Professional Documents
Culture Documents
T Ü B İT A K
TÜBİTAK YAYINLARI
Akademik Dizi
TÜBİTAK Yayınlan / Akademik Dizi 2
YENİLİK İKTİSADI
The Economics o f Industrial Innovatiorı
Şefik Kahramankaptan
İşletm e Müdürü
M. Kemal Bostancıoğlu
TÜBİTAK
e-posta: kitap@tubitak.gov.tr
İnternet: kitap.tubitak.gov.tr.
THE ECONOMICS OF
INDUSTRIAL INNOVATION
Y E N lL lK İK T İSA D I
Çeviren
Ergun TÜRKCAN
T Ü B İT A K Başkam nm Sunuşu
V
Bu soruların toplu cevapları, yen ilik iktisadı dalının büyük kurucularından ve belki
de bu terimin mucidi Chris Freem an’ın kitabında bulunabilir m iydi? Bu sorunun
yanıtının evet olduğunu düşündük ve bu önemli eseri dilimize kazandırm aya karar
verdik. Prof. Freem an’ın Luc Soete ile hazırladığı Y enilik İktisadı’nın üçüncü baskısı,
yazarın Türkçe baskı için yazdığı Önsözle birlikte, TÜBİTAK’ın Kırkıncı Kuruluş
Yılında, kendisi de bu konuya kırk yılın ı vermiş bir arkadaşım ız, Prof. Dr. Ergun
Türkcan tarafından dilimize kazandırılm ış bulunuyor.
Bu kitabın, Y enilik İktisadı'nın, bu konuda bilgi ihtiyacı olanlara, araştırıcılara,
girişim cilere, yöneticilerle siyasilerim ize ve hepsinden önemlisi, sosyal bilimlerden
mühendislik okuyan öğrencilere kadar temel bir referans kitabı olacağına inanıyor ve
T ürkiye’nin yenilikçi geleceğine bir ışık tutması dileğiyle Türk okuyucusuna sunmaktan
büyük bir m utluluk duyuyoruz.
VII
sahip olan Joseph A. Schum peter’m görüşüne de koşuttur. Schumpeter, “Business
Çycles” (iktisadi D algalanm alar) konulu büyük eserine, Sanayi Devrimi ile başlar ve
bu konunun “ardışık sanayi devrim leri” veya “uzun teknolojik değişim dalgaları” olarak
adlandırdığı olgunun anlaşılm asında bir temel oluşturduğunu savunur. Biz de, onun ör
neğini izledik ve kitabımızın tarihle ilgili olan I. Kısmı’na, Sanayi D evrim i’nde mekani-
zasyonun artışıyla, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında elektrifikasyon ve yirm inci y ü z
yıld a kitle üretimi gibi bazı yen i bölümler ekledik.
Son olarak bütün bunlardan, m ikroelektronik ve bilgisayarlaşm anın yayılm ası; oto
motiv sanayinde kitle üretimden yalın üretime geçme gibi eğilimlerle ortaya çıkan çağ
daş gelişmeleri göz ardı ettiğimiz anlamı da çıkarılm am alıdır. Bilgi ve iletişim teknoloji
leri için sadece bilgisayar sanayinin tarihçesini vermekle yetinm edik, ayrıca IV.
Kısım'da, Enformasyon Toplumu nu tartıştığım ız yen i bir bölümde, bu konuyu daha
geniş biçimde ele aldık. Y enilik politikalarına ilişkin sorunlarındaki uzun y ılla ra uzanan
işbirliğimiz, özellikle OECD, Avrupa Birliği ve sanayi için gerçekleştirdiğim iz ortak ça
lışmalarımızdan elde ettiğimiz deneyimlerle zenginleşmiş bulunuyor. Bu deneyim leri
mizden yararlan arak IV. Kısmı derledik ve bu kısma bilim ve teknoloji politikası sorun
ları ile ilgili üç yeni bölüm daha ekledik.
Bu çok yaygın değişikliklere rağmen, kitabımızın birinci baskısının temel teorik ve
tarihsel kurgusunu korum aya çaba gösterdik. Yeni literatürün büyük bölümü tarihsel
bellek açısından şaşılacak ölçüde eksiklik göstermekle birlikte, Richard Nelson’un
“değerbilirlik teori”si hızla değişen dünyamızın güncel siyasi endişeler ortamında da ge
çerliliğini korum aya devam ediyor. Bu nedenle, 1980’ler ve 1990’ların birçok yen i araş
tırm a bulgularını aktarm akta oldukça rahat davrandık.
Chris Freeman
Luc Soete
VIII
Yazarların Teşekkürü
IX
Tamamen farklı bir boyutta, katkıları olm asaydı bu kitabın yazılm ası mümkün olma
yacak olan dört kişiden biri, dostumuz ve yardım cım ız olarak N IE SR ve S P R U ’da y ü
rütülmüş olan çeşitli araştırm a projelerine katkıda bulunan Jac k ie Fuller'dir. W ilm a
Coenegrachts ve Karin Kamp, aynı şekilde, bu ortak çalışm aya büyük katkılar yaptılar.
Son olarak, Susan Lees bu üçüncü baskının içeriğini başından sonuna kadar olağan üs
tü büyük bir sabır, titizlik ve doğrulukla tarayarak uyumunu ve düzenini sağladı. Ken
dilerine minnettarız.
Chris Freeman
Luc Soete
X
Türkçe Baskıya Önsöz
Otuz yılı geçkin bir süre önce bu kitabın birinci baskısını yazm aya başladığımda, Sus
sex Üniversitesi Bilim Politikası Araştırma Birim inde daha yeni göreve başlamıştım. Gru
bumuz yeni bir üniversitede yeni bir araştırm a birimiydi ve biz de dünyanın her tarafın
dan iyi öğrencileri ve araştırm acıları buraya çekmeye girişmiştik. Bunlardan bize en önce
başvuranlardan biri, Türkiye’den gelen, çok nitelikli bir meslektaşımız, Ergun Türk-
can’dı. Ergun Türkcan’ın avantajı, daha o zamanlarda bilim politikası alanında aktif ola
rak araştırm a yapıyor olmasıydı, zira Türkiye bu alanda çalışmaya başlamış ilk ülkelerden
biriydi. Bizimle birlikte geçirdiği bir y ıl sırasında, lisanslar, patentler ve teknoloji transfe
ri konusundaki ilk yayım larım ızdan birinin yazım ında benimle ve birimin M üdür Y ar
dımcısı Geoff Oldham ile işbirliği içinde çalıştı. Bu makalemizde, gelişmiş ülkeleri “ya k a
lam a” aşamasında olan ülkelerin yeni teknolojileri edinme görüşmelerinde konumlarını
güçlendirecek, bugün de geçerli olan bazı önerilerde bulunm aktaydık1. Bununla birlikte,
meslektaşım Luc Soete ile birlikte, teknolojilerin dünya çapında yaygınlaşm ası önündeki
sorunların tartışılması, kitabımızın ancak bu yeni üçüncü baskısında gerçekleşebildi.
Luc Soete ile birlikte, bu Üçüncü Baskı'nın ön sözünde de belirttiğimiz gibi, bu bas
kı, birçok yeni bölüm ve değişikliklerle, neredeyse yeni bir kitap oldu, ikim iz de bu ki
tabın Türkçeye çevirilmiş olmasından mutluluk duym aktayız. Bu kitap bizim araştırm a
larımızın sonuçlarının ötesinde, birçok ülkeden gelen lisansüstü öğrencilerin ve konuk
ların ortak çalışmalarının ve çeşitli katkılarının izlerini de taşımaktadır. Bunların arasın
da, tabii ki Türkiye’den gelen meslektaşlarımızın katkıları da var; onlardan T ürkiye’nin
deneyimleri ile ilgili ve özellikle T ürkiye’y i inşaat sanayi gibi, dünya sanayinin ön safla
rına ulaştırmış olan birçok alandaki olağanüstü başarıları konusunda çok şey öğrendik.
Türkiye Avrupa teknolojisinin ön saflarına ulaşırken, ileride daha pek çok Türk öğ
renciyi aram ızda görebilmeyi ummaktayız. Ayrıca, kitabımızın bu yen i baskısının, yeni
teknolojileri geliştirme ve kullanm a alanında önümüze çıkacak birçok karm aşık sorunu
anlama ve üstesinden gelmede, küçük de olsa, bir katkıda bulunacağı ümidini taşım ak
tayız. Şimdi, her zamandan fazla, birbirimizden öğrenme gereksinim indeyiz; çünkü, bu
teknolojiler birçok olumlu yan larıyla birlikte pek çok olumsuzlukları da birlikte getir
mekte ve politika oluşturma sanatı ancak, ortak deneyimlerden yararlan arak, birlikte
öğrenme yo luyla ilerleyebilm ektedir.
Chris Freeman, A ralık 2001
1 Oldham, Freem an, Türkcan, "The Transfer of Technology to D eveloping Countries w ith Special Reference to
Licencing and Know-how Agreements", UNCTAD-70/28, N ew Delhi, 1967 (Paper prepared for the Second UNCTAD
Conference.
XI
Çevirenin Teşekkürü ve Notları
Değerli hocam Prof. C. Freeman’ın bu eserini çevirirken duyduğum zevkin yanında hâlâ
bilmediğim ne kadar çok şey olduğunu anladım; her öğrencinin hocasından her zaman öğ
reneceği bir şeyler vardır, bilimin özelliği budur.
Bu eser, yaklaşık 40 yıl önce TÜBİTAK’ın kuruluşuyla ülkemize giren, modern bilim ve
teknoloji politikası araştırmalarının son yıllarda artan bir ilgi odağı haline gelmesiyle ortaya
çıkan bir temel kitap talebine en uygun cevaptır. Chris Freeman, 1966’da Sussex Üniversi-
tesi’nde Bilim Politikası Araştırma Ünitesi’ni (S c ie n c e P o licy R esea rch Unit, SPRU) kura
rak, ilk kez bilim ve teknoloji politikaları alanındaki disiplinler-arası çalışmaları başlatan ve
burayı dünya çapında bir Bilim ve Teknoloji Politikaları merkezi haline getiren araştırıcı
lardan biridir.
Bu kitap ilk kez 1974’de Penguin Kitapları arasında yayımlanmış, elinizdeki Üçüncü
Baskısı’na, yine Prof. Freeman’ın araştırm a ekibinden olup, 1970’lerin sonunda,
M aastricht'de (Hollanda) kurulmuş olan M a a strich t E co n o m ic R esea rch In stitu te on
In n ovation a n d T ech n o lo g y , M E R IT in de kurucularından olan Prof. Luc Soete katkıda
bulunmuş ve eser dış ticaret-teknoloji boyutuyla zenginleşmiştir.
Bu kitabı tek başına çevirmedim, birçok arkadaşım bana yardımcı oldu, ben sadece hatala
rı üzerime aldım. Başta Ankara Üniversitesi SBF İktisat Bölümü nden meslektaşım Prof. Dr.
Çelik Aruoba, baştaki birçok bölümün doğrudan çevrilmesine katkıda bulundu. Ankara Üni-
versitesi’nden Prof. Dr. Osman Gürel, TÜBİTAK’dan Yük. İnş. Müh. Ender Arkun, OD-
TÜ’den Prof. Dr. Murat Aşkar, Prof. Dr. Erol Kocaoğlan, Prof. Dr. Türker Gürkan ve di
ğerleri pek çok teknik terimin karşılığı ve anlaşılması için bana yardım ettiler. Hepsine minnet
borçluyum ve yine alışılan bir ifade ile tüm hataların bana ait olduğunu da ifade etmeliyim. Pek
çok terimin, eleştiriler ve tartışmalarla yerli yerine oturması için Yenilik ik tisadının bir başlan
gıç olacağını sanıyorum. Bu çetin kitabın dizilmesindeki emek ve dikkatiyle Birsen Kızıldağ’a
da müteşekkirim. Aramızdan genç yaşında ayrılmış bulunan, SPRU ’dan meslektaşımız Prof.
Keith Pavitt’i de, -2002 Eylül’ünde, ODTÜ'deki iktisat Kongresi nedeniyle Ankara’da iken,
kendisiyle kitap hakkında çok yararlı bir görüşme yapmıştık— hayranlıkla anıyorum.
XIII
Eserin içindeki birçok teknik terimin karşılığı konusunda kuşkuya düşülmemesi için öz
gün terimler, çeşitli karşılıklarıyla birlikte y a metinde parantez içinde veya sayfa altı dipnot
larında verilmiştir. Aynı şekilde, Türk okuyucusuna yabancı gelebilecek bazı tarihsel kişi,
olay ve olguların açıklanması için de sayfa altı dipnotları hazırlanmıştır. Yazarların dipnot
ları bölüm sonlarında yer aldığından, çok sayıda sayfa dipnotları (Romen rakamlarıyla) çe
virmene aittir; bu nedenle (ç. n.) “çevirmenin notu” kısaltması konulmamıştır.
Ayrıca, İngilizce metinlerde kısaltılan “araştırma ve geliştirme” R&D terimlerini, ARGE
şeklinde değil de, daha doğru bir kısaltma olduğunu düşündüğüm "A&G" şeklinde
kullandım.
Ergun Türkcan
XIV
İçindekiler
Teşekkür................................................... IX
1. Bölüm
G ÎR İŞ................................................................................................................ 1
1. BİRİNCİ KISIM
BİLİMLE İLİŞKİLİ TEKNOLOJİNİN YÜKSELİŞİ ..................................33
2. Bölüm
Sanayi D e v rim i.............................................................................................................................. 39
3. Bölüm
Elektrik ve Çelik Ç a ğ ı................................................................................................................. 65
4. Bölüm
Petrol ve Kimya Sanayilerinde Proses Y e n ilik le ri............................................................97
5. Bölüm
Sentetik M a d d e le r.......................................................................................................................123
6. Bölüm
Kitle Üretimi ve Otomobil .....................................................................................................161
7. Bölüm
Elektronik Sanayi ve B ilgisayarlar ......................................................................................187
8. Bölüm
Sanayi Yeniliklerinde Başarı ve B a ş a rıs ız lık ................................................................... 229
XV
9. Bölüm
Yenilik ve Firma B ü y ü k lü ğ ü ..................................................................................................259
10. Bölüm
Belirsizlik, Proje Değerlendirme ve Yenilik ................................................................... 277
11. Bölüm
Y enilik ve Firma S tra te jis i....................................................................................................... 305
12. Bölüm
Ulusal Yenilik S iste m le ri..........................................................................................................339
13. Bölüm
Teknoloji ve iktisadi B ü y ü m e ............................................................................................... 363
14. Bölüm
Y enilik ve U luslararası Ticaret P erfo rm an sı.................................................................. .383
15. Bölüm
Teknolojinin Gelişmesi ve Y a y ılm a sı...................................................................................401
16. Bölüm
Bilim, Teknoloji ve Y enilik İçin Kamu P o litik a la rı...................................................... 423
17. Bölüm
Enformasyon Toplumu ve İstihdam .................................................................................. 449
18. Bölüm
Teknoloji ve Çevre Sorunları ............................................................................................... 467
19. Bölüm
Sonuçlar: Sanayi Yenilik İktisadının Ö te s in d e ..............................................................481
XVI
1. Bölüm
Giriş
M Birçok icat, m akine yapım ı kendine özgü bir iş haline geldiğinden, bu makine yap ım cı
larının hünerlerinin eseridir; bazı icatlar da, işleri herhangi bir şey üretmek değil, ancak
her şeyi gözlemlemek ve bu yüzden, çoğu kez birbirinden çok uzak ve birbirine hiç benzemeyen
nesnelerin içeriklerini bir araya getirme yeteneğine sahip, filozof y a da düşünür (spekülatör), diye
adlandırılan insanlar tarafından gerçekleştirilm iştir. Toplumun ilerleme sürecinde felsefe y a da spe
külasyon, diğer bütün işler gibi, esas işi y a da tek işi bu olan, belli bir yurttaş sınıfının uğraşısı ha
line gelm iştir. Yine diğer bütün işlerde olduğu gibi, bu da, her biri belirli bir filozof takım ına (bilim
dalları) iş sağlayan birçok farklı alt dala bölünmüştür; felsefe (yaratı) alanındaki bu iş bölümü, d i
ğer bütün iş alanlarında olduğu gibi, beceriyi artırm akta ve zamandan tasarruf sağlam aktadır. H er
kes kendi özel dalında giderek daha uzmanlaşmakta, bütünüyle bakıldığında daha çok iş yap ılm ak
ta ve böylece bilimlerin sayısı önemli ölçüde artm aktadır.
(Sm ith, 1776, s. 8)
M ekanik ve kim yasal yasaların uygulanm ası ile birlikte, makinenin daha önce işçinin kendisi tara
fından yap ılan işi yapm ası, bilimsel temeli olan bir analizdir. Bununla birlikte, m akinelerin gelişm e
si, ancak ağır sanayi ileri bir aşam aya ulaştıktan ve çeşitli bilim ler serm ayenin hizmetine sokulduk
tan sonra bu yolu izlemeye b a şla r... Bundan sonra, icat bir iş kolu haline gelir ve bilimin doğrudan
üretim am açlarına ulaşm ak için kullanılm ası icatları teşvik ederek, aynı zam anda bu am aca uygun
icatları da belirler ve talep eder.
(M arx, 1868, s. 592)
iktisadi ilkeler konusunda yen i bir sistematik modeli benimsediğiniz zaman, gerçeği yen i ve farklı
bir noktadan algılarsınız.
(Samuelson, 1967, s. 10)
1
1.1. Giriş
M ikroelektroniğin ve genetik mühendisliğinin dünyasında, bilim ve teknolojinin ik
tisadi açıdan önemini anlatm aya çalışmak gerçekten gereksizdir. Teknolojiyi, ister sos
yolog M arcuse y a da romancı Simone de Beauvoir gibi, insanoğlunun esaretinin ve y ı
kılışının aracı, istersek Adam S m ith ya da M arx gibi öncelikle özgürlüğü sağlayacak bir
güç olarak görelim, hepimiz onun gelişme sürecinin ortasında yerim izi almış durum da
yız. Ne kadar istersek isteyelim, onun günlük hayatımız üzerindeki etkisinden, önümü
ze koyduğu ahlaki toplumsal y a da iktisadi ikilemlerden kaçam ayız. Onu lanetleyebili
riz de yüceltebiliriz de; ama yo k sayam ayız.
iktisadi gelişmenin temel koşullarından, hem firmaların hem de ulus devletlerin re
kabet mücadelesinin en kritik unsurlarından birisi olan “yeniliği görmezden gelmeyi gö
ze alam ayacak” olanların başında iktisatçılar bulunm aktadır. Simone de Beauvoir mo
dern teknolojiyi reddederken, fakirlik konusundaki bilinçli tercihi ile tutarlılık içindey
di. Ancak iktisatçıların çoğunluğu, fakirliğin insanoğlunun çöküşünün önde gelen ne
denlerinden biri olduğu konusunda M arshall ile aynı fikirdedirler, iktisadi gelişme so
runlarıyla ilgilenmeleri, Asya, Afrika ve Latin Am erika’daki kitlesel yoksulluğun y a da
Avrupa ve Kuzey A m erika’da daha hafif düzeyde gözlenen fakirliğin, önlenebilir ve or
tadan kaldırılm ası gereken bir kötülük olduğu, belki de sonunda tamamen yo k edilebi
leceği konusundaki inançlarından kaynaklanm aktadır.
Son zamanlarda bu tür bir amacın hem istenilirliği hem de yapılabilirliği, giderek ar
tan bir ivmeyle sorgulanmaktadır. Ancak yenilik, sadece ulusların zenginliğinin, dar anla
mıyla, refahın yükseltilmesi, artırılmasının bir yolu olarak değil, insanların daha önce hiç
yapılam amış şeyleri yapabilmeleri için olanak sağlayacak niteliği ile önem taşımaktadır.
Yenilik, bütün bir yaşam kalitesinin daha iyiye mi, yoksa daha kötüye mi gideceğini be
lirleyecektir. Çünkü, sadece aynı mallardan daha fazla m iktarlar değil, daha önce hayal
lerimiz dışında hiç varolmayan bir mallar ve hizmetler demeti anlamına gelebilir.
Böylece, yenilik sadece, iktisadi büyüme hızını —kendi ülkelerinde veya başkaların
da—sürdürmek y a da artırm ak isteyenler için değil am a iktisadi gelişmenin yönünü de
ğiştirm ek y a da yaşam kalitesini iyileştirm ek isteyenler için de büyük önem taşım akta
dır. Yenilik, kaynakların uzun dönemde korunması ve çevrenin iyileştirilm esi için y a
şamsaldır. Pek çok kirlenme türünün önlenmesi, atık m alların iktisadi olarak geri kaza
nılması, sosyal yeniliklerin yan ı sıra teknolojik gelişmeye de bağımlıdır.
iktisatçılar, teknolojik yeniliğin iktisadi gelişme için taşıdığı hayati önemin, en geniş
anlam ıyla her zaman farkında olmuşlardır. Adam Sm ith’in M illetlerin Z en g in liğ i kita
bı, ünlü 1. Bölümü'nde, hemen "makinelerin gelişm esi” ve iş bölümünün özel buluşları
nasıl teşvik edeceği tartışm alarının ortasına dalar. M arx ’in kapitalist ekonomi modeli ise
2
serm aye m allarında teknolojik yeniliklere merkezi bir rol atfeder “burjuvazi, üretim
araçlarında sürekli bir devrim yapm adıkça yaşayam az.” M arshall, “b ilgi”y i ekonomide
ki gelişmenin temel motoru olarak tanım larken hiçbir tereddüte kapılmaz, ikinci Dün
y a Savaşı öncesinin standart ders kitaplarından bir tanesi, iktisadi gelişme ile ilgili bö
lümünde, “yaklaşık son 150 yıld a ortaya çıkan iktisadi genişlemeye baktığımızda, esas
sürükleyici gücün tekniklerdeki gelişme1 olduğunu görürüz”, demektedir (Benham,
1938, s. 319). Samuelson’un savaş sonrasının standart ders kitabı, E co n o m ics (1967) de
aynı sonuca varm aktadır.
iktisatçıların çoğunluğu teknolojik değişmeye, başlarını yavaşça öne eğerek saygılı
bir selam gönderseler de, hiç olmazsa son zam anlara kadar aralarından pek azı onu in
celemeye zahmet etmiştir. Je w k es ve arkadaşları bu paradoksu üç faktöre dayanarak
açıklam aktadırlar: (ı) iktisatçıların temel bilimler ve teknoloji konusundaki cahilliği, (ıı)
bütün zamanlarını konjonktür hareketleri ile istihdam sorunlarına ayırm aları ve (ııı)
kullanılabilir istatistiklerin olmaması (Jew kes, eta/., 1958).
Bu faktörler yeniliklerin neden ihmal edildiğini kısmen açıklayabilir fakat bu ihmali
haklı göstermek için kullanılam az; zira hepsinin, hiç olmazsa bir ölçüye kadar üstesin
den gelinebilir. Je w k es ve arkadaşları bu durumu "İcatların K a y n a k la n ” başlıklı çalış
m alarında açıkça ortaya koym uşlardır. Daha önce y a da daha sonra yap ılan çeşitli ince
lemeler de, bunların vardıkları sonuçları desteklemektedir. Gerçekten eski tarihli litera
tür çalışm aları (Kennedy ve Thirlwall, 1971), yenilikler ve yayılm aları ile ilgili araştır
maların kıtlığından yakınırken, daha yeni taram alar (Dosi, 1988; Freeman, 1994)
1980’ler ve 1990’larda ortaya çıkan ilgi patlam asına dikkati çekmektedir.
icatların ve yeniliklerin11 önceki dönemlerde ihmal edilmiş olması, sadece iktisatçıla
rın diğer faaliyetlerinden y a da bu konudaki bilgisizliklerinden kaynaklanm am aktadır;
bu iktisatçılar, aynı zamanda kendi varsayım larının ve kabul edilmiş düşünce sistemle
rine bağlılıklarının kurbanıdırlar. Bunlar, buluşlar ve yen ilik konusundaki bilgi akım ı
nı iktisadi modellerin çerçevesi dışında y a da daha kesin terimi ile “dışsal değişkenler"
olarak kabul etmek eğilimindedirler. İktisat teorisinin büyük bir bölümü mal ve hizmet-
i Tekniklerdeki değişme, teknolojik değişme, teknik ilerlem e, teknolojik ilerleme, teknolojik değişim vb. terimler,
aralarında çok az farklar olsa da, genelde eş anlam lı kullanılm aktadır. Teknik veya teknolojik değişme, her zaman ve
zorunlu olarak daha ileri bir aşam aya geçm ekte değil, bazen daha eski veya daha az iyi (the second best) bir teknolojiye
dönüşü ifade etm ekte de kullanılabilir. Ancak, teknoloji, arızi durum lar dışında, hep ileriye gitm ektedir; kitap da bunu
gösteriyor.
ii İcat ve yen ilik, “invention and innovation” arasındaki farklara, metin için de çeşitli açılardan değinilecektir. Burada,
icat ve keşif “exploration” terim leri arasındaki farkı kısaca belirtm ek istiyoruz çünkü, özellikle icat yerin e, çok kez keşif
terimi ku llan ılarak büyük bir yan lış yapılm aktadır. Keşif, mevcut olan bir şeyin ortaya çıkarılm asıdır: Am erika'nın keş
fi veya yen i bir bitki ve hayvan türünün bulunm ası gibi. Bunu İngilizce, “exploration of...” diye ifade ediyorlar. Ancak,
bazen, belli bir bilimsel am açla, örneğin tıpta kullanılm ak üzere yen i b ir bitkisel ilaç v eya bir bakteri türü (penicilin gibi)
bulm ak için sistem atik bir keşfe girildiğinde, buna “exploration for..." denilebiliyor. Keşif ve icadı kap sayacak öz T ürk
çe bir terim “buluş" olabilir ki bazı yerlerd e bu şekilde de kullandığım ız olmuştur. Fakat yerleşm iş olan icat ile yenilik
de, kelim e anlamı olarak aynıdır; biri A rapça kökünden öteki Türkçeden türetilm iştir, bazı yaz arla r yen ilik yerin e “ino-
vasyon” kullanm ayı da tercih etm ektedirler.
3
lerin arz ve talebinde ortaya çıkan dalgalanm aların kısa dönemli analizi ile ilgilenmiştir.
Pek çok amaç için çok ya rarlı olsa da, bu modeller genellikle teknolojik ve sosyal çer
çevede ortaya çıkan değişmeleri, c e t e r is p a r ib u s (diğer şeylerin değişmediği) varsayım ı
ile ilgi alanlarının dışında bırakm ışlardır. Hatta, 1950’lerde, iktisatçılar giderek artan
bir ölçüde dikkatlerini iktisadi büyüme sorunlarına çevirmeye başladıklarında da “diğer
şeyler” perdelenmesi yaklaşım ı sürdürülmüş, dikkatler geleneksel üretim faktörleri olan
emek ve sermaye üzerinde yoğunlaşırken “teknik değişm e” büyüm eye önemli katkı y a
pan, eğitim, iş yönetimi ve teknolojik yenilik gibi, diğer unsurları da kapsayacak biçim
de, fazla veya “artık” (= residual) bir faktör olarak kabul edilmiştir.
İlke olarak “diğer şeyler”in çok önemli olduğu, kuşkusuz her zaman kabul edilmiş
tir. Ancak, bunlar sistem atik iktisadi analizin konusu olm aya son dönemlerde başlam ış
lardır. D eğerleri ne olursa olsun, sanayileşmiş ülkelerde büyüme ile ilgili ilk ekonomet-
rik çalışmalar, ölçülen büyümenin büyük bölümünü, geleneksel emek ve sermaye girdi
lerinin m iktarlarındaki artışa değil, teknik ilerlem eye bağlam ıştır. Ancak yine de, teknik
ilerleme iktisadi analizin merkezine ulaşamamış, kenarında kalm ıştır. Öte yandan, ser
maye yatırım ı aracı rolünü oynarken, eğitim “araştırm a ve deneysel geliştirm e” faaliye
tinin, yan i A&G’nin, büyüme sürecinin asıl unsurları olduğunu kabul etmek hiç de man
tıksız değildir. Aslında bu “yen i büyüme teorisi” olarak adlandırılan yaklaşım ın da eği
lim idir (Romer, 1986; Verspagen, 1992b). B uradaki “y e n i” kavramı, teknolojik ve ku
rum sal değişmeye her zaman merkezi rol atfeden iktisat tarihçilerinin ve Schumpeter
gibi iktisatçıların uzun zamandan beri sahip oldukları fikirlerin, iktisat modelleri kuran
lar tarafından, biraz geç de olsa, fark edildiğini anlatm aktadır. Gelişme teorisi ile ilgili
bir D ünya Bankası incelemesi de (1991), büyüme konusundaki bu büyük çaplı değiş
meyi “fiziki varlığı olmayan yatırım " veya “görünmez yatırım ” (= intangible investment)
kavram ı çerçevesinde vurgulam aktadır (bkz. 13. Bölüm).
Bu açıdan bakınca yatırım süreci, bilim ve teknolojideki1 gelişm eyi de bünyesinde
barındıran sermaye m allarının üretimi ve kullanılm ası kadar, bilginin de üretilmesi ve
dağılımı anlamına gelmektedir. Asıl kritik unsurlar, tuğlaya y a da m akinelere yapılan
“fiziki varlığı olan”, “görünür yatırım ”lar (= tangible investment) değil, yeni bilgi üreti
mine yönelik “görünmez” yatırım larla bu bilginin yayılm asıdır. Buna rağmen, tüm ikti
sadi düşünce araçlarım ız da, istatistik göstergeler sistemimiz de, hâlâ “görünür” mallar
ve hizmetler yaklaşım ına ayarlıdır.
Bu durum gelecek on yıllard a m uhakkak değişecektir; bilgiyi yaratm ak ve dağıtm ak
amacında uzmanlaşmış sanayilerin, yakın zam anda çalışan insanların büyük bölümünü
istihdam edecek olması bunu tek nedeni de olm ayacaktır. Gelecekteki istihdamın muh
temel yapısını belirlem eyi am açlayan Bernal'in modeli de (1958) spekülatiftir (Şekil
4
Şek il 1.1 Geçmişte ve G elecekte U ğraşılana Değişmesi
K a yn a k : B e r n a l (1958)
i İngilizcede, bilgi için “know ledge” kullanılıyor. “Information” için de “b ilgi” terimini kullanm ak yaygın laştı, ancak bir
karm aşa yaratıyo r; bilişim dem ek daha doğru olabilir, fakat uluslararası bir terim olarak enformasyonu yeğliyo ruz. Yine
de y e ri gelince bu karışıklığa katıldığım ız görülecektir.
5
metler gibi alanları da kapsam aktadır. Bütün bu faaliyetler, teknolojik gelişmelerin y a
yılm ası ve uygulanm ası açısından önem taşım aktadır. Son zamanda Porat (1977) “bilgi
ile ilgili işlerin” toplam işlerin yarısın a ulaştığını tahmin etmiştir. Buna bağlı olarak “bil
gi toplumu” y a da “enformasyon toplumu”1 kavram ı yaygınlaşm aktadır. 7. Bölüm’de gö
receğimiz gibi, Bilişim ve İletişim Teknolojilerini (= Information and Communication
Technology, ICT) tartıştığım ızda, enformasyon ile bilgi arasındaki fark önem kazan
maktadır; ham verilerin ya rarlı bilgi haline getirilmesi gerekm ektedir. Bilgi toplumu ise,
enformasyona dayalı faaliyetlere yap ılan görünmez yatırım ların, uzun bir sürecin so
nunda zirve noktasına ulaşm ası şeklinde anlaşılabilir.
i M etinde "information society" şeklinde geçiyor, ancak önceki dipnotta d a değindiğim iz gibi, "bilgi toplumu" daha y a y
gın kullanılıyor.
ii Türkiye'de AR-G E kısaltm asının yaygın laştığı görülm ektedir; biz, özgün R&D kısaltm asına bağlı olarak A&G kısalt
masının daha uygun olduğu görüşündeyiz.
6
şılıklı ilişkileri her ekonomi için kritik derecede önem taşım aktadır. Ancak bu yapının
sistematik araştırm aların konusu olması, son zam anlarda ortaya çıkan bir gelişmedir.
A&G konusunda herhangi bir ülkede kabul edilen politika yaklaşım ı, ister “bırak ınız
y a p sın la r, bırak ınız ica t e tsin ler " (la issez -fa ire, la is s e z -in n o v e r ), anlam ında zımni bir bi
çimde gelişsin, isterse açıkça ulusal hedefler ve stratejiler biçiminde belirlensin, bilim ve
teknoloji politikasının esasını oluşturm akta y a da daha özlü bir söyleyişle, ulusal bilim
politikası olarak tanımlanm aktadır. Daha geniş bir bilimsel ve teknik hizmetler (BTH)
ağı, A&G sisteminin üretimle ve sıradan teknik faaliyetlerle ilişkilerini sağlam akta ve
düzenlemektedir. BTH tasarım, kalite kontrolü, bilgilendirme hizmetleri, araştırm a ve
fizibilite çalışmaları gibi alanları içermektedir. Bu hizmetler ağı, ayrıca yen ilik çalışm a
larının etkin bir biçimde sürdürülmesi ve sanayinin pek çok dalında teknolojik değişme
nin yaygınlaşm ası açısından kaçınılmazdır.
Daha önceki dönemlerde de devlet ve üniversite laboratuvarları mevcuttu, ancak sa
nayinin kendisine ait ilk uzmanlaşmış A&G laboratuvarları 1870’lerde oluşturulmuştur.
Profesyonel A&G sisteminin önemi, on dokuzuncu yü zyıl iktisatçıları tarafından pek
anlaşılamam ıştır. Hatta, bu yüzyılın başlarında, yeniliğe, geliştirdiği iktisadi gelişme te
orisinde yeniliği şeref kürsüsüne çıkarm ış olan genç Schumpeter (1912) bile, icatların
kaynağını, ekonomi için dışsal saymıştır. Aslında, çok önemli olan ve ancak daha son
raları, iktisat teorisi içine yerleştirilm eye başlanmış olan icatla yenilik arasındaki ayırı
mı Schum peter’e borçluyuz. Bir icat, yen i geliştirilm iş, ürünler, üretim süreçleri, sistem
lerle ilgili bir fikir, çizim veya modeldir. Bu tür icatlar sıklıkla (her zaman değil) patent
koruması altına alınırlar, am a m utlaka teknolojik yeniliklere neden olmazlar. Aslında,
çoğu teknolojik yeniliklere neden olmaz, demek daha doğrudur, iktisadi anlam da yen i
lik, bu kavram sürecin tamamını açıklam ak için kullanılsa da, söz konusu olan ürün,
üretim yöntem i y a da cihaz ile ilgili ilk ticari başarı gerçekleştiğinde ortaya çıkar. Kuş
kusuz, yenilik süreci boyunca sıklıkla başka icatlar ortaya çıkmakta, aynı şekilde y a y ıl
ma sırasında da başka buluşlar ve yen ilikler gerçekleşm ektedir. Bununla birlikte
Schumpeter’in bu kavramsal ayırım ı çok değerlidir.
Bir icadın ortaya çıkması veya tescilinden, sosyal bir amaç için kullanılm asına kadar
ortaya çıkan olaylar zinciri uzun ve risklidir. Schumpeter (1912, 1928, 1942), bu kar
maşık yen ilik sürecinde girişimcinin oynadığı hayati rolü her zaman vurgulam ıştır. An
cak, Almarin Phillips'in de (1971) işaret ettiği gibi, firma içindeki bilimsel ve yaratıcı fa
aliyetlerin büyük bölümünün “içselleştirilm e” sürecini, yazarım ız ancak geç çalışm ala
rında ortaya koymuştur. Schumpeter 1928 makalesinde yeniliğin “bürokratik” biçimde
yönetiminin, kişisel içgüdülerin yerini alm aya başladığını ve büyük şirketlerin, teknolo
jik yen ilik konusunda, giderek artan ölçüde, ekonomi içindeki temel araç haline gelme-
7
C o
S 5
P İ _ü
-° S JT —
c «û. g2 3
s "3
_*
D
« "S « js
CU > H >
JJ
£ d
Tablo 1.1 Araştırma, İcat, Geliştirme ve Yenilik Alanmda Girdiler ve Çıktılar
j£
u İ 2
'5b 'C o pJÛ m* »* +- «o» **
fiS O U
JS 4» Û.
a
o
u s C3fc
S « fc c rt c H £
3 .a s s -a-s §d .a sc .§ . E a
.b -fi e S js s C E c/fi
_w wu
’7i33•—-3
” D 4)
i £ s. wfi«5 u■*—
^ 6d **db . Sct/r -fi
«j« fi 73
£,-fi4>fi5 ^§ o
s s>, eu
>w
d aj S
4>fi
— T3
g - ° 8!
N
O
l.
cj
fi
~c -£ G
&
>ö;
•” c *:
&-= -fi
£ c?
*■ ’*’ C fi d fi
_£ 0 - ^Ji >>_£ W
C := fi
0 C ,§ C «
o-v.11 İ;
S > S cd
c d
- -J2
d »
1 C d C r
d) ^ (1J
:=}
ü- a>
fi.
s- u d
W d _2 JJ 3 d _d
u <j“fi s- u u
c a ri
d
.ti fi c J $ «- u —
«fi ıs d -2 i l « d d
d d -s 5 c « . d* C
¥
b CC №fi
t/ı "T" d >"> — r*
*S
u -û j j
d 2
2
E
> —
■. s
g ^
.3 _d o e C t- 0) d«3 ud
■sc .İ335. Srt -od — b
v» 2
d a> 0
«3 d
2 1
d
ve
d
c cu :3 C/3
£ O <5 X “2 X
D
d
! «a u d , -2 d
fi
s & „ g 'S J &
Û d ,
5llJ “
d 3 3 g § «j -I | Js3 g ö «
s c ^ ^ 3 ^ 1 4 u% k i 1 1
c
Ü5 =3 •£ S» 2 £ S B| 3 g ~ ►
>g e
fi Jş JÜ *!g -D § jŞ J J g 7g İ 'g i I
■İ £ S tS İ S s llt îis J S ı
c fid
c -D u 73
d CN <Ö 33
Id T3
d tod
J d
0 D o > J±J fi ^ t.
»5p'q __ > „ > ^<5 d ^ E gS^J -2
3>.g'ji ■o Ö.§ -s 5b § Vncs4) _«d3 O->
U 1 “fiSü*
U4>
ş3 15 fi İ<u t
-lji E
c
— T -* —
£2 Z % ^S-g ^ EO- afi £ fi
co :3
3* fi 5 3 S J 3D ,12w -bOf i e 3 s İ -5 S ■£<c-3^
^ti, V > “■~ «fl-^^dfi
CÛ w
a>cj* o _ovbodu >_o^
H
<ufi ^2
CL,
11 j
C
sfi
s" I• -o
- *S4> c.. r*-'
ew*—«y ~nÇd- E S -E
s'fe “ •
—
£> d £
•“ w “
C 3
V u»
g 3
3 e 8 |fi-6
2 0î JŞ ■,V*)
r j ^ ^ !
cs w ^ 5
8
>>et> ,5E £ »
c " n “e :
-2 41 .
-O ‘»3
«3
u ‘u<u o E
p o JS«t
w*"S, T S^ -M '"
«O CL N
_a! E -fi 1?
S 1 «^ .~§ i c t2u“ a«ti, «
5to- «^ ' E-û i °"12 k 4;e
CU
C -3
D 1
C <
cü -o~ c ^ p -
*3 ; ü 4,
î> > > -«
«ti
JH
o» 5
> 6 >
Ö lçülebilir unsurlar
*r «* ilu 5M t- -2
h
2 rt *3 w S2
-E fc —
CO ■£ OT
’«i ) S? *Dm J J
£§ w
c
£«£ №
«ti »£
■< £ «2
. E
‘.t!c M"c -C Ee *«öC*c«ti
Cfl
ca> t« co -e
«ti
mcc :3
U w • ^ c3 E £
12 >-■ * >* >>
"S &
tti
15 f
Fiziksel varlığı olan
ü «ti
E
i “0 J3b «>
Ö
>
<3 u S- UE4>-Si«ti I0 c
“c«ti JS2 “2 i « « fc .. j; j) N .
“c5 JSo»
«ti > 32 "w <U —5 ■İ «t - 35-J=
U -i S -D.2"3 Jj
c "Sc
^y v ı ı e -c w“
.b P _«1» c3
.£
r£jc ^ c 4> üti - Jeti c<
V3Î .5g _
*- o
—:3 ^U-2
î i«ti «i2_i4>Ts3 Iv. C “c5 №
^ :3■<- t-3£ v>
«3- (ti «ti «
S S [- 2 JST3Û.Û. £ J .Ü E S --5 S 1$>'ESı
■5 a
«5 >b£)
c«ti E
Fiziksel varlığı olmayan
13 12
s -S
■fi 3
3 o
u
15 u js (ti .
ot -n
1» »Sb
12 bo
3 ^c
«si _J?
ÖV (fl« "8
.2 £5 wJS İ — y c -û u s
(G ö rü n m eyen )
jp ~ j* s 4) .S
12
• t i --o - '
-fi o - - t S | -s, i! -E >E II - Ü
U* . (
"S 2 “ c ^•—t•*- C - a _ 2 ^ • - _2
.İ! S S £Ü
r §
c -J-E
■= - 2 ~C c S ?3
I r t -İ“ —
J Îî-S
J 'rr
J 33 _
- 23 —
- ««5 «ti "4)
g ^ ;s a, -s>ts e ^ C .t îti 2
S£
s 3-H ^ 0-3
>O -3 --ü-
i > £ O■
*«2 I
E _ç «ti ^
c .3E İ3 •-w ;3
s 3—S‘h4> İS
î ^ 33 <«
a e -3 ^o i r - ü :3 -O .§ w -c
m 2
- 51 " û- C JS | «c Eîti, *.b
I 4>C L t ^ «ti e
!C
= -3
. S1>£•*
-*. fC
!-1, p î>3
■£c ^İ ^fi İ-*ÜS(3
n^UTCp" ’ «i e ^
< "3 t. HD
■ 43«btf ^ 3 s -a ^
k *3
£ * 2
= I
9
ye başladığını vurgulam aktadır. Schum peter’in erken dönemiyle (‘M ark ’ 1) geç dönemi
(‘M ark ’ 2) arasında ortaya çıkan bu vurgu farkına ilerdeki bölümlerde değinilecektir.
Söz konusu vurgulam a değişikliği, Amerikan ekonomisinde iki dünya savaşı arasında
ortaya çıkan gerçek değişmeyi ve bu dönemde büyük şirketlerdeki sanayiye yönelik
A&G faaliyetlerinin hızlı gelişmesini yansıtm aktadır.
ikinci Dünya Savaşı nın patlak verdiği günlerde devlet, üniversiteler ve sanayi tara
fından işletilen, profesyonel kadroyla örgütlenmiş araştırm a laboratuvarları ve ilgili ku
ram lardan oluşan yaygın bir sistem vardı. Bu A&G sanayi kendine özgü bazı nitelikle
ri olsa da, diğer bir sanayi dalı gibi iktisadi analizin konusudur. Söz konusu sanayinin
“hasılası” veya girdisi, hem genel nitelikte (‘tem el’ y a da ‘birincil’ araştırm aların sonuç
ları)1 hem de belli uygulam alarla ilgili (‘uygulam alı’ araştırm a)11 yen i bilgi akım larıdır.
Hasıla, aynı zamanda yen i modeller, tasarım lar, çizimler, el kitapları, ürün prototipleri,
pilot tesisler ve yeni üretim süreçleriyle ilgili deney sonuçlarıdır (‘deneysel geliştir
me’).111 Bu sistemin girdileri ve çıktıları Tablo 1.1’de özetlenmiştir. Pek tabii ki yirm inci
yüzyıldan çok önceleri yen i ürünlerle ve üretim süreçleriyle ilgili deneysel geliştirm e ça
lışm aları sıradan işliklerde (atölye) yürütülm ekteydi. Boulton, W att’ın buharlı makine
sini laboratuvar aşamasından ticari üretim modeli haline getirirken, hiç kuşkusuz sahip
olduğu Soho Atölyelerinde (Birm ingham ), A&G adını taşıyan bir bölüm bulunmasa da,
yaygın bir “araştırm a ve geliştirm e” süreci yaşam ıştır.
Klasik iktisatçılar değişik bir terminoloji kullansalar da, A&G’nin iktisadi gelişme
sürecinde oynadığı hayati rolün farkındaydılar. Adam Smith (1776), makinelerin geliş
mesinin hem üreticiler ve makineleri kullananlar, hem de işleri hiçbir şey yapm am ak
ama her şeyi gözlemek ve algılam ak olan “filozoflar ve düşünürler” tarafından gerçek
leştirildiğini söylemiştir. Ancak, Smith, her ne kadar “doğa filozoflarının” (‘bilim adamı
veya bilimci = scientist’ terimi ancak, on dokuzuncu yü zyıld a kullanılm aya başlanmış
tır) önemine dikkati çekmişse de, söz konusu dönemde teknolojik gelişm eler büyük öl
çüde, doğrudan doğruya üretim sürecinde y e r alan y a da üretimle yakın ilişkisi olan ki
şilerin yaratıcılıkların a bağlıydı: “işbölüm ününyaygınlaştığı sanayilerde kullanılan ma
kinelerin pek çoğu, esas olarak sıradan işçilerin icatlarıdır” (Smith, 1776, s. 8). Tekno
lojik gelişme hızlıydı, fakat var olan tekniklerin niteliği, deneyim ve mekanik beceriler
sayesinde doğrudan gözlemler y a da küçük çaplı deneyler yardım ı ile pek çok düzelt
menin yapılm asına olanak sağlıyordu. Bu dönemdeki patentlerin büyük çoğunluğu ken
i Aletinde ve bu alandaki resm i tanım lam ada “fundem ental or basic research" diye geçiyor; T ürkçeye sadece, “temel
araştırm a” şeklinde çeviriyoruz.
ii“Applied research” temel araştırm ayla deneysel geliştirm e arasındaki araştırm a tipidir; Türkçede “uygulam alı araştır
m a” diyoruz.
iii“Experimental development”; araştırm a türleri içindeki, nihai ürün ve üretim teknoloji yaratm a aşam ası olarak bilinen
geliştirm e faaliyetini kastediyor; iktisadi gelişm eden “development" ayırm ak için “deneysel geliştirm e” denilmiştir.
10
di “geliştirm e” işlerini kendileri yapan y a da tek başlarına çalışan “teknisyenler” y a da
"mühendisler”1 tarafından üretim esnasında alınmıştır.
11
Kimya ve elektrikli eşya sanayilerinden başlayarak, bu laboratuvarlar giderek ken
dine özgü kuruluşlar haline geldiler. İş bölümüyle ilgili bütün değişikliklerde olduğu gi
bi A&G ve öteki bilimsel ve teknolojik hizmetlerin gelişmesi, Adam Sm ith’in vurguladı
ğı faydalarının yan ı sıra ciddi toplumsal sorunlara da yo l açmıştır. Daha sonra da üze
rinde duracağımız gibi, A&G hizmetlerinin firmanın üretim sürecinden ve pazarlam a
faaliyetlerinden ayrılm ası, yönetimin eşgüdümü ile ilgili büyük ölçekli problemlerin or
taya çıkm asına neden olmuştur. Profesyonel A&G kuruluşunun ayrı ve farklı bir sosyal
grup olarak yükselişi, yeni bilgiyi üretenlerle bu bilgiyi anlam ayanlar y a da bunun uy
gulanm asını istem eyenler arasında, toplum genelinde de, ciddi bölünmelere ve gerginli
ğe yol açabilir. A&G “kuruluşunun kendisi” ise, hem sanayide hem de askeri alanda bir
çıkar ve siyasi baskı grubu haline gelmiştir. Bu sorunların bir kısmı kitabın son bölü
münde tartışılacaktır.
Uzmanlaşmanın boyutları abartılm am alıdır. Pek çok önemli icat hâlâ imalat mühen
disleri y a da kişisel çalışan mucitler tarafından gerçekleştirilm ektedir ve her yen i süreç
le birlikte, bu süreci çalıştırm akla görevlendirilenler çeşitli iyileştirm eler yapm aktadır.
Bazı şirketlerde, görev alanları, üretim bölümü ile A&G bölümünün arasında bir yerde
bulunan ve teknik iyileştirm eler açısından bakılınca, var olan üretim sürecine katkıları,
dar tanımıyla, resmi A&G bölümünden genellikle daha fazla olan, teknik veya mühen
dislik kısım ları yah u t Yöneylem1 (= Operations Research, O R) Bölümleri y e r alm akta
dır. Buna rağmen denge, kuşkusuz, değişmiştir; A&G işlevlerinde gözlenen bu uzman
laşma, yirm inci yüzyıl sanayisinde neler olup bittiğini açıklam ak için kullanılan “araş
tırma devrim i” gibi ifadeleri haklı kılm aktadır. Yirminci yü zyıld a sanayileşmiş ülkeler
deki büyük şirketlerin çoğunluğu, tam zamanlı, uzmanlaşmış A&G bölümlerini ku r
muşlardır. Birçok ülkede 1960’ların sonlarına kadar, A&G faaliyetleri çok hızlı bir bi
çimde genişlemiştir. Ancak bu genişleme, 1970’lerde ve 1980’lerde, özellikle ABD ’de ve
Ingiltere’de bir m iktar yavaşlam ıştır. 1990’larda ise söz konusu genişlemenin, araştırm a
ve geliştirm e faaliyetlerinin hızla yaygın laşm aya devam ettiği bazı Asya ülkeleri dışın
da, daha da yavaşladığı hatta gerilemelerin ortaya çıktığı gözlenmiştir. 1990’larda Do
ğu A vrupa’nın eski komünist ülkelerinde, resmi A&G faaliyetleri hızlı bir biçimde geri
lem iştir (Tablo 1.2, 1.2 ve 1.3 numaralı şekiller).
Bu çelişkili eğilim ler kitabın III. Kısmında tartışılm aktadır. Avrupa B irliği’nin (Av
rupa Bilim ve Teknoloji Göstergeleri, European Science and Technology Indicators,
1994’den b u ya n a), ABD Ulusal Bilim V akfı’nın (N SF) ve O ECD ’nin topladığı istatis-
i Bu terim, Türkçeye, askerler tarafından 1950’lerde, “harekât araştırm ası” olarak sokulm uştur ki işin askeri niteliğini
vurgulam aktadır. Gerçekten de, bu disiplin II. D ünya Savaşı sırasında birçok lojistik sorununu çözmek için uygulam alı
matematiğin bir dalı o larak gelişm iş ve sonra sivil alanda y e r bulm uştur. Yöneylem terimi, TUBITAK'da, bu ad altında
kurulan araştırm a ünitesinde, 1965 yılın da, “icat” edilm iştir. Bunları, ünitenin o zam anki Başkanı (Prof, D r.) Halim
Doğrusöz, bir zam anlar, bu kitabı çevirene nakletm iştir.
12
tikleri aktaran sürekli yayınlar, birçok ülke için A&G harcam aları ve personeliyle ilgili
ayrıntılı bilgiler sağlam aktadır. Önceki yayım lar daha çok “gird i” istatistikleri ile ilgile
nirken daha yeni olanları patentler, yayın lar y a da atıflar gibi “çıktı" istatistikleri ile gi
derek daha fazla ilgilenm ektedir (Tablo 1.1). Çıktının ölçülmesi konusunda karşılaşılan
sorunların bir kısmı 5. Bölüm’de tartışılacaktır.
Tablo 1. 2 U lusal G ayri Saß A& G Y urtiçi H arcam aları (U G SAG H )* E ğilim leri
UGSAGH
cari S G P ftö (UG SAG H ,
cinsinden Y ıllık ortalam a Bir önceki y ıla göre G SY İH ’nın
milyon $ büyüm e hızı yü zde değişme yü zdesi olarak
1993 1981-85 1985-89 1990 1991 1992 1993 1981 1991 1993
9 2.4
ABD 169,964 7.3 2.0 3.2 1.4 -0 .5 2.8= 2.7
Kanada 8,320 6.7 2.4 6.0 1.9 0.8 1.3 1.2 1.5 1.5
M eksika 1,964 - - - - - - - - 0.3
Ja p on ya 1 69,535 8.9 6.5 8.4 3.2 -1.0 -3.0 2.1 2.9 2.7
A vustralya2 3,713 8.2 4.6 5.0 - - - 1.0 1.4 -
Yeni Zelanda3 410 - - 0.3 -0.8 - - - 0.9 -
A vusturya 2,416 4.0 4.6 8.0 8.8 3.2 3.7 1.2 1.5 1.6
B elçik a 3 2.853 -9 -9 - 1.6 - - - 1.7 -
D anim arka 1,786 6.9 7.0 6.4 5.8 3.6 3.6 1.1 1.7 1.8
_9 1.4 1.2’ 2.19 2.2
F in la n d iy a 1,755 10.5 8.1 4.2 0.3
F ransa 25,984 5.0 4.0 6.1 0.5 0.9 -0.8 0.2’ 2.4 2.4
9 9 _9 -1.1 2.4 2.69 2.5
A lm anya4 37,265 4.3 1.5
9 _9 _ — 15.3 0.29 0.5 0.6
Yunanistan 560 1.1
İzlanda° 65 5.4 12.2 -1.8 18.8 10.8 _ 0.6 1.2 1.3
İrla n d a 3 504 5.6 5.3 13.4 18.6 10.7 - 0.7 1.0 1.1
İtalya 13,220 8.3 5.8 6.7 3.2 -0.3 -1.3 0.9 1.3 1.3
L ü k sem b u rg - - - - - - - - - -
9 1.9 1.9 1.9
H olla n d a 5 4,965 3.6 -0.6 -3.3 -1.3 -
9
Norveç 1,632 2.4 - 1.1 - 4.2 1.3 1.8 1.9
P ortek iz 5,6 709 5.6 9.8 16.1 - 9.8 - 0.4 0.6 0.7
İsp a n ya 4,567 8.7 13.2 16.9 5.1 -9 -5.3 0.4 0.6 0.7
İsveç 4,578 8.2 3.3 _ -1.4 - 2.4 2.3’ 2.9 3.1
_9 _9 -1.4 2.3 2.99 2.7
İ s v iç r e 5,3 4,243 - - -
T ü rk iye 1,436 — — - 64.3 -1.7 - - 0.5 0.5
İ n g ilt e r e 21,584 1.8 3.2 1.9 -4.8 0.3 2.5 2.4’ 2.2 2.2
9 2.3 2.69 2.4
K u z e y A m erik a8 180,248 7.3 2.0 3.3 1.3 -0.6
_9 1.7 2.09 2.0
A B -İ S 4 123,056 4.6 4.4 3.7 0.3 0.3
Toplam OECD4* 385,495 6.6 3.6 4.3 1.6 0.7 -0.8 2.0 2.3 2.2
1.U luslararası karşılaştırm aları daha anlam lı hale getirebilm ek için OECD Sekreterliği tarafından düzeltilm iştir.
2. Bilgi olan en son y ıl 1990.Büyüme 1981-86 ve 1986-90. 1991 yerin e 1990.
3. Bilgi olan en so n y ıl 1991.
4. 1991 ’den bu vana A lm anya toplam bilgileri içinde eski Doğu A lm anya bilgileri de y e r alm aktadır.
5. Bilgi olan en son ytl 1992
6. Büyüme 1980-84 ve 1984-88. 1982 yerin e 1981.
7. 1991 yerin e 1990.
8. 1991’den sonra M eksika da dahil.
9. İstatistik serisi kopuk.
13
ik tisatçı, A&G sistem inin faaliyetlerini k ıt k ayn ak ları kullanm a etkinliği açısından
incelem ek ister. Y eni bilgi, enform asyon, icat ve y e n ilik akım ları nasıl geliştirileb ilir?
B ir araştırm a laboratuvarında y a da kam u araştırm a m erkezinde istihdam edilen bilim
adam ları, m ühendisler ve tekn isyen ler b aşka bir ye rd e daha etkin bir biçim de k u llan ı
lab ilir m i? G erekli bilgi, y u r t dışından b e d a v a y a da d aha ucuz sağlan ab ilir m i? Bazı du
rum larda y a r ı zam anlı y a da am atör bilim adam ları ve m ucitler bazı durum lard a tam za
m anlı profesyonellerden d aha mı v erim lidir? A raştırm a ve geliştirm e faaliyetleri ne tür
ölçek ekonom ileri ile k arşı k arşıy ad ır? Y en ilikler için v ar olan olgunlaşm a süreleri kı-
saltılab ilir m i? H angi tür şirk etler ve hangi p iyasa ko şulların da daha çok y e n ilik y a p
m ak tad ır? H angi tür teşvik edici u n surlar buluş ve ye n iliğ i en etkin biçim de u yarm ak
tad ır? Y en ilikler ekonomi içinde nasıl d ağılm ak tad ır? Ü niversiteler san ayi yen ilik lerin e
hangi biçim lerde k atk ıd a bulunm aktadır ve bu katk ı geliştirileb ilir m i? B unlar ik tisatçı
ların A&G sistem i ile ilgili o larak sordukları sorulardır. A slında, ye n ilik süreçlerini g e
niş anlam da, insani değerlerle ilişkilendiren, daha temel ko n ularda da bazı sorular sor
m aları gerekir. Bilim ve teknolojinin şu andaki temel am açları, bu k ayn ak ları, toplum
için en çok istenen biçim de mi k ullan m aktad ır?
320
280
240
200
160
120
80
40
0
1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992
Ş ek il 1. 3 U lusal G ayri S afi A&G H arcam aları (UGSAGH), 1980-1995 (NAFTA 1980 = 100 olarak )
K a yn a k : M E R İT
icat ve araştırm a faaliyetlerine bu söylediğimiz açılardan bakılm asına karşı, hatırı
sayılır bir direnç mevcuttur. Bu direnç, buluş ve yen ilik ile ilgili pek çok araştırm a ve
yayının, özellikle ünlü mucit ve yenilikçilerin kişisel niteliklerini ön plana çıkaran, fık
ra benzeri olaylara geniş y e r vermiş biyografilerin sonucudur. Böylece, icat ve yenilik
sürecinde tesadüfen ortaya çıkmış ilgi çekici olayları vurgulayan efsaneler oluşmuştur.
Bu efsaneler bazı durum larda, W att ve çaydanlıktan çıkan buhar hikâyesinde olduğu
gibi, tamamen gerçek dışı bir görünüş kazanmış, diğerlerinde ise penisilin örneğinde
olduğu gibi, tesadüflerin rolü abartılm ıştır.
A&G'nin herhangi bir politikadan tamamen bağımsız, dışsal ve büyük ölçüde kont
rol edilemez bir olgu biçiminde ele alınması, geçmiş dönemlerde farklı nedenlerle de ol
sa hem iktisatçılar hem de bilim adam ları tarafından benimsenen bir yaklaşım dır. Her
iki grup da bilime ve teknolojiye karşı bir “kara kutu” ve “sihirli değnek” yaklaşım ını
teşvik etmektedir. Böyle bir yaklaşım ise sadece yeniliğin sosyal yönünün anlaşılması
konusundaki çabaların hevesini kırm akla kalm am akta hatta bilim, teknoloji ve toplum
arasındaki bütün ilişkilerin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Anlaşılmayandan korku
lur y a da anlaşılm ayan çeşitli düşm anlıkların odağı haline gelir.
Her iki durumda da optimal sonuçlar elde edebilmek için karar alma süreçlerinin tü
müyle merkeziyetçilikten uzaklaştırılm ası ve yaygınlaştırılm ası gerektiğini savunan Po-
lanyi (1962), serbest piyasa ekonomisi ile temel araştırm a sistemi arasında ilgi çekici bir
benzetme yapm aktadır. Birinci durumda, üzerine doğru karar verebilecekleri gerekli
bilgiye sadece şirketler sahip olup, ikinci durumda ise bilim adam ları sahiptir. Polanyi
bir yandan bilim adamlarının en çok benimsedikleri projeyi sürdürmek konusunda ta
mamen özgür olmaları gereğini savunurken, bir yandan da iktisatçıların çoğunluğu gibi,
temel araştırm a konusunda bir merkezi hükümet sübvansiyonu ihtiyacını kabul etmek
tedir. Çünkü serbest piyasa bu tür belirsiz ve uzun dönemli bir projenin finansmanını
yüklenm eyecektir. Friedman ise tartışm ayı bir adım daha ileri götürerek, hükümetin te
mel araştırm aya parasal destek vermesinin hiç gerekmediğini iddia etmektedir. Kealey
de (1996) aynı görüşü, bilim ekonomisinin “yasaların ı” koym aya teşebbüs ederek, bir k i
tap uzunluğunda savunmaktadır. Bu tür tartışm aların hepsinde olduğu gibi, aşırı bir ta
rafgirlikle saçmalık noktasına doğru ilerlemek çok zor değildir. Piyasa mekanizması ba
zı belirli durum larda kaynakların tahsisi için yararlı bir teknik olabilir. Ancak kendine
özgü sınırlam aları vardır ve bu yüzden bilim ve teknoloji konusunda toplumsal öncelik
lerle ilgili tanımlar ve uygulam alar piyasa güçlerinin serbest davranışlarına kolaylıkla
terk edilemez (Nelson, 1959, 1977; Pavitt, 1996). Siyasi sistem kaçınılmaz olarak bu işin
içindedir ve bu konuyla ilgili gözlemler IV. Kısım’da ele alınacaktır.
16
1. A Modem Teknoloji
“Araştırma devrim i” yalnızca bir ölçek değişmesi olayı değildir; aynı zam anda top
lum ile teknoloji arasındaki ilişkilerde de temel değişiklikler içerir. Teknoloji kavramı,
genellikle, üretim teknikleri konusundaki bilgilerimizi düzene koyma biçimimizde bir
değişmenin de işaretini taşım aktadır. Teknoloji dediğimiz zaman eğer sadece gıda mad
deleri, giysiler, barınacak alanlar y a da öteki gereksinimlerimizi üretmek veya elde et
mek için gereken bilgileri kastediyorsak, kuşkusuz bütün insan toplumları teknolojiyi
kullanm ışlardır. Bu durum, belki de insanlığı, hayvansal yaşam biçimlerinden ayıran te
mel bir özelliktir. Ancak, genellikle "sanatlar ve el zanaatları” diye adlandırdığım ız bu
bilgilerimiz son zam anlara kadar, el ve göz becerilerine, kuşaktan kuşağa bir usta-çırak
ilişkisi ile aktarılan deneyimlere y a da “yap arak öğrenme” yöntemine dayalıydı.
Daha resmi ve sistem atik bir eğitimin gerekliliğini işaret eden teknoloji terimi ise,
üretim teknikleri sözünü ettiğimiz geleneksel yöntem lerin yetersiz kaldığı bir karm aşık
lık düzeyine ulaştığı zaman yaygın biçimde kullanılm aya başlandı.3 Eski sanat ve el za
naatları (ya da daha ilkel teknolojiler) yeni “teknoloji” ile yan yan a yaşam aya devam et
mektedir ve modern sanayinin artık bir zanaat işi değil tamamen bir bilimsel konu ol
duğunu savunmak da saçmadır. “Isıtma ve havalandırm a mühendisiniz” belki de hâlâ
sıhhi tesisatçınız olmaya devam etmektedir. “Tribologist”, yağcı kimliğini sürdürüyor,
“gıda teknoloğu” ise henüz aşçıbaşından daha iyi yem ek yapam ıyor olabilir. Hiçbiri,
belki de hiçbir zaman daha iyi olam ayacaktır.
