ve sanayilerin patent alm a eğilimlerinin birbirinden çok farklı olması başta olmak
üzere, çeşitli nedenlerle başarısız olmaktadır. Bazı firm alar patentlere büyük önem ver­
mekte ve patent alma faaliyetini yürütm ek için, bu açıdan ölçüldüğü zaman icatlarla il­
gili çıktıları şişkinleştiren büyük bölümler oluşturm aktadır. Başka firm alar ise y a patent
alm ayla pek uğraşm am akta y a da gizliliği tercih etmektedirler. Büyük firm aların patent
alma eğilimlerinin küçük firm alara göre daha yüksek olduğu ve böylece patent istatis­
tiklerine dayalı olarak oluşturulan çıktı ölçütünün, küçük firm aların katkısını olduğun­
dan düşük gösterdiğini varsaym a konusunda bir eğilim vardır. Birleşik Devletlerde kü­
çük firmalar birim A&G harcaması başına büyük firm alara göre çok daha yüksek pa­
tent sayısı gösterebildikleri için, bu durum küçük firma A&G’sinin verim liliğinin daha
yüksek olduğunu savunmak için kanıt olarak kabul edilm ektedir (bkz. Rothwell ve
Zegveld, 1982).
Bütün bunlara rağmen, Birleşik Devletler patent istatistikleri konusunda önde gelen
uzman olan Schmookler (1966, s. 33), genel inanışın tersine, ABD ’de büyük şirketlerin
patent alma eğilimlerinin küçük firm alara göre daha düşük olduğu konusunda inandı­
rıcı kanıtlar getirmiştir. Schmookler, bu kanıtları bir yandan büyük firmaların patent
politikaları ile ilgili olarak yürütülen anti-tröst yaptırım ların görgül olarak ortaya kona-
bilen etkilerine, diğer yandan büyük firm aların patent başvurusu yapm adan önce daha
fazla ön deneme yapm a olanaklarının çokluğuna ve nihayet, büyük firm aların patent
paylaşım ı ve bilgi değişim iyle ilgili anlaşm alarda uyguladıkları çok daha yü ksek güven­
lik önlemlerine dayandırm ıştır. Küçük firm alar patent alm am azlık edemezler ve uzun
süre beklemeye de tahammülleri yoktur; bu yüzden patent istatistikleri küçük firm ala­
rın ve özel kişilerin katkı paylarını olduğundan fazla gösterme eğilimindedir. Bu görüş

266
İngiltere’de Pavitt'in (1982) çalışmaları ve Taylor ve Silberston’un (1973) İngiliz patent
sisteminin çalışma biçimi konusundaki analizleriyle desteklenmiştir.
Patent istatistikleri konusunda ortaya çıkan bir diğer önemli sorun da patentlerin
önem dereceleri açısından farklılaşm asıdır. Bu sorunu aşabilmenin bir yolu patentleri
ağırlıklı hale getirm ek y a da önemli icatların listesini çıkartm aktır. Bu yöntem lerin güç­
lüğü ise, araştırm a gerçekten önemli az sayıdaki icatla sınırlamazsa, çok fazla zamana
ihtiyaç duyulm asıdır. Az sayıda önemli buluş yaklaşım ının güçlükleri ise bu icatların
çok sayıdaki ikincil geliştirme icatları ile karşılaştırılarak seçilmesi sırasında ortaya çı­
kacak sübjektif kararlarda ve radikal birincil buluşları nispi önemlerine göre sıralam a
sürecinde ortaya çıkm aktadır. Bu tekniğin en iyi bilinen örneği, daha önce de tartışmış
olduğumuz, en önemli 70 adet yirm inci yü zyıl icadının çoğunun büyük şirketlerin A&G
bölümleri dışında gerçekleştirilm iş olduğunu ortaya koym aya çalışan Je w k e s ’in araştır­
masıdır (Jew k es e t al., 1958). ABD Ticaret B akanlığı’nın yapm ış olduğu araştırm a
(1967), am pirik olarak daha az destekleyici kanıtlara dayanm asına ve icatla yeniliği bir­
birine karıştırm a eğilimine rağmen, esasında kişisel mucitler ve küçük firm alar konu­
sunda aynı sonuca varm aktadır. Benzer düşünceler daha önceki yıllard a da Grosvenor
(1929) ve Hamberg (1966) tarafından ileri sürülmüştür.
Je w k e s ’in analizi, firm alar tarafından gerçekleştirilen bazı önemli buluşların dışarı­
da bırakm ası yüzünden, belki de daha haklı bir biçimde, büyük şirketlerin katkısının
1920’lerden bu yan a çok daha önemli hale geldiği gerçeği açısından eleştirilebilir.
Je w k e s ’in hazırladığı icatlar listesi zamana bölünürse, şirket A&G’si payının 1930’dan
önce zayıf olduğu, ancak daha sonraki dönemde hâkim durum a geçtiği görülecektir
(Freeman, 1967, 1992). Bütün bunlara rağmen ve bu eleştirileri de göz önünde bulun­
durarak, Jew k es ve arkadaşlarının, üniversitelerin, kişisel mucitlerin ve küçük şirketle­
rin daha radikal nitelikli yirm inci yü zyıl buluşlarına, oransal olarak, daha büyük katkı
yaptıkları konusunda güçlü bir tez ortaya koyduklarını kabul etmek gerekm ektedir. Bu
nokta bizim tarihsel açıklam alarım ızla da doğrulanmıştır.

9. 3 Firma ölçeği ve Yenilik


Yine de, küçük firm aların A&G girdilerine oranla patent sayılarına ve önemli icatla­
rına bakarak daha başarılı oldukları ve böylece A&G performansı açısından büyük fir­
m alara göre daha etkin çalıştıkları sonucuna varm ak doğru değildir. İlkin, Je w k e s ’in
söz ettiği kişisel icatların bir kısmının aslında büyük şirketler tarafından geliştirilip pi­
ya sa y a sürüldüğüne zaten dikkati çekmiştik. Büyük şirket A&G’si dışında gerçekleşti­
rilen icatlardan, muhtemelen yarısı, bu yo lla yen ilik haline gelmiştir. Sanayi A&G’sinin
amacı bir yenilik akımı sağlam ak olduğu için geliştirme etkinliği, en az ilk aşam alarda­
ki icatlar kadar önem taşım aktadır. Gerçekten, birbirini izleyen karşılıklı iddialar zinci­

267
ri dolayısıyla bir buluşu kimin gerçekleştirdiğini söylemek çok kez güç olmakla b irlik­
te, yeni bir ürünü y a da üretim tekniğini ticari olarak piyasaya çıkarm ak anlam ında y e ­
niliğin hangi firma tarafından yapıldığını, doğru olarak söylemek genellikle mümkün ol­
maktadır. Büyük şirketlerin yen ilik yapm a konusundaki performansı icat konusundaki
performanslarına oranla çok daha iyidir ve Jew k es de büyük şirketlerin (genellikle çok
daha pahalı olan), geliştirme çalışm alarındaki rolünün küçük firm alara göre çok daha
önemli olduğunu kabul etmektedir.
Böylece, küçük firm aların yaratıcı faaliyetlerin ilk aşam alarında daha masrafsız, ra­
dikal buluşlar konusunda da nispi avantajlı olduğu, buna karşılık büyük şirketlerin da­
ha sonraki aşam alarda, geliştirmede ve ilk icatları alıp daha ileriye götürmede daha
avantajlı oldukları sonucuna varılabilir. Bunun yan ı sıra, büyük ve küçük firmaların
nispi performansı açısından sanayiler arasında da önemli farklar vardır. Hem araştırm a
hem de geliştirm e işlerinin genellikle çok pahalı olduğu kim ya sanayisinde büyük firma­
lar, gerek icatlar gerekse yenilikler konusunda egemendirler. M akine mühendisliği
sanayisinde masrafsız bir yaratıcılık daha büyük rol oynayabilm ekte ve böylece küçük
firm alarla kişisel mucitler daha büyük bir katkılar yapabilm ektedirler. Patent istatistik­
leri bu farkları çok açık bir biçimde yansıtm aktadır; vurgulanm ak istenen nokta, bu bö­
lümün son kesiminde verilecek proje sonuçları tarafından da tamamen doğrulanmakta-
dır. Bununla birlikte, ancak son dönemlerde patenti alınm aya başlanmış olan bilgisayar
yazılım ları konusunda küçük firm aların büyük çaptaki katkılarının patent istatistikleri­
ne hâlâ yansım am ış olabileceğine dikkati çekmek gerekm ektedir.

Tablo 9. 5 Enstrüman Yeniliklerinde Firm a Tiplerine Göre K arşılaştırm alı Ü stünlükler

Yenilik Süreci Y erleşik büyük B irkaç ürün Girişimcinin


Firm a çıkarm ış yen i ilk ürünü
küçük firm a

Yenilik motivasyonu (saiki) 3 1- 1


Kendi bilgi ve teknolojisine sahip 1 3 1
olma ve geliştirm e yeteneği
D ışsal bilgiyi kullanm a, m aliyet avantajı 2 3 1
P iyasaya girm ek için kaynak bulundurm ak 1 2-
Yeni ürün geliştirm ek için kaynaklar 1 3 1 veya 2
Prototipte ve ilk model üretim inde hız ve 3 1- 1
m aliyet üstünlüğü
Yeni ürün ve teknolojiyi benimsemedeki 3 2 1+
esneklik
Geniş yelp aze üretim inde ve 1 2- 3
pazarlam asında m aliyet üstünlüğü

1 = En yü k sek karşılaştırm alı üstünlük, 3 = En düşük karşılaştırm alı üstünlük

K a yn a k : S h im sh o n i (1970, s. 61)

268
I. Kısım’da gördüğümüz gibi küçük bir firmanın kayn aklarıyla gerçekleştirmesine
imkân bulunmayan bazı yenilik tipleri vardır; bir icat için gerekli olan parçaların mut­
lak sayısı çok etkili faktörlerden biridir. En uç örnek, iki milyondan fazla parçaya ge­
reksinim duyulan Apollo XI Projesi olmakla birlikte, her biri 10 binden fazla parçadan
oluşan, ileri jet uçak motorları, elektronik telefon santralleri, büyük bilgisayar sistemle­
ri, nükleer reaktörler y a da bazı proses tesisleri gibi sıradan mühendislik ürünleri var­
dır. Büyük firmaların her birinde çeşitli belirsizliklerin söz konusu olduğu, ancak bir­
likte yürütülm eleri ya rarlı görülen birden fazla alternatif yöntemle çalışmak gibi muka-
veseli bir avantajları vardır. Büyük firm alar herhangi bir sorunun çözülmesi için farklı
alanlarda çok sayıda uzmana y a da pahalı aletlere gerek duyulduğu durum larda da a y ­
nı şekilde avantajlı duruma geçerler.
Küçük firmaların en büyük avantajı, muhtemelen, esneklik, yoğunlaşm a ve firma içi
haberleşme konularında ortaya çıkm aktadır. SAPPH O iş yönetimi çabasında yoğunlaş­
manın önemine dikkati çekmektedir. Pazarlama, üretim ve A&G konularında karar ver­
me sürecinde etkin davranabilm e becerisi küçük firma ortamında daha kolay sağlana­
bilir. Elektronik bilimsel enstrüman sanayisi incelenirken Shimshoni’nin çalışm alarına
(1966, 1970) atıf yapılm ıştı. Shimshoni, yeni küçük firmaların bazı anahtar cihazlarda­
ki yeniliklerin gerçekleştirilmesinde çok önemli roller oynadıklarını; avantajlarının da
motivasyon, düşük maliyetler, geliştirme çalışmalarının kısalığı (karar verme hızından
dolayı) ve esneklik noktalarında ortaya çıktığını bulmuştur (Tablo 9.5). Shimshoni, ay­
rıca, yeni firm aların A&G sisteminin herhangi bir yerinden alınacak teknolojik uzman­
lık biçiminde büyük bir dışsal ekonomiye sahip oldukları sonucuna varm aktadır.
Shimshoni hızla çoğalan cihaz üretim firm alarıyla ilgili çalışmasında, teknolojik girişim ­
cilerin üniversitelerdeki y a da kamu laboratuvarlarındaki bilimsel ortamdan getirdikle­
ri fikirlerin ve y a rı gelişmiş ürünlerin taşıdığı kritik öneme dikkati çekmektedir. Gol-
ding bu sistemi ve işleyişini Amerikan y a rı iletken sanayinde göstermiştir. Küçük firma­
ların ve kopuşuk (spin off) firm aların Amerikan yarı iletken sanayinde oynadığı olağa­
nüstü önemli rol bazı gözlemcilerin, Schum peter’in “M ark l ”inin “M ark 2"sine göre
(daha açık bir deyişle, büyük firmalar yen ilik yapm a sürecine hâkim değillerdir, bkz. 1.
Bölüm) çağdaş gerçekliğin daha doğru bir tablosunu ortaya koyduğu sonucuna varm a­
sına neden olmuştur. Bununla birlikte, böyle kesin bir sonuca varm adan önce aşağıda­
ki noktaları göz önünde tutm akta y a ra r vardır: Önce, büyük şirketler (Bell, GE, RCA,
AT&T, vb.) anahtar yeniliklerin büyük bölümüne —belki de yarısına— katkıda bulun­
maya devam etmektedirler; ikinci olarak, bu şirketler üretim teknolojisi konusundaki
yeniliklerin yaklaşık yarısın ı gerçekleştirm işlerdir; üçüncü olarak, Avrupa ve Jap o n ­
y a ’da hem üretim yöntem lerinin aktarılm ası hem de yen ilik süreçleri çok daha yüksek

269
oranda büyük firmaların egemenliği altındadır. Rothwell ve Zegveld (1982), bir yandan
küçük firm aların yenilik yapm a süreçlerinde bazı avantajlardan yararlandıklarını kabul
ederken, bir yandan da finansman eksikliği, kamu tarafından konan kurallara uym ada
güçlükler ve uzmanlaşmış iş yönetim hizmeti gibi önemli darboğazlarla karşı karşıya ol­
duklarına işaret etmektedirler. Küçük ve büyük firm aların yen ilik yapm a süreçlerine
nispi katkılarını, çeşitli sanayiler ve ekonominin geneli bakımından, sistematik olarak
test etmek ne ölçüde mümkündür? Bir yandan eldeki kanıtlar hâlâ yetersizken ve bir
yandan da ölçme sorunlarının büyük güçlükleri ortada iken, 1970’lerde ve 1980’lerde
bazı önemli ilerlemeler oldu ve Ingiltere ve Birleşik Devletlerde arzu ettiğimiz kadar a y ­
rıntılı ve kesin olmasa da, oldukça doğru cevaplar vermemize imkân sağlayan projeler
gerçekleştirildi. Bilim Politikası Araştırm a Birimi (Science Policy Research Unit,
SP R U ) tarafından 1971 yılın d a yürütülen bir proje, Ingiliz sanayisinin birçok dalında
y e r alan üç kategori firmada gerçekleştirilen yeniliklerin sayısını doğrudan ölçmeye te­
şebbüs etmiştir (Freeman, 1971; Townsend e t al., 1981). Araştırma, küçük firmayı
200’den az işçi istihdam eden kuruluşlar olarak tanım layan, Bolton Küçük Firm aları
Araştırm a Komitesi1 adına yapılm ıştır. Araştırm a 1945-70 yılları arasındaki dönemi
kapsam akla birlikte, Ingiltere’de Araştırm a Konseyleri (SE R C ve S S R C )11 tarafından
desteklenen başka araştırm alar, 1971-83 dönemi için de yen i bilgiler elde edilmesini
sağlam ıştır (Pavitt e t al., 1987). Önemli yeniliklerin listeleri sanayinin çok sayıda fark­
lı dalları için bağımsız kaynaklardan elde edilmiştir. Daha sonra bu yenilikleri gerçek­
leştiren ve %90’ı söz konusu yeniliklerin ortaya çıktığı tarihteki istihdamının büyüklü­
ğünü verebilen yenilikçi firm alara ulaşılm ıştır. Araştırm a kapsam ına alınan sanayi dal­
larının toplam Ingiliz sanayisini temsil ettiği varsayım ıyla ortaya çıkan en önemli sonuç­
lar şu şekilde sıralanabilir:
1. Küçük firm alar 1945 ile 1983 arasındaki dönemde toplam sanayi yeniliklerinin
% 17'sini gerçekleştirm işlerdir. Bu oran toplam net üretim ve toplam istihdamdaki
payları ile karşılaştırılırsa, 1963 yılın d a bu oranlar üretimde %19, istihdam da ise
%22 olmuştur.
2. Küçük firmaların yenilik yapm a süreci içinde payı 1950-1970 arasında nispeten ay­
nı kalmış (Tablo 9.6), ancak bu tarihi izleyen dönemde hızlı sayılabilecek bir biçim­
de yükselm iştir.
3. En büyük firmaların (10.000 ve daha fazla işçisi olan) toplam yenilikler içindeki pa­
y ı 1960’lar ve 1970’lerde yükselm iş, buna karşılık 1980’lerde gerilemiştir.
4. Dönemin tamamında 1000’den fazla işçi çalıştıran firm alar bütün yeniliklerin üçte
ikisini gerçekleştirm işlerdir.
1 "The Bolton Committee of In q u iiy on Sm all Firm s”
ii "Science and Engineering Research Council” ve "Social Science Research C ouncil”

270
9. 4 Sanayi Dalına ve Firma Büyüklüğüne Göre Yenilik
Sanayi dallarına göre, 1945 ile 1970 dönemi için yapılan analiz, küçük firm aların y e ­
niliğe katkısı açısından büyük farklılaşm alar göstermektedir. Sanayiler oldukça kesin
çizgilerle iki grupta sınıflandırılabilir:
1. Küçük firm aların yeniliğe hem m utlak sayılarla hem de nispi olarak, fark edilebilir
bir katkı yapm adığı y a da katkının çok düşük olduğu sanayiler. Bunlar arasında ha­
vacılık, motorlu taşıt araçları, boyalar, eczacılık ürünleri çimento, cam, çelik, alüm in­
yum , sentetik reçineler ve gemi inşa sanayileri (Tablo 9.7) ve (özel bir kategori ola­
rak) kömür ve (hava) gaz sayılabilir. Bu grup içinde küçük firm aların yeniliklere
katkısı %1’in (gerçekleştirilen 479 yenilikten 6 tanesi) biraz üzerinde olm akla birlik­
te, bu firmaların 1963 yılın d a toplam net üretim içindeki payı yaklaşık %8 olmuştur.
2. Küçük firmaların yeniliğe belirgin katkı yap tıkları sanayiler. Bunların arasında bi­
limsel cihazlar, elektronik, hah, tekstil makineleri, kâğıt ve karton, deri ve ayakkabı,
kereste ve mobilya ve inşaat sanayileri sayılabilir. Bu grupta küçük firm alar söz ko­
nusu 623 yenilikten 103’ünü y a da yaklaşık %17’sini; 1963 yılın d a toplam net üreti­
min %20’sini gerçekleştirm işlerdir.
Tablo 9. 6 İngiltere'de Sanayi Firm alarının B üyüklüklerine
Göre Y eniliklerdeki P aylan, 1945-1983

Dönemler Firm a büyüklüğü


Yenilik
1-199 200-499 500-999 1000-9999 >10000 sayısı

1945-49 16.8 7.5 5.3 28.3 42.0 226


1950-54 14.2 9.5 4.5 32.2 39.6 359
1955-59 14.4 10.1 9.1 24.9 41.4 514
1960-64 13.6 9.2 6.0 27.8 43.4 684
1965-69 15.4 8.2 8.5 24.7 43.7 720
1970-74 17.5 9.0 6.3 20.7 46.5 656
1975-79 19.6 9.6 7.5 16.2 46.2 823
1980-83 26.3 12.1 4.3 14.9 41.9 396

Y enilik Sayısı 774 411 299 1,004 2,020 4,378

O rtalam a % 17.0 9.4 6.8 22.9 43.1 100

K a yn ak : R o th w e ll v e D o d g s o n (1994)

Sanayiler, her dalda gerçekleştirilen yenilik sayıları içinde küçük firm aların payına
göre sınıflandırılacak olursa, ortaya çıkan ölçüt küçük firm aların net üretim içindeki pa­
y ı ile ilgili ölçüte uygun hale gelmekte (Tablo 9.7), ancak bu durum da yeniliklere kat­
kı, net üretime katkıya göre hızla yükselm ektedir.

271
o t O T to
CS O NUÎV
CN
o N o. o o
Oto
-hTOOK
- vo
(M
to o—
o kto
K
K
^

<N —
10T
to M
^
On
•— O O O CM
— »O etiO O O
T ODO to »O -
Tablo 9. 7 İngiltere’de İncelenen Sanayilerde Küçük Firmaların Yenilikler ve Yeni Ürünlerdeki P aylan

C <ö
-5 £> o
eti c ? K
t <« O MT CM O CM 'M* to 00 CM O 00 tO O to
c: « >sO tO O lO 'O CS T >- —I O - >sC N - to

/U

SIC, Standart Industrial Classification, Uluslararası Standart Sanayi Sınıflandırm ası;


i >iO
J
N. to to y î VO 00 T ^ ' O O O o o o o o o
cm ^ —
“O•3İ =“c —
!&
o- 5
s *

E #
E İŞ
cc •
’T cm o o o o o o o o o

o- c
S3 £

u
J> u
JS u d> — "îti s
-D s I £® -c Î3
<eti ”3
C Tl
"0 £>-°
!■ '“ bp-3eti *u* o
D
s_ eti ü
— £ o
— -n •“S Cİ U
eti >
-5 E *<
Oi eti ___
u c üN -
> C
w>
e E- >» y. -C r
> -ad z. — e5 72 D eti !_
eti S <ti
) j t eti
s- (t>j0o 3«>3bûCo^ eo
m

ti o^
to
C "o. e0) C >i ■ö. E 1 s ^!2 Oe i:0 >
«ti
i§ 6c3O <v
0 2 < û te X
ve

1 73 73 o ÛQ:
a tahmini

o>
uo — o\
to to to — "*T CM
I I I I I -
- - - O ı n ^ O ^ M - K t N T ^ ' ^ ^ O-HMt O
o KLOtOlOtOCOtOtO - —O'O —OOK N. N. N. VO 'O O O
tO — —
cm
— — O N .
o o o to
: c/32 'TtO'T'TtO'TtOtO'T'T'TtOCStOCN tO CN CN ^T XT to to to — o o to

272
Bilimsel cihazlar, bazı makine tipleri, kâğıt ve karton sanayilerinde küçük firmaların
yeniliklere katkısı, üretime katkılarından yü ksek olmuştur. O rta ölçekli (200-999 işçi
çalıştıran) firmalar da bu sanayilerde yenilik yapm a sürecine kayda değer ölçüde katkı­
da bulunmuşlardır.
Küçük firmaların üretim deki paylarına göre hiç katkıda bulunmadığı y a da çok dü­
şük düzeyde katkıda bulunduğu sanayiler, genellikle sermaye yoğunluğu yü ksek sana­
yilerdir. Bunun önemli istisnaları havacılık, gemi inşa ve eczacılık ürünleri sanayileri­
dir. Bu sanayilerde, sermaye yoğunluğu düşük olmakla birlikte birçok yen i ürün için
geliştirme ve yenilik m aliyetleri çok yüksektir. Kâğıt ve karton da bir başka istisna ola­
rak karşım ıza çıkm aktadır. Kâğıt ve karton sermaye yoğunluğunun nispeten yü ksek ol­
duğu sanayilerden biri olm akla birlikte küçük ve orta ölçekli firmalar, kâğıttan çok kar­
tonda ve özel ürünlerde önemli yenilikler gerçekleştirm işlerdir. Bu sektörlerde sermaye
yoğunluğu daha düşüktür.
Bu istisna dışında, sermaye yoğun sanayilerde hem proses hem de ürün yeniliklerin­
de büyük firmaların tekelci durumda oldukları görülmektedir. Bu bulgu I. Kısım’da or­
taya çıkan sonuçlarla önemli ölçüde örtüşmektedir. Küçük firmalar katkılarını daha
çok, sermaye yoğunluğunun düşük, geliştirme m aliyetlerinin az ve yen i firm alar için gi­
riş m aliyetlerinin düşük olduğu makine ve enstrüman alanlarında yapm aktadırlar. Bu
sonuç da yine I. Kısım’da yapılm ış olan tarihi analizle örtüşmektedir. M akineler, cihaz­
lar ve elektronik mallar, bilinen toplam küçük firma yeniliklerinin üçte ikisini oluştur­
maktadır. Küçük firm alar tekstil, deri ve mobilya gibi geleneksel sanayilerde de hatırı
sayılır yenilikler gerçekleştirm iş olmakla birlikte, bu sanayilerde gerçekleştirilen ye n i­
liklerin toplam sayısı nispeten azdır. Bu araştırm anın vardığı önemli sonuçlardan biri,
Je w k e s’in, profesyonel A&G faaliyetlerinin gelişmesi sürecinde ve sanayi alanındaki
icat ve yenilikler söz konusu olduğunda, büyük firmaların, küçük firm aların katkısını
ortadan kaldırm adığını savunan görüşünü onaylaması olmuştur. Ancak, daha büyük
firmaların çağdaş sanayi yeniliklerine tamamen egemen olduğuna inanan Galbraith de
haklıdır.
1970’den beri İngiltere’de, küçük firmaların toplam yenilikler içinde giderek artan
katkıları, özellikle elektronik cihaz ve bilgisayarlarda güçlüdür. Birleşik Devletlerde y a ­
pılan araştırm alar da yaklaşık benzer sonuçlar vermektedir.
Son dönemlerdeki görgül araştırm alar, 1970’lerde ve 1980’lerde toplam yeniliklerde
gözlenen artışın önemli bir bölümünün küçük firm alardan kaynaklandığını gösterse de,
burada tarihe de bir göz atm akta y a ra r vardır. Geçmişte, önemli teknolojilerin ilk dö­
nemlerinde küçük firm alar m ukayese edilm eyecek kadar büyük bir katkıda bulunmuş­
lardır; ancak teknoloji olgunlaştıkça bir yoğunlaşm a eğilimi belirmeye başlamış, başat

273
tasarım lar ortaya çıkarak sanayi bunlara kilitlem iştir (Bkz. Şekil 6.1 ve U tterback’in di­
ğer çalışması, 1993). Firm a birleşme ve satışlarının arkasındaki güdü, birçok durumda,
giderek büyüyen A&G m asraflarını yaym ak ve rakiplerin A&G’sini denetleyebilmektir.
Yeni firmaların 1990’lar; büyük kim ya ve ilaç firm aları tarafından ele geçirilm e çabala­
rının açıkça gözlendiği ICT sanayilerinde ve biyoteknolojide yen i bir yoğunlaşm a süre­
cinin ortaya çıktığını gösteren kanıtlar daha şimdiden elimizdedir. K aplinsky (1983), bu
“yeniden yoğunlaşm a” süreciyle ilgili iyi bir örneği bilgisayar yardım lı tasarım (CAD)
firm alarıyla ilgili olarak verm ektedir. Burada bir başka kuşku daha vardır: Bazı rapor­
larda, çok uluslu şirketlerin yan kuruluşları y a da bazı ulusal şirketlerin yan kuruluşla­
rı ile gerçekten bağımsız küçük şirketleri birbirinden ayırm a çabasındaki başarısızlıklar
dolayısıyla küçük firm aların katkısı abartılıyor olabilir.
Ancak bütün bunlara rağmen, küçük firma yeniliklerinin, yirm inci yüzyılın son çey­
reğinde, toplam yenilikler içindeki payının gerçekten arttığını gösteren etkileyici kanıt­
lar vardır. Öte yandan, önceki teknolojik değişim dalgalarında bu tür artışların sürdü-
rülem ediğini ve uzun dönemli yoğunlaşm a eğilim lerinin ortaya çıktığını bilsek de, 8.
Bölüm'de gösterilen ağlar kurm a eğilimiden ve teknolojinin karm aşıklığının giderek art­
masından dolayı, durum şimdilerde değişmiş gibi görünmektedir. Bu eğilim ler ayrıca,
birçok mühendis ve bilim adamının daha küçük ve daha özel kuruluşlarda çalışm a ter­
cihleri ile daha da güçleniyor olabilir. Autio’nun (1994) N TBF’ler konusunda Cambrid-
ge (M ass., ABD), Cambridge (Ingiltere) ve Helsinki bölgelerinde gerçekleştirdiği araş­
tırmanın önemli bulgularından biri, çoğunluğun daha fazla büyüme ve daha az uzman­
laşma istemediğini ortaya koym aktadır. Bu yüzden yirm i birinci yüzyıl, I. Kısım’da or­
taya koyduğumuz yoğunlaşm a eğilimi yerine, büyük ve küçük firm alar arasında yen i­
den bir arada yaşam a (symbiosis) biçiminin ortaya çıktığını görebilir. Bu, yirm i birinci
yüzyıldaki önemli araştırm aların konusu olacaktır.

9. 5 Sonuçlar
Bu bölümde, firma ölçeği, A&G büyüklüğü, yenilik çıktısı ve yenilik ihtiyacı gibi ko­
nulardaki istatistik genellemelerin ciddi bir biçimde gözden geçirilmesi gereği ortaya
konmuştur. Sanayi önemlidir, teknoloji önemlidir ve tarih de önemlidir. Bir sanayi da­
lının y a da bir teknolojinin gelişme sürecinde küçük firmaların oynadığı rol, gelişmenin
ilk aşam aları ile sonraki aşam aları arasında büyük ölçüde farklılaşabilm ektedir. Düşük
y a da yüksek yoğunlaşm a düzeylerinin yen ilik yapm a konusunda daha iyi performansa
neden olacağı konusundaki basit genellemeleri sürdürm ek artık mümkün değildir. Re­
kabet baskısının daha çok yenilik yapılm asını teşvik edebileceği doğrudur, ancak bu
baskı yü ksek düzeyde yoğunlaşm ış uluslararası oligopol piyasalarında da tamamen kü­
çük firm alardan oluşan bir sanayi dalında olduğu kadar güçlü olabilir. Bu söyledikleri­

274
miz, rekabet politikasının bir zam anlar olduğu kadar basit ve kolay olmadığı anlamına
gelmektedir. Symeonidis (1996) tarafından gerçekleştirilm iş bir OECD araştırm ası, ay­
nı araştırıcının “Schumpeter gil hipotezleri’’ test ettiği çalışmasının sonuçlarını çok gü­
zel bir şekilde özetlemektedir:

Günümüz literatürü, büyük firma ölçeğinin y a da yüksek yoğunlaşm a oranlarının daha yü k sek dü­
zeyde yenilikçi faaliyetlere yo l açan faktörler olduğunu destekleyen yeterli kanıtlar göstermem ek­
tedir. Tabii, tüm değişkenlerin içsel olarak belirlendiği anlaşıldığı zaman da vurgulam a, y erin i ne­
densellik ilişkisinden, sıradan bir korelasyona bırakm aktadır. Yinelemek gerekirse, yen ilik süreci
ile piyasa yap ısı arasında bazı durum larda varlığı görülmekle birlikte, genel ve pozitif bir ilişki ol­
duğunu gösteren kanıt yo ktur. Bu durum, rekabet politikası ile teknolojik gelişme arasında, bazı
A&G yoğun sanayilerde yü k sek düzeyde bir yoğunlaşm a kaçınılm az olmasa bile, genel bir etkile­
şim olm adığına işaret etm ektedir... Herhangi bir sanayi dalında sürdürülebilir yoğunlaşm a düzey­
lerinin oluşturduğu yelpaze, o sanayiye özgü bir dizi unsura bağlıdır. Bunlar arasında, teknolojik
fırsat, teknolojik karakteristikler, A&G projesinin ortalama m aliyeti, teknolojinin süreklilik ve tah­
min edilebilirlik derecesi ve öğrenme ekonomisinin boyutu; y a ta y ürün farklılaşm ası gibi talep özel­
likleri ve fiyat rekabetinin yoğunluğu gibi stratejik karşılıklı etkileşim in çeşitli boyutları sayılabilir.

(Sym eonidis, 1966, s. 33)

Son olarak, bu konudaki literatürün büyük bir kısmının yen ilik konusunda ölçek bü­
yüklüğünün varsayılan avantajları konusundaki ’’Schum peter’g il” hipoteze atıfta bulun­
maktadır. Schum peter’in kendisi bu hipotezi açık ve tek anlam a gelebilecek biçimde
formüle etmemiştir. Schum peter’in, biraz da tahrik edici bir biçimde, büyük firmanın
avantajlarından söz ettiği (1942) doğru olm akla birlikte bunlar, temel olarak, sadece
büyük firm aların bir kısmının çok karm aşık ürün y a da üretim teknolojisi geliştirm e sü­
reçlerini gerçekleştirebileceği anlam ına gelen ifadeler olarak kabul edilebilir. Schumpe­
ter daha önceki çalışm alarında (1912) esas olarak mucit-girişimcinin ve küçük firm ala­
rın avantajlarından söz etmiştir ve biz de (1. Bölüm) erken dönem ('M ark 1’) ile daha
sonra geliştirdiği modeli (‘M ark 2 ’) arasındaki farklara işaret etmiş bulunuyoruz.
A&G'nin büyük firm alarda yoğunlaştığına elbette ki, dikkati çekmiştir; ancak bunun
yan ı sıra, büyük örgütlerde bürokrasinin yarattığı tehlikelere de işaret etmiştir. Schum­
peter, üstelik, ancak ölümünden sonra ortaya çıkmış olan bazı istatistik bulgulara atıfta
bulunmanın avantajlarından da yoksundur. Sonuç olarak, Schum peter’gil hipotezin
reddedilmiş olduğuna dair sıklıkla ileri sürülen bu görüş, Schum peter’in çalışmalarının
tarihi boyutuna ve sanayiler arası, teknolojiler arası farklılaşm aların karm aşıklığı konu­
sundaki bilgisine bir haksızlıktır.

275
Notlar

1 A&G tanım ları için bkz. OECD (1963a).

2 A&G çıktısının ölçülebilm esi sorunu daha bütünsel o larak UN ESCO (1970), Irvine ve M artin (1980, 1981), M ar­
tin ve Irvine (1983) ve P r o c e e d i n g s o f O E C D C o n fe r e n c e s o n O u tp u t M e a s u r e m e n t (1980b, 1982) başlıklı kayn ak­
larda ele alınm ıştır. A yrıca bkz. R e s e a r c h P o lic y cilt 16, sayılar 2-4 (1987), çıktının ölçülmesi konusundaki özel sa­
yısı.

276
10. Bölüm

Belirsizlik, Proje Değerlendirme ve Yenilik

10.1 Risk ve Belirsizlik

ev bir şirketin gücü abartılmamalıdır. I. Kısım'daki analizlerimizden, SAPPHO

D ve diğer görgül araştırm aların sonuçlarından ve bunların yanı sıra günlük


gözlemlerimizden de anlaşılacağı gibi, küçük firm alarda olduğu kadar büyük
firm alarda da pek çok yenilik girişimi başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Başarısızlık oran­
ları ile ilgili olarak, belli bir zaman aralığında, bir firmanın y a da birkaç firmanın deney­
imlerine dayandırılan genellemeler, çeşitli nedenlerden dolayı güvenilmezdir. Bu tür
genellemeler, başarısızlık kriterleri konusunda da belirsizdirler. Böylece A&G yöneti­
minin düz mantığı, başarı oranı diye, sıkça on projeden, hatta yü z projeden birine atıfta
bulunur. Ancak burada her şey ölçümlerin hangi aşam ada yapıldığına bağlıdır. Yüksek
sayılar, genellikle daha az cazip projelerin y a da önerilerin, bunlara yönelik fazla bir har­
cama yapılm adan elendiği ve ticari sürecin başlamasından çok önce gerçekleşen ilk
aşama seçme y a da gözden geçirme süreçlerine aittir. İlk aşam alarda rafa kalkan
araştırm a veya geliştirme projeleri başarısız sayılabilm ektedir (Sanayi Yenilik Araştırma
Merkezi/Centre for the Study of Industrial Innovation, 1971); fakat kayıp oranı ilk A&G
aşamasında, ticari sürecin başlamasından sonraki döneme göre çok daha yüksektir.
SAPPH O projesi bu son aşam aya ulaşabilmiş olan girişim lerle ilgilidir.

2 77
Öte yandan, başarısızlık oranı bu son aşam aya gelindiğinde de yüksektir. Bu bölüm,
yüksek başarısızlık oranının nedenlerini ve firmanın proje seçimi süreci sırasında karşı­
laştığı güçlükleri kısaca tartışacaktır. Nihayet, eğer elimizdeki başkalarından aktarılm ış
y a da taklit bir proje değilse, yeniliklerin ve proje seçim ve kontrol tekniklerinin daha
iyi yönetilm esiyle söz konusu başarısızlık oranının azaltılmasının güç olacağı sonucuna
varılacaktır.
Bu sonuç SAPPH O ve yenilikle ilgili yönetim süreçlerini daha iyi anlamamızı sağla­
mak için geliştirilm iş diğer araştırm aların bulgularından farklı görünebilir. Ancak, bu
tür bulguların kısıtlı olduğunu kabul etmemiz gerekm ektedir. Başarı ve başarısızlığın
karakteristik modellerini ortaya koymada genel olarak doğru görünseler de, bunlar ba­
şarıyı sağlayacak bir reçete sağlam aktan çok uzaktırlar.
Diğer yenilikçilerin teknolojik ve ticari başarıları her girişim in sonucunu etkileyebil­
diği gibi, paralel y a da rekabetçi girişim ler söz konusu olduğunda başarısızlık oranları­
nın yükselm esinden kaçınılamaz. Başarı koşullarının daha iyi bilinmesi, tüm girişim ler­
de genel yönetim standardım yükseltebileceği halde, kazananla kaybedenin oyunun
parçası olduğu bir durum da başarısızlık olasılığını ortadan kaldırmaz.
Burada futbol takım larının yönetim iyle bir benzerlik kurulabilir. Takım ların yöneti­
cileri genellikle bir maçı kazanm ak için neyin gerekli olduğunu bilirler. B aşarıya ulaşan
yol konusunda oldukça net bir fikirleri vardır. Rakiplerinin durum ları da aynıdır. An­
cak, birçok nedenden, ideali, oyun sahasına yansıtm ak mümkün olmaz. Ex p o s t olarak
gözlenen durumu her zaman ex a tıte olarak kontrol etmek y a da başlatm ak mümkün de­
ğildir. Herhangi bir durum da oyunun değişkenlerini etkilemek kolay olmamaktadır.
Kuşkusuz birden fazla yenilikçinin birlikte başarılı olduğu bazı piyasa durum larının
mümkün olduğu da bir gerçektir. Bir oyuncunun başarılı olması bir başkasının mutla­
ka başarısız olacağı anlam ına gelmeyebilir; bazı yarışlar vardır ki herkes bazı ödüller
kazanabilir ama bazı yarışlard a sadece bir tek at vardır. Ancak, tekelcinin durumunda
y a da sosyalist sistemdeki yenilik sürecinde bile başarısızlıklar üç nedenden ortaya çık­
maktadır: teknolojik belirsizlik, piyasa konusundaki belirsizlik ve bazen iş hayatının be­
lirsizliği olarak da adlandırılan, genel iktisadi ve siyasi belirsizlik.
Gelecekle ile ilgili tüm kararlarla ilgili olan son kategorideki genel iktisadi ve siya­
si belirsizliğin değerlendirm e sürecinde, gelecekteki gelirlere ve m aliyetlere uygun bir
iskonto haddi uygulanm ası gerektirdiği, genellikle kabul edilm ektedir. Bununla birlik­
te bu yöntem, yen ilik projelerinin potansiyel faydaları ortaya çıkana kadar, daha uzun
bir zaman aralığına ihtiyaç duyulduğundan, yen ilik süreçlerinde, diğer yatırım biçim ­
lerine göre daha büyük sorunlar yaratacaktır. Bu sorunlar, bu bölümün sonunda tar­
tışılacaktır.

278
Diğer belirsizlik tipleri söz konusu yenilik projesine özgüdür ve dolayısıyla iskonto
edilemezler, ortadan kaldırılam azlar ve sigorta edilebilir bir risk olarak değerlendirile­
mezler. Teknolojik belirsizliğin, deneysel geliştirme ve deneme üretimi aşam alarında
çok büyük ölçüde azalacağı doğrudur ve aslında bu tür faaliyetlerin bir amacı da budur.
Ancak, bu aşam aların ortaya çıkaracağı sonuç çalışm alar tamamlanmadan bilinemez;
voksa çalışm a deneysel sayılam az ve faaliyet gerçekten yenilikle ilgili değildir. Üstelik,
başarılı prototip denemesi, pilot tesis çalışması, deneme üretimi ve pazarlam a testlerin­
den sonra bile yenilik sürecinin ilk döneminde, bir miktar teknolojik belirsizlik söz ko­
nusu olmaktadır. Daha önce de gördüğümüz gibi başarılı yenilikçilerin özelliklerinden
bir tanesi de, geliştirme aşam alarında ortaya çıkan sıkıntıları aşma konusundaki gayret­
leridir. Ancak, en iyi biçimde yönetilen yeniliklerde bile bu darboğazların bir kısmı ge­
nellikle aşılamamakta, bazıları ticari açılımdan sonra da sıkça ciddi aksaklıklar y a şa ­
maktadır. Çok iyi bilinen ve çok pahalıya mal olmuş bazı örnekler Comet jet yolcu uça­
ğı ve Du Pont'un Corfam’ıdır (bkz. 5. Bölüm).
Teknolojik belirsizlik, başarının en belirleyici unsurlarından biri de olsa, sadece “ça­
lışm a”y a da “çalışmam a” sorunu değildir; gerçekte sorun, nadiren bu kadar basit düze-
ve indirgenir. Sorun genellikle, çeşitli çalışma koşullarında ve m aliyetlerde performans
standartlarının mertebesi olarak algılanm aktadır. Belirsizlik ise, geliştirme, üretim ve
operasyon m aliyetini artırm adan yeniliğin ne ölçüde çeşitli teknolojik kriterleri karşıla­
dığı sorusunda yatm aktadır. Çivit boyalarını sentetik olarak üretmek için uygulanan çe­
şidi prosesler, teknik olarak başarılıyken ticari olarakyaşayam am ıştır (bkz. 4. Bölüm).
Aynı gözlem yüzlerce ilk dönem pamuk toplama m akineleri için de geçerlidir.

Tablo 10 .1 Ç eşitli Yenilik Tiplerine tlişkin B elirsizlik D ereceleri

G erçek belirsizlik Temel araştırm alar


Temel yen ilikler
Çok yü ksek derecede belirsizlik R adikal ürün yenilikleri
Firm a dışındaki radikal proses yenilikleri
3. Y üksek derecede belirsizlik Başlıca (majör) ürün yenilikleri
Kendi sistemine ait radikal proses yenilikleri
4. O rta derecede belirsizlik Bilinen yen i “ku şak ” ürünler
5. Az belirsizlik Lisansı alınmış yen ilikler
Ürün yeniliklerinin taklidi
Ürün ve üretim proseslerinde değişiklikler
Bilinen proseslerin ilk uyarlam aları
6. Çok az belirsizlik Yeni “m odel”
Ürün farklılaştırm ası
Benimsenmiş ürün yen ilikleri için bir ajans
Bilinen ürün yeniliklerin in geç uyarlam ası ve
kendi kuruluşunda başkalarının üretim ini yap m ak
(franchised operation)
Küçük teknik iyileştirm eler

279
Teknolojik yeniliğe bağlı risk, sigorta edilebilir nitelikteki normal risklerden farklı­
dır. İktisatçıların çoğunluğu Knight’ı (1965) izleyerek ölçülebilir belirsizlik y a da bili­
nen anlamı ile risk ile ölçülemeyen belirsizlik y a da gerçek belirsizlik farkını kabul et­
mektedir (ayrıca bkz. Shackle, 1955, 1961). Teknolojik yen ilik genellikle ikinci katego­
ri içine konulmaktadır. Yenilikler, tanımı gereği homojen bir olaylar dizisi olmamakla
birlikte bazı tür yenilikler diğerlerine göre fark edilir derecede daha az belirsizlik unsu­
ru taşır (Tablo 10.1) ve daha az risklidir. Knight’ın kabul ettiği gibi risk ve belirsizliğin
sınıflanması, uç noktalar dışında, bir mertebe sorunudur. H ayat ve yangın sigortaları ve
diğer hesaplanabilir riskler genellikle, istatistik olasılık teorisi tarafından, neredeyse
doğrudan bir hesapla çözülebilen birinci tip riskler olarak kabul edilir; ancak burada bi­
le işin içine bir m iktar belirsizlik girer, ikinci tip risk normal olarak sigorta şirketleri ta­
rafından, özellikle bankalar tarafından üstlenilmez. Bu yüzden, her örnekteki belirsiz­
lik için ayrı bir karar alabilecek özel finansman kurum lan geliştirilm iştir.
Tablo 10.1’de ortaya konmuş olan düşük belirsizlik düzeylerinde bile A&G harca­
m alarının ancak küçük bir bölümüne sermaye piyasası tarafından doğrudan finansman
sağlanm aktadır. Burada, projenin kendi içinde nakit akım ı yaratm ası önemlidir. Riskin
firm ay a da proje konusunda yakın bilgisi olanlar tarafından karşılanm adığı durum lar­
da y a bir çeşit “maliyet artı” tipte bir A&G sözleşmesi yap ılır y a da A&G tesisleri doğ­
rudan kamu sahipliğine ve finansmanına bırakılır.
Y enilik projelerinin bünyesinde bulunan belirsizlik sorununu çözebilmek için, süb­
jektif olasılık y a da kredibilite tahminleri, nispeten daha objektif hayat sigortası tablo­
ları veya diğer ölçülebilir risk verileriyle ikâme edilebilir (örneğin, Ailen, 1968, 1972;
Beattie ve Reader, 1971). Bu çabaların doğurduğu karm aşık felsefi sorunları burada
tartışm ayacağız. Fakat firm aların gerçekte nasıl yen ilik kararların a yaklaştıkların ı ve is­
tatistik tabanlı tahmin süreçlerinde ne kadar yetkin olduklarını anlayabilm ek için elde­
ki görgül kanıtlar incelenecektir.
Burada ayrıca, yenilikle ilgili belirsizlik doğasının, ürünlerde köklü yenilikler yapm a
açısından, birçok firma üzerinde çoğu zaman güçlü bir caydırıcı etki yapm akta olduğu­
nu, firmaların sanayi A&G’si faaliyetlerini daha çok taklitçi, savunmacı yeniliklerle ürün
farklılaştırm ası ve proses teknolojilerinde yoğunlaştırm aya teşvik ettiği görüşü savunu­
lacaktır. Bu görüş önce teorik çerçevede savunulacak sonra da kanıtlar tartışılacaktır.
Üretim teknolojilerinde firma içinde gerçekleştirilen yeniliklerle, açık piyasalarda ger­
çekleştirilecek olan ürün teknolojileri yenilikleri arasındaki ayırım burada büyük önem
taşım aktadır. Ürün teknolojilerinde yen ilik hem teknolojik hem de piyasa belirsizlikleri
içermektedir. Üretim teknolojilerindeki yenilikler, eğer firma içi bir uygulam a ise sade­
ce teknolojik belirsizlik içerebilir ve H ollander’in (1965) işaret ettiği gibi, bu belirsizlik
küçük çaplı teknolojik iyileştirm eler söz konusu olduğunda en düşük düzeydedir.

280
Belirsizliğin, hem A&G konusunda karar verme ve hem de yenilik stratejilerinin
oluşturulm asında genel olarak, hâkim ve yaygın olduğu, Keynes ve Knight’ın saf teorik
savlarında da açıkça ortaya kanm aktadır. Bunun yan ı sıra, söz konusu olgu, firma dav­
ranışı konusundaki birçok görgül kanıtla da doğrulanm aktadır. Özellikle ilgi çekici bir
örnek Augsdorfer’in (1996), F o rb id d en F ruit: An A nalysis o f B o o tle g g in g , U n certa in ty
a n d L ea rn in g in C o rp o ra te R&D (Y asak M e y v e : F irm a A&G’s in d e, K a ça k çılığın ın , B e ­
lirsiz liğin v e Ö ğ ren m en in b ir A nalizi) başlıklı çalışmasında bulunabilir. Augsdorfer bu
çalışmasında Fransa, Alm anya ve İngiltere’de elliden fazla firmada gerçekleştirilen
A&G çalışmalarını araştırm ış ve “kaçak üretim in” başka bir deyişle A&G personeli ta­
rafından yürütülen "masa altı” gizli araştırm a projelerinin varlığını yaygın bir biçimde
saptamıştır. 1980’lerde ve 1990’larda “kaçak üretim in”den söz eden Roberts (1991) gi­
bi birçok ya z ara atıfta bulunsa da, Augsdorfer, sadece bu olgunun sıklığını değil bunun
yan ı sıra, ortaya çıkan belirsizliğin yaygın lığı açısından taşıdığı önemi ve bunun sonu­
cunda, firma yönetiminin “akılcı” bir merkezi A&G planlaması yapm akta karşılaştığı
büyük güçlükleri de vurgulayan ilk araştırıcıdır. Kaçak üretimin, bazı yöneticiler tara­
fından zımnen kabul edilmesi hatta teşvik edilmesi başka bir ilgi çekici olgudur. Kaçak
üretimin varlığı bazı durum larda, bazı radikal projelerin, maceraperest kişisel araştırı­
cılar tarafından ve yönetimin bilgisi dışında hayata geçirilmesine de yol açabilm ektedir
(Augsdorfer, 1994). Pearson (1990) kaçak üretimi araçlar ve am açlar açısından açıkça,
belirsizlikle ilişkilendirm ektedir. İcat ve yen ilik süreçlerindeki belirsizliğin hakimiyeti
ve yaygın lığı konusudaki bir başka doğrulam a da Scherer'in (1997) ileri Teknolojili
başlangıç firmaları (H igh Technology start-up companies) üzerinde yap tığı çok güzel
bir görgül araştırm a ile ortaya çıkmıştır.

10. 2 Proje Talimin Teknikleri ve Güvenilebilirlikleri


Şimdi, firma içinde bir yen ilik projesini yürürlüğe koyup koymama konusunda ka­
rar verecek olanların karşılarına çıkan sorunları ele alalım. Bu karar vericiler esas ola­
rak, aşağıdaki üç param etreyi tahmin etmek için hangi seçme tekniğini kullanacaklar y a
da sadece ön sezileri ile mi hareket edeceklerdir:

1. Y apılacak yeniliğin olası geliştirme, üretim ve pazarlam a m aliyetleri ve bu harcam a­


ların yaklaşık gerçekleşme zamanları.
2. Yeniliğin satışı y a da kullanımı sonucunda ortaya çıkması beklenen olası gelir akım ı­
nın miktarı ve zamanlaması.
3. Teknolojik ve ticari başarı olasılığı.

281
Karar vericiler, ideal olarak, gelecekteki harcam alar ve gelirlerle ilgili tam bir nakit
akım tablosuna sahip olmak isteyecektir (Şekil 10.1). Geliştirme m aliyetleri ve daha
sonraki piyasaya çıkış m aliyetleriyle ilgili tahminler, olası karları görebilmek için gerek­
lidir; ancak, uçak geliştirme projelerinden edinilen deneyimlerden bildiğimiz gibi, bu
tahminler, çok kez aşırı yanlış olabilmektedir. Tahmin yöntem leri konusunda bazı dü­
zeltmeler yapılabilir; hem sivil hem askeri projelerde bu düzeltmeler için büyük çabalar
gösterilmektedir. Ama, belirsizlikler azaltıldığı zaman, tahminlerin gerçekten daha doğ­
ru olabileceği unutulmamalıdır; belirsizlikleri azaltabilmenin tek yolu ise y a daha ileri
araştırm alar yapm ak y a da projeyi daha az yenilikçi hale getirm ektir. Geliştirme mali­
yetleri tahmin hatalarını artı eksi %20 aralığında tuttuklarını ileri süren firmalar, genel­
likle, elektronik devre tasarım larının yen i uygulam a alanlarına uyarlanm ası gibi, tekno­
lojik belirsizliğin en alt düzeyde olduğu, buna karşılık yerleşik teknolojinin sınırları için­
de kalındığı veya eldeki yap ıd a çok küçük düzeltmelerle yetinilen projelerden söz et­
m ektedirler (Tablo 10.1’de 5 ve 6 ’mcı kategoriler).
Vardığımız bu sonuç Rand Corporation’da proje tahmin hataları konusunda gerçek­
leştirilen görgül çalışm alar tarafından da doğrulanm aktadır (M arschak e t al., 1967;
M arshall ve M eckling, 1962; M ansfield e t al., 1971, 1977; Ailen ve Norris, 1970; Nor-
ris, 1971; Keck, 1977, 1970, 1982; Kay, 1979). M ansfield’in çalışması, farklı tiplerdeki
yenilikleri karşılaştırm aya olanak sağladığı için, özellikle önemlidir. Herhangi bir yen i­
liğin ne kadar radikal olduğunu ölçmenin çok güç olduğunu kabul etmemiz gerekse bi­
le, yen i kim yasal maddelerin alternatif dozaj biçimlerine göre daha radikal bir yenilik sı-

282
Tablo 10.2 ABD İlaç Test Laboratuvarm da (U S P roprietary D rug L aboratory), Teknik
O larak Tamamlanmış 69 Projenin Gerçek M aliyetleriyle Tahmini M aliyetlerinin, P roje
Tipi ve N ispi B üyüklüklerine Göre, O rtalam a ve Standart Sapma O ranlan

P r o je tip i Teknik ile r le m e n in ö l ç e ğ i


K ü çü k O rta v e b ü yü k T oplam

Ürün iyileştirmesi
O rtalam a 1.39 1.49 1.41
Standart Sapm a 1.39 1.64 1.41
Proje sayısı 28.00 5.00 33.00

Yeni ürünler
O rtalam a 2.21 5.46 2.75
Standart sapma 3.56 5.86 4.11
Proje sayısı 30.00 6.00 36.00

Yukarıdakiler için g erçek leşm e zamanının tahmini zamana oranı

Ürün iyileştirmesi
O rtalam a 2.80 1.74 2.64
Standart Sapm a 1.28 0.84 1.27
Proje sayısı 28.00 5.00 33.00

Yeni ürünler
O rtalam a 3.14 3.70 3.24
Standart sapma 1.53 2.19 1.80
Proje sayısı 30.00 6.00 36.00

K a yn a k : M a n s fie ld e t ah, (Î9 7 Î, ss. 102 v e 104)

mfı oluşturdukları kesindir ve benzer bir biçimde, yen i ürünler, normal olarak, gelişti­
rilmiş ürünlere göre daha radikal bir başlangıç noktasını oluştururlar. Tahminlerdeki
değişkenliğin yan ı sıra ortalama m aliyetlerde ve ortalama zaman aşım larında gözlenen
farklar çok çarpıcıdır (Tablo 10.2).
M ansfield’in çalışması büyük hataların sadece askeri sektöre y a da uçak sanayisine
özgü olmadığını gösterdiği için de çok önemlidir. Ü stelik onun kim ya sanayisiyle ilgili
çalışmaları, incelediği firm alar proje değerlendirme ve yenilikte uzun bir geçmişe ve de­
neyime sahip oldukları ve ABD sanayisinde önde gelen A&G uygulayıcıları arasında
bulundukları için, tahmin hatalarının deneyimsizliğe bağlanam ayacağını ortaya koy­
muştur. Bu sonuçlar, m aliyetle zaman arasında bir değişim olduğunu akla getirm ekte­
dir; hem ABD ’de hem de İngiltere’de, ortalama tahmin aşım ları, askeri projelerde za­
mandan çok maliyetlerde, sivil projelerde ise m aliyetlerden çok sürelerde ortaya çık­
maktadır. Ailen ve N orris’in çalışm aları da zaman aşımlarının, geliştirm e aşam asına gö­
re, araştırm a aşam asında daha yü ksek olduğunu göstermektedir. Bu boyut, Peck ve

283
Scherer (1962) tarafından, silah sistemleri ısm arlam a süreçleri konusundaki araştırm a­
larında oldukça ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir.
Bu büyük tahmin hatalarına rağmen iyim ser bir eğilim dikkati çekmektedir. Bu eği­
lim başka tip yatırım tahminleri için de söz konusu olm akla birlikte, buradaki kadar aşı­
rı değildir. Bu durum proje değerlendirme süreçlerinin sosyal içeriğinin, ölçülebilir ih­
timallerin ciddi bir biçimde değerlendirilm esi yerine, bir siyasi savunma ve çıkar grup­
larının çekişmesi olarak ortaya çıktığını ciddi şekilde akla getirm ektedir. Bu görüş bir
yandan yenilik süreçlerinin tarih içinde incelenmesi, bir yandan da bu konuda, az da ol­
sa, gerçekleştirilmiş akadem ik çalışm alar tarafından doğrulanm aktadır. Burada, Ho­
w ard Thomas'in (1970) iki bilimsel cihaz üretim firmasında proje değerlendirmesi ko­
nusunda yap tığı bir araştırm a özellikle önem taşım aktadır. Thomas, mühendislerin, ge­
liştirme m aliyetleri konusunda, bilinçli olarak çok m uhafazakar tahminler yaptığını or­
taya çıkarm akla kalmamış, bu tür tahminlerin “dürüst” tahminler yapm aya uygun bir
ortam sağlayan (kâr bölüşüm düzenlemeleri dahil olmak üzere) güçlü finansal güdüle­
rin bulunduğu durum larda da aynı olduğunu bulmuştur:

Firm adaki mühendislerin pek çoğu, m aliyetler ve satış hasılatı konusunda yap tık ları tahminlerin,
ortaya çıkan serm aye getirisinin firma çıkarına olmasını sağlayacak bir önyargıyla yapıldığını, ol­
dukça açık bir biçimde kabul etmişlerdir. Bu m ühendisler hesaplam a süreçlerinin hatalı olduğunu
belirtmekte, bunu finansman y a da pazarlam a yetkilisinin anlam akta güçlük çektiğini, çünkü bun­
ların ancak bir mühendisin genelde sahip olabileceği teknolojik bir duygudan yoksun bulundukla­
rına dikkati çekm ektedirler. Bu yüzden mühendisler tahm inlerini (değerlendirm enin yapılm asında
kullanılan verileri), getiri faktörlerinin firma için kabul edilebilir bir düzeyde olmasını sağlayacak
biçimde bilerek düzeltm ektedirler. Bu işi yapm alarının nedeni projenin kendilerine, kişisel ve tek­
nolojik olarak daha cazip, firma için ise daha kabul edilebilir görünm esini sağlam ak değildir; çün­
kü firmanın finansal çıkarları ile kendi finansal çıkarları, firma tarafından önerilen k âr paylaşım ı ve
tercihli hisse senedi edinme planlarının varlığı durumunda, bire bir örtüşm ektedir. Tek güdüleri fir­
mayı, projeler arasında tercih yaparken daha esnek sayısal kriterler kullanm aya doğru yönlendir­
mektir.
(Thomas, 1970)

Proje değerlendirme süreçleri ile ilgili görgül kanıtların istenilen kapsam da olmadı­
ğı doğrudur; ancak bu geniş hata aralıklarının (iyim serlik çerçevesinde) deneysel geliş­
tirme süreçlerinin özelliklerinden doğduğu şeklindeki hipotezi desteklediğini kabul et­
memiz gerekm ektedir. Bu durum yeniliği, prototiplerin test edilmesi ve pilot tesis çalış­
malarından önceki karar aşamasında, kendiliğinden riskli hale getirm ektedir. Eski sos­
yalist ülkelerde proje değerlendirme faaliyetleri konusundaki kanıtlar da aynı sonuçla­
ra ulaşm aktadır.

284
Geliştirme m aliyetleri ile ilgili tahmin hataları, eğer bu m aliyetler var olan kayn akla­
rın büyük kısmını oluşturuyorsa, kendi başlarına bir firmayı, kuşkusuz iflasa sürükle­
mek için yeterli olabilir. Böyle bir durum, 1970’lerde çarpıcı bir biçimde Rolls-Royce
firmasında ortaya çıkm ıştır ve yin e bu konuda daha küçük çaplı bazı örneklerden I. Kı-
sım’da söz edilmiştir. Ancak göreceğimiz gibi, piyasa belirsizliği teknolojik belirsizlik­
ten, genellikle çok daha büyüktür.
Seiler (1965), 100 büyük Amerikan firmasında çalışan araştırm a geliştirme yönetici­
lerinin “teknolojik başarı olasılığının" ve "geliştirme m aliyetlerinin” hassas bir biçimde
tahmin edilmesinin, “piyasa başarısı olasılığının” y a da “ürünün satış gelirlerinin” tah­
min edilmesi kadar kolay olduğunu ifade ettiklerini ortaya koym uştur1 (Tablo 10.3).
Bunun neden böyle olması gerektiği konusunda çeşitli nedenler vardır:
1. Piyasaya girme süreci ve satışların artm ası uzun bir sürede gerçekleşecektir; yirm i
yıldan daha uzun bir süreye de yayılab ilir. Bu zaman içinde pek çok şey değişebilir.
Bu kısmen gelecekle ilgili genel bir iş hayatı belirsizliği olmakla birlikte, tüketici dav­
ranışlarıyla ilgili tahminleri etkileyeceği için, aynı zam anda eldeki projeye de özgü
bir durumdur.
2. Geliştirme faaliyeti büyük ölçüde veya tamamen firmanın denetimindeyken, p iya­
salar, özellikle kapitalist bir ekonomide tamamen denetim dışındadır, ik tisat teori­
si, oligopolcü rakiplerin yen ilik yapm ası durum unda öteki oligopolcünün tepkisini
öngöremez. Aynı şekilde, gelecekteki m üşterilerin tepkileri y a da yasal düzenlem e­
lerin yeni ürünlerle ilgili olarak gelecekte alacağı biçim de sağlıklı bir biçimde ön­
görülemez.
3. Gelecekteki satış hasılatının ve muhtemel kârın tahmin edilebilmesi sadece satılabi­
lecek toplam m iktarın tahminine değil, aynı zamanda gelecekteki üretim m aliyetleri­
nin, fiyatın ve fiyat esnekliğinin de doğru tahmin edilmesine bağlıdır. Bu daha önce
tüketiciler tarafından kullanılm am ış bir ürün söz konusu olduğunda son derece güç
bir iştir.
4. Teknolojik eskime yen i bir ürünü y a da üretim yöntemini daha piyasaya girdiği an­
da öldürebilir.
Sistem atik biçimde olmasa da görgül kanıtlar bu teoriyi desteklemektedir. Gelecek­
teki piyasaların önceden tahmin edilmesi çabaları son derecede yanlış sonuçlar verm ek­
tedir. 1. Bölüm’de belirtildiği gibi, son 80 yıld aki önemli sivil yeniliklerin büyük bir kıs­
mı elektronik sanayisinde ve sentetik maddelerde gerçekleştirilm iştir. Bu iki sanayi da­
lında yapılm ış olan, aralarında sentetik maddeler, polietilen, PVC, sentetik kauçuk,
elektronik bilgisayar, transistor, robot ve elektronikte nümerik kontrol da olmak üzere,
hemen her önemli yenilik, başlangıç dönemlerinde gerçek değerlerinin çok altında tah­
min edilmiştir.

285
Tablo 10. 3 A B D Firmalarmm A raştırm a Yönetiminde A& G y i E tkileyen
Tahmin E dilebilir F aktörlerin D oğruluk D erecelendirm esi
1 2 3 5 4+5
Faktör M ükem m el İvi O rta Z ayıf Güvenilmez

A raştırm a m aliyeti 3.5 27.8 52.2 14.8 1.7 16.5


G eliştirme m aliyeti 2.6 38.8 46.6 9.5 2.5 12.0
T eknik başarı olasılığı 3.5 51.3 39.9 6.3 0.0 6.3
A raştırm anın bitiş zamanı 0.9 18.6 50.4 24.8 5.3 30.1
A raştırm ayı tam am lam ak için işgücü 2.6 34.2 53.5 7.0 2.7 9.7
P iyasada başarı olasılığı 3.6 33.6 38.2 14.5 10.1 24.6
G eliştirmenin bitiş zamanı 1.8 34.5 41.8 17.3 4.6 21.9
Ürünün p iyasa ömrü® 4.6 28.0 29.0 23.4 15.0 38.4
Ürünün satış gelirleri® 5.3 36.0 28.9 27.2 2.6 29.8
A&G başarılı olursa m aliyet düşüşü 10.7 57.1 14.3 14.3 3.6 17.9

0 A&G nin başarısı varsayılarak

K a yn a k : S e ile r (1965, ss. 177-78)

7. Bölüm’de ayrıntılı bir biçimde gösterilmiş olduğu gibi, en ilgi çekici örnek bilgisa­
yard ır. İlk dönemde yap ılan tahminler piyasanın birkaç büyük bilimsel kurum ve kamu
kullanıcısı ile sınırlı kalacağını öngörmüştür. W atson Ju n io r’un da doğruladığı gibi,
IB M gibi firm alar bile elektronik bilgisayarlar kullanım a başlandıktan y ılla r sonra bile
potansiyeli sezememişlerdir; 1955 yılın d a yapılan en iyim ser tahminler, 1965 yılın d a
ABD toplam bilgisayar stokunun 4000 olacağını öngörmüştür; gerçek sayı 20.000 üze­
rinde olmuştur. Aynı şekilde, nümerik kontrollü takım tezgâhları ve robotların gelecek­
teki kullanım potansiyelleri ile ilgili olarak da çok büyük hatalar yapılm ıştır.
Bu, polietilen ve PVC örnekleriyle birlikte, radikal yenilikler açısından gelecekteki
piyasa potansiyeli konusunda yapılan önemli yanlış ve düşük tahminleri ortaya koy­
maktadır. Ancak, y ak ıt hücresi, hava gemisi, Ardil (sentetik elyaf), çeşitli nükleer reak­
törler ve IB M STRETCH bilgisayarda olduğu gibi, önemli aşırı iyim serlik örnekleri de
az değildir.
Özetle, 1980’den önce kullanılan tahmin tekniklerinin çok ilkel olduğu, buna karşı­
lık şu anda söz konusu hataları önemli ölçüde azaltacak, çok daha gelişmiş tekniklere
sahip olduğumuz söylenebilir. Bunu zaman gösterecektir; ancak işaretler pek de cesa­
ret verici değildir. Corfam olayındaki piyasa ve m aliyet tahminleri için gösterilen çaba
ve uzmanlığın pek az örneği vardır. Ham deri, işlenmiş deri ve ayakkabı dünya piyasa­
larını analiz eden bir bilgisayar modeli geliştirilm iş ve Corfam malzemesini kullanan
üretici ve m üşterileri izleyecek bir program eklenmiştir. Ürün teknolojilerinde yenilik
yapm a konusunda Du Pont kadar etkileyici bir sicile sahip firma sayısı çok azdır ve
Corfam’ı piyasaya çıkardıkları dönemde, ayakkabı piyasası konusundaki bilgileri, sana­
y i içindeki tüm diğer firm alardan muhtemelen daha fazladır. Bütün bunlara rağmen,

286
söz konusu girişim çerçevesinde, ürünü piyasadan çekmeden önceki dönemde, yaklaşık
100 milyon $ kaybetm işlerdir.
2. Bölüm'den 7. Bölüm’e kadar tartışılmış olan çeşitli yenilikleri dikkate alırsak, baş­
langıçtaki bekleyişlere uygun olarak gelişen herhangi birini bulmamız pek kolay değil­
dir. Olgunlaşma dönemi genellikle öncülerin beklediğinden çok daha uzun olmuştur
(PVC, amonyak, televizyon, sentetik kauçuk, katalitik parçalama, optik karakter tanım ­
layıcı, çivit) ve geliştirm e m aliyetleri, genelde beklenenden çok yü ksek düzeylerde ger­
çekleşmiştir. Concorde belki de A&G m aliyetlerinin gerçek değerin çok altında tahmin
edildiği, buna karşılık piyasa tahminlerinin gerçek değerin çok üzerinde öngörüldüğü,
1960’lı ve 1970'li yılların en çarpıcı örneğidir. Ingiliz ve Fransız hükümetlerinin yoğun
gayretine rağmen bir m ilyar Ingiliz Lirası zarar etmiş ve A&G harcam alarının yan ı sıra
üretim, satış ve uçak işletme m aliyetleri de desteklenmiştir. Bunlara rağmen hizmete so-
kulabilen uçak sayısı çok azdır.

10. 3 Sezgiler ve Proje Değerlendirme1


Bu söylediklerimiz, yen i bir proje değerlendirme tekniğinin y a da bir benzeşim (si-
mülasyon) tekniğinin, yen ilik sürecinin niteliğindeki güçlükleri çözeceğine inananlar
için şaşırtıcıdır. Keynes, çok daha akıllıdır; borsada büyük bir servet edinmesi ve ikti­
sat teorisinde devrimci değişikler yapm asının yan ı sıra olasılık teorisi üzerine bir eser
verdiği halde, ister spekülatif ister yenilikçi olsun, riskli yatırım lar konusunda hiç de ha­
yalci değildir:

Tam sonucu çok sonra alınabilecek olumlu bir şey yap m a konusundaki kararlarım ız, büyük ihti­
m alle ancak, sezgilerle -y an i, nicel çıkarların ağırlıklı ortalam asının nicel olasılıklarla çarpımı sonu­
cunda ortaya çıkan hesaplarla değil, eylemsizlikten ziyade kendiliğinden doğan eyleme geçme itki­
s iy le - alınabilir. Girişim, ne kadar içten ve dürüst olursa olsun, sadece kendi görüşündeki beyanlar
doğrultusunda hareket edip, tarafsız düşündüğünü sanarak kendisini aldatır. Girişimin, elde edile­
cek çıkarları tam bir hesaplama olasılığı, G üney Kutbu na yap ılacak bir seferin getireceklerinden
çok daha fazla değildir. Böylece, sezgiler azalır ve ani iyim serlik gücünü kaybederse, ortada d aya­
nılacak sadece m atem atiksel beklenti hesapları kalır, kaybetm e korkusu önceki kâr umudundan da­
ha akılcı bir davranış temeli oluşturabilir ki sonunda girişim solarak ölür.
Geleceğe yönelik ümitlere dayanan girişim in, bir bütün olarak topluma y a ra r sağlayacağı söy­
lenebilir. Ancak kişisel inisiyatif, sadece akılcı hesaplar sezgilerle desteklendiğinde yeterli olacaktır.
Çünkü, deneyimlerimizin kuşkusuz, bizlere ve onlara gösterdiği gibi, öncülerin çok sık başına ge­
len nihai kaybetme düşüncesi, böylece sağlıklı bir adamın ölüm beklentisini bir kenara koyması g i­
bi bir kenara itilmiş olacaktır.
(Keynes, 1936, SS. 161-2)

i M etnin başlığı "Animal Sprits and Project Estimation" olup “temel içgüdü" diye de çevrilebilirdi. “Estimation" değer­
lendirm e olarak çevrildi; tahmin de olabilir. Proje değerlendirm esi, daha teknik ifadelerde "assessment" veya "valuation”,
"evaluation” o larak geçiyor. Nitekim, kesimin ilk cüm lesindeki "proje değerlendirm e tekniği” ifadesindeki terim “evalu-
ation"dır.

287
Yeniliği saran belirsizlik, alternatif yatırım projeleri arasında yenilik projelerinin ge­
nellikle “sezgilere” bağlı olduğu anlam ına gelmektedir. Ancak, dikkatli karar vericiler
sezgilerden korkar ve onlara güvenmez. Yatırım kararları konusunda standart bir ders
kitabının ortaya koyduğu gibi: “Yöneticiler sonuçları açıkça belli olan projeleri sonuç­
ları belirsiz olan projelere tercih edeceklerdir ve herhangi bir yatırım önerisinin değeri,
taşıdığı belirsizliğin oranına bağlı olarak düşürülecektir” (Townsend, 1969).
Genelde, objektif biçimde elde edilmiş olasılık tahmininin sübjektif biçimde ortaya
konmuş beklenen bir değerle ikamesi, Keynes in yan lış olduğunu ifade ettiği, eşit bir
“cennet veya cehennem şansı, kesinlikle belli bir sıradanlığa1 ulaşm ak kadar istenebilir”,
şeklindeki yanlış bir varsayım a dayanm aktadır. Girişimcilerin riskten (ya da belirsizlik­
ten) kaçınma dereceleri, kuşkusuz çok farklılaşm aktadır, ancak pek çoğunun varlıkla­
rını sürdürm eyi %50’lik bir şansa bırakm aya hazır olmadıklarını varsaym ak hiç de y a n ­
lış olm ayacaktır. Sübjektif olasılık tahminleri, genellikle sadece olası sonuçların çok aşı­
rı uçlarda olmadığı ve eski deneyimlerin tekrarı olan bazı durum larda kabul edilebilir.
Bu da, yenilik yaparken yüksek bir belirsizlik düzeyinin kabul edilmesinin aşağıdaki
kategorilerle sınırlı olduğu anlam ına gelmektedir:
1. Büyük bir kumar oynamaya hazır olan y a da varlıklarına sürdürmelerine karşı bir teh­
dit oluştuğu için bu şekilde davranmak zorunda kalan bazı küçük firma yenilikçileri.
2. D ikkatli proje değerlendirme ve seçme yöntemleri uygulam akla birlikte, bir A&G
cüzdanı11yaklaşım ını benimseyebilecek, ellerindeki çok sayıda sıradan projeye karşı­
lık belirsizlik düzeyi yüksek birkaç projeye de destek verebilecek finansal gücü olan
büyük firma yenilikçileri. Bu durum da belirsizlik düzeyi yüksek olan birkaç projenin
başarısızlığa uğram ası firmanın varlığına sürekli bir tehdit oluşturm ayacaktır.
3. Herhangi bir proje resmi proje seçim sisteminin denetiminde olmayan ve şirket kay­
naklarını oldukça serbest kullanabilen, böylece sübjektif tahminlerini y a da tercihle­
rini örgüte kabul ettirebilen büyük firma yenilikçileri.
4. “Sezgi” yoluyla, mucitlerin, girişim cilerin, ürün şampiyonlarının heyecanının yön­
lendirdiği gibi davranan ve böylece bilmeden, akılsızca çok yüksek düzeyde bir be­
lirsizliği kabul eden büyüklü küçük firma yenilikçileri. Bazı örneklerde (belki de ço­
ğunda), yenilikçiler yaptıkları yatırım ın muhtemel getirisi konusunda ayrıntılı hesap
yapm aya gerek duym azlar; diğerlerinde de muhtemel getirilerle ilgili alabildiğine aşı­
rı iyim ser sübjektif tahminleri kabul ederler.
5. (Genellikle savaş y a da savaş tehdidi gibi) acil ulusal gereksinim ler y a da belirli bir
ulusal bilim stratejisi nedeniyle yü ksek riskler alan, ancak başarı durum unda da gü­
venli ve yüksek kârlı bir piyasayı garantileyen devlet destekli yenilikçiler.

i “a state of m ediocrity”
ii “Portfolio approach to R& D ”

288
6. Diplomasi ve prestije yönelik düşüncelerle, neredeyse yirm i y ıl boyunca ticari değer­
lendirmelerin ve aklıselim in bir kenara konduğu ve başarısızlığın firma karar verici­
leri açısından ciddi bir tehdit oluşturmadığı Concorde örneğindeki gibi, gelecek ge­
tiriler konusundaki aşırı iyim ser tahminleri kabul eden devlet destekli yenilikçiler.
7. Şirket A&G ortamında gayrı resmi projeler oluşturarak “kaçak araştırm a" yap an
kişisel araştırıcılar. Bu projelerin bir kısmı daha sonra resmi projelere dönüşebil­
mektedir.
Proje seçme teknikleriyle ilgili görgül araştırm aların sonuçları, istatistikçiler ve iş y ö ­
netim danışm anları tarafından geliştirilen ileri düzeyde A&G cüzdanı oluşturma yö n ­
temlerinin nadiren kullanıldığı görüşünü desteklemektedir. Baker ve Pound (1964)
AB D’de yap tıkları araştırm alarda, bu tekniklerin arada sırada kullanıldığını, böyle du­
rum larda da yerlerini göz kararı pratik yöntem lere y a da iskontlu nakit akım (D C F )1
hesaplam alarına terk ettiklerini ortaya çıkarm ışlardır (ayrıca, bkz. Rubenstein, 1966).
Bu yöntem ler, kısa dönemli geri ödemeler söz konusu olduğunda çok sapma yap arlar
ve genellikle cüzdan temeline değil proje temeline oturtulm aktadırlar. Y aygın biçimde
kullanılm aları muhtemelen, nispeten daha gelişkin bir proje değerlendirme sisteminde
y a da tersine herhangi bir formel sistemin olmadığı durum larda tercih edilebilecek da­
ha radikal tipteki yeniliklerin yapılm asını engellemektedir. 1971 yılın d a yapılm ış olan
bir araştırm a, İsveç sanayisinde sadece basit nicel yöntem lerin kullanıldığını ve bu du­
rumun daha gelişmiş tekniklerin kullanılm asına karşı bir direnç oluşturduğunu göster­
miştir (Naslund ve Sellstedt, 1972). Aynı şekilde O lin’in surveyi (1972), Avrupa kim ya
sanayisinde proje seçiminin pragm atik ve sezgisel bir sanat olarak devam ettiği sonucu­
na varm aktadır.
Nicel fayda, m aliyet y a da iskontolu nakit akım ları yaklaşım larının kısmi bir alterna­
tifi değerlendirmede niteliksel bir kontrol listesi yöntem i olabilir. Kontrol listesi y a k la ­
şımının, matematik formüller içinde ifade edilm eleri çok güç olan birçok unsuru işin içi­
ne katabilme avantajı vardır. Örnek verm ek gerekirse, herhangi bir A&G projesinin ba­
şarılı olması için gerekli unsurlardan bir tanesi proje liderinin istekliliği ve kapasitesi ile
proje dışındaki başka bağlılıklarıdır. Başarı için gerekli bir başka unsur ise firmanın, söz
konusu alanda sahip olduğu uzman personel ve bilgi birikim i ile diğer A&G projelerin­
den sağlayacağı muhtemel yan desteklerdir. Bir üçüncü unsur, firmanın potansiyel
müşterileri ile ilişkileri vb olabilir; bu tür unsurların sayısı artırılabilir. Bu unsurlar tek­
nolojik ve ticari başarı sağlanabilm esi için gerekli olasılık faktörlerinin hesaplanması sı­
rasında, araştırm a yöneticisi y a da girişim ci tarafından dikkate alınabilir; ancak kontrol
listesi yaklaşım ının değeri, her noktaya oldukça sistematik bir biçimde dikkat edilmesi-

i DCF, “Discounted Cash Flow ”

289
ni zorunlu hale getirmesindedir. Gerçek bir kontrol listesi proje özel koşullarına y a da
firmanın (ya da yenilik yap acak başka bir kuruluşun) özelliklerine göre değişecek ol­
m akla birlikte, herhangi bir kontrol listesinde y e r alma olasılığı yü ksek olan sorular aşa­
ğıdadır (Dean, 1968; Seller, 1965):

1. Firma am açları ile uyum,


2. D iğer uzun dönemli planlarla uyum,
3. A&G’de bilimsel becerilerin bulunması,
4. O rtaya çıkması muhtemel olan teknolojik sorunlar,
5. A&G programının dengesi,
6. D iğer A&G projeleri ile karşılıklı etkileşim,
7. Rakip firmaların A&G programları,
8. Potansiyel piyasanın büyüklüğü,
9. Piyasanın genişlemesini etkileyen faktörler,
10. Kamu mevzuatının ve denetiminin etkisi,
11. ihracat potansiyeli,
12. Rakip firmaların muhtemel tepkisi,
13. Lisans elde etme ve know-how anlaşm ası yapm a olasılıkları,
14. D anışm anlarla ve diğer kuruluşlarla A&G konusunda işbirliği yapm a ihtimali,
15. D iğer ürünlerin satışlarının etkisi,
16. Gerekli malzemenin bulunabilirliği ve fiyatı,
17. Yeniliğin ya n ürünlerinin kullanılabilirlik ihtimali,
18. Üretim bilgisinin ve teçhizatının varlığı,
19. Pazarlam a becerisinin ve deneyiminin varlığı,
20. Reklam gerekleri,
21. Teknik satış ve servis sağlamak,
22. Firm a imajı üzerine etkisi,
23. Sağlık y a da yaşam konusundaki riskler,
24. M uhtemel geliştirme, üretim ve pazarlam a m aliyetleri,
25. Patentle korunabilme olanakları,
26. Gerekli yatırım ların büyüklüğü ve zamanlaması,
27. Yeni y a da geliştirilecek fabrika(lar)ın yeri,
28. Kilit A&G personelinin davranışı,
29. Tepe yönetiminin davranışı,
30. Üretim ve pazarlam a bölümlerinin davranışı,
31. Sendikaların davranışı,
32. Firmanın büyümesi üzerindeki genel etki.

290
Bazı firmalar atıklardan kurtulma, istihdam etkileri y a da firma dışında gerçekleşe­
cek araştırm alara katkı ve katılm a gerekleri ve yeniden eğitim gibi bazı ek dışsal m aliyet
ve faydaları da hesaba katabilirler. Çevresel etkilerin daha çok göz önünde tutulması ge­
reği 1980’lerde 1990’larda çok daha yaygınlaşm ış ve aslında bazı ülkelerde yasal zorun­
luluk haline gelmiştir (bkz. 18. Bölüm). Firm alar, ayrıca ortaya çıkabilecek ve projenin
gelecekteki gelişmesini olumsuz yönde etkileyebilecek darboğaz ve engelleri önceden
görmeyi ve önlemeyi sağlayan teknikleri de ya rarlı kabul edebilirler (Davies, 1972). N i­
hayet, değişik kontrol listesi yaklaşım ı ve cüzdan yaklaşım ı tipleri, daha da ileriye gide­
rek, proje çözümünü firmanın hem teknolojiye hem de öteki am açlara yönelik genel stra­
tejisi ile ilişkilendirebilir (örnek olarak bkz., Patterson, 1996; Kanz ve Lain, 1996).
Kontrol listesi yaklaşım ı, nicel analizler sırasında gözden kaçırılacak birçok unsurun
dikkate alınm asına imkân vermekle birlikte, bu yöntemin de bazı ciddi kısıtları söz ko­
nusudur. A lternatif projelerin birbirleriyle ve kolay bir biçimde karşılaştırılm asına, bir
projeler listesinin önem sırasına göre dizilmesine y a da alternatif getirilerin muhtemel
büyüklüğü konusunda bir kriter oluşturm aya izin vermemektedir. Firm aların çoğunun
içinden seçim yapm aları gereken birçok proje önerisinden oluşan bir kütüğe sahip ol­
dukları düşünülürse bunlar ciddi kusurlardır. Sonuç olarak, ideal proje seçme yöntem i
nicel bir m aliyet fayda analizi yaklaşım ı ile niteliksel bir kontrol listesi yaklaşım ının bi­
leşimidir. Bu türden çeşitli değerlendirme sistemleri geliştirilm iştir (Şekil 10.2). Hart
(1966) tarafından M organite şirketinde projeleri puanlandırm ak için geliştirilm iş olan
böyle bir çalışm ayı göstermektedir. H art’m sistemi, tahmin edilen en yüksek satış değe­
ri, satışlardan net kar, A&G teknolojik başarı olasılığı ve gelecekteki A&G m aliyetleri­
ne ilişkin bir zaman iskonto faktörü üzerinde kurulmuş bir proje endeks değeri hesap­
lam asıdır ve bu formüle göre:
I (endeks değeri) = S x P x p x f
100 C
S = En y ü k se k y ıllık sa tış d e ğ e r i £,
P = sa tışla rd a n n e t k âr (y ü z d e),
p = A&G'de tek n olojik başarı ola sılığı, O’d a n l ’e uzanan b ir ö l ç e ğ e g ö r e ,
t = isk o n to fak törü ,
C = A&G'nin g e le c e k te k i m a liy eti (£)
Değişkenlerin tahmin değerleri bir kontrol listesinde y e r alan soruların cevaplandırıl­
m asıyla elde edilmiştir. Şekil 10.2, her soruyla ilgili olası cevap için bir puan değeri gös­
termekte ve puanlamanın çarpmadan ziyade, cevapların logaritmik fonksiyonlarının kul­
lanılarak toplanması yo luyla yapılm asına izin vermektedir. Yöntem, firmaların şartlarına
uygun bir biçimde farklı sorular ve farklı puan değerleri oluşturularak değiştirilebilir.

291
n yü ksek yıllık
£-2000 £'5000 £'10 000 £ - 20.000 £ 50.000 £ 100.000 £ 200.000
1 ıtış değeri (her
30 70 100 130 170 200 230
yıl£)
Marjinal mali­
%20 %30 %35 %40 %45 %50 %60
2 yet (satışlann
yüzdesi) 35 30 25 20 15 10 0

Üretimde %90 %80 %60 %40 %20


3 %100
know-how 25 20 10 0 0
30

ek sabit sermaye %20 %50 %75 %100 %150


4 yatınım (yılık zirve 17 13 10 7 0
20
satışlann %)

dış rekabet
5 (ürünler ve firmalar)

Diğer firmaların yok hafif dikkate değer


7 ürünleriyle rekabet 20 15 0
Diğer firma ürünlerinin
8 satışını hızlandırmak (yıllık %20 %50 %100
zirve satışlarının %) 10 20 30

A&G'nin £1000 £2000 £5000 £ 10.000 £20.000 £50.000 £ 100.00


9 maliyeti 200 170 130 100 70 30 0

10
A&G'nin %100 %60 %20
başan olasılığı 70 60 50 30 0

Ürün için piyasa 5 15 25


11 10
yıl ve
ömrü (yıl) ytl yj yJ ötesi
la y 120 140 150 160
A&G süresi artı
üretime kadar
geçen süre artı ly ıi 110 135 145 155
müşterinin ürünü
12 kabulü süresi artı 2yıl 95 125 140 150
beklenen satışların
yansına ulaşma 3yıl 75 120 135 145
süresi (yıl)
5yıl 100 120 135

Proje puanı

Dereceleme 600 ve fazlası 550-600 fena değil 500 ve daha az


Standardı mükemmel iyi (sınırda) zayıf
(kabul edilemez)

Şek il 10 .2 Ürün A raştırm a ve G eliştirm e P rojeleri İçin


B ir D eğerlendirm e Şeması
Ca yn a k : H art (1966)

292
Bu yöntemin avantajı, firmanın dış rekabet ve müşteri davranışları gibi dış faktörle­
ri hesaba katmasının yan ı sıra, projeleri, satışların artırılm ası ve yüksek kârlılık gibi te­
mel firma am açları varsayım ları altında, belli bir sistematik içinde sıralam asına olanak
verm esidir. Tekniğin bir başka avantajı da firmanın tüm bölümlerinin tartışm a ve de­
ğerlendirm e yapabilm eleri için işin içine sokulması ve böylece firma kaynaklarını bir
araya getirmesi ve harekete geçirebilm esidir. Bu belki de, formel değerlendirme teknik­
lerinden herhangi birinin sağlayabildiği en önemli faydadır. Gerçekten, projenin ilerle­
mesini izlemek ve kontrol etmek için belli bir tip formel değerlendirme tekniğine ihtiyaç
vardır. Teknolojik yeniliklerin etkin bir biçimde yönetilebilm esi için tahminlerin periyo­
dik olarak gözden geçirilerek projelerin de yeniden değerlendirilm esi gerekm ektedir.
Bununla birlikte, proje seçme sürecini etkileyen temel unsurlar arasında A&G bölü­
mündeki çalışmanın bir bütün olarak firma çalışm alarıyla dengeli olması gereği vardır.
Bu yüzden proje seçimi programlama ile ilişkilendirilm elidir. Yönetim kademesinin ara­
dığı bir dizi bağımsız projeler değil, bir projeler cüzdanıdır. Tek proje yerine bir proje­
ler cüzdanı çerçevesinde düşünülmesi güvenli ve riskli projelerden oluşan bir karışımın
seçilmesini mümkün kılacak, böylece sadece bir puanlam a sistemine y a da getiri oran­
ları sistemlerine dayalı seçimlerde olduğu gibi daha uzun vadeli ve radikal yeniliklerin
gelişmsi ihmal edilm eyecektir (Kay, 1979, 1982, 1984).
Görgül kanıtlar, sanayi A&G’sinin daha az belirsizlik taşıyan proje tiplerinde yo ğun ­
laştığını doğrulam aktadır. Sadece çok az sayıda firma temel araştırm a yürütm ektedir;
temel araştırm alara yapılan tüm harcam alar, OECD ülkelerinin çoğunda, toplam sana­
yi A&G harcam alarının %5 ’inden azdır. Çeşitli taram alar A&G harcam alarının büyük
bir kısmının daha uzun dönemli radikal yen ilikler yerine, küçük çaplı iyileştirm elere ve
kendisini kısa sürede geri ödeyecek projelere ayrıldığını doğrulam aktadır (FBI, 1961;
Schott, 1975; Kay, 1979, 1984; Nelson e t al., 1967). Tablo 10.4, bağımsız araştırıcılar
tarafından elde edilmiş olan verilere dayalı olarak gerçekleştirilen bir Italyan sanayi
A&G’si taram asının sonuçlarını verm ektedir. Bu da daha çok teknik hizmet faaliyetine
ağırlık verildiğini ve temel araştırm a konusuna nispi olarak az zaman harcandığını doğ­
rulam aktadır. H arcam alar cinsinden bakıldığında (araştırm acının harcadığı zamanın
aksine olarak), deneysel geliştirm e payının yü ksek buna karşılık araştırm a payının dü­
şük olacağı unutulmamalıdır.
Gibbons-Johnston çalışması (1972), doğrudan doğruya A&G harcam alarının dağı­
lımı ile ilgili olmasa da, ilgi çekici ek kanıtlar getirm ektedir. Araştırmacılar, 1971 yılının
belirli bir tarihinde İngiltere’de yayınlanan teknik dergilerde y e r alan yeni ürün ilanla­
rı arasından raslantısal bir örneklem seçmişlerdir. Listelenen 1,317 ürün arasından
258’si çift sayım, 32’si proses y a da hizmet yen iliği ve 16’sı sanayi dışı olarak ayıklan-

293
>Ы)
Q

« -с
•> (у
e N
м 4С>
fO 'ÆK'XJ^'ocoKiKvoinaNvo
2 -о
% «
ÛS >

İİ ; .2е cs ———
Н-с

>i 6и £§
*Д 4>
1 :3 S
er
a
5*

■и
c s c s c s c s ^ r t o t o c s —-tocst-o

о
:3
>i

-10©W CS-0,\'T^‘0 'T «

С
tu -H^OSrN.tOCOO>CSK5CS40
< Г8
О <
CSCSCSCSCNCSCSCStOtOCSCS

0) ГТ
«
й <

K 'TON 'T'Æ ffM ÎN OO OO tC'TO


OOVO'sG'T^OOtOCS^COO'sO —
M^^'ÆOiN^KÎfiOOiOO T T40 ffı
0 0 CS
CS N .
«ÎOOT 00
СТ*\ —• CO
ю cs cs ~ io

jm
С о> C cF
и “
(Л -3 -С
:3
Q. c с
_* Я
İJ *
# u
£ £
1с S
'u4 ) С
s 3 «*-rn
s .■
ЭА

О ■ аЦ
Ъ 'С

'S “л 4>J£4) (3 Ab Û- İJ в<


ü’S'£ :0с
< Û H 1X grt 3 s
u г о
SS 3 3 O û,?

294
'TÎŞOOO^O^tN^^^'T'T T 00 —j 'T
oiNN^vdiovödco‘ooöt\ «j
to N
to T oöT
to to K5
t:
Araştırıcı Tipi O

'rooKûO>ça\flqff;«oo Io
CİW'öV0Ö^»O'TN5Ö'o6 ö

o^. ff' p1 pl X c1 l?! 9 c^ ,9 9


«VO^dcS^«VOK5Cs6
— — to — o

I>s s «
•i | “- i
T oo1>
C\T ^00Kvo^00CN K5O K V©0*\
> 00 00 N . 0> N .

tu ?> rt ^

II
A&G Faaliyet Zamanının Dağılımı (%)

% <3 %

d" '

^ c s
^ S ? -C "O «00'-00O'T«WO\K>flW
^O—XTCStO'^r'sC>
TbO^TtO>
T
i l î i

s 2
o\ CS O 00 00 00 N . - - O O 00 —
£<

C 33 00 CS C > T 00
vo ur> m O
S 5. —CS'-O^OOCŞ—
; tç COO W)O 'T
CS N . ^ ^ 00
td »—• CS CS to
K aynak: Sirilli (1982)

c crt #_,
■a -â ü c Cu 5
Sanayi dalları

‘<a m . -r u.
ewdiS£C rt
* :§ t * "&
U
>
s "3 2>J f -0«>Ji7!
c C b s I ■■E
$>■£ •C U V
.£* a i l
^oSJi •İS Ü 3 I s ,
s a Ü h S

295
diktan sonra geriye kalan 1000 yeni ürünün dağılımının, Tablo 10.5’teki biçimde orta­
y a çıktığını tespit etmişlerdir.
Gibbons ve Johnston, am açlarına uygun buldukları son %18’lik örneği daha ayrın­
tılı olarak incelediklerinde bunun yarısının firm adaki mevcut ürünlerde değişiklik y a ­
pan yeniliklerden oluştuğunu görmüşlerdir.
Tablo 10. 5 İtalya'da. A& G F aaliyetlerioln D ağılım ı (Yüzde olarak)

T eknik değişiklik yapm aksızın ürün yelpazesini genişletm ek 17


M evcut ürünlerin yen i uygulam aları 2
Standart ürünün yen i bir uygulam ası için uygun özellikler (örnek, laptoplar) 29
Yeni standartlara uyarlam a (örneğin, m etrik sisteme geçm e) 2
Standart ürünün kullanım ını kolaylaştırm ak 6
Standart ürünün yen i pazarlam ası 2
Standart ürünün yen i tasarım ı 2
Ingiltere dışında geliştirilm iş ürünler 23
İngiliz firm aları tarafından geliştirilm iş yen i ürünlerle ilgili teknik değişim ler 18

Firm aların radikal yenilikleri, ürünlerinden çok kendi üretim tekniklerinde yapm a
eğiliminde olduklarına inanmak için yeterli neden vardır. Bu gözlemin kapsamında,
kuşkusuz, sermaye malları sanayilerinin gerçekleştirdiği ürün yeniliklerinin benimsen­
mesi veya değiştirilerek uyarlanm ası da y e r alm aktadır. Firm a uygulam ayı kendi kont­
rolü altında tuttuğunda firma içinde yapılan proses yeniliklerinde piyasa belirsizliği
önemli ölçüde azaltılmış olmaktadır. Benzer nedenlerle daha radikal ürün yeniliklerin­
de rekabetçi bir piyasa yerine (ister hükümet, isterse başka türlü) güvenli bir piyasa
beklentisi hâkim olmaktadır. Bu durum askeri uçakların yan ı sıra radarın ve sentetik
maddelerin geliştirilm esi süreçlerinde de açıkça ortaya çıkmıştır.
Eğer geliştirilen proses firma tarafından kullanılam ayacaksa, belirsizlik doğal olarak
daha fazladır. Bu farklılık, kim ya firm alarının kendi davranışlarıyla karşılaştırıldığında,
büyük ölçüde kim ya tesisleri müteahhidinin proses yeniliğine kendine özgü yaklaşım ın­
dan doğmaktadır. 4. Bölüm’de gördüğümüz gibi, prosesi kendileri kullanam adıkları
halde çok belirsiz bir piyasa ile karşı karşıya kalan müteahhitler tasarım da ve ölçek bü­
yütm ede yoğunlaşm aktadırlar. M üteahhitler tamamen yen i bir prosesi sadece kim ya y a
da petrol şirketleri söz konusu olduğunda devreye sokm aya kalkışm aktadırlar. Öte ya n ­
dan, kim ya ve petrol şirketleri sadece firma içi proseslerini geliştirm ek konusunda de­
ğil, kendi kuruluşlarında kullanacakları radikal yen i prosesleri araştırm a konusunda da
yen ilik sürecini büyük ölçüde kendi kontrolleri altında tutm a ümidiyle güçlü bir güdü-
lenmeye sahiptirler. Bu tür yeni proseslerin uygulanm aya başlanması, rakip firm alara
göre üretim m aliyetlerinin düşürülmesine, karlılığın artm asına y a da ürün fiyatlarının
düşürülm esi ve piyasa paylarının genişletilmesine katkıda bulunabilecektir. Bazı du­

296
rum larda mevcut yatırım ın kârlılığının korunması için, yeniliğin uygulam aya sokulma­
sı geciktirilebilir. Yeni proses sonunda başka firm alara lisansla verilebilecekse, bu ek bir
kazanç olarak değerlendirilecektir; ancak söz konusu prosesin başarılı bir biçimde pa-
zarlanması (lisans verilm esi), müteahhit firm alardan kaynaklanan proses örneklerinde
olduğu gibi, m utlaka gerekli değildir. Gerçekten gizli tutulm ası ve lisansla başkasına ve­
rilmemesi konusunda bilinçli bir tercihte de bulunulabilir.
1980’lerde ve 1990’larda yapılm ış olan araştırm alar, yen i bir ürünün y a da prosesin
sağlayacağı gelirlerin, potansiyel olarak sadece kendisine kalm asının firmanın proje de­
ğerlendirmesinde önemli bir rol oynadığını göstermiş olm akla birlikte, bu sanayi sektör­
leri arasında hatırı sayılır ölçüde farklılaşabilm ektedir. Bu gözlem, yenilikler konusun­
da Yale Üniversitesi'nin sistem atik surveyinde (Levin, 1988; Levin e t al., 1987) ve da­
ha sonraki yıllard a bazı Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen daha da kapsam lı PACE
Survey'inde (Arundel, 1995) ortaya çıkmıştır.

10. 4 A&G Bütçelemesi ve Firma Stratejisi


Firma, A&G faaliyetini genellikle düşük bir belirsizlik derecesinde kabul etme eğili­
minde olduğu için (Tablo 10.1), aslında A&G bütçesini teknolojik değişim risklerine
karşı bir çeşit sigorta olarak kullanm aktadır. A rrow ’un (1962) ifadesi ile “Firma kendi
sigorta şirketi gibi hareket etm ektedir”. Firma yönetimi A&G bütçesini, genellikle satış­
ların herhangi bir yüzdesi olarak hesaplar. Bu sigorta primi sanayinin farklı dallarında
teknolojik rekabetin yoğunluğuna bağlı olarak farklılaşm akla birlikte, aynı sanayi dalın­
daki firmalar arasında birbirine oldukça yakın düzeylerde oluşmaktadır. Firm a yöneti­
mi, herhangi bir projenin y a da bir A&G çabasının gelecekteki getirisini kesin bir biçim­
de hesaplayam asa da deneyimlerine y a da rakip firm alarla ilgili gözlemlerine dayana­
rak, hangi m iktar “normal" düzeydeki A&G harcamasının firmanın varlığını sürdürm e­
si ve büyümesine yardım cı olacağını bilmektedir. Bununla birlikte çeşitli alternatif stra­
tejiler söz konusudur, bunlar gelecek bölümde ayrıntılı olarak incelenecektir. Bazı fir­
malar kendi sanayi dalları için alışılmış olan düzeyin çok üzerinde A&G harcam ası y a ­
parak yü k sek riskli saldırgan bir strateji uygularlar. D iğerleri ise çok düşük düzeyde
A&G harcaması yap arak y a da hiç yapm ayarak rekabette avantaj elde etmek için baş­
ka kaynaklara dayanırlar. Eşik faktörleri, bütçeleme sorununu daha da karm aşık hale
getirirler. 7. Bölüm’de tartışılan faktörler bir sanayi ortalam asıyla bütçe yapm anın bazı
tehlikelerini ortaya koym aktadır. Naslund ve Sellstedt (1972) araştırm ası, İsveç
sanayisinde birçok firmanmın A&G harcam aları için düzenli ve istikrarlı bütçe hazırla­
mak yerine, a d h o c proje temelinde fon tahsis ettiklerine ilişkin veriler sağlamıştır. Bu­
na karşılık Kay (1979), bu davranış farklarının büyük ölçüde firma ölçeğinin bir fonk­

297
siyonu olduğunu inandırıcı bir biçimde ileri sürmektedir. İsveç firm aları genelde küçük
ölçeklidirler, buna karşılık daha büyük Avrupa ve Amerikan firm aları tipik olarak da­
ha uzun dönemli bir bütçe stratejisi izlemektedirler.
Sanayi dalları arasında büyük araştırm a yoğunluğu farkları vardır ve bu durumun
bir yandan tarihi koşullara (yeni teknolojik fırsatlara), bir yandan da rekabet şartları­
nın baskısına bağlı olduğu öne sürülebilir. Y aklaşık her on yıld a bir yen i proseslerin ve
yeni kuşak ürünlerin ortaya çıktığı bir sanayi dalında (ilaç, cihaz üretimi, makine, mo­
torlu taşıtlar) üretim yelpazesinin eskimesini y a da aşırı m aliyetlerin ortaya çıkmasını
önlemek için nispeten yü ksek düzeyde bir araştırm a yoğunluğu gerekli olabilir. Böyle
bir sanayi dalında çalışan bir firma A&G harcam alarını kısarak birkaç y ıl için kısa dö­
nem karlılığını yükseltebilir; ancak bu uzun dönem kârlılığını ve varlığını sürdürülebil­
mesi pahasına yapılabilir. Çok düşük bir A&G faaliyet düzeyi y a da hiç araştırm a y ap ıl­
maması, teknolojik eskiliğin sorun olmadığı y a da üretim yelpazesindeki değişmelerin
esas olarak o günkü modaya göre oluştuğu sanayi dalları için geçerli olabilir. U çak y a
da elektronik gibi, askeri A&G ve askeri satın alm aların y a da dünya bilim ve teknolo­
jilerinde hızlı değişimlerin y a p a y bir eskimeye neden olduğu sanayilerde ise, olağanüs­
tü derecede yüksek bir A&G faaliyeti, firm aların varlıklarını devam ettirebilm eleri için
gerekli olabilir. En aşırı durumda, eğer bir şey çalışıyorsa eskim iştir1. Gerçekten, hem
Amerika Birleşik D evletleri’nde hem Ingiltere’de, uçak sanayisinde uzun dönemde net
hasılanın üçte birinin A&G’den kaynaklanm ası ancak bu “Alice H arikalar D iyarında”
kavram ları içinde açıklanabilir. Böylece, araştırm a yoğunluğunun temel belirleyicisi söz
konusu sanayi dalı olarak karşım ıza çıkm akta ve araştırm a yoğunluğu ölçütüne göre bir
sıralam a bütün sanayileşm iş ülkelerde birbirine benzemektedir. Nelson (1991) ve Pa-
vitt (1984) sanayiler arasındaki bu farklılaşm ayı en güçlü biçimde vurgulayan yazarlar
arasında y e r almaktadır.
Yüksek derecede teknolojik ve piyasa belirsizliği olan projelerin nasıl sonuç verece­
ği ne firma tarafından ne de herhangi bir kimse tarafından doğru bir biçimde tahmin
edilemez. Edilebilseydi, firm alar çok daha kolay bir biçimde servetler kazanabilir ve
yü ksek hızda düzenli bir büyümenin tadını çıkarırlardı. Ancak sanayinin herhangi bir
dalında, tam olarak hangisi olacağını önceden bilmememize rağmen, firm alardan birisi
muhtemelen büyük bir sıçram a yapacaktır. A&G faaliyetlerine bağlı olan belirsizlik un­
suru bu nedenle, A&G harcam ası ile tek bir firm a değil, bir sa n a y i dalının büyümesi
arasında daha güçlü bir istatistiksel ilişki beklenmesine yo l açm aktadır. Aslında görgül
kanıtlar da bunu göstermektedir.

i Teknik eskim eyi (obsolesence) kasteden bu cüm leyi açm ak için, uçak yapım cılarının “bir uçak modeli, uçtuğunda es­
kim iştir" deyim lerini hatırlatalım . B ir uçak daha uçuş sertifikasını alır almaz, yen i modelin tasarım ı başlam ıştır bile.

298
En araştırm a yoğun sanayi dallan, büyük farkla en yü k sek büyüme hızına sahip olan
sanayi dallarıdır (Şekil 7.1); buna karşılık düşük düzeyde A&G yapan sanayiler genel
olarak nispeten yavaş büyümekte y a da durağan kalm aktadırlar. Ancak elektronik y a
da eczacılık ürünleri gibi araştırm a yoğun ve hızlı büyüyen sanayi dallarında y e r alan
firmalarda, hızlı büyüme ile araştırm a yoğunluğu arasında güçlü bir ilişki bulunm am ak­
tadır. Bu konudaki görgül verilerin bir kısmı zayıf bir korelasyon gösterirken bazısında
hiçbir ilişki yoktur. Bu sonuç sadece herhangi tek bir firmada pahalı, saldırgan projele­
rin etrafını sarmış olan yü ksek belirsizlik düzeyinin varlığından değil, A&G konusunda
sürekli artm akta olan dışsallıklardan dolayı da beklenen bir sonuçtur. Bir sanayi dalın­
da y e r alan birçok firma, birkaç firmada veya tamamen başka bir sanayide gerçekleşen
teknolojik ilerlemelerden yararlanm aktadır. Bütün elektronik sanayi, Bell in y a rı ilet­
kenler konusundaki çalışm alarından yararlanm ış, buna karşılık Bell ortaya çıkan tek­
nolojiden lisans y a da know-how ödemeleri, hatta satış gelirleri yolu ile çok küçük bir
kısmından yararlanabilm iştir. Patent sistemi firma içi üretilen bilgiden yararlan m a ola­
sılığını yükseltm ekle birlikte, bu bilginin çeşitli kanallar, özellikle Amerikan y a rı ilet­
kenler sanayinde olduğu gibi, çalışanların firm alar arasındaki hareketi yolu ile yayılm a­
sını önleyememektedir.
Firmanın büyümesi ile A&G ve Bilimsel ve Teknolojik Hizmetler (BTH ) (Scientific
and Technological Services-ST S) bir araya gelmesinden oluşacak ortak bir ölçüt arasın­
da çok daha güçlü bir ilişki beklenebilir. Böyle bir ölçüt, Hollander'in anlattığı tipte, kü ­
çük verim lilik iyileştirm elerinin sağladığı önemli toplam verim artışlarına yo l açtığı du­
rum ları göz önüne alacaktır. Katz’ın elde etmiş olduğu görgül veriler bu hipotezi ve va­
sıflı işgücü dağılımı ile firma büyümesi arasındaki ilişkileri de desteklemektedir.
Firm alar iş hayatında kalabilm ek y a da bağım sızlıklarını sürdürebilm ek için A&G
faaliyetinde bulunma gereğinin farkındadırlar ancak başarılı bir yen ilik yapm anın hazır
reçetesi yoktur. Bu da “karm akarışık"1 y a da “Tolstoyvari” biçimde büyümenin temel
faktörlerinden biridir. Başarılı bir yeniliğin nitelikleri arasında, yenilikçinin etkin A&G
çalışmasını piyasa gerekleri ile birleştirme yeteneği vardır. Ancak bu yetenek ex a n te
den daha çok ex post11 durum da açıkça ortaya çıkar. Burns ve Stalker klasik araştırm a­
larında (1961), bu fonksiyonların gerekli bir düzeyde bir araya getirilmesinde karşılaşı­
lan firma içi güçlükleri göstermişlerdir. Yenilik süreci, genellikle y ıllara yayılan karm a­
şık bir olaylar dizisi olduğu için söz konusu birleştirme işlemi süreklidir ve firma içi so­
runların yan ı sıra dışsal oluşumlar tarafından da ciddi bir biçimde zorlanm aktadır. Bu
iş el yordam ıyla arama, araştırm a ve deneme sürecidir ve en iyi hazırlanmış planlar bi­
le hüsrana uğrayabilir. Etkin A&G yap ısına sahip firmanın varlığını sürdürme şansı da-
i ''higgledy-piggledy'1
ii “Ex ante ve ex post” önceki ve sonraki durum.