Buna rağmen malların üretiminde, dağıtım ında ve taşınm asında kullandığım ız tek
niklerle ilgili bilgilerimizi düzenleme biçimimizde, alabildiğine önemli bir değişme ol
muştur. Bazıları bu değişimi sadece “teknoloji” olarak adlandırm aktadır. Başka bir grup
ise, eski zanaatlara değil de daha biçimsel, bilimsel tekniklere dayanan sanayi dallarını
ayırm ak istedikleri zaman “ileri teknoloji” y a da “yüksek teknoloji” demeyi tercih et
m ektedir.1 İnsan toplumları bir anlam da herhangi bir teknolojiye hep zaman sahip ol
dukları için, bazı kimseler modern teknoloji konusunda küçüm ser bir tavır takınm a eği
limindedirler. Burada böyle bir yaklaşım ın çok yanlış olduğunu ve yeni teknolojilerin
bilim ile toplum arasındaki ilişkileri devrimsel biçimde değiştirdiğini savunacağız.
Bazı tarihçiler “bilim ” ve “teknolojinin” otonom ve birbirlerinden önemli ölçüde ba
ğımsız süreçlerde gelişmiş iki alt sistem olduğunu savunurlar. Derek S. Price (1965), bu
iki bilgi kümesinin farklı meslekler tarafından, farklı yöntem lerle ve genellikle bağımsız
gelenekler çerçevesinde ortaya çıktığını kabul etmektedir. Bilim toplumu, yeni bilginin
bilim insanlarının kabul ettiği profesyonel kriterlere uygun bir biçimde bulunması ve
i Bundan böyle, "advanced technology", ileri teknoloji; “high technology”, yü ksek teknoloji ayrım ı yapm adan sadece,
"ileri teknoloji" olarak kullanacağız
17
yayınlanm ası ile ilgilidir; uygulam a ikinci derecede önemlidir; hatta tamamen ihmal edi
lebilir. Öte yandan mühendisler y a da teknologlar için, bu kez yayım , ikinci derecede
hatta ihmal edilebilir önemdedir. Bunların öncelikli sorunu, işe yarayacak bir uygula
manın mümkün olması ve işleyen bir alet veya tasarım ortaya konduğunda bunun pro
fesyonelce kabul edilmesidir. Derek Price, “bilim in” ve “teknolojinin" birbirlerini, kar
şılıklı olarak ve güçlü bir biçimde etkilediğini, kuşkusuz yadsım am aktadır. Ona göre,
aynı müzikle dans ettikleri halde kendi bağımsız adım larını atan iki dansçı söz konusu
dur. Buhar makinesinin icadı, elbette ki termodinamiği (bu sözcük biraz hafif kalsa da)
etkilemiş; buna karşılık elektrik ve m ıknatısla ilgili bilimsel bilgi elektrik mühendisliği
sanayinin temelini oluşturmuştur. Ancak bu dansın her iki ortağı da kendine özgü y o
rum ları ile farklı biçimlerde hareket etmektedirler.
Bir karşılıklı gülümseyiş yararlı olabilir, ancak on dokuzuncu yüzyıldan bu y an a bi
lim ve teknoloji arasındaki ilişkide hiçbir şeyin değişmediğini savunmak tehlikeli biçim
de yanıltıcıdır. En azından artık “yan ak yan ağ a” bazı yen i “danslar” söz konusudur; iliş
ki çok daha yakın hale gelmiştir. Bu yakınlığın hem sebebi hem de sonucu sanayinin pro
fesyonel A&G bölümüdür. Biri Ingilizler (Gibbons ve Johnston, 1972); diğeri ise Ame
rikalılar (National Science Foundation, 1973) tarafından yapılm ış olan çok önemli iki
görgül çalışma, bilim toplumunun yan ı sıra bilimin ve haberleşmenin çağdaş teknolojik
yeniliklerdeki önemini derinlemesine ortaya koymuştur. Söz konusu bir karşılıklı etkile
şim olduğu için de, aşırı bir basitleştirmeyle fikirlerin tek yönlü hareketini işaret eder g i
bi görünen “bilime dayalı” (= science-based) teknoloji teriminin yerine “bilimle ilişkili” (=
science-related) teknoloji, genellikle daha tercih edilebilir görünmektedir. M arx makine
den bilimin sanayi sistemine “giriş noktası” olarak söz etmektedir. Bu ifade günümüzde
firmaların A&G bölümlerinden bahsederken daha da fazla bir anlam kazanmaktadır.
W alsh et aL, (1979) kim ya sanayisindeki bilimsel çalışm alarla icatları karşılaştıran
çalışmalarında, firm aların patent faaliyetlerindeki artış hızlarındaki değişme ile bilimsel
nitelikli yayım ların sayıları ve sıklık derecelerindeki değişme arasında çok yakın bir
benzerlik olduğunu göstermişlerdir. Liebermann (1978) ise, elektronik sanayi firm ala
rında fiilen çalışan bilim adam larının makalelerine, üniversitelerdeki m eslektaşlarına
göre, önde gelen bilimsel fizik dergilerinde, çok daha fazla sayıda atıfta bulunulduğunu
ortaya koymuştur (7. Bölüm).
A ralarında özellikle Hessen (1931), M usson ve Robinson (1969) ve Je w k es et at. in
(1958) bulunduğu bir bölüm başka tarihçi ve iktisatçı ise, daha henüz on yedinci ve on
sekizinci yüzyıllarda bile bilim çevreleri ile sanayi teknolojisi arasında önemli ölçüde
karşılıklı ilişki bulunduğunu ısrarla belirtm ektedirler. Bu gözlemde büyük bir gerçek
payı olmakla birlikte, sanayinin kendi içinde oluşturulmuş bulunan profesyonelleşmiş
18
A&G bölümlerinin söz konusu ilişkiyi çok daha geniş bir ölçekte, çok daha düzenli ve
sistematik bir temele oturtmuş olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Bu değişim özellikle yeni ürünlerin geliştirilm esi süreci üzerinde etki yapm ıştır. An
cak, yeni bilimle ilişkili teknolojiler, üretimde gerçekleştirilen iyileştirm e ve değişimle
rin yöntem lerini de önemli ölçüde etkilem ektedir. Daha önce de ileri sürdüğümüz gibi,
üretimdeki bu gelişim ve değişimler, eski sanayilerde üretim sürecinin doğrudan katı
lımcısı olan, “tezgâh başındaki” işçiler tarafından gerçekleştirilebilirdi, işbölümü, yani
mekanik işlemlerin daha alt bölümlere ayrılm ası, bu olasılığı ortadan kaldırm am aktadır.
Gerçekten hem Adam Sm ith’in hem de M arx'in işaret ettiği gibi, daha ileri işbölümüne
olanak sağlayan buluşlar, genellikle işçiler tarafından gerçekleştirilm iştir. Ancak, kim
y a sanayisinde sürekli üretimin y a da başka sanayi dallarında elektronik kontrolün ve
otomasyonun kullanılm aya başlanması, gelişme ve değişimin sağlanabilm esi için, üretim
sürecinin bir bütün olarak anlaşılması, bunun için de teorik bilimsel ilkelerin bilinmesi
gereği giderek daha fazla belirginleşm ektedir. Bu, aynı zamanda deneylerin işyerinde
ve üretim mühendisleri y a da ustalar tarafından değil, üretim hattı dışında (=off line) ay
rı bir laboratuvarda veya bir pilot tesiste gerçekleştirilm esi anlam ına da gelmektedir.
“Sistem analizi” artık kendi başına önem kazanmıştır. Bütün bunlar uzmanlaşmış A&G
grubunun, mühendislik y a da teknik servis bölümlerinin nispi önemini artırırken “y a ra
tıcı ustabaşının” da nispi önemini azaltm aktadır. Yeni kurulan sanayilerde diğer teknik
bölümlerin ve O R birimlerinin yan ı sıra, A&G çalışanlarının da zam anlarının önemli bir
kısmını “sorunları görm ek” (=troubleshooting), başka bir deyişle normal üretim süre
cinde ortaya çıkan güçlükleri gidermek ve çözümler üretmek için kullanm aları gerek
mektedir. Bu bilinen anlamı ile A&G işi olmamakla birlikte, üretimi yönlendiren perso
nelin değişen pozisyonunu ortaya koym aktadır. Y arı iletkenler sanayisinde yen i üretim
hatlarının işletilmeye başlanm asında ve denetiminde A&G personelinin kullanılm ası ve
y a yen i alet ve makinelerin deneme kullanım larının öncelikle A&G personeline bırakıl
ması, bu değişimin göstergeleridir.
Bu durum, çeşitli sanayi dallarına ilişkin patent istatistiklerden gözlenebilmektedir.
M akine mühendisliği ile ilgili dallarda özel kişiler tarafından yapılan patent başvurula
rı, firma başvuruları ile karşılaştırıldığında hâlâ önemli bir paya sahiptir; buna karşılık
kişisel başvurular, elektronik y a da kim ya sektörlerinde yo k denecek kadar azdır. Bu
tür başvuruların toplam içindeki payı ise 1900 yılından bu yan a sürekli azalm aktadır
(OECD, 1982).
Teknolojinin giderek artan bilimsel içeriği ve bilimin kendi içinde giderek yo ğunla
şan alt bölünmeler ve uzmanlaşma, uzman olanlarla olm ayanlar arasında önemli ölçüle
re varan, birbirini anlam a sorunlarının ortaya çıkm asına neden olmaktadır. Eğitim sis
19
temi içinde farklı disiplinler arasındaki bölünmeler ve sanatlarla bilimler arasındaki ay
rılıklar da bu sorunları güçlendirm ektedir. Pek çok kişi modern sanayinin pek de hoş
olmayan bazı özellikleri ile birlikte bu eğilimlerin, modern teknolojiye karşı daha fazla
yen ilik istenip istenmediğini sorgulama noktasına kadar uzanan bir yabancılaşm a y a ra t
tığını düşünmektedir. Bu insanlar, bütün sistemin insan toplumunu dümen suyuna tak
mış sürükleyen, denetlenemez ve öngörülemez bir tanrısal gazap olduğu inancındadır
lar. Teknolojinin insanlara hizmet etmesi beklenirken bazen bunun tersi oluyormuş g i
bi görünmektedir. Hep hazırda bulundurulan "Teknolojik gelişm eyi nasıl olsa durdura
mazsın” cevabının durmadan yinelenm esi ise bu korkuları azaltm ak yerine güçlendir-
mektedir/
Sonuç olarak teknolojik değişmenin yönünü ve hızını izlemek ve denetlemek için
kullandığım ız toplumsal mekanizmalar, çağdaş politikanın en kritik sorunlarından biri
haline gelmiştir. Bu kitabın IV. Kısmında bilimsel ve teknolojik yen ilik alanında çok da
ha belirgin bir politikanın giderek daha gerekli hale geldiği savunulmakta; ayrıca, tüke
tici mal ve hizmetleri konusundaki yen ilikler için piyasa talebinin ciddi eksiklikleri ve
yetersizlikleri olduğu iddia edilmektedir. Öte yandan, bu karm aşık sistemi anlam ak ve
denetlemek hiç de sanıldığı kadar kolay bir iş değildir; söz konusu sistemin alabildiğine
yararlandığı yüksek düzeyde özerklik, kısmen de olsa bu güçlükten kaynaklanm akta
dır. Bu arada, Sosyalist toplumların bu konuda başarılı olduğunu söylemek pek müm
kün değildir.
Bu söylediklerim iz saf bir "bırakın ız -y en ilik -y a p sm la r" sisteminin kabul edilemez
olduğu anlam ına geldiği gibi, belli bazı teknolojilerin teşvik edilmesi y a da durdurulm a
sı konusunda karar alınırken, beşeri değerlerin göz önünde bulundurulm asının taşıdı
ğı çok büyük önemi reddetmek anlam ına da gelmemektedir. Teknolojik yen ilik tama
men tesadüfi y a da keyfi bir süreç olmamalıdır, ancak denetleyebilm ek için konunun
anlaşılması, kavranm ası gerekm ektedir. Bu anlaşılm a kavram ının önemli bir bölümü,
m aliyetler, yatırım ın getirisi, piyasa yapısı, büyüme hızı ve muhtemel yararların bölü
şümü gibi, sürecin iktisadi cephesiyle ilgilidir. Yeniliğin iktisadi yönleri konusunda he
nüz çok az şey biliyoruz. Fakat ağır da olsa, düzenli gözlem ve genellem elerle birlikte,
farklı ölçülerde, görgül verilerle desteklenen bir açıklayıcı hipotezler seti oluşturm aya
başlamış bulunuyoruz. Kuşkusuz bu hipotezlerin bir bölümü gelecek günlerde gerçek
leştirilecek gözlemler ve deneylerle tamamen y a da kısmen çürütülecektir. Buna karşı
lık bilgi dağarcığım ız büyüdükçe, yen ilikleri daha tatmin edici bir biçimde kullanm a ih
timalimiz de artacaktır.
20
I.5 Schumpeter'in Ardışık Sanayi Devrimleri Teorisi
Bu kitap ancak, bu alanda, nispeten başlangıç aşam asındaki bilgi düzeyimizi yan sıt
maktadır. U ygulam alı araştırm alar yo lu yla yeteri kadar sınanmamış ve desteklenmemiş
olan bu genellemeler henüz kesin değildir. Kitap, iktisatçılar tarafından gerçekleştiril
miş bazı görgül çalışm aların sonuçlarını aksettirm ekle birlikte, çözümlenememiş belli
temel sorunları araştırm ayı, yeni düşünceleri ve araştırm aları teşvik etmek ümidini ta
şımaktadır. Nihayet kitabın son kısmında, gerçekleştirilen bu analizler sonucunda orta
y a çıkmış olan bazı güç politika sorunları belirlenmektedir.
Kitabın I. Kısmındaki tarihi yaklaşım yöntemi bilerek kullanılm ıştır. Soyut "temsili
firm a,’’ sanayi A&G’sini anlam ada pek fazla değeri olmayan hayali bir araçtır. A&G’nin
firma davranışı ile ilişkileri konusunda işe y a ra r genellemeler yapabilm ek için bu olgu
nun gelişmesini bir yandan tarihi bir bağlamda, bir yandan da belli bazı sanayiler bağ
lamında görmek gereklidir. Robinson Crusoe örneği de bize pek yardım cı olamayacak;
saf bir “varsayımsal-tüm dengelim sel’' (=hypothetico-deductive) yaklaşım , önceden ger
çekleştirilmiş bir gözlemler ve tanım lam alar sürecinden yoksun olursa, açıklam ada yine
yetersiz kalacaktır. I. Kısmın amacı budur. Bu kısım, yu karıd a tartışılan profesyonelleş
miş sanayi A&G sisteminin hızlı yükselişinin belli başlı üç temel unsurunu —teknolojinin
giderek karmaşıklaşması, üretim ölçeğinin giderek büyümesi ve bilimsel çalışm alardaki
uzmanlaşmayı—ortaya koym ak için hazırlanmıştır. Bu tür bir tarihsel anlatımın amacı,
kuşkusuz hipotezlerin sistematik bir biçimde oluşturulması ve incelenmesidir.
II. Kısmın tamamı, yenilikler, özellikle yen ilik ile firm a davranışı arasındaki ilişki
lerle ilgili çağdaş teorilerin desteklenmesi y a da reddedilmesi için kullanılabilecek gör
gül kanıtların incelenmesine ayrılm ıştır. Söz konusu kanıtlar arasında hem I. Kısımda
incelenen tarihi malzeme hem de sorunlara açıklık getirebilm e niteliği olan ek araştır
m alar y e r alm aktadır. I. Kısmın temel amacı teknolojik değişme ve yen ilik ile ilgili ta
nımlamalar ve tarihi bağlam dır. II. Kısım mikro düzeydeki analizlerle, III. Kısım ise,
“ulusal yen ilik sistem leri” ve uluslararası ticaret ve teknoloji transferi gibi, konunun
makroekonomik yan larıyla ilgilenm ektedir. N ihayet IV. Kısım, kamu politikası ile ilgi
li bazı konuların incelenmesine ayrılm ıştır. O kuyucular, isterlerse, tarihsel ayrıntıların
y e r aldığı I. Kısmı atlayabilirler. Ancak bu okuyucular, II. ve III. Kısımların, bazı du
rum larda, daha açık bir anlatım sağlam ak ve destek alm ak için, I.Kısma atıf yap ıld ığı
nı farkedeceklerdir.
I. Kısım (2-7. Bölümler), Schum peter’in "ardışık sanayi devrim leri” olarak adlandır
dığı teknolojik değişim dalgaları içinde y e r alan araştırm a, icat ve yeniliklerle tarihsel-
tanımsal biçimde, ilgilenm ektedir (Tablo 1.3). Schumpeter, bu uzun, yak laşık yarım şar
yü zyıllık gelişme dönemlerini, Rus iktisatçısı Nikolai Kondratieff’in (1925) izinden gi
21
derek, “döngüler veya devreler” (= cycles) şeklinde tanımlamıştır. Ancak, iktisatçıların
çoğu bunları “uzun dalgalar” y a da “büyümenin aşam aları”, diye adlandırm ayı tercih et
mişlerdir. Döngüsel hareket terimi, daha değişken ve pek de açık olmayan bir olguyu
açıklam ak için fazlaca belirleyici bir hava taşım aktadır. A ralarında Jevons, Pareto ve
D upriez’in de bulunduğu pek çok iktisatçı ekonomideki bu uzun dönemli dalgalanm a
ları, fiyat eğilimleri, faiz oranları y a da ticaret akım larının hızında değişmeler gibi kav
ram lar çerçevesinde tartışm ışlardır. Bu uzun dalgaların iktisadi sisteme sokulan yeni
teknolojilerin etkisiyle ortaya çıktığını ilk öne sürenler Schumpeter (1939) ve Van Gel-
deren’dir (1913).
Tablo 1.3 uzun dönemli dalgaların birbirini izleyen teknolojik değişmelere dayalı ol
duğunu öne süren bu Schumpeter gil kavram ı ortaya koym akla birlikte, Schum peter’in
kendi çalışmalarını aynen izlememektedir. Aslında, Schumpeter de kendisini izleyecek
olanlardan, yöntem ini olduğu gibi uygulam am alarını ve yen i araştırm aların ortaya koy
duğu sonuçlar üzerine farklı yap ılar kurm alarını istemektedir. Biz de burada onun tav
siyesine uyuyoruz.
Schumpeter (1939) ik tisa d i D ö n g ü ler1 üzerindeki büyük eserinde, yarım yâizyıl ka
dar süren “Kondratieff”5 uzun dalgalarının varlığını kabul etmekle birlikte, Kondrati-
eff’in (1925) açıklam asından farklı ve yen i bir açıklam a getirm ektedir. Schum peter’e
(1939, Bölüm 2) göre, her konjonktür döngüsü veya “uzun d alga”, bir yandan o dö
nemdeki teknolojik yenilik farklılıkları bir yandan da savaşlar, altın madenlerinin keş
fedilmesi y a da kıtlıklar gibi tarihi olayların farklılığından dolayı benzersizdir. Ancak o,
her dalganın özel “hareketi ve düzensizliği” (= fluctuation and pertubation) konusunda
ki ısrarının yan ı sıra, iktisat teorisinin görevinin sadece tesadüfi olayları kataloglamanın
ötesine geçerek, söz konusu dalgalanm aları yaratan sistem davranışının özelliklerini in
celemek olduğuna inanıyordu. Görüşüne göre, bu özelliklerin en önemlisi, kapitalist bü
yüm enin ana motoru ve girişim ci kârının kaynağı, çok büyük ölçüde çeşitlilik gösteren
teknolojik yeniliklerdir.
Girişimcilerin (kendileri mucit olsun y a da olmasınlar ki genellikle değillerdir) yete
nek ve inisiyatifleri yen i kâr fırsatları yaratm ış, buna paralel olarak da, önlerine çıkan bu
yeni imkânı kullanm ak isteyen, böylece çok hızlı bir genişlemenin koşullarını yaratan bir
taklitçiler ve geliştiriciler “sürüsü” (=swarm) ortaya çıkmıştır. Ingiliz Sanayi Devrimi bu
oluşumun çok açık bir örneğidir ve Schumpeter tarafından Birinci Kondratieff dalgası
olarak kabul edilmektedir, ilgilendiğim iz tüm tarihsel sürecin başlangıç noktası olduğu
için, Ingiliz Sanayi Devrimi 2. Bölüm’de oldukça ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.
i “Business C ycles” başlıklı eserini "Uzun D algalar" v eya dilim ize giren, Alm anca terim iyle “Konjonktür” diye de çevir
m ek m üm kündür. Biz birçok yerd e bunu “Schum peter veya Kondratieff uzun d algaları”, şeklinde kullandık; am a doğ
rusu iktisadi d algalar veya dalgalanm alar da olabilir.
22
c
—T 4>
tu
C
<u e o -a
b« "5*3
fe e :0
^ & W & cu S
o
D algalan
_2
>bD
3^ _bp 2
Tablo 1. 3 Birbirini İzleyen (Ardışık) Teknolojik Değişim
Pv O O £>
EJ
£ -2
D >j
E4 J -D 1 £ J |
a £ a £ S 2 İ &3 o
o
-3 3 03
- c eti <
■§1 j --2i
İ3 6 -Ç
0) _4*» >:0&D ^ 5c ««« .Ss
— c
c—
o "2eti 13 ^
an> a)
u
o j> t “ :Q >faû
4, «O 0 .1c
^
£ EJ "2 ° _§ — >
o cL <2 “ glli ŞC aD
rj U J» ^ £O 2 *
>>„* <U ' j i j § = *, eti £
eti ^
-3
-S
a s
s
^
J- (UTŞ
E E
^ eti <
e^ti
-* >» 11
«T 4- :3 •r 2 “ ■SP-f
Jd f i«
ueti ud He2ti ^O i??_ -s 1 $
> ı
m
- 1 ,3 >SıO-Ü § i _2 5 l- S
5 S1 O :0 eti 3(/5 ca j*
M
a> :5 >
>bp > ir
a> nf
> U* -p -* «
O C ü pÜ ^
U eti > — "0 u -* h
“J0 JJt, £o
‘3>~s J* -
Si
I
9E-o £.w O eti
Si 13 P
ü s
u m
03 -a ö l t â3
u î-
Jti _çti
Ö Ö
as
0
T0 0
-70
CT\
cs
!3 ^
T ü I
u u
:3 J t2i
c
•3Jt eti
-p Q
o
■S ö
•S
Co00 B®
casrg^
■S t
5 Î: -* X 2
23
Devrimin ilk döneminde makineleşme büyük ölçüde su gücüne dayalıdır ve başlıca
tekstil sanayileri ile sınırlıdır. Hızla yayılan buhar gücünün diğer birçok sanayinin ma
kineleşmesini sağlaması ve yen i demiryolu alt yapısını geliştirmesi ikinci Kondratieff
dalgası sırasındadır. Bütün bu değişmeler çok daha fazla sayıda mühendise, usta işçiye,
bunun yan ı sıra okur yazarlığın toplum içinde yaygınlaşm asına ihtiyaç doğurm akla bir
likte, sanayide profesyonel A&G birimleri, yen i ürün ve üretim teknolojilerinin gelişti
rilmesinde temel bir kurum haline, ancak, elektrik sanayisinin (3. Bölüm) ortaya çıkm a
sı ve kim ya sanayisinde (Bölüm 4 ve 5) teknolojik yap ı değişiklikleriyle, gelmiştir (Tab
lo 1.3). A&G birimlerinin önemi, 5 ve 6. Bölümlerde anlatılan otomobillerin ve petro
kim ya temelli ürünlerin dünya çapında yaygınlaşm ası ile büsbütün artmıştır. Nihayet
yirm inci yüzyılın son çeyreğinin belirleyici özelliği, ucuz mikroelektronik malzemeler te
melinde, ekonominin bilgisayarlaşm asıdır (7. Bölüm). Bu yüzden Schum peter’in teori
sindeki “ardışık sanayi devrim leri” bağımsız sanayilerin basit niceliksel büyümesi y e ri
ne, ekonominin yeni teknolojiler aracılığı ile niteliksel dönüşümüne dayandırılmıştır.
Bu tür bir teorik yaklaşım ın iktisadi gelişme sürecinde ortaya çıkan “uzun” dalgalar
konusunda akla yakın bir açıklam a getirebilmesi, önemli ölçüde —Kuznets’in (1940) o
dönemde, Schum peter’in B u sin es C y c le s başlıklı kitabı hakkm daki eleştiri yazısında be
lirttiği gibi—bazı yenilikler etkileri bakım ından uzayan düzensizlikler (=pertubations)
yaratacak kadar büyük ve kesintili olurken, bazıları da bir şekilde birbirleriyle bağlan
tılı bir demet (=bunch) oluştururlar. Ulusal bir demiryolu sisteminin kurulm ası kendi
başına bir “dalga yaratıcısı” diye tanım lanabilecek bir yenilik yatırım ı olabilir; buna kar
şılık her y ıl birçok sanayide, etkileri çok daha dolaylı ve belki de bir çeşit düzgün büyü
me çizgisi ile ilişkilendirilm eleri daha doğru görünen binlerce küçük buluş ve teknolo
jik değişme ortaya çıkm aktadır. Eğer daha küçük teknolojik yenilikler iktisadi dalgalan
malar ile ilişkilendirilecekse, bu ancak yeni sanayilerin ve yeni teknolojilerin büyüme
devrelerine bağlanm alarıyla mümkündür.
Bizim bu kitaptaki açıklam alarım ız Schum peter’in B u sin ess C y c le s kitabındaki açık
lam alardan bazı önemli noktalarda ayrılm aktadır. Birincisi kuşkusuz Schum peter'in,
ikinci D ünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra ölmüş olması nedeniyle sadece ilk üç dal
gayı inceleyebilmesidir. Tablo 1. 3 ’de y e r alan notlardaki Beşinci D alga konusundaki
spekülasyonlar oldukça sağlam temellere dayanm akla birlikte, kısmen tartışmalıdır.
İkincisi, bu tablo yeni teknolojik sistemlerin ortaya ilk çıkışlarını değil y a y g ın la şm a la r ı
n ı temel alm aktadır. Schum peter'in kendisi, buhar makinesini esas olarak birinci, çeliği
ise ikinci Kondratieff dalgaları ile ilişkilendirerek tartışmıştır. Her iki durumda da ilk
buluşlar, kuşkusuz daha öncelerde ortaya çıkmıştır. Buna karşılık bu kitapta kabul edi
len çıkış noktası şudur: Yeni yatırım ve istihdam alanları yaratarak ekonominin esaslı bir
24
Tablo 1 .4 Beygirgücüne göre Boulton ve W att Buhar M akineleri, 1880 civarında
B e y g ir g ü c ü B G b a şın a m a liy e t (£ s)
2 89
10 40
20 30
*£ İn giliz S te r lin g P ou n d ,
tırmanışa geçmesi ve yap ı değiştirmesi için gerekli olan, yen i bir altyapı üzerine yerleşen
çeşitli yeniliklerin geniş bir alana yayılm asıdır. Söz konusu yeni altyapı ve onunla birlik
te dağılıp yayılan yeniliklerin daha önceki olgunlaşma süresi onlarca y ıl devam edebilir.
Böylece Schumpeter (oldukça doğru bir biçimde) otomobil üretimi ve özellikle içten
yanm alı motor konusunda 1880’ler ile 1940’lar arasında ortaya çıkan yeniliklerden söz
ettiği halde, biz burada yukarıdaki dönemi değil, kitle üretim çağını ve otomobilin dün
y a çapında kullanılmasını “Dördüncü Kondratieff D algası” olarak kabul ettik.
İlk buhar makineleri (özellikle Newcomen türü m akineler), Avrupa kömür maden
lerinde on sekizinci yüzyılın başlarından beri kullanılm akla birlikte, bu kullanım ma
denlerdeki su pompalama işleri ile sınırlıydı. W att’in yüzyılın sonlarına doğru ortaya çı
kan büyük ölçüde gelişmiş makinesinin bile, von Tunzelmann’ın (1978) S tea m P o w e r
a n d B ritish In d u stria lisa tio n (B u h a r G ü cü v e In giliz S a n a y ileşm esi) kitabında ortaya
koyduğu gibi, uygulam a alanları hâlâ çok kısıtlı idi. Birinci İngiliz Sanayi D evrim i’nin
atölyeleri ve fabrikaları, esas olarak buhar değil su gücü kullanm aktaydı. Buhar m aki
nesinin İkinci Kondratieff dalgası (Tablo 1.3) sırasında alabildiğine yaygınlaşm ası şu üç
ana yolu izlemiştir:
1. Daha büyük buhar m akinelerinin ortaya çıkması ile birlikte beygirgücü başına ma
liyetlerin düşmesi (Tablo 1 .4 ).
2. Özellikle, Cornwall bölgesindeki maden sanayisinde geliştirilen, yen i yü ksek basınç
lı makinelerinin beygirgücü başına kömür tüketimini azaltm ası (Tablo 1.5).
3. Demiryolu lokomotiflerinin geliştirilm esi ve 1825’den sonra yolcu ve y ü k taşım acı
lığında kullanım larının yaygın laşm aya başlaması.
25
Tablo 1 .5 İm alatta K ullanılan Ç eşitli B uhar M akinelerinde Köm ür Tüketimi
(Saat başma h er BG için lib re [4 5 4 g r.J cinsinden köm ür tüketim i)
S a v e ıy m akinesi 30
(18 ’inci yü zyıl)
Newcomen m akinesi 17
(1790)
Bu örnek, yukarıda sözü edilen eğilimlerin hepsi birbirini güçlendiren etkiler yarattık
ları için seçilmiştir. Taşımacılık alanındaki büyük gelişmeler, yeni sanayilerin en hızlı y a y
gınlaştığı ana sanayi bölgelerinde kömür fiyatlarının önemli ölçüde düşmesini sağlamıştır
(Tablo 1.6). Bunun yan ı sıra, buhar gücü maliyetlerinin düşmekte olması (Ingiliz imalat
sanayisinde kullanılan beygir gücünün üçte biri, 1870 gibi geç bir tarihte bile, hâlâ pa
muklu üretimindeydi), pamuklu sanayisinin yan ı sıra birçok başka sanayide de kullanıl
masına yol açmıştır. Kitapta y e r alan tarihle ilgili bölümlerin hepsinde teknolojik ve ikti
sadi değişmelerin ve birçok yeniliklerin kendi aralarındaki karşılıklı etkileşimlerinin orta
y a konmasına çaba gösterilmiştir. Yenilikler soyutlanmış, kendi başlarına ortaya çıkan
olaylar değildir; doğaları gereği sistemiktirler yan i sistemin bir parçası olma özelliğini gös
terirler (Gille, 1978; Hughes, 1982) Her egemen teknoloji stiline (tipine) bu “kilitlenme”
(=lock in) etkisini kazandıran, söz konusu iktisadi ve teknolojik karşılıklı bağımlılıktır.
Tablo 1. 6 İngiltere'de B ölgelere Göre Köm ür F iyatları,
1800-1850 (ton başma shilling*)
Y ıllar Londra Birmingham M anchester
1800 46 9 16
1810 38 12 13 (1813)
1820 31 13 10 (1823)
1830 26 6 (1832) 10 (1833)
1840 22 8 7 (1 8 4 1 )
1850 16 5 6
K a yn a k : v o n T u n z elm a n n (1978).
^Shilling: Şiling, Ingiliz Poundunun 1/20’si.
26
nal (= incremental) (‘küçük yenilikler’den)] oluşan demetler veya kümeler (= clusters)
üzerine bina edilmiştir. Bu kitapta tartışılan yenilikler, kuşkusuz, toplamın küçük bir
parçasıdır; bunlar tarihi gelişmenin her aşamasının temel niteliklerini ortaya koyabil
mek için seçilmişlerdir.
27
Dev uluslararası firmanın bazı yen ilik biçimleri ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan
teknik hizmetlerle ilgili çok büyük geliştirm e m aliyetlerini, çok büyük bir satış hacmi
üzerine yayabilm e avantajı vardır. Bu, telekomünikasyon, türbin jeneratörler, rafineri
ler, havacılık ve ilaç gibi sanayileri için çok önemli bir varlıktır. Ancak, teknolojik ye n i
lik sürecinin niteliğinin ve karakterinin büyük firm alara mı yo ksa küçük firm alara mı
daha uygun olduğu konusunda önemli ölçüde bir belirsizlik hüküm sürmektedir. Bu ile
ri derecede belirsizliğin, yen iliği yönetm eye çalışan firma açısından ortaya çıkardığı so
runlarla nasıl başa çıkılacağı 10. Bölüm'de tartışılm aktadır.
Yenilik sürecinin, karar verme aşam asında ortaya çıkan el yordam ıyla aram ak ve y a
nılıp deneyerek bulm a özelliği, yatırım hesaplarında yüksek bir doğruluk düzeyi y a da
firma davranışlarının ortaya çıkaracağı sonuçlar konusunda geniş bir önbilgi varsayan
firma teorileri ile uyumlu değildir. Y enilik süreci ile ilgili belirsizlik o düzeydedir ki al
ternatif projelerin ve stratejilerin tercihi konusundaki görüş ayrılıkları istisna değil ku
ral olarak karşım ıza çıkm aktadır. Bu durum, firmanın alternatif davranış biçimlerini sa-
vununlar arasında bir siyasi tartışm a arenası haline gelmesi ve ortaya çıkan sorunlar et
rafında bir iktidar mücadelesinin belirmesi anlam ına gelmektedir.
Böylece, 11. Bölüm’de firma teorisinin bir ölçüde yeniden gözden geçirilmesi gereği
ortaya çıkmıştır. Firma, A & G yi ve diğer bilimsel ve teknik hizmetleri, karşısına çıkan
belirsizlikleri azaltm ak için kullanm a eğilimindedir. Ancak, A&G’nin nitelikleri dolayı
sıyla bütün iyi niyetli çabalara rağmen, hem teknik konularla ve hem de piyasalarla il
gili belirsizlikler sürüp gitmektedir. H atta bazı A&G türleri söz konusu belirsizlikleri
daha artırm aktadır. Sonuç olarak yüksek düzeyde bir kararsızlık sürmekte ve firmanın
karar verme süreci neo-klasik teorinin bayıldığı rasyonel hesaplam alar yerine, “eline y ü
züne bulaştırarak” ilerleme biçimde ortaya çıkm aktadır.
III. Kısım’da analiz mikro düzeyden makro düzeye geçmektedir. I. Kısım’daki tari
hi ve II. Kısım daki kuram sal analiz, firmanın yenilik çabalarındaki başarısının, güçlü
bir biçimde, içinde bulundukları kurumsal çevreye bağlı olduğunu göstermektedir. Son
iki yüzyılda ülkeler büyüme hızlarının büyüklüğü açısından önemli ölçüde farklılaşm ış
lardır. On dokuzuncu ve yirm inci yü zyıld a yarışta öne geçen ülkeler, yaşam a koşulları
açısından, Afrika, A sya ve Latin A m erika’nın az gelişmiş ülkeleri ile aralarında muaz
zam bir açık ortaya çıkarm ışlardır. Birçok Avrupa ülkesi bu açığı yirm inci yü zyıld a ka
patmış, son dönemlerde de bazı Doğu A sya ülkeleri aynı yo la girm işlerdir. Önde giden
leri yakalam ak ve aradaki açığı kapatm ak için gösterilen bu çabalar büyük ölçüde tek
n o lo ji alanındaki açıkların kapatılm asına bağlıdır. III. Kısım daki bölümler, iktisadi bü
yüm e yarışında öne geçme, geride kalm a ve yakalam a süreçlerini ve ulusal başarıyla
teknoloji transferi, uluslararası sermaye akım ları ve her ülkedeki "ulusalyenilik sistemi”
arasındaki ilişkileri analiz etmektedir.
28
Nihayet IV. Kısım, hükümetlerin bilim, teknoloji ve yenilik konusundaki sorumlu
luklarını tartışm aktadır. Son yarım yâizyıl içinde hükümetler, sadece bazı A&G ve diğer
BTS unsurlarının yan ı sıra, teknolojik değişmenin muhtemel sonuçlarını araştıran, kap
samlı sosyal fayda/maliyet analizi şeklinde bazı teknoloji değerlendirme biçimleri konu
sunda da, giderek artan bir ölçüde sorumluluk yüklenm eye başlam ışlardır. D ünya re
kabeti, dışsallıkların ve A&G ile ilişkili ölçek unsurlarının getirdiği baskılar ve "bırakı
nız y e n ilik y a p sın la r " yak\a.ş\mmm getirdiği olumsuz sonuçlar dolayısıyla, teknolojik y e
niliklerin ortaya çıkardığı bazı risklerin ve belirsizliklerin toplumsallaştırılmasından ka
çınmak kolay değildir. Bununla birlikte, böyle bir toplum sallaştırm a kendisinin yan ı sı
ra bilimsel ve teknolojik yenilik için zımni değil, daha açık bir ulusal politika uygulam a
sorumluluğunu da beraberinde getirm ektedir. Bu çok önemli yönetim sorumluluğuna
ilişkin bazı sorunlar da IV. Kısım’da tartışılm aktadır.
A BD ’de, Sovyetler B irliği’nde, F ransa’da ve Ingiltere’de, 1945-1989 döneminin ön
celiklerinin büyük ölçüde Soğuk Savaş tarafından belirlendiği ileri sürülm ektedir. Bu
dönemde uçak, nükleer ve elektronik A&G faaliyetlerine hükümet desteği hem çok bü
yük ve hem de çok etkilidir. Bu sanayilerdeki firmalar, devlet tarafından desteklenen
yeniliklerin normal kabul edildiği, özel bir askeri sanayi kompleksinin parçaları haline
gelmişlerdir. Gelecek yü zyıld a çok daha değişik öncelikler belirlenecektir ve hükümet
politikaları değişik yenilik biçimlerini desteklemeyle ilgili olacaktır. Çevre sorunları, y e
nilenebilir ucuz enerji kayn aklan arzının güvence altına alınması, doğal kaynaklarla il
gili sınırlam alarla ilgili önlemlerin gerçekleştirilmesi, tam istihdamın sağlanması, çok
daha iyi taşım a ve inşaat sistemlerinin oluşturulması, kısacası sanayileşmiş ülkelerde y a
şam kalitesinin genel olarak iyileştirilm esi için önemli ölçüde A&G ye ihtiyaç duyula
caktır. A&G azgelişmişliğin sorunlarını göğüslemek için büsbütün önem taşım aktadır.
En acil öncelikleri karşılam ak için kıt A&G kaynaklarının bu şekilde yeniden tahsisi ve
yayılm asının yalnızca kısa dönemli piyasa faktörlerinin ortaya çıkaracağı sonuçlarla
sağlanması pek mümkün görünmemektedir. D olayısıyla bu iş, bilim ve teknoloji konu
sundaki ulusal politikanın ve giderek artan ölçüde uluslararası politikanın da ana ilgi
alanı olmalıdır.
29
Nodar
1 D ar anlam ıyla teknoloji, kelim enin de ifade ettiği gibi, teknikler konusunda bir b ilgi bütünü anlam ına gelm ektedir.
Ancak sıklıkla, Kem bilginin kendisini hem de bu bilginin fiziki üretim m allan kullanan bir işletme sistem i bünyesin
de bütünleşm iş halini ifade etm ek için kullanılm aktadır. Bu kitap ta “teknolojik y e n ilik ” y a da yaln ızca “yenilik"
ifadeleri, ekonomide yen i ve gelişm iş ürünlerin ve üretim yöntem lerinin ortaya çıkışı ve yaygın laşm ası ile bilgi
birikim inde gözlenen ilerlem eler anlam ında kullanılm ıştır.
2 “Teknoloji" sözcüğünün değişen anlamı için bkz. Ezrahi, et al., (1995, s.17).
3 M assachusetts Institute of Technology’nin 1861 yılın d a kuruluşu, sözcüğün bu anlam da kullanılışında bir dönüm
noktası olmuştur.
5 Sık sık belirtildiği gibi, KondratiefF uzun konjonktür dalgasının bulan kimse değildir ve bazı açılardan bu dalganın is
mini taşım akta olması bir hata olarak kabul edilebilir. Bu düşünce daha çok, 1913 yılında, bunu açıkça ortaya ko y
muş olan Hollanda’lı M arxist van Gelderen'e bağlanabilir. Aynı dönemde aralarında Pareto da (1913) bulunan bir
grup iktisatçı, yarım yü zy ıl kadar süren bir devrede fiyat hareketlerinde, faiz oranlannda ve ticaret hacminde uzun
dönemli dalgalanm alara dikkati çekmiştir. Bununla birlikte 1920’îi yıllard a M oskova’da, iktisadi A raştırm a Ens
titüsü nün başkanlığını yap tığı sırada, KondratiefF, bu düşünceyi, başka hiçbir iktisatçının yapm adığı ölçüde ya y g ın
laştırm ıştı. Schum peter’gil uzun dalga teorilerinin çevresinde oluşan anlaşm azlıkları ortaya koyan bir dizi seçme
makale için bkz. Freeman (1996).
30
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR
These references include some major books which cover the whole subject
of the economics of technical change, including innovation. Some of these
references are also included at the end of the relevant Parts.
Boyer, R. (1997) Les Systèmes d'innovation à l'Ère de la Globalisation, Paris, Economica.
Chandler, A.D. (1992), 'What is a firm?: a historical perspective', European Economic
Review, vol. 36, pp. 483-494.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (1987) Economics and Technological Change,
London, Macmillan.
DeBresson, C. (1987) Understanding Technological Change, Montreal, Black Rose
Books.
DeBresson, C. (1996) Economic Interdependence and Innovation Activity, Cheltenham,
Elgar.
de la Mothe, J. and Paquet, G. (eds) (1996) Evolutionary Economics and the New
International Political Economy, London, Cassell.
Dodgson, M. and Rothwell, R. (eds) (1994) The Handbook o f Industrial Innovation,
Aldershot, Elgar.
Dosi, G. (1988) 'Sources, procedures and micro-economic effects of innovation',
Journal o f Economic Literature, vol. 36, pp. 1126-71.
Dosi, G., Freeman, C., Nelson, R., Silverberg, G. and Soete, L. (eds) (1988) Technical
Change and Economic Theory, London, Pinter.
Edquist, C. (1997), Systems c f Innovation, London, Pinter.
Foray, D. and Freeman, C. (eds) (1993) Technology and the Wealth o f Nations, London,
Pinter.
Freeman, C. (ed.) (1990) The Economics o f Innovation, International Library of Critical
Writings in Economics, vol. 2, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1994) The economics of technical change: a critical survey', Cambridge
Journal o f Economics, vol. 18, pp. 463-514.
Freeman, C. and Soete, L. (eds) (1992) New Explorations in the Economics c f Technical
Change, London, Pinter.
Gomulka, S. (1990) The Theory o f Technical Change and Economic Growth, London,
Routledge.
Granstrand, O. (ed.) (1994) Economics c f Technology, Amsterdam, North Holland.
Grupp, H. (1997), Messung und Erklärung des technischen Wandels: Grundzüge einer
empirischen Innovationsökonomik, Berlin, Springerverlag.
Hodgson, G.M. (ed.) (1995) Economics and Biology, The International Library of
Critical Writings in Economics, Vol. 50, Aldershot, Elgar.
Kennedy, C. and Thirlwall, A.P. (1971) Technical progress'. Surveys in Applied
Economics, 1, pp. 115-77, London, Macmillan.
31
Landau, R. and Rosenberg, N. (eds) (1986) The Positive Sum Strategy: Harnessing
Technology fo r Economic Growth, Washington, National Academy Press.
Mackenzie, D. (1992) Economic and Sociological Exploration o f Technical Change, in
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds), Technical Change and Company
Strategies: Economic and Soliological Perspectives, London: Academic Press, pp. 25-
48.
Mansfield, E. (ed.) (1993) The Economics o f Technical Change, International Library of
Critical Writings in Economics, vol. 31, Aldershot, Elgar.
Mansfield, E. (1995) Innovation, Technology and the Economy, Selected Essays, 2 vob,
Aldershot, Elgar.
Metcalfe, J.S. (1997) Evolutionary Economics and Creative Destruction, London,
Routledge.
Nelson, R. (1996) The Sources o f Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
OECD (1992) Technology and the Economy: The Key Relationships, Paris, OECD.
Rosenberg, N. (1994) Exploring the Black Box: Technology, Economics and History,
Cambridge, Cambridge University Press.
Saviotti, P. and Metcalfe, J.S. (eds) (1991) Evolutionary Theories o f Economic and
Technological Change, Chur, Harwood.
Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological
Change, Oxford, Blackwell.
Tidd, J., Bessant, J. and Pavitt, K. (eds) (1997) Managing Innovation: Integrating
Technological, Market and Organizational Change, Chichester, Wiley.
Utterback, J. (1993) Mastering the Dynamics o f Innovation, Boston, Harvard Business
School Press.
Witt, U. (ed.) (1991) Evolutionary Economics, The International Library of Critical
Writings in Econonomics, Vol. 25, Aldershot, Elgar.
32
I
BİLÎMLE-İLİŞKİLÎ
TEKNOLOJİNİN YÜKSELİŞİ
Başlangıç Notu
Bu kitabın I. Kısmı, konunun ele alındığı ilk dönemde olağan sayılan fakat bir ikti
sat kitabı olarak günümüzde pek alışılmamış bir tarzda yazılm ıştır. Çünkü Schumpe
ter’in tarihi yeniden iktisadın içine sokma çabasına benzer bir biçimde tarihle başlam ak
tadır. I. Kısım on sekizinci yü zyıl sonları ile on dokuzuncu yü zyıl başlarında Ingiltere’de
Sanayi Devrimi ile başlayarak, belli başlı teknolojik değişim dalgalarının yoğunlaştırıl
mış tarihsel bir açıklam asını vermek am acındadır. Bu yaklaşım ın birkaç nedeni vardır.
Her şeyden önce iktisat teorisindeki son gelişm eler evrimsel bir yaklaşım çerçevesin
de çıkılan yo la bağlı kalm a1 eğilimini kabul etmede birleşm ektedir. Bu birçok açıdan,
her ikisi de ekonominin ve sosyal kurum ların evrimine büyük ölçüde önem vermiş olan,
Adam Smith ve M arx'in da aralarında bulunduğu klasik iktisatçılar geleneğine bir geri
dönüşü işaret etmektedir.
Evrimci bir yaklaşım teknolojik değişmenin incelenmesinde öncelikle önemlidir. He
men bütün iktisatçılar, teknolojik değişmenin kapitalist ekonomilerin dinamizminin, bü
yüm esinin ve kararsız yapısının birincisi değilse bile, en önemli kaynaklarından biri ol
duğu konusunda fikir birliği içindedir. Teknolojik yenilik, kapitalizm in en büyük özel
liği olan sürekli belirsizlik ile evrimci kargaşanın temel nedenlerinden birisidir. Kapita
list firmaların, sanayilerin ve ülkelerin büyümesi kuşkusuz çok önemli olm akla birlikte,
yalnızca girdilerin ve çıktıların nicel artışı değil, ekonominin yapısının birbirini izleyen
teknolojik değişim dalgaları yo lu yla niteliksel dönüşümü daha da önemlidir.
1. Bölüm’de belirtilmiş olduğu gibi, bu kitaptaki inceleme son dönemlerdeki araştır
maların bulgularıyla bir m iktar değiştirilmiş olmakla birlikte “ardışık sanayi devrimle-
r i” y a da iktisadi gelişmede uzun dönemli dalgalar teorisi ile Schum peter’in teorisini iz
lemektedir. I. Kısımda'ki bölümler, teknoloji tarihçilerinin çok büyük sayılara varan
teknik ve örgütsel yeniliklerin sistemik karşılıklı bağım lılıkları konusundaki ısrarların
da haklı olduklarını ortaya koym aktadır. Bu yenilikler, tıpkı H am let’in dertleri gibi, sı
rayla değil alayla gelmektedir. Ürün ve üretim teknolojisi yenilikleri, örgütlenme biçim
lerinde ve malzemelerdeki yeniliklerin hemen hepsi mekanizasyon, elektrifikasyon y a
da bilgisayarlaşm aya bağlıdır.
Bu kitaptaki tarihsel açıklam a ister istemez seçicidir, ancak bir yandan yen ilik süre
cinin sistemik niteliklerini ortaya koym aya bir yandan da önemi yeniliklerin diğer özel-
i "Path dependence” belli bir kurum sal çerçeve ve ekonomik şartlar altında, toplum lann belli yerlere varacağına d air bir
"belirleyicilik" yaklaşım ı.
35
liklerini açıklam aya çalışm aktadır. Açıklamalarımız Sanayi Devrimi ile başlam aktadır,
çünkü bu olay önce Ingiltere’de, daha sonra birçok başka ülkede hızlanan bir teknolo
jik değişme ve ekonomik büyüme sürecinin başlam a noktasını oluşturm aktadır. 2. Bö
lüm, Sanayi Devrim i’ni simgeleyen bazı büyük örnek girişim cileri —Jo siah Wedgwood,
Richard Arkwright ve Sam uel Crompton—ve bunların gerçekleştirdikleri belli başlı y e
nilikleri anlatm aktadır. En yenilikçi girişim cilere yönelik bu tür bir odaklaşma, söz ko
nusu dönemin küçük firma kaynaklı icat ve yenilik niteliği dolayısıyla haklı gösterilebi
lir; ancak bu bölüm aynı zamanda bu yılların hızla büyüyen başlıca sanayinin yan i pa
muklu sanayisinin sistemik özelliklerini de kısaca incelemektedir.
3. Bölüm’de dikkatimizi, on dokuzuncu yüzyılın ikinci, yirm inci yüzyılın ise ilk y a rı
sında diğer ülkelere göre çok hızlı büyüyen bir sanayi ekonomisi, Am erika Birleşik
Devletlerine çeviriyoruz, incelememiz önce çok sayıda yen i sanayi malı ve üretim süre
ci ile eski üretim tekniği açısından temel malzeme olan çelik sanayisi yenilikleri üzerin
de yoğunlaşm aktadır. Çelik, ayrıca, sağladığı esneklikle bu üretim süreçlerinin çoğunu
değiştiren elektrik kullanım ının yaygınlaşm asıyla da yakından bağlantılıdır. Elektrik,
yeni alet ve eşyaların ortaya çıkışı ile evlerde birçok değişikliğin yan ı sıra, birçok sana
yinin y e r değiştirmesine ve yeniden örgütlenmesine yo l açmıştır. Amerikan çelik ve
elektrik mühendisliği sanayisinin temel niteliklerinden bir tanesi teknolojik yen ilik ile
ölçek ekonomileri1 (economies of scale) arasındaki ilişkidir. United Steel ve General
Electric gibi dev firm alar yirm inci yü zyıl Amerikan ekonomisinin belirgin kurum lan
haline gelmişlerdir. 3. Bölüm, firma büyüklüğü ile aralarında firma içi sanayi A&G fa
aliyetinin yükselişinin de bulunduğu, çok sayıdaki iş yönetimi (= m anagerial) yenilikle
ri arasındaki ilişkileri göstermeye çalışmaktadır.
4. ve 5. Bölümler, üretim tekniklerinde ve yönetimsel sistemlerdeki yenilikler teme
lindeki benzer ölçek ekonomilerinin, hem ABD hem de Alm anya’da petrol ve kim ya sa
nayilerinde de yeni dev firmaların ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermektedir.
Bu bölümler özellikle, sözü edilen firm aların sanayi A&G faaliyetleri ile bunların müte
ahhit firmalarının tesis tasarım ve inşaat faaliyetleri üzerinde yoğunlaşm aktadır. Bu bö
lüm ler ayrıca, buluşların ve yeniliklerin (A&G faaliyetinin çıktıları) bazı temel ölçüm
sorunları üzerinde durm aktadır.
Temel malzeme üreten sanayilerdeki sürekli proseslerin ölçeğinin büyütülmesi ile bü
yü k iktisadi kazançlara ulaşılırken, otomobil ve dayanıklı tüketim malları üretiminde bu
sonuçlar, yürüyen montaj bandının kullanılm aya başlanması ile gerçekleştirilmiştir. 6.
Bölüm, montaj hattıyla ilgili bu yeniliğin Ford’un Detroit fabrikasında doğması ve ardın
dan bütün dünyaya yayılm asını anlatmaktadır. Öykü Fordcu (=Fordist) sistemin, Japon
i Ölçek ekonom ileriyle üretim m iktarı artıkça, birim başına sabit m aliyetlerin azalm ası ve dolayısıyla genel bir m aliyet
düşmesine yo l açan kitle üretim leri kastediliyor.
36
otomobil sanayisi tarafından önemli ölçüde değiştirilişini anlatarak sona ermektedir. "To-
yota-O hno’gil yalın üretim sistemi”1 Jap on üreticilerinin verimliliğini ve dünya pazarın
daki paylarını çok büyük ölçüde yükseltm iş, Amerikan ve Avrupa firmalarının söz ko
nusu sistemin bazı özelliklerini kararlı bir biçimde taklit etme çabalarına yol açmıştır.
I. Kısmın son bölümü yirm inci yüzyılın en devrimci buluşu olan elektronik bilgisa
ya rı ele alm aktadır. Bu bölüm radyo, televizyon ve radardan başlayarak, bilgisayarın
mütevazı başlangıcından yirm inci yüzyılın en yaygın teknolojisi haline geliş öyküsünü
özetlemektedir. Elektronik sanayisinin olağanüstü biçimde büyümesinin temelinde, bir
birini izleyen nesiller11 sonunda ortaya çıkan, m ilyonlarca elemanı bir tek yo nga (= chip,
çip) üzerinde birleştirmiş olan tümleşik devreler (= integrated circuits) bulunm aktadır.
Böylece ölçek ekonomileri, bu öykünün de önemli parçalarından biri olarak karşım ıza
çıkm aktadır.
I. Kısım’da anlatılan öykü, büyük firmaların ve sanayi A&G’sinin gelişmesinde tek
nolojik yeniliklerin, örgütlenme ile ilgili yeniliklerin ve ölçek ekonomilerinin bir arada
yarattıkları etkileri ortaya koym akla birlikte, aynı zamanda küçük firm aların canlılığını
da vurgulam aktadır. Gerçekten elimizdeki bilgiler yeni teknolojilerin ve yeni sanayile
rin ilk ortaya çıkma dönemlerinde küçük firmaların anahtar bir rol oynadıklarını gös
term ektedir. II. Kısım ise, bu tarihi incelemeden sonra büyük ve küçük firmaların fark
lı yenilik türlerinde oynadıkları rollerin ve yen ilik sürecinde başarılı olabilmek için ge
rekli koşulların daha sistematik bir analizine girişm ektedir. I. Kısmın görevi, II. ve III.
Kısımlardaki daha sistematik analizler için, gerçeklere dayalı bir temel hazırlam ak ve
kapitalist ekonomilerin tarihi boyunca, sistemin hangi unsurlarının değiştiğini, hangile
rinin de nispeten süreklilik gösterdiğini ortaya koym aktır.
i "Lean Production”, daha çok Jap o n üretim sistemi diye bilinen, "...yapısında hiçbir gereksiz unsur taşım ayan (hata,
m aliyet, stok, işçilik, geliştirm e süresi,, üretim alanı, fire, m üşteri m em nuniyetsizliği gibi unsurların en aza indirgendiği),
bir üretim sistem i”. W om ack e t ah, D ünyayı D eğiştiren M akine, Tercüme, O SD Y ayını, İstanbul, İngilizce basımı 1990.
ii Burada "nesil” y a da kuşak, İngilizcedeki "génération” sözcüğüdür; insanların y a ş kuşağı değil, teknolojinin, burada
b ilgisayarların birbirini izleyen, temelde farklı model gruplarını ifade etm ektedir.
37
2. Bölüm
Sanayi Devrimi
A
dam Smith, M illetlerin Z en g in liğ i üzerine ünlü kitabını, İngiltere’de, Sanayi
Devrimi’nin başlangıç döneminde yazm ıştır. Smith, Avrupa’nın birçok ülkesi
ni dolaşmış ve kitabında, İngiltere’de yaşam düzeyinin, neden öteki Avrupa ül
kelerinden daha yü ksek olduğunu anlatm aya çalışmıştır. Ulusal gelirin büyümesini ta
rımsal verim liliğe bağlayan Fransız Fizyokratlarının1 tersine, açıklam alarını im alat sa
nayi ve ticaret üzerinde yoğunlaştırm ıştır. İmalat sanayisinde işbölümü, yen i m akinele
rin kullanım ına ve m akineleri kullananların uzmanlaşma becerileri edinmelerine yo l aç
mıştır. Yeni piyasalar açılması, ülke içindeki y a da ülkeler arasındaki ticaret engelleri
nin azaltılması, sanayide üreticilerinin rekabet edebilmelerine, pazarlarını büyütebilme-
lerine, üretimde ölçek ekonomilerinden yararlanabilm elerine olanak sağladığı gibi, işbö
lümünü daha da ileri götürmelerine izin vermiştir.
Smith, iğne üreten işyeriyle ilgili ünlü örneğinde olduğu gibi, teorisini sağlam bir bi
çimde, 1760’lar ve 1770’ler Ingiltere'sinde ortaya çıkan gerçek değişimlerle ilgili gözlem
lerine dayandırm ıştır. Konuya toplam üretim ve istihdam açısından bakıldığında, Fiz
yokratlar, hem Fransa’da hem de Ingiltere’de tarımın hâlâ sanayiden çok daha önemli
olduğunu düşünmekte haklıydılar; ancak Smith, imalat sanayisinde verimliliğin, teknik
ilerleme, sermaye birikim i ve uzmanlaşan becerilerden dolayı daha hızlı büyüyebileceği
i Fizyokrasi, 1750-80’ler arasında, başta D r. Q uesnay olm ak üzere, bir grup Fransız düşünürünün ulusal gelirin
tem elinde kapitalist tarım ın bulunduğuna dair teoriler geliştirdiği bir Fransız iktisat ekolüdür.
39
ni ve böylece daha zengin bir toplum yaratacağını, doğru bir biçimde, kavramıştı. H e
men bütün tarihçiler, kitabının yayınlandığı 1776 döneminde ortaya çıkan ve İngiliz
ekonomisinde genellikle Sanayi Devrimi olarak adlandırılan olağanüstü bir gelir sıçra
masını açıklarken, bu unsurların önemi konusunda Adam Smith ile aynı fikirdedirler.
Tarihçiler ve iktisatçılar açıklam alarında, söz konusu olan faktörlere ve diğer başka
unsurlara atfettikleri nispi önem açısından bir ölçüde farklılaşm aktadır. Friedrich List
(1841), Smith'in bilim ve teknolojinin önemine yeterince değer vermediğine, buna kar
şılık iş bölümü savını (bkz. 12. Bölüm) gereğinden fazla vurguladığına inanmaktadır.
Bununla birlikte, bütün tarihçiler tek faktörlü bir açıklam ayı reddetmek, teknolojik, ik
tisadi, siyasi ve kültürel değişmenin karşılıklı etkileşimini önemsemek konusunda aynı
fikirdedirler. Supple’ın kısaca ve çok güzel özetlediği gibi:
Ingiltere'nin, 18. yüzyıldan önceki iktisadi, sosyal ve siyasi deneyim i neden bir sanayi öncüsü olma
sı gerektiğini pek de zorlanmadan açıklam aktadır. Büyük Britanya, gizil büyüm eyi uyarıcı özellik
lerin örnek bir bileşimini, çağdaşlarının hepsinden daha güçlü bir biçimde ortaya koym uştur. G iri
şimin gelişmesi, güçlü bir ticaret sisteminin çerçevesinde zengin arz kaynaklarına ve geniş deniza
şırı piyasalara ulaşabilmesi, serm aye birikim i, temel sanayi teknolojilerinin varlığı, coğrafî konumu
ve çok sayıda nehirlerle dolu bir ada ekonomisinin sağladığı nispi ulaşım kolaylığı, hem bilimsel
hem de pragm atik bir m irasın varlığı, istikrarlı bir siyasal ve nispeten esnek bir sosyal sistem, iş y a p
m aya ve yeniliğe uygun bir ideoloji, bunların hepsi iki yüzyıldan daha uzun bir tarihsel sürece ta
nıklık etm işler ve böylece, İngiltere’de, başka bir Avrupa ülkesinde görülmemiş ölçüde, iktisadi de
ğişme için gereken ortamı sağlam ışlardır.
(Supple, 1963, s. 14)
40
ci yüzyıl başlarında, hatta on yedinci yüzyılda gerçekleşmiş bazı değişimlerin üzerinde ıs
rarla durmaktadır. Öte yandan iktisat tarihçileri, on sekizinci yüzyılın son yirm i yılında İn
giltere’de, sanayi üretimi, yatırım ı ve ticaretinde çok belirgin bir hızlanmanın varlığı konu
sunda fikir birliğine varmış gibi görünmektedirler. HofFmann, 1700’den 1780’e kadar olan
dönemde, İngiliz sanayi üretiminin yılda %0.5 ile 1 kadar arttığını, buna karşılık 1780’den
1870’e kadar olan dönemde artış hızının %3’ün üzerine çıktığını hesaplamıştır. Daha yeni
tahminler (Crafts, 1994) yukarıda sözü edilen ikinci dönem için tahmin edilen büyüme hız
larını biraz düşürmüş olmakla birlikte genel görünüş değişmemektedir (Tablo 2.1). Supp-
le, varılmış olan fikir birliğini aşağıdaki sözlerle özetlemektedir:
iktisadi değişim düzgün bir şekilde hızlanmamıştır. Yine de yeniliğin, yatırım ların, üretimin, ticaret
ve benzer büyüklüklerin ileri doğru sıçradığı (tarihçilerin çoğunun 1780’lere yerleştirdiği) az çok
belirgin bir zaman vardır.
(Supple, 1963, s. 36)
Tablo 2 .1 Ingitere'de R eel Sanayi Hasılasının Sektörel Büyümesi (yıllık %aıhş oranlan)
41
faktörleri emek ve sermaye hareketliliğini kolaylaştıran, tarım sektöründeki sosyal ve
ekonomik değişikliklere dikkatimizi çekmektedir. Günümüzdeki sanayileşen, özellikle
A sya ülkelerinde, sanayi sektörü üretimi ve verim liliği çok daha hızlı artm asına rağmen,
daha başarılı olan ekonomilerde tarım sektörü de üretimini ve kırsal gelirleri yükseltm e
y e devam etmektedir, ikinci D ünya Savaşı’nın hemen ardından Kore ve T ayvan’da ger
çekleştirilen başarılı toprak reformları, toprak reformu yapm ayan çeşitli Latin Amerika
ülkeleri ile aralarındaki farkı oluşturm aktadır; bu fark iki grup ulusal ekonominin bir
birinin karşıtı performanslarının da temel unsurlarından birisidir. Burada tarım daki çe
şitli teknolojik, örgütsel ve sosyal değişimin üzerinde durm uyorsak, sadece yerim iz ol
madığı içindir.
Ingiliz sanayisindeki gelişme hamlesi, tüm sanayilerin, birarada, dengeli biçimde bü
yüm esi değildi; başta pamuklu ve sonra da demir sanayi olmak üzere, az sayıdaki öncü
sektörün hızlı büyümesi olarak nitelendirilebilir (Tablo 2.1). Toplam sanayi katm a de
ğeri içinde pamuklu dokumanın payı 1770’deki %2.6’lık orandan, 1801’de % 17ye y ü k
selmiştir. Pamuklu tekstil sanayisinin olağanüstü rolü o zamandan beri hem çağdaş y a
zarlar hem de tarihçiler tarafından, vurgulanm aktadır.
İngiliz Sanayi Devrimi nin başlangıç yılların d a en çarpıcı genişlem eyi sağlayan pamuklu dokuma
sanayisi olmuştur. Daha sonra, 1840 ı izleyen dönemde dem iryolu yatırım ları ve ulaşım ağının y a y
gınlaşm ası ekonomiye hâkim olmuş gibi görünmektedir; yüzyılın üçüncü çeyreğinde ise, çelik ve
buharlı gemi inşa sanayileri atılım yapm ışlardır.