299
ha yüksektir, ancak bu m utlaka başarılı olacağı anlam ına gelmez. Firmanın kendi ger­
çekleştirdiği yenilikler bile genel kararsızlığı ve belirsizliği artırabilir ve kendi içinde
hoşnutsuzluk yaratab ilir. SAPPH O projesi yap ılacak bir yeniliğe, firma içinde genellik­
le hem teknolojik hem de ticari nedenler ileri sürülerek muhalefet oluştuğunu ortaya
koymuştur. Ticari nedenlere dayanan çok daha güçlü bir muhalefet yeniliğin başarısız­
lığıyla daha yakından ilişkilidir.
A&G konusunda karar verme ile ilişkili anlaşm azlıkların m evcudiyeti ve sürecin y a ­
pısındaki belirsizlik, tahmin ve seçme süreçlerinin, yöntem lerin, şekli tanım lam alarında
y e r aldığı biçimde gerçekleşm ediğini ortaya koym aktadır. Çeşitli teknolojik tahmin mo­
delleri ve bunların Am erikan sanayisine uygulanm ası konusunda çok şeyler yazılm ıştır
(Jan tsch 1967). Bu tür teknolojik tahmin teknikleri kuşkusuz çok faydalı olabilir ve
özellikle Bright (1968), bunların yeni teknolojik fırsatları ve tehditleri tespit etmeye yö ­
nelik firma stratejisi açısından taşıdıkları önemi ortaya koymuştur. Bununla birlikte di­
ğer yönetim tekniklerinde olduğu gibi burada da gerçek, savunucuların yarattığı izle­
nimlerden farklıdır. Sanayide gerçekte neler olup bittiğini anlayabilm enin önemi
nedeniyle, bu gerçekleri yüceltilm iş soyut kavram lardan ayırabilm ek için bir araştırm a­
nının sonuçları oldukça ayrıntılı bir biçimde aşağıya alınmıştır:

Bazı firm alar muhtemelen resmi teknolojik tahm inlerden yararlanabilecekleri halde bu y o la gitm e­
dikleri için, örgüt içinde bunun kullanılm asını sınırlayan faktörlerin neler olduğunu araştırdık. Bu
tekniğin kullanılm asını önleyen yönetim kaynaklı şu ortak engelleri ortaya çıkardık:
1. T ek n olo ji ta h m in in i ö r g ü tü n d ü z en li p la n la r ıy la b irleş tirm ed e k i başarısızlık . Yöneticilerin çoğu,
herhangi bir tahmin tekniği kullanm aya başlam ada en kritik faktörün, onu, içinde araştırm a proje­
lerinin seçiminin ve kaynakların genel firm a am acı ile uyum lu bir biçimde tahsis edilmesinin de bu­
lunduğu, uzun dönemli planlam a programı içine yerleştirm ek olduğunu ifade etmelerine rağmen,
uygulam ada ortaya çıkan durum çoğu kez bu değildir.
D aha da tipik olan uygulam a, planlam a sürecini basitleştirecek olan resmi bir tahmin program ı
oluşturm a göreviyle firmasının ileri planlam a grubuna transfer edilen yöneticinin deneyim idir...
Tahmin sürecini, firm anın ana ürün hatlarının teknolojik geleceğine uygulam a konusunda bir giri­
şim olm adıkça bu yöneticinin gayretlerinin planlam a üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.
B aşka bir firmada, teknik geçmişi olan bir kişi gelişmiş teknolojik tahm inler alanına ilgi duym aya
başlam ıştır ve araştırm a konularından sorumlu olan firma başkan yardım cısının desteği ile bir y ıl­
dan fazla tanıtıcı raporlar hazırlam aktadır. Bu kişi, tahmin teknikleri konusunda raporlar hazırla­
manın y a n ı sıra araştırm anın ve geliştirmenin planlanması, özellikle teknolojik tahmin tekniklerinin
planlam a ile bütünleştirilm esiyle de yakın dan ilgilenm ektedir. Buna karşılık ay n i örgütle ilgili
olarak, Jan tsch 'm raporlarının bildirdiğinin tersine, herhangi bir kimsenin bu teknikleri kullan­
dığına dair herhangi bir kanıt bulanamamıştır. Bu açıdan, firmanın çabaları, gelecek konusunda
üm itleri olan ancak fikirlerini satm akta başarısızlığa uğram ış bir adamın çalışm alarından ibarettir.
2.A raştırm a v e g e liş t ir m e p r o je le r in i o b je k t if b ir b içim d e s e ç m e k k on u su n d a k i başarısızlık , in ­
celediğimiz firm aların çoğunda araştırm a ve geliştirm e harcam alarının planlanm ası ve kontrolü, en
yum uşak ifadesiyle rasgele diye tanım lanabilir. Araştırm a ve geliştirm e yatırım larının doğrudan ve

300
dolaylı iktisadi yararların ın gerçeklere dayanan, objektif bir değerlendirm esi tamamen istisnai bir
durum dur. Bu durumun nedenlerinden biri, söz konusu işe ilişkin ve kaçınılm az olarak artan belir­
sizlik ile çoğu araştırm a faaliyetlerinin niteliği olan esneklik ve gayri resmilik (inform ality) iken,
bunun gösterilememesi ve ayn ı zamanda yönetim kademesinin planlam a ve kontrol süreçleriyle
yeterince uğraşam am asıdır. Gözlenen araştırm a ve geliştirm e projesi seçme süreçleri, en başta araş­
tırıcıların kişisel çıkarlarına dayalı olarak beliren bir “avukatlık” ile önemli yöneticilerin gözde pro­
jeleri ve firmanın stratejik çıkarlarıyla çelişebilen bir dizi başka kriterlere bağlı olarak ortaya çıkan
fikirlerden ibarettir.
Bir firm ada önemli araştırm a ve geliştirm e kararları firma içi güç dengelerine bağlı olarak alınm ak­
ta bu durum da önemli ölçüde “hobi çalışması" veya gözde projelerle ilgili y e tk i verilmemiş araştır­
m alara yo l açm aktadır. Bir başka yaklaşım ise, bağımsız ürünlere dağıtım yapm anın planlam a için
daha sağlam bir temel oluşturacağının kabul edilmesine rağmen, fonların firma içi güç y a da avukat­
lığa bağlı olarak işlevler ve disiplinler arasında bölüştürülm esidir. A raştırm a projelerinde k at­
lanılacak m aliyetler ile ilgili objektif bir gerekçeye ihtiyaç duyulduğu halde, araştırm a ve geliştirm e
konusunda k arar verme durum unda olanlar arasında ne planlam a ne de teknolojik tahmin
konusunda ciddi bir heves bulunamamıştır.
3. G elişk in y ö n e t im tek n ik lerin in r o lü n ü k a vra m a k o n u su n d a başarısızlık . Yöneticiler tarafından
teknolojik tahmin (ve diğer yönetim teknikleri) konusunda gösterilen direncin unsurlarından bir
başkası da bilinmeyen korkusuna, başka bir deyişle k arar verm e ayrıcalık ve yetkilerinin elden
kaçacağı ve/veya sistematik k arar verme tekniklerinin kullanılm asının geçmişte verilm iş olan bazı
yan lış kararları ortaya çıkaracağı düşüncesidir. Buna ek olarak gelişmiş tahmin tekniklerinin k u l­
lanılm aya başlanması planlam a işini basitleştirecek yerde, daha da karm aşıklaştıracaktır.
4. Ü st y ö n e t ic il e r i n ta h m in g a y r e t le r in i d e s t e k le m e k on u su n d a k i başa rısız lığı. Birçok önemli
değişikliğin gerçekleşm esi için üst yönetim desteğinin bir ön koşul olmasına karşılık, firm alarda
yaptığım ız araştırm alarda, teknolojik tahmin uygulam asını destekleyen çok az sayıda yönetici sap­
tanm ıştır. Bu tekniği uygulam aya koyan bir yöneticiye rastlanm am ıştır, in isiyatif genellikle, bu
konuya uygun bir geçmişi, ilgisi ve motivasyonu olmasına rağmen, teknolojik tahmin konusundaki
fikirlerini gerçeğe döndürmek için gerekli olan etkiyi yaratam ayan bir kişiden gelmektedir.
Sorunun bir başka yönü ise, tahmin tekniği konusunda bölümlerin planlam a grubunu ikna etmeye
çalışan bir personelin, grup üyeleri tarafından, kendilerini değil de bölüm yönetim ini ikna etmeye
davet edilmesi biçiminde ortaya çıkan yönetici memur (staff-line) engelidir.
5. B ö lü m y ö n e t ic ile r in in y e t e r i k a d a r u za ğı g ö r m e d e k i başarısız lığı. Teknolojik tahmin tekniklerinin
kullanılm asının önündeki son engel ise, k âr amacını ön planda tutan bölüm yöneticilerinin kısa
vadeli bakış açılarıdır. Teknolojik tahminin getirisi, genellikle uzun dönemde ortaya çıkacaktır ve
bir firm anın teknoloji planlam a müdürünün belirttiği gibi “Büyük şirketin uzun dönemli yatırım
konusunda bir belleği yo k tu r”.
(D oıy ve Lord, 1970; Roberts, 1968)

Özellikle Olin (1972) gibi, bu sonuçlan destekleyen birçok görsel araştırm a daha
gösterilebilir. Bu araştırm alar, Nelson ve W inter'in (1977), Dosi’nin (1984, 1988), Dow-
nie’nin (1958), Gold’un (1971, 1979) ve M arris’in (1964) firma teorisi konusundaki
genel savlarını desteklemektedir. Downie, etkinlik açısından firmalar arası farklılıklar
açıkça ortada olduğu halde, daha etkin firm alardaki yoğunlaşm a sürecinin neden daha

301
hızlı ve “rasyonel” işlemediğini açıklam aya çalışıyor; getirdiği açıklama, geride kalmış
firmalarda “beklenmeyen" yenilik başarılarının ortaya çıkmasıdır. Böylece “yenilik
mekanizması”, “transfer mekanizmasının” etkinliğini dengelemekte ve rekabet eden fir­
malar arasındaki nispi pozisyonları sürekli değiştirmektedir. M arris, büyüme mak-
simizasyonunun firma davranışının daha rasyonel bir açıklam ası için, kâr maksimizas-
yonundan daha gerçekçi bir yaklaşım olduğunu savunmaktadır. M arris bununla birlik­
te bu tür büyüme politikalarının kâr sınırlam asına tabi olduğunu varsaym aktadır. A&G,
büyüm eye ve firmanın varlığını sürdürmesine katkıda bulunan temel güç olarak kabul
edildiği ölçüde, modern firmanın niteliği olarak kabul edilen profesyonel yönetici dav­
ranışları ile ilişkilendirilmesi mümkün olmakla birlikte, yöneticiler muhtemel kârlılığı
tahmin edemediklerinden, kâr/varlığı sürdürme kısıtıyla, yenilik, bazen etkin olmayan­
ların yan ı sıra şanssızların da ayıklandığı karm akarışık bir süreç olarak kalm aktadır.
Bunun ötesinde, A&G projeleri y a da genel strateji konularında karar verme süreç­
lerinin, genellikle firma içi çekişme ve anlaşm azlıklara yol açtığı görgül kanıtlar tarafın­
dan da doğrulanm aktadır. Genel belirsizlik, farklı düşüncelerin ortaya çıkması ve duru­
mun tipik olarak proje tahminlerinin çıkar grupları tarafından belirli bir görüşü destek­
lemek için kullanıldığı bir savunma ve politik tartışm a haline dönüşmesi anlam ına gel­
mektedir. Değerlendirme teknikleri ve teknolojik tahmin, kabilelerin savaş dansları
gibi, hareketlendirm ek, enerji sağlam ak ve örgütlenmek açısından önemli bir rol oy­
namaktadır.
Araştırm a yoğun bir sanayi dalında faaliyet gösteren firma için savunma ağırlıklı bir
A&G stratejisi normal kabul edilebilirse de, bu hiçbir şekilde tek olası cevap değildir.
Özellikle bilimsel açıdan fazla gelişmemiş ülkelerde bu tür bir strateji gerçekçi bir
olasılık değildir. Gelişmiş ülkelerdeki firm alarda bile yönetim ler bir taklit, bağım lılık
hatta intihar stratejisini tercih edebilirler. Hükümetin güçlü askeri y a da sivil talep­
lerinin dünya piyasasının belirli sektörlerinde güçlü bir y a p a y uyarı yarattığı y a da çok
uluslu şirketlerin büyük A&G ölçeği, dinamik ekonomiler ve piyasa gücü avantajlarını
kullandığı durum larda bunlar belki de tek gerçekçi alternatifler olabilirler.
Firmanın önündeki olasılıklar ulusal yenilik politikalarından önemli derecede et­
kilenecektir. I. Kısımdaki tarihi analizin de açıkça ortaya koyduğu gibi, A lm anya’da
sentetik maddelerin ve A BD ’de elektronik sanayinin büyüm esi hükümet politikaları ile
yakından ilişkilidir. H ükümetler hem teknolojik hem de piyasa belirsizliklerini azal­
tarak, yenilikleri güçlü bir biçimde uyarm ışlardır. Kâr sınırlam ası (kâr maksimizasyonu
davranışını tercih edenler için), firmaların çoğunluğu için karar vermede zaman boyu­
tunun nispeten kısa olduğu anlam ına gelmektedir. Bu durum kaçınılm az olarak, uzun
dönemli stratejilerin aleyhine olm akta, böylece firm adaki uzun dönemli A&G

302
savunucuları, yu k arıd a belirtilen hükümet politikalarında olduğu gibi, dışsal bir destek
olmadığı zaman güçsüz kalm aktadır. Bu durum, çevre kirliliği, enerji tasarrufu ve k ay­
nak aşınması gibi sorunlar söz konusu olduğunda büyük önem taşım aktadır (bkz. IV.
Kısım).
Bu nedenle (belirsizlik ve radikal A&G’nin uzun dönemli niteliği), kapitalist ekono­
mide uzun dönemli araştırm a ve geliştirm eye gereğinden düşük düzeyde yatırım eğili­
minin ortaya çıkması, firmanın gelecekte elde edebileceği avantajlara rağmen beklenen
bir durumdur. Bu gereğinden düşük düzeyde yatırım yapm a eğilimi, temel araştırm alar
y a da daha radikal yen ilikler söz konusu olduğunda en yü ksek düzeye çıkm aktadır
(Nelson, 1959; Arrow, 1962). Büyük ölçüde bu nedenlerden, hem kapitalist hem de es­
ki sosyalist ekonomilerde, temel araştırm aların çoğunu ve radikal yeniliklerin bir kıs­
mını devletler finanse etm işlerdir (bkz. 16. Bölüm). Tersine, mal farklılaştırm ası ve
m arka imajı konusundaki kısa dönemli A&G’de aşırı yatırım söz konusu olabilmektedir.
Oligopol koşullarında firma, kendi ürünlerine karşı oluşmuş bir pazarı, reklam ve
küçük teknik değişiklikler yolu ile farklılaştırarak piyasa belirsizliğini azaltm ak için
çaba harcam aktadır. Bu söylenenlerden, A rrow 'un ve diğer bazı iktisatçıların ileri sür­
dükleri gibi daha mükemmel bir yen ilik sisteminin, A&G y i firmadan ayırm ası gerektiği
sonucuna varılm ası gerekmez. SAPPH O ve diğer yen ilik araştırm alarının sağladığı
kanıtlar, firmanın girişim cilik fonksiyonunun en etkin biçimde, eğer kendisi A&G
konusunda faaliyet gösteriyorsa, ortaya çıktığı konusundaki görüşü desteklemektedir.
Başarılı bir yenilik, teknolojik bilginin piyasa bilgisi ile bir araya getirilmesine bağlıdır.
Başlangıçta sanayi A&G faaliyetini iktisadi teşebbüsten ayırm ış olan eski sosyalist
ekonomilerin, 1970’lerde teşebbüs düzeyinde A&G y e daha fazla önem vermeye baş­
ladıklarım ortaya koyan olumsuz kanıtlar da mevcuttur. “Firm a asıl uzmanlık alanı”
(core competences) konusundaki tartışm alar (Teece, 1986; Prahalad ve Hamil, 1990),
genellikle üretimle ilgili bilgilerini A&G’leri ile birleştirebilen firm aların büyük avantaj­
lar sağladıkları sonucuna varm aktadır. Bazı iktisatçılar bunu işlem m aliyetleri (transac­
tion cost) teorisi kavram ıyla açıklam aktadırlar (W illiamson, 1975, 1985); ancak sos­
yolojik açıklam alar da yeteri kadar inandırıcıdır (M o w eiy 1983).
Belirsizlik ve proje seçme konusundaki bu inceleme sonunda ortaya çıkan genel tab­
lo, neoklasik firma teorisinin varsayım ından çok Tolstoyvari nitelikler taşım aktadır.
Firm aların çoğu, iktisadi işlemin bünyesinde bulunan belirsizlik nedeniyle, rasyonel bir
davranış için gerekli bilgilere erişem ediklerinden ve karm aşık değerlendirme yöntem ­
lerini geliştirecek zam anları ve niyetleri de olmadığı için, herhangi bir projede rasyonel
hesaplam alar yapam am aktadırlar. Bu, büyümenin bir karm aşa içinde gerçekleştiği ve
hiç kimsenin ne kendisinin ne de rakiplerinin davranışlarının nasıl bir sonuç vereceğini

303
net bir biçimde önceden göremediği anlam ına gelmektedir. Eğer herhangi bir kimse bu
söylenenlerden şüphe duyarsa, Amerikan ve Avrupa bilgisayar sanayilerinde y e r alan
firmaların 1950 ile 1990 yılları arasındaki y a da radyo sanayisinde y e r alan firmaların
1900 ile 1930 yılları arasındaki davranışlarını incelemesi tavsiye edilebilir. Bütün bun­
lara rağmen, söz konusu bu dağınıkla yen ilik sürecinin sonunda ortaya çıkan faydalar
ve m aliyetler çok büyük olabilir. Şimdi, bu teknolojik ve piyasa belirsizliği çerçevesin­
de firmanın izleyebileceği stratejileri inceleyeceğiz; IV. Kısım'da sorunu, ulusal politika
görüş açısından ele alacağız.

Not

1. M ansfıeld’in, A BD araştırm a yöneticilerinin bu faktörlerin çoğu konusunda “iy i” tahm inler yapılabileceğine ina­
narak, kendilerini iyim ser bir biçimde aldatm alarını iğneleyen yo rum larına sadece hak verebilir. Buna rağm en bura­
d a söz konusu olan nispi doğruluktur.

304
11. Bölüm

Yenilik ve Firma Stratejisi

11. 1 Yenilik Stratejileri Yelpazesi

aşam savaşı ve kârlılık kısıtlarının firm a davranışını açıklam aktaki en önem­

Y li unsurlar olduğu kuşkusuzdur. 10. Bölüm’den de rasyonel kâr maksimizas-


yonu (veya büyüme m aksim izasyonu) davranışının, yen ilik projelerinin be­
lirsizliklerden dolayı nadiren gerçekleşebileceği sonucuna varm ıştık. Bu, neoklasik k ı­
sa dönem teorisinin değerli, kesin, soyut bir firm a davranışı modeli olduğunu inkar et­
mek değil, ancak söz konusu modelin yen ilik çi davranışları anlam ak ve yorum lam ak­
ta sınırlı kaldığı ve başka yöntem lere ihtiyaç duyulduğu anlam ına gelm ektedir (N el­
son ve W inter, 1977, 1982; Dosi e t al., 1988). Böyle bir kuram sal yap ı oluşturm ak için
olası bir yaklaşım (bu da bir ilk yaklaşım dan daha ileri bir şey değildir), teknolojik de­
ğişim ile karşılaşan firmanın önündeki çeşitli stratejilere bakm aktır. Bu tür bir y a k la ­
şım hiçbir zaman ulaşılm ayacak olan bir dengeyi aram az, ancak belirli bir ülkede her­
hangi bir sanayi dalını tarihsel çerçeve içinde inceler. Bu bölüm, olası stratejileri sınıf­
landırm akta ve bunları A&G ve firmanın diğer yen ilik çi faaliyetleriyle ilişkilendirerek
tartışm aktadır.
Herhangi bir strateji tipleri sınıflandırması zorunlu olarak keyfidir; gerçek hayatın
sonsuz sayıdaki durumunu yansıtam az. Buna rağmen, bu tür ideal tiplerin kullanılm a­
sı, tıpkı psikolojide dışa dönük y a da içe dönük kavram larının ya rarlı olması gibi kav-
ram laştırma amacı açısından yararlıd ır. Gerçekte, tipler arasında sonsuz sayıda derece­

305
ler vardır ve birçok insan hem içe hem dışa dönüklüğün özelliklerini taşır. Ü stelik kişi­
ler (ve firm alar) her zaman ait oldukları tipe göre de davranm azlar. Nihayet, kişiler ve
firma stratejileri devamlı olarak değişm ektedir ve bu yüzden, bir on y ıl önce doğru olan
genellemeler bir sonraki kuşakta geçerli olmayabilir. Söz gelişi, bilişim ve iletişim tek­
nolojisi, özellikle dışsal ilişki ağları ve diğer firm alarla işbirliği açısından, firma davra­
nışlarında birçok değişikliklere yol açm aktadır (Coombs e t al., 1996; Hagedoorn ve
Schakenraad, 1992).
Herhangi bir firma, dünya bilim ve teknolojisiyle dünya pazarlarının büyümesi so­
nucu ortaya çıkan teknolojik yelpazenin ve piyasa im kânlarının oluşturduğu bir ortam­
da faaliyette bulunur. Bu gelişmeler, büyük ölçüde tek firmadan bağımsızdır ve bu fir­
manın varlığı sona erse bile genellikle devam eder. Firma varlığını sürdürebilm ek ve ge­
lişebilmek için bütün bu sınırlam aları ve tarihi koşulları göz önünde bulundurm ak zo­
rundadır. Bu açıdan bakınca firmanın yen ilik çabaları da bağımsız y a da keyfi değildir;
tarihsel olarak belirlenmiştir. Varlığını sürdürmesi ve büyümesi hızla değişen bu dışsal
ortama ayak uydurm asına ve bu ortamı değiştirebilme kapasitesine bağlıdır. Gelenek­
sel iktisat teorisi, dünya bilim ve teknolojisinin karm aşıklığını büyük ölçüde ihmal etse
ve çevre olarak sadece piyasaya baksa bile hızla değişmekte olan teknoloji, ülkelerin ve
sanayilerin çoğunda firmanın içinde bulunduğu çevrenin kritik derecede önemli bir un­
surudur.
Bu sınırlar içinde kalm ak koşuluyla, firmanın karşısında bir dizi seçenek ve alterna­
tif stratejiler vardır. K aynaklarını ve bilimsel ve teknolojik becerilerini çeşitli farklı bi­
leşimler içinde kullanabilir. Uzun dönemli y a da kısa dönemli unsurlara daha fazla y a
da daha az ağırlık verebilir; çeşitli ittifaklar kurabilir. Başka yerlerde yapılm ış yen ilik­
leri lisans altında kendisine aktarabilir. Piyasa ve teknoloji tahminleri yapm aya girişe­
bilir. Kendisine ait bir dizi yeni ürün ve proses geliştirm eye teşebbüs edebilir. D ünya
bilim ve teknolojisini belki belli bir ölçüde değiştirebilir, ancak ne kendisinin ne de ra­
kiplerinin yen ilik çabalarının sonuçlarını kesin bir biçimde tahmin edemez ve dünya
teknolojisinde önemli bir değişiklik yap m aya girişirse, bu yüzden her zaman buna iliş­
kin tehlike ve risklerle karşılaşır.
Bütün bunlara rağmen, yen ilik yapm am ak ölmek demektir. Bazı firm alar da gerçek­
ten ölmeyi seçerler.1 Kimya, cihaz y a da elektronik sanayilerinde yen i ürünler y a da y e ­
ni üretim teknolojileri getiremeyen firm alar genellikle varlıklarını sürdüremezler, çün­
kü rakipleri ürün teknolojisinde yap tık ları yeniliklerle piyasayı önceden ele geçirir y a
da yeni üretim teknolojileri kullanarak standart ürünleri daha ucuza üretirler. Bu yü z ­
den, firmaların çoğunluğu eğer varlıklarını sürdürm ek istiyorlarsa karşılarına çıkacak
bütün belirsizliklere rağmen yen ilik katarındaki yerlerini alırlar. Saldırgan yenilikçiler

306
olmak istem eyebilirler, ancak savunmacı y a da taklitçi yenilikçi olmaktan hemen hiç ka-
çınamazlar. Teknolojide ve piyasa koşullarında ortaya çıkan değişiklikler ve rakipleri­
nin kaydettiği ilerlemeler, hangi yolu seçerlerse seçsinler, onları girişim lerde bulunm a­
y a ve ayak uydurm ak için çaba göstermeye zorlar. Kaynaklarına, geçmişlerine, yönetim
davranışlarına ve şanslarına bağlı olarak izleyebilecekleri çeşitli alternatif stratejiler var­
dır (Tablo 11.1).
İktisatçıların tam rekabet modelinin iki temel varsayım ı tam bilgi ve teknoloji eşitli­
ği olduğundan, bu stratejilerle ilişkilendirilen davranış biçimlerinden farklıdır. Bu var­
sayım ların her ikisi de burada ele aldığımız stratejilerin çoğu açısından gerçekçi olma­
makla birlikte, rekabetçi koşullar altında standart homojen bir ürün üreten firm aların
izleyebilecekleri geleneksel strateji söz konusu olduğunda geçerli olabilirler. Bu tür fir­
malar bütün hüner ve yaratıcılıkların ı düşük m aliyetli etkin üretim üzerinde yoğunlaş­
tırıp diğer bilimsel ve teknolojik faaliyetlere zaman ayırm ayabilir y a da bunları firma
için dışsal unsurlar olarak kabul edebilirler. Bazı ürünler, bazı durum larda hâlâ gele­
neksel rekabetçilik varsayım larına yaklaşan koşullarda üretilm ektedir, ancak bunlar
ürün yelpazesinin sonlarında y e r alırlar. Geleneksel strateji esas olarak yenilik yapm a­
yan bir stratejidir y a da kendisini başka yerlerde geliştirilen, ancak söz konusu sanayi
dalında y e r alan bütün firm alara açık olan üretim teknolojisi yenilikleri ile sınırlı tutar.
Tarım, inşaat ve büyük çaplı yiyecek üretimi söz konusu varsayım lara yaklaşık olarak
bazı açılardan uyan sanayilere örnek gösterilebilse de, her üçü de içinde bulunduğumuz
dönemde bilgi teknolojisinden ve örgütsel yeniliklerden oldukça etkilenmektedir.
Burada altı alternatif stratejiyi ele alacağız, ancak bunlar açıkça tanımlanabilen mü­
kemmel biçimler olarak değil bir ihtimaller dizisi olarak kabul edilmelidir. Bazı firm ala­
rın bu stratejilerden birini y a da diğerini izlediği açıkça görülebildiği halde, bir strateji­
den bir başkasına kolayca geçebilmekte y a da faaliyetlerinin farklı sektörlerinde değişik
stratejiler uygulayabilm ektedirler.

Tablo 11. 1 Firm aların Stratejileri

S trateji Firm adaki bilimsel ve teknik işlevler

Temel U ygulam alı Geliştirme Tasanm Üretim Teknik Patentler B&T ö ğ retim Uzundönem
araş, araştırm a faaliyeti mühendis müh. hizmet enformas. Eğitim tahm in ve
kalite ürün
kontrolü planlam ası

Saldırgan 4 5 5 5 4 5 5 4 5 5
Savunm acı 2 3 5 5 4 4 4 5 4 4
Taklitçi 1 2 3 4 5 3 2 5 3 3
Bağımlı 1 1 2 3 5 2 1 3 3 2
G eleneksel 1 1 1 1 5 1 1 1 1 1
Fırsatçı 1 1 1 1 1 2 1 5 1 5

1-5 en z a y ıf veya olm ayandan en güçlüye doğrudur.

307
11. 2 Saldırgan Strateji
“Saldırgan” bir yen ilik stratejisi yen i ürünlerin ortaya çıkarılm ası konusunda rakip­
lerinin önüne geçerek teknoloji liderliğini ve piyasa liderliğini ele geçirm ek anlamına
gelmektedir.2 D ünya bilim ve teknolojisinin büyük kısmı diğer firm alara da açık oldu­
ğu için, böyle bir strateji y a dünya bilim teknoloji sisteminin bir parçası ile kurulmuş
özel bir ilişkiye y a güçlü ve bağımsız bir A&G yapısına y a da yen i fırsatlardan çok da­
ha çabuk yararlanm a yeteneğine ve bütün bu avantajların bileşimine dayanm ak zorun­
dadır. Özel ilişki kavramı, konu ile ilgili çok önemli anahtar kişilerin işe alınmasını, da­
nışmanlık anlaşmalarını, sözleşmeli araştırm a yaptırılm asını, iyi enformasyon sistemle­
rini, kişisel ilişkileri y a da bütün bunların bir karışım ını içerebilir. Ancak, durum ne
olursa olsun herhangi bir yenilik için gerekli olan teknolojik ve bilimsel bilgi çok nadir
olarak tek bir kaynaktan y a da son haliyle elde edilebilir. Sonuç olarak saldırgan bir
stratejide esas rol sahibi firmanın A&G bölümüdür. Bölüm dışarıdan sağlanm ası müm­
kün olmayan bilimsel ve teknolojik bilgiyi üretmeli ve önerilen bir yen iliği normal üre­
time geçilebilecek noktaya taşıyabilm elidir. Bu genellemenin kısmi bir istisnası, birçok
bilimsel cihaz yeniliklerinde olduğu gibi, tam am ıya da büyük bir bölümü başka bir y e r ­
de gerçekleştirilmiş olan bir yeniliği kullanm ak için özellikle kurulmuş olan yeni bir fir­
madır. Yeni küçük firma saldırgan yenilikçinin özel bir kategorisidir. Buradaki analiz­
ler öncelikle mevcut kurulmuş firm alarla ilgili olmakla birlikte, yeni kurulan küçük y e ­
nilikçi firmanın taşıdığı önemin, yerleşik firm aların pek çoğunun saldırgan bir strateji
benimsemek için gösterdikleri isteksizlikle y a da yetersizlikleriyle yakından ilişkili oldu­
ğu konusunda 8. ve 9. Bölümlerde varılm ış olan sonuçları hatırlamamız ya rarlı olabilir.
Saldırgan strateji izleyen bir firma, normal olarak yü ksek düzeyde araştırm a yoğun
olacağından büyük ölçüde firma içi A&G faaliyetlerine bağımlıdır. En uç noktada, bir
firma yıllard ır A&G dışında herhangi başka bir faaliyette bulunmuyor olabilir. Saldır­
gan strateji izleyen bir firma, dünyada ilk olmak y a da ilk olm aya çok yakın bir durum­
da bulunmak istediği ve A&G faaliyetlerinin kaçınılm az başarısızlıklarının ağır m aliyet­
lerini karşılayacak yü ksek tekelci kârları elde etmeyi am açladığı için, patent koruması­
na büyük ölçüde önem verecektir. Bu firma çok uzun dönemli görüş oluşturm aya ve
yüksek riskler alm aya hazırlıklı olmalıdır. Bu tür saldırgan strateji örnekleri I. Kısım’da
incelenen, RC A ’nın siyah beyaz ve renkli televizyonu; Du Pont’un naylon ve Korfamı;
IG Farben’in P V C yi; IC I’nın Terileni; Bell’in yarı iletkenleri; H oudry’nin katalitik par­
çalayıcıları ve İngiliz Atom Enerjisi Kurumu’nun çeşitli nükleer reaktörleri geliştirm e­
sidir. Bu yeniliklerin çoğunda bir kâr ortaya çıkıncaya kadar, araştırm anın başlam asın­
dan sonra on y ılı aşkın bir süre geçmiştir; bazıları ise hiçbir zaman kâr etmemişlerdir.

308
Bir saldırgan stratejinin firma içi temel araştırm ayı ne ölçüde sürdürmesi gerektiği,
kısmen bir tanım kısmen de bir tartışm a konusudur. D ar ekonomik görüş açısından ba­
kıldığında, firma içi temel araştırm ayı alaycı bir tavırla karşılam ak ve pahalı bir oyun­
cak y a da beyaz bir fil olarak nitelendirmek moda bir davranıştır. Kuşkusuz bunda doğ­
ruluk payı vardır ve birçok iktisatçının ve yönetim danışmanının, temel araştırm anın
üniversitelere bırakılm ası gerektiği konusundaki görüşleri özünde sağ duyuludur; an­
cak bu dar bir görüştür. Gerçekten, en başarılı saldırgan yeniliklerin bazıları kısmen fir­
ma içi bir temel araştırm aya dayanm aktadır; hiç olmazsa bunu gerçekleştiren firm alar
böyle beyan etm işlerdir ve en doğrusu, sonunda belirli bir pratik amaç gözetilmeden
(bu uygulam alı araştırm anın tanım ıdır) gerçekleştirilen bir araştırm a olarak tanım lana­
bilir. Bununla birlikte söz konusu araştırm anın tamamının, muhtemel uygulam alar hiç
göz önüne alınmadan bilgi üretimi olarak tanım lanabilecek akadem ik araştırm a olmadı­
ğı konusunda kuşku duyulamaz. Bu, belki de en iyi biçimde, güdümlü temel araştırm a
y a da arka plan temel araştırm ası1 olarak tanım lanabilir. Saldırgan stratejinin (hatta ba­
zı durum larda savunmacı stratejinin) bir parçası olarak bu tür araştırm a yapm anın y a ­
rarlarına dair güçlü örnekler verilebilir.
Firma içi temel araştırm aya karşı doğrudan iktisadi bir eleştiri, herhangi bir firma­
nın gerekli temel araştırm anın ancak küçük bir parçasını gerçekleştirebileceği ve firma­
nın başka yerlerde gerçekleştirilen temel araştırm a sonuçlarına nasıl olsa ulaşabileceği
savına dayandırılm aktadır. Bu aşırı basitleştirilm iş “iktisat” eleştirisi, araştırm a sırasın­
da ne çeşit bilginin istendiğini ve bilimle teknoloji arasındaki özel ara yüzeyin niteliğini
anlayam adığı için çökmektedir. Bilimdeki değişikliklerle teknolojideki değişiklikler ara­
sında doğrudan bir bağlantı yoktur; ilişkileri son derece karm aşıktır ve daha çok eski ve
yeni bilgilerin karşılıklı olarak gözden geçirilm esi sürecine benzer. “Temel araştırm ala­
rın basılı sonuçlarını herkes okuyabilir” iddiası gerçeğin ancak yarısın ı yansıtm aktadır.
Birleşik Devletlerde yapılm ış olan bir dizi görgül araştırm a, temel araştırm a sonuçları­
na ulaşmanın kısmen bu araştırm alara katılım ın derecesine bağlı olduğuna işaret etmek­
tedir (Price ve Bass, 1969; Steinmueller, 1994). "Firmalar neden kendi paralarıyla te­
mel araştırm a y a p a rla r?” sorusunun cevabını arayan Rosenberg (1990), temel araştır­
m aya yatırım ı, bilimsel ve bilgi üreten çevrelere bir “giriş bileti" olarak nitelemektedir.
Yenilik konusunda yapılm ış birçok örnek olay çalışması, yöntem ler farklı da olsa, oriji­
nal araştırm a sonuçlarına ulaşabilmenin firm alar için son derece büyük önem taşıdığını
göstermektedir (Illinois Institute of Technology Research Institute, 1969; Langrish e t
al., 1972; W ilkins. 1967; Gibbons ve Johnston, 1974; Industrial Research Institute Re­
search Corporation, 1979; Hounshell ve Smith, 1988). M ansfield (1991) tarafından 76

i “Oriented fundam ental research or background fundam ental research”.

309
büyük Amerikan firması hakkında yapılm ış olan çok daha sistematik çalışmalar, bu fir­
m aların çoğunun, bu tarihten 15 y ıl öncesine kadar uzanan temel üniversite araştırm a­
larının sonuçları olmasaydı, 1975 ve 1985 yılları arasında ortaya çıkardıkları yen i ürün
ve proseslerin önemli bir kısmının geliştirilem eyeceğine inandıklarım göstermiştir.
Firma içi temel araştırm anın, I. Kısım'da ele alınan bazı örnekler (naylon ve polieti­
len gibi) için önemi açıktır; B ell’in transistörü keşfetmesi ve geliştirmesi konusundaki
klasik makalesinde Nelson (1962) tarafından temel araştırm aların rolü tartışılm ıştır. Bu
tür araştırm aların önemi ayrıca, GE ve Dow gibi, Amerikan örnek olay çalışm alarında
da ortaya çıkmıştır. SAPPH O sonuçları, temel araştırm a performansı açısından başarı
ve başarısızlık arasında güçlü bir ayırım ortaya koymamış olsa da, temel araştırm a y ü ­
rütenlerin m arjinal bir avantaja sahip olduğunu ileri sürm ektedir (Science Policy Rese­
arch Unit, 1972). Bazen söz konusu araştırm anın arka plan araştırm ası mı, güdümlü
araştırm a y a da uygulam alı araştırm a olarak mı tanımlanması gerektiğine karar vermek
çok güçtür. Her sınıflandırm a girişiminin bir ölçüde keyfi ve ya p ay olacağı her zaman
hatırlanm alıdır.
Tablo 11. 2 E şleşm e Y öntem inin Kullanılm a Sıklığı

Eşleşme kategorisi Suits ve Frey ve Tannenbaum


Bueche Goldman (M A B )

D olaylıa 8 5 25
Pasif b ek ley işi 28 17 43
Doğrudan katılım 0 38 18 40
"Bekçilik 14 2 6
Tam "eşleşme h azırlığı”e 88 42 114

a Yeni bilimsel bilginin ku llanıcıları ve yaratıcıları arasında doğrudan bir diyalog yoktur,
b Bilim ciler diyaloğa açık olm akla birlikte bunu başlatm azlar; teknologlar yardım ister,
c D isiplinler arası takım lar, değişim ler ve danışm anlık hizm etleri dahildir.
d Yetenekli kimseler, bilim ciler ve m ühendisler arasındaki iletişim i teşvik etm ek gibi özel bir işlev için görevlendirilirler.

K a yn a k : P r ic e v e B a ss (1969)

Price ve Bass (1969) özgün araştırm a sonuçlarına ulaşm a yollarından biri olarak
doğrudan katılım ın nispi önemini ölçme girişim inde bulunmuşlar; yenilikle ilgili 27 ör­
nek olayda y e r alan 244 eşleşmeyi sınıflandırm ışlardır. Burada eşleşmeyi, temel bilim ­
lerdeki gelişmelerle teknolojik ilerleme arasında ilişki kuran bir olay şeklinde tanım lan­
m aktadırlar. Tablo 11.2 sonuçları, temel araştırm aya doğrudan katılım ın olayların
%40’ında geçerli olduğunu ve bunun yan ı sıra firma dışından, pasif olarak yararlan ab i­
lecek bilim adam larının bulunmasının da büyük önem taşıdığını göstermektedir. İletişi­
min etkinliğinin bir dereceye kadar temel araştırm aya katılım ın bir fonksiyonu olduğu­
nu varsaym ak da yan lış olm ayacaktır.

310
Price ve Bass tarafından yapılan bu araştırm aların çoğu, muhtemelen saldırgan ola­
rak tanımlanabilecek firm alar tarafından gerçekleştirilen yeniliklerle ilgilidir ve izleme
faaliyetleri, danışmanlık hizmetleri ve bunlarla birleştirilm iş firma içi güdümlü temel
araştırm anın bu tür bir strateji izleyen firm aların yeni bilgiye ulaşm alarında önemli bir
yo l olduğu görüşünü desteklemektedir. Price ve Bass şu sonuçlara varm aktadır:

1. Yeni bilgilerin ortaya çıkm ası, yen ilik sürecinde tipik bir başlam a noktası [italikler bizim] olma­
masına rağmen, y en i bilgilerle ve bilimsel araştırm ayla uğraşan kişilerle sıkı bir ilişki kurm ak işin
temelidir.
2. Y enilik tipik olarak gerekliliği önceden ve kesin biçimde tahmin edilem eyen, dolayısıyla önceden
program lanam ayan enformasyona bağım lıdır; anahtar enformasyon ise genellikle konuyla bağlan­
tısız araştırm alar yo lu yla sağlanır. Bu süreç büyük ölçüde, örgütler, coğrafi ve disiplinler arasında­
ki iletişim özgürlüğü ve esnekliğiyle kolaylaşır.
3. Temel araştırm anının yen ilik sürecinde gördüğü işlev, genelde bilim ve teknoloji toplulukları ara­
sındaki anlam lı bir diyaloga yo l açm asıdır. Y enilik yap an girişim ciler genellikle ikinci kümeye, ge­
rekli bilimsel anlayışa yak ın lığı olan kişiler ise birinci küm eye m ensupturlar.
(Price ve Bass, 1969, s. 804)

Bu bulgular son derece önemlidir, çünkü özel örnek olay araştırm aları, teknolojik
yeniliklerin temel araştırm alarla y a da bilimsel bilginin gelişmesi ile ilişkisini bulam a­
maktadır. Birleşik Devletler Savunm a Projesi (U S Department of Defense Project
Hindsight) (Sherw in ve Isenson, 1966) ve M anchester Kraliçe’nin Ödül Araştırması
(Q ueen’s Award Study) (Langrish e t al., 1972) sonuçlan, yen i ürünlerin çoğunun “es­
k i” bir bilime dayandığını ileri sürdüğü için, genelde yanlış bir biçimde bu yönde yo ­
rumlanmaktadır. Her önemli yenilik, büyük bölümü bu anlam da eski olan bir bilgi sto-
ğundan yararlanır. Ancak, başarılı bir biçimde yen ilik yapm a kapasitesi giderek artan
bir ölçüde, bu bir araya getirilmiş, ister yen i isterse eski olsun, bir yap ı içindeki bilgi bü­
tününden yararlanabilm e yeteneğine bağlı hale gelmektedir (Steinm ueller, 1994).
Y üksek düzeyde gelişmiş bir bilimsel ve teknolojik altyapı biçimindeki dışsal ekono­
milerin varlığı, yenilikçi etkinlik açısından kritik bir unsurdur. Bu dışsal ekonomiler,
bir ölçüde tüm dünyaya açık ve bu anlam da dünya bilgi havuzundan y a da stoğundan
söz etmek anlam lı da olsa, yin e de bu bilgilere ulaşm ak sınırlıdır. Doğrudan coğrafi un­
surların yan ı sıra kültürel, eğitimsel, ulusal ve m ülkiyetle ilgili ticari haklardan kaynak­
lanan engeller herkesin bu stoktan serbestçe yararlanm asını önler. Söz konusu bilgile­
re ulaşabilm ek A&G yönetiminin önemli bir parçasıdır ve kendi araştırm a performan­
sı ve bu alandaki saygın lığıyla çok yakın ilişkilidir. Y enilik performansı konusunda Pa-
vitt’in gerçekleştirdiği ülkeler arası karşılaştırm alarla (1971, 1980), Gibbons ve Jo h n s­
ton'un bilim ve teknolojinin karşılıklı ilişkileri inceleyen araştırm ası (1974) da bu so­
nuçlara ulaşm aktadır.

311
Böylece, Price ve Bass’ın vardığı sonuçların yanında, diğer görgül araştırm alardan
ve kendi araştırmam ızdan yo la çıkarak, temel araştırm a performansının saldırgan bir
yenilik stratejisi uygulam ak için m utlaka gerekli bir unsur olmamakla birlikte, firma
içinde yeni fikirlerin ortaya çıkm asına kaynaklık etmenin yan ı sıra firma dışında üreti­
len ister eski isterse yen i bilgiye erişmek için değerli bir yöntem olduğu sonucuna vara­
biliriz. Bütün firmalar sonunda yeni bilgiyi kullanabilecek olsalar da saldırgan bir stra­
teji izleyen bir firma buraya çok daha önce varm ayı hedefleyecektir. Kendisi güdümlü
temel araştırm a yürütm ese de, böyle bir firma y a uygulam alı araştırm a performansı
olanlarla, danışm anlarla veya istihdam edeceği genç lisansüstü öğrencileri ve başkala­
rıyla bir iletişim kurm a ihtiyacındadır. Bunun, hem izlediği eğitim politikası hem de
kendi dışındaki bilimsel ve teknolojik toplum ile iletişimi ve ilişkileri açısından çok bü­
yü k önemi vardır.
Öte yandan, temel bilimsel bilgiye erişebilir olmak çoğu kez çok önemli olsa da, sal­
dırgan bir strateji izleyen bir firma için en kritik teknolojik işlevler deneysel geliştirme
çalışm alarından beklenen işlerdir. Bunlar arasında da, bir yan d a tasarım mühendisliği,
öte yan d a uygulam alı araştırm alar y e r alm aktadır. Yeni bir ürünün y a da üretim tekno­
lojisinin ortaya çıkarılm ası açısından dünyanın önünde olmak isteyen bir firmanın tasa­
rım, prototiplerin yaratılm ası, denenmesi ve pilot tesisler ile ilgili çok güçlü bir sorun
çözme kapasitesine sahip olması gerekm ektedir. Böyle bir firmanın katlanacağı en ağır
m aliyetler muhtemelen bu alanlarda olacaktır ve büyük olasılıkla sadece temel buluşla­
rı için değil, ikincil y a da izleyen buluşları için de patent koruması sağlam aya çalışacak­
tır. Yeni ürünlerin pek çoğu esasında mühendislik sistemleri olduğu için geniş kapsam ­
lı bir beceriler dizisine ihtiyaç vardır. Pilkington’nun float cam ve IG Farben’in PVC
konusundaki başarılarının nedeni, pilot tesis aşam asında ortaya çıkan ve pratik yöntem ­
lerle, göz kararı ile çözülmeleri mümkün olmayan sorunları çözmekte gerekli bilimsel
kapasiteye sahip olmalarıdır. Aynı gözlem, nükleer reaktörle ilgili geliştirme çalışm ala­
rı açısından çok daha geçerlidir.
A&G harcam alarının yeniliğin toplam m aliyeti ile ilişkisi konusunda önemli ölçüde
karışıklık ve yanlış anlam a söz konusudur. A&G harcam alarının, yeniliğin toplam ma­
liyetinin —en fazla %10 gibi—önemsiz bir parçası olduğunu ileri sürmek moda olmuştur.
Bu görüş, doğrudan y a dolaylı olarak alıntı yapılan bir ABD Ticaret Bakanlığı raporu­
nun yanlış anlaşılmasından kaynaklanm aktadır ve hiçbir görgül araştırm ayla desteklen-
memiştir. Bu konudaki az sayıda görgül araştırm a, elektronik ve kim ya sanayilerinde
A&G maliyetlerinin, yeni bir ürünü piyasaya çıkarm anın toplam m aliyetinin, tipik ola­
rak %50’sini oluşturduğunu göstermektedir. M ansfield ve arkadaşları (1971, 1977) sa­
nayi yeniliğinin birçok cephesini, kafadan sonuçlar çıkarm ak yerine, çok güç sistematik

312
gözlemler ve ölçümler yap arak incelemişlerdir. V ardıkları sonuçlar büyük ölçüde sana­
y i A&G’si konusundaki Kanada surveyleri ve Alman çalışması ile de doğrulanmıştır
(OECD, 1982).
Bu söylenenler, üretim planlaması, takım lam a (= tooling), piyasa araştırm ası, reklam
ve pazarlamanın önemini azaltm am aktadır. Bütün bu işlevlerin yen ilik yapan firma ta­
rafından etkin bir biçimde yerine getirilmesi gerekm ektedir, ancak en ayırıcı özelliği uy­
gulam alı araştırm a ve deneysel geliştirme konularındaki büyük kararlılığıdır. Daha ön­
ce de gördüğümüz gibi bu, IG Farben, Du Pont, GE, RCA, Bell ve diğer saldırgan y e ­
nilikçilerin niteliğidir. Yeni bir ürün çıkarm ak için kurulan yen i firma örneğinde, mucit-
girişim ci bu özelliğin canlı bir kanıtıdır.
Bütün bu söylediklerimize rağmen, saldırgan strateji izleyen firmanın başarılı olabil­
mesi için sadece A&G konusunda iyi olması yeterli değildir; ayrıca Kem müşterilerini
hem de kendi personelini eğitmek durumundadır. Daha sonraki aşamada, yen i teknolo­
ji yerleştikçe bu işlevler sosyalleşebilir, ancak erken aşam alarda (bu aşam alar bazı on y ıl­
lar sürebilir) yenilik yapan firma bu eğitim ve öğretim sürecinde yükü kendi başına taşı­
yacaktır. Bu süreç, dersler ve kurslar yürütm eyi, el kitapları, kılavuzlar ve ders kitapla­
rı yazdırm ayı, filmler hazırlatmayı, teknik yardım ve danışma servisleri kurm ayı ve yeni
araçlar geliştirmeyi içerebilir. Yeniliğin bu yönü ile ilgili tipik örnekler arasında Marco-
ni telsiz operatörleri okulu; BASF tarımsal danışma istasyonları; ICI polietilen ve diğer
plastik maddeler teknik servisleri; IBM ve ICL bilgisayar eğitim ve danışma servisleri;
UKAEA’nın1 isotoplar konusundaki çalışm alarıyla CEGB’nin11 teknik eğitim konsorsi­
yum u sayılabilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, birçok gözlemci (s. g. Brock, 1975) bu
hizmetlerin etkin bir biçimde yerine getirilmesinin, IB M ’in dünya bilgisayar piyasaları­
na egemen olduğu dönemdeki temel avantajlarının nedeni olduğuna inanmaktadırlar.
Saldırgan yenilikçi, yen i bir malın üretimi ve pazarlam asının yanında bu sayılan iş­
lerin yapılabilm esi için iyi bilim adam larına, teknologlara ve teknisyenlere gereksinim
duyacaktır. Bu da, saldırgan firmaların toplam istihdam a oranla ortalamanın üstünde
bilimsel eğitimli personel istihdam etmesi yan i yüksek düzeyde eğitim yoğun olması de­
mektir. Bilginin üretilmesi ve işlenmesi için emek gücünün büyük bir kısmını kullana­
caktır. Geleneksel firma açısından bu durum, kaynakların ağır bir yü k yaratacak ve is­
raf edilecek bir biçimde kullanılm ası anlam ına gelirken bu faaliyetler, saldırgan yen ilik­
çi firmanın can dam arlarıdır. En önemli şey, bilginin enformasyonun yeni ürün ve üre­
tim yöntem leri bilgisi haline getirilm esidir.

i “United Kingdom Atomic Energy A gen cy” Ingiliz Atom Enerjisi Kurumu.
ii “Central E lectricity G enerating Board" Ingiliz Elektrik Kurumu.

313
11. 3 Savunmacı Yenilik Stratejisi
H erhangi bir ülkede firm aların sadece küçük bir kısmı saldırgan yenilik stratejisi iz­
lemeye isteklidir ve bunların da durumu uzun dönemde sürdürm esi nadir görülür. İlk
yeniliklerinin başarısı bu firm aları sağladıkları şöhrete sırtlarını dayam aya ve elde ettik­
leri pozisyonu yitirm em ek için çaba göstermeye yöneltebilir. Genellikle, üretim devre­
sinin çeşitli aşam alarında firmalar, bazısı tamamen yeni, bazısı kendisini piyasaya yeni
kabul ettirmiş, bazısı ise teknik anlam da hemen eskimeye başlamış ürünlere sahiptirler.
Aralarında bir zam anlar saldırgan bir yenilik stratejisi izlemiş olan firm aların büyük bir
kısmı da farklı bir yenilik stratejisi izlerler: savunmacı, taklitçi, bağımlı, geleneksel ve­
y a fırsatçı. Bu strateji kategorilerinin saf biçimler olmadığını, birbirlerinin içine geçebi­
leceklerini yeniden vurgulam am ız gerekm ektedir. Bu farklar, özellikle gelişmekte olan
ülke sanayilerine göre özel bir önem taşım akla beraber, Avrupa ve Birleşik Devletlerde
de önemlidir.
Savunm acı bir strateji A&G'nin olmadığı anlamına gelmez. Tersine savunmacı bir
strateji en az saldırgan bir strateji kadar araştırm a yoğun olabilir (6. Bölüm’de anlatılan
G M ’de Sloan'ın A&G ye yaklaşım ı güzel bir örnektir.). Fark yeniliklerin niteliğinde ve
zamanlamasındadır. Savunm acı yenilikçiler dünyada birinci olmayı istemezler ancak
teknolojik değişim dalgasının etkisiyle geride kalm ak da istemezler, ilk yeniliği gerçek­
leştirerek ortaya çıkacak ağır maliyetlerin altına girm eyi istem eyebilirler ve erken yen i­
lik yapanların hatalarından ve piyasanın açılmış olmasından yararlanabileceklerini düşü­
nebilirler. Savunmacı yenilikçi, alternatif olarak daha orijinal tipli yenilikler için gerekli
olan kapasiteye, özellikle temel araştırm a ile bağlantılara sahip olmayabilir; y a da üretim
mühendisliğinde y a da pazarlam a konusunda özel yetenek ve güçlere sahip olabilir. Sa­
vunmacı bir yenilik stratejisi uygulam anın nedenleri, çok büyük olasılıkla yu k arıd a say­
dığımız unsurların y a da bunlara benzer başka unsurların bir karışımıdır. Savunm acı y e ­
nilik stratejisi, saldırgan strateji izleyen bir firmanın daha başarılı olan başka bir saldır­
gan rakibi tarafından geçilmesi gibi durum larda ister istemez uygulanacaktır.
Çeşitli araştırm alar (Nelson e t al., 1967; Schott, 1975, 1976; Sirilli, 1982) önde gelen
ülkelerde sanayi A&G’sinin büyük bir kısmının savunmacı y a da taklitçi nitelikte oldu­
ğunu ve esas olarak, kısa dönemlerde küçük iyileştirm elerle var olan ürün veya proses­
lerle teknik hizmetlerde ve diğer işlerde değişiklikler yaptığını ortaya koym aktadır. S a­
vunmacı A&G, muhtemelen oligopolcü piyasaların çoğunun tipik özelliğidir ve mal fark­
lılaştırması süreçleriyle yakından bağlantılıdır. Savunm acı A&G, oligopolcü için, firma­
nın rakipleri tarafından ortaya konulan teknolojik değişikliklere zamanında tepki gös­
termesini ve uyum sağlam asını güvence altına alan bir çeşit sigortadır. Savunm acı y e n i­
likçiler çok geride bırakılm ayı istemedikleri için zamanın geldiğine karar verdiklerinde

314
hızlı hareket edebilecek yeteneklere sahip olmalıdırlar. Eğer piyasanın hatırı sayılır bir
bölümünü ele geçirmek y a da korum ak istiyorlarsa, en az kendilerinden önce yenilik
yapm ış olan rakiplerininki kadar iyi modeller geliştirmeli, hatta bu modellere kendi m al­
larını farklılaştıracak bazı teknolojik ilerlem eler katm alı ve bütün bunları daha düşük
maliyetlerle gerçekleştirm elidirler. Sonuç olarak, deneysel geliştirme ve tasarım, savun­
macı yenilik stratejisini benimseyen firma için olduğu kadar, saldırgan yenilikçi için de
önemlidir. Y arı iletkenlerin kullanılm aya başlamasından sonra eski lambalı tasarım ları­
na dayanan ürünlerini pazarlam aya çalışan bilgisayar firmaları varlıklarını sürdürem ez­
ler. Teknolojik olarak modası geçmiş bir prosesi pazarlam aya teşebbüs eden kim ya sek­
törü müteahhitleri de varlıklarını sürdüremezler. Savunmacı yenilikçi, sıçrayam asa da
oyuna katılabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Bu, y a rı iletkenler ve yazılım gibi sanayi­
lerdeki tüm yenilikçilerin, yen i kuşak elemanların ve ürünlerin yaşam ları çok kısa oldu­
ğundan son derece atak olmaları gerektiği anlam ına gelmektedir (Hobday, 1994).
B ilgisayar piyasası konusunda ilgi çekici bir araştırm a yapm ış olan Hoffmann
(1976), IB M ’in bazı saldırgan unsurlar içerse de, esas olarak savunmacı bir yenilik
stratejisi uyguladığını, buna karşılık S p erıy Rand (U n ivac)’ın daha saldırgan, Honey-
-vvell’in ise taklitçi strateji izledikleri sonucuna varm aktadır. IB M ’in A&G için S p erıy
Rand’dan, mutlak terim lerle daha fazla harcam a yap tığı dikkate alınırsa, bu durum sa­
vunmacı yenilikçinin, saldırgan yenilikçiye göre çok daha fazla bilimsel ve teknolojik
kaynak kullanabileceğinin iyi bir örneği olarak kabul edilebilir. O rtaya çıkacak birçok
yeni imkân karşısında hazırlıklı olmak ve rakipler tarafından ortaya sürülen teknolojik
ilerlemeleri yakalayabilecek kadar hızlı hareket edebilmek için ihtiyaç duyulan ataklığı
sürdürebilm ek am acıyla bir kenara ayrılm ış belirli bir m iktar kaynak gerekli olabilir.
Ancak, yü k sek düzeyde A&G harcam ası yap sa bile, savunmacı bir strateji, bir firma­
nın daha atak rakipleri tarafından köşeye sıkıştırılm asına neden olabilir. A&G yoğun
bir şirketin rakipleri tarafından zor durum da bırakılm asının klasik örneği IB M ’in kişi­
sel bilgisayarı daha geç geliştirm esidir. Sonunda, IB M bu işi dış kayn akları kullanarak
ve ana A&G imkânları dışında oluşturulan bir A&G ekibiyle yapm ak zorunda kalm ış­
tır (7. Bölüm).
Patentler, savunmacı için çok önemli olabilirlerse de, burada az da olsa değişik bir
rol üstlenirler. İlk patentler, genelde teknolojik bir öncülüğü korumanın ve tekelci po­
zisyonu kaybetmemenin kritik bir yöntem i iken, savunmacı yenilikçi için söz konusu te­
keli zayıflatm ak için kullanacağı bir pazarlık unsurudur. Savunm acı yenilikçiler patent­
leri tipik bir dert saysalar da, yen i gelişen bir teknoloji dalının dışında kalm am ak için
patent alm aları gerektiğini bilirler. Saldırgan yenilikçiler patentleri, genellikle, lisans
gelirlerinin temel kaynağı ve A&G harcam alarını karşılayabilecek bir fiyat düzeyinin

315
sürdürülebilmesi için bir korum a unsuru olarak kabul etmektedirler. Bunlar, patent po­
zisyonlarını oluşturmak ve koruyabilmek için (RCA televizyonla; ICI polietilenle; La
Roche sakinleştiricilerle; EMİ tarayıcısı ile; Telefunken PAL ile), büyük yasal m ücade­
lelere girebilm ektedirler; lisans ve know-how satışlarından elde ettikleri gelirler tipik
olarak, araştırm a harcam alarının çok üzerinde gerçekleşm ektedir (1971'de, IC I’nin bu
tür gelirleri 13 milyon £, buna karşılık A&G harcam aları 3 milyon £ idi.).
Savunm acılar, kaynaklarını muhtemelen, hem kendi çalışanlarının hem de m üşteri­
lerinin eğitimine ayırm ayı gerekli bulacaklardır. Bu firmalar, ayrıca teknik yardım ve
tavsiyeler sağlam ak durum undadırlar ve bu fonksiyonlar savunmacı strateji kadar sal­
dırgan stratejiyi benimseyenler için de önemlidir. Öte yandan, oligopolcünün gelenek­
sel silahları olan reklam ve satış organizasyonları ve bunlara bir ölçüye kadar eklenm e­
si gereken müşteri hizmetleri, muhtemelen daha önemli olabilir. Oligopolcü, sadece öz­
günlükle elde edemeyeceği piyasa payını, mal farklılaştırm ası ve teknik hizmetler y a r ­
dımı ile sağlam a alm aya gayret edecektir (Brock, 1975; Hoffmann, 1976).
Hem saldırgan hem de savunmacı strateji izleyenler, bu işlevi firma içinde resmi ha­
le getirmemiş de olsalar, uzun dönemli planlam a ile çok yakından ilgileneceklerdir. B ir­
çok durum da bu işlev hâlâ girişim cinin ve yak ın çalışma arkadaşlarının vizyonlarına
kalmış da olsa, giderek profesyonelleşmekte ve uzmanlaşm aktadır; öyle ki, ürün planla­
ması hem saldırgan hem de savunmacı yenilikçilerin firma içindeki tipik bir bölümü ol­
maktadır. Bu söylediklerim ize rağmen daha spekülatif tipte "teknolojik tahm in” y a k la ­
şımı saldırgan girişim ci için daha geçerli bir özelliktir ve 10. Bölüm’de gördüğümüz g i­
bi hâlâ astroloji ve falcılığa daha yakındır. Teknoloji tahmini, belirli bir proje y a da stra­
teji ile ilgili bir grubu harekete geçirmek için hâlâ karm aşık bir savaş dansı olarak gö­
rülse de, giderek daha ciddi teknikler geliştirilm ektedir (Bright, 1968; Beattie ve Re­
ader, 1971; Encel e t al., 1975; ve Jones, 1981).
O halde savunmacı yenilikçi de saldırgan yenilikçi gibi, yü ksek oranda bilimsel ve
teknolojik personel istihdam eden bilgi yoğun bir firma olacaktır. Varlığını sürdürmesi
ve büyüme büyük ölçüde zam anlam aya bağlı olduğu için bilimsel ve teknolojik enfor­
masyon hizmetleri, dolayısıyla karar alm a hızı özellikle önemlidir. Savunm acı strateji iz­
leyen firm alar piyasanın nasıl gelişeceğini ve öncülerin hangi hataları yapacaklarını gör­
mek için bekleyecek olm akla beraber, treni kaçırm am ak veya manevra özgürlüklerini
yitirip tam bağım lılık durum una düşmemek için çok uzun beklem eyi de göze alam aya­
caklardır; A&G faaliyeti, geliştirme ve tasarım hız ve etkinliği büyük bir ivme kazana­
caktır. Bu tür firmalar A&G faaliyetlerini bazen araştırm a değil, ileri geliştirm e şeklin­
de tanım larlar.

316
Çok ürünlü büyük kim ya y a da elektrikli araçlar üreten firm aların farkı, ürün çizgi­
lerinde hem saldırgan hem de savunmacı stratejilerin unsurlarını bünyelerinde barındır­
m alarıdır. Savunm a stratejisi, saldırgan strateji riskini alam ayan veya yeterli bilimsel
çevreye ve pazara sahip olmayan küçük sanayi ülkeleri firm alarında en yaygın görülen
durumdur.
Firmanın izlemek istediği y a da izleyebileceği strateji, mensup olduğu ülkedeki ulu­
sal çevreden ve kamu politikalarından güçlü bir biçimde etkilenmektedir. Söz gelişi, bu
yüzden y a rı iletkenler sanayinde faaliyet gösteren Avrupa firm aları savaştan bu yan a
geçen dönemde saldırgan bir strateji izlemede y a isteksizdirler y a da buna güçleri y e t­
memektedir; rolleri de tamamen savunm acıdır (7. Bölüm ve Hobday, 1991). Alman
kim ya firm aları genellikle saldırgan, buna karşılık Fransız kim ya firm aları genellikle sa­
vunmacı bir strateji izlemişlerdir. Burada ulusal çevre ve firma stratejileri arasındaki
karm aşık ilişkileri ayrıntıda incelemek güçtür. Fakat önemli olan, saldırgan strateji iz­
leyenlerin çoğunun ABD firm aları olduğu, buna karşılık gelişmekte olan ülkelerdeki
firmaların çoğunun taklitçi, bağımlı y a da geleneksel stratejiler izledikleri ve Avrupa fir­
malarının ise bunların arasında bir yerde bulunduğudur. On sekizinci ve on dokuzun­
cu yü zyıl başlarında kendi A&G bölümleri olmasa da, pek çok Ingiliz firması saldırgan
strateji izlem ekteydiler. 1890’dan b u yan a Jap o n deneyimlerinin aşırı basitleştirilm iş bir
yorum u yapılırsa, bu ülkede giderek artan sayıda firmanın gelenekselden taklitçi stra­
tejilere, buradan da savunmacı ve saldırgan stratejilere doğru hareket ettikleri anlaşılır.
Jap o n ulusal politikası bu ilerlem eyi kolaylaştıracak biçimde tasarlanm ıştır. Bu değişi­
min boyutu savaştan b u ya n a oluşturulan Jap o n teknolojik ödemeler dengesiyle ilgili is­
tatistiklerde açıkça gözlenebilir. Savaşı izleyen ilk dönemlerde, Jap o n firm aları kendi
teknolojilerini satarak elde ettikleri gelirden çok fazlasını yabancı lisans ve know-how
satın alm ak için harcam aktaydılar. Bu dönemde, Jap o n lar genellikle “süper taklitçiler”
olarak nitelenmekte ve izledikleri stratejinin uzun dönemli sonuçları dikkate alınm a­
m aktaydı. 1970’ler ve 1980’lerde yapılıp imzalanan yeni sözleşmelere bakılırsa Jap on
firmaları artık kendi teknolojilerinin satışından, dışarı ödediklerine göre çok daha fazla
kazanm aktadırlar.
Hobday (1995) Doğu A sya “Kaplanlarının” izledikleri yen ilik stratejilerini inceledi­
ği araştırm asında, firma stratejilerinde bağım lılıktan taklitçiliğe ve yabancı firm alarla
ortak projelere, buradan da giderek daha bağımsız bir yen ilik sürecine uzanan benzer
bir gelişme olduğunu göstermiştir. Ulusal politikalar bu gelişm eyi ortaya çıkarm aya
gayret etm işlerdir (bkz. 12.Bölüm). Bu tür bir teknoloji politikası Bilim ve Teknoloji
Sistemi (BTS) bileşiminde daha A&G yoğun bir karışım a doğru yavaş bir geçişi sağla­
yacak unsurlar içermekle birlikte, girişim lerin çoğu hüküm etler tarafından desteklenen

317
geniş kapsam lı bir B T S y i ve “yavru teknolojilerin” korunmasını sağlayacak bir yap ıyı
içeren, dikkatle tasarlanm ış uzun dönemli bir ulusal politikaya dayandıkları bağımlı y a
da taklitçi bir strateji izleyebilir. Bu tür uzun dönemli ulusal politikanın içermesi gere­
ken temel unsurlar Ailen (1981) tarafından başarıyla tanımlanmıştır ve 12. Bölüm'de
derinlemesine incelenecektir. B T S’nin ince dengesi her ülkenin büyüklüğüne, kaynak
donanımına ve tarihi geçmişine bağlı olarak farklılaşm alıdır. Ancak, gelişmekte olan ül­
kelerin çoğundaki Bilimsel ve Teknolojik Enformasyon Hizmetleri, BTEH1, survey ku­
ruluşları, standartlar enstitüleri, teknik yardım örgütleri ve transfer edilmiş teknolojile­
ri içeren projeler için tarafsız inceleme ve yapılab ilirlik çalışm alarını gerçekleştirm e y e ­
teneği olan tasarım mühendislik danışmanlık örgütleri, kritik derecede önem taşım akta­
dır. Bu kurum lar, eğitilmiş bilimsel ve teknik personel sayısındaki kaçınılmaz sınırlam a­
lara rağmen, B T S’nin firma düzeyinde etkin görev yapm ası için gerekli bilimsel ve tek­
nolojik a lty a p ıy ı sağlayacaklardır. Ancak, çok az sayıda girişim önce uyarlayıcı, ardın­
dan özgün bir yenilik kapasitesi yaratm a yeteneği gösterecektir. Bunlara rağmen,
ABD ’de de bile firm aların büyük bir kısmı, uyguladıkları stratejiler açısından gelenek­
sel, bağımlı y a da taklitçi firm alardır. Şimdi bu alternatiflerin inceleyeceğiz.

1 1 . 4 Taklitçi ve Bağımlı Stratejiler


Savunm acı yenilikçiler, normal olarak kendilerinden önceki yenilikçiler tarafından
ortaya çıkarılan ürünlerin aynen kopyasını üretmek istemezler. Aksine ilk dönemde y a ­
pılacak hatalardan bir tasarım geliştirebilm ek için yararlanm ayı umut ederler ve bu yü z ­
den, bunu gerçekleştirebilecek teknolojik güce sahip olmaları gerekir. Hiç olmazsa,
ürünlerini küçük teknik geliştirm elerle farklılaştırm ayı isterler. Sadece bir üretim lisan­
sı alarak değil, bağımsız bir patent pozisyonu oluşturarak rekabet etmeye gayret göste­
rirler. Buna karşılık eğer lisans almışlarsa, genellikle am açları, söz konusu lisansı daha
iyi bir ürün için sıçrama tahtası olarak kullanm aktır. Bütün bunlara rağmen, (saldırgan
y a da savunmacı) yenilikçinin diğer firm alardan know-how ve lisans alm ak için yap tık ­
ları harcam alar, genelde kendi lisans gelirlerini aşabilmektedir. Taklitçi firma da her za­
man böyle yapacaktır.
Taklitçi firmanın “sıçram ak” hatta oyunun içinde kalm ak gibi bir isteği yoktur. Y er­
leşik teknolojilerin liderlerini geriden hatta çoğu zaman uzaktan izlemek ona yetm ekte­
dir. A ralarındaki mesafe, sanayi dalının, ülkenin ve firmanın özelliklerine göre değişir.
Eğer ara fazlaysa, know-how satın alm ak hâlâ faydalı da olsa, lisans almak gerekm eye­
bilir. M esafe fazla değilse, genelde bilinçli olarak, resmen lisans ve know-how alm ak ge­
rekecektir. Taklitçi firma birkaç ikincil derecede önemli patent de alsa, bu stratejisinin

i STIN FO , Science and Technical Information Services.

318
bir ana öğesi değil, faaliyetinin bir yan ürünüdür. Aynı şekilde, taklitçi firma bazı k ay­
naklarını teknik hizmetler ve eğitim için ayırsa da, taklitçiler başka firm alar tarafından
gerçekleştirilecek öncü faaliyetlere ve bu faaliyetlerin ulusal eğitim sistemi yo lu yla top­
lumsallaşm asına güvendikleri için, eğitim harcam alarının miktarı, yeniliği yap an firm a­
y a oranla çok önemsizdir. Bu genellemenin bir istisnası, ithalatçı y a da yen ilikçi firm a­
nın şubesinin (gelişmekte olan bir ülkedeki) pazarı açmadığı, tamamen yen i bir alanda
ortaya çıkabilir. Taklitçi, açıkgöz girişim ci, özellikle hızla büyüyen ekonomilerde sa­
vunmacı bir stratejiye geçmek isteyebilir. Bu, B T S’nin geliştirilm esi, A&G faaliyetleri­
nin başlam asıyla, genellikle yabancı y a da ye rli firm alarla ortaklıklar kurm ak y a da iş­
birliği anlaşm alarına yönelm ek anlam ına gelir. Bununla ilgili örnekler III. Kısım’da tar­
tışılmıştır.
Taklitçi firmanın pazara girm ek için, yerleşik yenilikçi firm alarla rekabete girişebil­
mesi, bazı avantajlardan yararlanm asını gerektirir. Bunlar, kendisine ait bir piyasayı el­
de tutm aktan başlayarak önemli m aliyet avantajlarına değin uzanabilir. Kendine ait bir
piyasa firmanın y a da onun uyduları içinde olabilir. Söz gelişi, bir lastik fabrikası gibi
büyük ölçüde sentetik kauçuk kullanan bir firma, kendi hesabına üretime geçmeye ka­
rar verebilir y a da siyasi desteğe sahip olmaktan güm rük koruması altında olmaya
kadar özel avantajlardan yararlandığı ayrıcalıklı bir coğrafi bölgede olabilir (Birçok ge­
lişmekte olan ülkede ithal ikameci politika dönemlerindeki tipik durum buydu ve bugün
de birçok yerde devam etm ektedir.). Taklitçi, buna alternatif y a da ek olarak düşük
emek, sabit tesis yatırım ı, enerji temini ve hammadde m aliyetleri açılarından da çeşitli
avantajlardan yararlanab ilir. Bunlardan ilk saydıklarım ız elektrikli teçhizat üretimi,
sonraki kim ya sanayisi için önemlidir. Düşük hammadde m aliyetleri bazı doğal y a da
(plastik sanayinde petrol rafinerilerinin varlığı gibi) diğer avantajların sonucu olabilir.
Nihayet taklitçiler, yönetimde etkinlikten ve A&G faaliyetleri, patent temini, eğitim ve
teknik servisler gibi, yenilikçi için büyük m iktarlara ulaşan harcam alarını düşük düzey­
de tutabildikleri için çok daha düşük genel m aliyetlerden de yararlan ıyo r olabilirler.
Taklitçilerin ilk yenilikçilerin öncü pozisyonunu yu k arıd a saydığımız avantajlardan y a ­
rarlanarak zayıflatabilm eleri, teknolojik ilerleme hızının devam edip etmediğine bağlı­
dır. Erken yenilik yapan firmalar, taklitçileri geride bırakm ak için, iyileştirm e faaliyet­
lerini ve yen i kuşak teçhizatın akışını sürdürm eye çalışacaklardır. Ancak, teknoloji y e r ­
leşir ve sanayi olgunlaşırsa bu firm alar dış etkilerle yıpranm aya açık hale geleceklerdir;
bu durumda başka bir yen ilik alanı aram aları doğru olacaktır. Du Pont’un, teknolojik
gücüne rağmen rayon sanayisinden hızla ayrılm a kararı bu tür stratejik planlamanın iyi
bir örneğidir. Kimya sanayisinde daha sona ortaya çıkan benzer durum lar Quintella
(1993) tarafından stratejik iş yönetim i konusundaki kitabında tartışılm ıştır. Bazı sana­

319
yilerde ve bazı teknolojilerde (am a kesinlikle hepsinde değil) sanayinin büyümesi “do­
ğuştan”, “olgunluğa” doğru uzanan döngüsel bir biçimde ortaya çıkm aktadır. Bazı du­
rum larda teknolojik değişmenin hızı ve yeni kuşak ürünlerin arka arkaya ortaya çıkm a­
sı “olgunluğa” ulaşm ayı geciktirebilm ekteyse de, bazı durum larda “olgunlaşmış” görü­
nen sanayiler yeniden gençleşebilmektedirler. H irsch’in (1965) özetlediği ve taklitçile­
rin rekabetine izin veren ürün devresi niteliklerinin iktisadi büyüme biçimine oldukça
benzediğini gösteren bu örnekler (Tablo 11.3 ve Şekil 11.1), özellikle gelişmekte olan
ülkelerde taklitçilerin bu şekilde hareket edebilmeleri, kurum sal faktörler ve kamu po­
litikaları ile güçlü bir biçimde desteklenm ektedir (bkz. 12. ve 15. Bölüm).

Tablo 11. 3 Ürün D evresinin ö zellik leri


ö zellik ler D evrenin A şam aları

îlk dönem Büyüme O lgunluk

Teknoloji Kısa dönemler Kitle üretim yöntem leri Uzun dönemli ve istikrarlı teknoloji
Çabuk değişen teknikler tedricen uygulam aya girer Az sayıda önemli yen ilik çıkar
D ışsal ekonomilere T ekniklerdeki değişiklikler
bağım lılık hâlâ sık yap ılm aktadır

Serm aye D üşük Teknik yıpran m a hızına bağlı Özel teçhizatın büyük m iktarına
Yoğunluğu yü ksek bağlı olarak yü ksek

San ayi yap ısı Know-how girişi ile Firm a sayısı artıyor Giriş için finansman k ayn ak lan
belirlem ektedir İflaslar ve birleşm eler çok kritik hale geliyor
Çok sayıda firma özel D ikey bütünleşm e artıyor Firm a sayısı azalıyor
hizmet sağlam aktadır

Kritik beşeri Bilimsel ve m ühendislik İş yönetim i N iteliksiz ve y a n nitelikli işgücü


unsur

Talep yap ısı Satıcı piyasası Bağımsız üreticiler artan Alıcı piyasası
İkame m allarının fiyatı fiyat esnekliğiyle karşılaşır K olaylıkla enformasyon sağlanır
ve performansı alıcıların S anayideki rekabet fiyatları
beklentilerini belirler düşürür
Ürün bilgileri yaygın laşır

K a yn a k : H irsch (1965)

Taklitçiler önemli bir piyasa koruması y a da ayrıcalıklardan yararlanm ıyorlarsa, y e r


tutmak için düşük birim m aliyetlere güvenmek zorundadırlar. Bu genel idare m aliyet­
lerini daha da düşürm eleri ve temel üretim sisteminde daha etkin olmaları anlam ına gel­
mektedir. Bunu prosesleri iyileştirerek sağlam aya çalışabilirlerse de hem statik hem de
dinamik ölçek ekonomileri, genellikle rekabetçi dezavantajlarla ilişkilidir. Bu yüzden
uyarlam aya yönelik bir A&G faaliyetinin de im alatla çok yakından ilişkilenm esi gere­
kir. Sonuç olarak, üretim mühendisliği ve tasarım, taklitçilerin güçlü olmaları gereken
iki teknolojik fonksiyondur. Lisanslı olarak tıpa tıp aynı ürünü yap salar bile taklitçiler,

320
vüksek bir gümrük koruması yo ksa yü ksek üretim m aliyetlerini kaldıram azlar. Bunlar
ayrıca üretim tekniklerinde ve piyasalarda ortaya çıkan değişiklikler konusunda bilgi
sahibi olma ihtiyacı duydukları için, bilimsel ve teknolojik enformasyon hizmetleri tak­
litçiler için gerekli işlevlerden bir başkasıdır. Enformasyon işlevi, taklit edilecek ürün­
lerin ve know-how temin edilecek firm aların seçimi açısından da önemlidir. Böylece, ge­
lişmekte olan ülkedeki tipik bir taklitçinin, eğer ulusal politikalar teknolojik ilerlemeyi
kolaylaştıracak biçimde dikkatle tasarlanmamışsa, yerel koşullar tarafından ciddi biçim­
de engelleneceğini açıkça ortaya koym aktadır.

Şek il 11.1 Ürün D evresinin F arklı Aşam alarındaki


Ç eşitli Faktörlerin N ispi önem i

Not: Y u karıdaki bloklar, çok basit olarak, ürün devresinin farklı aşam alarındaki çeşitli faktörleri önemlerine göre sıra­
lam aktadır. D örtgenlerin nispi alan büyüklükleri, bu sıralam adan daha hassas bir ölçüt için düşünülm em iştir.

a Eşit önem taşıdığı varsayılan

K a yn a k : H irsch (1965)

321
Eğer ulusal politikalar ve firma stratejileri, örneğin eğitim, öğretim yatırım finansma­
nı ve teknoloji transferinde tamamen yakalam a süreçlerine yönlendirilirse, geç gelenle­
rin geri kalm ışlıklarını, rekabetçi bir avantaja çevirmeleri mümkündür. Gerschenkron
(1962), geç gelenin avantajı konusundaki teorisini büyük ölçüde on dokuzuncu yüzyıl
çelik sanayisinde tesis büyüklüğü çerçevesinde oluşturmuştur. Yüksek yatırım m aliyet­
lerini sırtlayacak finansman kuruluşların önemine dikkati çeken Gerschenkron, eğer fi­
nansman konusunda bu “toplumsal yeterlilik ” varsa geç gelenlerin, yerleşm iş bir piya­
sanın ve ilk yenilik yap an lara göre çok daha ucuz kolay bir biçimde transfer edilebile­
cek teknolojilerin ve becerilerin getireceği avantajlardan yararlanacağına işaret etmiş­
tir. Jan g-S u p Shin de (1996), Gerschenkron’un analizini, Güney Kore çelik ve y a rı ilet­
kenler sanayileri örneklerinden hareket ederek geliştirm iştir.
Öte yandan, Ingiliz pamuk sanayisinden verilmiş örnekler, on sekizinci yü zyıl sonu
ve on dokuzuncu yü zyıl başlarında saldırgan strateji izleyen girişim cilerin örgütlenme
ve pazarlam a ile ilgili yeniliklerin yan ı sıra toplulaşmış ekonomilerin ve satış ağları ku r­
manın1 güçlendirdiği rekabetçi avantajları da ortaya koym aktadır. Sonunda, bunlar geç
gelen ülkelerin firm aları tarafından geçilmişlerse de bu süreç çok yayılm ıştır. Burada
hassas ve karm aşık bir denge söz konusudur; geç gelen ülkelerin ve firmaların karşı
karşıya bulundukları olumsuzlukları, kararlı ve akıllı yakalam a stratejileri ile ortadan
kaldırm alarının boyutları, III. Kısım’da, özellikle ulusal yenilik sistemleri (12. Bölüm)
ve kalkınm a (15. Bölüm) ile ilgili bölümlerde tartışılan temel sorunlardır.
Bağımlı bir strateji esas olarak, güçlü firm alarla ilişkilerde uydu y a da bunların al­
tında bir rol anlam ına gelmektedir. Bağımlı firma, müşterilerinden y a da bağımlı oldu­
ğu firmadan bir istek gelmedikçe ürettiği ürünlerle ilgili olarak teknolojik değişikler
yapm aya hatta bunları taklit etmeye dahi girişmemektedir. Bu tür bir firma yen i ürün
çıkarm ada ve teknolojik özelliklerin saptanmasında müşterilerinin teknik tavsiyelerine
güvenmektedir. Sanayileşm iş ülkelerdeki büyük firm aların çoğunun etrafında, yedek
parça sağlayan, sözleşmeli imalat yap an veya çeşitli hizmetler veren bu tür uydu firma­
lar vardır. Bağımlı firma genelde, bir taşeron hatta taşerona taşeronluk yapan bir firma­
dır. Tipik olarak ürün tasarım ı konusunda bütün inisiyatifini kaybetm iştir ve herhangi
bir A&G birimi yoktur. Serm aye yoğun sanayi dallarında y e r alan küçük firmaların ço­
ğunluğu bu kategoride y e r alm akta, dolayısıyla pek az yen ilik yapm aktadırlar (bkz. 9.
Bölüm). Bu tür firmaların Jap o n ekonomisinde oynadığı özel rol konusunda bkz. Clark
(1979); Sako, (1992); W omack e t al., (1990).
Bağımlı küçük taşeron firma da teknolojisini geliştirm ek isteyebilir ve bazı durum­
larda büyük m üşterileri de bu konuda ona yardım cı olabilirler. En dinamik küçük fir­

i "Economies of agglom eration and networking".

322
m alara Y TTF’lar, yen i teknoloji temelli firm alar1 dendiğini 9. Bölüm’de görmüştük. Bu
firmalar daha çok özel, küçük (niş) piyasalarda faaliyet gösteren, saldırgan yen ilikçiler­
dir. Küçük taşeron firm alar da, dar bir alanda sahip oldukları uzman bilgilerini gelişti­
rerek, bağımlı bir durumdan yen ilikçi kategorisine geçebilirler. Bu tür firmalar, kendi
yenilikçi yetkinliklerini, müşteri ağılarını genişleterek geliştirdikleri zaman, bağımlılık
derecelerini azaltabilirler.
6. ve 7. Bölüm’de gördüğümüz gibi, Jap o n otomobil ve elektronik sanayileri çok sık
olarak, değişen taşeron ilişkilerine örnek olarak gösterilir. Büyük montaj hattı firm ala­
rı, "birinci kadem e” tedarikçilerine teknik yardım yapabilir, onlara ödünç mühendisler
verebilir ve temin ettikleri parçaların y a da malzemenin kalitesinin iyileştirilm esi konu­
sunda onlarla işbirliği yapabilirler. Aynı strateji giderek artan ölçüde Avrupa’da ve Ku­
zey Am erika’da da taklit edilmiş ve hem perakende ticarette hem de imalat sanayinde
bazı büyük firm alar on y ılla r önce bu yo la girm işlerdir; M arks ve Spencer bunun iyi bir
örneğidir. Chrysler ise başka bir ilgi çekici örnek olarak kabul edilebilir. Bu firma uzun
bir süre en büyük üç Amerikan otomobil üreticisinin en zayıfıdır ve aslında, iflastan Fe­
deral Flükümet tarafından kurtarılm ıştır. Chrysler, içinde bulunduğu güçlükleri aşmak
için Jap onların tedarikçilerle yakın işbirliği kurm a stratejisini bilinçli olarak kendine
uyarlam aya çalışmıştır; 1989'dan 1996 y a geçen dönem içinde tedarikçilerinin sayısını
2,500’den 1,140’a indirmiş, ancak kalan şirketlerle tasarım ve üretim konularında yeni
bir işbirliği ilişkisi kurm uştur. Tedarikçi firm aları inceleyen D yer (1996), bu dönüşümü
bir “Amerikan K eiretsu " su yaratm ak olarak tanımlamış ve C hrysler’in kârının 1980 y ı­
lındaki araç başına ortalam a 250 $ ’dan, 1994'de bütün Birleşik Devletler otomobil şir­
ketleri için bir rekor olan, araç başına $2,110 $ ’a sıçradığını göstermiştir. En düşük kâr­
lılık oranına sahip olan Chrysler, 1990’larda ABD otomobil şirketlerinin en kârlısı hali­
ne gelmiş ve bu süreçte tedarikçi şirketler, pek çoğu uygulanan çeşitli iyileştirm e öneri­
leri getirm işlerdir. Bu süreçten asıl yaralanan Chrysler olm akla birlikte tedarikçi firma­
lar da açıkça çeşitli kazançlar elde etm işlerdir ve ilişkiler, bağımlılık temelinden, daha
çok karşılıklı güven ve işbirliği temeline doğru değişmiştir.
Tam bağımlı bir firma aslında büyük firmanın bir bölümü y a da atölyesi gibidir ve
bu tür firm alar çok kez ana firma tarafından yutulurlar. Ancak taşeron firm alar ana fir-
manın işgücü yükündeki dalgalanm aları azaltm ak için bir yastık görevi yaptıklarından,
müşteri ilişkisini sürdürm ek büyük firmanın da işine gelebilir. Büyük firm alar 1980’ler-
de ve 1990’larda, bir zam anlar firma içinde gerçekleştirdikleri birçok faaliyeti dışarıya
verme konusunda, dünya çapında güçlü bir eğilim içine girm işlerdir. Bağımlı firma da,
mal çeşitlemesi y a da piyasanın genişlemesi yolu ile durumunu değiştirebileceği üm idiy­

i “new technology based firms”

323
le resmi bağımlılığım sürdürmekte istekli olabilir. Bu tür firmalar, uydu firm alar olarak
hâlâ sahip oldukları, düşük dereceli de olsa, özerklikten hoşnutturlar. Z ayıf pazarlık
güçlerine rağmen düşük genel maliyetlerden, girişim cilik becerilerinden, uzmanlaşmış
mesleki bilgilerinden ve diğer özel yerel avantajlarından yararlan arak uzun bir dönem
iyi kârlar elde edebilirler. M üşterileri tarafından iyice “köşeye sıkıştırılm ış” olsalar da
tamamen yutulm ak yerine uzun bir süre düşük kârlılığa razı olabilirler. İflaslar ve ele
geçirilmelerle birlikte birçok yen i firma da ortaya çıkm aktadır.

1 1 . 5 Geleneksel ve Fırsatçı Stratejiler


“Bağım lı” firma “geleneksel” firmadan ürünlerinin niteliğiyle ayrılır. “Geleneksel”
firma tarafından üretilen ürün y a hiç değişmez y a da çok az değişir. “Bağım lı” firma ta­
rafından arz edilen ürün önemli ölçüde değişebilir ancak bu değişim dışarıdaki bir
inisiyatife veya yeni ürün standartlarına bir cevaptır. Geleneksel firmaların, piyasa bir
değişiklik talep etmediği ve rekabet koşulları böyle bir gereksinim yaratm adığı sürece
ürünlerini değiştirmek için bir nedenleri yoktur. Her iki tür firm ada da uzun soluklu
ürün değişikliklerine olanak sağlayacak bilimsel ve teknolojik kapasite olmamakla bir­
likte, geleneksel firmanın teknolojiden çok modaya bağlı tasarım değişiklikleri yap ab il­
mesi gerekir. Aslında bazı durum larda bu geleneksel firmanın en büyük gücüdür.
Geleneksel firmalar, iktisatçıların tam rekabet koşulları modeline yakın aşırı derece­
de sert rekabetçi koşullarda y a da kötü iletişim, gelişmiş bir piyasa ekonomisinin yo k­
luğu ve kapitalizm öncesi toplumsal sistemlere dayanan, parçalara ayrılm ış yerel tekel
koşullarına faaliyet gösterebilirler. Teknolojileri genellikle, zanaat becerilerine dayalıdır
ve bilimsel girdiler y a hiç kullanm azlar y a da en düşük düzeyde kullanırlar. Zanaat be­
cerilerine dayalı oldukları için (el işleri, lokantalar ve dekoratörler), genelde bu tür fir­
maların ürünlerine karşı talep çok güçlüdür. Bu tür firm alar ileri sanayi ekonomilerin­
de bile yaşayabilecek güçtedir. Ancak birçok sanayi dalında dışsal teknolojik değişim­
ler karşısında dayanıksız oldukları kanıtlanm ıştır. Kendi ürün çizgilerinde yen ilik y a p ­
ma yeteneğinden yoksun oldukları ve başkaları tarafından gerçekleştirilen yenilikler
karşısında savunmacı bir tepki gösteremedikleri için, zamanla dışlanırlar; bunlar sana­
yinin “köylüleridir.”
Sanayileşm iş bir kapitalist toplumda esas niteliği geleneksel sanayilerle hızlı tekno­
lojik yenilikler yapan sanayiler bir arada bulunur. Yirminci yüzyılın önemli özelliğinin
araştırm a yoğun sektörün büyümesi olduğu savunulm aktadır. Ancak bu değişimin ne
kadar süreceği bir tahmin ve politika sorunudur. Bazı durum larda çok başarılı bir tek­
nolojik yenilik, yeni bir ürünün, uzun süre çok az bir araştırm a ve teknolojik değişiklik­
le standartlaşm ış kitle üretimine ulaştığı karm aşık bir süreçtir. Ama genelde A&G faali­
yetinin yarattığı sanayiler bu alanda faaliyetlerini sürdürmekte, böylece denge giderek

324
daha araştırm a yoğun bir ekonomi ve daha hızlı bir teknolojik değişime doğru kaym ak­
tadır. Bu kitabın içeriği, söz konusu değişimin yirm inci yü zyıld a ortaya çıkan değişim­
lerin en önemlilerinden biri olduğu ancak buna uzun bir zaman perspektifinden bakıl­
masının gerekliliği biçimindedir.
Bu değişim şimdi hizmet sektörlerine doğru genişlemektedir ve yirm i birinci yüzyıl
ekonomilerindeki mevcut sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çok daha önemli y a ­
pısal değişikliklere neden olabilecektir. Büyük ölçüde ICT’nin çok yaygınlaşm asının bir
sonucu olarak, finansman hizmetleri, eğlence ve enformasyon hizmetleri gibi bazı hizmet
sektörleri (bilgisayarlara ve haberleşme malzemelerine yönelik yoğun yatırım lar yoluyla)
hem daha sermaye yoğun, hem de (yazılım ve elektronik mühendisleri istihdamını arttı­
rarak) daha da araştırm a yoğun hale gelmektedirler. O ldukça A&G yoğun ve sermaye
yoğun bir hale gelmiş olan telekomünikasyon sanayisi, bağlarını hızla eğlence dünyasına
ve mülti medya hizmetlerine doğru uzatarak daha da sermaye yoğun ve A&G yoğun ol­
maktadır. Üstelik 1950’lerde ve 1960’larda, imalat sanayisi ile hizmetler arasında yeniden
kurulm aya başlanan ilişkilerin sınırları günümüzde, genellikle tamamen aşınmıştır.
Her iki alanda da olağanüstü güçlü olduğu için, IBM gibi bir firmayı, im alat sanayisi
y a da hizmet sektörü olarak sınıflandırmak çok zordur. B ilgisayar sanayisinin toplam
üretimi içinde yazılım ve danışm anlık ürünlerinin payı hızla yükseldiği için IB M (ve
benzer bilgisayar firm alarında), imalat hayati derecede önemli olmakla beraber, bunlar
giderek daha fazla hizmet firm aları olarak görünm ektedirler. Aynı eğilim, telekomüni­
kasyon teçhizatı üreten firm alarda da görülm ektedir: Bu sanayi dalındaki en güçlü Av­
rupa firmalarından biri olan Ericsson artık toplam işgücünün %10’dan daha azını ima­
latta istihdam etmektedir. Çalışanlarının büyük kısmı yazılım , sistem tasarımı, A&G, iş
yönetimi ve ağlar kurm ayla uğraşm akta; üretiminin önemli bir kısmını da taşeron firma­
lar aracılığı ile gerçekleştirm ektedir. Sm art (1996), A BD ’de General Electric gibi kla­
sik bir imalatçı firmanın nasıl bilinçli bir stratejinin sonucu olarak hizmet alanlarına gir­
diğini anlatm aktadır. General Electric'de, 1990 yılın d a imalat toplam gelirlerin %56’sı
iken bu oran 1995’de %44’e gerilem iştir; 2000 yılın d a %33’e inmesi öngörülmektedir.
Finansman hizmetleri, sağlık hizmetleri, danışm anlık ve “satış sonrası hizm etler” vb.
çok hızla yaygınlaşm aktadır.
Daha da uç bir örnek, çok kimsenin giyim sanayisinde faaliyet gösteren bir firma
sandığı Benetton’dur. Ancak Belussi’nin (1993) ve diğerlerinin göstermiş olduğu gibi
Benetton, yen i teknolojik gelişmelerin gerisinde kalm am ak için sürdürülen deneysel ça­
lışm alar dışında, im alatta hemen hiç kim seyi çalıştırm am aktadır. Benetton, tasarım ı ve
dünyanın her yanm a yayılm ış yüzlerce isim verdiği perakende m ağazaları ile dünya ça­
pında pazarlam a konularında yoğunlaşırken, im alatının hemen tamamı Kuzey Doğu

325
İtalya’da bir taşeron küçük firm alar grubu tarafından gerçekleştirilm ektedir. Bilgi ve
iletişim teknolojileri (ICT), Benetton için çok önemlidir, çünkü söz konusu perakende
mağazalardan gelen satış verileri Venedik yakınında bilgisayar donanımlı bir depoda iş­
lenmekte, koordine edilmekte ve taşeron firm alara gönderilecek sipariş emirlerine te­
mel oluşturmaktadır.
Bütün bu örnekler ICT’nin dünya çapında yaygınlaşm asının ekonomiyi nasıl etkile­
diğini ortaya koym aktadır. Sonuç olarak dünyanın her yanındaki firmalar stratejilerini
yeniden gözden geçirmek zorunda kalm aktadır. Bu gözden geçirme, kuşkusuz bilinçli,
gelişmiş yeni iş yönetimi stratejileri biçimini alm ayabilir. Teknoloji öngörüsü gibi geliş­
miş yönetim araçları ancak büyük firmaların oluşturduğu bir azınlık grubu içinde bu­
lunmaktadır. Yeniden mühendislik y a da teknolojik denetim, yalın üretim ve kıyaslam a1
gibi en son iş yönetim modaları da giderek yaygınlaşacaktır. Fakat firmaların büyük ço­
ğunluğunda yeniden düşünme (değerlendirme) süreci, üst yöneticilerin, girişim cilerin ve
diğer yöneticilerin rakiplerden, basından, tedarikçilerden ve diğer dış enformasyon ve
bilgi kaynaklarından yansıyan fikirlere veya baskılara tepki göstermeleri ve gelecekle il­
gili içgüdülerini y a da görüşlerini bunlara uyarlam a biçiminde olacaktır. ICT’nin tekno-
ekonomik paradigmasının yayılm asıyla yeniden değerlendirme süreçlerinde ortaya çı­
kan değişiklik her yerde açıkça gözlenmektedir (bkz. 17. Bölüm).
Bu paradigm a değişikliği (devlet politikaları bu değişikliği giderek destekleme eğili­
minde olsa da), herhangi bir merkezi hükümet stratejisinin sonucundan çok, firmaların
yu rt içi ve yu rt dışı baskılar karşısında gösterdikleri uyum tepkilerinin sonucu ve mu­
citlerin rüyalarını gerçekleştirm e çabalarının bir eseridir. Firm aların varlıklarını sür­
dürmek, kâr etmek ve büyüm ek için gösterdikleri çabalar burada tartışılan stratejiler­
den birisini benimsemelerine neden olmuştur. Ancak değişen koşullara karşı verilecek
tepki çeşitleri çok fazladır ve bu çeşitlilik unsurunu işin içine sokmak için fırsatçı y a da
tırnakçı (niş)11 strateji olarak tanım layabileceğim iz bir başka kategori daha oluşturul­
malıdır. Hızla değişen piyasada, girişim cilerin herhangi bir firma içi A&G faaliyeti y a
da karm aşık bir tasarım gerektirm eyen önemli bir nokta bularak tüketicinin ihtiyaç
duyduğu ancak daha önce hiç kimsenin düşünmediği bir ürünü veya hizmeti vererek
büyüyüp zenginleşmeleri her zaman mümkündür. Y aratıcı girişim cilik hâlâ, durmadan
yeni fırsatların bulunmasını sağlayan, en araştırm a yoğun sanayilerde bile doğrudan
A&G faaliyetleri ile pek ilişkisi olmayan çok kıt bir kaynaktır.
Saldırgan y a da savunmacı stratejilerden birisini benimsemiş firm alar tedricen yen i­
lik yapm ayı öğrenmişlerdir. Ancak, başarıyı garanti edecek hiçbir reçete yoktur ve bu

i Cümlede “re-engineering or technological audits, lean production or bench-m arking” olarak geçiyor.
ii Tırnakçı diye çevirdiğim iz "niche” strateji, kimsenin bilm ediği veya ilgilenm ediği küçük/özel bir alanda/noktada ege­
men olmak şeklinde tanım layabileceğim iz bir kategori oluşturm aktadır.

326
alandaki önemli yenilik faktörlerinin etrafındaki hâlâ yoğun bir tartışm a yapılm aktadır.
Firm aların genellikle bir dünya piyasasında yenilik yapm akta olması, karşı karşıya gel­
dikleri belirsizlikleri artırm akta ve hükümetlerin A&G faaliyetlerini desteklemek, u y­
gun altyapıyı yaratm ak ve piyasa belirsizliğini azaltm ak için işin içine girm elerine neden
olmaktadır. İktisat politikası kaçınılmaz olarak bilim ve teknoloji politikasıyla iç içe gir­
mektedir. Bu sorunlar özellikle gelişmekte olan ülkelerde çok daha keskindir ve III. Kı­
sım'da daha da ayrıntılı olarak tartışılacaktır.

11. 6 Sonuçlar
I. Kısım’da tarihsel kanıtlara dayanılarak, yirm inci yü zyıld a sanayide ortaya çıkan
en önemli sosyal değişikliklerden birinin A&G sürecindeki profesyonelleşme olduğu ile­
ri sürülmüştü. II. Kısım’da ise, sanayide başarılı bir yeniliğin gerekli unsurlarıyla A&G
kurumlaşmasının ortaya çıkmasının firma davranış biçimlerini derinden etkilediği gös­
terildi. Bu, firma davranışının artık dış çevrede ortaya çıkan fiyat işaretlerine cevap ver­
me ve bir denge durum una doğru uyarlanm a gibi terim lerle açıklanam ayacağı (ne za­
man açıklanm ıştır ki) anlam ına gelmektedir. D ünya teknolojisi, tıpkı dünya piyasası g i­
bi firma çevresinin bir parçasıdır ve firmanın teknolojik değişmelere uyum için göster­
diği tepkiler, fiyat değişmeleri karşısında göstereceği, önceden tahmin edilebilen tepki­
lere indirgenemez. Bu durum iktisatçıların işini güçleştirm ektedir. Bu, mühendislere ve
sosyolojiye, psikolojiye ve siyaset bilimine çok daha fazla dikkat edilmesi gerektiği an­
lam ına gelmektedir. İktisatçıların, çok dağınık ve düzensiz gerçeklerle karşılaşan, aslın­
da çok şık bir teorileri vardır. Teorileri firma davranışının birçok yanının açıklanması
ve tahmin edilmesi için önemli bir katkı idi ve hâlâ da öyledir; ancak kendi başına y e ­
terli değildir ve gösterilen çabalar da onu ancak kısırlaştırm ıştır.
II. Kısım’d a y e r alan bölümler, gelecekle ilgili optimizasyon davranışını veya tam bil­
giyi varsayan firma teorilerine pek destek vermemiştir. Bu teorilerin daha gelişmiş, mo­
dern bir savunması "varsayalım k i” biçimidir. Bu yaklaşım da, neo-klasik hikâyede var­
sayılanlar çerçevesinde firm aların gelecekle ilgili hesaplam alar yapm a im kânlarının ol­
madığı kabul edilmekte; ancak ortaya çıkacak sonucun yine de aynı olacağı, çünkü re­
kabetin varlığının “varsayalım k i” türünde bir analize uygun davranan firm aların var­
lıklarını sürdürm elerini ve büyüm elerini garantileyeceği kabul edilmektedir. Buna kar­
şılık Hodgson’un (1992) ve W inter’in (1986) ikna edici bir biçimde tartıştıkları gibi, bu
öyküye de özgün teori kadar güvenilebilir. Ne biyolojik evrim ne de firm aların ve sana­
yilerin evrimi optimalliğe ulaşmaz.
I. ve II. Kısım’da ortaya konmuş olan kanıtların ışığında, Nelson ve W inter’in (1974,
1982) ve Dosi et a/.’ın (1988) yaklaşım ları gibi, sınırlı rasyonelliği, eksik bilgiyi, aksak
rekabeti ve teknolojik belirsizliği tam anlamı ile göz önünde tutan firma teorilerinin çok

327
daha akla yakın olduğu söylenebilir. Üstelik herhangi bir doyurucu firma teorisinin
farklı sanayi sektörlerinde ve farklı tarihi dönemlerde, değişik firm a davranış biçim leri­
ni de göz önünde tutması gerekm ektedir.
Artık aram ızda olamayan Edith Penrose (1959), çeşitli “uzm anlıklar”, beceri ve bil­
gi birikim düzeylerinin bileşimleri ile ortaya çıkan “kaynak tem elli” firma teorisi ile ik­
tisat öğretisini bu yeni yöne yönlendirm iştir. Son dönemlerdeki teorik gelişmeler,
Teece’in (1986) yu k arıd a söz konusu edilen kavram lar yan i A&G’de, üretimde, pazar­
lam ada yetkinlik gibi, firma içindeki çeşitli işlevlere göre geliştirdiği çalışm alarını izle­
mektedir. Bu yaklaşım , uç noktalardan birinde, bütün imalatını taşeron firm alara bıra­
kan “boş firm a” kavram ına gidebilir. Ancak, yu k arıd a tartıştığım ız örneklerin hepsi bir­
den bu tarafa yönelmem ektedir. Benetton bile yalnızca taşeronları denetlemek ve tek­
nolojide ani bazı değişiklikler karşısında çaresiz kalm am ak için de olsa, en düşük dü­
zeyde de gerçekleşse, im alatta belli bir yetkinliğin önemini kabul etmektedir.
Bu tür düşünce yapısına ilgi çekici ve özgün bir alternatifi Christensen (1995) ileri
sürülmüştür. Christensen, yen ilik için gerekli dört doğurgan varlık (asset) kategorisi
arasında kavram sal bir ayırım önermektedir: (1) bilimsel araştırm a varlıkları; (2) üre­
tim sistemi ile ilgili yenilik için gerekli varlıklar; (3) ürünle ilgili yenilikleri uygulam ak
için gerekli varlıklar; (4) estetik tasarım varlıkları. Bu kategorilerden sonuncusu birçok
sanayi ve hizmet dalı için büyük önem taşım akla birlikte yetkinlikler konusunda teori­
ler kurulurken genellikle unutulm aktadır. Y apılacak yen ilik bazı durum larda bu dört
grup varlığın sadece bir y a da iki tanesine dayanm akla birlikte, daha çok gözlenen, bir
varlıklar “demetinin” harekete geçirilmesi gereğidir. Öte yandan bu varlıklar çok fark­
lı örgütsel m ekânlarda yerleşm iş olabileceği için ayrı bir kümelendirmeye gidilebilir.
Christensen’in teorisi hem iktisatçılar hem de sosyologlar ve örgüt teorisyenlerine bir­
çok yen i araştırm a yolu açm aktadır
Bu bölümde y e r alan tartışm aların amacı yen i bir firma davranış teorisi oluşturmak
değildir. Bu tür bir teorinin oluşturulabilmesi için sosyal bilimlerde daha büyük ve bü­
tünleşik bir çaba gereklidir. Ancak bu bölüm, bu tür bir teorinin, firmanın kullandığı
üretim faktörlerinin fiyatlarındaki ve ürünlerini verdiği piyasadaki fiyatlardaki değiş­
melere göstereceği tepkilerin yanı sıra, teknolojik değişmeler karşısında göstereceği y e ­
nilik ve uyum tepkilerinin ortaya çıkaracağı sorunları da kapsam ası gerektiğini ortaya
koym ak amacındadır. A ralarında iktisatçıların da bulunduğu çeşitli disiplinlere mensup
sosyal bilimcilerin daha kapsam lı ve daha doyurucu bir firma teorisi geliştirm ek için uğ­
raşm aya başladıklarını gösteren cesaret verici işaretler vardır (MacKenzie, 1990; Stir­
ling, 1994).

328
Notlar

1. M etcalfe'in Lancashire pam uk şirketleri ile ilgili araştırm ası (1970) büyük sayıda firmanın, fiyatı 100 £'un altında
olduğu ve geri ödeme süresinin Research Association ve üreticiler tarafından bir y ıl olarak, açıkça gösterilmesine
rağm en basit bir yen i m alzem eyi (ölçüm kutusu) satın alm ak istem ediklerini ortaya koym uştur. Alansfieid e t a l.’ın,
A merikan takım ve kalıp sanayisinde nüm erik kontrollü m akinelerin kullanılm ası konusunda yap tığı araştırm a
(1972), "firma sahiplerinin, nüm erik kontrollü sisteme geçm em elerinin, kısa sürede önemli bir rekabet dezavantajı
yaratacağ ın ı kabul etm elerine rağm en" birçok firmanın bu m akineleri kullanm a eğilim inde olm adığını ortaya koy­
m uştur. M ansfield bu olayda m edyan geri ödeme süresini beş y ıl olarak tahmin etm iş ve yu k a rıd a sözü edilen fir­
m aların çoğunun sahibinin bu süre içinde em ekliye ayrılm a yaşın a ulaşm akta olduğunu ileri sürm üştür.

2. Yeni bir ürün hiç kuşkusuz, diğer firm alar için bir üretim teknolojisi olabilir.

329
ÎKİNCÎ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR

Afuah, A. (1977) Innovation Management: Strategies, Implementation and Profits, Ann


Arbor, University of Michigan Press.
Archibugi, D., Cesaretto, S. and Sirilli, G. (1987), Innovative activity, R&D and
patenting: the evidence of the survey on innovation diffusion in Italy', Science
Technology and Industry Review, no. 2, pp. 135-50.
Barnett, C.K. (1997) 'Organisational learning theories: a review and synthesis of the
literature', Academy o f Management Review.
Carroll, G.R. and Teece, D.J. (eds) (1996) Industrial and Corporate Change, special
issue on Firms, Markets and Organisations, vol. 5, no. 2, pp. 203-645.
Cohen, W. (1995) 'Empirical studies of innovative activity', in Stoneman, P. (ed.)
Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological Change, Oxford,
Blackwell.
Cohen, W.M. and Levin, R.C. (1987) 'Empirical studies of innovation and market
structure', in Schmalensee, R. and Willig, R. (eds) Handbook o f Industrial
Organisation, Amsterdam, North Holland.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) (1992) Technological Change and
Company Strategies, London, Academic Press.
Coombs, R., Richards, A., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) (1996) Technological
Collaboration: The Dynamics b f Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Cyert, R.M. and March, J.G. (1963) A Behavioural Theory o f the Firm, London,
Frentice-Hall.
DeBresson, C. (1996) Economic Interdependence and Innovative Activity, Cheltenham,
Elgar.
Dodgson, M. (1993) 'Organisational learning: a review of some literatures',
Organisation Studies, vol. 14(3), pp. 375-94.
Dosi, G. (1988) 'Sources, procedures and micro-economic effects of innovation',
Journal o f Economic Literature, vol. 36, pp. 1126-71.
Duysters, G. (1995) The Evolution o f Complex Industrial Systems: The Dynamics o f
Major IT Sectors, Maastricht, UFM.
Freeman, C. (1994) 'The economics of technical change: a critical survey', Cambridge
Journal o f Economics, vol. 18, pp. 463-514.
Gaynor, G.H. (ed.) (1996) Handbook o f Technology Management, New York, McGraw
Hill.
Gjerding, A.N. (1996) Technical Innovation and Organisational Change, Aalborg,
Aalborg University Press.
Gold, B. (1979) Productivity, Technology and Capital: Economic Analysis, Managerial
Strategies and Government Policies, Lexington, Lexington Books.

330
Granstrand, O. and Sjolander, S. (1992) 'Managing innovation in multi-technology
corporations’, Research Policy, vol. 19, no. 1, pp. 35-61.
Hakansson, H. and Snehota, I (eds) (1995) Developing Relationships in Business
Networks, London, Routledge.
Jewkes, J., Sawers, D. and Stillerman, R. (1969) (2nd edn.) The Sources o f Invention,
London, Macmillan.
Kodama, F. (1996) Emerging Patterns o f Innovation: Sources o f Japan's Technological
Edge, Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Leonard-Barton, D. (1995) Wellsprings o f Knowledge: Building and Sustaining the
Sources o f Innovation, Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Loveridge, R. and Pitt, M. (eds) (1990) The Strategic Management o f Technological
Innovation, New York, Wiley.
Miyazaki, K. (1995) Building Competencies in the Firm: Lessons from Japanese and
European Opto-electronics, Basingstoke, Macmillan.
Pavitt, K.L.R. (1990) 'What we know about the strategic management o f
technology', California Management Review, Spring, pp. 17-26.
Pearson, A.W., Stratford, M.J.W., Wadee, A. and Wilkinson, A. (1996) 'Decision
support systems in R&D Project Management' in Gaynor, G.H. (ed.) Handbook o f
Technology Management, New York, McGraw Hill.
Penrose, E. (1959) The Theory o f the Growth o f the Firm, Oxford, Blackwell.
Quintella, R.H. (1993) The Strategic Management o f Technology, London, Pinter.
Rothwell, R and Gardiner, P. (1988) 'Re-innovation and robust design: producer
and user benefits', Journal o f Marketing Management, vol. 3, no. 3, pp. 372-87.
Sakakura, S. and Kobayashi, M. (1991) 'R&D Project Management in Japanese
Research Institutes', Research Policy, vol. 20, no. 6, pp. 531-59.
Scherer, F.M. (1992) International High Technology Competition, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Scherer, F.M. (ed.) (1994) Monopoly and Competition Policy, Library of Critical
Writings in Economics, Cheltenham, Elgar.
Steinmueller, E. (1994) 'Basic research and industrial innovation', in Dodgson, M.
and Rothwell, R. (eds) Handbook o f Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Swann, P. (ed.) (1993) New Technologies and the Firm, London, Routledge.
Symeonidis, G. (1996) Innovation, Firm Size and Market Structure: Schumpeterian
Hypotheses and Some New Themes, Economics Department Working Paper no. 161,
Paris, OECD.
Teece, D. (ed.) (1987) The Competitive Challenge: Strategies fo r Industrial Innovation and
Renewal, Cambridge, MA, Ballinger.
Utterback, J.M. (1993) Mastering the Dynamics o f Innovation, Boston, Harvard
Business School Press.
von Hippel, E. (1988) The Sources o f Innovation, Oxford, Oxford University Press.
Whiston, T.G. (1992) Managerial and Organisational Integration: The Integrative
Enterprise, London, Springer.
Whittington, T. (1993) What is Strategy and Why Does it Matter?, London, Routledge.
Williamson, O.E. and Winter, S.G. (eds) (1993) The Nature o f the Firm: Origins,
Evolution and Development, New York, Oxford University Press.
Winter, S.G. (1988) 'On Coase, competence and the corporation', Journal o f Law,
Economics and Organisation, vol. 4, pp. 163-80.

331
III
YENİLİĞİN MAKROİKTİSADI:
FİRMA, BÜYÜME VE KÜRESELLEŞME
Giriş Notu

Ulusların büyümesi ve kalkınm ası her zaman bilim ve teknolojiden etkin biçimde
yararlanm alarına, bu kaynaklara ulaşm alarına bağlıdır. I. Kısım’da gösterildiği gibi, y a ­
kın tarihe bilimle ilişkili sanayilerin yükselişiyle kim ya sanayisinin büyümesi (-4. ve 5.
Bölümler), otomobillerin (6. Bölüm) ve elektronik ürünlerin (7. Bölüm) geliştirilm esiy­
le belirginleşen pek çok yen i ürünün yaygınlaşm ası egemen olmuştur. Bu gelişmelerin
en genel sonucu, gelişmiş ekonomilerin başarısının tamamen yeni teknolojileri kullan­
m alarına bağlı olmasıdır; bu da bir ölçüde, bu ülkelerin özgün bilimsel ve teknolojik ka­
pasitelerine dayanm aktadır.
II. Kısım’da, bu tarihi verileri kullanarak, firmaların yenilikçi çabalarının başarı ko­
şullarını genelleştirmeye çalıştık. Bunu takiben, firmaların büyüklüğü, A&G ve yenilik
arasındaki ilişkileri analizi ederek firmaların yen ilik projelerini değerlendirme yollarını
inceledik. Son olarak da, 11. Bölüm’de firm aların belirsiz bir piyasa ve hızla değişen
teknolojiler karşısındaki stratejilerini tartıştık. Bu tartışm a da doğal olarak bizi bu fir­
maların yen ilik yaptığı ulusal ve uluslararası ortama getirdi.
III. Kısmın ilk bölümünde, bilim ve teknolojiyle ilgili çeşitli kurum lar arasındaki iliş­
kilerle birlikte, en geniş anlamda, yü k sek öğretim, yen ilik ve teknolojinin yayılm ası ko­
nuları ele alındı. Kamu veya özel ulusal kurum lar arasındaki bu ilişkiler, literatürde
“ulusal yen ilik sistem leri” diye bilinmektedir. 12. Bölüm un gösterdiği gibi, bu ulusal
sistemik etkileşimlerin açık bir biçimde anlaşılm ası yeniliğin m ikroiktisadından mak-
roiktisadına geçişte esas köprüyü oluşturur. Bu, aynı zam anda bilim ve teknolojinin ge­
lişme dinamiklerini anlam ada, özellikle de ülkeler arasındaki farklılıkları belirlem edeki
temeldir.
Gelişme dinamiklerini anlam a çabaları, kuşkusuz 1960’ların başında, ABD ile Avru­
pa arasındaki siyasi “teknolojik açık” tartışm asındaki başlıca itici güçtü. U luslararası ti­
caretin, yatırım ların ve teknoloji transferlerinin hızla gelişmesi, ulusal ekonomilerin b ir­
birine bağımlılığının giderek arttığı bir dünya ekonomisi çerçevesinde, sanayi liderliği­
nin, bir ülkeden veya bir bölgeden ötekisine ne kadar çabuk geçtiğini göstermişti. J a ­
ponya ve Sovyetler Birliği, birisi dünya iktisadi rekabet alanı içinde, ötekisi dışında k a­
larak, teknoloji/yenilik/iktisat konusunda tamamen zıt kutuplar oluşturdular. Japon
ekonomisi, teknolojiyi piyasaya indirmek ve bu süreci devam ettirmek için gerekli bilim­
sel ve teknolojik yetenekler yaratm akta özellikle başarılıydı. Eski Sovyetler Birliği, ter­

335
sine, aynı dönemde bilimsel ve teknolojik çabalarının en büyük kısmını —Jap o n ya’dan
çok daha fazlasını—uzay ve savunma am açlarına yöneltti; böylece merkezi planlı ve sa­
vunm aya yönelik kapalı bir iktisadi sistem, bu sektörlerin dışındaki alanlarda, kuruluş­
ların yenilikler yapm asını ve yeni teknolojilerin yayılm asını pek az teşvik etti.
Daha 1960’larda ülkeler arası teknolojik eşitsizliklerin veya “açıklar”ın farklı büyü­
me hızlarının esasını oluşturduğu tezleri, iktisatçılar ve birçok Avrupalı politikacı ara­
sında popüler olmuştu. Bilim ve teknolojinin iktisadi büyüm eye katkısının önemi "artık”
(residual) denen, büyümenin sermaye birikimi ve işgücü ile açıklanam ayan kısmının,
sancılı biçimde araştırılm asıyla gün ışığına çıktı. 13. Bölüm, 1960’larda iktisat literatü­
rünün büyük bir kısm ına hâkim olan büyüme teorilerini açıklam aktadır. 1970’lerin ik­
tisadi krizleri ve "artık”ın "kaybolm ası” ile bu konu, iktisat mesleğinin akadem ik gün­
deminden yavaşça silindi. A lternatif açıklam aların çoğu Schum peter’gil gelenek, daha
sonraları da "Yeni” büyüme teorileri içinde formüle edildi; büyüme teorisi, 1980’ler so­
nunda, tekrar iktisat teorisi ve politikasının merkezine oturdu. Bugünlerde, neo-klasik
büyüme teorisinin, görgül bir düzlemde, yeniden canlanmasına tanık oluyoruz; artık, şu
veya bu şekilde "ortadan kalksa” da büyüme tekrar, sermaye birikim i ve işgücü cinsin­
den açıklanm aya çalışılıyor.
Son 40 yılda, büyümenin nedenlerini açıklam a çabaları, dönüp dolaşıp aynı yere ge­
lirken, dünyada büyüme performanslarını yabancı kaynaklara dayandıran ülkelerin art­
masına bağlı olarak, bazı temel değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bilim ve teknolojiyle dış
ticaret ve yatırım arasındaki etkileşimin varlığı giderek kabul görmektedir. Teknolojik
ilerleme ve büyüme performansını doğrudan etkileyen en kritik değişkenlerden biri
kuşkusuz uluslararası ticarettir. Eski söylemle başladığımız 14. Bölüm, ticaretteki gele­
neksel neo-klasik "üretim faktörleri yapılanm ası” (factor endowment) yaklaşım ının bı­
rakılarak, son 20 yıldır, iktisatçıların düşüncelerini çok fazla etkileyen daha eski klasik
yaklaşım larla "yeni” ticaret teorilerini bir araya getirmenin gereğini ortaya koym akta­
dır. Ancak iktisadi sistemlerimizin uluslararası ticarete açılması, sadece m alların ihraç
ve ithaliyle sonuçlanmamaktadır.
Daha Birinci D ünya Savaşı’ndan önce, sonraları "çok uluslu şirketler” diye anılacak
firmaların yatırım ları, önemli ölçüde uluslararası bir teknolojik bilgi yayılm asına yol aç­
mıştı (Örnek olarak, 3. Bölüm’deki elektrifikasyon olgusuna bkz.). Çok uluslu şirket­
ler, 1960’larda başlıca A BD ’de yerleşiktiler; daha çok sanayinin teknolojik olarak en ile­
ri sektörlerinde rekabet ediyorlar, yeni piyasalar açmak, üretim kapasiteleri ve A&G
olanaklarına uluslararası yerler bulmak için yen i stratejiler geliştiriyorlardı. Bu strateji­
ler, ürün devresinin A&G, yen ilik ve pazarlam a aşam alarının buralara kaym asıyla yeni
teknolojilerin göçüne sebep olduğu gibi, A BD ’den A vrupa’y a çok önemli bir üretim

336
kaym asına yo l açmıştır. Buna benzer uluslararasılaşm a süreçleri, 1980’le rv e 1990’larda
hızlanarak daha da yaygınlaşıp, çeşitlenmiştir. O rtaya çıkan m anzara "şebeke şirketi”
(network Corporation) diyebileceğimiz bir olgudur. Bu olgu, deniz aşırı ortaklıkları olan
çokuluslulardan daha karm aşıktır çünkü bu şebekeler, ulusal sınırların ötesinde, firma­
lar arası teknoloji, üretim, finansman ve pazarlam a becerileri ittifaklarına dayalıdır. Son
zam anlarda sadece bir ülkenin uluslararası rekabetçiliğinden çok “küresel” y a da "bir
çok ye rli firma’y a dayanan daha ileri düzeydeki bir teknolojik uluslararasılaşm a eğili­
mini ifade etmek üzere "teknoküreselleşme” terimi ortaya atılmıştır.
Ancak 15. Bölüm’de görüleceği gibi bu süreç, en azından bugüne kadar, tüm dünya­
daki kalkınm a ve büyüme performanslarının birbirine yakınlaşm asına yo l açmamıştır.
Azgelişmişlik 30 y ıl öncesine göre, daha az ve yaygın olm akla birlikte, zamanımızın en
önemli sorunlarından biri olm aya devam etmektedir. Teknolojinin yararları henüz Af­
rika, Latin Amerika ve A sya’daki m ilyonlara ulaşamamıştır. İşte bu nedenle, III. Kısmı
yeniden, kalkınmanın, teknoloji yayılm a potansiyeli ve y e rli teknoloji geliştirmenin ba­
zı sorunlarını ele alarak sonuçlandırıyoruz.

337
12. Bölüm

Ulusal Yenilik Sistemleri

12.1 Giriş: Friedrich List'in “Ulusal Sistemi"

Kısım’daki tarihsel açıklamalarımız, Sanayi Devrimi’y le dünyanın önüne geçen

I İngiliz ekonomisinin teknoloji, kültür ve siyasi sisteminin özel niteliklerini sergi-


• lemişti (Tablo 12.1). Aynı kısmın 3. Bölüm ünde ise, İngiltere’ y i geçerek diğer
ülkelerin de önünde y e r alan ABD ’nin bazı özelliklerini benzer biçimde göstermiştik
(Tablo 12.2). Sonraki bölümlerde, yirm inci yüzyıld a çok yüksek büyüme hızları gerçek­
leştiren Alman ve Jap on ekonomilerinin bazı özelliklerine işaret edilmişti. Bütün bun­
lar, ulusal bir ortamın, firmaların yenilikçi faaliyetlerini uyarm a, kolaylaştırm a, engelle­
me y a da önlemede nasıl etkili olabileceğini ortaya koym aktadır. Bu bölümde "ulusal y e ­
nilik sistemi" kavramını inceledikten sonra, birbirine tamamen zıt olan eski Sovyetler
Birliği ile Jap o n sistemlerinin özelliklerini keşfedeceğiz. Aynı şekilde, ileri sanayi ülke­
lerini yakalam adaki çabaları açısından birbirine karşıt olan Latin Amerika ve Doğu As­
y a ülkelerinin farklarını da analiz edeceğiz. Bütün bu bilgiler, bundan sonraki bölümde­
ki daha genel ve biçimsel bir iktisadi büyüme ve teknoloji tartışm asına hazırlıktır.
I. Kısım'da görmüş olduğumuz gibi, Friedrich List, klasik iktisatçıları, ulusların ge­
lişmesinde, bilim, teknoloji ve beceriye yeteri kadar önem verm edikleri için eleştirmişti.
U lusal S istem in P olitik ik tisa d ı (1841) kitabı, aynı zam anda "Ulusal Yenilik Sistemi"
diye de anılabilir. List’in temel sorunu, A lm anya’nın Ingiltere'yi geçmesi ve az gelişmiş

339
Tablo 12. 1 On Sekizinci ve On Dokuzuncu Yüzyıllarda
tngiliz U lusal Yenilik Sistem inin ö zellik leri
Bilim cilerle girişim ciler arasında güçlü bağlar.
Bilim, devlet tarafından teşvik ve ye rel kulüpler tarafından popülerize edilerek, ulusal bir kurum haline geliyor.
Toprak sahipleri tarafından güçlü bir ulaşım altyapısı için ye rel yatırım lar (kanallar, yo llar ve daha sonra demir
yo lları) gerçekleşiyor.
M ucitlerin serm aye bulm ası ve girişim cilerle işbirliği yap m aların a im kân veren ortaklık biçiminde örgütlenm eler
o rtaya çıkıyo r (Ö rnek, A rkwright/Strutt).
Ticaret ve hizmetten elde edilen kârların ulusal ve ye re l serm aye p iyasaları yo lu yla fabrika üretim ine, özellikle
tekstile yatırılm ası.
İktisat politikasının klasik iktisat tarafından sanayileşm enin yararın a güçlü biçimde etkilenmesi.
U lusal teknolojinin korunm ası ve rakipler tarafından yakalanm asının geciktirilm esi için büyük çabalar harcanıyor.
Kişi başına İngiliz verim liliği, 1850 itibariyle, A vrupa ortalamasının, yak la şık ik i katıdır.
Ticaretteki iç ve dış engeller azaltılıyor veya tamamen kaldırılıyor.
A ykırıların akadem ileri (D issenters’ academ ies) ve bazı üniversiteler bilimsel öğretim sağlıyor. Yeni sanayi
kentlerinde, y a rı zaman esasında, teknisyenler eğitiliyor.

Tablo 12. 2 On Dokuzuncu Yüzyılın Sonuyla Yirminci Y üzyıl Başında


A B D U lusal Yenilik Sistem inin ö zellik leri
• Ticaret ve yatırım için hiçbir feodal engel bulunm uyor; kölelik 1865 de kaldırıldı; kapitalist ideoloji egemen.
• D em iryolu altyapısı, 1860 lardan itibaren, çok büyük bir ulusal pazarın hızla gelişm esine im kân veriyor.
• Kalifiye işgücü kıtlığı, m akine yoğun ve serm aye yo ğu n tekniklerin gelişm esini uyardı (M cCorm ick, Singer,
Ford).
• Zengin ulusal doğal kayn ak lar büyük ölçek ekonom ileri ve ağır yatırım larla üretim e sokuldu (çelik, bakır, petrol).
• Kitle üretim i ve akış üretim tipik Amerikan üretim teknikleri oldu.
• Teknik öğretim ve bilimler, 1776’dan itibaren, Federal Hüküm et ve Eyalet yönetim leri düzeyinde güçlü bir teşvik
gördü.
• Serm aye yoğun sanayilerdeki Amerikan firm aları çok büyüdü (G M , GE, SO, vb.) ve firm a içi A&G faaliyeti
başladı.
• Am erikan verim liliği, 1914 yılın d a, A vrupa’nın iki katıydı.
• Başlıca teknolojiler ve bilimler, A vrupa’dan göçler yo lu yla, ithal edildi.

ülkelerdi, (o zaman Almanya, İngiltere’y e göre az gelişm işti.) List sadece, “bebek” (ye­
ni kurulan) sanayilerin korunmasını değil, iktisadi büyüme ve sanayileşm eyi mümkün
kılacak veya hızlandıracak çok geniş bir politikalar dizisinin tasarım ını da savunuyor­
du. Bu politikaların çoğu, yen i teknolojileri öğrenmek ve uygulam akla ilgiliydi; List
açıkça, günümüzdeki “ulusal yen ilik sistemi” teorilerinin çoğunu daha zam anlarda ön­
görmüştü (Lundvall, 1992; Nelson, 1993; M joset. 1992).
D ünya Bankası (1991, ss. 33-35), iktisatçıların ikinci D ünya Savaşı’ndan sonra kal­
kınma konusunda değişen düşüncelerini gözden geçirdikten sonra, bilgi birikim i şeklin­
deki görünmez yatırım ın bir zam anlar önemine inanılan fiziki sermaye yatırım ından da­
ha belirleyici olduğu sonucuna varmıştı. Bu rapor, görüşünü desteklemek için “yen i bü­
yüm e teorisi”nden (Romer, 1986; Grossman ve Helpman, 1991) bahsediyor, fakat söz­

340
de “yeni büyüme teorisi", aslında iktisat tarihçileri ve yeni Schum peter’ci iktisatçıların
çoktan beri bildikleri bazı gerçekçi varsayım ları neo-klasik modellere, geç de olsa sok­
maktan başka bir şey değildir (Bkz. 13. Bölüm). Gerçekten de Friedrich List’in Adam
Smith’i eleştirdiği bir paragrafı buraya alınm alıdır:

Bu akıl yürütm eye karşıt olarak Adam Sm ith s e r m a y e kelimesini sadece rantiyeler ve tüccarların,
kendi muhasebelerinde ve bilançolarında, zorunlu olarak kullandıkları anlam da ele alıyor...K endi­
sinin (kendi sermaye tanım ında), üreticilerin fiziki ve entelektüel yeteneklerini bu terime dahil et­
tiğini unutuyor. Y anlış bir şekilde, ulusun gelirlerinin sadece onun maddi serm ayelerinin toplam ı­
na bağlı kaldığını söylemeye devam ediyor.
(List, 1841, p. 183)

ve daha ileride:

Ü lkelerin bugünkü durumu, bizden önce yaşam ış olan kuşakların keşiflerinin, icatlarının, iyileştir­
me ve mükemmeleştirmelerinin, uygulam a birikim lerinin bir sonucudur: Bunlar, günümüz insanlı­
ğının entelektüel serm ayesini oluşturur; her ulusun verim liliği, sadece, kendinden önceki k uşakla­
rın b ıraktıklarıyla b unlara kendi im kânlarıyla kattıklarından nasıl yararlan d ık larıyla orantılıdır.

(Ibid., p. 113)

List’in açık biçimde benimsediği görünür ve görünmez yatırım ların birbirine bağım­
lılığı kesinlikle modern bir yaklaşım dır. O, sanayinin bilim ve öğretim kurum larıyla iliş-
kilendirilmesi gereğini de savunmuştur:

İmalat sanayisinde, fizik, makine, kim ya, m atem atik veya tasarım sanatıyla ilgisi olmayan bir iş çok
nadir görülür. H içbir ilerleme, yen i keşif ve icat bu bilim ler olmaksızın yapılam adığı gibi yüzlerce
ürün ve üretim dalındaki iyileştirm e ve değişiklikler de gerçekleştirilem ez. D olayısıyla, bir sanayi
ülkesinde bilimlerin ve zanaatların yaygınlaşm ası gereklidir.
(Ibid., p. 162)

List ve benzeri düşüncedeki iktisatçıların önerileri ve daha eskilere giden Prusya sis­
temi sayesinde, Almanya dünyadaki en iyi teknik eğitim ve öğretim sistemlerinden biri­
ni geliştirdi. Birçok tarihçiye göre (örneğin, Landes, 1969; Barnett, 1988; Hobsbawm,
1968), bu sistem sadece 19. yü zyıl ikinci yarısınd a A lm anya’nın İngiltere’y i geçmesin­
deki başlıca faktörlerden biri değil, fakat bir yü zyıl sonraki Alman işgücünün, birçok
sanayi dalındaki son derece gelişmiş beceri düzeyi ve yü ksek verim liliğinin de temelidir
(Prais, 1981). Ingilizlerin, yü zyılı aşkın bir dönemdeki düzensiz, istikrarsız ve gecikm e­
li eğitim ve öğretim politikaları, hiçbir zaman Alman teknik eğitim ve öğretim sistemini
yakalam akta tam bir başarı kazanamamıştır.

341
List sadece günümüzdeki ulusal yen ilik sistemlerinin işleyişlerindeki temel nitelikle­
ri öngörmekle kalm ayıp, yabancı teknolojilerin alınm asıyla yerli teknolojik gelişmeler
arasındaki etkileşimleri de kavramıştır. U luslar daha ileri ulusların başarılarını ele ge­
çirmekle kalm ayıp, onları kendi gayretleriyle daha da artırm alıdırlar. Prusya, teknolo­
jiy i öğrenme yaklaşım ları için iyi bir model örneğine sahipti: Takım tezgâhları teknolo­
jisini ele geçirme. Takım tezgâhları teknolojisindeki anahtar yenilikler, 19. yü zyıl ilk
çeyreğinde, Ingiliz mühendisleri (özellikle M aw dslay) ve teknisyenleri tarafından ger­
çekleştirilmiştir. Takım tezgâhları Paulinyi (1982) tarafından, diğer tüm sanayiler için,
hassas metal işleme m akineleri tasarım ve im alatına imkân verdiği için “modern makine
im alatının Alfa ve Omegası”1 şeklinde tanımlanıyor. Kuşkusuz bu teknolojiler büyük
gizlilik taşıyordu, fakat bunun önemini bilen Prusya Hükümeti, İngiliz H üküm eti’nin
takım tezgâhları ihracatına yasak getirmesine rağmen (karşı çıkanlara ağır cezalar veri­
liyordu), bu teknolojiyi elde etmek için çok kararlı hareket etmiştir.
Teknik eğitim enstitülerini (G ewerbe-Institut) kuran Prusya Hükümeti, böylece it­
hal ettiği takım tezgâhlarını söküp takarak (reverse engineering)11 öğrenmeyi ve Al­
m anya’y a bu teknolojileri yayacak teknisyenleri eğitmeyi başardı (Paulinyi, 1982). A y­
nı zamanda, P rusya’y a, teknolojik bilgileri kendinde saklayan İngiliz ustalar da (crafts-
men) getirildi (O dönemde, Ingiltere’deki önde gelen her dört takım tezgâhı girişim ci­
sinden üçü, M aw dslay'in atölyesinde onunla y ılla r harcamış kim selerdi.). Prusya Dev­
leti teknoloji transferini büyük bir başarıyla teşvik ve koordine etti: Alman takım
tezgâhları ve makine yapım sanayileri 1840’lar ve 1850’lerde buharlı lokomotifler yap a­
bilmek için gerekli makine ve teçhizatı tasarlayıp imal edecek yetenekte olduğunu ispat
etti. Bu süreç P rusya’y ı (daha sonra Alman im paratorluğu’nu) Ingiltere’y i geçtiği yola
sokmuştur. List, özellikle bu örneği zikretmemesine rağmen, sanayileşm e ve teknoloji
transferi hakkında tamamen de soyut bir şekilde konuşmuyor, gözünün önünde gelişen
bir süreci anlatıyordu.
List çağdaş araştırm aların merkezinde y e r alan ulusal yen ilik sisteminin birçok nite­
liklerini (eğitim ve öğretim kurum lan, teknik araştırm a enstitüleri, üretici kullanıcını et­
kileşimli “interaktif” öğrenme süreci, bilgi birikimi, ithal edilen teknolojinin özümsen-
mesi, stratejik sanayilerin teşviki vb.) analiz etmenin ötesinde, devletin uzun vadeli ik­
tisat ve sanayi politikalarını uygulam a ve koordine işlevine de büyük önem vermiştir.
i Başlangıç ve son; bir şeyin en önemli nitelikleri anlam ında.
ii “G eriye doğru m ühendislik” diye de tanım lanabilecek bu süreçte, bir ürün genellikle bir m etal işleme ürünü, tamamen
sökülerek, parçaların resimleri, kalıpları alınarak aslına uygun biçimde im al edilir. Bu süreç, aynı zam anda klasik bir öğ­
renme sürecidir. İlk çıkan ürünler, aslın a uygun olabilir v eya genelde daha körii ve kalitesizdir. Bazı durum larda ise, bu
m alları taklidin ötesinde iyileştirm ek ve daha iyisini yap m ak mümkün oluyor. Örneğin Jap o n lar, II. D ünya Savaşı'ndan
sonra, Leica fotoğraf m akinelerini taklitle başlayıp, bunu geliştirerek, bugünkü sanayilerinin temelini atm ışlardır. Sov-
ye tle r ise sanayileşm e planlarında. Am erikan traktörlerini, otomobillerini, Alman tanklarını vb. akla gelebilecek tüm
m ekanik ürünleri “sök tak m ühendisliği” ile üretm işlerdir. Ingiliz S an ayi D evrimi 'nin yayılm asın daki tersine mühendis­
liğin örnekleri sayısızdır.

342
İşte List, başından beri tartışm a halinde olduğu, Klasik O kulu n önemli siması Je a n
Baptiste S ay ile burada ters düşmektedir; çünkü Say, hükümetlerin olumsuz m üdaha­
leleri bir yana, bu konuda hiçbir etkisinin olm ayacağını savunm aktaydı. Teknolojiyi y a ­
kalam akta, Prusya D evleti’nin rolünü Landes (1969) şöyle özetlemektedir:

Sadece Devlet, ABD gibi uzak yerlere büyük m asraflarla inceleme turları düzenleyebilir; gereken
binaları ve teçhizatı sağlayabilir; uzun y ılla r yab ancı ülkelerdeki öğrencilerin iaşe ve ibadesini k ar­
şılayabilirdi. Bunun ötesinde devlet, tüm ekonomiye yen i teknikleri getirm ek ve yaym ak için kurul­
muş olan daha yaygın bir eğitim sisteminin bir parçası -aslın d a en önemli parçası o lan - temel öğ­
retimi kurum laştırıyor; eğitim yapm ayan akadem ileri, müzeleri ve belki daha da önemlisi sergi ve
fuarları da düzenliyordu.
Son olarak da devlet, teknik yardım ve danışm anlık hizmetleri sağlıyor, mucitlere ve göç edip ge­
len girişim cilere mali destek veriyor, m akineler hediye edip, ithal edilen sanayi makine ve teçhiza­
tına vergi iadesi ve m uafiyeti tanıyordu. Bunların bir kısm ı sadece geçm işteki bir uygulam anın y a ­
ni devletin, iktisadi kalkınm adaki doğrudan çıkarını gözeten güçlü bir geleneğin m irasını sürdür­
mekten ibaretti; ama bunların çoğu, özellikle A lm anya’da, teknoloji yak alam a sürecini hızlandırm a
ve örgütlenm edeki arzunun açık bir belirtisiydi.

Bu teşvik çabaları araştırm a ve sanayi performansının akılcı standartlarını ortaya koyduğu ölçüde,
gelecek için en kayda değer iş yapılm ış oldu.
(Landes, 1969, p. 151)

Doğal olarak, Birleşik Devletler 19. yüzyılın ikinci yarısında, İngiltere’y i geçmekte
A lm anya’dan çok daha başarılıydı. List, bu ülkede kalarak ve özellikle Hamilton’un
İm ala t Ü z erin e R a p o r unu (1791) okuyarak aydınlandı. Y aygın öğretim (teknik eğitim
kadar olmasa bile), Birleşik Devletlerde, A lm anya’dan daha da kayda değer bir teşvik
görüyordu. Ucuz ve bol hammadde, enerji ve geniş bir araziyle birlikte arka arkasına
gelen göç dalgaları Birleşik Devletlerin ulusal sistemine, A vrupa’da görülmeyen bazı
özel nitelikler katmıştı. Bu ülkede, yabancı yatırım ların rolü artarken, devletin öncü fa­
aliyeti Alm anya’dan daha büyüktü.
Her ne kadar List, ulusal yenilik sistemi hakkındaki çağdaş tartışm aların birçok ana
hattını (farklı bir terminolojiyle) öngörmüşse de, doğal olarak onun 150y ıl sonraki dün­
y a ekonomisi ve ulusal ekonomilerde ortaya çıkan değişiklikleri tahmin edebildiğini dü­
şünmek bile anlamsızdır. Özellikle List, sanayideki profesyonelleşmiş firma içi A&G fa­
aliyetleri bir yana, birçok değişik ülkede üretim yapan ve giderek artan bir biçimde ken­
di ana üsleri dışında A&G birimleri kuran çok uluslu (ya da uluslar ötesi) şirketlerin
(Ç U Ş ’lar) doğuşunu da hiçbir zaman öngörememiştir. Bunlar, tüm ulusal yen ilik siste­
mi kavram ını derinden etkileyen çok önemli yen i gelişm elerdir. Bu bölümün aşağıdaki
kesiminde, önce A&G faaliyetinin ve tiplerinin ortaya çıkışı, ulusal sistemler içinde kar­
şılaştırm alı biçimde tartışılacak; üçüncü kesimde karşıt ulusal sistemler; dördüncü ke­

343
simde ise Ç U Ş ’ların çeşitli kıtalarda y e r alan ulusal ekonomilerin performanslarını na­
sıl ve ne derece etkiledikleri ele alınacaktır.

12.2 Profesyonel A&G Faaliyetinin Doğuşu ve Yükselişi


Yirminci yüzyılda, “ulusal yen ilik sistem ini”, sadece A&G ve öğretim sistemi açısın­
dan analiz etmek çok çekici hale gelm iştir. Bu kesimde, bu tür dar anlam da nicel bir
analizin çok daha geniş bir yelpazedeki sosyal kurum lan da kucaklayan, çok daha g e­
niş anlam daki nitel bir analiz lehine, niçin ve nasıl terk edildiği gösterilm eye çalışıla­
caktır.
4. ve 5 Bölümlerde görüldüğü gibi, firma içindeki A&G birimi şeklindeki temel ku­
rumsal yenilik, A lm anya’da 1870’de ortaya çıkmıştır. Doğaldır ki firm aların ürün ve
üretim yenilikleri yapm ası yüzyıldan daha eskilere gidiyordu. Ancak ilk kez Alman bo­
y a r maddeler sanayisi, yen i ürünler ve yen i kim ya proseslerinin firma içinde daha dü­
zenli, sistematik ve profesyonel temelde geliştirilm esinin ve araştırılm a işinin firmaya
sokulmasının daha karlı olacağını anlam ıştır. A&G laboratuvarlarında şimdi binlerce
bilim adamı ve mühendisin istihdam edildiği Hoechst, B ayer ve BASF, günümüze de­
ğin bu geleneği sürdürerek güçlendirm işlerdir. Kuşkusuz, sentetik çivide diğer pek çok
sentetik boyalar ve ilaçlar, suni gübre üretimi için Haber-Bosch prosesi gibi keşifler ve
yenilikler, Birinci D ünya Savaşı öncesi ve sonrasında Alman kim ya sanayisinin öncü
durum a gelmesini sağlayan başlıca faktörlerdir. Bu üç firma, 5. Bölüm’de görüldüğü gi­
bi, 1926’da dev IG Farben Tröstünü oluşturm ak için birleştikleri zaman, A&G faaliyet­
lerini güçlendirerek, sentetik maddeler, elyaf ve lastikler alanında (PVC, polistiren, üre-
formaldehit, Buna, vb.) birçok önemli yen iliği gerçekleştirdiler.
Daha başlangıcından itibaren, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirm incinin ilk
yarısın d a kim ya ve elektrik sanayileri için, özel A&G laboratuvarları, tedricen büyük
im alat firm alarının çoğunun özel bir niteliği haline geldi (hizmet sektöründeki küçük
firm aların önemli bir kısm ı henüz bu nitelikte değildi) (M ow ery, 1980, 1983;
Hounshell, 1982; Hughes, 1989). Sanayinin bu davranış değişikliği, kamu laboratu-
varlarının sözleşme esasında çalışan bağımsız araştırm a enstitülerinin ve üniversite
araştırm alarının artm ası gözlem cileri çok etkiliyordu; bu durum, önde gelen fizikçiler­
den birinin, on dokuzuncu yüzyılın en büyük icadının, bizzat icat yöntem inin icat edil­
mesi, olduğu yorum una yo l açm ıştır.1 Pek tabii ki 1870’den önceki yü zyıllard a ve hat­
ta bin y ıl içinde, birçok büyük icat yapılm ıştı, ancak yeni, profesyonel A&G laboratu-
varı dev bir adım gibi görünm ekteydi. Bu anlayış, ikinci D ünya Savaşı’nda iyice per­
çinlendi. Bilim, Birinci D ünya Savaşı’nda da —birçoklarının sandığından daha çok—
i “The greatest invention of the nineteenth century w as the invention of the method of invention”. A. N. W hitehead.
S c i e n c e a n d t h e M o d e r n W orld, A M entor Book, (1925), 1963, s. 91. W hitehead, aslında bir filozoftur.

344
önemliydi; ancak, tüm dünyanın, bilimin gücünden, özellikle de, Büyük Bilim ’in gü ­
cünden etkilenmesi, M anhattan Projesi ve onun ürünü olan H iroşim a’d ır1. Savaşan ta­
raflardaki radar, bilgisayarlar, roketler ve patlayıcılar gibi gelişm eler, hüküm etlerin sa­
nayideki ve üniversitedeki mühendislerle bilim cileri seferber ettiği büyük A&G proje­
lerinin sonuçlarıdır.
Bu nedenlerle, ikinci D ünya Savaşı ortam ında örgütlenmiş, profesyonel A&G fa­
aliyetlerinin çok yü k sek bir prestij kazanm ası sürpriz değildi. Ancak ileri görüşlü bir
fizikçinin (Bernal 1939) İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri için önerdiği A&G b üyük­
lükleri, o zaman için saçma denecek derecede ütopik bulunmuşken, savaştan sonraki
siyasi ortam da rahatça gerçekleşti. Hemen bütün sanayileşm iş ülkelerde benzer hızlı
gelişmeler cereyan etti (1. Bölüm ve Tablo 12.3); hatta Üçüncü D ünya ülkelerinde b i­
le, araştırm a konseyleri (kurum lan), ulusal A&G laboratuvarları ve diğer bilimsel ku ­
ruluşların tesisi eğilim leri ortaya çıkarak, nükleer fiziğe ağırlık verilerek, bazı örnek­
lerde (Arjantin, Hindistan, Brezilya, İsrail, Y ugoslavya gibi) nükleer silah yapım ına
girişildi. Bu durum da yen i bilim konseylerinin kendi hüküm etlerine yap tığı tavsiyeler­
de, basit anlamda, bilim ve teknolojinin “ittiği” doğrusal modellerin hâkim olması çok
doğaldı. H erkese aşikâr gelen atom bombasının (ve elektrik üretimi için nükleer ener­
jinin) şu zincirleme reaksiyon içinde ortaya çıkm asıydı: Temel fizik araştırm ası —büyük
laboratuvarlarda geniş çaplı geliştirm e faaliyeti—uygulam a ve (askeri veya sivil) y e n i­
liklere dönüştürme. Bu “doğrusal model”, özellikle Vannevar Bush’un (N SF, 1945)
B ilim , S on su z S ın ır başlıklı, çok etkili ve ünlü raporuyla da destekleniyordu (Bkz. Sto-
kes, 1993).
Bunlardan, birçoklarının sandığı gibi, yeniliklerin tek kaynağının A&G sistemi oldu­
ğu anlamı çıkarılam az. Bu kanıyı, önce ABD ’da National Science Foundation (N SF)
tarafından, daha sonra da 1950’ler ve 1960’larda diğer OECD ülkeleri tarafından be­
nimsenen ölçüm sistemi pekiştirm iştir. Bu ölçüm sistemi, Frascati Elkitabı diye bilinen
bir çalışm ayla (OECD, 1963a) standart hale getirilm iştir. Y azarların, teknik ilerleme­
nin sadece A&G’y e değil fakat eğitim, öğretim, üretim mühendisliği, tasarım ve kalite
kontrolü gibi birçok başka faaliyete bağlı olduğunu vurgulam alarına rağmen, her nasıl­
sa A&G ölçümleri genelde yen i ve iyileştirilm iş her türlü ürünün ve üretim sürecinin or­
taya çıkmasını sağlayan tüm faaliyetleri temsil eder bir şekilde kullanılm ıştır. Bunun
ötesinde, A&G sistemiyle üretim ve pazarlam a etkileşimini sağlayan bağlantıların (feed-
back loops) önemi de göz ardı edilmiş y a da unutulmuştur. İşin gerçeği, elde sadece
A&G ölçümlerinin olması ve kullanılm asıyla bu eğilim lerin pekiştirilm esidir.

i Hiroşima dan kasıt, 1945 Ağustos ayın da Ja p o n y a ’y a atılan ilk atom bombasıdır; İkincisi de kısa süre sonra
N agasak iye atılm ış ve Jap o n y a teslim olmuştur.

345
Tablo 12 .3 GSM G'in Yüzdesi O larak A raştırm a ve G eliştirm eye Yapılan
G ayri Saß H arcam alar (GERD/GNP O ranlan) 1934-83 Tahmini

1934 1967 1983 1983


(sadece sivil A&G)

ABD 0.6 3.1 2.7 2.0


AB® 0.2 1.2 2.1 1.8
Jap o n ya 0.1 1.0 2.7 2.7
SS C B 0.3 3.2 3.6 1.0

* 12 AB ülkesinin ağırlıklı ortalam ası

K a yn a k la r: B e r n a l (1939) ta h m in lerin in "F ra s ca ti" ta n ım la rın a (1963) u ya rla n m a sı, O E C D ista tistik leri v e F reem a n v e
Y o u n g a (1965) d a ya n a ra k S o v y e t ista tistik lerin in d ü z eltilm iş so n u çla r ı.

Bunların etkileri, OECD tarafından 1960 'lar ve 1970’lerde, üye ülkeler için hazırla­
tılan "Bilim Politikası İncelem eleri” (Science Policy Reviews) başlıklı ulusal raporlar­
da görülm ektedir1. Bu incelemelerin takdir edilecek tarafı, hâlâ devam eden ve bunla­
rın model aldığı üye ülkelerin iktisat politikası raporları gibi, her üyenin performansı­
nı, uluslararası karşılaştırm a ölçütleriyle, dostça fakat bağımsız ve eleştirel bir değer­
lendirmesini yapm ak am acıyla yazılm ış olm alarıdır. U ygulam ada, bu raporlar genelde
biçimsel olarak A&G sistemi ve teknik öğretimde odaklanırlar. Tabii ki bu yaklaşım y a ­
rarlı olm akla birlikte "ulusal sistem ”in dar anlam da tanım lanm asına yo l açar, icat ve y e ­
nilik üzerine yapılan pek çok araştırm a, yeniliklerin başarısı bakım ından A&G dışında­
ki diğer birçok faktörün de önemini göstermiştir. Ancak bu faktörleri, uluslararası kar­
şılaştırm alarda kullanm anın pratik güçlükleri çok fazladır. Buna benzer nedenlerle, da­
ha sonra geliştirilm iş olan "yeni büyüme teorileri” için kurulan modellerde de tamamen
nicel A&G faaliyeti ve öğretimle ilgili ölçümler, veriler kullanılm aktadır (13. Bölüm).
Zamanla, 1950’ler ve 1960’larda teknik ilerleme ve iktisadi büyüme hızlarının, radi­
kal yenilikleri dünyada ilk kez ortaya koym aktan çok, teknik yeniliklerle birlikte sosyal
yeniliklerin, etkin biçimde yayılm asına bağlı olduğuna ilişkin yeterli kanıtlar toplandı.
Bu yaklaşım değişikliği çeşitli OECD raporlarında (1963b, 1971b, 1980a, 1988, 1991,
1992) ve ülke "yenilik” raporlarının hazırlanm aya başlam asında görülmektedir. Temel
bilimlerin hâlâ çok önemli olduğu kabul edilmekle birlikte, artık teknoloji ve yayılm ası­
na eskisinden daha fazla ağırlık veriliyordu.
Çeşitli OECD raporları, bilim ve teknoloji politikalarındaki ve düşüncelerindeki de­
ğişiklikleri yansıtm aya yarasa da, bu değişikliklerin kaynağı değildir. OECD doküman­
ları, üye ülkelerin en son deneyim lerini özetleyip yansıtarak, bu deneylerden alınacağı
düşünülen dersleri yaym aya çalışır. OECD, aynı zam anda teknolojik değişimle ilgili
akadem ik araştırm alardan tutun, sanayi A&G yönetimi kaynaklarına ve bağımsız araş-
i T ürkiye için, “Reviews of N ational Science and Technology Policy: Turkey, OECD, Paris, 1996" ve çevirisi “OECD.
TÜ R KİYE , U lusal B ilim v e T ek n o lo ji P olitik ası R a p oru , TÜBİTAK, A nkara, 1996.”

346
tırıcıların sağladığı girdilere değin tüm kapsam lı raporları değerlendirm eye en yatkın ve
yetkin uluslararası örgüttür. Özellikle 1970’lerde, Jap o n ya’nın O ECD ’y e katılm asıyla
yapılan karşılaştırm alar çok etkili olmuştur.

12. 3 Ulusal Yenilik Sistemlerinin, 19701er ve 1980lerdeki


Bazı Karşıt ö zellikleri
Jap onya, ABD ve A vrupa’nın sanayi A&G ve yenilikleri hakkındaki bilgiler ve tah­
liller artm aya başlayınca, giderek yeniliklerin başarısının, yayılm a hızlarının ve buna
bağlı verim lilik artışlarının, A&G faaliyeti olduğu kadar, çok geniş bir alandaki çeşitli
etkilere bağlı olduğu görüldü. Özellikle, küçük yeniliklerin fabrika içindeki imalat mü­
hendisleri ve teknisyenlerden geldiği anlaşılm ıştır. Bu yenilikler, farklı iş örgütlenmele­
riyle çok yakından ilgilidir (Hollander, 1965).
Bunu ötesinde, birçok ürün ve hizmetteki iyileştirm elerin, piyasalarla firm aya mal ve
hizmet sağlayan anlaşm alı firm aların etkileşim leri sonucu ortaya çıktığı anlaşıldı (von
Hippel, 1976, 1988; Lundvall, 1985, 1988b, 1992; Sako, 1992). Düzenli A&G faaliyeti­
nin, genelde radikal yeniliklerin ortaya çıkmasında, önemli katkısı olmakla birlikte, fir­
ma ve sanayi düzeyinde teknik değişim sürecindeki diğer katkıları ve etkileri görmez­
den gelmek artık mümkün değildi.
II. Kısım’da kritik öneminin gösterildiği gibi, radikal icatların yenilikçi başarıları, sa­
dece firm alar arası ilişkilerle değil, daha dar alandaki profesyonel bilim teknoloji siste­
mi içindeki dışsal bağlantılarla da ilişkilidir (N SF, 1973; Gibbons ve Johnston, 1974).
Son olarak da, yeniliğin sistemik cephelerini daha da açıklığa kavuşturan yayılm a üze­
rindeki araştırm alar, belli bir yayılm a sürecine bağlı olan verim lilik kazançlarıyla y a y ıl­
ma hızının belirlenmesinde giderek daha etkili oldular (Carlsson ve Jacobsson, 1993).
Robotlar ve CN C’ler gibi, özel teknik yeniliklerin başarısı, üretim sistemindeki, bunlar­
la ilgili diğer değişikliklere bağlıydı (Fleck, 1993). D ünya ekonomisinde, 1970’ler ve
1980’ lerde üç yen i “doğurgan” (generic) teknoloji (enformasyon teknolojisi, biyotekno-
loji ve yen i malzeme teknolojileri) yayılırken , yeniliğin sistemik cepheleri giderek daha
büyük önem kazandı.
U luslararası düzeyde karşıt iki deneyim, 1980’lerde politikacılar ve araştırıcılar üze­
rinde çok büyük bir etki bırakacaktır: Bir tarafta, önce Jap o n ya ve sonra Güney Ko­
re’nin olağanüstü iktisadi ve teknolojik “yakalam a” başarıları; diğer tarafta Doğu Avru­
p a’nın sosyalist ekonomilerinin çöküşü.
Başlangıçta, Jap o n ya’nın 1950’ler ve 1960’lardaki başarıları doğrudan kopya, taklit
ve yabancı teknolojileri ithal etmesine bağlanıyor; teknik ödemeler dengesi denilen ista­
tistiklere de bu görüşleri destelemek için sıkça atıflar yapılıyordu. Bu tablolar, Jap o n ­

347
y a ’nın lisans ve know-how ithalat ve ihracatında çok büyük açıklar gösterirken, ABD
için de çok büyük fazla veriyordu. Bir süre sonra Jap o n ürün ve üretim süreçleri gide­
rek daha fazla sanayi kolunda Avrupa ve Am erika'yı geçmeye başlayınca (6. ve 7. Bö­
lümler) işin böyle olmadığı, Jap o n ya’nın teknoloji ithalatının önemini sürdürm ekle bir­
likte, kopya, taklit açıklam asının yetersiz kaldığı anlaşıldı. Jap o n sanayi A&G harcam a­
larının net sivil sanayi hasılasına oranı, 1970’lerde; toplam sivil A&G harcam alarının
G SM H oranı ise, 1980’lerde ABD ’y i geçmiş bulunuyordu (Tablo 12.3). Jap o n perfor­
mansı şimdi daha çok A&G yoğunluğu ile özellikle elektronik gibi, çok hızlı büyüyen si­
vil sanayilerde yoğunlaşm ış olan A&G ile açıklanm aya çalışılıyordu. Patent istatistikle­
ri de ileri gelen Jap o n elektronik firmalarının bu alanda Amerikan ve Avrupa firm ala­
rım sadece yerli patent sayısında değil, A m erika’dan alman patentlerin sayısında da geç­
tiklerini göstermekteydi (Patel ve Pavitt, 1991, 1992; Freeman, 1987).
Yine de araştırm a ve yenilikçi faaliyetlere ilişkin kaba ölçümler, Jap o n ya’nın bilim­
sel ve teknolojik faaliyetlerindeki büyük artışı gösterse de, bu faaliyetlerin nasıl daha
yüksek kalitedeki ürün ve üretim süreçlerine (Grupp ve Hofmeyer, 1986; W omack e t
al., 1990) bu kadar kısa bir sürede ulaşabildiğini (Graves, 1991; M ansfield, 1988) ve ro­
bot teknolojilerinde olduğu gibi, çok hızlı bir şekilde yayıld ığını açıklam ıyordu (Fleck
ve W hite, 1987; M ansfield, 1989). Daha da ötesi, buna karşıt olarak, (o zam anki) Sov-
yetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin çok daha fazla kaynağı A&G’y e tahsis etme­
lerine rağmen, yeniliklerinin başarısını, yayılm asını ve verim lilik artışlarını garanti ede­
meme gibi bir örnek bulunuyordu. Ulusal sistemi etkileyen nitel faktörlerin de en az düz
nicel göstergeler kadar dikkate alınm ası gereği aşikârdı.
Jap o n ya ve Sovyetler B irliği’nin ulusal sistemlerinin 1970’lerdeki çalışm alarını
özetleyen Tablo 12.4, bu ikisi arasındaki temel farklardan bazılarını gösteriyor. En çar­
pıcı fark, doğal olarak, Sovyetlerin sivil ekonomiye doğrudan veya dolaylı etkisi çok az
olan, askeri ve uzay A&G’y e muazzam bir kaynak ayırm asıdır. Şimdi anlaşılıyor ki
ABD ile süper güç dengesi içinde yapılan silah yarışında, Sovyetlerin aslında çok bü­
yü k olan A&G kaynaklarının yak laşık dörtte üçü savunma ve uzay araştırm alarına git­
miştir. Bu miktar, Sovyet G SM H ’nın yak laşık %3’üne karşılıktır ki sivil araştırm alara
ancak %1 kadar küçük bir pay kalm aktadır. Bu sivil A&G/GSMH oranı, birçok Batı
Avrupa ülkesinin yarısından daha az olup, Jap o n y a’y a göre de çok daha düşük bir
orandır (Tablo 12.3).
Yine de sistemin sosyal, teknik ve iktisadi bağlantıları güçlü, etkin performansı kuv­
vetle teşvik edilmiş olsaydı, Sovyetler çok daha verimli olabilirdi. Sovyet sistemi, bir
akademi sistemi içinde (temel araştırm alar için); her sanayi sektörü için (uygulam alı
araştırm a ve geliştirme için); proje tasarım örgütleri (fabrika tasarım ı ve teknoloji itha-

348
Tablo 12. 4 B irbirine K arşıt U lusal Yenilik Sistem leri, 19701er

Japonya SSCB

Y üksek GERD/GNP Oram (%2.5) Çok yü k sek GERD/GNP oranı (yak. % 4)

Çok düşük askeri/uzay A&G oranı Çok yü ksek askeri/uzay A&G oranı
(A&G nin < %2) (A&G nin > %70)

A&G nin büyük kısm ı firm a düzeyinde A&G nin çok küçük bir kısm ı firm a (girişim )
ve firma finansm anıyla (yak. 2/3) düzeyinde ve finansmanı da aynı ( < %10)

A&G ile üretim ve teknoloji ithalinde A&G ile üretim ve teknoloji ithalinde, firma
firma düzeyinde güçlü b ağlantılar var. düzeyinde parçalanm a; kurum sal ilişkiler zayıf.

Güçlü üretici kullanıcı ve y a n sanayi Pazarlam a, üretim ve ya n sanayiler arasındaki


bağlantıları şebekesi. bağlantılar çok zayıf y a da mevcut değil.

Firm a düzeyinde hem yönetim hem de 19601ar ve 1970lerde bazı yen ilik teşvikleri
işgücünün y en ilik yapm ası için güçlü gücünü göstermişse de heves kırıcı diğer faktörler
teşvikler vardır. yönetim i ve işgücünü olumsuz etkilem iştir.

U luslararası piyasalardaki yoğun Silahlanm a y a n ş ı dışında uluslararası rekabete


rekabet deneyim i göreceli olarak, daha az maruz kalındı.

latı için) şeklinde, ayrı araştırm a enstitüleri bazında yayılıp gelişm işti (B arker ve Davi-
es, 1965; Amann e t al., 1979). Bu çeşitli kurum larla girişim ler düzeyindeki A&G faali­
yetleri arasındaki bağlar, I960’lar ve 1970’lerde sistemi düzeltmek için ardı ardına y a p ı­
lan reform teşebbüslerine rağmen zayıf kaldı; sivil sanayilerdeki A&G faaliyetleri de, g i­
rişim ler (Sovyet firm aları) düzeyinde son derece zayıftı.
Bunun da ötesinde, Sovyetler sisteminde planlanmış nicel üretim hedeflerini karşıla­
ma gereği gibi, teşebbüsler düzeyinde yeniliği geciktiren, oldukça güçlü negatif teşvik­
ler de yürürlükteydi (Gomulka, 1990). O ysa Jap o n sistemindeki en güçlü özellik, fir­
ma düzeyinde A&G faaliyeti, üretim ve teknoloji ithalatının birleştirilm esiydi (Baba,
1985; Takeuchi ve Nonaka, 1986; Freeman, 1987). Bu birleşme, Sovyetler B irliği’nde
havacılık sanayi ve diğer savunma sektörleri haricinde son derece zayıftı. Nihayet, di­
ğer birçok sanayi ülkesinde çok önemli olana üretici, kullanıcı bağlantıları, Sovyetler
B irliği’nin birçok alanında y a çok zayıftı y a da mevcut değildi.
İki ülkenin ulusal sistemlerinde birbirine benzeyen bazı ortak özellikleri olduğu da
m uhakkaktır; her ikisi de 1950’ler ve 1960’larda yü ksek büyüme hızlarından yararlan ­
mışlardır. Büyük oranda gencin katıldığı, bilim ve teknolojiye büyük ağırlık verilen bir
yükseköğretim e sahip eğitim sistemleri vardı (ve hâlâ da öyledir). Her iki ülkenin de,
bilim ve teknoloji sistemleri için uzun vadeli hedefler ve perspektifler yaratacak yö n ­
temleri de vardı. Jap o n ya’da uzun vadeli “vizyonlar” sadece M IT I’nin (San ayi ve Dış
Ticaret Bakanlığı) ve diğer kamu kuruluşlarının değil, sanayi ve üniversitelerin de k a­

349
tıldığı bir etkileşim sürecinde ortaya çıkarken (Irwine ve M artin, 1984), Sovyetlerde bu
süreç daha kısıtlıydı ve büyük ölçüde askeri/uzay gereksinim lerinin baskısı altında be­
lirleniyordu.
Ulusal yenilik sistemleri arasındaki benzer büyük bir zıtlık, 1980’lerde Latin Ameri­
ka ülkeleriyle Doğu A sya’nın “Dört Kaplanı” arasında, daha da özelinde, iki “yeni sana­
yileşen ülke" (NICs) Brezilya ve Güney Kore arasında görülür (Tablo 12.6). A sya ülke­
leri 1950’lerde çok düşük düzeyde bir sanayileşme ve kişi başına çok düşük bir G SYlH
ile yo la çıktılar (Tablo 12.7). Latin Am erika ülkeleriyle Doğu A sya ülkeleri 1960’lar ve
1970’lerde genellikle çok hızlı büyüyen N lC ’ler grubuna sokulurken, 1980’lerde, arada­
ki farklar çok açıldı: Doğu A sya ülkeleri yılda, ortalama %8 büyürken, Brezilya dahil
birçok Latin Amerika ülkesinin büyümesi %2’nin altına düşmüştür ki bunun anlamı çok
kere, kişi başına azalan milli gelir demektir (Tablo 12.8).

Tablo 12. 5 U lusal Yenilik Sitem lerinde, 19801erdeki Farklılaşm alar


Doğu A sya Latin A m erika

Genel eğitim in yükseköğretim e büyük katılım Eğitim sisteminin bozularak oransal olarak
ile çok sayıda mühendis yetiştirecek biçimde daha az mühendis yetiştirm esi.
genişletilm esi.

Teknoloji ithalatı, tipik biçimde, teknolojik ö z ellik le A BD 'den büyük teknoloji transferi
değişme konusundaki y e rli inisiyatifle birleşip fakat firm aların zayıf A&G düzeyi bunların
daha sonraki aşam ada y e rli A&G düzeyini çok azının bütünleşm esine yo l açıyor.
hızla yükseltiyor.

S an ayi A&G tipik olarak tüm A&G nin %> 50 S an ayi A&G tipik olarak tüm A&G nin %< 25

Güçlü bilim ve teknoloji alt yap ısı gelişiyor ve Z ayıflayan bilim ve teknoloji alt yap ısı ve
daha sonraki aşam ada, sanayi A&G ile sıkı sanayi ile kötü ilişkiler.
b ağlantılar kuruluyor.

1980'ler ve 1990'larda, Y en ’in güçlenm esiyle Y abancı yatırım ların (başta A BD ) azalm ası ve
b üyük ölçekli Jap o n serm ayesi ve teknolojisi genelde düşük düzeyde yatırım yap ılm ası. Tek­
geliyor ve yatırım lar d a y ü k sek düzeyde. Jap o n nolojide uluslararası ilişkiler ağı çok zayıf.
Yönetim modelleri ve örgütsel bağlantılarının 1990’lard a oynak portföy yatırım ları canlansa
etkisi çok büyük. da uzun dönemli doğrudan yatırım lar fazla
bir canlanm a gösterem iyor.

îleri iletişim alt-yapısına büyük yatırım . M odern iletişim alt yap ısı yav aş gelişiyor.

Hızlı büyüyen, güçlü elektronik sanayisi yü ksek D üşük ihracat yap an, uluslararası piyasalardan
ihracat ve uluslararası piyasalardaki kullanıcılar çok az şey Öğrenen elektronik sanayileri.
ile yoğun ilişkiler gerçekleştiriyor.

350
Tablo 1 2 .6 B rezilya ve G üney K ore Bin, 1980lerd e, U lusal
Yenilik Sistem leri ve Bazı N icel G östergeler
U lusal K u ru m la r v e T eknik Y e te n e k ler le İlg ili Ç eşitli B rez ily a G ü n ey
G ö s t e r g e le r K ore

Yükseköğretim e katılan y a ş grubu yüzdesi 11 32


(1985) (1985)
N üfusun yüzdesi olarak m ühendislik öğrencileri 0.13 0.54
(1985) (1985)
G SM H mn yüzdesi olarak A&G 0.7 2.1
(1987) (1989)
Toplamın yüzdesi olarak sanayi A&G 30 65
(1988) (1987)
M ilyon çalışana düşen robot sayısı 52 1.060
(1987) (1987)
M ilyon çalışana düşen CAD 422 1.437
(1986) (1986)
M ilyon çalışana düşen NCM T ° 2.298 5.176
(1987) (1985)
Elektronik sektöründe büyüm e hızları %8 %21
(1983-87) (1985-90)
100 kişiye düşen telefon hattı (1989) 6 25
Kişi başına iletişim teçhizatı satışı (1989) $ 10 $ 77
A BD 'den alm an patent sayısı (1989) 36 159

* N üm erik kontrollü takım tezgâhlan

Kuşkusuz bu büyük farkların birçok açıklam ası mevcuttur. Bazı A sya ülkeleri top­
rak reformu ve eğitim seferberliği gibi radikal sosyal değişim ler yaşarken, bunlar yine
bu ölçekteki bir yapısal ve teknik değişimi kolaylaştırdılar. Brezilya ve Güney Kore ör­
neğinde, bu farkları belirten çok ayrıntılı nicel göstergeler sunmak mümkündür. Tablo
12.6’da görüldüğü gibi, 1980'lerdeki eğitim sisteminde ortaya çıkan farklılıklar kadar,
girişim düzeyinde A&G faaliyeti, iletişim alt yap ısı ve yen i teknolojilerin yayılm ası da

Tablo 12. /L atin Am erika ve Asya'da Sanayileşm enin Başlangıcm a A it G östergeler

Ü lk eler İm a la tın N et T anm K işi B a şın a N et İm a la t


Ü retim in e O ranı K a tm a D e ğ e r i ($)

A rjantin 1.32 145


Brezilya 0.72 50
M eksika 1.00 60
Venezüella 1.43 95
Kolombiya 0.42 45
G üney Kore 0.20 8
Tayland 0.28 10
Hindistan 0.30 7
Endonezya 0.20 10

K a yn a k : M a iz els, (1963)

351
Tablo 12. 8 K arşılaştırm alı Büyüme H ızlan, 1965-89
Yıllık Y ü z d e G SY İH A rtışı 1965- 80 1980-89

Doğu A sya 7.5 7.9


G üney A sya 3.9 5.1
A frika (Sahranın altı) 4.0 2.1
Latin A m erika 5.8 1.6

K işi B a şın a Yıllık Y ü z d e G SYİH A rtışı 1965-80 1980-89

Doğu A sya 5.0 6.3


G üney A sya 1.5 2.9
A frika (Sahranın altı) 1.1 -1.2
Latin A m erika 3.5 -0.5

K a yn a k : D ü n y a B ank ası (1991)

dikkat çekicidir (D aha ayrıntılı bir karşılaştırm a için Nelson, 1993; Brezilya ulusal sis­
teminin ayrıntılı bir incelemesi için Villaschi, 1993). Yenilerde, Brezilya ekonomisi,
1980’lerin “kayıp y ılla r”ından sonra toparlanm aya başlasa da hâlâ Güney Kore’nin ge­
risindedir ve büyük farklılıklar da varlığını sürdürüyor.

12. A Küreselleşme ve Ulusal Sistemler


Çeşitli ülkelerdeki ulusal kurum ların, teknolojik değişim, dolayısıyla iktisadi kalkın­
manın göreceli hızlarını etkilediği öne sürülmektedir. Y ukarıda, ulusal sistemlerin ne
kadar değişik oldukları, uç örnekler gösterilerek tanımlanmıştır. Bu yapılar, yirm inci
yüzyılın ikinci yarısında, dünya ekonomisinin önemli özelliklerini ve eşitsiz büyüme ile
kalkınm a hızlarındaki faklılıkları açıklar. Bir düzineden fazla ulusal yen ilik sisteminin
karşılaştırm alı incelemesinin (Nelson, 1993) gösterdiği gibi, ulusal sistemlerin farkları
ABD ile Jap onya, AB ve Avrupa ülkelerinin kendileri arasında da mevcuttur. M josat
(1992) tarafından yapılan İrlanda’nın diğer küçük ülkelerle karşılaştırılm ası ile Edqvist
ve Lundvall’ın Danim arka ve İsveç’i karşılaştıran çalışm aları (1993), ilk bakışta, birbi­
rine birçok bakımdan benzedikleri sanılan bu küçük ülkelerin kendi aralarında bile bü­
yü k farklılıkları bulunduğunu göstermektedir. Bunun ötesinde, Archibugi ve Pinta
(1992) teknoloji ve ticarette giderek artan uzmanlaşma eğilimlerini; Fagerberg ise
(1992), karşılaştırm alı teknolojik üstünlükler bakımından iç piyasaların öneminin sür­
düğünü göstermişlerdir.
Buna rağmen, ulusal performansları belirleyen yen ilik yapm a kapasitelerindeki ulu­
sal farklar kavramının, son zamanlarda, uluslar ötesi şirketlerin (TNCs) ortaya çıkm a­
sıyla tümden sarsıntı geçirmesi, bir anlamda, dünya ekonomisinin küreselleşme yönün­
de değişen cephesidir. Örneğin, Ohmae (1990) S ınırları O lm a ya n D ü n ya kitabında,
birbirine kenetlenmiş (interlinked) ekonomilerde (İLE) yan i ABD, AB ve Jap o n ya ile

352
son zam anlarda bunlara katılan Yeni Sanayileşen Ülkelerde (N ICs) ulusal sınırların
“eridiğini” ileri sürmüştür. Ona göre, 1980’lerden önce, özellikle Jap o n y a’da, ulusal
farklar ve ulusal politikalar önemliydi, fakat bugün İLE "o kadar güçlü hale gelm iştir ki
tüketicilerin ve firm aların çoğunu yutm uş, geleneksel sınırları, bürokrasiyi ve politika­
cıları neredeyse kaldırm ış, askeriyeyi çökmeye yü z tutan sanayiler statüsüne doğru it­
meye başlam ıştır” (p. xii).
Buna cevap olarak M ichael Porter, karşı argüm anlar geliştiriyor:

Rekabetçi üstünlük (competitive advantage) oldukça yerel bir süreçle y ara tılır ve sürdürülür. U lu­
sal iktisadi yap ılar, değerler, kültürler, kurum lar ve tarihlerdeki farklılıklar rekabetçi b aşarıyı de­
rinden etkiler. Ulusun (home nation) rolü her zamankinden daha büyüktür ve büyük olacaktır. Her
ne kadar küreselleşme ulusun önemini azaltmış görünse de, aslında böyle değildir. Rekabetçi olma­
yan y e rli firm aları ve sanayileri korum a şeklindeki birkaç ticaret engeli dışında, rekabetçi üstünlü­
ğü sağlayan beceri ve teknolojinin kaynağı ulustur.
(P o rter, 1990, s. 19)

Hatta, iletişim gibi küresel ağ (network) sanayilerinde bile, Davies (1996) ve Hul-
sink (1996), ulus temelinin küresel rekabette daha da önemli hale geldiğini iddia ediyor­
lar. Porter'in iddiasına ek olarak Lundvall (1993), eğer geleneksel tam rekabet ve aşırı
rasyonellik (hyperrationality) yerine ulusa belirsizlik, yerel öğrenme gücü ve sınırlı ras-
yonalite (bounded rationality) gibi daha gerçekçi varsayım lar kabul ettirilebilirse, o za­
man yerel ve ulusal çeşitliliğin bu koşullarda standardizasyon ve birbirine benzeme ka­
vuşma yerine, farklı gelişme ve çeşitlenme yo lları açacağına işaret etmektedir.
İlk bakışta çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin bu yerel çeşitliliğe ve farklılığa karşı
bir güç yarattığı düşünülebilir. Dünyanın büyük şirketleri, kökenleri ister ABD, Avru­
pa, Jap o n ya veya başka bir y e r olsun, çok değişik yerlere yatırım yapm aktadırlar. Bu
yatırım lar önceleri satış ve servis ağlarını y a da üretim tesislerini kapsarken, son zaman­
larda A&G faaliyetlerini de içermektedir. 1980'lerdeki yatırım ların büyük kısmı OECD
Bölgesi’nde ve petrol üreten ülkelerde yapılm ış, bir kısmı da eşit olmayan bir şekilde,
Üçüncü D ünyaya ve şimdilerde eski Sosyalist ülkelere kaym ış olsa da bunu gerçek an­
lam daki bir “küreselleşm e” yerine, “üçlem e” (triadization=yukarıdaki üç bölgeyi, ABD,
AB ve Jap o n ya’y ı belirleyen anlam da) diye tanımlamak doğru olabilir.
Uzun bir zaman önce H arry Johnson (1975), çok ulusluların bir anlam da insanlığı
birleştirdiğini ifade etmişti. Tıpkı fizik, kimya, biyoloji ve diğer temel bilimlerin başlıca
kanunlarının her yere ve olaya uygulanm ası gibi, birleştirilm iş bir teknolojinin de ilke
olarak her yerde ve koşulda benzer sonuçlar vermesi gerekir. U luslar ötesi şirketler de
(TNCs) mal ve hizmetlerini dünyanın her yerinde üretip satabildiklerine göre, teknolo­
jinin ve ürünlerinin dünya çapında standardizasyonuna doğru güçlü bir eylem başlat­

353
mış oluyorlar. Callon tarafından geliştirilen (1993) bir model, teknolojinin yayılm a sü­
recinin, bunu satın alanların birbirine benzeşmesini kolaylaştırdığım göstermektedir.
M antıken çok çeşitli tüketici zevklerinin hüküm sürdüğü tüketim m allarında bile,
herkesin yakından bildiği Coca Cola ve M cD onald’s, küresel üretim ve dağıtım ağlarıy­
la gerçekten tüm dünyaya, standartlaşmış ürünler ve hizmetler sunmaktadır. Acaba
dünya üretiminin ve ticaretinin daha da büyük bir kısmının, yakın bir gelecekte bu bi­
çimi alacağını düşünmek gerçekçi bir varsayım m ıdır? Bu görüşü desteklemek için sa­
dece otel zincirleri, kutu bira, meşrubat, turist ajansları ve kredi kartları gibi, açıkça gö­
rünen örnekleri değil, fakat üretim, reklam, pazarlam a, tasarım ve finansman alanında­
ki statik ve dinamik ölçek ekonomilerine dayanan teorik iktisat argüm anlarını ve çok
ulusluların, çeşitli uluslararasm da süregelen sermaye, işgücü, enerji ve diğer girdilerin
m aliyet farklarından yararlanm a yeteneklerini de göz önünde tutmamız gerekir.
Pek tabii ki bu eğilimlerin, dünya ekonomisindeki tek ve en güçlü eğilim ler olduğu­
nu varsaym ak akıl kârı olmadığı gibi, herkes tarafından çok arzu edildiğini dolayısıyla
ulusal ve uluslararası iktisat politikaları tarafından teşvik edildiğini söylemek de doğru
değildir. Gerçekte, ülkeler arasındaki çeşitliliği korum a hatta teşvik etme argüm anları
bazen kısa dönemde yatırım ların getirdiği ölçek ekonomilerinin avantajlarından daha
ağır basm aktadır. Doğrusu, iki sürecin de yan i bazı alanlarda küresel standardizasyo­
nun, başka yerlerde de artan çeşitliliğin bir arada mevcut olmasıdır.
Y ukarıda belirttiğimiz bazı m allar ve hizmetler için zevklerde, kurallarda hatta iklim
ve diğer koşullarda yerel çeşitlilikleri göz ardı edebilen küresel bir talep görülürken, bu
çeşitliliklerin arandığı, bundan çok daha ötede, mal ve hizmetteki talebi dikkate alma­
manın ciddi sonuçları olabilir. İklim koşullarının makinelerin, alet, araç ve malzemenin
performansını etkilediği; buna bağlı olarak ulusal standartlar, kurallar ve spesifikasyon-
larda görülen farklara ilişkin sayısız örnek verilebilir. Aslında, U luslararası Standartlar
Örgütü (ISO ) ve benzer örgütlerin teknik standartları birörnekleştirme çabaları, ulus­
lararası standartlaşm a faaliyetlerinin güçlü ağırlığına rağmen, Avrupa B irliği’nin 20 y ı­
lı aşkın deneyimleri, bu süreci gerçekleştirm enin birçok alanda ne kadar zor (diğerle­
rinde ise fizibıl) olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu çabalar gıda, giyim ve kişisel hiz­
metler gibi, kültürlerin derinden etkilediği sorunları şimdilik dikkate alm am aktadır.
Biz burada, temelde bilinen ürünleri ve en basit örneklerinde bile, küresel bir stan­
dardizasyonu sınırlayan faktörleri tartışıyoruz. Güçlü bir küreselleşm enin avukatları
da bu faktörlerin çoğunu kabul etseler dahi uzun dönemde, medyanın, turizmin, eğiti­
min ve uluslararası örgütlerin bu etkileri sürekli bir şekilde zayıflattığına dikkati çek­
mektedirler. Rothwell (1992), tasarım faaliyetinin “elektronifikasyonu”nun tasarım ve
A&G faaliyetinin uluslararasılaşm asını kolaylaştıran önemli bir faktör olduğuna işaret

354
ederek, yerel çeşitliliklerin çok uluslu şirketlerin küresel stratejileri çerçevesinde daha
iyi ele alınabileceğini iddia etmektedir. Gerçekten de, A&G’nin küreselleşm esi, ürünle­
rin ulusal ve yerel çeşitliliklere göre uyum laştırılm asını ve değiştirilm esini, TN C’lerin
neredeyse normal ve hatta rutin faaliyetlerinden biri haline getirm iştir. Örneğin, Hon­
da gibi şirketler bir adım daha ileri giderek, standart ürünlerinde yapılan basit değişik­
liklerden ötede, dünyanın çok değişik bölgelerinde daha tasarım aşam asında iken yerel
varyasyon fikrini geliştirdiklerini öne sürm ektedirler. Yine de Jap o n ya çıkışlı TN C’le­
rin çok büyük bir bölümü, uluslararası faaliyetlerinde gerçek uluslararası şirketler gibi
davranm ak yerine, temelde Jap o n şirketi kalm aktadırlar. Aynı şey, ABD ve diğer y e r ­
lerden çıkan TN C’ler için de geçerlidir (Hu, 1992). Çünkü TN C’lerin A&G faaliyetle­
rinin en büyük kısmı hâlâ şirketlerin kendi m erkezlerinde yapılm akta ve o ülkenin ulu­
sal yenilik sisteminden çok fazla etkilenm ektedir. Bunun ötesinde, şirketlerin sahipliği
ve kontrolü de ağırlıklı biçimde hâlâ kendi ülkelerinin sınırları içinde kalm aya devam
etmektedir.
Bu alandaki istatistiklerin zayıflığına rağmen, eldeki verilerin analiziyle patent ista­
tistiklerinin karşılıklı incelenmesi (Patel ve Pavitt, 1991; Patel, 1995), ABD firm aları­
nın bu ülkenin dışındaki A&G faaliyetlerinin, toplam A&G y e oranının %10’un altın­
da; Jap o n ya için bu değerin —hızla yükselm esine rağmen—çok daha düşük bir oranda,
% 2’nin altında olduğunu gösterm ektedir (Tablo 12.9). Hem Avrupa Birliği'nin ve Tek
Avrupa P azarı’nın gelişmesi hem de ulusal temelli, güçlü M N C 'leri kaldırm aya yetm ez
görünen, buna rağmen de pek çoğuna ev sahipliği yapan, teknik bakım dan güçlü Hol­
landa, İsveç, Belçika, İsviçre ve Finlandiya gibi küçük ülkelerin varlığı nedeniyle du­
rum Avrupa için daha da karm aşıktır. Bu ülkelerin ve A vrupa’nın önemli bir bölümü­
nün ulusal A&G faaliyetlerinin büyük bir kısmı, yabancı çok uluslu şirketler tarafın­
dan gerçekleştirilm ekte ve bunların “kendi” TN C’lerinin y u rt dışında yap tığı A&G fa­
aliyetleri, ABD ve Ja p o n y a ’y a göre çok daha fazla olm aktadır. D ünyadaki toplam
A&G faaliyetlerinin, sadece küçük bir kısmı, önde gelen sanayi ülkelerinin dışında g er­
çekleştirilirken, bunun çok daha küçük bir kısmı TN C’ler tarafından finanse edilm ek­
tedir.
Şirketlerin uluslar ötesi (A&G) faaliyetlerinin nitel incelem eleri, bunların y a kendi
ürünlerini ulusal kurallar ve spesifikasyonlara uydurm ak için yerel tasarım değişikliği
yapm ak y a da yerel bilim ve teknolojik faaliyetleri izlem eyi kolaylaştırm ak için araştır­
ma yap tık ların ı gösterm ektedir. Özgün araştırm a, geliştirm e ve tasarım ın çoğu hâlâ
şirketlerin kendi ülkelerindeki m erkezlerinde yoğunlaşm ıştır; çok özel bilim sel yete­
nek havuzlarının önemli rol oynadığı, ilaç ve elektronik sanayileri bunların dışında
kalm aktadır.

355
Tablo 12 .9 A vrupa'daki Japon A& G B irim lerinin Sayısı
Ü lk eler 1990 1991 1992 1993 1994

Ingiltere 24 47 72 79 83
Fransa 10 17 29 33 34
Alm anya 14 28 38 46 53
H ollanda 3 4 6 12 16
B elçika ve Lüksem. 4 8 10 17 16
İrlanda 1 2 2 5 7
Ispanya 11 15 23 20 26
İtalya 3 8 8 12 14
D anim arka 0 1 1 1 1
Portekiz 0 0 0 0 0
Y unanistan 0 0 0 0 0

Toplam AB 70 130 189 225 250

Finlandiya 0 0 1 1 0
Norveç 0 0 1 1 1
İsveç 1 1 3 5 5
Avııst urva 0 0 2 5 3
İsviçre 1 3 3 3 4
İzlanda 0 1 1 0 1

Toplam A vrupa 72 135 200 240 264


B ir önceki y ıla göre
Artış yüzdesi 88 48 20 10

TNC ana şirketlerinin Üçüncü D ünya ülkelerindeki ortaklarının y e rli yen ilik kapa­
sitelerinin artışı ve A&G perform anslarına ilişkin örnekler, hiçbir şekilde küçümsenme­
melidir; bunlar gelecek yüzyıld aki (21. yü zyıl) uzun dönem, büyük değişimlerin haber­
cileri olabilir (R eddy ve Sigurdson, 1994). Gerçekte bunlar, ilaç ve elektronik sanayile­
rinde ortaya çıkmış bulunuyor; dünya ekonomisinin en hızlı gelişen bu iki sanayi, özel­
likle önemlidir. İlgi çekici bir örnek, Ariffin ve Bell (1997) tarafından tahlil edilen M a­
lezya elektronik sanayisidir. Yabancı TN C’lerin 25 y e rli ortağı ile yapılan derinlemesi­
ne görüşmelerde, ana firma ortaklık ilişkileri ve bağlantılarının niteliğinde büyük fark­
lılıklara rağmen, örneklemenin üçte ikisinin ağırlıklı olarak yenilikçi faaliyetlere çekil­
diği, fakat bunun sadece ana firm alardan öğrenme ilişkisine dayanm adığı görüldü; ör­
neklemenin üçte biri ise, kendi ana veya kardeş firm alarıyla ortaklaşa yenilik projeleri­
ne girişm işlerdir. Avrupa ve ABD firm aları, muhtemelen Japonlardan daha fazla bi­
çimde yüksek teknoloji ürünlerine ve teknoloji yatırım larına ağırlık verm işlerdir. Si­
emens Penang 1991 de, Siem ens’in dünya çapındaki opto yariletken merkezi seçilirken.

356
Motorola Penang A&G mühendislerinin sayısını, 1976’daki 5 ’den, 1995’de 130’a y ü k ­
seltmiştir.
M alezya elektronik sanayisinin bu örneğinin gösterdiği gibi, ulusal yerel ortam ve
politikalar, TN C’lerin olduğu gibi yerli firmaların davranış biçimlerinin de değişmesini,
daha önceki teorilere karşın kolaylaştırıp gerçekleştirebilm ektedir. Diğer örnekler Sin­
gapur, Tayvan ve Kore’den alınabilir. Genelde, A sya elektronik sanayisi, parçalar, mal­
zemeler, sermaye m alları ve yazım lardaki yüksek bağımlılığı, ürün ve üretim teknoloji­
lerindeki hızlı kuşak atlam alarıyla küreselleşmenin bazı peygam berlerinin öngördüğü
tip bir sıçram a olanağını ortaya çıkarıyor. Bu olanak, bugüne kadar A&G ve diğer y e ­
nilikçi faaliyetlerin dünya çapında dağılım ında olduğundan çok daha büyük bir ölçekte
gerçekleşebilir. Perez ve Soete’nin (1988) “fırsat penceresi” dedikleri, gelişmiş ülkeleri
yakalam a süreci burada hayli geçerlidir. Onların iletişim ve bilişim teknolojilerinin da­
ha kolaylıkla aktarılabileceği ve yakalam a süreçleri için tamamen yeni fırsatlar getirebi­
leceğine ilişkin önerileri, 15. Bölüm’de, daha da geliştirilecektir.
Sadece mevcut ürünlerin statik halleriyle ilgilendiğimiz sürece, tüketicilerin yerel
zevkleri ve çevreleri için ürünler üzerinde yapılacak küçük değişiklikler, sonra da bazı
standardizasyon ve küreselleşme tartışm aları, hatta piyasalar hakkında bazı basitleşti­
rilmiş, neo-klasik, tam bilgi hakkındaki varsayım dan daha faydalı ve saygı değer bir
söylem tutturam ayız. Fakat, bu dünyayı bırakıp da radikal yeniliklerinin dinamik dün­
yasın a girersek, hem teknik ve örgütsel hem de bilim ve teknolojideki yen i gelişmelere
ulaşm ada son derece eşitsiz bir tablonun içinde kendimizi buluruz. Eğer iktisat teorisi,
politika kurm aya yardım cı olacaksa, temelde çok daha gerçekçi varsayım lar ve daha
gerçekçi bir vizyon gereklidir. Ulusal sistem lerdeki farklılıklar, Doğu A sya ve şimdiler­
de artan bir şekilde, Latin Am erika örneğinde gösterildiği gibi, daha geniş ve bütünsel
bir vizyonun temel niteliğidir.
Lundvall (1993), sürekli küçük yeniliklerin yapıldığı açık ekonomiler örneğinde bile
standardizasyona doğru gidişin sınırlı olduğuna işaret ediyor. İleri düzeyde kullanıcılara
coğrafi ve kültürel yakınlıklarla kurumsal (hatta çok kez de şahsi) kullanıcı üretici ilişki­
leri, ne kadar, “yakalam a” yeteneğinin kaynağı ise, yerel iş yönetimi, teknik beceriler ve
birikmiş, kapalı (tacit) bilgi arzı da karşılaştırm alı üstünlükler ve çeşitlilikler kadar
önemli bir kaynaktır. Lundvall, TN C’lerin bu karşılıklı öğrenme sürecinin meyvelerini
toplayabilmek için “ulusal üsler” kurm alarına karşın, piyasalara girmenin, iktisat dışı iliş­
kilerin gücü nedeniyle o kadar da kolay olmadığını kabul ediyor. Küresel bir piyasa için
yarışan standartlar, ürün çeşitlemesi ve kalite ıslahı kadar önemli silahlar olabilir.
Radikal yenilikler bakımından, kurumsal çeşitlilik ve yerel öğrenmenin önemi daha
da büyüktür. Posner’in (1961) teknoloji açığı ve taklit açığı teorilerinin burada çok bü­

357
yü k önemi vardır. Taklitçilerin birçok beceriyi bir araya getirmeleri, işi örgütlemeleri ve
tamamen yen i bir ürünün üretim ve pazarlam ası için gereken diğer kurum sal değişiklik­
leri yapm aları y ılla r alacaktır. Y ukarıda belirttiğimiz Ariffin ve Bell’in çalışması (1997),
üretimi öğrenme ile yenilik yapm ayı öğrenme arasındaki, bizce çok değerli olan farkı or­
taya koyarken, Hobday (1995) ihracat yapm ayı öğrenmenin önemini vurgulam aktadır.
Kuşkusuz, radikal yeniliklerin dünyaya yayılm asında TN C’lerin son derece büyük
bir rollü vardır. Bunlar isterlerse, gerekli öğrenme sürecini uyarıp örgütlemek için özel
becerilerini, makine ve teçhizatı, bir şekilde, transfer edecek durum dadırlar. Bu firma­
lar aynı zamanda rakipleriyle teknoloji değişimi yapabilecekleri gibi, dünyanın herhan­
gi bir yerinde ortak girişim lerde de bulunabilirler. Bu nedenlerle, Üçüncü D ünya ülke­
leri ve eski sosyalist ülkeler kadar birçok Avrupa ülkesinin hükümetleri, ABD ve J a ­
ponya çıkışlı bu firm aların yatırım larını ve buna bağlı teknolojilerini transfer edebilmek
için teşvikler getirm eye çabalıyorlar.
Buna rağmen, bir takım kurum sal düzenlemeler yapılm adığı zaman bu çabaların ba­
şarısı sınırlı kalm aktadır. Bazı A sya ülkeleri, kendi içlerinde bağımsız teknoloji kapasi­
telerini geliştirdikleri için başarıyı yakalayabildiler. Bu, özellikle son çeyrek yüzyılda,
dünyadaki yayılm a süreçlerinin merkezindeki doğurgan (jenerik) teknolojiler için ge-
çerlidir. Bu noktada, yeniliklerle, teknik ve örgütsel yenilikler arasındaki bağım lılık
vurgulanm alıdır. Bu bağım lılıkları ihmal eden bir teknolojik değişme teorisi, dünya eko­
nomisinde fiyatlar ve m iktarlar ilişkisini görmeyen bir iktisat teorisinden daha geçerli
değildir. Bu bakımdan H obday’in çalışması (1995) A sya firm alarının örgütlenmesi ve
yeniden örgütlenmesinin yollarını gösterdiği için özellikle çok değerlidir.
Perez (1983), bir takım teknolojiler için elverişli olan sosyal ve kurum sal çerçevenin,
kökten yen i olan bir başka teknoloji için uygun olmayabileceğine işaret etmektedir. Kü­
çük yenilikler kolaylıkla benimsenebilirken, tanımı gereği “yaratıcı tahrip” elemanları
taşıyan radikal yenilikler bu çerçevenin dışında kalır. Eğer birçok küçük yeniliği, hızlı
bir süreçle beraberinde getiren bir radikal yenilikler demetinden bahsediyorsak, y a p ı­
sal ve sosyal uyarlam a sorunları da o kadar büyük olacaktır. Bu teknolojiler için iş y ö ­
netimi ve becerilerin değişimini gerektiren aşikar değişikliklerin yanında, standartlarda­
ki, patentlerdeki, yeni hizmetler, yen i alt yap ılarla kamu örgütlerindeki ve politikaların­
daki diğer birçok kurum sal değişiklik türleri de önem kazanacaktır.
Bu çerçeve içinde ulusal yenilik sistemleri kavramının da büyük bir önem kazandığı
kabul edilmelidir. Bu yaklaşım ışığında, 1970’lerdeki mikroişlemcilerin yaygın laşm asıy­
la hızlanan bilgisayar devriminin kapsam ve derinliğini anlam ak güç değildir. Bu devri­
mi izleyen örgütsel ve iş yönetimsel (m anagerial) değişikliklerin ('çok becerili’ olmak,

358
‘esnek üretim sistem leri’, ‘küçültm e’, ‘beklem esiz’ stok kontrolü, teknik değişimine işçi
katılımı, kalite çemberi, sürekli öğrenme1) önemi giderek daha iyi anlaşılıyor.
Yeni teknoekonomik paradigmanın yayılm ası, çok çeşitli kurum sal yap ıları içine k a­
tan bir deneme hata yapm a sürecidir. Bunun evrimsel birçok avantajı olduğu gibi, er­
kenden standartlaşm ış bir teknolojiye veya örgütlenmeye bağlanm a şeklinde, azımsana-
m ayacak tehlikeleri de mevcuttur. Teknolojik bir tek kültürlülük, ekolojik bir tek kül­
türlülükten daha tehlikeli olabilir. H atta bir teknoloji olgunlaştığında, açıkça tüm avan­
tajlarını gösterip ölçek ekonomilerine geçtiğinde bile yen i radikal teknolojilerin ve iş ör­
gütlenmelerinin yeşereceği alternatif kaynakları ve esnekliği sürdürmek önemlidir.
Bu nedenle ulusal ve uluslararası politikalar, bir sürü karm aşık sorunu karşılam ak
için çok incelikli bir ikili yaklaşım sergilemelidir. Standart doğurgan teknolojilerin y a y ıl­
masını am açlayan politikaların, kuşkusuz belli bir önemi vardır ve bunlar bazı durum­
larda, TN C’lerden teknoloji transferini ve ülkedeki yatırım ları özendirebilir. Ancak, y e ­
rel özgün teknolojileri ve çeşitliliği özendiren politikalar da bir bu kadar önemlidir.

12. 5 Sonuçlar
Bu bölüm, tarihsel olarak ülkelerin kendi ulusal ekonomileri içinde yen i ürün ve üre­
tim teknolojilerinin geliştirilmesi, ortaya çıkarılması, daha da ilerletilmesi ve yayılm ası­
nı sürdürmek için nasıl örgütlenip, çalıştıklarını göstermeye çalıştı. Bu farklar, en kolay
şekilde belki de on sekizinci yü zyıl sonu ve on dokuzuncu yü zyıl başında, D ünya tek­
noloji ve ticaret liderliğini ele geçirip, belli bir süre “dünyanın atölyesi" unvanını taşı­
yan, İngiltere örneğinde gösterilebilir (2. Bölüm).
Tarihçiler (von Tunzelmann, 1993; M athias, 1969) genelde, İngiliz başarısının tek
bir faktörle açıklanam ayacağında anlaşırlar. Başarı, ulusal ekonomi alanında ortaya çı­
kan, benzersiz bir sosyal, ekonomik ve teknik değişimler bileşkesidir; yoksa, sadece
tekstil ve demir sanayilerinde, ne kadar da önemli olsa, arka arkasına gelen ünlü icatla­
rın sonucu değildir. Bu önemli değişimlerin arasında, evlere “götürü iş" sisteminden
üretimde fabrika sistemine geçiş; firmaların yönetim ve finansmanında yen i yöntem ler
(ortaklıklar ve daha sonra anonim şirketler); yen i malzemeler ve diğer girdilerle birlik­
te yen i makine ve teçhizatı kullanan firm alarla sanayiler arasındaki karşılıklı öğrenme;
sanayi ve ticarette, yen i piyasaların, parakende ve toptan satış sistemlerinin gelişmesini
engelleyen eski kayıtlam aların kaldırılm ası; yen i bir ulaşım alt yapısı; yen i bilimsel te­
orileri ve icatları hoş karşılayan bir kültür ortamı ve bunlardan daha az önemli olma­
yan, tüm bu değişimleri kolaylaştıran iktisat teorilerinin ve politikalarının yaygın lığı ve
kabul görmesi sayılm alıdır. Adam Sm ith’e “Şimdi hepimiz sizin öğrenciniz olduk.” di-
i M etinde ('m ulti-skilling', ‘lean-production system s', ‘downsizing’, ‘just-in-tim e’ stock control, w orker participation in
technical change, qu ality circles, continuous learning) olarak geçiyor.

359
yen de İngiliz Başbakanı’dır(W . Pitt). Serm aye birikim sürecinde, dış ticaretin ve bazı
durum larda korsanlık ve yağm anın da bir rol oynadığı doğrudur. Ancak, bir ulusal eko­
nomide sermayenin bu tür yeni yatırım biçimi, sadece servet birikim i veya lüks tüketim ­
den kaynaklanan eski tip bir iktisadi büyüme ivmesinden çok farklıydı.
Tabii ki bu değişimlerin çoğu diğer Avrupa ülkelerinde de ortaya çıkmıştır. Ancak,
kurumsal ve teknolojik değişimin yönleri ve hızıyla iktisadi büyüme hızı, dış ticaret ve
yaşam standartlarında o zaman da aşikâr olan, sonradan da tarihçilerin çok iyi bildiği,
belirgin ve ölçülebilir farklar vardır. Bunlar sadece iktisatçıların yazılarından değil, fa­
kat o dönem romancıları ve seyyahlarından da öğrenilebilir. Bu nedenle, Friedrich List
ve diğer iktisatçıların, İngiliz ticaret üstünlüğünün nedenlerini anlayarak, Alm anya (ve
diğer ülkelerin) bu başarıyı yakalam aları için, Avrupa K ıtası’nda, teoriler ve politikalar
geliştirm eye çalışm aları hiç de sürpriz değildir. Bu bölüm, bu çabalar çerçevesinde
List’in, başta “ulusal yen ilik sistem i” olmak üzere birçok çağdaş düşüncenin habercisi
olduğunu göstermeye çalıştı. Bunlar arasında yerel faaliyetlerle birlikte teknoloji ithala­
tının, teknoloji birikim indeki hayati önemi ve stratejik “bebek” sanayilerin önceden ta­
sarlanmış (proactive) m üdahaleci politikalarla teşviki de vardır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, temel bilimlerde ve elektrik mühendisliğin­
de ortaya çıkan yen i gelişmeler, ilerlem eci girişim cilerin ve reformcuların, yen i ve hızlı
gelişen sanayi dallarında, eski İngiliz usulü, yaparak, kullanarak ve karşılıklı etkileşe­
rek öğrenmenin yerini, daha profesyonel ve sistem atik bir yen ilik ve öğrenme sürecinin
aldığını y a da bu süreçle tam am landığını anlam alarına yo l açmıştır. Firm alar içindeki
A&G birim leri şeklindeki örgütsel yenilik, çok daha sağlam bir temelde yen i ürün ve
üretim teknolojileri getirirken, yü ksek öğretimdeki ve orta öğretimdeki yen i kurum lar
ve bölümler, çok kaliteli yen i bilim adam ları, mühendisler ve teknisyenler yetiştirm iştir.
Bu bölümüm iddiası, bu kurum sal yeniliklerin Alm anya ve Birleşik Devletlerde başla­
yarak , ulusal yenilik sistemleri üzerindeki en büyük etkilerini, on dokuzuncu yüzyılın
ikinci y arısıyla yirm inci yüzyılın başında buralarda göstermiş olduğudur.
Küçük bir grup sanayileşm iş ülkeyle gerisindeki "azgelişmiş” dünya arasındaki gide­
rek açılan ara (D urlauf ve Johnson, 1992; Dosi e t al., 1992) ile birlikte, liderler arasın­
daki “ileriye fırlayanlar”, “yak alayan lar” veya “geride kalanlar", (Abramovitz, 1986) bü­
yüm e hadlerinin niçin bu kadar farklı olduğunun net bir açıklam asını gerektirm ektedir.
Gelecek bölümde teknoloji ve büyüme ilişkileri analiz edilecektir. Neo-klasik iktisadın
tam bilgi, hızlı ve maliyetsiz teknoloji transferi gibi çok cüretli, fakat basit temel varsa­
yım ları, büyüme hadlerinin birbirinden uzaklaşm asını değil, kavuşm asını öngörür. Bi­
çimsel büyüme teorileri ve modelleri de “artık" (residual) diye bilinen ilgi çekici olguyu
aydınlatm akta ve parçalarına ayrıştırm akta, karşılıklı bağım lılık ilişkileri nedeniyle, çok
yararlı olamıyor.

360
Bir çok iktisat tarihçisi şimdi "ulusal yen ilik sistemi” diye bilinen kavramın savunu­
cuları, bu farkların çok çeşitli tipte kurum sal ve teknolojik değişmeye bağlı olduğunu;
bunların da nicelleştirilmesinin güçlüğü karşısında, ancak niteliksel tanım lam alara ko­
nu olabileceğini iddia ederler. Bu bölüm de, aşırı basitleştirilm iş A&G verileriyle ya p ı­
lan karşılaştırm aların ne kadar yetersiz bir yöntem olduğunu, Jap o n ya ile eski Sovyet-
ler Birliği ve Doğu A sya ile Latin Am erika’nın yen i sanayileşen ülkeleri (NICs) örne­
ğinde, büyüme hızlarında çok büyük uçurum ların ortaya çıkm asında başlıca rol oyna­
yan, yen i ürün ve üretim teknolojilerinin ithalatını, iyileştirilm esini, geliştirilm esini ve
yayılm asını biçimlendiren kuram ların farklarını açıklayarak göstermeye çalıştı.
Son olarak, bu bölüm küreselleşmenin "ulusal yen ilik sistem leri” üzerindeki hayli çe­
lişkili etkilerini tartışmıştır. Tam da teknoloji ve sanayi politikalarının önemi, OECD ül­
kelerinde olduğu gibi, gelişen ülkelerde de giderek anlaşıldığı sırada ulusal politikaların
sınırlarının vurgulanm ası ve ulusal sistemlerin geçerliliğinin de giderek sorgulanm aya
başlanması tarihin bir cilvesidir (Örneğin, Humbert, 1993). U luslar ötesi şirketlerin kü­
resel yayılm ası, küresel haberleşme ağlarının kalitesindeki ve m aliyetlerindeki iyileşm e­
lerle birlikte dünyada m eydana gelen diğer değişiklikler de, ulusal sistemlerin ciddi bir
analizinde dikkate alınm ası gereken hususlardır (Chesnais, 1992; Freeman ve Soete,
1994; Edqvist, 1997).
İlk bakışta, O hm aeye (1990) kapılarak, ulusal ekonomileri ve ulus devletleri hızla
işlevini yitiren kategoriler olarak bir kenara bırakm ak cazip gelmektedir. Değişimin hı­
zı ve analiz yapm anın güçlükleri, terminolojideki karm aşadan da anlaşılabilir. Ohmae,
ulusal devletin "yukarıya doğru” ve “aşağıya doğru” gücünü ve etkisini şu şekilde y itir­
diğini söylüyor: Bir taraftan AB, NAFTA, B M gibi örgütlerle uluslar ötesi şirketler şek­
lindeki "uluslar üstünde” (supra-national) kurum lar; öte yan d a eyalet, şehir, bölge vb.
yerel yönetim ve örgütler, federal ve merkezi devletlerin parçalanm asına (disintegrati­
on), yerel birim lerin güçlenerek çeşitli serbest güm rük bölgelerinin ve hatta “Silikon
V adileri”nin ortaya çıkm asına yo l açıyor. Ne yazık ki İngilizcede "bölge” kelimesi, hem
çok geniş bölgesel ticaret bloklarını, örneğin NAFTA, AB, Doğu A sya Bölgesi gibi,
gösterirken hem de çok daha küçük, ulus altındaki "sub-national” bölgeleri ifade ediyor.
B urada bazı terminolojik yenilikler gerekiyor ki bunların ulusal sistemlerle ve birbirle-
riyle etkileşim leri izlenebilsin.
İktisatçılar kadar coğrafyacıların da çalışm aları (Storper ve Harrison, 1991; Saxeni-
an, 1991; Scott, 1991; Lundvall, 1992; Antonelli, 1994) ulus altı bölgelerin ağlar ve y e ­
ni teknoloji sistemleri geliştirm edeki önemlerini inandırıcı biçimde göstermektedir. Bu
yazarlar yerel altyap ılar, dışsallıklar, özellikle yerel işgücü piyasaları ve beceriler yan ın ­
da, bunlardan daha az önemli olmayan, karşılıklı güven ve kişisel ilişkilerin, bazı bölge­

361
lerin gelişmesine çok önemli katkıları olduğunu iddia etmektedirler. Unutulmamalıdır
ki “bölgesel yenilik sistem leri” ve “toplulaşmış ekonomiler” (economies of agglomerati-
on), Sanayi Devrimi’nin başından beri, ulusal sistemlere, bir şekilde, eklenmiş bulunu­
yordu (Arcangeli, 1993). M arshall (1890) daha o zamanlar, “havası, sanayi sırlarıyla
dolu sanayi bölgelerinin” önemini vurgulam ıştı (Foray, 1991). Piore ve Sabel de, (1984)
özellikle, hem on dokuzuncu yü zyıl boyunca hem de günümüzde, Avrupa’nın birçok y e ­
rindeki benzer bölgelerin önemini dile getirm işlerdir. Şimdi araştırıcılar için çok ente­
resan bir soru ortaya çıkıyor: Bilişim ve iletişim teknolojileri bu bölgesel ekonomileri iyi
veya kötü nasıl etkiliyor? (17. Bölüm )
Ulusal ekonomilerin dışsal şoklarla karşılaşm aları son çeyrek yüzyılın olgusu değil­
dir. Ancak sermaye piyasalarının liberalizasyonu, uluslararası ticaret ve yatırım ların y e ­
ni haberleşme ve bilgisayarlaşm a süreciyle birleşmesi sonucu, ekonomiler bu şoklardan
daha fazla etkilenir olmuşlardır. Günümüzde, merkezlerden çok uzakta kalan küçük ü l­
keler de, Londra mali merkezinin (The City) altın standardından koptuğunda veya
Fransa’nın 1930’larda (Sosyalist) H alk Cephesi ve 1980’lerdeki sosyalist hüküm etlerin­
de yaşadığı “sermaye kaçışı” türünden etkilendikleri gibi etkilenmektedirler.
Bu bölüm, ulusal devlet, ulusal ekonomiler ve ulusal yen ilik sistemlerinin, aşağı ve
yu k arı bölgelere inip çıksa da, hâlâ, siyasi ve iktisadi analiz alanı içinde bulunduğunu
öne sürmektedir. M ichael Porter (1990) küresel rekabetin artışı karşısında, ulusal
hükümetlerinin rolünün azalm ak değil, tersine arttığını söylerken özünde haklı olabilir.
Gelişen ülkeler açısından, teknolojiyi yakalam a amaçlı ulusal politikaların büyük önemi
sürmektedir. Her durumda, ulusal sistemlerin hem “ulusal yenilik alt sistem leriyle” hem
de uluslar ötesi şirketlerle etkileşim leri giderek önem kazanıyor, çünkü bu şirketlerin
kalkınm aya ve teknolojiyi yakalam aya elverişli küresel bir rejimi sürdürmedeki rolleri
de önem kazanm aktadır. Bu alanda, bazen çatışan bazen de bir biriyle kavuşan eğilim ­
ler, kuşkusuz bazı durum larda ulusal sistemlerden daha iyi bir performans gösteren bel­
li bir sanayi veya sanayi demetini ilgilendiren “sektörel yenilik sistem leri”ni incelemek
gibi, gelecek (21.) yüzyılın en canlı araştırm a konularından biri olacaktır (örnek, Carls-
son ve Jacobsson, 1991).

362
13. Bölüm

Teknoloji ve İktisadi Büyüme

ktisatçılar çok eskiden beri, uzun dönemde iktisadi büyüme ve verim lilik artışında

İ bilim ve teknolojinin önemini kavram ışlardır. 1. Bölüm’de gördüğümüz gibi hem


A. Smith hem de K. M arx, icatları ve yenilikleri, sermaye birikimi, ölçek ekonomi­
leri ve genişleyen piyasalarla ilişkilendirerek, kapitalist ekonomilerin büyümesindeki en
dinamik unsurlar saym ışlardır. Büyüme teorisi de geleneksel olarak, bilgi birikiminin
büyüme sürecindeki hayati rolünü kabul eder. Teknolojik ilerleme olazsa sermaye biri­
kimi sürdürülemez, marjinal verim lilik azalm aya başlar ve sonunda kişi başına gelir ar­
tışı kaçınılmaz olarak sıfıra doğru yaklaşm aya başlar. Yeni makinelerin ve ara m alları­
nın icadı yeni yatırım olanakları sağlar. I. Kısım'daki çeşitli örneklerde gösterildiği gibi
Bilimle ilişkili teknolojilerin doğması, piyasaya sokulması, yaygınlaşm ası ve bunların
sürekli olarak yen i ürün ve üretim prosesleri olarak geliştirilm eleri, savaştan sonraki y ıl­
larda bazı sektörlerin etkinlik kazanm asındaki en önemli faktörlerdir.
Bu bölümde, bilim ve teknolojinin makroekonomik etkilerinden en göze çarpıcı ola­
nı üzerinde duracağız. Bu konudaki literatür, hangi ölçütten bakılırsa, gerçekten çok
fazladır ve özellikle 1980’ler ve 1990’larda inanılmaz bir artış göstermiştir. Bu konuda
yayım lanm ış sayısız genel makaleden bazılarını bu kısmın sonunda gösteriyoruz (D iğer
taram alar için bkz., Amable, 1994; Nelson, 1994; Verspagen, 1993; Schneider ve Ziese-
mer, 1995).

363
Tablo 13 .1 Bazı Ü lkelerin Sanayi Öncesi Dönemde K işi Başma GSM H Tahminleri
(1960y ılı ûyatlan ve ABD D olarıyla ifade edilm iştir)
Dönem Kişi Başına G SM H
M evcut Gelişmiş Ü lkeler
İngiltere 1700 160-200
ABD 1710 200-260
Fransa 1781-90 170-200
R usya 1860 160-200
İsveç 1860 190-230
Jap o n ya 1885 160-200

Ş im dik i G elişm ek te O lan Ü lk eler


A lışır 1887 170-210
Gana 1891 90-150
Hindistan 1900 130-160
İran 1900 140-220
Ja m a ik a 1832 240-280
M eksika 1900 150-190
Filipinler 1902 170-210

Not: M uhtem elen bu tahm inlerden önceki yıllard a bütün ülkelerdeki gelirler fazla değişm iyordu. Ö rneğin, Gana'nın
1700 y ılı geliri (eğer köle ticaretinden önce daha yü ksek değilse) 1891den çok farklı değildir. Tabii ki bu sayılar kaba
bir tahmin olarak düşünülm elidir çünkü birçok tarihçi ve sosyoloğun, uzun dönemde, ekonomilerin yap ısın da, kurum -
larda ve m illi gelirin kom pozisyonunda ortaya çıkan niteliksel değişm eler nedeniyle kişi başına gelirlerin karşılaştırılm a­
sına karşı çıktıkları unutulm am alıdır. Bazı iktisatçılar da, karşılaştırm aların ancak kalkınm anın belli aşam alarında y a ra r­
lı olabileceğini, bunu çok uzun dönemlere yaym an ın doğru olm ayacağı görüşündedirler. Benzer bir ölçme sorununu da,
enformasyon toplumuna geçişle ilgili o larak 17. Bölüm’de görülecektir.

K a yn a k : B a ir o ch (1981)

Bu bölüme, uzun dönem büyümenin özelliklerini belirtmek için genel bir bakışla giri­
yoruz. Bundan önceki bölümde gösterdiğimiz gibi, uzun dönemde ülkelerin büyüme per­
formansları göze çarpacak derecede farklıdır. Bu durum da, 1950’ler ve 1960’larda geliş­
tirilmiş büyüme modellerinin pek popüler olan büyüme hızlarının bir yerde kavuşacağı­
na dair basit varsayımını sorgulamamıza yol açmaktadır. Bu bölümün ikinci kesiminde,
eski güzel neo klasik denge (equilibrium) büyüme modellerinden başlayıp, teknolojik de­
ğişmeyi “içselleştirmeye" çalışan en son “ye n i” büyüme modellerine değin, bunların getir­
diği iktisadi açıklam alara değineceğiz. Üçüncü Kesim’de ise tekrar, yaygın makroiktisadi
etkileri görülen başlıca kritik teknolojilerin ortaya çıkmasına dayanan, Schumpeter’gil
yapısal büyüme açıklamalarından bazılarına geleceğiz. Son 50 yıld ır birçok iktisatçının
çalışmalarına rağmen, dünyadaki ülkelerin, uzun dönemli, gerçek büyüme performansla­
rı, T he E co n o m istın deyimiyle (1996) hâlâ bir “sır” olarak kalmaktadır.
13. 1 Sayılar ve Gerçekler: Büyümenin Uzun Dönemli Aşamaları

Bir çok iktisat tarihçisinin iddiası, genel inanışın aksine, dünyada uzun dönemdeki
büyüme biçiminin bir “patlam a” ile birbirinden ayrılan büyüme eğilimleri, diye tanım­
lanabilecek bir farklılaşm a sürecine benzediğidir. D ünya ülkelerinin çoğunun kişi başı­
na milli gelirlerinin, Sanayi Devrimi'nden önce bugünkünden çok daha fazla birbirine

364
yakın olduğunu söylemek yan lış değildir. Tablo 13.1. ve Tablo 13.2’nin de gösterdiği g i­
bi, Sanayi D evrimi’nden önce en fakir ve en zengin ülke arasındaki gelir farkı, 1,5-2 kat
gibi, nispeten küçüktü. Sanayileşm e sürecinin yaşandığı yü z yıld an fazla bir sürede bu
oranlar inanılmaz derecede artmıştır. Son iki yü z yıld a hızla artan büyüme hızları fark­
lıkları ve hâkim iktisadi büyüme biçimlerini görmek için Kutu 13.1’e bakınız.

Tablo 13. 2 K işi Başına GSM H Gelişme Trendi Tahm inleri (1750-1977)
(1960 Byadan ve ABD dolarıyla ifade edilm iştir)

Y ıllar Gelişmiş Ü lkeler Üçüncü D ünya A çıklar

(1) (2) (3) (4) (5) (6)


Toplam Kişi Toplam Kişi En zenginin
(m ilyar $) Başına (m ilyar $) Başına = (2)/(4) en fakire oranı

1750 35 182 112 188 1.0 1.8


1800 47 198 137 188 1.1 1.8
1830 67 237 150 183 1.3 2.8
1860 118 324 159 174 1.9 4.5
1913 430 662 217 192 3.4 10.4
1950 889 1054 335 203 5.2 17.9
1960 1394 1453 514 250 5.8 20.0
1970 2386 2229 800 380 7.2 25.7
1977 2108 2737 1082 355 7.7 29.1

K a yn a k : B a ir o ch (1981, ss. 7-8), D o si e t al., (199 2)'clen alıntı.

Kutu 13. 1 Bazı Büyüme Biçim lerinin Ana Ç izgileri "stylized facts = S F "

SF1 Ekonomiler son iki yüzyılda, tüm tarih boyunca olduğundan daha fazla büyüdüler.
SF2 Ancak, çok değişik ve değişken oranlarda (bazen de, belli dönemler ve ülkelerde negatif
-A rjantin, diğer az gelişmiş ülkeler, SS C B v b .- y a da bazen ağır bir durgunlukla) büyüdüler.
SF3 Uzun dönemde bütün ülkelerin kişi başına gelirlerindeki değişim lerle anlaşılan bir yap ısal
farklılık artışı.
SF4 Öne geçeni yak alayıp ileri fırlam ak nispeten az görülür (İngiltere, 18. yü zyıld a H ollanda’y ı;
ABD, Alm anya ve diğer bazılan 19. yü z yıl sonu ve 20! y ü z y ıld a İngiltere’y i; Jap o n ya ise, 20.
y ü z yıl sonunda hemen hepsini y ak alayıp geçm iştir.).
SF5 Y akalam a süreci ise daha yaygın d ır (B atı ve M erkezi Avrupa 19. yüzyıld a; İskandinavya ve
İtalya 20. yüzyılda; Doğu Asya ülkeleri 20. y ü z y ıl sonunda; Avrupa O rtak Pazarı A B D ’y i
1960’lar ve 1970’lerde yakalam ıştır).
SF6 Geri kalm ada çok görülen bir olgudur (birçok az gelişmiş ülke 1970’ler ve 1980’lerde geriye
gitti; daha önce hızlı bir biçimde y ak alayan lar arasındaki bazı ülkeler örneğin, 1950’lerin Latin
A m erika’sı ve Doğu A vrupa’sı 1980’lerle karşılaştırılırsa, geriye gitm iştir; Ingiltere de, uzun
dönemde nispi bir çöküş yaşam ıştır).
SF 7 Genelde, ulusal büyümenin sürekli kalıcı özelliklerini başlangıç performanslarından çıkarm ak
çok güçtür (yani "tüm ağırdan alanlar gelecekte hızlı büyüyecektir” veya “hızlı başlayanlar,
gelecekte de hızını kesm eyecektir ”, demek mümkün d eğild ir). Bazı ekonomileri veya bir grup
ekonomiyi yakından inceleyerek, uzun dönemde, ısrarlı davrananları (örneğin, Jap o n ya
y a da tersine, İngiltere) görebiliriz. Ancak, bu olguları, dünya ekonomisinin ortak
özelliklerinden değil, her ülkenin kendine özgü şartlarından kaynaklanm aktadır.

K a yn a k : D osi e t al., (1992)

365
Y en i S a n a y ileşm iş Ü lk elerin Uzun D ö n em d e
B ü y ü m e le r i v e T ek n olojik Y ak ınsam alar H akkında

iktisat tarihçilerinin katkılarının, çoğunun uzun dönemde birbirinden ayrılan büyü­


me yo llarına ait olması şaşırtıcı değildir. 12. Bölüm’de ileri sürülen iddialara uygun ola­
rak yazarların çoğu, bazı ülkelerin başarılarını diğerlerine göre bilimsel ve teknolojik ge­
lişmelerden daha iyi ve etkin yararlanm alarıyla açıklam aktadırlar, ilk kez Abromovitz
(1986), iktisadi büyümede, “öne geçm e”, “yakalam a” ve “geri kalm a” arasındaki farkla­
rı ortaya atmıştır. I. Kısım'da daha ayrıntılı olarak tartıştığımız gibi, “öne geçm e”de sa­
dece iki önemli örnek bulunurken (2. ve 3. Bölümler, on dokuzuncu yüzyıld a Ingilte­
re’nin ve yirm inci yüzyıld a ABD ’nin öne geçmesiyle ilgiliydi); bazı sanayilerde “öne geç-
me”nin örnekleri daha çok görülm ekteydi (özellikle, 4. ve 5. Bölümlerde Alman kimya
sanayisi ve 7. Bölüm’de Jap o n elektronik tüketim m alları sanayi örneklerine bkz).
Genel büyüme oranlarını “yakalam a” olgusuna gelince, yirm inci yü zyıld a Avrupa ül­
kelerinden ve daha çok sayıda da A sya ülkelerinden örnekler verilebilir, iktisat tarihçi­
leri ve iktisatçılar hem öne geçme hem de yakalam ada teknik ilerlemenin rolünü kabul
etmelerine rağmen pek azı bu değişmeyi teşvik eden kurum lar hakkında derinlemesine
bir çalışma yapm ıştır. Abramovitz bu tür araştırm a yapan az sayıda iktisatçıdan biridir;
kurumsal ve teknolojik değişimin birlikteliğini gerektiren bir “sosyal kapasite” kavram ı­
nı getiren de odur.
12. Bölüm’de görüldüğü gibi, bu yaklaşım , “ulusal yen ilik sistemi” hakkındaki son
çalışmaların özelliklerini taşır. M auritius gibi küçük bir ada ekonomisiyle hizmet ve ant­
repo ticareti yapan Hong-Kong veya Kıtasal bir dev olan Çin ve H indistan’ın koşullan
birbirinden kuşkusuz çok farklıdır. Bu farklar, bazı tarihçi ve iktisatçıları genellemeler
ve toplu büyüme modelleriyle oyalanm ak yerin e ulusal koşulların çeşitliliği üzerinde
durm aya sevk etti. H er ne kadar, ulusal sistem yaklaşım ı her ülkenin performansını
kendi yap ı özellikleriyle açıklam aya çalışırken, büyüme teorisi ise tüm ülkeler veya bir
grup ülke için bir genelleme yapm aya girişir. Doğal olarak, sadece kültür, siyasi kurum ­
lar, iktisadi ve sosyal yap ılar, bilim ve teknoloji kurum lan, politikalar ve bütün bunla­
rın biribirleriyle bağlantıları, ulusal yaklaşım projesini, daha işin başında güçleştirirken,
buna savaşları, işgücü ve sermaye hareketliliğini, çok uluslu firm aların teknoloji trans­
ferlerinin kolaylığını eklerseniz, o zaman genellemeye kaçmanın niçin istendiği açıklığa
kavuşur. Pratikte, bu tür genellemeler belli bir grup ülkenin iktisadi kalkınm alarının bir
aşamasında, örneğin Batı Avrupa'nın ikinci D ünya Savaşı’ndan sonra ABD ’y i “ya k a la­
ması” veya Latin Am erika’nın ve Doğu A vrupa’nın 1980’lerde “geri kalm ası” için geçer­
li olabilir. H ahn’ın (1987) iddiası, büyüme modellemesinin belli bölgelerin birbirine,

366
ekonomik olarak, yakınsam a ve ıraksam a dönemlerini göstermesi gibi, bazı sınırlı so­
nuçlar hatta negatif sonuçlar ortaya koym asına rağmen, aslında bir eğitim, araştırm a
kendiliğinden öğretme (heuristic) değeri bulunduğudur.
Az sayıda yazar tarihsel verileri toplayacak zaman ve gücü kendinde bulmuştur;
M addison (1982, 1987), şimdi kalkınmış olan bir grup ülke örneğinde, iktisadi kalkın­
manın belirgin bazı “aşam alarını” saptam ıştır (aynı şekilde bkz. Landes, 1965; Corn­
w all, 1977; Abramovitz ve David, 1994; von Tunzelmann, 1995). M addison’un topladı­
ğı iktisadi verilere, teknolojik performans verilerini ekleyen Pavitt ve Soete (1981), ik­
tisadi büyüm eyle yenilik performanslarının farklı biçimleri arasında bir ilişki olduğunu
gösteren güçlü deliller buldular. Böylece, farklı M addison aşam alarını1 da izleyerek,
aşağıdaki sonuçlara ulaştılar. 1890-1913 döneminde 4 özellik ortaya çıkıyor:
1. “Girişimcinin sürüklediği” bir hasıla artışı: daha hızlı büyüyenler, dönem başlangı­
cında derhal kullanılm aya hazır yü ksek bir yenilikçi güce sahip.
2. U luslararası teknolojik yakınsam a: geç gelenler, yenilikçilikte yakalam a eğilimine sa­
hip olsalar da, teknolojilerini üst düzeylere çıkarmadan, onlara doğrudan yü ksek bir
kalkınm a hızı sağlamıyor.
3. Kişi başına GSYIH cinsinden, diğer süreçler yo lu yla uluslararası yakınsam a (Abra­
movitz’in ‘sosyal kapasite’ dediği Freeman [1995] tarafından teknoloji, kültür, siya­
set ve iktisadın ‘kavuşm ası’ şeklinde ifade edilen), teknolojik yenilikçilikle doğrusal
bir bağlantı içinde değildir.
4. Genel olarak, teknolojik değişkenlerle büyüme hızları arasında nispeten gevşek bağ­
lantılar görülüyor: Her ülkenin iktisadi büyüme biçimi, teknolojik birikimin rolü ba­
kımından diğerinden yapısal olarak farklıdır.

1913-1929 D ö n em i i s e şu n la rı ö n e çık a rıy o r:


1. Y enilikçilikle gelir artışı arasında doğrudan bir bağlantı vardır: Y enilikçi faaliyetler,
sermaye birikim sürecine doğrudan içerilmiştir.
2. Teknolojik yakınsam a ve yakalam a eğilim leri sürerken kişi başına gelir artışı cinsin­
den bir ıraksam a gözleniyor.
3. D iğer taraftan, teknoloji ve büyüme arasındaki bağların uluslararası benzerliği artı­
yor.

B ü yü k B u h ra n v e ik in ci D ü n ya S avaşı arasın da k i d ö n e m d e :
1. Büyüme, yenilikçilik ve değişim hızları arasındaki ilişkiler hâlâ güçlüdür: Y enilikçi­
liğin, yatırım ın, verim lilik artışının ve rekabetçiliğin birbiriyle daha çok ilişkilendiği
bir kalkınm ada geçiş aşam asına girildiğinin işaretleri mevcuttur.

367
2. Teknolojik kapasitelerle kişi başına gelir arasındaki bir ıraksam a ortaya çıkıyor.
3. Teknolojik rejimler ve büyüme biçimleri arasındaki “ince ay arlar” cinsinden, —y u k a ­
rıda ifade edilen—uluslararası yapısal bir örneklik en alt düzeye iniyor.

Ancak yapısal bir örneklik, ikinci D ünya Savaşı’ndan sonraki hızlı büyüme dö­
neminde (1945-75) ortaya çıkıyor; başka bir deyişle, teknolojik faaliyetlerin önemli rol
oynadığı, nispeten birbirine benzer büyüme rejim lerinin görülmesi:
1. Teknoloji ve gelirin yakalanm ası, taklit, öğrenme, artan yenilikçilik ve işgücü verim ­
liliğiyle yü ksek yatırım oranlarından oluşan bir "verimli döngü” içinde birbiriyle iliş-
kileniyor (correlated).
2. D ıştaki rekabetçilik, dış ticaret “çarpanı” yo lu yla dış ticaret dengesi üstündeki kısıt­
ları kaldırarak büyüm eye açıkça bir temel oluşturuyor.
3. im alattaki hasıla artışı, toplam gelir artışının ana faktördür.

Genellikle 1975’den sonraki dönemin yen i bir aşam a olduğu kabul edilmektedir:
U luslararası büyümenin “altın çağı” —Fourastie’nin deyimiyle “les trentes glorieuses”—ile
birlikte, teknoloji ve iktisadi büyüme arasındaki "ince ayar”a bağlı istikrar da sona eriyor
(Boyer, 1988). Artan sayıdaki “geri kalm ış” ülkelerin, ABD düzeyindeki teknolojileri bü­
yü k ölçekte taklit etme olanakları da ortadan kalkıyor. H asıla ile yenilikçi faaliyetlerin
artışı arasında uzun zamandır süren bağlantılar zayıfladığı gibi, yerine, "girişimcinin sü­
rüklediği” türden yeni bir mekanizma da geçmiyor; çünkü yüksek düzeyler deki yenilik­
çi ulusal faaliyet, daha önceki elverişli iktisadi performans eğilim leriyle ilişkiliydi.

D ü n ya d a S ava ş S on ra sı B ü y ü m e D ü z ey i: B ü y ü m e O ran ları N asıl F ark lılaştı?