(Supple, 1963, p. 37)
42
ki on yıld a ise, bu makinenin hızla yayılm ası ve ‘k atır’1 denen iplik makinesinin icadıy
la iplik üretim hızı müthiş bir biçimde artm ıştır.”
Geniş bir dizi icada ve iyileştirm eye dayalı (Hills, 1994; M ann, 1958; von Tunzel-
mann, 1995) yeni fabrika sistemiyle11verimlilikte büyük artışlar mümkün olmuştur. Üre
tim teknolojisinde ortaya çıkan bu gelişmeler fiyatların hızla düşmesini sağlamış, bunun
sonucunda da İngiliz ihraç mallarının rekabette güçlü hale gelmesi, başta Hindistan ve
diğer Asya tekstilini, aslında bütün diğer üreticileri geriletmiştir. Pamuklu tekstil ihraca
tı, 1820 yılında üretimin %60’ına ulaşarak en büyük ihracat kalemi haline gelmiş,
1899’da ise İngiltere dünyanın en büyük ihracatçısı iken, bu ülkenin toplam ihracatının
%30’unu oluşturmuştur. Yirminci yüzyılda İngiliz hükümetleri, A sya’nın rekabetinden
dolayı Lancashire pamuk sanayisinin gerilemesi ve istihdam kaybından endişe etmeleri
ne rağmen, on dokuzuncu yüzyıld a durum bunun tam tersi idi. Böylece pamuklu tekstil,
modern çağlarda, yeniliğin dış ticaret başarısı üzerinde yarattığı ve 15. Bölüm’de ayrın
tılı biçimde incelenecek olan etkinin ilk önemli örneğini vermektedir.
Carlota Perez (1983) on dokuzuncu yü zyıl sonlarında çelikte, yirm inci yü zyıld a ise
petrolde olduğu gibi, birbirini izleyen sanayi dönüşümleri y a da uzun iktisadi büyüme
dalgaları sırasında hızla düşen temel üretim faktörleri fiyatlarının oynadığı role dikka
timizi çekmektedir. Bu konudaki en açık örnek, günümüzde binlerce çeşit elektronik
alet, özellikle bilgisayarlar için kullanılan çiplerin fiyatlarındaki büyük düşüşlerdir. Bu
kadar çarpıcı olmasa da, özellikle Napolyon Savaşlarının yarattığı enflasyonist dönem
de gözlenmiş olan pamuk ipliği fiyatlarındaki düşüş de dikkat çekicidir: No. 100 pamuk
ipliğinin fiyatı 1786’daki 38 şilinden 1807’de 6 şilin 9 penny düzeyine düşm üştür.111
Çağdaş olsun y a da olmasın hemen bütün incelemeler ekonomik büyüm enin sıçra
ması açısından, pamuklu sanayisinde ve diğer sanayilerde icatların taşıdığı önem konu
sunda fikir birliğindedir. Gerçekten İngiliz tarihi konusundaki daha eski ders kitapla
rında da şeref köşesi icatlara aittir. Adam Smith (1776) gibi yaz arlar ve sonraki çalış
m alar da özgün, önemli icatların yan ı sıra, üretim süreçlerinde fabrika y a da işyerinde
gerçekleştirilen sürekli iyileştirm elerin önemini vurgulam aktadır. Bu araştırm alar da
ayrıca, icatların yenilik haline gelmesi ve ardından yaygınlaşm asındaki hızı da vurgu
lanmaktadır: 1740-49 döneminde verilen patent sayısı 80 kadarken, bu sayı 1750-59’da
100 un üzerine çıkmış ve 1770-79’da 300’e ulaşm ıştır. Patent sayısı pek güvenilir bir
i Katır, "Crompton's mule", S. Crompton un patentini aldığı “Je n n y" ve "water fram e'm özelliklerini birleştiren, daha
kaliteli ve hızlı iplik üreten suyla çalışır bir iplik tezgâhı. Bu tezgâhla Ingiltere, Hint el yapım ı ipliği kalitesinde, büyük
m iktarda pam uk iplik üretm eyi başarm ıştır.
ii "System of facto ıy (m ill) based production" fabrika sistemi, önce su değirm enlerine iplik tezgâhlan konulduğundan,
“değirm en” bazında gelişm iş ve ilk fabrikalara doğal olarak değirm en de denilmiştir. Bugün İngilizcede, “mili" fabrika
verine de kullanılır. Tarihsel olarak, su gücüne dayalı fabrika üretim inin prototipi, Lombe kardeşlerin, D erw ent’de (In
giltere), 1718’de kurdukları, fazla yaşam ayan bir ipek iplik "değirmeni" dir.
iii İngiliz Lirası, pound sterling, 1971 yılın a kadar 20 shilling ve her shilling de 12 pence e bölünüyordu.
43
gösterge değildir. Ancak bu dönemde söz konusu sayıların ortaya koyduğu tabloyu y a
lanlayan herhangi bir değişme de gözlenmemektedir (Eversley, 1994).
Öte yandan, on sekizinci yüzyılın önemli icatlarının niteliği konusunda bir miktar
görüş ayrılığı vardır. Bazı yazarlar, tipik icatların, özünde, çok basit olduğunu ileri sür
mektedir; "bu icatlar, esasında eğitim görmemiş, ancak günün birinde şans eseri bir ale
tin üzerinde düşünmeye başlamış meçhul marangozlar, saatçiler y a da değirmen yapım
ustalarının işi gibi görünm ektedir.” Öte yandan, Ashton, "bu tür iddiaların, sanayi u y
gulam alarındaki yeniliklerinin ardında sistematik bir düşünce yapısının bulunduğu ger
çeğini gözden saklayıp, tesadüfler ve şans tarafından oynanan rolü abarttığını”, ileri
sürm ektedir (Ashton, 1963, s. 154). Ashton ayrıca şunları ilave etmektedir: "B u yen ilik
lerin pek çoğu daha önce ortaya atılmış iki y a da daha fazla düşünce üzerinde durm ak
ta ve icadı yapanın zihninde, daha az karm aşık ve daha etkin bir mekanizmanın oluş
masına yol açmaktadır. Bu şekilde, örneğin, pamuk eğirme makinesi (jenny) prensibi,
Crompton tarafından, üstüvaneler (=rollers) kullanan yeni iplik eğirme makinesi yan i
katırda (the m ule)1 da kullanılm ıştır.”
Konuya tam tersinden yaklaşan bazı incelemeler ise, icatların, sürekli bir sosyal sü
reç ve m ekanik becerilerden çok, bireysel dehaların y a da bilimsel parıltıların sonucu ol
duğu, izlenimini yaratm aktadır. Y orum lardaki bu farklar, kısmen, (bugün de olduğu g i
bi) buluşların ve yeniliklerin çok çeşitli olmasından kaynaklanm aktadır. İcat ve yen ilik
lerin büyük çoğunluğu, o zaman olduğu gibi bugün de, mevcut ürün ve üretim tekno
lojileri üzerindeki küçük iyileştirm eler şeklinde ortaya çıkm akta ve iş yerlerinde, çok
farklı makineleri kullananlar tarafından gerçekleştirilm ektedir. Bunların ortaya çıkışı
işbölümüne dayalı uzmanlaşma yo lu yla kolaylaşıyor olabilir, ancak, Adam Sm ith'in de
gözlediği gibi, diğer buluşlar da, “uzmanlıkları, birbirine benzemeyen işlemleri gözle
mek olan bilim adam larının çalışmalarının sonucudur”. Yorumlarını, North W estern
Bilim M üzesi’ndeki m akineleri gerçekten çalıştırarak ve kullanarak edindiği deneyim
lere dayandıran Hills (1994), H argreaves ve Arkwright tarafından izlenen geliştirme,
iyileştirm e çizgisi üzerinde önemle durm aktadır:
Bütün y e n i buluşlarda olduğu gibi, bu iki mucidin çalışm aları birbirinden bağlantısız gerçekleşm e
m iştir; çünkü bunlar daha önce yapılm ış olanlara dayanm aktadır..çeşitli elle iplik eğirme yöntem le
r i... Hargreaves, A rkw right y a da onların öncülleri olan Paul ve W yatt m 11 eğirme yöntem leriyle,
sandığım ızdan çok daha fazla, ilişkilidir.
(Hills, 1994, s. 112)
45
Tablo 2. 2 Pamukta Emek Verim i: (IOO Ibs. p a m u k işle m ek için g e r e k li işlem sa a ti)
Saat
Hint el eğirm esi (18.yüzyıl) 50,000
Crompton'un (katın ) eğirm e m akinesi (1780) 2,000
100-iğlik eğirm e m akinesi (c.1790) 1,000
Güç kullanan eğirm e m akineleri (c.1795) 300
Robert’in otomatik (katırı) eğirm e m akinesi (c.1825) 135
Bugünkü en iyi m akineler (1990) 40
K a yn a k : J e n k in s (199-4, s. xix).
sürm üştür.1 Crafts (1994), 1801’de, gayri safi yu rtiçi yatırım ların G SY H ’nm sadece
%7.9’u olduğunu tahmin etmektedir. Bununla birlikte, bu düşük sermaye birikim artış
hızı söz konusu dönemde firm aların çok küçük ölçekleriyle, yen i m akinelerin nispeten
ucuz m aliyetleri ve on sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren geçerli olan çok düşük
faiz hadleriyle (İngiltere’de, 1757’den itibaren kamu borçlarının11 faizleri %3’de kalm ış
tır) uyumludur.
Ingiltere’de, on sekizinci yüzyıld a oldukça gelişmiş bir sermaye piyasası mevcut ol
duğu halde pamuklu üreticileri ve diğer öncü sanayiciler, serm ayelerini genellikle, yerel
kaynaklardan, aile içinden, arkadaşlardan, yerel bankalardan ve dağıtılm ayan karlar
dan sağlam ışlardı. Boulton ve W att, Birm ingham ’da Boulton’un Soho Atölyelerinde bu
harlı m akineler üretmeye başladıklarında serm ayelerini bu yo lla elde etmişlerdir.
Örgütlü sermaye piyasası ve zengin toprak sahipleri sınıfı, 1750 ile 1800 arasında çok
hızlı bir gelişme gösteren kanal ve diğer allyapı yatırım larının (Şekil 2.1) finansmanında
önemli rol oynamışlardır. Hobsbawm’a (1968) göre, İngiliz sanayisinin kırsal bölgelerde
ki “götürü” sistemine,111kömür madeni üretim bölgelerine, yeni tekstil bölgelerine, “köy sa
nayilerine”^ ve muazzam bir nüfus, ticaret ve hizmetler merkezi olan (Avrupa’nın en bü
yüğü) Londra’y a dayalı bir şekilde “çok yaygınlaşm ası” iki önemli sonuç doğurmuştur:
Siyasete egemen toprak sahipleri sınıfı, arazilerindeki madenlerle (Kıta A vrupası ndaki durumun
tersine imtiyaz gelirlerini v eya royaltileri Kral değil, toprak sahipleri tahsil etmektedir) köylerinde
ki üretim faaliyetlerinden doğrudan doğruya çıkarları vardı. Y erel asillerin ve kırdaki orta sınıfın
(=gentıy) paralı yo l ve kanal yatırım larına ilgisinin asıl nedeni sadece y erel tarım ürünleri için da
ha geniş pazarlar açm ak değil, bölgenin maden ve sanayi ürünleri için daha iyi ve ucuz taşımadan
beklenen avantajlardan yararlanabilm ektir.
(Hobsbawm, 1968, s. 16)
i Rostow’un “take off into self-sustained grow th” teorisine değiniyor. N M G , N et M illi G elir “Net N ational Product”,
NNP, anlam ındadır
ii Consols (consolidated annuities) “Ingiliz devlet borçlanm a senetleri”
iii Götürü sistemi, “putting out”, tüccarların evlere, p iyasalar için iplik ve kum aş sipariş etmesi usulü ki, bu sistem artan
talebi karşılam ayınca tekstilde m ekanizasyon y an i m akineler ve fabrika doğmuştur.
iv Köy sanayileri “village industries” sanayi öncesi el zanaatlarına dayalı, doğrudan tüketim y a da m ahalli piyasalara
yönelik, geleneksel küçük ölçekli üretim . Götürü sistem iyle birlikte bu ik i sistem, İngiliz sanayisinde iş gücünün daha
sonraki sanayileşm e aşam asına hazırlanm asını sağlam ıştır.
46
£
5,000,000 -1
2,000,000
1,000,000
500,000
200,000
100,000
50,000
20,000
10,000
1850/1
K&ynak: H aw k e H ig g in s (1981).
47
O rtaya çıkan ikinci sonuç tüccar ve toprak sahiplerinin çıkarlarının hâlâ hâkim du
rumda olduğu Avrupa ülkelerinin, hatta H ollanda’nın aksine sanayicilerin daha o dö
nemde, hükümet politikalarını belirleyebilecek hale gelmesidir. Toprak soyluları oligar
şisi, birkaç yönden diğer Avrupa ülkeleri feodal hiyerarşilerinden ayrılm aktaydı. Ingi
liz toprak soyluları bir “burjuva” aristokrasisiydi. Hawke ve Higgins (1981), toprak sa
hiplerinin, 1755’den 1780’e kadar geçen dönemde, İngiliz kanalları için yapılan yatırım
ların %40’ını, izleyen dönemlerde de dem iıyolu yatırım larının büyük bir bölümünü sağ
ladıklarını tahmin etmektedir.
İngiliz toprak sahiplerinin yeni ulaştırm a altyapısı yatırım larına katkısı olağanüstü
olmakla birlikte, tüccarların, sanayicilerin ve diğer profesyonellerin de katkıları göz
önüne alındığında, daha on sekizinci yüzyılın son çeyreğinde, Ingiltere’nin, sanayi ve ti
caretin hızlı gelişmesinde hayati bir rol oynayan temel sosyal sabit sermaye yatırım ları
nın finansmanını sağlayabilecek büyüklükte bir sermaye piyasasına sahip olduğunu
göstermektedir. 1760’la 1820 yılları arasında Londra, Liverpool, Cardiff, Newcastle,
Edinburgh, Hull, Bristol ve birçok küçük limandan gerçekleştirilen dış ticaret, Napol-
yon Savaşlarının ortaya çıkardığı aksaklıklara rağmen, G SY lH artışı ile başa baş geliş
miştir. ihracat, Sanayi D evrim i’nin öncülüğünü yapm am ış olm akla birlikte, söz konusu
dönemde üretimin %15’i dolayında istikrar kazanmış ve özellikle hızlı büyüyen sanayi
ler için olağanüstü önem kazanmıştır.
Zanaat erbabı y a da mucit-girişimciler, bunların ortakları ve aileleri pamuklu doku
ma y a da diğer alanlarda kurulan çok sayıda yen i şirket için sermaye bulm akta zorlan
malarına rağmen, bu büyük ölçüde dağınık, merkezileşmemiş yap ı yen i doğan sanayiler
için önemli bir esneklik sağlam ıştır. Birçok tarihçi (Ashton, 1948; W ilson, 1955) sosyal
hareketliliğin Ingiltere’de, diğer ülkelere göre çok daha yü ksek olduğunu vurgulam ış
tır. Girişimciler birbirinden çok farklı geçmişlere sahiptir; bu yeni girişim ciler arasında
“Sapkınlar”ınI (Q uaker’lar ve diğer resmi olmayan mezheplerin yandaşları) rollerinden
de sıkça bahsedilmektedir. Ashton, mucitler “açıkgözler", sanayiciler ve girişim ciler
arasında ayırım yapm anın çok güç olduğunu ve bunların her türlü sosyal sınıftan ve ül
kenin her bölgesinden geldiklerini bildirm ektedir. Holkham H all’den Coke ve Duke of
Bridgewater gibi aristokratlar, tarım da ve kanal inşaatında yenilikler yapm ışlardır.
C artwright ve Dawson gibi din adam ları, kumaş dokumasından demir ergitmeye değin
yeni yöntem ler geliştirm işlerdir. Jo h n Roebuck ve Jam es Keir gibi tıp doktorları kim
yasal araştırm alara girişm işler ve sonunda sanayici olmuşlardır.
i Sapkın lar “dissenters” o dönemlerde, Q uakers, Babtists, Congregationalists, M ethodists, Presbyteriens vb. Anglikan
K ilisesi'nden ayrılarak başka Protestan m ezheplerine intisap edenler için kullanılan ve resmi inanç-dışı kalan ları (non
conformist) ifade eden terim.
48
Avukatlar, subaylar, memurlar ve bunlardan çok daha mütevazı durum da olan pek çok kişi, sana
yicilikte ilerleme olanaklarının kendi işlerinden çok daha fazla imkân sağladığını görm üşlerdir. Bir
berber, Richard Arkwright, pamuk ipliği üreticilerinin en zengini ve en etkilisi haline gelmiş; bir
hancı, Peter Stubbs, kirem it sanayisinde çok itibarlı bir şirket kurm uş; bir okul m üdürü, Sam uel
W alker, Kuzey İngiltere demir sanayisinin önde gelen bir kişisi olmuştur.
(Ashton, 1963, p. 156)
i ‘‘Presbyterian" Calvin'in, Cenevre’de 1ö.yüzyılda Reformasyon sırasında kurduğu bir Protestan Kilisesi; Iskoçya’da
ulusal kilise olarak kabul edilm iştir.
49
Jo siah Wedgwood 1730 yılın d a Staffordshire'lı bir çömlekçinin on üçüncü çocuğu
olarak dünyaya gelmiş ve m allarını Staffordshire dışında hemen hiçbir yerde satam ayan
bir sanayide çırak olarak çalışm aya başlam ıştır. “Londra’y a çok nadiren satış yapılırdı.
Ülke dışı satışlar bilinmezdi bile.” (M cKendrick, 1960, 1994). Y ollar çok kötüydü, k a
nallar ise daha yeni inşa edilmeye başlanmıştı. İşçiler ise “çalışmak yerine içki içmeyi ve
aylaklığı tercih ederlerdi.” W edgwood fakirlik ve sefalet içinde doğmuştur. O ysa öldü
ğü zaman ürünleri bütün dünya tarafından tanınmakta, dünyanın her köşesinde satıl
m aktadır ve muazzam bir kişisel servetin sahibidir. Kurduğu firma kendi sanayi dalın
da kimseyle m ukayese edilmeyecek ölçüde, en büyük ve en hızlı büyüyen firmadır.
Başarısının büyük ölçüde, kendisinin ve ortağı Thomas Bentley'in kişisel girişim cilik ni
teliklerine bağlanm ası gerekir. W edgwood tasarım ve üretim konusunda olduğu gibi,
örgütlenmeyle de ilgili sayısız yeniliği kendi başına gerçekleştirm iştir. W edgwood’un te
mel güdüleri olan teknolojik değişme ve serm aye birikim i yan ı sıra, siyasal ve sosyal de
ğişim konularında da çeşitli düşünceleri ve idealleri olmuştur.
Kanal ve paralı yol sistemleri 1730’lar ve 1770’lerde önemli ölçüde yayılm ış ve ge
lişmiştir (bkz. Şekil 2.1). W edgwood, memleketi olan Staffordshire’de kanal ve paralı
yo lların inşaatını aktif bir biçimde desteklemiştir. Ancak onun gösterdiği çabalar Ingi
liz piyasasının ve uluslararası piyasanın ele geçirilm esini mümkün kılacak çok daha ge
niş bir ulusal hareketin sadece bir parçasıdır. Ingiltere’de nüfus artıkça ve hayat stan
dartları yükseldikçe porselen eşya talebi de artmakta, H indistan’dan ucuz çay temin
edilebildiği ölçüde çay içmek de popüler hale gelmektedir. Porselen kırılgandır; buna
karşılık diğer alternatifler (örneğin gümüş eşyalar) çeşitli ev eşyalarının artm akta olan
talebini karşılam akta, seram ik mamulleriyle rekabet edemeyecek kadar pahalı kalm ak
tadır. Staffordshire ve diğer yerlerdeki seram ikçiler bu koşulların sağladığı avantajlar
dan yararlanm ışlardır.
W edgwood bir defasında, kendisinin mühendis mi, çömlekçi mi yo ksa toprak sahibi
bir centilmen mi, olduğunu bilemediğini söylemiştir; gerçekten aynı zamanda her üçü
dür ve “sırasıyla diğer kişiliklere bürünecektir”, (Thomas Bentley’e mektup, 1766, zik
reden Jacob, 1988). Ancak mesleği ve sosyal konumundaki bu belirsizliğe rağmen, hem
kendisinin hem de öteki sanayi girişim cilerinin reformcu hatta devrimci rolleri hakkın
da güçlü bir vizyona sahiptir. Daha 1766’da, Thomas Bentley’e şunları yazm aktadır:
D eneylerimin pek çoğu isteklerim ve beklentilerim doğrultusunda sonuç veriyor; ürünlerim izin ni
teliklerini çok daha fazla geliştirilebileceğim iz müthiş bir kapasiteye sahip olduğumuz konusunda
ki inancım giderek artıyor. Ürünlerim iz şu anda, (nispeten) kaba ve yeterince zarif değil fakat ko
laylıkla sırlanm aya ve daha mükemmel hale getirilm eye müsait. Böyle bir devrimin çok y ak ın oldu
ğuna inanıyorum, sen de buna yardım cı olmalı ve bundan k âr da etmelisin.
(Jaco b , 1988, P. 136)
60
Bu m ektuptaki ilgi çekici noktalar, W edgwood’un “deney” kavram ı üzerindeki vur
gusu ve buluşlarını “devrim ” olarak nitelemesidir.
Thomas Bentley’e yazdığı bir başka m ektupta fabrika organizasyonu ve iş bölümü
konusundaki ilkesini şöyle özetlemiştir: “İnsanları hata yapm ayacak m akineler haline
getirm ek.” Sonraları sıkça aktarılan bu ibare, o dönemdeki birçok girişim cinin yen i fab
rikalarda üretim süreçlerini akılcı bir yap ı içinde örgütlemek, bilgisizlik, beceriksizlik,
tembellik, sarhoşluk, sıkıntı veya yorgunluk gibi nedenlerden doğan insan hatalarının
önüne geçmek için sarf ettikleri gayreti özetlemektedir. İnsan hatasını önlemek, Taylo-
rizm deneyimi gibi (bkz. 3. Bölüm), hiç bitmeyen, günümüzün bilgisayarlaşm a ve ro
botlaşma konusundaki eğilim lerinin de tanık olduğu bir projedir. Sanayi girişim cileri
nin bu amacı, M arksistlerden romantik şairlere ve sanatçılara kadar, sanayi kapitaliz
minin karşıtlarınca, sanayiciliğin erkekleri ve kadınları makinelerin sıradan uzantıları
şekline sokan ve W erner Som bart’ın söylediği gibi "girerken ruhu soyunma odasında
bıraktırıp” insanlığın özünü yo k eden (= dehumanizing) eğilim lerini kötülemek için da
ima gündemde tutulmuştur. W edgwood aynı zamanda, fabrikalarındaki disiplini ve dü
zenli iş saatlerinde çalışm ayı sağlayabilm ek için ayrıntılı ve karm aşık bir cezalandırm a
ve ücret kesintileri sistemini de uygulam aya koymuştur.
Bunlarla birlikte, Jo siah W edgwood’u insanlık dışı köle yöneticisi bir patron olarak
tanıtmak çok yanlıştır. Onun ve diğer girişim cilerin yen i fabrikalarındaki işin hızı ve y e
ni makinelerinin çeşitli işlemleri arasındaki koordinasyon konularında çok ilgili ve du
y a rlı oldukları doğrudur. W edgwood’un arkadaşı Erasmus D arwin (Charles D arw in’in
büyük babası), bilim adam larını, mucitleri ve girişim cileri bir araya getiren “bir gözet
leme noktasından bütün işçilerin ve atölyelerin sürekli denetim altında tutulduğu ideal
fabrika” gibi konuların tartışıldığı D erby Felsefe D erneği’nin1 de kurucusu ve önderiy
di. Bu dernekte, şehir ışıklandırm ası, merkezi ısıtma, bina içi tuvaletler, hatta Fransız
Devrimi ve cum huriyetçilik gibi konular da tartışılıyordu (Jaco b, 1988, p. 167).
Derby Felsefe D erneği’nin üyeleri kendilerini, sonunda herkesin yararın a olacak y e
ni bir maddi gelişme çağm a ulaşabilm ek için bilimi, serm ayeyi ve m akineleri bir araya
getiren idealist ama pratik reformcular olarak görüyorlardı. W edgwood, işçilerin "biz
den daha alt düzeyde” oldukları halde aynı maddeden yaratıldıklarını ve “tıpkı efendi
leri gibi acı y a da haz duyduklarını” tartışırken, Shakespeare’in V enedik T aciri’ndeki
dili kullanm ıştır (Jo siah W edgwood’un mektupları, 1762-72, zikreden Jaco b , 1988, s.
168). Wedgwood işçilerine sistemli ve sürekli olarak rakiplerinden daha yü ksek ücret
ler vermiş ve içinde bulundukları koşulları ve eğitim düzeylerini iyileştirm ek için ilgi
göstermiştir. O pederşahi (= paternalistic, ataerkil) bir işveren idi.
i “D erby Philosophical S ociety’’, 18. yü zyıld a, İngiltere’de ortaya çıkan "D üşünce Kulüpleri" veya bugünkü “think
tank”lara benzer, am atör topluluklardı; bilim ve teknoloji bilgilerinin yayılm asın da k ritik bir rolleri vardır. En ünlü top
luluklardan biri de J . P riestley'in de üye olduğu "Lunar S ociety”dir.
51
Kendi sanayi dalının geleceği konusundaki yaratıcı öngörüsü, girişim lerinin bütün
yönlerine yayılm ıştır. Kuşkusuz o, en çok yeşil sırlı, krem rengi, kirli sarı (= jasper) ve
siyah bazalt gibi renkler veren, yen i tekniklere dayalı tasarım larıyla ünlenmiştir. Ken
disi ve çalıştırdığı sanatçılar, killi çamurdan biçimlendirilmiş, incelikle ve özenle renk
verilmiş, daha yum uşakken üzerine beyaz macunla minik kabartm a rölyefler yerleştiril
miş sonra da pişirilerek sabitleştirilmiş kaplar, süs plakları, tabaklar ve vazolar üretmiş
lerdir. Bu desenler sıklıkla, Eski Yunan ve Roma vazolarından y a da mücevherlerinden
kopya edilm işlerdir (Bu nedenle fabrikası için E truria1 ismini seçmiştir.). Teknik y a ra
tıcılığı, mermer ve deniz kabukları taklitleri ile porselen benzeri sırlanmış (= enamelled)
diğer eşya çeşitleri yaratm aya kadar uzanmıştır.
Bir çömlekçi, desinatör, mühendis ve fabrika yöneticisi olarak sahip olduğu beceri
ler ve buluşları, başarı öyküsünün önemli bir parçası olarak öne sürülmüş olsa da yeter
li değildir. Aynı şekilde, ne İngiliz piyasasının genişlemiş olması ne de ulaşım sisteminin
büyük ölçüde gelişmesi tüm Staffordshire seram ikçileri veya diğer bölgelerdeki üretici
lerin bu gelişmelerden aynı ölçüde yararlan d ıkları göz önünde tutulursa, bu özel başa
rı öyküsünün nedenlerini açıklayam am aktadır. Ü stelik yen i kurulan diğer seramik sa
nayi şirketleri, herhangi bir patent korum a mekanizması olmadığı için onun desenlerini
ve üretime getirdiği yenilikleri hızla taklit edebilm ekteydiler (Örneğin önemli buluşla
rından biri olan ‘krem rengi ürünleri’11, 1784 yılın a gelindiğinde, 25 ayrı üretici tarafın
dan taklit edilip piyasaya verilm işti.). Eğer temel iktisat teorisinin tam rekabet hikâye
si tamamen doğru olsaydı onun da fiyatlarını piyasada geçerli olan genel düzeye indir
mesi gerekirdi. Aslında bu konuda çok şiddetli bir baskı ile de karşı karşıyaydı. Ancak
“benim amacım her zaman ürettiğim m alların fiyatlarını indirmek değil, kalitelerini y ü k
seltmek olmuştur" sözleriyle bu tür bir davranışı sürekli olarak reddetmiştir. McKend-
rick'in (1960, 1994) alaycı bir tarzda gözlemlediği gibi, fiyat listeleri onun ifadelerinden
daha güçlü bir kanıt olarak kabul edilebilir:
F iyatları, diğer seram ik üreticilerine göre her zaman ve hatırı sayılır ölçüde daha yüksekti; m alları
nı düzenli olarak normal fiyatların iki katm a satardı ve üç katı yükselttiği zam anlar da çok nadir de
ğildi. F iyat indirim ini ise sadece daha önce yü k sek fiyatla moda haline getirdiği popüler bir m alda
büyük çaplı bir satışın karşılığını elde etmek için y a da diğer firm alarla arasındaki fiyat farkı çok
yü k sek düzeylere çıktığı zaman gerçekleştirirdi.
Onun daha yü ksek fiyatlardan satabilmesinin nedeni, kuşkusuz kalite farkıdır. Bu
nunla birlikte, diğer seram ikçiler de aynı, hatta ondan daha yüksek kalitede üretim ya-
i “E truria”, İtalya’da, Rom alıların öncülleri olan Etrüsklerin sanatını ifade eden "Etrüsk Ü lkesi” anlam ında.
ii "Creamware", “C hinaw are” y a n i Çin malı veya porselen gibi, W edgwood'un kendine özgü bir renk ve im alat stili
olarak hâlâ üretilm ektedir.
52
pabildikleri için bu sav çok güçlü değildir. “İnsanı küçülten bencillik zincirlerden, baş
ka insanların benim eserimi kopya etmelerinin getirdiği süfli korkulardan kurtulm ak”
(Ashton, 1963) kararlılığını ifade ederek patent sistemini küçük görmüştür. Diğer sera
mik üreticilerini de düşük fiyat yerine yü ksek kalite için mücadele etmeye davet etmiş
tir. Gerçekten bu isteğini ifade etmek için kullandığı üslup ve sözcükler, gerek sanayi
stratejisinde kalite konusundaki tartışm alarda, gerekse Adam Sm ith’in sanayicilerin fi
yatları yükseltm ek için kendi aralarında gerçekleştirdikleri “komplolar”la ilgili iğneli
yorum ları, günümüzde de yankılanm aktadır. 1771’de seramik sanayi ürünlerine karşı
talepte genel bir durgunluk hüküm sürerken, Bentley’e bazı sanayicilerin fiyat kırm a g i
rişimlerini kınayan bir mektup yazm ıştır:
B uradaki porselenciler arasında en kaliteli malı üreten M r. Baddeley, günde bir fırın dolusu malla
önde gider ve pek mümkün olmamakla beraber, fiyat yükseltm eye ikna edilebilirse, gerisi de bunu
izler...Y arın bizlerden bir düzine adam, bu am açla onunla görüşecek... M r. Baddeley tabakların
fiyatını taş toprak fiyatına in d ird i.. .Kısacası, Genel Ticaret dörtnala felakete gidiyor, hem
Londra’da hem de taşrada büyük stoklar birikti ve talep çok az. Porselenciler içinde bulundukları
durumun farkındalar ve işleri konusunda panik içindeler ve gerçekten haklı olarak d ü şü k fiya tla rın ,
üretimde düşük k alite doğuracağını, bunun da bize karşı bir n e fr e t yaratıp , sonunda ih m a l ve sui
istim allerle mesleğimizin sonunun geleceğini düşünüyorum.
Yüksek kalite stratejisi, başarısında önemli bir rol oynamış olm akla birlikte, bu re
kabet gücünün esas kaynağı olan genel pazarlam a stratejisinin sadece bir unsurudur.
Pazarlam a ve dağıtım konusunda getirdiği yeniliklerin bazılarının ancak 50 y a da 100
y ıl sonra gerçekleştirildiğine inanmak güçtür (Tablo 2.3).
O, döneminde özellikle m odayla ilgili konularda kraliyet ve aristokrasiye son derece
büyük bir saygı gösterildiğini ve zevklerinin tartışm asız kabul edildiğini en iyi biçimde
anlamıştı. Porselen yem ek takım larını çekici teşhir salonlarında zarif bir biçimde sergi
leme stratejisi, modayı izleyen kitlenin baştan çıkarılm ası konusunda çok başarılı ol
muştur. Lüks mal piyasasını bu şekilde ele geçirmesi, ürünlerini sürekli olarak yüksek
fiyatlarla satmasına, buna rağmen pazarını da sürekli genişletmesine olanak sağlayan
bir imaj ve şöhret yaratm ıştır. Büyük Katerina II (Çariçe) için ürettiği “R us” sofra ve
servis takım ının Londra’daki sergilenişine Kraliçe de katılm ış ve bu Londra'nın en çok
gezilen sergisi olmuştur. Bir aydan uzun bir süre “yüksek sosyete arabaları ile sokağı tı
kam ıştır.” W edgewood “ülkenin her yanındaki asillerin uzaklardaki evlerinden kalkıp
Sergiyi görmeye gelmesini sağlayarak” başarısını garantilem iştir (M cKendrick, 1994, p.
376). Dış pazarların peşine de, yine aynı taktiklerle, daha büyük bir hırs ve coşkuyla
düşmüştür:
53
O, bütün dünyaya Etruria’dan hizmet etmek istiyor, yeni pazarlar bulmak için durmadan ticari ufuk
ları gözlüyordu. Hiçbir ülke —Türkiye, M eksika, hatta Çin b ile- onun için çok uzak değildi... Güçlük
leri başarma tutkusuna karşı bir m eydana okuma diye algılıyordu. Fransa -A vrupa porseleninin ana
yurdu, rokoko1 zarafetinin merkezi ve yüksek gümrük duvarlarının arkasındaki en güvenli ü lk e - ona
en büyük meydan okumaydı; düşüncesi bile W edgewood’a ilham veriyordu. “Fransa'yı tamamen ele
geçirebileceğimizi düşünüyor musun? Fransa'yı Burslem’de11oturarak ele geçirmek. Bu mücadele için
gücümün giderek artığını hissediyorum. "
(M cK endrick, 199-4, p. 379)
Pazarlam ada ticari unsurların yan ı sıra siyasi yan ları da değerlendirebiliyordu. im
paratorluk Alm anya’sı, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Alman büyük elçilerini tica
ri am açlarla kullandığı için “haksız rekabet” ile suçlanmadan çok önce, W edgewood y e
ni dış pazarlar açm ak am acıyla Ingiliz büyükelçilerini kullanmış ve ikili ticari anlaşm a
ların değiştirilmesi için kulis faaliyetlerinde bulunmuştur. Hiçbir dış pazarda ulusal
âdetleri ve zevkleri de ihmal etmemiştir.
Bütün bunlar, geniş Ingiliz orta sınıf piyasasını, hatta düşük gelir grubundakileri ih
mal ettiği anlam ına gelmemektedir. Ürünlerinin çoğunu (küçük süs eşyaları, süs tabak
ları, mürekkep hokkaları ve hatta sofra takım ları) bu piyasa için üretmiştir: "Hizmetkâr
i Rokoko, Barok dönemden sonra, 18. yü zyılın ikinci yarısında, başlıca Fransa, G üney A lm anya ve A vustuıya'da
m imari, resim, dekorasyon, m üzik ve edebiyatta ortaya çıkan, çok süslü, gösterişli bir sanat akımı.
ii Ingiltere’de, W edgewood’un doğduğu ve fabrikalarının kurulu olduğu kent.
54
takımı, hanımını izler.” W edgwood en yü k sek kazancını, sıradan ama yararlı eşyaların
çok yüksek m iktarlardaki satışı ile sağlam ıştır. Gezici satıcılar çok önemli bir yen iliktir
ve birçok güçlüğe rağmen bu pazarlam a tekniğini yaym ış ve 1790 yılında, gezici satıcı
lar için bir kurallar ve seyahat yöntem leri kitabı da yayım lam ıştır. Pazarlam a ile ilgili
olarak getirdiği sayısız yen ilik herkes tarafından benimsenmeye başlanmış ve 1850’li
yıllard a hepsi standart uygulam alar haline gelmiştir.
i Aslında, “w igm aker” y an i peruka yapım cısı idi; berber diye biliniyor.
ii Jo h n K ay of W arrington, dokum ada devrim yaratan uçan m ekik (1733) mucidi, tekstil tezgâh yap ım cısı ünlü Jo hn
K ay ile karıştırılm am alıdır.
iii K ing’s Bench,
iv “R eedm aker” dokum a sırasında atkı ve çözgü ipliklerinin birbirine karışm asını engelleyen tarak gibi hassas bir alet
yapım cısı.
v Calico, renksiz ve beyazlatılm am ış ham kumaş halindeyse, eski deyim iyle "Amerikan bezi"; beyazlatılm ışsa “patiska”;
renk ve desen basılm ışsa “basm a” denen, pam uklu kumaş.
55
Y eniliklerinin önemini değerlendirebilmek, açılan davaları ve karşılaştığı yoğun düş
manlığın nedenlerini kavrayabilm ek için, konuya Ingiliz tekstil sanayisine küçük üreti
ci likten1 fabrika üretimine geçiş süreci çerçevesinde bakm ak gerekir. Ingiltere’de on se
kizinci yüzyılda tekstil sanayi, özellikle yünlü dokumacılık çok gelişmiş olmakla birlik
te, üretim henüz fabrikalardaki makinelere dayalı değildi. M alzem eyi el işi iplik bükü
mü yapanlarla, küçük dokumacı ve kum aşçılara11 dağıtıp-toplam a temeline dayalı “gö-
türücülük” sistemi (= putting out) şeklindeki bir ticaret kapitalizmi, işgücünün birlikte
çalışmasının ve disiplininin getirdiği avantajların yan ı sıra makinelerin ve işbölümünün
sağladığı ölçeklerden de doğal olarak mahrumdu. Fabrika üretimine geçiş sadece ye te
nekli ustaların değil bir sürü becerikli, yaratıcı girişimcinin de bu sanayiye girmesine
fırsat yaratm ıştır, ilk iplik tezgâhının (Je n n y )111 1765’de, Blackburn’lu bir marangoz
olan H argreaves tarafından icat edilmesiyle daha önce bir tek iplik bobini çevirmek için
gerekli olan işgücü ile aynı anda daha çok sayıda iplik elde edilmesi mümkün hale gel
miştir. H argreaves’in bu icadı evlerdeki küçük üretimde de kullanılm aya uygun olmak
la birlikte, birçok zayıf yan ları da vardı. Bu yüzden yerin i kısa sürede özellikle Arkw-
right’in eseri olan daha ileri icatlara bırakmıştır.
Arkwright icat ettiği ilk iplik eğirme tezgâhında (= spinning frame), farklı incelik ve
dayanıklılık derecelerinde çok sayıda ipliği aynı zamanda eğirme, ayırm a ve sarm a işle
mini gerçekleştirebilm ek için makine tarafından çevrilen m akaralar (= rollers) kullan
mıştır. H argreaves’in iplik eğirme makinesi sadece kumaş çözgü ipi olarak (=weft) kul
lanılabilecek yum uşak iplikleri eğirebilir ve üstelik sık arıza yaparken, A rkw right’in da
ha sonra bulduğu su gücü ile çalışan tezgâhı (= w ater frame), daha kaba ve dayanıklı
atkı (= w arp) ipliklerinin elde edilmesinde başarılıydı; sürekli yü ksek kaliteli ipliği da
ha hızlı biçimde üretebiliyordu. Bu makine yirm i y ıl boyunca, on dokuzuncu yüzyılın
başlarında Crompton’un iplik makinesi “k atır”lv, tedricen onun yerin i alm aya başlayın
caya kadar iplik çeşitlerinin pek çoğunda bu sanayi egemen olmuştur.
Pamuklu iplik sanayisinde (dokuma daha geç tarihlere kadar makineleşmemiştir)
başarı, esas olarak ürünle y a da pazarlam a ile ilgili yeniliklere dayalı değildi. Pamuk ip
liği piyasası daha o tarihlerde güçlü bir biçimde oluşmuştu; düşük fiyatlar ve daha iyi
i “Cottage production” ev üretimim, burada daha teknik bir terim olan “küçük ü retici” ile karşılanm ıştır. Aslında küçük
üreticilik terimi, geniş anlam da köy sanayilerini, el zanaatlarım hatta Sm ith’gil "m anüfaktür” y a n i atölye tipi üretimi de
kapsar.
ii Kumaşçı “clothier” de daha büyük kum aş tüccarlarından sipariş alan ve işyerlerini (iş alan evleri) de denetleyen, ger
çek kapitalist olan “merchant clothier” veya “m erchant”dan aldığı yü n ve benzeri siparişleri dokum acılara “w eavers”
veren ve sonra da ham kum aşları toplayıp, boyam a vb. bitirm e işlerini yap tıran bir aracı durum undaydı (bkz. Alantoux,
62-5). Götürü usulde üretim (putting out) şeması genelde böyle çalışırdı. Bugün de Anadolu'da el halısı yapım ında a y
nı tip iş örgütlenm esini görm ek mümkün olabiliyor.
iii “J e n n y ” H argreaves'in eşinin adını verdiği tezgâh, tek kasnaklı iplik çıkrığı “spinning w heel” kullanan birisinin aynı
anda daha çok (16 ve daha fazla) kasnağı ve bobini hareket ettirm esi esasına dayanm aktadır.
iv “Crompton's m ule” A rkw right m akinesi ile Jen n y'n in özelliklerini birleştiren daha iyi bir iplik m akinesiydi.
56
kalite ile öteki tekstillerin karşısına çıkılabilirse, çok hızlı bir biçimde büyüme potansi
yeline sahipti. M ucitlerin ve girişim cilerin karşı karşıya bulundukları sorun, çeşitli ham
pamuk cinslerinden kaba ve ince tür ipliklerini daha düşük maliyetle işleyebilmek ve
uygun fiyatlarla satabilmekti. Sonunda Crompton’un “k atırı”, bu gereklerden pek çoğu
nu en iyi şekilde yerin e getirm işse de, 1770’ler ve 1780’lerde öncülük yapan,
A rkw right’in su gücü ile çalışan iplik tezgâhıdır. Bir çok mucidin tersine A rkw right bu
luşları sayesinde büyük bir servetin sahibi olmuştur; bunda kuşkusuz girişim ci olarak
icadını mahkemelerde koruyabilme yeteneğine sahip olması büyük bir rol oynamıştır.
Arkw right büyük ölçekli makineli im alata gönülden inanmıştı; daha 1770'li yılların
başlarında İngiltere’nin fabrika teknolojisinin bir sonucu olarak “Doğu Hindistan "a* ip
lik ve kumaş satılabileceğini öngörmüştü. Buna karşılık fabrikalarını kurabilm ek için
yeterli sermayesi yoktu. Önde gelen çorap im alatçılarından biri olan Jed ed iah Strutt ile
gerçekleştirdiği ortaklık bu sorunun üstesinden gelmesini sağlamıştır. Strutt, A rkw
right’in icadının potansiyelini kavrayacak tecrübeye ve bilgiye sahipti; üstüvanelerle pa
muk eğirme patentine dayanan ve beygir gücü kullanan ilk ortak fabrikaları 1769'da
Nottingham'da üretime başladı. Bunu 1771’de, D erbyshire’deki Cromford’da, su gü
cüyle çalışan daha büyük bir tesis (m ili)11 izledi; 1775’de, asıl icadını iyileştiren ikinci bir
patent daha aldı. Başarılı yasal mücadelelerle pekişen “şerefiye” (royalti)111 gelirleri ile
bu kârlı girişim ciliği, 1792’de öldüğünde, A rkw right’in ülkedeki en zengin sanayicile
rinden biri haline gelmesini sağlam ıştır. A yrıca asaletlv payesi almış ve D erbyshire Baş
Şerifiv olmuştu. Rakiplerinin pek çoğu ve makinalaşm a dolayısıyla işini kaybetmiş olan
lar hâlâ ondan nefret etseler de, çok büyük bir övgüye layık görülmüştür:
Hiç kimse onun kadar serveti hak etmemiştir; hiç kimse gelecek kuşakların göstereceği saygı ve şük
ran duygularına onun kadar layık değildir. İcatları yen i ve sınırsız bir istihdam alanı açmış; ülkesi
için, M eksika ve P eru’nun mutlak sömürge yapılm asından beklenebilecek olandan daha fazla men
faat sağlam akla kalmamış, bütün dünya için de verimli bir zenginlik ve istihdam olanağı yaratm ıştır.
i “East Indies”, Doğu Hindistan, bugünkü Hindistan Alt Kıtası ve G üney Doğu A sya bölgesini kapsar; “W est Indies",
bugünkü K arayipler ve O rta A m erika bölgesini kapsar ki C. Kolomb un keşfettiği bu bölgeyi H indistan zannetm esin
den kaynaklanan bir yan lışın sonucudur. Katır ortaya çıkın caya kadar, H int el yapım ı ipliğin kalitesi elde edilem iyor
sadece üretim m iktan artırılabiliyordu: Bu m akine hem kalite hem de m iktar bakım ından H indistan’ın geçilmesini sağ
lamış, sonunda bu ülke pam uklu dokum anın vatanı olduğu halde, M anchester iplik ve dokum alanna yenilm iştir.
M odern H indistan’ın kurucusu M ahatm a G andi’nin, elinde çıkrıkla dolaşıp pam uklu iplik yapm asının sembolik anlamı,
bu olguyu protesto etm ektir.
ii “M ili”, İngilizce değirm en dem ekse de, ilk tezgâhlar bu değirm enlere uygulandığından, sanayi tesisi, fabrika yerine
“m ili” kullanılm ası bu tarihten sonra yaygınlaşm ıştır.
iii “R o yalty”, bir icat veya teknolojinin meşru kullanım ı için çeşitli biçimlerde yap ılan ödemeleri kapsar; Türkçe “şere
fiye” denebilir, ancak bu terim i tam karşılam adığından daha ilerde “royalti" olarak çevrilm iştir.
iv “Knighthood” şövalyelik alınca adı da “S ir Richard" olmuştur.
v “High Sheriff" İngiltere’de illerde (county) görevi, özellikle kanunların ve mahkeme kararlarının uygulanm asını sağ
lam ak olan yü ksek rütbeli bir kam u görevlisi.
57
A rkw right’in Cromford’daki fabrikası 1770’lerde 300 kişi çalıştırırken, 1816 yılınd a
bu sayı 727’e yükselm iştir. Bu dönemde binden fazla usta işçi istihdam eden birkaç ip
lik fabrikası daha vardı. Aynı dönemde hâkim teknoloji, kaba iplikler dışında, A rkw
right’in su gücü ile çalışan iplik tezgâhından Crompton’un katırına, güç kaynağı da gi
derek buhar makinesine kaym aktadır. Buhar makinesi gücüyle çalışan dokuma tezgâh
larının ortaya çıkışı, kumaş dokumanın da makineleşme konusunda iplik üretimine y e
tişmeye başlamasını sağlamış, bazı fabrikalar iplik üretimi ile dokum ayı bir arada yü rü t
meye girişm iştir.
H argreaves ve A rkw right’dan farklı olarak, Samuel Crompton’un (1753-1827) ken
disi bir iplik üreticisi ve dokumacıydı. 1770’li yıllard a icat ettiği “k atır” diye anılan iplik
makinesinin patentini alm ak için Bolton’daki (Lancashire) yerel kilisede keman çalarak
kazancını biraz artırm aya çalışsa da, yeterli bir geliri yoktu. Bu yüzden küçük vaatler
karşılığı, icat etmiş olduğu makinesinin ayrıntıları konusunda bazı yerel üreticilere bil
gi verdi; sonuçta elde ettiği gelir toplam olarak sadece 60 İngiliz Lirasıydı. İcadının tek
nik üstünlükleri o kadar güçlü idi ki 1780’ler ve 1790’larda kullanımı hızla yaygın laştı
ve sonunda 1801’de, Crompton da bir arkadaşından 500 İngiliz Lirası borç alarak ken
di küçük işini kurdu. Ancak, utangaç ve işadam lığına hiç de uym ayan mizacı yüzünden
icat ettiği makine çok büyük başarı kazandığı halde kurm uş olduğu bu şirket kısa süre
de iflas etmiştir.
Katırın teknik üstünlükleri bütün dünyada tanındığı ve takdir edildiği için, Parla
mento, İngiliz sanayisine yapm ış olduğu hizmetlerden dolayı Crompton’a 5000 İngiliz
Liralık bir bağış yapm ış; önemli icadına karşılık elde ettiği hatırı sayılır tek parasal kar
şılık bu olmuştur. Katır, iplik eğirme makinesi (jenny) ile su gücüye çalışan iplik
tezgâhının (water frame) çeşitli özelliklerini bir araya getirm iştir. Ancak Crompton, her
zaman m akaralar kullanarak iplik çekme sistemini A rkw right’dan bağımsız olarak ge
liştirdiğini savunm uştur. H ills “Neden Üç M ucit” (1994) başlıklı m akalesinde,
A rkw right’in kendi patent hakkı hâlâ yürürlükte olduğu halde, Crompton aleyhinde
hiçbir zaman patent ihlali talebiyle dava açmamış olmasına dikkati çekmektedir.
Crompton ü n katırı, ipliklerin bükülmesi ile çekilmesi işlemlerini birbirinden ayırabil
mekte, böylece hem en ince hem de kalın ipliklerin eğrilmesine olanak sağlam aktadır
(ibid., 1994). M akara hızlarının ayarlanm ası için gerçekleştirdiği özgün bir düzen, ipli
ğin, A rkw right’in sistemindekinden çok daha az gerilmesini yan i kopmamasını sağlıyor
du. Crompton’u mucitliğe sevk eden asıl itici neden, bir dokumacı olarak kullanm ak zo
runda kaldığı ipliklerin kalitesi konusundaki bıkkınlığıdır; ancak A rkw right’daki g iri
şimcilik niteliklerinin hiçbirine sahip değildi.
A rkwright ile Crompton arasındaki zıtlık, Schum peter’in yen i bir sanayi sektörünün
başlangıçtaki hızlı büyüme döneminde, girişim ciliğin rolüyle ilgili teorisinin ilgi çekici
58
bir örneğidir. Arkwright, Schum peter’in başarılı bir girişimcinin en önemli vasıfları ola
rak tanımladığı, yeniliği uygulam aya koym ada kararlılık (sadece icat etmek değil) ve
karşısına çıkan engelleri aşm a konusunda ısrar etme gibi niteliklere bütünüyle sahipti.
A ralarındaki zıtlık, aynı zamanda yen i m akineler için gerekli m asrafları karşılayabilecek
ve faaliyetin (zarar edilen) ilk dönemleri için finansman sağlayacak ölçüde serm ayeyi
bulmak gibi, o dönemin başarılı girişim ciliği için gerekli olan başka özelliklerin de ör
neğini oluşturmaktadır. A rkw right in Strutt ile ortaklığı onun sorununu halletmiştir; fa
kat Crompton hiçbir zaman bu sorunun üstesinden gelememiştir. M ucitlerle girişim ci
ler arasındaki ortaklıklar (başka bir ünlü örnek Boulton-W att ortaklığıdır) İngiltere’de
yeni ve yenilikçi firmaların yükselm elerini sağlayan en önemli örgütlenme tekniklerin
den biridir ve bu teknik, İngiltere’y i diğer Avrupa ülkelerinden ayırm aktadır.
Nihayet, aralarındaki zıtlık, Sanayi D evrim i’nin bu başlangıç aşam asında bile, ye n i
liğin kâr getiren bir süreç olduğunu göstermesi açısından da önemlidir. A rkw right’in
meslek hayatı boyunca süren patentlerini korum ak ve bunlardan en yüksek düzeyde çı
kar elde etmek için gösterdiği kararlılık bir yandan Crompton’un cılız çabaları, öte y a n
dan da W edgwood’un patent haklarının getirdiği tekelciliğe karşı olması ile zıttır. D a
ha önce de görmüş olduğumuz gibi, W edgwood sanayideki yerini koruyabilm ek için sü
rekli yen i tasarım lara ve pazarlam a yeniliklerine güvenmiştir. Şimdi olduğu gibi o za
man da korum acılık yöntem leri ve diğer yöntem lere karşı oluşan tepkiler, sanayinin
hangi sektörü ile ilgili olduğumuza ve taklit edebilme m aliyet ve kolaylığına büyük öl
çüde bağlıdır; temel yeniliklerden tekelci bir yap ı içinde yararlanılabilm esi olanağı ha
ya ti önem taşım aktadır.
Gerçekten, icatları ve yenilikleri korumak için sürdürülen ulusal politikalar eski mer-
kantilist geleneğin üzerine en çok titrenen siyasi silahlarıdır. Ticari sırları yu rt dışına çı
karırken yakalananlara ağır cezalar verilmektedir ve bu yüzden Samuel Slater, 1789 y ı
lında, A rkwright’in su gücü ile çalışan tezgâhının sıralarını Birleşik Devletler’e götürmek
için gemiye binerken yanına bununla ilgili ne bir çizim ne de yazılı bir şey alm am aya özen
göstermiştir. Bunun yerine her şeyi ezberlemiş ve ABD'ye varışından kısa bir süre sonra
tezgâhın bir örneğini ezberden yapm ıştır (Chambers, 1961). Yirmi y ıl sonra Francis Lo
well buhar gücüyle çalışan dokuma tezgâhının sırlarını da aynı şekilde, götürmüştür.
59
olumlu biçimde etkileyen ölçek ekonomilerinin yan ı sıra, bu tür yeniliklerin de katkısıy
la sürdürülmüştür. Arkwright ve Crompton’un getirdikleri yenilikler ve dokumada bu
har makineli tezgâhın kullanımı yaygınlaştıktan sonra pamuklu, İngiltere’deki fabrika ta
banlı temel sanayi dalı olarak yerleşm iş ve firmalar büyüklük dağılım ları açısından nis
peten dengeli bir yap ıya kavuşmuştur. Bu sanayi on dokuzuncu yü zyıl boyunca büyü
meye devam ederken, birkaç büyük firmanın üretiminin toplam üretimin yaklaşık üçte
birine, sabit sermayenin ise bundan daha büyük bir oranına sahip olduğu, gerisini ise or
ta, küçük ve çok küçük firmaların oluşturduğu bir büyüklük dağılımı ortaya çıkmıştır.
Bununla birlikte M ansfield’in (1962) işaret ettiği gibi, firm aların büyüklük dağılımı
konusundaki Gibrat Yasası, özellikle firma ölümlerinin ele alınış biçimine bağlı olarak,
birkaç değişik biçimde ifade edilebilir ve bu ifade biçimlerinin kendilerine özgü zorluk
ları vardır. Küçük firmaların sanayi dışına çıkması y a da ölmesi daha muhtemeldir; bu
durumda, bunların dışarıda bırakılm ası doğru olacaktır. Sıralam a bir m iktar değişmek
le birlikte, bir düzine kadar öne çıkmış firmanın öncülük rollerini oldukça uzun bir za
man sürdürmüş oldukları görünmektedir. İflasları içeren karışıklıklar daha çok büyük
firm alara y a da tüccarlara taşaronluk yapan; özel ürünleri ile sınırlı p iyasalara1 hitap
eden ve/veya düşük sermaye, enerji y a da emek m aliyetlerinden yararlanan küçük fir
malar arasında yaygın dır. Küçük firm alar piyasa durgunluklarını genellikle atlatabil
dikleri halde 1826’da 33, 1837’de 39, 1839’da 56 ve 1836 ile 1842 yılları arasında 241 if
las olayı gerçekleşmiştir. Gatrell (1977) iflaslardan büyük firm aların da etkilendiği ko
nusunda ısrarlıdır. Ancak küçük firm aların çok daha fazla zarar görmüş oldukları ko
nusunda kuşku duyulamaz; büyük ve küçük firm aların varlıklarını bir arada sürdürdü
ğü diğer sanayi sektörlerinde de gözlenebilmektedir. Y enilikle firma büyüklüğü arasın
daki ilişkiler 9. Bölüm’de daha ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır.
Pam uklu sanayinin İngiliz ekonomisinin toplam büyümesine yapm ış olduğu katkı
hiç de küçümsenmemelidir. Floud ve M cC loskey (1981), 1780 ile 1860 yılları arasında
pamuklu sanayisindeki verim lilik artışının, ekonomideki toplam verim lilik artışının
%15’ini oluşturduğunu hesap etmişlerdir. 1850ye gelindiğinde pamuk ipliği ve pam uk
lu kumaş İngiltere’nin toplam ihracatının %40’ını gerçekleştirm ektedir ve 1900 yılın d a
çok daha büyük bir toplamın hâlâ %26’sıdır. Bu sanayi, Birinci D ünya Savaşı’na ka
dar büyüm eye devam etmiş, 1890 ile 1913 arasında iki radikal yenilik —tamburlu mo
dern iplik tezgâhı11 ve otomatik dokuma tezgâhı—İngiltere’nin uzun bir geçmişe sahip
dünya piyasalarındaki liderliğini tehdit ederken de, Hindistan ve Çin’e yap ılan ihracat
artışını hızla sürdürmüştür. 1870 gibi geç bir tarihte bile pamuklu, İngiliz sanayisinde
enerji tüketiminin %30’unu gerçekleştirm ekteydi.
i “Niche m arkets" özel bir mal ve hizmette sınırlı bir üretim yap an küçük bir piyasanın İngilizce ifadesi.
ii “Ring-fram e spinning"
60
Pamuklu piyasalarında İngiliz hakimiyetinin on dokuzuncu yüzyıl boyunca sürmesiy
le ilgili açıklamalarında M ass ve Lazonick (1990), bu "sürdürülen karşılaştırm alı üstünlü
ğün”, üretim faktörlerinin birikimli bir süreçte birbirlerini karşılıklı olarak geliştirmesi ve
kullanmasına bağlamaktadırlar. Bunlar emek maliyetlerini, pazarlam a maliyetlerini ve yö
netim giderlerini etkilemiştir. Bütün bu alanlarda sanayi ölçek ekonomileri (M arshall’ın
dışsal ölçek ekonomileri) önem kazanmaktadır. Emek söz konusu olduğunda:
On dokuzuncu yüzyılda emek kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanılm ası Ingiliz pamuklu sanayisi
nin karşılaştırm alı üstünlüğü için, eşsiz bir kaynak sağlamıştır. Temel makine teknolojileri, bu m aki
neleri işler halde tutmak için çeşitli alanlarda uzmanlaşmış insan emeğinin birbirini tam am lar biçim
de kullanılm asını gerekli kılm aktadır. Deneyim, işçilere sadece belirli bilgi ve kavrayışla ilgili beceri
ler (iplik makinesini çalıştırm ak gibi, çok daha yüksek düzeyde nitelik isteyenler de vardır) sağlam ak
la kalmamakta, aynı zamanda (uzun dönemde daha önemli olmak üzere) ürünün kalitesine, malze
meye y a da makinelere bir zarar vermeden uzun saatler çalışabilme yeteneğini de geliştirmektedir.
M ass ve Lazonick, emek gücünün giderek artan becerileri ve fabrikada çalışm aya
alışkanlık kazanma sürecinin üzerinde önemle durmuş olm akla beraber, söz konusu
zamanda ve sektörde, (İngiliz sanayi ilişkileri hakkında daha sonraları ortaya çıkmış
olan bazı klişeleşmiş fikirlerin tamamen tersine) işçi sendikaları örgütlenmesinin verim
liliği sürdürme ve artırm a girişim leri ile özellikle uyumlu olduğunu vurgulam aktadırlar.
Teknik bilgileri daha yü ksek nitelikli işçilere (Genellikle yerel zanaatlarda deneyimleri
olan), acemilerin işe alınması, eğitilmesi ve denetlenmesi konusunda büyük sorum luluk
lar verilmektedir.
Pam uklu sanayi işçileri fabrika çevrelerinde yetişm iş olmanın ve fabrika işçiliğine erken y a şta baş
lamanın sağladığı genel alışkanlığın yan ı sıra, belirli iplik cinslerinin eğrilm esinde ve belirli tip
kum aşların dokunm asında özel yetenekler geliştirm işlerdir.
M ass ve Lazonick diğer tarihçiler gibi, Bolton (ince iplikler), Oldham (kaba iplik
ler), Blackburn ve Burnley (kalın kum aş) gibi çeşitli Lancashire kentlerinde özel alan
larda uzmanlaşmış emeğin toplanmış olmasının yarattığı toplam ekonomiye dikkati çek
mektedir. Aynı sav, makinelerin bakım (ve geliştirilm esi) için yerel düzeyde mevcut
bulunan becerikli ve bilgili makine ustalarının varlığı konusunda da geçerlidir. Verim-
lik artışının sağladığı kazanç genellikle sendikaların gücüyle usta işçilerle paylaşılm ak
tadır.
61
1870’lerde dünyanın çeşitli yerlerindeki pam uklu sanayileri, İngiliz fabrika ve teçhizatım, hatta
m ühendislik becerilerini kolaylıkla satın alabilirdi. Ancak dünyada hiçbir pam uklu sanayi İngil
tere’nin yü k sek düzeyde verim li işgücüne kolaylıkla sahip olamazdı; dünyadaki hiçbir pamuklu
sanayi, İngiltere’nin sahip olduğu deneyimli, uzmanlaşmış ve ortak çalışm aya hazır işgücünü ortaya
çıkarm ış olan yü zyıllık gelişme sürecini yaşam am ıştı.
(.Mass ve Lazonick, 1990, s. 8)
Benzer iddialar, makine yapım sanayisi ile fabrika ve makine tasarımı için de geçer-
lidir. İlk dönemlerde, değirmen inşa ustaları1, tahıl öğüten su değirmenleri, rüzgâr
değirmenleri, vb. yapım cıları geleneğinden gelirken, makinelerin giderek belli alanlar
da özelleşmesi ve gelişmesi, bu alanda da uzmanlaşmış bilgi birikim ini giderek daha
önemli hale getirm iştir. Bütün bu gelişm eler makine kullanım ını yü k sek düzeylere
çıkarırken m akinelerin üretim m aliyetlerini de düşürmüştür.
Hammadde m aliyetleri konusunda ise yü ksek bir yoğunlaşm a düzeyine ulaşmış olan
Liverpool pamuk piyasası, Lancashire’e olağanüstü bir üstünlük sağlam ıştır. Günümüz
de Amsterdam çiçek piyasasının dünyanın her köşesine reeksport yapm ası gibi, yab an
cı alıcılar Liverpool’dan satın almanın başka yerlere göre daha ucuz olduğunu bilmek
tedir. M anchester Gemi Kanalı ve 1830’dan itibaren faaliyet göstermekte olan
Liverpool Demiryolu, Lancashire için taşım a m aliyetlerinin çok düşük olduğu anlamına
gelmektedir. Lancashire iplik üreticileri, hammadde hemen ellerinde olmasa bile, çok
çabuk temin edebildikleri için daha uzak bölgelerdeki rakiplerinin katlanm ak zorunda
oldukları stok m aliyetlerinden kaçınabilm ektedirler. Liverpool piyasası, Lancashire’e
pamuğun cinsi ve kalitesi konusunda muazzam bir esneklik sağlarken, iplik üreticileri
aynı zamanda ortaya çıkm akta olan fiyat değişikliklerini haftalık olarak izleyebilmekte
ve bundan y a ra r sağlam aktadır. Ü stelik Lancashire, düşük kaliteli pam ukları işleyebil
me konusunda başkalarında olmayan bir kabiliyete de sahiptir; Amerikan İç Savaşı
sırasında kısmen Hint pam uğuna bile dönebilmiştir.