Y ukarıda sergilediğim iz gibi, hâkim eğilim, şimdiki sanayileşm iş ülkelerin kalkınma


yollarının birbirine kavuşm asıdır. Pek çok ekonometrik araştırm a, savaş sonrası dö­
nemde, O ECD ’nin en az gelişmiş ülkelerinin kişi başına G SY lH değerlerini, en üst de­
ğere nasıl çıkardıklarını göstermektedir. Yine de bu örnekler, analizi genişletmek için
OECD dışındaki ülkelerle çoğaltılırsa, kişi başına gelirle büyüme oranları arasındaki
basit (doğrusal) ilişkiler hakkında birçok soru ortaya çıkm aktadır. Bu nedenle Deni­
son un (1967)1 o özgün ifadesiyle, “büyüme oranları niçin farklıdır” sorusuna cevap ara­
mak için çok büyük bir literatür gelişm iştir.2

i Y azarlar, D enison’un bu ünlü eserine referans verm eyi unutm uş olm alılar: Denison, Edward F. (1967), W h y G row th
R a tes D iffer, P o s tw a r E x p e r ie n ce in N in e W estern C o u n tries, The Brookings Institutions, W ashington D.C. Deni­
son’un ilk temel çalışm ası ise yin e bu konudadır: T h e S o u r c e s o f E c o n o m ic G ro w th in t h e U n ited S ta tes a n d t h e A lter­
n a t iv e s B e f o r e Us, (1962), Committee for Economic Development, New York.

368
Yüzde Azalma, 1960-86
' •- i a m ♦v '\ ' ^r
' * ' h. % * l* + ** * * İ
* « *y \ * V +°
4 i ' * '

:• '+ ■ ; :v
, •* ' • \* »i ' * Y
V.
. .*.'■.
*
+' j\\» -• 4Ww"
,* 1 t ’ \ -

Şekil 13.1 Gelir Farkları Arasındaki Yıllık


>bû
s

c5
w s"i Oc
gggp u %A
*S '5- E
i.: (b Üj w- O

Q
u ^ t)
• :,.> . ! Ü Vm
;Ü + \ <5 W"

. T \*\ ti
u a> /-v
rou tI=«*“«-«
—c
-'••■ /■ ::'f-? ' M * . 2 Sâ
4-
* ■ • 1 ' s ' - ' * ' 4 • \'<S
v v ; ‘% « v
V -' V . t '
*' , f*


m

<s

369
Dünyada büyüme oranları ve teknoloji arasındaki ilişkileri daha kolay anlam ak ama­
cıyla Verspagen’den (1993) alınan Şekil 13.1, çeşitli ülkelerin büyüme perform ansların­
daki “düzenliliği” ortaya çıkaran eldeki verileri özetlemektedir. Şekil, kendi başlangıç
noktalarındaki (1960) ülkelerin, savaşın sonundaki en gelişmiş ülke olan ABD ile kal­
kınma açıklarına göre bir sıralam a yapm aktadır.
Verspagen, başlangıç yılın d a (1960) 114 ülkenin kişi başına gelir farklarını hesapla­
ya rak (G = Gelir farkı, ABD ’de kişi başına gelirinin, söz konusu ülke gelirine göre lo­
garitm ası olarak tanım lanıyor), 1960-85 döneminde bu farka karşı ne kadar değiştikle­
rini buluyor3. Her nokta, D ünya Bankası veya Birleşmiş M illetlerin geleneksel tanım la­
rına göre sınıflanmış “petrol ihraç edenler” “yen i sanayileşmiş ülkeler”, “gelişmiş piyasa
ekonomileri” ve “diğerleri” gibi gruplara ait belli bir ülkeyi temsil ediyor. Şekildeki çiz­
giler, ülkelerin farklı alt örnekleme gruplarının basit (doğrusal) regresyon hatlarıdır.
Gelir açığındaki pozitif bir değişme, yakalam ayı veya yakınsam ayı; negatif bir değişme
ise, ıraksam ayı veya geride kalm ayı ifade eder. Bu nedenle pozitif eğimli regresyon hat­
ları yakınsam ayla tutarlıdır.
Verspagen'in de işaret ettiği gibi, Şekil 13.1’de, toplam noktaların bir araya gelişle­
rinde sistematik bir düzen ortaya çıkıyorsa, kişi başına gelir açığı arttıkça, varyans g i­
derek büyüyecektir. Böylece, (A BD ’nin performansına göre ölçülen) dünya ekonomik
ve teknolojik sınırlarına yakın olan ülkeler, bu sınırlardan uzak olanlara göre, daha k ü ­
çük (m utlak) bir büyüme hızı farkı gösterirler.
Her durumda, Şekil 13.1’in sonuçları, D ünya çapında yakınsam a ve ıraksam a ara­
sında açık bir ikilem (dichotomy) olduğunu gösteriyor: 1960’larda, en büyük açıkla
karşı karşıya olanlar (en az gelişmiş ülkeler), aynı zam anda açığın artışını da (negatif
eğimli regresyon hattı) yaşıyorlar. Bunlar k işi ba şın a gelir farklarının daha da arttığını
görmüşlerdir. Bu da, yakınsam a veya yakalam aya ilişkin hipotezin tam karşıtı bir so­
nuçtur.

13. 2 Teknolojik Değişmenin ve Büyümenin Modellenmesine Dair


Kabul etmek gerekir ki, hiçbir iktisat teorisi, ister klasik, neo-klasik, Keynesçi veya
Yapısalcı olsun, teknolojik değişimin etkisinin önemsiz olduğunu söylememiştir. Her
düşünceden iktisatçılar, teknolojik yeniliklerin, kapitalist ekonomiler dinamiğinin en
önemli değilse bile, önemli kaynaklarından biri olduğunda hem fikirdirler. Yine de, bu
yüzeysel anlaşma, çeşitli iktisatçıların teknoloji ve büyüme konusuna yaklaşırken kul­
landıkları analitik çerçevelerin farklılığını saklam am aktadır. Bu farklılıklar, büyüme sü­
recini modellemeye gelince iyice ortaya çıkar.

370
Eski B ü y ü m e T eo risin d en Y en isin e

Son yıllard a büyüme modellerine yeniden çok büyük bir ilgi görülüyor. Bu ilgi, bir
anlamda, büyümenin kaynaklarına ilişkin bir takım “y e n i” büyüme modellerinin çıkm a­
sıyla beliren yaklaşım değişikliğinin de önemini yansıtıyor. Yeni tür yaklaşım lar, tekno­
lojik ilerlemenin belli içsel değişkenler tarafından belirlendiğini vurgulam aktadır. Ama
önce, eski, daha geleneksel büyüme modellerini gözden geçirmemiz doğru olacaktır.
Bir çok eski büyüme modelinde "artık” sayılan “teknik ilerlem e” şimdi sahnenin ortası­
na geliyor.
“E ski” neoklasik büyüme modeli (Solow, 1956, 1957) bir takım geleneksel neo kla­
sik varsayım larla özdeşleşir: Sabit getirili bir üretim fonksiyonu, tam rekabetle uyumlu
bir hipotez; sermaye ve işgücü şeklinde iki üretim faktörü, sermaye biriktirilebilirken,
işgücü biriktirilem iyor; ekonomideki işlemciler, kendine düşen rolleri içinde “optimizas-
yo n ” arıyorlar. Muhtemelen H arrod’un (1948) sormuş olduğu “tam istihdam ”ın gerçek­
leşmesini engelleyen büyüme sürecindeki istikrarsızlığa ilişkin temel soruya karşılık ola­
rak, Solow, istikrarlı bir tam istihdam sağlayan ve nispeten basit varsayım lar altında ça­
lışan neoklasik bir büyüme teorisinin temellerini attı. Bu modelde, sermaye stoku ve ha­
sıla, nüfus artışı ve (emeği çoğaltan türde)1 teknik ilerleme hızlarının toplamına eşit olan
dengeli bir büyüme oranında artm aktadır. Nüfus artışı ve emeği çoğaltan teknik ilerle­
me veya sabit hızda artan bir teknik ilerleme olmaksızın, tek biriktirilebilen faktör olan
sermayenin marjinal getirisinin azalm ası nedeniyle büyüme duracaktır. Serm aye biriki­
mi, azalan getiriler nedeniyle uzun dönemde yatırım ları teşvik etmiyecektir. Sadece iki
dışsal etki (nüfus artışı ve teknoloji) büyüm eyi devam ettirebilir; bu nedenle, uzun dö­
nemli denge büyüme hızı, şu veya bu şekilde iktisadi etkilerden bağımsız biçimde dış­
sallaşıyor.
Daha teknik yazarsak, hasılanın (Y) iki faktörlü, sermaye (K) ve işgücü (L) ve sa­
bit getirili bir üretim fonksiyonu ile üretildiğini varsayalım :
Y = f(K , L)
Bu özelliklere sabit bir nüfus artışıyla dışsal bir teknik ilerleme eğilimi katılabilir.
Serm aye birikimini temsil eden bir denklem bu modele eklenebilir; çünkü, sermaye ho­
mojen sayıldığından aynı hasıla hem sermaye birikim i hem de tüketim am açlarıyla kul­
lanılabilir. Kaynak dağılım sorunuyla karşılaşan iktisadi işlemciler sadece yatırım veya
tüketim kararı verebilirler.
Büyüme süreci şu şekilde ifade edilebilir: Serm aye (K) düzeyindeki değişmeler hası­
la (Y) düzeyine bağlı olduğundan, (Y) ile (K) arasında, tasarruf oranı (s) şeklinde, fonk­

i “labour-augm enting" ayn ı m iktarda emeğin daha verim li üretmesi, em ek m iktarını artırm ış gösterm ektedir.

371
siyonel bir ilişki vardır. (Y) nin üretiminde, (K) nın m arjinal verimliliği, (K) miktarına
bağlı olarak azaldığından, verim lilik yüksekse, daha az sermaye, giderek artan üretime
katkıda bulunur. Bunun sonucunda sermaye birikimi giderek güçleşir ve uzun dönem­
de büyüme sıfıra yaklaşır. Bu tipik neoklasik sonuç, tasarrufçu davranışların özelliğin­
den kaynaklanm aktadır. Çok güzel ve aydınlatıcı olmasına rağmen, neoklasik büyüme
modeli uzun dönemli büyüm eyi açıklamaz. Uzun dönemde kişi başına büyüme, ancak
teknik ilerlemeye bağlı bir dışsal trend mevcutsa görülebilir. Aksi halde, Solow’un asıl
modelindeki büyüme “geçiş” (transitory) dinamikleri denilen faktörlerle sınırlıdır.
Solow modelinin kayda değer başka özellikleri de vardır. Birincisi, tasarruf oranla­
rının “sermaye/işgücü oranı” üzerindeki etkisiyle ilgilidir. Fakat bu tanımı gereği, dışsal
olan denge büyüme haddiyle ilgili değildir. Gerçekten, denge noktasında bütün tasar­
ruflar sadece yeni işçilerin kullanacağı sermaye birikim i için olup, mevcut işçi başına
serm ayeyi artırm az. Sonucunda, tasarruf düzeyini etkileyen politikalar sadece sermaye
düzeyini etkiler. Ekonomi, işçi başına serm ayede denge düzeyine doğru yaklaşırken, bir
“geçiş etkisi” ortaya çıkacaktır, fakat bu da büyüme hızını etkilem iyecektir.
İkincisi, tüm işlemcilerin aynı zevklere sahip olduğu, yan i aynı m iktar tasarruf ya p ­
tığı varsayım ıyla, kişi başına aynı m iktar gelir ve serm ayeye sahip tüm ülkelerin, ulus­
lararası bir çerçevede, birbirlerine yakınlaşm aları gerekm ektedir. Böylece, fakir ülkeler
zenginleri "yakalayacaklardır”; fakat eldeki veriler (Şekil 13.1) bu sonucu fazla destek­
lemiyor.
“Sürekli” bir büyüm eye ulaşm ak için zaman içinde girdilerin verim liliğini artıran bir
“dışsal" faktör bulunmalıdır. Böylece, dışsal bir teknik ilerleme (T), üretim fonksiyonu­
na dahil ediliyor:
Y = f(K , L, T)
Ancak, T nin, K ve L faktörleri gibi bir üretim faktörü olduğu düşünülmemelidir. S a­
bit getirili üretim fonksiyonu varsayım ı, sermayenin teknolojiden m arjinal getirisinin
azalacağı anlam ına geliyor; bu da, uzun dönemde bazı spesifik varsayım lar olmazsa,
faktörlerin uzun dönemde büyüm eye katkısının engelleneceği şeklinde anlaşılm alıdır.
Teknik ilerlemenin etkileri iki şekildedir: (i) doğrudan verim liliği artırm ak; (ii) ser­
mayenin getirisini artırm ak ve böylece ilave yatırım ve gelir artışına yo l açmak. Serma­
y e birikimi, büyümenin tek kaynağı olan teknik ilerlemenin doğrudan ortaya çıkardığı
bir sonuçtur. Teknik ilerleme açıklanam adığı sürece, büyüme, bu modelde hâlâ dışsaldır.
Bu eksiklik, teknik ilerleme işselleştirilerek giderilmeye çalışıldı. Kaldor (1957) ve Ar­
row (1962), teknolojik ilerlemenin kaynağı olarak, öğrenmenin etkilerine odaklanırken; di­
ğer "daha eski” içsel büyüme modelleri de, az çok, benzer yaklaşım larla, teknik ilerlemeyi
üretimin, yatırım ın veya beşeri sermayenin5bir yan ürünü saydılar. Bu darboğaz "içsel” bü­
yüm e nitelikleri taşıyan “yen i” formel büyüme modelleriyle yaklaşık on y ıl önce aşıldı.

372
Y eni B üyüm e M o d elleri

Teknik ilerlemenin basit bir zaman trendi sayıldığı geleneksel neoklasik büyüme mo­
deliyle (Solow, 1956, 1957) karşılaştırılırsa, yen i büyüme modelleri teknik ilerlemenin
değişkenlerini ele alm akta, böylece de özünde, kalkınmanın kaynaklarını içsellikle be­
lirlemektedir. Sürekli büyüme, sermaye birikirken, serm ayenin m arjinal verim liliğinin
artışını garantileyerek, büyüme hızının sıfıra yaklaşm asını engelleyen dışsallıklar veya
ölçeğe göre artan sermaye getirilerinin mevcudiyeti nedeniyle şimdi mümkün olmakta­
dır. Amable’ın (1994) işaret ettiği gibi, “y e n i” büyüme modelleri, özel bir birikim şekli
"benimsiyor”: Belli m iktarda bir kaynak, bir faktörü belli bir m iktarda değil, belli bir
yüzdeyle artırıyor.
Bir çok yaz ar içsel büyüme modellerini sınıflandırm aya teşebbüs etmiştir. Biz de,
kendi amacımız doğrultusunda, büyümenin kaynaklarını dikkate aldığı için, en ilgi çe­
kici olan Amable sınıflandırmasını (1993) ele aldık. Gerçekten burada, bir takım "artan”
büyüme kaynakları bulunuyor.
1. İçsel büyümenin birinci kaynağı belli bir faktöre yap ılan yatırım lardır. Örneğin, Rö-
mer (1986), nispeten basit ve geleneksel büyüme modellerinin, aslında sabit getiri­
lerle sınırlı olmadığını, fakat ölçek ekonomilerinin firm alar için dışsal sayıldığını dü­
şünüyor.
2. D aha doğrudan ve aşikâr olan büyüme kaynağı teknolojik yeniliklerdir; bunlar da
A&G faaliyetine ayrılan kaynakların m iktarıyla diğer bilgi üreten faaliyetlere bağlı­
dır. Römer tarafından ortaya atılan özgün modelde (1990), sermaye artık homojen
bir mal değil, fakat bir takım farklı ara m allardan oluşuyor. Yeni ara (intermediate)
girdiler, A&G kaynaklarının bu aram a sürecine tahsisiyle keşfedilirler. Buna karşıt
bir çerçeve, Aghion ve Howitt (1992) tarafından sunulmuştur: Bu yenilikler mevcut
üretim girdileri yelpazesine sadece yen i ilaveler yapm anın ötesinde, bir dizi “ya ratı­
cı tahribatı” da beraberinde getirm ektedir. Her yen i girdi, kendisinden öncekinin y e ­
rini aldığı gibi, buna bağlı tekeli de sona erdirir.
3. Beşeri sermaye birikim i de içsel büyümedeki diğer bir kaynaktır. Lucas (1988) tara­
fından geliştirilen modelde, fertler de Römer’in yatırım ında (1986) olduğu gibi, ar­
tan getiri çerçevesinde beşeri serm aye oluştururlar. Beşeri sermayenin ortalam a dü­
zeyi ne kadar yüksekse, nihai m alların üretim indeki her işçinin verim liliği de o ka­
dar yüksek olacaktır.
4. Son olarak, büyüme aynı zam anda kamu m alları ile iletişim ağları, enformasyon hiz­
metleri vb. alt yap ı yo lu yla da gerçekleşm ektedir. Bu tür m allar özel sektörün de ve­
rim liliğini artırm aktadır. Bu malların, büyük sayıdaki işlemci tarafından eş zamanlı

373
kullanılm ası, bunları geleneksel anlamda da kamu malı haline getirir. Çünkü bunlar,
sosyal kurum lar tarafından vergilerle üretilirler. Kamu m alları politikası, bu m alla­
rın sağlanm asında hayati bir önem taşıyacaktır.

Önceki tipoloji —fiziki, beşeri ve kamu malı biçimindeki—bir yatırım ın, teknolojik
ilerleme ve “içsel” iktisadi büyüme arasındaki ilişkilerdeki özel rolünü göstermeye y a r ı­
yor. Tabii ki firm aların yatırım kararları ve daha nicel ayrıntılar cinsinden bu tür açık­
lamalar, dinamik bir talebin yo l açtığı büyüme çerçevesinde aşağıdaki gösterildiği gibi
önem kazanır. Yeni bir büyüme olanağı geliştirmeden önce yan i piyasaya yeni bir ürün
getirmeden önce, firma kendi teknik bilgisi “know-how” çerçevesindeki fırsatları değer­
lendirecektir. Firma yen i ürünün talep şartlarını değerlendirdikten sonra, üretim prog­
ramını buna göre düzenlemek için firmanın teknolojik bilgi stokunu artıracak olan ken­
di araştırm a ve geliştirme faaliyetlerine (görünmez yatırım ını) başlayacaktır. Ancak,
bunlar fiziki yatırım lardan sonra sonuçlarını vermeye başlar. Başarılı bir pazarlam aya
dayanarak, temelinde yeni fırsatları yakalam ak olan bu çifte yatırım kararı, sonuç ola­
rak firmanın genişlemesine ve daha eski ürünlerin talebini azaltan “yaratıcı tahrip” sü­
recine yol açacaktır. Üretim süreci düzeyinde de, firmayı reorganize etmek şeklindeki
stratejik kararla birlikte başlayan açılım, onun fiyat rekabetçiliğini (veya rekabetçi es­
nekliğini) artırarak sürdürecektir1.
Buna ilişkin yönetim yenilikleri ise yen i tip makine ve teçhizatın potansiyeli hakkın-
daki bilgilere bağlıdır. Bu bilgiler genelde, verim liliği ve bunun sonucu firmanın piyasa
payını artıracak olan fiziki yatırım lara yol açacaksa da, bu her zaman görülm eyebilir;
firma eldeki yatırım ıyla da, bazen yeni bir teknolojiyi kullanabilir.
Toplulaşmış (aggregate) bir m akroiktisat düzeyindeki görünmeyen yatırım lar, öğ­
renme ve fiziki yatırım larla (m aliyette ve talepte görülen) piyasa baskılarının verimli
döngüleri, yukarıda, tek bir firma düzeyinde ifade ettiğimiz, teknolojik değişimin pozi­
tif dışsallıklarım da içeren, "içsel” büyüme için görünmez yatırım ların özel önemini or­
taya çıkarm aktadır. Piyasalardaki büyümenin ve piyasa hacminin yol açtığı yatırım ar­
tışı, Smith (1776) ve Young'ın (1928) Klasik iktisada katkıları olduğu kadar, Kaldor’un
(1957) daha Keynesçi katkılarında da görülür. Savaş sonrasında ticaretin liberalleşm e­
si, piyasaların genişlemesini, coğrafi alanlar, satın alma gücü ve mal çeşitlemesi cinsin­
den daha da hızlandırdı. Bu sürekli piyasa genişlemesi ve kalite iyileşmesi trendi, her
ürünün içinde saklı bir eğilim olan, piyasadaki doyum noktasına ulaşm asıyla dengeleni­
yo r (Pasinetti, 1991). Bu büyümenin genişliği ve niteliği, sonuçta potansiyel verim lilik
artışlarıyla daha farklılaştırılm ış talebe uyarlanm ayı sağlayan, ürün farklılaştırılm ası ve
i Aslında oransal ifadelerdir: "Competitivity/price (or its com petitivity/flexibility)”.
maliyet düşürülm esiyle ifade edilen teknolojik ve iş yönetimsel yenilikleri hızlandıran
sert bir rekabete yol açm aktadır. Bunun ötesinde, hızlandırılmış teknik değişme, bilim­
le ilişkili sektörlerde ve birçok "ileri teknoloji” kullanan sektörde, daha fazla araştırıcı
ve araştırm a fonu gereğini doğuruyor. Çünkü, bilim ve teknoloji kapasitelerinin giderek
artan karm aşıklığı, ağların, ittifakların, bilimsel ve teknolojik bilgi değişimlerinin artm a­
sına yan i teknolojinin “dışsallık” etkilerinin çoğalmasına yol açıyor.
Önceki bölümde gösterildiği gibi dışsallık etkisi, yenilikçi firmayı ve sektörü değil,
yenilikçi ülkenin sınırlarını bile aşar. En son teknolojik yeniliklerin üretimi yoğunlaştık­
ça yen i teçhizat talebi, dolayısıyla fiziki yatırım talebi artar. Bu artış da liberalleşm eyi
daha ileri götürür: Serm aye piyasalarının liberalizasyonu ile mali piyasaların ve yatırım ­
ların uluslararasılaşm ası, gelecek bölümlerde daha ayrıntılı biçimde tartışacağım ız gibi,
teknolojinin uluslararasılaşm ası ve girişim lerin küreselleşm esiyle çok yakından ilişkili­
dir. Yeni yatırım lar verim lilik artışları ve bir dizi yeni y a da farklılaştırılm ış ürünün or­
taya çıkışına sebeb olur. Klasik "artan getiriler" argüm anına uygun olarak (Young,
1928; Verdoorn, 1949, 1948; Kaldor, 1980; Buchanan ve Yoon, 1994) bu üretim artışı,
yeni mal ve servislerle yen i fırsatlara ek bir talep yaratacak ek bir gelir artışı doğurarak,
yu k arıd a tasvir edilen ilk trend içindeki verimli döngüyü kapatır.
Teknoloji, yatırım va büyüme arasındaki etkileşimin derinliklerine girm eye çalışan
böyle bir görüşle, özellikle teknolojik değişimin artan getiriler niteliği açısından, yeni
büyüme modelleri, büyüme ile teknoloji arasındaki etkileşimin karm aşıklığını şematik
biçimde göstermekten ziyade, pratikte tamamen tanımsal kalm aktadır (Nelson, 1994).
Savaş sonrası dönemde sayıları hızla artan daha nicel analizler, büyüm eye ilişkin bazı
yapısal özellikler üzerine odaklanmıştır. Şim di bu katkılara geliyoruz.

Y eni B ü y ü m e T eorisi N e K a d a r Y en id ir?

Başta şunu hatırlatm alıyız: Bu yen i büyüme modellerindeki geleneksel üretim fak­
törleri yan i emek ve sermaye, geleneksel (neoklasik) modellerde oynadıkları rolleri bu­
rada oynamazlar. Bunun sebebi, yen i büyüme modellerinin am açlarının görgül (empi-
rical) olmaktan çok analitik olmasıdır. Örneğin "yeni büyüme modeli" emekle beşeri
sermaye arasında bir ayrım yap ar. Bir çok modelde beşeri serm aye araştırm a sektörü­
nün (A&G) temel girdisidir. Böylece (işi sadeleştirm ek için), bu faktör (beşeri serm a­
ye ) aynı zamanda tüketim m alları sektöründe de kullanılır. Pratikte ise A&G de kulla­
nılan emekle başka yerde kullanılan emek arasında büyük fark vardır. Bu şekilde
“emek/beşeri sermayenin artan getiri” etkisi, gerçekte daha fazla sayıda araştırıcı istih­
damının büyüme hızını artırabildiği noktayla sınırlanm aktadır. Eğer (kurum sal) neden-

375
lerle eğitim eksikliği veya işgücü piyasalarındaki katılıklar gibi, araştırm a sektörüne y e ­
terli eleman sağlanamazsa, modelde ölçek etkisi görülem iyecektir. Bu nokta, aynı za­
manda modellerin çoğunda (model kuranların kendileri tarafından) "tahmin edilen” ve
çok kez istenmeyen sonuçların muhtemel açıklam asıdır: Modele göre (nüfus artışı açı­
sından), büyük kaynaklara sahip ülkelerin nüfusu sabit veya azalan ülkelere göre daha
hızlı büyümesi gerekirken bu sonuç gerçekleşemiyor.
Serm aye “y e n i” büyüme teorilerinin çoğunda, bildiğimiz anlamda mevcut değildir.6
Bu modellerde fiziki sermayenin olmadığı ve sadece bilgiye yatırım ın önemi (Römer,
1986) vurgulanırken, daha karm aşık olanlarda fiziki sermayenin olağan özelliğine ters
bir şekilde, sermaye birikm eyen bir ara maldır. Son durumda, bu ara m alların kalitesi­
nin araştırm a sektöründe iyileştirildiği ve verim liliğin de tüketim malları sektörüne ya n ­
sıdığı varsayılır. Bundan başka birçok model, basitleştirm ek için tek bir homojen ara
malı olduğunu veya tüm ara malı sınıflarının teknolojik değişmeden aynı ölçüde etkilen­
diklerini varsayarlar.
Bu yaklaşım , A&G y e daha çok yatırım yapılırsa, tüm ara m alların kalitesinin y ü k ­
seleceği ve artan yatırım lar yo luyla da daha hızlı büyüm eye ulaşılacağı sonucuna varır.
Bununla birlikte, Schum peter’gil “yaratıcı tahrip” süreci devreye girince, Aghion ve
H owitt’in (1990) gösterdiği gibi, ara m allara yapılan her ilave “işi çalm a etkisi” (busi-
ness stealing effect) denen bir yolla, bunların bir kısmının teknik ölümüne (obsolescent)
yol açar. Bu örneğin ilgi çekici yanı, artık daha önceki sonuçların geçersiz kalm asıdır:
A&G deki artışlar daha düşük büyüme hızlarına yol açıyor.6
Teknoloji açısından “yeni" büyüme modellerinin temel argüm anlarından birisi, tek­
nik ilerlemenin diğer m allar gibi üretilen bir mal olduğudur; fakat bu mal, bir kamu ma­
lının tipik özelliklerini taşır (Römer, buna ‘paylaşılab ilirlik’ diyor). Böyle bir malın, bir
piyasa ekonomisindeki özelliği, bunu üretmek için gerekli yatırım ların giderek azalm a­
sı biçiminde bir eğilimi içinde saklam asıdır. Başka bir özelliği de, bu malın üretim dü­
zeyinin ekonominin büyüme haddini etkilem esidir (ölçeğe göre artan getiri). Bu son so­
nuç, ölçme düzeyinde, “serbest” (unrestricted) denen (yani ex a n te ölçeğe göre artan
getiri im kânlarına açık) bir üretim fonksiyonu içinde, yatırım la hasıla artış hızı veya ser­
mayenin marjinal verim liliği arasındaki korelasyonları tahmin etmek için bir temel oluş­
turur. Bu yöntem ler doğal olarak eldeki mevcut verilere göre birçok “y e n i” büyüme mo­
delinde zımnen benimsenmiş olan sermayenin (veya ara m alların) homojen olduğu var­
sayımından hareket etm ektedir (De Long ve Summers, 1991).
Eğer formel ekonomik modelleme tahminleri amaçlanmıyorsa, yen i büyüme model­
lerinin görgül sonuçları bunların itibar kaybına neden olmaktadır. Bu analiz sonuçları­
nın çoğu diğer modellere dayalı analizlerden de elde edilebilir. Örneğin, G riliches’in

376
(1984) birçok vesileyle tahmin ettiği “toplam faktör verim liliği” ile A&G harcam aları
arasındaki korelasyonlar gösterilebilir. Bu korelasyonların sonuçları “y e n i” büyüme
modellerinden elde edilen tabloya daha iyi uym aktadır. Aynı argüman, çeşitli ara mal­
ların bir göstergesi olarak yorum lanabilecek patent sayılarıyla iktisadi büyüme arasın­
daki bağlantılar için de ileri sürülebilir. Teknoloji değişkenini analize katan bu görgül
deneyimler, iktisadi büyüme ile teknolojik ilerleme arasındaki ilişkiyi daha iyi anlam a­
mıza, şimdiki model denemelerinden daha çok katkı yapıyor.
Belli sektörlerdeki bilim ve teknolojinin farklılaştırılm ış rollerinin daha ayrıntılı ana­
lizlerinin ortaya çıkardığı bazı düşünceleri, yen i büyüme teorilerinin kapsam ı içinde bü­
tünleştirme yaklaşım ı, kanaatimizce bu alanda gelecek vadeden daha ileri araştırm a
program ları doğuracaktır. Örneğin bir malın, ona G SYIH diyelim, üretiminde, üretim
faktörleri bir yerde teknolojik ilerlem eye (kalite) duyarlı, bir yerd e de duyarsız olsun;
“y e n i” büyüme teorisi’nin mantıki uzantısı olarak bu girdiler, bir üretim fonksiyonu
içinde ayrıştırılabilir: Teknolojik ilerlemenin fazla etkilem ediği girdilerle üretilenlere ge­
ri teknoloji (low-tech), etkilenenlere ileri teknoloji (high-tech) ürünleri diyeceğiz. “Y e­
ni büyüme teorilerinin” ileri sürdüğü, basit toplam dinamik ölçek etkisi, bu mantıkla,
zorunlu olarak düşük teknolojili yatırım m allarına yönelm iş bir yatırım ı engellemeye­
cek; tersine, ölçek etkisi (A&G sektörüne de kaynak ayrıldığı için) daha fazla yatırım
gerektiren ileri teknoloji girdilerinin kalite artışlarını muhtemelen yavaşlatacak fakat
tüm ekonomide yatırım ları artırarak, verim lilik artışları üzerinde pozitif bir etki ya rata­
caktır. Yeni büyüme teorilerinin, gerçek dünyaya ilişkin, stilize edilmiş bir çerçevedeki
en sağlıklı yorumu, ileri ve geri teknoloji girdileri arasında bir ayrım yapm ış olmasıdır.7
Teknolojik yatırım ların, özellikle yu karıd aki iyice ayrıştırılm ış yatırım seti çerçeve­
sindeki görünmez yatırım ların bütünleştirilm esiyle, birçok geleneksel m akroiktisat po­
litikası sorununa nasıl cevap bulunacağını görmek güç değildir. Böylece, teknolojik iler­
lemenin birçok niteliğini ifade eden artan getirilerle ilgili daha gerçekçi bir tablo mak-
roiktisadi büyüme analizine sokulmuş oluyor. Teknolojiyle ilgi politikalar (örneğin
A&G yardım ları), diğer geleneksel, statik, etkenlik artırıcı mikro politikalarla, rekabet
politikası gibi, eşitlenemez; çünkü bunların çok önemli dinamik bir büyüme etkisi var­
dır. En son, açık ekonomide büyüme modellerinde (Grossman ve Helpman, 1990), bu
politika sonuçları, yeni teknolojilerin "üretildiği” bir ekonomiyle diğeri arasında görece­
li etkinlik karşılaştırm asına konu olmuştur. İşin bu "uluslararasılaşm ası” boyutuna ge­
lecek bölümde değineceğiz.

377
13. 3 Yeni Schumpeter'ci Büyüme Görüşüne Bir Ekleme
Karşıt olmasa bile, “y e n i” büyüme geleneğini tamamlayıcı olan, daha tanımsal nite­
likteki Schum peter’ci katkılar, genelde belli bir teknolojinin ortaya çıkışı ve yayılışıyla
ilgili ayrıntılı örnek olay çalışm alarına dayanm akta, teknolojik değişmenin gelişim ve
yayılm asını yönlendiren m ekanizm aların karm aşıklığını öne çıkarm aktadır. 1. Bölüm ­
de tartışılan, varlığıyla teknolojik gelişm eleri karekterize eden, çok öğretici (heurictics)
“teknolojik paradigm alar”, teknolojik değişimenin nispeten düzgün biçimde yo l aldığı
teknolojik “yörüngeleri” (trejectories) belirlediği gibi, aynı zam anda teknolojik ilerlem e­
nin bazı bozucu ve sermayenin yaratıcı tahrip özelliklerini de ortaya çıkarm aktadır.
Böyle bir Schum peter’ci çerçevede, değişen paradigm alarla mevcut paradigm a içindeki
"normal” teknolojik ilerleme, sürekli ve süreksiz teknolojik gelişme eğilim leri şeklinde
tanım lanabilir.
Schumpeter için kritik olan son ayrım doğal olarak, yen i teknolojilerin uygulanm a­
sından ve daha da genelde (ICT ve biyoteknoloji gibi), “doğurgan” teknolojilerin yavaş
yayılm asından kaynaklanan verim lilik artışlarına ilişkin m akroiktisat verileri olmaması
nedeniyle birçok şüphenin de merkezindedir.
Aşağıda, Solow verim lilik paradoksu diye bilinen olgunun olası açıklam alarını tartı­
şacağız. Solow, her yerd e bilgisayar olmasına rağmen, kullanılm asından doğan gerçek
verim lilik artışlarının çok az veya hiç mesabesinde olduğuna işaret etmiştir. Bunun en
iyi açıklam ası, insan kaynakları, örgütsel ve yönetimsel uygulam a alışkanlıkları ve daha
geniş ifadeyle, sosyal, iktisadi ve kurum sal ortamları öne çıkaran çeşitli yayılm a engel­
lerinin önemini vurgular.
Analiz de buradan başlam aktadır: Radikal teknik yenilikler sadece üretim alanı için­
de büyük bir karm aşa yaratm akla kalmaz, aynı zamanda daha geniş bir alanda sosyal,
kurumsal ve örgütsel sarsıntılar da getirir. Bu da paradoksu bir şekilde çözmektedir: R a­
dikal teknolojilerin iktisadi ve sosyal potansiyelleri ancak uzun tarihsel dönemlerde an­
laşılabilir ve bu “öğrenme” sürecinde yönetim stratejileriyle birlikte, ulusal ekonomileri
ve girişim lerin başarılarını etkileyecek kurumsal ortam da değişecektir. Böyle bir bakış
açısından, yen i doğurgan teknolojilerin aynı zamanda toplumsal davranış ve kurum lar -
da da temel bazı değişimler gerektirdiği, bu değişiklikler olmaksızın bunların yayılm ası
ve potansiyel verim lilik artışlarının gerçekleşmesinin mümkün olamıyacağı anlaşılır.
Bu noktadaki en güzel örnek, birçok yazarın da üstünde durduğu enformasyon tek­
nolojisidir. Bu o kadar yaygın ve yen i özellikler taşım aktadır ki Schum peter’ in ard ar­
da gelen "yaratıcı tahrip fırtınaları”nın en son tayfunudur. O ysa küçük yenilikler, ya p ı­
sal değişikliklere yol açacak büyük sorunlar yaratm az; radikal yen i teknoloji sistemleri
böyle büyük sorunlar doğurur. Çünkü bunlar sermaye stokunun yeniden tasarlanm ası­
na ve konfigürasyon (m akinelerin yerlerinin değiştirilm esi) değişikliklerine, yen i bir iş­

378
gücü profili, yen i yönetim yap ıları ve iş örgütlenmesine, yen i bir sanayi ilişkileri biçimi
ile ulusal ve uluslararası düzeylerde, örneğin, küresel haberleşme ağları veya paralı en­
formasyon hizmetleri gibi, yen i bir kurum sal ve yasal düzenleme çerçevesi kurulm asına
yol açar; bu da listenin tamamı değildir.
Bu dönüşümün çok derin olduğu genellikle kabul edilmiştir. T he E lco n o m isf in ifade
ettiği gibi “Fabrika hiç yokm uş gibi yeniden icat edilmektedir. Geleneksel üretim hatla­
rı, "her şeyi ya p an ” esnek makinelere y e r açm ak için sökülüp atılıyor ...insanların üze­
rine kaynadığı —otomobil üreticisi hanedanların ilk ortaya çıkışından beri her yerde
imalatın temel özelliği olan- uzun, dar üretim hatları, bilgisayarların çalıştırdığı, çok
parmaklı robotlarla iş gören, çok amaçlı m akina demetlerinin yığıld ığı üretim hücrele­
riyle y e r değiştirmektedir. Sanayinin tüm manzarası değişiyor”.
Aynı benzetmeler “geleceğin ofisi” için de yapılm aktadır. Kişisel bilgisayar, veri ban­
kası, elektronik posta, kelime işlemcileri ve diğer pek çok enformasyon işi, hizmet sek­
törlerini tanınm ayacak biçimde değişikliğe uğrattığı gibi, bu işlerin çoğu ilk kez serm a­
ye yoğun ve bazıları da A&G yoğun hale geliyor (17. Bölüme bkz.). Yeni bir teknoloji
demetinin bu şekilde yaygınlaşm ası, doğal olarak bunun ekonominin diğer sektörlerine
yayılm ası sorununu öne çıkarıyor. Y aygın teknolojilerin başında gelen enformasyon
teknolojisi (IT), bu yap ısal düzenlemenin ana sorunlarından birisidir. Kendi teknoloji­
sini en etken biçimde kullanan bilgisayar sanayisinin aksine, bu tamamen yeni teknolo­
jiyi az tanıyan birçok im alat ve hizmet sanayileri, bu teknolojiyi kullanm aya kalktığın­
da, sayısız güçlüklerin ve “şikayetlerin” olması sürpriz sayılm am alıdır. Çoğu yeterli y ö ­
netim bilgisi ve gerekli iş becerisinden yoksundur; belirlenmiş bir teknolojik yörünge
üzerinde alışık oldukları küçük iyileştirm eler hiçbir zaman sorun olmazken, geçmişle
tüm bağları koparm ak onlarda büyük sarsıntılar yaratır.
Jo h n Diebold’un 1952 de yazd ığı O tom a tik F abrik anın G elişi ( T he A d v en t o f th e
A u tom a tic F a cto r y ), bu sorunlara ilişkin hayret verici öngörülerle doludur. Diebold,
özellikle tasarım ve bakım konusunda çok büyük m iktarda yen i beceri gerekeceğini
söylüyordu; aynı zam anda “tüm ürünlerin üretiminde olduğu kadar tasarım larında” da
bilgisayarlaşm anın ortaya çıkacağına işaret etmişti. Bütün bunlar “firm aların yapısında,
A&G faaliyeti, tasarım, üretim ve pazarlam a arasında enformasyon akışını kolaylaştıra­
cak değişiklikler” yapılm aksızın mümkün olam ayacaktı. Buna karşın, "yönetim yapısın­
da da, y a ta y insan ve enformasyon hareketlerini kolaylaştıracak” değişiklikler yapılm a­
lıydı. O sırada, sadece bilgisayarın bir donanım, bir makine halinde mevcut olması, an­
cak en temel ilk adımların atılmasını sağlamıştı; tüm süreç y ılla r değil onyıllar sonra or­
taya çıkacaktır.

379
Gelişmeler, D iebold’u tamamen haklı çıkardı. FM S, CİM , CAD/CAM gibi,
bilgisayarlı otomasyon biçimleri, 1980’lerden itibaren, önemli bir şekilde kendini göster­
meye başladı; ancak, kuşkusuz daha katedilecek çok mesafe vardır. Bunlar, hizmet sek­
töründeki bilgisayarlaşm aya da, a fo rtio ri, haydi haydi, uygulanabilir. Bu karm aşık y a ­
yılm a sürecinde, bilgisayar teknolojisiyle (özellikle, yazılım ) iletişim teknolojisini, her
sektörün ve işletmenin özel ihtiyaçlarına göre uyarlam ak gereklidir. Tüm enformasyon
sistemi yöneticileri ve yazılım danışman firm aları bu dediklerim izi doğrular. Örneğin,
Lockett (1987), çok uluslu büyük bir firmanın enformasyon teknolojileri alanındaki y e ­
niliklerini inceleyen çalışmasında, kullanıcı ile yapım cı arasındaki yoğun diyalogun, IT
yeniliklerinin uygulam a başarısındaki temel bir koşul olduğuna işaret ediyor; deneysel
bir A&G yaklaşım ı gerekm ektedir.
Bu bulgular, 1960’lar ve 1970’lerde yap ılan ilk yenilik araştırm alarıyla (8. Bölüm) da
tutarlıdır: Kullanıcının ihtiyaçlarını anlamak, başarılı bir yeniliğin en önemli koşuludur.
Özellikle enformasyon teknolojilerinde “kullanıcı dostu” olma gereği fevkalade önemli
olmakla birlikte, bir takım özel sorunlar da getirm ektedir. Birincisi, kullanıcının kendi
ihtiyacını kavram laştırm ak ve iyice tanım lam akta büyük güçlükleri olmaktadır. İkinci­
si ise yapım cının dışarıdan bu ihtiyacı anlayabilm esi nadiren mümkündür. Uçüncüsü,
teknolojinin kendisi son derece kaypak ve değişkendir. Son olarak da, IT kendisiyle be-
reber yönetim ve/veya üretim sistemlerinde reorganizasyon ihtiyacını da getirm ektedir.
Elektriğin yayılm asına ilişkin tarihi benzeşim (Freeman, 1987; David, 1991), bu ko­
nuda, özellikle, birçok şeyi açıklam aktadır. Bu alandaki temel teknolojik yenilikler
1860’larla 1880’ler arasında yapılm ıştı. 1880’ler ve 1890’lar arasında elektrik üretim ve
dağıtım sistemlerinin, ilk kez sürekli tesisiyle (aynı zamanda bununla ilgili bir dizi sos­
yal, yasal ve örgütsel yenilik de ortaya çıkmıştı) ağırlık tüm ekonomi yan i hem sanayi
hem de evlerdeki elektrik uygulam alarının yayılm asına kaym ıştı. Bu ilk aşamada, tek­
nolojik yeniliklerle makine ve teçhizat iyileştirm eleri hızla artarken, temel sorun firma­
ların örgütlenmelerinde, işgücü becerilerinde ve fabrika iç düzenlemelerindeki (lay out)
değişmelerle, mühendis, işçi ve yöneticilerin davranış biçim leriydi. W arren D evine’in
(1983) anlattığı bu değişmeler, aynı şekilde bilgisayarlı otomasyonun yayılm asına da
uygulanabilir (Bkz. 3. Bölüm).
Elektrifikasyonla bilgisayarlaşm a arasında görülen bu benzeşim, çok geniş bir mal
ve hizmet yelpazesini etkileyen herhangi bir teknolojik yeniliğin tüm potansiyelini orta­
y a çıkarm ası için gerekli birçok ürün ve üretim sürecinin yeniden tasarlanm ası gerçek­
leşinceye kadar, çok uzun bir zaman geçtiğini göstermesi bakımından oldukça ya ra rlı­
dır. Perez (1983, 1989), belli bir dönemdeki hâkim teknolojilerin, ister elektrik veya bol,
ucuz çelik olsun, isterse elektronik bilgisayarlar, ucuz entegre devreler veya ucuz evren­

380
sel haberleşme olsun, yen i teknik ve ekonomik avantajları yakalam ak için, bunlar ger­
çek bir tüm leşik ağ haline gelinceye kadar birlikte geliştiklerine işaret etmektedir. Tek-
noekonomik paradigm a kristalleşip geliştikçe, birbirine bağlı avantajlar giderek daha
belirginleşir ve yen i sistemin mantığı iyice açığa çıkar. Yeni teknolojik ve örgütsel yen i­
likler akımı temel sorunların ve dar boğazların çözümüne yardım eder. Fakat, ilk aşa­
malarda yen i teçhizatı alm ak büyük riskler ve güçlükler doğurur; çünkü henüz bütün­
sel bir sistem ortada yoktur, yeniliğin benimsenmesi için birçok deneme yanılm a ile y a ­
parak ve kullanarak öğrenme sürecinin yaşanm ası gerekecektir.
Bütün bu bilgiler, yen i teknolojinin uzağında kalmış sektörlerde ani bir verim lilik ar­
tışı beklemenin m antıklı olm ayacağını anlam ına geliyor. Verim lilik artışları, ancak çok
uzun bir alışm a süreci sonunda, yen i ihtiyaçlara uygun özel teçhizat, yeni beceriler, y e ­
ni yönetim yap ıları ve davranışları ortaya çıktıktan sonra beklenebilir. Burada, sektör­
ler arası yayılm a sürecine, yap arak ve etkileşerek öğrenmeye (Lundvall, 1988a) ve ta­
mamen yen i bir teknoloji sisteminin potansiyel verim lilik kazançlarıyla bunun gerçek­
leşmesi arasında geçen sürelere dikkat edilmesi gerekm ektedir.
Bir nokta çok açıktır. Potansiyel verim lilik kazançlarının gerçeğe dönüşmesi için sa­
dece fizik yatırım lara odaklanm ak yeterli olm ayacaktır. 12. Bölüm’de gördüğümüz, çe­
şitli ülkeler arasındaki eşit olmayan, yavaş yayılm a süreçlerinin sebebi, kritik "öğrenme”
ve diğer uyarlam a gecikm eleri olmalıdır.
Yeni ve eski büyüme teorilerini gözden geçirirken, Nelson (1996), yen i büyüme te­
orisindeki fikirlerin çoğunun, aslında, Abramovitz ve diğer iktisat tarihçileri tarafından,
1952 yılın d a ve hatta daha erken tarihlerde ileri sürülmüş olduğunu ortaya koydu ve şu
soruyu sordu: "iktisadi büyüme uzmanları, niçin bu yaklaşım ları, resmi büyüme teori­
lerine alm akta bu kadar geciktiler? Bunu yaparken yan i bu genel anlayışı formel teori­
lere sokunca ne kazand ılar?”
Bu soruları cevaplandırırken, Nelson "değerlendirici teori kurm a” (appreciative the­
orising) dediği bir sürecin, formal büyüme modellemesinden tamamen bağımsız gelişti­
ğini ve formel yaklaşım ın bu teoriyi yakalam akta geç kaldığı gibi, yardım da etmediği­
ni iddia ediyor. Bizim kendi çalışmalarım ız da onu doğrulam aktadır: iktisadi araştırm a­
lar, ancak, değerlendirici ve formel teorilerin yapım cıları iyi bir şekilde etkileşirlerse, en
iyi sonuçları verir; yen i büyüme teorileri böyle bir olumlu etkileşimle çok daha iyi ola­
naklar sunabilir.

381
Notlar

1 Bir çok y a z a r bu çerçevede, “koşullu yakınsam a" kavram ına atıf yap m aktadırlar. Bkz. Barro (1991) ve M an kiw e t
al. (1992) M addison (1995) bu analizini diğer gelişen ülkelere de yay a ra k , ortaya çıkacak yakınsam anın koşullarına
daha açık bir şekilde odaklanm ıştır.

2 D iğer araştırıcılar arasında Abramovitz (1979, 1986), Baumol (1986), D owrick ve N guyen (1989) vardır.

3 V eriler V erpagen’den (1994) alınm ış olup, büyüm e oranlarının hesabındaki ayrın tılar için bu m akaleye bkz.

4 Bu arad a U zaw a (1965) ve Phelps (1966) bakınız.

5 Scott (1989) bir istisnadır.

6 Böylece, Grossman ve Helpmann (1990) ile b aşlayarak birçok ya z ar “y a ra tıc ı tahrip ” Özellikleri yaşad ığ ı için
“Schum peterian” denilen türde büyüm e m odellerine yöneldiler. Genel bilgi için bkz. Aghion ve H owitt (1994).

7 A&G sonuçlarının “saçılm asına” (spillovers) ilişkin bazı ekonom etrik çalışm alar için bkz. Griliches (1980).

382
14. Bölüm

Yenilik ve Uluslararası Ticaret Performansı

14. 1 Giriş: Uluslararası Statik ve Dinamik Rekabetçilik Üzerine


Kısım’da, teknik ve örgütsel yeniliklerin başarısına bağlı güçlü ihracat perfor­

I manslarından örnekler verm iştik (İngiliz pamuklu ve porselen sanayileri, Al-


# man sentetik boyar maddeler ve plastik sanayileri, Jap o n otomobil ve tüketici
elektronik sanayileri gibi). Bu örnekler zamanın genel kanaatine uygun olsa da, ticaret
teorisi türü sistematik bir destekten yoksundu. Böyle bir teori ihracat kadar ithalatı da
dikkate alır, dış ticarette uzmanlaşmanın avantaj ve dezavantajlarını, doğal kaynakların
rolünü ve benzer sorunları inceler. Bu bölümde, yenilikle ticaret performansı arasında­
ki ilişkilere ait çok zengin bulguları, uluslararası ticaretin genel iktisat teorisine bağla­
maya çalışacağız.
Son çeyrek yüzyılda, teknolojik yeniliklerin uluslararası rekabetçiliği ve ticaret per­
formansını uzun dönemde belirlem edeki rolü, uluslararası ticaret teorisiyle uğraşan ik­
tisatçıların ve politikacıların giderek daha fazla ilgisini çekmeye başlamıştır. Önceki bö­
lümde, yen i büyüme teorileri örneği tartışılırken görüldüğü gibi politikalara giderek ar­
tan bu ilgi artışının ana nedeni, ilk bakışta bilgi üretiminin kayda değer büyüme dışsal-
lıkları yaratan ve uluslararası düzeyde iktisatçıların kartel anlaşması dedikleri ve kırıl­
ması için de neredeyse yirm i yıld ır ticaretteki tüm liberalizasyonu destekledikleri, stra­
tejik teknoloji politikası m üdahalelerini haklı kılan, hatta bazı durum larda gerektiren
kartelleşme özelliğidir.

383
Bu bölüm, diğer birçok şey arasında, Dosi e t al., (1990) analizinde sunulan eski ve
çok da yen i olmayan ticaret teorilerinin kısa bir açıklam ası ve değerlendirilm esi ile baş­
lıyor. Burada çok yaygın stratejik ticaret politikası düşüncesi ve onun çok çeşitli uygu­
lam aları gösterilecektir. Sonraki kesimde bu politikaların ulusal temelleri sorgulanacak­
tır. Stratejik ulusal politika tartışm aları giderek, çok uluslu firm aların hareket ettiği ve
bu politika müdahalelerinden en çok yararlan d ığı uluslararası düzeyde azalıyor. Birçok
yazarın, en çok da O stry’nin (1995) vurguladığı çelişkili bir durum yan i ulusal stratejik
ticaret ve teknoloji politikası kapsamının, bu tür ulusal politikaların uygulam a im kânla­
rının ve etkinliklerinin giderek azalması karşısında daralm ası, uluslararası ticaret teoris-
yenleri ve ulusal politika yapım cıları tarafından kabul görmeye başlamıştır.
Bir zamanlar uluslararası ticaret teorisyenleri birbirlerine, herkesin iyi yaşadığı, her
şeyin en uygun birleşimde talep edildiği, üretildiği ve ticaretinin yapıldığı bir cennetten
bahsederlerdi.1 Sonra bir melek gelerek herkesin alnına, diyelim, ulusal bir bayrak, ay­
rı bir renk y a da işaret koydu; sadece bu rengi taşıyan bir toprakta kendi serm ayeleri ile
üretip ticaret yapm alarına müsaade etti. İşte, bu insanların dünyanın çeşitli yerlerine
dağılarak birbirinden ayrılm alarına, çok büyük etkinlik farkları yaratarak dünyanın
toplam refahında büyük bir kayba yo l açtı. Bu talihsiz olaydan beri uluslararası ticaret
teorisyenleri —tanıma göre, ulusal bir refah bakış açısından ziyade dünya bütününe ba­
kan iktisatçılar—tekrar bu cennete dönmeye çalışm aktadırlar.
Analizin klasik iktisatçılara kadar giden bir boyutuna göre, her ülke, genelde, etken­
liği ne kadar kötü de olsa, nispi etkinliğinin en çok olduğu belli m allar sektörlerde uz­
m anlaşırsa ticaret yo lu yla refahını artırabilir. Bu refah kazancı, az veya çok, işbölümü
ilkelerinin dış ticarete uygulanm asıyla doğuyor. Bu analizin neo-klasik uzantısı olarak,
bir ülkenin karşılaştırm alı üstünlüğünü açıklayan daha biçimsel “faktör yapılan m ası” (=
factor endowment) kavram ıdır; kavram, faktör fiyatlarının eşitlenmesi, gelir dağılım ı ve
büyüme arasında bir takım kritik bağlar kurm aktadır. Y ukarıdaki benzetmemize göre,
ticaret teorisi, Tanrı’mn görünmez eliyle gerçekleşen serbest ticaretin, meleğin verdiği
cezayı tersine çevirip, faktör yapılarındaki ulusal farklara rağmen, cennetin yeniden
dünya yüzünde nasıl kurulacağını göstermektedir.
U luslararası ticaret, kuşkusuz savaş sonrası dönemde kalkınmanın en büyük loko­
motiflerinden biridir. Ticaretin sürekli serbestleştirilm esiyle dünya ticaret akımları,
1950-1975 arası %500’den fazla artarken, aynı sürede dünya geliri %200 artmıştır. Y i­
ne de, GATT (şimdi W T O )1 gibi kurum lar, im alat sanayinin giderek daha çok alanın­
da egemen olan, istikrarlı, liberal ve ayrım sız (= non discrim inatory) bir ticaret sistemi
geliştirmesine rağmen, dış ticaret teorisyenleri bu ticaretin temelinde yatan teoriyi sor­
gulam aya başlamışlardır.
i GATT, G en era l A g r e e m e n t o n T ariffs a n d T rade, savaştan sonra dünya ticaretini düzenlem ek için, C enevre’de ku rul­
muş bir Birleşm iş M illetler örgütüdür; yerin i 1995 de W TO , W orld T ra d e O rga n iz a tion , almıştır.

384
Önce ticaret verilerini inceleyen analistler, birçok ticaret hareketinin, artan sayılar­
da, bu “sap’ ticaret teorisine uym adığını fark ettiler. Bu bulgulara "paradoks" (daha öze­
linde Leontieff Paradoksu) denmesi uygun bulundu. İşte bu paradoks, aksak rekabet
olgusunun geçerli olduğu bir dünyada, saf dış ticaret teorisinin sınırlam aları olduğunu
kanıtlıyordu. M evcut dış ticaret teorisi çerçevesindeki bu rahatsızlık, birçok ticaret ana­
lizi için standart bir başlangıç oluşturmuştur. Örneğin, 30 y ıl önce Bhagwati, meseleyi
şöyle ortaya koymuştu:

Gerçek olgular...üretim ve tüketim de yen i teknolojilerin gelişmesinin, esasında aksak rekabet olgu­
sunu ilgilendirm esi, Chamberlain ve Jo a n Robinson'un çalışm alarına rağmen, bugün hâlâ, ciddi bir
genel denge teorisine sahip olamamamız...nedeniyle güçlü bir teorik sistem kuruluncaya kadar...ge­
leneksel analiz çerçevesinde herhangi bir gedik açm a umudunu yo k etmektedir.

(Bhagvvati, 1970, s. 23)

Hufbauer (1970, s. 192) kendi gözlemlerine dayanan "paradoksal” sonuçlan gözden


geçirirken, daha iğneli bir şekilde, bunların "henüz Sam uelson’un (eğer o da yanlış de­
ğilse) o muhteşem faktör fiyatlarının eşitlenmesi teoremiyle karşılaştırılabilecek düzey­
de bir şey çıkarm adığını ifade ediyor.
ikinci grup sorular, “geleneksel ticaret teorisinin” ticaretten doğan kazançları nicel-
leştirmede gösterdiği başarı (ya da başarısızlıkla) doğrudan ilgilidir. Ticaret analistleri­
nin, ticaretteki serbestleşmeyi, örneğin serbest ticaret bölgeleri yaratm ayı takip eden
kazanç artışları hesaplamaları, politika yapım cılarını hayrete düşürecek kadar azdır2.
Ticarete açılmanın en aşikâr ve en önemli kazançları, gerçekten aksak rekabete bağlı
nedenlerle hesaba katılm am ıştır. Örneğin, ölçek ekonomilerine geçmekle varılan etken­
lik artışları veya çok çeşitli mal seçme im kânına kavuşan tüketicilerin kazançları, saf ti­
caret modellerinde görülemez. Y ukarıda, Bhagwati'den yap ılan alıntıda ima edildiği gi­
bi, yeni bir analiz tarzının ortaya çıkması bir zaman meselesidir.
Son on yıld a Grossman, Helpman ve Krugman tarafından geliştirilen bu ikinci bir
"yeni” analiz yönelimi, temelinde tamamen farklı bir varsayım dan hareket ediyor: ik ti­
sadi faaliyetlerin çoğu değilse de önemli bir kısmı azalan değil, artan getiriler altında ça­
lışır. Bu perspektiften, ticaret kazançları ister Lüksem burg ister ABD büyüklüğünde
olsun, her ulusal ekonomide öncelikle serbest ticaret yo lu yla ortaya çıkan ölçek ekono­
milerinden doğar. Bu kazançlar, gerçekte geleneksel ticaret teorisinin ulaşacağı sonuç­
lardan fazladır. Görgül çalışm aların çoğu, bu "yeni” ticaret teorisi geleneği içinde kalı­
narak önemli kazançlar elde edildiğine işaret etmektedir. Bu sonuçlar Smith ve Venab-
les’ın (1988) Avrupa Topluluğu iç pazarının daha ileri düzeyde uyum laştırılm asına iliş­
kin çalışm alarıyla, H arris’in (1984) Kanada ABD Serbest Ticaret Anlaşm ası’na ilişkin
çalışmasında çok açık görülebilir.

385
Yine benzetmemize dönersek, büyük devletlerin belli bir bölgesinde yoğunlaşan bel­
li faaliyetler —Krugman’ın hoşuna giden örnekle Pennsylvania’da mantar üretimi—top­
lamı, ister Jap o n ya’da otomobil üretimi, ister İtalya’da fayans üretimi olsun, tüm k ay­
nakları bir araya getirerek, D ünya “cenneti” yaratacaktır. Yine de buraya ulaşm ak için
“serbest ticaret” esas olm akla birlikte, bu kez tüketiciler (ölçek ekonomileri ve ürün
farklılaştırılm ası gibi) ticarette “aksak rekabetin" avantajlarından yararlanacaklardır.
Bu yaklaşım altında, belli bir faaliyet dizisi toplamının bir bölge veya ülkeye sağladığı
avantajlar, dünyadaki ölçek ekonomilerinden en etkin biçimde yararlanılm asıyla dün­
yadaki her tüketiciye sağlanan avantajlarla karşılaştırılırsa, çok önemli sayılm ayacaktır.
Tamamen farklı bir varsayım dan yo la çıksa da "yeni” ticaret teorisi, aynı zamanda
temel ticaret teoremlerine göre, kimisi “y e n i”, kimisi ters, kimisi benzer, bol m iktarda
teorik sonuçlara ulaşm aktadır. Geleneksel ticaret bakış açısından en çarpıcı çelişkiler­
den birisi, kuşkusuz Brander ve Spencer’in (1983, 1985) gösterdiği gibi, serbest ticaret
bazı piyasa yap ıları örneğinde maksimum bir refah kazancı yaratm am akta, fakat ger­
çekten "stratejik” bir ticaret politikası gerektirm ekte, böyle bir politikayı haklı kılm ak­
tadır. Dixit, Krugman’ın stratejik ticaret politikası hakkındaki kitabına katkıda bulu­
nurken şunları söylüyor:

Son araştırm alar, birkaç y ıl önce iktisatçıların geleneksel serbest ticaret m antığına ters düşen, çok
dile getirilm iş popüler görüşleri destekler niteliktedir. Şimdi, ithalatı kısıtlayan ve ihracatı teşvik
eden M erkantilist argüm anlar, “k âr dağılım ı” gerekçesiyle doğru bulunm aktadır. D evletlerin, öğ­
renmelerine kadar sanayilerine verdikleri başlangıç ivmesiyle doğan sürekli avantajlarını, birbiri ar­
dından diğer devletlere kaptırm a korkusunun haklılığı, artık kusursuz resmi modellerin sonuçların­
dan da ortaya çıkıyor. Birinin kendi hükümetini, başka hükümetlerin izlediği saldırgan politikaları
izlemediği için suçlaması, uzun bir süredir tutarsızlık (non sequitur) sayılm ıyor.

(D ixit, 1986)

Stratejik ticaret politikası etrafındaki tartışm alar, politikacı ve işadam larının çoktan­
dır birçok sektörde karşılaştığı sanayi gerçeklerini gün ışığına çıkarıyor. Özellikle, tek­
nik ilerleme ve dış ticarete ilişkin analizler, daha uygun sanayi, teknoloji ve dış ticaret
politikalarının tasarlanacağı teorik bir çerçevenin ortaya çıkm asına yo l açacaktır. Te­
kelci rantlar, kâr paylaşım ı ve stratejik ticaret manipülasyonları, özellikle ileri teknolo­
ji sanayileri için önem kazanm aktadır. Bunun ötesinde, bu yeni teorilerin Amerikan
akadem ik çevrelerinde ortaya çıkması, ABD ’nin Jap o n ticaret ve teknolojisinin meydan
okumasından giderek korkm aya başladığı bir zamana denk düşmektedir.
Böylece stratejik ticaret kavramının belirmesiyle, teknolojik değişime ilişkin bazı di­
namik nitelikler, özellikle bunun birikimli biçimde gelişmesiyle öne çıkıyor. Dosi e t al. ’m
(1990) gözden geçirdiği “ye n i” ticaret teorileri ve alternatif Shumpeter’ci ticaret teorile­

386
riyle karşılaştırılırsa, bu kavram artan getiriler dinamiğine, özellikle üretim teknolojileri
ve yenilikler açısından çok büyük önem atfeder. Yine baştaki benzetmemize dönersek,
teknolojik gelişme ve büyüme bir şekilde geri dönülmez süreçlerdir yan i “cennet"e geri
dönmek mümkün değildir; bekaret gibi bir kez ve ebediyen kaybedilir. Tarihsel kalkın­
ma süreçlerinde, optimaliteyle ilgili özel bir vurgu yoktur. Teknolojik değişimin dinamik
niteliklerine sıkı sıkıya bağlı olan, öğrenme ve buna ilişkin (negatif ve pozitif) etkileşim­
ler, bu açıdan ülkelerin bir şekilde bağlandığı (bazıları iyi, bazıları kötü) uzmanlaşma
türlerinin ve çok değişik kalkınm a yollarının sebebini açıklayan temel unsurlardır.
Birçok kuruluş ye ri teorisinin vurguladığı gibi, kalkınm a süreçlerindeki böyle çok
çeşitli “bir yo la y a da geçmişine bağlanm anın” (=path-dependent) sebebleri arasında,
sanayileşme yerlerinin önceden seçilmiş olması ve A rthur’un (1988a) deyim iyle diğer
m ekanlarda “rekabetçi dışlanm a” (=competitive exclusion) uygulam asıyla, eldeki eko­
nomilerin bir yerde toplulaşmasından hâlâ bir gelir elde edilebilmesidir. En güzel ör­
neklerden birisi, 2. Bölüm’de sözünü ettiğimiz, İngiliz pamuklu sanayisidir. Başka bir
deyişle, bir bölge veya ülke, ister mantar üretiminde isterse silikon yongada uzmanlaş­
sın, dinamik bir teknoloji açısından fark etmez. Henüz “y e n i” ticaret teorisiyle ilgilenen
az sayıda yazar, bu dinamik özellikleri kendi ticaret m odelleriyle3 ve politika sonuçla­
rıyla tam olarak bütünleştirebilmiş değillerdir.
Peki, bu son dünya görüşünde ulaşılacak “normatif” bir dünya cenneti yo k mu? Bü­
tün bunları bir araya toplayan genel bir ilke olarak, bu soruya ancak “h ayır” denebilir.
Herhangi bir dinamik ve daha evrimci bir analizin normatif karşıtlığı, tarihin, kuram la­
rın, müdahalelerin ve özellikle çok uluslu firma yatırım larının hayati rolünü öne çıkar­
mak yan i uluslararası iktisadi ortamdaki tüm kişisel ve kollektif kararların oluşturduğu
o karm aşık sistemi incelemektir.
ikinci tür analizin daha da ilerisi, statik bölüşüm etkenliğiyle dinamik büyüme etken­
liğini hedefleyen politikalar arasındaki muhtemel dengeyi (=trade off) öne çıkaran üçün­
cü yaklaşım dır. Bir kez artan getiriler kavramı benimsenince, statik bölüşüm etkenliğinde
ve aynı zamanda gerekli dinamik etkenlik kriterlerini de zorunlu olarak garantileyen me­
kanizmada bir şey olmadığı anlaşılıyor. Dosi e t al., (1990) bunu şöyle açıklıyor:

Statik, neoklasik ‘‘s a r ’ ticaret dünyasında karşılaştırm alı üstünlükler teoremi en saf halinde şöyle
çalışacaktır: Ticaret olmazsa, taraflar üretim ve tüketiminde uzm anlaştıkları malların dışındaki m al­
ları da üreteceklerdir. Aynı şey “y e n i” ticaret teorisine yap ılan ilk katkıların statik yorum ları için de
söylenebilir; statik bölüşüm etkenliği, geleneksel ticaret kazançları örneğindeki gerçek anlam ıyla,
tipik biçimde “herkes için değişmez ve hep ayn ı k alır” niteliktedir. O ysa, bazı stratejik ürünler ve
sanayilere ilişkin dinamik ölçek ekonomileri, bir kez ortaya çıktığında, tersine, statik ve dinamik et­
kenlikler arasında kayda değer ye n i bir denge kurulm ası olasılığıyla karşılaşırlar.

(Dosi et.al., 1990, s. 202)

387
Bu durum, yen i ticaret teorisi, tutarlı ve formel şekilde politikacıların dikkatine su­
nulmadan önce de birçok yazar tarafından (örneğin, Cheneıy, 1950) dile getirilmişti.
Gerçekten de, farklı m allar veya sektörler "dinamik stratejik potansiyelleri” bakımın­
dan, örneğin ölçek ekonomileri, teknik ilerleme, yap arak öğrenme vb., önemli farklılık­
lar gösteriyorsa, statik karşılaştırm alı üstünlükler cinsinden hesaplanan etkenlik kriter­
leri ancak uzun dönemde teknolojik ilerlemenin gerilemenin verimli veya kısır döngü­
sünü yaratabilecektir.4

14. 2 Y e n ilik ve Uluslararası Rekabetçilik


Ticaret teorisinde teknolojik farklara ilginin uyanması, kısmen Leontieff Paradoksu­
na cevap aram a ihtiyacından kaynaklandı. Klasik faktör yapılanm ası teorisi, A BD ’nin
sermaye yoğun m allarda uzmanlaşmasını öngörürken, LeontiefPin yap tığı (1953) çalış­
ma bunun tersi bir durum olduğunu ortaya koydu. Teknoloji üstünlüğü, A BD ’nin tica­
retteki bu emek yoğun durumunu potansiyel olarak açıklayabilirdi. İlk teorik katkı, y e ­
ni ürün ve üretim süreçlerinin üretici ülkeye sunduğu, geçici tekel avantajını ortaya çı­
karan ve ticaretin temellerini doğal yapıların farklılığında aram ayan Posner’in (1961)
teknolojik fark y a da açık (=gap) modelidir. Yine de, ulusal sınırları geçen teknolojik
yayılm a tekelci avantajı azaltm aktadır. Ancak, bir ülke sürekli yenilik yaparsa, yeni
ürünlerdeki karşılaştırm alı üstünlüğünü ifade eden bu "teknolojik açığı” zaman içinde
sürdürebilir. Bu teori yeniliklerden ve teknolojik üstünlükten yararlanm ak için, yen ilik ­
çinin sahip olduğu varsayılan yetenekleri öne çıkarm aktadır. Ürün devreleri yaklaşım ı
(11. Bölüm) bu teknolojik ürünlerin olgunlaşm asıyla aynı dinamik faktörlerin, bunların
niteliklerine dayalı olarak, uluslararası y e r seçiminde dikkate alındığını gösteriyor. Ol­
gunlaşma zaman içinde standartlar ortaya çıkarır ve bunların üretimleri, standart mal­
lar haline gelmeden önceki avantajlarından yararlanan gelişmiş, yenilikçi ülkelerden az
gelişmiş ülkelere doğru yayılır.
Ticaret ve teknolojiyle ilgili bu teorik görüşler, teknoloji farklılıklarını, teknolojiyi,
sadece bir kavram olarak ele alıp, temel, neo-klasik, Heckscher-Ohlin çerçevesine sok­
ma çabalarından farklıdır. Bunlar, iki faktörlü (serm aye ve emek) yap ı modeline, bilgi
y a da entelektüel serm aye faktörünü ekleyerek, yeni faktör yap ısı yaklaşım ıyla Hecksc-
her-Ohlin çerçevesini genişletmiş olurken, aynı zamanda işgücünü de nitelikli ve nite­
liksiz şeklinde iki faktörlü bir ayrım a sokuyorlar ki kalifiye işgücü, açıkça teknolojik üs­
tünlükle ilişkilidir. Sonuçta, nispi olarak büyük m iktarda bilgi faktörüne sahip bir ülke­
nin karşılaştırm alı üstünlüğü, teknolojik boşluk yaklaşım ıyla tutarlı olarak, bilgi yoğun
m alların üretiminde yatm aktadır. Yine de, yeni faktör yapısı yaklaşım ı içinde, bilgi, eko­
nominin statik (değişmez) bir faktörü sayılır; teknolojik boşluk y a da ürün devresi mo­

388
dellerinde olduğu gibi, yeniliği izleyen yayılm ayla ilgili dinamik bir süreç değildir. Yeni
faktör yapısı yaklaşım ı “bilgi” farklarının getirdiği dinamik sonuçlan ihmal ettiği için de
statik sayılır.
Teknolojik boşluk ve ürün devreleri yaklaşım ları, yenilikle ilgili bazı nitelikler taşısa
bile, örneğin tekelci avantajı gibi, yine de yen ilik sürecini tam olarak ele alm aktan uzak­
tır. Teknoloji boşluğu modellerinde, yeniliklerden kısa dönemde yararlanm ak ve tekel­
ci bir güç kazanm ak mümkün olur fakat bunların dinamik sonuçlarına değinilmez. An­
cak “yen i Schum peterci” yaklaşım da Dosi e t ah, (1990), firmanın yenilikten doğan bi­
rikim li kazançlarım gözlemlemişlerdir: Firm aların özel niteliklerine ve kısmen de diğer
firmaları, bu kazançlardan uzaklaştırm a yeteneklerine bağlı olan firmaya, sektöre ve ül­
keye özgü teknolojik avantajlar zam anla birikerek, verimli veya kısır kalkınm a döngü­
lerine neden olurlar. Yine, I. Kısım’da zikredilen, İngiliz pamuklu sanayisi ile Alman
plastik sanayisi, bu durumu tarihsel olarak çok açık biçimde gösterir. Teknoloji, özel,
yerel ve genelde kapalı (=tacit) ve sadece kısmen yararlanılab ilir bilgi anlam ındaki ni­
telikleriyle yeniliğin, zaman içinde belli bir coğrafyada yoğunlaşm asını açıklayabilir.
Teknolojik açığın zamanla kendini sürdürür hale gelmesi, örneğin geleneksel Solow bü­
yüm e modelinde görülen (bkz. Fagerberg, 1994), yeniliğin gelişen ülkelerden az geliş­
mişlere yayılarak , sonucunda teknolojik avantajları törpülemesine dayalı yakınsam a sü­
reciyle açıkça çelişir. Dosi e t al., (1990) bu sonucu zaman içinde teknolojik avantajları
ve ülkelerin teknolojik uç sınırları "yakalam a” fırsatlarını artıran faktörler arasındaki
dengelere bağlı olarak, ıraksam a ve yakınsam a terim leriyle değerlendiriyor. Teknolojik
sınır, taklit ve teknoloji transferi yo lu yla yeniliklerin yayılm asını da kapsam aktadır.
"Yeni” ticaret teorisi içsel teknolojik ilerlem eyi, neo-klasik ticaret modellerine soka­
rak, çok kez aynı sonuçları öngörmektedir. Örneğin Krugman’da (1986, 1989, 1990),
yap arak öğrenme, zamanla bilgi birikimine yo l açıp, ülkeleri belli bir uzmanlık ve bü­
yüm e çizgisine bağlam aktadır. Bu yaklaşım da teknoloji kısmen, yen ilik yap an firm ala­
rın yararlandığı bir plan proje seti veya icatlar olarak kavram laştırılm ıştır; ancak tekno­
loji, aynı zamanda kollektif bilgi havuzuna da bir şeyler katm aktadır. Ü lkeler arasında
bilgi saçılmasının (= spillovers) oynadığı rol ile yeniliğin kamu malı olma niteliği b irlik­
te vurgulanır. Y eniliğin bu şekilde kavram laştırılm ası, onu teknolojik değişmenin biri­
kimli niteliğini öne çıkaran Yeni Schumpeterci yaklaşım dan ayırm aktadır.
Ticaret ve teknolojiye bu farklı yaklaşım lar yen ilik sürecinin çeşitli yönlerini vurgu­
larken, bunlar arasındaki gerçek görgül farklar o kadar açık değildir. Kısmen, hassas
teknoloji göstergelerinin olmamasına bağlı olarak birçok araştırm a, teknoloji ticaret iliş­
kisinde diğer yönlere, örneğin yeniliğin fiyat dışı rekabetçiliği etkilemesinin önemine
odaklanıyorlar. Bu görgül çerçevelerden birisi (örneğin, Greenhalgh 1990, Ingiltere

389
için; M agnier ve Toujas-Bernate 1994, bazı OECD ülkeleri için) yeniliği, m alların ka­
litesi olarak fiyat ve gelir faktörlerinin yan ı sıra, ihracat talebi modellerine sokmuştur.
Piyasa payının artması sadece fiyat (ya da birim emek m aliyeti) cinsinden rekabet yete­
neğine değil, fakat teknoloji veya ürün kalitesiyle yen i ürünler ve pazarlar yaratm aya
bağlıdır. Bu rekabetçilik modellerinin sonuçları, ticaret performansını olumlu etkileyen
fiyat dışı faktörlerin rolünün önemine işaret etmektedir. Greenhalgh (1990), İngiltere
için bu ilişkilerin sektörlere göre önemli ölçüde değiştiğini bulmuştur. Sektörlerin y a rı­
sından fazlası kendilerine ait veya başka sektörlerden gelen yeniliklerden, ticaret per­
formansları için yararlan ırken bazı önemli yenilikçi sektörler yararlanam am aktadır.
Aynı şekilde, M agnier ve Toujas-Bernate (1994), 5 OECD ülkesi için yeniliğin (A&G
harcam asını yenilik yerin e sayarak) uzun dönemde piyasa payının belirlenmesinde
önemli bir faktör olduğunu "önemli sektörel ve ulusal eşitsizlikler” ile birlikte, sektör
düzeyindeki ilişkilerin de önem kazandığını bulm uşlardır. Amable ve Verspagen (1995)
ise, patentleri yenilik sayarak ülkelerin ve sektörlerin özelliklerini de göz önüne alıp ay­
nı sonuçları doğruladılar. Amendola e t al., (1993), uluslararası rekabetçiliğin, ülke dü­
zeyindeki dinamik belirleyicileri (=determinants) modeliyle yen ilik farklarının, yine
uzun dönemde ticaret performansındaki farklara yo l açtığını doğruladılar. Sonuç ola­
rak, önemli sayıda bir literatürün, uzun dönemde ülkelerin uluslararası rekabetçiliği
için teknolojik avantaj yaratm a hızlarının önemini vurguladığı görülm ektedir (Bkz.
W akelin, 1997).
Bu bölümün gelecek kesiminde, kısa da olsa “stratejik” ticaret ve teknoloji politika­
larının bazı uluslararası sonuçlarını tartışacağız. Aşağıda görüleceği gibi, biz hem daha
uyumlu ve tutarlı bir ulusal sanayi, teknoloji, rekabet ve ticaret politikaları seti hem de
bu politikaların ötesinde, uluslararası kurallara dayalı bir sistem için gereken türden bir
politika tasarımının önemini ileri süreceğiz.
Bu perspektiften bakıldığında, böyle stratejik "yerli” sanayi politikalarının görüntü­
süyle bunların teorik temelleri arasındaki önemli paradoks fark edilebilir. Çünkü "yer­
li” firmaların, stratejik ittifaklar ve uluslararası ölçekte "stratejik” bilim ve teknoloji gir­
dileri sağlam a yo luyla (=sourcing), giderek küresel ve çok uluslu hale geldikleri bir za­
manda, bu firm alar stratejik ticaret politikalarının yaygın uygulam alarını izleyen bazı ti­
caret sürtüşmelerinin hem kurbanı hem de yararlan an tarafıdır.
Y ukarıdaki cümlelerde stratejik sıfatını farklı anlam larda değil aynı anlam da tekrar­
ladık. C>ysa, stratejik sanayilerle ilgili olarak, bunun çeşitli kavramsal tanım larından ba­
zılarını tartışm ak faydalı olabilir.

390
14. 3 Stratejik Sanayiler ve Politikalar: Bir Açıklama Girişimi
Analitik açıdan “stratejik” tanımı üç ayrı bağlam da ele alınabilir: Teknoloji, ticaret
ve sanayi.
İlki, muhtemelen en dar anlam daki strateji tanımıdır; terimin askeri kullanımı ile
benzeşir: Uzun dönemli am açlar için fazladan bir destek m aliyeti ödemeye değen stra­
tejik bir çıkar bulunmaktadır. Bu açıdan, bazı stratejik ürün veya teknolojilere ulaşmak
"stratejik” bir avantaj sağlayacaktır. Askeri anlam daki bu strateji kavramı, muhtemelen
uzun bir süre Doğu Avrupa ülkelerine “stratejik” ileri teknoloji ürünlerinin ihracının
engellenmesinde açıkça görülmüştür. Burada iki amaç vardır: Askeri —ki burada tartış­
mamız gereksiz—ve belli ileri teknoloji ürünlerinin, hem sermaye hem de nihai tüketici
m alları olarak temel işlevleriyle yakından ilişkili iktisadi nedenler.
Yine de, belli ülkelerde toplanmış olan petrol gibi, bazı kıt doğal kaynaklarla karşı­
laştırılırsa, niçin bazı ileri teknoloji ürünlerinin bu kategoriye girdiğini anlam ak güçtür.
Bilindiği gibi, ileri teknoloji ürünleri yeni icat ve yeniliklerle sürekli bir “yaratıcı tahrip”
sürecine tabidirler. Bırakınız ülkeleri, bu bilgileri, bir firmanın içinde saklam ak bile çok
güçtür; ayrıca yeni bilimsel ve teknolojik buluşlarla teknolojinin uluslararası yayılm ası
bu ileri teknoloji ürünlerini hızla eskitmektedir. Eğer “stratejik” bir yetenek geliştirm e­
nin m aliyeti düşünülürse, örneğin mikroelektronik teknolojiler gibi, önde gelen firm ala­
rın bu alandaki performanslarını sürekli geliştirebilm eleri için stratejik destek politika­
larının maliyeti çok yüksek ve m uhakkak risklidir. Güney Kore’nin kısa bir zamanda
VLSI çiplerini üretecek kapasiteye ulaşması, kuşkusuz "teknolojik sıçram a” için bir ba­
şarı örneği olm akla birlikte, bunun nedeni, fayda/maliyet hesapları yapılm ış dikkatli bir
“stratejik” politikadan çok, girişimim, özellikle kurum sal ortama “uym ası” ve şansın y a r ­
dım etmesidir. Böylece, Sam sung ve Gold S tar’m wafer-tem elli IC üretiminde, eğer
Amerika, Jap o n firmalarım aşırı fiyat kırm a davaları ve güm rük tarifesiyle ilgili önlem­
lerle fiyatlarını yükseltm eye zorlamadan birkaç y ıl önce başlamış olmasaydı, bu firma­
lar yatırım larının m eyvelerini çok çabuk toplayam azlardı. Kore’nin büyük firmalarının,
ch a eb o ls , hisse sahiplerinin hesap işlerine fazla sokulm am asıyla büyük kaynakları bu
işe akıtabilm elerini sağlayan “finansal sabırları”, Kore’nin, ABD ile hem ticaret hem de
mühendis ve bilimci yetiştirm e alanlarındaki çok yakın bağları, bu ülkenin "stratejik”
sıçram a hikâyesindeki olağanüstü kritik faktörlerdir (bkz. 7. Bölüm).
Y ukarıdaki örneğin iyi bir şekilde gösterdiği gibi, yüksek teknolojiyle ilgili “strate­
jik ” argüman, önce bu alandaki teknik ilerlemenin birikim e yo l açan, öğretici ve dina­
mik artan getiriler özelliklerine dayanır. Birçok teknoloji için de stratejik politika argü­
manı, gelecek teknolojilerin başarısı için, ekonominin diğer sektörlerindeki teknolojile­
rin etken kullanılm ası ve başarıyla transfer edilmesini sağlayan daha geniş, ulusal bir

391
teknolojik kapasiteyle etkileşim kurabilm ektir. Burada, stratejik başlığındaki ileri tek­
noloji ürünleri yan i elektronik malzeme “yaygın lıklarından ” ötürü, sanıldığından daha
da önemlidir; çünkü bunlar, birçok sermaye ve tüketim malı için temel “hammadde” ve­
y a teknolojik ara m allar olabildiği gibi, çok güçlü birikim sağlayan artan getirili nitelik­
leriyle bu tür teknolojilerin geliştirilm esinde rol oynarlar. Ulusal ve uluslar üstü (=
supra- national) teknoloji politikaları bu ürünler üzerinde çok fazla durm aktadır. Buna
örnek olarak, VLSI geliştirm ek için A BD ’de S em a tech ve A vrupa’da J e s s i destek prog­
ram ları gösterilebilir. “Stratejik” terimi aynı zamanda yaygın lık kriterine pek uym ayan
bazı yüksek teknoloji alanlarındaki destek politikalarına gerekçe olmak için de kullanı­
lır: N ükleer enerji, Y üksek Çözünümlü TV (HDTV) veya Avrupa U zay Programı gibi.
“Stratejik” kavramının giderek artan ikinci kullanım yeri, aynen Brander ve Spen-
cer’in (1983) m akalelerindeki gibi, yen i ticaret teorisiyle çok yakından ilgili politika ala­
nıdır. Buradaki artan getiriler kavram ına dayalı, doğrudan iktisatla ilgili bir argüm an­
dır. Böyle olunca, bunlar uluslararası ticarete konu pek çok malın gerçek üretim iyle il­
gilidir. Sonucunda, belli bir malın uluslararası üretiminin bazı bölgelerde/ülkelerde yo ­
ğunlaşm ası veya yoğunlaşam am ası “stratejik” müdahale olanağını doğurm aktadır. Baş­
ka deyişle, başlangıçtaki uyarı (= stimulus), başkaları yapm adan bu bölgeler/ülkelerin,
üretimde artan statik getirilere kavuşm asıdır. Buradaki sorun, herkesin bu yo la başvur­
masıdır: Böyle olunca “stratejik” politikalar geliştiren hiç kimse, bunlardan yararlan m a­
y a yol açacak ölçek ekonomileri ve toplulaşm ayı gerçekleştiremez. Dinamik açıdan tab­
lo daha da karm aşıktır. Stratejik ürün veya sektöre bağlı bölgesel veya ulusal dışsallık-
lar büyüm eyi etkileyecek ve dolayısıyla bu stratejik sektörlerdeki destek politikalarını
daha sistem atik bir şekilde haklı çıkaracaktır.
Ülkeden ülkeye çok büyük değişiklikler gösteren ticaret ve sanayi destek politikala­
rının bu kategoriye girdiği söylenebilir. Örneğin, Avrupa H avacılık ve U zay Sanayi,
Fransız hızlı treni, TGV (Train Grande Vitesse) gibi. Sanayi politikasının ürün veya
sektör seçimi, çok açıkça bölgenin veya ülkenin karşılaştırm alı veya potansiyel karşılaş­
tırm alı üstünlüğü kavram ı yo lu yla belirlenir. Pratikteki başlıca uygulam a sorunu, bu
sektörlerin sınırlarıyla ilgilidir. A rtık kimse demir çelik sektörünü, bir zam anlar y ap ıl­
dığı gibi “stratejik” başlığı altında toplamıyor. Açıkçası, hem teoride hem de pratikte, bu
sektörde hâlâ önemli statik ve dinamik ölçek ekonomileri mevcuttur.5 Gerschenkron
(1962) kendisine ait, geç kalan ülkelerin avantajının tesis büyüklüklerinde olduğu şek­
lindeki teorisi için, bu sektörü çok iyi bir örnek olarak gösteriyor.
Üçüncü ve muhtemelen en geniş “stratejik” kavramı, bazı sanayi politikalarının var­
lık nedeni (= raison d ’etre) olarak kullanılm asıyla doğrudan ilgilidir. Bu, en iyi şekilde
Fransız "küçük ortak” (=filieres, filyal, evlat) kavram ına atıfta bulunularak açıklanabi­

392
lir. Ulusal bir perspektiften, bazı sektörlerin malzeme ve bilgi girdi ve çıktılarının temel­
deki ileri ve geri beslenmeleri, bunları o ülke için "stratejik” kılm aktadır. Fransız oto­
mobil sanayisi buna iyi bir örnektir. H er on Fransızdan birinin Fransız otomotiv
sanayisinde çalıştığı tahmin edilmektedir. Bu çok geniş yorum la, bir sektörün stratejik
olması, onun tüm ekonomiye nüfuz etmiş büyük sayıda dikey bağlantılara sahip olma­
sıdır, denebilir. Ancak aşikâr ki "stratejik” teriminin bu "en geniş” yorumu, kolaylıkla
bir savunma tanımına dönüşebilir. Burada yin e "stratejik” terimini, askeri bir kullanım a
benzetmek uygun olacaktır; örneğin, yen i bir hücumun beklendiği veya daha iyi bir sa­
vunma yapılacağına karar verildiği bir yerde, hatların gerisine "stratejik” bir çekilme ic­
ra edilir. Büyük bir ithalat baskısı altında, örneğin, yerli bir sektörün geçici korunması,
ulusal, stratejik nedenlerle gerekebilir. Bunu yapm anın ek maliyeti, yine dinamik terim ­
lerle haklı gösterilebilir: Eğer bu sektör kaybedilirse, yeni ortaklıklar geliştirmenin ve­
y a bu sektöre yeniden girmenin m aliyeti çok daha yü ksek olacaktır.
Böylece "stratejik” politika lehine çok çeşitli argüm anlar ileri sürülebilir: Temelde
teknolojiden hareket eden (birinci örneğimiz); ticaretten hareket eden (ikinci örneği­
miz) y a da sanayiden hareket eden (üçüncü örneğimiz) argüm anlar. Şimdi bu tür poli­
tikaların getirdiği bazı sınırlam alara gelelim. Bunları daha çok, hükümetlerin uygulam a
perspektifleri açısından değil, bu tür ulusal politikaların uluslararası gerçek etkenlikle­
ri açısından görelim.

14. 4 Çok Uluslu Şirketler İçin Ulusal Stratejik1 Politikalar


Hükümetlerin stratejik “y e r li” sanayi ve teknoloji politikalarını destekleme eylem le­
rini haklı bulan bu yen i teorik bakışlara karşın, bu desteği haklı çıkaracak temel sanayi
ve teknolojik özellikler gösteren yerli firm aların giderek azaldığı hatta kalm adığı da, pa­
radoksal bir gerçek şeklinde ortadadır.
U luslararası firmaların ortaya çıkması ve gelişmesi tabii ki yen i değildir. Bu firm ala­
rın hızla büyümelerinin nedenlerine ilişkin çok yaygın bir literatür mevcuttur.6 Üretimin
gerçekten uluslararasılaşm ası, savaş sonrasının istikrarlı ve liberal ticaret sistemiyle be­
lirginleşen, ticaretteki sermaye ve teknoloji akışının artışı şeklindeki daha genel bir ulus-
lararasılaşm anın sadece bir kısmıdır. Başlangıçta, birçok uluslararası yatırım cı koruma­
cı içgüdülerle daha büyük piyasalara kavuşm ak için derin bir istekten hareket etse de,
üretimin uluslararasılaşm ası, genellikle uluslararası ticaret akım larını ikâme etmekten
çok, onları tamam layıcı bir nitelikteydi. Bir adım daha ileri giderek, son otuz yıld a üre­
timin uluslararasılaşm asının, ABD ve diğer OECD ülkelerindeki "en iyi uygulanan” (=
best practice) veya en son teknolojileri içeren ürün ve üretim tekniklerinin hızla y a y ıl­

i M etinde “dom estic” diye geçiyor am a kullanım ı ulusal terim ini daha öne çıkarıyor.

393
masında ve yakalanm asındaki başlıca neden olduğu söylenebilir. Böylece, geleneksel ti­
caret teorisine inanların, gerçek ticaret akım larından bekledikleri gibi, gelir düzeylerinin
birbirine yaklaşm ası, bu yoldan daha da kolaylaştı/ Belki de en kayda değer gelişm eler­
den biri, 1990’larda Jap on çok uluslu firmalarının kısmen, aşırı değer kazanmış yen ( J a ­
pon parası) nedeniyle üretim mekanlarını, dünya çapında yeniden düzenlemeleri (= re-
location) d ir. Japon firmalarının 1994'de, Jap o n ya dışında ürettikleri video kayıt cihaz­
ları, toplam üretimin %53 une, renkli TV’ler %78’ine ulaşıyordu.
Bunun başlıca nedeni, gerçekte yabancı yatırım ın sadece üretimle sınırlı kalmayıp,
bakım, mühendislik ve geliştirm e faaliyetlerini de kapsam asıdır. Y erli ve yabancı kulla­
nıcıların ihtiyaçları arasında önemli farklar olduğu düşünülürse bu da çok doğaldır. 12.
Bölüm’de görüldüğü gibi, firmanın çıktığı ülkeyle diğer ülkelerdeki zevkler, iktisadi
şartlardan doğan farklar dışında, ülke mevzuatı, standartlar ve satın alm a usullerinin
değişmesi de ek yatırım ları gerekli kılm aktadır. Bu nedenler bir sürü çok ulusluyu, di­
ğer ülkelerde, kendi üretici ortağına doğrudan bağlı olsun veya olmasın, araştırm a ve
geliştirme laboratuvarları kurm aya yönlendirm ektedir.8
ikinci D ünya Savaşı’ndan beri bu eğilim hızlanm aktadır.9 Bu sürecin hızlandığı, çok
ulusluların "ana üs” olarak seçtikleri küçük OECD ülkelerinden de anlaşılır (Hollanda,
İsviçre ve Isveç’deki çok uluslu firm aları düşünün). Bu ülkelerde, uluslararası kaynak­
lardan sağlanacak bilimsel ve teknolojik girdilere daha çok ve acil ihtiyaç duyuluyor.
Gerçekten de düşünülürse, niçin sadece "ana üs” kalifiye bilim adam ları ve mühendis­
lere ihtiyaç duysun da küçük ortaklar duym asın? Her ne kadar, A&G faaliyetlerinin,
firm aların uluslararası diğer birimlerine yayılm ası sınırlı kalm ışsa da, tedrici bir artış
görülmektedir. ABD Ticaret B akanlığı verilerine göre, toplam A&G harcam alarının fir­
m alara göre yabancı paylan, 1970’lerden 1980’lere %6’dan 10 civarına yükselm iştir
(Bkz. Freeman ve Hagedoorn, 1992).
Eldeki "resmi" OECD verilerine dayanan Tablo 14.1, bir bütün olarak A B’de
1981’den 1989’a kadar, ye rli ve yabancı firm alar tarafından finanse edilen A&G eğilim­
lerine işaret etmektedir. Sayılar, yabancı A&G’nin, firma finansm anıyla gerçekleşen
toplam miktarın % 8.4’ne ulaşm akla birlikte, büyük bir önem taşım adığını göstermekte­
dir. Özellikle, Belçika, Hollanda, İsveç ve İsviçre gibi bazı küçük ülkeler dikkate alınır­
sa, bu resmi verilerin m iktarları daha düşük gösterdiğine dair nedenler bulunm aktadır.
Tablo 14.1, resmi A&G verilerini Patel ve Pavitt (1991) tarafından toplanan ABD pa­
tent verilerine dayalı bazı bilgilerle karşılaştırm aktadır. Tablo, sadece küçük ülkelerin
yabancı sahipli veya onlar tarafından kontrol edilen hisselerinin finanse ettiği bir firma
A&G için, muhtemelen bir düşük tahmin yapm akla kalm ıyor fakat OECD ülkeleri ara­
sında, özellikle büyük Avrupa ülkeleri, Jap o n ya ve Am erika artısındaki son derece çe-

394
Tablo 14 .1 Yabancı K ontrollü Y erli Teknolojinin U lusal K ontrollü Yabancı Teknolojiyle
K arşılaştırılm ası (1988 A& G ve 19 8 1-8 6 ABD p atent verilerine dayanılm ıştır)

Yabancı Firma Y abancı Firm aların U lusal Firm aların


A&G Finansmanı ABD 'den Patentleri A BD ’den Patentleri
(Toplam 1989 A&G (Toplam ABD Patenti (Toplam ABD Patenti
Ü lkeler harcam asının % olarak) ülke toplamının % olarak) ülke toplamının % olarak)

B elçika n.a. 45.7 16.5


Fransa 13.5 11.8 3.8
Batı Alm anya 3.0 11.5 8.5
İtalya 7.8 11.2 3.0
H ollanda 4.4 9.5 73.4
İsveç 2.3 5.4 16.7
İsviçre 2.0 12.5 27.8
İngiltere 16.2 22.3 24.5
AB/Batı Avrupa 8.4 7.4 9.3

Kanada 18.8 28.1 12.5


Jap o n ya 0.1 1.2 0.5
ABD 13.7 4.2 4.4

K a yn a k la r: ABD, B ilim v e M ü h en d islik G ö s t e r g e le r i (1991); O E CD , B ilim v e T ek n o lo ji G ö s te r g e le r i; P a teî v e P a v itt


(1991).

şitli, uluslararası A&G y e r seçim biçimlerini de gösteriyor. Tablo 14.1 deki patent veri­
lerine göre, bazen bu küçük ülkeler (Belçika, Kanada, İsviçre ve biraz daha büyükçe
sayılan İngiltere örneğinde), yabancı çok ulusluların oldukça yoğun A&G faaliyetleriy­
le veya yerli çok ulusluların dış dünyadaki (Hollanda, İsveç, ve Ingiltere) güçlü A&G
varlıklarıyla tanım lanabiliyorlar. Bu ülkelerdeki stratejik olan veya olmayan, ulusal tek­
noloji destek politikaları uzun zamandır bu tür ulusal desteğin, uluslararası yabancı et­
kisiyle karşılaştırıldığında ortaya çıkan, giderek artan bir etkenlik farkıyla karşı karşı­
y a kalm aktadırlar. Çeşitli küçük ülkelerin teknoloji destek politikaları arasındaki fark­
lar bunu ortaya koym aktadır. Belçika y a da Kanada gibi ülkelerde, politikalar daha çok
fiziki ve beşeri alt yap ıyı iyileştirm ek, yabancı çok ulusluları üretim ve A&G alanında
yatırım a çekmeye odaklanmıştır. H ollanda’da politika, K O B l’lerin kendilerini ye rli çok
uluslu büyük firmaların baskısından “kurtarm a” çabalarına yardım etmeyi am açlam ak­
tadır. Bu ülke, yerli A&G desteğine olan talebini AB’nin en üst politika düzeyine kadar
taşımıştır. Bu politika farkları temel bir soruna cevabı yansıtm aktadır: Belli bir ulusla­
rarası kaynak aktarım ı ve teknolojilerin sızma (leakage) etkisine karşın, bu ülkeler ni­
çin (stratejik) teknoloji destek politikaları yapıyo r ve yöneticiler, yabancı firm aların “iyi
yurttaşlığını” bu açıdan değerlendiriyorlar? Singapur, çok uluslu firmaların, yerel he­
deflerle uyumlu A&G ve diğer teknik faaliyetlerini ülkeye çekmek üzere kurulmuş, güç­
lü ulusal politikalar için iyi bir örnektir.
Son zam anlarda bu tartışma, küçük ülkelerle veya savaş sonrası dönemde yabancı
A&G laboratuvarları kuran veya bunları ele geçiren ABD ve Avrupalı çok uluslu fir­

395
m alarla sınırlı kalm am ıştır.1012. Bölüm’de verilen örnekler bu noktayı aydınlatm akta­
dır. Daha da temelde bir “küreselleşm e” trendi, stratejik ittifakları, bilimsel ve teknolo­
jik enformasyon ve A&G alt yüklem ediğini de kapsayan, daha geniş bir uluslararası iliş­
kiler ağı şeklinde ortaya çıkıyor ve özellikle “triad” dediğimiz firm alar arasında hızla y a ­
yılıyo r.11 Böyle bir küreselleşme eğilimi, Porter (1990) veya Patel ve Pavitt’in (1991)
yükselen küresel firm aların karşılaştırm alı üstünlüklerinin ancak güçlü bir “ulusal” ül­
ke temeli gerektirdiğine dair kanıtlarıyla çatışm am aktadır. Bu kanıtlara paralel, 14.1
kesiminde ortaya konduğu gibi, gerçekten sınır ötesi fırsatları, önce ulusal erdemler ve
özellikler yaratm aktadır. Yine de bu vurgu, stratejik ticaret teorisi ile vurgulandığı gi­
bi, savaş sonrası ticaret akım ları ve uluslararası rekabetin niteliği hakkındaki "gerçek­
leri” göz önüne sererken, aynı zamanda küreselleşm edeki yen i eğilim leri ve giderek
uluslararası bir olgu haline dönüşen, pazarlam a, dağıtım, A&G ve teknoloji kayn akla­
rından yararlanm a şeklinde, bu firm alar arasında kurulan stratejik ittifakların da altını
çizmektedir.
“Küresel” firm alar arasında kurulm uş stratejik ittifaklar ve bunlarla ilgili ağlar
—Chesnais (1992), Hagedoorn (1991) ve M o w eıy (1992) tarafından derinliğine incelen­
miştir—stratejik ticaret politikası tartışm aları bağlam ında ortaya çok açık üç sorun çık­
maktadır:
Birincisi, bu ittifakların niteliğiyle ilgilidir. Bunlar acaba, bilim ve teknolojinin gide­
rek artan karm aşıklığının ve bu kaynaklardan uluslararası yararlanm a ihtiyacının yen i
küresel ağlar ekonomisine getirdiği, az veya çok sürekli yap ılar mı yo ksa geçici nitelik­
te, statik ve dinamik ölçek ekonomilerinin hâkim olduğu sektörlerdeki dünya çapında­
ki oligopolcü kartellerin ortaya çıkışının ilk adımı olgular mıdır?
Açıkçası, bunu cevabı belli değildir. Stratejik ittifaklarla ilgili literatür, şu veya bu
şekilde teknoloji gereklerinden doğan çok çeşitli firm alar arası işbirliğine işaret ediyor.
Bunlar araştırm ada risk paylaşım ından tutun dış piyasalara giriş şeklindeki işbirlikleri-
dir (Hagedoorn ve Schakenraad, 1992). Günümüzdeki küreselleşme trendleri, ittifak­
lar ve ağlar, dünya üretiminden daha büyük pay alm ak için parça üreticileri de dahil ol­
mak üzere, görünmez türleri de içeren yatırım lar ve gerekirse birleşmeler yo lu yla diğer
firmaların kapalı bilgilerine ve pazarlarına ulaşm ayı am açlam aktadır. Bu eğilimi, ölçek
ekonomilerinin hâkim olduğu birçok sektördeki giderek artan dünya oligopolleşme eği­
liminden ayırt edemeyiz.
Sonuç olarak ilk büyük politika sorunu, eğer küresel bir rekabet gerekiyorsa, bunun
nasıl uygulanacağıdır. Bu tartışm aya girm eksizin şunu açıklayabiliriz:12 Küresel firm a­
lar arasında dünya çapındaki kartellerin ortaya çıkışını dengelemek için tasarlanm ış
uluslar üstü (=supranational) biçimde bir uluslararası rekabet politikasının varlığı, doğ-

396
nidan, “yab an cı” tekel fiyatlam asına tabi olm aya karşı bir argüm anla kurulan (ulusal)
stratejik destek politikasının gerekçesini doğrudan zayıflatm aktadır.
ikinci temel politika sorunu, stratejik teknoloji politikaları çerçevesinde, küreselleş­
me ve ağlar kurm a tartışm alarıyla gündeme gelen, bu ağların ve uluslararası y e r seçimi­
nin yarattığı etkiler ve uyarm alardır. Gerçekten de büyük küresel firmalar, uluslarara­
sı piyasalarda rekabet için, kaynak dağılımını ayarlam ak, daha dinamik yen ilikler y a ra t­
mak, en iyi üretim tekniklerini hızla yaym ak veya çok farklı ulusal “stratejik” teknoloji
politikalarından kendilerine bir pay çıkarm a ihtiyacıyla mı stratejik ittifaklar ve tekno­
loji ağları kurm aktadırlar? Bu perspektiften bakılınca, küresel firm aların "uluslararası”
hale gelmesi veya kendilerini, niçin mümkün olduğu kadar çok ülkede, “iyi vatandaşlar”
olarak takdim etmeye çalışm aları anlaşılıyor: Ulusal stratejik destek politikalarının, y e r­
li “ulusal” firm alara sunabildiği temel rekabetçi avantajların önemi giderek artm aktadır
(M o w eıy ve Rosenberg, 1989).
Yine de doğru cevap bu iki eğilimin bileşkesidir. Birçok büyük firmanın amacı kü­
resel piyasalarda, o sanayiye özgü ölçek avantajlarından yararlanırken, henüz coğrafi
olarak girilmemiş pazarlardaki tüketiciler ve üretim faktörlerine ulaşm a dengesi içinde
global bir strateji kurm aktır. Çok uluslu büyük firma örgütlenme modeli ve üretim tek­
nolojisi, genelde bu çeşitlenmeyi karşılayacak bir esneklik sağlam aktadır. Üretim, pa­
zarlam a ve hatta araştırm a birimlerinin merkezi yapıda olmamasına, alt yüklenicilerin
çeşitliliği de eklenince, bu firmaların küreselleşmenin tüm avantajlarıyla birlikte, yerli
hükümetlerin desteklediği bilimsel ve teknolojik bilgilere ulaşmasını da mümkün kılı­
yor. Bu firm aların tesislerinin tam yerlerinin tespiti de, büyük ölçüde yerel çevredeki
şartlara bağlıdır. Y er seçimi, yerel emek becerisi, bilgi altyapısı ve hükümet desteğine
ulaşm a gibi faktörlere bağlı kalırken, firma da sadece yerel istihdam ve gelir artışına ne­
den olmayıp, uzun dönemde bölgenin gelişmesine, emek gücünün becerisine, eğitilme­
sine katkıda bulunup, buradaki küçük firmaların, ana firma teknolojik bilgilerine, bilgi
ağlarına ulaşm alarını da sağlar, işte bu kıt faktörler “dışsallıkları”y a da dışsal ekonomi­
leri oluşturmakta, uzun dönemde kalkınm anın artan getiriler özelliklerini yaratm akta ve
bu nedenler de bölgesel/yerel yönetim lerin bu büyük firmaları, belli bir bölgeye veya bir
yere çekmek için niçin teşvikler sağladığını açıklam aktadır.
Çok uluslu firmaların katkısıyla ortaya çıkan yerel avantajlar, bir takım ilgi çekici
politika paradoksu da yaratm aktadır. Ulusal y a da uluslar üstü (örneğin AB) düzeyde
bazı temel endişeler doğmaktadır: Acaba, ulusal “stratejik” destek politikaları, özellikle
teknolojik amaçlı olanlardan, aslında bu “yab an cı” firm alar mı yararlanıyor? Bu firma­
ları, ulusal (burada AB dahil) destek program larından dışlam ak gerekecek mi? Yine de,
yerel düzeyde bu firmaların ye rli ve yabancı olduğuna bakılm aksızın —ki belli bir bölge­

397
y e göre, firmaların çoğu yabancıdır—bunları çekmek için, hizmet rekabeti sürmektedir.
Bu rekabet, genelde birçok “y e n i” büyüme alanları, “bilim p arkları” veya “teknopolis”
(teknoloji şehirleri) gibi adlarla, temelde dışsallıkları, dinamik büyüme özelliklerini sağ­
lamak ve daha sıkı bir iletişim ve etkileşim 13 am acıyla kurulm aktadır.
Giderek çoğalan stratejik ittifaklar (=alliances) ve ağlarla ilgili, özellikle stratejik po­
litikayla ilgili tartışm alara bağlı olarak üçüncü politika sorunu, bu ülkelerin ve firm ala­
rın dahil olmadığı teknolojilere erişmektir. Y ukarıda görüldüğü gibi, 1980’lerde strate­
jik ittifakların sayısında büyük artışlara tanık olunmuştur. Bu daha ziyade, Üçlü (Tri-
ad) dediğimiz, ABD, Jap o n ya ve AB firm aları arasında oluşmuştur. Bu tür teknoloji
anlaşm aları ve ittifakların yüze 90’dan fazlasının bu sisteme ait olduğu tahmin edilmek­
tedir (Hagedoorn ve Schakenraad, 1991; Freeman ve Hagedoorn, 1992).
Stratejik ittifaklar ağının bu coğrafi yoğunlaşm ası, bu ağlara giremeyen ülkeler ve
firm aların katılım ıyla ilgili önemli sorunlar doğurm aktadır. U luslararası bir düzenleme
çerçevesinin olmaması, bu teknoloji ağlarının, teknolojiye ve yatırım a ulaşm a konusun­
daki eşitsizlikleri artıracağı kuşkusuzdur. Bu tür "dışlanma” ihtimali, öğrenmenin ve ar­
tan getiriler sürecinin bir niteliğidir. Acil olarak gelişen ülkeler açısından, teknolojik ağ­
lara erişmeyi, karşılıklı biçimde sağlayan, kapsam lı uluslararası ilkelerin saptanması ge­
reği ortaya çıkm ıştır.14

14. 5 Sonuçlar
"Yeni” ticaret teorisi ve onu izleyen “y e n i” büyüme teorisi, iktisadi analize büyük öl­
çüde bir gerçekçilik aşılam ıştır:15 Büyük firmalar, aksak rekabet ve ölçek ekonomileri­
nin hâkim olduğu ortam larda çalışmakta; tüketiciler farklılaştırılm ış m allar tüketip sü­
rekli yen i çeşitler aram akta; ülkeler büyürken, ticaret, azalan getiriler ve “belli” bir fak­
tör yap ısı temelinde cereyan etmemekte fakat tarihsel olarak teknolojinin "yarattığı”
avantajlar ve mutlak m aliyetlere dayanarak çoğalan "dışsallıklara” kaym aktadır. Bunu
yaparken de ticaret teorisi, dünya tüketicilerinin serbest ticaretten doğan kazançlarının
önemini tekrar öne çıkarıp aynı zamanda kalkınma, uluslararası rekabetçilik ve tekno­
lojik birikim döngüsüne hız kazandırm ak için devletlerin müdahale imkânını getiren
Pandora’nın kutusunu1 da açm aktadır.
Bir bakım a bu yen i görüşler, çok önceleri birçok iş adamı ve politikacı tarafından da
gündeme getirilm işti: Statik karşılaştırm alı üstünlükler kriterlerine göre açıkça etkin
görünen uluslararası bir uzmanlaşma, uzun dönemde dinamik büyüme potansiyelinde­
ki sektörel farklar nedeniyle çalışm ayabilir. Yine d e y e n i "stratejik” politika kıyafetine
girse de bu eski tartışma, gündeme, ulusal politika im kânları arasındaki seçimlerin var-
i Pandora'nın Kutusu, açıldığında bütün kötülüklerin d ü n ya y a ya y ıld ığ ın a dair bir Y unan efsanesi; dibinde sadece ümit
kalıyor.
lığını getiriyor; tabii ki bunun da bir uluslararası fiyatı vardır. Bu fiyat da, eğer harca­
m alar gerçekten "stratejik” bir sektöre yap ılırsa en az; yo k —ABD ile Jap o n ya arasında­
ki 1986 Y arı İletkenler Anlaşm asında olduğu gibi—karşılıklı fiyat ve ticaret savaşına dö­
nüşürse, dünya tüketicileri açısından muhtemelen en yü ksek m aliyettir.
Bu bölümde, stratejik politikaların uluslararası başka bir boyutuna da değinildi:
(ulusal "stratejik” politikaların “y e n i” bulunan teorik mantık temelinde onlar için geliş­
tirildiği) y e rli firm aların giderek küresel bir biçimde büyüdüğü ve yabancı firm alarla
"stratejik” ittifaklara giriştiği gerçeği ki muhtemelen, bu da stratejik yabancı politikala­
rın bir sonucudur. Artan küreselleşme eğilimi, bir dizi önemli politika sorunu çıkarıyor;
bunlar sadece, hangi politikanın, hangi düzeyde uygulanacağıyla sınırlı değildir. A çık­
çası, bu küresel ağın içindeki çokuluslular, her yerd eki bu ulusal politikaların anlamını,
giderek daha çok sorguluyorlar. Birçok örnekte, bu firm alar ye rli firm alar kadar iyi “va­
tandaş” olabilmeli, başka durum larda da olmamalı. İmkânsız değilse bile, hükümetler
için bir sınır çizebilmek çok güçtür: Sonuç “yab an cı” sahipliğindeki firm aların y a tam a­
men dışlanması y a da benimsenmesi olacaktır.
Şimdi, teknoloji politikası yeniden gelişmiş ülkelerin gündeminde ön sıralara yerleş­
ti; politika tasarım cıları, politikalarını, geleneksel olarak odakladıkları aktörler tarafın­
dan hayal kırıklığına uğratılm ış görünüyorlar. Bu aktörler, bizzat büyük A&G yapan
ulusal firm alardır. Belki de, teknoloji politikasının yan lış gittiği y e r burasıdır; politika­
nın, önde gelen firmaların ulusal bir prestij için teknolojik beslenmelerine değil de, kü­
çük ve orta boy firm aların yerel ağlar oluşturmasına, yüksek öğretime, eğitime, temel
araştırm a alt yapısına, yerel kurum sal yapılaşm aya odaklanmasını sağlam a gereği orta­
y a çıkmıştır. Giderek artan biçimde kabul gören “ulusal yen ilik sistem leri” kavramını
içeren, daha geniş anlamda bir teknoloji politikasının önemi, bu analizimizde sorgulan­
mıyor, aksine tamamen doğrulanıyor.

399
Notlar

1 Paul K rugm an’dan alıntı yap an Paul Samuelson

2 Özellikle, A vrupa Topluluğu nun genişlem esine ilişkin tahm inlere, daha sonra da Tek A vrupa Pazarı kurulm asıyla
ilgili tahm inlere bakınız.

3 D aha ayrıntılı bir analiz için Dosi e t al., (1990) bkz.

4 A ynı zam anda, bkz. Cimoli ve Soete (1992) ve Fagerberg e t al., (1994).

5 Bu, 1950’ler ve 1960larda, hem AB (o zam anlar A vrupa D em ir Çelik Birliği, E SC C ) ve hem de Ja p o n y a ’nın, he­
nüz bu kelim e kullanılm adan önce “stratejik” politika m üdahalelerinin m erkezinde, niçin bu sektörlerin yattığını
açıklam aktadır.
6 Bu konudaki literatür taram aları için, özellikle D unning (1988, 1989) ve N aru le ye (1996) bkz.

7 Bundan, örneğin, AB'nin, elektronik gibi ileri teknoloji sektörü m allan ithalatının ve bunların AB içindeki ticareti
ile çok ulusluların kendi aralarındaki ticaretinin kritik önemi ortaya çıkıyor. Bu sonuncusu, AB'nin, bilgisayar,
elektronik tüketim m alları ve elektronik parçalar gibi m allardaki ithalatının % 50’den fazlasını temsil ettiği gibi, bu
sektörlerde, A B ’nin kendi arasın daki toplam ticaretinin de %50'den fazlasıdır. B aşka bir deyişle, ilk bakışta (yaban­
cı) çok uluslu firmalar, Tek A vrupa P iyasası’nın ticaret avantajlarından en çok yararlan an lar olm aktadırlar. Bkz.
Grupp ve Soete (1993).

8 ik in ci D ünya Savaşı sonrası ve hatta öncesinde, ITT, GM, A vrupa’daki Ford veya ABD de Kuzey Am erikan Phi­
lips; IB M Avrupa, İsviçre dahil; Fransız Pathe’nin Kodak, B elçikalı G evaert’in Agfa tarafından satın alınm ası h atır­
lanm alıdır.

9 Bu alanda çok büyük bir literatür m evcuttur. Ö zellikle, Cantvvell (1989); Pearce ve Singh (1991); G ranstrand e t al.,
(1992). A yrıca 12. Bölüme bkz.

10 Bu görüşler, Patel ve Pavitt (1992) ile D uysters ve Hagedoorn (1993) deki görüşlerle ayn ı doğrultudadır.

11 Bu alandaki kan ıtlar için bkz. Freem an ve Hagedoorn (1992).

12 Bu konuda açık bir görüş için bkz. O stry (1990).

13 Belli bir yerd e toplanmanın ya ra ttığ ı etkilerin bazı özelliklerine ilişkin ilk tartışm alar için bkz., David, (1984), Art-
hur (1989) ve M urph y e t a l, (1989).

14 Bu mesele, özellikle, O ECD 'nin TEP Raporu diye bilinen (OECD, 1991) eserde vurgulanm ıştır.

15 “Y en i” büyüm e teorileri, iktisat tarihçileri ve Schum peter’gil iktisatçılar tarafından, çok önceden bilinen birçok fik­
ri nasıl benimsemişse (bkz. 13. Bölüm), “y e n i” ticaret teorisi de, Reinert (1994) tarafından yetkin bir şeklide tahlil
edildiği gibi, birçok açıdan, “daha esk i” ticaret teorisi geleneğine geri dönmüş bulunuyor. Bu yazar, daha 1613’de.
Antonio S erra’nın, artan getiriler teorisini ve “Schum peterci M erkantilizm ” düşüncesini açıkça ortaya koyduğuna
işaret etm ektedir (Reinert, 1997).

400
15. Bölüm

Teknolojinin Gelişmesi ve Yayılması1

15. 1 Giriş

• •
nceki bölümlerde gösterildiği gibi “yab an cı” teknolojiler ve bunların ulus-

Ö lararasında yayılm asının önemi, hem Avrupa’nın hem de ABD ’nin on doku­
zuncu yüzyıldaki sanayileşm elerinde ve daha da çarpıcı biçimde, Jap o n ­
y a ’nın yirm inci yü zyıldaki sanayileşmesinde, tarihsel olarak, çok iyi bilinen faktörlerdir.
Bu faktörlerin önemi günümüzde bazen “yen i sanayileşen ülkeler”, bazen de “dinamik
A sya ekonomileri” diye adlandırılan Güney Kore, Tayvan, Singapur ve son zam anlar­
da Çin, M alezya, Tayland ve Endonezya’nın hızlı sanayileşm esi ile daha da güçlü bir şe­
kilde kanıtlanm aktadır. Bir grup olarak gelişen ülkelerin kalkınm a hızı, 1980’ler ve
1990’larda gelişmiş ülkelere göre çok daha yüksekti. IM F’in de belirttiği gibi, gelişmiş
(OECD) ülkelerinin büyüme hızları, artık, 1950’ler ve 1960’larda olduğunun aksine,
dünya büyüme hızının “motoru” olma vasfını yitirm iştir. Aynı zamanda birçok geliş­
mekte olan ülkenin, özellikle Afrika ülkelerinin kalkınm a hızları, nüfus artışlarının ge­
risinde kalarak kişi başına refahın azalm asına sebep olmuştur.
Gelişen ülkelerin çoğunun sanayileşirken yaşadıkları, ilk bakışta nispeten basit bir
kalkınm a mekanizmasının tarihsel benzerliğine dayalı bu bir dizi argüm anı pek de hak­
lı çıkarm ıyor. 12. Bölüm’deki argüm anları izleyen bu bölüm doğrudan kalkınm a süre­
cinin altında yatan teknolojik sorunlara odaklanmıştır. Amacı, teknolojilerin nasıl geli­

401
şip yayıldığın ı ve hangi şartlarda teknolojilerin “etkin” biçimde yakalanm a sürecinin or­
taya çıktığını görmektir.
iktisat tarihçilerinin başlıca konusu olan teknolojinin uluslararası yayılm ası ve bu-
nun "yakalanm ası” hakkında çok büyük bir literatür mevcuttur (örneğin, Gerchenkron,
1962; Landes, 1969; Hobsbawm, 1968; Rosenberg, 1976). Burada, bu literatürü gözden
geçirmeye niyetimiz yok. Sadece şunu söylemek yeterli olabilir: Ülkelerin teknoloji üre­
tim ve kullanım ına ilişkin bu derinlemesine tarihi incelemeler ve önceki bölümde tartış­
tığımız, taklit ve "yakalam aya” dayalı son uluslararası ticaret ve büyüme modelleri de,
bir yerde birbiriyle "kavuşuyor” (özellikle bkz., Ames ve Rosenberg, 1963; H abakkuk,
1962; von Tunzelman, 1978). Bu kavuşm alar açık bir şekilde, taklit/ teknoloji yakalam a
sürecinin y e r aldığı tarihi kurumsal çerçeveyi öne çıkarıyor; aynı zamanda tarihi kaza­
ları, gelişmenin önündeki, ister temelde ekonomik (doğal kaynak kıtlığı gibi) isterse do­
ğası gereği daha siyasi olsun, kısıtların önemini, göçlerin (bkz. Scoville, 1951) ve diğer
"mikrop taşıyıcıların” ve hükümetlerin kritik rolünü (bkz., Yakushiji, 1986; Wade,
1990; Lall, 1995) yukarıdakilere katıyor.
Bu perspektiften, ülkelerin büyüme perform anslarındaki uluslararası farklılıklar,
birçok yol ayrım larına rağmen, belli bir kalkınm a yoluna bağımlı olmanın (path depen-
dent) önemini ve kalkınm anın önceden “seçilm iş” olan bazı sanayileşmiş m ekânlara "ki­
litlenme" ihtimalini de ortaya koym aktadır. Bu m ekânlar da, diğer m ekanların bir ara­
y a gelmesiyle yaratılacak ekonomilerin rekabetten “dışlanm ası” sonucunu doğurabilir
(Arthur, 1988). Gerçekten de kalkınm a ve sanayileşm eye bağlı artan getiriler, kalkın­
ma şartlarını son derece parodoksal hale getiriyor. Yeni serm aye yaratm ak için başlan­
gıç sermayesine; yeni bilgileri alabilm ek için daha önceki bilgilere; yen i beceriler elde
etmek için eski becerilere ve tüm sektörlerin bir araya geldiği toplu bir ekonomik kal­
kınm a yaratm ak için de belli bir kalkınm a düzeyine sahip olmak gerekm ektedir. Özet­
lenirse, sistem dinamiği mantığı, bir anlam da zenginin daha zengin olacağını, geri ka­
lanların ise aradaki farkı kapatam ayıp daha da fakirleşecekleri şeklindedir.
Tüm kalkınm a politikaları, bir şekilde bu kısır döngüyü kırm aya yöneliktir. Çoğu,
yatırım ların ve alt yapıların ye ri sorunlarıyla meşgul olup, bilgi ve beceri kısıtlarıyla
doğrudan ilgilendikleri nispeten az görülür. Bu bölümde ele alacağım ız sorun, zamanla
artan veya azalan yoğunluğuyla daim a aşılmaz görünen bu kısıtlardan kurtulm ak ve kı­
sır döngüyü kırm ak için bazı fırsatların yaratılıp yaratılam ıyacağıdır. Aşikâr olan, tek­
nolojinin uluslararası yayılm asının, azgelişm işliğin teknolojik olarak "çözülemeyeceği”
(= locking out) tartışm asına önemli bir unsur sağlanmış olmasıdır. Bu, aynı zamanda
yu k arıd a uluslararası ticaret incelenirken gözden geçirilen, teknolojinin uluslararası
yaygınlaşm asının daha ileri aşam alarında, karşılaştırm alı üstünlüğün “az gelişm iş” ülke­

402
lere kayabileceği şeklindeki bazı yeni teknoloji yaklaşım larındaki temel argüm andır. İt­
hal edilen teknolojiler yoluyla, bu ülkeler düşük teknolojili olgun ürünler ve sanayiler­
de bazı karşılaştırm alı üstünlükler elde edebilirler. İlk bakışta, bu tür ürünlerin bir gi­
riş noktası olarak seçilmesinin sebebi, sadece kalkınm a sürecini başlatmak ve yerleştir­
mek gibi görülebilir. Yine de (teknoloji “harm anlam ası” ve diğer kullanıcıların başlattı­
ğı teknolojik değişiklikler bir yan a bırakılırsa), olgun ürünler, tam anlam ıyla teknolojik
dinamizmini yitirm iş olduğundan, aynı zamanda düşük ücretli, düşük becerili, düşük
büyüme hızlı bir kalkınm a modeli “tuzağına düşme" riski her zaman mevcut olacaktır.
Teknolojiyi yakalam ak ancak teknolojiyi sadece "kullanm ak” yerine, aksine onu y a ra ­
tıp, geliştirecek bir kapasiteye ulaşm akla mümkün olabilir. Bunun anlamı da, belli bir
aşam ada yeni ürün ve üretim teknolojilerinin yenilikçileri veya taklitçileri olarak sahne­
y e girm ektir. Bu hangi koşullarda mümkün olabilir?
Bu sorunun cevabı, I. Kısım’da iddia edildiği gibi teknolojik değişm eyi bir tahrip sü­
reci olarak, gittiği yönde ve yarattığı büyük yapısal değişim ihtiyacıyla birlikte, özel iş­
levi içinde çok iyi anlam aktır. Bir şekilde, sürekli ve küresel bir süreç olarak teknolojik
değişim kavram ı, birçok açıdan geleneksel kalkınm ada görülebilen özellikler taşır: gü­
cü tek yönde, birikim li olarak artan bir süreç; belli bir kulvarda yarış; yakalam anın sa­
dece, nispi bir hız kazanm a meselesi olması. Perez’in (1988) özellikle vurguladığı gibi,
hız, kuşkusuz meselenin bir cephesidir ancak tarih tamamen farklı yönlerde koşarak,
rakiplerin nasıl geçildiğine dair, başarılı örneklerle doludur.
Bu bölümde, teknolojik yakalam anın ve taklidin başarısına ilişkin özel şartlara odak­
lanacağız ve bunun için de, günümüzdeki en yaygın ve yayılabilen bir teknoloji setini
örnek olarak kullanacağız: M ikroelektronik (7. Bölüm). Bu da bize, yen i teknolojilerin
uluslararası iktisadi büyüme ve yakalam aya ilişkin bazı yıkıcı özelliklerinin önemini

Bölüm, yayılm a modellerinden elde edilen bazı yöntemsel yaklaşım ların kısa bir
açıklam asıyla başlıyor ve sonra, taklitçilerin alana girişi ve teknolojiyi etkin bir şekilde
yakalam alarının bazı koşullarını genel ifadelerle tartışıyor. Üçüncü kesimde bu analizin
bazı sonuçlarını, uluslararası ticaret ve büyüme teorileri açısından ele alacağız. Son ke­
simde bazı politika uygulam aları ele alınacaktır. 12. Bölüm’de tartışıldığı gibi, Doğu As­
y a ekonomilerinin konuyla çok yakın ilişkisi olmasına rağmen, tüm analiz boyunca her­
hangi bir ülke grubuna özel bir atıfta bulunulm ayacaktır.

15. 2 Teknolojinin Yayılması ve Sanayinin Gelişmesi


Geleneksel salgın (= epidemic) yenilik yayılm a modelleriyle 1930’larda, Schumpeter ve
Kuznets tarafından getirilen sanayi büyüme ve iktisadi kalkınma modelleri arasında çok
çarpıcı benzerlikler vardır. Bu da birçok sebepten sürpriz sayılmaz. Yayılma literatürü için

403
hâlâ çok kritik sayılan “taklit” ve “fırsatçılık” (= bandwagon) kavramları, iktisadi büyüme­
nin yapısal sorunlarını dikkate alan pek çok iktisadi büyüme teorisinin2de merkezindedir;
çünkü uzun dönemde sanayilerin ortaya çıkışı, yükseliş ve düşüşleri, S-şeklindeki yenilik
yayılm a biçimine çok benzemektedir. Freeman e t al., (1982), bu iki teoriyi bir biriyle iliş-
kilendirmeye çalışmışlardır. Burada, yayılm a döneminde ortaya çıkan ikincil yenilikleri1de
kapsayan bir yenilikler “demeti”y a da salkım kavramı tam olarak yeni sanayilerin hızlı bü­
yüm esiyle ilişkilendirilmiştir. Bazı uç örneklerde görüldüğü gibi, bu demetler tüm sektör­
lerdeki iktisadi büyüme başlangıcının (= upswing)11 temel unsuru da olabilir.
Daha sınırlayıcı bir yayılm a (= diffusion) terminolojisi içinde bu olgu, belli bir zaman
aralığında yayılm anın ilk aşam asındaki ekonomiyi daha yüksek bir performans düzeyine
çıkartabilen, biribiriyle çok yakından ilişkili bir dizi yenilik demetinden oluşan, yayılm a
dalgaları “zarfı” şeklinde de algılanabilir. Başka bir benzerlik Rostow’un iktisadi kalkın­
manın aşam aları (1960) teorisinde bulunabilir: “olgunluğa geçerken” hızlı bir büyüme ve
sonra “ileri kitle üretimi çağı” ve standardizasyonun izlediği, iktisadi büyümenin belirgin,
S-şeklindeki kalkış (= take off) tarzı. Rostow un aşamaları, daha sonraki pazarlam a ve
dış ticaret literatüründe, yen i ürünler için mevcut olduğu varsayılan “ürün hayat devre­
si” ile tipleştirilmiş, pek çok S-şeklindeki gelişmeleri içerir. Hirsch (1965) tarafından,
1960’larda ileri sürülen argüman da, belli üretim faktörlerinin, ürün devrelerinin ( bkz.,
11. Bölüm, Şekil 11.4) farklı aşam alarında nispi önemlerinin nasıl değiştiğini göstermek­
tedir. Hirsch ve ondan sonra Vernon (1966) ve diğer ürün hayat devresi yandaşları,
ürünler olgunluk aşam alarına vardıkça, bu değişikliğin karşılaştırm alı üstünlükleri, az
gelişmiş ülkelerin lehine nasıl çevirebildiğini göstermişlerdir.
1960’ların kalkınm a literatüründe, özellikle “bağımlılık okulu”111, bu görüşleri, başta
Rostow’un teorisini ağır biçimde eleştirmiştir, iktisadi kalkınm a sürecinin, Rostow’un
varsaydığı mekanik, y a rı otonom niteliği, “tarihle ilgisi olm ayan”lv damgası vurulmasına
da yol açmıştır. Daha ilgi çekicisi, Rostow’un büyüme modelinin mekanik niteliğini eleş­
tirenler, en yen i yayılm a literatüründeki S-şeklindeki “salgın” teknoloji yayılm a modelle­
rinde de bu görüşün "mekanistik, teorisizv ” niteliklerinin izdüşümlerini buluyorlar.
Daha da yeni yayılm aya ilişkin katkılar, aynı zamanda önceden değindiğimiz geniş
anlam daki sanayi büyüme teorilerinin bazılarını daha ilgi çekici açılardan görmemizi
sağlıyor. “Standart” yayılm a modeli eleştirisindeki ilk alan, firm alar arası alternatif y a ­

i İkincil yen ilik ler “follow up innovations” radikal veya önemli bir icadın m antıki sonuçlan olan uygulam alar veya
tam am layan, izleyen yenilikler, diye de çevrilebilir. Y enilik demetleri, ana yen ilik ler ve yayılm a sırasındaki değişiklikler­
le diğer ikincil yeniliklerden oluşan bir grup icattan oluşm aktadır.
ii “U psw ing”, uzun dalganın y u k a rı doğru yükselm eye yönelm esi.
iii "D ependencia school” Latin A m erika’da doğan bir radikal kalkınm a iktisatçıları grubunu ifade ediyor.
iv “A historical” terimi, tarihi olm ayan, tarihle ilgisi olm ayan veya tarih dışı, diye çevrilebilir.
v “A theoretical”

404
yılm a modelleri geliştirm ek için “probit analizi”1 denen bir uygulam aya yol açmıştır.
Probit analizi artık yen i ürünlerin dağılımının incelenmesinde iyice yerleşm iş bir teknik­
tir.3 Probit modelinin temelindeki varsayım , birimlerin (tüketici veya firm a), yeni bir
ürünü benimsemesi (veya bir yeniliği uyarlam ası) için gelirlerinin belli bir kritik düze­
y i geçmesi gereğidir. Bu kritik y a da kabullenme (= tolerance) gelir düzeyi (veya bü­
yüklüğü), tüketicinin gerçek zevklerini (firm aların yeniliği kabullenmesi) temsil etmek­
tedir. Bunlar da bir takım, kişisel veya ekonomik özelliklere bağlıdır. Zaman içinde ge­
lir dağılım ı değişmese de artan gelir, hem taklide, daha fazla ve iyi enformasyona, hem
de fırsatçı etkilere11 vb. bağlı olarak söz konusu kritik gelir düzeyini, zevklerin yeni
ürün lehine değişmesine yo l açacak şekilde düşürecektir.
Probit modelinin sanayi büyüme teorisiyle uyumu aşikârdır. Kişi başına “kritik ” bir
gelir düzeyi kavramı, Rostow’un iktisadi kalkınmanın aşam aları teorisi veya Abromo-
vitz'in “özümseme kapasitesi” kavram ına doğrudan bağlanabilir. Teorideki kişiler ülke­
lerle y e r değiştirirse, ülkelerin büyüme performansları arasındaki farklar hem açıklana­
bilir hem de böyle farklar beklenir. Bir ülkenin risk alma ve “yenilikleri değerlendirm e”
yeteneğinde (probit modelindeki tüketici zevklerinin çeşitliliği) aşırı oynam alar ve dün­
y a d a aşırı bir gelir eşitsizliği olduğunu düşünürsek, burada sanayileşmenin (yayılm a­
nın) dünya düzeyine göre yavaş gitmesi sürpriz değildir. Bu nedenle birçok fakir ülke
zaman içinde sanayileşme düzeyinde "kritik gelirleri” düşerken, yine de kalkış (take off)
aşam asına ulaşamam ışlardır.
Standart yayılm a modellerine yöneltilen ikinci eleştiri, modelin statik özelliği ile y a ­
yılm a sürecinin, sırf talepten kaynaklanan (=demand-induced) bir olguya indirgendiği-
dir. M etcalfe (1981, 1982), özellikle bu alanda standart modellerin sınırlam alarına işa­
ret ediyor. “Yenilik süreci”ne ilişkin pek çok çalışmanın da gösterdiği gibi, yayılm a es­
nasında yenilikle birlikte mevcut iktisadi şartlarda da değişiklikler beklemek için birçok
neden bulunmaktadır.
Teknolojik açıdan yayılm a esnasında yeniliklerle birlikte önemli iyileşm eler beklenir.
Bu küçük geliştirm eler, az veya çok kendiliğinden doğmuş y a da yayılm a süreci tarafın­
dan uyarılm ış olabilir: Örneğin kullanıcıların geri gönderdiği enformasyon yo lu yla ol­
duğu kadar, yeniliklerin çok daha fazla yeni kullanıcıya götürülmesi daha iyi perfor­
mans ve/veya çok daha iyi belirlenmiş kalite özellikleri gerektirir. Y ayılm a sürdükçe,
kullanıcıların özel talepleri daha katı özellikler içerir; yeniliğin yeterliliğini, kalitesini ve
güvenirliliğini önemli ölçüde artıracak performans iyileştirilm esinde “bilimsel bilgi ”nin
etkin bir biçimde kullanılm ası beklenir.

i “Probability U nit” Probit, normal frekans dağılım ı ortalam asından sapm aya d ayalı istatistik olasılığı ölçme birim i an­
lam ında bir İngilizce kısaltm adır.
ii “Bandwagon effects” etrafında koparılan gürültü ve yap ılan reklam lara dayan am ayarak bir şeye katılm a etkisi.

405
İktisadi açıdan da, standart yayılm a modellerin statik, talebe odaklanmış niteliği sor­
gulanabilir. M etcalfe’ın geliştirdiği modelde (1981, 1988), yen i icadın fiyatı, ne sabit ne
de sadece belli bir zaman aralığında değişmekte, fakat yayılm a süreci tarafından belir­
lenmektedir. Buna ek olarak yeniliğin arzı, üretici kapasite ile sınırlı olup, onun da ar­
tış hızı yenilik üretiminin kârlılığına bağlıdır. Bu model aynı zam anda yenilikçilerin kul­
lanıcıları eğitme kapasitesine de bağlanıyor (örnek olarak, bkz. 7. ve 8. Bölümler). Ti­
pik bir Schumpeter “senaryo’’sunda yen ilikçi girişimci, taklitleri ortaya çıktıkça ve “y e ­
nilikçi potansiyeli" bittikçe, tedricen azalan, başlangıçtaki tekelci kârlardan oluşan o ge­
çici ödül için ortaya çıkar. Aynı zamanda, yenilikleri arz edenlerin kâr hadlerinin düş­
mesine rağmen, yayılm ayı daha da ilerilere götürecek olan “fiyat tenzilatı yeniliklerin
uyarlanm asındaki kârlılığını artırır". Son olarak yayılm anın yo l ve biçimlerinin, malze­
me, yen i sermaye malları, parçalar ve benzeri şeylerin temini gibi, sistemik faktörlere de
bağlı olduğunu söyleyebiliriz.
Sistemik faktörlerin önemi bir kez anlaşılınca, geçmişteki “eski” yatırım ın, yerleşm iş
teknolojinin, yeni icadın yayılm asını nasıl yavaşlattığı da ortaya çıkar. Geçmiş yatırım
sadece fiziki sermayede değil, beşeri sermaye hatta (F. List’in deyimini kullanırsak) “en­
telektüel” sermayede de görülür. Atılacak teknolojiye yapılm ış ve yapılm akta olan y a tı­
rımın önemi, yeni teknolojinin yayılm asını geciktirmenin ötesinde, aynı zamanda, tekno­
lojiler arası rekabet olgusuna ve teknolojik gelişmedeki “kilitlenme" sorununa dikkatle­
ri çekmesindedir (Arthur, 1988a, b). Yeni teknoloji başlangıçta, eski teknolojiyle reka­
bete dezavantajla başlar. Rosenberg’in (1976) gözlemlediği gibi, geçen yüzyılda buhar
gücünün yayılm ası, mevcut su gücünden yararlanm a teknolojisinde gerçekleştirilen ve
eski teknolojinin ömrünü uzatan bir dizi iyileştirme yüzünden, önemli ölçüde gecikm iş­
ti. Teknolojinin “ölme” süreci gerçekten yavaştır; çünkü hâlâ geçmişte yaşayan eski tek­
noloji firm aları yatırım larını çoktan amorti ettiklerinden, yenilikçi firmaların m allarına
karşı kendi fiyatlarını aşırı düşürebilirler. Bu sürece “yelkenli gemi etkisi” denebilir; y e l­
kenliler on dokuzuncu yü zyıl boyunca buharlı gemilerle rekabet edebilmişlerdi.

15. 3 Teknolojinin Uluslararası Yayılması ve Yakalanması


En azından bu metodolojik perspektiften, teknolojinin uluslararası yayılm ası ve tek­
noloji yakalam a potansiyelinin sonuçları önemlidir. Aslına bakılırsa, yeni teknolojilerin
tamamına yakınının, temelde en ileri ülkelerde doğacağını beklemek yanlış değildir. An­
cak, önemli yeni teknolojilerin bir ülke içinde yayılm asını engelleyen, yeninin eskiyle re­
kabetindeki dezavantajlarını gösteren çeşitli faktörlere daha önce değinilmişti. Böylece,
mevcut olan eski teknoloji yatırım ları, firma yönetiminin, kalifiye işgücünün hatta eski
teknolojiyi bir şekilde iyileştirm eye yönelik “geliştirm e” araştırm alarının bileşkesi, yeni

406
teknolojinin yayılm asını o ölçüde engelleyebilir ki bu yen i teknoloji, eskisini bilmeyen,
buna yatırım yapm am ış ve üretmemiş (muhtemelen az gelişm iş) bir başka ülkede, çok
daha hızlı yayılab ilir. Aynı zamanda, yayılm a sürecinde çok kritik küçük yenilikler or­
taya çıkabilir; örneğin kullanıcılardan geri gelen enformasyonla bu yenilikler, teknolo­
jik avantajı yeniliğin hızla yayıld ığı ülke lehine çevirebilir.
On dokuzuncu yüzyıld aki Almanya, Fransa, ABD ve daha küçük diğer Avrupa ül­
kelerinin sanayileşmeleri bu görüşü desteklemektedir. On dokuzuncu yüzyılın ortasın­
da dünya mamul m allar ihracatının yarısın ı gerçekleştirirken, imal ettiği buhar m akine­
leri dünyanın geri kalan kısmında imal edilenlerin toplamından daha fazla olan Ingilte­
re’nin gerilerde kalm ası şeklinde görülen büyük değişiklik de bu olguyu çok iyi şekilde
sergilemektedir. Bütün bunlar “geç sanayileşm e” avantajını göstermektedir; bu terim,
zamanın teknoloji liderlerini yakalam ak anlam ında kullanıldığı gibi, yabancı teknoloji­
leri daha “rekabetçi” bir fiyattan elde etme anlam ına da gelmektedir. Son zam anlarda
bunlara en iyi örnek, 12. Bölüm’de gördüğümüz gibi, 1960'lar ve 1970’lerdeki Jap o n ya
ve 1980’lerdeki Güney Kore’dir. Bu ülkeler, dünyadaki “en iyi uygulanan” (= best prac-
tice) verim lilik düzeylerindeki hızlı sanayileşm elerini, çelik, otomobil ve elektronik tü­
ketim mallarında, son yıllard a da bilgisayarlarda, başlangıçta büyük ölçekte ithal tekno­
lojilere dayanarak çok kısa bir sürede gerçekleştirm işlerdir.
Jan g-S u p Shin (1996), çelik üretiminde, Güney Kore'nin geç kalm a avantajıyla,
Gerschenkron’un (1962) tasvir ettiği yü z y ıl önceki Avrupa'nın geç gelenlerinin avan­
tajlarının ne kadar benzediğini göstermiştir. Yine de, böyle çok başarılı örneklerin az
sayıda olması, olağanüstü etkin bir teknolojik yakalam a süreci ve sıçramanın "otomatik”
olmadığı anlam ına gelmektedir. Yabancı, ithal edilmiş teknolojinin doğrudan kullanıl­
ması yo lu yla sanayileşme, kestirme bir yoldan gerçekleştirilebilm ektedir; ancak, yab an ­
cı teknolojinin, gerçekten etkin biçimde özümsenmesi güç ve karm aşık bir süreçtir. Bu­
rada kritik olan ülkenin ve y e rli firmaların “özümseme kapasiteleridir” (Firm a düzeyin­
de teknoloji transferinin daha mükemmel bir tartışması için bkz. Radosevic, 1996).
Perez ve Soete’nin (1988) gösterdiği gibi daha önce tartışılan, teknolojinin uluslara­
rası yayılm asındaki temel sorun, geniş anlam daki teknolojiye “giriş" ile dar anlamdaki
teknolojiyi "kullanma” teriminin otomatik olarak değiştirilebilir nitelikte olmasıdır. Tek­
noloji yakalam a süreci, nihai olarak yabancı teknolojinin iyice öğrenilip ilerletilmesi
am acıyla, etkin “kullanım ı” anlam ına gelir. Buradaki vurgu teknolojinin elde edilip
özümsenmesidir. Sanayileşen bir ülke olmaktan veya herhangi bir geri kalm a durum un­
dan çıkm ak için ilk yap ılacak iş, yabancı teknolojinin “kullanılm asıdır”.
Y ayılm a teorisi, uluslararası yayılm anın niçin otomatik olmadığını ve teknolojik bil­
gileri “uyarlam adaki” gecikm elerin nedenlerini göstermektedir. Probit modeli böyle bir

407
“uyarlam anın” mümkün olmadığı en alt eşik düzeyine dikkati çeker. Bu düzeyin altın­
da, değil teknolojik bir sıçrama, tanım gereği, pratikte teknolojiyi elde etmek, öğrenmek
ve yakalam ak söz konusu olamaz. Probit modeli, yeni bir tüketim malının yayılm asına
uygulanırsa, eşik kavram ı doğrudan gelir düzeyi ve zevkler yo lu yla belirlenir. Yine de,
üretim teknolojisinin yayılm asıyla ilgili olarak eşik kavram ını “kullanım ” karşıtı "giriş”
ile değiştirmek çok daha büyük bir karışıklık yaratabilir.

15. 4 Teknolojik Evrim ve Giriş Maliyeti


ilk yayılm a modellerinin en gerçekçi olmayan yan ı tüm teknolojileri statik nitelikte
saym asıdır. Bir ürün veya üretim süreci ilk kez ortaya çıktığında kaçınılmaz biçimde il­
kel veya basit biçimdedir; daha sonra birbiri arkasından gelen iyileştirm elerle kalitesi,
güvenilirliği, performansı artar ve/veya üretim m aliyeti azalır; bunlar üreticiler için
önemli sayılan başka şeylerle birlikte piyasanın genişlemesine katkıda bulunurlar. Bu
iyileştirm e sürecine Nelson ve W inter (1977) "doğal” yörünge (= trajectory), Dosi
(1982) ise “teknolojik” yörünge demektedir. Ürün yaşam devresi modelinde olduğu g i­
bi, belli bir teknolojinin başlangıcından olgunluk dönemine kadar geçirdiği küçük yen i­
liklerden oluşan yol, alışık olduğumuz S-şeklinde temsil edilebilir. W olff’un küçük y e ­
nilik yatırım larının azalan verim ler kanununa göre, iyileştirm eler başta daha yavaş, son­
ra hızlı ortaya çıkar ve tekrar yavaşlar.
Bunun anlamı, taklitçinin her zaman için yenilikçinin sahip olduğu "benzer” tekno­
lojiyle işe girişmeyeceğidir. Daha sonraki taklitçiler de önceki taklitçilerin girdiği yö rün­
ge noktasından ve teknoloji evrim aşamasından başlam ıyacaklardır. Bütün bu iyileştir­
melerin bir maliyeti olduğu gibi, bu yeniliğe bağlı bir bilgi ve deneyim kuşağını da tem­
sil ederler. Bu da giriş m aliyet eğrisinin zamana göre değiştiğini ifade etmektedir. M an­
tıki varsayım, m aliyet eğrilerinin devamlı olarak yeniliğin başlangıç m aliyetini ve ark a­
sından gelen küçük iyileştirme yatırım larını karşıladığı sürece, yu k arı doğru kaydığıdır.
Yine de bu bir kural değildir. H irsch’in (1965) gözlemlediği gibi m aliyetlerin önemi
ürün devresinin çeşitli aşam alarına göre değişmektedir. Kendi terminolojimizde bunun
anlamı, giriş m aliyetlerinin çeşitli unsurlarıyla birlikte asgari giriş eşik düzeylerinin, tek­
nolojiler ürün yaşam devrelerinin çeşitli aşam alarında evrim geçirirlerken, nispi önem­
lerinin de değişmesidir. Şekil 15.1 ürün devresinin dört aşam asını göstermektedir.
Aşam a I, dikkatlerin ürünün kendisine yoğunlaştığı giriş dönemidir; ürün tüm işlev­
lerini hakkıyla yerine getirip başarıyla piyasaya girm elidir. Bu tasarım cılar, üretim mü­
hendisleri, yöneticiler, işçiler, dağıtım cılar ve tüketiciler için bir öğrenme sürecidir. Bu
tam da Schum peter’in tanım ladığı girişim ci dünyasıdır. Bu aşamada, özgün bir mühen­
dislik ve tasarım faaliyeti gerektiğinden, asgari bilimsel ve teknolojik eşik (S) düzeri

408
Gereken Gerekli minimum
minimum kuruluş y e ri

i ıı m rv i n ra iv
Gerekli minimum Gerekli minimum

i II III iv i ıı m iv
Şek il 15 .1 Ürün Yaşam D evresinin D ört Aşam ası
K a y n a k : P e re z v e S o e te (1 9 8 8 )

yüksek; beceri ve deney eşiği (E) düşük olacaktır. Gerekli kuruluş yeri avantajı (X ), ba­
şarılı bir giriş için hayati olup eşik nispeten yüksektir. Son olarak, başlangıç yatırım ma­
liyeti (I), mutlak terim lerle küçük olmasa bile teknolojinin gelişme aşam asm dakine gö­
re nispeten düşük bir düzeyde kalacaktır.
Aşama II, piyasanın gelişme dönemidir. Ürün, temelde, bir kez tanımlanıp, piyasası­
nın gelişebileceği test edildikten sonra dikkatler üretim sürecine teksif edilecektir. Fab­

409
rika tasarım ı önem kazanırken, hasılayı ve verim liliği artırm ak için, hem ürün hem de
üretim teknolojilerinde optimal dengeyi sağlayacak ard arda iyileştirm eler yap ılır. M al­
zeme ve tasarımda, m aliyeti azaltacak, etkinliği artıracak veya piyasa talebine cevap ve­
recek değişiklikler gerçekleştirilir. Fabrika organizasyonu tedricen optimize edilerek en
uygun teçhizat seçilir ve belirlenir. Burası üretim mühendisinin ve pazarlam a m üdürü­
nün dünyasıdır. Bilimsel ve teknolojik sorunlar tedricen çözülür, bu çözümler hem
ürünlere hem de üretim teçhizatına içerilirken, eşik düşer ve taklitçilerin de şansı artar.
Fakat gerekli beceri cinsinden eşik ise, üretici firmada ürünle, üretimle ve pazarlam a
başarısıyla ilgili deneyim ler birikirken, hızla yükselecektir. Yeniliğin getirdiği mekansal
ve altyapısal türde ekonomiler de, ilk üreticilerin aleyhine artarken, sonra girenler, ön­
cekilere göre daha uygun bir a lty a p ıy la karşılaşacaklardır. Yatırım m aliyeti (I) optimal
tesis büyüklüğü artığından, büyük hacimli üretimin gerektirdiği cinsten daha karm aşık
ve iyi teçhizat kullanılacağından şimdi eskisine göre daha yü ksek olacaktır.
Aşama III de, tüm temel koşullar yerine getirilm iştir. Piyasanın hacmi ve büyüme hı­
zı çok iyi bilinmekte, ürün ve üretim süreci ilişkisi mühendislik açısından “optimize”
edilmiş ve bundan sonraki verim lilik artışlarını sağlayacak küçük yeniliklerin yönü de
belirlenmiştir. Şimdi dikkatler firmanın büyümesine ve piyasadan daha fazla p ay alm a­
sına odaklanmıştır. Tesis ve firma ölçeğinin büyütülm esi bu aşamanın özelliğidir. Za­
manla, önceki iki aşam ada başarılı olmuş firm aların bazıları elenebilir. Aşama III’deki
yarışı sürdürebilm ek için gerçek sermaye m aliyetleri ve yönetim becerisi çok kritiktir.
Bu aşam a yenilerin girmesine müsaade etmez. Bilgi (S) unsurunun m aliyeti nispeten
düşük olmakla birlikte, Deneyim (E) ve Yatırım (I) unsurlarının maliyeti girm ek için,
çok yüksektir ve yükselm eye devam etmektedir. Kuruluş ye ri avantajı (X), başarılı fir­
maların piyasaları içselleştirmesi ve mali güçleri karşısında artık daha az önem taşır. Bu­
nun ötesinde, bu teknolojinin satış fiyatına gelirsek, Aşama I ’de fiyatın, (S) Bilgi kad­
ranındaki teknik enformasyonun tekel durumu nedeniyle sonsuz olabileceği düşünüle­
bilirse de, Aşama I lI ’de bu kez de piyasalarda tekel durumunu bozmamak için çok da­
ha artmış olan Deneyim (E) unsurunun firma içinde kalmasını teminen fiyatlar nispe­
ten yüksek tutulacaktır.
Son olarak, ürün ve üretim sürecinin standartlaştığı olgunluk dönemi, Aşama IV'de
artık teknolojik yeniliklere yap ılan yatırım ların getirisi azalm aya başlar. Faktör girdile­
ri tamamen belirlenip sabitlendiğinden, üretim m aliyetindeki avantaj bu faktörlerden
herhangi birinin en büyük karşılaştırm alı üstünlüğüne sahip firma veya kuruluş yerine
gidecektir. Bu durum, yerleşik firmaların daha Aşama III sonundan itibaren bazı tesis­
lerini yeniden konuşlandırm alarına yo l açabilir. Sonuçta, bu firm alar diğer yeniliklere
ağırlık verirken, ellerindeki teknolojileri bir m etaya çevirip, iyi bir fiyattan lisans veya

410
"know-how" anlaşm aları biçiminde satm aya çalışacaklardır. Eğer birden fazla rakip
teknoloji satıcısı varsa, sonuç alıcıların hâkim olduğu bir piyasanın oluşmasıdır. Böyle-
ce, nihai veya olgunluk aşam asında giriş eşiği, gerçek giriş maliyetinin hâlâ yü ksek ol­
masına rağmen daha da düşecektir. Önceden çok gerekli olan bilgiler, şimdi ürün ve
teçhizata içerilmiş bulunduğundan, çok düşük düzeyde kalm ıştır. Gereken beceriler de
çok iyi tanımlandığından bunlar belli bir fiyattan elde edilebilir; ancak etkin bir üretim,
alıcının çok büyük çaba göstermemesi halinde garanti edilemez. Kuruluş ye ri avantaj­
larının önemli sürecek, yan sanayi ve tüketicilerin eğitimi en üst düzeyde devam ede­
cektir. Son olarak, sabit yatırım maliyetinin Aşama I’dekinden daha yüksek olmasına
rağmen, bu teknolojiye ait özel teçhizat normlarını bilen deneyimli satıcıların mevcudi­
yetinin, yatırım ı önceye göre kolaylaştırdığı söylenebilir.
Uygun koşullar altında, Aşama I ve IV, yen i girişim cilere çok farklı m aliyet ve ge­
reksinimlerle "en ko lay” giriş eşiğini sağlam aktadır. İlk aşamada, küçük bir sermaye ve
deneyim, fakat bilimsel ve teknik bilgi artı yeterli kuruluş y e ri avantajı y a da bazı ek­
siklikleri gideren bir "yardım ” ile yen ilikçi veya taklitçi piyasaya girebilir. Aşama IV ’de,
piyasaya giriş, geleneksel karşılaştırm alı ve kuruluş ye ri üstünlüklerine bağlıdır. Fakat
bu durum da oldukça büyük yatırım ve teknoloji satın alm a fonu gerekecektir. İki giriş
noktası arasındaki en önemli fark, Aşama I ’de yarışa katılanın, bunu tam am layacağının
garanti edilmemesidir. Y arışçılar çok daha yatırım yapm ak ve teknoloji üretme çabası
içinde olmalıdır. Olgunluk aşam asında ya rışa katılm ak ise, piyasaya yen i bir ikame
ürün girm ediği takdirde nispeten daha güvenlidir. Kârlar, bu aşam adaki üreticilerin sa­
yısın a ve piyasa paylarını çoğaltma çabalarına bağlıdır.
Bu bilgiler şu iki görüşü de destekler niteliktedir: Ticarette ürün yaşam devresi te­
orisi ki geleneksel olgun ürünler temelindeki ihracata dayalı bir sanayileşme stratejisi­
nin başarısıyla kendini gösterir; İkincisi bu teoriye açıkça karşıt, dijital telekom ünikas­
yon, elektronik hafıza çipleri ve biyoteknoloji ürünleri gibi teknolojilere dalan bazı y e ­
ni sanayileşen ülkelerin erken giriş “olayları"dır. "Erken giriş” olgusu da daha önceki
kesimde tartışıldığı gibi, günümüzde sanayileşm esini tamamlamış birçok sanayi ülkesi­
nin sunduğu tarihsel kanıtlarla desteklenmektedir.

15. 5 Teknolojiyi Yakalama: Ürün Yaşam Devrelerinden Tekno-ekonomik


Paradigmalara
Ürün devresi teorisinin başlıca eksikliği, bütün ürünleri birbirinden bağımsız kabul
etmesidir. Her yeni ürün radikal bir yenilik olarak görülür; ürün ve üretim sürecinde da­
ha sonraki iyileştirmeler olgunluğa yo l açan küçük değişmeler olup, bundan sonraki ürün
de aynı evrimi geçirmeye aday tamamen yen i bir başlangıçtır. Gerçekte I. Kısmın çeşitli
bölümlerinde derinlemesine tartışıldığı gibi, ürünler birbirinin üzerine gelir ve teknoloji

411
sisteminde yakın bir ilişki içinde bulunurlar. Her ürün devresi daha geniş bir ürün gru­
bu içinde, o grup y a da aile de, bundan daha geniş bir sistem içinde evrimleşir.
Teknoloji sistemleri kavramının kalkınm a stratejileri açısından, tek ürün devresi
yaklaşım ına göre niçin daha uygun olduğuna dair iki neden vardır: Birincisi, bir sistem
içindeki çeşitli ürünlerin yaratılm ası için gerekli bilgi, beceri ve deneyim, birbiriyle iliş­
kilidir ve birbirini destekler. Diğeri, teknolojilerin sistem kavram ı içinde analizinin, öğ­
renme ve yakalam a zamanını kısalttığı kadar, kalkınm a ve büyüme ufkunu açacak,
ürün ve üretim süreçleri gruplarının belirlenmesine de imkân vermesidir.
Önceki kesimdeki çeşitli giriş aşam alarına geri dönersek, yeni ürünlere girme koşul­
ları (Aşama I) sermaye ve yönetim yeteneği açısından nispeten düşük olup diğer iki un­
sur sayılmazsa, sanayileşen ülkeler için idealdir. Bu iki unsur, yüksek düzeyde kuruluş
ye ri avantajı ile bilimsel ve teknolojik bilgidir. Eğer hükümetlerin kuruluş ye ri ve altya­
pıya ilişkin eksiklikleri giderecek tutarlı bir programı varsa, kendimizi sadece bilimsel
ve teknolojik bilgi eksikliği engeline odaklayabiliriz.
Sanayileşm iş ülkelerde gerçekten yen i teknoloji sistemleri, I. Kısım’da gördüğümüz
üzere, m uhakkak ki en büyük, en güçlü ve deneyimli firm alardan çıkmaz. Çok kez y e ­
nilikler, mikroelektronik ve biyoteknoloji gibi, çok ileri uzmanlık alanlarında iyi bir üni­
versite öğretimi görmüş girişim cilerin kurduğu küçük firm alarla H enry Ford örneğin­
deki devrimci yeni fikirlerin uygulanm ası yo lu yla ortaya çıkar (6. Bölüm). D aha sonra,
sistemin büyüme aşam asında ve ürünün daha da geliştirilm esinde gerekecek bilgi be­
ceriler y a firma serpildikçe ortaya çıkacak ve artacak veya bu firm alar büyükler tara­
fından ele geçirilecektir; başka bir olasılık da, tabii ki başarısızlık durum unda firmanın
tamamen ortadan silinmesidir. Bir teknoloji sistemine ilk aşam ada girm ek için gereken
bilgilerin çoğu, üniversitelerde verilen genel öğretimde mevcut serbest bilgilerdir. Ge­
rekli becerilerin çoğu da uygulam ada icat edilir. Sistem geliştikçe yaratılan yen i bilgiler
ve beceriler, giderek artan biçimde özel bilgi haline dönüşür ve genelde rakiplere satıl­
mak istenmez. Sistem olgunluğa ulaştıkça bu bilgi ve beceriler de, tedricen kamu malı
haline gelir ve belli bir fiyattan satılmak istenir.
Bunun anlamı, iyi nitelikli üniversite elem anları ve mezunlarının mevcudiyeti duru­
munda, yeni bir teknoloji sisteminin ilk aşam alarında yen i ürünlere nispeten bağımsız
bir şekilde girmek için fırsat penceresinin her zaman açık olduğudur. Bu da, teknolojik
lider ülkelerin veya firmaların dışında gerçekleşen yenilikleri kısmen açıklayabilir. Bu­
radaki sorun, bilgi ve becerinin içsel yaratım ının, sistem geliştikçe firmayı yaşatacak y e ­
terlikte olup olamayacağıdır. Bu da sürekli teknolojik çabaların ötesinde, daha büyük
yatırım kaynakları gerektirecektir. Kalkınma, tek başına ürünlerin başarılarından iba­
ret değildir; kendini sürdüren büyüme süreci için sinerji (= synergy, ortak enerji) y a ra ­

412
tacak gelişim halindeki teknoloji sistemlerinin birbiriyle ilişkilenmesinin ortaya çıkardı­
ğı bir kapasite kavram ıyla ilgilidir.
Eğer, Freeman ve Perez (1988) tarafından ileri sürülen taksonomiyi izlersek, bura­
da tartıştığımız teknoloji sistemlerinin de, zaman içinde ilk aşam alardan olgunluğa doğ­
ru evrimleşen daha büyük bir bütünün parçaları olduğunu görürüz. Böyle bir tek-
noekonomik paradigm anın “yaşam devresi” bir dizi, birbirine bağlı teknoloji sistemle­
rinden oluşur. Bilgi, beceri yaratan, deney biriktiren ve bunları y ayarak genel kullanı­
mına yol açanın, bu teknoloji sistemleri arasındaki karşılıklı bağlantılar olduğu açıktır.
Bu açıdan da, bugünkü geçiş dönemi daha önceki paradigm a altında gelişmiş ve olgun­
laşmış tüm teknoloji sistemlerini etkileyecek bir teknoekonomik paradigm a değişikliği
olarak da tanım lanabilir. Teknoloji sistemlerinin çoğu, yen i enformasyon yoğun, esnek,
sistemik, mikroelektroniğe dayalı paradigm a, tüm üretim sistemlerine yayılırken , temel­
den bir dönüşüme uğrayacaklardır. Olgun sanayiler değişecek, olgun ürünler yeniden
tasarlanacak, yeni ürünler ve sanayiler ortaya çıkacak ve büyüyecektir; böylece de y e ­
ni bilgi, beceri, kuruluş y e ri ve altyapı avantajları gerektiren ve bunları da yaratan y e ­
ni teknoloji sistemleri doğacaktır.
Bunun gelişen ülkeler için anlamı, paradigm a değişimi sırasında bunlara yen i sana­
yilere girmek için geçici bir fırsat penceresinin açılacağıdır. Bunun çok güzel bir örne­
ği, yoğun bir ABD/Japon rekabetine rağmen bazı Doğu A sya ülkelerinin mikroelekt­
roniğe girm eleridir (Hobday, 1995). Teknolojilerin transfer hızı, örneğin ABD tekno­
lojisinin Doğu A sya’nın sanayileşen bazı ülkelerine orjinal yenilikten bir y ıl ve hatta da­
ha da kısa bir zamanda transfer edilmesi, bu baskıyı yansıtm aktadır.
Yeni sanayilerde, eski tarihi örneklere göre ulusal denetimin daha az olmasına rağ­
men, en azından uluslararası açıdan tekelci kârlar rekabet karşısında daha hızlı şekilde
kaybolabiliyor. Kuşkusuz günümüzde, uluslararası üretici sermaye çok daha hareketli­
dir ve gözlemlenen dış dünyaya teknoloji transferlerinin çoğu, tamamen uluslararası fir­
maların kendi bilimsel ve teknolojik bilgilerini uluslararası bir ortamda, bir şekilde “iç­
selleştirme” ihtiyaçlarının yansım asıdır. Bunun bir nedeni de, elektronik icat ve yen ilik­
lerden, hukuken "nemalanmanın” özel güçlükleridir (Bu konuda "yazılım ” korumasına
ilişkin tartışm alara bkz.). Elektronikteki icat ve yenilikleri etken bir şekilde koruyan
(uluslararası) bir patent sisteminin yokluğu y a da başarısızlığı, taklitçilerin, yeniliğin/te­
kelcinin kârlarının kısa zamanda eritilmesine yo l açm akta ve “üşüşme” (= swarm ing) et­
kisi hem ulusal hem de uluslararası alanda çok daha hızlı ortaya çıkm aktadır.
İkincisi, diğerlerinden çok farklı kaynak tasarrufu yapabilm e potansiyeline sahip
özellikleriyle mikroelektronik sektörü, yeniliklerini uygulam a ve üretimden daha çok
“nem alanm ak” (= appropriate) için çok sayıdaki y a rı veya yeni sanayileşen ülkeye ko­

413
nuşlanm aktadır. D aha önceki kesimde getirilen terminolojiyle kuruluş yeri avantajları,
bu ülkelerde, daha önceki teknolojilerin çoğuna göre çok daha fazladır. Özellikle, en­
formasyon teknolojilerinin sermaye sakıngan potansiyeli, sermaye kıtlığından kalkın­
maları geciken bu ülkelere daha da uygun görünüyor.
Üçüncü olarak mikroelektroniğin "becerisizleştirme” (= deskilling) etkisi, genel ola­
rak çok geniş bir alandaki ileri derecede teknik (m ekanik ve elektrik) uzmanlığı işlev­
siz hale getirerek, y a rı ve yen i sanayileşen ülkelerde tam gerek duyulduğu zamanda,
çok büyük bir özel beşeri sermaye darboğazı yaratacaktır. Aslında "yanlış” beceriler ve
“geçersiz" deneyimler, gelişmiş ülkelerde, gelişen ülkelere göre çok daha önemli bir dar­
boğaz ve yayılm ayı geciktiren bir faktör olmaktadır.
M ikroelektronikte yakalam a potansiyeli böylece, daha önce belirtilen birçok giriş
eşiği düzeyiyle giriş m aliyet unsuruna bağlı kalm aktadır. Kuruluş ye ri ve altyapı avan­
tajları da gökten düşmez; tıpkı bir ülkenin bilimsel ve teknolojik araştırm a personeli ve­
y a becerisi gibi. Bunlar, ülkenin daha önceki kalkınm a geçmişi, doğal kaynakları, sos­
yal, kültürel ve siyasi faktörlerinin bir sonucudur. Tabii, bunlar da belli bir ülkede y e ­
ni paradigm anın niteliğine göre mükemmel, çok iyi, kötü veya ümitsiz olabilir. Bunun
ötesinde, yeni avantajlardan ve uygun koşullardan yararlanm ak için bunları değerlen­
direbilecek bir kapasite, uygun bir strateji kurabilecek bir yetenek ve hayal gücüyle sos­
y a l koşullar ve uygulam ada siyasi irade gereklidir.
Belli bir ülkenin gerçek ilerleme şansı, yu k arıd aki faktörlere bağlı olarak, çok y ü k ­
sek veya çok düşük olabilir. Fakat nihai olarak bu ülkelerin geleceği, uluslararası dü­
zeydeki kurum laşm a ve toplumsal etkileşme (=socio-institutional framework) çerçeve­
sinde şekillenir. Bizim temel görüşümüz, bu dönemde hangi ölçekte olursa olsun bir kal­
kınm a sıçraması için hâlâ uygun bir ortamın mevcut olduğu şeklindedir. Bu da, her ül­
kenin kendi koşullarını, yen i fırsatlar ışığında bir bütün olarak yeniden değerlendirm e­
sini gerektirm ektedir.

15. 6 Sonuçlar: Tamamlayıcı özgün Kapasitelere Gerek Duyulması Üzerine


Bu bölümdeki tartışm alar bilginin yayılm asının yakalam a sürecindeki hayati rolünü
göstermiştir (Şekil 15.1). Bölümü, bu bilgilerin bilimsel araştırm a, A&G ile BTS açısın­
dan getirdikleriyle sonuçlandırıyoruz.
Yabancı teknolojinin ithalatı genelde hiçbir zaman gerçekçi olmayan iki uç noktadan
ele alınır: Bilim ve teknolojide tam bir yeterlilik (otarşi) durum una ulaşmak; A&G nin
her dalında tam bağımsız olmak son derece pahalı ve hatta imkânsız olduğundan, ancak
süper güçlerin bunu gerçekleştirebileceğini düşünmek. U luslararası teknoloji transfer
mekanizmaları gelişen ülkelerdeki politika tasarım cıları için her zaman büyük önem ta­

414
şımıştır. Her ülke dünya bilimsel ve teknolojik işbölümüyle uluslararası bilgi ticaretin­
den mümkün olduğu kadar büyük bir pay alm ak ister.
Diğer taraftan, öylesine tek taraflı bir uluslararası bilimsel ve teknolojik işbölümü­
nün gerçekten çok geniş bir alanda bağımsız bir bilimsel kapasiteyi diğerlerine kapat­
ması da kabul edilemez. En dar ekonomik anlamda bile böyle bir soyutlanma durumu,
en yüksek derecede etkensizlik (= inefficient) taşır ve ancak teknoloji transferiyle biç ta­
nışmamış olanlar için söz konusu olabilir. Günümüzde ileri (= sophisticated) bir tekno­
lojiyi özümsemek ve onu etken bir biçimde kullanabilmek için, genelde uyarlam a türü
bir A&G de olsa bağımsız A&G kapasiteleri gerekir.
Sadece tarım da değil im alatta da yerel koşullar o kadar çeşitlidir ki sadece “kopya­
lamak" söz konusu değildir. Bu nedenle birçok ülkenin dışarıdan teknoloji alması, bun­
ların içeride bağımsız bir bilim temeline sahip olmasını gerekli kılar. Yerel toprak ve
malzemelerin niteliği, çevre, iklim ve beceri kompozisyonu konusundaki sayısız sorunu
çözmek için bu ülkelerin kendilerine özgü bir bir araştırm a altyapısı yaratm aları ve ge­
liştirmeleri gereklidir. Doğal olarak A&G faaliyeti kadar, diğer bilimsel ve teknolojik
hizmetlere de ihtiyaç vardır: Enformasyon ve m üşavirlik hizmetleri, jeolojik keşif ve ta­
ram alar (= surveys), proje yapım ı, test birim leri ve eğitim örgütleri uzun bir zaman
A&G nin kendisinden daha fazla mühendis ve bilim adamı istihdamına yo l açabilir.
İktisadi ve teknolojik alanda istenenden daha fazlası siyasi ve kültürel alanda istene­
cektir. Yabancı araştırm aların ve tekniklerin özümsenmesi için belli bir bilim ve tekno­
loji kapasitesi gerekiyorsa da, kuşkusuz bu süper güçlerin veya bazı Batı Avrupa ülke­
lerinin sahip olduklarına göre daha küçük bir kapasiteyle gerçekleşebilir. Açıkçası ül­
kenin büyüklüğü, bu alanda taşıdığı önem gibi, gereken uzmanlık derecesini etkiler.
D ünyadaki birçok ülke için, büyük ölçüde teknoloji ithalatına dayanm ak kaçınılm aya­
cak bir gerekliliktir. Bu durumun iktisadi sonuçları her zaman çok vahim olmasa da, si­
yasi ve kültürel sonuçlar çok büyüktür. Bu nedenle, küçük ve gelişen ülkelerin, dünya
bilim ve teknolojisine daha eşit koşullarda erişebilmelerini sağlayacak uluslararası dü­
zenlemeler yapılm asında giderek daha fazla ısrar etmeleri gerekecektir. Çok daha pa-
hallı “otarşik” A&G tesisi girişim leri bir ölçüde bu bilgilere erişememe durum unda or­
taya çıkacak siyasi tehlikelere karşı bir savunma reaksiyonu olarak anlaşılm alıdır. An­
cak, karşılıklı güvenin artm ası ve gerçek bir uluslararası politikayla herkes için yararlı
ve daha eşit bir uluslararası bilim ve teknoloji işbölümü ortaya çıkabilecektir. Böyle bir
işbölümü m uhakkak ki tüm ülkelerin dünya bilgi stokundan yararlanabildikleri kadar
ona bir katkı yapm aları ilkesine dayandırılm alıdır (bkz. 16. Bölüm).

415
Bu ilkenin uygulam a sonuçlan, teknoloji ve çok uluslu firm alar için daha karışık ol­
sa da temel bilimler için nispeten açıktır. Temel araştırm aların en büyük özelliği, çok ge­
niş bir alanda bilim ve tekniğe hizmet edecek çok amaçlı bir genel bilgi temeli sağlam a­
sıdır. Her ülke, küçük ölçekte de olsa, istisnasız, böyle bir temele ihtiyaç duyar. Bu ol­
maksızın, uzun dönemde bağımsız bir siyasi, iktisadi ve kültürel herhangi bir gelişme gö­
rülem eyecektir. D ünya bilim ve teknoloji politikasının temel am açlarından biri de geli­
şen dünya için kendini sürdürebilen, özgün bir bilim ve teknoloji kapasitesini yaratm ak
olmalıdır. Kanada U luslararası Kalkınma Araştırm aları M erkezi (Canadian Internati­
onal Development Research Center, ID RC), dünya bilim ve teknik yardım politikaları­
nı bu yönde düzenlemeye doğru atılmış önemli bir adımdı (IDRC, 1972). Bu kurum, o
zamandan beri diğer ajanslar ve vakıflar tarafından örnek alınm aktadır. Fakat maalesef,
1990’lardan itibaren ID R C’nin savunduğu, gelişen ülkelerde bilim ve teknolojinin güç­
lendirilmesi ve yatırım projeleri için yapılan “yard ım ” m iktarları önemli m iktarda kısıl­
mıştır. 4. Bölüm’de, burada başladığımız politika tartışm alarına ulusal ve küresel düzey­
deki temel bilimsel araştırm a politikalarını tartışarak devam edeceğiz.

Notlar

1 Bu bölümün büyük bir kısm ı Perez ve S o eteye (1988) dayanm aktadır. Carlota Perez’e, d eğerliyo rum ve yardım ­
ları için ayrıca teşekkür ederiz.

2 O zam andan beri, burada tartışm adığım ız birçok yap ısal büyüm e modeli geliştirilm iştir. Bunlar arasında, Dosi e t al.,
(1992); Landesmann ve Goodvvin (1994); Silverberg e t ah, (1988); Silverberg ve Lehnert (1994); Silverberg ve
Verspagen (1995) ile Soete ve T urner (1984) bulunm aktadır.

3 Probit m odellerinin iktisada uygulanm ası Farrel (1954) ve Tobin (1955) ile başlam ıştır. Tobin’in dayanıklı tüketim
m alları üzerine yap tığı örnek çalışm a önce, dergi editörleri tarafından uygun görülmemişse de şimdi en çok atıf
yap ılan m akaledir.

416
ÜÇÜNCÜ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR

AntoneUi, C. (1995) The Economics o f Localised Technological Change and Industrial


Dynamics, Dordrecht, Kluwer.
Archibugi, D. and Michie, J. (eds) (1997) Technology, Globalisation and Economic
Performance, Cambridge, Cambridge University Press.
Cantwell, J. (1995) The globalisation of technology: what remains of the product
cycle model?', Cambridge Journal c f Economics, vol. 19, pp. 155-74.
Cappeleu, A. and Fagerberg, J. (1996) East Asian Growth: A Critical Assessment, Oslo,
NUPI.
de la Mothe, J. and Paquet, G. (eds) (1996) Evolutionary Economics and the New
International Political Economy, London, Cassell.
Dore, R. (1987) Taking Japan Seriously: A Confucian Perspective on Leading Economic
Issues, London, Athlone Press.
Dosi, G., Pavitt, K. and Soete, L. (1990) The Economics o f Technical Change and
International Trade, Brighton, Wheatsheaf.
Fagerberg, J. (1987) 'A technology gap approach to why growth rates differ',
Research Policy, vol. 16, no. 2, pp. 87-99.
Fagerberg, J. (1995) Convergence or Divergence: The Impact o f Technology, Working
Paper no. 524, Oslo, NUPI.
Fagerberg, J., Verspagen, B. and von Tunzelmann, N. (eds) (1994) The Dynamics o f
Technology, Trade and Growth, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1991) 'Networks of innovators, a synthesis of research issues', Research
Policy, vol. 20, no. 5, pp. 499-514.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1990) 'Strategic partnering and technological
cooperation', in Freeman, C. and Soete, L. (eds) New Explorations in the Economics
o f Technical Change, London, Pinter.
Hobday, M. (1995) Innovation in East Asia: The Challenge to Japan, Aldershot, Elgar.
Jang-Sup Shin (1996) The Economics o f Late-comers, Catching-up, Technology Transfer
and Institutions in Germany, Japan and S. Korea, London, Routledge.
Kaplinsky, R. (1990) The Economies o f Small: Appropriate Technology in a Changing
World, London, IT Publications.
Krugman, P. (1995) Technological change in international trade', in Stoneman, P.
(ed.) Handbook o f the Economics c f Innovation and Technological Change, Oxford,
Blackwell.
Lazonick, W. (1991) Business Organisation and the Myth o f the Market Economy,
Cambridge, Cambridge University Press.
Lundvall, B.-A. (ed.) (1992) The National System o f Innovation, London, Pinter.
Maddison, A. (1982) Phases c f Capitalist Growth, Oxford, Oxford University Press.

417
Mjeset, L. (1992) The Irish Economy in a Comparative International Perspective, Dublin,
National Economic and Social Council.
Narula, R. (1996) Multinational Investment and Economic Structure, London,
Routledge.
Nelson, R. (1996) The Sources o f Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
Nelson, R. (ed.) (1993) National Innovation Systems: A Comparative Analysis, New
York, Oxford University Press.
Niosi, J. (ed.) (1991) Technology and National Competitiveness: Oligopoly, Technological
Innovation and International Competition, Montreal, McGill University Press.
Perez, C. (1988) 'New technologies and development', in Freeman C. and Lundvall,
B-A. (eds.), Small Countries Facing the Technological Revolution, London, Pinter, pp.
85-97.
Reinert, E. (1994) 'Symptoms and causes of poverty: underdevelopment in a
Schumpeterian system', Forum fo r Development Studies, nos. 1-2, pp. 71-109.
Reinert, E. (1997) The role of the State in economic growth', Working Paper 1997-5,
Centre for Development and Environment, University of Oslo.
Ruigrok, W. and van Tulder, R. (1995) The Logic c f International Re-structuring,
London, Roudedge.
Scott, M. F. (1989) A New View o f Economic Growth, Oxford, Clarendon Press.
Soete, L. (1989) The impact of technological innovation on international trade
patterns: the evidence reconsidered', Research Policy, vol. 16, nos. 2-4, pp. 101-30.
Strange, S. (1988) States and Markets, New York, Blackwell.
Vernon, R. (1966) 'International investment and international trade in the product
cycle', Quarterly Journal o f Economics, vol. 80, pp. 190-207.
Verspagen, B. (1993) Uneven Growth between Interdependent Economies: An Evolu­
tionary View on Technology Gaps, Trade and Growth, Aldershot, Avebury.
Verspagen, B. (1992) 'Endogenous innovations in neo-classical growth models: a
survey', Journal c f Macro-Economics, vol. 14, no. 4, pp. 631-62.
Wade, R. (1990) Governing the Market: Economic Theory and the Role c f Government in
East Asian Industrialisation, Princeton, Princeton University Press.

418
IV
YENİLİK VE KAMU POLİTİKALARI
Giriş Notu

Bu kitabın III. Kısmında, firm aların yenilikçi faaliyetlerini etkileyebilecek ulusal bir
ortam y a da “ulusal yenilik sistemi” çeşitli yollardan anlatılm aya çalışıldı. Ulusal sistem
farklılıkları, iki yü zyıllık büyüme hızlarındaki farkları da açıklayabiliyor. Bu arada, 14.
ve 15. Bölümlerde, özellikle uluslararası küresel ortamın, firm aların davranışları üzerin­
de giderek artan bir etki yap tığı gösterildi. En büyük ülkelerde bile dünya ekonomisi,
dünya bilim ve teknolojisi, büyüklü küçüklü tüm firm aların yenilikçi faaliyetlerini artan
biçimde etkiliyor. Kamu politikaları da, bu uluslararası ortamdan büyük ölçüde etkile­
niyorlar. Savaş ve Soğuk Savaş örnekleri aşikâr olmakla birlikte, bu durum temelde ik­
tisadi ve toplumsal hedeflere yönelm iş politikalar için de doğrudur.
Bilim, teknoloji ve yenilik alanındaki kamu politikalarım konu alan bu son kısımda,
A&G ve ilişkili faaliyetlerdeki kamu harcam alarında ortaya çıkan ana eğilimler 16.
Bölüm’de ikinci Dünya Savaşından sonraki dönem için, tarihsel olarak, gösterilmiştir.
Bu karm aşık konunun tüm cephelerini burada ele alm ak neredeyse imkânsızdır; biz
açıklam ayı sadece, bazı kaçınılmaz, temel konularla sınırlandırdık. Yarım yü zyıl boyun­
ca, özellikle savaştan sonraki yıllarda, olağanüstü önemli olduğunu göstermemize rağ­
men, askeri A&G ve askeri yeniliklerle bunların şevki idaresi konusundaki derinlemesi­
ne tartışm alara girmiyoruz. Çabamız, askeri A&G sisteminin büyük ülkelerde olduğu
kadar küçük ülkelerde de sivil A&G üzerindeki büyük etkisini göstermekten ibarettir.
Aynı şekilde, tedarik, mali teşvikler, destekler konusunda çok büyük değişiklik gös­
teren ulusal sistemleri de ayrı ayrı tartışm ak mümkün değildir. Sadece sanayileşmiş ül­
kelerdeki ortak bazı ana eğilimlere yoğunlaşabildik. 3. Bölüm çeşitliliğin önemini gös­
termiştir; bu kısımda son elli yılda, politikalarda ortaya çıkan güçlü yakınsam a eğilim ­
leri ele alınm aktadır. Bu yakınsam a kısmen bilim ve teknolojinin yapısında y e r alan ev­
renselliğinden doğm akla birlikte, küresel rekabet, ülkeleri rakiplerinin davranışlarını iz­
lemeye ve en başarılı görünen teknikleri benimsemeye zorlam aktadır; modanın da rolü
unutulmamalıdır.
Askeri am açlar 1940’lar ve 1950’lerde büyük ülkelerin politikalarına hâkim olurken,
1960’lar ve 1970’lerde önemli askeri bağlantıları olan büyük ülkeler dahi, verim lik artı­
şı gibi iktisadi politika am açları öncelik kazanm aya başladı.
U luslararası örgütler, özellikle OECD temel politika sorunlarının analiz edildiği ve
tartışıldığı bir forum oluşturdu. Kısa bir tarihsel inceleme, 1970’lerde yen ilik politikala­

421
rının önceliklerinde bir değişikliğin gerekli olduğuna dair genel bir ortak görüş gelişti­
rildiğini göstermektedir. Kamu mali destekleri, 1950’ler ve 1960’larda, hem askeri hem
de sivil A&G projelerinde çok geniş bir şekilde kullanılırken, giderek bu desteklerin
faydaları sorgulanm aya başlandı. Genelde iktisatçılar, kamu harcam alarının başlıca şu
dört alandaki yenilikleri desteklemesinin doğru olacağını savunmuşlardır:
1. Esas olarak üniversitelerdeki temel araştırm alar.
2. D oğurgan teknolojiler ve onların yayılm asın d a, özellikle ICT sektöründeki
araştırm alar.
3. Yapısal olarak, firma düzeyinde etkin A&G faaliyeti yapılm ası (ekonomik anlamda
kârlı olmadığı için) engellenen sanayilerde. Tarım bunun tipik bir örneği olmakla
birlikte, küçük ve orta boy sanayilerin (K O BÎ’ler) de teknik m üşavirlik ve araştır­
ma hizmetlerinden yararlandırılm aları yaygın olarak savunuldu ve uygulandı.
4. Bilim ve teknoloji sistemi (BTS) altyapı yatırım ları, örneğin bibliometrik1 hizmetler­
le, veri bankaları ve diğer enformasyon hizmetleri gibi.
16. Bölüm, yirm inci yüzyılın ikinci yarısında, hemen herkes tarafından desteklenme­
si benimsenen temel araştırm alarla, yin e aynı şekilde haklı bulunan doğurgan teknolo­
jilere yapılan kamu desteğinin, başlıca iktisadi argüm anlarını sunuyor. Bu tür harcam a­
ların çoğu, 1980’ler ve 1990’larda, bilişim ve iletişim teknolojilerinin (ICT) geliştirilm e­
si ve yayılm ası içindir. Bu teknolojinin dünya ekonomisinde, özellikle, kam uoyunda bü­
yü k önem taşıyan istihdam la ilgili olarak, o kadar yayg ın bir etkisi vardır ki özel bir
dikkate layık görülmüştür. Bu nedenle, 17. Bölüm’ü tamamen ICT, istihdam ve “bilişim
toplumu ”na ilişkin sorunlara tahsis ettik.
18. Bölüm’de tekrar, daha geniş bir şekilde kamu politikası sorunlarına dönerek, y ir ­
mi birinci yü zyıla ve hatta gelecek bin y ıla baktık. Hiç kimse geleceği kesinlikle ön-
göremese bile, biz gelecek elli yıld a çevre politikası sorunlarının çok büyük önem
taşıyacağı görüşünü benimsiyoruz. Bu nedenle “M aastricht M emorandumu”nda öneri­
len (Soete ve Arundal, 1993) sistemik yaklaşım gereği, bilim ve teknoloji politikalarına
bakışımızın kökten değişeceğini düşünüyoruz.
Son bölümde ise teknoloji politikasının siyasi ve sosyal boyutlarını tartıştık. ABD ’de
“Teknoloji Değerlendirme D airesi’’ (Office of Technology Assessment, OTA) kapatıl­
mışsa da “Teknoloji D eğerlendirm esi”nin zigzaglı bir tarihçesi vardır ve bazı Avrupa ül­
kelerinde yeni yönlerde ve yöntem lerle gelişm ektedir. Özellikle H ollanda’daki “Yapıcı
Teknoloji D eğerlendirm esi” yen i ve özgün bir yaklaşım dır. Kanaatimiz, teknoloji poli­
tikasının, şu veya bu şekilde, sürekli ve yapıcı bir teknoloji değerlendirme süreci olduğu
ve mecburen iktisadi olduğu kadar da siyasi, sosyal ve etik m ülahazalar taşıdığıdır.

i "Bibliom etrics” her türlü ya y ın faaliyetinin ölçülmesi ve değerlendirilm esiyle ilgili bir araştırm a alanı.

422
16. Bölüm

Bilim, Teknoloji ve Yenilik İçin Kamu Politikaları

16. 1 Giriş

Kısım’da gördüğümüz gibi, temel araştırma faaliyetlerinin desteklenmesi ge­

m lişmişlerde olduğu kadar, başlıca sorunları dışarıdaki teknolojileri ithal, taklit,


• özümseme ve geliştirme olan az gelişmiş ülkelerde de gerçekten çok önemli­
dir. En azından üniversiteler, kamu laboratuvarlarındaki asgari bir araştırma faaliyeti, dışa­
rıda eğitim ve öğretim gören bazı lisansüstü öğrencileriyle birlikte modern bilimin giriş nok­
taları ve bunu derinlemesine anlamanın yoludur. Daha sonraki aşamalarda buradaki ku-
rumlann tedricen iyileşmesi ve standartların yükselmesiyle birlikte, bu ülkelerdeki bilim sis­
temi giderek artan bir şekilde dünya biliminin ilerlemesine katkıda bulunabilir, ancak bilim­
sel yayınların hâlâ birkaç ülkenin elinde olduğu da gözden kaçmamalıdır1 (Tablo 16.1).
Temel bilimsel araştırm alara kamu desteği vermenin faydacı (= utilitarian) gerekçe­
leri Sanayi Devrimi’nden çok önce ortaya konmuştur. Jaco b Schmookler (1965), “Te­
mel Bilimlerin Gelişmesinde Katastrof ve Faydacılık” başlığındaki makalesinde, temel
bilimleri desteklemede, askeri rekabet ve iktisadi avantajlar sağlamanın her zaman "kül­
türel” gerekçelerden daha etkili olduğuna işaret eder. Kişilerin ve derneklerin genelde
merak ve bilginin ilerlemesi arzusuyla hareket etmelerine karşın, kamu fonlarının bu
alana tahsisinde faydacılık hâkimdir. Bu durum varlıklı insanların veya patronların, bi-
i T ürkiye 2002 yılında, Science Citation Index, SCI sıralam asında 22 olmuştur; ya k la şık 10 y ıld a 4 4 'den 22’e çıkm anın
ne anlam a geldiği bilim politikacıları tarafından tartışılm aktadır.

423
limi “sanat” y a da “m üzik” gibi desteklemelerinin arkasındaki am açları ne küçültür ne
de birçok eğitimcinin öne sürdüğü gibi, her okul ve üniversite programının medeniye­
tin, insanlığın bir mirası olduğunu gerçeğini ortadan kaldırır. Schm ookler’in belirttiği
am açlar sadece bilginin ilerlemesi için bilimlere destek fonları yaratm akta kamunun da­
ha etkin olduğunu göstermektedir.
ikinci Dünya Savaşı'nın öncesinde, esnasında ve sonrasında temel bilimlere muaz­
zam askeri ve iktisadi avantajlar sağlanmış ve bu harcam alar bazı ülkelerde, o mertebe­
y e ulaşm ıştır ki artık “Büyük Bilim” denen bir olgunun doğuşuna tanık olunmuştur
(Price, 1963); Bu bölümde, bu gelişm eyi göstermeye çalışacağız.
Bu bölümde önce temel bilimlere kamu desteğini, sonra da daha karm aşık bir sorun
olan, diğer A&G tiplerine kamu desteğini tartışacağız. Bu da bizi çok daha genel bir ko­
nu olan, bilim ve teknoloji politikasında A&G ve diğer bilimsel ve teknolojik faaliyetle­
re yapılan harcam alarda kendini gösteren önceliklerin tartışm asına çekmektedir. Bu ön­
celiklerin değişimi yarım yü zyıllık bir dönemde kısaca gözden geçirileceği gibi, bundan
sonraki yarım yüzyıldaki muhtemel öncelikler de ortaya konacaktır. Kitapta, temel bi­
limlerdeki alternatif projelerin seçim yöntem leri ayrıntılarıyla incelenmemiştir; bunlar,
yenilikler hakkındaki bu kitabın kapsamı dışında kalm aktadır, ancak daha çok bilgi için
Irvine ve M artin (1984) ile M artin ve Irvine’e (1989) bakabilirsiniz.

Tablo 16. 1 D ünya B ilim sel Yayınlarındaki P aylar (yüzde olarak)


1983 1993

A vrupa Birliği 26.8 29.6


EFTA 4.5 4.6
CEE 10.8 4.8
NAFTA 40.9 40.6
Jap o n ya 6.9 8.2
DAE 0.3 1.6
D iğer A sya 3.0 3.7
Avustralya/NZ 2.8 2.8
D iğer A m erika 0.9 1.1
D iğerleri 3.1 3.0

EFTA= A vrupa Serbest Ticaret Alanı


CEE= M erkezi ve Doğu A vrupa
NAFTA= ABD, Kanada, M eksika
DAE= Gelişmiş A sya Ekonomileri
K a yn a k : IS I v e r ile r in d e n O S T

16. 2 Araştırmaya Kamu Desteği


A raştırm aya kamu desteğine1 dayalı bir ulusal bilim ve teknoloji politikasının ilk ve
güçlü savunucusunun Francis Bacon olduğu söylenir, Y eni A tlantis (1627) başlıklı ese­
rinde, “nesnelerin gizli hareketleri ve sebebleri hakkında bilgileri çıkarm ak”, bilimsel ke-
i M etinde “public tunding” kam u finansman, diye geçiyor; ancak bunu, genelde biz kamu desteği, şeklinde ifade ediyoruz.

424
şiflerin ve seyahatlerin sonuçlarını değerlendirebilmek için büyük bir araştırm a enstitü­
sü (Süleym an’ın E vi)1 kurulm asını önermişti. Diğer yayım larına ek olarak, Bacon’un
Shakespeare in piyeslerini de yazdığı söylenir, ama şu bir gerçektir ki on yedinci yüzyıl
başlarının önde gelen bir devlet adamı ve yayım larıyla çok etkili bir entelektüeliydi.
Muhtemelen Ingiltere’de on yed i ve on sekizinci yüzyıllarda, bilim için çok uygun bir si­
yasi ve kültürel ortamı hazırlayanlar arasında, diğerlerine göre en çok katkısı olan kişi­
lerin başında Bacon ve Newton gelir. Bilime gerçek destek, 1662’den itibaren Royal So­
ciety e,11 bilimsel seyahatler, ödüller ve diğer girişim leri için yapılan bağışlardır. Kuşku­
suz bunlar, bizim yirm inci yü zyıld a alıştığımız mali desteklerle karşılaştırılırsa pek kü­
çük kalır. Yine de, bilimin en üst düzeyde itibar kazanması açısından önemli bir adım
sayılır. Bazı Italyan devletleri, önceki aşam alarda bilime daha cömert destekler sağla­
m ışlarsa da, İtalya’daki dini, kültürel ve siyasi sorunlar, sadece Ingiltere’de on sekizinci
yüzyılda ortaya çıkan ve Sanayi Devrimi nin oluşmasına yo l açan bilimsel kültürün
orada gelişmesini engellemiştir (Jacob, 1988). Şunu da belirtmeliyiz ki o zam anlar gele­
neksel olarak temel ve uygulam alı araştırm alar arasında bir ayrım da yapılm ıyordu.
Aslında on dokuzuncu yü zyıl sonlarında, bilim akademilerine, bilimsel derneklere
veya üniversitelere verilen m iktarlar gerçekten çok küçüktü. Aynı şekilde devletlerin si­
lahlanma araştırm aları için genelde kendi sahip oldukları silah ve mühimmat fabrikala­
rı için harcadıkları m iktarlar da küçüktü ve devletin düzenleme işlevi de çok sınırlıydı.
M iktarların küçük olmasına karşın, o dönem koşullarında stratejik önemleri büyüktü.
Örneğin silah ve cephane fabrikaları metal işleme sanayilerinde, teknolojinin ilerlem e­
sinin öncülük ederken, donanma tersaneleri de, genelde gemi inşa sanayileri için önem­
liydi (Reinert, 1993; M odelski ve Thompson, 1993). 3. ve 6. Bölümlerde gördüğümüz
gibi, Springfield Silahhanesi değiştirilebilir parçalar teknolojisine öncülük ederken,
Fredrick Taylor’un ilk alaşım çelikleri hakkm daki çalışm aları ABD Donanması tarafın­
dan desteklenmişti. Beretta, Italyan silah fabrikaları ile İtalya’y a birçok yen i teknoloji
getirmiş ve tarihçiler tarafından “Dünyanın en eski sanayi hanedanı” olarak tanım lan­
mıştır (Jaikum ar, 1988). M audslay’in 1800-1810 arasında, takım tezgâhları üzerindeki
ilk çalışmaları, Kraliyet Donanması ve Woolwich Arsenal için yapılm ıştı; özellikle
Portsmouth Tersanesi ndeki döküm (= blockmaking) tesisi için, 22 tipten 45 makine,
gemiler için yıld a 130.000 adet m akara111 üretme kapasitesine sahipti, tüm donanmanın
ihtiyaçlarından daha fazla. Bu, dünyada kitle üretimi yapan takım tezgâhları kullanan
ilk büyük ölçekli tesisti; 6. Bölüm’de tasvir edilen “Amerikan üretim sisteminden” daha
önce ortaya çıkmıştı (C orıy, 1990).
i Peygam ber ve Kral Süleym an, A ntik Çağlardan beri bilgeliğin ve adaletin sembolü diye bilinm ektedir.
ii R oyal Society, bir grup Ingiliz aydım tarafından kurulm uş ve Kral II. Charles tarafından 1662'de tanınm ış olan
Ingiliz Bilim ler A kadem isi’dir; hâlâ ülkenin en itibarlı bilim kuruluşları arasında sayılır.
iii “Pulley” yelkenli gemilerde yelkenleri yönetmek ve diğer donanım için gerekli, çeşitli boylarda oyuklara sahip makaralar.

425
On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru, yen i kim ya ve elektrik teknolojilerinin orta­
y a çıkm asıyla, devletler bilimsel ve teknolojik faaliyetlerinin alanını genişlettiler. Sana­
y i standartları ve ölçü birim leri (metroloji) koyup, izlemek için A BD ’de B u rea u o f S tan ­
d a rd s; Alm anya’da P h y sik a lisch e u n d T e c h is c h e R eich sa n sta lt, Ingiltere’de N ational
P h y sica l L a b o ra to ry benzeri kuruluşlar1 ortaya çıkarak, kamu laboratuvarlarını olduğu
kadar sivil araştırm aları da düzenlemek ve desteklemek gibi önemli sorum luluklar ve iş­
levler yüklendiler.
Birinci D ünya Savaşı birçok ülkede bilimsel araştırm alara ve geliştirme faaliyetleri­
ne devletlerin destek vermesine yol açmıştır; örneğin Ingiltere’deki Bilimsel ve Sanayi
Araştırm a D airesi (D SIR ) 1915’de kurulm uştur (M cLeod ve Andrews, 1970; Andrews
ve Poole, 1972). Bu daire 1960’lara kadar çeşitli kamu laboratuvarlarını denetleyerek
ve üniversite araştırm alarına fonlar ayırarak sivil araştırm aları destekleme görevini sür­
dürmüştür. Benzer gelişm eler diğer ülkelerde de ortaya çıkmıştır; fakat kamu kaynak­
larının çok büyük ölçekte A&G’y e akm asına neden olan, ikinci D ünya Savaşı ve Soğuk
Savaş’tır. Kaynakların aktarılm ası bazı dev projelere çok büyük destekler şeklinde or­
taya çıkmıştır; bunların en ünlüsü, nükleer silahları tasarlayıp geliştirm ek için tasarla­
nan “M anhattan Projesi”dir. Bunu diğer ülkelerde, nükleer enerjinin, sivil ve askeri u y­
gulam aları için büyük A&G kurum larının doğuşu izlemiştir. Bunlar Büyük Bilim labo-
ratuvarlarının tek örnekleri değildir; diğer askeri amaçlı projeler ve tabii uzayın keşfi de
bu grup içinde y e r alır. Yine de uzun bir süre bazı devletler, küçük araştırm a grupları­
nın, tek başına çalışan araştırıcıların veya lisansüstü öğrencilerinin gerçekleştirdiği çok
sayıdaki projeyi, başka ifade ile “Küçük Bilim’e” olan desteklerini, artırarak sürdürdü­
ler. ikinci D ünya Savaşı’ndan sonra bu tür (başlıca üniversite) araştırm alar birçok ül­
kede, Büyük Bilim ’in artışına paralel giderek artan fonlarla, nispeten, cömertçe destek­
lenmiştir. Aslında Büyük Bilim, İkinci D ünya Savaşı veya M anhattan P rojesiyle değil,
daha 1930’larda başlamıştı. O zam anlar ABD Tarım Bakanlığı, araştırm a için Savunma
Bakanlığı ndan daha fazla para harcıyordu (o günler geri gelecek m i?) ve Küçük Bilim
henüz hâkim araştırm a biçimiydi; ilk Büyük Bilim laboratuvarları, ikinci D ünya Sava-
şı’nın öncesinde ortaya çıkmıştır. Bunların en önemlisi, kuşkusuz B erkeley’deki Kalifor­
niya Üniversitesi’nde y e r alan Lawrence Berkeley Radyasyon Laboratuvarı’dır (Gali-
son ve Hevly, 1992).
Savaş zamanı ve savaştan sonraki Büyük Bilim ’in temel özelliklerinin çoğu, 1930’lar­
da bu laboratuvarda kendini göstermiştir. Bunlar hiyerarşik yönetim ve örgüt yapısı;
komiteler; temel bilimler, teknoloji ve mühendislik arasında (diğer disiplinler de sıkça
devreye girer) güçlü bir etkileşim; dışsal (extra-m ural) kamu ve özel sanayi fonlarının
i T ü rkiye’de, A nkara’da Türk S tandartlan Enstitüsü (T SE ) ve Gebze’de Ulusal M etroloji Enstitüsü (U M E ) bu alanda
ülkem izde Hizmet veren kuruluşlardır.

426
karm aşık destek biçimleri ile bilimsel başarılardan olduğu kadar, büyük m iktardaki
kaynaklar ve çok büyük bilimsel araçlardan kaynaklanan yerel ve ulusal prestij ve nü­
fuz. Radyasyon laboratuvarı örneğinde olduğu gibi, güçlü bir otokratik liderliğe bağlı
sorunlar, ilerde bütün Büyük Bilim projelerinde olmasa da, daha sonraki projelerde or­
taya çıkacaktır. İster otokratik, bürokratik y a da demokratik olsun, Büyük Bilim labo-
ratuvarlarına giren genç bilimcilerin çalışma ortam ları ve kariyerde yükselişleri, gele­
neksel üniversite küçük biliminden tamamen farklıydı. Yine de Büyük Bilim ’in birçok
insan için çok çekici olduğu gerçektir. Laboratuvardaki araştırıcıların dörtte biri
1930’larda (doktora öğrencileri veya doktora sonrası araştırıcılar olarak), kendi k ay­
naklarıyla işe devam ediyordu; %20’si devlet, %25’i iç kaynaklar (intra-m ural) ve
%27’si diğer dış fonlarla finanse ediliyordu.
Dışsal kaynaklar, iktisat ve yönetim açısından Büyük Bilim ’in temel özelliği sayılan
çok pahalı sermaye teçhizatının temini ve idamesi için kuşkusuz hayati bir önem taşır.
B erkeley’de, Rockefeller Vakfı (Foundation), Eyalet ve Federal Hükümet finansmanın
büyük kısmını sağlam akla birlikte, bazı kişilerin ve firmaların da katkıları bulunuyor­
du. Ancak ikinci D ünya Savaşı ve Kore Savaşı, devletlerin bilim harcam alarını başla­
tan olaylar olmasa da, hükümetleri, kamu kurum larını her y ıl düzenli olarak birçok
merkezde A&G’y e çok büyük m iktarlarda fon ayırm aya alıştırm ıştır.
Bu kadar büyük kamu fonlarının araştırm aya ayrılm asına birilerinin itiraz etmesi de
sürpriz değildir. Buna rağmen birçok ülkede bütçe kısıntıları yapılırken, 1980’lere kadar
araştırm a harcam alarına destek devam etmiştir. Bunun birçok nedeni arasında, özellikle
süper güçlerdeki savunma sistemlerinin kendi A&G faaliyetlerine arka çıkm aları bulun­
maktadır. Nükleer bombalar ve radar, en şüpheci insanları bile bu silah teknolojilerinin
temel bilimlere, özellikle fiziğe ne kadar bağlı olduğuna ikna edebilir. Geçmiş yüzyıllarda
ordular, yeni silahlar karşısında tutucu bir tavır sergiliyorlardı; fakat ikinci D ünya Sava­
şı’ndan sonra, genelde sadece yeni silah projelerine değil, yeni askeri teknolojilerin arka­
sında olduğunu anladıkları kamu ve üniversite laboratuvarlarındaki temel araştırm alar
konusunda da çok istekli hale geldiler. Böylece 1950’ler ve 1960’larda ABD H ava Kuv­
vetleri, Donanma Araştırma Dairesi ve diğer askeri kuruluşlar, ABD ’de temel araştırm a­
ların başlıca destekçileri arasına katıldılar. Bunun anlamı, bilim topluluğunun savaş ön­
cesine göre, çok daha fazla desteği, daha iyi koşullarda alması demektir.
Sovyetler B irliği’nde ve Doğu Avrupa ülkelerinde (temel bilim yap ılan ) akademik
kurum larla (Bilim ler Akademisi Sistem i), askeri sanayi kompleksi arasında daha da y a ­
kın ilişkiler mevcuttu ve kamu fonlarının temel araştırm alara hızla kaydırılm ası ve artı­
rılması daha kolaydı; burada ağırlık, Batı Avrupa ve A BD ’deki gibi, üniversitelerde de­
ğil akademilerde idi.

427
A raştırm aya kamu desteğinin ekonomik gerekçeleri genel anlam da çok daha eskiler­
de ortaya konmuş olduğu halde, derinlemesine bir teori haline ancak ikinci D ünya Sa-
vaşı’ndan sonra gelmiştir. Birçok iktisatçıyı, bu arada kamu harcam aları konusunda en
şüpheci olanları bile ikna edebilen, eğitimde olduğu gibi temel araştırm alardaki harca­
maların yararların ı gösteren klasik m akaleleri yazan lar Richard Nelson (1959) ve Ken­
neth Arrow (1962) olmuştur. Y azarların temel noktası, bu harcam aların piyasa güçleri­
ne bırakılm ası durumunda, iktisadi ve sosyal açıdan istenen düzeyin altında kalm aları­
dır. Temel araştırma, tanımı gereği tamamen belirsizdir; araştırıcılar kimin (eğer böyle
biri varsa) bunun sonuçlarından yararlanacağını bilemezler. Doğal olarak da firmalar,
hangi sanayilerin veya firm aların yararlanacağını bilmedikleri, uygun bir getirisi olma­
yan temel araştırm aları desteklemek istemezler (Bkz. 10. Bölüm).
Bu yaklaşım , temel araştırm aların genelde çok uzun sürelere yayılan zamanlaması
nedeniyle de güçlenir. 10. Bölüm de görüldüğü gibi, firm alar daha çok kısa veya orta
dönemli bir A&G yatırım perspektifine sahiptirler. Onlar, birkaç y ıl bilemediniz bir on
y ıl içinde getirisini görmek ve buna göre nakit akım hesaplarını yapm ak isterler; karar
verme süreçleri bu yöndedir. Bu nedenle pek az firma, 20-30 y ıl sürebilecek ve sonuç­
ları belirsiz bir araştırm ayı finanse etmeyi düşünebilir.
Firm aların temel araştırm aları desteklem eyeceği hakkm daki bu görüşler, I. ve II.
Kısımlardaki verilerden doğmaktadır. Kuşkusuz, uzun dönemde temel araştırm aları
destekleyen sanayi kuruluşları da vardır. Bazıları, örneğin Bell Laboratuvarları teleko­
münikasyon sanayisindeki kendine özgü düzenleme biçiminden yararlanm ıştır. Bu sa­
nayideki (deregülasyon) yasal düzenlemenin serbest bırakılm ası ve AT&T şirketinin
yeniden örgütlenmesiyle, 1990’larda temel bilim araştırm a fonları büyük ölçüde azal­
mıştır. Diğer birkaç örnekte, özellikle kim ya sanayisinde Bayer, Hoechst, BASF, ICI
ve Du Pont (5. Bölüm) “güdüm lü” temel araştırm aları desteklemeye hazırdı çünkü çok
geniş ürün yelpazelerinde onları ilgilendiren sonuçlar ortaya çıkması muhtemeldi. III.
Kısım’da görüldüğü gibi, diğer firm alar hâlâ çok küçük m iktarlarda temel araştırm a
harcam ası yapıyorlarsa bunun sebebi, başka yerlerdeki araştırm a sonuçlarını anlayabil­
mek veya iyi bilim adam larının bir kısmını elde tutmak içindir. Araştırm alar birçok ül­
kedeki çeşitli sanayi dallarındaki firmaların, yeniliklerinin başarısı için üniversite araş­
tırm alarıyla sürekli bir ilişki kurm ak y a da buna bir ucundan girmek ihtiyacında olduk­
larını göstermektedir (örneğin, bkz. Senker ve Faulkner 1994; Faulkner e t al., 1995;
Mansfield e t al., 1977; M ansfield, 1980).
Temel araştırm alara kamu desteği lehine olan gerekçeler, sanayinin kendisinden gel­
mektedir; en son bilimsel araçlar hakkında güncel bilgiler, matematik ve bilgisayar tek­
nikleriyle donatılmış üniversite mezunları, çok kez firm alar için temel araştırm a sonuç -

428
larm dan daha da önemlidir (Pavitt, 1990). Çok açık (ve beklenmeyen) temel bilim araş­
tırm alarından uzun dönemde fayda sağlamanın iyi bir örneği, uzun yıllard ır temel bilim­
lerin Sinderella’sı olan biyolojiden gelmektedir. Crick ve W atson un biyoloji araştırm a­
ları, daha sonra sınırsız uygulam a potansiyeli doğuracak olan biyo teknolojinin son de­
rece hızlı büyümesine yo l açmıştır. Bu hiç beklenmeyen gelişm eler kim ya firmalarının,
üniversite araştırm alarının sonuçlarını anlam ak ve özümsemek için çok kısa zamanda
bir seri teknikler yaratm asını gerektirm iştir. Bunlara, üniversite biyologlarının danış­
man olarak tutulması, sanayi A&G laboratuvarlarında istihdamı y a da üniversite bö­
lümlerindeki araştırm aların finansmanı dahildir (Faulkner, 1986; Sharp, 1991; M artin
ve Thomas, 1996).
Son olarak, kamunun desteklediği temel ve uygulam alı araştırm aların sosyal fayda­
sının, firmaların rekabetçi avantajlarından veya ekonominin büyümesinden daha fazla
ve yaygın olduğunu söyleyebiliriz. En belirgin örnekler, halk sağlığı ve çevre sorunları
için yapılan araştırm alardır. Pavitt’in (1996) işaret ettiği gibi, firm aların BSE (deli da­
na), kanser ve sigara konularındaki ilk araştırm aları finanse etmeleri pek de mümkün
değildi. Hele ozon delikleri veya M ars’daki hayat hakkındaki araştırm aları finanse et­
meleri hiç mümkün değildi. Astronomi alanında veya çok yü ksek m aliyetlerde araç ge­
reç gerektiren parçacık fiziğinde, araştırm alarının sonuçlarını kimse kestiremez. Hiçbir
firma bunları göze alam asa da, toplum bunların m aliyetlerine katlanm aya razıdır.
Temel araştırm alardan doğan dışsallıklar ve araştırm alara ciddi kamu desteği ya p ıl­
ması hakkındaki klasik görüş, 1960’lar ve 1970’lere kadar, fazla tartışılm adan geldi. Fa­
kat, sonradan M ilton Friedman ve son zam anlarda da bir bilim adamı, Terence Kealey
(1996) bu görüşe karşı çıktılar. Kealey kitabında, Bilimsel Araştırmanın Y asaları ( T he
L a w s o f S cie n tific R es ea r ch ), kendinden önce birçok kimse gibi A&G’de “doğrusal mo­
del” diye bilinen yaklaşım ın saçm alığını göstermeye çalıştı. Ancak, tarihçilerin, mühen­
dislerin ve sosyal bilimcilerin çoğunun doğrusal model yerine, temel, uygulam alı araş­
tırma, geliştirme, üretim ve piyasalarla güçlü bir etkileşimi öngören “etkileşim ” modeli
koyulması gerektiğini söylemelerine rağmen, Kaeley temel araştırm anın en sonda geldi­
ğini iddia etti. Sadece en zengin toplumlar temel araştırm a yapabilirdi. “Tersine çevril­
miş” doğrusal modeli, tarihçilerin şiddetli itirazlarına rağmen kendine göre topladığı, ta­
rihsel kanıtlardan türetilm işti (David, 1997).
K ealey’in politikaya yansıyan sonucuna göre, temel bilimlere yapılan tüm kamu des­
teği kesilm eliydi. Bunun yerin e özel sanayi, kişiler ve vakıflar destekleme fonlarını ar­
tırm alıydı. Bu gerekçenin özünde saklı olan iyi bir yaklaşım , tek bir kaynak yerine, des­
teğin birçok kaynaktan gelmesinin tercih edilir olmasıdır.

429
Temel araştırm adaki belirsizlikler, karar vermedeki sübjektif saplantılar ve ideolojik
unsurlar, genelde alternatif kaynakları istenir kılm aktadır. Yine de, tüm kamu desteği­
nin kesilmesi birçok ülkede muhtemelen, uzun dönemde felaketlere yol açacağı gibi,
özel kaynakların kamu yatırım larını karşılam ası da pek mümkün değildir. Bununla, do­
ğal olarak tüm kamu araştırm a destekleme kararlarının doğru olduğunu söylemek iste­
miyoruz. Aksine, çok büyük m iktarda kamu kaynaklarının israf edildiğine dair iddialar
öne sürülebilir (aynı şekilde özel araştırm alarda da birçok örnek bulunabilir). A şağıda­
ki kesimde bilim ve teknolojiye yapılan kamu harcam alarıyla bazı yan lış karar örnekle­
ri üzerinde duracağız.

16. 3 Sanayi için A& G ye Kamu Yatırımı


I. Kısım’da, teknik ilerlemenin temel özelliklerini Sanayi D evrim i’nden itibaren ana­
liz etmeye çalıştık. Yine de II. ve III. Kısımlarda gösterilen ek verilerin dışında birçok
önemli sanayi sektörü ihmal edilmiştir. Bunlar iki gruba ayrılabilir:
1. H avacılık ve nükleer silahlar gibi, devletlerin satın alm alar ve doğrudan A&G nin
kendisiyle çok fazla ilgilendiği bazı araştırm a yoğun sanayiler.
2. Düşük araştırm a yoğunluğu olan hazır giyim, mobilya, gıda, dayanıklı tüketim mal­
ları, inşaat, dağıtım, finansman ve sosyal hizmetler gibi, çoğunlukla tüketim mallan
sanayileri ve hizmetler.
Bu kitaptaki bilgilerin çoğu tüm sanayi sektörleri için geçerlidir. Örneğin, 9. Bölüm’-
deki firma büyüklüğü tartışması, 10. Bölüm’deki proje yöntem leri ve değerlendirmesi,
elektronik ve kim ya sektörlerinde olduğu kadar gıda sanayisi için de geçerlidir. Fakat
bu iki grupta y e r alan sanayilerin bazı özellikleri, henüz pek tartışmadığımız fakat esas­
ta kamu politikasına ilişkin yen i sorunlar doğurmaktadır.
ABD, Ingiltere ve Fransa’da havacılık sanayi, savaş sonrası dönemin büyük bir kıs­
mında toplam sanayi A&G harcam alarının dörtte birinden fazlasını temsil etmektedir:
geliştirm e faaliyetlerinin hemen tamamı özel sanayi tarafından gerçekleştirilm ekle bir­
likte, finansmanının büyük bir kısmı kamu tarafından sağlanm ıştır. Ancak 1960’larda
yeni tip askeri uçakların geliştirilm esinin artık gerekli ve istenir olmadığı kanaati do­
ğunca, bu sefer sivil uçakların geliştirilm esi için kamu harcam aları artırılm ıştır. Bazı ör­
neklerde uçak seyahatini ucuzlatmak, gürültü düzeyini düşürm ek gibi, bu tip harcama­
lar sivil, iktisadi ve sosyal faydalar açısından haklıydı. Fakat Süpersonik uçağın (SST.
Concorde’u kastediyor) m aliyeti ne iktisadi ne de refah açısından haklı bulunabilirdi:
im alatçılar da bunun esas kısmını finanse etmek için istekli değillerdi. Hiçbir özel giri­
şimci bu riski kabul etmediği için Ingiliz ve Fransız hükümetleri, 1960’larda Concorde
ve diğer sivil uçak projelerinin A&G harcam alarını çok büyiik oranlarda kamu fonla­

430
rından desteklediler. N ihayet 1970’lerde, Concorde’un tamam lanm asıyla harcam alar
hızla azaldı fakat günümüze kadar küçük ölçeklerde devam etti.
Bununla, uçak geliştirm e dahil, sivil sanayi A&G’y e kamu desteği ilkesinin yanlış ol­
duğunu söylemek istemiyoruz. Aslında küçük ölçekte kalm ak şartıyla, bunun iktisaden
doğru olduğu görülür; ancak bu desteğin dem iryollarına, iletişime, bilgisayara veya ta­
kım tezgâhları yerine, niçin uçak sanayisine gitmesi gerektiği hakkında fazla bir gerek­
çe bulunmuyor. Eğer sosyal ve çevresel m aliyet ve fayda unsurları göz önüne alınırsa,
bu sanayiler kamu desteği için uçaktan daha güçlü adaylardır: Hele diğer sektörlere sıç­
rayan teknolojileri1 de dikkate alınırsa, ileri enerji sakınım teknolojilerinin kâra ulaşım ı­
na sıçram a etkisi, muhtemelen hava taşım acılığından daha fazla olabileceği gibi, tüketi­
ciye doğrudan faydası daha fazladır. Sonuçta havacılıkta A&G destek tercihi, herhangi
bir ulaşım veya iletişim ihtiyacının değerlendirilmesinden çok, bir alışkanlık, bir lobi1
gücü ve buna bağlı askeri ve prestij elem anlarına dayanm aktadır. Desteğin ciddi bir
proje değerlendirme tekniğine dayanm adığı kesindir.
Amerikan uygulam alarıyla ilgili olarak, Eads ve Nelson (1971), SST ve nükleer re­
aktörler gibi sivil teknolojilerde “hızlandırılm ış”11 askeri program ları örnek alan benzer
girişim lerin iyi uygulanam ayarak büyük kaynak israfına yo l açtığını iddia ediyor. Kamu
harcam aları çok önemli olm akla birlikte, uygulam alı araştırm alara ve deneysel geliştir­
menin ilk aşam alarına teksif edilmelidir. Temel araştırm alarla bunlardan doğabilecek
teknolojileri olabilir hale getirm ek111 kamu finansmanı ve kamu laboratuvarları için en
güçlü iktisadi gerekçelerdir. Bundan sonraki ürünlerin veya sistemlerin ticari am açlar­
la ortaya çıkarılm asına yo l açacak geliştirme aşam aları, tamamen veya büyük ölçüde fir­
m alara bırakılırsa kaynak israfının önlenmesi mümkün olabilir. Büyük kamu desteğinin
bu aşamada, geliştirme m aliyetlerini karşılam aları için firm alara verilmesinin çok ciddi
sonuçlar doğuracağı açıktır. Eğer firm alara kamu desteği verilecekse, önceliklerin
kamuoyunda tartışılması esastır.
G albraith’ın Yeni S a n a yi D e v le ti’ndeki ana te m ay a da bu kitabın I. ve II. Kısımla­
rındaki gerekçeler kabul edilir veya edilmez, en azından bazı sanayilerdeki firmaların
davranışlarını derinden etkileyen bir askeri sanayi kompleksinin varlığını reddetmek
güçtür. Modern teknolojinin ölçek ve karm aşıklığı, askeri uçaklar, füzeler ve nükleer si­
lahların araştırma, geliştirme ve tasarım ında en uç sınırlarına varm aktadır. Hükümetle­
rin büyük ölçekli katılım ı ve askeri piyasanın kendine özgü yapısı, daha önce sunduğu­
muz A&G politikası formülasyonunun gösterdiği gibi, proje seçiminde bir tür avukatlık

i "Technological spin-ofF” teknolojik sıçram a y a da serpişme bir teknolojinin diğer sektör(lere) de değişerek veya doğ­
rudan sıçrayarak yerleşm esi. “Spin-off eflect” sıçram a y e da y ay ılm a etkisi.
ii M etinde “crash program m es” hızlı, tüm enerjiyle kayn ak larla sonuç alm ak için yüklenm ek anlam ındadır.
iii “Enabling technologies”

431
süreci, ulusal düzeyde açıkça siyasete dönüşmektedir. “Lobicilik” ve “koridor arşınla­
m ak”1bu tür karar verme sürecinde, ince yatırım hesaplarından çok daha önemlidir. As­
lında, bu tür ince hesaplar siyasi karar sürecini etkilem ek için, sözüm ona mantıki ge­
rekçelerin11 kılıfını hazırlam akta kullanılan bir yöntem dir. Açıkçası, ulusal politikaların
iktisadi olmayan bu niteliği, sivil ve askeri havacılık sanayisinin ve aynı zamanda bu sa­
nayilerle yakından ilişkili diğer sanayilerin yenilikçi performanslarının bir şekilde belir­
lenmesinde çok etkilidir (Peck ve Scherer, 1962; Peck, 1968).
U çaklara ve nükleer A&G'ye kamu desteği hakkındaki bu eleştiriler, firmaların uy­
gulam alı araştırm alarını veya geliştirme çabalarını desteklemek am acıyla kamu harca­
maları yapılm asının gerekçelerini zayıflatm ıyor. Bu yaklaşım Terence Kealey usulü, be­
beği kaynar suya atmak olurdu. U ygulam alı araştırm a ve geliştirme faaliyetlerine kamu
harcaması yapm anın hem tüketiciler hem de üreticiler yararın a olduğu yerlerden biri ta­
rımsal araştırm alardır.
Genelde tarım, her ülkede yapısı gereği, A&G’de kamu harcam alarının ağırlıklı ol­
duğu bir sektördür. Küçük aile çiftlikleri kendi araştırm alarını finanse edemeyecek ka­
dar küçük olduğu gibi yeterli bilimsel bilgiden de yoksundur. Bu nedenler ve gıda üre­
timinin stratejik önemi, hükümetleri tarım daki uygulam alı araştırm aların çoğunu finan­
se etmek durumunda bırakıyor. Gerçekten, bu destek 1860’lardan 1960’lara kadar,
Amerikan ekonomisindeki teknolojik değişmenin en büyük başarı hikâyelerinden biri­
ni oluşturur. Şimdilerde durum değişiyor: Birçok örnekte, kendi A&G faaliyetini de y a ­
pan büyük çiftlik işletmelerinin (agribusiness) doğması, genetik mühendisliğinin ortaya
çıkması ve kim ya şirketlerinin konuyla giderek artan biçimde ilgilenm eleri artık kamu
desteğine y e r bırakmıyor.
Bu iki çok farklı örnek, uçak sanayisi ve tarım, Nelson ve W inter’in (1977) ileri sür­
düğü gibi teknik ilerlemenin analizinde, her sanayinin tipik özelliklerinin göz önünde
tutulmasının esas olduğunu gösteriyor. Çok daha farklı bir örnek, tüketim malları ve
hizmetlerdir.

16. 4 Tüketim Mallarında ve Hizmetlerde Yenilikler


I. Kısım’daki veriler, yenilikçilerin sermaye malları, makine elemanları ve malzemede
yirm inci yüzyıldaki çok büyük teknik başarılarını gösteriyordu. Serm aye malları ve ara
ürünlerin alıcıları, silah sistemlerinde olduğu gibi bilimsel ve teknolojik bakımdan geliş­
miş müşterilerdir. Bir çok proses yeniliğinde, yenilikçi aynı zamanda kendi “müşteri-
si”dir; dışarıdan bir şey aldıklarında da, genelde teknolojik olarak satıcılarından daha
çok bilgiye sahip alıcılardır (örneğin, bir pompa veya filitre seçen bir kim ya firması dü-
i “Corridor padder” Parlemento koridorlarında kulis yap m ak anlamında.
ii “Pseudo-rationalistic method”

43 2
şünün). Bu firm alar çok kez satın alma güçlerini, teknolojik yeniliklerin yapılm asını teş­
vik edecek bir görevlendirme için de kullanabilirler. Bu piyasalardaki alıcılar, teknik
özelliklerin ayrıntılarıyla o kadar ilgilidirler ki çok katı teknik performans standartları
belirleyebilirler. Bunlar ürün farklılaştırılm asından fazla etkilenmedikleri gibi tüketim
mallarında önemli rol oynayan reklam ve teknik hizmetler de burada fazla önem taşımaz.
Yenilik örnek olay çalışm alarının çoğu müşterilerinin gelecekteki ihtiyaçlarını kes­
tirmeye çalışan yenilikçilerin genelde başarılı olduğunu gösteriyor. SAPPH O Projesi­
nin yenilikte başarı ve başarısızlık karşılaştırm aları (8. Bölüm), başarısızlıkların çoğu­
nun y a piyasa ihtiyaçlarını ihmal etmekten y a da müşterilerin ihtiyaçlarını iyi anlayam a­
maktan kaynaklandığını göstermektedir. Buradaki sav bir anlamda, G albraith’in yen i­
liği piyasalara empoze eden “üretici egem enliği” varsayım ının değişik biçimidir.
Bu sonuçlar yüzeysel olsa da, en azından sermaye m alları piyasasında gerçek tüke­
tici ihtiyaçlarını ve potansiyelini uyaran türde yeniliklerin teşvik edilmesinin uygulam a­
da pek olmasa da, sosyal refah alanında etkili olduğuna işaret etmektedir. SA PPH O ’da-
ki sonuçları doğrulayan birçok örnek kuşkusuz tüketim m allarında da bulunabilir. Ö r­
neğin, D anim arka plastik oyuncağı "lego’y u alalım. Bu firma, kullanıcıların (bu örnek­
te çocuklar) ihtiyaç ve tercihlerini keşfetmek için çok büyük bir gayret göstermiştir. So­
nunda dünyanın en başarılı ihracat ve satış performansı gösteren oyuncağı olmakla
ödüllendirilmiştir. Firm alar uzun süren, sıkıcı testlerle kullanıcıların kanaatini öğren­
meden yeni ürünleri piyasaya sürerse, yen ilik başarısızlığa mahkumdur. Ev aletlerinden
ve ilaçlardan da birçok tüketici tatmini örneği verilebilir. Bunu ötesinde, tüketicilerin
çoğu serm aye malları, malzeme ve iletişim sistemlerindeki teknolojik yeniliklerden do­
ğan verim lilik artışlarıyla mümkün hale gelen yaşam standartlarının yükselm esinden
yararlanm ışlardır.
Bunların ötesinde sermaye m alları dışındaki alanlarda da, teknolojik yeniliklerin y a ­
rarları hakkında genellemeler yapm ak durum undayız. Y eniliklerle ilgili çalışm aların ço­
ğu, çağ açan, çarpıcı yen ilikleri konu alır fakat başlıca özellikleri, hemen her y ıl model
değiştirmek olan tüketim m alları yenilikleri üzerinde pek durm azlar. Bunun nedeni, bu
alandaki alıcıların sermaye m alları alıcıları kadar akıllı ve bilgili teknik kararlar verme
yeteneğine sahip olm adıkları inancıdır. Tüketicilerin enformasyon kaynaklarının kıt,
ciddi sayılacak teknik değerlendirme yapm a kapasitelerinin ise olmadığı varsayılır.
Herhangi bir ülkenin sanayi A&G’sine baktığımızda, harcam aların daha çok serm a­
ye m alları ve malzemede yoğunlaştığını görürüz. O ysa tüketici sanayileri çok az harcar­
lar; bu sınırlı A&G’nin ve diğer bilimsel girdilerin çoğu da oligopolcü piyasalardaki
ürün farklılaştırılm ası veya planlı teknik ölümle (= obsolosence) yakından ilgili faaliyet­
lere gider. Bu türden sanayi A&G’sinin büyüm eyi ve refahı artırm ası oldukça şüpheli-

433
dir. Fisher e t al., (1962), ABD oto sanayisinde yıllık model değişikliklerinin ve ekzos
borularının “planlı teknik ölümünün” çok yü ksek m aliyetlerinin bir Ingiliz resmi rapo­
runda şiddetle eleştirildiğine işaret etmektedir. Sanırım, teknolojik yeniliklerdeki bu du­
rum, çok açık biçimde G albraith’in "üretici egem enliği” kavram ıyla yap tığı eleştirinin
geliştirmesindeki esas nedendir. Bu eleştiri sermaye m allarından ziyade tüketim m alla­
rına daha uygundur.
Bu eleştiri, yeniliğin yönü ve iktisat teorisindeki piyasalarla ilgili daha genel bir so­
runu ortaya çıkarm aktadır. Teorik olarak ideal bir tüketici piyasası, tüketicilere çok ge­
niş bir alternatif seçim yapm a imkanı verir. Bu “tam ” bilgiye sahip olan tüketiciler, fi­
y a t ve kalite bakımından “en iyisini” alm a özgürlüğüne sahip olarak, satıcıları bu reka­
bet m ekanizm asıyla, ürünlerini tüketicilerin ihtiyaçlarına uyarlam aya zorlarlar. Buna
“tüketici egem enliği” düşüncesi denir. Pek tabii ki hiçbir iktisatçı gerçeğin bu ideal du­
rum a uyduğunu düşünemez. Tüketiciler hiçbir zaman “tam ” bilgilendirilem ez ve çok
kez de satıcılar arasındaki türlü çatışm alar ve diğer tekelci unsurlarla karşılaşırlar. An­
cak bazı temel m alların piyasalarında, meyve, sebzede ve bazı sermaye m allarının p iya­
salarında, gerçek dünya soyut modele bir m iktar yaklaşabilir.
iktisatçılar, tüketici egemenliği kavram ını sürdürm ek için bu sorunlara daim a büyük
bir ilgi duyarlar (bkz., Knox, 1969). Tekel teorisinin önemli bir kısmı ve reklam ların
eleştirisi, tüketici seçim gücünün azalm asıyla ilişkilidir. Birçok ülkede tekel karşıtı ve
tüketiciyi koruyan yasalar, üreticilerin birleşmesi ve daha büyük bir üretici egemenliği
kurm alarını önlemek, bu güçlü eğilim leri tersine çevirmek veya sınırlam ak ister (Heath,
1971). Burada, genel sorunlarla ilgilenm ek yerine, tüketici piyasalarındaki teknolojik
yeniliklerin yarattığı belirli sonuçlara eğileceğiz.