Dünyanın her yerin e yayılm ış olan pazarlam a yap ısı ve daha önce belirtmiş olduğu
muz firmaların yararland ığı ölçek ekonomileri dahil, Lancashire sanayisinin diğer biri
kimli üstünlükleri, dünyada olup biteni bilen deneyimli tüccarları ve im alatçıları11 ile
birlikte, müşteri hangi malı isterse istesin dünyanın her köşesine hızla teslimat yap ılab i
leceği anlam ına gelmekteydi. Yine de bu sanayinin genel avantajı, stok, taşım a ve ha
berleşme m aliyetlerinin düşük bir düzeyde tutulmasını sağlam aktan geçmekteydi.
i “M illw rights” değirm en yapım cısı. İlk fabrikalar değirm enlere kurulduğundan ilk modern fabrika tasarım cıları da bu
değirm enciler olmuştur. D eğirmen ve fabrika terim leri için s. 43’teki dipnota bakınız.
ii “Converter ve finisher”yerine ikisini de kapsayan imalatçı terimi kullanılmıştır. “Converter” ham kumaşı alıp, beyazlatan,
boyayan veya baskı işleriyle birlikte diğer bitirme işlemlerini yap an kimsedir. “Finisher” ise bitirme işlemlerini yap an kim
sedir; yerine uygun bir Türkçe karşılık bulamadığımız için, bulununcaya kadar bu bilgiyi vermekle yetiniyoruz.
62
M ass ve Lazonick teorisinden söz etmemizin bir nedeni de, sadece Ingiliz pamuklu
firmalarının on dokuzuncu yü zyıl boyunca devam eden hâkim iyetini açıklam ak için u y
gun bir yaklaşım olması değil, fakat dünya ticaretinde ve sanayi uzmanlaşmasında daha
sonraki dönemlerde gözleyeceğimiz, “yap ışkan lık” y a da işe asılm a (= stickiness)
niteliğini de genel olarak açıklam akta olmasıdır (III. Kısım). Bu yaklaşım , yine III.
Kısım’da tartışacağım ız herhangi bir radikal teknolojik yen ilik olmadığı halde, uzayan
verim lilik artışı dönemlerinin ve arkadan gelenlerin önde gidenleri "yakalam asındaki"
güçlüklerin açıklanm ası açısından da yararlıd ır.
Pamuklu ve seram ik sanayilerinde 1770'lerden 1840’lara kadar geçen bir dönemde,
bazı temel yeniliklerin ve girişim cilerin ele alındığı bu kısa özetin ardından, gelecek
bölümde, Amerika Birleşik D evletleri’nin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Ingil
tere’y i yakalam ası ve geçmesi sürecini ele alacağız. Bunun için 1. Bölüm’ün son birkaç
paragrafında özetlenen Victoria Dönemi Ingiltere’sindeki buhar gücünün ve dem iryol
larının, İngiliz sanayisinin dünya çapındaki rekabetçi üstünlüğünü oldukça uzun bir
zaman sürdürebilm esini mümkün kılacak biçimde, hızla yaygınlaşm asını tekrar ele
alacağız.
63
3. Bölüm
Bölüm’de çok kısa da olsa, İngiltere’deki Sanayi D evrim i’nin bazı önemli y e
65
bazı ulusal ortamlar, bilimin ilerlemesi ve (belki de daha önemlisi) bilimin teknoloji ile
ilişki kurm ası için daha uygun y a da daha olumsuz koşullar oluşturabilm ektedirler. Bu
farklı ulusal ortam lar yaratıcı girişim ciliği ve gerekli risk sermayesine ulaşımı y a teşvik
etmekte y a da engellemektedir. Bu sistemler, bazı durum larda yen i bir ürünün gelişti
rilmesi, üretilm esi ve satılabilmesi için gereken yetişm iş, becerili bir insan gücünü sağ
layam am aktadırlar (bkz. 12. Bölüm).
Son zam anlarda iktisatçılar, bir ulusal ekonominin yen ilik konusundaki başarı veya
başarısızlığını en çok etkileyen unsurları daha sistematik bir biçimde incelemeye başla
mışlardır; bu analizi tanım lam ak için de “ulusal yenilik sistemi” ifadesini kullanm akta
dırlar (Lundvall, 1992; Nelson, 1993). Bu konudaki çalışm aların bir kısmı, 3. Bölüm’de
iktisadi büyüme ve uluslararası ticaret konularındaki karşılaştırm alar sırasında görül
mekle birlikte, bu bölümdeki tartışmamız Birleşik Devletlerin ulusal yen ilik sisteminin
bazı özel nitelikleriyle sınırlı kalm aktadır. 2. Bölüm İngiliz sistemi ve başta pamuklu
sanayisinde olmak üzere bazı özel yenilikler konusunda yoğunlaşm ışken, bu bölüm, y e
niliklerin bazı sistemik cepheleriyle çeşitli sanayi sektörlerindeki yeniliklerin perfor
m ansları üzerinde durm aktadır. Bunun nedeni, öncü sektörlerin ürünlerinin —elektrik
ve çelik—hemen bütün sektörlerde sayısız kullanım alanı olmasıdır. Bir başka neden ise,
bu öncü sektörlerin on dokuzuncu yüzyılda, dünya teknoloji liderliğine yükselm iş olan
ve bu dönemde ekonomik büyümesi ve verim lilik artışı dünyadaki diğer ülkelerden da
ha yüksek olan bir ülkenin yan i ABD ’nin özellikleri olmasıdır .
İngiltere 104 78 57
Fransa 56 48 40
Alm anya 50 50 30
15 ülke 51 33 36
K a yn a k : A b ra m ovitz v e D a v id (1994).
On sekizinci yü zyıld a “ulusal yen ilik sistem i” Ingiliz sistemine en çok benzeyen ül
kenin, eski Ingiliz kolonisi ABD olması şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, on dokuzun
cu yüzyılın ilk yarısında, büyük doğal kaynaklar zenginliğine ve gerekli birçok uygun
kurumunun varlığına rağmen doğal kaynaklardan ülkenin büyüklüğünden yeterli ölçü
de yararlanm ayı sağlayacak bir ulaşım sisteminin eksikliği yüzünden, ABD büyüme hı
zı hâlâ düşük düzeydedir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında dem iryollarının inşası ve
yen i teknolojilerin gelmesiyle, Amerikan girişim cileri dünyanın geri kalan kısmının önü
ne geçme olanağını yakalam ışlardır. Birleşik Devletler başlangıçta teknolojilerinin bü
66
yü k kısmını Avrupa’dan aktarm ış, ancak Am erikalı mucitler daha ilk andan itibaren, bu
teknolojileri Amerikan koşullarına uyacak biçimde değiştirmiş ve yeniden biçimlendir
mişlerdir. Y üzyılın sonuna gelindiğinde, Amerikan mühendisleri ve bilim adam ları sa
nayi dallarının çoğunda Ingiltere'dekilerden daha verimli ürünler ve üretim yöntem leri
geliştirmektedirler.
A m erika’da bilimin tamamen uygulam aya dönük yan ı hayranlık uyandıracak bir biçimde anlaşılır,
kavranır ve uygulam anın kaçınılm az koşulu olan teorik bir sorun da hemen ele alınır. Am erikalılar,
bu temel üzerinde her zaman özgür, özgün ve icatçı bir düşünce gücü gösterirler.
ilk göçmenler, bir ölüm kalım savaşımında, Am erika K ıtası’nda tarım tekniklerini
yap arak öğrenmeye mecbur kalm ışlar ve tarım sal araştırm a hemen göze çarpan bir
özellik olarak, çok erken tarihlerde kamu desteği ile ortaya çıkmıştır. A vrupa’da feodal
kurum lar hem tarım da hem de sanayide gelişm eyi geciktirirken, Birleşik D evletler’de
ne tarım da ne de ekonominin başka bir parçasında hiçbir zaman hiçbir feodal kurum ol
mamıştır. Üstelik toprağın nispi bolluğu, batıya doğru ilerleyen sınır, yerli medeniyetle
rinin yo k edilmesi y a da küçük alanlara hapsedilmesi gibi unsurlar, iktisadi gelişmenin
erken dönemlerinde beyaz göçmenler arasındaki nispeten adil bir gelir dağılım ı çerçe
vesinde, saf bir kapitalist iktisadi kalkınm a biçimini öne çıkarm ıştır. Bu genellemenin
büyük istisnası, kuşkusuz G üney’in köleci ekonomisidir. Özellikle, Güney’in, Birliğin1
genel iktisadi büyümesinde köleci ekonomisini sürdürmesinin etkisiyle ne kadar geri
kaldığını tahmin etmek güç olmakla birlikte, Birleşik Devletler Ingiltere’nin hiçbir za
man ulaşam adığı kadar yü ksek . hızlarına, Iç Savaşın11 Kuzey tarafından kazanılm asını
izleyen dönemde ulaşmıştır. Köleliğin ilgasından sonra da bazısı bugün bile devam eden
sosyal ve ekonomik sorunlardan oluşan bir miras kalm ıştır. Ancak Birliğin sürdürüle
bilmesi, Kuzey ve B atı’da hâkim olan kapitalist gelişme çizgisinin bütün ülkede hâkim
olması anlam ına gelmektedir. Bu koşullar altında hiçbir yerde görülmemiş bir girişim
cilik kültürü yaygınlaşabilm iştir.
67
Amerikan iktisat tarihinin İç Savaşı izleyen dönemini inceleyen Abramovitz ve Da-
vid (1994) gibi tarihçiler, Birleşik Devletler ekonomisinin bir araya geldiklerinde, hızlı
bir büyüme için çok uygun koşullar yaratan bazı özelliklerine işaret etmektedir. Bunlar:
(i) Arazi, madenler ve ormanlar şeklinde doğal kaynak bolluğu;
(ii) Özellikle madencilik, birincil kaynakları işleme ve im alat sanayilerinin üretim,
pazarlam a ve finansmanında, ölçek ekonomilerinden yararlanm aya olanak sağlayan
olağanüstü büyük ve homojen bir iç piyasaya sahip olm aktır.1
Abramovitz ve D avid’e göre, Kuzey Am erika’da emeğin nispi fiyatının yüksek olma
sı, yukarıda sayılan avantajlarla bir araya gelince, sermaye ve doğal kaynak girdilerinin
emek girdilerini ikame etmesine neden olmuştur. Bu durum, daha on dokuzuncu yü zyı
lın ilk yarısında, mekanizasyon ve standart üretim konusunda, Amerikan tipi emek sa
kıngan, sermaye yoğun bir teknoloji çizgisinin oluşmasını teşvik etmiştir. Böylece, Ame
rikan imalat sanayisi, 1850 gibi erken bir tarihte, kalite bakımından İngiliz verim lilik dü
zeylerini aşmıştır. On dokuzuncu yüzyıl ilerledikçe "büyük ölçekli üretime ve daha hızlı
üretim hızlarına olanak sağlayan mühendislik teknikleri daha çok araştırılm ış ve yaygın
laşmıştır. Amerikan sanayi yöneticileri, büyük kitle piyasalarını yaratm ak ve bunlardan
yararlanm ak konusunda gerekli olan büyük işletmelerin örgütlenmesi, finansmanı ve yö
netimi konusunda uzmanlaşm ışlardır” (Abramovitz ve David, 1994, s. 10).
13 A vrupa
Alm anya İtalya İngiltere ülkesi ortalam ası Ja p o n ya
1870 73 _ 117 _ _
1880 73 26 106 68 12
1913 60 24 59 48 10
1938 42 32 43 39 13
1950 46 31 46 39 13
68
dan da ifade edilmektedir. Bize göre petrol ve çelik konusundaki örnekler özellikle dik
kat çekicidir; çünkü bu mallar her çeşitten sermaye yoğun yatırım projelerinde, serma
y e malları üretiminde, ulaştırmada, enerji üretim ve dağıtım ında anahtar rol oynarlar.
Pamuk, demir, kanallar ve su gücü, İngiliz Erken Sanayi D evrim i’nin öncü sektörleriy
di; çelik ve elektrik ise, Am erika’nın 1880 ile 1913 arasındaki muazzam büyüme patla
masının öncü sektörleridir. Petrol ve otomobilin öyküsünü 6. Bölüm’de ele alacağız. Bu
bölümde dikkatimizi, kendilerine özgü nitelikleri nedeniyle çelik ve elektrik sektörlerin
deki teknolojik yeniliklerle, iş yönetim yenilikleri üzerinde yoğunlaştıracağız.
69
Y ıllar
Carnegie, çelik ray üretmek için ilk Bessemer fabrikasını, 1875 yılında, İngiltere y i
ziyaretinde gördüğü bir teknolojiye dayandırm ıştır; ancak üretim ölçeği çok daha hızlı
büyümüş ve ABD çelik firm alarının pek çok ek yen ilik getirmesine neden olmuştur. Bu
yeniliklerin sonucunda daha önce Lancashire'de, pam ukta olduğu gibi, m aliyetler ve fi
ya tlar büyük ölçüde düşmüştür. Landes (1969), 1860’lardan 1890’ların ortalarına kadar
geçen dönemde ham çelik m aliyetlerindeki düşüşün %80-90 arasında olduğunu tahmin
etmektedir. Bu dönemde, A BD ’de çeliğin en çok kullanıldığı y e r çelik ray üretimidir;
70
Tablo 3. 4 ABD 'de Çelik R ay F iyatları
1870 107 38
1875 69 33
1880 68 29
1885 29 27
1890 32 27
1893 28 27
1895 24 25
1898 18 25
1910 28 28
1920 54 60
1930 43 50
Tablo 3.4 bu ürünün fiyatındaki hızlı düşüşü ortaya koym aktadır. Çelik raylar dem ir
den üretilenlere göre 5-6 kez daha uzun ömürlüdür ve fiyat düşüşleri ancak bir karte
lin1 kurulm ası ve genel bir enflasyonun başlam ası ile durmuştur.
Amerikan girişim cileri, sanayi proseslerini büyük ölçeklere çıkarm ak ve çok büyük
piyasalara hizmet etmek için tasarlanm ış m akineler ve üretim sistemlerinde yenilik ya p
ma konusunda mükemmelleşmişlerdir. Chandler’in (1977) vurguladığı gibi, ABD nin
muazzam doğal sermayesini kullanarak dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş bü
yüklükte ölçek ekonomileri yaratabilm esi, ulaştırm a ve haberleşme (demiryolu ve telg
raf) altyapısının gelişmesinin sonucudur. Demiryolları, ayrıca büyük kuruluşlar için iş
yönetim tekniklerinin geliştirilm esine de önemli katkıda bulunmuştur.
Daha sonraları United Steel adını alacak olan dev Am erikan çelik firmasının mima
rı, Amerikan girişim ciliğinin en önemli örneği Andrew Carnegie, neredeyse tamamı de-
m iryollarındaki deneyimlerinin sonucu olan bir iş yönetim sistemi getirmişti. Carnegie
18 yaşından itibaren dem iryollarında katip ve telgraf operatörü olarak çalışm aya başla
mıştır. 1856 yılın d a daire başkanı olup, m aliyet muhasebesi sistemlerini öğrenmiştir.
Amerikan İç Savaşı sırasında, arkadaşlarından sağladığı finansal destek ile ray, lokomo
tif ve köprü inşa eden şirketler kurm uştur. Ancak İç Savaş’tan kısa bir süre sonra İn
giltere’y e yaptığı bir ziyaret sırasında, Bessemer çelik üretim prosesinin dünya demir ve
çelik sanayisinde devrim yaratacağı kanaatine varm ıştır. A BD ’y e döndükten sonra,
Bessemer sistemini uygulayarak çelik raylar üreten bir tesis kurmuştur; 1880 y ılı geldi
ğinde artık bir milyonerdir. 1840 yılın d a fakirlikten dolayı Iskoçya'dan Am erika’y a göç
eden C h artist11 bir dokumacının oğlu olan Carnegie, 1900 y ılı geldiğinde, dünyanın en
zengin adamlarından biri olmuştur. Bu tarihten sonra kendisini iş hayatından emekli et-
i “C artel” kartel, bir fiyat veya pazar konusunda, ilgili firm aların gizli bir anlaşm a y ap arak tekel kurm asıdır.
ii “C hartist” İngiltere’de on dokuzuncu yü zyılın ilk yarısın d a genel oy hakkı ve diğer işçi hakları için m ücadele eden bir
hareketin “C hartism ” üyesi.
71
miş ve muazzam servetini —Am erika ve İskoçya’da yüzlerce halk kütüphanesine destek
olmak ve çalıştırdığı çelik işçileri için bir kaza ve sigorta fonu oluşturmak başta olmak
üzere—hayır işlerine (= philanthropy) tahsis etmiştir.
Amerikan dem iryolları büyük çapta işletme istatistikleri, uzun mesafelerle haberleş
me, yü k sek sabit sermaye yatırım ları ve bir yığın teknolojik gelişme ile uğraşm ak zorun
daydı. Demiryolu deneyiminden gelen Carnegie ve yardım cıları, yeni yönetim biçiminin
en önemli başarısını oluşturan ilk ciddi m aliyet istatistiği sistemini oluşturmuşlardır:
Bu m aliyet tabloları Carnegie nin en önde gelen denetim aracı olmuştur. M aliyetler C arnegie’nin
başlıca takıntısıdır. En sevdiği deyiş: ‘‘m aliyetleri gözden kaçırm a, k ârlar kendi başlarının çaresine
b akar” olmuştur.
(Chandler, 1977, p. 167)
Amerikan çelik sanayisinin öyküsü, teknolojik yeniliğin, enerjinin giderek daha yoğun bir biçimde
kullanılm asının, fabrika tasarım ının ve genel yönetim faaliyetlerinin üretim m iktarını nasıl büyük
ölçüde artırdığını, üretimi hızlandırdığını ve genel verim lilik düzeyini başkalarına göre nasıl y ü k
selttiğini, etkili bir biçimde ortaya koym aktadır. C arnegie’nin bu sanayi dalındaki üstünlüğü, tek
nolojik değişmeye verdiği çok büyük önemden, dem iryollarında geliştirilm iş olan denetim ve iş y ö
netim tekniklerinin sanayi sektörüne y aratıcı bir biçimde aktarabilm iş olmasından, kaynaklanm ak
tadır. Teknolojik ve örgütsel yen ilik karşılığını verm iştir. C arnegie’nin fiyatları, bu sanayi dalında
ki her üreticiden daha düşük ve kârları daha yüksektir. E.T. Tesisleri, 1875 yılın d a üretime başla
dığı zaman ton başına 9.5 $ k âr etmiştir. C arnegie’nin çelik ray fabrikası 1878 yılınd a, 401.000 $ y a
da hisse başına %31 k âr sağlam ıştır. K ârlar, izleyen iki y ıl içinde 2.0 milyon $ ’a ulaşm ıştır. İş büyü
dükçe k ârlar da büyüm üştür. 1890’ların sonunda C arnegie’nin, artık önemli ölçüde büyüm üş ve çe
şitlenmiş olan girişim leri, 20 milyon $ kâr getirm ektedir. 1900 y ılı geldiğinde ise kârlar 40 milyon
$ ’a çıkm ıştır. Çok yü k sek m iktarlarda çelik üretme yöntem lerindeki öncülüğünün bir sonucu ola
rak Carnegie, Jo h n D Rockefeller’in petrolde yap tığı gibi, kısa sürede dünyanın görmüş olduğu en
büyük servetlerden birine sahip olmuştur.
(Chandler, 1977, s. 169)
Chandler’in bu sözleri, sadece Carnegie’nin girişim cilik niteliklerini değil, ölçek eko
nomileri, teknolojik ve örgütsel yenilik, verim lilik ve kârlılık arasındaki ilişkileri de çok
güzel bir biçimde özetlemektedir.
72
3.3 Çeliğin Uygulamalarının Yaygınlaşması
Birleşik D evletler çelik sanayi, sadece büyük ölçekli üretim in değil, İngiliz ve A l
man sanayileri ile birlikte özel çeliklerin geliştirilm esinin ve ABD mühendislik firm a
larıyla birlikte, çelik için sayısız yen i kullanım ye ri bulunmasının da öncülüğünü y a p
mıştır. Çeliğin avantajları sadece m aliyetindeki karşılaştırm alı üstünlüğünde değil, fa
kat birçok ürünün ve üretim prosesinin yeniden tasarım ı için güçlü bir gerekçe oluş
turm asında yatm aktadır. Çelik aynı zamanda birçok yen i ürünün, aletin ve üretim sü
recinin, özellikle de makine üretimi, m ühendislik ve inşaat sektörlerinde ortaya çıkm a
sını mümkün kılm ıştır. D aha 1868 yılın d a M ushet, vanadyum ve tungsten katarak çok
daha sert bir alet çeliği alaşım ı üretilebileceğini keşfetti. Bunu, dem ir dışı m etaller k u l
lanarak, geniş bir makine yelpazesi için daha keskin uçlar üretilm esi ve mühendislikle
ilgili birçok parçanın çok daha hassas bir biçimde yapılm asına olanak sağlayan yen i
alaşım ların geliştirilm esi izlemiştir. Fredrick Taylor “bilimsel iş yönetim i”1 konusunda
ki teorilerini geliştirdiği sırada, 1878’den 1889’a kadar, M idvale Çelik şirketinde yö n e
tim danışm anlığı yapm ış ve daha sonra yü k sek hıza dayanan alet çelikleriyle m akine
ler ve bunların kullanılm asıyla ilgili bir dizi icadını gerçekleştirdiği Bethlehem Çelik
şirketinde çalışmıştır.
Demir çelik eritmek için ilk elektrikli fırınlar (furnaces) 1878’de Siemens ve 1879'da
Stevens tarafından icat edildi; demir ve çelik hurdasının çok daha büyük tip elektrik
fırınlarında girdi olarak kullanılm ası, ancak Birinci D ünya Savaşı sırasında ve sonrasın
da gerçekleşm iştir. Elektrik fırınları ilk dönemde, demir dışı metallerle bir dizi özel çe
likler ve alaşım lar üretmede kullanılm ıştır. Bu alaşım lar, elektrik arkları, özellikle Al
m anya’da ve ABD ’de, tedricen, ön plana geçmeden önce, kazan tipi, elektrikli olmayan
fırınlarda (crucible) üretilm ekteydi. Yeni elektrikli fırın ısının 5°C ile 15.000°C arasın
da istenen herhangi bir düzeyde tutulm asına olanak sağlıyordu; yak ıtlarla böyle bir so
nuç elde etmek mümkün değildi (Fabre, 1983). Yeni çelikler yüksek hızla çalışan ma
kinelerde sürtünmeye (= abrasion) karşı dayanıklılık bakımından çok daha üstün nite
liklere sahipti.
Taylor ve W hite tarafından 1895 yılın d a Bethlehem Çelik Firması 'nda icat edilen y e
ni ısıl işlem11 teknolojisi, daha önceki takım tezgâhlarında kullanılılan karbon çelikleri
ne göre, beş kez daha hızlı kesebilen bir alaşım çeliğinin üretilmesini sağlam ıştır; yeni
alaşım ların bulunması bu hızı kısa sürede üç kat daha artırm ıştır. Sheffield’deki Hadfı-
elds firması 1890’larda çok yü ksek sürtünme direncine sahip ve dünyanın her yanında
inşaat ve mühendislik (ve kuşkusuz silah üretimi) sektörlerinde kullanım alanı bulan
i “Scientific M anagem ent" bilimsel iş yönetim i veya eski deyim iyle şevki idare diye de çevrilebilir; Taylor'un kitle üre
tim alanında devrim yaratan kitabına atıfta bulunuluyor.
ii Isıl İşi em “heat treatm ent” çeliğin dış yüzeyin e sertlik kazandıran bir işlem.
73
manganez çeliğini üretmeye başlamıştır. M anganez çeliğinin kullanım yerleriyle ilgili iyi
bir örnek Panama K analı’nı kazan mekanik kepçelerin dişleridir. Hadfields şirketi, a y
rıca, bir zam anlar “elektrik çeliği” olarak da adlandırılan ve mükemmel m anyetik özel
liklerinden ve yüksek elektrik direncinden (böylece, düşük düzeyde enerji kaybından)
dolayı, elektrik transformatörleri ve jeneratörlerin temel elemanlarının yapıldığı silikon
çeliğini geliştirm iştir (Pearl, 1978). Bu örnekler, çelik üretimi alanındaki gelişmelerle
elektrifikasyon arasındaki karşılıklı bağımlılığı açıkça ortaya koym aktadır.
Paslanmaz çeliğin çeşitli özellikleri daha 1903 ile 1910yılları arasında Fransa'da L.
Guillet tarafından incelenmiştir. Ancak bu malzemenin ortaya çıkardığı ticari im kân
ları ilk fark edenler, A lm anya’da Strauss ve M aurer ile Sheffield’de H arry Brear-
le y’dir. B rearley paslanmaz çeliğin çürüm eye ve paslanm aya karşı olağanüstü dayan ık
lı olduğunu, yüksek-krom lu çeliklerin tüfek nam luları için uygun olup olmadığını de
nerken keşfetmiştir. Ingiltere ile Alm anya arasındaki Birinci D ünya Savaşı ile sonuç
lanacak olan silahlanm a yarışı olağanüstü nitelikleri olan yen i çelik alaşım larının geliş
tirilm esi ve genelde ağır m ühendislik faaliyetleri açısından önemli bir uyarıcı unsur ol
muştur. Birleşik Devletler, silahlanm a yarışı içinde bu kadar yoğun bir biçimde y e r a l
masa da hem M idvale hem de Bethlehem şirketleri ABD Deniz Kuvvetleri ile savaş g e
milerinin zırh levhaları konusunda sözleşmeler yapm ışlardır. Taylor da 1906’dan son
ra, ABD silah yapım cıları ve tersanelerine aktif biçimde danışm anlık yapm ıştır. P as
lanmaz çelik, sonunda en önemli kullanım alanını çatal bıçak, gıda ve kim ya sanayile
rinde bulmuştur.
Çeliğin yeni ve geniş bir uygulam a alanı bulması sadece ağır sanayi mühendisliği,
makine ve silah üretimi sektörlerinde olmamıştır. Pek çok tüketici malı üretim sektörü
mevcudiyetini, hızlı büyümesini bol ve ucuz çelik bulunmasına borçludur. Buna örnek
olarak, önce Iç Savaşı izleyen dönemde A BD ’de, daha sonra A vrupa’da hızla büyüyen
konserve gıda sanayi gösterilebilir. Konserve kutularında demirin yerin i çelik şeridin al
ması ve tenekenin kalayla kaplanm asında elektroliz yöntem inin kullanılm aya başlanm a
sı bu sanayi dalında bir devrim yaratm ıştır. Artık bir teneke kutuda kullanılan madde
nin sadece %2’si kalay, %98’i çeliktir; konservecilik tam anlam ıyla bir kitle üretim
sanayi haline gelmiştir. Birinci D ünya Savaşı patlak verdiğinde birçok aile, her yıl, ge
rek gıda gerekse çeşitli başka tüketim m alları için düzinelerce konserve kutusu kullan
m aktadır ve ordular tayınlarında konserve gıdalara bağımlı hale gelmişlerdir.
1890’lardaki hızlı büyümesini kısmen ucuz ve iyi kaliteli çeliğe borçlu olan bir baş
ka tüketim malı bisiklettir. 1920’lerden önce, henüz Fordist kitle üretim teknikleriyle ol
masa da, çelik yoğunluğu yü ksek olan malların sağladığı yen i potansiyelin avantajıyla
yüksek m iktarlarda bisiklet üretimi gerçekleştirilebilm iştir.
7A
Çelik sanayisinde, ağır sanayi mühendisliği ve elektrikli m allar sanayilerinin karşı
lıklı bağımlılığını ve birbirlerini tam am layıcılıklarını en iyi ortaya koyan bir başka ye n i
likler demeti (= constellation), yüksek binaların inşasıdır. 1880’lerden önceki dönemler
de büyük ve çok katlı bir binanın ağırlığını tuğla duvar üzerinde taşıyabilm ek için, du
varların alt katlarda çok kalın yapılm ası gerekm ekteydi: “İç bölümlerin ağırlığı dökme
demir sütunlar tarafından taşınsa da, kendi ağırlıklarını taşım aya yetecek derecede ka
lın dış duvarlar, pencere açmak için çok sınırlı bir alan bırakıyordu” (Hamilton, 1958).
1883 yılında, W illiam Jen n y, US Home Insurance Company tarafından yangına
karşı güvenli ve her odasına yeterli doğal ışık girebilecek 10 katlı bir binanın inşası için
görevlendirildiği zaman, ilk altı katta dökme demir sütunlar ve dövme demir kirişler,
bunun üzerindeki katlarda da çelik kirişler kullanmıştır. Şikago’da, 1890 yılın d a inşa
edilen Rand-M cN ally binasında ise tamamen çelik bir iskelet kullanılm ıştır. Çelik iske
letler, çeşitli katlardaki duvarların birbirinden bağımsız olarak aynı zam anda inşa edil
mesini mümkün kılmıştır. Kısa bir süre sonra da sütunlar ve kirişler arasına yerleştiril
miş paneller olan dış duvarlar “hava perdeleri” haline gelmiş böylece gökdelen çağı baş
lamıştır. Ancak kuşkusuz, gökdelenlerin yaygınlaşm ası elektrikli asansör (1889) (ve el
bette ki elektrikli telefon) olmadan mümkün değildi. Hidrolik asansörler yavaş çalış
m akta ve beş katın üzerinde kullanılm aları güvenli değildi. Şikago ve New York, en
yü ksek ve en görkemli binaya sahip olma konusunda birbirleriyle rekabet halindedir.
Büyük yapılarda kullanılm ak için çelik kirişlerin çekilmesi işlemine, Ingiltere, Almanya
ve Birleşik Devletlerin çeşitli çelik tesislerinde 1880’lerde başlanılm ıştır. Büyük ofis bi
nalarının yan ı sıra, elektrik gücü kullanan ve tavanda hareket eden vinçlere sahip yeni
tip fabrikalar ile elektrik santralları, yen i çelik putrelleri ve diğer çelik ürünleri yaygın
biçimde kullanm aya başlam ışlardır.
Bu örnekten, yenilikler arasındaki tam am layıcılık ilişkilerinin incelenmesi gereği
açıkça ortaya çıkm aktadır. Perez (1983), uzun bir zaman süresine yayılm ış, birbirini ta
mamlayan yenilikler arasında kendine özgü bir ilişki olduğu fikrinde ısrarda haklıdır;
çelik, sanayinin ve hizmetlerin her dalını etkileyen yenilikler dalgasının merkezindeydi.
Üçüncü Kondratieff dalgası süresinde doğru olan, çelik, çelik alaşım ları ve elektrik gü
cü kullanan büyük projeler ve yen i ürünler tasarlam aktı. Perez, herhangi bir Kondrati
eff dalgasında "anahtar faktör” olarak, bunun çok çeşitli kullanım yeri, düşen fiyatlar ve
her yerde bulunabilirliğine işaret etmektedir. Bu gözlem daha önceki dalgalarda pamuk
ve kömüre, daha sonraki dalgalarda ise petrol ve m ikroelektronik işlemcilerde olduğu
gibi, Üçüncü dalgada çeliğe tamamen uym aktadır (Tablo 1.3).
1. Bölüm’de Schum peter'in geliştirm iş olduğu uzun dalga teorisini incelerken, çeliği
daha çok b u h a r g ü ç lü m a k in eler çerçevesinde ele aldığını ve esas olarak “demiryolları,
75
çelik ve buhar tarafından gerçekleştirilm iş bir devrim ” (1939, s. 397) olarak tanım ladı
ğı ikinci Kondrafieff dalgası ile ilişkilendirdiğini görmüştük. Ancak, çelik sanayisinde
üretim teknolojisi ile ilgili temel yenilikler aslında 1850’lerde ve 1860’larda gerçekleşmiş
olduğu halde, ilk büyük buhar gücü ve “dem iryollaşm a” dalgasının temelinde demir at
(lokomotif), demir ray ve demirden yapılm a makine vardır. Çelik tüketim i 1880’ler ve
1890’lara kadar nispeten düşük düzeylerde kalm ıştır (Şekil 3.1).
Üstelik çelik kullanım ıyla, elektrikli m akineleri ve elektrik gücü kullanan ürün ve
üretim teknikleri arasındaki tam am layıcılık ilişkileri, Schumpeter tarafından bir miktar
ihmal edilmiş olsa da, bu husus buhar gücü ile çalışan mekanik donanım ve gereçler ara
sındaki ilişkiden daha önemlidir. Elektrik donanımı ve gereçlerinin çoğunun üretiminde,
daha başlangıçtan itibaren, çelik, çelik alaşım lar ve demir dışı metaller kullanılmış olma
sının yan ı sıra, elektriğin, makine alet ve parçaları üretiminde olduğu gibi, birçok sanayi
dalında kullanılması, çeliğin ve çelik alaşımlarının kullanılm asıyla çok yakın ilişkilidir.
Bu nedenlerle, Birinci ve ikinci Kondratieff dalgalarını "demir çağı” olarak tanımlarken,
Üçüncüsüne “çelik çağı” demek daha doğru olacaktır. Y enilikleri bütünüyle ilk kullanım
tarihine göre bir sıralam a içine sokmak, çeliğin 1880’lerde biçimlenen ve 1890’larda
Üçüncü Kondratieff dalgasının yu k arı doğru hareketinin temel gücünü oluşturan yeni
likler demeti içinde (Perez’in vurguladığı anlamda) bir anahtar unsur olarak, ekonomik
ve teknolojik açılardan taşıdığı anlamı gözden kaçırabilm ektedir (Tablo 3.5).
Elektrifikasyon sürecine yol açan yenilikler, Üçüncü Kondratieff dalgasının yü k se
lişe geçmesinden önceki dönemde, geniş bir zaman aralığı içinde dağılmış olsalar da,
Schumpeter açıkça, “Nasıl ikinci Kondratieff dalgasını dem iryolları ile ilişkilendirm ek
mümkün olmuşsa, Üçüncü D alga da aynı şekilde elektrikle ilişkilendirilebilir” demiştir
(Schumpeter, 1939, s. 397). Şimdi, sıra önde gelen sanayi ekonomilerinin elektrifikas
yon sürecine gelmiş oluyor.
3. A Elektrik ve Elektrifikasyon
Schum peter’in elektriğin taşıdığı önem konusundaki değerlendirmesi sadece bizim
değil, tarihçilerin çoğunluğu tarafından da paylaşılm aktadır. Söz gelişi Leslie Hannah
(1983), elektriği mikroişlemci ile karşılaştırm aktadır: "Birinci D ünya Savaşı’ndan önce
ki on yıllarda, evde, büroda, fabrikada ve bunların yanında kent içi ulaşım da etkinliği
sağlayan sektör, modern mikroelektronik sanayisinin karşıtı olan, elektrik gücü ve
elektrik mühendisliği sanayisi id i.”
Perez’in teknoekonomik paradigm aların değişimi modelinin esas unsuru, ucuz çelik,
ağır sanayi mühendisliği ve elektriğin bütün ekonomiyi etkileyen yaygın bileşimlerinin
kavranmasıdır. Onun modelinde, yeni paradigm a birçok köklü ve tamamlayıcı küçük ye
76
niliği kucaklayarak egemen hale gelmeden önce, çeşitli ekonomik baskılara göğüs gerip,
temel bilim ile karşılıklı ilişkisini geliştirerek, yerleşik teknolojilerin ve firma örgütlenme
lerinin getirdiği sınırlam aları aşıp, mühendislerin, tasarımcıların ve yöneticilerin ortak
aklı olarak, şekilleninceye kadar uzun bir süre geçmektedir. Bu modelde "meta-teknolo-
jinin”1 oluşması için uzun bir olgunlaşma süreci ve bunu izleyen yarım yüzyıl y a da daha
fazla süren bir yaygınlaşm a dönemi çelik ve elektrik örneğine gayet iyi uym aktadır.
Elektrikte, erken bilimsel çalışmaların ve icatların çoğu çeşitli Avrupa ülkelerinde ger
çekleşmiştir. Faraday 1820’lerde, elektrik motorunun ilkelerini belirlemiş, 1831’de Royal
Society’de verdiği bir tebliğde elektromanyetik endüksiyonun keşfini açıklamış; ayrıca,
“transformatör”ün çalışmasını göstermiştir. Daha 1840’larda deneysel elektrik motorları
yapılmıştır. Bilim adamları, on sekizinci yüzyılda bile, elektro-kimyayı ve birçok madde
nin elektrik özelliklerini araştırmışlardı. Volta tarafından ilk bataryanın (volta pili), 1800
yılında icadıyla birlikte, elektrikten bilimsel laboratuvarlar dışında da yararlanm ak müm
kün hale gelmiştir. Elektriğin ve çeşitli uygulam a biçimlerinin gelişmesinde laboratuvar
biliminin rolü mekanik teknolojilerin gelişimine göre çok daha belirgindir.
Alçak akım da erken uygulam alar çok önemli olmakla beraber, büyük ölçüde haber
leşme ile sınırlı kalm ıştır (Tablo 3.6). E lektrikli telgraf, 1830’larda devreye girmiş; bu
nu, 1870’lerde Helmholtz un bilimsel çalışmalarının ve Reis (1861) tarafından gerçek
leştirilen öncü bir tanıtım gösterisinin ardından, patenti Kanadalı Graham Bell’e ait olan
telefonun ticari kullanım a sokulması izlemiştir. M anyetoların ve dinamoların gelişmesi
1850’lere ve 1860’lara kadar ticari ölçekte aydınlatm a için kullanılabilecek düzeye ulaş
mamıştır. M anyeto gücü ile çalışan ilk ark lam baları Ingiliz deniz fenerlerinde kullanıl
mıştır. Güney Foreland’da, deniz feneri ışıklandırm ası için 1858 yılınd a gerçekleştirilen
deneylerin ardından, F araday söz konusu deneyler hakkında deniz feneri yetkililerine
(Trinity House) bilgi vermek üzere davet edilmiş ve ne kadar etkilenmiş olduğunu şu
satırlarla ifade etmiştir:
Profesör Holmes’in deniz fenerlerinde kullanılm ak üzere yapm ış olduğu manyeto-elektrik ışığın,
gerek nitelikleri gerekse idare edilebilirliği açısından uygun ve yeterli olduğu konusundaki fikrimi
ifade etmeme izin veriniz. Işık bugüne kadar gördüklerim in hepsinden daha güçlüdür ve ilke ola
rak belli bir ölçüde biriktirilm esi de mümkün olabilir; fenerin yan ıp sönmesi çok düzenlidir; kulla
nılması kolaydır dolayısıyla bakım ı sıradan zekâ ve bilgi sahibi bekçilere bırakılabilir.
Bu tür özel uygulam alar 1860’h yıllard a yaygın laştığı halde, önde gelen sanayileşmiş
ülkelerde dinamo teknolojisinin (kendinden ikazlı jenaratörler = self-excited genera-
i "M eta-teknoloji” birbirini tam am layan birçok teknoloji sisteminden oluşan ve ‘‘teknoekonomik" paradigm anın tek-
noloji boyutunu oluşturan, makro bir kavram şeklinde tanım lanabilir.
77
-İd
ıs- 1-11
— с - fi S ~I. асе
' 5 .- й
*0 § > > > - _* “C
m С 1.33‘С
о с>Q
еi- 1)с£ 4)*>*^ —§2 friс
о* 0 - яз
i ,Ь " 3
. flj ^5 ! a> С с С>ьр N Q,
E
{fl
O 5
'73
С EF
4»ı b
S3 о" о
§ > fi %
"O «
^ te « -5 —a »^ « «s ^
-G O d rrt > ■о tS 11
Ь"
; § %. - > b S» -3 Ё И- -О Jbû 5 . ^ Р ^£ ,° О
■- o.-o с ^ h fi — 2£- ~—се .£е
(U !_ О з Сï S2"'c
IJ I *6* ¥ +; J S
Cft- > з
S.
3 -S
S J
' S с Û
(U -fi о с >ьЬ^
С ^ .2 ел- 4»
£ ‘С
1 се —сд* се тз
'
!
° b
С J* î . <M « 8 ^
<u . y
> -O 1СП*J"7“S _; "с -ä
1 4, Ç$
-ÏÏ E Ï
«5 S3 се •^,
-h■i S
> ‘сд- 52”
с 1 j j c
Q
4> 4I
„ -5
"2
"°м ce
S -3
.3 ^u
щ
■= r "
_ o д» "О
İ.a
s -—5-
w- d
S*
=ı
> и- ?»Û3 CQ з
-
İSP ÿ -d O
—- с
>bûJ5 -0 > -O
« ce
-Si" * •5 £ fi I s « ce ** <—
Л •= c
:° g « с fi Й .-С £ ьр n s-
boS с
c _û -fi Ï s e S s z ;s° - İ Î " ." •e d сi
ei c s i <U
— 4)
ay
ctj 1^ S -S -O -3 ra g "0s o£-£g
! 1 |
.S ^ - 3 flj > jC
<
— „ <ce
İc
g «O § ii j .«x 5d. fTc3' ■ o j 3 8)1 3с- Ïсе ьо
fim cЁ r -* ^ s ь -f g ^ ce _i и
, .b :fi 4> j >& -fi U- s й— с
£ 52 fi •v
€ -.> > >
-S с ^ 3 ^ Ё >>s
J î 3 § s « с Ë
"e° İ ^5 .S
с Ё
:-| -g
5 b b -
js 60 с
j jd сё_2 ^£.SS-*
fi o
— с -fi d
ç>
св ı-c uo3< \A e *: —
"O cV e* сE : J 2 £ o> сд ё
o
_d
"ÖS ce
è > -c S> Ё2
- ° S “~
_o и £
fi —
> > -* О
1ч
-* -* С -тэ
u ‘-s S с c J2 o w fi
. « р.
w uг ..... _М'й)
E -*ce-Л >j .£
g>cei=3 ce j •£ -а
j-o ca^i-o.fi
t>4)4J -o
e —л>î3 röi"o_2
%пз^
-* 3 2 ï °
% J
C>Cd
§g
Осд < £ OD hûS< Q E cl o. E
о
е
S &
-Й
"âı
й ■я
4İ JS
)hû 1İ 4ı- Ë
•S -с
ce fi bu
-* E «?
r '.3
>faO . >Sb c3 :i dсе о
: >>pû saи
« £ 4) b "
e &g 3 2 4)
O ho o 53 .2 '
E-id -id
1 1 i eb Ê
ь $
641 :dI
•с
- сw -c S
^ .я o « 1 ™ 'g 'С
-S3 -S3 -Xd jr
q a
^
Cd Ecd £ C d <
Ьз-fi
-E ;fi -E ^ ce >ho !fi >bD"o >Sb S
£ < C > < $
-2
Cd
;sbj.
:3 ~ se 4>
а b -й
“ль dP
fi _“îb «c-ee E се с s- с_д
3 T? ' i
- с ı- a e ьо
^03 > « 3İCH “Я -i ” -1^ a
3
0
:0с O'
o
^ -a ^ ce
b
_2 - 2 _£
b fi
j2
b
1 i 1 3 .(_1je ooo
je ce
ö ö ö
(O Y C Û
©
0>
2y сhb o O“' Ю ' T
o o>
I j
СО 00 00 00 00 00
C> N “ 3- 00 — - ' 02
S3
и
i- | :§
’o*-5P
ce
£Q O û
78
-.«5
* j- 3
С
o
У i-
Ё J i "C r
u b- Ï- «* e S3 c S
‘С Л *сл-1—- :3
Г “E .5 "3 ë S i S Ê
c İS
r U jj S3 :0
S -o C u
*: * -5P E О S3
4> >5 :0 '” u 3 :3 on > 3.
« ^ 3 ^ > e j -S j V > E-2 -°- -°« J ï _ э* C O -=
■* |\g 1 J -I i I S 2 *- c e «
■£ te ïï - • >ьрS ’j? « s 3 h i
>> 'ô 4 ^ S t £ ce « ce
“ _- S b n îbû c -5“ -2 3 N
g - ë ^ - ï ce
o c5 E “3 "3 '57 £•ïT'sp с İ - B ^ e * S i 8İTİS
.bp
J -оn «JS £ » J ÿ « iS - jc > » ^
Os2 >13-0
U £ 43 :2a>
« 5<. £SQï-
>C 11 ;Sb — E-S.*«)
4* Q - ^
»j ÿ
.5? ce c j- Ci, u) >
ce 2
В ло ceг T , -£
s- 3 ce ce
.1 ^
O- "O
ce cc u a» E 4* N c
ce - E
<3 §5-Ä £ ^ 5 "u
g £2
Ê >» cT .52 £ I
P " 3*
4» ce
-n w
С «
* r- >
У* £ - i
ц ce о с .5 ff > o»
a
V)
« »
у V —2 <5
.ь s •r -*
:jâ 1< SJ
p Ё>>«-g *-£ ? > .!■ « W* : 3 4» *C
> -ü
52* 4)
|i
". JE r
=
‘3
? с ^
.3 4) ce +-
5
■" ra i
•«g'c a i 5 3 M !
S JS § * 2 ^ » “ я
"
- Б п ю ^j и! £ Ё . Ь е ^ Х с Е
4) ^ce —s - ys 3- g ah û?. su ^сл-
сЗ J )
.S *e. > » 1 3
с £ g Ë g 3 <u >,_*> -B 3 я
iо Э— 13 V.
g с K g g ^ ^ p_Sg S Ë2 Ï o î S-2 . Ь- ga» Sto e c
o
s jS £ c -o <e — > - "3 ^ s !У -C 3 - r ;
u - s— c - m is ®
r* 'C cü ce vu £ ce-**r" nî ?e1Z c«1и* » S 53
5 t 4 “S E «
с ce Г» -* «e .Й 'C4—
ET — . V D A ce о
^ -C
У* сл» > £ Ë -p « 3 В 13 > -oс P
£ -Ş£ 2ce -S
8 3 -& -3 “ - H в t l * ь 'ë . a
с в- В ^
>
С
tfl 2•—
I İ i .gj
ce _çe
ь ъ
ce
n§з $ sü i я 2 тЗ g £ —
I j J -та
- ce
сл 13
сЛ
P S3c
Ь g is 4 J 5,
^ о (Л —
$ Ii
ce ■
ce -<ce
— -y +- £ j eb —
_E
‘ET 5-
41 JJ O 5
«
c4) "SN - *y. -3N
c :3C i-Ï •= §2J' t
J Й
hûl3 r \ bÛ u*33 :g . o s a-
rs ce У N ce В O .£> 'S ¥ 2 5 ,2 9
со oc 2 SzsZ ; _Û :3 >£ 3 c/3
« —. , с
T Sj g g
C
"S
N
ce c S-ts -a:
“ > -я J 2 Ь
-2 Ü - £ 2 i
ca в
4)
ü _ 4)
ce C 13
I — c> » - У
‘■C
“ "P « _C
— - £ ‘53 £ "C u C -a <v о c .-I h S p
сл ce
= - 2ce 4)
-O c Uce
О O :0
"C -Я Ë * J S •3 d == ce P
ce Д 'S
E i f l j e i И 4>
^ C £ t-
4) £^ ;
s g -o £ -3
й , 1 а м з 1
ce - c
£ è>_5 “
I1! ëg âg "S9 ° 5 I“' 2 ce - £ 4*
N -P çe T ^ п ' К
Jr . Ce u sCU ! c4 s §%ş $ä iä £
c =—
O g l ь- c3 ce ce cq ' о.
q N “y E - Ç ^ ^
о< 4) c ce tSh ^
O ^ h h сл «O ^cuc/^cu О I I CQ EÜ % £>-£тзОс*ЕьОс?5>[1Эсй 1aO
c?_£
< £
e u ‘Q
çe s c 4> ce
F .o u
•2 . 1
U Ь4) cp —
13 *■£ “2 bo
VL bo
£о :P ^ "P_2
iS jîû
«>-^5з P
>
o O o o o o
o(O>1^ ^СО o> 0 0 ON
O <J>
T . 5 bo
so ce
№ -1
w ce
Û Û CD û
79
Tablo 3.5 (devam ı)
80
‘1 2
_2 «a u.O<&
ç/o !S TZo «i
»2
I- i 3 'ü -I e ar —
S>-£-a. —I’■ i~9 Tİ-
Ii r s
E 3 •&»
° l:ıı
l'E| o s -£ 2 •£ "5 ^ | | â s-| -g s İ
# * •- iî* &
S C -S i t» 1 J t
Î 3 ’g- “s - s i >> e -s '5 -is g >, « S -sp .s *g g,
¥ -5 ^ -=5 £ £ -£* ■a E f."E -fc ı •; 3 - f
s i i gs:j 1 e=1 1
j ı H-aı! eııı*
>“ hû > S j C -O > -0 E £ -O
'= -= — "S' = J #a-S
£ J j 1 -3 û S ,î
-L .1
I j j j§>
W - E
■“3 !5 £ l |-2 <ı§■ «j. ■
ip -* -* .15 -H
-s â* oi g 1,-2 1
, J ,£- 1 1 1 > t : >, X K- £ £ ^ £
E * -s 15 s -s - i ” İT-? -E İST z V S-
c -C s £
o .s s "s
- S>3,-g I I i 1 1“:
.s * -S U - g li ü îS g
s>< s J
S'■ ISı Ee 2'*-
•C ^.o S •— •- - 3 " 11 2ı ^s s-ng.ı =■
4 - f ı !|- £ "5 Î e r r u
r &s S
llsalJ.
?-f S ."2
:: !3 _c cca s Er ots
■<
: E _* < § 0 2 «
% « I
\$
*• •£ -” S>
8* S e ^ •-
-İ •- 3 S
S* CP J3 -3 F-c '? *• *
E .-£
î> î
s '=“0
: E W
_*
a
a t
u £
§
CÖ - a
u -2
—_i2u İC :0
£ '£■1 1
53 ™ g -i - g J-3
; J § & | -s |>! | "5-J2
^ £^2
;| -I 'M 'S o g 1 2 &>e > ^ S J
N IO JIİI sd-s
ca cc2BV
—— İ-İ
g> s S,
■İ . -J ^
(198 7)ye dayanılarak h a z ırla n m ıştır.
g "=
İ—o Jp t,>
13s■j5■-$’=§*
% S -J'-a i l S
. £ E , § •*§ | f 1.1 isÖ
i VI £^ .? ^ U t !
3
B il S"_ş -5 - S
“ •‘S VS S “ ! < E 1 1 I. o cs ■I1î S I
*?-£
S -p„ “P- -=
-e-
E 5 "a .
b
O l~>*5N i irr l 3 i l -4)i J2
f£ 03 5 J.- i3
« D -a<U:© E £ S E
«_s .2 c .1» £ 5, -S « “t ^
-g .jî, E c "O”£ «^2.5^2 c>&p
S < £ C5*x ^ h S ^ Z ^ h û ^
aynak: Freeman
Q
m“-1
« fc”
•= >,
m
O O- o-
„ m
< t ü t
h
U. _£ W JJ
zg. ’g5
<3 o
f l i İ E I* sı
< < a o r J 2J w
9 §-1 E I.
a d i f a
81
tors), büyük ölçekte elektrik üretebildiği ve iletilebildiği noktaya ancak 1860’lı ve
1870’li yıllarda, bir dizi yeni icat ve yen ilik (arm atürler, alternatörler, rotorlar, vb.) ile
gelinebilmiştir. 1880’lerde ortaya çıkan yen ilik dalgası içinde karbon filaman lambası da
y e r almıştır. Bu, yen i kurulm akta olan santrallerin, kam uya açık yerlerin aydınlatılm a
sında olduğu kadar evlerin aydınlatm asında da piyasalar bulabilecekleri anlam ına gel
mektedir (Tablo 3.6 ve Şekil 3.2). Daha 1889 yılınd a elektrik ampullerinin değiştirilm e
si, Fredrick Taylor tarafından incelenen ve zamanlaması yapılan, böylece çeşitli şakala
rın ortaya çıkm asına neden olan pek çok işten biri haline gelmiştir.
Elektrik kullanım ı 1880’le rv e 1890’larda yaygınlaşm adan önce, 1870’lerde daha kü
çük ölçekte de olsa denenmekteydi. Elektrik, 1876’da P aris’de Kuzey G arı’nm; 1878’de
Londra’da, The Times gazetesi matbaasının ve Gaiety Tiyatrosu’nun; Berlin’de, Kaiser
Kemeri’nin aydınlatılm ası için kullanılm ıştır. A yrıca aynı y ıl Sheffield’de 30 bin kişi ilk
kez elektrik ışıkları altında oynanan bir futbol maçı seyretm iştir. Bu yeni güç kaynağı
kullanılarak gösteri alanları, halk fuarları aydınlatılm aya başlanmıştır.
Elektriğin en erken ve en önemli kullanım alanlardan biri tram vaylar ve bazen yer
altından da giden, kent içi elektrikli trenlerdir. İlk elektrik üretim şirketlerinden bazıla
rı, özellikle Jap o n ya’da sadece bu amaç için kurulm uştur. Siemens ve H alske’nin Al
m anya’da, 1879-1881 arasındaki elektrikli tren tanıtım gösterisinin ardından, 1883’de
İngiltere’nin ilk elektrikli treni, Volk tarafından Brighton'da daha çok eğlence amacına
yönelik olarak kurulm uştur. Ancak, metronun 1887 ile 1900 arasında çelik, elektrik
kullanım ı ve ağır sanayi mühendisliğinin oluşturduğu yeniliklerin sonucunda, Lond
ra ’da inşa edilmesi daha da önemlidir. Elektrik teçhizatının Birleşik Devletler firmaları
tarafından sağlanmış olması ise geleceğe ait işaretlerden bir tanesidir.
Bir ana hat buharlı tren yolunun ilk kez elektriğe dönüştürülmesi, 1895 yılınd a Bal
tim ore’da, Baltimore-Ohio hattının bir tünelin içinden geçen dört m illik kısm ında ger
çekleşmiştir (Ellis, 1958). Ana hatların elektrifikasyonu ancak yirm inci yüzyılda, zaten
işlemekte olan bir sistemin yerine yenisini koymak için gereken muazzam yatırım
nedeniyle yavaş olacaktır. Ancak tram vaylar ve metro sistemleri, Batı A vrupa’nın ve
A BD ’n in yen i ve büyük sanayi bölgelerinde daha 1880’ler ve 1890’larda hızla yayılm ış
tır. Banliyölerin yaygınlaşm ası ve uzun mesafelerden işe gitme, sıklıkla otomobil kulla
nım ıyla ilişkilendirilse de, aslında bunlar ilk kez elektrikli tram vaylar ve dem iryolları ile
mümkün olmuştur. O dönemde Orta Alm anya’dan M anş kıyısına y a da A m erika’da
O rta B atı’dan Atlantik sahillerine (birçok araç değiştirerek de olsa) tram vayla gitmenin
mümkün olduğu söylenmektedir. Bu söylenenler doğru olsun y a da olmasın, otomobi
lin işe gidip gelmek için temel seyahat biçimi haline gelmesi ve banliyölerin yaygın laş
masını hızlandırması için fazla beklemek gerekm eyecektir (6. Bölüm).
82
Evlerin aydınlatılması y a da kentsel taşıma sistemlerinden çok daha önemlisi, elektri
ğin sanayide yeni kullanım alanlarıydı. İlk ortaya çıkan yeni uygulam alar elektro-meta-
lürji ve elektrokimya alanlarıdır. Daha önce de gördüğümüz gibi, elektrikli fırın ile çelik
sanayisinde ortaya çıkan gelişmeler arasında önemli bir çapraz ilişki vardır. Ancak,
1880’lerde ve 1890’larda en önemli gelişmeler demir dışı metallerde ve alaşım larda ger
çekleşmiştir. İlk kez 1870’lerde Güney G aller’de küçük ölçekte, daha sonra 1890’larda
çok daha büyük ölçekte gerçekleştirilen bakırın elektrolizi işlemi, elektrik sanayisinin
bundan sonraki gelişmesi açısından özellikle önemlidir. Yüksek elektrik iletkenliği ve ko
layca tel haline getirilebilme niteliği ile bakır, daha sonra temel kullanım alanı haline ge
lecek olan elektrikli araçlar sanayi tarafından yüksek düzeyde talep edilmekteydi. An
cak, sadece en iyi kalite bakır gerekli niteliklere sahipti, “genel olarak yüksek iletkenliğe
sahip bakır ancak elektrolitik arıtm a sistemi ile elde edilebilm ekteydi” (Chadwick, 1958).
Bir kere daha birbirleriyle ilgili yeniliklerin oluşturduğu ağın yarattığı karşılıklı bağımlı
lık, metalürji, kim ya ve elektrik sektörleri arasındaki ilişkide kendisini gösteriyordu.
Alüminyum sanayisi de daha ilk günden itibaren elektriğe bağımlıdır. ABD ’de Hail
prosesi ile F ransa’da Heroult prosesi, 1887 yılın d a hemen aynı zamanda icat edilm işler
dir. Bunları 1888’de, klorun, ağır kim ya sanayisini tamamen değiştiren ve birçok yeni
uygulam a alanının ortaya çıkm asına neden olan elektrolizi izlemiştir. 1880’lerde ayrıca
elektrikli fırın ilk kez kalsiyum karpitten asetilen üretilmesi için kullanılm ış, bunu
1890’larda sentetik silikon karpit (carborundum) üretilmesi izlemiştir.
Ağır sanayi mühendisliği ile elektrik mühendisliği teknolojilerinin kim ya ile aynı isti
kamete yönelmiş olduğu, Alman kim ya sanayisinin hızlı gelişme sürecinde açıkça görül
mektedir. Bernal (1953), 19. Y üzyılda B ilim v e S an ayi başlıklı araştırm asında elektrik
ve kim yayı, bilimsel araştırm anın sanayi ile doğrudan ve yakın ilişki içine girdiği iki alan
olarak öne çıkarm aktadır. Fabrika içinde A&G laboratuvarı ilk kez 1870’lerde Alman
boya sanayisinde kurulmuştur; 1880’lerle, 1890’larda eski ve yen i birçok üründe büyük
ölçekli üretim sorunlarını çözmek için mühendislerle kim yacılar arasında gerçekleştiri
len işbirliği, Alman sanayisinin belirgin özelliği haline gelmiştir. Bu durum 4. Bölüm’de
daha ayrıntılı bir biçimde açıklanacaktır. Elektrik teknolojisi, Alman sanayisinin olağa
nüstü büyüme sürecinde, yalnızca klor üretiminde ve elektrolizde değil, birçok başka sü
reçte merkezi bir rol oynamıştır. Almanların, organik kim yasalların gelişmesinde büyük
payı olan asetilen kimyası alanındaki öncülüğü özellikle dikkat çekicidir (Fabre. 1983).
Elektriğin ilk günlerinde açıkça öngörülmemiş olsa da, her sanayi sektöründe uygu
lama bulacak olan elektrik motoru, bu gelişmelerin en önemlisidir. O x fo rd H isto r y o f
T e ch n o lo g y , bu gelişm eyi çok iyi bir şekilde, şöyle ortaya koym aktadır: (cilt. 5, s. 231):
83
fifao «§ 1<eE? •' jg a ” -S -S
3 ^ CO
С З У !=
_2 с . bo -g O
îfJ3 ‘F* 3
-о св 6 d
S в3
O -0 1 1
£
ей .3 -*(U ^o
^ -3
S 5 a
Û. S Sя S3 СУ\- ~U
f5
0)
s I -s ■>
■p5»o
oo , -H СЯ u
-, « ев fl=. OU —В
и1 3 — -*
i s 53 00 h 2
-û — J> 3
§ gpl -« sr
- o -O
ев :3
_* -O
S Ï J <5* 3
•S fi-O Ji
« 13*£
N j;
e jS <3 "S b “?
■“ -o
•S 3 У g £
~ II
ев çfl -О ев
-a
e
u « $ “Sев^3 "C 0) «3
> 35 O-
«s
£ ев3 £ "S
с "ел* Щ * Iев M
-
P
иs e« —
-a i) O 3 2
I £.s i = •£ no bû £
c -* г* i
ScS-Ü l 8 'e 1 < İ
и ;
• fi .- a . 1
? J= Ë Ë 3 Ï
tî <ü C« . Ь • ~ 00 O
iл 00
40
.S й* bo-o
^ -v -5 i- ş S сев '* 5
_c — ; ~o
’C 4> ев î S-, ел 5
İ3 « > £ M s 3s
2 -fi ь Д
_ьр *- j e e?
I »
-C
d ^
rt D- e e
£ a j o -g
‘ со* —O u -O nJ £ 5—
J bû ■ ! Ş İ
2
— Л З aJ «
û- fi JPo
О СO
О
ев -,
в З bû
u d—
' P.-S гв 'M L со
a> " i 12 - 2 «2 H
_ e je
3 j I a. .
O -C
£ -
C w
LO
со В ев О
щ
Z ^3
ев
В d
ЬО 35 X >5 кГ .2
Ь . Ю Э -о
5>>вЗ 00
К5 2 o <3 E u e . _ ел
<0 0 w J2и ос
e
Й S û1- EС % i 2 S .
<U =3 ев ев В О
“C o ел-
£ ел S
> •-U *s JС
-Ï
о- — d bpZ
u
N Si ъ •°
e oc
S а fip
* J-з ГIi\
- * '!
2 O J - î l 2c V Jâ5 KkO т£ :0 Ô
no
"с ^ É- J 2 >-J
0
J rt g :0 T3 и- ю 2 -S g a
£ О•) :3
** ~0 —
> с 4J "C 'т o ■*- E
ев ç* ю t J2 I 2 С K r J
г s;
> 3 V-
22 00 ^"3 -S * $
»2 чо * £
О .5 ■ X c b a 00
— -2
"О Ь
гв
Û ^
3 ı* 3 *- X П
№ 5 6U
Jjä «
С*^ Л
d
ев — < - Û
e £
S -E *=3 -o•
P *C M > г
O" ü T3
'“ £"*■
.2 С С İ ,
U _iî ^
-
I
•>00
ев
— S лИ 1 -g > S . ■b В
и
5
4)
n
«5
:3 C/D0
^ . -£ с 00^ -Г СО
о по ^ л 40
U Я t, о —
ï i.s S -2 :P >» o
T 3 hû ? _ o 03 Ю05
JO с
ев
*'
e £-ч1 e „ ев 3 b 3 оS S»
^ = > cей S3 S d J 22 ^ 2£ О. по по
*в С ТО
= ° “ r § «- 1, b •rf '«o.
i -°
e* ei с О
ОteС .b e 52
С _s
î D
1-0
c 00 •с :' J? 5s
§. b£
-ï .Ё " 3 U fl :3
w и* с rt û- O% c m
E -İö "г? g “ в ~ ‘ , ев > i-C
ев С
.S *3 ^ 5 =з .2 § -о В
u «в Êя > f y # :ı
< İ c J
-o a , £
>> e
£û> a ou ' i» чо'
ел X
«
Щ с
1» Г d V yA b-£ :2 - с -■- я
"О я
i « I I*
g E с fi "rt tÖ Ю 5 и
5 o
d •
E С rt 0J = “
12 Лео *i 2 й: g =È «е
ë flj Ù- > .w w
84
< a> w e C 43 1
~=2 o - -iti
c' o -ü
E P £ "s 5 x .
00 >J •3 _u
«ti ’o . 3 ^ - o O
• c 33
; _2
> 4
s
f 2 _ 2
00 (ti
(ti "o
03 3(ti E -C g ( j
4) -o«ti 2b V
< isi. D
c/5 - ^4) 3£ eo (ti
(ti w m* C bo
bf
3
—
,=(ti vo
co c n
telli ampul-
S. 00 ■ 4:1 İ i| ı -O
î - 3 *-3 jg 2 s <
g
_ r l ^ U . S «-
(ti (ti İ * y
”cti (ti
-O C i "S İ3 3
£
ÎE S
i f J l _ * » b 3 «
-aİ -°3 ı «ü 2 • S f s P 43 ^ £ (Ö o, (*- -5 E
1906, tungsten
• jj c 3 3-
-£b e3 ' 4) (ti p
> .s _o s 3 -I -3P >3S
J2 o -* o
J2^ M b0 c
-X .2 e C u -5>N Cfl bÛ 0
c bb
(ti
S f (ti (ti - İ 3 - ! _4> 4) b *P £
# b .-b£ iti
(ti (3 E «_ P u P £ > &
e». «v h. —
h b
«s
i n K -£ JS 5 «2 « - £ ü
(ti 00
ij -O — « fa
1er.