Normal tekel karşıtı yasaların fazla etkilemediği, teknolojik yeniliklerle tüketici ege­
menliğini azaltan üç ana yo l vardır:
1. Tüketici tercihi teorisi temelinde statiktir. Tüketicilerin mevcut mal ve hizmetler lis­
tesinden seçim yap tığı varsayılır. Fakat, teknik ilerlemenin önemli olduğu alanlarda
bu liste, yıllarca önce A&G projeleri ve yen ilik kararlarıyla belirlenmiş bulunm akta­
dır. Tüketici hakim iyetinde olmayan kritik unsur, tüketicilerin gelecekteki mal ve
hizmetleri belirleme gücüdür Teoriyi savunm aya kalkanların iddiasına göre, tüketi­
ciler aslında kâr am acıyla bunların ihtiyaçlarını tahmin etmeye çalışan üreticileri do­
laylı yoldan bir şekilde etkilem ektedirler. Bu yaklaşım , bazı ürün örnekleri düşünü­
lürse bir noktaya kadar doğrudur, fakat yen ilik kararlarını verenlerin kendi öncelik­
lerini ve tercihlerini empoze etme olanakları her zaman mevcuttur. Ford’un Edsel
(başarısız bir spor araba) modelinde olduğu gibi, bu güç de sınırsız değildir, ancak
ciddi bir sorundur.

434
2. Tüketici tercihi teorisi mevcut mal ve hizmetler hakkında tam bilgi varsayar. Eğer
bir semt pazarında birçok tezgaha bakarak sebzelerin fiyat ve kalitesini inceleyen bir
alıcıyı düşünürsek bu model gerçekçi sayılabilir. Fakat araba, televizyon ve diğer da­
yan ıklı tüketim m allarıyla çeşitleri hızla artan hazır yiyecekler ve kim yasal maddeler
şeklinde, teknik incelikler ve ürün çeşitlemeleri tabloya girince model bozuluyor. İn­
ternette alışveriş sorunu daha da artırıyor. Buradaki piyasa sorunu tüm tüketici der­
neklerinin bildiği gibi, teknik bilgiye eşitsiz erişimdir. Tüm ülkelerdeki dayanıklı tü­
ketim mallarının tam ir ve bakım servislerinin iyi çalışmaması bu sorunun bir başka
cephesidir. Binlerce firmanın birbirleriyle rekabet ettiği gerçeğine rağmen, tüketici
tatminsizliği kronik ve çözülemez bir yaygın lıktadır.
3. Tüketiciler birçok üründeki kişisel tercihlerin çokluğunun yarattığı uzun dönemli
çeşitli etkilerden muhtemelen haberdar değildir. Araba alan biri, bunun diğer mil­
yonlarca benzer kararla birlikte, uzun dönemdeki kentsel çevreye etkisini bilemedi­
ği gibi, satıcılar da bilemez. M ishan’m (1969) çok önceden, bu kararların sosyal ma­
liyetinin büyüklüğünün, tüketicilerin çoğunun özel menfaatlerini ortadan kaldırdığı­
nı iddia etmişti. Plastik atıkların yo k edilmesi ve nükleer enerji çok fazla incelenme­
yen, uzun dönemli sosyal m aliyetlerin diğer örneklerini oluşturmaktadır.

Bu üç neden, şeklen egemen olan tüketicinin niçin çok kere hadiseler karşısında güç­
süz ve çaresiz kaldığını açıklam aya yardım eder. Sorun, birçok yerd e ihtiyaçların yeter­
li biçimde belirlenmesidir. Fakat genelde üreticiler, sosyal ihtiyaçlar y a da uzak görüş­
lü teknik yeniliklerden çok, ürün farklılaştırılm asına veya m arka imajına tutulm uşlar­
dır. Örneğin, daha güvenli ve çevre kirletm eyen arabaların bir sosyal ihtiyacı karşıladı­
ğı açık olmakla beraber, çok uzun zaman bu konulara ayrılan A&G ihmal edilir boyut­
larda kalm ıştır. U yarının A&G yapan üreticilerden değil de, Ralph N ader gibi dışarı­
dan eleştirenlerden ve kamu düzenlemelerinden gelmesi çok ilgi çekicidir. Bu durum
özellikle trafik sıkışıklığı olan kentsel alanlarda daha etkin kâra ulaşım sistemlerinin ta­
sarım ında da görülmektedir.
Yenilikçi ve tasarım cıların kendi modaları ve zevkleri peşinde, kullanıcıların çıkar­
larını ihmal ettiklerine dair birçok örnek daha verilebilir. Ingiltere’deki konut inşa prog­
ram ları bunun çarpıcı bir örneğidir. M im arlar ve kent plancıları arasında 1960'larda,
çok katlı yü ksek bina modası vardı (buradaki çok katlı bina, altı veya daha fazla katlı
binalardır). Bu binaların özelliği, o dönemin geleneksel ve az katlı evlerine göre çok da­
ha pahalı olm alarıdır (Tahm inler metre karede, 1.3-1.8 kez daha yüksek m aliyet göste­
riyor, McCutcheon, 1972). Bunun ötesinde bu dönem, mali sıkıntılar nedeniyle yerel
yönetimlerin merkezi hükümet (ve seçmenlerden) gelen ağır baskılarla harcam alarını

435
ve bazı hizmetlerini kıstığı bir tasarruf dönemidir. Buna rağmen, tüm büyük şehirlerde
1960’larda, binlerce çok katlı daire inşa edildi.
Sosyolojik araştırm alardan ve/veya daha yüksek kira ödemeye hazır olmak gibi açık
iktisadi nedenlerle tüketicilerin bu yü ksek katlarda oturm ayı tercih ettiklerine dair ka­
nıtlar olsaydı, bu program lar haklı görülebilirdi. Böyle kanıtlar olmadığı gibi, sosyolo­
jik araştırm alar, en azından kiracıların, başta ihtiyarlar ve çocuklar olmak üzere, bu da­
irelerden nefret ettiklerini gösteriyor.
Bu örnekler, tasarımcı ve yenilikçilerin değer yargıların ı ve tercihlerini, ister özel fir­
m alar ister kamu kurum lan yo lu yla olsun, tüketicilere ne ölçüde empoze ettiklerini gös­
termektedir. Bunu tüketicilere kötülük olsun diye art niyetle yapm ıyorlar. Tersine her
örnekte, yenilikçi, tüketicilerin lehine çalıştığına inanıyor. Bu siyaset bilim cilerinin çok­
tandır aşina olduğu bir sorunun sadece ö^el bir şeklidir. Araştırma, geliştirm e ve tasa­
rımın kendi etiği, modası, çıkarları ve heyecanları olan ayrı uzmanlık işlevleri halinde
ayrışm ası, kaçınılmaz olarak sosyal bir denetimsizlik yaratm a tehlikesi doğuruyor. Te­
oride rekabetçi piyasa mekanizması, bu denetim işlevini otomatik biçimde gerçekleşti­
rebilir. Fakat iddia edildiği gibi, tüketicilerin arzularıyla satıcılar arasındaki iletişimi te­
orik olarak sağlayan piyasa mekanizması, birkaç sektör dışında, bu işlevini yeterli bir
tarzda göremiyor. Bunun anlamı, otonom piyasa mekanizmasının sağlayam adığı y itiri­
len tüketici egemenliğini yeniden sağlam ak için siyasi mekanizmanın artan bir şekilde
devreye girdiğidir.
Tabii, sosyalist toplumların kamu A&G sistemini, tüketici ihtiyaçlarına uygun sosyal
yenilikler yapm ası için kolaylıkla yönlendirebilm esi beklenir. Fakat gerçekler böyle de­
ğildir; çoğu hızla sanayileşm e sürecini yaşayan Sovyetler Birliği ve Çin, fakir ülkelerden
olup, diğer büyük güçlerle de askeri bir rekabet içindedirler. Muhtemelen sivil hak ve
özgürlüklerin olmaması da ayrı bir unsurdur.
İlke olarak, kendini bu işe adamış tüketici derneklerinin niçin sermaye malı alıcıları
gibi, tüketici mallarında, istenen teknik performans param etrelerini ortaya koyacak ça­
lışm alar yapm adıkları anlaşılamaz. Bu işi koşullara bağlı olarak kendi başlarına veya
kamu otoriteleriyle birlikte yapabilirler. Sonuçta, A&G ve satın alm a anlaşm aları yo lu y­
la ödüllendirmeye de gidilebilir. Bazı m ağaza zincirleri ve süper m arketler artık müşte­
rileri adına bu şekilde hareket etmeye başladılar; sivil sektör devreyi tamamlamak için
bir kuşak önce askerlerin, çok daha önce de, sermaye malı alıcılarının öğrendiği sosyal
tekniği öğrenme durumundadır.
İngiltere’de, Rothschild Raporu’ndaki (1971) “tüketici yüklen ici” ilkesi bu anlamda
yorum lanırsa çok değer kazanır, tüm A&G örgütlerinin sosyal bir sorumluluk duygu­
suyla hareket etmesi gereği ile bilim topluluğuyla halk arasındaki ilişki mekanizmasının

436
geliştirilm esinin bir yolunun bulunması. Aslında bu rapor, halk adına hareket eden ka­
mu kurum larıyla halkın çıkar ve tercihlerinin birebir uyuştuğunu varsayıyor. Bu pek
doğru olmasa gerek. Kamu kurum lan çok kez tüketicilerin gerçek arzularını bilmeden,
tasarımcı ve yenilikçinin teknolojik tercihlerini ve günün modasını onunla paylaşabilir
(Bunlar uçak geliştirmede ve yü ksek katlı binalar örneğindeki durum lardır.).
Hükümetlerin halkın bilinen istek ve ihtiyaçlarına cevap vereceği, eğer bunu bilemi­
yorsa, öğrenmeye çalışacağı umut edilir. Fakat, binlerce yıllık siyaset deneyimi bunun
doğru olmadığını gösteriyor (Armytage, 1965; Lenin, 1917). Bu nedenle, hükümetlerin
sürekli bir eleştiri ve denetime açık olmasını sağlayacak yöntem ler geliştirm eleri esastır.
Yerel ve anlık inisiyatifler önemli olm akla beraber, esas olan Parlamentonun bilim ve
teknolojiyle ilişkilerini güçlendirecek süreçleri başlatm asıdır. Bu tür sorunlarla bazı
“teknoloji değerlendirm esi” türlerinin Parlamento denetimine girm esini sağlayan hare­
ketler güçlenm iştir. ABD K ongresindeki özgün Teknoloji D eğerlendirm e Ofisi
(O TA )1, her ne kadar 1990’larda G ingrich’in bütçe kesintisi programı gereği kapatıl­
mışsa da, bu fikir A vrupa’da yaşam akta, bir yerlerde, bir şekilde yüzeye çıkm aktadır.
Bu konuya kitabın son bölümünde değineceğiz.

16. 5 Bilim ve Teknolojide Değişen öncelikler


Siyasi karar süreci, sadece temel araştırm aları, askeri A&G y a da çeşitli sanayilerde
uygulam alı ve geliştirme harcam alarını desteklemekle veya buralardaki A&G eksiklik­
lerini giderm ekle ilgili değildir; aynı zam anda çok farklı am açlar arasındaki öncelikleri
tesis eder. Bu şekilde bir yaklaşım için herkeste isteksizlik görülür. Rothschild Rapo­
ru ’nda (1971) ifade edilen felsefe hâlâ geçerlidir. İngiliz Hükümetleri tarafından kabul
edilip uygulanan bu rapora göre A&G için ulusal öncelikler asla belirlenemez. Bu ön­
celikler ancak bakanlıklar veya kurum lar düzeyinde, bunların özerk A&G müşterileri
gibi hareket ettiği varsayım ıyla ortaya çıkabilir.11
ABD ve Avrupa’daki uçak sanayilerinin gösterdiği gibi, gerçek öncelikler açık değil,
zımnen belirlenmiştir. Kamu harcam alarının 1950’ler ve 1960’lardaki en bariz özelliği
çok büyük ölçekli nükleer, askeri ve uzay program larıdır. Bu OECD içindeki ABD, In­
giltere ve F ransa’da olduğu kadar bunu dışındaki Sovyetler Birliği ve Çin için de geçer­
lidir. Sadece küçük ülkelerle Jap on ya, kamu A&G desteğinin %10’dan daha azını bu
alanlara harcayarak olayın dışında kalıyorlar (Tablo 16.2).
ABD ve orta büyüklükteki OECD ülkeleri, bölgedeki toplam A&G’nin en büyük
kısmını temsil ediyorlar; 1960’larda ulusal güvenlik ve prestij için yapılan A&G payı,
toplam kamu A&G harcam alarının %75’nin çok üstündedir. Bu da aynı dönemde,

i "Congressional American Office of Technology Assessment"


ii M etinde "departmental level", "government department" ifadeleri geçiyor; bizdeki b akanlıklar anlam ındadır.

437
Tablo 16 .2 A skeri, Uzay ve N ükleer A& G H arcam alarım a, 1960lard a
Toplam Kamu A& G H arcam alarm daki Paylanm a Yüzde Değişim i

1960-61 1969-70

Ü lkeler Savunm a U zay N ükleer Toplam Savunm a U zay N ükleer Toplam

ABD 68.7 9.1 10.7 88.5 48.7 23.2 6.5 78.4


Kanada 23.2 21.2 44.4 11.2 1.4 19.5 32.1
Belçika 6.0 _ 24.3 30.3 2.0 6.0 14.8 22.8
İngiltere 64.5 0.5 14.7 79.7 40.4 3.7 11.5 55.6
Norveç 8.6 0.4 16.5 25.5 7.1 1.2 8.3 16.6
Jap o n ya 5.6 - 7.6 13.2 2.2 0.7 7.4 10.3
İsveç 49.9 0.1 23.9 73.0 28.3 1.5 9.4 39.2
H ollanda 5.0 0.2 11.7 16.9 4.5 2.9 10.5 17.9
Fransa 41.5 - 27.5 69.0 30.7 6.7 17.8 55.2

K a yn a k : O E C D îsta tistik leri (1971)

OECD Bölgesi’nde yap ılan (özel ve kam u) tüm A&G harcam alarının yak laşık yarısın a
eşittir. Durum, 1970’lerde çeşitli nedenlerle önemli ölçüde değişti (Tablo 16. 3). Daha
1960'larda A y'a başarıyla ayak basıldıktan sonra, ABD ’nin NASA harcam aları düş­
meye başlamıştı; ayrıca uluslararası gerginliği azaltan siyasi yum uşam a (détente), aske­
ri harcam aların azalm asına yardım etmiştir. Buna karşın 1970'lerde İngiltere, zaten
yüksek olan askeri harcam alarını daha da artırm ıştır.
A&G harcam alarının kamu hedeflerine göre tasnifi her zaman büyük güçlükler içe­
rir; aynı program çeşitli kuruluşlar tarafından farklı am açlarla desteklenebileceği gibi,
bu am açlar da zaman içinde değişir. Yine de böyle bir tasnif, kaynak dağılım ında y a k ­
laşık ölçeklerin bilinmesiyle, kamu önünde öncelik tartışm aları ve yönlendirm eyi ger­
çekleştirme amaçları için çok gereklidir.
Askeri, nükleer ve uzay program larının bir araya getirilmesi, 1950’ler ve 1960’larda
anlamlı olduğu için haklı görülebilir. Bu harcam alar o dönemde tamamen kamu fonla­
rına dayanm akta, ulusal güvenlik ve prestij düşünceleri ağır basm akta ve genellikle bu
“büyük” programlar, bu işlerle görevli özel kurum lar tarafından gerçekleştirilip denet­
lenmektedir. Böylece bunlar, kamuoyunda, bilim politikası ile özdeşleşiyor. Halkta
“Büyük Bilim ve teknoloji” imajının gelişmesi çok önemli sosyal sonuçlar doğuracaktır.
Bu projelere atfedilen öncelikler o kadar büyüktür ki kamuoyu katm anları genelde “Bü­
y ü k Bilim ve teknolojiyi” bilim ve teknolojinin doğrudan kendi imajı olarak kabul et­
mekte hiç de haksız değildi.
ikinci D ünya Savaşı’ndan beri, OECD ülkelerinde bilim ve teknoloji politikaları çe­
şitli aşam alardan geçmiştir (Tablo 16. 4). Savaştan hemen sonraki dönem, savaştaki de­
neylerden ve tabii, başlayan Soğuk Savaş'tan çok etkilenmiştir. Bu dönemde, bilim ve
teknoloji sisteminin arz yanm a ağırlık verilmiş ve özellikle çok güçlü bir A&G alt yapısı

438
“0
c
p O ^ Kî to 'O OMO« W
5^ >0 :=>
ö lo cs oö ^ 00 Kİ —iKİ *û
Sosyoekonomik Amaçlara Göre Ayrışması (yüzde dağılım )
''T 'T

p —> N . p p p - t eş vq to >o O 'T cs <o o o


cs <û vo lo

V 00 K İ Qs K î — K İ Nİ ö 't ~ vo K ö
— o

p o o o o o o o o o o
0 0 n ! N İ CS 'T Nİ -Î oö Kİ xr *0
4)
-o

X « X I LÛ 'T ON k î N . — Os —
a s CS K İ Lfİ
LÛ û> 'T Kİ n! n! ö ~ ö ö

W
5CS Vû oc *-4 CS *— N . N . 0 0 K î vo to CŞ o
V Kî KKO h OO d cs - - 't Û
c>
■c
(0
_c
cs p so Sû p Sû so LÛ as p K5 cs c s p N. CG cs o
K Sû V cs CS *T K n! ö M ö cs o M ö CS n! ö
CS sr Sû o

o CŞ o K5 so vq K K5 p _ as j 00 K 'T Cs cs o £
00 'S1 sö CS cs cs ■t ö c s cs Kİ as c s Sfi Lfi Kİ ö ö
cs cs cs cs o
c
D
bD
SO00 p o o — «C O «0 0 C O N ; p p N. p
i Lfi K xr
k d cs K Kİ Os cs si cs ~ cs kî —
Tablo 16. 3 Kamu A&G Desteğine Ayrılmış Toplam Fonlarm

K) 'T so K5 — û> N Y CS00 KOt <Û ' T N. SÛ


K X a s Kİ V Kİ 00 - d d d cs d d t sd -
as cs Kî
>
c
o
p kî ı p 'S- cs Kî 00 p a s c s oo p Kî p Kî cs o &>
kİ as cs 0 0 Kİ cs cs ^ Kİ CS 'T ^ 00 * >
Kî cs
§ 2 •c
£
SL
SÛ P N. as p - - © N.
LÛ cs n! as
cs — Kî cs lo cs as

c
*SP
O T '«O o eş xr 'ÛOO-^’TOKÎ ; p CŞ CŞ | -5
K t ’ -- Kİ cs ö CS i— ^ O CS Sfİ ! —’ CS Sfi
■S- — SO s
&
E
a 00 sn SÛos p TT VO - 00 « î o sr p
ö
p O 00
cs ^r
-o
:3

a cs ö cs t\ ı
— d cs -- •3
J2 s
< 0E
ı i 2
3
T*3 İc
‘S* S
C S C S 1— c s p Sû lo p p p —« pKSOCS ... t/> 3
— ö CS Kİ ^ Ö — K Ö 00 cs cs -S -O c -
S £" .£ s X£
i
a
■*J
c
E
3 nj «
c1 “JCc e a Q
E ! J r f>
■ss. b
_B E 5ı bO 4> O ow
Z Jti o ~ğ J J
e .S e ö ^^ fiw İ3 g e o
- 5I -i2 :£s _ . •c 1) - * O ‘E
u 2 pj
2 <?
u _Û
o- P U (I a .
W 5— j2û ^> 2o>
i
tTft *o*■*
i" 0
» -S.O -ö c -o .3 II

A w x ®’
3 2 S o «
* «î e ı , r O İ!
efl (i c — 4> 41 —
ı/î 3 t/5 < H C/3 ^ Ü D * >- < c H< <tf -O U "O O VZ I

439
kurulmuştur. Arz yan lı bir politikaya tek taraflı bir bağımlılığın tehlikeleri fark edilerek,
1960’lar ve 1970’lerde daha dengeli bir yaklaşım la teknolojik değişimi etkileyen genel ik­
tisadi koşullara ve bir bütün olarak yenilik sürecine büyük bir ağırlık verilmiştir.
Son yıllard a ise giderek artan bir şekilde bu iki yaklaşım ı birbirine kaynaştırıp, bi­
lim ve teknoloji politikalarıyla, sanayi politikası ve genel iktisat politikalarını ilişkilen-
dirmek için çaba gösterilmiştir. Bu yaklaşım farkları abartılm am alıdır; günümüzde
“arz” ve “çevre” yaklaşım ları birçok ülkede mevcuttur. Tablo 16.4, 1940’lardan beri
başlıca OECD ülkelerindeki bilim ve teknoloji politikalarının bu üç aşam asını çok ba­
sitleştirilmiş şematik bir tarzda veriyor.

Tablo 16. 4 Bilim ve Teknoloji Politikasının Üç Aşam ası

1940'lardan 1950'lere 1960'dan 1970'lere 1980'lerden 1990'lara

M anhattan Projesi iktisadi büyüm e D oğurgan teknolojiler


V I, V2 roketleri Verim lilik M alzem e teknolojisi
A skeri uçaklar Sivil uçaklar Biyoteknoloji
N ükleer enerji Pivasa rekabeti
ICT

Bilim danışm a kurulları Bilim ve teknoloji kurulları Bilim, teknoloji ve sanayi


ve bakanlıkları bakanlıkları

Fizikçiler Fizikçiler, kim yacılar "Katı bilim ler”


Kim yacılar İktisatçılar Biyoloji, Ekoloji
M ühendisler Sosyal Bilim ler
ik tisat

Silah sistem leri ik tisad i büyüm e Yapısal değişim


Temel bilim ler Silah sistemleri Çevre
Kamu lab oratuvarlan S an ayi A&G A ğlar
Üniversitenin genişlem esi Silah sistem leri

R adikal yen ilikler Küçük yen ilikler Y ayılm a

Bilim ve teknoloji H arcam aların sürekli fakat H arcam aların durm ası veya
harcam alarında büyük patlam a yav aşça gelişm esi bazı durum larda gerilem esi

V. Bush (1946) OECD (1963a) OECD, (1979)


B ilim , S o n su z S ın ır B ilim , ik tisa d i B ü y ü m e v e Y en i ik tisa t Ç e r ç e v e s i n d e
H ü k ü m et P olitik a sı B ilim v e T ek n o lo ji
I. Svennilson ü R. Nelson* ve J . J . Salomon®

J . D. Bernal (1939) OECD (1971b) OECD (1991)


B ilim in S o s y a l i ş l e v i B ro o k s R a p o ru T ek n oloji, ik tisa t v e
H. Brooks * V erim lilik P ro g ra m ı
F. Chesnais F. Chesnais

J . Ziman (1994)
E lleri B a ğ lı P r o m e th e u s :
D e n g e D u ru m u n d a B ilim

OECD (1990)
Sundqvist * Raporu

ö R apor kom itelerinin, ya z ar gruplarının b aşkan lan veya asıl yazarlar.

440
İkinci D ünya Savaşı sırasındaki M anhattan Projesi’nin (atom bombasının geliştiril­
mesi) radar ve askeri uçak program larının çok büyük başarıları, hükümetleri, bilim ve
teknolojiye çok büyük yatırım lar yaparlarsa, askeri alanda çok önemli sonuçlar elde edi­
leceği konusunda ikna etmişti. Yüzeysel de olsa, en azından çok büyük A&G takım la­
rını bol parayla bir araya getirerek, pek çok güç ve karm aşık sorunun çözülebileceği ko­
nusunda haklıydılar. Eğer insanlar bilim ve teknolojiyle A y’a gidiyorlarsa, insan aklı da­
ha acil dünyevi sorunları, örneğin kentsel ulaşım ve benzeri sorunları da kolaylıkla çö­
zebilirdi. Çok saf bir formülasyon sayılsa da bu düşüncede önemli bir gerçek payı mev­
cuttur. Bilim ve teknolojinin neleri başarabileceği, kısmen araştırm a için konulacak he­
defler ve önceliklerle ilgili sosyal bir sorundur (Nelson, 1977).
Atom bombasının başarıyla geliştirilm esinin sonuçlarından biri, A&G ulusal karar
verme süreçlerinde, nükleer enerji ve uçak lobilerine çok büyük bir prestij ve ağırlık ge­
tirmesidir. 1940’larda ortaya çıkan bu eğilim sonraki on yıld a da A&G harcam alarına
hâkim olmuştur. Soğuk Savaş’in doruğunda, 1950’lerde, nükleer silah yarışın a giren
güçler, ulusal A&G kaynaklarının yarısından fazlasını ve kamu araştırm a fonlarının
%90’dan fazlasını bu am açlara tahsis etmişlerdir. Unutulmamalıdır ki A&G program la­
rı, kendi tasarlandıkları dar çerçevede etkindi. İnanılmaz m aliyet artışlarına rağmen bir­
birini izleyen çok gelişmiş silah kuşakları yarattılar. Bunun ötesinde, bu program lara
olağanüstü bir öncelik verilm esini sorgulayanlara, genel olarak iktisadi ve teknolojik ge­
lişmeye ya ra rlı bazı “serpinti”ler (= spin off) örnek gösterilerek karşılık verilmektedir.
M anhattan Projesi’nin gösteri etkisi, bundan sonraki çeşitli “büyük teknoloji” projeleri­
ne gerekçe sağlam akla kalmamış, aynı zam anda bunlarla rekabet eden ve bunları taklit
eden çabalara da yo l açmıştır. N ükleer fiziğin sivil araştırm alarla ulusal ya k ıt araştırm a­
larındaki nükleer enerji araştırm alarında ele geçirdiği öncülük, nükleer silahların başa­
rısından doğan sihirli sosyopolitik sonuçlardan tamamen ayrılam az. Birçok ülkedeki fi­
ili (de facto) bilim politikası kurumu, kamunun nükleer araştırm a örgütleriydi (Dedi-
jer, 1964).
Sputnik’in, 1957’de uzaya atılmasının daha büyük yan kıları oldu. Bunun başarısı
muhtemelen, nükleer silahları taşıyacak roket tipi taşım a sistemlerinin başarıyla gelişti­
rilmesinin sonucudur; ancak, bu başarının önemi bu am açları aşm aktadır. Bu olay,
ABD ’de kamu A&G harcam alarında rekabet için kitlesel bir artışa yo l açtığı gibi, diğer
birçok ülkede de bilim ve teknoloji politikalarında büyük değişm eler yarattı. Amerikan
Başkanı, en geç 1970’de A y’a insan gönderme şeklinde bir prestij amacını, başlıca ulu­
sal teknoloji önceliği olarak kabul etmek zorunda kaldı. Bu am aca ulaşm a zaferdi ve
teknik başarının büyüklüğü her kuşkunun ötesindeydi.
“Büyük Bilim ve teknoloji’y e aşırı önem vermek, sadece 1950’lerin bilim politikası
zafiyeti değildir. Genelde A&G’nin önemi abartılıyor, diğer bilimsel ve teknolojik hiz­

441
metlerle ekonomideki teknik ilerleme ve yeniliklerin başarısı için esas sayılan öteki fa­
aliyetler nispeten ihmal ediliyordu. Nelson, Carter ve W illiam s gibi birkaçı dışında, ik­
tisatçılar bu konuyla ilgilenm iyorlar, A&G ve yen ilikler hakkında çok az şey biliyorlar­
dı. Öndeki iktisatçılar arasında sadece Schumpeter, icat ve yeniliğe, kendi iktisadi sis­
temin davranışı hakkındaki modelinde seçkin bir y e r vermekle birlikte, bu düşüncesi­
nin gerek kam uda gerekse özel sektördeki politikaya ilişkin sonuçlarıyla çok ilgilenme­
di. Bu tabii ki iktisatçıların bilimi dikkate alm adıkları anlam ına gelmez. Tersine, gördü­
ğümüz kadarıyla iktisatçılar genelde bilim ve teknolojiye karşı büyük bir m erak duyar­
lar. Açıkça söylemek gerekirse, hemen her türlü iktisat teorisi teknik ilerlem eyi, o sırla­
rını kolayca açığa çıkarm asa bile iktisadi büyümenin kaynağı kabul eder.
İktisatçıların iyi niyetli ihmalleri, politikacıların ve birçok iş yöneticisinin cehaleti,
A&G ve askeri çevrelerin kendi çıkarları birleşerek, hem sanayide hem de kam uda araş­
tırm a harcam alarının görülmemiş biçimde hızla artışını sağlayan koşulları yaratm ıştır.
1940’lar ve 1950’ler, fonların etkin kullanım ına ilişkin pek az sorunun sorulduğu, har­
cam aları artırmanın sadece iyi olduğu varsayım ının geçerli sayıldığı, A&G genişlemesi­
nin altın çağıdır. Bu tarz yaklaşım bugün safça görünse de, o zam anlar askeri ve sivil
alandaki A&G yatırım larının çok yü ksek getirisi hakkında güçlü kanıtlar ortaya çıkın­
ca durum değişiyordu (Schott, 1975; M ansfield e t al., 1971, 1977). Bazı A&G bütçele­
rinin bu kadar hızlı büyümesinin oldukça sağlam iktisadi gerekçeleri mevcuttur.
Bu nedenle savaş sonrası ilk dönemdeki alabildiğine hızlı genişlemeye ilişkin değer­
lendirmemiz, tamamen de olumsuz sayılmam alıdır. Bu gelişm eler daha yavaş bir büyü­
meye hatta daralm aya yo l açtığı kadar, A&G’de ve diğer teknik faaliyetlerin yönetim
usullerinde çok daha bilinçli ve m aliyet etkinliğine duyarlı bir yaklaşım getirm iştir. Bu
dönüşümün birçok nedeni vardır ve anlaşılır nedenlerle özel sanayi, genelde bunları uy­
gulam akta kamunun önündedir. Piyasaların baskısı, rekabet ve kârlılık güdüsü, firma­
ları kendi A&G projelerini ve program larını daha eleştirel bir şekilde gözden geçirmeye
mecbur etmiştir. Fakat hüküm etleri de aynı yöne iten güçlü baskılar vardı. Daha
1950’lerde büyük silah projelerindeki gecikm elerin ve müthiş m aliyet artışlarının, ka­
nun koyucular ve kamuoyu tarafından fark edilmesi, halkta da rahatsızlıklar yaram .
Bunun ötesinde, büyük bütçe artışları beraberinde, kam uda daha büyük bir şeffaflık ta­
lebini de ortaya çıkardı. A&G bütçeleri küçükken derinlemesine incelemelerden kaça­
biliyordu, ancak işler büyüyüp de milyon, m ilyar dolarlara varınca yönetim lerde daha
büyük bir dikkat kaçınılm az hale gelmiştir.
Sonuç olarak, 1960’lar ve 1970’lerde birçok OECD ülkesinde iki eğilim açığa çıkn.
Birincisi, A&G bütçelerindeki büyümenin yavaşlam ası; İkincisi, A&G sonuçlarıyla da­
ha fazla ilgilenilm eye başlanması. Aynı zamanda, sanayideki yöneticiler kadar akade­

4 42
mik araştırıcılar da, A&G proje değerlendirmesi ve programlanması gibi dar alandaki
sorunlar yanında, teknolojik değişim ve sanayi yenilik süreçlerinin tam am ıyla ilgilenir
hale gelmişlerdir.
Bu durumun 1960’larda anlaşılm asının ilk tepkileri, beklenmedik şekilde, 1950’lerin
arz yan lı politikalarını güçlendirici yönde olmuş, A&G alt yap ısı ve öğretim sistemine
avırmaksızın büyük yatırım lar yapılm ıştır. Bu ilk dönemdeki başlıca sorun, Avrupa ile
Amerika arasındaki teknolojik ve verim lilik farklarıdır. Jap o n ya ile otomobil ve tüketi­
ci elektroniğindeki farklar, 1970’ler ve 1980’lerde ortaya çıkmış olup, gemi inşa sanayisi
gibi birkaç sanayi bunun habercisi olmuştur. ABD ’nin 1950’lerdeki teknolojik öncülü­
ğü, yanlış bir şekilde, bu ülkenin askeri, uzay ve nükleer A&G’lerinin büyük ölçekleri­
ne ve bu teknolojileri etkileyen hükümet politikalarına atfedilmiştir (örneğin, Servan-
Schreiber, 1965).
Yine de 1960’larda, derinliği giderek artan iktisadi ve siyasi analizler sonucu savun­
ma ve Büyük Bilim lobilerinin "serpişme” (=spin ofl) iddiaları gözden düşmeye başladı.
ABD, Avrupa verim lilik farkı gün geçtikçe azaldı; Eads ve Nelson (1971) ve benzeri
araştırıcıların çalışmaları, hem iktisat teorisi hem de uygulam ada “büyük teknoloji” ve
kamunun finanse ettiği geliştirm e projelerinin yarattığı kaynak israfını ortaya çıkardı.
Bir seri çalışma, başta Ingiltere için, Carter ve W illiam s'in (1957, 1959a, 1959b, 1964)
ve ABD için H ollander’in (1965) çalışması, sanayi yen ilik sürecindeki A&G kadar, di­
ğer bilimsel ve teknik faaliyetlerin de ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Böylece,
1960’lard a hatta 1970’lerde çok cömert parasal ve siyasi destek bulan Concorde ve hız­
lı reaktör projeleri daha fazla eleştiriyle karşılaştı ve incelemeye alındı; A y’a insan gön­
derme zaferinden sonra N ASA’nın harcam aları büyük ölçüde kısıldı. ABD veya İngil­
tere’de SST (süpersonik uçak) için kamu desteği verilmesini savunan tek bir iktisatçı
bile bulm ak zordu. Bu sıkı m aliye yaklaşım ı, kısmen 1960’larda ve daha çok da 1970’ler
ve 1980’lerde ortaya çıkan kamu harcam alarındaki artışları kısm a eğilimini de doğal
olarak yansıtm aktadır.
İktisadi büyüme hedefine yoğunlaşm a, 1960’larda pek çok ülkenin politikasına ege­
men olsa da bu yaklaşım da eleştirilerden uzak kalm adı (OECD, 1971b). Bu eleştiriler
çeşitli açılardan geliyordu, fakat ikisi özellikle önemliydi: Büyüme uzun dönemde, do­
ğal kaynaklar ve enerjinin tükenmesi olasılığı karşısında sürdürülebilir m iydi? Tüketi­
me bağlı olan kirlenme, insanlığın varlığını tehdit edecek boyutlara varır m ıydı? Aslın­
da bu sorular yen i değildi ama 1970’lerde tüm OECD Bölgesi’nde bilim ve teknoloji po­
litikalarını önemli ölçüde etkiledi. B ü y ü m en in S ınırları (M eadows e t al., 1972) ve kar­
şısındaki iddialar, G e le c e ğ i D ü şü n m ek (Cole e t ak, 1973) vb., konuyu kam uoyunda tar­
tışm aya açtı. Tartışmanın sonuçlarından birisi, birçok hükümetin ve kamuoyunun, çev­

443
re sorunlarına karar verme süreçlerinde daha büyük bir ağırlık verm eleriyle bilim ve
teknolojinin, daha yü ksek çevre standartlarına ulaşm ak ve ciddi kirlenm eleri önlemek
için daha büyük çabalar gösterm eleriydi (Bkz. 18. Bölüm). Son zam anlarda, belli bir
geriye kayış olsa da, çevre sorunları, bilim ve teknolojiye kaynak ayrılırken ve genel bir
politika olarak hâlâ önemli bir faktördür ve (Tablo 16. 3) görüldüğü gibi 1970’lerin kay­
nak dağılım ı sonuçlarını önemli ölçüde değiştirebilmiştir.
Tartışmanın başka bir sonucu da, iktisadi büyümenin uzun dönemde sürdürülebilir­
liğinin, ancak kullanılan malzemelerde, sermaye stokunda ve enerjide çok hızlı teknik
ilerlemeyle mümkün olacağıdır. M IT Çalışm ası’nın eleştiricileri, yeni maddelerin keşfi,
düşük oranlı cevherlerin kullanılması, malzemeden sakınan tekniklerle ikame süreçleri
ve maddelerin yeniden kullanılm ası (= recycling) ve sosyal değişimin bir arada gerçek­
leşmesiyle, gelecek elli y ıla ait dünya ekonomisinin çökeceğine dair felaket senaryoların­
dan bir şekilde sıyrılabileceğimizi göstermişlerdir. Yine de bu senaryo, teknoloji politika­
larının iktisat politikalarıyla başarılı bir şekilde bütünleşmesi ve hızla değişen koşullara
ve yeni gelişmelere cevap vermesiyle mümkün olabilecektir (Bkz. 18. Bölüm).
O PEC’in1yarattığı 1973 petrol krizinin verdiği ders, OECD ülkelerini yen i alterna­
tif enerji kaynakları geliştirm ek ve aynı zamanda çok daha etkin enerji sakınım politi­
kaları uygulam a gereğiyle karşılaştırdı. Bu gereksinim ler A&G önceliklerinde önemli
değişiklikler yaptı; sorunları çözmek için güneş enerjisi, jeotermal enerji ve biyokütle (=
biomass) ve benzeri, tamamen yen i program ve projeler geliştirildi. Böylece, savaş son­
rası politikaların ikinci aşamasında, OECD Bölgesinde iktisadi büyümenin sürdürül­
mesi gibi eski hedeflerin, bilim ve teknolojide yeniden bazı düzenlemeler yapm adan ve
buna ilişkin politikaları, iktisat, sanayi ve enerji politikalarıyla birleştirmeden gerçekleş­
tirilmesinin güç olacağı artık 1980’lerde anlaşılmış durum daydı. Teknolojik değişimin
yarattığı işsizlik sorunları da bu arada ön planlara geçmişti; bu konuya gelecek bölüm­
de değineceğiz.
Bu nedenle, OECD ülkelerindeki bilim ve teknoloji politikalarının, yenilik ve A&G
politikalarına daha gerçekçi yaklaştığı söylenebilir. Bunun işaretleri birçok ülkede, bi­
lim veya teknoloji politikası bakanlıkları kurulm ası y a da bakanlar kurulu vb. yüksek
düzeydeki gruplarla sorunlara cevaplar aranm ası olmuştur. Aynı zamanda, O ECD’nin
çabalarıyla A&G istatistikleri, uluslararası karşılaştırm a temelinde ilgililerin kullanımı­
na sunulm aya başlanmıştır. Bu örgüt her üye ülkenin bu alandaki sorunlarının anlaşıl­
ması ve yetkilileri bilgilendirm ek için, bir seri ulusal bilim ve teknoloji tanıtım ları için
“incelem eler”11 hazırlayıp yayım lam ayı kendi görevleri arasına katmıştır.
i OPEC, O rganization of Petroleum Exporting Countries, Petrol İhraç Eden Ü lkeler Örgütü.
ii OECD, "Reviews of Science and Technology Policy: T urkey",Paris, 1996, TÜBİTAK ile birlikte hazırlanm ış ve Türk­
çe çevirisi de, "TÜRKİYE U lusal Bilim ve Teknoloji Politikası Raporu" b aşlığıyla, yin e TÜBİTAK tarafından, 19% d»
yayım lanm ıştır.

444
İkinci aşam a bilim ve teknoloji politikalarının başarısı da, bir yerde, birinci aşam a­
dan daha fazla abartılm am alıdır. Bilim ve teknoloji politikası yapan lar her ne kadar as­
keri ve diğer tip Büyük Bilim ve teknoloji kategorilerinin yü ksek fırsat maliyetlerinin
farkında olsalar da, bu tür harcam aları kısm ak için istekli veya yeteri kadar güçlü de­
lillerd i. Birçok ülkede 1960’larda, askeri harcam alar toplam A&G harcam alarına göre
düşerken, 1970’ler ve 1980’lerde tekrar bir tırmanma göründü.
iktisadi büyümenin ve iktisadi etkenliğin doğrudan artışına yararlı olacak yerlere
katmaklar kayd ın lsa ve yen i kaynaklar yaratılsa da, bu tür program ların örgütlenme­
sinde ve yönetiminde büyük güçlükler ve değerleri hakkında derin kuşkular mevcuttu.
Bilim ve teknoloji sorunlarıyla ilgilenmek için hükümetlerde yeni yapılanm alar olsa da,
bunlar çok uzun ömürlü olmamış, yerlerine bir sürü yen i komiteler, kurullar, daireler,
bakanlıklar vb. kurulmuştu.
Bu başarısızlığın nedenleri, birçok OECD ülkesinin iktisadi, sosyal ve kültürel y a ­
pılarının ve geleneklerinin ardında saklıdır. Bu birimler, bir piyasa ekonomisinde, hü­
kümet ve sanayi; merkezi yönetimin bakanlıklarına dağılmış çeşitli kamu dairelerinin iş­
levleriyle eğitim disiplinleri ve meslek sistemleri arasındaki ilişkilerle meşguldürler. Bu
daireler aynı zamanda, sendikaların ve yönetimin teknolojik değişme karşısındaki dav­
ranışlarıyla ilgilenip, bu değişiklikleri yerine getirm ek ve değişmeyi yönetmekten de so­
rumludurlar.
Son olarak da, Başkan Eisenhower’in “askeri sanayi" kompleks diye tanım ladığı bir
yapının, bilim ve teknoloji politikalarının ikinci aşaması boyunca özel bir statüden y a ­
rarlanm aya devam ettiğini söyleyebiliriz. Gerçekten bu durum, Soğuk Savaş bittikten
ve “üçüncü aşam aya” girildikten sonra da devam etmiştir. Bilim ve teknoloji politikala­
rının üçüncü aşam asında bu sorunların bazıları için yeni çözümler üretilm eye çalışılm ış­
sa da fazla etkili olduklarını söylemek güçtür.
Hükümet politikalarının sorunlarını ve am açlara ulaşm ak için seçilen yöntem leri te­
orik biçimde anlam ak, yirm inci yü zyılın son çeyreğinde çok daha güçleşm iştir
(Stoneman, 1987, 1995; Teubal ve Steinmueller, 1982; M etcalfe, 1995; Pavitt ve W al­
ker, 1976). Bu sorunlar, hızlı bir büyüme ve yü ksek bir işsizliğin, büyük yapısal değiş­
melere yol açtığı 1980’ler ve 1990’lar döneminde daha da güçleşm iştir. Doğu Avru­
pa’nın merkezi planlı ekonomilerinin çöküşü ve Soğuk Savaş'in bitişi, 1940’lardan beri
uluslararası alandaki başlıca hâkim özellik olan askeri A&G harcam alarında çok büyük
bir indirime yol açmıştır. Aynı zamanda, kamuoyunun çeşitli çevre sorunlarıyla ilgilen­
meye başlaması kadar, uluslararası anlaşm alar da hüküm etleri bazı çevre ve halk sağlı­
ğı konularında büyük araştırm a fonları ayırm aya mecbur etmiştir.

445
Sr LOLOOOO'T'T^
O'» td'TCdcS*-<CS'-^'-H

c s —^ —^ p c r ^ e s c ş c e
t ^ o^ kİ o c s ^ ^

tOOO^OKK"tOK
K CN"T ”0 '—
■O O

lOOON'TCS'TtOlO
o Ö K 3 'r - - ^ ö d - '

CO T T kî O T !N ı c
K t^Y ^^Ö dı-
'So
e

LOOiOtCiOT-'O
vûhİ kİ ^ o ö o -I

tO(00(NO)^^^
kd-^srtd>-^esÖkd

I OıÛiCr^vo^CON.
'rr^CNKİr--CNÖ-tr

«5t\oq^roootq^
K o d d H o o ’ fj

-^OOKÎOOOOCŞOUÎ
to d w to d -'^ io

ı ıo^oa;foy:a]K'T
© öo^tdoöö's"

ı
“D

^ToKdtO
K d d'Tc ^'T
d t o«

to 00 CO Ch N. 'T 0
00 Nİ Ö vd to CM K ö
VO to t o
û
S uc CÛ
S
1996.

to 'sO vo 0
<
Q <J) Vû kO v
<u 6 5 e
CQ ud ON 'd *d e s <6 ö > £
< 'O to e s 4) ^ -o
£ ^3 e
K aynak: NISTÎ D atabase, Haziran

.2"-“
İJbû c>ö5
K Y W O T M -O - «
tooökdkdkd-^td© &S cu
cu
s -S _S cu
j! >7fep «£ *''
3■ - w b
Öa><
j 00! *c
-o- ^ 5 p*
cu
tfl
V5-
C0
D <ö I £

_£ § -e *b e_İT'£
cl
= .g e
ao2 3t5 _^.£ -CJ2
u, >
« <5 ı/3
- - .n rt 5>.u '
- O-co
C e/: O

446
Bu değişiklikler, İkinciden üçüncü aşam aya değin, kamu A&G harcam a biçim lerin­
deki değişmelere yansım ıştır. Yine de bu değişiklikler, 1980’ler ve 1990’lardaki siyasi ve
iktisadi değişiklikler kadar büyük olmamıştır. Askeri ve iktisadi am açlar büyük ülkeler­
de hâlâ önemli olmaya devam etmiştir (Tablo 16.5). Gerçekte, ABD ’de, askeri A&G’nin
payı, 1980’deki %5-4’den, 1991’de, çok daha büyük bir bütçenin yaklaşık %60’ına ulaş­
mıştır. İngiltere’de zaten çok aşırı bir oran olan %45’lerde kalmıştır. Hem ABD ’de hem
de İngiltere’de askeri A&G, 1991'de, 1960’larm sonuna göre daha yüksek olduğu gibi,
1994’de söz konusu döneme göre hâlâ yüksek bir değerdedir. Kamu harcam alarının tas­
nifi kolay değildir; yine de ana eğilimler, Tablo 16.2, 16.3 ve 16.4, birbirleriyle tam
uyumlu olmasa da nispeten çok açık biçimde görülmektedir.
ABD ve İngiltere’de, 1980’ler ve 1990’ların başında çevre, sağlık ve benzeri am açlar
için ayrılan kamu harcam a paylarında belirgin bir artış görülmekle birlikte, bu tablolar­
dan kolayca anlaşılamaz. Bu alandaki toplam Alman harcam aları, toplamın %13’ünde
istikrar bulmuşken, İngiltere bu noktaya, 1994’de ulaşmıştır.
Askeri harcam a paylarının ve bir ölçüde de çevre harcam alarının, 1980’lerde artışı,
hiçbir şekilde iktisadi bir analizle açıklanam az. Açıkçası siyasi partiler, menfaat grupla­
rı ve lobiler, bu yeniden dağılım ı belirlem işlerdir. II. Kısım’da ve başka yerlerde de ifa­
de ettiğimiz gibi, iktisadi düşüncelerin baskın olduğu birçok yerde, hatta firm alarda bi­
le menfaat grupları, siyasi baskı süreçleri, A&G kararlarında önemli bir rol oynarlar. İk­
tisadi özelliklerin olduğu kadar, kaçınılmaz siyasi ilişkilerin ortaya çıkardığı bazı temel
sonuçlara kitabın son bölümünde değinilecektir.

Not

1 “Lobi" deyim i, bu bölümde ve tüm kitap boyunca kötü anlam da değil fakat bir siyaset bilim i terimi olarak, hükümet
politikalarım etkilem ek ve bilgi verm ek şeklinde özel davranış biçim leri olan bir menfaat grubunu ifade etmek için ku l­
lanılmıştır.

447
17. Bölüm

Enformasyon Toplumu ve İstihdam

17.1 Yeni Teknolojiler: İş Yaratma ve Yok Etme


icardo’nun 1821’deki ünlü açıklam ası1 ve bunu izleyen tartışm alardan beri, ik­

R tisatçılar teknik ilerlemenin iki tarafı keskin kılıç niteliğini yan i yen i işler y a r a ­
tırken eski işleri yo k eden özelliğini kabul etmişlerdir. İktisatçılar genelde, tek­
nik ilerlemenin iş yaratm a etkisinin iş yo k etmekten daha fazla olduğunu, bu sürecin de
on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllar boyunca, çalışma saatlerini bir şekilde azaltsa da,
sürdüğünü öne çıkarırlar. Ancak hiçbiri, bu sürecin otomatik, sancısız ve derhal ortaya
çıktığını iddia etmemiştir. Yine de Ricardo’nun işaret ettiği gibi, yeni işler, beceri dü­
zeyleri veya mekanları itibariyle eski işleri karşılam az. Eğer bu uyum suzluk ciddi ve/ve­
y a sürekliyse, iktisatçılar “yap ısal işsizlik” ve “yapısal uyum ” sorunlarını konuşacaklar­
dır; tabii “ya p ısal” ile her gün rastladığım ız gündelik “friksiyonel” işsizliğin tam ayrım ı­
nı yapm ak kolay olmadığından tartışm a daha da karm aşıktır. Yine de, 1970’lerden
1990’lara kadar yaşanan çok ciddi yapısal işsizlik sorunları, birçok gelişmiş ülkedeki,
hızla artan "uzun dönemli” yü ksek oranlı bir işsizlik veya iş yapam am a durum u11 biçi­
minde ortaya çıkınca bunun varlığı herkes tarafından kabul edilmiştir'.
i D. R icardo’nun "Principles of Political Economy and Taxation” Üçüncü Baskı XXXI. Bölüm “On M achineıy"deki
ünlü açıklam ası, "makine ile emeğin sürekli rekabet halinde" olduğunu ifade eder.
ii Buradaki ifade "unemployment or non-employment" şeklindedir. Unemployment, işsizlik, bir kimsenin cari ücretten,
çalışm aya razı olduğu halde bir iş bulam am ası; non-employment ise onun yap acağı bir işin mevcut olmamasıdır.
Ö rneğin, bilgisayar çıkınca, bunu kullanam ayan daktilolar için herhangi bir iş yoktur.

449
Tablo 17 .1 IC T Kapasitesindeki A rtış Tahminleri
D eğişim A lanı (1) 1940'larm so n u (2) 1 9 7 0 lerin b a şı (3) 1 9 9 0 ların orta sın d a n
19/0 le r in b a şı 1990 la rın orta sı ile r i y e “i y i m s e r ” s e n a ı y o

O ECD Bölgesindeki 30.000 (1965) M ilyo nlarca (1985) Yüz m ilyonlarca (2005)
B ilgisayar sayısı

OECD Bölgesindeki >200,000 (1965) >2,000,000 (1985) >10,000,000(2005)


Tam günlü programcı

M ikroelektronik devre 32(1965) 1 m ega-bit(1987) 256 m ega-bit (geç 1990’lar)


başına eleman sayısı

Saniye/işlem sayısı 103(1955) 107(1989) 109(2000)


Temsili b ilgisayar için

Bin işlem başına m aliyet 105(1960’lar) 10fi(1980'ler) 10,0(2005)


1 ABD$

K a yn a k : F reem a n v e S o e te (1994).

Schumpeter (1939), tüm tartışm ayı, yeni teknolojilerin üretim sisteminde yaygın laş­
tığı “ardışık sanayi devrim leri” kavram ı ile yeni bir m ecraya sürükledi. Schum peter’in
uzun dalga fikrini kabul etsin veya etmesinler, bugün, pek az iktisatçı veya mühendis,
enformasyon ve komünikasyon teknolojilerinin (ICT), y a da Türkçesiyle, “bilişim ve
iletişim teknolojilerinin”1 dünya çapındaki derin etkilerini yadsıyabilir. Gerçekte, birçok
yorumcu, daha da ileri giderek, ICT’nin, tamamen yen i bir çağı veya “sanayi ötesi” top­
lumu başlattığını ileri sürmüştür. Bugün herkes, tümleşik devreler, haberleşme ve bilgi­
sayarlarla ifade edilen m ikroelektronik m aliyetlerinin olağanüstü düşmesinin (Tablo
17.1) ekonominin birincil, ikincil ve üçüncül sektörlerinin11 hemen her dalında büyük
etkiler yarattığını kabul etmektedir. Buhar gücü ve elektrik gibi daha önceki teknoloji
sistemleri de benzer yaygın etkiler göstermişse de, ICT, firm aların olduğu kadar, sana­
y i ve hizmetlerin her işlevini görülmemiş biçimde etkilemiştir. Bilimsel araştırm alar ve
pazarlam a araştırm aları, tasarım ve geliştirme, makineler, cihazlar, proses tesisleri, üre­
tim ve dağıtım sistemleri, pazarlam a, parakende işleri, genel işletme ve kamu yönetimi,
bu devrimci teknolojiden çok derin bir şekilde etkilenmiştir. Bunun ötesinde, mik-
roelektroniğin, bilgisayar ve haberleşmenin m aliyet ve fiyatlarındaki düşüşlerin karşj
enflasyonist etkileri, çok geniş bir alandaki mal ve hizmetlerde hissedilmektedir.

i “Information and communication technologies” kısaltm ası olan ICT, uluslararası bir kısaltm a haline geldiği için BİT
yerin e bunu kullanıyoruz çünkü, BİT, Bilişim ve İletişim Toplumu yerin e de kullanılabilir.
ii Tarım, sanayi ve hizmetlerin, iktisat jargonundaki değişik bir iiadesidir.

450
Teknolojinin iş yaratm a ve yok etme gücünü değerlendirmek için, kavramsal olarak
doğrudan ve dolaylı etkileri ayırt etmek önemlidir. Doğrudan etkiler yeni ürün ve hiz­
metlerin üretim ve dağıtımdaki yeni işler demektir. Dolaylı etkilerin sonuçları ise her
yerde görülür. Şimdi her yerde bilgisayar terminalleri görülüyor ama bunların işçileri
işinden mi ettiği yoksa ek yeni hizmetler ve istihdam mı yarattığı pek de belli değildir.
Bilgisayar sanayisinin kendisi, önceki elektromekanik ofis araçlarını ikame edecek maki­
neler sağlarken, mikroelektronik sanayisi de eski lambalı elektronik araç ve gereçler sa­
nayisini tamamen ikame etmiştir. Yeni dijital telefon santralleri, eski elektromekanik
santrallere göre imalat ve bakım larında daha az emek gerektirirken birçok ülkede bu
alanda çalışanların sayısı da azalmıştır. Eski tekelci haberleşme şebekelerinin (her ülke­
deki PTT’ler) rekabetçi ortamlarda yeniden yapılandırılm aları sonucunda, sadece çalı­
şanlar azalmamış, firmalar, telefon hatları ve konuşmalar da inanılmaz derecede artmış­
tır. Böylece yeni iletişim alt yapısı, e-mail, fax, veri bankaları gibi geleceğin multimedya
hizmetlerine bir temel oluşturmuştur (M ansell ve Silverstone, 1996; Dutton, 1996).
Kazançları ve kayıpları karşılaştırm ak için 1970’ler ve 1980’lerde birçok çalışm alar
yapıldı. O laya safça bakanların bir kısmı, ICT’nin basit bir otomasyon ve iş yo k etme
süreci olduğunu, karşısındakiler de yine aynı saflıkla tamamen yen i bir istihdam kayna­
ğı doğduğunu ileri sürerler. O layı değerlendirm ek için daha ciddi çalışmalar, hem iş y a ­
ratma hem de iş kaybetme etkilerini göz önüne alırlar. 7. Bölüm, ICT’nin bu bağlamda
sosyoekonomik sistemdeki yaygın etkileri üzerinde durmuştur.
Bu yaklaşım (teknoekonomik paradigm a değişikliği), ICT’nin doğrudan ve dolaylı
etkileri üzerinde durur. Yirminci yüzyılın ikinci yarısın da beliren tamamen yeni sanayi­
ler, yazılım , bilgisayar, mikroelektronik, V C R (renkli video) ve TV bu yaklaşım ın gös­
terdiği gibidir. M ilyonlarca insanı istihdam eden bu sanayilerin pek azı 1950’den önce
mevcuttu. Schum peter’in fırsatçılık (=bandwagon) etkisi analizini sürdürürsek, bunun
da ötesinde, yeni pazarların açılmasını ve sonsuz yeni kârlı yatırım im kânlarıyla ortaya
çıkan yan etkileri vurgulayabiliriz. Keynes (1930), Schum peter’in yeni teknoloji kavra­
mını, yeni yatırım dalgaları için en güçlü uyarı olarak sadece para otoritelerinin rızası­
nı alm aya bağlayarak itirazsız kabul ediyor.
Belli bir ulusal ekonomideki net pozitif y a da negatif sonuç, sadece kaybedilen ve y a ­
ratılan yeni iş im kânları sayılarak değerlendirilemez. Bir ulusal ekonominin y a da bir
bütün olarak dünya ekonomisinin genişlemesi, çelişkili görünse de, emek verim liliğin­
deki hızlı artışlara bağlıdır. Yeni teknolojilerin devrimciliği, yatırım ların yüksek olduğu,
emek verim liliğinin hızla artığı, fakat hasılanın daha da hızlı artığı, böylece de istihdam ­
da net bir artışın görüldüğü büyümenin verimli döngüsüne bir taban yaratabilm esidir.
Bu döngünün bir şekilde sürdürülebilm esi sadece makroekonomik politikalarla istih­

451
dam ve ticaret politikalarına değil, yeni teknolojilere de bağlıdır. Eğer bu teknolojiler,
politikalar ve kurum lar arasında iyi bir uyum varsa, uzun sürecek bir tam istihdam dö­
nemi yaşanabilir. Bu mutlu durum, 1950’ler ve 1960'larda Avrupa, Jap o n ya ve Kuzey
Am erika’da ucuz petrolün, otomobilin ve diğer dayanıklı tüketim mallarının, çeliğin,
plastiklerin ve buna ilişkin diğer hizmetlerin çok hızlı yayılm asına bağlı bir şekilde or­
taya çıktı. Verim lilik artışları yüksekti, fakat hasılanın artışı daha yüksekti; aynı zaman­
da istihdam çok az bir işsizlik oranıyla ciddi bir şekilde artıyordu (Şekil 17.1) (Verdo-
orn etkisi), “iyim ser” ortodoks görüş, dünya ekonomisinin bu mutlu duruma, yapısal
bir uyum aşamasından sonra yeniden döneceğini ileri sürer. Bu görüş, O ECD ’in istih­
dam hakkındaki raporundan (1994) alınarak, Kutu 17.1’de gösterilmiştir.
Bir çok OECD ülkesinde 1950’ler ve 1960’larda yaşanan verimli döngüye eski tek­
nolojilerin yardım ıyla ulaşılmıştı; fakat son zamanlarda, D ünya Bankası’nın “Doğu As­
y a M ucizesi” diye (1993) tanımladığı, 12. ve 13. Bölümlerde tartışmış olduğumuz, Do­
ğu A sya’nın “dört kaplanı" ile diğer Güney Doğu Asya ekonomilerinin gerçekleştirdiği
kayda değer yükseklikteki hasıla, istihdam ve verim lilik artışları (Şekil 17.1) yen i tek­
nolojilerin eseriydi. Y üksek emek verimi ve ICT üreticilerinin azalan kendi maliyetleri,
tüm bölgede ICT’nin yayılm asını kolaylaştırm ıştır. ICT imalat sektöründe emek verimi­
nin son derece yüksek olmasının nedeni, Tablo 17.1’de özetlediğimiz teknolojik değiş­
medir. D iğer sanayileşm iş ülkelerdeki ileri teknolojilerin olumlu istihdam etkileri ve is­
tihdam yaratm ası hakkındaki genel kanıtlar OECD tarafından, TEP raporlarında ve
diğer çalışm alarda (1991a, b, 1992) analiz edilmiştir, im alatla ilgili durum Şekil 17.2’de
görülmektedir.
Yine de, OECD çalışması dışında kalan dünya ekonomisindeki eğilimlerde daha
dikkatli bir bakış açısı gerektiğine dair bazı nedenler vardır. Gelişmiş ülkelerdeki işsiz­
liğin hızlı artışıyla bazı Doğu A sya ülkelerinin aynı anda, hem üretim hem ihracatta hız­
la büyüyerek bunları yakalam ası arasındaki ilişki, bu gelişmiş ülkelerin çoğundaki hız­
lı ve geniş teknoloji yayılm asıyla birleştirildiği zaman, teknoloji —istihdam ilişkilerinin
niteliği hakkında bizi, hem akadem ik bir sorun hem de politika belirleme açısından dü­
şüncelerimizi yeniden gözden geçirm eye sevk ediyor2. Gelişmiş ülkelerdeki teknoloji-
istihdam ilişkisi uzun zamandır, klasik, neo-klasik veya Schum peter’ci geleneksel "ka­
palı ekonomi” çerçevesinde tartışılm ıyor ancak III. Kısım’da anlatıldığı ve örneğin Ad­
rian Wood (1994) tarafından tartışıldığı gibi, üretimin hızla uluslararasılaşm ası, dış ti­
caret ve yatırım ların liberalleşmesi, enformasyon ve haberleşmenin küreselleşmesi çer­
çevesinde ele alınıyor.
Daha önce olduğu gibi bu tartışm aya yen i teknolojilerin ve üretim faktörlerinin (ulus­
lararası) yeniden konuşlanmasının ve daha etkin kullanımının getirdiği kazançların işsiz-

452
(a) Üretimi

USA Japan EFTA SE A


□ 1972-82 ■ 1982-92

(b) İstihdam

U SA Japan EC EFTA SEA


□ 1972-82 ■ 1982-92

(c) V erim lilik


4. 5 '

□ 1972-82 11982-92

Şek il 17 .1 (a~c) O rtalam a Y ıllık Büyüme, 1972-92


(verimlilik artışı =işgücü saati başma basıla artışı)
K a yn a k : IL O (1992): OECD , C R O N O S D a ta b a se.

453
K u tu 17. 1 T eknolojik D eğişim v e İstih d a m : T arihten D ersler

Gelecek teknolojik değişim dalgasının büyük bir işsizliğe ve/veya reel ücretlerde önemli düşüşlere yo l aça­
cağı hakkında iki yü zyıld ır birçok tahmin yapılm aktadır. Bugün de, bu korkular çeşitli biçimlerde ifade edili­
yo r: B ilgisayar ve robotların düz işçilerin yerin i alacağı inancı veya ekonom ideki yap ısal değişim in çok büyük
ölçekte gerçekleşm esi ve teknolojik işsizlik yo lu yla üretim faktörlerinin y e r ve güçlerinin ileri boyutta y e r de­
ğiştireceği tahm inleri, henüz doğrulanm ış değildir. Y ükselen verim lilik, artan işgücü talebi ve reel ücret artışla­
rıyla birlikte ortaya çıkıyor.
F ransız F iz yok ratla rı, î/ 6 0 'la rd a s a d e c e tarım ın v er im li o ld u ğ u n u v e F ransız iş g ü cü n ü n d i ğ e r s e k tö r le r e
k a ym a sın ın u lu sa l g e l ir i a z a lta ca ğ ın ı s a v u n u y o rla rd ı. A dam S m ith b u g ö r ü ş le r i y o r u m la d ığ ın d a , p iy a s a g ü ç l e r i ­
n in zam an iç in d e h iz m e t v e im a la t s e k tö r le r in d e k i iş ç i s a y ısın ı a rtıra ca ğ ın ı v e " v erim li (ta rım ) sın ıfın a a it b u (is­
tih d a m ) p a y ın ın ga s p ın ın ...z o ru n lu olarak to p lu m u n g e r ç e k g e lir in d e b ir a z a lm a ya y o l a ç a ca ğ ın ı" ifa d e etm iştir.
İ z ley e n v a rım y ü z y ıld a , tarım d ak i F ransız iş g ü c ü n ü n p a v ı d ü ş m e y e d e v a m e tm iş fa k a t v erim lilik a rtışla rı.
F ra n sa d a o rta la m a ü c r e tle r in ya k la şık d ö r t te b ir a rtm a sın a n e d e n o lm u ştu r: işsizlik is e ö n e m li b ir y ü k s e lm e
g ö s t e r m e m iş t ir .
"R ic a r d o c u so sy a listler" . 1 8 2 0 'îerd e m a k in elerin k u lla n ılm a sıyla a rta n v er im liliğ in istih d a m ı d ü ş ü r e c e ğ in i
v e ü c r e t l e r v e n ü fu s a rtışı ü z er in e b ir bask ı y a p a c a ğ ın ı id d ia e d iy o r la r d ı. B u n la r id d ia la rın a k aynak ola ra k R i-
c a r d o ’n u n " P rin cip les o f P o litica l E co n o m y " k itab ın ın Ü çü n cü B a sk ısın d a k i, " m a k in elere d a ir" 31. B ö lü m ü ’n -
d e b u lu n a n ş u sa tırla ra a tıfta b u lu n u y o r la r d ı: " işçi sın ıfın ın , m a k in e k u lla n ım ın ın k e n d i çık a rla rın a k a rşı o ld u ­
ğ u ş ek lin d e b e s le d iğ i fik ir b ir ö n y a r g ı v e ha ta d e ğ il, fa k a t s iy a s i ik tisad ın d o ğ r u ilk e le r iy le tu ta rlıd ır. "
Y in e iz ley e n v a rım yü z yıld a , s e r m a y e birik im i v e tek n o lojik d e ğ iş m e . I n g ilt e r e ’ d e o rta la m a ü c r e t le r i ik ive
k a tla d ığı g ib i, işsiz lik te d e g ö r ü n ü r b ir a rtış olm a d ı.
K a rl M a rx 1860’l a rd a , C a pita l d e şu n la rı y a z ıy o r d u : " S o sya l s e r v e t...S e r m a y e n in iş le m e s i...em e k v er im lili­
ğ i n e k a d a r b ü y ü k s e ...s a n a y id e k iy e d e k le r (işsiz ler) o r d u s u d a o k a d a r b ü yü k ola ca k iş ç i sın ıfın ın y o k s u lla ş m ış
k e s im ler i d e o k a d a r y a y ıla ca k tır.
iz le y e n v a rım y ü z y ıld a , s e r m a y e y o ğ u n l u ğ u v e e m e k v er im liliğ i a rtm a y a d e v a m e d er ek . î n g i l t e r e d e o rta la ­
m a ü c r e tle r in tek ra r iki k at k a d a r a rtm a sın a v o l a ç tı v e işsiz lik te y i n e bi{vük b ir a rtış g ö r ü lm ed i.
İkinci D ünya Savaşı ndan sonra, 1940’larda, Sibernetikçi1 N orbert W iener, Paul Sam uelson’un n aklettiği­
ne göre, bilgisayarın icadının, uö y l e b ir tek n o lojik işsizlik y a r a ta ca ğ ın ı, b u n u n y a n ın d a B ü yü k B u h ra n 'm pik nik
g i b i k a la ca ğ ın ı” tahmin etmiştir.
B u n d a n so n ra k i 4 0 y ıld a A BD d e orta la m a sa a t ba şı ü c r e t le r i iki k attan fazla a rta rk en , işsizlik %1 v e y a 2 d e
s e y r e tm iş tir .

K a yn a k : O E C D (1994)

liği hemen “karşılayacak” bir süreç olup olmadığı şeklinde bir politik kaygı hâkim oluyor.
Daha önceki tartışmaların aksine, bu kaygılar uluslararası ticaret ve yeniden konuşlanma­
nın doğrudan ve dolaylı etkilerinin dahil olduğu daha geniş bir alana doğru biraz daha,
genişlemiştir. Buradaki iki nitelik, günümüz literatüründe özellikle ilgi çekmektedir.

i C anlılarda ve m akinelerde kontrol ve kom ünikasyon sistem leriyle ilgili bir bilim.

454
Ödenen ücret düzeyi itibariyle Teknoloji tipi itibariyle

Sanayin niteliği itibariyle işçinin beceri düzeyi itibariyle


130
t'
/V
120 ............... ■7er

110 ?..................................
3A / û z e l parça sağlayan
100
‘ "-
\ sy ^ ^ ^ ^
KayN^k-yoğun
90
\ T
Toplam im alat
..........................................
Emek-yoğun
70 —

7 I 7 7 7 J J T 7 7 7 T £ 7 7 7 7 7 7 7 7 7 7 7

Şek il İZ. 2 Sanayi Tiplerine Göre İm alatta İstihdam,


1 3 OECD ülkesinin ortalam ası * (1970= 100)

° A vusturya, Kanada, D anim arka, Finlandiya, Fransa, Alm anya, İtalya, Jap o n ya, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere,
ABD.

K a yn ak : O E C D (1994)

455
İktisat tartışm aları istihdam düzeyinde, yen i teknolojik ilerlemelerin, özellikle
IC T’y e ilişkin, olası “beceri isteyen” (= skill-biased) niteliğine odaklanm ıştır (Berman e t
al., 1994). Artan sayıda iktisatçıya göre ICT, kalifiye işgücü talebini önemli ölçüde artı­
ran, bunun etkin kullanım ını daha çok deneme yanılm a yo lu yla öğrenmeye çalışan kişi­
ler, firmalar, sanayiler, hüküm etler ve diğer kuruluşların yap ısal uyum ları için büyük
zaman kaybettiren, yaygın , “genel am açlı” denen bir teknolojiyi temsil etmektedir3.
Genelde makro düzeyde bakılırsa, ICT’nin beceriye ilişkin sonuçlan üzerinde dur­
mak, bizi becerilerin “uyum suzluğunu” düzeltmeye ilişkin sorunlardan uzaklaştırır;
ABD, Avrupa ve Jap o n ya’da olası büyüme dar boğazları yaratacağı için, teknolojik de­
ğişimin beceri dağılımı ve özellikle düz işçilik talebinin azalm ası kaygıları vardır. Şekil
17.2’nin gösterdiği gibi, az eğitimli, az becerili işçi gruplarındaki işsizlik, yüksek öğretim
görmüş olanlara göre ortalama iki kat fazladır. Bu tür “iş dışı kalm ak” veya “işin olma­
m ası”1 bazı ülkelerde, az eğitimli işgücü için, 1990’larda %30’un üstüne çıkmıştır.
Bu ağırlık kaym asının arkasındaki politik sorun gerçekten büyüktür: Bir yandan en­
formasyon toplumuna uyarlanm a, çok farklı türlerden eğitim ve beceriler için talepte
büyük değişimler yaratacak; öte yandan becerisiz işgücünün büyük bir kısmı muhteme­
len devre dışı kalacaktır.
Şekil 17.2’deki her ülke, imalattaki becerisiz işgücü talebindeki azalm aya karşı,
1980’ler ve 1990’larda çok farklı yollardan cevaplar aram ışlardır. ABD ’de işgücü piya­
sasındaki ayarlam a, en az eğitimli ve becerili işçilerin reel ücretlerinde önemli azalm ala­
ra yol açmıştır. Avrupa’da ise az becerili işgücü arasında çok daha yü ksek düzeyde bir
işsizlik olmuştur. Kanada’da çalışma saatlerinin düzenlenmesiyle bir ayarlam a yapılm ış­
tır. Düz işgücüne talebin azalması, teknolojik değişmeye özellikle ICT’y e bağlanabil­
mekteyse de hâlâ önemli tartışm a konularından birini oluşturmaktadır. Temel sorun şu­
dur; Yapısal uyum teknolojik değişmeyi hızlandırarak ve beceriyi artırarak mı, yoksa
ücretleri ve hayat standartlarını düşürerek mi gerçekleşecektir? U ygulam ada her iki eği­
lim de görülmektedir, ancak teknoloji ve eğitim politikaları açıkça, m akroiktisat politi­
kalarıyla birlikte zorlukları en aza indirmekte en büyük sorumluluğu yüklenm ektedir.

17. 2 Enformasyon Hizmet Faaliyetleri ve Gelecekteki İstihdam


“Enformasyon toplumu” (ya da daha Türkçe bir ifadeyle "bilişim toplumu”) üzerin­
deki tartışm alar hizmet sanayilerinin olağanüstü önemini ortaya çıkarm ıştır. Hizmetle­
ri, bir şekilde, esasta, üretildikleri zaman tüketilen hasılalar yaratan faaliyetler (sektör­
ler) olarak tanım layabiliriz4. Bunun dar anlamda bir tanım olduğu, sadece hizmet sek­
törlerinin istatistik tanımına uyan, sınırlı sayıda sektörü kapsadığı düşünülse bile anali-
i “out of em ploym ent” v eya “non-em ployment” terim leri, “unem ploym ent” işsizlikten farklıdır am a nüansı tam olarak \e-
ren bir ifade şim dilik bulam adık.

456
tik bakımdan çok faydalı bir tanımdır; çünkü bunlar saç kesme gibi özel hizmetler; ope­
ra icrası gibi eğlence, sanat; eğitim; sağlık y a da kamu hizmetleri gibi hizmet faaliyetle­
rinin, öz itibariyle, gayri maddi görünmeyen niteliklerini öne çıkarm aktadır. Ü retim iy­
le tüketim i arasında bir zaman farkının bulunmaması bu tür faaliyetlerin verim lilik ar­
tışını sınırlam aktadır. Parantez içinde şunu da belirtelim ki bu durum iktisat mesleğinin
genellikle, niçin bu tür hizmet faaliyetlerini analiz etmediğine dair entelektüel bir kulp
bulmasını kolaylaştırm aktadır.
iletişim ve bilişim teknolojileri tanım ları gereği, hizmet faaliyetleri ticaretinin, özel­
likle üretiminin tüketimine yakın lığı nedeniyle önemli hale gelen coğrafi konum ve za­
man sınırlam alarını aştığı için bu tür hizmetlerin giderek artm asına imkan vermektedir.
Zaman veya mekan/depolama boyutu (im kânı), enformasyon teknolojilerinin birçok fa­
aliyet alanında üretimi tüketimden ayırarak ticaretini artırm a imkanını verm ektedir5.
“Y eni” bilişim ve iletişim teknolojilerinin şimdiki durum da potansiyelleri sadece en
düşük maliyette, çok büyük m iktarlarda enformasyon toplamak, depolamak, işlemek ve
yaym ak değil, aynı zamanda dünya çapında ağlar kurm ak etkileşmek ve haberleşm ek­
tir; —küresel bir köy olarak dünya—yen i teknolojinin zaman ve mekân/depolama boyu­
tu, birçok yeni ve daha ileri hizmet faaliyetini yaratm ak, giderek artan biçimde, iç ve dış
ticarete konu olabilirliliğini çoğaltmak üzeredir. Telefon örneğini alırsak, muhtemelen
“y e n i” beliren bilgisayar ve diğer elektronik im alat sektörleri, bilişim ve iletişim hizmet­
leri sektörleriyle karşılaştırılırsa, sonuç olarak nispeten küçük kalır. Yine de sonuncu­
nun tanımı, geleneksel “fiziki mevcudiyeti olan”1 hizmet faaliyetleri, "info-tip”11 hizmet
faaliyetlerine dönüştükçe iyice bulanıklaşm aktadır.
Daha geleneksel üretim prosesleri sanayi üretimi tipinde düşünülürse, geleneksel
hizmet sektörleri de, bu m alların nakli, toptan ve perakende ticareti olmaktadır; oysa
ICT’nin etkisi bunun tam karşıtıdır. Hizmetlerde üretim ve tüketim arasına zaman/de­
polamayı getirmekten daha çok, ICT bu mesafeyi kısaltm ayı amaçlamış görünmektedir.
Yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinin en belirgin özelliklerinden birisi, ana firmaların
—Tam Zamanında üretim sistemi denen111—doğrudan hammadde ve parça üreticilerinin
ağlarına bağlanm alarına imkan sağlayan yeni teknik potansiyellere sahip olmasıdır;
böylece üretim ve depolamadaki zaman m aliyetleri azaldığı gibi yen i teknolojiyle artan
esneklik, üretimle talebin daha iyi bütünleşmesine ve Tam Zamanında satışla özdeşle­
şen mamul envanter m aliyetinin de düşmesine yol açm aktadır. Bu iki özellik de yu k arı­
da hizmetler için söylediklerim ize terstir; bu teknolojiler üretimle tüketim arasındaki za­
manı kısaltm ayı am açlam aktadırlar. Bunu yaparken de bir sürü ara depo ve envanter
i "Physically present" berber y a da öğretmenin traş etmek y a da ders verm ek için mevcut olması gibi.
ii “Info-type” information-type, enformasyon-türü.
iii "Just-in -tim e” JIT , production system. "Tam Zam anında" TAZ, denebilir mi? Belki de tez canlı bir hayvan olan ta­
zıyı hatırlatır.

457
faaliyetlerinin ticaretini iyice azaltm aktadır. Bu nedenle, esasında ICT’ler hizmetleri
im alata daha yaklaştırır ve ticarete daha fazla konu haline getirirken, ilerdeki sanayi ve
hizmet faaliyetlerinin daha da yakınsam asını sağlıyorlar.
Pavitt (1996) özellikle, hizmet sanayilerindeki başka bir temel değişikliğe işaret edi­
yor: bilim adamı ve mühendislerin sektörde istihdamı. Uzun zaman hizmet sanayileri
fazla sayıda kalifiye uzman çalıştırmamıştır, fakat 1992 verileri (ABD tarihinde ilk kez)
“im alat dışı” sanayilerin imalat sanayisinden daha fazla sayıda mühendis ve bilim adamı
çalıştırdığını gösterm ektedir (Tablo 17.2).

Tablo 17. 2. ABD 'de Sanayilerin, 1992'de, Bilim Adam ı ve


M ühendis İstihdam ı (Ytizde olarak)

A lanlar Bilim adam ı ve m ühendis yüzdesi


(B ilgisayar uzmanı yüzdesi)

İmalat 48.1 (10.9)


İm alat dışı 51.9 (23.7)
M ühendislik hizmetleri 9.1 (3.2)
B ilgisayar hizmetleri 8.3 (51.8)
M ali hizmetler 6.1 (58.5)
Ticaret 5.2 (25.5)

K a yn a k : N SF (1993) P a v itt (1996) iç in d e .

B ilgisayar hizmetleri ve mali hizmetler, IC T’nin etkisiyle özellikle hızlı bir artış gös­
termiştir. Gerçekte, bilgisayar uzmanları 1992’de imalat sanayisindeki toplam mühen­
dis ve bilimcilerin %10’unu temsil ederken, bu değer imalat dışı sanayilerde dörtte bire
yükselm ektedir. Daha önceki yayın lard a (Freeman ve Soete, 1987), kavramsal ve öl­
çümsel sorunlar nedeniyle program yazım ına ilişkin A&G faaliyetinin bu tür istatistik­
lerde kayda geçmediği ve tabii, patent istatistiklerinde bu durumun daha da belirgin ol­
duğuna işaret edilmişti. Daha 1983’de bile toplam yazılım harcam aları elektronik
A&G’si ile birleştirildiğinde toplam İngiliz “araştırm a, geliştirm e ve yazılım ” toplamının
yarısından fazlasıydı. B ilgisayarlaşm aya ilişkin teknik değişmenin büyük kısmının, üre­
ticiler için olduğu kadar kullanıcılar için de yeni yazılım ve uygulam aları biçiminde or­
taya çıktığı düşünülürse (daha da büyümüş olan), birleşik toplam ICT yayılm asının y a ­
rattığı değişimin kapsamı hakkında daha iyi bir gösterge oluşturur.
İm alatla hizmetler ve hizmet faaliyetleri arasındaki giderek artan yakınsam ayla, AB
ülkelerindeki toplam iktisadi faaliyetlerin ortalam ada üçte ikisinden fazla bir kısmının
artan sayıdaki alanlarda ve tabii, kendi alanında ICT faaliyetinin önem kazandığı ve
imalat sanayisine hâkim olduğu anlaşılır; ama tersi yan i imalatın bu sektöre hâkim ol­
duğu söylenemez (I. ve II. Kısımlarda anlatılan, General Electric ve diğer “imalat fir­

458
maları" örneklerine bkz). Özellikle, ICT’nin ortaya çıkması ve bunun "ticarete konu ol­
masından” beri birçok hizmet faaliyeti üzerindeki etkileri, bu hizmetleri katm a değer
yaratan “çekirdek” (=core) faaliyetler haline getirm iştir. Bu çerçevede veri, enformas­
yon ve bilgi arasında bir ayrım yapm ak gerekiyor.
ICT, bilginin sınıflandırılmasında (=codification) önemli bir rol oynamıştır. Bilgi en­
formasyona y a yen i fiziki m allarla (makineler, yeni tüketim m alları vb.) içerilir y a da en­
formasyon alt yap ıları yo lu yla kolayca nakil olur. Bu, bilginin özellikle yeniden üretil­
mesini, saklanmasını, doğrulanmasını, nakledilmesini veya içerilmesini kolaylaştıran bir
indirgeme ve dönüştürme (=conversion) işlem idir.6 Sınıflandırılmış bilginin aksine, ka­
palı (=tacit) bilgi kolaylıkla nakledilemez çünkü açık biçimde ifade edilmemiştir veya öl­
çülemez. Kapalı bilginin önemli bir çeşidi beceridir. Beceri sahibinin yaptığı işin kural­
ları, onu izleyen tarafından şeklen tam olarak bilinemez. Bunun öğrenilmesi bilinen öğ­
renme yo lları içinde nakil edilemeyen faaliyetlere bağlıdır7. ICT'nin önemli bir etkisi ka­
palı ve açık (sınıflandırılm ış) bilgiler arasındaki sınırların hareket etmesini sağlam ası­
dır. ICT, kapalı bilgileri, açık bilgiye dönüştürmeyi teknik olarak mümkün ve ekono­
mik olarak da çekici hale getirm iştir. Fakat ICT aynı zamanda, örneğin yazılım a ilişkin
bir seri, tamamen yeni biçimlerde kapalı bilgiler üretmektedir.
Açık bilgilerin maddi m allara içerilmesi, yen i elektronik bilişim ve iletişim araçları­
nın bunlara eklenmesiyle sermaye ve dayanıklı tüketim mallarının çoğunun perfor­
manslarını inanılmaz biçimde yükselm iştir. Bilişim ve iletişim araçları sürekli verim lilik
artışlarının özünü oluşturmakta, Batı toplumlarında yatırım ve tüketim talebinin artışı­
na yo l açm aktadır. Erken “sanayi ötesi” toplum literatürünü eleştiren bazı yazarların
vurguladığı gibi8 bu süreç, aynı zamanda hizmetlerin “sanayileşm esi” şeklinde tanım la­
nabilir: Belli hizmet faaliyetlerinin “açık” bir bilgi elemanını içeren maddi ev araçları
(bulaşık makinesi, televizyon, kurutm a makinesi vb.) tarafından sürekli ikamesi gibi.
Elektronikteki gelişm eler bu ürünlerdeki “ev halkı" performansını artırarak, bu insan­
lara daha çok vakit kazandırıyor. Her zaman bu yeni maddi mallar, tamamen ikame et­
tikleri hizmet faaliyetlerinin kalitesine ulaşam asa da (bulaşık makinesi iyi bir örnek ola­
bilir), açık bilgi süreci bu eksikleri de bir gün, bir ölçüde tam am layacaktır. Ü rünler kul­
lanıcı dostu olm ayabilir (tipik örneği video cihazlarıdır) fakat kullanıcının bu m akine­
deki bilgiye sahip olması ve onu anlam ası da gerekmez.
Hizmetlerde ise yu karıd aki gerekçelere karşın, tüm sektörlere ve ekonomideki tüm
işlemcilere açık olan enformasyon ağları veya bu ağlara nasıl ulaşılacağı hakkındaki bil­
gilerle rağmen, enformasyonun gayri maddi niteliği yüzünden açık bilgilerin sınıflandı­
rılm ası hiçbir zaman tam am lanam ayacaktır. Bilginin sınıflandırılması süreci, beceri, uz­
manlık ve diğer şekillerdeki kapalı bilgilerin nispi önemini pek de azaltacak gibi görün­

459
mediği gibi, aksi yönde hareket edecektir. Hizmetlerin gerçek değeri onun "içeriği”nde
saklı kalm aya devam edecektir, içeriğin bir kısmı esasında, saf anlam da kapalı kalırken,
örneğin yaratıcılı ve yetenek gibi büyük bir kısmı da, sürekli yen i bilgi birikimine —öğ­
renme—dayanm aktadır. Öğrenme veya bilgi birikim i kapalı bilginin, yakın bir iletişim­
le yeni bir kapalı bilgi geliştirecek türde açık bilgiye dönüşmesini sağlayan döngüsel
(=spiral) bir harekete dayanır. Böyle bir döngü hareketi, kişisel olduğu kadar kurumsal
öğrenme için de işin özüdür.
Değerin, giderek artan "açık” bilgi içermiş sanayi mallarından, hizmete dayalı "ka­
palı” bilgi faaliyetlerine doğru sürekli kaym ası yeni doğan Bilişim Toplumunun tipik bir
özelliğidir. Bu da, elektronik ve bilgisayar imalatı yapan firmaların, enformasyon içerik­
li faaliyetlere girm esini kısmen açıklam aktadır. Aynı şekilde, bir zam anlar im alat faali­
yetlerinin hâkim olduğu bazı firm aların (General Electric, Ericsson vb. 11. Bölüm), ni­
çin yapılarını ve stratejilerini değiştirdiklerini de kısmen açıklam aktadır. Hizmet sektör­
lerinde açık bilginin üretim ve dağılım ıyla meşgul bazı "taşıyıcı” işletme firmaları, aynı
nedenlerle içerikli (=content) sektörlere (medya, eğitim, kültür) girm ektedirler.
Yenidoğan Bilişim Toplumu, bir anlamda kullanıcıların yen i bilişim hizmet ve ürün­
lerine olan talebine bağlı kalacaktır. Hizmette "talebin ilişkilendirilm esi” de genel mak-
roekonomik ortam kadar, mevcut ve yen i kurum sal düzenlemelere bağlıdır. Bir çok du­
rumda bilişim ve iletişim hizmetlerinin ticari başarısı, tipik ağ (network) faaliyetlerinin
marjinal maliyetinin sabit maliyetin çok küçük bir kısmına indirgendiği ölçek ekonomi­
lerinden büyük ölçüde yararlanabilm elerine bağlıdır (Örneğin sinema filmlerini, ya z ı­
lım, finansman ve sigorta hizmetlerini düşünün). Avrupa, parçalanm ış ulusal piyasaları
ve kültürel farklılıklarıyla bu gibi ölçek ekonomilerinden yararlanm akta dezavantaja sa­
hiptir. Bu piyasaları, özellikle ulusal telekomünikasyon şirketlerini hızla serbestleştirip,
bir örnek hale (=harmonization) getirm ek üzere çeşitli öneriler yapılm ıştır. Örneğin.
B a n gem a n n P lanı veya G-7’lerin S a n a y iciler E ylem P lanı gibi girişim ler, en azından bu
sorunun artık anlaşıldığını göstermektedir.

17, 3 Yeni İstihdam Olanakları


Bilişim Toplumu kendini gösterdikçe, bununla ilgili istihdam sorunları, önce
ICT’nin verim lilik artışları ve büyüme üzerindeki muhtemel etkileri, özellikle de yu k a­
rıda anlatılan yeni enformasyon hizmetlerine ilişkin olarak ele alınmıştı. Tabii ki bu et­
kiler daha çok, yeni enformasyon sektörlerinin, yeni ihtiyaçlara ve piyasalara ne kadar
cevap verebileceğine ve daha da önemlisi, buralardan elde edilecek verim lilik kazançla­
rının ekonominin tümüne nasıl yayılacağın a bağlı kalacaktır. Ekonomik kazançlar daha
çok mikroelektroniğin, bilgisayarların ve iletişimin çok geniş bir yelpazede etkilediği

460
mal ve hizmetlerde yarattığı m aliyet ve fiyat düşüşlerine dayanan genel anti enflasyonist
etkilerle örgüt yapılarındaki iyileştirm elerde olduğu kadar, işyerlerindeki üretim plan­
lam asındaki y a da diğer yönetim faaliyetlerindeki daha dinamik bir öğrenme sürecinin
etkinliği artıran iyileştirm elerinde görülecektir.
Bu bölümün 1. Kesimi’nde iddia edildiği gibi, ICT’nin iş yaratan ve yo k eden etkile­
rini değerlendirme çabaları, birçok doğrudan veya dolaylı etkinin olumlu ve olumsuz
yanlarını ayırt etmenin güçlükleriyle karşılaşm aktadır. Günümüzde Bilişim Toplumu’-
nun kamuoyunda en çok tartışılan yanı, tarihsel kanıtların ve makroekonomik telafi ar­
güm anlarının (bkz. Kutu 17.1) aksini göstermesine rağmen işsizlik endişesidir. B urada­
ki dört unsur üzerinde özellikle durulm alıdır.
Birincisi, şimdiye kadar otomasyon ve “enformasyon yayılm asından” (=informati-
onization) bir şekilde “korunmuş" olan hizmet sektörleri ve meslekleri üzerindeki
ICT’nin istihdam etkileridir. Bugüne kadar “korunm uş” olan hizmetler, tarım ve sana­
y i sektörlerinden atılmış olanlar için gidilecek başlıca y e r iken, artık bu tür yen i hiz­
metlerin aynı görevi yapacağı kuşkuludur. Belirttiğim iz gibi, bu yen i sektörler için dü­
zenleyici uygun bir mevzuat hayati bir önem taşım aktadır. Bilişim hizmetlerinde yeni
piyasaların ortaya çıkm ası sadece daha rekabetçi bir çerçevede eski mevzuatın gevşe­
tilmesini (deregülasyon) ve herkese açılm asını gerektirdiği gibi, m ülkiyet haklarını,
özel hayatın gizliliğini ve güvenliğini de gözeten kurallar koyacak yen i kurum lan da
gerektirir. Aynı zamanda, Internet örneğinin de gösterdiği gibi, değişim hızı “denetim ­
li” bir serbestleşme sürecinin çok ötesine giderek, tamamen yen i bir haberleşme fiyat
yap ısıyla çok daha dram atik bir “yaratıcı tahrip” sürecine dönüşebilir. Ö zellikle A vru­
p a’da, hukuki düzenleme reformlarının çok yavaş gitmesi ve yen i hizmetlerin gelişm e­
sini ağırdan alma, sonuçta burasının dünyanın diğer bölgelerine göre geri kalm asına
neden olmuştur.
İkincisi, “enflasyon” ölçmek için kullanılan mevcut istatistik yöntemlerinin, yen i ICT
sektörleriyle ilgili olarak her türlü verilerin toplama ve enformasyon m aliyetlerindeki
inanılmaz düşüşlerin makroekonomik deflasyonist etkilerini ölçmekte uygun bir araç
olup olmadığı sorunuyla ilgilidir; bu yöntem ler giderek bir para hayalini9 (=illusion) mi
yoksa enflasyon “hayalin i” mi ölçüyor? Bu nokta, T he E co n o m ist’ın 22 Kasım 1996 ta­
rihli sayısındaki başyazı ve konu makalesinde ele alınmıştır. Avrupa ve ABD ’deki cari
enflasyon tahminlerinin, yeni ICT sektörlerine ait birçok yen i mal ve hizmetlerdeki ka­
lite iyileşm elerini yeni mal ve hizmetlerle beraber ihmal ederek, yıllık enflasyonları bir
m iktar yü ksek gösterdiğini kabul etmemiz mantıki olacaktır. Sonucunda bekleneceği
gibi, ICT’lerin yaygın lığına ve ortaya çıkan Bilişim Toplumlarma dayalı olarak birçok
ekonomi, 1990’larda enflasyonist değil deflasyonist durum daydı. Birçok AB ülkesinde

461
yüksek enflasyon tahminlerine dayalı olarak, EM U kavuşum 1 kriterleri çerçevesinde
uygulanan sıkı para politikalarının sonuçları, tabii ki kısa dönemde doğmakta olan Bi­
lişim Toplumları açısından pozitif bir büyüm eyi ve istihdamı uyaracak nitelikte değildi.
Bu, faiz hadleri, özel yatırım ve istihdama ilişkin bütçe mali konsolidasyon politikaları­
nın, örneğin Komisyon'un Avrupa İstihdam Stratejisinde ileri sürülen, muhtemel uzun
d ö n e m li etk ilerin i11 reddetmek anlamında değildir. Yine de 1990’larda, A B’nin, kısa dö­
nemde, katı makroekonomik para politikalarına verdiği ağırlığın, Bilişim Toplumlarının
Avrupa’da hızla ortaya çıkm asına ve daha az ölçüde de tam istihdama etkili olup olma­
dığı gerçekten merak konusudur.
Üçüncüsü, ICT bir enformasyon teknolojisi olduğundan —esası, enformasyon ve ve­
rilerin giderek artan biçimde belleğe alınması, depolanması, hızla işlenip yorumlanm ası
demektir—genelde insan becerilerinin büyük bir kısmını artan biçimde açığa çıkarıp,
"sınıflandırma” imkânına sahiptir. Tabii ki önceki kesimde de belirttiğimiz gibi, "kapa­
lı” bilginin önemini yadsım ıyoruz. Aksine, daha çok bilgi açığa çıktıkça, geriye kalan ka­
palı bilgiler daha da hayati bir hale geliyor. Böylece de, uygun bilgileri yaratıcı yöntem ­
lerle sınıflandırıp açık hale getirme yeteneği, uygun enformasyonu bulup etkinlikle kul­
lanabilme uzmanlığı kadar önem kazanmış olup ve bunun önemi giderek de artacaktır.
Aynı şekilde, giderek artan sayıda bilinen beceri türü, giderek açık hale gelip, müthiş
bir hızla önemini yitirm ektedir10. Bu tür işler toplumdaki istihdamın en büyük kısmım
oluşturduğundan, Bilişim Toplumu’nda istihdamın gelir dağılımı etkisi endişe uyandır­
maktadır. Bunun da ötesinde, enformasyon ve bilgisayar teknolojilerinin çeşitli kulla­
nım biçimlerinin yayılm asıyla “becerilerin uyuşm am ası” olgusu, çok daha genel ve bili­
nen bir nitelik olup, yen i bilişim ve iletişim teknolojilerinin bünyesinde mevcut olan "be­
ceri sapm ası” hakkındaki sorulara yol açm aktadır111. Bu gelir dağılım ı düşüncesi, bir
yandan eğitim ve öğretimin toplumun her kesimine yaygınlaştırılm asının hayati önemi­
ni ortaya çıkarırken, diğer yandan bir beceri sahibi olmayan veya geleneksel becerileri
olan, muhtemelen dışlanmış grupların durum larıyla ilgili temel sorunları da gündeme
getirm ektedir.
Dördüncü husus ise, gerçek ilk küresel teknoloji olduğu düşünülen ICT’nin, giderek
artan uluslararası nakledilebilirlik ve açıklık kazanm alv potansiyelinin sonuçlarına iliş­
kindir. ICT’nin enformasyon ve bilgiyi zaman ve mesafe boyutunda açık hale getirme
imkanı, sadece küresel bir erişim sağlam akla kalm ıyor aynı zamanda firmaların/örgüt­

i “EM U convergence criteria” Avrupa P ara B irliği (European M onetary Union) kavuşum kriterleri ki sonuçta 2002 ba­
şında euro p ara birimini doğurm uştur, bu para rejim ini ifade etm ektedir.
ii Burada “c r o w d i n g in " ter im i k u lla n ılıy o r; faizin d ü ş m e s in e , istih d a m a rtışın a y o l a ça ca k "bir to p la n m a etkisi d e” dene­
bilir.
iii “Becerilerin uyuşm am ası” ve “beceri sapm ası”, "skill m ismatches” ve “skill b ias” karşılığında kullanılm ıştır.
iv "N akledilebilirlik” ve "açıklık kazanma", "transferability” ve "codification” karşılığında kullanılm ıştır.

462
lerin açık hale getirilm iş ve dolayısıyla uluslararası ticarete konu olabilen rutin faaliyet­
lerinin de y e r değiştirmesine yol açm aktadır. Başka bir ifadeyle, ICT iktisadi bir şeffaf­
lığa katkıda bulunduğu gibi, alternatif yerlerin m aliyet avantajlarını öne çıkararak,
uluslararası sermaye hareketlerini ve belirli faaliyetlerin, uluslararası yen i “kaynaklara
erişmesini” (=outsourcing) kolaylaştıracaktır. Daha şeffaf ve sınırları kalkm ış bir dün­
yanın getireceği yararlar tartışılmazken, yin e de bu yararların dünya ölçeğindeki dağı­
lımı üzerindeki haklı endişeler mevcuttur. III. Kısım’da ortaya konduğu gibi en fakir,
en kenardaki ülkelerin/bölgelerin dışlanma endişesine karşın, zengin, teknolojide öncü
ülkeler/bölgeler ise kendi yeniliklerine ilişkin tekelci rantlarının giderek azalm ası ve bu­
nun, istihdam, ücretler ve Avrupa’da kurulm uş sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki et­
kilerinden rahatsız olm aktadırlar. Birçok AB ülkesinde, ulusal sosyal güvenlik sistemi
ve daha genel ifadeyle refah devleti, işveren ve işçinin katkısına dolayısıyla istihdama
çok yakından bağlıdır. Giderek artan küreselleşen ve iktisaden şeffaflaşan bir dünyada
bu ulusal bağlar zayıflayacaktır.
Bilişim Toplumu’nun yen i bilişim ve iletişim teknolojilerinin kesin istihdam etkileri­
ni, sektörel y a da mesleklerin kompozisyonu açısından m iktar olarak tahmin etmek güç­
tür. Toplumun yapısal dönüşümünün bir sonucu olarak, doğrudan ve dolaylı istihdam
etkilerinin çok derin olması muhtemeldir. Böylece, yirm inci yüzyılın ikinci yarısında do­
ğan tamamen yeni sanayiler, yazılım , bilgisayar ve elektronik sanayisinin kendisi, bilişim
ve iletişim hizmet sektörleri yeni istihdam olanakları sağlamıştır. Ancak bütün bunlar
için yen i doğan bilişim ve iletişim piyasalarını düzenleyen uygun bir kurumsal çerçeve­
nin ve uygun bir makroekonomik iklimin mevcudiyeti hayatidir. Bu hususlar düşünül­
düğünde, günümüz koşullarında böyle yeni piyasaların doğması kolay olmayabilir.
Aynı zamanda Bilişim Toplumunun iş yo k eden doğrudan ve dolaylı etkileri, özellik­
le A vrupa’da yin e de derin olacaktır. ICT’nin finansman, sigortacılık ve diğer iş alem i­
ne yönelik hizmetler gibi en tipik bilişim ve iletişime dayalı hizmet sektörlerindeki et­
kinliği artırm a potansiyeli yü ksek olmakla birlikte, geleneksel sektörlerdeki iş kaybının
da özellikle yü ksek olması beklenmektedir. Bunun da ötesinde birçok geleneksel “tica­
rete konu olm ayan” hizmet faaliyetlerinin uluslararası ticarete konu olmasıyla, düşük
ücretli ülkelere veya bölgelere taşınması da endişeleri artırm aktadır. Y er değiştiren bu
işlerin m uhakkak ki beceri gerektirm eyen düz, bedensel el işleri olması da gerekmez;
çoğu içerdiği enformasyon ve bilgiler açısından, ICT tarafından sınıflandırılmış bilgi k a­
tegorisine kolaylıkla sokulabilecek cinsten basit, rutin işlerdir.
Bu doğrudan ve dolaylı istihdam etkilerinin, sonuçta olumlu veya olumsuz bilanço­
su sadece yaratılan ve yitirilen işler sayılarak ortaya çıkarılam az. Bir bütün olarak Bili­
şim Toplumu’nun ulusal ve uluslararası genişleme etkisi, IC T’nin, yatırım ların yüksek,

463
verim liliğin hızla arttığı, fakat gelirin daha da hızlı arttığı ve böylece de istihdamda net
bir artışın yaşanacağı bir verimli döngü kurm asına bağlı kalacaktır. O rtaya çıkan Bili­
şim Toplumu 'na ilişkin olarak niçin uzun dönemde refah ve yeni istihdam olanakları ba­
kımından temelde iyim ser olmamız gerektiği bu açıklam ada saklıdır. Yine de, bu refah
kazançları ve yeni olanaklar otomatikman ortaya çıkm ayacaktır. Y ukarıda tanımlanan
verimli döngünün kendini sürdürebilmesi, yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinin bir
toplumla “bütünleşmesini” öngören politikalara olduğu kadar, makroekonomik politi­
kalara, emek ve ürün piyasalarındaki yasal ve kurumsal reformlara, daha çok kullanıcı
dostu teknolojilere odaklanmış teknoloji politikalarına, yen i gelir dağılım ı ve verim lilik
artışını hedefleyen politikalara bağlı kalacaktır. Eğer bu politikalar, teknolojiler ve ku­
rum lar birbirleriyle uyum sağlarsa, uzun dönemde tam istihdam ortaya çıkabilecektir.

17. 4 Bilişim Toplamımda. İşsizlik ve Eşitsizlik


Böyle kısa bir bölümde, geleceğin Bilişim Toplumu’na ait tüm karm aşık sosyal so­
runları ele almamız mümkün değildir11. Biz, bunlar arasından öne çıkan iş ve işsizlik so­
runlarını ele aldık, işsizliği, örneğin OECD Genel Sekreteri (1993) “rahatsız edici” ve
“alarm verici” diye tanımlamıştır. Bunun ötesinde istihdam politikaları, teknoloji, eğitim
ve öğretimle de yakından ilgilidir. Yine de bu bölümün sonunda, işsizliğe bağlı olarak
büyük siyasi ve sosyal gerginliklerin kaynağı olan çok daha büyük bir soruna kısaca de­
ğinmeden edemedik: Ü lkeler içinde ve arasında sosyal eşitsizliğin artışı.
1980’ler ve 1990’lardaki yüksek yap ısal işsizlik gelir dağılım ındaki bozulmayla bir­
likte, dünya çapındaki sosyal eşitsizliği artırm ıştır. Çökmüş olan merkezi planlı ekono­
milerin piyasa reformları ve özelleştirme program ları da zengin ve fakir arasındaki ku­
tuplaşm aya yol açmıştır. Son olarak, Schum peter'in işaret ettiği gibi, yeni sanayi ve fir­
malar olağanüstü yüksek kârlar elde ederken, diğer eski sektör ve firmaların kârları hız­
la azalm akta veya ortadan kalkm aktadır.
Bilişim toplumunun ortaya çıkışı, ikinci D ünya Savaşı’nı izleyen çeyrek yüzyılın
özellikleri olan refahın artırılm ası ve sosyal adalet sağlam a eğilimlerini tersine çevirmiş­
tir. Bilişim toplumunun bazı özellikleri bu eğilim leri muhtemelen daha da artıracak ni­
teliktedir. Özellikle, “enformasyon zengin” ve "enformasyon fakir” şeklinde bir ayrım
ortaya çıkacaktır. Zengin ülkelerde bile çok büyük sayıda insanın yen i teknolojileri kul­
lanm aya isteksiz oldukları veya kullanm a yeteneği kazanam adıkları kullanm ak istedik­
leri halde bu im kanlara ulaşam adıkları da açıktır. "Enformasyon fakirliği” maddi (gelir)
fakirliğiyle çok yakından ilgili olmakla birlikte aynı şey de değildir. Ancak, iş piyasası
koşulları göz önüne alındığında, enformasyon fakirliği maddi fakirliğe kolaylıkla dönü­
şebilir. Refah devletinin çöküşü ve tersine işleyen (=regressive) bir vergilem eyle güçlen­
dirilmiş olan toplumdan dışlanmış ve yoksul (=underclass) sınıfın büyümesi, giderek bi­
lişim toplumunun bir niteliği haline gelmektedir. Bu eğilimler, özellikle ABD ve İngil­
tere’de de güçlü olmakla birlikte, birçok ülkede çok daha açık görülmektedir. Bu eği­
limleri tersine çevirmeye yönelik kararlı politikalar ortaya konmadıkça, bunun kendili­
ğinden yo k olması mümkün değildir. Küçük bir grup iktisatçı ve sosyal bilimci bu tür
politikalar önermiştir; Avrupa B irliği’nin yayım ladığı H erk es İçin B ir B ilişim T op lu m u
İn şa sı (1996) hakkındaki rapor buna bir örnektir.
Enformasyon teknolojisiyle ilgilenen bir “Uzman Grup’’, sosyal eşitsizlikle savaşmak
üzere hükümetlerin politikalarına yeterli kaynak sağlam ak için “Bit1 V ergisi’’ adını ver­
dikleri yen i bir vergi üzerinde araştırm alar yapılm asını tavsiye etmiştir (Soete, 1996).
Bu yen i vergi çeşitli nedenlerle ortaya atıldı, ancak ilk neden Bilişim Toplumu’nun eko­
nomide yarattığı çok geniş yap ısal değişiklikler karşısında, gelir tabanını genişletm ek­
tir. İkincisi, bu “Bit V ergisi” veya “Bilişim İletme V ergisi”11 (BÎV) için yapılacak ciddi
bir araştırm a, bunun beklenmedik biçimde, enformasyon sanayilerinin etkinliğini artı­
racağını göstermiştir. Aşırı enformasyon yü k ü uzun zamandır, bilim ve teknoloji için bir
sorun oluşturduğu gibi (örneğin, Bernal, 1939 y a da Ziman, 1994) aynı zamanda iş y ö ­
neticileri, politikacılar ve birçok tüketici için de büyüyen bir sorundur. Enformasyon ve
verilerin faydalı bilgilere dönüştürülmesi, uzun düşünce ve hazırlıktan sonra özlü bir
takdim, sınıflandırılarak açma ve nakil işlemleri gerektirir. Aşırı yü k sorunu, enformas­
yon kirlenmesi dediğimiz bir sorunla da çok yakından ilgilidir: Kimsenin istemediği ve
kullanm adığı değersiz enformasyonun yayılm ası. U ygun bir vergi rejimi bu eğilim leri
kazıyam asa da azaltabilir.
Son olarak Jam es Tobin artan uluslararası eşitsizlik için benzer bir öneride bulun­
muştur. Onun işaret ettiği, uluslararası finans piyasalarındaki işlemlerden alınacak çok
düşük bir vergi dahi, Üçüncü D ünya için, tüm Birleşmiş M illetlerin ve diğer ulus­
lararası yardım program larından çok daha fazla ve kolay kaynak yaratabilir. III. Kısım-
’da tartıştığım ız nedenlerle, yirm inci yü zyıld a büyüme hızlarındaki uluslararası farklı­
lıklar o kadar aşırıdır ki bu tür program lar artık "dışlanmış" ülkeler ve bölgeler için şim­
di daha da hayatidir.
Uzun dönemde büyüme ve eşitsizliğin yaratacağı sosyal sorunları düşünerek, Kuz-
nets "iktisadi büyümenin ilk aşam alarında, yap ısal gelir dağılım ında büyük bir eşitsizli­
ğin ortaya çıkacağı...sonra bir ara dengelenebileceği ve ileri aşam ada farkların azalaca­
ğını” iddia etmektedir (Kuznets, 1953, s. 18). Ona göre bu uzun dönemli büyüme “ikti­
sadi büyümenin daha geniş bir süreci olan nüfus artış hızı, şehirleşme oranı, iç göç, ta­
sarruf haddinin y a da sermaye teşkilinin milli gelire oranı...dış ticaretin içteki faaliyet-
i “Bit T ax ” bit, 0 veya 1 ile ifade edilen en küçük elektronik işlem birim i; 16 bit 1 byte eder; 1000 bit =1 kbit
ii “Information Transmission T ax.”

465
lere oranı (ve) bütün cepheleriyle eğer iyi bir şekilde ayarlanabilirse, kamu faaliyetleri­
nin piyasa güçlerine dayanm ası (ki her zaman, ilerde daha fazla hükümet müdahalesi­
ne yol açsa da piyasa güçlerinin giderek özgürleştiği bir aşam a m uhakkak mevcut olma­
lıdır) gibi, diğer unsurların benzer hareketleriyle bağlantılıdır...G elir eşitsizliğindeki bu
uzun dönem büyüme aynı zamanda, muhtemelen serm aye teşekkül oranlarındaki bir
artışla da yakından ilişkilidir; gelir eşitsizliği ne kadar fazlaysa, ülke çapındaki tasarruf
oranları da o kadar düşer, ne kadar azsa o kadar yü kselir (Kuznets, 1955, s.20). Kuz-
nets şöyle bağlıyor:

Konunun daha iyi anlaşılm ası bakımından bize yo l göstermesi olası son bir yorum ..E ğer iktisadi b ü ­
yüm e süreciyle yeterli biçimde ilgileneceksek, tam anlam ıyla teknolojik, demografik ve sosyal çer­
çevelerin de değiştiği uzun dönemli bir değişim süreciyle ilgilenm eliyiz -b u faktörler, dar anlam ıy­
la iktisadi güçlerin hareketini derinden etk ile r- iktisat alanının dışındaki alanlara taşmamız kaçınıl­
maz olur. Nüfus artış biçimlerini, teknolojik değişmenin niteliğini ve gücünü, siyaset kuram ların­
daki özellikleri ve eğilim lerini belirleyen faktörleri anlam am ıza yard ım edecek sosyal bilim disiplin­
lerinin bulgularına daha açık olmamız kaçınılm azdır. Bu alandaki etkili araştırm alar, zorunlu ola­
rak piyasa iktisadından siyasi ve sosyal iktisada kaym ayı gerektirir.
(Kuznets, 1955, s. 28)

Notlar

1 Ü lkeler arası işsizlik ölçüm lerindeki tanım sal farklara daha az bağım lı olan bu sondaki oran, bir ölçüde bir ekono­
m ideki “kullanılm ayan işgücü potansiyeli” ölçümü için daha doğrudur.
2 Bu konuda, önemli m iktarda bir görgül literatür mevcuttur. Son bir literatür taram ası için bkz. W it (1990), Viva-
relli (1994).
3 Çeşitli yaz arlar, elektriğin yayılm ası, özellikle elektriğin bağım sız m akinelerde kullanılm asının yayılm asıyla ICT ara­
sında, tarihsel bir benzerlik bulm aktadırlar (Freem an ve Soete, 1985, 1987; David, 1991. Aynı zam anda, 3. Bölüm -
deki tartışm alara bkz.).
A Bu doğrultudaki ilk analizler için bkz. Q uinn (1986), Soete (1987) ve M iles (1996). Hizmetin b aşka bir tanımı, aya­
ğının dibine atam ayacağın şey hizmettir, şeklindedir. A slında bu tanım lar, kafayı daha da karıştırıp, “üçüncü” sek­
tör denen iktisadi faaliyetlerin acilen, yeniden sınıflandırılm ası gereken karm aşık bir sorun yığın ı olduğunu göster­
m ektedir.
5 Bu olay tıpkı, O rta Ç ağlarda m atbaanın icadıyla, bu yen i enformasyon teknolojisinin, ilk kez elle kitap kopya eden
keşişlerin sınırlı bir ticarete konu olan “hizmet" faaliyetlerini etkilem esine benzem ektedir. Yeni m atbaa teknolojisi­
nin zaman/depolama boyutu, en dram atik ve ya y g ın biçimde, enform asyona ulaşm a yo lunu açm ış ve M arx ’in deyi­
m iyle “Bilim Rönesansı" üniversitelerin büyüm esi, eğitim, kütüphaneler, kültürün yaygın laşm ası vb. bu sayede ger­
çekleşm iştir. Bilginin açık hale gelm esi ve ticarete konu olması, batı toplum larının gelecekteki gelişm esi üzerinde ta­
mamen yen i bir im alat sanayisi o larak m atbaanın ortaya çıkm asından daha etkili olmuştur.
6 ö z ellik le bkz. David ve Foray (1995).
7 Bahçıvanlık, bisiklet sürme, ev bakım ı gibi faaliyetler düşünülebilir. Felsefe açısından bir kapalı bilgi tartışm ası İçîb
bkz. Searle (1995). Firm alarda kapalı bilgi tartışm aları için bkz. Nelson ve W in ter (1982) ve Senker (1995).
8 Bkz. G ershuny (1983) ve G ershuny ve M iles (1983).
9 Bkz. Soete (1996).
10 Tersine, nispeten basit bazı beşeri faaliyetlerin (bahçıvanlık gibi) hiçbir zam an açık hale getirilem em esini gözlemle­
mek ilgi çekicidir. Bu da "beceriye dönük” bir teknik değişme olarak, ICT fikrinin niçin yeniden beceri kazanma
veya yitirm e süreçlerinin karm aşıklığını anlayam adığını açıklam aktadır. A yrın tılar için bkz. OEGD (1996).
11 Bilişim toplumunun, çeşitli sosyal ve ekonomik cephelerinin daha kapsam lı bir tartışm ası için bkz. C astells (1996V
Dutton (1996); Gates (1996); W histon (1991); Üçüncü D ünya tartışm aları için de N asthakken ve A khtar (1994).