Q eti —C /> -O 7 3 >1 s 3 £ s-i
a3 k £(
2 3-
-t oc 2 <
s 2J :
5 g n C ■
E -2
C -D —S 0-
o 2 2 53 : ğ
u41 £ C/3 4»
-a ı [i} tiS o^ ®fif1
! L «- <30
u 3<
(ti
<ti (ti ^ (ti ^ °o <u 0 0
•S3 p.— (1 îî R £2
2 S ■
C c
v^ jj
: 4> E(O ? £ ’
4>
İ g 2 £ 2 2 ± ı- î
c “ s x
(ti 3 :3 — * 3"3 "S
"0 F-0 a l î
C (ti t. « C 1 kT
' 0000 H o O o l rOfc
(v
C fC "«
u. >
(O ü « i
2 X 2 & E
N ‘
raf. 1904, Hleming’in termo-
nik vanası. 1906, De Forest
triod tüpü. 1909, ilk elektro-
g >>i : t- ^
2 c« 00 («
(ti ^
P
cfl* I f : o
; _C 4>
■NSP >S - i û -' - £ a
X£
3 _3 3 3 .2 S' C5:S
s . *-*
a
«3
•3
efl 'C ’ c - 3 (ti bo
4) 4) E ‘ c -= 3 o E .
£
s -s
a Sf -2 CQ-
kardiograf.
: 2 -= İ£ «E 33
2 oo b 0
5 24) U3 3 “î> C £
- 03 ^ 3 i) o
X -o _« £^S3 -cS(S 25
; <ti b--
b 0- hû » ^
O
00
00
85
%
Yılİar r
Elektrik enerjisinin ilk göze çarpan özelliği hareketliliğidir. Bir çift tel aracılığı ile istenen her nok
taya götürülebilir. Enerjinin merkezi bir üretim tesisinden küçük tüketicilere aktarılm ası için çeşit
li yo llar denenmiş fakat hiçbiri, buhar kazanının ısı enerjisini y a da düşen suyun kinetik enerjisini,
önce elektrik enerjisine çevirip daha sonra tüketicinin elektrik motorları yardım ı ile yeniden m eka
nik enerjiye çevirmek anlam ına gelen, elektrik enerjisi kadar uygun ve etkin sonuçlar vermemiştir.
Teknolojik olarak, elektriğin oynadığı en önemli rol budur. Elektrik enerjisi, ışık kaynağı, son za
m anlarda olduğu gibi ısınma kaynağı olarak, haberleşme ortamı yaratarak , kim yasal proseslerde
kullan ılarak sanayi uygulam alarını kökten değiştirm iştir; ancak asıl önemli olan, talep ister büyük
ister küçük olsn, enerjinin, buna ihtiyacı olan işçinin emrine kolayca verilebilm esidir.
Fred Bowman, 1894 gibi erken bir tarihte Kanada inşaat M ühendisleri D erneği’de
yap tığı bir konuşmada, dikkatleri yeni elektrik motorlarının güvenilirliğine ve sağlam
lığına çekmiştir.
Elektrik motorlarının küçük sanayi işyerlerindeki m akineleri çalıştırm asıyla elde edilen avantajlar,
etkenlik, azalan bakım m aliyeti, temizlik, yan gın riskinin azalm ası ve enerjiden tasarruftur.
Bunları hiç kullanmamış olanlar, iyi bir elektrik motorunun aşırı çalışm a ve kötü kullanım karşısın
da bile ne kadar d ayanıklı olduğunu k avrayam azlar.. .elektrik motorları deneme aşam alarını geçmiş
ve tamamen güvenilir m akineler olarak kendilerini kabul ettirm işlerdir.
(Ball, 1987, p. 34)
86
Esnek, sağlam ve güvenilir enerji kaynağı olarak avantajları anlaşılan elektrik mo
torları, çok kısa bir sürede on binlerce adet üretilmeye başlanmıştır.
Bu noktada belirli bir örnek durumu daha iyi açıklar. Delbeke (1982), A nvers’de
(Belçika) her çeşit motor stokunun gelişmesini incelemiştir. Bu bölgede, çok çeşitli bir
sanayi yapısı olmakla beraber gıda, mobilya, madeni eşya ve elmas işlenmesi çok sayı
da küçük firmayı yaşatan önemli sanayi dallarıdır. Buharlı makinelerden elektriğe, dra
matik sayılabilecek geçiş, kullanılan makine sayılarına göre elektriğin payının 1885’de
sıfırdan, 1915’de %90 üzerine çıktığını ortaya koyan Şekil 3.3 ve 3.4’de görülebilm ek
tedir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, kısa bir süre için benzinli motorlar ön plana
çıkmışsa da, yirm inci yü zyıld a çok büyük m akineler dışında (bu yüzden Şekil 3.4'de ku
rulu kapasite olarak elektriğin payı makinelerin sayısına göre bir az daha küçük çık
m aktadır), elektrik hem buharın hem de benzinin yerini almıştır. Aslında yen i elektrik
li motorların çoğu, buharlı y a da benzinli motorların yerine doğrudan doğruya geçme
miş, ancak küçük firm aların bu ucuz, sağlam ve güvenilir enerji kaynağını elde edecek
mali gücü sağlam ası sonucu makineleşme kararı alm aları ile kullanım a girm işlerdir.
Devrim elektro-m ekaniktir.
Elektrik motorlarının sayısı yüzyılın başlangıcında 10’dan az iken, bu sayı Birinci
Dünya Savaşı geldiğinde 1600’e yükselm iştir. Bu arada buharlı makinelerin sayısı
hiçbir zaman 150 y i geçmemiştir. D elbeke’nin söylediği gibi:
Buhar m akinesinin büyük ölçekli faaliyetler açısından temel avantajı büyük m iktarda enerjiyi sü
rekli olarak sağlayabilm esidir; ancak arada sırada enerji ihtiyacı duyan küçük çaplı el zanaatları açı
sından hiç de uygun değildir.
Benzinli motorun gelmesi küçük sanayiler için tablonun biraz değişmesine yo l açsa bile, enerjinin ta
şınması konusundaki zorluklar değişmemiştir. Yine de benzin motoru başka seçenekleri olmayan
birçok girişimci için çekiciydi. E lektrik motoru durumu kökten değiştirmiştir; küçük motorlar gerek
li olduğu zamanda ve yerde, hatta aletin içinde yeterli m iktarda enerji sağlayabilir. Bu temel yenilik
sadece emeğin daha etkin kullanılm ası olanağını yak alayan fabrikanın iç yerleşm e biçimini değiştir
mekle kalmamış, Flanders’de1 çok yaygın olan küçük ölçekli sanayilerin durumunu değiştirmiştir.
Böylece elektriğin gelmesi, öncelikle enerjinin gayet etkin bir biçimde nakledilm esi anlam ına gel
mektedir. Üstelik yüzyılın sonunda kentin tamamını kapsayan bir şebeke kurulduktan sonra pek
çok el zanaatı ve küçük işletme için elektriklerini kapıdan alm ak ve daha önceki enerji sistem leri
nin gerekli kıldığı yü k sek sabit m aliyetlerden kurtulm ak olanağı ortaya çıkm ıştır. B aşka bir deyiş
le, enerji büyük ölçüde bir değişken m aliyet haline gelmiştir.
(D elbeke, 1982, p. 16)
87
Şek il 3 .3 A nversdeki Ç eşitli E neıji M akinelerinin K urulu Kapasite
P aylan, (dokuz y ıllık hareketli ortalam alar) 1870-1930
K a yn a k : D e lb e k e (1982)
100
90-
80-
70-
60-
50-
40-
30-
20-
10-
0.
Bu tabloyu tamamlamak için telefon ve “iletilebilir enerjinin” bir araya gelişinin, ima
lat sanayisinde olduğu kadar, birçok hizmet sektörünün de işleyişini ve faaliyet yerini
değiştirdiğini belirtmemiz gerekir. Bu gelişm eler birçok küçük firm aya esneklik sağlar
ken, çok sayıda şubeye sahip olan y a da faaliyetleri yaygın büyük işletmelerin yöne
timlerini de önemli ölçüde kolaylaştırm ıştır. ABD'de 1890 yılın d a 228.000, 1900 yılın
da ise yaklaşık 1.5 milyon telefon kullanılm aktadır. Telefon ve daktilo makinesi, bir ara
da, büroların makineleşmesi sürecini başlatmış ve bu gelişmeler, merkezi ve yerel yöne
timlerle büyük firm alarda “bürokrasinin” ortaya çıkışının göstergesi olmuştur.
Böylece, iletişim, aydınlatma, enerji üretim ve iletimiyle sanayide yeni kullanım alan
larındaki yarım yü zyıl süren yeniliklerin sonunda, 1880’lerin sonu, 1890’ların başında
elektrik, sayısız yeni yatırım olanaklarının her alana yayıldığı bir noktaya ulaşmıştır. Ar
tık ucuz çelik ve elektrik gücüne dayalı yen i yatırım ların patlaması için bütün koşullar ha
zırdır. Ancak, bu yatırım fırsatlarının tam anlamı ile değerlendirilebilmesi için çok büyük
bir yeni altyapı gerekmektedir. O döneme kadar her uygulam a için bir jeneratör kurul
maktaydı. Fakat 1890’larda Edison ve diğerleri elektriğin hem evlerin hem de sanayi
müşterilerinin rahatlıkla ulaşabileceği bir “kamu hizmeti”y a da bir “mal” olarak üretilme
si gerektiğini fark ettiler. Bunun için, W eber’in (1922) yeni bir yönetim modeli olarak ta
nımladığı biçimde, yeni bir düzen çerçevesi, yeni yasal düzenlemeler, yeni standartlar ve
kitlesel özel ve kamu yatırım ları gerekmekteydi. Bu nedenle 1880’ler, belediye, bölge ve
ulusal düzeylerde bir dizi farklı politikanın ortaya çıkmasına yol açan yoğun bir tartışma
dönemi olmuştur. Söz konusu bu tartışm alar yeni altyapının nasıl geliştirileceği ile sınırlı
kalmamış, yeni teknoloji yaygınlaştıkça giderek genişleyen elektrik uygulam a alanlarının
tamamını içermiştir. M ühendisler sadece alternatif (AC) veya doğru akımın (DC) nispi
üstünlükleri konusunda değil1, daha çok iş örgütlenmesi, elektrik gücünün fabrika yerle
şim düzeni (= factory lay out) üzerindeki etkileri, makine tasarımı, sanayinin kuruluş y e
ri, yönetim yapısı ve işletme ölçeği gibi konularda ateşli tartışm alar sürdürmüşlerdir. Baş
ka bir deyişle, ucuz çelik ve elektrik gücünün bileşimi beraberinde sadece yeni bir enerji
kaynağı ve yeni maddeler getirmemiş am a bütün üretim sisteminin ve sosyoekonomik y a
pının değişmesine yol açmıştır. Örgütsel ve yönetimsel yenilikler de en az teknolojik y e
nilikler kadar önemlidir. Bu durum, içinde bulunduğumuz dönemde enformasyon tekno
lojilerinin, robotlar, uzaktan çalışma, iletişim ağları11 ve benzer konularda sürdürmekte
olduğumuz tartışm alara benzetilebilir (Bkz. 17.Bölüm).
Şekil 3.2 (Birleşik Devletler örneğinde), Üçüncü Kondratieff dalgasının yarım y ü z
y ılı boyunca fabrikaların ve evlerin büyük çoğunluğuna nasıl elektrik verildiğini göster
mektedir. 1920 yılın a gelindiğinde, ABD ’de kullanılan gücün yarısından fazlasının,
1930’da ise dörtte üçünün elektrikten sağlandığını ortaya koym aktadır. Şekil 3.3 ve 3.4,
aynı gözlemleri önde gelen bir Avrupa kenti (Anvers) için yapm aktadır. Hail ve Pres
ton (1988), Alman iktisatçılarının, Birinci D ünya Savaşı’na giden dönemde im alat sa
nayi üretim indeki artışının %30-40’ımn elektrik sanayisinden kaynaklandığını tahmin
ettiklerini bildirmektedir.
Bu, çok derin elektrifikasyon dalgası sürerken, çeliği ve diğer yeni sanayi maddele
rini, yen i m allar ve yen i uygulam a alanları ve bu yen i esnek enerji ile birleştiren, birbir-
leriyle ilişkili bir yenilikler demeti daha ortaya çıktı ve güçlendi. Söz konusu gelişmeler
i E lektrik şebekelerinde alternatif mi doğru akım mı kullanılacağı tartışm ası, Edison ile yin e onun kadar önemli bir mucit
olan N ikola Tesla arasında geçmiş ve Tesla'nm alternatif akım önerisi geçerlilik kazanm ıştır. Edison, doğru akım ın in
sanlar için hayati tehlike yaratm adığını ileri sürüyordu; ne y a z ık ki bu yıllard a icat edilen elektrikli sandalye ile idam da
doğru akım kullanılm aktadır.
ii “Robotics, teleworking, networking".
89
öncelikle, yen i makinelerin ve elektrik kullanan aletlerin eski buhar m akinelerinin y e ri
ni alm akta olduğu imalat sanayisinin her sektöründe, fabrika tasarımım ve yerleşim ini
etkilemiştir. Eski sistemde, fabrikanın bütün milleri ve kontur-milleri, o anda kaç ma
kine kullanılırsa kullanılsın sürekli olarak dönmektedir.1 Bir arıza tüm fabrikayı etkile
mekte, her şey durm aktaydı. Bunların ortadan kalkm ası bütün fabrika düzenini etkile
miş; bu şekilde fabrika bağımsız parçalara, bölümlere ayrılabilm iştir (Devine, 1983).
1B70 1875 1880 1885 1890 18951900 1905 1910 1915 1920 1925 1930
I I I I I I I I I I I L_
Doğrudan çalıştır
Fabrika hat şaftına bağlı çalıştırm a
lUMIHIIIlinUlU
Grup çalıştırm a
IIIIIHiaHHHHI
lllllllinilltlIlMIIIIMH
Birim çalıştırm a
DC iletim ____
D C motorları üretimi
K a yn a k : D e v in e (1983)
i M iller ve konturm iller fabrika tavanında buhar gücüyle sürekli dönmekte, güç, kasnaklar ve kayışlar yard ım ıyla fark
lı hız ve güçlerde aşağıdaki tezgâh veya m akinelere tatbik edilm ekteydi; şaft ve kontur-şaft diye de çevrilebilir.
90
1880’ler ve 1990’larda, aynı tesis içinde birden fazla buhar makinesi kullanılarak, es
ki sistemin bu esnek olmayan yapısını değiştirmek için girişim lerde bulunulmuş olmak
la birlikte, elektrik genel olarak kullanılabilir hale gelince, büyâik üstünlüğü ortaya
çıkmıştır. Elektriğin ortaya koyduğu yeni potansiyel daha 1880’lerde fark edilmiş olsa
da, sanayi üreticilerinin elektrik gücünü kullanmanın sağladığı dolaylı yararların, doğ
rudan enerji tasarrufu ederek sağlanacak yararlard an çok daha fazla olduğunu görme
y e başlamaları, ancak 1900 yılından sonradır. M akine ve tezgâhlan, ayrı birimler ola
rak çalıştırm a im kânı1, m akineleri şaftlar boyunca aynı hizada yerleştirm e zorunluluğu
ortadan kalktığı için, fabrika yerleşim inde büyük esneklik sağlamış ve alan kullanım ın
da önemli ölçüde tasarruf yapılm asına yol açmıştır. Söz gelişi, ABD Hükümet M atbaası
daha önce kullandığı alana kırk ilave baskı makinesi yerleştirebilm iştir. Birim leri çalış
tırma, fabrika içi taşım a araçlarının ve tavan vinçlerinin şaftlar, kontur-şaftlar ve çeşit
li kayışlar tarafından engellenmeden çok daha rahat kullanılm ası anlam ına gelmektedir.
Taşınabilir elektrikli aletler üretim sistemlerinin esnekliğini ve intibak gücünü daha da
yükseltm iştir. Fabrikalar daha temiz ve aydınlık bir biçimde kurulabilm ektedir. Bu,
hem çalışm a koşulları ve ürünün kalitesi hem de üretim yönteminin etkinliği açıların
dan, özellikle tekstil ve m atbaacılık gibi sanayiler açısından çok önemlidir. Üretim ka
pasitesi çok daha kolaylıkla genişletilebilmektedir.
Elektrik gücünün ekonomiye sağladığı genişletici etkilerin tamamı, bu yüzden, sade
ce 1880’lerde gerçekleştirilm iş olan az sayıda anahtar yeniliklere değil, yen i bir paradig
manın, yen i bir biçimin y a da üretim ve tasarım felsefesinin gelişmiş olmasına bağlıdır.
Bunun içinde takım tezgâhlarının, taşım a gereçlerinin ve diğer üretim teçhizatının y e
niden tasarlanm ası vardır; ayrıca birçok sanayinin ve fabrikanın kuruluş yerinin, elekt
rik iletiminin ve dağıtımının, yerel elektrik üretim kapasitelerinin sağladığı özgürlüğe
bağlı olarak yeniden belirlenmesi de y e r alm aktadır.
91
lerde üretmek ve taşım ak için gerekli olan daha karm aşık yönetim yap ıların a sahip bü
yü k firmaların gelişmesini kolaylaştırm ıştır. 1990’larda ekonominin ve büyük firmaların
küreselleşmesi konusunda çok fazla şey yazılm ıştır. Lenin, bu durumu anlatm ak için
büyük elektrik şirketlerinin Birinci D ünya Savaşı’ndan önceki faaliyetlerini tasvir et
miştir. Daha o zaman başlıca Amerikan şirketleri, General Electric (GE) ve W esting-
house ile önde gelen Alman şirketleri AEG ve Siemens, çok hızlı bir şekilde büyüyerek
dünyadaki devler arasına girm işlerdir. Hem GE hem de AEG nin büyümesi, kısmen,
güçlü finansal çıkarların işin içine girm esiyle gerçekleşen birleşmelerin sonucudur.
Elektrik firmaları daha ilk günlerden itibaren, kendilerinden önce dem iryollarında ol-
duğ u gibi, ürettikleri çok sayıda elektrikli ürünün yan ı sıra, elektrik üretim ve dağıtımı
am acıyla kurdukları şebekelerin geliştirilm esi için çok büyük sermaye kaynaklarına ih
tiyaç duym uşlardır. Chandler (1977), Lenin’in (1915) analizindeki temel noktalardan
birini doğrulam aktadır. Bu da, Alm anya’da ve Birleşik D evletler’de, finansal çıkarlarla
sanayi çıkarlarının yen i sanayi dallarında ortaya çıkm akta olan büyük şirketler bün
yesindeki birleşme eğilim idir. Lenin daha çok AEG örneği üzerinde dururken, Chand
ler "GE” tarihinin ilk aşam aları konusunda çok daha ayrıntılı bir analiz yapm aktadır:
Birleşik D evletlerde modem sanayi yönetim inin gelişmesi açısından General Electric Com pany’i
y aratan birleşme, çeşitli sebeplerden ilk tröstlerden daha önemliydi. General Electric makine-
yapım cıları arasındaki ilk büyük ölçekli bütünleşme girişim iydi. Şirketin ürünleri ve üretim teknik
leri, teknolojik açıdan o güne kadar gerçekleşenlerden çok daba ileri ve çok daba karm aşıktı.
General E lektric’de dış finansörler, daha önce herhangi bir Am erikan sanayi birleşmesinde ol
duğundan çok daha önemli bir rol oynadılar. Bu nedenden dem iryolları deneyiminin etkisi, özellik
le güçlüdür. Finansörler önemlidir çünkü elektrik sanayicileri, girişim lerini başlatm ak için sermaye
piyasalarına gitmek zorunda kalan dem iryolları şirketleriyle yak ın lığı bulunm ayan ilk Amerikan
sanayicileridir.
(Chandler, 1977, s. 426)
Elektrikte teknolojik gelişme diğer sanayilere göre daha karm aşık ve daha pahalı bir
süreçte ortaya çıkmıştır. Bunun için uzmanlaşmış araştırm a, tasarım ve geliştirme
bölümlerinin kurulm ası gerekm iştir. Yeni şirketler "ürünlerini büyük m iktarlarda sat
m aya başlamadan önce, jeneratörler, elektrik santralları, lam balar ve elektrikli-m akine
ve aletlerden oluşan tümleşik bir sistem” kurm ak zorunda kalm ışlar (özellikle bkz.
Hughes, 1982); yerel elektrik üretim şirketlerine finansman sağlam ak için W all Street’e
(New York Borsası) başvurm uşlardır. Elihu Thomson, kısa sürede dem iryollarının
telgraf ve telefonun finansmanına katılm ış Boston kapitalistlerinin desteğini sağlarken,
Thomas Edison, 1878’den itibaren, Drexel, M organ & Company’den mali yardım al
m aya başlam ıştır. General Electric, zaten kendileri de birleşm elerin sonucu oluşmuş
olan üç büyük şirketten ikisinin birleşmesi ile ortaya çıkmıştır.
92
Söz konusu birleşm eyi, Edison un ilk dönemdeki bazı geliştirm e faaliyetlerini de destekleyen ünlü
bir demiryolu finansörü olan H enry Villard gerçekleştirm iştir. Bu dönemde Villard, üç y ıl yaşad ığı
ve Berlin'deki güçlü Deutsche Bank ile önde gelen Alman elektrik malzemeleri üreticisi olan ve
Am erikan pazarına mal satm aya başlayan Siemens & H alske ile y ak ın ilişkiler geliştirdiği Alman
y a ’dan Birleşik D evletler e yen i dönmüştü. Edison un biyografisini yazm ış olan M atthew Joseph-
son’a göre, o bir "dünya karteli" yaratm ayı planlıyordu.
(Chandler, 1977, p. 427)
Bir dünya karteli düşüncesi o kadar da uzak bir rüya değildi. Bu, pek çok sanayi
dalında kartelleşm eye doğru güçlü eğilim lerin var olduğu bir dönemdir. Elektrik
mühendisliği sanayisi, hiç olmazsa ikinci D ünya S av aşın a kadar hâkim durumda olan
şirketler arasındaki uluslararası patent anlaşm alarının önemli rol oynadığı bir sanayi
dalıydı. Piyasa paylaşm a anlaşm aları yaygın d ı ve büyük elektrik, telefon vb. hizmet üre
tim şirketleri ile onların “ulusal” ağır teçhizat sağlayıcıları arasındaki ilişkileri tekelci
satın alma politikaları belirlem ekteydi. U luslararası piyasalarda GE ve Alman AEG
dünyayı sistemli bir biçimde paylaşm ışlardı. Lenin, dünyanın bu iki güçlü firma arasın
da paylaşılm ış olmasının, süregelmekte olan eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak,
yeniden paylaşım y a da savaş ihtimalini ortadan kaldırm adığını söylemiştir. Alman
y a ’nın Birinci D ünya Savaşı’nda yenilm esinin ardından, 1922’de söz konusu anlaşma
pazarlık masasına getirildiği zaman böyle bir yeniden paylaşm a gerçekten ortaya çık
mıştır. Artık koşullar, AEG’nin 1920 yılın d a ihraç edilen yen i hisse senetlerinin % 25’ini
eline geçiren GE’nin daha da lehinedir.
Elektrikli teçhizat sanayisindeki yoğunlaşm a diğer sanayi dallarına göre daha güçlü
olmakla birlikte ekonomik sistemin tamamında bu tür eğilim ler vardı. D ünya çapında
bir ulaşım ve haberleşme ağının kurulmuş olması, firmaların artık sadece ihracatta
değil, hammadde sağlayıcılarıyla dikey bütünleşmeye, birçok değişik ülkedeki üretim
tesislerinin ve satış bayilerinin denetimi ve bu tür faaliyetlerin finansmanında, küresel
ölçekte faaliyet gösterebilecekleri anlam ına gelmekteydi. On dokuzuncu yü zyıl son
larında, Lancashire tekstil şirketleri üretimde, sınırlı bir ölçek ekonomisinden ve yaygın
bir ekonomik dışsallıktan yararlanırken (2. Bölüm), yen i Amerikan sanayileri, küçük
şirketler için dışsal olan birçok fonksiyonu içselleştirm işlerdir. Çelik, petrol ve kim ya
sanayileri için önemli olan üretimde ölçek ekonomileri artık başka sanayi dalında ve
daha çok büyük piyasalar için geçerlidir. Ancak yeni yatırım ların finansmanı, hammad
de temini, pazarlam a ağlarının kurulması, araştırma, tasarım ve geliştirme konularında
da ölçek ekonomileri aynı ölçüde y a da daha fazla önem kazanmıştır. Yüksek düzeyde
eğitilmiş ve uzmanlaşmış işgücünün birikim li avantajları, bu alanlarda, çok sayıda
profesyonel yöneticilik kademelerinde ortaya çıkm aktadır.
93
Ağır elektrikli teçhizat sanayisinde yoğunlaşm a, çok büyük şirketlerin kurulması
yönünde olmakla birlikte, bu eğilim elektrifikasyonun başka sanayi dallarında doğur
duğu sonuçlarla dengelenmiştir. Yeni teknoloji ve bu yeni enerji kaynağı, keresteden
(hızar atelyeleri), çeşitli araçlar, elektrikli el aletleri ve diğer mekanik ürünlere kadar,
birbirinden çok farklı alanlarda, binlerce küçük ve orta ölçekli işletmenin (K O Bİ’ler)1,
gelişip yaygınlaşm asına olanak sağlamıştır. Bütün ülke elektriğe kavuşurken, bu ener
jinin sağladığı esneklik, yen i sanayi bölgelerinin gelişmesine, bazı sanayilerin ülke
çapında dağılıp yaygınlaşm asına, tamamen yen i sanayilerin ortaya çıkm asına ve
bazılarının da biçim değiştirmesine yol açmıştır.
Daha önce de belirtildiği gibi, kent içi ulaşım, tram vayların elektrifikasyonuyla
yoğunlaşm a eğilimi kazanmıştır. Chandler (1977) Birleşik Devletlerde yüzyılın baş
larında ortaya çıkan bu değişm eyi vurgulam aktadır. 1890 yılında, kent içi ulaşım da kul
lanılan araçlardan %15’i elektrik enerjisi kullanırken 1904 yılın d a bu oran % 94’e çık
mıştır. Bu sanayi dalında, birçok başka dalda olduğu gibi, yeni teknoloji, pahalı araç ve
gereçler, ileri teknoloji, karm aşık bakım ve onarım, ileri ve ayrıntılı muhasebe ve istatis
tikle yen i eş eşgüdüm biçimleri ve siyasal düzenlemeler içerdiği için, beraberinde yöne
tim tarzında bir devrim getirmiştir. Yeni ücretli ve tam zamanlı profesyonel yöneticiler
eski arabacıların veya atla çekilen tram vay sistemindeki belediye görevlilerinin yerini
almıştır.
Birleşik D evletler’de profesyonel bir yönetici sınıfının yükselişini uyaran sadece
büyük firmaların yapılarında ve yönetim biçiminde ortaya çıkan değişiklikler ve tek
nolojik değişiklikler değil, aynı zamanda yöneticilik mesleği içinde ve eğitim sisteminde
gözlenen değişmelerdir. “TayloriznT’in gerçek önemi, “bilimsel iş yönetim i” kavramını
getirmiş olması değildir. Bu zaten o zaman da olanaksızdı, bugün de olanaksızdır. Tay-
lorizm’in, diğer yöntem ve modellerle birlikte başardığı, bir işletmeyi yönetm ek için var
olan eski yöntemlerin yerine, profesyonelleşmeye ve yönetimin çeşitli işlevlerinde uz
m anlaşmaya dayalı —m aliyet muhasebesi, üretim mühendisliği, satış yönetimi ve (bazı
durum larda) tasarım ve geliştirme, personel, halkla ilişkiler, istihbarat y a da (General
Electric’de olduğu gibi) pazar araştırm ası gibi—sevk-i idare yoğun bir model mantığını
getirmiş olmasıdır. Yönetim “bürokrasisi” W eber'in sosyoloji ve iktisat bilimine getir
diği kendine özgü katkıda yansıtıldığı gibi, Üçüncü Kondratieff dalgasındaki temel ör
gütsel yeniliktir (Tablo 3.6).
Daniel Nelson’un (1980) yazdığı biyografisinden de açıkça anlaşılabileceği gibi T ay
lor, sanayi deneyimi olan diğer makine mühendisleri gibi, kendisini yen i teknolojilerden
yararlanabilm ek için eski “yüklen icilik”11 sisteminde köklü değişiklikler yapılm ası
i (SM E s) "small and medium-sized enterprises”, küçük ve orta boy işletmeler, (K O Bİ’ler).
»"C ontractor” müteahhit yerin e yüklen ici, "sub-contractor” yerin e taşeron terim i kullanılm ıştır.
94
gereğini fark etmiş bir “profesyonel” ve bir “bilim adam ı” olarak görmektedir. Artan
sermaye yoğunluğuna bağlı olarak, yükselen sabit maliyetler, karlılık düzeyini yü k sel
tebilmek veya sürdürebilm ek için, fiziki kapasitenin tamamının kullanılması, hammad
de ve parça akımının iyi denetlenmesi baskısını artırm aktaydı. Bu arada, m üşteriye tek
nik hizmet sağlayabilm ek için, satış bölümlerinde mühendislere ihtiyaç duyuluyordu.
Satışın, firmanın örgütlü profesyonel işlevlerinden biri haline gelmesi gerekm ekteydi.
Finansör Villard, General E lectric’i yeniden örgütlediği zaman, her biri montaj, bakım
ve satış işlerinden sorumlu olan satış elem anlarını ve mühendisleri yönetm ek ve denet
lemek olan birer müdür tarafından yönetilen yed i bölge ofisinden oluşan bir satış gücü
kurmuştur, ikinci Kondratieff’den Üçüncüsüne geçiş sürecinin temel belirleyici özelliği
yönetim örgütlenmesi ve şirket yapısı konusundaki ısrarlı arayışlardır. Bunlar da en az,
birlikte yayıld ıkları ve karşılıklı etkileştikleri yen i teknolojiler kadar önemlidir. W eber
“bürokratik” yönetimin bazı olumsuz niteliklerinin yan ı sıra, ilerici olumlu yanlarını
gören Alman sosyologlarının önde gelen bir temsilcisidir.
Taylor’un fikirleri 1890’lardan itibaren önce Birleşik Devletler'de daha sonra dünya
çapında etkili olmakla birlikte, hiçbir firma aşırı uzmanlaşma görüşünü ve “tüm iktidar
planlam a bölümüne”1idealini tam anlamı ile uygulam am ıştır; fikirlerinin sadece bir kıs
mı alınmıştır. Chandler (1977, s. 276) Taylor'un "getirdiği temel kavram ların pek çoğu
Am erika’da modern fabrikaların örgütlenmesine önemli katkıda bulunm uştur”, şeklin
deki gözleminden sonra şunları eklemektedir:
Yeni yüzyılın ilk yılların da birçok fabrika, Emerson, Taylor, Towne ve Am erikan M akine M ühen
disleri D erneğinin diğer faal üyeleri tarafından belirlenen doğrultuda örgütlenm iştir. Sözleşme sis
temi ortadan kaldırılm ış, kazanç paylaşım ı yöntem i ve teşvik planları uygulam aya konmuş, sipariş
lere y a da makbuz sistemine dayalı m aliyet muhasebesi uygulam aları başlam ış, zaman ve hareket
analizleri yapılm ış; yo l, hat, m aliyet ve teftiş sorumluları istihdam edilerek yönetim e bağlı kadrolar
genişletilm iştir.
(Chandler, 1977, p. 277)
95
3. Yeni büro makineleri ve haberleşme sistemleri (daktilo makineleri, telefon, telgraf,
vb.) kullanılarak bilgi, muhasebe ve yönetim işlemlerinin standartlaştırılm ası ve
şubelerin, işletmelerin, fabrikaların ve satış örgütlerinin merkeze bağlanması.
Yönetimle ve örgütlenmeyle ilgili bu yeniliklerle teknolojik yeniliklerin yaygın laş
ması ve Üçüncü K ondratieffin sistem özellikleri —elektrik enerjisi, iletişim, hassas
makineler ve çelik yoğun ürünler, üretim yöntem leri ve yap ıları—karşılıklı etkileşim
içindedir. General Electric gibi şirketler özellikle A BD ’nin koşullarına uyan yen i tip
kapitalist kuruluşlardır. Bu tür şirketler, bir önceki sanayi önderi Ingiltere yavaşlarken,
ABD ekonomisinin hızlı büyümesini sağlam ışlardır.
On dokuzuncu yüzyılın son yıllarında, elektrik ve kim ya şirketlerinde uzmanlaşmış
araştırm a ve geliştirm e bölümlerinin ortaya çıkışı, sürdürmekte olduğumuz analizin
bakış açısından, olağanüstü önemlidir. Bilim ve sanayi arasındaki ilişkiler, Sanayi Dev
rimi sırasında da önemli olmakla birlikte, tesadüfi, dolaylı ve sistemsizdi. Profesyonel
leşmiş A&G bölümü, ulusal ve uluslararası bilim ve teknolojide ortaya çıkan önemli yeni
fikirlerin şirkete katkıda bulunabilmesi için düzenli bir giriş noktası sağlam ıştır. Özel
likle, yeni büyük elektrik şirketleri, güçlü A&G faaliyetleri sürdürm ekteydiler. Schum
peter (1939) bunun dev bir şirkette (kendi verdiği anlam da) girişim cilik fonk
siyonunun, A&G bölümü yöneticisi tarafından yerine getirilebileceği anlam ına geldiğini
işaret etmiştir. Şirket içi profesyonel A&G bölümünün gelişmesi, kim ya ve petrol
sanayilerinde de aynı derecede önemlidir; bunu 4. Bölüm’de daha ayrıntılı olarak in
celeyeceğiz.
96
4. Bölüm
3 hızlı büyüme süreci ile nasıl ilişkili olduğunu göstermiştik. Amerikan şirketle-
• ri bu sanayilerde yen i teknolojileri geliştirm ek ve kullanm ak için zengin doğal
kaynakların ve büyük bir piyasanın sağladığı avantajdan yararlanabilm işlerdir. Ameri
kan şirketleri özellikle yen i üretim ve pazarlam a tekniklerini daha da ileri götürerek, öz
gün yeniliklerin pek çoğunun ve bunlarla ilgili bilimsel çalışm aların büyük bölümünün
Avrupa’da gerçekleşmiş olmasına rağmen, birçok sanayi dalında dünya lideri olmuşlar
dır. Yeni dev şirketlerin doğuşu sadece çelik ve elektrik ürünleri üretimi ile sınırlı kal
mamıştır. Başka maddeler, özellikle petrol ve kim yasallar konusunda da benzer geliş
meler olmuştur. Bu sektörlerde hem Birleşik Devletlerde hem de A vrupa’da dev şirket
ler ortaya çıkmıştır.
Çelik sanayisinde, ürün ve üretim teknolojileri konusundaki yen iliklerd e Avrupa
firm aları liderlik yapm ışken, Am erikan şirketleri temelde çeliğin uygulam aları konu
sunda m ükem elleşm işlerdir. Buna karşılık, üretim yöntem leri ile ilgili yen iliklerde
Am erikan şirketleri daha başlangıçtan günümüze petrol sektöründeki yen iliklerde
egemen olm uşlardır. Bunun nedeni, kısmen A m erika’da petrolün erken bir dönemde,
1850’lerden sonra y e rli bir y a k ıt olarak keşfedilm esidir. Ancak nedenler arasında, ra
finerilerde bir dizi petrol türevi üretebilm ek için, petrolün “parçalanm ası” konusun
97
daki teknik b ilgi1 birikim i de bulunm aktadır. Am erikan şirketleri bir dizi erken y e n i
liğin bir sonucu olarak petrol rafinerilerinin tasarım ve inşaatında hâlâ hâkim durum
dadırlar.
Bu bölümde, önce on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllard a kim ya ve petrol sanayile
rinde üretim teknolojisi ile ilgili yeniliklerdeki temel eğilim leri özetleyeceğiz. D aha son
ra, 1870’den b u ya n a Alman kim ya sanayisinde şirket içi A&G’nin gelişmesini ve bu ge
lişmenin üretim biçimlerini nasıl etkilediğini tahlil edeceğiz. Ardından benzer bir çö
zümlemeyi Amerikan petrol sanayisi için yapacağız. Bütün bu örnekler, 1970'lerde ba
zı ters eğilim ler ortaya çıkana kadar üretim teknolojileri ile ilgili araştırm a faaliyetleri
nin artan m aliyetlerini ortaya koyacaktır. Bölümün sonunda, üretim teknolojileri ile il
gili geliştirm e çalışmalarının karm aşıklığı ve muazzam m aliyeti ile ilgili eğilimin zirveye
ulaştığı nükleer enerjiyi de kısaca tartışacağız.
98
Tablo 4 .1 Burton Prosesi ve Akışkan K atalitik Parçalam a
Prosesinin Verim lilik Açısından K arşılaştırılm ası
mide verim liliğin yükselm esi için bu tür teknolojik gelişm eler esastır. Sürekli üretim
tekniklerine geçilmesini, on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllard a ortaya çıkan altı önem
li gelişme kolaylaştırm ıştır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
1. Soda, amonyak, klor, sülfürik asit, etilen ve propilen gibi temel kim yasal maddeler
piyasalarındaki müthiş büyüme. Bu "yapı taşları” çok çeşitli kim yasal maddelerin
üretiminde ara girdi olmanın yan ı sıra kim ya sanayisinin dışındaki sanayi üretimin
de de birçok kullanım alanı bulm aktadır.
2. Organik kimyasal maddeler üretiminde temel hammaddelerin kömür türevlerinden
petrol ve doğal gaza kaym ası. Bu değişim sürekli proseslerin gelişmesini ve kim ya
sal kom plekslerin1 petrol rafinerilerine bağlanm asına yol açmıştır.
3. Elektriğin bir enerji kaynağı olarak giderek daha fazla kullanılm asıyla elektro termal
ve elektrolitik proseslerin gelişmesi. Faraday, tuzun elektrolizi ile ilgili tanıtım göste
risini 1833 yılında gerçekleştirmiş olmakla birlikte büyük ölçekli proseslerin gerçek
leştirilmesi için gerekli ucuz ve bol enerji ancak yüzyılın sonunda sağlanabilmiştir.
4. Tesis inşaat malzemeleri ile pompalar, kompresörler, filtreler ve basınç kapları gibi ele
manlarındaki geliştirmeler. Bunlar hem büyük ölçekli proseslerin gerçekleşmesi hem de
yüksek basınç ve aşırı ısı gibi zor işletme şartlarına uyum sağlanabilmesi için zaruriydi.
5. Laboratuvar analizleri ve testlerinin yan ı sıra akım proseslerinin de izlenmesi ve de
netlenebilmesi için gerekli yen i enstrüm anların gelişmesi.
6. Temel bilimsel bilginin üretim proseslerine uyarlanm ası ve yen i bir kim ya mühendis
liği disiplininin gelişmesi. Kesikli üretim biçimi tamamen deneysel bilgiye ve makine
mühendisliği bilgilerine dayalı iken yen i akım proseslerinin tasarım ı fiziko kim ya ile
ilgiliydi.
Bütün bu eğilim ler firma içi profesyonel sanayi A&G birim lerinin büyümesini kolay
laştırırken, A&G’nin gelişmesi de bu eğilim leri kamçılamıştır.
i "Chemical complexes" birbiriyle teknolojik ilişkisi olan birçok kim yasal ürün tesisini bir arada ve bir m ekanda tutan
çok geniş üretim tesisleri grubu.
99
Bu bölümde önce, on dokuzuncu yüzyılın tipik kim yasal prosesleriyle bunların icat
ve geliştirilm esinde mucit-girişimcilerin rolü özetlenecektir. Bu özet ister istemez olduk
ça eksiktir ve tek amacı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısın d a Alman kim ya sanayisin
de ve yirm inci yüzyılın başlarında Amerikan petrol rafineri sanayisinde ortaya çıkan y e
ni üretim teknolojisi biçimlerine bir arka plan oluşturmaktır. D aha sonra üretim proses
leri tasarım mühendisliği ve müteahhitliği sanayisi ile bunun kim ya ve petrol şirketle
riyle ilişkileri tartışılacaktır. Büyük işletmelerin tasarımı prosesi, yüzlerce mühendis ve
teknik ressamın aylarca bir tek tasarım üzerinde çalışmasını gerekli kılacak bir karm a
şıklık düzeyine ulaşmıştır. Bu durum bölümün son kesimlerinde tartışılacağı gibi, nük
leer reaktörlerin tasarımı ve geliştirilm esi sürecinde en aşırı uca ulaşm aktadır. Bilgisa
y a r destekli tasarım (CAD) süreçlerinin kullanılm aya başlanm ası (bkz. 7. Bölüm) tasa
rım konusundaki bu zorlukları bir m iktar azaltmıştır.
100
üretim yöntem lerini uygulam ak ve geliştirm ek için firm alar kuran on dokuzuncu yü zyıl
mucit-girişimcileri arasında şunlar sayılabilir: isveçli Alfred Nobel (dinamit ve diğer ba
zı patlayıcı maddeler), Fransız Brins kardeşler (sanayi oksijeni), Ingiliz kim yager W .H .
Perkin (anilin boyalar) ve Jo h n Bennett Lawes (süperfosfatlar ve diğer kim yasal güb
reler), Alman Linde (sıvı hava damıtması), Kanadalı T. L. W illson (kalsiyum karbürün
elektrotermal üretimi), Am erikalı Castner ve Dow (sanayi elektrolizi ve Belçikalı Er
nest Solvay (amonyak, soda) ve bütün bunların yan ı sıra ilk plastik maddelere öncülük
yapan ve gelecek bölümde çalışm alarına atıfta bulunacağımız Parkes, H yatt, Spitteler,
Chardonnet ve Baekeland gibi kişiler.
Bu kişilerin tamamı kim yagerdi ve uzun y ılla r kendi hesaplarına ve (hem bedesel3
hem de finansal açıdan) hatırı sayılır kişisel riskler alarak araştırm a yapm ış olmalarına
rağmen deneyleri nispeten küçük çaplıydı ve kullandıkları düzenekler de çok pahalı de
ğildi. Hepsi patentlere büyük önem verm işlerdir (Nobel öldüğünde 350 patent sahibi
idi); çoğu başka ülkelerdeki üretimin y a lisans anlaşm aları altında y a da kendilerine
bağlı firm alar aracılığı ile yapılm asını sağlayacak patent hakları edinmede başarılı ol
muşlardır. Bu dönemde kurulm uş olan başarılı şirketler, ister (ICI, IG Farben’in Nobel
bölümleri y a da Ingiliz Oksijen Şirketi gibi) daha büyük gruplara katılsınlar, ister
(Dow, Solvay, Linde gibi) bağımsız şirketler olarak devam etsinler yirm inci yü zyıl kim
y a sanayinin önemli parçalarını oluşturm uşlardır. A BD ’de Nobel lisansının sahibi Du
Pont’tur; Solvay lisansının sahibi İngiltere’de Brunner Mond; A BD ’de ise daha sonra
Allied Chemical ve D ye’a katılacak olan, Solvay Process Corporation’dır.
Leblanc sisteminin yerini ilk alanlar arasında en önemlisi Solvay prosesidir ve belki
de, modern ağır kim ya sanayisinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bir ürünün y a da
bir üretim yönteminin yo k olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu durumların çoğun
da olduğu gibi, Leblanc prosesi de 1860’lar ve 1870’lerde birçok kez geliştirilmiştir4; 1887
gibi geç bir tarihte, kükürdü kazanmak için ortaya konan Chance prosesi de çok başarı
lı olmuştur (Chance prosesinin M ond’un yönteminin başarısız olduğu bir yerde başarı
kazanmasının nedeni karbonik asit pompalarında gerçekleştirilen iyileştirm elerdir.).
Proseslerdeki bu iyileştirm elerin çoğu, Cheshire ve Güney Lancashire’daki Leblanc
fabrikalarında ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışan Ingiliz mühendis ve kim yacıları
tarafından gerçekleştirilm iştir. Ingiltere 1830’lardan 1880’lere kadar Leblanc alkali
sanayisinin ana merkezidir; Alm anya ve Birleşik Devletlere başarıyla ihracat yapm ak
tadır. Ancak Leblanc sisteminde yapılan geliştirm eler, Solvay prosesinin teknik üstün
lüğünü ortadan kaldırm ak için yeterli değildi ve 1890 y ılı geldiğinde, Kıta A vrupası’nda
ve yen i kurulm akta olan Amerikan sanayisinde soda üretiminin çok büyük kısmı Sol
vay yöntem i ile yapılm aya başlanmıştır. Leblanc prosesi sadece Ingiltere’de varlığını
101
sürdürüyordu; Solvay prosesinin ilk y u rt dışı lisanslarından biri ile kurulan Mond tesis
lerine rağmen, bu ülkede 1890’da bile toplam üretimin üçte ikisi bu yöntem ile gerçek-
leştirilm ekteydi.
102
gerler Enstitüsü nün (VD C) oluşumunda önemli bir rol oynam akla kalmamış, Alman
M ühendisler Enstitüsü’nün (VDI) kuruluşuna da önderlik etmiştir. Böylece BASF, bi
reysel yetenekten daha fazla şeylere gerek gösteren ve araştırm acı bilim adam ları ile uz
man teknisyenler arasında sürekli işbirliğine dayanan yeni kim yasal proseslerin gelişti
rilmesi konusunda katkı yapabilecek bir durum a gelmiştir. Karlsruhe Technische
Hochschule’de Kimyasal Teknoloji Bölümü’nün kurulm ası ve Alman üniversitelerinin
yü ksek sayıda kimyacı mezun etmeye devam etmesi, Alman kim ya sanayisinin ürün ve
üretim yöntem i konusunda yenilik yapm a yeteneği olan nitelikli personel istihdam etme
çabalarını kolaylaştırm ıştır. BASF, Hoechst ve Bayer, üniversitelerdeki araştırm alarla
sıkı bir yakın lık içinde olmayı kendi işleri olarak kabul edilen kim yacılar tarafından yö
netilmekteydi. Kekule’nin benzen molekülü ile ilgili çalışm aları, Alman boya sanayisinin
1870’le 1910 arasında olağanüstü bir hızla gelişmesine olanak sağlayan kömür katranı
kim yası konusundaki pek çok önemli gelişmeye teorik temel sağlam ıştır. Alm anya dün
y a boyar madde üretiminin, 1880’de üçte birini, patenti alınmış 15.000 değişik türde bo
y a malzemesinin var olduğu 1900 yılın d a ise beşte dördünü gerçekleştirm iştir.
İlk dönemde önde gelen üç Alman şirketi arasında ciddi boyutlarda rekabet vardır.
Hepsi anilin boyaların yan ı sıra alizarin boyalar da üretm ektedir ve hepsi çivit (= indi-
go) sentezi konusunda gayret göstermektedir. Ancak BASF, fiyat rekabetini sınırlayan
yeni 1877 Patent Y asası’nın formülasyonuna katkıda bulunmuş, daha sonra kendi ara
larında piyasalar için oluşturulan gayri resmi anlayış, 1904 yılından başlayarak boya pa
zarlamasının IG (Interessengemeinschaft) aracılığıyla yapılm asını sağlayan bir işbirliği
anlaşm asıyla resmi hale gelmiştir.
Çivitin sentezi, üretim yöntem lerinde sistematik bilimle ilgili yeni süreç geliştirm ele
rinin önemini gösteren iyi bir örnektir. Çivit sentezi konusunda ilk öncülüğü 1870’ler-
de B ayer yapm ış ancak başarısız olmuştur. 1880’de M ünih Üniversitesi nde Liebig’in
yerini almış olan Profesör Baeyer, laboratuvar ortamında ilk kez sentetik çivit üretmiş,
bunu bütün bir seri çivit boyaları izlemiştir. Profesör Baeyer bu başarısından dolayı
Nobel ödülü almıştır. Hem Hoechst hem BASF, B aeyer’in çalışm asına dayalı ortak pa
tentler alm ışlardır. Ancak B aeyer’in kullandığı başlangıç malzemesinin değeri doğal bo
yanın fiyatını çok aşmıştır. BASF sentetik ürünü pazarlam aya teşebbüs etmiş ancak ge
ri çekilmek zorunda kalm ıştır. Profesör Baeyer, 1882’de yen i bir sentez bulmuş fakat
sekiz yıllık çalışma yine ortaya ekonomik bir proses çıkaram am ıştır. Kari Heumann,
1890’da, Zürih Politeknik’te bu kez daha başka bir sentez bulmuş ve patenti yine hem
BASF hem de Hoechst tarafından alınm ıştır. Ancak gelişmeler, söz konusu prosesin
teknolojik olarak yapılab ilir olduğu halde ekonomik olmadığını bir kez daha ortaya
koymuştur.
103
Y ıllar süren ek çalışmalardan sonra, sonunda BASF, kısmen o zamanlar çok pahalı
bir madde olan naftalinin oksidasyonu konusundaki çalışm alar sırasında ortaya çıkan bir
kaza sonucu başarıya ulaşmıştır. Bir termometre kazayla kırılm ış ve içindeki cıva reak
siyon kabının içine akmıştır. Böylece cıvanın ideal bir katalizör olduğu ortaya çıkmıştır.
Hoechst geride kalmış olm akla beraber, D egussa ile işbirliğinin sonucu eski duru
munu yeniden elde etme olanağına kavuşmuştur. Daha önce her biri ayrı prosesle de
neyler yapan dört ayrı pilot tesis vardı. Bu deneyler D egussa prosesinin kesin üstünlü
ğünü ortaya koymuş ve bu proses yirm inci yüzyılın ilk yılların d a Hoechst'in üretimine
egemen olmuştur. 1880’le 1997 arasındaki çivit sentezi konusunda A&G harcam aları
nın toplamı 20 milyon D M ’den fazladır. BASF ve Hoechst’de büyük çaplı ve ekonomik
prosesler başarı ile geliştirildikten sonra, doğal çivit boyalarla kıyasıya bir fiyat rekabe
ti başlamış ve H indistan’ın ihracatı 1895’deki 187.000 tonluk hacimden, 1913’de 11.000
tona düşmüştür. Doğal maddenin fiyatı ise aynı dönemde kilo başına 11 D M ’dan 6.50
DM a inmiştir.
Y üzyılın sonunda dünya üretiminin %80’inden fazlasını gerçekleştiren Alman ve İs
viçre kim ya şirketleri teknik ve piyasa üstünlüklerini kanıtlam ışlardı. En büyük İsviç
re şirketi olan CIBA, araştırm a konusunda B A SF ’ın yan ı sıra diğer İsviçre şirketleri
Geigy ve Sandoz’la sıkı ilişki içinde temel kim yasal maddelerle ara m allarını Alman
y a ’dan ithal etmektedirler. İsviçre şirketleri araştırm a ürünü olan yü ksek kaliteli boya
lar ve ilaçlar üzerinde yoğunlaşm ışlardır; 1900 yılın d a üretim lerinin %93’ünü ihraç et
mektedirler.
Firma içi proses geliştirme kapasitesinin önemi (ister plastik, ister yeni boyalar y a da
ilaçlar olsun) sadece yeni ürünlerin ticari bir biçimde ortaya çıkarılm asında değil, eski
ve yerleşik temel kim yasal maddelerin üretiminde de açıkça belirgindir. 1880’lerde,
BASF sülfürik asit üretiminde, bugün de üretimin büyük bir kısm ında temel teknik
olan “değm e” (= contact) prosesini uygulam aya başlamıştır. Söz konusu proses, W il
helm O stwald’in Leipzig’de, fiziksel kim ya alanında gerçekleştirm iş olduğu temel çalış
m alara dayalı olmakla birlikte, kükürt triokside dönüştürülmesi için katalizörlerle ger
çekleştirilen yoğun sanayi deneyleri sonunda ortaya çıkarılabilm iştir. BASF, bu yönte
mi sır olarak saklam aya çalışmış, ancak 1895’de bir çalışanının “ihanetine uğram ıştır”.
1901 yılın d a patentler alınırken taklitleri önlemek için artık çok geçti. Ancak, U S Ge
neral Chemical Company, ABD ’de değme yöntem iyle üretim yap acak ilk fabrikayı
1906 yılın d a kurarken B A SF ’dan lisans almanın hâlâ değeri olduğunu düşünmüştür.
Kimya sanayisinde genelde patentler kadar proseslerle ile ilgili olarak firm ada birikmiş
teknik bilgiler ve deneyim ler yan i know-how'da büyük önem taşım aktadır.
104
Ancak, temel kim ya ile güçlü proses mühendisliği kapasitesi arasındaki başarılı evli
liğin belki de en görkemli örneği, sentetik azotlu gübre üretmek için Haber-Bosch pro
sesinin geliştirilm esidir. Daha 1900'den önce BA SF değişik proseslerle ilgili çeşitli de
neyler yapm aktaydı, ancak 40 yaşın daki Fritz Haber 1908 yılın d a Karlsruhe Technisc-
he Hochschule’de bir katalizör katkısıyla çok yüksek basınç ve ısıda azot ve hidrojen
reaksiyonuyla am onyak sentezini gerçekleştirm iştir.
BASF, prosesini geliştirm esi için H aber ile bir anlaşm a yap tı ve Cari Bosch önderli
ğinde güçlü bir geliştirme grubu ticari üretim için gerekli olan basınç kaplarını ve
kompresörleri 1913 yılın d a tasarlayıp imal etmeyi başardı. Bu arada katalizörün geliş
tirilmesi ve ucuzlatılması da gerçekleştirildi. Elde edilen başarının büyüklüğünü göster
mek için Brunner M ond’un, prosesi taklit edebilmek için Birinci D ünya Savaşı’ndan
önceki çeşitli başarısız teşebbüslerinden ve 1919 yılın d a B A SF’ın O ppau’daki fabrika
sını ziyaretinin ardından, yed i y ıl uğraştığını söyleyebiliriz (1919’dan 1926ya kadar).
Prosesi taklit edebilme çabası Fransa ve ABD ’deki kim ya şirketleri için de yaklaşık aynı
süreyi almıştır. Ancak M ontecatini’de Fauser, çok daha yü ksek dönüştürme hızı olan
daha gelişkin bir prosesi, 1925 yılınd a ortaya koym ayı başarm ıştır.
İlk fabrikanın yıllık üretim kapasitesi sadece 10.000 ton olduğu halde Alm anya’da
savaş sırasında başka fabrikalar da kurulm uştur. BASF prosesi tasarlam ak ve geliştir
mekle kalmamış, LimburgerhoPda 1914 yılın d a bir tarım deneme istasyonu kurmuştur.
Bu istasyonun ve B A SF ’ın oluşturduğu çok sayıdaki tarım danışma merkezinin çalış
maları Alm anya’nın sürdürülen abluka sonucu, Şili nitratının1 kesilmesinin ortaya çı
kardığı olumsuz etkilerden kurtulm asını ve Alman tarım ında y a p a y gübrelerin çok bü
yü k bir hızla tanıtılmasını ve yayılm asını sağlamıştır.
Haber-Bosch prosesinin başarısı başka önemli sonuçların da ortaya çıkm asına neden
olmuştur. Bu gelişme B A SF’ı ve genel olarak Alman kim ya sanayisini yüksek basınç ve
katalitik proseslerinin geliştirilm esi ve uygulanm ası konusunda önder durum una getir
miştir. Bunun ne kadar önemli olduğu sadece metanol (BA SF prosesi M atthias Pier ta
rafından 1922 yılın d a geliştirilm iştir) üretimi açısından değil, linyitten petrol elde edil
mesi ve 1930’larda geliştirilen diğer yü ksek basınç proseslerinden de bellidir.
Hidrojenleştirme (= hydrogenation) prosesleri ABD petrol sanayisine 1929 yılında,
0 güne kadar herhangi bir know-how satışı ile ilgili ticari faaliyette görülmemiş büyük
lükteki bir ödeme karşılığında satılmıştır. Petrol rafinasyonu konusundaki gelişmelerle
kim ya sanayi prosesleri o kadar iç içe geçm iştir ki, şimdi petrol rafinasyonu y a da arıt
m asıyla ilgili yenilikler üzerinde durabiliriz.
1 Ş ili nitratları, Pasifik kıyıların daki yam açlard a birikm iş deniz kuşu dışkıları, y a n i “guano” denen doğal gübredir; sen
tetik gübre icadına kadar, 19. yü zy ıld a A vrupa’nın başlıca tarım girdilerinden biri haline gelm iştir.
105
4. 4 Petrol Arıtımında Proses Yenilikleri
Yale Universitesi’nde bir kim ya profesörünün ilk kez parçalam a (=cracking) olgusu
nu gösterdiği y ıl 1855’dir. Ancak bu buluşun devrim niteliğinde bir dizi yeni proses şek
linde ticari uygulam a olanağı bulması yirm inci yü zyıla sarkm ıştır. Bu yen ilikler Enos
(1962a) tarafından, yenilik tarihi konusunda yazılm ış en iyi kitaplardan biri olan eserin
de çok dikkatli bir şekilde belgelenmiş olup, burada ondan çok yararlanılm ıştır (ayrıca
bkz. Enos, 1962b). Yeni üretim tekniklerinin gelişmesinin arkasında petrol sanayisinin
ürettiği hatif uçucu (beyaz) ürünlerden birisinin (benzin) talebindeki çok hızlı artış, bu
na karşılık bir başka hafif ürünün (kerosen/gaz ya ğ ı) talebindeki ani düşüş ve daha ağır
(siyah) ürünlerin (fuel oil) talebinde gözlenen nispi bir gerileme vardır. Bu gelişmenin
nedeni kuşkusuz otomobil sanayisinin büyümesine ve parafin (kerosen/gazyağı) lam ba
sının yerin i elektriğin almasıdır.
Yüksek verimli rafineri ürünleri talebi, özellikle yerel petrol üretim alanlarında üre
timin gerilem eye başladığı 1900 yılından başlayarak, taşım a m aliyeti yü ksek ucuz kö
mürün, artık sayılan ağır fuel-oil karşısında rekabetçi olduğu (ABD) O rta B atı’da güç-
lüydü. Sanayide artığın (= residual) aşırı ısıtılmasının "parçalanm aya” (= cracking) yol
açtığı genellikle bilinmekteydi ve “koklaştırm a” denilen ilkel bir damıtma süreci kulla
nılıyordu. Bu, daha beyaz ürünlerin elde edilmesi için ağır parçaların veya fraksiyonla
rın (= fractions) açık kaplarda ve atmosfer basıncında pişirilm esi anlam ına geliyordu.
Ticari anlam da ilk başarılı parçalanm a prosesini ortaya koyan kişi, 1889 yılında,
Jo h n Hopkins U niversitesi’nde kim ya dalında Doktora derecesi almış olan W illiam
Burton’dur. Burton’un daha çocukluk yılların d a kendi özel kim ya laboratuvarı vardı ve
elektrik alanında mucit Brush ile arkadaşlık ediyordu. Sanayideki ilk işi konusunda en
çok dikkati çeken nokta bir Indiana yan kuruluşu olan W hiting rafinerisinde bir labo-
ratuvar yönetm ek için Standard Oil tarafından özellikle işe alınmış olmasıdır. Söz ko
nusu laboratuvar eski bir çiftlik eviydi; kullandığı aletlerin çoğunu kendisi yapm ak zo
runda kaldığı halde Burton arıtm a yöntem lerinde bir dizi iyileştirm eyi başarm ıştır. So
nuçta rafinerinin genel yöneticiliğine atanmış ve laboratuvarına iki tane daha doktoralı
kim yager alınmıştır.
Rafineri yöneticisi olarak Burton, 1909-1910yıllarında bir pilot tesiste, deneysel ge
liştirme yapm ak için gerekli kaynaklara sahip olmuştur. Kendisi ve iki meslektaşı, fark
lı petrol fraksiyonlarının değişik ısılarda ve basınçlarda parçalanm a sonuçlarını test et
me olanağını bulmuşlardır.
Kullanılan aletler ve malzemeler ilkel, yü ksek basınçla çalışma konusundaki bilgiler
daha başlangıç aşam asında olduğu için deneyler önemli kişisel riskler taşım aktaydı.
Kullanılan çelik levhaların büyüklüğü ve perçinleme teknikleri, çalışm alarını nispi ola
106
rak düşük basınçlarla sınırlam aktaydı. Bütün bunlara rağmen benzin motorin prosesi
geliştirmede başarılı oldular. Ancak ana şirket 1910 yılında, patlam a olur korkusuyla,
ilk tesisin kurulm ası için istenen bir milyon doları tahsis etmeyi reddetm iştir.1
Ancak 1911 yılında Standard Oil of Indiana, bir anti-tröst kararı sonucunda ana şir
ketten ayrılm ış ve yeni yönetim kurulu söz konusu harcama için yetki vermiştir. Üretim
1913 yılında başlamış ve benzin üretiminde verimi iki kat artıran fabrika büyük ölçüde
başarılı olmuştur. Ürünün renginden ve kokusundan kaynaklanan bazı pazarlama sorun
larının üstesinden gelinmesi için çaba gösterilmesi gerekmiş olsa bile, Enos söz konusu
üretim yönteminden Indiana Standard’ın, 1913 ile 1922 yılları arasında 123 milyon dolar
kâr sağladığını hesaplamıştır. M aliyetlerdeki azalma başlangıçta %28 iken (genellikle şir
ket çalışanlarının patentlenmiş icatlarıyla), % 50ye kadar çıkmıştır.
Enos ilk faaliyet y ılı olan 1913’de, prosesi geliştirm ek için harcanmış olan 236.000
$ ’ın on misli olarak geri alındığını hesaplamıştır. Ardından sadece royalti11 gelirleri 20
milyon doların üzerine çıkmıştır. Patent pozisyonu, hem ilk icat hem de geliştirm e icat
ları bakımından o kadar güçlüdür ki Standard Oil of Indiana, prosesi kullananların kâr
ları üzerinden %25 alm aktadır. 1921 y ılı geldiğinde toplam olarak 19 şirket lisans altın
da üretim yapm aya başlam ıştır. Ancak bu şirketler yapılm ış olan anlaşm alar gereği, sa
dece sınırlı bölgelerde satış yapabilm ektedir; üstelik sadece patent haklarını alabilmiş,
beraberinde teknolojik bilgiyi know-how elde edememişlerdir.
Bu koşullar bir yandan birçok küçük rafinerinin çökmesine neden olurken bir y a n
dan da yen i alternatif proseslerin gelişmesini teşvik etmiştir. Çok yü ksek düzeyde karlı
olan Burton prosesinin arkasından, yoğun icat çabaları sonucunda 1920'de dört,
1921’de ise beş yeni parçalanm a prosesi ortaya çıkmıştır. Bu yöntem ler arasında en ba
şarılıları Dubbs prosesi ile “boru ve depo” (=Tube ve Tank) prosesidir. Dubbs prosesi,
daha önce benzeri olmayan, sonraları petrol damıtma tarihinde önemli rol oynayacak
bir proses geliştirme uzmanlık şirketinin, Universal Oil Products Company (U O P )’nin
kurulm asına yo l açtığı için özellikle önemlidir. Cross prosesi de böyle bir geliştirme şir
ketinin kurulm asına yo l açm ıştır am a bu şirket yaşam am ıştır.
Je sse Dubbs küçük ve bağımsız bir Kaliforniya rafinerisini yönetm ektedir; oğlu da
(ister inanın ister inanmayın adı böyle) Carbon Petroleum Dubbs, başka bir rafinerinin
yöneticisidir. Standard Asphalt şirketi, et paketleme işinden muazzam bir servet kazan
mış olan ve yen i yatırım alanları arayan, J . Ogden Armour tarafından satın alındığın
da, C. P. Dubbs bu şirket için çalışm aktadır. Standard Asphalt, C. P. Dubbs’ın nüfu
zuyla baba Dubbs’un elinde bulunan bütün patentleri ele geçirm iştir. Bunların arasın-
i Bu dönemlere ait dolar değerlerini y a k la şık 100 faktörüyle çarpm ak gerekir; D M , Alman M arkı ve £ Ingiliz Lirası ve
diğer paralar da benzer oranlarda değer yitirm işlerdir.
ii “Royalty" bir patent, lisans veya know-how karşılığında çeşitli şekillerde yap ılan ödemelerdir. Türkçe “şerefiye” de
denebilir. A ncak uluslararası bir terim olarak Türkçe okunuşunu tercih ettik.
107
da parçalanm a için bir akış süreci olanağı sağlayan ve Burton patentlerini devre dışı bı
rakan bazı buluşlarla ilgili patent hakları da vardır. Aslında kendine özgü nitelikleri
olan Kaliforniya ham petrolünü arıtm a ve pazarlam a ile uğraşan mucidin asıl niyeti bu
değildir. Patent dosyasındaki bazı belirsiz teknik tanım lam aların bir sonucu olarak,
1909 yılın d a bir takım buluşlar için öncelik ve özgünlük iddiaları ortaya atılmış ve bu
da birçok ihtilafa yol açmıştır.
Patentlere sahip olmak ve üretim teknikleri geliştirm ek için yen i bir şirket (UO P)
kuruldu. Dubbs %30, Armour %20 hisse sahibiydi. Oğul Dubbs, artık olarak çıkan ağır
fraksiyonları parçalam a sarım ına yeniden döndürecek bir yöntem geliştirdi ve patenti
ni aldı; UOP araştırm a laboratuvarında seçkin bir kim yager olan Dr. Egloff’la6 işbirli
ği sonucu, 1919 yılın d a Shell şirketine sunulacak olan pilot tesisi, 1918 yılın d a kurm ayı
başardı.
Ancak ortaya çıkan aksilikler ve 1921 yılın d a Shell için inşa edilen bir tesisteki pat
lama tasarım larda önemli değişiklikler yapılm asını gerektirm iş ve proses 1923 yılın a k a
dar yerine oturamamıştır. Toplam geliştirme m asrafları yak laşık 6 milyon $ ’a ulaşmıştı;
bu 1922 yılın d a iflas eden Armour’u bile çökertecek kadar ağırdı.
Yeni proses birçok bakımdan Burton prosesinden daha üstündü; bunun başlıca ne
deni, kesintisiz prosesin kesikli proses karşısındaki avantajlarıdır, işgücü m aliyetleri
azaltılırken tesis ölçek ve kapasiteleri büyük ölçüde artırılabilm iştir. Burada da birçok
m aliyet azaltıcı yenilik proses uygulam aya başladıktan sonra gerçekleştirilm iştir. Elekt
rik kaynağı, kazanların ve boruların büyüklük ve performanslarının önemli ölçüde ge
liştirilmesine olanak sağlam ıştır. En önemli gelişmelerden biri yü ksek ısı ve basınç altın
da çok iyi çalışabilen bir geri döngü (devri daim) pompasının kullanılm aya başlanm ası
dır. Sıcak y a ğ pompasının patenti Shell tarafından alınmış olm akla birlikte, UOP mü
hendislik bölümü tasarımı geliştirm iştir. Sadece bu yenilik kapasiteyi %40 artırm ıştır.
Shell' e royalti ödemelerinde %25 indirim yapılm ıştır; bu U O P’nin uyguladığı politi
kanın önemli bir yanını aksettirm ektedir. UOP bir proses geliştirm e şirketi olarak, kar
şılıklı know-how ve teknoloji değişimi yaparken, aynı zamanda teknik yardım ve per
formans garantileri verm ektedir. Şirket, münhasır lisans sahibi olmak isteyenlerin tek
lifleriyle de karşılaşmış olmasına rağmen, geliştirdiği üretim yönteminin, hiçbir ayırım
yapm adan başvuran herkese verilmesinde ısrarlı olmuştur. Dubbs proses lisansı, baş
langıçta Shell’e ve birçok küçük (Am erika) Batı Kıyısı rafinerisine verilmiş olm akla bir
likte, 1924’de Standard Oil of California da bir lisans almıştır; 1930 yılı geldiğinde
Standard Oil of California UOP ye, Shell ile birlikte yıld a 2 milyon $'ın üzerinde bir ro
yalti ödemektedir. Aslında 1914 yılında, UO P Indiana Standard’a karşı açmış olduğu
davanın her iki patent kümesinin de iptaline yo l açacağı tahmin edildiğinden, bu büyük
108
lükte bir ödeme de beklenmemiştir. Buna karşılık, dava 15 y ıl sürüncemede kalmış ve
1931 yılında, nihayet sona erdiğinde Shell, California ve Indiana, diğer iki büyük pet
rol şirketi ile birlikte U O P’y ı 25 milyon $ karşılığında satın alm ışlardır. Royalti, başlan
gıçtaki varil başına, net 51 sentlik orandan, tedricen gerileyerek, 1934 yılın d a 10 sente,
1938 yılında beş sente ve 1944 yılın d a üç sente inmiştir. Bu süre içinde daha üstün üre
tim teknikleri geliştirilm iş ve özellikle, akışkan katalitik parçalam a prosesi için istenen
royalti haddi varil başına beş sent olarak açıklanm ıştır.
Öte yandan UOP yeni yönetim altında da nispeten bağımsız bir politika uygulam a
y ı sürdürm üştür. 1916’dan beri olağanüstü ölçüde becerikli ve girişken bir başkan ola
rak görev yapm ış olan Hiram H alle’nin, şirketin satış sözleşmesine konan bir madde ile
15 y ıl daha başkanlık görevinde kalm ası sağlanmıştır. Saldırgan bir A&G politikası uy
gulam asında ısrarcı olan Halle, Egloffun kataliz konusunda çalışmak üzere dünyadaki
en iyi bilim adam larından bazılarını istihdam etme önerisini de kabul etmiştir. Egloff,
dönemin parçalanm a yöntem lerinin artık ulaşabileceği en üst etkinlik düzeyine ulaştığı
nı ve yen i bir açılım a gereksinim olduğunu savunmaktadır. Böylece UOP, çok seçkin
bir Rus kimyacısı olan Ipatieff ile Tropsch’u ve IG operasyonları konusunda deneyim
sahibi diğer Alman kim yacılarını işe almıştır. UOP bu uzak görüşlü politikanın bir so
nucu olarak birçok proses yeniliklerini gerçekleştirm iş ve akışkan katalitik parçalam a
prosesine de büyük ölçekli bir katkıda bulunmuştur. UOP tarafından gerçekleştirilen
ve hemen bütün rafineriler tarafından kullanılan icatlardan biri de, 1949 yılın d a ortaya
konan platin katalitik yeniden biçimleme (‘platforming’) prosesidir. Petrol sanayi,
U O P’nin oynadığı benzersiz rolü açıkça kabul etmiş ve şirketin sahipliği, 1944 yılında,
Amerikan Kimya Derneği'ne devredilmiş; fakat 1958’de yeniden, A&G gerçekleştiren,
proses tasarım ı satan, teknik danışm anlık hizmeti sağlayan, kısacası yen i bilgi üreten ve
ticaretini yapan bağımsız bir şirket haline gelmiştir.
Dubbs prosesi, büyük ölçüde bağımsız bir proses şirketi tarafından geliştirilirken
192O'li yılların diğer önemli sürekli prosesi olan “Boru ve Depo” en büyük petrol şirke
tinin (Standard Oil of New Je rse y ) kendi uzmanlaşmış A&G bölümünü kurm a kararı
nın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bölüm, başlangıçta Standard Development
Company olarak adlandırılm ış ancak 1955 yılında, Esso (daha sonra Exxon) Araştırma
ve M ühendislik adını almıştır; 1919 yılın d a kurulmuş olan söz konusu birim, daha 1920
yılın d a elliden fazla, 1930’larda ise yüzlerce kişiyi istihdam etmeye başlamıştır. Şirket,
üniversiteden danışmanlar çalıştırmış ve ayrıca 1920’lerde üst üste gelen birçok patent
nedeniyle karm akarışık hale gelmiş olan patentleme çalışm alarına da gereken önemi
vermiştir. “Boru ve Depo” prosesinde en önemli rolü oynayan mucit Edgar Clark'dır.
Burton’un çalışma arkadaşlarından biri olan C lark’in prosesine, bir takım çalışmasının
109
sonucu olduğu düşünüldüğü için bilinçli olarak onun adı verilmemiştir. Söz konusu
proses hızla geliştirilerek, 1921 yılın d a uygulanm aya başlansa da esas avantajları, geliş
tirme grubu tarafından uygulam ada gerçekleştirilen birçok iyileştirmenin ardından or
taya çıkmıştır. Bu iyileştirm eler, Burton prosesi ile İşlenemeyen birçok ham petrol tü
rünün işlenmesini ve 1930 yılında, çalışma basıncının inç kare başına 95 libreden 100
libreye çıkarılmasını mümkün kılmıştır. Prosesin performansındaki büyük gelişme,
1929 yılında yapılan sistem atik analizlerle, devri daim sistemindeki ısı eşanjörünün y e
niden tasarım ı ve Pasifik sıcak y a ğ satrifüj pompasının1 devreye sokulmasının sonucu
dur. Proses, ağır mahkeme giderleri ve artan patent m aliyetlerine (1 milyon $ ’dan faz
la) rağmen son derece karlı olmuş ve şirkete toplam olarak 300 milyon $ kazandırm ış
tır. Karmaşık patent davaları, 1923 yılın d a yapılan bir lisans değişim anlaşm ası ve daha
önce de gördüğümüz gibi, U O P’nin 1931 yılın d a beş büyük petrol şirketi tarafından sa
tın alınm asıyla çözümlenmiştir.
Parçalam a prosesinde daha ileriye gidebilm ek için katalitik teknikler kullanm anın
gerekli olduğu, 1920’li yıllard a yaygın biçimde anlaşılm ıştır. D aha 1915 yılında, Gulf
Refining Company, bir alüm inyum klörür katalizör kullanan bir parçalam a prosesi uy
gulam asına teşebbüs etmiş ancak bu yöntem, bir yandan yü ksek m aliyetlerden, bir ya n
dan da karbon birikim i ile tıkanan katalizörü yenileyecek iyi bir yo l olmadığı için terk
edilmiştir. Çeşitli petrol şirketleri, 1920’li yıllard a katalizörlerle deneyler yapm ayı sür
dürm üşlerdir. Ancak ilk başarılı proses, sanayi dışından, zengin bir Fransız mühendis,
Eugene H oudry tarafından icat edilmiştir. Babası inşaat çeliği üreticisi olan Houdry,
önce aile işinde çalışm aya başlamış, ancak 1923 yılın d a kendisini tamamen linyitten y e
ni tip motor yak ıtları elde etmek için sürdürdüğü deneylerine hasretm ek için bu işten
vazgeçmiştir; 1925 yılın d a petrol fraksiyonları katalizi ile ilgilenm eye başlamış ve ara
larında hem kim yagerler hem de mühendisler bulunan arkadaşlarının yardım ı ile yü z
lerce katalizör deneyi gerçekleştirm iştir; 1927 yılın d a da, katalizör olarak kullandığı bir
çeşit kil (silisyum ve alüminyum oksitler) aracılığı ile parçalanm a deneyleri başarıya
ulaşmıştır.
H oudry bulgularını yayınlam ış ve aralarında Standard Oil (N ew Je rse y ), Shell ve
Anglo-Iranian’ın (BP) da bulunduğu önde gelen petrol şirketleri onun laboratuvarım
ziyaret için teknisyenler göndermişlerdir. Öte yandan, petrol şirketlerinin H oudry’nin
geliştirdiği yöntem i ticari biçimde kullanm a konusunda kuşkuları vardır; örneğin Stan
dard O il’in geliştirilm esine çalışılan diğer proseslerden beklentileri daha yüksektir. Ho
udry özel servetini harcam aya devam eder, ancak sonunda ek finansal destek ve daha
önemlisi, pilot tesis ve teçhizatını tasarlayacağı, kuracağı ve deneyeceği rafinerisi olan
110
bir petrol şirketi bulamadan araştırm alarım sürdürem eyeceği bir noktaya ulaşır. A yrı
ca, ilgilendiği diğer konu olan linyit prosesi için gereken pilot tesis kurm a çabaları,
Fransız hükümetinin resmi desteğini çekmesiyle hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Bu koşul
lar, Am erika’y a göçmesine ve 1930 yılın d a Socony Vacuum Oil ile ortak olarak,
Houdry Process Corporation şirketini kurm asına yol açar. Prosesin geliştirilm esi
çabaları güçlüklerle karşılaşm aya devam etmektedir ve H oudry 1932 yılında, Houdry
Corporation’a üçte bir ortak olan Sun Oil şirketi ile bir anlaşm a yap arak daha büyük
bir araştırm a ve mühendislik desteği sağlar. Proses, ancak 11 milyon $'lık bir harcam a
nın ardından, 1936-37 yılların d a Socony Vacuum ve Sun tarafından uygulanm aya baş
lanır. Bu 11 milyon $’ın üç milyonu H oudry’nin cebinden çıkmış, Sun ve Socony dör
der milyon $ katkıda bulunm uşlardır.
Bu kısa açıklama, yen i prosesler icat etmek isteyen bağımsız mucidin çok büyük bir
kişisel serveti, sınırsız arzu ve sebatı olsa bile, karşı karşıya bulunduğu güçlükleri orta
y a koym aktadır. Pilot tesis çalışm alarının büyüklüğünün ve karm aşıklığının 1920’li y ıl
larda varm ış olduğu nokta, deneysel geliştirm e çabalarını sürdürebilm ek için yerleşik ve
büyük bir kim ya y a da petrol şirketinin desteğini, genellikle kaçınılmaz hale getirmiştir.
Houdry prosesinin sonunda başarı kazanm asını sağlayan kritik bir faktör, genelde tüm
proses geliştirm elerde olduğu gibi, yen i bir mühendislik teçhizatının, bir İsviçre tasarı
mı üzerine imal edilen türbo kompresörün kullanılm asıdır. Katalizörün rejenerasyon
devresini ilk defa ekonomik hale getiren bu cihaz, Sun şirketi A&G personelinin ger
çekleştirdiği deneyler ve İsviçre’y e yap ılan bir teknik görev seyahati sonucu ortaya çık
mıştır. Nihai olarak H oudry prosesi, termik parçalam aya göre daha düşük m aliyetli ol
masının yan ı sıra, çok daha yü ksek kalitede ürünler ve beklenmedik bir biçimde çok ka
liteli uçak ya k ıtı üretilmesini sağlamıştır.
Bir katalitik parçalanm a prosesinin Sun Oil ve Socony Vacuum şirketleri tarafından
uygulam aya konması, Standard Oil of New Je rse y şirketine de paralel çalışm alar ya p
ması konusundan güçlü bir uyarıcı olmuştur. Lisans devri konusunda yapılan m üzake
reler, H oudry Process Corporation’ın, H oudry prosesinin standart parçalam a yöntemi
olarak benimsenmesi durumunda, Standard Oil of New J e r s e y ’den 50 milyon $ elde et
meyi beklediğini ortaya koym aktadır. Bu çok katı yaklaşım , J e r s e y ’in bu olanağı red
detmesine ve bunun yerine kendi prosesini geliştirme çalışm alarını yoğunlaştırm asına
yol açmıştır. Standard Oil şirketini böyle bir yo l izlemeye yönelten sadece fiyatın y ü k
sekliği değil, aynı zamanda Houdry prosesinin sabit yatak lı olma özelliğinin getirdiği sı
nırlamalar, şirketin kendi A&G kapasitesinin büyüklüğü ve 1926 yılın d a BASF, Bayer
ve Hoechst şirketlerinin birleşm esiyle oluşan dev Alman kim ya şirketi IG Farben’den
elde etmiş olduğu know-how gibi unsurlardır.
111
Bergius Birinci D ünya Savaşı sırasında, yü ksek basınçta hidrojenleyerek1 B A SF ’da
linyitten petrol sentezi yapan bir proses geliştirmişti. Bu prosesin linyitten çok, ağır pet
rol fraksiyonlarına daha iyi bir biçimde uygulanabileceği düşünülmüş ve Standard De
velopment Şirketi 1927 yılında, BASF tesislerine yapılan bir ziyaretin ardından IG ile
bir teknik know-how değişim anlaşması imzalamıştır. Standard, IG ye kendi ağır petrol
çalışmaları konusunda bilgi verm eyi ve 1929 yılında, ileride daha büyük başarılar elde
edileceği inancı ile IG patentlerinin ve proseslerinin (Alm anya dışındaki) dünya lisans
hakları için 35 milyon $ ödemeyi kabul etmiştir. Standard başlangıçta, düşük kaliteli
ham petrol stoklarının işlenmesi için bu yeni prosesin yaygınlaşm asını beklemiş, ancak
1930 ve 1931 yılların d a kurm uş olduğu tesisler başarılı olduğu halde, ytiksek kalite dün
y a ham petrol arzının fazla olması bekleyişlerin gerçekleşmesini önlemiştir. Bu dönem
de, yü ksek basınçlı proseslerle ilgili çalışm alar konusunda Alman üstünlüğünün bir gös
tergesi de, tüm supap ve kompresörlerin, Am erikan üreticilerinin inç kare başına 400
libre basınç altında çalışacak teçhizat üretememeleri nedeniyle Alm anya’dan ithal edil
me gereğidir. Bütün bunlara rağmen, Standard, katalitik prosesler konusunda önemli
ölçüde deneyim ve çok güçlü bir patent pozisyonu elde etmiştir. Firma, daha 1930’lu y ıl
ların başında katalitik parçalam a için “Suspensoid” prosesini geliştirm iş ve başka tek
nikler konusunda da deneyler gerçekleştirm iştir.
Sonuç olarak Standard, sıçrayıp daha gelişkin bir prosese geçerek, H oudıy prosesi
ne meydan okuyacak bir duruma gelmiştir. Tam sürekliliği olan bir akış prosesinin, y arı
sürekli Floudıy sabit yatak lı katalizör sistemine göre çok daha üstün olduğu, başlangıç
tan itibaren kabul edilmiştir. Temel amaçlardan biri sadece yü ksek kaliteli ham petrolle
sınırlı olmayan farklı niteliklerdeki ham petrolü de işleyebilecek bir üretim yöntem i ge
liştirmektir. Bu am açlara ulaşabilmek için Standard, kendilerini H oudry prosesinin teh
i hydrogenation
112
didi altında hisseden diğer petrol şirketleri ve proses geliştirme şirketleri ile işbirliğine
gitmiştir; 1938 yılında Katalitik Araştırma O rtakları (Catalytic Research Associates) ola
rak tanınan ve başlangıçta Kellogg, IG Farben, Indiana Standard ve Je rse y Stan-
dard’dan oluşan, ancak kısa bir süre sonra Shell, Anglo-Iranian (BP), Texaco ve
UO P’nin de katıldığı bir grup oluşturulmuştur. Ortak araştırm a programının doğması
na yol açan ilk Londra toplantısının öncülüğünü bir proses tasarım ve inşaat şirketi olan
Kellogg’un yapm ış olması ilgi çekicidir. Bu grup (IG dışında), (400’ü Standard Develop-
ment’dan olmak üzere) yaklaşık 1000 kişinin çalıştığı A&G tesislerinin olanaklarını kul
lanmış ve ayrıca birçok farklı alanlardan uzmanların da işbirliğine gerek duyulmuştur.
Akışkan katalitik parçalam a prosesini geliştirm ek için, 1938’den 1942ye kadar sür
dürülen A&G işbirliği, atom bombasından önce gerçekleştirilm iş en kapsamlı program
lardan biridir. En büyük katkıyı Je rse y Standard sağlamış ve bu durum, proses 1942
yılında başarı ile ortaya konduktan sonra patentler ve royaltiler konusunda yapılan an
laşm alarda yansım asını bulm uştur (Tablo 4.2). Bununla birlikte grup içinde y e r alan iki
proses geliştirme şirketi olan UOP ve Kellogg da çok önemli katkılar yapm ışlardır.
UOP gruba katıldığı sırada kendi katalitik prosesini geliştirm iş durum dadır ve böylece
patent havuzuna hatırı sayılır ölçüde katkıda bulunma olanağına sahip olmuştur. Pro
sesin başarılı bir şekilde geliştirilm esinde belki de en önemli ve kesin sonuca ulaştıran
katkı, petrol buharları akımı içine üflelenen ince katalizör partikülleri barındıran akış
kan yatağın geliştirilm esidir. Bu başarı M IT 1 Kimya M ühendisliği Bölümü nün (iki ta
ne de lisansüstü tezi dahil) yardım ı ile Je rse y Standard’da elde edilmiştir.
Toplam A&G m aliyetleri, sonunda 30 milyon $’ın üzerine çıkmış olm akla birlikte
proses çok karlıdır. Je rs e y Standard 1956yılın a kadar sadece royaltiden 30 milyon $ ’ın
üzerinde gelir elde etmiştir. Bu y ıla gelindiğinde proses, toplam parçalam a kapasitesi
nin yarısın a ulaşmış ve H oudry prosesinin payının hiçbir zaman %10’un üzerine çıkm a
sına izin vermemiştir. Sabit ya tak sisteminin ilk hali ile kullanım ı 1943 yılından sonra
hızla azalmış fakat bazı geliştirilm iş biçimleri (TCC ve Houdriflow) rekabet etmeye de
vam etmiştir. Akış prosesi büyük topların bir zaferi olmuştur.
113
Genel tasarım ve ısı transferi sorunlarının yan ı sıra tesisin her parçasında ortaya çıkan
tasarım ve mühendislik problemlerini halletmek için uzman gruplara ihtiyaç duyulm uş
tur. Aynı zamanda, ölçek ekonomileri ve akış proseslerinin muazzam işletme avantajla
rı, var olan proseslerin ölçeklerinin büyütülmesini de istenir hale getirmiştir.
a Başlangıç faaliyetleri hariç (arka plan araştırm ası ve patent alım ı).
k 100.000 $ mahkeme m asrafları dahil.
c Bir bölüm linyit prosesi m aliyetleri dahil,
b.y. bilinmiyor
K a yn a k : E n os (1962a, s. 238).
İlk Dubbs proses biriminin günde 500 varillik kapasitesi vardı; 1931 yılında, bu ka
pasite günde 4000 varile yükselm iştir. En büyük H oudry birimlerinin üretim kapasite
si günde 20.000 varildir; 1956 yılında, akışkan katalitik parçalayıcıların günlük üretim
kapasitesi 100.000 varile ulaşmıştır; aynı zamanda, diğer kim ya sanayi tesislerinde de
optimum tesis büyüklüğü hızla artm aktadır. Örnek vermek gerekirse, hemen savaşın
ertesinde yılda, genel olarak 30.000 ton kapasitesi olan am onyak ve etilen fabrikaları,
1965 y ılı geldiğinde on kat daha büyük kapasitelerle ve çok daha düşük üretim m aliyet
leriyle kurulm aya başlanm ıştır (Tablo 4.4).
Büyük ölçekli üretim tesislerinin sağladığı teknolojik ölçek ekonomileri, önemli öl
çüde, kapasitenin hacmin bir fonksiyonu olmasına karşılık, serm aye yatırım m aliyetle
rinin, yü zey alanının bir fonksiyonu olması gibi basit bir nedenden ortaya çıkm aktadır.
Bir silindirin hacmi Jtı^h iken, yü zey alanı (silindiri inşa etmek için gereken metal m ik
tarı) 2xtrh olur. Bu, hacim büyürken gereken metal m iktarının ancak, bunun yarısı ka
dar artması anlam ına gelmektedir. Bir kim ya fabrikasının büyük bölümü kolonlar, si-
114
Tablo 4. 4 Etilenin Üretim M aliyetleri (bin £) Üzerinde Kapasitenin E tkisi, 19 6 3
S e r m a y e y a tırım la rı
Üretim tesisi 2,200 3,100 5,400
Fabrika dışı tesisler 650 900 1,600
Toplam (işletm e serm ayesi hariç) 2,850 4,000 7,000
K a yn a k : W yn n v e R u th e r fo r d (1964).
liridirler, borular, küreler, vb. oluşmakta, böylece "tesis faktörü” genellikle onda altı ol
maktadır. Bu ilişki, bazen Chilton Y asası diye bilinmektedir. Kesikli üretim yap an te
sislerde büyüme, yinelem e biçiminde olabilmekte, böylece tesis faktörü bire yaklaşm ak
tadır (başka bir deyişle, teknolojik ölçek ekonomileri sağlanam am aktadır). Ancak, da
ha önce de gördüğümüz gibi, büyük ölçekli üretim sadece sermaye yatırım m aliyetlerin
de büyük ölçekli ekonomi sağlam akla kalm am akta, yönetim ve denetim, bakım ve işlet
me alanlarındaki emek m aliyetlerinde, enerji, hammadde giderlerinde de belli bir tasar
ruf sağlam aktadır (Benzer nedenler petrol tankerleri için de geçerlidir.).
Bütün bunlara rağmen, 1970’lerde, aşırı ölçekten doğan tersine ölçek ekonomilerinin
(=diseconomies of scale) bazı büyük tesislerin kurulmasını ve işletilmesini etkilemeye
başladığına dair işaretler görülmeye başlanmıştır. 1950’ler ve 1960’larda olduğu gibi,
çok hızlı ekonomik büyüme dönemlerinde, yeni ve büyük fabrikalar, büyük ölçekle ilgi
li tasarım problemleri tatmin edici bir biçimde çözümlendiği sürece, kolaylıkla ve hızla
tam kapasite ile çalışır hale getirilebilm ekteydi. Böyle dönemlerde, (verim lilik artışını
toplam üretimdeki artış ile ilişkilendiren) Verdoorn Y asası’nın işleyişinin, artm akta olan
tesis ölçeği ve benzer ölçek ekonomileri ile ilişkilendirilmiş bir teknolojik ilerleme kav
ram ıyla açıklanabileceği anlam ına gelmektedir. Ancak, 1970'li yıllard a ekonomik büyü
menin yavaşlam ası ve çok büyük tesislerle ilgili yatırım kararlarının, bir biriyle ilişkilen-
dirilip birleştirilmesi (= bunching), organik kim ya maddeleri üretiminin çeşitli dalların
da, özellikle sentetik elyaf ve plastiklerde, ciddi ölçülerde aşın kapasitelerin ortaya çık
masına neden olmuştur. Kapasitenin altında üretim sürecinin uzaması, çok yüksek sabit
maliyetler dolayısıyla, büyük tesis işletme ekonomisi üzerinde son derece olumsuz bir et
115
ki yaratm ıştır. Böyle düşük kapasite ile çalışmanın nedeni y a piyasanın yeterli hızla bü
yümem esi y a da büyük işletmelerin kurulması, üretime hazırlanması ve işletilmesi konu
larında ortaya çıkan teknik sorunlardır. Nedeni ne olursa olsun, ortaya çıkan zararlar
çok büyük olabilmektedir. 1970’lerde, üretim tesis ölçeklerinin hızla büyütüldüğü bir
dönemin ardından, benzer ters ölçek sorunları, elektrik enerjisi üretimi ve çelik sektör
lerindeki büyük ölçekli işletmelerde de ortaya çıkmıştır. Bazı kim ya tesislerinde olduğu
kadar, çelik ve diğer sanayilerde, yeni tasarım lar ve yen i üretim teknolojileri, küçük öl
çekli işletmelerin yeniden bazı avantajlar elde etmelerine neden olmuştur.
Ancak yü ksek sermaye yoğunluğu olan sanayileri etkileyen ters ölçek ekonomileri
ne rağmen, sürekli proseslere geçilmesi, katalitik proseslerin kullanılm ası, tesis tasarı
mının karm aşıklığı, petro-kim ya maddelerinin temel malzemeler şeklinde ortaya çıkm a
sı gibi unsurların yarattığı ortak etki, Birinci D ünya Savaşın d an bu yan a, büyük kim
y a ve petrol şirketlerine proses geliştirme konusunda bir üstünlük sağlam ıştır. Yine de
bu gözleme, proseslerin geliştirilmesine önemli ölçüde katkı yapan yen i bir grup şirke
tin, tasarım da uzmanlaşmış geliştirme ve inşaat şirketleri (fabrika müteahhitleri ve pro
ses şirketleri) şeklinde ortaya çıktığı da eklenmelidir.
1960’larda kurulm uş 6000 kim ya tesisinde gerçekleştirilm iş olan N IE SR 1 araştırm a
sı (Freeman e t al., 1968), en büyük kim ya şirketlerinin bazılarının yen i tesislerinin ta
sarım, mühendislik, tedarik ve inşaatlarında, “kendilerine b ağlı”11 tasarım mühendisliği
örgütlerini tercih ettiklerini ortaya koymuş olm akla birlikte, tesislerin çoğunluğu pro
ses tesis m üteahhitleri tarafından tasarlanıp kurulm uştur. Bu sonuçlar, 1970’lerde ve
1980’lerde gerçekleştirilm iş iki araştırm a tarafından da doğrulanm aktadır. Bu araştır
m aların hepsi dünyanın her yanında yen i proses tesislerinin tasarım ve inşaatının artık
beraberinde ilgili m ekanik teçhizat ve aletlerin büyük m iktarda ihracatını da gerçekleş
tiren devasa bir sanayi haline geldiğini göstermektedir. Bu dünya çapındaki iş alanı,
günümüzde, kim ya şirketlerinin değil uzmanlaşmış proses tesisi m üteahhitlerinin ege
menliği altındadır. Buna rağmen, kim ya şirketleri daha sonra uygun lisans ve know
how anlaşm aları yo lu yla m üteahhitlik şirketleri tarafından kullanılıyor olsa da, proses
tasarım ında ortaya çıkan belli başlı teknolojik yen ilikler konusunda hâlâ çok önemlidir
ler (Freeman e t al., 1968; M ansfield e t al., 1977, 3. Bölüm). Birleşik D evletler petrol
sanayi (Kellogg, Foster-W heeler ve UO P gibi şirketlerle) bu değişimin öncülüğünü
yapm ıştır. Kimya şirketleri, m üteahhitlik şirketlerini hassas bölgelerin dışında tutarak
sırlarını saklam aya çalışm akla birlikte, bunların hizmetlerinden giderek daha çok y a
rarlanm aktadırlar.
i N IESR ; N ational Institute for Economic and Social R esearch, Ingiliz, Sosyal A raştırm a Kurumu, Londra.
ii B urada “captive" esir terim i kullanılm aktadır. Terimin kökü, Schm ookler'dedir: “Captive inventor” esir mucit.
116
Tablo 4 .5 L ondra’da Kimya Şirkederi ve M ûteahhideri Tarafından
Temmuz 19 5 9 ’dan Kasım 1956a Kadar Alman P atentler
117
M üteahhit firmaların pek azının, kendilerine ait güçlü araştırm a ve geliştirm e ola
naklarıyla yeni prosesleri tasarlam a ve geliştirm e yetenekleri vardır. Teknolojik güçler
deki eşitsizlik patent istatistiklerinden de açıkça görünm ektedir (Tablo 4.5). Bu firma
lar genellikle, büyük petrol ve kim ya şirketlerinden proses lisansı alarak faaliyet göster
mektedir. Ancak dünyanın farklı köşelerinde, çok sayıda farklı müşteri için gerçekleş
tirdikleri birçok proses tesisinin tasarımı, mühendisliği ve inşasıyla ilgili deneyimlerinin
bir sonucu olarak, bazen küçük bazen de büyük teknolojik iyileştirm eler konusunda
öneriler getirebilmekte, bu tür iyileştirm eleri uygulayabilm ektedirler. Ü stelik N IESR
tesis endeksi, yeni kurulan fabrikaların %80’inde, önde gelen kim ya ve petrol şirketleri
tarafından geliştirilm iş olan prosesleri kullandığı halde, azınlıkta olan önemli bazı tek
niklerin de, uzmanlaşmış teknoloji geliştirm e şirketleri tarafından özgün bir biçimde
oluşturulup pazarlandığını göstermektedir.
Tesis müteahhitleri, inşaat sırasında kullanılan işgücü dışında, tipik olarak, çalışan
larının yarısından fazlasını proses tasarımı ve mühendisliği (daha açık söylemek gere
kirse, ayrıntılı akım tabloları ve çizim leri), geri kalanını da satın alma, satış ve yönetim
de istihdam etmekte, araştırm a ve geliştirme alanında çok az sayıda personel bulunm ak
tadır. Buna rağmen, Scientific Design ve Lurgi örneğindeki gibi, az sayıda müteahhit
lik firmasının, UOP ve H oudıy gibi, hatırı sayılır büyüklükte A&G faaliyeti söz konu
sudur. Ö lçekleri kim ya şirketlerine göre küçük olmakla birlikte, bu şirketlerin de, ba
zen yen i bir proses geliştirm ek için gerekli harcam aları yapabildikleri görülmektedir.
Scientific Design şirketi, 1950’lerin başında maleik anhidrit ve etilen oksit üretmek için
yeni bir katalizör geliştirm iş ve sonuç olarak bu proses, 1960’ların ortalarında dünya
üretim kapasitesinin üçte birinden fazlasında kullanılır hale gelmiştir. Ancak, bu istis
nai bir durumdur ve her iki süreçte de geliştirm e m aliyetleri 1 milyon $ ’ın üzerine çık
mıştır. Çok daha olağan durum, bir proses şirketinin y a da müteahhitlik firmasının bü
y ü k kim ya y a da petrol şirketlerinden biriyle ortak çalışmasıdır. Bu konuda H oudry ve
UOP örnekleri daha önce tartışılm ıştı; Amerikan şirketlerinin bu tür bir işbirliği için,
genelde Avrupa şirketlerine göre daha hazır olduğu gözlenmektedir.
M ansfield e t al., (1977), 1930 ile 1971 arasındaki dönemde, Birleşik Devletlerde en
büyük dört kim ya şirketinin, önemli yeniliklere katkısının prosesten daha çok ürün tek
nolojileri alanında olduğunu göstermektedir. Ancak ne olursa olsun, bu dört büyük şir
ketin toplam yeniliklerdeki payı, proses geliştirm e çalışm alarındaki paylarının % 40’lara
düştüğü 1950-1970 dönemi dışında, %55 'in üzerindedir. Bu düşüşün nedeni UOP ve
Scientific Design gibi proses tesis müteahhitliği şirketleri ile Shell gibi, petrol şirketle
rinin katkılarının artm asına atfedilebilir. Birleşik Devletler kim ya sanayisinde yoğun
laşma derecesi Avrupa’y a göre daha düşüktür; M ansfield'in çalışması, NIESR/ SPRU
çalışmasının bazı temel sonuçlarını desteklemektedir.
118
Tasarım ve geliştirme konusunda işbirliğinin başka örnekleri Sohio-Badger akrilo-
nitril prosesiyle, ICI-Kellogg amonyak prosesidir. Büyük petrol ve kim ya şirketleri, ge
rek A&G ölçeği gerekse tesis işletmesi konusundaki deneyim leri nedeniyle yen i proses
lerin ana kaynağı olm aya devam edeceklerdir. Bilim alanındaki gelişmelerin bu eğilimi,
bir ölçüde tersine çevirebileceği düşünülebilir. Yeni üretim teknolojilerinin geliştirilm e
sinde pilot tesis çalışm aları genelde gereklidir; çünkü henüz sıvılar ve gazların muhte
mel davranış biçimleri konusundaki bilimsel bilgiler, tesis ölçeğine çıkıldığı zaman etki
lerinin ne olacağını öngörecek kesinlikte değildir. Bilimsel bilginin giderek kesinlik
kazanm ası ve tasarım hesapları için bilgisayarların kullanılm aya başlanm ası proses
geliştirme sürecinde pilot tesis aşamasının ortadan kaldırılm ası olanağını ortaya çıkar
mış, böylece dengeyi daha küçük firm alar ve A&G gruplan lehine döndürmüştür.
Bununla birlikte, tasarım sorunlarının karm aşıklığı hâlâ büyük A&G laboratuvarları
lehinedir. Bu ölçekteki A&G sorunlarının firmaların büyüklüğü ile ilişkisi 9. Bölüm’de
daha ayrıntılı bir biçimde tartışılacaktır.
Şirket A&G faaliyetinin teknolojinin devrimci sıçram alarındaki ağırlığına rağmen,
nispeten küçük teknik düzeltmelerin verim lilikte ortaya çıkardığı sürekli artışları göz
den kaçırm amak gerekir. Enos’un petrol sanayisindeki teknolojik yenilikler konusun
daki araştırm ası, H ollander’in (1965), Du Pont’un rayon tesislerindeki teknolojik değiş
me hakkındaki çok ayrıntılı araştırm asının sonuçlarını doğrulam aktadır. Hollander,
verim lilik artışının büyük ölçüde mühendislik bölümünün ve teknik destek gruplarının
faaliyetleri sonucunda gerçekleştirilen küçük teknik iyileştirm elere bağlı olduğunu gös
termiştir. Böylece sanayide teknolojik değişme iki temel biçimde ortaya çıkm aktadır:
Ürünlerde ve üretim teknolojilerinde, üniversitelerin, sanayinin ve kamunun, profes
yonel A&G laboratuvarlarından kaynaklanan radikal yenilikler ile üretim ve kullanım
süreçlerinin sağladığı tecrübenin bilgi ve yatırım düzeylerinde sağladığı küçük geliştir
meler. Bununla birlikte, kim ya ve petrol sanayilerinde ve başka sanayilerde, ölçek
ekonomilerinin artık sınırına gelindiği sonucuna varm ak tehlikeli olabilir. Bu sorun
üzerindeki ilgi çekici tartışm asında Gold (1979), Jap o n ların yü ksek fırın ölçeklerini,
bilinen optimum düzeyin iki misline çıkardıkları gerçeğine dikkati çekmektedir.
Proseslerle ilgili olarak burada yaptığım ız kısa açıklama, ağırlığın, on dokuzuncu
yüzyıl mucit-girişimcisinden, büyük ölçekli şirket A&G’sine kaydığını vurgulam aktadır.
Vardığımız bu sonuç Je w k es ve arkadaşlarının T he S o u r c e s o f I n v en tio n (Jew k es e t
al., 1958) başlıklı klasik çalışm alarında ortaya koydukları yorum dan çok farklıdır. Je w -
kes ve arkadaşları on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllar arasındaki fakları önemseme
mekte ve şirketlerin profesyonel A&G'lerini genellikle küçümsemektedirler. Yirminci
yüzyıldaki en önemli icatların pek çoğunun y a tek başlarına y a da üniversitelerde çalı
119
şan bireysel mucitlerin faaliyetlerinin sonunda ortaya çıktığını savunm aktadırlar. Söz
konusu bu farklı vurgunun bir nedeni, bu kitap daha çok yen ilik üzerinde dururken,
Je w k e s’in daha çok icatlarla ilgilenmesidir. Jew k es ve arkadaşları öte yandan, geliştir
me m aliyetleri aşırı derecede yüksek olduğu için herhangi bir icadı, ticari açıdan kulla
nılabilir hale getirmek am acıyla büyük ölçekli şirket A&G’sinin gerekli olabileceğini de
kabul etmektedirler. Bireysel mucitlere atfettikleri (şirket A&G’leri tarafından gerçek
leştirildiği ileri sürülen 24 icada karşılık) yirm inci yüzyılın en önemli 40 icadından, ken
di ifadelerine göre, hiç değilse yarısı ticari kullanıma, büyük şirketlerin geliştirm e çalış
maları ve yenilikçi çabaları sonucunda ulaşabilm işlerdir.
Böylece Jew k es ve arkadaşları, H o ud ıy’nin katkılarının bağımsız bir mucidin çalış
malarının sonucu olduğunu vurgularken, bizim çalışm ada H oudry faaliyetlerinin ileri
aşam alarında, petrol şirketleri ile yakın işbirliği yap tığı dönem itibariyle öne çıkarılm ak
ta, üstelik tamamen şirket A&G’si gayretlerinin ürünü olan akışkan katalitik parçalam a
prosesinin geliştirilm esi sırasında katlanılan yü k sek m aliyetler üzerinde ağırlıkla durul
maktadır. Bununla birlikte Enos’un, petrol arıtm a sanayisinde buluşların kaynağı konu
sunda Je w k e s ’in görüşlerini desteklediğini de önemle belirtmemiz gerekm ektedir.
iktisadi bakış açısından asıl ilgilenilmesi gereken konunun icat değil, yenilik olduğu
mantıklı bir biçimde iddia edilebilir. Bu kuşkusuz, icatların önemini y a da yaratıcı mu
citlerin, hem icatlar hem de yen ilik konusundaki, katkılarını inkar etmek anlam ına gel
memektedir. Jevvkes’in üniversite kaynaklı araştırm a ve icatlar üzerindeki vurgulam a
sı ile bu çalışmadaki yorum arasında bir tutarsızlık yoktur. A yrıca tek başına bir mucit
ve mucit-girişimcinin hâlâ önemli bir rol oynam akta olduğu yadsınm am aktadır (Bu ko
nu daha ayrıntılı bir biçimde 8. ve 9. Bölümlerde ele alınacaktır.). Burada sadece, 20.
yüzyılın başından itibaren şirket A&G’leri ile işbirliği içinde çalışan mucitlerin katkıla
rının artması anlamında bir değişimin söz konusu olduğunu yinelem ek gerekir; Je w -
kes’in önemli icatlar konusundaki açıklam aları da bu yöndedir. Ü stelik Jew k es, bu kat
kının makine mühendisliği ile karşılaştırıldığında kim ya sanayi bütününde, özellikle
önemli olduğunu kabul etmektedir. Kimya sanayi, on dokuzuncu ve yirm inci yü z yıllar
da icatlar ve yenilikler arasındaki farklar bakımından giderek sanayiyi daha çok temsil
eder hale geldiğinden, kolayca bir kenara bırakılam az.
Yaklaşım larım ız arasındaki farklar dikkate alınırsa, Je w k es ve arkadaşlarının nük
leer güç konusunu bir m iktar küçük görerek kenara itmiş olması ve bunu (roketleri, si
nemayı, kendi kendine kurulan kol saatini ve fermuarı sıraladıkları halde) yirm inci yü z
yılın önemli icatları arasında saym am ası şaşırtıcı değildir. N ükleer enerji, konunun çok
geniş ve çok fazla gizlilikle sarılı olduğu açıklam ası yapılarak, bilerek dışarıda b ırakıl
mıştır. Je w k es ve arkadaşları, ayrıca ve haklı sayılabilir bir biçimde nükleer enerjinin
120
ekonomik avantajları konusundaki aşırı iyim ser görüşler üzerine de bir kova soğuk su
dökmüşlerdir.
N ükleer enerjiyle ilgili olarak ilk dönemlerde var olan bazı ümitlerin gerçekleşm edi
ği, özellikle m aliyetlerin hızlı yükselişi ve Kanada CANDU reaktörü dışında, reaktörle
rin büyük çoğunluğunda hayal kırıklığı yaratacak düzeyde düşük yü k faktörlerinin (=
load factors ) gözlenmesi gibi önemli sorunların ortaya çıktığı tamamen doğrudur (Sur-
rey ve Thomas, 1980). Sivil nükleer enerjinin dünya çapında hızla yayılm asının nükleer
silahları yaygınlaştıracağı ve çok ciddi kazalar olasılığını büyük ölçüde artı racağı konu
sunda kamuoyunda haklı endişeler ortaya çıkm aktadır. Bu korku ve endişeler U kray
na’da, Çernobil’deki çok vahim kazadan bu yan a büyük ölçüde artmıştır. Gelecekteki
enerji arzı ve enerji teknolojileri konularına IV. Kısım’da daha ayrıntılı değinilecektir.
Kamu kaynaklarının nükleer enerji A&G’sine aktarılm asına büyük öncelik verilmiş
olması, yen i enerji teknolojileri geliştirilm esi ile ilgili çalışm alara ayrılacak bütün kamu
fonlarını eritmiş olduğu için haklı biçimde eleştirilebilir. M erkezi hükümete bağlı güçlü
atom enerjisi kuruluşları ve yetkilileri ile yakın ilişki içinde olan siyasi lobilerin gücü, bu
sonucun ortaya çıkm asında çok etkili olmuştur; bunlar da IV. Kısım’da, daha ayrıntılı
biçimde tartışılacaktır.
N ükleer enerjinin sivil kuruluşlar tarafından geliştirilm esiyle kamunun ilgilenmesi,
hükümetlerin silahların geliştirmesinden ilgisinden kaynaklanm aktadır; Jew k es, askeri
güvenlik düşüncelerinin ilk zam anlar nükleer enerji üretecek reaktörler kurulm asına
ilişkin sivil mühendislik çalışm alarını yavaşlattığını, m aliyetleri yükselttiğini, sanayide
ki ve üniversitelerdeki ya rarlı ve önemli katkılar yapabilecek bazı grupların katılımını
engellediğini ileri sürmekte haklı olabilir. Bu araştırıcıların haklı görülmesi gereken
noktalardan bir tanesi de, kamu nükleer A&G program larının kendilerini normal ticari
sınırlam alar dışında gördükleri için gereksiz yere savurgan davrandıkları konusundaki
gözlemdir. Duncan Burn (1967)’de, bu görüşü destekleyecek güçlü kanıtlar ortaya koy
muştur. Bütün bunlara rağmen, reaktörlerin çok yüksek m aliyetlere katlanm adan ve
A&G finansmanı için hatırı sayılır ölçüde kamu desteği sağlanm adan nasıl geliştirilebi
leceğini düşünmek de zordur. Aslında nükleer reaktörler dünyanın hiçbir yerinde bu
tür bir kamu katılım ı olmaksızın geliştirilm em iştir. 1980’lerde ve 1990’lar geliştirilm eye
başlanan yeni ‘‘fast breeder” reaktörlerin1 çok daha pahalı olduğu ortaya çıkmıştır. Hız
lı reaktörlerle ilgili A&G faaliyetlerinin, tüm büyük projelerde gözlenen endişe verici bir
özelliği de, gerçek geliştirm e m aliyetlerinin çok büyük ölçüde, sistematik ve ısrarlı bir
biçimde düşük tahmin edilmesidir (Keck, 1977, 1980, 1982).
i Hızlı beslenen reaktörler, kullandığı parçalanabilir malzemeden hızlandırılm ış nötronları kullan arak ayn ı malzemeyi
üreten reaktörlerdir.
121
Bu kadar büyük çaplı kamu yatırım ı gereğinin ortaya çıkmasının nedeni, nükleer
mühendislik proseslerinin burada tartışmış olduğumuz kim ya ve petrol rafineri sanayi
leri proseslerindeki eğilim lerin hepsini, çok aşırı noktalara götürmüş olmasıdır. Çok
yü ksek m aliyetler ve uzun olgunlaşma süreleri, yeni malzemelerin, enstrüm anların ve
parçaların, gerekli güvenlik standartlarını ve hassasiyet özelliklerini sağlayacak tasarım
sorunlarının olağanüstü karm aşıklığından kaynaklanm aktadır.
Notlar
1 G ünlük akım y a da üretim, psd “Per stream -day”; bir m etrik ton yak la şık 7.5 varil.
2 Kim ya sanayi tarihçesi konusunda bkz. H aber (1958, 1971); H ardie ve Pratt (1966); A chilladelis (1973), Achil-
ladelis e t al., (1987, 1990).
3 Nobel 'in erkek kardeşi deneyler sırasında ölmüştür; ayn ı şekilde Solvay, patlam alardan ve yan gın lardan önemli öl
çüde zarar görmüştür.
4 B ir Yeni Z elandalı bir bilim adam ı bu süreci “yelken li gem i etkisi” olarak adlandırm ıştır (W ard, 1967, s. 169).
5 BA SF ve H oechst’in erken dönem tarihçeleri için bkz. B A SF (1965); Baum ler (1968); Beer (1959).
6 Egloff sonunda A raştırm a D irektörü olm uştur ve ayn ı zam anda 300 patentin de sahibidir.
122
5. Bölüm
Sentetik Maddeler
123
rısını oluşturm uştur (Tablo 5.1). 1980’ler ve 1990’larda hem m etallerin hem de sente
tik maddelerin üretim hızlarının büyük ölçüde düştüğü görülm ektedir. Büyüme hızla
rındaki bu düşüşün nedeni kısmen dünya ekonomisinin yavaşlam ış olması, kısmen
1973 ve 1979 yılların d aki hızlı petrol fiyat artışlarının enerji m aliyetlerini yükseltm esi,
kısmen de bazı üretim dallarında malzeme kullanım yoğunluklarının düşmesidir. Buna
rağmen sentetik maddeler toplam madde tüketim i içindeki paylarını artırm aya devam
etmişlerdir.
Sentetik maddelerin çok geniş bir uygulam a alanında, olağanüstü teknolojik olanak
lar ve m aliyet avantajları sağlaması, diğer yandan da doğal maddelerde gerçek ve bek
lenen kıtlıklar söz konusu olduğu için, tüketim ve üretim hızları aşırı derecede yüksek
olmuştur. 1940’lardan 1970’lere kadar sentetik maddeler tüketim ve üretim hızlarının
çok yü ksek olmasının temel nedeni eski doğal maddelerin rekabetçi ikamesidir. Ancak
kaçınılmaz olarak, bunlar toplam tüketimin büyük bir bölümünü karşılam aya başladık
tan sonra, 1970’lerde büyüme hızları düşmeye ve büyüme hızları daha düşük olan do
ğal maddelere paralel gitmeye başlamıştır. Plastik maddeler hafiftir, biçimlendirilmele-
ri ve kurulm aları kolaydır; genellikle yü ksek derecede elektrik yalıtım ına sahiptirler;
paslanm aya ve zararlı böceklere karşı mükemmel bir dirençleri vardır. Sentetik ka
uçuklar ise, giderek artan bir oranda, istenen herhangi belirli bir uygulam a için biçim-
lendirilebilmekte ve harm anlanabilm ektedirler; ancak bu maddelerin çoğunun, ısı sınır
lam aları onların olumsuz yönleridir. Bazı yen i plastik maddelerin çok yü ksek sıcaklık
larda da kullanılabildiği ve son derece sağlam oldukları görülmekle birlikte şimdilik nis
pi olarak pahalıdırlar. Sentetik elyafın da sağlam lık, uzun ömür ve zararlılara karşı da
yan ıklılık gibi birçok durumda, doğal elyafı geride bırakan y a da doğal elyafla birlikte
kullanılabilmesini sağlayan ve böylece tekstil sanayisi için mevcut olanakları büyük öl
çüde genişleten özellikleri vardır. Buna karşın sentetik maddelerin bizzat bu m eziyetle
ri aynı zamanda atık ve çevre kirliliği sorunlarına da neden olmaktadır.
Genellikle tanım landıkları gibi, sentetik maddeler, cam ve seram ik gibi, daha eski in
san yapısı malzemelerden organik kökenli olma bakımından farklıdırlar. Sentetik mad
deler karbon atomlarının m eydana getirdiği uzun zincirler temeline dayalı dev organik
madde moleküllerinden oluşm aktadırlar. Rayon gibi, kazein (= casein) ve selülözikler
(= cellulosics) için bu zincirlerin y a da polimerlerin (= polymers) kökeni doğadır; fakat,
daha yeni maddelerin büyük bir kısmı, etilen (= polyethylene) veya stiren (= polystyre-
ne) gibi, basit kim yasal birim lerin y a da monomerlerin (= monomers) sentezinden elde
edilm ektedirler. Bu polimerler, uygun ısı ve basınç yo lu yla akışkan hale getirilerek iste
nen biçim verilir, ısı ve basınç çekildikten sonra da bu biçimde kalır. Böylece naylon ve
y a polipropilen (= polypropylene) gibi aynı temel madde, elyaf, levha, yap rak, film y a
124
Tablo 5 .1 Ç eşitli M addelerin D iinya Üretim i
-S ıfır. .. Bilgi yo k.
a SSC B , Çin, Doğu A vrupa hariç tutulm uştur,
k 1990 y ılı için geçici tahm inler.
c rafine edilm iş birincil ürün.
d çinko 1909.
* çelik 1910.
saf sentetikler, y an i rayon hariç, Çin ve Doğu A vrupa dahil.
S pam uk 1951.
da şekil verilerek herhangi bir parça veya bir ürün haline getirilebilir. Gerçek sentetik
leri üretmek ve harmanlam ak için gereken temel kim ya bilgisi, on dokuzuncu yüzyıl
plastikleri olan selülozikleri üretmek için gereken bilgiden çok daha fazlasını ister. Plas
tik teknolojisindeki ilerlem eler metalürji bilimini güçlü bir biçimde etkilemiş ve her iki
disiplini de kapsayan yen i bir malzeme bilimi ortaya çıkarm ıştır.
Kimya sanayisi tarafından üretilen başlıca sentetik maddeler, petrol ürünleri, doğal
gaz ve kömür gibi hammaddeler y a da bu hammaddelerden türetilen, etilen, propilenya
da asetilen gibi ara maddelerden elde edilir. Temel kim yasal madde üreticileri, sentetik
maddeleri, onları işleyecek olan sanayilere tıpkı metal üreticilerinin mühendislik sana
yisine verdiği gibi katı y a da sıvı halinde reçineler, dökme (= moulding) y a da çekme (=
extrusion) elemanları veya em ülsiyonlar (sıvı asıltı) olarak gönderir. Kimyasal madde
üreticileri ayrıca, sentetik maddeleri ince tabakalar, filmler, çubuklar, borular y a da di
ğer dökülebilir veya çekilebilir malzeme olarak verebilecekleri gibi, kendileri de çok da
ha karm aşık ürünler ortaya çıkarabilirler. D ikey bütünleşme derecesi, ürünlere ve fir
m alara göre teknik bilgi düzeylerindeki farklardan ve birleşik üretimin ortaya çıkaraca
ğı ölçek ekonomilerden dolayı farklılaşm aktadır. Kimya şirketleri giderek artan bir öl
çüde tekstil sanayisine, daha düşük bir oranda ise inşaat ve ambalaj malzemeleri ve mü
hendislik elemanları sanayilerine girm işlerdir. Kimya şirketlerinin bu tür sanayilerle il
125
gilenm elerinin başka bir nedeni de, ürünleri için teknolojik değişmeye karşı direnç gös
teren ve yeni malzemeleri denemek istemeyen alanlarda pazar oluşturma ve geliştirme
ihtiyacıdır. Ü stünlükleri, içinde bulunduğumuz dönemde yaygm biçimde kabul edilmiş
olmakla birlikte, sentetik m addeler ilk zam anlarda hemen tüm dünyada şüpheyle karşı
lanmıştır. Yeni sentetik malzemelerle denemelerin yapılm aya başlanm asında ve ardın
dan yeniliklerin gelmesinde, genel olarak doğal maddelerde ortaya çıkm aya başlayan
kıtlıklarla bunların yüksek fiyatları ve yaklaşan savaş etkili olmuştur.
126
sini sağlam ıştır. Parkes gibi, Chardonnet’nin de öncü olduğunu iddia edebilir; ancak o
da icat ettiği ürünü tam geliştirmeden üretime (1884 yılınd a) başlamıştır. Ürettiği elyaf
zayıf ve kırılgandır, ayrıca mevcut tekstil m akineleri bunu işleyecek biçimde uyarlan-
mamıştır. Yine de Chardonnet ısrar edebilmek için yeterli kaynaklara sahipti; 1890’lar-
da, Fransa ve Alm anya’da yeniden üretime başlam ıştır. Ancak daha sonraki dönemler
de viskoz rayon ve selüloz asetat başlangıçtaki nitroselüloz rayonundan daha başarılı ol
muştur. Viskos prosesi, İngiliz kim yacısı C. G. Cross tarafından 1892 yılın d a icat edil
miş; fakat uygun büküm (iplik yapm a) tekniğinin geliştirilebilm esi için belli süre geç
mesi gerekm iştir.
Yeni bir şirket tarafından öncülüğü yapılm ış başka bir plastik madde de, kazein (=
casein) ve formaldehit kullanılarak elde edilen ve daha çok düğme yapım ında kullanı
lan G alalith'dir. Alman kim yacısı Spitteler, başarılı U luslararası Galalith Şirketi’ni (Ve
reinigte Gummiwaren) 1899 yılınd a kurm ak için işadamı Krishe ile işbirliği yapm ıştır.
Rayon sanayisindeki ilk icat ve yen ilikler m ucit-girişim ciler tarafından gerçekleşti
rilmiş olsa da, geniş mali kaynaklara sahip olan büyük firm aların bu alana el atm aları
için uzun bir zaman geçmemiştir. Cross ve Bevan'ın viskoz rayon prosesini ticari bir bi
çimde kullanm ak için, 1900 yılın d a kurulm uş olan Viscose Spinning Syndicate, 1904 y ı
lında İngiliz ipekli sanayisinin hâkim şirketi olan Courtauld’s tarafından satın alınm ış
tır. Bu tarihten sonra, Courtauld’s, İngiliz rayon sanayisinde tekelci bir konum kazan
mış ve daha sonra da dünya rayon sanayisinde çok güçlü bir duruma gelmiştir.
Benzer bir biçimde, H yatt’ın A lbany’de kurm uş olduğu ve selüloitin ticari açıdan ilk
başarılı uygulam ası olarak kabul edilen diş protezi fabrikası da kısa süre içinde güçlü
bir finansman grubu tarafından satın alınm ıştır. Selofan (= cellophane) filmi icat etmiş
ve 1912 yılın d a dünya patentlerini almış olan İsviçre doğumlu Fransız kim yageri
Brandenberger ürününü üretmek ve satm ak am acıyla “La Cellophane” olarak adlandı
rılan yen i bir tesis kurm ak için Fransız rayon karteli ile anlaşm a yapm ıştır. Söz konu
su ürün, 1917 yılın d a piyasaya çıkmıştır. Böylece yirm inci yü zyıl sanayisinde, mucit-
girişimcinin rolünün azaldığı, ürün ve üretim teknolojilerine ve bu teknolojilerdeki y e
niliklere büyük rayon firm alarının hâkim olduğu yen i bir yap ı ortaya çıkm aya başla
mıştır.
Yine de erken dönem mucit-girişimcileri arasında en başarılısı, kuşkusuz, 1910’da
Birleşik Devletlerde kendi adını taşıyan yoğunlaştırılm ış (= condensation, yoğusum )
plastiğini üretmek için bir fabrika kuran Belçikalı kim ya profesörü Leo Baekeland’dır.
Baekeland, daha önceki yıllard a bağımsız bir mucit olarak çalışmış ayrıca, Amerikan sa
nayi araştırm alarında da görev almıştı. Belçikalı mucit, sadece bir fenol-formaldehit re
çinesi olan Bakalit için gerekli orjinal patentleri alm akla kalmamış ilk öncü uygulam a
127
ların çoğunu da kendisi gerçekleştirm iştir. Birçok ülkede bağlı şirketleri olan ve yaygın
biçimde lisanslar veren çok başarılı bir ticari işletme kurm uştur. Bakalit, bugün toplam
plastik tüketiminin %beşinden az bir kısmını oluştursa da, iki savaş arasındaki dönemin
en önemli sentetik reçinesiydi.
128
rında bulunmuştur. Ancak Calico Printers prosesi geliştirememiş ve ipliği yen ilik hali
ne getirememiştir. Bu yüzden bu yen i elyaf:, çok pahalı pilot tesis çalışmaları, uygulam a
araştırm aları, deneme üretimi ve pazarlam a m aliyetlerine katlanmış olan Birleşik Dev
letlerde Du Pont, İngiltere’de ise 1CI şirketleri adına lisansa bağlanmıştır. Ürünün,
1950 yılında, piyasaya verilmesinden önce katlanılan toplam m aliyetlerin, ICI için 10
milyon £ civarında olduğu, Du Pont’un da benzer büyüklükte bir harcam a yap tığı tah
min edilmektedir.
Bölümün sonunda kısaca ele alacağım ız naylon, polietilen, PVC ve Corfam gibi baş
ka maddelerin de hem icat hem de geliştirme çalışm aları büyük şirketlerin A&G labo-
ratuvarlarında gerçekleştirilm iştir. Ancak ilk keşif y a da icadın (neopren ve methil me-
takrilat da olduğu gibi) bir üniversitede y a da (Terilen gibi) küçük bir şirkette gerçek
leştirildiği durum larda da geliştirme çalışm alarının maliyeti, pazarlam a hizmetlerinin
yarattığı sorunlar ve yeni tesisler için gerekli yatırım ların büyüklüğü asıl yeniliğin bü
yü k şirketler tarafından ortaya çıkarılm ası sonucunu doğurmuştur.
Sentetik maddeler yenilikleri yapm a açısından olağanüstü bir sicile sahip firm alar
arasında, sırasıyla Almanya, ABD ve İngiltere’nin en büyük kim yasal madde şirketleri
olan IG Farben, Du Pont ve ICI vardır. Bu şirketler sadece (PVC, naylon, polietilen,
poliesterler, akrilikler, polistiren, buna, neopren, vb.) en önemli bazı buluşları gerçek
leştirmekle kalmamış, genellikle başkaları tarafından yap ılan keşif ve icatları ilk “taklit
edenler” y a da “uyarlayan lar” arasında da y e r alıp, yeni makinelerin ve geniş bir yeni
uygulam a alanları yelpazesinin geliştirilmesine de önemli katkıda bulunm uşlardır. Aşa
ğıda bu firmaların başarıyla gerçekleştirdiği belli başlı yeniliklerinden biri tartışılacak
olmakla beraber, önce Alman kim ya firm alarının genel katkıları gözden geçirilecektir.
129
IG Farben’de, 1925’den 1939’a kadar sentetik maddeler konusundaki A&'G faaliye
tinin mutlak terimlerle, herhangi bir firm aya göre çok daha fazla olduğu açıktır; toplam
A&G programı ise gerçekten dünyanın en büyüğü idi. IG Farben’in toplam A&G h ar
camaları 1925-1939 arasında, toplam satışlarının ortalama olarak, %7’sinden fazladır.
Bu oran, büyük kim ya şirketlerinin çoğunluğunda savaş ertesi dönem için geçerli olan
%3-5 aralığında gerçekleşen orandan çok daha yüksektir. IG Farben’in A&G harcam a
larının toplam iş hacmine oranı 1925-1931 döneminde %7-10 arasında gerçekleşmiş, an
cak 1933 yılında dünya buhranı sırasında oldukça şiddetli bir düşüşle % 4.9’a gerilem iş
tir. Bu dönemde, büyük sanayi ekonomilerinin A&G faaliyetlerinin hemen tamamının
geliştirme harcamalarından oluştuğuna ve istihdam edilen araştırm a personelinin de an
cak, 1000’den fazla yüksek nitelikli bilim adamı ve mühendisten oluştuğuna dikkati çek
memiz gerekmektedir. 1934’den 1939’a süren dönemde, araştırm a ve deneysel geliştir
me harcam aları satışların, yeniden, %5-6’sma yükselm iştir. Bu değerler, teknik hizmet
leri, “extra-m ural ”1 yardım ları, (bazen yanlış ve şişirilmiş sayılar elde etmek için A&G
harcam alarına eklenen) üniversitelere yapılan bağışları; yen i laboratuvarlar kurulm ası
na ve yeni cihazlar alınmasına yönelik yatırım harcam alarını kapsam am aktadır. Bunla
rın da katılm ası toplam araştırm a harcam alarını daha etkili kılacak, %1 puan kadar y ü k
seltecektir. Bu dönem boyunca şirket, ortaklarına kâr payı olarak dağıttığı miktardan
daha fazlasını araştırm a için harcamıştır. Bir yorum a göre bu durum, şirketlerin en so
nunda 1925 yılında bir araya gelerek tröst kurm aları, araştırm a kaynaklarını yoğunlaş
tırm aları ve yüksek polimer kimyası alanına büyük yatırım lar yapm aları konusunda ik
na olmalarında önemli rol oynamıştır. Tröstün kurulması, dünya bunalımı öncesinde,
harcam aların budanması bir yan a zaten yü ksek olan harcam a düzeylerinin daha da y ü k
seltilmesi araştırm aya verilen önceliğin bir göstergesidir.