466
18. Bölüm

Teknoloji ve Çevre Sorunları

1 8 . 1 Giriş

m m m Bölüm’deki istihdam tartışm alarından sonra, bu bölümün temel konusu


I / yenilik, teknoloji ve diğer tamamlayıcı politikaların, çevresel olarak sür-
M ğ £ dürülebilir kalkınm ayı destekleme amacına uygun olarak kullanılmasıdır.
Bu amacın gerçekleşmesinde asıl rol, yenilik ve teknoloji politikalanndadır; çünkü, mev­
cut sürdürülemez üretim yöntemleri ve tüketim biçimlerini ikame etmek ve daha çevre
dostu teknolojilerin geniş bir yelpazede geliştirilmesi ve yayılm ası gereği böyle karşılana­
bilir. Buna ek olarak, niçin çevre soruna odaklanmamız gerektiğine dair, teknolojik de­
ğişim ve yeniliğin doğurduğu politik mücadeleleri öne çıkaran üç nedenimiz daha vardır.
Birincisi, çevresel olarak sürdürülebilir kalkınm anın tipik bir uzun dönem politika
amacı olmasıdır. Bu amaç, bilim ve teknoloji politikasından sorumlu bakanlıkların, ku­
ruluşların ve diğer politika yapım cılarının gündemlerinde en üst yere konulması acilen
gereken bir sorundur; çok sayıda her çeşitten yenilikle mevcut kuram ların, üretim ve
tüketim teknolojilerinin bu yen i hedefleri tutturacak şekilde tedricen değişmeleri gere­
kir. Son araştırm alar, iyi bir katılım sağlansa bile bu değişikliklerin belki otuz ile elli y ıl­
lık bir çaba gerektireceğini tahmin ediyor (Jan sen ve Vergragt, 1992). Bir önceki bö­
lümde tartıştığımız, son yıllard a görülen çok yü ksek işsizliği azaltm ak veya daha nite­
likli bir işgücü yaratm ak gibi kısa ve orta dönemli Avrupa politikalarıyla karşılaştırılır­
sa, bu çok uzun bir dönemdir.

467
İkinci bir neden, çok karm aşık bir sorun olan sürdürülebilir kalkınmanın özel bir si­
yasi ilgi gerektirm esidir. Özellikle, bu amacı gerçekleştirecek yeniliklerin geliştirilm esi
ve yayılm ası çok çeşitli iktisat aktörlerinin katılımını, mevcut iktisadi, sosyal ve kültü­
rel kurum ların değişimini öngören büyük bir politikalar yelpazesi olmaksızın mümkün
değildir. Sorunun karm aşıklığı, kalkınm a politikasını yönlendirm ekte sistem yaklaşım ı­
nın faydasını test etmek için uygun bir fırsattır.
Son bir neden de, çevre teknolojileriyle sürdürülebilir kalkınm ayla ilgilenmenin, özel
ve kamu hedefleri arasındaki çok yakın etkileşimi gündeme getirm esidir. Çevresel sür­
dürülebilirlik temelde bir kam usal hedeftir, ancak özel sektör bu değişime uyacak ka­
pasite ve canlılığı gösteremezse bu hedef gerçekleşemez. Bu sorunları incelemek özel
hedeflerle kam ununkini dengeli bir sistem yaklaşım ıyla ele alm aya imkan verir.

18. 1 Çevresel Olarak Sürdürülebilir Kalkınma: Bilim ve Teknoloji


Politikasında Eski "Misyon"dan Yenisine Geçiş
Çevresel olarak sürdürülebilir kalkınmanın birçok tanımı vardır. Biz burada, bu te­
rimi, şimdiki kuşakların ihtiyaçlarını, doğal kaynakları yenilenem eyecek hale getirm e­
den ve çevreyi geriye dönüşsüz biçimde şekilde tahrip etmeden, gelecek kuşaklara nak­
leden bir iktisadi sistem anlam ında kullanıyoruz1. Bu tanım, iktisadi sistemin uzun dö­
nemde insan ihtiyaçlarını karşılam ada ekolojik sistemin canlılığına dayanm a yeteneğini
kabul etmektedir; bu da üretim ve tüketim teknolojilerinin iki kriteri karşılam asının ge­
rektirm ektedir. Birincisi, çevreyi tahrip eden atık üretiminin, dönüşümsüz atık üretim i­
nin engellenerek, tedricen ortadan kaldırılm asıdır. Bu amaç, örneğin nehirler yerine ka­
radaki bir yere atık vermek gibi, kirlilik unsurlarını bir yerden bir yere nakleden kirlen­
me kontrol ve azaltm a politikalarından çok daha iddialı bir amaçtır. İkincisi, toplam y e ­
nilenemeyen kaynak stokları bitirilmemelidir. Bu amacı karşılam ak için y a üretim tek­
nolojileri yenilenebilir kaynaklara yöneltilm eli y a da sürekli biçimde yenilenem ez kay­
nakların tüketildiği kadar da ikamelerinin bulunmasına çalışılm alıdır. Her iki durumda
da çözümün hayati önemdeki kısmı, mevcut en iyi teknolojilerin hızla yayılm ası ve y e ­
ni teknolojiler geliştirecek yenilikçi faaliyetlerin artırılm asıdır.
Bilim ve teknoloji politikalarının çevre am açlarını karşılayacak biçimde ele alınması,
teknoloji politikalarına yeni bir bakış açısı getirm iştir. Kaba bir benzetmeyle, 1950’ler
ve 1960’lardaki kamu hedeflerini güdümlü projeler yo lu yla gerçekleştirm ek için düşü­
nülen politikalara yeniden bir dönüşü göz önüne alm alıyız. Bunlar, nükleer savunma,
uzay programları vb. iken yen i projeler çevresel sürdürülebilir kalkınm ayı gündeme ge­
tiriyor. 16. Bölüm'de tartıştığım ız daha eski teknolojiler, kamu satın al maları yo lu yla ge­
liştirilmiş radikal yen i teknolojiler olarak ilgili sanayilerin yapılarını etkilese ve diğer

468
sektörler üzerine yen i teknolojilerin serpişmesine (= spin-off) yo l açsa da, ekonominin
geri kalan kısmından oldukça soyutlanmış durum daydılar. Güdümlü çevre projeleri ise,
aksine ekonominin üretim ve tüketimle ilgili tüm yapısını yaygın biçimde etkilemek
am acıyla satın alm aları diğer politikalarla birleştirme ihtiyacı duyarlar.
Çevre am açlarını karşılam a amaçlı yeni güdümlü projelerin yaygın özellikleri, politi­
ka kurm aya daha sistematik bir yaklaşım gerektirir. Bu yaklaşım , geçmişte güdümlü
projelerde önemli değişiklikler yapılm asına neden olmuştu2. Tablo 18.1 eski ve yeni mo­
del güdümlü projelerin temeldeki farklarını ve özelliklerini özetlemektedir. Böylece, y e ­
niliğe sistem yaklaşım ı olarak bakmanın bir dizi temel özellikleri de ortaya çıkm aktadır.

Tablo 18. 1 E ski ve Yeni "Güdüm lü"Projelerin ö zellik leri

Eski: S a vu n m a , n ü k le e r v e h a v a cılık Y eni: Ç e v r e tek n o lo jile ri

Eski m isyonlar, iktisadi olabilirliklerine Yeni m isyonlar, belirli çevre sorunlarına


bakılm aksızın, teknik başarılarının sayı ve getirdikleri teknik çözümlerin iktisadi olarak
tipleriyle tanım lanırlardı olabilirlikleri açısından tanım lanıyor.

• Teknolojik gelişm enin hedefleri ve •Teknolojik değişmenin yönü, başta devlet


yönü, küçük bir uzman grubu tarafından olmak üzere, firm alar ve tüketici gruplan
önceden belirlenir. dahil birçok aktörün etkilem esiyle belirlenir.

• Kamu yönetim i içinde merkezi kontrol •Çok sayıda aktörün katıldığı merkez dışı bir
kontrol

• Sonuçların, katılım cı çekirdeği dışında •Sonuçların yayılm ası esas am açtır ve teşvik
yayılm ası önemsizdir ve istenmez edilir

• Az sayıdaki radikal teknolojiye sahip •R ad ikal ve küçük yeniliklerin geliştirilm esine.


firma, bu nedenle projeye katılabilir. çok sayıda firmanın katılm ası şartıyla, önem
verilm ektedir

• Tam am layıcı politikalara çok az ihtiyaç •Tam am layıcı politikalar, başarının ve diğer
duyulur, tutarlılık önemli sayılm az. am açlarla tutarlı olmak için dikkati çekmenin
projeler kendi başına yeterlidir. hayati unsurudur.

Araştırma, geliştirme ve satın alma program larıyla ilgili çok sayıdaki örgüt, hızlı bir
enformasyon elde edilmesini ve yayılm asını desteklemek için ağ (network) yaklaşım ı­
mın kullanım ını önermektedir. Bu da ancak, çeşitli örgütlerin paralel araştırm aları ve
ortak geliştirme projelerini teşvik eden satın alm a ve araştırm a projeleri yo lu yla gerçek­
leştirilebilir. Bunun için, aynı zamanda, araştırm aya yol gösteren, özel ve kamu kurum-
larının sözleşmeye dayalı ortak projelerinin eşgüdümüne yardım eden öncü enstitülere
de ihtiyaç vardır. O rtak (= co-operative) projeler hükümet dışı (NGO) “sivil toplum”
örgütlerini ve gelişmekte olan ülkelerin örgüt ve bilim cilerini de içine almalıdır.
NGO’lar, bilimsel ve teknolojik projelere sadece değerli uzmanlık bilgileri sağlam akla

469
kalm azlar aynı zamanda tüketiciler ve sanayinin am açları arasında aracılık yap arak Kal­
kın talebini yönlendirebilirler. Gelişmekte olan ulusların araştırıcılarının katılım ı çevre
teknolojilerinin küresel yayılm asını garanti etmek için gereklidir. O rtak projelerdeki
büyük sayıdaki katılım cı aynı zamanda her projeyi değerlendirmek için kurumsallaşmış
araçlara gerek duyar. Bu da, teknolojik yönlendirm e am acıyla araştırm a sürecine peri­
yodik teknolpji değerlendirmesinin sokulması ile mümkün olabilir3.

18. 3 Birikimli Bir Süreç Olarak Teknolojik Değişim: Çevresel Olarak


Sürdürülebilir Teknolojik Yörüngeye Doğru
Bir çevre politikasının en büyük güçlüğü, ürün ve üretim proseslerini çevre kriterle­
rine göre değil, taleple şekillenen kârlılık temelinde seçen bir piyasa ekonomisinde sür­
dürülebilir teknolojilerin nasıl teşvik edileceği sorunudur. Bu güçlüğü aşmanın yolu,
teknolojik değişimin kendini güçlendiren, birikim li özelliklerinin avantajını kullanm ak­
tır. Bu da, sanayinin sürekli çevresel yararları olan yeniliklere ve teknolojilere yönelm e­
sini sağlayacak politikalar geliştirm ekle sağlanabilir. Bu politikaların amacı, aynı teknik
doğrultuda yen i teknik çözümler üretecek kendini güçlendiren bir süreci başlatmasıdır.
Örneğin, foto-voltaik hücreden elektrik üretmenin ekonomik olduğu az sayıdaki dene­
yim , öğrenme etkisiyle, tedricen, foto-voltaik hücrelerin m aliyet etkenliğini ve rekabet-
çiliğini artıracaktır. Rekabetçiliğin artması, bu teknolojiye daha çok yatırım çekip daha
ileri teknik iyileştirm eler ve m aliyet düşmelerine yol açarak ekonomik olabilirliği olan
uygulam aların sayısını artıracaktır. Bu etkiler, İngiliz NFFO politikası çerçevesinde
gerçekleşen rüzgâr gücü ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının m aliyetlerinin düşü­
şünde gözlenebilmektedir (M itchell, 1995, 1996).
Özel firmaları, çevresel olarak sürdürülebilir teknolojiler geliştirm eye yönlendirm ek
için dört ana politika aracı vardır: doğrudan düzenleme, iktisadi araçlar, satın alm a ve
teknik değişimin sosyal bağlantılarını değiştirecek yan politikalar. Bunları kısaca göz­
den geçirelim.
D o ğ ru d a n D ü z en lem e

Doğrudan düzenleme, örneğin hava, su, toprak ve ürün kalitesine standartlar veya
kullanım ına sınırlam a koşulları getirmek, kirlenm eyi azaltm ak ve zararlı maddelerin or­
taya çıkışını önlemek bakımından en çok baş vurulan yöntem dir. Bu düzenlemeler te­
orik açıdan, daha az kirleten teknolojik yen ilikleri teşvik eden iktisadi araçlara göre et­
kenliğinin düşük olması nedeniyle çok yoğun eleştirilm ektedir4. Yine de, minimum stan­
dartlar koym ak ve zararlı maddelerin çıkışını önlemek bakımından düzenlemelere her
zaman ihtiyaç duyulur.

470
ik tisa d i A raçlar

İktisadi araçlar, ticarete konu olabilen kirletme müsaade belgeleri, kirletme ve bazı
ürünlerde çevre vergileri, bazı durum larda da mali desteklerdir; mali desteklere aşağı­
da, satın alm ada değineceğiz. İktisadi araçlar, doğrudan düzenlemeden kirletm e stan­
dartları belirlem edikleri için ayrılırlar. Kirletmeye müsaade edilir, ancak kirleten bunun
m aliyetini doğrudan öder (“kirleten ödemeli” kuralı). İktisadi araçlar, kirlenmenin dış­
sal m aliyetlerini hesap edip bunları üretimin girdi veya çıktılarına ilave eden politikalar
yo luyla işlev yap ar. Örneğin, yü ksek kükürtlü yakıtlar, asit yağm urunun çevreye etki­
lerinin tahmini maliyetini içeren vergilere tabidir. Bu ilave maliyet, sanayinin alternatif
y ak ıtlar veya kükürt emisyonunu azaltacak yen i teknolojiler şeklinde yenilikçi faaliyet­
ler yapm asını hızlandırır.
iktisadi araçların etkin kullanılm ası çevre m aliyetlerinin tahmin edecek daha iyi mu­
hasebe uygulam alarına ve emisyonları hassas ve doğru biçimde ölçecek tekniklerin
mevcudiyetine bağlıdır. Ancak bunlar, aynı zam anda başlıca engellerdir; ölçme sorunu
çeşitli m addeler için geliştirilm iş gerçek zamanlı izleme (= monitoring) sistemlerine y a ­
pılan yatırım larla kısmen çözülmektedir. Bunlara ek olarak, çevreye zararlı olduğu an­
laşılan tarım sal uygulam alara verilen kredi ve mali destekler şeklindeki yaygın iktisadi
araçların da yürürlükten kaldırılm ası gerekm ektedir.

S atın A lma P olitik aları

Satın alm a politikaları y a çevreye yararlı teknolojilerin firm alar içinde geliştirilm esi­
ne y a da doğrudan A&G faaliyetlerine mali destek yo llarıyla, çevresel olarak sürdürü­
lebilir kalkınm a am acına ulaşm ada önemli bir rol oynar. Enerji, ulaşım ve atık toplama
sistemleri gibi alt yap ı sistemlerinde kullanılacak yen i teknolojilerin geliştirilm esindeki
en uygun yöntem, muhtemelen doğrudan satın alm adır. M ali yardım lar, örneğin vergi
indirim leri veya özel ve kamu araştırm a enstitüleri arasındaki ortak araştırm a projeleri
belki de temiz teknolojilerin geliştirilm esi için en etkin araçlardır çünkü mevcut bilgile­
rin çoğu sınıflandırılmamış ve herkesin bilgisine sunulmamış biçimde özel firm aların el­
lerinde bulunmaktadır.

S o s y a l B a ğla n tıla r

Bir teknolojinin sosyal bağlantıları (= social nexus) o kadar geniş bir alanda etkilidir
ki sosyal ve iktisadi bakımdan yap ılab ilir teknoloji tiplerinin bazılarını sınırlar (Schot,

471
1992). Bunlar, tüketici talebini etkileyen ve firma yönetim lerinin çevre sorunlarına eğil­
mesini sağlayan faktörlerdir. Bu etkiler, eğitim program lan yo lu yla ortaya çıkabilir; ör­
neğin yöneticiler ve mühendisler için çevre kursları, yap tıkları işlerde onların otomatik
olarak çevre etkilerini değerlendirmelerine yol açacaktır. Başka bir amaç da, firm alara
“çevre sorunlarını bir firmanın genel iş stratejisiyle bütünleştirmelerini sağlayacak” ör­
neğin çevre hedeflerini göz önüne alan değerlendirme ve incelemeler yo lu yla işsel ve
dıştan baskılar uygulayacak örgütlere destek verme politikasıdır (Cram er et el., 1990).
Artan sayıda firmanın bu yo la girdiği ve çevreden sorumlu üst düzeyde yöneticiler ata­
dığına dair bazı kanıtlar mevcuttur.
Hükümetler dışında firm alara baskı uygulayabilecek örgütler arasında araştırm a
enstitüleri, çevre teknolojisi sektörü, tüketici, kamu sağlığı ve çevre gibi alanlardaki si­
vil toplum örgütleri (NGO’s) de mevcuttur. Bunlar, tüketicileri çevre ve firm aların kö­
tü uygulam aları konusunda bilinçlendirerek talebi etkileyip, firm alar üzerinde baskı ku­
rabilirler. Alman tüketici örgütleri, özellikle bu tür baskılar uygulam akta çok etkin ol­
m aktadırlar.
Firm alar üzerindeki iç baskılar ise, ticaret ve sanayi örgütlerinin yan ı sıra firmaların
içindeki çevre ve satış bölümleri tarafından uygulanabilir. Bu örgütler uzun dönemli bir
stratejide, çevre sorunlarının çok önemli bir faktör olacağını firm alara göstererek uygu­
lam aları değiştirebilirler5. H âlâ bu süreci teşvik edecek uygun politikaların tasarımı ve
çevre am açlarını benimsemiş örgütlerin ve kişilerin davranış biçimleri ve kapasiteleri
hakkındaki bilgilerimizi artıracak daha fazla sosyal bilim araştırm alarına ihtiyacım ız ol­
duğu kuşkusuzdur.
Bir teknolojinin sosyal bağlantısını kullanarak gelişmesini faydalı bir yönlere çevirt­
menin usullerinden biri Yapıcı Teknoloji D eğerlendirm esi’dir, YTD (CTA= Construc­
tive Technology Assessment)6. Bu usulü son bölümde daha ayrıntılı biçimde tartışaca­
ğız. YTD, diğer teknoloji değerlendirme usullerinden, yen i teknolojiden olumlu veya
olumsuz etkilenen sosyal gruplar, kullanıcılar ve üreticiler arasında geliştirilecek bir di­
yalo ga dayanm asıyla ayrılm aktadır. Bu da, yeni bir teknolojinin geliştirilm esini etkile­
yecek çıkar gruplarının yelpazesini genişleteceği gibi, sonuçta yenilikçi faaliyetleri çev­
resel ve sosyal bakımdan faydalı yönlere çevirebilecektir.

18. A Kilitlenmeden Kesin Çözümlere


Teknolojik değişimle özdeşleşen belirsizlik nedeniyle gelişen bir teknolojinin gele­
cekteki tüm ya ra r ve zararlarını öngörmek çok güçtür. Bazı teknolojiler geliştirme aşa­
masında zararlı görünseler bile, daha ilerde çok faydalı olabildikleri gibi bazıları da,
başta çevreye karşı nötr görünüp, sonuçta zararlı çıkabilir7. Geleceği tahmin etmenin

472
güçlüğü karşısında, deneyleri engelleyen y a da aceleyle geri bir teknolojiye bağlanan
düzenleme ve diğer politika önlemlerinde çok dikkatli olmak gerekir.
M evcut teknolojilere bağlanm a veya kilitlenme, daha temiz proses teknolojileri var­
ken, sıkça aynı sıradaki başka bir teknolojiye 1 yönelip, sadece, kirlenmenin bir alandan
ötekisine transferiyle sonuçlanır8. Örneğin, zehirli gazlar çıkarm ayan alternatif bir mo­
tor geliştirm ek yerine, katalitik konverter kullanarak içten patlam alı motorların eksoz-
larından çıkan zehirli gazları azaltm aya çalışmak gibi.
Tablo 18.2 G SYİH ’nm N ihai E nerji Yoğunluğu * (1000 E C U gelir
için ton cinsinden p etrol karşılığı) 1973-93

Ü lkeler 1973 1988 1993

Belçika 0.64 0.49 0.47


D anim arka 0.46 0.31 0.32
A lm anya 0.52 0.40 0.39
Y unanistan 0.51 0.60 0.52
Fransa 0.44 0.36 0.38
İrlanda 0.59 0.57 0.43
İtalya 0.46 0.36 0.37
Lüksem burg 1.51 0.74 0.65
H ollanda 0.59 0.47 0.44
Ingiltere 0.62 0.45 0.44

A vrupa Topluluğu 0.52 0.41 0.41


* Enerji yoğunluğu, Enerji gayri safi iç tüketim in 1980 fiyatları ve 1980 döviz kurlarından G SY İH ’y a bölünmesi.
K a yn a k : E u rosta t'd a n (CEC, 1994a); a y n ı z a m a n d a (CEC, 1990, 1995) y e n ile n m iş tir ; E u rosta t E n erji İsta tistik leri.

Sıradaki teknolojileri kullanm ak, firm alar için temiz proses teknolojisi yeniliği y a p ­
maktan çok daha fazla avantaj ve kısa dönemde esneklik sağlar; mevcut sermaye stoku­
na kolayca eklenebilir ve büyük bir proses yeniliğinden daha kısa zamanda öğrenilebi­
lir. Bu yaklaşım , normal koşullar altında mevcut tesisin kirliliğini kontrol etmek için
rasyonel bir çözümdür. Buna ek olarak, sıradaki teknolojiler çözümü çok geniş bir üre­
tim teknolojileri yelpazesine uygulanabileceğinden, kirlenme kontrol araçları geliştirip
imal eden firm alar bakım ından temiz proses yeniliklerine göre çok daha büyük bir pi­
yasadır. Bu avantajların sonucu olarak, çevre koruma yeniliklerini teşvik eden politika­
lar istemeden de olsa, uzun dönemde kirliliğin kaynağına inecek temiz proses teknolo­
jilerinin ortaya çıkmasını engelleyecek, sıradan teknolojiler temelinde daha düşük nite­
likteki teknik çözümler geliştirilm esine yardım etmiş olmaktadır. Sıradaki teknolojilere
bağlanmak, eğer bir taraftan daha temiz proses teknolojilerini araştıracak örgütleri teş­
viki etmeyi ön görm üyorsa "kirleten öder” ilkesini güçlendirm ektedir. Bu durumda,
özellikle küçük firmaların belli bir mali ve teknik yardım almadan daha temiz proses
teknolojileri geliştirm eleri ve kullanm aları söz konusu değildir.
i “End-of-pipe-technologies” aynı seriden, sıradaki, bilinen, benzer veya ya k la şık değerlerdeki bir teknoloji anlamında.

473
Uzun dönemli çözüm, bir birim hasıla yaratm ak için gerekli tüm girdilerin m iktarı­
nı azaltacak yenilikleri teşvik etmektir. Bu sadece firm alara tasarruf olanağı sağlayan,
belli bir üretim düzeyindeki gerekli kaynakları azaltm akla kalm ayacak, fakat birçok du­
rumda girdiler azalacağından, çıktıların da atıkları azalmış olacaktır9. Daha düşük gir­
di/çıktı oranları teknik bakımdan olabilir. Enerji m aliyetlerinin, 1973 ve 1988 arasında­
ki ilk büyük artışında, A vrupa’da her 1000 E CU ’lük milli gelir artışındaki enerji yoğun­
luğu ortalama %20 kadar düşmüştür. Bu dönemde, D anim arka’da enerji yoğunluğu
%33 düşmüştür. Bu iyileşme 1990’larda yavaşlam ıştır (Tablo 18.2); Bunun muhtemel
sebebi, nispi enerji fiyatlarının uzun zamandır eskisi gibi enerji tasarrufunu teşvik ede­
cek bir düzeyde olmaması ve karbon emisyon vergisinin bir türlü getirilememesidir.

18. 5 Çevresel Olarak Sürdürülebilir Kalkınmada Kamu Politikalarının Rolü


Sürdürülebilir kalkınm ayı destekleyen politikaların esas amacı çevreye ya rarlı tek­
nolojilerin hızla yayılm asını teşvik etmektir. Y ayılm a çevresel yenilikler hakkında bilgi­
li ve bunları sanayinin ihtiyaçlarına uygulayabilecek yetenekteki insanların sayısını ço­
ğaltm ayı öngören program larla teşvik edilebilir. Projeleri ve teknoloji transfer program­
larını tanıtan politikaların teşviki de potansiyel kullanıcıların 10yelpazesini genişletecek­
tir. M arjinalist ilkelere 1 (aşağıda tartışacağım ız) dayalı satın alm a program lan da tek­
nolojileri doğrudan tanıyan ve bunları özel sektörde uygulam a imkanı olan insanların
sayısını artırarak en iyi tekniklerin hızla yayılm asına yol açacaktır.
Çevresel olarak sürdürülebilir kalkınm a amacı, her biri ayrı bir gelişme ve uygula­
ma biçimi izleyen çok geniş bir yelpazedeki teknolojilerin geliştirilm esini ve uygulanm a­
sını gerektirir. Çok sayıda teknolojilerin mevcudiyeti, ihtiyaçlar ve uygulam a sorunları,
hükümetlerin belli bir problemi çözmek için gereken yen ilik konusunda ayrıntılı bir en­
formasyona sahip olmalarının güçlüğünü gösterir. Firm aları, çözümlerini tanımlamak
yerine sorunlarını çözmek için aşağıda tartışacağım ız, son derece geniş bir alandaki
kaynaklar ve uygulam alara dayanan yenilikleri destekleyen araştırm a program larında
teşvik etmek üzere tasarlanm ış politikalar yapılm alıdır; böylece de potansiyel olarak en
geniş yelpazede ya rarlı teknolojilerin ortaya çıkarılm ası ve geliştirilm esi mümkün ola­
caktır. Bu amaç da, yenilikçi firmaları, kamu araştırm a kuram larını, yen i ürün ve üre­
tim teknolojilerinin potansiyel kullanıcılarını ve sivil toplum örgütlerini kapsayan araş­
tırm a ve satın alam program ları yo lu yla gerçekleşebilir. Ek olarak ortaya çıkacak çok
geniş bir alandaki potansiyel teknolojilerin kullanım ını sağlam ak için, kamu satın alma
programları, firm aları yen i teknolojileri geliştirm eye yönelterek, mümkün olduğu kadar
çok firmanın potansiyel olarak bu program lardan yararlanm alarını da öngörmelidir. Bu

i “Incrementalist principles”.

474
son nokta özellikle önemli olup, çeşitli firm aların bu teknolojileri çok özel biçimlerde
kullanm a yollarının ve bilgi kazanm alarının önemini vurgular.
Çevresel olarak sürdürülebilir satın alm a program larının bem geleneksel hem de y e ­
ni teknolojileri keşfetmeye ihtiyacı vardır. Ö zellikle yeni teknolojilerin, çevre bakım ın­
dan pek çok potansiyel avantajları bulunm aktadır. Örneğin, bilişim iletişim, yen i mal­
zemeler, biyoloji mühendisliği teknolojileri çok geniş bir alanda, çok yeni ürün, üretim
ve tüketim teknolojileri im kanları sergilem ektedir: Bilişim teknolojileri, sanayide ve ko­
nut ısıtm ada gelişmiş kontrol sistem leriyle enerji ve diğer malzemelerden büyük tasar­
ruf yapabilirler. Tablo 18.3 bilişim teknolojileri kullanm aktan tutun, gerçek zamanlı
sensör aletleri geliştirm eye değin bir sürü yo lla temiz üretim süreçleri ve düşük gir­
di/çıktı oranlarının çevreye nasıl hizmet ettiklerine dair çeşitli örneklerini verm ektedir.
Diğer bir örnek de, bilişim ve iletişim teknolojilerinin (ICT) evde oturarak bilgisayar­
la çalışma, uzaktan alışveriş (= teleshopping) ve video bağlantılı iş görüşm eleri ve top­
lantıları yapılm asına imkân vererek, enerji kullanım ını ve seyahat gereksinim ini azalt­
m asıdır11.
M evcut teknolojiler içinde hem radikal dönüşümler hem de küçük iyileştirm eler ge­
rekm ektedir. Geleceğin büyük dönüşüm yap acak yeniliklerine örnek olarak, çevresel

Tablo 18. 3 E lektronik Sensör Teknolojisine A& G Yatırım ı Yapmanın


P otansiyel Faydalan H akkında Seçilm iş Bazı ö rn ek ler *

T eknik ö n le m le r E tk ileri

Temiz prosesler:
D öner çimento fırınındaki yanm anın azaltılm ası NO em isyonunda %20 azalm a

Isı ve elektrik üretim inde gelişm iş kontrol teknikleri SO 2ve N Ox em isyonlarında % 10-20
arası bir azalm a

Evlerdeki sıcak su ısıtıcılarında gelişm iş kontrol CO2 em isyonunda %10 azalm a


tekniklerini kullanm a

Girdi/çiktl oranlarının a»j*1fı1ma»ı


N ikel elektrokaplam a havuzunda pH değerlerinin Havuzun hayatını 2-3 misli artırm a
ve nikel m iktarının sürekli kontrol yöntem i

K arayollarındaki araçların m esafelerini gösteren A raçlann verim lerinde 2-3 m isli artış
kontrol araçların ı sürücü kullanım ına vermek (karayolu alt yap ısı ihtiyacını azaltm ak)

Çam aşır m akinelerinde çeşitli deterjanların D eterjanda %50, enerji ve suda %10
dozunun otomatik ayan tasarru f

Plastik levhaların kalınlığının sürekli ölçümü Hammadde tüketim ininde %2-10 arası bir azalm a

°A ngerer'den (1992) uyarlanm ıştır.

475
olarak kendini sürdürülebilir bir ekonominin merkezinde önemli bir rol oynayabilecek
güneş veya diğer yenilenebilir enerji teknolojileri gösterilebilir. Çevresel etkileri bakı­
mından faydalı olacak küçük yeniliklere örnek olarak da, jet motorlarında ya k ıt etkin­
liğini artıran ve NOx emisyonunu azaltan teknik uygulam alar gösterilebilir.
M arjinalizm (= incrementalism) teriminin, bazı araştırıcılar tarafından yeniliğin bir
sınıflaması y a da taksonomik bir yen ilik tipi (= taxaonomic type of innovation) olarak
kullanılmasından çok, yen ilik sürecine özel bir yaklaşım ın tanımı olduğunun hatırlatıl­
ması gereklidir. M arjinalist bir yenilik süreci, hem küçük hem de radikal yenilikler y a ­
ratabilir. M arjinalist sürecin temel ilkesi, yen ilik sürecinin, geliştirilen bir teknolojinin
en geniş sayıda araştırıcılar ve potansiyel kullanıcılar tarafından sürekli evrime uğratıl­
ması biçiminde tasarlanm asıdır. Bu da her teknik ilerleme için nispeten kısa geliştirme
zamanı, küçük projeler, her proje için küçük bir yatırım hacmi ve başka bir am açla kul­
lanılması mümkün olmayan projeye ait özel altyap ıları asgari düzeyde tutm akla gerçek­
leşebilir12. Son üç kriter, geniş bir yelpazedeki firma ve araştırm a kurum larının belli bir
teknoloji içinde kalan paralel araştırm a projeleri yürütm elerine imkân verir; böylece de
çok sayıda insanın piyasanın katı araçlarını veya piyasa dışı araçları kullanarak, bu tek­
nolojiyi kritik biçimde değerlendirm elerine fırsat verileceği gibi, bu değerlendirm elerin
sonuçlarından daha sonraki teknik gelişm eler için bir kılavuz olarak yararlanılabilir.
Y enilik sürecine m arjinalist yaklaşım ın amacı, bir dizi pahalı teknolojiye aşırı yatırım
yaparak, sonunda çalışmayan, çok pahalı veya çevreye, yerin e geçeceği teknolojiden
çok daha zarar verici bir teknoloji yaratm aktan kaçınm aktır. Bu durum, az sayıda araş­
tırm a enstitüsü veya teknolojik bakımdan ileri firm ayla sınırlanmış, büyük, pahalı ve
uzun vadeli araştırm alarla, tamamen yeni, radikal teknolojiler yaratm aya yönelik gü­
dümlü projelerdeki potansiyel sorunların başında gelir. Yine de potansiyel olarak tama­
men faydalı bir teknolojinin ortaya çıkabileceğinin kestirildiği durum larda, bu m arjina­
list ilkelerden biri veya birden fazlası feda edilebilir13.

18. 6 Bir Sistem Yaklaşımı: Tamamlayıcılık ve Tutarlılık


Çevresel olarak sürdürülebilir kalkınm a amacı, yeni teknolojilere yatırım ı destekle­
yecek ve başarılı uygulam aların yayılm asını hızlandıracak bir dizi tamamlayıcı politika­
lar gerektirir. Bu politikalar yu k arıd a tartışıldığı gibi, Tablo 18.4’de özetlenen iki temel
politika alanına ayrılabilir. Bu iki alan, çevreye ya rarlı teknolojilerin araştırılm asına yö ­
nelik yatırım lara yo l gösterecek ve bu teknolojilerin geliştirilm esini ve yayılm asını teş­
vik edecek türden politikalardan oluşmaktadır. Rekabetçiliği ve sanayinin bir değişim
yapabilecek kapasitesini destekleyecek politikalar, çevresel olarak sürdürülebilir bir
kalkınm a için ön koşul sayılır. Bu koşulları tersinden de düşünebiliriz: Çevresel olarak

476
sürdürülebilir bir kalkınm ayı destekleyen politikalar da sanayinin rekabetçiliğini azalt-
mamalıdır. Ülkelerin dezavantajlı duruma düşmemeleri için de, bazı alanlarda ulus­
lararası anlaşm alara gerek duyulur.
Çevre teknolojilerini geliştirme politikaları, sanayinin rekabetçiliğini iki yo lla sağla­
yabilir: Birincisi, bir birim hasıla için gereken malzeme ve enerji girdilerini ortalam ada
azaltan yen i teknolojiler aynı zamanda m aliyetleri de azaltır. Örnek olarak, Hollan­
d a’daki kamu ulaşımı, gıda, elektro kaplama, metal işleme ve kim ya sanayilerindeki 45
kirliliği önleme projesinden sadece üçü firm aların m aliyetlerini artırmış, 19’u m aliyetle­
ri etkilememiştir. Yirmi proje ise m aliyetleri düşürmüş ve bunlardan 16’sı proje harca­
malarını bir yıldan daha kısa bir zamanda geri ödemiştir1. İkincisi, ürün ve üretim tek­
nikleri yeniliklerini çok sıkı çevre performans ve güvenlik standartlarına göre yönlendi­
ren politikalar da, eğer bu standartlar gelecekte, birçok ülke tarafından talep edilecek-
15
se, sanayinin küresel rekabetçiliğini artırabilir .
Çevre sorunları ulusal sınırlara saygı göstermez. Bir ülkede sanayinin veya tüketici­
lerin yarattığı ürün atıkları, hava ve su yo lu yla diğer ülkelerde ve hatta C FC ’lar örne­
ğinde olduğu gibi, küresel kirlenm eye yol açar. Bunu tersine bir örnek de, çok sayıda-
Tablo 18. 4 Ç evresel O larak Sürdürülebilir Kalkınm a
Am acını D estekleyen Temel P olitika O psiyonlan
1. Yeniliği yönlendirmek için özellikle daha temiz proseslere ve düşük girdi/çıktı oranlarına yol açan politikalar:
• Hava, su, toprak ve ürün kalite stan dartlan belirlem ek şeklinde doğrudan düzenleme.
• Kirletme ve ürün vergileriyle ticarete konu kirletm e izinleri gibi iktisadi araçlar
• Satın alm a, doğrudan A&G desteği veya dolaylı m ali yardım .
• Sosyal bağlantıları değiştiren politikalar, sosyal ikna yo lları, talep ve yap ıcı
teknoloji değerlendirm esi.

2. Yenilik sürecini etkileyen ve yeni bilginin yayılmasını garantileyen politikalar:


• M üm kün olduğu her yerde kısa geliştirm e zamanı ve küçük projelerle çok sayıda örgüt ve firmanın katıldığı
ortak A&G projeleri tem elinde m arjinalist ilkelerin h ayata geçirilm esi.
• Yenilik projelerinin, ağ (netw ork) yak laşım ıyla önemli araştırm a enstitüleri, firm alar ve diğer örgütlere
bağlanılarak, m erkezi olmayan kontrolü.
• Tanıtım projeleri ve teknoloji transfer program ları

ki ülkenin yarattığı kirliliğin tek bir ülke veya bölgede toplanması durumudur: Hollan­
d a’daki nehir ağındaki ağır metal kirliliğine Belçika, Fransa, Alm anya ve İsviçre’deki
sanayi tesisleri neden olmaktadır. Benzer bir sınır ötesi sorun da, Kanada ile Amerika
arasındaki Büyük Göller Bölgesi’nde ve dünyanın diğer bölgelerinde görülmektedir.
Çevre sorunlarının uluslararası boyutu veri alındığında, çevresel olarak sürdürülebilir
kalkınm a amacı dünyanın tüm bölgeleri ve ülkeleri için önem kazanır ve yeni teknolo­
jilerle bunları destekleyen kuram ların yaygınlaşm asını gerektirir. Sorunların ve çözüm­
lerin uluslararası niteliği, Birleşmiş M illetler gibi güçlü uluslar ötesi kuruluşların rolle­
rini öne çıkardığı gibi, aynı zamanda bazı kirlenme türleri ve kaynaklarının yerel nite­

477
liği de farklı kurum lar ve çözümler geliştirilm esini gerekli kılm aktadır; örneğin evsel ve
sanayi atıklarının yo k edilmesi veya döndürülmesi (= recycling) yerel ve ulusal yönetim ­
lerin konu üzerinde yoğunlaşm asına bağlıdır. Bu nedenle, çevre bakımından sürdürüle­
bilir bir kalkınma, her düzeydeki yönetim lerin aktif katılım larıyla gerçekleşebilir. Bu
da, her düzeydeki sorumluluğun belirlenmesi için ortaklık ilkesinin dikkatle uygulan­
masını gerektirir. "O rtaklık ilkesi ”16 karar vermenin, her durum da etkin karar alabile­
cek olan en alt kademelere kadar indirilmesi anlam ına gelmektedir.
ABD ve Kanada örneği federal hükümet türlerinde, sorumluluk dağılım ı özel anaya­
sal, yasal ve siyasal şartlara bağlı olm akla birlikte, ortaklık ilkesi, en geniş anlam da y e ­
rel katılım ı sağlamak ve merkezi bürokrasiyi azaltm ak için ya rarlı bir rehber olabilir.
Yine de Avrupa Birliği ve ABD Federal Hükümeti örnekleri düşünülürse, birçok so­
rumluluğun en iyi şekilde üst düzeyde üstlenileceği veya uluslarötesi, federal, ulusal ve
yerel yetk i odaklarıyla ortak biçimde taşınabileceği anlaşılır. Gelecek için ümit verici bir
husus da, dünya çapındaki kıtalararası ajansların güçlü çevre politikalarıyla ulusal ve
yerel rekabetçi avantajların yitirilm esine yo l açan sorunlardan kaçınm ak için, örneğin
karbon vergisi vermek gibi, küresel standartları uygulam ada daha büyük sorum luluk­
lar alm aya hazır olmalarıdır.

18. 7 Sonuçlandıran Yorumlar


Bu bölümde, çevresel olarak sürdürülebilir kalkınmanın genel amacı ve politika op-
siyonları ana hatlarıyla ortaya kondu, ancak bu politika opsiyonlarını belli bir teknolo­
jik değişme hedefine ulaşm ak için en etkin yönlendirm e usulleri derinine tartışılmadı.
Tüm bu siyasi sorunlar toplum tarafından tartışılm alı ve dem okratik biçimde kararlar
alınm alıdır.
Politika opsiyonları arasındaki seçim, bunların teorik olarak güçlü veya zayıf y a n ­
larından çok, örneğin doğrudan yasaklam a mı yo ksa kirletme izinlerinin ticareti mi
daha etkin olur, şeklinde bir tartışm a yerine belli opsiyonlar etrafında siyasi bir anlayış
yaratm ak gibi pragm atik hususlara dayanır. Aynı anda çeşitli opsiyonları kullanm a ih­
tiyacı da vardır; özellikle satın alma program ları, sosyal bağlantıları değiştiren poli­
tikalar ve diğer doğrudan düzenleme veya iktisadi araçlarda belli opsiyonlara bir ağır­
lık verilse de, uygulam adaki en iyi araçlar siyasi kararlardır.
Özel bir çevre sorunu üzerinde bir anlayış oluşturma ve hatta bunu tanımlamak,
eğer çevre amaçları birbirine kilitlenmiş teknolojilerde önemli sistemik değişikliklere
yo l açıyorsa, çok daha güçtür. Örneğin tarım, sadece bir üretim ve tüketim sistemi
değil, gelir desteği, makine teçhizat, gübre ve tarım ilaçları şeklindeki mali yardım larıy­
la hükümetleri de ilgilendiren bir sektördür. Tarımın yarattığı çevre sorunlarını çöz­

478
mek, sadece daha az zararlı ilaçların geliştirilm esi gibi küçük değişiklikleri değil, fakat
tarım üretiminin tüm yapısında bir değişme gerektirebilir. Benzer şekilde, enerji tüketi­
mini azaltm ak, yü z yıld a gelişmiş karm aşık bir ulaşım alt yapısında özel arabalara göre
kamu taşım acılığının esnekliğini artırm ak ve bunu çekici bir hale getirm ek için sistemik
değişiklikler gerektirir. Bu tip teknoekonomik sistem değişiklikleri, kamuoyunun ikna
edileceği bir siyasi tartışm a olmaksızın gerçekleştirilem ez. İktisadın bu siyasi cephesine
son bölümde y e r vereceğiz.

Notlar

1 K aynaklarda bir azalm a olması ve çevreye belli bir zarar verilm esi kaçınılm azdır. Sorun, kaynaklardaki bu azalm ayı
ve zararı dönüşüm yap arak, ikame ve zarar kontrol politikalarıyla tersine çevirm ektir.

2 Güdümlü projelerin öne çıkan özellikleri hakkında kritik bir tartışm a için bkz. Ergas (1987, 1992).

3 Hidrojenin biyolojik üretimine yö n elik bir temel araştırm a program ının sürekli izlenmesi hakkındaki bir Alman ör­
neği için bkz. M eyer-K rahm er ve Reiss (1992).

4 Çeşitli tiplerdeki düzenlem e yaklaşım ların ın faydaları ve dezavantajları hakkındaki bir tartışm ayı, standartlar koy­
mak veya kirletm e ve ürün vergileri alm ak şeklindeki iktisadi araçları incelemek dahil, Pearce e t al., (1989) ile M il-
liman ve Prince (1989) sağlam aktadır. A yrıca bkz. Howes e t al., (199T).

5 ö rn e k o laylara dayalı olarak firm aların çevre sorunlarını, stratejik firma planlam asıyla bütünleştirdiklerine ilişkin
bazı kan ıtlar için bkz. Groenewegen ve V ergragt (1991).

6 CTA teori ve pratiğine ilişkin bir tartışm a için bkz. Van Boxsel (1989) ve Schot (1992).

7 Son durum , çok iyi bilinen kloro-floro-karbon (chlorinated flouro-carbons) gazlan dır; gıda israfını önleyen buz-
dolaplannda kullanılır, ancak ozon tabakasına zarar verir. Sivrisineklerin neden olduğu hastalıklara karşı korum a
sağlayan fakat faydalı böcekleri de öldüren DDT; tarım arazisini çoğal tan fakat sonunda tuzlanm ayı ve hatta çölleş­
m eyi getiren sulam a projeleri de örnek gösterilebilir. Son örneği belgelemek güç olup, aslında bu tartışm alı bir
konudur. Bu grup örneklerin muhtemel adayları, askeri am açlarla geliştirilm iş b ilgisayarlar ve kazaen ye n i sakatlık­
lar (patojen) yaratab ileceği endişesi getiren rekombine DNA teknikleridir.

8 Sıradaki teknolojiler, sanayi proseslerin kirli akıntılarını temizlemek için tasarlanmışlardır. Buna örnek, kömür yakan
elektrik santrallerinde sülfiir dioksidi çıkaran temizleme araçlarıdır. Sıradaki teknolojiler, temizledikleri bileşikleri yen i­
den devreye sokarak girdi miktarını azaltabiliyorlarsa daha temiz proses teknolojileri olarak işlevlerini görmüş olurlar.

9 Bu sonuç, Pearce ve Turner (1984) tarafından m atem atik olarak gösterilm iş, fakat bazı durum larda girdilerin azal­
tılm asının çevre bakım ından y a ra rlı olm ayacağı anlaşılm ıştır. Girdi ihtiyacının azaltılm asının doğrudan ve dolaylı et­
kileri bilinmeden bu konuya k arar verilem ez çünkü girdileri azaltm ak b aşka yerlerd ek i çevre sorunlarım artırabilir.
Örneğin, karm aşık bilgisayar kontrol sistem leri gerektiren enerji sakıngan prosesler tüm leşik devre üretim ini ar­
tırarak, zehirli m addelerin kullanım ını çoğaltabilir. Bir teknolojinin çevresel etkisini değerlendirm edeki güçlük, bu
m addelerin ve atık ürünlerin uluslararası ticareti nedeniyle daha da karm aşıklaşır.
10 Bu program ların etkenliği, yen i teknolojiler sağlayan sanayilerin yap ısın a da bağlıdır. Genelde proje tanıtımının ve
enformasyon yayılm asının desteklenm esinin y ay ılm a hızı üzerindeki sorunsal etkisi ve eski teknolojinin ısrar gücü,
eğer teknoloji sağlayan sanayi rekabetçi ise muhtemelen daha az olacaktır.

479
11 Bkz. Freem an (1992) ile Kemp ve Soete (1990). Enformasyon teknolojilerinin seyahat ihtiyacını azaltm a gibi potan­
siyel bir faydası olm asına rağmen, bu fayda zevk için seyahat talebinin artm asıyla dengelenebilir (C ram er ve Zeg-
veld, 1991). Bu eğilim de ayn ca, kullanım ı artan yelk en li gem iler, balonlar ve diğer enerji sakıngan kam u taşım acılığı
biçim leriyle dengelenebilir.

12 M arjinalciliğin yoğun biçimde tartışıldığı büyük ve serm aye yoğun projelere yap ılan aşırı yatırım lara bağlı başarısız
bazı tarihsel örneklerin verildiği y a y ın la r için bkz. Collingridge (1981, 1990) ile Collingridge ve Ja m es (1989).

13 ö rn e ğ in teknik sınırlam alar, füzyon araştırm alarında büyük ölçekli güdüm lü projelerin yapılm asını güçleştiriyor.
A vrupa Topluluğu içinde füzyon araştırm aları y a k la şık 4.5 m ilyar ECU tutm akta ve bu m aliyete 15-35 m ilyarlık
prototip bir füzyon elektrik jeneratörü inşasının m aliyetini eklemek gerekm ektedir (Ford ve Lake, 1991). Füzyon
reaktörü, eğer iktisadi açıdan ve çevre bakım ından olabilirliğini ortaya koyabilirse, büyük ölçekli güdüm lü pro­
jelerin başarısına bir örnek oluşturacaktır. D iğer taraftan, füzyondan elde edilecek enerji bu iki kriteri karşılarsa,
muhtemelen küçük ölçekli birim lere uygun olan elektrik üretim k aynakların a daha az fon ayrılacak ve m arjinalist il­
keler, tek bir projeye bu denli büyük kaynakların ayrılm adığı, riski az, ticari düzeydeki olabilirliği aynı veya daha
fazla sayılan projelere uygulanacaktır.

14 Bu üç projenin m aliyete etkileri değerlendirm e aşam asında bilinm iyordu. Bkz. Dielman ve de Hoo (1993).

15 Bu nokta Porter (1990) ile Irwin ve V ergragt (1989) tarafından vurgulanm ış; Bill Clinton, A BD 'de Dem okrat Par­
ti yönetim inin çevre politikasını ana h atlarıyla ortaya koyduğu bir m akalede (G uardian, 9 Kasım 1992) iddiasını, Al­
m anya’nın 1980’lerde enerji sakıngan ürünler ihracatını diğer sanayi ürünleri ihracatına göre ik i kat hızda artırdığını
Alman verilerini göstererek kanıtlam aya çalışm ıştır.

16 “Sub sidiarity principle”.

480
19. Bölüm

Sonuçlar: Sanayi Yenilik İktisadının ötesinde

19.1 İktisat Bilimi ve Teknolojik İlerleme: Neyi, Nerede ve


Nasıl Değerlendireceğiz?

u son bölümde, bilim ve teknoloji üzerindeki yorumlarım ızı, dar anlamda “mad­

B di refah” perspektifinden ötede, daha geniş bir politika tartışm asıyla sonuçlan­
dırmak istiyoruz. Önceki bölümde, bilim ve teknolojinin uzun dönemli sürdü­
rülebilirlik ve refahla bağıntılı rolünü daha ciddi bir değerlendirm e gereği üzerinde dur­
muştuk. Bu bölümde ise bilim ve teknoloji sorunlarını daha geniş bir toplumsal çerçe­
veyle bütünleştirmeye çalışacağız. İlk kesimde kısaca, bazı geleneksel teknolojik kav­
ram yanlışlıkları üzerinde duracağız; buna ölçüm sorunu dahildir. Analizin ikinci kesi­
minde, bakışımızı teknolojinin içselleşmiş niteliğine çevireceğiz. Son kesimde “ya p ıcı”
teknoloji değerlendirmesinin bazı temel sorunları ortaya konacaktır.
Bir çok iktisatçı için teknolojik değişmenin değerlendirilmesi, iktisadi gerçekten ko­
puk bir bilmecedir. Bunun başlıca nedeni, geleneksel iktisat çerçevesinde teknolojinin,
örneğin iktisadi büyüme etkileri olan “dışsal” bir faktör sayılması —nüfus artışı örneğin­
de olduğu gibi—belli bir param etrik değer ötesinde, ancak bilim adam ları ve mühendis­
lerin açacağı bir “kara kutu” içindeki bir değişken olmasıdır, iktisat biliminin topluma
katkı sınırlarının bilincinde olanlar, eğer teknolojinin iktisadi büyüme ve kalkınm aya
katkısını yorum layacak bir iktisat vizyonuna sahip olurlarsa daha da övgüye değer bir
iş yapm ış olacaklardır. Bu özel iktisat ve teknolojik değişme vizyonu ise (tanımı gereği

481
başka türlü olamaz) piyasaların kaynakları en iyi şekilde tahsis ettiği varsayım ı altında,
iktisadi büyümenin giderek önemi artan maddi cephesiyle ilişkilidir.
Bu yaklaşım aynı zamanda, teknolojik değişmenin, genelde, ölçülme yolunu da y a n ­
sıtmaktadır. iktisat açısından, teknolojik değişmenin ölçülmesi genellikle çok iyi tanım ­
lanmış iktisadi etkilere indirgenir; verim lilik artışı veya yen i ürünlere talep cinsinden.
Yeni ürünlerin üretim fonksiyonuna sokulması yeniden metodolojik sorunlar yarattığı
için, genelde teknolojik değişmenin iktisadi kalkınm aya katkısı, bir kez daha verim lilik
artışına indirgenir, sermaye ve emek verim liliğinin ağırlıklı bir ortalaması cinsinden ifa­
de edilen tipik bir toplam verim lilik kavramı. Ölçüm sorunlarına ilk bölümde değindi­
ğimiz gibi, 13. Bölüm'de daha sistematik biçimde ele almıştık; burada tekrar ele alıyo­
ruz çünkü teknolojik değişmenin sosyal etkileri sadece iktisadi terimlerle yap ılan tekno­
lojinin iktisadi analizi çerçevesinde gösterilebilir, şeklinde genellikle kabul gören bir an­
layış mevcuttur.
Çok yaygın s o s y a l etkileri olan birçok yeniliğin iktisadi etkilerinin, büyüme ve et­
kenlik gibi m akroiktisat düzeyinde dolaylı veya küçük olması iktisatçılar için her zaman
sürpriz olmuştur. Ağızdan alınan doğum kontrol hapının icadı, birçok batı ülkesinde
1960’lar ve 1970’lerde, cinsi davranış biçimlerini derinden etkileyerek, tıp ve sosyal
etikte bazı temel tartışm alara yol açmıştır. Bunun m akroiktisadi etkisi ihmal edilir cins­
ten olup, dolaylı etkisi kadınların işgücü piyasasına daha fazla çıkm asıydı. Genetik p ar­
mak izi —biyoteknolojideki en son teknik ilerlem e—özellikle tecavüz, yaralam a ve cina­
ye t gibi durum larda suç belirleme ve hukuki süreçte adli tıp için çok önemli bir geliş­
medir. Bu aynı zamanda, tıpta tanı ve hayat sigortasında önemli sonuçlar doğurmuş ve
yine tıp ve sosyal etikte temel sorunlar ortaya çıkarm ıştır. Buna rağmen, bu teknik iler­
lemenin iktisadi etkisini tahmin etmek güçtür, ölçülse de muhtemelen küçük çıkacaktır.
Bunun gibi, birçok yeniliğin sosyal etkileri ne kadar büyük de olsa ölçülebilir iktisadi
etkileri kayda değer olm ayacaktır.
iktisadi analize getirilm iş yetersiz ve ilk bakışta, teknoloji değerlendirmesinde önem­
siz görünen bir başka ayrım da, bir sektörde yap ılan yeniliklerle, bunun ekonominin di­
ğer sektörlerinde veya tümündeki etkileri arasındaki farktır. Bilim ve teknoloji alanın­
daki birçok yaz ar tarafından (Freeman, 1982; Pavitt, 1984; Rosenberg, 1982) yapılan
teknoloji taksonomilerinde belirlendiği gibi, etkileri bakım ından teknolojik ilerlemeler
y a “y e re l” y a da “y a y g ın ” şeklinde tanımlanır. Bunu bir örnekle gösterelim: Düz cam
(float) prosesi, Pilkington firması tarafından 1960’larda getirildiğinde, firm alar ve ge­
nelde tüm cam firm aları için çok büyük bir iktisadi önem taşıyordu; birkaç y ıl içinde
dünyanın başlıca cam im alatçıları bu sürecin lisansını almış bulunuyorlardı. Buna rağ­
men, cam sanayisi dışında hiçbir uygulam ası olmadığından, m akroiktisadi önemi fazla

482
olmadı. Daha önce 7. ve 17. Bölümlerde tartıştığım ız mikroişlemcilerin ve bilgisayarın
etkileri ise hemen her sektörde hissedilmiş, ekonomiler üzerinde etkenlik, büyüme ve
hatta istihdam perform anslarına büyük etkilerinden kuşkulanılm ıştır.
Başka bir ifade ile iktisatçılar, teknolojik ilerlemenin sosyal etkilerini nadiren anla­
yabildikleri gibi bunun çok geniş bir yelpazedeki iktisadi etkilerini ölçmekte de yetersiz
kalm ışlardır. Bu sorun geçtiğimiz on yıld a daha da ciddi bir şekilde hissedilmiştir:
1960’lar ve 1970’lerde iktisadi araştırm aların çoğu teknolojik ilerlemenin esas yeri ve fi­
nansman kaynağı olarak görülen sanayi sektörünün analizleriyle sınırlı kalmışken, 17.
Bölüm’de gördüğümüz gibi bu yaklaşım önemli teknolojik değişmelerin ortaya çıktığı,
sayıları giderek artan çok sayıda yeni hizmet sektörünü ele alırken büyük sorunlar or­
taya çıkarm ıştır. Bunlar, 17. Bölüm’de değinilen ICT’nin hizmetlerde ve genelde kalite
iyileştirm elerindeki etkilerinin ölçüm ve endekslenmesi sorunlarıdır. Hizmet faaliyetle­
rini sistematik biçimde ölçüm alanına almanın anlamı, teknolojik ilerlemenin gerçek,
doğrudan etkilerini anlam ak gibi giderek çetrefil hale gelen bir sorunla karşılaşm aktır.
Bir çok hizmet sektöründe, teknik ilerlemenin iktisaden ölçülebilir etkileriyle hayatın
sosyal kalitesi üzerindeki etkilerini ayırm ak çok daha güçleşmektedir.

19. 2 İktisadi İlerlemeyi Değerlendirmek ve İçsel Teknoloji


İktisatçılar 1 arasında olduğu gibi özellikle politikacılar arasında da giderek artan bi­
çimde geleneksel iktisat düşüncesinin, teknolojiyi ‘‘dışsal’’ sayan yaklaşım ının ve buna
bağlı olarak ölçümlerde ortaya çıkan sapmaların, artık son zam anlarda politika tasarım ­
ları açısından tartışılabilen ekonomi-teknoloji etkileşimi için kullanışlı bir çerçeve oluş­
turm aktan çok bir engel yarattığı anlaşılm aktadır. Özellikle, Solow paradoksu denen,
verim liliğin yavaş artışı, iktisadi, “gelişme" sürecinin değerlendirilm esi gibi daha genel
bir sorunun yeniden ele alınm asını gerektirm ektedir. Savaştan sonra 1970’lere kadar
olan dönemin —Je a n Fourastie’nin “L es tr e n te g lo r ie u s e s " dediği—ürün ve verim lilikle
ilgili nicel iktisadi değerlerin sürekli artışını ortaya koyduğu bir “gelişm e” m anzarası
gösterdiği ileri sürülebilir. Fourastie’nin de söylediği gibi “yirm inci yüzyılın o büyük
umudunun", "üretim, tüketim, çalışma saatleri, sağlık ve insan ömrüne ilişkin verilere”
dayanılarak gerçekleştiği söylenebilir.
Son zam anlarda yine de verim lilikle ilgili bilmeceye koşut olarak, bu tür göstergeler­
le bu maddi göstergelere ve büyüm eye ilişkin bir sürü maddi ve maddi olmayan “dışsal-
lık lara” atfedilen ağırlıkların algılanm ası arasında giderek artan farklar da ortaya çık­
m aktadır. iktisadi göstergelerin, iktisadi büyümenin birçok sosyal ve çevresel m aliyet­
lerini doğru ölçmediğinin bilinci çok fazladır. Benzer iddialar yukarıd aki diğer sorunlar
için de geçerlidir. Aynı zamanda, yen i ve daha iyi mal ve hizmetlere bağlı olarak artan

483
“tüketici refahının", mevcut makro (aggregate) göstergelerle ölçülemeyeceği bilinci de
giderek artm aktadır2.
Bu iddialar 1980’ler ve 1990’larda, teknoloji analiz yöntem lerini tedricen değiştirme­
y e başladı. OECD B rook s R a p oru (1971b), iktisadi büyüm eye bağlı olarak çevre kali­
tesini tartışırken, S u n d q v ist R a p oru (OECD, 1990) muhtemelen teknolojik değişmenin
daha geniş bir sosyal süreç olarak önemini vurgulayan ilk OECD raporuydu. Raporun
ifadesiyle:

Teknoloji, gerçek veya hayali ihtiyaçları karşılayan bir sosyal süreç olarak tanım lanabilir; bu ihti­
ya ç lar da teknoloji tarafından yaratılm ıştır. Toplum teknolojik değişme tarafından biçimlendirilir-
ken, teknolojik değişme de toplum tarafından biçim lendirilir. Teknolojik yenilikler bazen bilimsel
keşiflerin3 zorlam asıyla ortaya çıkarken, normal zam anlarda talep tarafından uyarılır, iktisadi ve
sosyal sistemin içinde doğar; sadece bu sistem dışındaki nedenlerin gerektirdiği dönüşümlere bir
uyarlam a değildir.
(OECD, 1990, s. 117)

Başka bir deyişle, teknolojik değişimin topluma ya rarlı etkileri olacaksa, topluma
“içerilm eli”, onunla bütünleştirilm elidir.
Tabii ki bu bakış açısından teknolojik değişme, bir şekilde "gökten düşmüş cennet
meyvesi” gibi dışsal bir faktör sayılmakta, toplumun ihtiyaçları ve talep tarafından içsel
bir süreçte sürekli belirlenen bir unsur olmaktan çok, bilim adamı ve teknologların fa­
aliyetleri sonucu doğarak dışarıdan getirilm ektedir, ilgi çekici bir örnek, son yirm i yılda,
1970’ler ve 1980’lerde bilim, teknoloji ve yüksek öğretime çok büyük yatırım lar yaptığı
halde kalkınm a ve büyüme performansı çok düşük olan Doğu Avrupa ülkeleridir (Go-
mulka, 1990). iy i çalışan bir piyasa mekanizmasının olmaması, bilim ve teknoloji siste­
mini yalnızlığa itiyor; sistemin “piyasa” başarısızlığı, bu ülkelerdeki bilim ve teknoloji
sisteminin yalnızlığının sadece bir yanıdır. Sosyalist denen ülkelerin geçmişteki gelişm e­
lerinde yaşanan en büyük paradokslarından biri, teknolojik değişmenin toplumla bütün-
leştirilememesidir (güvenlik standartlarının eksikliği, çevre kirlenmesini ihmal, sağlıkta
yüksek riskler ve ergonomik endişelerin olmaması). Böylece, kapitalist denen ülkelerin
tersine, sosyalist ülkelerde bilim ve teknoloji topluma ve özellikle işçilere yukarıdan em­
poze edildiği için, fabrikada kalite iyileşmesi ve etkenlik görülemiyor. Siyasi bir katılı­
mın olmaması teknolojik katılım sızlığa (= disenfranchisement) eşlik etmektedir.
Çevre ve diğer teknolojiye ilişkin sorunlar hakkındaki siyasi tartışm alar, eski sosya­
list ülkelere göre, demokrasilerde çok daha geniş bir şekilde yapılm akla birlikte birçok
açıdan hâlâ uzman düzeyindeki tartışm alardır. Kapitalist ekonomilerde teknolojinin iç-
selliği, teknolojik gelişmenin bütün düzey ve aşam alarında ortaya çıkm aktadır. Tekno­
lojinin "yaratılm ası”, teknolojik yenilik sadece bilimsel keşiflerle zorlanmamakta, fakat

484
talep tarafından uyarılm aktadır. Potansiyel bir iktisadi fikrin yen i bir ürün ve üretim
teknolojisi olarak gelişmesi, piyasadaki im kanlarla özgün fikrin birçok aşam ada etkileş­
mesini ve deneyler yapılm asını gerektirdiği gibi, icat ve yen ilik sürecinde ürün ve üre­
tim prosesi piyasaya çıkm adan önce birçok kısım larla (= loops) etkileşim halinde olma­
y ı gerektirir. Ürün ilk kez başarıyla piyasaya çıktıktan ve daha geniş bir ulusal ve kü­
resel yayılm adan sonra da, kısım lar arasında daha ileri etkileşim ler olacaktır. Ürünün
ve prosesin benimsenmesi aynı zamanda, doğal olarak sosyal davranışlar, standartlar,
kültürel normlar ve siyaset tarafından da koşullandırılacaktır. Böylece, geniş anlamda
teknolojik değişim, iktisadi ve sosyal sistemden doğmakta ve sadece sistem dışından ge­
len nedenlerle bir dönüşüme uyarlam a niteliğinde kalm am aktadır. Başka bir deyişle
toplumlar teknolojinin biçimlendirilmesinde, genelde dinlenilen bir söz sahibi olm akta­
dırlar. Bu nedenle, siyasi tercihlerin yapılm asında teknoloji değerlendirmesinin önemi
bir kez daha ortaya çıkm aktadır.
Bu aşikâr hususun birçok sanayileşmiş Batı ekonomisinde geliştirilen teknoloji poli­
tikalarının çoğunun amacı ve hedefi olduğu gerçeğinin, en nihayet, son zam anlarda an­
laşılabilmiş olması da ilgi çekicidir.

19. 3 İçsel Teknoloji Politikası: Teknolojiyi Yapıcı Olarak Nasıl Değerlendi­


rebiliriz?
Bir önceki politika tartışması, temelinde teknolojinin iktisadi çerçevesinde odaklan­
mıştı. Ancak, yeni bir ürün ve üretim sürecinin iktisadi olabilirliği, bir teknolojinin "sos­
yal" bütünleşmesinde çok önemli olmakla birlikte, diğer sosyal, ahlaki ve sosyopolitik
çerçeveler de önemli roller oynam aktadır. Bir kez, teknolojik im kanların karm aşık, iç­
sel bir değişim sürecinde, toplumla tartışılıp genelde beraberce düşünülerek yaratıldığı
kabul edilince, bilim ve teknoloji alanındaki politikaların bir teknolojik değişimin ikti­
sadi bütünleşmesiyle sınırlanam ayacağı, fakat daha geniş bir çerçevede toplumla etkile­
şiminin bu sürece katılm asının gerekeceği açıkça anlaşılır. Toplumla bu geniş etkileşim ­
de, teknolojik değişimin yo lları seçilir, uyarlanır ve daha sonraki teknik ilerlemenin ger­
çekleşmesi teşvik edilir. Bu bakış açısından teknolojinin yenilenm esi (=renewal), tanımı
gereği, yeni teknolojilerin araştırılıp geliştirilm esini, yayılm asını, taklit ve değiştirilm e­
sini kapsadığı gibi, sosyal ve örgütsel değişim ler ve yeniliklerle de ilişkilidir.
Bu geniş kavramsal çerçeve içinde (yapıcı) teknoloji değerlendirmesi, bir yan d a tek­
nolojinin sosyal bütünleşmesini kolaylaştıran, öte yan d a bu teknolojinin kendisini daha
da geliştirmesi ve başka kullanım larının bulunmasına yönelik hükümet politikasının bir
aracı ve bir kurum olarak belirm ektedir (“ya p ıcı” teriminin anlamı ve tarihi için bkz.
Rip e t al., 1995). Teknoloji değerlendirmenin pek çok biçimi, anlaşılacağı üzere, iktisat­

485
tan ve özellikle iktisat politikasından ayrı olarak gelişmiştir, iktisadi ve daha geniş bir
sosyal çerçeve koşullarının öneminin anlaşılması, esasında sürekli bir teknoloji değer­
lendirmesinden başka bir şey olmayan, daha tutarlı ve bütüncül bir teknoloji politikası
geliştirm ek için kavram sal bir çerçevede çalışma imkanını ortaya çıkarm ıştır. Hem eski
(statik de denebilir) hem de daha dinamik (yapıcı) teknoloji değerlendirme sorunları ve
endişeleri burada yerini bulabilir. Daha 1960’larda geleneksel yatırım analiz ve hesap­
larında, genellikle ihmal edilen daha geniş sorunları kapsayan bazı fayda m aliyet analiz
tipleri ortaya çıkmıştır (örneğin, bkz. Prest ve Turvey’in (1966), American Economic
Association ve Royal Economic Society için yap tıkları bir survey).
Statik teknoloji değerlendirme sorunları uzun yıllar oldukça yoğun biçimde tartışıl­
mıştır; şimdi bu analizin, iktisat dilinde teknolojik değişimin pozitif ve negatif dışsallık-
larının eşitsiz dağılımı başlığına isabet ettiği söylenebilir. Örneğin, H arvey Brooks
(OECD, 1971b) gibi yazarların da vurguladığı gibi, teknolojinin bölüşüm etkisinde açık
bir paradoks bulunmaktadır. Yeni bir teknolojinin maliyeti ve riski, sıklıkla belli bir nü­
fus grubu tarafından yüklenilirken, faydaları çok daha geniş bir nüfus grubuna y a y ıl­
maktadır. Çok daha geniş bir nüfusun toplam faydası, zarar gören sınırlı bir grubun top­
lam maliyetinden büyük ölçüde fazla olduğundan, bu teknolojiden bir şekilde yararlan ­
mış olan daha küçük bir grubun büyük faydasını görmek de çok güçtür. Ö rnekler çok­
tur: Otomasyondan, nispi fiyatların düşmesiyle tüketiciler yararlanm aktadır, ancak bu
nedenle işlerini yitiren küçük bir grup insan için bu ağır yü kü kaldırm ak son derece acı­
dır. Büyük bir elektrik santralı, bu enerjiyi kullanan çok sayıda insana hizmet verirken,
o çevreyi kötü etkilemektedir. İşçiler, özellikle maden işçileri, ulusal ekonomiye büyük
bir katm a değer kazandıran maddelerin üretiminde oransız bir m aliyet yüklenirler.
M aliyet ve fayda arasındaki oransızlık, birçok çevre kirlenm esi ve emisyon örneğin­
de olduğu gibi diğer yo llarla da kendini gösterir. Sanayinin yoğunlaştığı Ruhr Vadisi
veya Amerikan Büyük Göller sanayi kompleksi gibi bölgelerin kirli akıntıları, bu sanayi
faaliyetlerden çok az yararlan an çok büyük alanlara asit sülfat yaym akta, tarım da ve­
rim lilik gibi hayatın kalitesi de ciddi biçimde azalm aktadır
Teknolojik değişimin fayda ve m aliyetlerinin nasıl paylaşılacağı sorunu hem ulusal
hem de uluslararası açıdan önemini koruyor; kirlenmenin etkilerini geri çevirmek için
bazı “03nın kuralları” belirlemek, her şeyi serbest piyasa rekabetine bırakm aktan daha
az zararlıdır. İkincisi, bu kurallar bir sürü haklar ve çıkarlar kazanılm adan ve şiddetli
rekabet bunların zorunlu uygulam alarını engellemeden, mümkün olduğu kadar erken­
den belirlenmelidir. "Statik” kelimesi doğal olarak bu bölüşüm sorunlarını tanımlamak
için yeterli değildir. Teknoloji karm aşık hale geldikçe, muhtemel riskler sadece belli bü-
3nik alanları değil, uzun dönemde birçok kuşakları da etkileyebilecektir.

486
Bu nedenle, geleneksel teknoloji değerlendirmesi y a da m aliyet fayda analizi daha di­
namik bir yaklaşım la tamamlanmalıdır; teknolojinin geniş bir alandaki sosyal bütünleş­
mesi kadar, teknolojinin toplum ihtiyaçlarına uyarlanm ası da gündemdeki temel sorun­
lardır. Bu sorun dinamik dışsallıklardan biri olmanın ötesinde bir nitelik taşıyor. D ina­
mik dışsallık terimi, yine de iktisat politikası uygulam a perspektifinden ya rarlı görünüy­
or; en azından ilk bakışta, yapıcı ve aktif teknoloji değerlendirmesi literatürünü olmasa
bile, dışsallık terminolojisini zenginleştiriyor. Bunun nedenlerinden birisi, doğrudan
dışsallıkların dinamiği ile ilgili olup, bunların kendileri de, hiçbir şekilde belirli bir
kategorizasyona duyarlı değildir ve daha çok özel tarihsel ve kurum sal çerçevelere sıkı
bir şekilde bağlıdırlar. Nelson ve W inter'in belirttiği gibi:

Teknolojik değişmenin sürekli olarak, şu veya bu şekilde, üzerinde durulm ası gerekli yen i “dışsal -
lık la r”yarattığı söylenebilir. Teknik ilerlemenin ortaya çıktığı ve örgüt yap ılarının değişen arz talep
şartlarına cevap olarak evrim leştiği bir rejimde, geçerli yasaların ve politikaların yeterli biçimde
denetleyem ediği bazı durum larda yen i piyasa dışı etkileşim ler ortaya çıkar ve eskileri de silinir.
Uzun ömürlü kim yasal böcek ilaçları seksen y ıl önce bir sorun değildi. Şehirleri at pislikleri k ir­
letiyordu ama otomobillerin eksoz gazları görülm üyordu bile. Evrim teorisinin kutsal “dışsallık"
sorunu, eski kurum sal yap ıların görmezden geldiği yen i teknolojilerin fayda ve m aliyetleri tarafın­
dan yaratılm ıştır.
(Nelson ve W inter, 1982, s. 120)

Bu açıdan bakınca teknolojik değişimin uzun dönemli etkilerini, “yap ıcı” veya “top­
lumsal olarak optimal” biçimde değerlendirme usulü anlamını büyük ölçüde yitiriyo r.
Belirsizlikler ve çatışm alar kaçınılmaz hale geliyor. Şimdi teknoloji politikası analizinin
merkezinde toplumun deneyler yapm ası kavram ı ve bu deneylerden bir enformasyon ve
geri beslenme yo luyla iktisadi ve sosyal sistemi evrimleştirmesi bulunm aktadır. “P iyasa­
ların başarısızlığı” durumunda olduğu gibi, toplum ve teknoloji arasındaki dinamik et­
kileşimin karm aşıklığı ve ince hassasiyeti nedeniyle basit normatif kuralların "yapıcı”
teknoloji (değerlendirme) politikaları tasarım ına fazla yardım cı olamayacağını söylene­
bilir. Bu açıdan Nelson ve W inter’in (1982), piyasa başarısızlığı argüm anına bağlı ola­
rak ileri sürdüğü gibi bu tür teknoloji değerlendirme politikaları, değişime uyarlanm a
ve bununla ilgili sorunlara odaklanm alıdır. Bu yaklaşım da ilk fırsatta geleneksel nor­
matif hedefleri ve bunları yakalam aya çalışan bir op tim u m ile kurumsal yap ı belirleme
çabasını terk etmeyi ve belirlenen sorunlar ve imkân dahilindeki iyileştirm eler için da­
ha makûl ve mütevazı hedeflerin kabulünü gerektiriyor (Nelson ve W inter, 1982, s.
394). Bu mütevazı bir hedef gibi görünse de tarih, teknik yenilikler ve bu kitapta veri­
len belirsizlikler hesaba alındığında gerçekçi bir hedeftir. Bazı sorunlar, sürdürülebilir
kalkınm a ve eşitsizliğin azaltılm ası gibi durum larda, hem daha karm aşık 4 hem de çok

487
yaygındır. Bütün bunlar bizi gelecek yü zyıld a da (21. yü zyıl) meşgul etmeye yeter de
artar bile. C am us’nun S isyp h u s’un em eklerini betim lediği o güzel cüm lesiyle:
“Sisyphus1 gülüm süyordu.”

Notlar

1 Doğal olarak iktisatçılar, G S M H ’nın hiçbir şekilde “m utluluğun” ölçütü olam ayacağını söylem işlerdir. Ö rneğini
Tibor Scitovsky’nin o çekici kitabı, T h e J o y l e s s E c o n o m y (N eşesiz Ekonomi) (1977) maddi ilerlem e ile m utluluk
arasın daki fark üzerine kurulm uştur.

2 Ö rnek olarak bkz. N akam ura (1995); ABD Senato Komitesi (1995); Soete (1996).

3 Teknoloji seçimi ve teknolojinin biçimlendirilmesi tartışm asındaki sosyopolitik unsur için özellikle bkz. Stirling
(1994) ve M olina (1995, 1996).

4 İktisat teorisi ve m odellerindeki karm aşıklığın (com plexity) epistomolojik sorunlarının geniş bir tartışm ası için bkz.
Louça (1997).

i Sisyphus, Cehennem T annsı Hades tarafından sürekli olarak bir kayayı, sırtında tepenin üstüne çıkarıp oradan aşağı
yu v arlayan ve tekrar aynı işi yap m aya m ahkum edilen bir Grek efsane kahram anıdır. Y azar, ünlü romancı A. Cam us un
“Sisyphus Efsanesi”ne (1942) yo llam a yap ıyo r: “Il faut im aginer Sisyphe heureux”

488
DÖRDÜNCÜ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR

Ausubel, J.H. and Sladovic, H. (eds.) (1989) Technology and the Environment,
Washington, National Academy Press.
Barras, R. (1990), Interactive innovation in financial and business services: the
vanguard of the service revolution', Research Policy, vol. 19, no. 3, pp. 215-39.
Bell, M. and Pavitt, K. (1996) 'Development of Technological Capabilities', in
Haque, I. (ed.), Trade, Technology and International Competitiveness, Washington,
World Bank.
Bessant, J. and Dodgson, M. (1996) Effective Innovation Policy, London, Routledge.
Bijker, W.E. and Law, J. (eds) (1992) Shaping Technology, Building Society, Studies in
Socio-Technical Change, Cambridge, MA, MIT Press.
Castells, M. (1996) The Rise o f the Network Society, Oxford, BlackweU.
Clark, N., Perez-Trejo, F. and Allen, P. (1995) Evolutionary Dynamics and Sustainable
Development: A Systems Approach, Aldershot, Elgar.
Daedalus (1996) The liberation of the environment', Special Issue, Summer.
De Witt, G.R. (1990) A Review o f the Literature on Technical Change and Employment,
European Commission, DGs V and XQI, Brussels.
Dutton, W.H. (ed.) (1996) Information and Communication Technologies, Oxford,
Oxford University Press.
European Commission, High Level Expert Group on the Information Society (1996,
1997) Interim Report (1996), Final Report (1997), Brussels, EU.
Foray, D. and Griibler, A. (eds) (1996) Technological Forecasting and Social Change,
special issue, Technology and the Environment, Amsterdam, North Holland.
Fransman, M. (1990) The M arket and Beyond: Cooperation and Competition in IT in the
Japanese System, Cambridge, Cambridge University Press.
Freeman, C. and Soete, L. (1994) Work fo r A ll or Mass Unemployment: Computerised
Technical Change into the 21st Century, London, Pinter.
Gummett, P. (1992) 'Science and technology policy', in Hawkesworth, M. and
Kogan, M. (eds) Encyclopaedia o f Government and Politics, vol. 2, London,
Routledge.
Howes, R., Skea, J.F. and Whelan, R. (1997) Clean and Competitive? M otivating
Environmental Performance in Industry, London, Earthscan.
Kemp, R. (1995) Environmental Policy and Technical Change: A Comparison o f the
Technical Impact c f Policy Instruments, Maastricht, University of Limburg.
Mansell, R. (1990) 'Rethinking the telecommunications infrastructure: the new
"black box'", Research Policy, vol. 19, no. 6, pp. 501-17.
Mansell, R.M. (1995) The New Telecommunications: A Political Economy o f Network
Evolution, London, Sage.

489
Meadows, D.H., Meadows, D.L. and Randers, J. (1992) Beyond the Limits: Global
Collapse or a Sustainable Future?, London, Earthscan.
Metcalfe, J.S. (1994) 'Evolutionary economics and technology policy', Economic
Journal, vol. 104, pp. 931-41.
Metcalfe, J.S. (1995) The economic foundations of technology policy, equilibrium
and evolutionary perspectives', in Stoneman, P. (ed.) Handbook o f the Economics o f
Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Meyer, W.B. (1996) Human Impact on the Earth, Cambridge, Cambridge University
Press.
Miles, I. (1989) Home Informatics: Information Technology and the Transformation o f
Everyday Life, London, Pinter.
Mitchell, C. (1995) The renewables NFFO', Energy Policy, vol. 28, pp. 1077-91.
Mitchell, C. (1996) Renewable Energy in the UK, London, Council for the Preservation
of Rural England.
Mowery, D. (1995) The practice of technology policy', in Stoneman, P. (ed.)
Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological Change, Oxford,
Blackwell.
Pavitt, K. (1996) 'National policies for technical change: where are the increasing
returns to economic research?', Proceedings o f the National Academy o f Science, USA,
vol. 93, pp. 12693-700.
Pavitt, K. and Walker, W. (1976) 'Government policies towards industrial inno­
vation', Research Policy, vol. 5, pp. 1-90.
Rip, A., Misa, T.J. and Schot, J. (eds) (1995) Managing Technology in Society: The
Approach o f Constructive Technology Assessment, London, Pinter.
Rothwell, R. and Zegveld, W. (1982) Industrial Innovation and Public Policy, London,
Pinter.
Rush, H. and Bessant, J. (1996) 'Building bridges for innovation: the role of
consultants in technology transfer', Research Policy, vol. 24, pp. 97-114.
Salomon, J-J. (1985) Le Gauloise, he Cowboy et Le Samurai, Paris, CNAM.
Soete, L.L.G. (1991) Synthesis Report, TEP, Technology in a Changing World, Paris,
OECD.
Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological
Change, Oxford, Blackwell.
Teubal, M. (1987) Innovation Performance, Learning and Government Policy, Selected
Essays, Madison, University of Wisconsin Press.
Tisdell, C. (1981) Science and Technology Policy: Priorities o f Governments, London,
Chapman & Hall.
Vivarelli, M. (1995) The Economics o f Technology and Employment: Theory and Empirical
Evidence, Aldershot, Elgar.
Williams, R. and Edge, D. (1996) The social shaping of technology', Research Policy,
vol. 25, no. 6, pp. 865-901.
Ziman, J. (1994) Prometheus Bound: Science in a Dynamic Steady State, Cambridge,
Cambridge University Press.

490
KAYNAKLAR

Abernathy, W.J. and Utterback, J.M. (1978) 'Patterns of industrial innovation', Technology
Review, 80, 2-9.
Abramovitz, M.A. (1979) 'Rapid growth potential and its realisation: the experience of capitalist
economies in the postwar period, in Malinvaud, E. (ed.) Economic Growth and Resources, vol.
1, The Major Issues, Proceedings of the Fifth World Congress of the IEA, London, Macmillan,
pp. 1-51.
Abramovitz, M.A. (1986) 'Catching up, forging ahead and falling behind', Journal of Economic
History, vol. 46, pp. 385-406.
Abramovitz, M.A. and David, PA. (1994) Convergence and Deferred Catch-up: Productivity
Leadership and the Waning of American Exceptionalism, CEPR Publication no. 401, Stanford,
Stanford University Press.
Achilladelis, B.G. (1973) 'Process innovation in the chemical industry”, DFhil thesis, University
of Sussex.
Achilladelis, B.G., Schwarzkopf, A. and Lines, M. (1987) 'A study of innovation in foe pesticide
industry”, Research Policy, vol. 16, no. 2, pp. 175-212.
Achilladelis, B.G., Schwarzkopf, A and Lines, M. (1990) The dynamics of technological
innovation: foe case of the chemical industry', Research Policy, vol. 19, no. 1, pp. 1-35.
Acs, Z.J. and Andretsch, D.B. (1988) Innovation in large and small firms: an empirical analysis',
American Economic Review, vol. 78, no. 4, September.
Afuah, A. (1997) Innovation Management: Strategies, Implementation and Profits, Ann Arbor,
University of Michigan Press.
Aghion, P. and Howitt, P. (1990) A Model of Growth Through Creative Destruction, NBERWorking
Paper no. 3223, Cambridge, MA.
Aghion, P. and Howitt, P. (1994) ”Endogenous Technical Change: foe Schumpeterian
Perspective', Economic Growth and the Structure of Long-Term Development, New York, St.
Martin's Press.
Aghion, P. and Howitt, P. (1992) ”Model of growth through creative destruction', Econometrica,
vol. 60, pp. 323-51.
Allen, D.H. (1968) 'Credibility forecasts and their application to the economic assessment of
novel R and D projects', Operations Research Quarterly, p. 25.
Allen, D.H. (1972) 'Credibility and foe assessment of R and D projects', Long Range Planning,
vol. 5, no. 2, pp. 53-64.
Allen, G.C. (1981) Industrial policy and innovation in Japan', in Carter, C. (ed.) Industrial Policy
and Innovation, London, Heinemann, pp. 68-87.
Allen, J.A. (1967) Studies in Innovation in the Steel and Chemical Industries, Manchester,
Manchester University Press.
Allen, J.M. and Norris, K.P. (1970) ”Project estimates and outcomes in electricity generation
research'. Journal of Management Studies, vol. 7, no. 3, pp. 271-87.
Altshuler, A., Anderson, M., Jones, D.T., Roos, D. and Womack, J. (1985) The Future of the
Automobile, London, Allen & Unwin.
Amable, B. (1993) 'National effects of learning, international specialization and growth paths', in
Foray, D. and Freeman, C. (eds) Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
Amable, B. (1994) 'Endogenous growth theory, convergence and divergence', in Silverberg, G.
and Soete, L.L.G. (eds) The Economics of Growth and Technical Change, Aldershot, Elgar.
Amable, B. and Verspagen, B. (1995) The role of technology in market shares dynamics', Applied
Economics, vol. 27, pp. 197-204.
Amann, R., Berry, M. and Davies, R.W. (1979) Industrial Innovation in the Soviet Union,
Newhaven, Yale University Press.

491
Amendola, G., Dosi, G. and Papagni, E. (1993) The dynamics of international competitiveness',
Weltwirtschaftliches Archiv, vol. 129, pp. 451-71.
Ames, E. (1961) 'Research, invention, development and innovation', American Economic Review,
vol. 51, no. 3, pp. 370-81.
Ames, E. and Rosenberg, N. (1963) 'Changing technological leadership and industrial growth',
Economic Journal, vol. 73, pp. 13-31.
Andress, J.F. (1954) The learning curve as a production tool', Harvard Business Review, January.
Andrews, K. and Poole, J.B. (1972) Government of Science in Britain, London, Weidenfeld 4c
Nicolson.
Angerer, E. (1992) The role of electronics in environmental technology and its impacts on the
environment, paper presented to the international conference Eco World '92, Washington,
DC, 14-17 June.
Antonelli, C. (1994) Technological districts, localized spillovers and productivity growth; the
Italian evidence on technological externalities in the core regions', International Review of
Applied Economics, vol. 8, no. 1, pp. 18-30.
Antonelli, C. (1995) The Economics of Localised Technological Change and Industrial Dynamics,
Dordrecht, Kluwer.
Aold, M. (1986) 'Horizontal versus vertical information: structure of the firm', American
Economic Review, voL 76, no. 5, pp. 971-83.
Appleyard, M.M., Hatch, N.W. and Mowery, D.C. (1996) Managing the Development and Transfer
of Process Technologies in the Semi-conductor Manufacturing Industry, Laxenburg, RASA.
Arcangeli, F. (1993) 'Local and global features of the learning process', in Humbert, M. (ed.) The
Impact of Globalisation on Europe's Firms and Industries, London, Pinter.
Archibugi, D. and Pinta, M. (1992) The Technological Specialisation of Advanced Countries, Report
to the EC on International Science and Technology Activities, Dordrecht, Kluwer.
Archibugi, D., Cesaretto, S. and Sirilli, G. (1987) 'Innovative activity, R&D and patenting: the
evidence of the survey on innovation diffusion in Italy', STI Review, no. 2, pp. 135-50.
Archibugi, D. and Michie, J. (eds) (1997) Technology, Globalisation and Economic Performance,
Cambridge, Cambridge University Press.
Ariffin, N. and Bell, M. (1997) Tattems of subsidiary-parent linkages and technology
capability-building in TNC subsidiaries: the electronics industry in Malaysia', in Jama, K.S.
and Felker, G. (eds) Malaysia's Industrial Technology Development, Political Economy, Policies and
Institutions, Oxford, Oxford University Press.
Armytage, W.H.G. (1965) The Rise of the Technocrats, London, Routledge & Kegan Paul.
Arrow, K.J. (1962a) 'Economic welfare and the allocation of resources for invention', in National
Bureau of Economic Research, The Rate and Direction of Inventive Activity, Princeton, Princeton
University Press.
Arrow, K.J. (1962b) The economic implications of learning by doing', Review of Economic Studies,
no. 29, pp. 155-73.
Arthur, W.B. (1988a) 'Competing technologies: an overview', in Dosi, G., Freeman, C., Nelson,
R., Silverberg, G. and Soete, L. (eds) Technical Change and Economic Theory, London, Pinter.
Arthur, W.B. (1988b) 'Self-reinfordng mechanisms in economics', in Anderson, P.W., Arrow,
K.J. and Pines, D. (eds) The Economy as an Evolving Complex System, Reading, MA, Addison-
Wesley.
Arthur, W.B. (1989) 'Competing technologies, increasing returns and lock-in by historical
events', Economic Journal, vol. 99, no. 1, pp. 116-31, March.
Arundel, A. (1995) PACE Report, Maastricht, University of Limburg.
Ashton, T.S. (1948) The Industrial Revolution, 1760-1830, Oxford, Oxford University Press.
Ashton, T5. (1963) The industrial revolution in Great Britain', in Supple, B. (ed.) The Experience
cf Econome Growth, New York, Random House.
Augsdorfer, P. (1994) Taxonomy of management attitudes towards bootlegging and
uncertainty', in Oakey, R. (ed.) New Technology-based Firms in the 1990s, London, Chapman
& Hall.
Augsdorfer, P. (19%) Forbidden Fruit: An Analysis cf Bootlegging, Uncertainty and Learning in
Corporate R&D, Aldershot, Avebury.
Autio, E. (1994) 'New technology-based firms as agents of R&D and innovation: an empirical
study", Technovation, vol. 14, no. 4, pp. 259-73.

492
Ayres, R.U. (1988) Technological Transformation and Long Waves, Laxenburg, IIASA.
Ayres, R.U. (1991) Computer-integrated Manufacturing, vol. 1, London, Chapman & Hall.
Baba, Y. (1985) lapanese colour TV firms: decision-making from the 1950s to the 1980s', DPhil
dissertation, Brighton, University of Sussex.
Babbage, C. (1834) On the Economy of Machines and Manufactures, London, [publisher not
known].
Bacon, F. (1605) The Advancement of Learning.
Bacon, F. (1627) The New Atlantis.
Baines, E. (1835) History of the Cotton Manufacture, London, quoted in Rostow, W. (1963) and von
Tunzelmann (1995).
Bairoch, P. (1981) The main trends in national economic disparities since the industrial
revolution', in Bairoch, P. and Levy-Loboyen, M. Disparities in Economic Development since the
Industrial Revolution, London, Macmillan.
Baker, R. (1976) New and Improved: Inventors and Inventions that have Changed the Modem World,
London, British Museum Publications.
Baker, N.R. and Pound, W.H. (1964) "R and D project selection: where we stand', IEEE Trans
Engin Manag, vol. Em-11, no. 4, p. 124.
Ball, N.R. (1987) Professional Engineering in Canada, 1857-1897, Ottawa, National Museum of
Canada.
Barker, B. (1990) 'Engineering ceramics and high technology superconductivity: two case
studies in the innovation and diffusion of new materials', PhD thesis, University of
Manchester.
Barker, G.R. and Davies, R.W. (1965) The research and development effort of the Soviet Union',
in Freeman, C. and Young, A. The Research and Development Effort in Western Europe, North
America and the Soviet Union, Paris, OECD.
Bama, T. (1962) Investment and Growth Policies in British Industrial Firms, NIESR Occasional Paper
XX, Cambridge University Press.
Barnett, C. (1988) The Audit of War, Cambridge, Cambridge University Press.
Barras, R. (1990), Interactive innovation in financial and business services: the vanguard of the
service revolution', Research Policy, vol. 19, no. 3, pp. 215-39.
Barro, R. (1991) 'Economic Growth in a Cross Section of Countries', Quarterly Journal of
Economics, vol. 106, no. 2, pp 407-43.
BASF (1965) Im Reiche der Chemie, Düsseldorf, Econ-Verlag.
Baumler, E. (1968) A Century of Chemistry, Düsseldorf, Econ-Verlag.
Baumol, W.J. (1986) 'Productivity growth, convergence and welfare: what the long run data
show”, American Economic Review, voL 76, pp. 1072-85.
Beattie, C.J. and Reader, R.D. (1971) Quantitative Management in R and D, London, Chapman &
Hall.
Beer, J.J. (1959) The Emergence cf the German Dye Industry, Chicago University of Illinois Press.
Bejar, L.E.M. (1994) 'Essays on the study of technological change and international trade', PhD
thesis, University of Manchester.
Beiden, T.G. and Beiden, M.R. (1962) The Lengthening Shadow: The Life cf Thomas J Watson,
Boston, Little, Brown.
Bell, M. (1984) 'Learning and accumulation of industrial and technological capability in
developing countries', in King, K. and Fransman, M. (eds) Technological Capacity in the Third
World, London, Macmillan.
Bell, M. (1991) Science and Technology Policy Research in the 1990s: Key Issues fo r Developing
Countries, Brighton, SPRU.
Bell, M. and Pavitt, K. (1996) 'Development of Technological Capabilities', in Haque, I. (ed.),
Trade, Technology and International Competitiveness, Washington, World Bank.
Beloff, N. (1966) The learning curve: some controversial issues'. Journal cf International
Economics, June.
Belussi, F. (1993) Industrial innovation and firm development in Italy: the Benetton case', DPhil
thesis, University of Sussex.
Benham, F. (1938) Economics, London, Pitman.
Berman, E., Bound, J. and Griliches, Z. (1994) 'Changes in the demand for skilled labour within

493
US manufacturing: evidence from the annual survey of manufactures', Quarterly Journal of
Economics, vol. 109, no. 2, pp. 367-97.
Bemal, J.D. (1939) The Social Function of Science, London: Routledge & Kegan Paul.
Bernal, J.D. (1953) Science and Industry in the Nineteenth Century, London, Allen & Unwin.
Bemal, J.D. (1958) World Without War, Routledge & Kegan Paul.
Bessant, J. and Dodgson, M. (1996) Effective Innovation Policy, London, Routledge.
Bhagwati, J.N. (1970) 'Comment*, in Vernon, R. (ed.) The Technology Factor in International Trade,
New York, NBER/Columbia University Press.
Bijker, W.E. and Law, J. (eds) (1992) Shaping Technology, Building Society, Studies in Socio-
Technical Change, Cambridge, MA, МГГ Press.
Boyer, R. (1988) Technical change and the theory of "regulation"', in Dosi, G., Freeman, С.,
Nelson, R.R., Silverberg, G. and Soete, L.L.G. (eds) Technical Change and Economic Theory,
London, Pinter.
Boyer, R. (1997) Les Systèmes d'innovation à l’Ère de la Globalisation, Paris, Economica.
Brander, J.A. and Spencer, B. (1983) 'International R&D rivalry and industrial strategy', Journal
of International Economies, vol. 14, pp. 225-35.
Brander, J.A. and Spencer, B. (1985) 'Export subsidies and international market share rivalry*,
Journal of International Economies, vol. 17, pp. 83-100.
Braun, E. and MacDonald, S. (1978) Revolution in Miniature: The History and Impact of Semi-
Conductor Electronics, Cambridge, Cambridge University Press.
Briggs, A. (1961) The History of Broadcasting in the UK, Oxford, Oxford University Press.
Bright, J.F. (ed.) (1968) Technological Forecasting for Industry and Government, New York, Prentice
Hall.
Brock, G.W. (1975) The US Computer Industry - A Study of Market Power, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Bruland, K. (1989) British Technology and European Industrialisation: The Norwegian Textile Industry
in the Mid-nineteenth Century, Cambridge, Cambridge University Press.
Buchanan, J.M. and Yoon, J. (eds) (1994) The Return of Increasing Returns, Ann Arbor, University
of Michigan Press.
Bum, D.L. (1967) The Political Economy of Nuclear Energy, London, Institute of Economic Affairs.
Bums, T. and Stalker, G. (1961) The Management of Innovation, London, Tavistock.
Bush, V. (1946) Science: The Endless Frontier, republished by United States National Science
Foundation (NSF), Washington (1960).
Callon, M. (1993) 'Variety and irreversibility in networks of technique conception and adoption',
Chapter 11 in Foray, D. and Freeman, C. (eds) Technology and the Wealth of Nations, London,
Pinter.
Cantwell, J. (1989) Technological Innovation and Multinational Corporations, Oxford, Blackwell.
Cantwell, J. (1995) The globalisation of technology: what remains of the product cycle model?',
Cambridge Journal of Economics, vol. 19, pp. 155-74.
Cappeleu, A. and Fagerberg, J. (1996) East Asian Growth: A Critical Assessment, Oslo, NUPI.
Carlsson, B. and Jacobsson, S. (1993) Technological systems and economic performance: the
diffusion of factory automation in Sweden', Chapter 4 in Foray, D. and Freeman, C. (eds)
Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
Carroll, G.R. and Teece, D.J. (eds)(1996) Industrial and Corporate Change, Special Issue on Firms,
Markets and Organisations, vol. 5, no. 2, pp. 203-645.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1957) Industry and Technical Progress, Oxford, Oxford University
Press.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1959a) The characteristics of technically progressive firms',
Journal of Industrial Economics, vol. 7, no. 2, pp. 87-104.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1959b) Science in Industry, Oxford, Oxford University Press.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1964) 'Government scientific policy and the growth of the
British economy', Minerva, voL 3, no. 1, pp. 114-25.
Casson, M. (1991) Global Research Strategy and International Competitiveness, Oxford, Blackwell.
Castells, M. (1996) The Rise cf the Network Society, Oxford, Blackwell.
CEC (Annual, 1990s) Eurostat Energy Statistics, Eurostat, Luxembourg.
Centre for the Study of Industrial Innovation (1971) On the Shelf A Survey of Industrial R and D
Projects Abandoned for Non-technical Reasons, London, CSH

494
Chadwick, R. (1958) 'New extraction processes for metals', in Oxford History of Technology.
volume 5, Oxford, Clarendon Press.
Chambers, J.D. (1961) The Workshop of the World: British Economic History from 1820 to 1880,
Oxford, Oxford University Press.
Chandler, A.D. (1977) The Visible Hand: The Managerial Revolution in American Business,
Cambridge, MA, Belknap Press.
Chandler, A.D. (1992), 'What is a firm?: a historical perspective', European Economic Review, vol.
36, pp. 483-494.
Chenery, H. (1959) The interdependence of investment decisions', in M. Abramovitzm (ed.)
Allocation of Economic Resources, Stanford, Stanford University Press, pp. 82-120.
Chesnais, F. (1988) 'Multi-national enterprises and the international diffusion of technology7,
Chapter 23 in Dosi, G. et al. (eds) Technical Change and Economic Theory, London, Pinter.
Chesnais, F. (1992) 'National systems of innovation, foreign direct investment and the
operations of multinational enterprises', in Lundvall, B.A. (ed.) National Systems of Innovation,
London, Pinter.
Christensen, (1995) in Stoneman, P. (ed.) Handbook cfthe Economics of Innovation and Technological
Change, Oxford, Blackwell.
Church, R.A. and Wrigley, E.D. (eds) (1994) The Industrial Revolution (11 volumes, but see
especially volumes, 2, 3, 8, 9), The Economic History Society, Oxford, Blackwell.
Cimoli, M. and Soete, L. (1992) 'A generalized technology gap trade model'. Economie Appliquée,
no. 3, pp. 33-54.
Clark, N., Perez-Trejo, F. and Allen, P. (1995) Evolutionary Dynamics and Sustainable Development:
A Systems Approach, Aldershot, Elgar.
Clark, J.A., Freeman, C. and Soete, L.L,G. (1981) 'Long waves, inventions and innovations',
Futures, vol. 13, no. 4, pp. 308-22.
Clark, R. (1979) The Japanese Company, Newhaven, Yale University Press.
Cohen, W.M. (1995) 'Empirical studies of innovative activity', in Stoneman, P. (ed.) Handbook cf
the Economics of Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Cohen, W.M. and Levin, R.C. (1987) 'Empirical studies of innovation and market structure', in
Schmalensee, R. and Willig, R. (eds) Handbook of Industrial Organisation, Amsterdam, North
Holland.
Cole, H.S.D. et al. (1973) Thinking about the Future, London, Chatto & Windus.
Collingridge, D. (1981) The Social Control of Technology, Milton Keynes, Open University Press.
Collingridge, D. (1990) Technology organizations and incrementalism: the space shuttle',
Technology Analysis and Strategic Management, voL 2, pp. 181-200.
Collingridge, D. and James, P. (1989) Technology, organizations and incrementalism: high rise
system building in the UK', Technology Analysis and Strategic Management, vol. 1, pp. 79-97.
Cook, P.L. and Sharp, M. (1991) The chemical industry', in Freeman, C., Sharp, M. and Walker,
W. (eds) Technology and the Future of Europe, London, Pinter.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (1987) Economics and Technological Change, London,
Macmillan.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) (1992) Technological Change and Company Strategies,
London, Academic Press.
Coombs, R., Richards, A., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) (1996) Technological Collaboration: The
Dynamics of Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Cooray, D.V.B.N. (1980) The technological factor and its relevance to the competition between
natural and synthetic rubber in international trade', DPhil thesis, University of Sussex.
Cornwall, J. (1977) Modem Capitalism Its Growth and Transformation, London, Martin Robertson.
Corry, A.K. (1990) 'Engineering methods of manufacture and production', in McNeil, I. (ed.) An
Encyclopaedia of the History c f Technology, London, Routledge.
Crafts, N. (1994) 'British economic growth, 1700-1831: a review of the evidence', in Hoppit, J.
and Wrigley, EA. (eds) The Industrial Revolution in Britain, vol. 2, Oxford, Blackwell.
Cramer, J., Schot, J., van den Akker, F. and Maas Geesteranus, G. (1990) 'Stimulating cleaner
technologies through economic instruments; possibilities and constraints', UNEP Industry and
Environment Review, vol. 13, no. 2, pp. 46-53.
Cramer, J. and Zegveld, W.C.L. (1991) The future role of technology in environmental
management', Futures, vol. 20, pp. 451-68.

495
Cringeley, R. (1994) Accidental Empires: How the Boys of Silicon Valley Make their Millions, Battle
Foreign Competition and StUl Cannot Get a Date, London, Penguin.
Daedalus (1996) 'The liberation of the environment', Special Issue, Summer.
David, P. (1997) "Review of Kealey, T. (1996) The Economic Laws of Scientific Research',
Research Policy, vol. 26, no. 2.
David, P.A. (1984) The Economies of Locational Tournaments, Center fo r Economic Policy Research,
Technological Innovation Project, Working Paper, Stanford University.
David, P.A. (1985) 'Clio and the economics of QWERTY', American Economic Review, vol. 75, no.
2, May, pp. 332-7. (An extended version is published in Parker, W.N. (ed.) (1986) Economic
History and the Modem Economist, Oxford: Blackwell.)
David, P.A. (1991) The Dynamo and the Computer: An Historical Perspective on the Modem
Productivity Paradox, Paris, OECD.
David, P.A. (1993) 'Path-dependence and predictability in dynamic systems with local network
externalities: a paradigm for historical economics', Chapter 10 in Foray, D. and Freeman, C.
(eds) Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
David, P.A. and Foray, D. (1995) 'Accessing and expanding the science and technology
knowledge base, STI outlook', STI Review, 16. Paris, OECD.
Davies, A. (1996) Innovation in large technical systems: the case of telecommunications'.
Industrial and Corporate Change, vol. 5, no. 4.
Davies, G.B. (1972) 'Contingency planning: the neglected end of the planning cycle’, Process
Engineering, December, pp. 93-7.
De Long, J. and Summers, L. (1991) 'Equipment Investment and Economic Growth', Quarterly
Journal of Economics, vol. 106, pp. 445-502.
Dean, B.V. (1968) Evaluating, Selecting and Controlling R and D Projects, New York, American
Management Association, p. 49.
Deane, P. (1965) The First Industrial Revolution, Cambridge, Cambridge University Press.
De Bell, J.M. (1946) German Plastics Practice, Huddersfield, Springfield.
DeBresson, C. (1987) Understanding Technological Change. Montreal, Black Rose Books.
DeBresson, C. (1991) Technological innovation and long wave theory: two pieces of the puzzle,
Journal of Evolutionary Economics, vol. 1, no. 4, pp. 241-72.
DeBresson, C. (1996) Economic Interdependence and Innovation Activity, Cheltenham, Elgar.
DeBresson, C. and Amesse, F. (1991) 'Networks of innovators: a review and introduction to the
issue'. Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 363-79.
Dedijer, S. (1964) 'International comparisons of science'. New Scientist, vol. 21, no. 379, pp. 461-
4.
de la Mothe, J. and Paquet, G. (eds) (1996) Evolutionary Economics and the New International
Political Economy, London, Cassell.
Delbeke, J. (1982) The Mechanisation of Flemish Industry, 1812-1930: The Case ofAntwerp, Louvain,
Centre for Economic Studies, Catholic University of Louvain.
Delorme, J. (1962) Anthologie des Brevets sur les Matières Plastiques, vols 1-3, Amphora.
Dertouzos, M., Lester, R. and Solow, R. (eds) (1989) Made in America, Report of the MIT
Commission on Industrial Productivity, Cambridge, MA, MIT Press.
De Tocqueville, A. (1836) Democracy in America.
Devine, W. (1983) Trom shafts to wires: historical perspective on electrification', Journal of
Economic History, vol. 43, no. 2.
De Witt, G.R. (1990) A Review of the Literature on Technological Change and Employment, Brussels,
European Commission, DGs V and XIII.
Diebold, J. (1952) Automation: the Advent of the Automatic Factory, New York, Van Nostrand.
Dieleman, H. and de Hoo, S. (1993) 'PRISMA: the development of a preventative, multi media
strategy for government and industry, in Fischer, K. and Schot, J. (eds) Environmental
Strategies fo r Industry: International Perspectives on Research Needs and Policy Implications,
Washington, DC, Island Press, pp. 245-75.
Dixit, A. (1986) Trade policy: an agenda for research', in Krugman, P. (ed.) Strategic Trade Policy
and the New International Economics, Brighton, Wheatsheaf.
Dodgson, M. (1991a) The Management of Technological Learning: Lessons from a Biotechnology
Company, Berlin, De Gruyter.

496
Dodgson, M. (1991b) Technological learning, technology strategy and competitive pressures',
British Journal of Management, vol. 2, no. 3.
Dodgson, M. and Rothwell, R. (eds) (1994) The Handbook of Industrial Innovation, Aldershot,
Elgar.
Dore, R. (1987) Talcing Japan Seriously: A Confucian Perspective on Leading Economic Issues, London,
Athlone Press.
Dory, J.P. and Lord, R.J. (1970) Ttoes TF really work?'. Harvard Business Review, vol. 48, no. 6,
November-December, pp. 16-28.
Dosi, G. (1981) Technical Change, Industrial Transformation and Public Policies: The Case of the Semi­
conductor Industry, Brighton, Sussex European Research Centre, University of Sussex.
Dosi, G. (1982) Technical paradigms and technological trajectories - a suggested interpretation
of the determinants and directions of technical change', Research Policy, vol. 11, no. 3, pp.
147-62.
Dosi, G. (1984) Technical Change and Industrial Transformation, London, Macmillan.
Dosi, G. (1988) 'Sources, procedures and micro-economic effects of innovation'. Journal of
Economic Literature, vol. 36, pp. 1126-71.
Dosi, G., Freeman, C., Nelson, FL, Silverberg, G. and Soete, L. (eds) (1988) Technical Change and
Economic Theory, London, Pinter.
Dosi, G., Freeman, C., Fabiani, S. and Aversi, R. (1992) The diversity of development patterns:
on the processes of catching up, forging ahead and falling behind', paper presented at the
International Economics Association, Varenna, Italy, October.
Dosi, G., Pavitt, K. and Soete, L. (1990) The Economics cf Technical Change and International Trade,
Brighton, Wheatsheaf.
Downie, J. (1958) The Competitive Process, London, Duckworth.
Dowrick, S. (1997) Trade and Growth: a survey, in Fagerberg, J., Hansson, P., Lundberg, L. and
Melchior, A. (eds), Technology and International Trade, Aldershot, Edward Elgar, pp. 197-26.
Dowrick, S. and Nguygen, D.T. (1989) 'OECD comparative economic growth 1950-1985: catch­
up and convergence', American Economic Review, vol. 79, pp. 1010-30.
Drucker, P. (1946) The Concept of the Corporation, New York, John Day.
Dunning, J. (1988) Exploring International Production, London, Unwin Hyman.
Dunning, J. (1989) The theory of international production', in Fatemi, K. (ed.) International
Trade, New York, Taylor & Francis.
Dunsheath, P. (1962) A History of Electrical Engineering, London, Faber.
Durlauf, S. and Johnson, P.A. (1992) 'Local versus global convergence across national
economies', mimeo, Stanford University.
Dutton, W.H. (ed.) (1996) Information and Communication Technologies: Visions and Realities,
Oxford, Oxford University Press.
Duysters, G. (1995) The Evolution of Complex Industrial Systems: The Dynamics of Major IT Sectors,
Maastricht, UPM.
Duysters, G. and Hagedoom, J. (1993) An Analysis of Economic and Technological Differences in the
International Information Technology Industry, ENCDP Working Paper.
Dyer, J.H. (1996) 'How Chrysler created an American Keiretsu', Harvard Business Review, July-
August, pp. 42-61.
Eads, G. and Nelson, R.R. (1971) 'Government support of advanced civilian technology', Public
Policy, vol. 19, no. 3, pp. 405-27.
Economist (1996) The mystery of economic growth', 25 May.
Edqvist, C. (1997) Systems cf Innovation, London, Pinter.
Edqvist, C. and Lundvall, B.-A. (1993) Chapter on Denmark and Sweden in Nelson, R. (ed.)
National Innovation Systems, Oxford, Oxford University Press, pp. 265-99.
Ellis, C.H. (1958) The development of railway engineering', in Oxford History of Technology, vol.
5, Oxford, Clarendon Press, pp. 322-50.
Encel, S. et al. (1975) The A rt cf Anticipation: Values and Methods in Forecasting, London, Martin
Robertson.
Encyclopaedia Britannica, 9th edn. vol. 2, p. 543.
Enos, J.L. (1962a) Petroleum Progress and Profits: A History of Process Innovation, Cambridge, MA,
MIT Press.
Enos, J.L. (1962b) Invention and innovation in the petroleum refining industry', in National

497
Bureau of Economic Research, The Rate and Directum of Inventive Activity, Princeton, Princeton
University Press.
Ergas, H. (1987) 'Does technology policy matter?', in Guile, B. and Brooks, H. (eds) Technology
and Global Competition, Washington, National Academy Press.
Ergas, H. (1992) A future for mission-oriented industrial policies? A critical review of
developments in Europe, mimeo, Paris, OECD.
European Commission, High Level Expert Group on the Information Society, Interim Report
(19%); Final Report (1997) Brussels, EU.
European Commission (1994) European Science and Technology Indicators, Luxembourg, EC.
European Union (1996) Building the Information Society for Us A ll, Interim Report, January.
Eversley, D.E.C. (1994) The home market and economic growth in England, 1750-1780', in
Hoppit, J. and Wrigley, E.A. (eds) The Industrial Revolution in Britain, Oxford, Blackwell.
Ezrahi, Y., Mendelsohn, E. and Segal, HP. (1995) Technology, Pessimism and Post-Modernism,
Amherst, University of Massachusetts Press.
Fabian, Y. (1963) Measurement of Output of R and D, Paris, OECD, DAS/PD/6348.
Fabre, J. (1983) 'Le pouvoir structurant de l'electridte, Bulletin Histoire de L'Electricite, June, pp.
23-36.
Fagerberg, J. (1987) 'A technology gap approach to why growth rates differ', Research Policy, vol.
16, no. 2, pp. 87-99.
Fagerberg, J. (1992) The home market hypothesis re-examined: the impact of domestic-user-
producer interaction in exports', in Lundvall, B.-A (ed.) National Systems of Innovation,
London, Pinter.
Fagerberg, J. (1994) Technology and international differences in growth rates', Journal of
Economic Literature, vol. 32, pp. 1147-75.
Fagerberg, J. (1995) Convergence or Divergence: The Impact of Technology, Working Paper no. 524,
Oslo, NUPI.
Fagerberg, J., Verspagen, B. and von Tunzelmann, N. (eds) (1994) The Dynamics of Technology,
Trade and Growth, Aldershot, Elgar.
Farrell, G. (1954) The demand for motor-cars in the United States', Journal of the Royal Statistical
Society, Series A, vol. 117, pp. 171-90.
Faulkner, W. (1986) 'Linkage between academic and industrial research: the case of
biotechnological research in the pharmaceutical industry', DPhil thesis, Brighton, University
of Sussex.
Faulkner, W., Senker, J.M. and Velho, L. (1995) Knowledge Frontiers: Public Sector Research and
Industrial Innovation, Oxford, Oxford University Press.
Federation of British Industries (1947) Scientific and Technical Research in British Industry, London,
FBI.
Federation of British Industries (1961) Industrial Research in Manufacturing Industry, London, FBI.
Ferraz, J.C., Rush, H. and Miles, I. (1992) Development, Technology and Flexibility, London,
Routledge.
Fisher, F.M., Griliches, Z. and Kaysen, C. (1962) The costs of automobile model changes since
1949', Journal of Political Economy, vol. 70, no. 5, pp. 433-51.
Fleck, J. (1988) Innqfusion or Diffusation?, ESRC, PICT Working PaperSeries,University of
Edinburgh.
Fleck, J. (1993) 'Configurations: crystallising contingency', International Journal of Human Factors
in Manufacturing, vol. 3, no. 1, pp. 15-36.
Fleck, J. and White, B. (1987) 'National policies and patterns of robotdiffusion: UK,Japan,
Sweden and United States', Robotics, vol. 3, no. 1, pp. 7-23.
Floud, R.C. and McCloskey, D. (eds) (1981) Economic History of Britain since 1700, Cambridge,
Cambridge University Press.
Foray, D. (1991) The secrets of industry are in the air: industrial cooperation and the
organisational dynamics of the innovative firm', Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 393-407.
Foray, D. and Freeman, C. (eds) (1993) Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
Foray, D. and Griibler, A. (eds) (1996) Technological Forecasting and Social Change, special issue,
Technology and the Environment, Amsterdam, North Holland.
Foray, D. and Lundvall, B-A. (19%) Employment and Growth in the Knowledge-based Economy,
Paris, OECD.