IG Farben’in savaş öncesi A&G faaliyetlerinin dikkati çeken bir başka özelliği de
üniversitelerdeki ve diğer akadem ik kuram lardaki belli başlı araştırm acılarla yakın iliş
kiye ve işbirliğine verdikleri önemdir. Aralarında, Nobel Ödülü kazananlar da olan ak a
demik danışm anları istihdam etme geleneği, bütünleşen firmalarda, Bayer, BASF ve
Hoechst’in bir yaklaşım ı şeklinde devam etmiştir. Firm alar, Alman üniversitelerinde
gerçekleştirilen birçok araştırm ayı parasal olarak desteklemiş ve kendi laborauvarların-
da da en iyi kim yacıları çekecek koşulları oluşturm uşlardır. Hem yönetim kadem elerin
de hem de A&G bölümlerinde lisansüstü eğitim almış kim yacılar hâkimdir. Makromo-
leküler kim ya konusunda olağanüstü bir dünya otoritesi olan Freiburg Üniversite
si’nden Profesör Staudinger, iki savaş arasındaki dönem boyunca sentetik m addeler ko
nusunda IG G rubu’nun aktif danışmanlığını yapm ıştır. Savaş sonrası, plastik sanayisine
i "E xtra-m u rar sisteme dışarıdan gelen; ''intra-m ural” sistem içinden terim inin karşıtı.
130
önemli teorik katkılar yapm ış olan Z iegler’in, düşük basınçlı polietilenin 1950’lerde or
taya çıkmasına yol açan kritik buluşlarını yaparken, M ulheim ’de, Hoechst’in danışm a
nı olduğuna belirtmek yerinde olacaktır. Bu buluşların ardından prosesin lisansını da
kapsayan yen i bir danışm anlık anlaşması imzalanmıştır.
Son olarak, IG Farben’in deneysel geliştirm e çalışmaları sırasında bazı durum larda,
birbirine paralel çalışan ekipler kullanm a stratejisini uyguladığını da belirtm eliyiz. Bu
durum kısmen ortak firmaların maruz kaldığı yerel baskının bir sonucu olduğu kadar,
aynı zam anda araştırm a mekanizması içinde işbirliğini sağlam aya ve yeni sentetik mad
delerin geliştirilmesi sürecinde alternatif yo llar denenmesine yönelik bir felsefenin y a
rattığı bilinçli bir stratejidir.
131
V .ÜJ
Ь л
о СП
•2 «
ï» '4)
{^9°*^ 3 "а h
S' 5*
'о Qj
P
jgS «^ КО '
О
—i 4400
с .£
:з о
-2 03
jg H rjN » rtn N N g
й
tn dё-
1§
d a ~
"J?q ^с
9 --о
-5> а
« а
с _о
3 "V
» ( ^ ^ « « q v iQ ^ o s p 3
H N O PvÖ v6SH ^H о
<u d* ИИГ4 и и р
“3 û,
£ -Ь
-İİ5
9 ^ û,d —
d
^ N P î q q q « ı t t “î Я
н Я '° Я и>3 №'° 1АН 3
U
-О
о
О^40
‘с
о
е О О
О -С Ч
5Го>
Û5 -
t- Q .
Л d
— и«
з5Ь * -§
:3 ’С ^ С
"сЗ 4) ’Ы>ŞS I t
тз ь IS . 0 -4
с _5 V Ï Ь :В d Û* d
D N
— „С d e I з « U ,U
D _а
Ь ;= -S a ä
а 6 О 4) > .-
D
> "3 u -s
N Р > и ^3 û_
со "^ "‘ > ’S "О fe
Q JS C ^
d ~ '*
Ё з>-Ä
•- Е -3 > S
гс Е Я ^ 2 и л■ ” C r§
S
d
С/Э | .1 н б н
132
!■ -2<£" ф, esi ao « ov cq vo ao ^ ırj«
'S
КС
a ss
i s a Js
OH Ov ^ N и ts co 00 O
rl Ö- ^
р
«§ -ТЗ1 ? oo и м «
04 cq Ov ^ NIft Гч ıq «IAO
4Öt<İ t4 «N N iri f-î
«и«i 40 со и
c4 о
Зъ fS
£
и
04
ÇJ «н н О
E
*T2 ^ ""ёл
S ^c 11)М .4 НОЯ Оч «Ч«0«1 “1 °5 «Ч Ч
f>t>
>J2
с « п<-1 m ттЫ ч1 ts д д » g
«s
— : <8 -e
5
TÎŞ
^ я 6
p
.S s
I^ u»ocd ®_
^ i-j <J 'С «! Н«*} <4 рс*}»ч «ч Ч Ч 9
5g w JS Ol I* ri i g 9 С— г) р4 in д Д « » g
flîg < « t (Q ^>
сn c
0 -
<% «
<! “
1İ gs NmN вмччЧ^ *9 *9 *1 *4 **> 'Ч 'Ч Я Р
«e «но« НмнОО O H O g H г) 8
o
É- '
C V ^
oovrn ллн оуМ 40 сч 04 q oo со оо ıq о
P>>s S« e* НОИ И тн^нО ° Я8 8 «Ч 041Л g
>t e
•С
а>
и ”с “3
-т- 0)
= :2 -
сщв“:3 ^d2 ^2
.£ —
- ^ .'I
•аU ÿ
а с 2 Ё2 2 1
-С
! ‘S
_ р е «
S- е -s s s яя О"3 «5
> -В .a - jd J « g- -3 "3 .- g
• « U и , g ■Ü
-*
I W Ъ
! -щ I -S !Й ОТ» “
■ " E b b “
g с _я _я 2 5ä е SP«~§■ S,
StnûО- J« hсО
1/ S Л Л Л я ~
СЯ ) н Ui ü Q J S id S3 « X ш о н £
133
gerçekleştirilen yeniliklerin sayısı, belki de, genelde sanıldığından çok daha ya rarlı öl
çütlerdir. Schmookler, bu ölçütlerin iktisat tarihi açısından taşıdığı değeri göstermek
bakımından, diğer bütün iktisatçılardan daha fazla katkıda bulunmuş ve demiryolu sa
nayi, petrol rafinasyonu, kâğıt üretimi ve inşaat sektöründeki icatlarla ilgili olağanüstü
kapsamlı çalışmasında, 1850 ile 1950 arasında, Birleşik Devletler patent istatistikleri
nin, icatların değerlendirilm esi açısından önemli buluşlara ait listelerden daha iyi bir
gösterge olduğu sonucuna varm ıştır. Ona göre, patent istatistikleri bütün küçük çaplı
ve geliştirme nitelikli buluşları yansıtm akta ve önemle ilgili herhangi bir sübjektif değer
lendirmeyi ortadan kaldırm aktadır (Schmookler, 1966). Biz, Schmookler in toplulaşmış
patent istatistiklerinin küçük icatların ölçülmesi konusundaki görüşünün değerini kabul
etmekle birlikte, radikal icatların değerlendirilm esi söz konusu olduğunda anahtar pa
tentlerin bir ölçüt olarak yararından kuşku duym aktayız.
Patent istatistikleri ile ilgili kısıtlardan bir tanesi de, patentleme eğilimi açısından, sa
nayiler ve firm alar arasında var olan farklardır. Örneğin, savunma ile ilişkili sanayiler
de patente bağlam a eğilimi genellikle düşüktür. Bu durum, uçak ve elektronik sanayi
lerinde, birim A&G harcam ası başına patent sayısının çok daha düşük bir oranda kal
masına neden olmaktadır (Tablo 5.2a ve 5.2b).3 Bununla birlikte, kim ya sanayisinde pa
tentleme eğilimi yüksektir. G erçekleştirdiği yenilikler konusunda patent korumasına
önem vermeyen bir kim ya şirketi bulmak çok güç, hatta imkânsızdır; plastik sanayisin
de patentleme faaliyetine konu olmamış herhangi bir önemli teknolojik gelişme bulmak
da aynı derecede güçtür.
Patent istatistikleri kullananlar, yıllık dalgalanm alar ve kalite değişimleri ile ilgili bil
giler için, bu verilerin beş y a da on yıllık küm eler şeklinde kullanılm asının daha anlam
lı olacağında genellikle anlaşırlar. İşleri güçleştiren bir başka unsur da ulusal patent u y
gulam aları ile ilgili yasaların değişikliğinden kaynaklanm aktadır.4 Pavitt ve Soete
(1980) bu güçlükleri aşmak ve (ABD dışında) bütün ülkeleri aynı düzeye oturtabilmek
amacıyla, yabancı şirketler tarafından A BD ’de alınan patentleri kullanm ada öncülük et
mişlerdir. ABD, en önemli tek pazar olduğu için firmaların önemli patentlerini bu ülke
de tescil ettirmek isteyeceklerini varsaym ak akla uygun bir davranıştır. Böylece, Pavitt
ve Soete yabancı şirketlerin ticaret faaliyetleri ile ABD ’de alınmış olan patentler arasın
daki çok ilgi çekici ilişkileri ortaya çıkarm ışlardır (Soete, 1981; Pavitt, 1982). Daha y a
kın zamanlarda, Avrupa Patent Ofisi istatistiklerini kullanım a açtığında, benzer çalış
maları Avrupa patentleri konusunda da yapm ak mümkün olmuştur. AB'nin Avrupa Bi
lim ve Teknoloji Göstergeleri (European Science and Technology Indicators) (1994)
başlıklı yayın ı iyi bir karşılaştırm a olanağı yaratm aktadır.
134
3 -1 ji 1 Ç| | | | ^
S<3 *: iİllllsflöSİ:
h * « » s s a a s s s !5 a  a a a a a a a ö a a a
g g g S § 8 g g 3 § § § 8 § Ö S £ K 8 «S 3 fcS S S 3 3 8 a
Tablo 5.3 Öncü Şirketler Tarafından Alman Plastik Madde P atentleri
I 1 lı ı^ ıi i ıl
ıit
fiw lıt « liİ İ !^ - - - 1 1
HMB, » « N « . s - a 2 J ia s şaş assssa s
S Ö 8 « 5 g 3 3 S f ; S R R P ! $$$!S1Î?.5:9Î9!J5IQI
j
I -ş . MA . M i
^sJJ«B ı3cS2u ;Ö 3j
'-"«'-"'^•^sssasBjsîs aa aaaaaaa s
aaaaaa
rt h h p* h ^sas rössss ® 33993 sasasa a
o,
c £ 'oynak lar: D elorm e (1962) ve P atent B ürosu, L on dra
S
Sİ 1 1 Jı|l
l y Isl m
S iss isi
-««.*« p. »ss assa;»**- sasa sasasa
3gR8S8 S93S8 8383833 333833333333 3
>>
T 3J
1 î . Jl J | 4 *
0,-0 •
C J>
flÛ
< IsLlî—f! ® l l l l i I ]js I C ot- ■
D
JD
C3
d ı 3 İ№«»O
ih 8 rjiîhgS^ll№
rj Q 2 3 2 a a
İiy!İjl 4
S Rfc RS « 3 .
135
Patent istatistiklerinin sorunlarıyla ile ilgili bu kısa tartışmanın ardından, şimdi, plas
tiklerin gelişiminde IG Farben’in oynadığı rolü incelemeye dönebiliriz. Sentetik madde
ler konusundaki üç ciltlik, sınıflandırılmış uluslararası patentler antolojisinin, Delorme
(1962) tarafından büyük güçlüklere katlanılarak, 1791-1955 dönemi için hazırlanmış ol
ması büyük bir şanstır. Bu çalışma, çifte sayımı ve söz konusu kaynaktan elde edilen is
tatistiklerin Alman şirketlerinden çok Fransız ve Amerikan şirketlerine doğru sapm ası
nı ortadan kaldırm aktadır. Bu sayılarla ilgili analizin hemen göze çarpan özelliği,
1931 den 1945’e kadar olan dönemde IG Farben’in, 1930’dan önce ise kendinden önce
ki firmaların hâkim durumudur. IG Farben, otuz büyük şirket tarafından alınmış olan
patentlerin üçte birinden fazlasına sahiptir (Tablo 5.3); büyük şirketler alınan tüm pa
tentlerin daha büyük bir kısm ına sahip oldukları için, bu m iktar bütün kaynaklardan el
de edilen dünya toplam patentlerinin %17’sine eşittir. Bu dönemde, Du Pont dışında
hiçbir firma, IG tarafından alınan patent sayısının altıda birine ulaşamamıştır. Vinil pa
tentleri söz konusu olduğunda, bu oran dünya patentlerinin dörtte birinden fazladır. IG,
1925 ile 1930 yılları arasında, 1791’den 1930’a ulaşan bütün dönem boyunca, en çok pa
tent alan şirketin iki katından daha fazla plastik maddelerle ilgili patent almıştır.
1931-45 arasındaki on dört yılda, plastiklerle ilgili patent sayısı önceki 140 yıld a alı
nanlardan daha fazladır ve uzun dönem eğiliminin dikkati çeken bir özelliği, kişiler ta
rafından alınan patentlerde şirketler tarafından alınanlara göre bir azalm a eğiliminin or
taya çıkm asıdır (Tablo 5.4). Savaşı izleyen dönemde kişilere verilen patentler toplamın
%10’unun altına inmiştir. Bu bilgiler, şirket içi A&G örgütlenmelerinin bireysel mucide
göre artan katkısını ve bu sanayi dalındaki yen ilik sürecinin giderek artan ölçüde bilim
temeline dayandığını yansıtm aktadır.
ikinci D ünya Savaşı öncesi dönemde şirketler tarafından alınan patentlerin %80’in-
den fazlası Alman ve Am erikan şirketlerinindir; ancak, Du Pont dışındaki önemli ABD
kim ya şirketleri bu alana nispeten geç girm işlerdir. Erken dönem plastik maddeler üre
ticileri olan Bakelite ve Celluloid, film alanında Eastman Kodak ve yen i maddelerle çok
ilgili ve en yüksek araştırm a yoğunluğuna sahip Amerikan firm alarından biri olan Ge
neral Electric de büyük sayılarda patent alm ışlardır. Hem Bakelite hem de Celluloid,
erken dönemlerde çok önemli bir rol oynam ışlardır; örneğin poliasetal (=polyacetals) ve
polikarbon (= polycarbonates) konusunda hâlâ liderler arasındadırlar. Robin ve Haas,
bu dönemde A lm anya’da yerleşiktir ve esas olarak akrilik maddelerin (= methyl met-
hacıylate) geliştirilm esi ile ilgilenmektedir. 1930’lar geldiğinde ICI, plastik maddeler
araştırm a ve üretimi alanında IG Farben’in ardında olmakla birlikte, liderler arasında
dır. Yüksek düzeyde araştırm a yoğunluğuna sahip olan İsviçre şirketi CIBA, alınan pa
tent sayıları bakımından uzun bir süre önde gelen firm alar arasında yerini alm ıştır ve
136
Tablo 5 .4 Başlıca P lastik G ruplarına Göre Verilen Patentler, 17 9 1-19 5 5
K a yn a k : D e lo r m e (1962).
özellikle, yapıştırıcı "epoksi” reçinelerde (= epoxy resins) önemli yenilikler yapm ıştır.
Ancak ICI ve CIBA dışında kalan Avrupa kim ya sanayi, Alman ve Amerikan firm ala
rının çok gerisindedir.
IG Farben 1946’dan 1952 y e kadar M üttefik askeri hükümetler tarafından yeniden
örgütlenmişti, yen i patentler alacak durumda değildi. Ü stelik sırlarının pek çoğu, 1945-
1946’da M üttefik araştırm a ekipleri tarafından zorunlu olarak Ingiliz, Fransız ve Ame
rikan şirketlerine verilmiştir. Dağıtılmış olan kartelin yerini alan şirketler, 1952 yılın a
kadar normal üretim ve araştırm a faaliyetine başlayam am ışlardır. Bu durumun sonucu
olarak, 1946-55 dönemi patent istatistikleri ön sıradaki en büyük on şirketin sekizini
oluşturan Amerikan şirketlerini ve dünya lideri olarak da Du Pont’u göstermektedir.
Buna rağmen, IG Farben’in yerine kurulan şirketler toplam olarak, bu dönemde bile,
Du Pont dışındaki herhangi bir firmadan daha fazla patent alm ışlardır.
Delorme’nin antolojisi ne yazık ki 1955 yılının ötesine geçmemektedir. Ancak Ingi
liz Patent Bürosu istatistikleri kullanıldığında önde gelen Alman firmalarının 1950’ler-
de ve 1960’larda, IG Farben’in savaş öncesi dönemdeki büyük hakim iyetine ulaşamasa-
lar da, kendilerini toplam aya devam ettikleri açıkça görülm ektedir (Tablo 5.3). Ingiliz
ulusal patent istatistikleri İngiltere’de yerleşik şirketler lehine bir eğilim göstermekle
birlikte, muhtemelen, Ingiltere’de faaliyet gösteren önemli yan tesisleri olan Monsanto
ve Standard Oil dışında Amerikan şirketlerine karşı Alman şirketleri lehine bir eğilim
göstermemektedir.
En önemli radikal icatları çok daha fazla sayıdaki küçük icattan ayırm ak önemli ol
m akla birlikte, anahtar icatlar için ayrı bir ölçüt kullanılm ası istenir (Baker, 1976; Clark
e t al., 1981). Bu konuda bir uygulam a N IE SR ’de uzman danışman C. A. Redfarn’ın
yardım ı ile gerçekleştirilm iştir. Bu yöntemle, 1790-1955 döneminde 117 temel teknolo
jik ilerleme belirlenmiştir. Bir temel teknolojik ilerleme bir y a da daha lazla patente bağ
lanmış olabilir. Söz konusu 117 temel ilerlemeden IG Farben, Alman şirketleri tarafın
dan gerçekleştirilen 5 l ’inden 30’unun; Du Pont Amerikan şirketleri tarafından gerçek
leştirilen 43’ünden 12’sinin ve ICI Ingiliz şirketleri tarafından gerçekleştirilen 15’inden
7 ’sinin sahibidir. Diğer ülkeler sadece 8 temel teknik ilerleme gerçekleştirebilm işlerdir.
137
5. 5 Patentler ve Yenilikler
Şimdi patent istatistiklerinden çıkan kanıtlarla önemli teknolojik ilerlem elere ilişkin
bulguları, yenilik başarılarıyla karşılaştıracağız. Yenilikleri ölçmenin en basit yöntemi
bütün yeni sentetik maddeleri listeleyip, her ülkede ilk ticari üretimi gerçekleştiren şir
ketle ilişkilendirm ektir. Bu yaklaşım yapılan yeniliklerin bir listesini verecektir, ancak
söz konusu maddenin yen i uygulam a alanları ve yenilenen proseslerle ilgili birçok yen i
liği göz ardı ettiği için eleştirilecektir. Buna rağmen söz konusu yöntem yen ilik başarı
sı açısından kaba bir göstergedir ve her maddenin nispi önemini ortaya koyacak biçim
de ayarlanabilir.
Hufbauer 56 adet plastik madde, sentetik kauçuk ve elyaf için böyle bir liste hazır
lamış ve çok sayıda ülke için ilk üretici şirketi belirlemiştir. Bu çalışmanın ortaya koy
duğu ilgi çekici bir sonuç, ülkeler ve şirketler arasında sadece, yap ılan yeniliklerin
(dünyanın ilk üreticisi) sayısı açısından değil taklit etme (yeniliğin yapılm asından son
ra belli bir ülkedeki ilk üretici) açısından da karşılaştırm aya olanak sağlam asıdır. Huf
bauer elindeki verileri taklit etme sürelerini ölçmek için kullanm ış ve en yü ksek yenilik
yapm a oranına sahip ülkelerin aynı zam anda en kısa taklit etme süresinde hareket et
tikleri gibi çok önemli bir sonuca varm ıştır. Başka bir ülkede gerçekleştirilm iş olan bir
yeniliğin Alm anya y a da ABD tarafından taklit edilmesi ortalama olarak üç y ıl alırken
bu süre Ingiltere ve Fransa için birkaç y ıl daha uzundur. Diğer bütün ülkeler için on
yıldan, bu ülkelerin çoğunluğu için yirm i yıldan daha fazladır. Bunun, dış ticaret teori
si açısından, Hufbauer ve diğer iktisatçılar tarafından çıkarılmış çok önemli sonuçları
vardır (bkz. Posner, 1961; Hufbauer, 1966; Vernon, 1966). Ulusal piyasanın büyüklü
ğü de kuşkusuz taklit ve yayılm a süreçlerini etkileyen önemli bir unsurdur. Biz esasın
da taklitle, araştırm a ve yen ilik kapasitesinin bir başka göstergesi olduğu için ilgilen
mekteyiz. Y eniliklerle dış ticaret arasındaki ilişkiler 13. Bölüm’de araştırılacaktır.
Güçlü bir araştırm a kapasitesine sahip olan firma daha hızlı taklit edebilir; hatta y e
niliği aynı anda gerçekleştirebilir. Bu yüzden İkinci D ünya Savaşı sırasında, IG Farben
polietilenin (bir ICI yen iliği) ve naylonun (bir Du Pont yen iliği); 1940 yılın d a ise, Ingi
liz ICI, PVC nin; ABD kim ya ve kauçuk sanayileri de sentetik lastiklerin (IG Farben
yenilikleri) üretimine bağımsız olarak başlayabilm işlerdir.
Patent istatistikleri, gerçekleştirilen yenilikler ve taklitlerle birlikte ele alındığında,
IG Farben’in bir derece de Du Pont ve IC I’nin her bakımdan başarılı oldukları açıkça
görülm ektedir (Tablo 5.5). IG Farben’in elde ettiği sonuçlar gerçekleştirilen yenilik sa
yılarında, patent sayılarına göre açıkça daha iyi, gerçekleştirilen taklit sayılarına göre
ise çok daha iyidir. Bir şirket yen i ürünlerde yenilikler yapm a konusunda başarılı ise,
taklit edebilme kapasitesi ne kadar yüksek olursa olsun5 taklit etme ihtiyacını çok daha
138
az duyacaktır. Özgün yeniliklerdeki kâr oranlan taklitlere göre çok daha yü ksek olabil
diği gibi, rakip firm alar karşısında elde ettiği zaman avantajı, şirketleri kendi yen i ürün
leri üzerinde yoğunlaşm aları için teşvik etmektedir. Bununla birlikte bu yaklaşım ın, bu
bölümde daha sonra tartışacağım ız Korfam örneğinde olduğu gibi başarılı olamayan öz
gün buluşların getirebileceği ağır riskler ve zararlarla dengelenmesi gerekm ektedir.
Taklit konusunda alternatif stratejiler ise 11. Bölüm'de ele alınacaktır.
Tablo 5 .5 Sentetik M addelerde P atentler ve Y enilikler
(D ünya toplam ına oram yüzde olarak)
IG Du
F a rb en a P ont IC I
Büyük bir kim ya şirketi yabancı rakibinin gerçekleştirm iş olduğu bir yeniliği, ister
bir lisans anlaşması çerçevesinde, isterse bağımsız olarak taklit etmeye başladığında, ge
nellikle daha iyi bir proses geliştirm eye y a da üründe temel bir iyileştirm e yapm aya te
şebbüs etmektedir. Bazı durum larda bu değişiklik y a da iyileştirm e özgün yenilik kadar
önemli olabilmektedir. Du Pont, 1924 yılında, selofan lisansını aldıktan sonra araştırm a
kim yacılarından ikisi bu m addeyi suya dayanıklı hale getirm eyi başardılar ve böylece
bir ambalaj malzemesi olarak uygulam a alanı önemli ölçüde genişlemiş oldu. IG’nin
Naylon 6 ’sı, bağımsız A&G programının çalışm aları sonucunda, Du Pont’un Naylon
66’sından önemli ölçüde farklılaşm ıştır.
Bunlara ek olarak, yeni bir prosesin uygulanm aya başlanm asından y a da yen i bir te
sisin kuruluşundan sonra da birçok küçük teknik iyileştirm enin yapıldığının hiçbir za
man unutulmaması gerekm ektedir. A vrupa ve Kuzey A m erika’dan yü ksek sayıda tek
noloji ithal eden Jap o n şirketlerinin, ithal ettikleri ürünleri ve prosesleri iyileştirm ede
139
özellikle başarılı olmalarının nedeni, A&G’de güçlü olm alarıdır (Freeman, 1987; Fuka-
saku, 1987). Bu iyileştirm eler, bir yandan gizlilik nedeniyle bir yandan da patent alın
m aya uygun olm adıkları için patent istatistiklerinde y e r alm ayabilir. Hollander, Du
Pont’un rayon fabrikalarında gerçekleştirilen küçük teknik iyileştirm elerin pek çoğu
nun patentinin alınm adığını ancak bir arada ele alındıklarında, verim lilik artışına temel
değişikliklere göre çok daha fazla katkıda bulunduklarını ortaya çıkarm ıştır. Ü stelik
bu iyileştirm eler genel olarak, merkezi araştırm a birimi tarafından değil, mühendislik
bölümü ve teknik yardım grupları tarafından yapılm ıştır. IG Farben’in plastik fabrika
larında gerçekleştirilen küçük çaplı yenileştirm elerle ilgili veri olmadığından, bu alan
daki performansını, dünya sanayisi içindeki genel rekabetçilik (ihracat dahil) düzeyi ve
patent istatistiklerine yansıyan küçük iyileştirm eler dışında değerlendirm ek mümkün
değildir.
IG Farben’in temel büyük yeniliklerde ve temel büyük teknolojik ilerlemelerde pa
tentlere göre çok daha başarılı ve yaptığı yeniliklerin, A&G harcam alarının oranına gö
re daha büyük olduğu gerçeği, kısmen yenilikçi bir örgütün etkinliğinin yansım ası ola
bileceği gibi kısmen de Alman savaş ekonomisinde sahip olduğu güçlü tekelci pozisyo
nun bir sonucu olabilir. IG bu dönemde, sendikalara ve m üşavirlik kuruluşlarına hâkim
olmasının yan ı sıra, yen i ürünleri için bazı pazarlam a kanallarını da denetlemektedir.
Bu durum, A&G program larının birikim li ölçek avantajlarından yararlanm asına imkân
vermiştir. Çok büyük mali kaynaklar ve hükümet desteğiyle, IG’nin başarıyla yü rü ttü
ğü sentetik maddeler ikame programı, özellikle sentetik kauçuklarda garantili bir paza
ra sahip olmuştur.
Böyle bir durum, ikinci D ünya Savaşı dönemi dışında, ABD ve Ingiltere için hiç ge
çerli değildir. Savaş sırasında bile, birçok doğal maddenin büyük ölçüde sağlanabilir ol
ması ve düşük fiyatları, sentetik maddelerin geliştirilm esi için herhangi bir mücbir du
rumun ortaya çıkmasını önlemiştir. Bununla birlikte, Ingiltere’nin polietilen ve daha bü
yü k ölçekte, A BD ’nin, Uzak Doğu doğal kauçuk arzı geçici olarak kesintiye uğradığın
da, sentetik kauçuk programı hükümet talebindeki büyük artışın etkisini görmüştür
(Solo, 1980; Morris, 1989).
IG Farben, 1920’lerde bir ara, sentetik kauçuk patentlerini, doğal ürünün önemli bo
yu ttaki fiyat avantajını koruyacağı düşüncesiyle, dünya doğal kauçuk karteline satma
y ı teklif etmiş, ancak yüksek düzeydeki silahlanm a girişim i nedeniyle geliştirm e çalış
maları hızlı bir biçimde sürdürülmüş ve Alman savaş ekonomisi için hayati önem taşı
yan büyük çaplı yeni bir sanayi kurulm uştur. Bununla beraber, aralarında PVC, polis-
tiren, polivinil asetat, üre-formaldehit yapıştırıcılar ve melamin formaldehitin bulundu
ğu bir dizi önemli plastik maddenin IG tarafından, H itler iktidara gelmeden önce geliş
140
tirilmiş olduğunu belirtmek gerekir. Sonuç olarak, IG’nin olağanüstü performansı, da
ha 1920’li yıllarda, silahlanm a konusundaki gizli yaklaşım ın yönlendirdiği varsayılm az-
sa, sadece savaş dönemi talebi ve gizli bir silahlanma ile açıklanamaz.
Batı Almanya, savaşın ardından sentetik kauçuk üretimine geçici olarak ara verilmiş
olmasına rağmen, plastik maddelerde dünyadaki en yüksek kişi başına üretim ve tüke
timini sürdürmüştür. IG Farben Tröstü dağıtılmış olmasına rağmen yerin i almış olan
şirketler önemli yenilikler gerçekleştirm eye ve yen i uygulam a alanları geliştirm eye de
vam etmişlerdir. Böylece ortaya çıkan manzara, Birinci D ünya Savaşı ’ndan bu yana,
yenilikçi, güçlü A&G olanaklarına sahip çok büyük kim ya şirketlerinin hakim iyetleri al
tında bir sanayidir. Bununla birlikte, bu süreci yeni maddelerin neredeyse kendiliğin
den ortaya çıkmasını sağlayan yoğun ve kitlesel bir araştırm a programı olarak düşün
mek de yanıltıcı olur. Bütün bu yeniliklerin özelliği, üç örneğini aşağıda daha ayrıntılı
olarak incelediğimizde açıkça görülebileceği gibi, yüksek derecede bir teknolojik ve ti
cari belirsizliktir.
5. 6 PVC
IG Farben’in araştırm a ve yenilik faaliyetlerinin iyi bir örneği, daha sonra dünyada
ağırlık ve tonaj olarak en çok tüketilen üç plastik maddeden biri haline gelecek olan
PVC’dir. Bu madde Anglo-Amerikan literatüründe nispeten ihmal edilmiş olmakla bir
likte, bir İngiliz kim yacısı burada özetlediğimiz ayrıntılı ve değerli çalışm ayı gerçekleş
tirm iştir (Kaufman, 1969).
Vinil klorid, ilk kez 1835’de, Liebig’in laboratuvarında, Regnault adlı genç bir Fran
sız kimyacı tarafından hazırlanıp, tanımlanmıştır. Polimer, daha sonra başka akademik
kim yacılar tarafından tanımlanmış ancak, potansiyel sanayi formülü y a da uygulam ala
rı konusunda herhangi bir ipucu verilmemiştir. Griesheim’de (Floechst) çalışan ve bir
sanayi araştırm acısı olan Fritz Klatte, 1912 ve 1913 yıllarında, ancak yirm i y ıl sonra uy
gulanacak sanayi prosesleri ve PVC’nin ilerde ortaya çıkacak uygulam aları konusunda
bir dizi patent almıştır. Bununla birlikte PVC, ışıkla temas ettiği zaman bozulan, sertli
ği nedeniyle üzerinde çalışılması son derece güç ve ısıtıldığı zaman hidroklorik asit salı
veren dengesiz bir maddedir. Monomerin hazırlanm ası zordur; Klatte’nin polimerizas-
yon prosesi yeterli değildi. PVC’nin yaygın bir ticari uygulam aya konu olabilmesi için
bütün bu sorunların çözülmesi, plastikleştirici (= plasticizers), dengeleyici (= stabilizers)
ve birleştirici (= compounding) elemanların geliştirilm esi gerekm iştir. Bütün bu zor so
runların çözümleri, 1920’li ve 1930’lu yıllarda, IG Farben laboratuvarlarında makromo-
leküler yap ılar konusundaki temel bilgi birikimi, prosesin daha iyi bir şekilde anlaşılm a
sına ve denetlenmesine olanak sağlayacak düzeye ulaştığında bulunabilmiştir.
141
Hoechst de laboratuvar çalışm aları Birinci D ünya Savaşı sırasında ve Alm anya’y a
uygulanan abluka dolayısiyle doğal maddeleri ikame edecek sentetik maddeler geliştiri
lebilme um uduyla devam etmiştir. Griesheim’de yaklaşık dört ton polivinil klorasetat
üretilmiştir. En büyük 3 Alman kim ya şirketinin de sentetik kauçuk konusunda, bun
dan önceki dönemlerde araştırm a program ları vardı; B ayer ilk sentetik kauçuk olan me
til bütadieni savaş sırasında üretmeyi başarmıştır. Ancak, bu üretim süreci 1919 y ılın
da, doğal kauçuk fiyat ve kalite açısından hâlâ daha iyi olduğu için durdurulm uştur.
PVC açısından araştırm a faaliyeti devam ettiği halde Klatte’nin patentlerinin, 1926 y ı
lında süre aşımı nedeniyle sona ermesine göz yum ulm uştur. Bu dönemde diğer vinil po-
lim erler daha ümit vermekte, polivinil asetat hem Hoechst (IG) ve hem de W acker ta
rafından 1928-29 yılların d a ticari olarak üretilm eye başlanmıştır. Bu başarı, Staudin-
ger’in, makromoleküler konusundaki m akalelerinin derinleştirdiği bilgilerle, PVC ve
ko-polimerlere ilginin yeniden canlanm asına ve ilk ticari üretimin 1930’lu yılların baş
larında gerçekleşmesine yol açmıştır.
Vinil klorürün polimerizasyonu konusundaki ilk çabalar (K latte’in orjinal patentle
rinde olduğu gibi), fotopolimerizasyon y a da (Rus kim yacısı O strom islensky’nin 1912
tarihli patentinde olduğu gibi), çözelti polimerizasyonu benzeri termik yöntem ler üzeri
ne kurulm uştur. Özellikle Du Pont tarafından 192O’li yıllarda, bütün bu yöntem lerle il
gili olarak yen i patentler alınmış olmakla birlikte, ticari üretimle ilgili önemli ilerleme,
IG Farben ve W acker tarafından geliştirilen dispersiyon polimerizasyonu prosesiyle
sağlanmıştır. IG Ludwigshafen laboratuvarında, Fikentscher tarafından, 1929’dan
1931'e kadar olan dönemde geliştirilen emülsiyon polimerizasyon prosesi, çoktan eski
miş olm akla birlikte, İkinci D ünya Savaşı boyunca Bitterfeld’deki tam ölçekli tesiste uy
gulanmıştır.
Bu prosesin başarıyla geliştirilmesi, büyük ölçüde bir butadien-stiren ko-polimeri
olan Buna-S kauçuğu üzerinde, B ayer'de ve aynı zamanda Staudinger ve IG Farben
araştırm acılarının işbirliğiyle daha önceki çalışm aların eseriydi. Bu çeşitli polimerler ve
ko-polimerler (akrilonitril, stiren, metil metakrilat, vinil asetat, vinil klorür, vb.) ile ilgi
li olarak yapılm ış olan araştırm aların ortaya çıkardığı birikimlerin, IG’nin ilerlemesinin
önünü nasıl açtığı açıkça görülmektedir. Bu arada birkaç alanda diğer önde gelen kim
y a şirketleri, özellikle Birleşik Devletlerde Union Carbide, B. F. Goodrich ve Du Pont;
Ingiltere’de ICI, IG’nin pek de gerisinde değildiler. Gerçekten, PVC plastikleştiricileri
konusundaki ilk dönemki ilerlemeler, IG Farben’de değil, B. F. Goodrich’de gerçekleş
tirilmiştir. Ancak, plastikleştiriciler konusunda Alm anya’da gerçekleştirilen araştırm a
lar, Goodrich’in önüne geçmiş ve PVC ve ko-polimerlerle ilgili uygulam alar sadece kab
lo sanayisinde kaplam a ve yalıtım konusunda değil ayakkabı tabanları, y e r kaplamala-
142
n, kim ya fabrikaları, am balajlama ve birçok diğer uygulam ada ilerleme göstermiştir. İlk
dönemde gerçekleştirilen bir uygulama, Alman elektrik şirketi AEG’nin katıldığı ortak
araştırm a programının sonucunda doğan m anyetik bandın geliştirilmesinde son derece
önemlidir. Bütün bu çalışmaları, kuşkusuz 1933 yılından sonra savaş hazırlıkları ve do
ğal maddeler konusundaki kıtlık korkusu güçlü bir biçimde uyarmıştır.
Bu kısa açıklam a, PV C’nin, jiletin icadıyla aynı kaba konulam ayacağını açıkça gös
termektedir. PVC’nin başarılı bir biçimde Alman ekonomisine girmesi, birçok yen ilgi
ler ve hayal kırıklıklarıyla dolu otuz yıllık bir dönemde gerçekleştirilm iş olan çok sayı
da deneylerin, keşiflerin ve icatların bir sonucudur. Savaşın ilk dönemlerinde sadece 10
bin tonluk bir üretim düzeyindeki PVC, ikinci D ünya Savaşı içinde dahi nispeten kü
çük çapta kullanılm ıştır. PVC’nin getirebileceği imkânlar, savaştan sonra bile, genellik
le yağm urluk gibi erken dönem m allarda gözlenen kalite düşüklüğü nedeniyle küçüm
senmiştir. Dünya üretiminin bir milyon tona ulaşabilmesi için 1950’li yılların sonunu
beklemek gerekm iştir. D ünya savaşını izleyen dönem proseslerinde, özellikle temel ara
madde olarak etilenin yerine asetilenin ikame edilmesinin ve süspansiyon polimerizas-
yonunun kullanılm asının sonucu birçok iyileştirm eler yapılm ıştır.
ABD, Alman ve İngiliz şirketleri, gerek üretim proseslerindeki gelişm eler açısından
gerekse PVC’nin, tel ve kablo sanayisinin yan ı sıra, inşaat (atık su boruları, çatı olukla
rı, y e r kaplaması, vb.), giyim ve ayakkabı, am balajlam a ve mühendislik sanayilerinde
temel bir malzeme olarak yerini alm asına birlikte katkıda bulunmuşlardır. Yeni beliren
bazı çevre endişeleri sektörün büyümesini olumsuz yönde etkilemiş olmakla birlikte,
PVC çok yüksek hacimlerde üretilen bir plastik madde olarak dünya sanayisindeki y e
rini almıştır.
5. 7 Polietilen
Tek başına en önemli plastik madde olan polietilen bilinçli olarak araştırılm am ış an
cak başka araştırm aların yan ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Kimyasal araştırm alarla IC in in polietilen yeniliği arasındaki ilişkiler Ailen (1967)
tarafından baştan sona incelenmiştir. Naylon gibi, polietilen de, keşfedilmesini temel
araştırm a program larına borçludur. Ancak bu buluş, Du Pont programına ve Staudin-
ger araştırm asına benzemeyen bir biçimde, uzun zincirli moleküllerin yapısı ve sentezi
ile ilgili çalışm alarla değil yü ksek basınç reaksiyonları ile ilgili çalışm alarla ilişkilidir.
IC I’nın Alkali Bölümü’nün Brunner M ond’a uzanan güçlü bir araştırm a geleneği var
dır. Brunner M ond’un kendisi Solvay amonyum-soda prosesinde bir dizi iyileştirme
gerçekleştirm iş ve W innington’da bir araştırm a laboratuvarı kurm uştur. 1920’lerde,
Araştırm a Direktörü olan Freeth, araştırm a konusuna uzun dönemli bir yaklaşım ı teş
143
vik etmiş ve Amsterdam'lı Profesör M ichels’le birlikte çalışmış olan İngiliz araştırm a
kim yacısı R. O. Gibson’u, 1925 yılın d a işe almıştır. Gibson, IC I’de çalışm aya başladık
tan sonra da M ichels ile işbirliğini sürdürmüş ve M ichels, yü ksek basıncın etkileri ko
nusundaki değerli çalışmasının sonucunda ICI ye danışman olmuştur. M ichels tarafın
dan tasarlanmış olan özel donatım ve gereçler, 1931 yılın d a W innington’daki ICI labo-
ratuvarına yerleştirilm iş ve burada kim yasal reaksiyonlarla ilgili bir dizi araştırm ada
kullanılm ıştır.
Bu deneyler sırasında polietilen keşfedilmiş ve özellikleri anlaşılmıştır. Keşif, 1933
yılın d a cihazlarda ortaya çıkan bir bozukluğun etilenin polimerizasyonuna neden olma
sıyla büyük ölçüde şans eseri gerçekleşm iştir. Araştırm a mühendisi W . R. D. M anning,
cihazlarda önemli iyileştirm eler yaparak, yü ksek basınç araştırm alarının nispeten daha
güvenli olarak sürdürülmesini sağlam ıştır. Swallow, Fawcett ve Perrin de çalışm alara
önemli katkılarda bulundukları için herhangi birini polietilenin mucidi olarak tanım la
mak mümkün değildir. Patentler 1935 yılın d a alınmış ancak güvenli bir yüksek basınç
prosesinin geliştirilm esiyle ilgili güç ve pahalı çalışm alar yıllarca sürmüştür. 1938 yılı
M art ayında üretime başlayan pilot tesis için büyük önem taşıyan kompresörün tasarı
mına M ichels yardım cı olmuştur. IC Iyen i maddenin bazı önemli özelliklerini hemen ta
nımlamış olsa da, polietilenin bugünkü kullanım alanlarının anlaşılması ve kavranması
uzun bir zaman almıştır. Bir yalıtkan olarak getireceği olanaklar derhal anlaşılm akla
birlikte üretimi pahalıdır ve savaş öncesi dönemde temel uygulam asının denizaltı kab
loları olacağı varsayılm ıştır. BICC ile ortak yürütülen uygulam a geliştirilm esi daha
1937 yılında, bu alanın önemini ortaya koymuştur. Savaş dönemi radar uygulam aların
da son derece önemli olduğu ortaya çıkmış fakat savaş sonrasında savunma talebinin
düşmesiyle ana ICI tesisinin kapatılması, ciddi olarak düşünülmüştür.
Bununla birlikte maddenin kullam lırhğı giderek fark edilmiş, 1950’li yıllard a proses
geliştirme çalışmaları üretim m aliyetlerini düşürürken, uygulam alı araştırm alar gerekli
değişiklikleri gerçekleştirip temel polimerin yen i cinslerini türeterek birçok yen i uygu
lama alanı bulmuştur. D ünya piyasasının büyümesini uyaran bir başka güçlü etki de,
1952 yılın d a Birleşik Devletler M ahkem elerinin IC Iyı, ilk lisans sahibi şirket olan Du
Pont’un yan ı sıra, başka Amerikan kim ya şirketlerine de lisans vermeye zorlamasıdır.
Zamanında bu mahkemelerin ICI üzerinde yargılam a hakkı olmadığı gerekçesi ile sert
bir şekilde eleştirilmiş olmasına rağmen, bu karar ICI için bile, lisans ve know-how öde
melerinde hatırı sayılır artışların yan ı sıra özellikle ev eşyaları kullanım ında ve ambalaj
sanayisinde yeni uygulam a alanlarının çok daha hızlı gelişmesine yo l açtığı için, üstü ör
tülü bir nimet sayılabilir. M ahkeme kararının ardından lisans alanlar arasında M onsan
to, Dow, Koppers ve Spencer de vardır.
144
D ünya polietilen piyasasının daha da gelişmesi için bir başka uyarıcı unsur, proses
tekniklerindeki çok sayıda iyileşme olmuştur. Bunlar hem üretim m aliyetlerini düşür
müş hem de yeni uygulam aları çoğaltıp kalitelerini yükseltm iştir. Başlangıçta ICI li
sansları ile üretim yapan Union Carbide ve Du Pont, bu prosesi kendi lisanslarını sata
cak ölçüde değiştirmişlerdir. BASF daha 1938 yılın d a oldukça farklı tipte reaktör kul
lanan bir pilot tesisi bağımsız olarak geliştirm iştir (Schott ve M üller, 1975). Belirli u y
gulam aların gerektirdiği özel gereklere uygun birçok yeni polietilen tipi geliştirilm iş ve
bu gelişmeler, reçine üreticisinin eritme endeksini ve yoğunluğunu çok daha yakından
denetleme konusundaki yeteneğine bağlı kalm ıştır. Bu yüzden, ürün ve üretim teknolo
jilerindeki gelişmeler birbiriyle yakından ilişkilidir. Schott ve M üller (1975), on kadar
yüksek basınç prosesi sayarken, Bejar (1994) daha yü ksek sayıda proses ayırt edebil
mektedir (Bkz. Tablo 5.6).
K a yn a k : B e ja r (1994).
1950’lerde daha radikal bir yenilik, düşük basınç (yüksek yoğunluk) polietileni or
taya çıktı. Bu dönemde ICI yüksek basınç prosesinin yen i gelişmelerden olumsuz bi
çimde etkileneceği korkusu vardı, ancak bunun rekabetçi olmaktan çok tam am layıcı ol
duğu anlaşıldı. Yeni polietilen tipleri, ICI düşük yoğunluk polietilenine göre daha y ü k
sek bir yoğunluğa sahiptir ve daha farklı özellikleri vardır. Yeni gelişm eler böylece,
yüksek basınç prosesinin azalm asına değil uygulam a alanlarının genişlemesine neden
olmuştur. Z iegler’in düşük basınç prosesi 1950’de, M ulheim ’de M ax Planck Araştırma
Enstütüsü’nde, katalizörlerle ilgili bir araştırm a programında bulunmuştur. Ziegler, da
ha bu dönemde Hoechst’de araştırm a danışm anıydı ve kendine ait alüminyum katalizö
re ve patentlerine dayalı yeni prosesin, büyük ölçek için geliştirilm esi düzenlemelerini
kısa zamanda gerçekleştirilm iştir. Üretim hem A lm anya’da hem de ABD ’de 1956 yılın
da başlamıştır.
145
ICI’nin ve lisans vermiş olduğu birçok şirketin yoğun A&G program larının sonu
cunda hem ürün hem de üretim teknolojilerinde sayısız iyileştirm eler ortaya çıkm aya
devam etmiştir. Öte yandan, (savaş dolayısıyla verilmiş olan özel uzatm alar da dahil) ilk
patentlerin süresi çoktan dolmuş olmasına rağmen ICI, 1960’lar boyunca da, daha son
ra alınmış patent hakları ve sattığı know-howlar aracılığıyla önemli bir gelir elde etme
y i sürdürmüştür. Şirketin teknolojik liderliği ve gerçekleştirilm ekte olan küçük iyileş
tirmeler, yeni üreticileri, bunlar için hâlâ büyük m iktarda ödemeler yap m aya istekli kı
lıyordu. Bu ödemelerin büyüklüğü konusunda bir açıklam a yapılm am akla birlikte, Te
rilen için yapılan ödemelerle birlikte, IC I’nın 1960’lı y ılla r boyunca lisans hakları ve tek
nik bilgi satışları sonucunda elde ettiği yıllık 10 milyon İngiliz L irası’nın önemli bir bö
lümü yüksek basınç polietilenine ait olmalıdır (1971’de, IC I’nin lisans hakları karşılığın
da elde ettiği gelir 13 milyon İngiliz Lirası, buna karşılık lisans giderleri 3 milyon İngi
liz Lirası'dır [ICI, 1971]). Bununla birlikte 1970’li yıllarda, yü ksek basınç polietilenin
de çok önemli değişiklikler yapılm ıştır. Yükselm ekte olan m aliyetlerin getirdiği baskı ve
birçok yen i üreticinin ortaya çıkması kâr m arjlarının azalm asına ve hatırı sayılır bir aşı
rı kapasitenin ortaya çıkm asına yol açmıştır. Daha yen i proseslerin daha da kârlı oldu
ğu açıkça anlaşılmıştır.
Union Carbide 1977’de (o güne kadar yü k sek basınç prosesleri ile üretilm ekte
olan), LLD PE 1, doğrusal düşük yoğunluk polietileni üretmek için yen i bir düşük b a
sınç teknolojisi kullanm aya başladı. Bu yen i proses, serm aye m aliyetlerinde (% 50’den
fazla) ve enerji tüketim m aliyetlerinde (%75) tasarruf sağladığı gibi, B ejar’ın (1994)
işaret ettiği bazı uygulam alar, özellikle ambalaj konusunda üstün özellikler taşıyan b a
zı yen i LLD PE cinslerinin üretimini de gerçekleştirebiliyordu: “LLD PE polietilen pi
yasaların a üçüncü bir ürün grubu olarak girm iştir. Bu ürün bir yandan LD PE ’ninki-
lere çok benzer özelliklere ve uygulam a alanlarına sahipken, bir yandan da HDPE el
de etmek için kullanılana benzer bir prosesle de üretilebilm ektedir” (ibid., s. 224).
"Dönüşümlü tesisler” (= swing plants), hem LLD PE hem de HDPE üretebilm ektedir.
Böylece eski sınırlar artık birbirine karışm ıştır. IC I’nin 1980’li yıllard a, m ülkiyeti ken
dine ait bir LLD PE teknolojisi geliştirm ek için bir Am erikan şirketi ile ortak girişim i
başarısız kaldıktan sonra, bu gelişm eler polietilen işini terk etmesine neden olmuştur.
Bu dönemde ICI şirketi başkanı "teknolojiyi yeteri kadar iyi araştırm ayarak hata et
tik "yorum unu yapm ıştır (ibid., s. 250). BASF ise kendi üretim prosesini geliştirm e ko
nusunda başarılı olm akla birlikte H PLD PE fabrika üretim kapasitesinde büyük çaplı
bir azaltm a yapm ak zorunda kalm ıştır. D iğer Amerikan petrol ve kim ya şirketleri,
1980’lerde ve 1990’larda kurulan yen i tesislerin ana lisansörleri olm uşlardır (Tablo 5.
i LLD PE, Linear low density polyethylene; LDPE, low density polyethylene; HDPE, high density polyethylene;
HPLD PE, High pressure low density polyethylene.
146
7 ve 5. 8). Bütün polietilen tiplerinin toplamı, ağırlık olarak, bugün dünyada en çok tü
ketilen plastik maddedir.
Katalitik polim erizasyon konusunda Z iegler’in buluşlarına dayanılarak sürdürülen
çalışm alar önde gelen İtalyan kim ya şirketi M ontecatini ile yak ın çalışm a içinde olan
M ilano Politeknik’den Dr. N atta’nın polipropilen sentezi için bir proses geliştirm esine
yol açm ıştır. Bazı ABD şirketlerinin polipropilen prosesini bağımsız olarak geliştirdik-
Kuzey A m erika 83 23 20 6 21 7 5 1
Dow 13 4 4 _ 4 1 - -
Du Pont 6 1 1 1 2 1 - -
Phillips 19 5 7 1 5 - 1 -
Quantum 12 2 3 1 3 2 1 -
UC 33 11 5 3 7 3 3 1
Batı Avrupa 105 10 40 15 29 9 1 1
Solvay 6 3 2 - - 1 - -
Atochem 11 - 5 3 2 1 - -
Enichem 17 _ 9 1 5 1 1 -
B A SF 11 2 5 1 3 _ - -
Hoechst 13 1 5 - 5 2 - -
Stam icarbon 3 - 1 - 2 - - -
BP 13 2 3 - 8 - - -
ICI 31 2 10 10 4 4 - 1
Jap o n ya 20 1 3 4 10 2 - -
M itsui 15 1 3 4 6 1 - -
Sumitomo 5 - - - 4 1 - -
Toplam 208 34 63 25 60 18 6 2
K a yn a k : B e ja r (1994).
LD PE HD PE LL/HDPE
Toplam 19 14 15
ABD 10 1( 4
Jap o n ya 2 t 3
Alm anya 2 ) 1
Fransa 2 0 2
İtalya 1 1[ 1
Ingiltere 1 11 1
H ollanda 1 11 1
B elçika 0 1[ 0
K anada 0 0 1
İspanya 0 0 1
K a yn a k : B e ja r (1994).
147
lerini ileri sürerek yap tık ları yasal itirazlara rağmen, bu proses için de dünyanın b ir
çok yerin e yaygın biçimde lisans verilm iştir. Polipropilen, ucuz ve sağlam olduğu, d a
ha önce ziyan edilen bir rafineri yan ürününe (propilen) değerli uygulam a alanı sağ
ladığı için üretim artış hızı çok ytiksek olmuştur. Kısa süre içinde, bu madde, PVC, po
lietilen ve polistren ile birlikte ağırlık olarak en çok üretilen maddelerden biri haline
gelmiştir.
148
mıştır. Geleceğin piyasasına, reklam ve diğer faktörlerin etkileri konusundaki çeşitli
varsayım ları test etmek için bilgisayarlı bir “girişim ci analizi’’1 modeli kullanılm ıştır. Ni
hayet muazzam bir reklam kam panyasının ardından, Tennessee’de kurulmuş olan fab
rikada tam kapasite üretime başlanmış ve 1966 ile 1968 arasında hem Kuzey Ameri
k a’da hem de A vrupa’da satışlar hızla artmıştır.
Korfam’dan üretilmiş birkaç milyon çift ayakkabı satılmış olmasına rağmen, ürün
Du Pont’un beklediğini verememiş ve 1970 yılın d a fabrikanın kapatılacağı ve şirketin
piyasadan çekileceği açıklanm ıştır. O günden bu yan a tam ve ayrıntılı bir açıklam a y a
pılmamış olmasına rağmen, kadın ayakkabı sayaları yapım ında kullanılan (PV C ve Por-
vair) gibi daha ucuz maddelerin varlığının bu kararın alınm asına yol açtığı düşünülebi
lir. Öte yandan, geçici bir süre için Korfamdan daha başarılı olmasına rağmen, Porvair
de 1970’ler boyunca büyük çapta belirsizlikler ve risklerle karşılaşm aya devam etmiştir
(Gibbons ve Littler, 1979).
Korfam örneği, güçlü bir A&G'nin, yenilik yapm ada deneyimin, piyasa araştırm a ve
deneylerinin y a da dikkatli yen i ürün planlamasının yenilikte başarıyı sağlam ak için
kendi başlarına yeterli olmadığını gösterdiği için, özellikle öğreticidir. En büyük ve y e
nilik yapm a konusunda en başarılı olan şirketlerin bile karşı karşıya bulunduğu yüksek
düzeydeki belirsizliklerin etkileri 10. Bölüm’de tartışılacaktır.
149
ara m allar ve yan ürünler için tatmin edici bir üretim prosesinin geliştirilmesinin pahalı
ve güç olmasıdır. İncelediğimiz her durum da üretim prosesinin geliştirilmesi sürecinin
hem çok m aliyetli olduğu hem de çok uzun zaman aldığı ortaya çıkmıştır. Temel fiziksel
kimya, proses tasarımı, makine mühendisliği ve diğer mühendislik türleri gibi konular
daki bilgi ve becerinin bir bileşimi gerekm ektedir. Bu tür bir bilgi ve beceri bileşimini
bir araya getirmek, profesyonelleşmiş bir sanayi A&G sisteminin y a da Atom Enerjisi
Kurumu veya benzeri nükleer enerji enstitüleri gibi kamu kuruluşları dışında zordur.
5. 10 Bilimsel Cihazlar
Yeni malzemeler, yeni proses geliştirilmesi ve temel araştırm a konuları arasındaki g i
derek artan çok yakın ilişkiler, kendisini en çok bilimsel cihazlar yan i alet (enstrüman)
kullanılması alanında göstermektedir. Yeni bilimsel aletler olmasaydı, son elli yıld a nük
leer enerjiyi y a da birçok yeni kim yasal prosesleri ve maddeleri geliştirm ek mümkün ol
mazdı. Süreç içinde kromatografi1, analog denetleyiciler,11 özel algılayıcılar111 ile uzak al
gılayıcıların ^ kullanılması, kim ya tesisleri tasarımında bir devrim yaratm ış ve karm aşık
akım prosesinin uzaktan denetimini ve en hassas biçimde yönetimini mümkün kılmıştır.
Yeni bilimsel aletler, saflık ve kalite kontrolü standartlarında da çok büyük iyileşmelere
yol açmıştır.
Yeni laboratuvar aletlerinin, özellikle spektroskopun tasarımı, fiziksel kim yanın ge
lişmesinin ayrılm az bir parçası olmuştur. Kütle spektrometresiyle diğer spektrometre
cinslerinin ve elektron mikroskobunun gelişmesi, moleküler yapının anlaşılm ası ve bir
molekül içindeki özgül grupların düzenlenmesini olanaklı hale getirm iştir. Bunlar ve di
ğer alet tiplerindeki yeniliklerin çoğu temel araştırm a laboratuvarlarında geliştirildiği
için, kim ya teknolojisi ile temel bilimsel bilgi arasındaki bağlar güçlenmiştir. Shimsho-
ni’nin işaret ettiği gibi:
Fiziksel kim ya analizleri spektrumunv görünen kısmının izlenmesi ile başlam ıştır. M addelerin, o
maddeden alınmış bir örnek herhangi bir biçimde hareket ettirilerek uyarıldığında y a da bir dış
kaynaktan gelen dalga uzunlukları bu örnek tarafından emildiğinde ortaya çıkan dalga uzunlukla
rının kendilerine özgü biçim leriyle tanınacağı çok önceden keşfedilmişti. Fiziki yöntem leri madde
nin incelenmesinde uygulanm asının öyküsü, bu keşfi izleyen dönemin, spektrum alanının bütün
elektrom agnetik spektrumun kullanılabilm esine olanak sağlayacak biçimde genişletilm esi, ayrışm a
sı ve belirlenmesinde etkinliğin giderek artırılm asıyla düşük m aliyetli aletlerin tasarlanm ası ve pi
y a sa y a çıkarılm asına ilişkindir.
i "Online chrom atography" süreç içinde sürekli analiz yap an krom atograftır; "offline" tipi istendiğinde yap ar.
ii "Analogue controllers".
iii "Specialized sensors".
iv "Transducers" m ekanik olarak yap tığı ölçümleri, elektronik olarak nakleden algılayıcı tipi.
v Işık tayfı diyebiliriz.
150
Üniversiteler temel kim ya çalışm aları sırasında, sıklıkla kendi kullanım ları için yeni
aletler tasarlar ve üretirler ve bu aletler birçok durumda, alet üreticisi olarak meslek de
ğiştiren bilim adamı girişim ciler tarafından piyasaya sürülür. A BD ’deki ve A vrupa’da
ki birçok alet fabrikası bu şekilde ortaya çıkm ıştır.6 Bazen da kim ya şirketlerinde çalı
şan bilim adam ları yen i ürün geliştirilm esi konusunda alet şirketlerine yardım cı olmak
tadır. Bu işbirliğinin özellikle çok mahrem niteliği, von Hippel (1976, 1978) tarafından
ayrıntılı bir biçimde belgelenmiştir. Kimya ve petrol şirketlerinin A&G bölümleri, üni
versite ve devlet laboratuvarları ile birlikte analitik enstrüm anların başlıca kullanıcıları
olmuşlardır. Perkin-Elmer tarafından 1943 yılın d a bulunmuş olan kızıl ötesi spektrofo-
tometre, büyük ölçüde, sürdürmekte oldukları analitik çalışm alar için bu alete ihtiyaç
ları olan Cyanamid Laboratories'den Barnes ve W illiam s tarafından tasarlanm ıştır.
Kendi alet üretim şirketlerini kuran bilim adamlarının oynadıkları rol çok önemli olup,
Daniel Shimshoni temel ürünlerin ortaya çıkarılm ası konusunda bu mucit-girişimcile-
rin oynadıkları kritik rolü belgelendirmiştir.
N ükleer laboratuvar çalışm aları ve üretim prosesleri için gerekli aletlerin gelişmesi,
büyük ölçüde elektronik aletlerde olmuş, bilgisayar günümüzde üretim ve proses kont
rolünün yan ı sıra laboratuvar ve tasarım hesaplarının yapılm ası açısından kritik bir
önem kazanmıştır. 7. Bölüm’de ele alacağım ız elektronik sanayi ile diğer sanayiler ara
sındaki bağlantılara gelinceye kadar tartışm alarım ızı tamamlamış olmaktayız.
i W eim ar Cum huriyeti, Birinci D ünya Savaşı'ndan sonra, Alman im paratorluğu yerin e kurulan ve H itler Rejimine
kadar yaşam ın ı sürdüren (1919-1933) Alman D evletidir. A nayasası W eim ar kentinde hazırlandığı için bu ad la anılır.
151
Büyük kim ya ve petrol şirketlerinin olağanüstü ölçüde esnek davranabildikleri gö
rülmektedir. Bu durum, kısmen büyük mali kaynaklarının ve lobiciliklerinin bir sonu
cu olmakla birlikte yenilikçi kapasiteleri ve bilgi birikim leriyle de yakından ilişkilidir.
Bazı alanlarda hüsrana uğradıkları y a da rekabette yen ik düştüklerinde, y a yen i ürün
ve yöntem lerle y a da her ikisiyle birlikte karşılık verebilm işlerdir. Bu şirketler 1980’ler
ve 1990’larda, sadece dünya ekonomisinde gözlenen genel yavaşlam anın değil, daha çok
bilim ve teknolojide ortaya çıkan değişmelerin bir sonucu olarak, tamamen yeni bir du
rum ile karşı karşıya kalm ışlardır. Bu dönemde ekonomi, enerji yoğun kitle y a da kesin
tisiz üretim yöntem leriyle standartlaşmış m allar üreten bir sistemden, daha geniş kap
samlı, daha özel ve özelleştirilmiş1 mal ve hizmetler üretme yeteneğinde enformasyon
yoğun bilgisayarlaşm ış teknolojilere dayanan bir sisteme geçişi ifade eden, tekno-eko-
nomik paradigm a değişm esiyle karşılaşm ıştır. 7. ve 17. Bölümlerde daha ayrıntılı bir bi
çimde incelenecek olan bu değişim, kendisini en güçlü biçimde malzeme teknolojilerin
de göstermiştir.
Temel bilim alanında, elektronik aletler konusundaki yenilikler ve çok daha güçlü
bilgisayarlar (bkz. 7. Bölüm) tarafından kolaylaştırılan ilerlem eler çok daha değerli
özellikleri olan ileri nitelikli malzemelerin yayılm asına yo l açm ıştır.7 Söz konusu y a y ıl
ma o kadar geniştir ki, hem sanayi hem de akadem ik çevreler yen i malzemelerin kapsa
mını ve sınırlarını tanımlamak ve sınıflandırm ak konusunda güçlük çekm ektedir. Bu
nunla birlikte araştırıcıların çoğunluğu, bu maddeler arasında polimerler, metaller, or
ganik maddeler, (seram ikler gibi) inorganik maddeler ve bunların sayısız bileşimleri ol
duğunda fikir birliği içindedirler. Tablo 5.9a ve 5.9b, bu yen i malzemelerden bazılarını,
başta polimerler ve seram ikler olmak üzere (daha da eski malzemelerin) özelliklerini ve
uygulam a alanlarını göstermektedir.