498
Ford, G. and Lake, G. (1991) 'Evolution of European science and technology policy", Science and
Public Policy, vol. 18, pp. 38-50.
Forester, T. (ed.) (1988) The Materials Revolution: Superconductors, New Materials and the Japanese
Challenge, Oxford, Oxford University Press.
Fransman, M. (1990) The Market and Beyond: Cooperation and Competition in TT in the Japanese
System, Cambridge, Cambridge University Press.
Freeman, C. (1967) 'Science and economy at the national level', in Problems in Science Policy,
Paris, OECD.
Freeman, C. (1971) The Role of Small Firms in Innovation in the United Kingdom since 1945: Report to
the Bolton Committee of Inquiry on Small Firms, Research Report no. 6, London, HMSO.
Freeman, C. (1982) The Economics of Industrial Innovation, 2nd edn, London, Pinter.
Freeman, C. (1987) Technology Policy and Economic Performance: Lessons from Japan, London,
Pinter.
Freeman, C. (1989) The Third Kondratieff Wave: age of steel, electrification and imperialism, in
Bohlin et al. (eds) Samhällsvetenskap, ekonomi och historia, Göterborg, Daidalos.
Freeman, C. (ed.) (1990) The Economics of Innovation, International Library of Critical Writings in
Economics, vol. 2, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1991) 'Networks of innovators, a synthesis of research issues'. Research Policy, vol.
20, no. 5, pp. 499-514.
Freeman, C. (1992) 'A green techno-economic paradigm for the world economy', in Freeman, C.
The Economics of Hope, London, Pinter, pp. 190-211.
Freeman, C. (1994) The economics of technical change: a critical survey', Cambridge Journal of
Economics, vol. 18, pp. 1-50.
Freeman, C. (ed.) (1996) The Long Wave in the World Economy, International Library of Critical
Writings in Economics, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1995) History, Co-evolution and Economic Growth, ILASA Working Paper 95-76,
Laxenburg, QASA.
Freeman, C., Clark, J. and Soete, L. (1982) Unemployment and Technical Innovation: A Study of Long
Waves and Economic Development, London, Pinter.
Freeman, C., Cumow, R.C., Fuller, J.K., Robertson, A.B. and Whittaker, P.J. (1968) 'Chemical
process plant: innovation and the world market', Nat Inst. Earn Rev, no. 45.
Freeman, C., Fuller, J.K. and Young, A. (1963) The plastics industry: a comparative study of
research and innovation'. National Institute Economic Review, vol. 26, pp. 22-62.
Freeman, C. and Hagedoom, J. (1992) Globalization of Technology, MERIT Research
Memorandum 92-013, Maastricht.
Freeman, C. and Perez, C. (1988) 'Structural crises of adjustment: business cycles and
investment behaviour', in Dosi, G., Freeman, C., Nelson, R., Silverberg, G. and Soete, L. (eds)
Technical Change and Economic Theory, London, Pinter, pp. 38-66.
Freeman, C. and Soete, L. (1985) Information Technology and Employment: An Assessment, Brussels,
IBM.
Freeman, C. and Soete, L. (1987) Technical Change and Full Employment, London, Pinter.
Freeman, C. and Soete, L. (eds) (1992) New Explorations in the Economics of Technical Change,
Freeman, C. and Soete, L. (1994) Work for A ll or Mass Unemployment: Computerised Technical
Change into the 21st Century, London, Pinter.
Freeman, C. and Young, A. (1965) The Research and Development Effort in Western Europe, North
America and the Soviet Union, Paris, OECD.
Freeman, C., Young, A. and Fuller, J.K. (1963) "The plastics industry: a comparative study of
research and innovation', Nat Inst Econ Rev, no. 26, pp. 22-62.
Fukasaku, Y. (1987) Technology imports and R&D at Mitsubishi Nagasaki shipyard in the pre­
war period', Bonner Zeitschrift fü r Japanologie, pp. 77-90.
Gabor, D. (1964) Inventing the Future, Harmondsworth, Penguin.
Galison, P. and Hevly, B. (1992) Big Science: The Growth of Large-Scale Research, Stanford,
Stanford University Press.
Gartmann, H. (1959) Sonst Stunde die Welt Still, Düsseldorf, [publisher not known].
Gates, W. (1996) The Road Ahead, London, Penguin.
Gatrell, V.A. (1977) 'Labour, power and the size of firms in Lancashire cotton in the second
quarter of the nineteenth century'. Economic History Review, vol. 30, pp. 95-139.

499
Gaynor, G.H. (ed.) (1996) Handbook of Technology Management, New York, McGraw Hill.
Gazis, D.C. (1979) The influence of technology on science: some experience at IBM research',
Research Policy, vol. 8, pp. 244-59.
Gerschenkron, A. (1962) Economic Backwardness in Historical Perspective, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Gershuny, J. (1983) Social Innovation and the Division of Labour, Oxford, Oxford University Press.
Gershuny, J. and Miles, I. (1983) The New Service Economy, London, Pinter.
Gibbons, M. and Johnston, R.D. (1972) The Interaction of Science and Technology, mimeo,
Department of Liberal Studies in Science, University of Manchester.
Gibbons, M. and Johnston, R.D. (1974) The roles ofscience intechnological innovation',
Research Policy, vol. 3, no. 3, pp. 220-42.
Gibbons, M. and Littler, D. (1979) The developmentof aninnovation: the case of Porvairi,
Research Policy, vol. 8, no. 1, pp. 2-25.
Gilfillan, S.C. (1935) The Sociology cf Invention, Chicago, Follet.
Gille, B. (1978) Histoire des Techniques, Paris, Gallimard.
Gjerding, A.N. (1996) Technical Innovation and Organisational Change, Aalborg, Aalborg
University Press.
Gold, B. (1971) Explorations in Managerial Economics, New York, Basic Books.
Gold, B. (1979) Productivity, Technology and Capital: Economic Analysis, Managerial Strategies and
Government Policies, Lexington, Lexington Books.
Golding, A.M. (1972) The semi-conductor industry in Britain and the United States: a case
study in innovation, growth and the diffusion of technology', DPhil thesis, University of
Sussex.
Gomulka, S. (1990) The Theory of Technical Change and Economic Growth, London, Routledge.
Granstrand, O. (ed.) (1994) Economics of Technology, Amsterdam, North Holland.
Granstrand, O., Hakanson, L. and Sjalander, S. (1992) Technology Management and International
Business, Chichester, Wiley.
Granstrand, O. and Sjolander, S. (1992) 'Managing innovation in multi-technology
corporations', Research Policy, vol. 19, no. 1, pp. 35-61.
Graves, A. (1991) 'International competitiveness and technological development in the world
automobile industry', DPhil thesis, Brighton, University of Sussex.
Greenhalgh, C. (1990) 'Innovation and trade performance in the United Kingdom', Economic
Journal, vol. 100, pp. 105-18.
Gregory, G. (1986) Japanese Electronics Technology: Enterprise and Innovation, 2nd edn, Chichester,
Wiley.
Griliches, Z. (1980) 'R&D and productivity slowdown', American Economic Review, vol. 70, pp.
343-8.
Griliches, Z. (1984) R&D, Patents and Productivity, Chicago, University of Chicago Press.
Groenewegen, P. and Vergragt, P. (1991) 'Environmental issues as threats and opportunities for
technological innovation', Technology Analysis and Strategic Management, vol. 3, no. 1, pp. 43-
55.
Grossman, G. and Helpman, E. (1990) 'Comparative advantage and long run growth', American
Economic Review, vol. 80, pp. 796-815.
Grossman, G. and Helpman, E. (1991) Endogenous Growth Theory, Cambridge, MA, MIT Press.
Grosvenor, W.M. (1929) The seeds of progress', Chemical Markets.
Grupp, H. (1997), Messung und Erklärung des technischen Wandels: Grundzüge einer empirischen
Innovationsökonomik, Berlin, Springerverlag.
Grupp, H. and Hofmeyer, O. (1986) 'A technometric model for the assessment of technological
standards and their application to selected technology comparisons', Technological Forecasting
and Social Change, no. 30, pp. 123-37.
Grupp, H. and Soete, L. (1993) Analysis of the Dynamic Relationship between Technical and Economic
Performances in Information and Telecommunication Sectors, Final Report in Fulfilment of Project
no. 8862 for DG XIII of the European Commission.
Guardian (1992) 9 November.
Gummett, P.J. (1980) Scientists in Whitehall, Manchester, Manchester University Press.
Gummett, P. (1992) 'Science and technology policy', in Hawkesworth, M. and Kogan, M. (eds)
Encyclopaedia of Government and Politics, vol. 2, London, Routledge.

500
Habakkuk, J.H. (1962) American and British Technology in the Nineteenth Century: The Search for
Labour-saving Inventions, Cambridge, Cambridge University Press.
Haber, L.F. (1958) The Chemical Industry during the Nineteenth Century, Oxford, Oxford
University Press.
Haber, L.F. (1971) The Chemical Industry, 1900-1930, Oxford, Oxford University Press.
Hagedoom, J. (1991) 'Networks in research and production', International Journal of Technology
Management, special issue on The Increasing Role of Technology in Corporate Policy, pp. 81-
95.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1990) 'Strategic partnering and technological cooperation', in
Freeman, C. and Soete, L. (eds) New Explorations in the Economics of Technical Change, London,
Pinter.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1991) The internationalization of the economy, global
strategies and strategic technology alliances', Nouvelles de la Science et des Technologies, vol. 9,
no. 2, pp. 29-41.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1992) 'Leading companies and networks of strategic
alliances in information technologies'. Research Policy, vol. 21, no. 2, pp. 163-91.
Hahn, F. (1987) 'Neo-classical growth theory', in Eatwell, J. (ed.) The New Palgraoe Dictionary of
Economics, vol. 3, London, Macmillan.
Hakansson, H. and Snehota, I (eds) (1995) Developing Relationships in Business Networks, London,
Routledge.
Hall, P. and Preston, P. (1988) The Carrier Wave: New Information Technology and the Geography of
Innovation, London, Unwin Hyman.
Hamberg, D. (1964) 'Size of firm, oligopoly and research: the evidence', Canadian Journal of
Economics and Political Science, vol. 30, no. 1, pp. 62-75.
Hamberg, D. (1966) R and D Essays in the Economics of Research and Development, New York,
Random House.
Hamilton, A. (1791) Report on the Subject of Manufactures, reprinted US Government Printing
Office, Washington (1913).
Hamilton, S.B. (1958) 'Building materials and techniques', in Oxford History of Technology, vol. 5,
Oxford, Clarendon Press.
Hannah, L. (1983) 'Entrepreneurs and the social sciences', Inaugural Lecture, London School of
Economics.
Hardie, D.W.F. and Pratt, J.D. (1966) A History of the Modem British Chemical Industry, Oxford,
Pergamon.
Harris, R. (1984) 'Applied General Equilibrium Analysis of Small Open Economies with Scale
Economies and Imperfect Competition', American Economic Review, vol. 74, no. 5, pp. 1016-
32.
Harrod, R.F. (1939) 'An essay in dynamic theory', Economic Journal, vol. 49, pp. 14-33.
Harrod, R. (1948) Towards a Dynamic Economics, London, Macmillan.
Hart, A. (1966) 'A chart for evaluating product R and D projects', Operations Research Quarterly,
vol. 17, no. 4, pp. 347-58.
Hawke, C.R. and Higgins, J.P.P. (1981) Transport and social overhead capital', in Floud, R. and
McCloskey, B. (eds) The Economic History of Britain Since 1700, Cambridge, Cambridge
University Press.
Heath, J.B. (1971) International Conference on Monopolies, Mergers and Restrictive Practices, London,
HMSO.
Hessen, B. (1931) The social and economic roots of Newton's Prindpia', in Bukharin, N. (ed.)
(1971) Science at the Cross-roads, with an introduction by P.G. Werskey, Ilford, Cass.
Hills, R.L. (1994) 'Hargreaves, Arkwright and Crompton: why three inventors?', in Jenkins, D.T.
(ed.) The Textile Industries, Oxford, Blackwell.
Hirsch, S. (1965) The United States electronics industry in international trade', Nat Inst Econ Rev,
no. 34, pp. 92-107.
Hobday, M. (1991) 'The European semi-conductor industry: resurgence and rationalisation', in
Freeman, C., Sharp, M. and Walker, W. (eds) Technology and the Future of Europe, London,
Pinter.
Hobday, M. (1994) 'Innovation in semi-conductor technology: die limits of the Silicon Valley

501
network model', in Dodgson, M. and Rothwell, R. (eds) The Handbook of Industrial Innovation,
Cheltenham, Elgar.
Hobday, M. (1995) Innovation in East Asia: The Challenge to Japan, Aldershot, Elgar.
Hobday, M. (in press, 1997) 'Product complexity, innovation and industrial organisation'.
Research Policy.
Hobsbawm, E. (1968) Industry and Empire: An Economic History of Britain from 1750, London,
Weidenfeld & Nicolson.
Hodgson, G.M. (1992) 'Optimisation and evolution: Winter's critique of Friedman revisited',
Newcastle Polytechnic, Department of Economics.
Hodgson, G.M. (ed.) (1995) Economics and Biology, The International Library of Critical Writings
in Economics, vol. 50, Aldershot, Elgar.
Hoffmann, W.D. (1976) 'Market structure and strategies of R and D behaviour in the data
processing market', Research Policy, vol. 5, pp. 334-53.
Hollander, S. (1965) The Sources of Increased Efficiency: A Study of Du Pont Rayon Plants,
Cambridge, MA, MIT Press.
Hollingdale, S.H. and Toothill, G.C. (1965) Electronic Computers, Harmondsworth, Penguin.
Holroyd, Sir R. (1964) 'Productivity of industrial research with particular reference to research in
the chemical industry”, Institute of Chemical Engineers, Proceedings of Symposium on
Productivity in Research, p. 6.
Hounshell, DA. (1984) From the American System to Mass Production, 1800-1932: The Development
c f Manufacturing Technology in the United States, Baltimore, Johns Hopkins University Press.
Hounshell, D.A. and Smith, J.K. (1988) Science and Corporate Strategy: DuPont R&D 1902-1980,
Cambridge, Cambridge University Press.
Howes, R., Skea, J.F. and Whelan, R. (1997) Clean and Competitive? Motivating Environmental
Performance in Industry, London, Earthscan.
Hu, Y.S. (1992) 'Global or transnational corporations are national firms with international
operations', Californian Management Review, vol. 34, no. 2, pp. 107-26.
Hufbauer, G.C. (1966) Synthetic Materials and the Theory cf International Trade, London,
Duckworth.
Hufbauer, G. (1970) The impact of national characteristics and technology on the commodity
composition of trade in manufactured goods', in Vemon, R. (ed.) The Technology Factor in
International Trade, New York, Columbia University Press.
Hughes, K. (1990) Exports and Technology, Cambridge, Cambridge University Press.
Hughes, T.P. (1982) Networks <f Power: Electrification in Western Society, 1800-1930, Baltimore,
Johns Hopkins University Press.
Hughes, T.P. (1989) American Genesis, New York, Viking.
Hulsink, W. (1996) Do Nations Matter in a Globalising Industry? A Comparative Analysis cf
Telecommunication Restructuring in France, Netherlands and UK (1980-1994), Rotterdam,
Erasmus University.
Humbert, M. (ed.) (1993) The Impact cf Globalisation on Europe's Firms and Industries, London,
Pinter.
International Development Research Centre (1972) Annual Report 1971-72, Ottawa, IDRC.
Industrial Research Institute Research Corporation (1979) Contribution of Basic Research to Recent
Successful Industrial Innovations, prepared for National Science Foundation, St Louis, IRI/RC
(PB 80-160179).
Integrated Circuit Engineering Corporation (1995) Worldwide IC Industry Economic Update and
Forecast.
Irvine, J.H. and Martin, B.R. (1980) 'A methodology for assessing the scientific performance of
research groups', Scientia Yugoslavica, vol. 6, nos. 1-4, pp. 83-95.
Irvine, J.H. and Martin, B.R. (1981) 'L'évaluation de la recherche fondamentale: est-elle
possible?', La Recherche, no. 128, pp. 1406-16.
Irvine, J.H. and Martin, B.R. (1984) Foresight in Science: Picking the Winners, London, Pinter.
Irwin, A. and Vergragt, P. (1989) 'Re-thinking the relationship between environmental
regulation and industrial innovation: the social negotiation of technical change', Technology
Analysis and Strategic Management, vol. 1, no. 1, pp. 57-70.
Jacob, M. (1988) The Cultural Meaning of the Scientific Revolution, New York, McGraw Hill.

502
Jaikumar, R. (1988) From Filing and Fitting to Flexible Manufacturing: A Study in the Evolution of
Process Control, Cambridge, MA, Harvard Business School.
Jang-Sup Shin (19%) The Economics of Late-comers, Catching-up, Technology Transfer and
Institutions in Germany, Japan and S. Korea, London, Routledge.
Jansen, J.L.A. and Vergragt, P. (1992) Sustainable Development: A Challenge to Technology!, The
Hague, Ministry of Housing, Physical Planning and the Environment, Department for
Information and International Relations.
Jantsch, E. (1967) Technological Forecasting in Perspective, Paris, OECD.
Jenkins, D.T. (ed.) (1994) The Textile Industries, vol. 9, in Church, R.A. and Wrigley, E.A. (eds)
The Industrial Revolution in Britain, Oxford, Blackwell
Jewkes, J., Sawers, D. and Stillerman, R. (1958) The Sources of Invention, (rev. edn. 1969), London,
Macmillan.
Jochem, E. and Hohmeyer, O. (1992) The economics of near-term reductions in greenhouse
gases', in Mintzler, I. (ed.) Confronting Climate Change Risks, Implications and Responses,
Cambridge, Cambridge University Press.
Johnson, HG. (1975) Technology and Economic Interdependence, London, Macmillan.
Jones, D.T. (1985) 'Vehicles', in Freeman, C. (ed.) Technological Trends and Employment, vol. 4,
Engineering and Vehicles, Aldershot, Gower.
Jones, R.V. (1978) Mosf Secret War: British Scientific Intelligence, 1939-1945, London, Hamish
Hamilton.
Jones, R. (ed.) (1981) Readings from 'Futures', Guildford, Westbury House.
Kaldor, N. (1957) 'A model of economic growth', in Economic Journal (page references are to the
reprint in Kaldor, 1980).
Kaldor, N. (1980) Essays on Economic Stability and Growth, 2nd edn, London, Duckworth.
Kamien, M.I. and Schwartz, N.L. (1975) 'Market Structure and Innovation: a survey', Journal of
Economic Literature, vol. 23, no. 1, pp. 1-37.
Kanz, J. and Lam, D. (1996) Technology, strategy and competitiveness', in Gaynor, G.H. (ed.)
Handbook of Technology Management, New York, McGraw Hill.
Kaplinsky, R. (1983) 'Firm size and technical change in a dynamic context', Journal of Industrial
Economics, no. 32, pp. 39-59.
Kaplinsky, R. (1990) The Economics of Small: Appropriate Technology in a Changing World, London,
IT Publications.
Katz, B.G. and Phillips, A. (1982) 'Government, economies of scale and comparative advantage:
the case of the computer industry7, in Giersch, H. (ed.) Proceedings of Conference on Emerging
Technology, Kiel Institute of World Economics, Tubingen, J C B Mohr.
Katz, J.M. (ed.) (1987) Technology Generation in Latin American Manufacturing Industries, London,
Macmillan.
Kaufman, M. (1963) First Century of Plastics, London, Plastics Institute.
Kaufman, M. (1969) The History of PVC: The Chemistry and Industrial Production of Polyvinyl
Chloride, London, Madaren.
Kay, N.M. (1979) The Innovating Firm: A Behavioural Theory of Corporate R&D, London,
Macmillan.
Kay, M.N. (1982) The Evolving Firm, London, Macmillan.
Kay, M.N. (1984) The Emergent Firm: Knowledge, Ignorance and Surprise in Economic Organisation,
London, Macmillan.
Kealey, T. (1996) Economic Laws of Scientific Research, London, Macmillan.
Keck, O. (1977) 'Fast breeder reactor development in West Germany: an analysis of government
policy7, DPhil thesis, University of Sussex.
Keck, O. (1980) 'Government policy and technical choice in the West German reactor
programme', Research Policy, vol. 9, no. 4, pp. 302-56.
Keck, O. (1982) Policy-making in a Nuclear Reactor Programme: The Case of the West German Fast
Breeder Reactor, Lexington, Lexington Books.
Kemp, R. (1995) Environmental Policy and Technical Change: A Comparison of The Technical Impact
of Policy Instruments, Maastricht, University of Limburg.
Kemp, R. and Soete, L. (1990) 'Inside the "green box": on the economics of technological change
and the environment7, in Freeman, C. and Soete, L. (eds) New Explorations in the Economics of
Technological Change, London, Pinter, pp. 245-57.

503
Kennedy, C. and Thirlwall, A.P. (1971) Technical progress', Surveys in Applied Economics 1,
London, Macmillan, pp. 115-77.
Keynes, J.M. (1930) Treatise on Money, London, Macmillan.
Keynes, J.M. (1936) General Theory of Employment, Interest and Money, New York, Harcourt Brace
Klein, B.H. (1977) Dynamic Economics, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Kleinknecht, A. and Reijnen, J.O.N. (1992a) 'Why do firms cooperate on R&D? An empirical
study', Research Policy, vol. 21, no. 4, pp. 347-60.
Kleinknecht, A. and Reijnen, J.O.N. (1992b) The experience with new innovation data in the
Netherlands', STI Review, no. 11, pp. 64-76.
Kleinman, H.S. (1975) Indicators of the Output of New Technological Products from Industry, report
to US National Science Foundation, National Technical Information Service, US Department
of Commerce.
Knight, F.H. (1965) Risk, Uncertainty and Profit, London, Harper.
Knox, F. (1969) Consumers and the Economy, London, Harrap.
Kodama, F. (1995) Emerging Patterns of Innovation: Sources of Japan's Technological Edge,
Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Kondratieff, N. (1925) The long wave in economic life', English translation, Review of Economic
Statistics, vol. 17, pp. 105-15.
Krugman, P. (1979) 'A model of innovation technology transfer and the world distribution of
income', Journal of Political Economy, vol. 87.
Krugman, P. (1986) Strategic Trade Policy and the New International Economics, Cambridge, MA,
MIT Press.
Krugman, P. (1990) Rethinking International Trade, Cambridge, MA, MIT Press.
Krugman, P. (1995) Technological change in international trade', in Stoneman, P. (ed.) Handbook
of the Economics of Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Kuznets, S. (1940) 'Schumpeter's business cycles', American Economic Review, vol. 30, no. 2, pp.
257-71.
Kuznets, S. (1930), Secular Movements in Production and Prices, Boston, Houghton Mifflin.
Kuznets, S. (1953) Economic Change, New York, Norton.
Lall, S. (1995) 'Employment and foreign investment: policy options for developing countries',
International Labour Review, vol. 134, pp. 521-39.
Landau, R. and Rosenberg, N. (eds) (1986) The Positive Sum Strategy: Harnessing Technology for
Economic Growth, Washington, National Academy Press.
Landes, D. (1965) Technological change and industrial development in Western Europe, 1750-
1914, in Cambridge Economic History of Europe, Cambridge, Cambridge University Press.
Landes, M. (1969) The Unbound Prometheus: Technological and Industrial Development in Western
Europe from 1750 to the Present, Cambridge, Cambridge University Press.
Landesmann, M. and Goodwin, R. (1994) 'Productivity, Growth, Structural Change and
Macroeconomic Stability', Economic Growth and the Structure of Long-Term Development, New
York, St. Martin's Press.
Langrish, ]., Gibbons, M., Evans, P. and Jevons, F. (1972) Wealth from Knowledge, London,
Macmillan.
Lastres, H. (1992) 'Advanced materials and the Japanese national system of innovation', DPhil
thesis, Brighton, University of Sussex, SPRU.
Lawson, W.D., Lynch, C.A. and Richards, C.J. (1965) 'Corfam: research brings chemistry to
footwear', Research Management, vol. 8, no. 1, pp. 5-26.
Lazonick, W. (1990) Competitive Advantage on the Shop Floor, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
Lazonick, W. (1991) Business Organisation and the Myth of the Market Economy, Cambridge,
Cambridge University Press.
Lenin, V.I. (1915) Imperialism: The Highest Stage of Capitalism, English edn, (1935), London,
Lawrence & Wishart
Lenin, V.I. (1917) State and Revolution, English edn, London (1933). Martin Lawrence.
Leonard-Barton, D. (1995) Wellsprings of Knowledge: Building and Sustaining the Sources of
Innovation, Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Leontieff, W. (1953) 'Domestic production and foreign trade: the American capital position re­
examined, in Proceedings of the American Philosophical Society, vol. 97.

50-1
Levin, R.C. (1988) 'Appropriability, R&D spending and technological performance", American
Economic Review (PP), no. 78, 424-8.
Levin, R.C., Klevorick, A.K., Nelson, R.R. and Winter, S.G. (1987) 'Appropriating the returns
from industrial research and development7, Brookings Paper on Economic Activity, no. 3, pp.
783-820.
Liebermann, M.G. (1978) 'A literature citation study of science technology coupling in
electronics', Proceedings of the IEEE, vol. 66, no. 1, pp. 4-13.
List, F. (1841) The National System of Political Economy, English edn, London, Longman (1904).
Little, A.D. (1963) Patterns and Problems of Technical Innovation in American Industry, Washington,
DC, USGPO.
Litvak, I.A. and Maule, C.J. (1972) 'Managing the entrepreneurial enterprise'. Business Quarterly,
vol. 37, p. 47.
Lockett, M. (1987) The Factors Behind Successful IT Innovation, Oxford, Templeton College.
Lou?a, F. (1997) Turbulence in Economics: An Evolutionary Appraisal of Cycles and Complexity in
Historical Processes, Cheltenham, Elgar.
Loveridge, R. and Pitt, M. (eds) (1990) The Strategic Management of Technological Innovation, New
York, Wiley.
Lucas, R.E.B. (1988) 'On the mechanisms of economic development', Journal of Monetary
Economics, vol. 22, pp. 3-42.
Lundgren, A. (1991) 'Technological innovation and industrial evolution: the emergence of
industrial networks', DPhil dissertation, Stockholm School of Economics.
Lundvall, B-A (1985) 'Product innovation and user-producer interaction, Industrial Development
Research Series 31, Aalborg, Aalborg University Press.
Lundvall, B-A (1988a) Chapter 1, in Freeman, C. and Lundvall, B-A (eds) Small Countries Facing
the Technological Revolution, London, Pinter.
Lundvall, B-A (1988b) 'Innovation as an interactive process: from user-producer interaction to
the national system of innovation', in Dosi, G. et al. (eds) Technical Change and Economic
Theory, London, Pinter.
Lundvall, B-A (ed.) (1992) National Systems cf Innovation: Towards a Theory of Innovation and
Interactive Learning, London, Pinter.
Lundvall, B-A (1993) "User-producer relationships, national systems of innovation and
internationalisation'. Chapter 12 in Foray, D. and Freeman, C. (eds) Technology and the Wealth
cf Nations, London, Pinter.
Machlup, F. (1962) The Production and Distribution of Knowledge in the United States, Princeton,
Princeton University Press.
McCutcheon, R. (1972) 'High flats in Britain, 1945-71', D.Phil. dissertation, University of Sussex.
McKay, A.L. and Bernal, J.D. (1966) Towards a science of science', Technologist, vol. 2, no. 4, pp.
319-28.
McKendrick, N. (1960, 1994) 'Josiah Wedgwood, an eighteenth century entrepreneur in
salesmanship and marketing techniques', Economic History Review, vol. 12, pp. 408-33,
reproduced in Hoppit, J. and Wrigley, E.A. (eds) (1994).
Mackenzie, D. (1990) Inventing Accuracy: A Historical Sociology cf Nuclear Missile Guidance,
Cambridge, MA, MIT Press.
Mackenzie, D. (1992) Economic and Sociological Exploration of Technical Change, in Coombs, R.,
Saviotti, P. and Walsh, V. (eds), pp. 25-48.
Madaurin, W.R. (1949) Invention and Innovation in the Radio Industry, London, Macmillan.
McLeod, R. and Andrews, K. (1970) The origins of DSIR: reflections on ideas and men, 1915-
1916', Public Administration, vol. 48, 23-48.
Maddison, A. (1982) Phases cf Capitalist Growth, Oxford, Oxford University Press.
Maddison, A. (1987) 'Growth and slowdown in advanced capitalist economies: techniques of
quantitative assessment', Journal cf Economic Literature, vol. 25, pp. 649-98.
Maddison, A. (1995), Monitoring the World Economy, 1820-1992, Development Centre, Paris,
OECD, p. 452.
Magnier, A. and Toujas-Bematte, J. (1994) Technology and Trade: Empirical Evidence for the Five
Major Industrialized Countries, Working Paper INSEE-DEEE G, no. 9207.
Maidique, M.A. and Zirger, B.J. (1985) The new product learning cycle', Research Policy, vol. 14,
December, pp. 299-313.

505
Maizels, A. (1963) Industrial Growth and World Trade, Cambridge, Cambridge University Press
and NIESR.
Mankiw, N., Romer, D. and Weil, D. (1992) 'A Contribution to the Empirics of Economic
Growth', Quarterly Journal of Economics, vol. 107, pp. 407-37.
Mann, J. de L. (1958) The textile industry: machinery for cotton, flax, wool, 1760-1850', in
Singer, C. (ed.) et al. A History of Technology, vol. 4, Oxford, Clarendon Press.
Mansell, R.M. (1995) The New Telecommunications: A Political Economy of Network Evolution,
London, Sage.
Mansell, R.M. and Silverstone, R. (eds) (1996) Communication by Design, Oxford, Oxford
University Press.
Mansfield, E. (1962) 'Entry, Gibrat's Law, innovation and the growth of firms', American
Economic Review, voL 48, pp. 1023-51.
Mansfield, E. (1968a) Industrial Research and Technological Innovation, New York, Norton.
Mansfield, E. (1968b) The Economics of Technological Change, New York, Norton.
Mansfield, E. (1980) 'Basic research and productivity increases in manufacturing', American
Economic Review, vol. 70, pp. 865-73.
Mansfield, E. (1988a) 'Industrial Innovation in Japan and in the United States', Science, no. 241,
pp. 1760-64.
Mansfield, E. (1988b) 'Industrial R&D in Japan and the United States: a comparative stud/,
American Economic Review, vol. 78, pp. 223-8.
Mansfield, E. (1989) The diffusion of industrial robots in Japan and in the United States',
Research Policy, vol. 18, pp. 183-92.
Mansfield, E. (1991) 'Academic research and industrial innovation', Research Policy, vol. 20, no.
1, pp. 1-13.
Mansfield, E. (ed.) (1993) The Economics of Technical Change, International Library of Critical
Writings in Economics, vol. 31, Aldershot, Elgar.
Mansfield, E. (1995) Innovation, Technology and the Economy, Selected Essays, 2 vols. Aldershot,
Elgar.
Mansfield, E. et al. (1971) Research and Innovation in the Modem Corporation, New York, Norton.
Mansfield, E. et al. (1977) The Production and Application of New Industrial Technology, New York,
Norton.
Marris, R. (1964) The Economic Theory of Managerial Capitalism, London, Macmillan.
Marschak, T., Glennan, T.K. and Summers, R. (1967) Strategy for R and D, Vienna, Springer-
Verlag.
Marshall, A.W. and Meckling, W.H. (1962) 'Predictability of the costs, time and success of
development', in National Bureau of Economic Research, The Rate and Direction of Inventive
Activity, Princeton, Princeton University Press, pp. 461-77.
Marshall, A. (1890) Principles of Economics, London, Macmillan.
Martin, B.R. and Irvine, J.H. (1983) 'Assessing basic research: some partial indicators of scientific
progress in radio astronomy', Research Policy, vol. 12, no. 2, pp. 61-90.
Martin, B.R. and Irvine, J. (1989) Research Foresight: Priority-Setting in Science, London, Pinter.
Martin, P. and Thomas, S. (1996) The Development of Gene Therapy in Europe and the US: A
Comparative Analysis, STEEP Special Report, no. 5, Brighton, SPRU.
Marx, K. (1858) Grundrisse, London, Allen Lane (1973).
Mass, W. and Lazonick, W. (1990) The British Cotton Industry and International Competitive
Advantage: The State of the Debates, New York, Department of Economics, Columbia
University Working paper 90-06, April.
Mathias, P. (1969) The First Industrial Nation, London, Methuen.
Meadows, D. et al. (1972) The Limits to Growth, New York, Universe Books.
Meadows, D.H., Meadows, D.L. and Randers, J. (1992) Beyond the Limits: Global Collapse or a
Sustainable Future?, London, Earthscan.
Melto, de D.P. et al. (1980) Innovation and Technological Change in Five Canadian Industries,
Discussion Paper no. 176, Ottawa, Economic Council of Canada.
Metcalfe, J.S. (1970) The Diffusion of Innovation in the Lancashire Textile Industry, Manchester
School of Economics and Social Studies, no. 2, pp. 145-62.
Metcalfe, J.S. (1981) Impulse and diffusion in the study of technical change', Futures, vol. 13, pp.
347-59.

506
Metcalfe, J.S. (1982) 'On the diffusion of innovation and the evolution of technology', London,
Conference of Technical Change Centre, January.
Metcalfe, J.S. (1988) The diffusion of innovation: an interpretative survey”, in Dosi, G., Freeman,
C., Nelson, R., Silveiberg, G. and Soete, L. (eds) Technical Change and Economic Theory,
London, Pinter.
Metcalfe, J.S. (1994) 'Evolutionary economics and technology policy”, Economic Journal, vol. 104,
pp. 931-41.
Metcalfe, J.S. (1995) The economic foundations of technology policy, equilibrium and
evolutionary perspectives', in Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook of the Economics cf Innovation
and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Metcalfe, J.S. (1997) Evolutionary Economics and Creative Destruction, London, Routledge.
Meyer-Krahmer, F. and Reiss, T. (1992) Ex Ante Evaluation and Technology Assessment: Two
Emerging Elements of Technology Policy Evaluation, Research Evaluation, Karlsruhe, ISI.
Miles, I. (1989) Home Informatics: Information Technology and the Transformation of Everyday Life,
London, Pinter.
Miles, I. (1996) Innovation in Services, Services in Innovation, Manchester, Manchester Statistical
Society.
Miles, I. (1996) The information society: competing perspectives', in Dutton, W.H. (ed.)
Information and Communication Technology: Visions and Realities, Oxford, Oxford University
Press.
Milliman, S.R. and Prince, R. (1989) 'Firm incentives to promote technological change in
pollution control”. Journal cf Environmental Economics and Management, vol. 17, pp. 247-65.
Mishan, E. (1969) Technology and Growth: The Price we Pay, New York, Praeger.
Mitchell, C. (1995) The renewables NFFO”, Energy Policy, vol. 28, pp. 1077-91.
Mitchell, C. (1996) Renewable Energy in the UK, London, Council for the Preservation of Rural
England.
Miyazaki, K. (1995) Building Competencies in the Firm: Lessons for Japanese and European Opto­
electronics, Basingstoke, Macmillan.
Mjoset, L. (1992) The Irish Economy in a Comparative International Perspective, Dublin, National
Economic and Social Council.
Modelski, G. and Thompson, R. (1993) Seapower in Global Politics, 1494—1993, London,
Macmillan.
Mokyr, J. (1990) The Lever cf Riches: Technological Creativity and Economic Progress, New York,
Oxford University Press.
Molina, A.H. (1989) Transputers and Parallel Computers: Building Technological Competencies
Through Sodo-technical Constituencies, PICT Paper 7, Edinburgh, Research Centre for Social
Sciences.
Molina, A.H. (1995) 'Sodo-technical constituendes as processes of alignment”, Technology in
Society, vol. 17, no. 4, pp. 385-412.
Molina, A.H. (1996) 'Sodo-technical alignment in the intra-organisational diffusion of
information technology”, in Inzelt, A. and Coenen, R. (eds) Knowledge, Technology Transfer
and Foresight, Amsterdam, Kluwer, pp. 125-48.
Morand, J.C. (1970) Recherche et dimension des entreprises dans la Communauté'? Nancy,
Economique Européenne.
Morris, P.J.T. (1982) 'The development of acetylene chemistry and synthetic rubber by IG
Farben, 1926-1945”, DFhil thesis, Oxford University.
Morris, P.J.T. (1989) The American Synthetic Rubber Research Programs, Philadelphia, University of
Pennsylvania Press.
Mowery, D.C. (1980) The emergence and growth of industrial research in American
manufacturing 1899-1946', PhD dissertation, Stanford University.
Mowery, D.C. (1983) The relationship between intra-firm and contractual forms of industrial
research in American manufacturing, 1900-1940', Explorations in Economic History, vol. 20,
pp. 351-74.
Mowery, D.C. (1995) The practice of technology policy”, in Stoneman, P. (ed.) Handbook of the
Economics of Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Mowery, D.C. and Rosenberg, N. (1979) The influence of market demand upon innovation: a
critical review of some recent empirical studies', Research Policy, vol. 8, no. 2, pp. 102-50.

507
Mowery, D.C. and Rosenberg, N. (1989) Technology and the Pursuit of Economic Growth,
Cambridge, Cambridge University Press.
Mueller, W.F. (1962) The origins of the basic inventions underlying Du Pont's major product
and process innovations, 1920-1950', in National Bureau of Economic Research The Rate and
Direction of Inventive Activity, Princeton, Princeton University Press.
Murphy, K., Shleifer, A. and Vishny, R. (1989) 'Industrialization and the big push'. Journal of
Political Economy, vol. 97, pp. 1003-26.
Musson, A.E. and Robinson, E. (1969) Science and Technology in the Industrial Revolution,
Manchester, Manchester University Press.
Nakamura, L. (1995) Is US Economic Performance really that Bad?, Federal Reserve Bank of
Philadelphia Working Paper no. 95-21.
Narula, R. (1996) Mtdtmational Investment and Economic Structure, London, Routledge.
Naslund, B. and Sellstedt, B. (1972) The Implementation and Use of Models for R and D Planning,
Stockholm, European Institute for Advanced Studies in Management.
Nasthakken, D. and Akhtar, A. (1994) Does the Highway Go South?, Ottawa, IDRC.
National Science Foundation (1945) Science, the Endless Frontier, a report to the President by
Vannevar Bush, reprinted 1960, Washington, NSF.
National Science Foundation (1973) Interactions of Science and Technology in the Innovative Process,
Final Report from the Battelle Columbus Laboratory, NSF-667, Washington, NSF.
Nelson, D. (1980) Frederick W. Taylor and the Rise of Scientific Management, Madison, University of
Wisconsin Press.
Nelson, R.R. (1959) The simple economics of basic scientific research', Journal of Political
Economy, vol. 67, pp. 297-306.
Nelson, R.R. (1962) The link between science and invention: the case of the transistor', in
National Bureau of Economic Research The Rate and Direction of Inventive Activity, Princeton,
Princeton University Press.
Nelson, R.R. (1973) 'Recent exercises in growth accounting: new understanding or dead end?',
American Economic Review, vol. 63, pp. 462-8.
Nelson, R.R. (1977) The Moon and the Ghetto: An Essay on Public Policy Analysis, New York,
Norton.
Nelson, R.R. (1981) 'Research on productivity growth and productivity differences: dead ends
and new departures', Journal c f Economic literature, vol. 19, pp. 1029-64.
Nelson, R.R. (1991) 'Why do firms differ, and how does it matter?', Strategic Management Journal,
vol. 12, no. 1.
Nelson, R.R. (ed.) (1993) National Systems cf Innovation: A Comparative Study, Oxford, Oxford
University Press.
Nelson, R.R. (1994) 'What has been the matter with neoclassical growth theory?', in Silverberg,
G. and Soete, L.L.G. (eds) The Economics of Growth and Technical Change, Aldershot, Elgar.
Nelson, R. (1996) The Sources cf Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Nelson, R.R., Peck, J. and Kalachek, E. (1967) Technology, Economic Growth and Public Policy,
Washington, DC, Brookings Institution.
Nelson, R.R. and Salomon, J-J (1979) Science and Technology in the New Economic Context, Paris,
OECD.
Nelson, R.R. and Winter, S.G. (1974) 'Neoclassical versus evolutionary theories of economic
growth'. Economic Journal, no. 84, pp. 886-905.
Nelson, R.R. and Winter S.G. (1977) 'In search of a useful theory of innovation', Research Policy,
vol. 6, no. 1, pp. 36-76.
Nelson, R.R. and Winter, S.G. (1982) An Evolutionary Theory of Economic Change, Cambridge,
MA, Harvard University Press.
Nevins, A. and Hill, F.E. (1954) Ford: The Times, the Man, the Company, New York, Scribner.
Niosi, J. (ed.) (1991) Technology and National Competitiveness: Oligopoly, Technological Innovation
and International Competition, Montreal, McGill University Press.
Nonaka, I. and Takeuchi, H. (1986) The new product development game', Harvard Business
Review, January-February, pp. 285-305.
Norris, K.P. (1971) The accuracy of project cost and duration estimates in industrial R and D', R
and D Management, vol. 2, no. 1, pp. 25-36.

508
Nye, D.E. (1990) Electrifying America: Social Meanings of a New Technology, Cambridge, MA, MIT
Press.
OECD (1963a) The Measurement of Scientific and Technical Activities (Frascati Manual), Paris,
OECD (new edn 1993).
OECD (1963b) Science, Economic Growth and Government Policy, Paris, OECD.
OECD (1967) The Overall Level and Structure of R&D Efforts in Member Countries, Paris, OECD.
OECD (1968) Gaps in Technology: Electronic Components, Paris, OECD.
OECD (1971a) R and D in OECD Member Countries: Trends and Objectives, Paris, OECD.
OECD (1971b) Science, Growth and Society (Brooks Report), Paris, OECD.
OECD (1980a) Technical Change and Economic Policy, Paris, OECD.
OECD (1980b) 'The measurement of the output of R and D activities: the 1980 conference on
science and technology indicators', mimeo, Paris, OECD.
OECD (1981) R and D Statistics, Paris, OECD.
OECD (1982) Historical Patent Statistics, Paris, OECD.
OECD (1988) New Technologies in the 1990s: a Socio-Economic Strategy (Sundqvist Report), Paris,
OECD.
OECD (1991) Technology in a Changing World, Paris, OECD.
OECD (1991) Technology and Productivity: The Challenges for Economic Policy, Paris, OECD.
OECD (1992) Technology and the Economy: The Key Relationships, Paris, OECD.
OECD (1993) The OECD Response, Interim Report by The Secretary-General, Paris, OECD.
OECD (1994, 1996) The OECD jobs Study, Paris, OECD.
OECD (1995) MSTl Database, Paris, OECD.
OECD (1996) Technology, Productivity and Job Creation, Vol. I and II, The OECD Job Strategy,
Paris, OECD.
Ohmae, K. (1990) The Borderless World, New York, Harper.
Olin, J. (1972) R and D Management Practices: Chemical Industry in Europe, Zurich, Stanford
Research Institute.
Ostry, S. (1995) Technology Issues in the International Trading System, October, mimeo, Paris,
OECD.
Pareto, V. (1913) 'Alcuni relazioni fra la stato sociale e la variazoni della prosperita economica',
Rivista Italiana di Socbbgia, September-December, pp. 501-48.
Pasinetti, L.L. (1981) Structural Change and Economic Growth: A Theoretical Essay on the Dynamics
of the Wealth of Nations, Cambridge, Cambridge University Press.
Patel, P. (1995) 'Localised production of technology for global markets', Cambridge journal of
Economics, vol. 19, no. 1, pp. 141-53.
Patel, P. and Pavitt, K. (1991) 'Large firms in the production of the world's technology: an
important case of "non-globalisation'", Journal of International Business Studies, vol. 22, pp. 1-
21 .
Patel, P. and Pavitt, K. (1992) 'The innovative performance of the world's largest firms: some
new evidence, Economics of Innovation and New Technologies, vol. 2, pp. 91-102.
Patterson, M. (1996) 'Innovation: managing the process', in Gaynor, G.H. (ed.) Handbook of
Technology Management, New York, McGraw Hill.
Paulinyi, A. (1982) 'Der technologietransfer fur die Metallbearbeitung und die preussische
Gewerbeforderung 1820-1850', in Blaich F. (ed.) Die Rolle des Staates fu r die wirtschaflliche
Entwicklung, Berlin, Blaich, pp. 99-142.
Pavitt, K.L.R. (1971) The Conditions for Success in Technobgical Innovation, Paris, OECD.
Pavitt, K.L.R. (ed.) (1980) Technical Innovation and British Economic Performance, London,
Macmillan.
Pavitt, K.L.R. (1982) 'R and D, patenting and innovative activities: a statistical exploration',
Research Policy, vol. 11, no. 1, pp. 33-51.
Pavitt, K. (1984) 'Patterns of technical change: towards a taxonomy and a theory", Research
Policy, vol. 13, no. 6, pp. 343-73.
Pavitt, K.L.R. (1985) Technology transfer among industrially advanced countries: an overview',
in Rosenberg, N. and Frischtak, C. (eds) International Technology Trends, New York, Praeger.
Pavitt, K. (1993) "What do firms learn from basic research?', in Foray, D. and Freeman, C. (eds)
Technology and the Wealth of Nation's, London, Macmillan.
Pavitt, K. (1996) "National policies for technical change: where are the increasing returns to

509
economic research?'. Proceedings of the National Academy cf Science, USA, vol. 93, pp. 12693-
700.
Pavitt, K. (1996) 'Road to ruin', New Scientist, no. 2041, 3 August, pp. 32-6.
Pavitt, K.L.R., Robson, M. and Townsend, J. (1987) "The size distribution of innovative firms in
the UK: 1945-1983', Journal c f Industrial Economics, vol. 35, no. 3, March, pp. 297-319.
Pavitt, K.L.R. and Soete, L.L.G. (1980) 'Innovative activities and export shares', in Pavitt, K. (ed.)
Technical Innovation and British Economic Performance, Macmillan, London.
Pavitt, K.L.R. and Soete, L.L.G. (1981) International differences in economic growth and the
international location of innovation', in Giersch, H. (ed.) Emerging Technologies: The
Consequences for Economic Growth, Structural Change and Employment, Tübingen, Mohr.
Pavitt, K.L.R. and Walker, W. (1976) 'Government policies towards industrial innovation: a
review', Research Policy, vol. 5, no. 1, pp. 1-97.
Pearce, D. and Turner, R.K. (1984) The economic evaluation of low and non-waste
technologies', Resources and Conservation, vol. 11, pp. 27-43.
Pearce, D., Markandya, A. and Barbier, E.B. (1989) Blueprint for a Green Economy, London,
Earthscan.
Pearce, R. and Singh, S. (1991) Globalising Research and Development, London, Macmillan.
Pearl, M.L. (1978) The iron and steel industry', in Williams, T.L. (ed.) History of Technology, vol.
VI, pp. 462-99, Oxford, Clarendon Press.
Pearson, A.W. (1990) Innovation strategy', Technovation, vol. 10, no. 3, pp. 185-92.
Peck, J. (1968) 'British science and technology: the costs of overcommitment and gains from
selectivity', in Caves, R. (ed.) British Economic Prospects, Washington, DC, Brookings
Institution.
Peck, J. and Goto, A. (1981) Technology and economic growth, the case of Japan', Research
Policy, vol. 10, pp. 222-43.
Peck, J. and Scherer, F.M. (1962) The Weapons Acquisitions Process: An Economic Analysis,
Cambridge, MA, Harvard University Press.
Peck, M.J. and Wilson, R (1982) 'Innovation, imitation and comparative advantage: the case of
the consumer electronics industry', in Giersch, H.
Penrose, E. (1959) The Theory of the Growth of the Firm, Oxford, Blackwell.
Perez, C. (1983) 'Structural change and the assimilation of new technologies in the economic and
social system', Futures, vol. 15, no. 5, pp. 357-75.
Perez, C. (1985) 'Micro-electronics, long waves and world structural change: new perspectives
for developing countries, World Development, vol. 13, no. 3, pp. 441-63.
Perez, C. (1988) 'New technologies and development', in Freeman C. and Lundvall, B-A. (eds.),
Small Countries Facing the Technological Revolution, London, Pinter, pp. 85-97.
Perez, C. (1989) Technical change, competitive restructuring and institutional reform in
developing countries'. World Bank Strategic Planning and Review, Discussion Paper 4,
Washington, DC, World Bank, December.
Perez, C. and Soete, L. (1988) 'Catching up in technology: entry barriers and windows of
opportunity', in Dosi, G. et al. (eds) Technical Change and Economic Theory, London, Pinter, pp.
458-79.
Petroski, H. (1989) 'H D Thoreau, engineer", American Heritage of Invention and Technology, New
Haven, Yale University Press, pp. 8-16.
Phelps, F.S. (1966) 'Models of technical progress and the golden rule of research', Review of
Economic Studies, vol. 33, pp. 133-45.
Phillips, A. (1971) Technology and Market Structure, Lexington, Lexington Books.
Piore, M. and Sabel, C. (1984) The Second Industrial Divide: Possibilities for Prosperity, New York,
Basic Books.
Polanyi, M. (1962) The republic of science', Minerva, vol. 1, no. 1, pp. 54-72.
Poon, A. (1993) Tourism, Technology and Competitive Strategies, Wallingford, CAB International.
Porat, M.U. (1977) The Information Economy: Definition and Measurement, vols 1-9, Washington,
USGPO.
Porter, M. (1990) The Competitive Advantage of Nations, New York, Free Press.
Posner, M. (1961) 'International trade and technical change', Oxford Economic Papers, vol. 13, pp.
323-41.

510
Postan, M.M., Hay, D. and Scott, J.D. (1964) 'Design and development of weapons', in History of
Second World War, London, HMSO.
Prahalad, C.K. and Hamil, G. (1990) 'The core competence of the corporation', Harvard Business
Review, May-June, pp. 79-91.
Prais, S.J. (1981) 'Vocational qualifications of the labour force in Britain and German/, National
Institute Economic Review, no. 98, pp. 47-59.
Prest, A.R. and Turvey, R. (1996) 'Cost-benefit analysis: a survey', in Surveys of Economic Theory,
vol. 3, for the American Economic Association and the Royal Economic Society, New York, St
Martin's Press.
Price, D. de Solla (1963) Little Science, Big Science, New York, Columbia University Press.
Price, D.J. de Solla (1965) Ts technology historically independent of science?', Technology and
Culture, vol. 6, no. 4, p. 553.
Price, W.J. and Bass, L.W. (1969) 'Scientific research and the innovative process', Science, voL
164, no. 3881, pp. 802-6.
Pursell, C.W. (ed.) (1991) Technology in America: A History of Individuals and Ideas, Cambridge,
MA, MIT Press.
Quinn, J.B. (1986) Innovation and corporate strategy: managed chaos, in Horwitch, M. (ed.)
Technology in the Modem Corporation: A Strategic Perspective, Oxford, Pergamon Press.
Quintella, R.H. (1993) The Strategic Management of Technology, London, Pinter.
Radio Corporation of America (1963) Thru Historical Views, New York, RCA.
Radosevic, S. (1996) Transfer cf Technology, Maastricht, INTECH.
Reddy, A.S.P. and Sigurdson, J. (1994) 'Emerging patterns of globalisation of corporate R&D
and scope for innovation capability building in developing countries', Science and Public
Policy, vol. 21, pp. 283-99.
Reinert, E. (1993) 'Catching up from way behind: a Third World perspective on First World
history', in Fagerberg, J., Verspagen, B. and von Tunzelmann, N. (eds) The Dynamics cf
Technology, Trade and Growth, Cheltenham, Elgar.
Reinert, E. (1994) 'Symptoms and causes of poverty: underdevelopment in a Schumpeterian
system', Forum for Development Studies, nos. 1-2, pp. 71-109.
Reinert, E. (1997) The role of file State in economic growth', Working Paper 1997-5, Centre for
Development and Environment, University of Oslo.
Reinert, E.S. (1980) International Trade and the Economic Mechanism of Underdevelopment, New
York, Graduate School of Cornell University.
Research Policy (1987) special issue on Output Measurement, vol. 16, nos. 2-4.
Ricardo, D. (1821) Principles of Political Economy and Taxation, London.
Rip, A., Misa, T.J. and Schot, J. (eds) (1995) Managing Technology in Society: The Approach cf
Constructive Technology Assessment, London, Pinter.
Roberts, E.B. (1968) The myths of research management', Science and Technology, no. 80, pp. 40-
46.
Roberts, E.B. (1991) The technological base of the new enterprise', Research Policy, vol. 20, no. 4,
pp. 283-98.
Robertson, A.B. and Frost, M. (1978) 'Duopoly in the scientific instrument industry: the milk
analyser case', Research Policy, vol. 7, no. 3, pp. 292-316.
Romer, P. (1986) 'Increasing returns and long-run growth', Journal of Political Economy, vol. 94,
no. 5, pp. 1002-37.
Romer, P.M. (1990) 'Endogenous technological change', Journal of Political Economy, vol. 98, pp.
71-102.
Rosegger, G. (1996), The Economics of Production and Innovation: An Industrial Perspective, Third
Edition, Oxford, Buttersworth.
Rosenberg, N. (1969) The direction of technological change: inducement mechanisms and
focusing devices'. Economic Development and Cultural Change, vol. 19, pp. 1-24.
Rosenberg, N. (1976) Perspectives on Technology, Cambridge, Cambridge University Press.
Rosenberg, N. (1982) Inside the Black Box: Technology and Economics, Cambridge, Cambridge
University Press.
Rosenberg, N. (1990) 'Why do firms do basic research with their own money?', Research Policy,
vol. 19, no. 2, pp. 165-75.

511
Rosenberg, N. (1994) Exploring the Black Box: Technology, Economics and History, Cambridge,
Cambridge University Press.
Rosenberg, N., Landau, R. and Mowery, D.C. (eds) (1992) Technology and the Wealth cf Nations,
Stanford, Stanford University Press.
Rostow, W.W. (1960) The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto, Cambridge,
Cambridge University Press.
Rothschild Report (1971) A Frameworkfor Government Research and Development, London, HMSO.
Rothwell, R. (1976) Innovation in Textile Machinery: Some Significant Factors in Success and Failure,
SPRU Occasional Paper no. 2, Brighton, University of Sussex.
Rothwell, R. (1979) Technical Change and Competitiveness in Agricultural Engineering: The
Performance of the UK Industry, SPRU Occasional Paper no. 9, Brighton, University of Sussex.
Rothwell, R. (1992) 'Successful industrial innovation: critical factors for the 1990s', SPRU 25th
Anniversary, Brighton, University of Sussex, reprinted in R&D Management, vol. 22, no. 3, pp.
221-39.
Rothwell, R. (1994) 'Industrial innovation: success, strategy, trends', in Dodgson, M. and
Rothwell, R. (eds) Handbook c f Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Rothwell, R and Gardiner, P. (1988) 'Re-innovation and robust design: producer and user
benefits' Journal cf Marketing Management, vol. 3, no. 3, pp. 372-87.
Rothwell, R., Freeman, C., Horsley, A., Jervis, V.TP., Robertson, A.R. and Townsend, J. (eds)
(1974) 'SAPPHO updated - project SAPPHO phase 2', Research Policy, vol. 3, no. 3, pp. 258-
91.
Rothwell, R. and Dodgson, D. (1994) 'Innovation and size of firms', in Dodgson, M. and
Rothwell, R. (eds) The Handbook of Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Rothwell, R. and Zegveld, W. (1982a) Innovation and the Small and Medium-sized Firm, London,
Pinter.
Rothwell, R. and Zegveld, W. (1982b) Industrial Innovation and Public Policy, London, Pinter.
Rubenstein, A. (1966) 'Economic evaluation of R and D: a brief survey of theory and practice',
Journal c f Industrial Engineering, vol. 17, no. 11, pp. 615-20.
Ruigrok, W. and van Tulder, R. (1995) The Logic of InternationalRe-structuring, London,
Routledge.
Rush, H. and Bessant, J. (1996) 'Building bridges for innovation: the role of consultants in
technology transfer', Research Policy, vol. 24, pp. 97-114.
Saechtling, H. (1961) Werkstcffe aus Menschenhand, Munich.
Sako, M. (1992) Contracts, Prices and Trust: How the Japanese and British Manage their Sub­
contracting Relationships, Oxford, Oxford University Press.
Sakus, H. (1987) Centenary Address to the Canadian Engineering Institute, Montreal.
Salomon, J-J (1973) Science and Politics, London, Macmillan.
Salomon, J-J (1985) Le Gauloise, he Cowboy et Le Samurai, Paris, CNAM.
Samuelson, PA. (1967) Economics, 7th edn, New York, McGraw-Hill.
Saviotti, P. and Metcalfe, J.S. (eds) (1991) Evolutionary Theories of Economic andTechnological
Change, Chur, Harwood.
Saxenian, A. (1991) 'The origins and dynamics of production networks in Silicon Valley',
Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 423-9.
Scherer, F.M. (1965a) 'Size of firm, oligopoly and research: a comment', Canadian Journal of
Economics and Political Science, vol. 31, no. 2, pp. 256-66.
Scherer, F.M. (1965b) 'Firm size, market structure, opportunity and the output of patented
inventions', American Economic Review, pp. 1097-1123.
Scherer, F.M. (1992a) International High Technology Competition, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
Scherer, F.M. (1992b) 'Schumpeter and plausible capitalism', Journal cf Economic Literature, vol.
30, pp. 1416-33.
Scherer, F.M. (ed.) (1992c) Monopoly and Competition Policy, Library of Critical Writings in
Economics, Cheltenham, Elgar.
Scherer, F.M. (ed.) (1994) Monopoly and Competition Policy, Library of Critical Writings in
Economics, Cheltenham, Elgar.
Scherer, F.M. (1997) The distribution of profits from invention', final report (mimeo),
Cambridge, MA, John F. Kennedy School of Government, Harvard University.

512
Schmookler, J. (1965) 'Catastrophe and utilitarianism in the development of basic science', in
Tybout, R. (ed.) The Economics of Research and Development, Columbus, Ohio State University
Press.
Schmookler,J. (1966)Inventionand Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Schneider, J. and Ziesemer, T. (1995) 'What's New and What's Old in New Growth Theory,
Endogenous Technology, Microfoundations and Growth Rate Predictions', Zeitschrift fiir
Weltwirtschqfts- und Soziahoissenschaften, vol. 115, pp. 425-72.
Schneider, J. and Ziesemer, T. (1996) 'What's new and what's old in new growth theory:
endogenous technology, microfoundation and growth rate predictions', Zeitschrift fiir
Y/irtschafts - und Sozialwirtschaften, no. 115, pp. 429-72.
Schot, J. (1992) The policy relevance of the quasi-evolutionary model: the case of stimulating
clean technologies', in Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) Technological Change and
Company Strategies, London, Academic Press, pp. 185-200.
Schott, K (1975) Industrial R and D expenditures in the UK an econometric analysis', DPhil
thesis, Oxford University.
Schott, K (1976) 'Investment in private industrial R and D in Britain', Journal of Industrial
Economics, vol. 25, no. 2, pp. 81-99.
Schott, B. and Muller, W. (1975) 'Process innovations and improvements as a determinant of the
competitive position in the international plastics market', Research Policy, vol. 4, pp. 88-105.
Schumpeter, J.A. (1912) Théorie der wirtschqftlichen Entwiddung, Leipzig, Duncker & Humboldt.
English translation The Theory of Economic Development, Harvard (1934).
Schumpeter, JA. (1928) "The instability of capitalism', Economic Journal, pp. 361-86.
Schumpeter, J.A. (1939) Business Cycles: A Theoretical, Historical and Statistical Analysis of the
Capitalist Process, 2 vols, New York, McGraw-Hill.
Schumpeter, J A (1942) Capitalism, Socialism and Democracy, New York, Harper & Row.
Sdberras, E. (1977) Multinational Electronic Companies and National Economic Policies, Greenwich,
JAI Press.
Sdberras, E. (1981) Technical innovation and international competitiveness in the television
industry', Omega, pp. 585-96.
Sdence Policy Research Unit (1972) Success and Failure in Industrial Innovation, London, Centre
for the Study of Industrial Innovation.
Sdtovsky, T. (1977) The Joyless Economy: An Inquiry into Human Satisfaction and Consumers'
Dissatisfaction, Oxford, Oxford University Press.
Scott, A.J. (1991) The aerospace-electronics industrial complex of Southern California: the
formative years 1940-1960', Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 439-57.
Scott, M.F. (1989) A New View of Economic Growth, Oxford, Clarendon Press.
Scoville, W. (1951) 'Minority migration and the diffusion of technology', Journal c f Economic
History, vol. 11, pp. 347-60.
Searle, J. (1995) The Construction of Social Reality, London, Penguin Books.
Seiler, R (1965) Improving the Effectiveness of Research and Development, Maidenhead, McGraw-
Hill.
Senker, J. (1991) Information technology and Japanese investment in Europe: implications for
skills, employment and growth', Futures, vol. 20, pp. 36-56.
Senker, J. (1995) Tadt knowledge and models of innovation, Industrial and Corporate Change, voL
4, no. 2, pp. 425-47.
Senker, J.M. and Faulkner, W. (1994) 'Making sense of diversity: public-private research linkage
in three technologies', Research Policy, vol. 23, no. 6, 673-96.
Servan-Schreiber, J. (1965) The American Challenge, Harmondsworth, Penguin (English
translation of Le Défi Américain, Paris, 1965).
Shackle, G.L.S. (1955) Uncertainty in Economics and other Reflections, Cambridge, Cambridge
University Press.
Shackle, G.L.S. (1961) Decision, Order and Time in Human Affairs, Cambridge, Cambridge
University Press.
Sharp, M. (1991) 'Pharmaceuticals and biotechnology', in Freeman, C., Sharp, M. and Walker,
W. (eds) Technology and the Future of Europe, London, Pinter.
Sherwin, C.W. and Isenson, R.S. (1966) First Interim Report on Project 'Hindsight', Washington,
Office of the Director of Defence Research and Engineering.

513
Shimshoni, D. (1966) 'Aspects of scientific entrepreneurship', DPhil thesis, Harvard.
Shimshoni, D. (1970) The mobile scientist in the American instrument industry', Minerva, vol. 8,
no. 1, pp. 59-89.
Silverberg, G., Dosi, G. and Orsenigo, L. (1988) 'Innovation, Diversity and Diffusion: A Self-
Organisation Model', Economic Journal, vol. 98, pp. 1032-54.
Silverberg, G. and Lehnert, D. (1994) 'Growth fluctuations in an evolutionary model of creative
destruction', in Silverberg, G. and Soete, L. (eds). The Economics of Growth and Technical
Change, Aldershot, Edward Elgar.
Singer, C., Holmyard, E.J., Hall, A.R. and Williams, T.J. (eds) (1954-78) A History of Technology
(6 vols), Oxford, Clarendon Press.
Sirilli, G. (1982) The researcher in Italian industry', mimeo, Science Policy Research Unit,
University of Sussex.
Skoie, H. (1996) 'Basic research- a new funding dimate?', Science and Public Policy, vol. 23, no. 2,
pp. 66-75.
Sloan, A. (1963) M y Years with General Motors, New York, Doubleday.
Smart, T. (1996) lack Welch's encore: how GE's chairman is remaking his company - again',
Business Week, 28 October, pp. 43-50.
Smith, A. (1776) An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Dent edn (1910).
Smith, A. and Venables, T. (1988) 'Completing tire Internal Market in the European
Community', European Economic Review, vol. 32 (7), pp. 1501-25.
Soete, L.L.G. (1979) 'Firm size and inventive activity: the evidence reconsidered', European
Economic Review, vol. 12, pp. 319-40.
Soete, L.L.G. (1981) 'A general test of technological gap trade theory', Weltwirtschaftliches Archiv,
vol. 117, no. 4, pp. 638-66.
Soete, L. (1987) The newly emerging information technology sector', in Freeman, C. and Soete,
L. (eds) Technical Change and Full Employment, Oxford, Biackwell.
Soete, L.L.G. (1989) The impact of technological innovation on international trade patterns: the
evidence reconsidered', Research Policy, vol. 16, nos. 2-4, pp. 101-30.
Soete, L.L.G. (1991) Synthesis Report, TEP, Technology in a Changing World, Paris, OECD.
Soete, L.L.G. (1994) Technology, Economy and Productivity, TEP Report, Paris, OECD.
Soete, L.L.G. (1996) 'New technologies and measuring the real economy: the challenges ahead',
paper prepared for the 1STAT Conference on 'Economic and Sodal Challenges in the 21st
Century', Bologna, 5-7 February.
Soete, L.L..G. and Arundel, A. (1993) An Integrated Approach to European Innovation and
Technology Diffusion Policy: A Maastricht Memorandum, Commission of the European
Communities.
Soete, L.L.G. and Kamp, K. (1996) The 'Bit Tax": the case for further research', Science and Public
Policy, vol. 23, no. 6, pp. 353-60.
Soete, L. and Turner, R. (1984) Technology Diffusion and the Rate of Technical Change',
Economic Growth and the Structure of Long-Term Development, New York, St. Martin's Press.
Solo, R. (1980) Across the High Technology Threshold: The Case of Synthetic Rubber, Norwood PA,
Norwood Editions.
Solow, R.M. (1956) 'A contribution to the theory of economic growth', Quarterly Journal of
Economics, vol. 70, pp. 65-94.
Solow, R.M. (1957) Technical progress and the aggregate production function', Review of
Economics and Statistics, vol. 39, pp. 312-20.
Steinmuller, E. (1994) 'Basic research and industrial innovation', in Dodgson, M. and Rothwell,
R. (eds) Handbook of Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Stirling, A. (1994) The act of technology choice', DPhil thesis, University of Sussex.
Stokes, D.E. (1993) 'Pasteur's quadrant: a study in policy science ideas', mimeo draft, Princeton
University.
Stoneman, P. (1987) The Economic Analysis of Technological Change, Oxford, Oxford University
Press.
Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook cf the Economics of Innovation and Technological Change,
Oxford, Blackwell.
Storper, M. and Harrison, B. (1991) 'Flexibility, hierarchy and regional development: the

514
changing structure of industrial production systems and their form of governance in the
1990s, Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 407-23.
Strange, S. (1988) States and Markets, New York, Blackwell.
Sturmey, S.G. (1958) The Economic Development of Radio, London, Duckworth.
Supple, B. (1963) The Experience of Economic Growth: Case Studies in Economic History, New York,
Random House.
Surrey, A.J. and Thomas, S.D. (1980) Worldwide Nuclear Plant Performance Lessons for Technology
Policy, SPRU Occasional Paper no. 10, University of Sussex.
Swann, P. (ed.) (1993) New Technologies and the Firm, London, Routledge.
Symeonidis, G. (1996) Innovation, Firm Size and Market Structure: Schumpeterian Hypotheses and
Some New Themes, OECD Economics Department Working Paper no. 161, Paris, OECD.
Szakasits, G. (1974) The adoption of the SAPPHO method in the Hungarian electronics
industry'. Research Policy, vol. 3, no. 1, pp. 18-28.
Takeuchi, H. and Nonaka, I. (1986) The new product development game', Harvard Business
Review, January-February, pp. 285-305.
Tamura, S. (1986) Reverse Engineering, A Characteristic of Japanese Industrial R&D Activities,
Tokyo, Saitama University.
Taylor, C. and Silberston, A. (1973) The Economic Impact of the Patent System, Cambridge,
Cambridge University Press.
Teece, D.J. (1986) 'Profiting from technological innovation: implications for integration,
collaboration, licensing and public policy', Research Policy, vol. 15, no. 6, pp. 285-305.
Teece, D. (ed.) (1987) The Competitive Challenge: Strategies for Industrial Innovation and Renewal,
Cambridge, MA, Ballinger.
Telefunken (1928) 25 Jahre Telefunken.
Telefunken (1953) 50 Jahre Telefunken.
Ter Meer, F. (1953) Die IG Farben, Düsseldorf [publisher not known].
Teubal, M. (1987) Innovation Performance, Learning and Government Policy: Selected Essays,
Madison, University of Wisconsin Press.
Teubal, M., Amon, N. and Trachtenberg, M. (1976) 'Performance in innovation in the Israeli
electronics industry', Research Policy, vol. 5, no. 4, pp. 354-79.
Teubal, M. and Steinmueller, E. (1982) 'Government policy, innovation and economic growth,
lessons from a study of satellite telecommunications'. Research Policy, vol. 11, pp. 271-87.
Thomas, H. (1970) 'Econometric and decisions analysis: studies in R and D in the electronics
industry', PhD thesis, University of Edinburgh-
Tidd, J., Bessant, J. and Pavitt, K. (eds) (1997) Managing Innovation: Integrating Technological,
Market and Organizational Change, Chichester, Wiley.
Tilton, J. (1971) International Diffusion of Technology: The Case of Semi-Conductors, Washington,
DC, Brookings Institution.
Tisdell, C. (1981) Science and Technology Policy: Priorities of Governments, London, Chapman &
Hall.
Tobin, S. (1955) The Application of the Multi-variate Probit Analysis to Economic Survey Data,
Cowles Foundation Discussion Paper no. 1, New Haven.
Townsend, E.C. (1969) Investment and Uncertainty, Harlow, Oliver & Boyd.
Townsend, J. (1976) Innovation in Coal-mining Machinery - the Anderton Shearer loader and the Role
of the NCB and Supply Industry in its Development, SPRU Occasional Paper no. 3, University of
Sussex.
Townsend, J., Harwood, F., Thomas, G., Pavitt, K. and Wyatt, S. (1976) Science and Technology
Indicators for the UK: Innovations in Britain since 1945, SPRU Occasional Paper no. 16,
University of Sussex.
Turner, D.F. and Williamson, O.E. (1971) 'Market structure in relation to technical and
organizational innovation', in Heath, J.B. (ed.) International Conference on Monopolies, Mergers
and Restrictive Practices, London, HMSO.
Tweedale, G. (1987) Sheffield Steel and America: A Century of Technical and Commercial
Interdependence, 1830-1930, Cambridge, Cambridge University Press.
UNESCO (1970) Measurement of Output of Research and Experimental Development, Paris,
UNESCO.

515
US Department of Commerce (1967) Technological Innovation: Its Environment and Management,
Washington, DC, USGPO.
US National Research Council (1989) Materials Science and Engineeringfor the 1990s, Washington,
National Academy Press.
US Senate Committee (1995) KG Abraham, Commissioner Bureau of Labour Statistics before the
Senate Finance Committee, 13 March 1995.
Utteiback, J.M. (1993) Mastering the Dynamics of Innovation, Boston, Harvard Business School
Press.
Uzawa, H. (1961) 'On a two-sector model of economic growth', Review of Economic Studies, vol.
29, no. 1, pp. 40-47.
Uzawa, H. (1965) 'Optimum technical change in an aggregative model of economic growth,
International Economic Review, vol. 6, pp. 18-31.
Van Boxsel, J.A.M. (1989) 'Constructive technology assessment in the Netherlands: building a
bridge between R&D policy and TA', paper presented to the symposium 'Range and
Possibilities of Technology Assessment7, Stuttgart
van Gelderen, J. (1913) 'Springvloed Beschouwingen over industrielle Ontwikkeling en
prijsbeweging , De Nieuwe Tijd, vol. 184, nos. 5 and 6, English translation by B. Verspagen in
(ed.) Freeman, C. (1996).
Verdoom, P.J. (1949) 'Fattori che regolano lo sviluppo della produttiviti del lavoro', L'lndustria,
no. 1, pp. 45-53.
Verdoom, P.J. (1980) 'Verdoom's Law in retrospect: a comment', Economic Journal, vol. 90, June,
pp. 382-5.
Vernon, R. (1966) 'International investment and international trade in the product cycle',
Quarterly Journal of Economics, vol. 80, pp. 190-207.
Verspagen, B. (1992) 'Endogenous innovations in neo-classical growth models: a survey7, Journal
of Macro-Economics, vol. 14, no. 4, pp. 631-62.
Verspagen, B. (1993) Uneven Growth between Interdependent Economies: The Evolutionary Dynamics
of Growth and Technology, Aldershot, Avebury.
Verspagen, B. (1994) Technology and growth: the complex dynamics of convergence and
divergence, in Silverberg, G. and Soete, L. (eds) The Economics of Growth and Technical Change,
Aldershot, Elgar.
Villaschi, A.F. (1993) The Bra z ilia n national system of innovation: opportunities and constraints
for transforming technological dependency7, DPhil diesis, University of London.
Vivarelli, M. (1995) The Economics of Technology and Employment: Theory and Empirical Evidence,
Aldershot, Elgar.
Void, R. (1990) 'Why internal combustion?', American Heritage of Invention and Technology, Fall,
pp. 42-7.
von Hippel, E. (1976) The dominant role of users in the scientific instrument innovation
process'. Research Policy, vol. 5, no. 3, pp. 212-39.
von Hippel, E. (1978) 'A customer-active paradigm for industrial product idea generation'.
Research Policy, vol. 7, no. 2, pp. 240-66.
von Hippel, E. (1988) The Sources of Innovation, Oxford, Oxford University Press,
von Tunzelmarm, G.N. (1978) Steam Power and British Industrialisation to 1860, Oxford, Oxford
University Press.
von Tunzelmann, G.N. (1993) Technology in the early nineteenth century7, in Floud, R.C. and
McCloskey, D.N. (eds) The Economic History of Great Britain, 2nd edn, vol. 1, Chapter 11,
Cambridge, Cambridge University Press,
von Tunzelmann, G.N. (1995a) Technology and Industrial Progress: The Foundations of Economic
Growth, Cheltenham, Elgar,
von Tunzelmann, G.N. (1995b) Time-saving technical change: foe cotton industry in foe English
industrial revolution', Explorations in Economic History, vol. 32, pp. 1-27.
Wade, R. (1990) Governing the Market: Economic Theory and the Role of Government in East Asian
Industrialisation, Princeton, Princeton University Press.
Wakelin, K. (1997) Links between Trade and Technology: A Microeconomic and Macroeconomic Study,
Aldershot, Elgar.
Walsh, V. (1984) Invention and innovation in foe chemical industry: demand-pull or discovery
push?'. Research Policy, vol. 13, pp. 211-34.

516
Walsh, V., Townsend, J., Achilladelis, B.G. and Freeman, C. (1979) Trends in invention and
innovation in the chemical industry7, mimeo, Science Policy Research Unit, University of
Sussex.
Ward, W.H. (1967) The sailing ship effect7, Bull Inst Physics, vol. 18, p. 169.
Watson, T.J. (1963) "Meeting the challenge of growth7, McKinsey Foundation Lecture, no. 2.
Weber, M. (1922) Economy and Society, New York, Bedminster Press (1968).
Whiston, T. (1991) "Forecasting the world's problems: the last empire, the corporatisation of
society and the diminution of self", Futures, March, pp. 163-78.
Whiston, T.G. (1992) Managerial and Organisational Integration: The Integrative Enterprise, London,
Springer.
Wiener, N. (1949) The Human Use of Human Beings: A Cybernetic Approach, New York, Houghton
Mifflin.
Wilkins, G. (1967) 'A record of innovation and exports', in Teeling-Smith, G. (ed.) Innovation and
the Balance of Payments, London, Office of Health Economics.
Williams, R. and Edge, D. (1996) "The social shaping of technology", Research Policy, vol. 25, no.
6, pp. 865-901.
Williamson, O.E. (1975) Markets and Hierarchies: Analysis and Antitrust Implications. A Study in the
Economics of Internal Organization, New York, Free Press.
Williamson, O.E. (1985) The Economic Institutions of Capitalism, New York, Free Press.
Williamson, O.E. and Winter, S.G. (eds) (1993) The Nature of the Firm: Origins, Evolution and
Development, New York, Oxford University Press.
Wilson, C. (1955) The entrepreneur in the industrial revolution in Britain", Explorations in
Economic History, vol. 7, no. 3, pp. 129-45.
Winter, S.G. (1986) 'Comments on Arrow and Lucas', Journal of Economics, no. 54, pp. 427-34.
Winter, S.G. (1988) 'On Coase, competence and the corporation', Journal of Law, Economics and
Organisation, vol. 4, pp. 163-80.
Wise, T.A. (1966) "IBM's $5,000,000,000 gamble', Fortune, September.
Witt, U. (ed.) (1991) Evolutionary Economics, The International Library of Critical Writings in
Econonomics, Vol. 25, Aldershot, Elgar.
Womack, J.T., Jones, D.T. and Roos, D. (1990) The Machine that Changed the World, New York,
Rawson Associates.
Wood, A. (1994) North-South Trade, Employment and Inequality: Changing Fortunes in a Skill-driven
World, Oxford, Clarendon Press.
World Bank (1991) World Development Report, 1991, New York, Oxford University Press.
World Bank (1993) East Asian Miracle: Economic Growth and Public Policy, Washington, DC,
World Bank.
Wynn, M.R. and Rutherford, G.H. (1964) "Ethylene's unlimited horizons', European Chemical
News: Large Plants Supplement, 16 October.
Yakushiji, T. (1986) Technological emulation and industrial development', DAEST/Stanford
Conference on Innovation Diffusion, Venice.
Yarsley, V.E. and Couzens, E.G. (1956) Plastics in the Service of Man, Harmondsworth, Penguin.
Young, A.A. (1928) "Increasing returns and economic progress', Economic Journal, vol. 38, pp.
527-42.
Ziman, J. (1994) Prometheus Bound: Science in a Dynamic Steady State, Cambridge, Cambridge
University Press.
Zuse, K. (1961) 25 /afire Entvriddung Programmgesteuerter Rechenanlagen, Hersfeld.

517
Dizin

ABD
aristokratlar (soylular), 48
firm alar, 202, 212, 286, 317, 355 arızalar, 8-9
ulusal y e n ilik sistemi, 67, 340, A rjantin, 253, 351
patentler, 177, 394-395 A rkw right, R-, 36, 44, 49, 55, 60
Proprietary D rug Laboratoıy, 283 Armstrong, E., 195
A&G, 264
A rrow, К. J ., 297, 303, 372, 428
köleci ekonomi, 67 Arthur, В., 163, 197
çelik, 69-70
Ashton, T. S., 44, 48-49, 53
Abramovitz, M . A., 360, 366, 381-382
A sya, 14, 42-43, 57, 317, 337, 339, 350-351, 357, 358.
ve David, P. A., 66, 68, 367
361, 365, 401,403, 413, 424, 452
Achilladelis, B. G„ 1 2 2 ,2 5 4 ,2 5 6 Augsdorfer, P., 281
Aghion, P. ve Howitt, P., 373, 376, 382 Autio, E., 274
akış liretim teknikleri, 347
ayakkabı sanayi, 148
algılam a teknolojisi, A&G yatırım ı, 475
azgelişm işlik ve teknolojinin yayılm ası, 402
Ailen, G. C., 182, 199, 318
Ailen, J . A., 143
Baba, Y., 199
Ailen, J . M . ve N orris, K. P., 282-283, 309-312 Babbage, С., 161-162, 202
Alm anya, 66, 102 Baekeland, L., 101, 126-127, 192, 231, 236
alüm ina, apatit, 156 bağlantılı ekonomiler
Amable, B., 363, 373 Baines, E., 42, 45
ve Verspagen, B., 390 Baker, N. R. ve Pound, W . H., 289
Amendola, G. e t a l , 390
Ball, N. R., 86
American Telephone and Telegraph BA SF, 102-105, 111-112, 122, 130, 145-147, 230, 256
Com pany (AT&T), 192 Bass, L. W . ve Price, W . J . , 313. 344, 428
Amerikan İç Savaşı, 62, 71, 77 başarı, 243
Amonyak
Faktörleri, 255
Haber-Bosch prosesi, 234
başarısızlık, 229, 236-242
Sentezi, 105, 239, 256
değerler endeksi, 249
Anderton sıyırıcı-yükleyicisi, 252
Baver, 102-103, 111, 130, 142, 256, 344
Apollo XI, 262
BBC, 195,219
Appleyard, M : M . et a l, 215 beceri sapması, 462
araştırıcılar, çalışm a süresi, 294-295
Bejar, L. E. M ., 145-147
A raştırm a ve Geliştirme (A&G)
Belden, T. G. ve Belden, M . R., 206
bütçelemesi, 297 Bell, G., 77
Doğu Avrupa, 12, 348, 445 Bell, M ., 253
etkinliği, 13
ve Arif’fın, N., 356
değerlendirm e şeması, 292
Belussi, F., 325
harcam alar, 13, 346 Benetton, 325-326, 328
ve firma büyüklüğü, 259-265
Bennett Lawes, J . , 101
gayri safı, 13, 15, 346
Bentley, Т., 50-51, 53
patentler ve istihdam, 264 Bernal, J . D., 4-5, 83, 238, 345-346, 440, 465
kam u, 439, 446
Bessem er prosesi, 69-71
desteklem e,264, 439 beşeri serm aye, 255, 372-373, 375, 406, 414
askeri, 421-422, 426, 428, 437, 442, 445, 447 BETEMAX, 197
profesyonel, 344-347 Bhagw ati, J . N.. 385
profesyonelleşme, 11-16 bilgi
sensör teknolojisi,475
sınıflandırılm ası, 459
ABD araştırm a, 262, 264 sanayi, 5-6
ArifPın, N. Ve Bell, M ., 356, 358
kapalı, 459-460, 466
dünya stoku, 311
519
B ilgisayar (A SC C ), 203 Cooray, N., 128
b ilgisayarlar, 187-188, 202 Cortam (sentetik deri), 129, 148, 240, 279, 286
PC, 208 C ourtauld’s, 127, 153
teknik ilerlem e, 188 Crafts, N., 41, 46
hizmetleri, 458 Cringeley, R., 208-209
(CAD ) B ilgisayar Destekli Tasarım , 100, 274 Crompton, S., 36
(C İM ) B ilgisayarla Tümleşik İmalat, 189, 380 katırı, 43-44, 46
(S P R U ) Bilim Politikası A raştırm a Ünitesi, 118, 179, Curnow, R. C., 237
237-238, 247, 249, 251, 270
bilimciler, iş hayatında istihdam, 458 çalışm a koşulları, 91, 253, 279
bilimsel cihazlar, 132-133, 150, 271-272, 282 çay, 50
bilimsel iş yönetim i, 73, 94 çelik,
bilimsel ve teknolojik hizm etler (S T S ), 299 alaşım , 74, 76, 85, 162
bilimsel yayın larda, dünya payı, 424 uygulam alar, 73
(ICT) Büişim ve İletişim Teknolojileri, 6, 81, 190, 255, sanayi, 36, 69, 71-72, 76, 83, 97, 322
257, 260, 274, 325-326, 378, 422, 440, 450, 450, manganez, 74
475,483 raylar, 70-72
kapasite artışı, 450 silikon, 74
Bisiklet, 74, 162, 168, 174, 466 paslanm az, 74
bit vergisi, 465 ABD, 69-71
biyoteknoloji, 79, 81, 158, 231, 255, 260, 274, 347, 378, Çernobil, 121
411-412, 440, 482 çevre politikaları, 478
boru ve depo prosesi, 107, 109, 115 çevresel olarak sürdürülebilir kalkınm a, 467-468, 471,
Bowman, A., 86 474, 476-478
boyar m addeler, 102-103, 256, 272, 344, 383 çok katlı binalar, 435
Brander, J . A. ve Spencer, B., 386, 392 çok uluslu şirketler, ulusal yerel strateji, 393-398
Brearley, H., 74
Brezilya, 81, 345, 350-352 D arwin E., 51
Bright, J . F., 300, 316 D avid, P. A. ve Abromovitz, M . A., 66, 68, 367
buhar m akinesi, 18, 24-26, 58, 60,78, 87, 90-91, 407 DDT, 256, 479
Burn, D. L., 121 de Beauvoir, S., 2
Burns, T. Ve Stalker, G., 299 De Bresson, C., 218, 255
Burton, W .,8 6 , 106-108, 110, 113, 114 de Tocqueville, A., 67
Bush, V., 345, 440 Deane, P., 41
Büyük Bilim, 345, 424, 426-427, 438, 441, 443, 445 değiştirilebilir parçalar, 161-163, 168-169
büyüme Delbeke, J . , 87-88
y ıllık ortalam a (1972-92), 453 Delorme, J-, 135-137, 139
"iktisadi, 2, 4, 28, 41, 43, 66-67, 320, 336, 339-340, dem ir ve çelik üretim i, 70
346, 360, 363, 365-368, 374, 377, 403-404, 442, 444, dem iryolları, 23, 63, 66, 70-72, 75-76, 82, 90, 92, 431
465-466, 481-484 deniz feneri ışıklandırm ası, 77
uzun-dönemli, 372, 465 D erby Felsefe D erneği, 51
N eo-Schum peter’gil, 378 destekler, mali, 203, 343, 422, 425, 471
yen i teori, 375-377 Detroit, 36, 162, 167, 179, 185
Savaş sonrası, 368 Devine, W ., 90, 380
İkinci D ünya Savaşı, 367 Diebold, J . , 217, 379-380
dışsal, 372-374 dışlanm ışlar, en alt sınıflar, 464-465
sanayi, 403-406 Dixit, A., 386
teorisi, 4 doğal gaz, 99, 125, 239
verim li döngüsü, 368, 374-375 Doğu A vrupa ülkeleri, 348, 391, 427, 484
D oıy, J . P. ve Lord, R. J . , 301
cam sanayi, 482 Dosi, G. 3 ,2 1 5 ,2 1 1 ,2 1 9 , 301
Carnegie, A., 70-72, 80, 95 e t al., 305, 327, 360, 365, 384, 386-387, 389,
Carter, C. E. ve W illiam s, B. R., 244, 250, 442-443 4 0 0 ,4 1 6
C atalytic Research Associates, 113 D rucker, P., 169
C F C 'lar, klora llorokarbonlar, 447 Du Pont, 101, 119, 129, 136-137, 145, 147, 230, 256,
Chandler, A. D., 71-72, 92-95 279, 286, 3 0 8 ,3 1 3 ,3 1 9 , 428
Chilton Y asası, 115 Dubbs, C. P., 107-108, 231
Chrysler, 172, 323 D unsheath, P., 77
CIBA104, 136-137, 256 D ünya Bankası, 4, 81, 340, 352, 370, 452
Clark, E., 84, 109-110, 137, 178, 322 D ünya Savaşları (I ve II), 426
Cohen, L. W ., 260, 262 düzenleme, doğrudan, 470-471, 477-478
Concorde, 226, 287, 289, 430-431, 443 D yer, J . H., 323
Cook, P. L. ve Sharp, M ., 153, 157

520
Eads, G. Ve Nelson, R. R .t -431, 443 215, 243, 317, 39 1,394
Ekonomist (1996), 364, 379, 461 İş yönetim yeniliği, 69
Edison, T., 80, 85, 89, 90, 92-93, 230, 256 çok-uluslu, 393-397
Edqvist, C. ve Lundvall, B. A., 352, 361 çok-ürüntü, 216, 238,317
eğitim, 19, 217, 341 yeni-teknoloji temelli, 260, 323
el zanaatı üretim kitle üretim ine karşı (193-14), 168 örgütsel değişim , 260, 274
elektrifikasyon, firm aların teknolojik gelenekleri, 256
sanayi, 90 Fisher, F. M . e t al., 434
ABD, 86 fizyokratlar, 39, 454
elektrik Fleck, J . . 189, 347-348
arabalar, 165-166, 235 Floud, R. C. ve M cCloskey, D., 60
fırınlar, 73-74 Ford, H., 162, 165-166, 174, 183, 412
tarihsel gelişm e, 84-85 Fordizm
sanayi, 24, 83, 89, 97, 197, 344 değişimi, 171
aydınlatm a, 82 Fourastie, J . , 368, 483
m otorlar, 77-78, 83, 87, 165 Faraday, M ., 77, 84, 99
trenler, 82 Fransa, 66, 393, 454
telgraf, 77, 84, 91-92, 96, Freeman, C. et al., 116, 126, 256, 404
telefon, 91-92, 96 (F M ) frekans m odülasyonu, 195, 232
elektroliz Friedman, M ., 16, 81, 429
klor, 83 futbol, 82, 278
bakır, 83 füzyon araştırm aları, 480
elektron m ikroskobu, 150, 239
elektronik posta (e-m ail), 190, 379 Galbraith, J . K., 273
elektronik Gates, B., 81, 208, 466
elem anlar, 192 Gatrell, V. A., 60
EMİ, 195-196, 219, 234, 316 geç gelme avantajı, 322, 407
enerji gelir farkı, y ıllık azalm a (1960-86), 369
A nvers'de (1870-1930), 88 genel amaçlı teknoloji, 456
yoğunluk, 473, 474 G eneral Electric Company (G EC), 92
yenilenebilir, 470, 476 General Motors (G M ), 170
nükleer, 98, 120-121, 150, 226, 231, 233, 345, 392, T o yo to ya karşı (1986), 181
426, 435, 440-441 G erschenkron, A., 322, 392, 407
enflasyon, tahm ini, 461-462 Gibbons, M . ve Johnston, R. D., 18, 258, 293, 296, 309,
enformasyon hizmetleri, 190, 316, 318, 321, 325, 373, 3 1 1 ,3 4 7
379, 422, 456, 460 G ibrat Yasası, 60
enformasyon teknolojisi, 89, 226, 347, 378-380, 414, 457, Gibson, R. O., 144
462, 465, 466, 480 Gilfillan, S. C., 251
enformasyon toplumu, 6, 190, 364, 449, 456 girişim ciler, 46-63, 248
enformasyon vergisi, 465 Gold, B., 119, 301
(EN IAC), 203, 206 Golding, A. M ., 212-213, 219, 269
Enigma şifre cihazı, 203 gökdelenler, 75
Enos, J . L., 119 G reenhalgh, C., 384, 390
entelektüel serm aye, 341, 388 Grosvenor, W . M ., 267
Esnek Üretim Sistem leri (F M S ), 79 Grupp, H., 400
eşleşme G SM H , 488
sıklığı, 310 güdüm lü projeler, 468-469, 476, 479-480
etilen, 99, 114-115, 118, 124-125, 143-144 G üney Kore, 212, 322, 347, 350-352, 391, 401, 407
Etruria, 52, 54
Haber, F., 105, 122
fakirlik Hall, P. ve Preston, P., 89
enformasyon, 464 Halle, H., 109
Federal Haberleşme Komisyonu (F C C ), 196 Hamberg, D., 262, 264, 267
finansman hizmetleri, 325 Hannah, L., 76
firm alar H argreaves,, 44-45, 56, 58
A merikan, 310 H arris, R., 385
yakalam a, 322 H arrod, R., 371
bilgisayar yazılım ı, 231, 259, 268 Hart, A., 291-292
bağım lı, 226-227, 240, 302, 307, 314, 316-318, H awke, C. R. ve Higgins, J . P., 47-48
320, 322-324 hayat boyu istihdam, 185
cihaz yeniliği, 268 Hessen, B., 18
Jap o n , 176, 189, 197, 199, 208-210, 212, 214, Heumann, K., 103

521
Hill, F. E. ve Nevins, A., 167 firm alar, 176, 189, 197, 199, 208-212, 214-215, 243,
Hills, R. L., 43-44, 58 317, 3 9 1,394
Hirsch, S., 320-321, 404, 408 teknoloji piyasasındaki payı, 198, 214
hizmet sanayi, 80, 218, 379, 456, 458 Je n n y , W , 75
Hobday, M ., 209, 214, 315, 317, 358, 413 Je w k es, J , 3, 119-121, 229, 251, 267-268, 273
Hobsbawm, E. J . , 46, 341, 402 e ta l., 3, 18, 119, 171, 267
Hodgson, G. M ., 327 Johnston, R. D. ve Gibbons, M ., 18, 258, 293, 296, 309,
Hoechst, 102-104, 111-122, 130-131, 141-142, 145,147 31 1 ,3 4 7
158, 230, 256, 344, 428 Josephson, M ., 93
Hoffmann, W . D., 41, 205-206, 315-316
Hollanda Kaldor, N.. 374-375
çevre kirliliği, 477 kalite çemberi, 359, 178, 180
Hollander, S., 119, 140, 251-253, 280, 299, 347, 443 kalkış, sanayide, 45, 405
H oudıy, E., 110-112, 118, 120, 2 3 1,308 kam u bilim ve teknoloji politikası, 423-447
Hounshell, D. A., 167-170, 309, 344 kam u harcam aları, 421
Hufbauer, G. C., A&G, 446
Hughes, T., 26, 92, 230, 344 kanada, U luslararası Kalkınm a A raştırm aları M erkezi
Hülsmeyer, C., 199 (ID R C ), 416
kanallar, 47-48
IBM kapitalizm, 35
gelirleri, 219 Kaplinsky, R., 274
(ICI) Im perial Chemical Industry karbon elyaf, 152-153
alkali bölümü, 143 karbon flaman lam bası, 82
patent satışları, 146 karşılaştırm alı üstünlük, 227, 268, 357, 387, 389, 396,
398, 402, 404
içten patlam alı motorlar, 164-166, 169, 473 kartel, dünyada, 93, 396
IG Farben, 101,111, 113, 129-131, 135, 136, 138, 140, katran, 102-103
142, 151, 160, 232, 235, 308, 312-313, 344 Katz, B. G. ve Phillips, A., 203-204, 219
ikonoskop, 195 Katz, J . M ., 253, 299
iktisadi araçlar, 479-497, 470-471 Kay, M. N., 297
iktisadi büyüme, 15, 336, 363-381 kaynaklar, yenilenem ez, 468
iktisat, 328 Kealey, T., 16, 429, 432
im alatta istihdam, 325 kendi hesabına kaçak çalışma, 281
(FBI) İngiliz S an ayi Federasyonu, 293 bootlegging, 281
Ingiltere Kettering, C., 165, 171
köm ür fiyatları, 26 Keynes, J . M ., 81, 164, 287, 288, 370, 374, 451
ulusal yen ilik sistemi (18. ve 19. yü zy ıl), 322 kim ya sanayi, 97-105, 117, 256
bkz. pam uklu sanayi birleşm eler ve satın alm alar, 157
İnternet, 190, 461 firmalar, 118
iplik eğirm e tezgâhı Alm anya, 73
Je n n y, 42, 44-45, 56, 58 satışlar ve A8rG düzeyi (1992), 159
(D C F) iskontolu nakit akımı, 289 kirlenm e
istihdam, 454 enformasyon, 465
m ühendisler, 458 önleme projeleri, 477
im alatta, 455 kısa dalga haberleşm e ağları, 194
geçmiş ve gelecek, 5 kitle üretimi, 11, 161, 163-165, 167-169, 174, 179, 184,
bilim adam ı, 458 186, 294, 324, 340, 404, 425
ve teknolojik değişim, 454 Klatte, F., 141-142
işgücü Klein, B. H., 165, 167
dağılım ı, 299 Knight, F. H., 280
ABD 'de, 456 Kodama, F., 189, 199
nitelikli, 161-162, 320 kompresörler, 99, 105, 111-112, 144, 149
hareketi, 366 Kondratieff, N., 21-25, 30, 75-76,78-79, 81, 87, 89, 94-% ,
işsizlik uzun d algalar teorisi (devreler), 22
ve eşitsizlik 464-466 konserve sanayisi, 74
yap ısal, 449, 464 köleci ekonomi, 67
İtalya, 425 köm ür,23, 25-26, 46, 75, 78, 99-102
(R R E ) K raliyet R adar Kuruluşu, 200
Jak o b , M ., 50 Krugman, P., 386, 400
Ja n g -S u p Shin, 322, 407 Kuznets, S., 24, 454
Jap o n ya küçük firm alar, 37
otomobil sanayi, 36

522
küçük ve orta ölçekli işletm eler (K O Bİ'ler)94, 273, 399, M idgley, T., 171
422 m ikroelektronik, 23-24, 75-76, 79, 157, 185,
küresel teknoloji, 462 216, 3 9 1 ,403 ,412-4 14
küreselleşm e, 92, 352-355, 357, 365, 375, 396-397, 399, A liyazaki, K., 199
452 Aljoset, L., 340
Model T, 162, 166, 169-170, 204
Lancashire, 43, 55, 58, 61-62, 70, 93, 101, 329 modern teknoloji, 431
Landes, M ., 70, 341, 343, 367, 402 Mond, B-, 101-102, 105, 143
Langrish, J . e t al, 233, 250, 309, 311 montaj hattı, 225, 323
Lastres, H., 153, 155-157, 160 Alontecatini, 105, 147
Latin A m erika ve A sya A lowery, D. C. ve Rosenberg, N., 233, 397
büyüme hızlan (1965-89), 350-352 m ucit-girişim ci
Lazonick, W . ve M ass, W ., 61-63 sentetik m addeler, 102, 126
Leblanc, 100-102 Alusson, A, E. ve Robinson, E., 18
Lego, 433 m ühendislik
Lenin, V. I., 92-93, 95, 437 ters, 175-177, 182
Leonard-Barton, D., 250 iş hayatında, 458
Leontieff, W ., 385, 388 motorlar,
Liebermann, M . G., 18 beygir gücüne göre, 25
List, F., 40, 340, 360 Alüller, W . ve Schott, B., 45
Little, A. D., 212
Litvak, L. A. ve M aule, C. J ., 250 nakit akımı, 280, 282
lobi,121,151,431,441,443,447 N ASA harcam aları, 202, 438, 443
Lockett, M ., 380 N aslund, B. ve Sellstedt, B., 289, 297
Lord, R. J . ve D oiy, J . P., 301 Nelson, D., 94
Lowell, F., 59 Nelson, R. R., 428, 440
Lucas, R. E. B., 212, 373 veE ad s, G., 431, 443
Lundgren, A., 255 ve W inter, S. G., 301, 305, 327, 408,
Lundvall, B. A., 66, 157, 169, 244, 340, 347, 353, 357, 432, 466, 487
381, 361 Nevins, A ve Hill, F. F., 167
ve Edqvist, C., 352 N IESR , 116, 118, 137
Nipkow, P., 195
M achlup, F., 5, 9 niteliksiz işgücü, 321
maddeler Nobel, A., 80, 101, 122
zam anın bir fonksiyonu olarak, 153 N orris, K. P. ve Ailen. Al. 282-283
yoğunluk güç oranı, 153 nüfus artışı, 371, 376, 454, 481
sentetik, 79, 123-131, 136, 138-140, 142, 149,
dünya üretim i, 125 OECD,
M agnier, A. ve Toujas-Bernatte, J . , 390 Brooks Raporu, 440, 484
M alezya, 356-357, 401 Sundqvist Raporu, 484
m aliyet fayda analizleri, 487 Ohmae, K., 352, 361
M anhattan Projesi, 345, 426, 440-441 Ohno, T., 179-180, 183
M anning, W . R. D., 144 oligopol, 78-79, 172, 174, 215, 274, 285, 303,
M ansfield, E., 60, 118, 243-244, 282-283, 304, 309, 312, 314, 316, 396, 433
348, 428, 442 Olin, J . , 289, 301
e t al., 116, 118, 244, 282-283, 329, 428 ordu donatım dairesi, 168
M arconi, 85, 190, 192-195, 199-201, 209, 230-231, 233, O stıy, S., 384, 400
236, 313 Ostwald, W „ 104
m arjinalizm, 476 otomasyon, 19,167, 173, 185, 188-189, 197, 217, 380,
M arx, K., 1, 2, 18, 19, 35, 45, 80, 363, 466, 454 4 5 1 ,4 6 1 ,4 8 6
M ass, W . ve Lazonick, W ., 61-63 Otomatik Kontrollü Sekoyans, 203
matbaa, 82, 91, 466 otomobil sanayi
M aule, C. J . ve Litvak, I. A-, 250 Jap o n ya (1945+), 36-37, 181, 199
M cCloskey, D. ve Floud, R. C., 60 ve kitle üretimi, 161
M cDonald's, 354 patentler, 177
M cKendrick, N., 50, 52-54 üretim geliştirm e performansı, 178
M eiji Tanzimatı, Ja p o n ya (1868), 175 (1980'fer ortası )
m ekatronik, 11 üretim (1950-89), 175
meslek, bkz. istihdam
Metcalfe, J . S., 329, 405-106, 445 pam uklu sanayi, 55-63
metro, 82 ihracat/ithalat, 42-43
Microsoft, 208 yenilik, 49
Liverpool piyasası, 62

523
Panhard et Levassor, 164-165 Redfarn, C. A., 137, 139
paralı yo llar, 47, 50 Reinert, E., 400, 425
parçalam a re z o n a n kavite megnetron, 200
katalitik, 98-99, 231, 233, 287 Ricardocu sosyalistler, 454
geliştirm e zamanı ve m aliyeti, 114 Ricardo, D., 45, 80, 449, 454
Parkes, A., 101, 126-127 risk ve belirsizlik, 227, 280
Parkesine, 126 Roberts, E. B., 281, 301
Parkinson Kanunu, 231 Robinson, E. ve M usson, A. E., 18
patentler Rolls-Royce, 165, 285
İngiliz ve Fransız sanayi, 132 Roosevelt, F., 194
ve yenilikler, 138-139 Rosenberg, N., 161-162, 169, 309, 402, 406, 482
Londra kim ya şirketleri, 117 ve M ow ery, D. C., 233, 397
icat hasılasının ölçütü olarak, 131-137 Rosing, B., 195
m ikroelektronik sektörleri, 216 Rostow, W . W ., 45-46, 404-405
motorlu, taşıtlar sanayi (1969-86), 177 Rothschild Raporu (İng. ) (1971), 436-437
plastik m addeler, 135, 137 Rothwell, R., 237-238, 252, 254-255, 257, 354
ABD, 133 ve Zegveld, W ., 266, 270
Paulinyi, A., 342 Römer, P. M., 373, 376
Pavitt, K. L. R., 16, 133, 175, 250, 267, 298, 311, 429,
458, 482 Sabel, C. ve Piore, Al., 362
ve Soete, L. L. G., 134, 367 Sako, M ., 183-184, 322, 347
Peck, J . ve Scherer, F. M ., 283-284, 432 Samuelson, P., 1, 3, 81, 385, 400, 454
Peck, M . J . ve W ilson, R., 199 S an ayi Devrimi, 22, 35-36, 45, 49, 65, 96, 230
Penrose, E., 248, 328 teknik yenilikler, 40-49
Perez, C., 43, 75-76, 217, 358, 380, 403, 416 sanayi devrim leri, Schum peter teorisi, 21-27, 450
ve Soete, L. L. G., 357, 407, 409, 416 sanayi
Perkin, W . H., 101-102, 151, 160 Ingiliz hasılası, 41
petrol teknolojinin yayılm ası, 403-408
parçalam a, 97 Latin A m erika ve A sya, 351
arıtm a, 106 proses yen iliği modeli, 173
Phillips, A. ve Katz, B. G., 203-204, 219 stratejik, 391-393
Pilkington, 312, 484 ittifaklar ve ağlar, 396
Piore, M . ve Sabel, C., 362 sanayi-ötesi toplum, 450, 459
plastikler, 123, 157, 163 Sapkın lar (dissenters), 48-49
platin katalitik biçimlendirme (platform ing), 109 SA PPH O Projesi, 237-240
Polanyi, M ., 16, 81 eşler, 241-242
polietilen, 140, 143-148, 226, 286, 310, 313 Sarnoff, D., 194-195
tereftalat, 154 satın alma, 471, 475
polimerler, 154 satış, tam-zam anında-sistem le, 457
silikon, 154 Saw ers, D., Stillerm an, R. ve Jew k es, J . , 3
politikalar, bilim ve teknoloji (1940'lar-1990'lar), 440 Scherer, F. M ., 260, 264, 281, 284
Porat, M . U-, 6 ve Peck, J ., 432
Porter, M ., 353, 362, 396, 480 Schmookler, J . , 116, 134, 232, 251, 266, 423, 424
Posner, M ., 138, 357, 386 Schott, B. ve M üller, W ., 145, 211, 293
Postan, M. e t al., 201, 219 Sciberras, E., 197, 219
Pound, W . H. ve Baker, N. R., 289 Seiler, R., 285-286
Preston, P. ve Hall, P., 89 Sellstedt, B. ve N aslund, B., 289, 297
Price, D., 17-18 sendikalar, 61, 80-81, 140, 170, 185, 290, 445
Price, W . J . ve Bass, L. W ., 309-312 sentetik madde bkz. m addeler
proje değerlendirm esi, 284, 287, 297, 442 seram ik, fonksiyonları ve uygulam ası, 155
tahmin teknikleri, 281, 286, 300-301 sermaye/hasıla oranı, 68
PVC. 98, 129, 138-143, 148-149, 151, 231, 256, 285-287, karşılaştırm alı (1870-1950), 68
30 8,312 , 344 İngiltere (1880’ler), 68
serbest ticaret, 14, 384-386, 398, 424
Q uintella, R. H., 319 serbest güm rük bölgeleri, 361
Sharp, M . ve Cook, P. L., 153, 157
radar, 37, 79, 144. 187-189, 191, 199-202, 219, 231-232, Shell, 108, 110, 112,113, 118, 260
234, 296, 345, 427, 441 Shimshoni, D., 150-151, 268-269
radyo, 5, 23, 37, 78, 85, 91, 187, 190-195, 197, 200, 219, Siemens, 73, 80, 82,84-85, 92-93, 192-193, 210-212, 214.
225, 239, 259, 304 216, 230, 356
rayon, 119, 125-127, 140, 224, 236, 319 sivil toplum örgütleri (N G O ’lar), 469
RCA (Radio Corp. O f Am erica), 193-196, 208, 230, 234 sıiır hata, 180

524
Silikon Vadisi, 212 teknolojik değişme ve istihdam, 454
sıradaki teknolojiler, 473, 479 tekstil sanayi, bkz. pam uklu
sistem bütünleşm esi ve ağ kurm a (SIN ), 257 Telefunken, 192-194, 196, 201, 203, 209, 219, 230, 316
Slater, S., 59 televizyon
Sloan, A., 81, 171, 172, 3\4 renkli, 176, 196-197, 199, 208, 232, 308
Sm art, T., 325 Terilen, 128, 146, 308
Smith, A., 1-2, 10-12, 19, 35, 39-40, 43-45, 53, 56, 80, Teubal, M. e t al, 244
157, 162, 229, 341, 359, 363, 374, 385, 454 Thomas, H., 230, 284
Socony Vacuum Oil, 111 Thoreau, H., 230
Soete.L. L. G., 465-466, 488 ticaret
ve Pavitt, K., 134, 367 sırları, 59
ve Perez, C., 357, 407, 416, 409 uluslararası performans,352, 383
Soğuk Savaş, 29, 81, 421, 426, 438, 441, 445 liberalizasyon, 362, 375, 382
Solow, R. M ., 371-373, 389 Tobin, J-, 416, 465
yav aş verim lilik paradoksu, 378, 483 toplam faktör verim liliği, 377
Solvay, E., 101-102, 122, 143, 147 toprak malzeme, 415
Sombart, W ., 51 Townsend, J ., 252, 288
sosyal eşitsizlik, 465 Toyota, 179-185, 230, 232
sosyal etki, 482-483 transistor, 190, 194, 197, 207, 210-211, 213, 285, 310
social nexus, 471 triod valfı, 192
Sovyetler Birliği, 29, 202, 335, 339, 348-349, 361, 427, tüketici egemenliği, 434, 436
436, 437 tüketim m alları ve hizmetler, 432
spektrofotometre, kızıl-ötesi, 151 tüketici refahı, 482
Spencer, B. ve Brander, J . A., 386, 392 Türing, A., 203
Sputnik, 441 Tweedale, G.
Staffordshire Çömlekçileri, 52 uçak sanayi, 132, 213, 283, 298, 431-432, 437
Stalker, G. ve Burns, T. uçak yak ıtı, 111
Standard Oil, 106, 112, 137, 265 ulaştırm a
Stillerm an, R., Je w k es, J . ve Saw ers, D., 3 ve sosyal sabit serm aye, 47
strateji U luslar arası Alotorlu T aşıtlar Projesi (IM V P ), 163-164,
savunm acı, 309, 316-317, 326 181-183, 185-186
saldırgan, 218, 226, 308-310, 314, 316-317, 322 uluslararası rekabetçilik, 337, 349, 383, 388, 390, 396,
taklitçi,315, 317 398
geleneksel, 307, 317 U luslararası Standartlar Ö rgütü (ISO ), 354
Strutt, J ., 57, 59, 340 uluslarötesi firm alar (T N C ’ler), 343, 352-353, 361-362
Sun Oil, 111 Universal Oil Production Company (U O P ), 107-110,
Supple, B., 40-42 113, 116, 118
survey yöntem leri (SA P PH O ), 238, 241 Utterback, J . M ., 174, 273
sülfürik asit, temas prosesi, 104 üçlü, triad (ABD, Ja p o n ya ve AB), 398
swing tesisleri, 146 üniversiteler
Symeonidis, G., 275 Alm anya, 103, 146
USE, 183
takım tezgâhlan sanayi, 176, 342 M IT, 172, 179-181,206, 444
tarım Pennsylvania, 203, 206
ABD, 68 Sussex, 177, 179, 237, 247
Tam -zam anında-sistem i (JI T ) (kanban) üretim sistemi
taşeronluk, 60, 79 yalın , 37, 178-179, 181-183, 185-186, 258, 326
Toujas-Bernatte, J . ve M agnier, A., 390 ürün atıkları, 477
Taylor, C. ve Silbertson, A., 267 ürün devresi
Taylor, F. W ., 73, 82, 162, 425 özellikleri, 320
teknik değişme, 4, 254, 375, 458, 466 Valflar, 149, 192, 194, 203, 209
teknik ölüm, 376, 433-434 Verdoorn Kanunu, 115
tekno küreselleşm e, 337 verim lilik
teknolojik değişim (gap), 21 toplam faktör, 377
teknoloji tahmini, 241, 300, 316 Ingiltere, Fransa ve A lm anya,66
teknoloji
yakalam a, 227, 343, 402, 406-407 Verspagen, B., 4, 363, 416
iktisadi büyüme, 336, 339, 377 ve Amable, B., 363, 370, 390
yab ancı ve y e rli kontrol, 395 VH S, 197
ithalatı, 348-349, 350, 360, 415 video kasetler (V C R ’ler), 197
Jap on ya'nın p iyasa payı, 198 Villard, H., 93, 95
Volti, R., 165-166

525
Volvo, 184-185 y a p a y ‘ersatz’ m addeler (A lm anya), 232
von Hippel, E., 151, 244, 347 Yapıcı Teknoloji D eğerlendirmesi, 422, 472
von Tunzelman, 25-26, 43, 45, 359, 367, 402 yap ısal işsizlik, 449, 464
yap ısal uyum, 449, 456
W alker, S., 49 yarı-iletken sanayi, 212-214, 232, 269
W alsh, V. et a/., 18, 251 yen ilikler (1950'ler-1970'ler), 211
W atson W att, R., 199 dünya im alatçıları, 214
W atson, T. J . , 203-204, 206, 219, 286 ürün devresi biçimi, 213
W eber, M ., 89, 94-95, 80 satıcıları, 215
W edgewood Firm ası, 49-52, 258 yatırım , 4
W edgwood, J . , 36, 49-52, 54-55, 59, 168-170 yen ilik, 258, 268
W estern Electric Co. (B ell), 210 bürokratik yönetim i, 7
W estinghouse, 85, 90, 92, 193-194, 212 pam uklu sanayi, 44-46
W hitney, E., 80, 230, 233 belirsizlik derecesi, 279
W iener, N. talep-çekiş teorisi, 233
W illiam s, B. R. ve Carter, C. E., 244, 250, 442-443 ulusal sistem ler, 339-344
W ilson, R. ve Peck, M . J ., 199 Brezilya/G. Kore, 350-351
W inter, S. G., 327 karşıt özellikleri, 347-352
ve Nelson, R. R., 301, 305, 327, 408, farklılaşm a (1980*ler), 350
432, 466, 487 ve küreselleşm e, 352
Wolfif Kanunu, 408 ABD, 67-69
W om ack, J . T. e t al.f 37, 163-164, 167-170, 172, 175- tesadüfi örnekleme, 258
179, 183, 186, 243, 322, 348 SA PPH O Projesi, 237-240
bilimin-itmesi teorisi, 233
yakalam a, 411-414 başan/başarısızlık, 229-237
yalın üretim sistemi yeni-teknolojiye-tem m elli firm alar, 260, 323
taşeronlar, 183-186 yongalar (chips), bellek, 79, 212
Toyota, 37, 179-183 Y oung, O., 193, 219, 374
Zegveld, W . ve Rothwell, R., 266, 270

526

You might also like