Tanımlama ve ölçme konularındaki güçlüklerden dolayı söz konusu ileri malzemele
rin üretim ve tüketim m iktarlarını izlemek zor olmakla birlikte, OECD (1990) 1980’le-
rin sonlarına doğru dünya üretimini 2 milyon ton kadar tahmin etmektedir. Yine de, ne
kadar dikkate değer olursa olsun, bu maddelerin ağırlık y a da hacim olarak büyüme
hızları, sayıları, sürekli artan nitelikleri, çeşitleri ve işlevleriyle kullanım alanlarındaki
şaşırtıcı gelişm eler kadar çarpıcı değildir. Güç/yoğunluk oranı (Şekil 5.1) aslında hem
çok hafif hem de dayanıklı bir madde üretmek için geliştirilen ve epoksi reçinelerle bir
birine bağlanmış akrilik elyaftan oluşan, önemini karbon elyafı gibi yap ısal malzemeler
de gösteren örneklerden bir tanesidir.
i “M ore specialized and often customized" ibaresindeki “more specialized" daha özel bir mal; “custom ized” ise kişinin is
teğine uygun, ısm arlam a anlam ında özelleştirilm iş mal ve hizmet olarak çevrilm iştir.
152
Yıl
Şek il S .l Zamanın B ir Fonksiyonu O larak M addelerin
Güç/Yoğunluk Oramnda Gelişme ( x .l( f olarak)
Cook ve Sharp (1991) kısa açıklam alarında, karbon elyafının yen i malzemeler konu
sunda yen ilik yapm ak isteyenlerin, eski yen ilikçiler gibi karşılaşacakları aşırı belirsizli
ğin bir başka örneği olduğunu göstermişlerdir. Söz konusu elyaf, ilk kez 1960’larda bir
Ingiliz kamu araştırm a enstitüsü olan Royal Aircraft Establishment’de, bu malzemeyi
RB211 jet motorunda kullanm ayı planlayan Rolls Royce firmasının işbirliğiyle gelişti
rilmiştir. Bu girişim başarısızlığa uğrayınca (ve Rolls Royce geçici olarak iflas edince)
maddenin geliştirilmesi IC I’y a teklif edilmiş, ancak firma bu teklifi geri çevirmiştir. Baş
ka bir şirket, Courtauld’s m addeyi almış ve o sırada çok küçük olan bir piyasa için üret
meye başlamıştır. Courtauld’s firması, teknolojiyi, aynı zam anda bir Amerikan kim ya
şirketi olan Hercules'e lisans altında vermiş; Hercules m addeyle ilgili birçok yen i kulla
nım alanları geliştirmiş ve ara malı (akrilik elyaf) temini için Jap o n kim ya şirketi Sumi-
tom oya baş vurmuştur. Bu gelişm eler Jap o n şirketinin söz konusu teknolojiye sahip ol
masını sağlamış ve kısmen de Jap onların ileri malzeme araştırm alarına verdikleri öne
min bir sonucu olarak, Jap o n sanayisi kısa sürede hızla büyüyen dünya pazarındaki en
büyük üretici durum una gelmiştir.
153
Tablo 5.9a Yeni Polim erlerin Fonksiyonları ve Uygulama A lanları
Mekanik fonksiyonlar
Y üksek güç ve Poliester, poliamid Çeşitli yap ısal malzemeler
dayanıklılık
Esneklik Sentetik kauçuk, köpükleşmiş Ç eşitli yap ısal malzemeler
plastikler
Şok ve ses emme Köpükleşmiş plastikler Çeşitli yap ısal malzemeler
Y üzey koruma Kaplama filmleri, elektron ışınıyla Kaplama malzemesi, çeşitli
katılaştırılm ış plastikler boyalar
Y apıştırıcılar Polikloropren Çeşitli yap ışkan lar
Isıl fonksiyonlar
Isıya dayanıklılık Polimid, silikon reçinesi Isıya dayanıklı y ap ı malzemesi
D üşük sıcaklığa Silikon lastiği, fluoro-lastik D üşük sıcaklığa dayanıklı
dayanıklılık lastik
Isıl yalıtım Köpükleşmiş plastikler Isı yalıtım malzemesi
Elektrik fonksiyonlar
Elektrik iletkenlik Poliasetilen Aküm ülatör, elektrik kablosu
Yalıtım özellikleri Polimid, polietilen, B askılı devre kartı, kondenser
tereftalat kondüktörü
Enerji çevirtimi Poliviniliden flörür, A lgılayıcı, elektro-akustik
yağlanm ış poliasetilen transducer (uzak algılayıcılar)
O ptik fonksiyonlar
Biyolojik fonksiyonlar
Kana uyarlık Polietilen tereftalat Y ap ay kan damarı, y a p a y kalp
H istolojik uyarlık Silikon polimer Y apay deri, y a p a y organ,
y a p a y kem ik
154
Ayırma fonksiyonları
İyon değişimi Stiren grubu, ak rilik grubu İyon değişim reçineleri
Karışım ların ayırım ı Selüloz asetat grubu, Ters geçişim (osmos) zarları,
arom atik poliamid grubu, hava/gaz ayırım ı, biyolojik
polipropilen ayırım zarları ve ilaç zerk
sistemleri
Kimyasal fonksiyonlar
Paslanm a direnci Polibutan-1, poliamid, Çatı malzemeleri, açık
Neoprem deniz, yap ı malzemeleri
Kimyasal direnç Polikloropren, butadien Esnek y a p ılı depolama tankı,
akrilonitril gübre tankı
K a yn a k : Lastres (1992)
M ekanik fonksiyonlar
Yüksek ısıya direnç Silisyum nitrür, silisyum karbür Gaz türbini, dizel makine,
K esilebilirlik Titanyum karbür, titanyum nitrür Kesici aletler
tungsten karbür, bor karbür
K ayganlık Bor nitrür, molibden disülfür Katı yağlayıcı madde
Aşmmazlık özelliği Alümina, bor karbür Rulman, m ekanik kapak,
m atkaplar
Isıl fonksiyonlar
Isı direnci Alumina, silisyum nitrür, silisyum M N D jenaratörü elektrodu.
karpit, magnezyum oksit ısıya dayanıklı rulman
Isıl yalıtım Potasyum oksid-titanyum oksid, Y üksek ısı fırınları için ısı
alüminyum nitrid, zirkonia yalıtıcısı, nükleer reaktör
Isı aktarm a nitelikleri Bor oksit, silisyum nitrür, E lektrik ve elektronik
alüminyum nitrit, alümina parçalar, radyatör
Optik fonksiyonlar
Işık aktaran Alumina, itrium oksit, baryum Sodyum buhar lambası, yüksek
(light transm itting) oksid ısı optik mercekler
155
Işık uyaran Silisyum oksit O ptik haberleşme elyafı, mide
(light inducing) kam erası, foto algılayıcı
şm emici (Zirconyum, titanyum ) asit Foto bellek düzeneği
(light deflecting) (kurşun, lantanyum ) (geri dönebilir, reversible)
Floresans GaÂs nadir toprak seram ikler, Y arıiletken lazeri, ışık yayan
neodimiyum-itrium serisi cam diyod (LED )
Foto duyarlılık Cam içeren gümüş halojenür Güneş gözlükleri, görüntü hafıza
altlıkları
Elektrik fonksiyonlar
Superiletkenlik İtriyum -baryum -bakır oksit, Elektrik jenaratörü, mıknatıs,
bismut-stronsyum-kalsiyum - süper bilgisayar, m aglev tren,
bakır oksit lineer otomobil
Y aniletkenlik Çinko oksit, baryum titanat Varistor, ısıtıcı, güneş pili,
Algılam a (sensör)
Piezoelektrik Kuartz kristal, kurşun zirkonat Ateşleme cihazı, piezoelektrik
titanat, lityum niobat osilatör
Yalıtım özellikleri Alümina, silisyum karbür, Çokkatlı bağlantı kartı, IC paketi,
berilyum oksid IC baskı kartı
Endükleme Baryum titanat, stronsyum IC mikrokondensör, yüksek
titanat voltaj hizmet kondansörü
lyon/iyonik iletkenlik Zirkoanya, fi alumina Enzim sensörü, katı elektrolit
Elektron radyasyon Lanthanyum bromat Elektron tüfeği için katot altlığı
M ıknatıs fonksiyonu
M ıknatıslık Demir oksit-manganez, demir Demir mıknatıs, m anyetik teyp,
oksit-baıyum oksit bellek
B iyolojik fonksiyon
K im yasal fonksiyonlar
Emme (soğurma) özelliği (Porous) geçirgen silika, alüm ina Soğurucu, katalizör taşıyıcı,
biyoreaktör
Katalizör özelliği Zeolit Çevre korum a katalizörü
Paslanm a direnci Zirkonya, silisyum oksit, M H D jenaratörü için elektrot
alümina
K a yn a k : L a stres (1992)
156
Helena Lastres (1992), ileri malzemeler alanındaki Jap o n politikalarıyla ilgili araş
tırmasında, yeni malzemelerin pek çoğunun elektronik şirketleri tarafından geliştirildi
ğini ve yenilik haline getirildiğini göstermiştir; bunda, kimya, metal ve m ühendislik şir
ketlerinin de rolü olmuştur, ancak Jap onların mikroelektronik konusundaki yetenekle
ri rekabet güçlerinin temel kaynağını oluşturmuştur. Bu nedenle de, Jap onların süper
iletkenlik (= superconductivity) konusuna ilgileri, 1986’da, İsviçre’de IBM araştırm a la-
boratuvarında yü ksek ısı süper iletkenliğinin keşfinden (bu keşif dolayısıyla iki fizikçi
Nobel Ödülü alm ıştır) bu yan a, çok yoğundur. Yeni maddelerin ve kullanım alanları
nın geliştirilm esi konusundaki araştırm anın büyük kısmı bunları arz edenlerle kullanan
lar arasındaki işbirliğinin sonucunda gerçekleşm iştir. Bu ilişki, Lundvall (1985, 1988b)
ve ondan çok önceleri de, Adam Smith tarafından, m akineler açısından kritik derecede
önemli bulunmuştur.
Tablo 5. 10 D ünya Kim ya Sanayisinde Birleşm e ve Şirket Satm Alm aları, 1988
B ö lg e le r e g ö r e b ir le ş m e v e sa tın a lm a la r
işlem sayısı Toplamın yüzdesi
ABD 723 56
B. Avrupa 404 31
Jap o n ya 24 2
Diğer 132 10
Toplam 1,283 100
E le g e ç i r e n i n y e r i n e g ö r e b ir le ş m e v e sa tın a lm a la r
işlem sayısı Toplamın yüzdesi
ABD 613 48
B. Avrupa 520 41
Jap o n ya 56 4
Diğer 94 7
Toplam 1,283 100
iş in tü r ü n e g ö r e b ir le ş m e v e sa tm a lm a la r
işlem sayısı Toplamm yüzdesi
157
Büyük Amerikan ve Avrupa kim ya şirketleri, sadece yü ksek tonaj standart mal üre
timlerinde giderek azalan kâr oranlarının değil, aynı zamanda, özellikle eczacılık ürün
leri ve tarım kim yasalları konusunda çok sayıda üründe ve üretim teknolojisinde orta
y a çıkan, biyoloji ve biyokim ya temelli, tamamen yeni teknolojilerin yarattığı tehlikeler
le karşı karşıya kalm ışlardır. Teknolojilerde ve piyasalarda gözlenen bu büyük değişme
ler 1980’li ve 1990’lı yıllard a sanayide bir yapısal değişme sürecinin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Büyük şirketler yen i özel ürünler geliştirebilm ek için çaba göstermek
le birlikte, gerekli bilimsel araştırm a deneyimine sahip olm adıklarından üniversitelerle
sıkı bir işbirliği y a da dar alanlarda, bilgi ve deneyimli küçük uzmanlaşmış şirketleri sa
tın alm a yoluna gitm işlerdir (Monsanto, Hoechst ve ICI şirketleri ve diğerleri, seçkin
üniversite bölümleri ve hastanelerle, biyoteknoloji alanında, büyük çaplı önemli anlaş
m alar yapm ışlardır). Bu küçük şirketler, genelde, araştırıcı bilim adamlarının, kendi ça
lıştıkları üniversitelerden veya araştırm a enstitülerinden, büyük bir uygulam a potansi
yeli gördükleri ancak, uzun dönemde bunu geliştirm e ve ticarileştirm e için gereken ma
li kaynaklara y a da iş yeteneğine sahip olm adıkları bazı konular için, ayrılm alarıyla doğ
muşlardır. Öte yandan, bazı büyük şirketler de, büyük m iktarda kim ya maddeleri üret
tikleri, kâr oranı düşük y a da zarar eden tesislerden kurtulm ak istemektedirler. Bunun
anlamı, çeşitlenme sürecinin bazı eski ürünlerin en güçlü şirketlerde toplanması biçi
minde yoğunlaşm asıyla birlikte, bazı durum larda firm alar arasında ürünlerin y a da te
sislerin değiş tokuş (= swap) edilmesidir. Tablo 5.10, 1980’li yıllard a firmaların birbiri
ni ele geçirme sürecinin büyüklüğünü ve niteliğini ortaya koym aktadır.
Bütün bu kargaşa içinde, büyük kim ya şirketleri genelde sanayi içinde çok güçlü bir
konumda kalm ayı başarm ışlardır. 1930’lu yıllard a A&G alanında dünya lideri olan Al
man ve İsviçre şirketleri, 1990’larda da A&G’de yoğunlaşm ışlardır; hem satış hacmi ola
rak hem de A&G faaliyetinde, rakiplerinin çoğuna göre, m utlak olarak daha büyüktür
ler (Şekil 5.2). Büyük firm aların kendilerini sürdürebilmesi küçük ve yenilikçi firm alar
la bir arada yaşayabilm e yetenekleri 9. Bölüm’de tartışılacaktır. Araştırmacı geleneğin
ve bilgi birikiminin uluslararası ticaretteki rolünün, uzun dönemde gözlenen, yerin i ko
rum a y a da “yap ışkan lık”1 niteliği ise III. Kısım’da ele alınacaktır.
i “Stickiness” terim ini yap ışkan lık diye doğrudan çevirmenin şık olmadığı açık, ancak yerinden sökülememe y a da ken
dini sektörün ayrılm az bir parçası haline getirm e biçim indeki bu terime şim dilik daha iyi bir karşılık bulam adık.
158
1,400,000
1,200,000- '■•Btycr-
; 6oaooo-
ffltni Pttrocbemlcal
SmithKJine Beedıam
] MoaaaiHo
O400.000- D Upjoha □*AHP----------------
• Sumitomo Chemicals
< DSM
L'Orcal x Akzo/Nobd
v |M
Soivay
ivay Tocay
locay InduHries
inamır
□Goodyear
200.000 -
ı
x Saint Gordon
*ıcı
/ s Showa Dcako PPG Iı
MnsuBisnı rarochemlcal
/ \
.'a Haas'
Rohm'& u .» ' c 1
Sblo-blsu Cftemicai
159
Notlar
1 Plastik sanayisinin ilk dönem tarihçesi için bkz., Kaufman (1963); H ufbauer (1966); Y arsley ve Couzens (1956).
A yrıca bkz. De Bell (1946).
2 A&G tanım ı için bakınız OECD (1963a). Bir firmanın y a da bir sanayinin araştırm a yoğunluğu en iyi biçimde, A&G
harcam alarının net üretim değerine oranlanm asıyla ölçülebilir. Bu yaklaşım , satın alınan ham m addelerin ve yed ek
parçaların değerleri arasındaki farkları uyum lu hale getirdiği için, lirm alar arası y a da sanayiler arası tatm in edici
karşılaştırm alar yap m aya im kân sağlar. Bununla birlikte, net üretim değeri konusundaki bilgiler çoğunlukla elde ol
m adığı için, A&G harcam alarının satışlara y a da A&G personelinin toplam çalışanlara oranları gibi daha az tatmin
edici ölçütler kullanılm aktadır. IG Farben için A&G harcam alarının toplam satışlara oranı konusunda elde bilgiler
bulunm aktadır. Net üretim değeri oranı, bunun, muhtemelen iki katı büyüklüğünde olabileceği halde kesin olarak
hesap edilememektedir.
3 Bu farkların, kuşkusuz başka nedenleri de vardır. Alet üretim i ve m akine m ühendisliği sanayilerinde alınm ış olan
patent sayılarının A&G faaliyetlerine göre yü ksek liği, bir ölçüde, araştırm a ve geliştirm e faaliyetlerinin önemli sayı
labilecek b ir kısmının, hâlâ sanayi A&G sistemi dışında gerçekleştiriim ekte olmasından kaynaklanm aktadır. Ayrıca,
iki istatistik serisi arasında sınıflandırm a sorunları da vardır.
4 Bazı ülkelerde patentler, özgünlük araştırm ası yapılm adan verilirken, bazılarında bir araştırm a süreci söz konusu
dur. Bu, Fransa, Belçika ve İtalya gibi ülkelerde patent başvurularının ya k laşık % 90‘ının kabul edilm esi anlamına
gelirken söz konusu oran, İngiltere ve A B D ’de %60 civarına düşm ektedir. Alm anya'da, H ollanda'da ve İskandinav
ülkelerinde bu oran büsbütün düşüktür. Bu yüzden yap ılacak bir karşılaştırm a, İngiliz ve Am erikan şirketleri k ar
şısında Alman şirketleri aleyhine bir sapm a yaratacak tır. Bu sapma, söz konusu karşılaştırm a Fransız şirketleri ile
yap ılırsa büsbütün artacaktır. Öte yandan, bütün önemli patentlerin belli başlı sanayileşm iş ülkelerde alınm ası do
ğal olm akla birlikte, her ülkenin patent istatistiklerinde (o ülkede laaliyet gösteren yab ancı firma bağlantılı firm alar
dahil) o ülkenin şirketleri lehine bir eğilim, bir sapma, ortaya çıkm aktadır.
5 IC l’nın araştırm a faaliyetlerinin verim liliği konusunda yapm ış olduğu bir araştırm a en yü k sek verim in firm a içi araş
tırm alar sonucunda geliştirilen ye n i ürünlerde ve üretim tekniklerinde elde edildiğini ortaya koym uştur. M u eller’in
de gösterdiği gibi, Du Pont'un yap tığı yeniliklerin pek çoğu kendi A&G sinin sonucu olm am akla birlikte, şirket k ar
larına en büyük katkıyı naylon yap m ıştır (see Holroyd, 1964; M ueller, 1962).
7 Bu yen i gelişm elerle ilgili incelem eler konusunda bkz. Lastres (1992); ABD U lusal Araştırm a Konseyi (1989);
Forester (1988); B arker (1990).
160
6. Bölüm
B lerin uygulanm ası ve tesis ölçeklerinin büyütülmesi ile müthiş verim lilik ka
zançlarının sağlandığını göstermiştik (örnek için bkz. Tablo 4.1). Akış proses
leriyle ilgili bu eğilime paralel olarak, başta otomobil olmak üzere, diğer sanayilerde de
değiştirilebilen parçalar ve montaj hattı tekniklerinin uygulanm asıyla benzer verim lilik
kazançları ortaya çıkmıştır. 3. Bölüm'de Birleşik Devletler sanayisinin 1870 ile 1940
arasındaki dönemde sermaye yoğun bir teknolojik değişme çizgisi izlediğine ve ülkenin
sahip olduğu bazı özel koşulların, bu ülkenin diğer ülkelerin önüne geçmesini sağladı
ğına işaret etmiş bulunuyoruz. Bu tarzda bir gelişmenin nedeni, Amerikan girişim cileri
ve mühendislerini, emeği m akineyle ikame eden üretim teknikleri aram aya ve niteliksiz
y a da y a rı nitelikli işçilere göre sayıları çok az olan nitelikli emeğin daha etkin kullanım
olanaklarını aram aya yönlendiren, nitelikli işgücü eksikliği idi.
Bu amaca ulaşabilm ek için, bazı nitelikli m akinistler ve montörlerin yerine daha az
nitelikli montaj işçilerinin kullanılabilm esine imkân verecek olan değiştirilebilir parça
ların kullanılm ası esastır. Charles Babbage (1834), daha önceden böyle bir stratejinin
im alatçılar için uygun olduğunu belirtmiştir. Charles Babbage, kuşkusuz bilgisayarın
mucidi olarak yaptığı çalışm alarla ve Cambridge Ü niversitesi’nde matematik profesörü
olarak tanınm aktadır. Rosenberg (1994), özellikle Babbage’ın daha sonraki dönemler
161
de, “zaman ve hareket analizi” diye bilinecek teknikleri ortaya koymasının yan ı sıra,
Adam Sm ith’in işbölümü ilkesini, yen i açılım lara doğru genişleten düşüncelerinin yer
aldığı “M akineler ve İmalat İktisadı”1 adlı eseriyle yeniden keşfeden bir iktisatçı olarak
her türlü övgüyü hak ettiğini ifade etmektedir. Rosenberg’in yazardan yap tığı alıntı
şöyle:
im alat ustaları işi, her birinde değişik beceriler ve güçler gerektiren la rk lı işlem lere bölerek, her iş
için gerekli m iktarda, farklı emek kullanabilecektir; buna karşılık işin tamamı bir tek işçi tarafından
yap ılacak olursa, hem çok beceri hem de çok güç isteyen işlerin aynı kişi tarafından yapılm ası ge
rekeceğinden basit işleri de bu kişinin yapm ası işgücü kaybı anlam ına gelecektir.
Teorik ilkeler, Babbage tarafından daha 1830’lu yıllard a ortaya konulmuş ve uygu
lanması istenmiş olmakla birlikte, asıl uygulam a daha sonraları, on dokuzuncu yüzyıld a
Birleşik Devletler’de, ister metal ister diğer maddelerden üretilmiş olsun, mühendislik
ürünlerinde değiştirilebilir parçalarının ortaya çıkm asıyla birlikte gerçekleşebilm iştir.
Parçalar düzensiz biçimlerde, kesin bir standarda uyularak üretilm ediği sürece, bu par
çaları uygun biçime sokup her ürünü bir araya getirebilm ek için ustalaşmış nitelikli iş
gücüne gerek duyulm aktaydı. 3. Bölüm’de gördüğümüz gibi, on dokuzuncu yüzyılın
sonlarına doğru çelik alaşım larının kullanım ının artm asıyla birlikte takım tezgâhlarının
hızı ve hassasiyeti yükselm iştir. F. W. Taylor, iş yönetim danışmanlığı yapm aya başla
madan önce bu süreçlere bir mucit olarak önemli katkılarda bulunmuştur.
Daha on dokuzuncu yü zyıl sonlarında değiştirilebilir parçaların kullanımı, ilk yen i
likçi uygulam a yeri olan ABD Ordonat Kom utanlığının Springfield Silah Fabrika
sından diğer Amerikan sanayilerine doğru yaygınlaşm aya başlam ıştır. Yirm inci yüzyıl
başlarında birçok yen i uygulam a alanı bulunup geliştirilm iş ancak bunların hiçbiri, hat
ta Silah Fabrikası bile, hiç olmazsa bazı parçaların eğelenerek yerine yerleştirilm esi ge
rektiğinden nitelikli usta işçilerin yü k sek bir oranda istihdamından vazgeçememiştir.
Böylece Ford öncesi dönemde “Amerikan üretim sistem i” olarak adlandırılan, nihai
üründe değiştirilebilir parçalarla ustaların elle biçimlendirdiği parçalardan oluşan bir
“geç el zanaatı sistemi”11 mevcuttu. Dikiş makineleri, küçük ateşli silahlar, tarım m aki
neleri ve bisiklet gibi sanayiler bu sistemle üretim yapm aktaydı.
Kitle üretim tekniklerinin ilk uygulam ası H enry Ford tarafından, D etroit’teki,
H ighland Park fabrikasında gerçekleştirilm iştir. Ford, 1908 ile 1914 yılları arasında
Model T üretiminde usta işçiler tarafından yapılan parçaların kullanım ını tedricen or-
i "Economy of M achines and M anufactures”
ii "Late craft şystem ” geç ustalık sistemi veya ileri düzeyde bir el zanaatı sistemi, diye de çevrilebilir.
162
tadan kaldırmış, bu süreç 1913 yılınd a hareket eden montaj hattının uygulam aya konul
ması ile en üst düzeye ulaşm ıştır. M IT1 Üniversitesi tarafından yayım lanan, Ford’un
U luslararası M otorlu Taşıtlar Projesi (IM V P )11 konusundaki kitapta da belirtildiği gibi
(W omack e t al., 1990). hareket eden montaj hattının kullanılm ası, makineler ve presler
(takım tezgâhları) kullanılarak, her parçaya önceden biçim verilmesi sayesinde müm
kün olmuştur.
Bu bölümde, gerektiğinde her ikisine de değinilmesine rağmen, daha çok otomobil
de ve ilgili sanayilerde gerçekleştirilm iş olan teknolojik yeniliklerden çok örgütsel ye n i
liklerden söz edeceğiz. Örgütsel ve sosyal değişim üzerinde yoğunlaşm am ızın nedeni
“kitle üretimi paradigm asının” y a da çok daha basit bir biçimde söylemek gerekirse,
“Fordist paradigm anın” sanayi yönetim felsefesine yarım yüzyıldan fazla hâkim olması
ve ancak yirm inci yüzyılın sonlarında, daha sonraki bölümlerde ele alacağım ız yen i bir
yönetim düşüncesine ve örgütlenme biçimine yo l açmış olmasıdır. Fordist üretim tekno
lojisi, Brian Arthur (1988a, 1989) tarafından belirlenen ve araştırılan ürünler ve üretim
tekniklerinde egemen olan bir “kilitlenm e” olgusunu herhangi bir örnekten çok daha iyi
açıklam aktadır. Nihayet Fordism, buzdolabı, çamaşır makinesi ve diğer "beyaz eşya”
sanayilerinde üretim teknolojilerinin yan ı sıra tüketici davranışlarını da güçlü bir biçim
de etkilemiştir. Birçok ev aletini, ortalama hane halkının ödeyebileceği nispeten ucuz
mallar alanına sokarak, “dayanıklı tüketim m alları” devrimini mümkün kılmıştır. On
dokuzuncu yüzyılda, ordu donatım ve dikiş m akineleri gibi sanayilerde değiştirilebilir
parçalar kullanım ı y a da Chicago’da et paketleme sanayisinde, işleri alt bölümlere ayı
rarak uzmanlaştırma şeklindeki et “parçalam a” (=disassembly) hattı, bunun öncüleri ol
m akla birlikte, kitle üretim felsefesini ve uygulam asını yirm inci yü zyıl Amerikan tekno
lojisinin baş örneği haline getiren Ford’un montaj hattıdır, ikinci D ünya Savaşı sırasın
da Am erika’nın çok büyük m iktarlarda kamyon, tank, uçak ve çıkartm a gemisi ürete
bilmiş olması, sonunda M üttefiklerin A vrupa’y a çıkm alarında, İtalya ve Alm anya içle
rinde ilerlemelerinde belirleyici unsur olmuştur. Savaştan sonra kitle tüketim i hayat tar
zıyla otomobillerin ve diğer dayanıklı tüketim mallarının kitle üretimi sadece, Birleşik
Devletlerle iyice kökleşmekle kalmamış, hızla A vrupa’da ve Jap o n ya’da da yaygın laş
mıştır. İkinci D ünya S av aşın ı izleyen çeyrek yüzyıl dünyanın gördüğü en hızlı ekono
mik büyüme dönemidir ve bu büyüme, büyük ölçüde petrol, otomobil, uçak, petro kim
y a maddeleri, plastikler ve dayanıklı tüketim malları temelinde gerçekleşmiştir.
Bununla birlikte, kitle üretimi ve sürekli proseslerin bu zaferi, ancak 1920’lerde ve
1930’larda dünya çapında yaşanan çok zahmetli bir yapısal uyıım döneminin sonunda
ortaya çıkabilmiştir. Otomobiller ve diğer m allar için oluşan kitle üretim kapasitesi ye-
163
ni ürünler için (o zaman) var olan çok sınırlı piyasaların emme kapasitesini aşmıştır.
Ancak, tüketici kredisi düzenlemeleri, yen i ücret yapıları, yeni karayolu altyapısı ve
ekonominin Keynesçi bir yaklaşım la yönetilm esi gibi toplumsal yenilikler yardım ı ile
yeni teknolojik potansiyel ile sosyokurumsal alt yapının uyumlu hale getirilm esi müm
kün olmuştur. 4. ve 5. Bölümlerde gördüğümüz gibi, ucuz petrol sadece uçaklarla bir
likte otomobiller ve kam yonlar için alabildiğine esnek ve evrensel bir enerji kaynağı ol
manın ötesinde, kitle tüketimine de çok uygun —plastik ürünler, ambalaj malzemeleri,
dönüşümsüz kaplar ve hepsinden önemlisi tüketici elektroniğinin kitle üretimine yöne
lik devre elem anları gibi—sayısız yen i kim yasal ürünler için çok ucuz bir hammadde
oluşturmuştur. Bütün bu birbirine bağımlı teknolojiler, ikinci D ünya Savaşı’nı izleyen
çeyrek yü zyılda dünya ekonomisine egemen olan Fordist teknoekonomik paradigmanın
parçalarıdır.
164
la birlikte, 1905 yılın a gelindiğinde, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Birleşik Devletler
de de yüzlerce küçük şirket otomobil üretmekteydi. Bütün bu şirketler, çeşitli bölgele
re yayılm ış küçük atölyelerde usta zanaatkarların el becerileri ve teknikleriyle genel çok
amaçlı (üniversal) takım tezgâhları kullanarak üretim yapıyo rlardı. Z anaatkâr işçiler
üst düzeyde ustalaşm ışlardı ve eşgüdüm bu parçaları birleştiren bir girişimci tarafından
sağlanıyordu. Bugün hâlâ birkaç firma manüfaktür teknikleri kullanarak çok az sayıda
otomobil üretmektedir, ancak bunlar çok pahalıdır ve genel üretimin çok küçük bir par
çasını oluşturm aktadır1. Küçük şirketlerin (aralarında Panhard et Levassorun da bu
lunduğu) büyük çoğunluğu, çok önce y a iflas etm işlerdir y a da sanayinin kitle üretimi
ne geçiş yap tığı dönemde, büyük şirketlerin bünyelerine katılm ışlardır. Kitle üretimine
geçiş süreci ise herkesten çok H enry Ford’un eseridir.
Yüzyılın başında içten patlamalı motorun buharlı m akineye veya elektrik motoruna
tercih edilip edilmeyeceği konusunda hiçbir açıklık yoktu. Her üç motor türü için de te
mel icatlar ve yenilikler gerçekleştirilm işti ve Klein’in (1977, s. 91) belirttiği gibi, 1900
yılında buharlı ve elektrik motorlu taşıt araçları "57 Amerikan şirketi tarafından üretil
miş olduğu tahmin edilen dört bin otomobilin” dörtte üçünü oluşturuyordu. Ancak,
1917 y ılı geldiğinde Birleşik Devletlerde kayıtlı yaklaşık üç buçuk milyon otomobil için
de elektrik ve buharla çalışanların sayısı 50 binin altına düşmüştü ve bu araçlar da hız
la ortadan kalkıyordu. Son önemli buharlı otomobil üreticisi olan Stanley M otor Carri-
age Company, 1917yılın d a 730 buharlı araç üretmişti ve bu sayı Ford’un bir günde, öğ
le yem eğinden önce ürettiği otomobil sayısından daha azdı (Volti, 1990, p. 43).
Buharlı ve elektrikli araçların ortadan kalkm asının basit bir açıklaması, aynı zaman
da meselenin özüne inmek bakımından yapılırsa, içten patlam alı motorun "daha iy i”
hatta "optimal” olmasıdır. Bununla birlikte, Rudi Volti (1990) "Neden İçten Patlamalı
Motor? ” başlığını taşıyan çarpıcı makalesinde işlerin hiç de görüldüğü kadar basit ol
madığını anlatm aktadır. Başlangıçta, buharlı ve elektrikli arabaların birçok teknik
avantajı vardı ve buna karşılık içten patlam alı otomobil, Emile Levassor tarafından
1891 yılın d a icat edilmiş olan kayış vitesli şanzıman olmak üzere, bazı ciddi dezavantaj
larla karşı karşıyaydı. Levassor’un kendi icadını tarif ettiği şu cümle ün kazanmıştır:
"C’est brutal mais ça m arche!”11. Başka bir önemli sorun da, insanın başparmağını ve
y a bileğini kolayca kırabilecek y a da acemi veya dikkatsiz olanları göğsünden yarala ya
bilecek olan marş motoru çalıştırm a koluydu. Bu sorun Kettering’in, 1912 modeli Ca
dillac için elektrikli marş motorunu icat etmesinden sonra da, bu icat nispeten yavaş
yaygın laştığı için, uzun süre çözülememiştir.
i Ö rneğin, Ferrari, M eseratti, A ston-M artin gibi y a rış arabaları ile artık özgün yerin de üretilm eyen Rolls-Royce vb.
ii “Bu kaba saba bir şey am a yü rü y o r”.
165
Buharlı ve elektrikli arabalar ilk zam anlarda çok daha düzgün çalışm akla birlikte,
buhar kazanlarının y a da bataryalarının ağırlığı, ortaya çıkan ya k ıt ikmali ihtiyacı dola
yısıy la hareket alanlarının kısa mesafeli olması gibi (giderek artan) ciddi dezavantajlar
la karşılaştılar. Bir ’’Stanley Steam er” buharlı arabanın ön kontrol paneli, kazan su se
viyesi, buhar basıncı vb. sürekli dikkat isteyen göstergelerle doluydu ve “sadece moto
ru çalıştırm ak için on üç adet supap, kaldıraç, musluk ve pompanın hareket ettirilmesi
gerekm ekteydi” (Volti, 1990, p. 44). Elektrikli arabaların çalıştırılm ası, debriyajı ve
şanzımanı olmadığı için, çok daha basitti; üstelik sessiz, güvenilir ve kokusuzdu. Yine
de 1920’li yıllarda, içten patlam alı motor bütün otomobil piyasasını ele geçirmiş, buhar
lıları ve elektriklileri y a çok küçük, özel (niş) piyasalara y a da müzelere bırakmıştır.
Daha uzun hareket mesafesi içten patlam alı motorun önemli avantajlarından biri ol
m akla birlikte, bu gelişme sadece teknik bir mesele olarak kabul edilemez. Benzin istas
yonları zinciri, tam ir ve bakım hizmetleri alt yapıları, bunları işletenlerin, üreticiler ve
kanun koyucuların farklı stratejileri ve politikaları olsaydı çok daha başka bir temelde
örgütlenebilirdi. Gerçekten, 1990’larda, m ilyonlarca içten patlam alı motorun ortaya çı
kardığı kirlilik sorunlarının bir sonucu olarak, Kaliforniya’da ve başka yerlerde, batar
y a şarj istasyonları vb. ile ilgili politikalar geliştirilm eye başlam ıştır. Bununla birlikte, iç
ten patlam alı motora “bağım lılık” alternatif bir sisteme geçiş konusunda bu tür bir ça
bayı (Bkz. IV. Kısım) gerçekten çok güç hale getirm iştir. 1990’lı yılların ortalarında
dünyada 500 milyondan fazla otomobil kullanılıyordu.
166
üretim yap masıydı. Bu bir anlam da tamamen üretimin örgütlenmesiyle ilgili bir yenilik
olm akla birlikte, önemli ölçüde teknolojik yenilikleri de gerektirm ekte ve ayrıca teşvik
etmekteydi:
Otomobil üretim şirketleri, örgütle ilgili değişiklikler yapıldıktan sonra birçok makinenin otomas
yon yo lu yla daha etkin hale getirilebilm esi için bunları geliştirm e fırsatı bulm uşlardır. Söz gelişi, di
k ey kuleli torna tezgâhının daha otomatik olan y a ta y torna tezgâhı ile değiştirilm esi, işçi başına üre
timi iki kat artırm ıştır. Daha çarpıcı bir örnek vermek istersek, krank mil üretmek için kullanılm a
y a başlanan bir otomatik makine birim emek başına üretimi on kat artırm ıştır ve aslında işçi veri
mini 2-10 kat arasında artıran daha iyi makinelerle ilgili düzinelerce örnek bulunabilir.
Bu arada, Klein, Nevins ve H ill’in (1954) yorum una atıfta bulunarak, Ford’a uygu
landığı kadarıyla “kahram an” girişim ci fikrine karşı bazı kuşkuları olduğunu ortaya
koym aktadır:
(Ford'un) M y L ife v e W ork (H ayatım ve İşim) başlıklı kitabında, kitle üretimi ile ilgili temel fikir
lerin fabrikanın üst yönetim inde oluştuğu ve oradan aşağıya doğru yayıld ığ ı konusundaki izlenim
yan lıştır; gerçekte, yaratıcı fikirler aşağıdan y u k arıy a doğru hareket etmiştir. D oğruyu söylemek
gerekirse, Ford, marş manyetosunun montajıyla, özellikle ilgilenm iştir. Ancak, diğer alanlarda,
Ford sadece teşvik eder ve akıl verirken, G regoıy, Klann ve Purdy gibi şirket çalışanları önemli
öneriler getirm işler, Sorensen ve diğerleri de bu önerilerin hayata geçirilmesine yardım cı olm uşlar
dır. B ü tü n b u n la ra ra ğ m en , y e n i s istem in g e liş t ir ilm e s in d e en ö n e m li ro lü , s o n zam an da, o k u lu n d a
ki o d a sın d a n alınarak g e t ir ile n ü n iv e r s ite li d ü şü n ü r (A v ery) o y n a m ıştır (italikler yazarın ).
İlk olarak 1908 yılın d a Ford, parçaların değiştirilebilirliğinde ileri bir düzeye ulaş
tığında, montaj alanında, işçiler, otomobilden otomobile hareket ediyordu ve daha o za
man uzmanlaşmış işlerle ilgili işbölümü, verim lilikte büyük kazançlar sağlıyordu. W o
mack e t a/., bu dönemdeki verim lilik artışlarının 1913 yılın d a kullanılm aya başlanan ha
reketli montaj hattının sağladığından daha fazla olduğu kanısındadır. Ancak, hareketli
bant göze çarpan bir değişiklikti ve bu yüzden de üzerinde çok daha fazla durulmuştur.
Tablo 6.1, 1913 ve 1914 yılları arasında Detroit’te Highland Park fabrikasında, hare
ketli montaj hattının kullanılm aya başlanması ile oraya çıkan verim lilik kazançları ko
nusunda günümüzde yapılm ış olan bir hesaplam ayı yansıtm aktadır. Uym ayan parçala
rı uyar hale getirmek için eğeleme ve yerleştirm e yöntemi artık tamamen ortadan kalk
mış olduğu için 1913 sistemini “eski el zanaatı teknolojisi” olarak tanımlamak doğru ol
m ayabilir. Aslında, Hounshell’in (1984) klasik eseri “Am erikan Sistem i’nden Kitle Üre-
167
Tablo 6.1 A tölyede E l Zanaatı Otom obil Yapımı M ontaj Hattmda K itle
Üretim ine K arşı, 19 1 3 ve 19 14 Y ıllan K arşılaştırm ası
Not: “Geç el zanaatı atölye üretim i” (late craft production) daha o dönemde, kitle üretim in birçok unsurunu, özellikle
değiştirilebilir p arçalan ve ayrıntılı bir işbölümünü içerm ektedir. 1913 ile 1914 arasındaki en önemli değişim duran hat
tan hareketli banta geçilmiş olmasıdır.
Y azarlar tarafından Hounshell’de (1984, ss. 248, 254-56) y e r alan verilere dayan ılarak hesaplanm ıştır. H ounshell’in ve
rileri, gazeteciler Horace Arnold ve F ay Faurote’in yazm ış oldukları F o rd M e t h o d s a n d t h e F o rd S h o p s, N ew York: En
gineering M agazine, 1915 başlıklı kitapta y e r alan gözlemlere dayananılarak oluşturulm uştur.
tim ine” (F rom th e A m erica n S y stem to Alass P r o d u ctio n ) ortaya koyduğu gibi, Ford
üretim sistemi henüz hareketli montaj bandı kullanılm aya başlanmadan önce, değiştiri
lebilir parçaları geliştirm eye çalışarak, önceki çabalardan tamamen farklılaşmıştı.
ABD Ordu Donatım D airesi’nin Springfield Silah Fabrikası, değiştirilebilir parça
lar kullanm aya başlayarak, üretim teknolojisinde gerçekten radikal bir değişime öncü
lük etmiştir. Bu gelişmenin çağ açan niteliği, o dönemde birçok Am erikalı gözlemcinin
yan ı sıra, Silah Fabrikasını gezen İngiliz ziyaretçiler tarafından da açıkça anlaşılmıştır.
Bunu ötesinde ABD Ordu Donatım Dairesi, değiştirilebilir parçalar teknolojisinin, da
ha sonraları bu fikrin yaygınlaşm asına katkıda bulunan Colt Ateşli Silahlar Şirketi gibi
diğer malzemeciler tarafından da uygulanm asını sağlam ak için ayrıca çaba göstermiştir.
Bununla birlikte, ne Springfield Silah Fabrikas’ının ne de herhangi bir on dokuzuncu
yü zyıl üreticisinin değiştirilebilir parçalar teknolojisine tam anlamı ile geçememiş oldu
ğu, Amerikalı tarihçiler tarafından açıkça ortaya konmuştur. Aslında Singer (dikiş ma
kineleri), M cCormick (biçer düğerler) ve Pope (bisikletler) gibi firmaların başarısının
nedeni, bir zam anlar iddia edildiği gibi, değiştirilebilir parçalar kullanarak kitle üretimi
yapm ak değildir. Hounshell (1984), diğer dikiş makinesi üreticilerinin Singer’den önce
ve daha kapsam lı bir biçimde değiştirilebilir parçalar kullanm aya teşebbüs ettiklerini
ortaya koymuştur. Singer bu firm aların rekabetini yen i üretim teknolojileri ile değil,
çok önceleri W edgwood’un (bkz. 3. Bölüm) yaptığına benzer biçimde yü ksek kalite, pa
zarlam a ve reklam konusunda gerçekleştirdiği yen ilikler yardım ı ile kırmıştır. Singer bu
alanlardaki başarısının bir sonucu olarak kendisiyle rekabet eden ve eski atölye üreti
mini değiştirilebilir parçalar kullanm a yöntemine çevirme konusunda çok daha ilerde
168
bulunan firm aların bazılarını ele geçirm iştir. Hem Singer hem de McCormick, üretim
teknolojilerini söz konusu yönde değiştirmek için teşebbüste bulunm akla birlikte, üre
timde ortaya çıkan sorunların üstesinden gelem edikleri için, söz konusu dönemde hâlâ
büyük ölçüde eski usul atölye üretimine dayanm aktaydılar.
Bunların ve birçok Amerikan şirketinin, değiştirilebilir parçalarla üretim yöntemine
geçmek için gösterdikleri çabalar, Ford’dan önce tam anlam ıyla başarılı olmamışsa da,
söz konusu çabaları tamamen yararsız olarak saym ak da doğru değildir. Rosenberg
(1976), bu firmaların ardışık çabalarının küçük ateşli silahlar sanayisinden, özellikle
Colt Firearm s M anufacturing Com pany’den doğan Am erikan takım tezgâhlan,
sanayinin gelişmesinde çok önemli bir rol oynadığını açıkça göstermiştir. Gerçekten y e
ni gelişmekte olan takım tezgâhları firmaları, her sanayi dalında ortaya çıkan üretim so
runlarını çözmek için müşterileri ile çok yakın ilişki içinde çalışm ışlardır. Bu firmalar
böylece, hem metal hem de ahşap işlemedeki, delme, diş açma, kesme, rendeleme vb. iş
lemlerde kendi makinelerini önemli ölçüde geliştirm işlerdir. Bu, Lundvall’ın (1985) da
ha sonra kullanıcı üretici etkileşim i olarak tanım ladığı ilişkinin bir başka örneğidir. So
nuç olarak yen i malzemelerin geliştirilm esi, işlem hassasiyetinin yükselm esi ve m akine
lerin hızının artması (bkz. 3. Bölüm) yüzyılın başında sanayi değiştirilebilir parçalarla
üretimin mümkün olduğu bir noktaya getirm iştir.
Ford kitle üretiminin zaferini anlatırken, montaj hattının, bir yandan un değirm enin
deki akış üretimine diğer yan d a da Chicago et paketleme tesislerindeki parçalam a hat
tına olan benzerliklere dikkati çekmekte ve büyük ölçekli üretimin sağlayacağı ucuzlu
ğa bağlı bir kitle tüketiminden söz etmektedir. Bazı zam anlar kitle üretim sürecinin ön
cüleri olarak nitelendirilen Singer, M cCorm ick ve Pope ürünlerini yü k sek fiyatlarla
satmışlardı; Wedgwood (bkz. 2. Bölüm) gibi, fiyatları kendi sanayi dallarındaki en y ü k
sek fiyatlardır (Hounshell, 1984, s. 9). Öte yandan Ford, Model T ’nin gerçekten kitle
ler için tasarlanm ış bir otomobil olmasında ısrarlıdır. Fiyatların indirilmesi bu doktrinin
kaçınılmaz bir unsurudur. Peter D rucker (1946), Ford’un ölçeği büyüterek m aliyetler
de ve fiyatlarda sağladığı düşüşün iş yönetimi tekniklerinde olduğu kadar iktisat açısın
dan da bir devrim olduğunu vurgulam aktadır. Üstelik daha önceki birçok içten patla
malı motorlu otomobillerin tersine, Model T bilinçli olarak kullanım ve bakım kolaylık
ları ön plana alınarak tasarlanm ıştır: 64 sayfalık kullanm a kılavuzu otomobil sahibinin
sıkça ortaya çıkabilecek sorunların çoğunu kendisinin çözmesini amaçlam ıştır. Ford bu
nunla birlikte, ilk müşterilerinin çoğunun çiftlik m akinelerine aşina olan bazı aletlere
sahip çiftçiler olacağını varsaym ıştır (W omack e t al., 1990). Birleşik Devletler pazarı
nın coğrafi ve toplumsal özellikleri ve Ford'un bu özelliklere yönelik dikkati de başarı
sına katkıda bulunmuştur. İçten patlam alı motorun sağladığı düşük m aliyetle kişisel ha
169
reket olanağı tüketici açısından belirleyici bir avantaj oluşturmuştur. Üretim sistemin
de ortaya çıkmış olan köklü değişiklik, işgücü açısından kolay bir değişim olmamıştır:
F ordün kitle üretim hattında çalışan montajcının sadece bir tek görevi vardır; iki somunu iki civa-
taya takm ak y a da her otomobile bir tekerlek yerleştirm ek. Bu işçi parça ısmarlamaz, kendisi için
alet edinmez, teçhizatını tam ir etmez, kaliteyi denetlemez hatta iki yan ınd aki işçilerin ne yap tığın ı
bilmez; başını öne eğer ve başka şeyler düşünür. Aslında yan ındaki diğer m ontajcılarla ve ustaba-
şıyla ayn ı dili konuşmasının bile önemi y o k tu r.. .montajcı için gerekli olan sadece birkaç dakikalık
bir eğitimdir.
(W om ack e t al., p. 31)
Takım tezgâhlarının ve preslerin tek ve basit bir işlemi tekrarlayacak biçimde yen i
den tasarlanm ış olması, parçaların makineden geçirilme sürecini de az sayıda basit işle
me indirgemiştir. Böylece vasıflı işçi ihtiyacı en düşük düzeye indirilmiş ve fabrika, y e
ni bir mesleğin mensuplan, endüstri (üretim) mühendisleri ile bir dizi ustabaşılar ve
bunların emirlerini uygulayan vasıfsız işçiler tarafından çalıştırılır hale gelmiştir. D isip
lin en üst düzeydedir ve sendikalar işyerine sokulmamaktadır. Ford, W edgwood’un “in
sanların hata yapm asına olanak tanım ayacak m akineler yap m ak’’ ilkesini (2. Bölüm),
uygulayabilm ek için elinden geleni yapm ıştır. Ancak ilerde göreceğimiz gibi, bu am acı
na ulaşm akta başarısız olmuştur. Model T ’den sonraki dönemde kötü sanayi ilişkileri
önemli bir sorun halinde ortaya çıkmış ve General Motors 1920 yılında, Ford’u ya k a la
yıp geçerken bu durumdan yararlanm ıştır (Lazonick, 1990).
Ücretler açısından bakıldığında yeni sistem pek de Babbage'in hayal ettiği gibi çalış
mamıştır. Montaj hattının hızı, işin bıktırıcı niteliği, bu tür istihdamın iş disiplini gibi di
ğer hoş olmayan özellikleri, ilk faaliyet yılınd a olağanüstü bir işçi değiştirme süreci y a
şanmasına neden olmuştur. 1913 yılında, işçi değiştirme hızı yaklaşık %400’e ulaşmış ve
Ford, 5 Ocak 1914’de "günde beş dolar”ı yürürlüğe koymak zorunda kalmıştır. Bu, Ford
işçilerinin ücretlerinin katlanması anlamına gelmektedir: “Yüksek düzeyde mekanikleş
miş üretim, hareket eden montaj hattı, yüksek ücretler, düşük ürün fiyatları ile ‘Fordism’
doğmuştur” (Hounshell, 1984, s. 11). Yeni üretim sisteminin çok daha yüksek verim dü
zeyi, bu yüksek ücretlerin kolaylıkla ödenebileceğini ve buna rağmen Ford’un ABD ’de
ve dünyadaki en kârlı otomobil şirketi olarak kalacağı anlamına gelmektedir.
Ford ve iş arkadaşları, daha başlangıç dönemlerinde bazı kusurlu parçaların bu sis
temin kaçınılmaz bir özelliği olduğunu kabul etmek zorunda kalm ışlardır. Benimsenen
çözüm montaj hattındaki işçilerin becerilerini ve sorum luluklarını artırm ak değil, hattın
ucuna bir denetleme ve “arıza giderm e” bölümü yerleştirm ek olmuştur. Buna rağmen
ve kaçınılmaz olarak bazı kusurlu araçlar bu son noktayı da geçmiş, müşteri şikayetle
ri her zaman kitle üretim sistemine eşlik etmiştir, ikinci dünya Savaşı’ndan sonra, For-
170
dist sisteme rekabet eden Jap o n üreticilerinin temel am açlarından biri, kusurlu parça
ve alt sistem sayısını azaltm aktır. İlerde göreceğimiz gibi Jap o n üreticiler bu amaca
ulaşm akta bazı başarılar kaydetm işler, ancak Am erikalı ve Avrupalı üreticiler kusurla
rı ve şikayetleri, kitle üretim sisteminin ucuz ve oldukça etkin m akineler üretmesinin ge
tirdiği faydaların yanında katlanılm ası gereken bir m aliyet olarak kabul etmek zorunda
kalm ışlardır.
Dizel makinesiyle elektrikli lokomotif teçhizatının bileşimi yen i olm amakla birlikte, General M o
tors iki öncü şirketi satın alarak bunların gelişkin araştırm a örgütlerinin kendisi için çalışm asından,
onların kaynaklarından ve iç piyasanın büyük potansiyelinden yararlan arak söz konusu sistemden
önemli bir ticari avantaj elde etmiştir.
(Je w k e s e t al., 1969)
171
W om ack e t a l.’m (1990, s. 129) işaret ettikleri gibi, G M ’in araştırm a laboratuvarı
“bilim adam ları ve mühendisleri dünyada şu anda bütün otomobil fabrikaları tarafından
emisyon standartlarına uygun otomobiller üretmede kullanılan katalitik eksoz teknolo
jisini —üstelik çok kısa bir süre içinde—mükemmel hale getirerek dünya otomobil sanay
isine hayati bir ya ra r sağlam ıştır.” W omack ve arkadaşları öte yandan, G M ’nin otomo
bil üretiminde radikal yenilikler getirmede neden başarılı olamadığı konusunda da ilgi
çekici yorum lar yapm aktadır: "Ne yazık ki herhangi bir krizin — yan i şirketin geleceği
nin tehlikede olduğu ve bilgi akışı önündeki normal örgütsel engellerin geçici olarak or
tadan kalktığı bir durumun—var olmadığı dönemlerde yeni fikirlerin araştırm a m erke
zinden piyasaya süzülmesi çok uzun zaman alm aktaydı.” Y azarlar G M ’nin başarısızlık
ları arasında Corvair Projesini (19501er), Vega Projesini (19601ar), X -Car Projesini
(19701er) ve 1980’lerin sonunda GM-10 ürünleri için kurulan yü ksek teknoloji fabrika
larını saym aktadırlar: “Bunların her birinde uygulam alar, başlangıçtaki teknolojik he
deflere ulaşmadığı için yen i ürünler y a da fabrikalarla ilgili yenilikçi düşünceler batağa
saplanm ıştır.”
W omack e t al., G M ’in savaş döneminde ve savaş sonrası yıllard a otomobil üretimin
de neden daha fazla yen ilikçi olmadığı konusunda ilginç bir açıklam a daha getirm ekte
dirler. O nlara göre, Sloan elektrik mühendisliği dalında M IT mezunu olduğu halde şu
görüştedir:
Otomobillerimiz tasarım açısından rakiplerim izin en iyi ve güçlüsü ile hiç olmazsa eşit düzeyde ol
duğu sürece, teknik tasarım konusunda önder olmak y a da sonu belli olmayan deneylerin riskini ta
şımak gerekli değildi.
(Sloan, 1963, p. 180)
G M şirketi Kuzey Amerikan otomobil piyasasının yarısın ı ele geçirdikten sonra —türbin gücüyle ça
lışan bir kam yon y a da plastik gövdesi olan bir otomobil g ib i- gerçekten devrim y aratacak bir y e
nilik Ford ve Chrysler'in iflas etmesine neden olabilirdi. Otomobil üreticilerinin içine düşecekleri
böyle kötü bir durum, kuşkusuz bu en büyük sanayi dalında tekelleşm eyi önleme çabasında olan
ABD hükümetinin dikkatini çekecekti. Böylece dikkatli davranm anın gereği anlaşılabilm ektedir.
G M yap acağı yeniliğin, sonunda şirketin parçalanm asına yo l açmasını da istememiştir.
172
Şekil 6.1 Sanayideki Dinam ik Yenilik Süreci İçin B ir M odel
H âkim Üründe sıklıkla önemli Üretim hacm ini artırm ak için Üründe ve üretim sürecinde
Y enilik T ipi değişiklikler ya p ılır üretim sürecinde önemli değişik küçük yeniliklerle kalite ve
verim lilikte birikim li
iyileştirm eler
Ü rün b a ttı Farklı ürün, çok kez B üyük bir üretim hacmini Genelde, farklılaşm am ış
m üşteriye göre tasarım sürdürebilecek, en az bir standart ürünler
istikrarlı ürün tasarım ı
Ü retim Esnek am a etkin değil; G iderek katılaşıyor, değişiklik Etkin, serm aye yoğun ve
S ü r e ç le r i büyük değişiklikler önemli aşam alarda ortaya katı; değişikliğin m aliyeti
kolaylıkla yap ılıyo r çıkıyor yü k sek
T eçh iz a t Genel am açlı, nitelikli Bazı alt süreçler kendiliğinden, ö z e l am açlı ve çoklukla
işgücü gerektiriyor “otomasyon ad a ları” y aratıy o r otomatik, işçinin görevi
izlem ek ve denetlem ek
M a lz em e G irdiler, genellikle Bazı firm alardan özel malzeme ö z e l malzeme talebi olacak;
mevcut malzemeyle talep edilebilir bulunam azsa, y a y g ın dikey
sınırlıdır bütünleşme gerçekleşir
T esis Küçük ölçekli, y e r ö z e l bölümleri de olan genel Büyük ölçekli, özel ürünler
kullan ıcıya veya am açlı tesis için ileri uzmanlaşmış tesis
teknoloji kaynağına yak ın
173
Utterback (1993), ABD otomobil sanayisinin yirm inci yüzyılın ilk yarısındaki evri
minin kendisinden önceki y a da sonraki —daktilo makineleri, bisiklet, dikiş makineleri,
televizyon ve y a rı iletkenler gibi—başka sanayi dallarındaki gelişme çizgileri ile aynı
özellikleri taşıdığını göstermiştir. Ürün teknolojisinde erkenden ortaya çıkan köklü bir
yenilik birçok yeni katılım a ve birçok rakip tasarım lara yo l açm aktadır. Üretim tekno
lojisi ve üretim ölçeğinin büyümesi, sonunda sağlam bir ürün tasarım ına yo l açmakta,
kâr oranları düşmekte, şirketlerde birleşm eler ve iflaslar süreci yaşanarak, nihayet pek
az sayıda şirketten oluşan oligopolcü bir y ap ıya varılm aktadır, izleyen dönemde ise hem
ürün hem de üretim teknolojisi alanında küçük ilave yenilikler ortaya çıkm aya devam
etmektedir (Şekil 6.1).
Kitle üretimi konusunda bu anlattıklarım ız söz konusu teknolojinin, 1920’lerde y a
zılmış saf ve muzip bir çocuk manzumesinden ne kadar uzaklaştığını ve farklı olduğu
nu açıkça ortaya koym aktadır:
174
Tablo 6. 2 D ünya Otom obil Üretim i, 1950-95 (000 adet)
heyeti, Amerikan firm alarında gerçekleştirilm iş olan verim liliği yerinde incelemişlerdir.
Başta Ford ve General Motors olmak üzere çeşitli Birleşik Devletler şirketlerinin bazı
Avrupa ülkelerinde uzun süredir faaliyette bulunan fabrikaları da vardır ve bu durum,
Amerikan teknolojilerinin benimsenmesini kolaylaştırm ıştır. Bütün bu söylediklerimize
rağmen Avrupalı üreticilerin Amerikan teknolojisini pasif bir biçimde benimseyen un
surlar y a da sadece taklitçiler olarak algılanm ası yanlıştır. Bu üreticiler ak tif yen ilikçi
lerdir ve özellikle tasarım da önemli yenilikler gerçekleştirm işlerdir (bkz W omack e t al.,
1990, ss. 46-47). Avrupalı üreticiler küçük otomobillerin, spor otomobillerin, bazı lüks
otomobillerin ihracatında çok büyük başarı sağlam ışlardır.
Batı A vrupalı üreticilerin 19601ı ve 1970’li yıllard a yap tıkları en önemli yenilikler
arasında önden çekiş, disk frenler, ya k ıt enjeksiyonu, tek parça gövde, beş vitesli şanzı-
man ve yüksek güç/ağırlık oranları sayılabilir. Amerikan şirketleri tarafından gerçekleş
tirilen yenilikler ise havalı direksiyon, klima, stereo müzik sistemleri ve otomatik şanzı-
man gibi daha çok “konfora” yöneliktir. 1970’li yıllard a petrol fiyatlarında gözlenen ar
tışlar, Avrupalılar için özellikle küçük ve benzin tasarrufu yü ksek otomobillerde bir
avantaj sağlamış ve onlar da bu fırsatı iyi değerlendirerek ABD ’y e ihracatı artırm ışlar
dır. Yarım yüzyıldır otomobil üretim ve ihracatında hâkim unsur olan Birleşik Devlet
ler net ithalatçı durum una geçmiştir. Bu söylediklerimize rağmen dünya pazarında
Amerikan hakim iyetinin sona ermesinde Avrupa rekabeti Jap o n ya’nın çok hızlı y ü k
selişi kadar etkili olmamıştır. Ford’un 1913 yılındaki hızlı yükselişi gibi, bütün üretim
sisteminin köklü bir biçimde yeniden tasarlanm ış olması işin temelidir. Şimdi bu konu
üzerinde duracağız.
175
1950’lerde ve 1960’larda çok yaygın bir biçimde kullanılm ası, özellikle büyük Japon
şirkederinin karakteristik A&G stratejilerini etkileyerek, Jap o n yenilik sisteminde bazı
önemli sonuçlar yaratm ıştır. Jap o n yöneticileri, mühendisleri ve işçileri üretim işlemi
nin tamamını bir sistem olarak algılam aya ve ürün tasarım ı ile üretim sistemi tasarım ı
nı bir arada düşünmeye alışm ışlardır. Üretim sisteminin tamamını yeniden tasarlam a
yeteneği, gemi inşaatı, otomobil ve renkli televizyon gibi, birbirinden çok farklı sanayi
lerde, Jap o n ya’nın rekabetçi başarısının temel kaynaklarından biri olarak gösterilmiş
tir (Jones, 1985; Peck ve Goto, 1981). Jap o n firm aları çok az sayıda özgün, radikal
ürün teknolojisi yeniliği yapm alarına rağmen, üretim sürecinde verim liliği ve kaliteyi
artıracak birçok yeniden tasarım yapıp, küçük ek yenilikler ortaya çıkarm ışlardır (Şe
kil 6.2). Otomobil sanayi, belki de bunun en görkemli örneğidir (Altshuler e t al., 1985;
Jones, 1985; W omack e t al., 1990; Graves, 1991).
Jap o n mühendisleri ve şirket yöneticileri “fabrikayı laboratuvar olarak kullanm ak”
fikrine alışm ışlardır (Baba, 1985). A&G bölümü, üretim mühendislerinin ve proses
kontrolü bölümünün çalışm aları ile çok yakın ilişki içindedir hatta çok kez bunları bir
birinden ayırm ak mümkün değildir. Firmanın tamamı öğrenme ve geliştirme sürecinin
içindedir ve sistemi iyileştiren fikirlerin pek çoğu en alt kattan, üretim hattından gel
mektedir. Batı A vrupa’da ve A BD ’de yen ilik yönetimi konusunda yapılm ış olan hemen
bütün alan çalışmalarının A&G, üretim yönetimi ve pazarlam a arasındaki kopukluğu
başarısızlığın temel kaynaklarından biri olarak gösterdiği göz önüne alınırsa (8. Bö
lüm), yaratıcı tersine mühendisliğin sağladığı öğrenme sürecinin yarattığı bütünleştirici
etkinin, birçok Jap o n şirketi için çok önemli bir rekabet avantajını ortaya çıkardığı an
laşılm aktadır. Bu durum ayrıca, üretim mühendisliğinin Avrupa ve A BD ’de olduğun
dan çok daha yü ksek bir statü kazanm asına yol açm aktadır. Tablo 6.3 Jap o n şirketle
rinin bu tür bir teknik kullanarak, özellikle geliştirmede sağladığı zaman tasarrufunu
ortaya koym aktadır.
H iyerarşik bir düzen içinde örgütlenmiş olan ABD şirketinin temel özelliği olan di
key bilgi akım ı yerine y a ta y bilgi akımı, Jap o n yönetim örgütlenmesini giderek daha
fazla bir ölçüde betimlemektedir (Aoki, 1986). Jap o n yönetiminin bu özelliği sadece bir
akadem ik iktisatçı (Aoki) tarafından değil, aynı zamanda Jap o n elektronik şirketlerinin
dünyadaki en başarılı rakiplerinden birisinin —Northern Telecom—araştırm a bölümü
başkanı tarafından, Kanada M ühendislik Enstitüsü’nün yüzüncü kuruluş yılı konuşma
sında da dile getirilm iştir (Sakus, 1987).
Otomobil ve takım tezgâhları gibi sanayilerde tersine mühendislik sistemi, ayrıca ni
hai ürünün montajını ve pazarlam asını gerçekleştiren şirketle çok sayıdaki yed ek parça
ikmalci, alt montajcı, dökümcü, vb. şirket arasında da çok yakın bir diyoloğu gerekli kıl-
176
3000
Not: A BD Patent Bürosu tarafından her bölgede yerleşik montajcı ve tedarikçi şirketlere verilen patent sayılarıdır. Ana
firmanın b aşka bir bölgede faaliyet gösteren bağlı şirketleri için patent sayıları faaliyet gösterdikleri bölge içindir. Ö rne
ğin, Alfred Teves, M erkezi A B D ’de bulunan ITT nin A lm anya'da yerleşik bir şirketidir; Teves’in patentleri A vrupa böl
gesinde sayılm ıştır.
Tedarikçi şirket patentleri, üç ana bölgede y e r alan belli başlı otomotiv tedarikçilerinin bir listesinin aşağıdaki kayn ak
ların ku llan ılarak hazırlanm ası yo lu yla tahmin edilm iştir.
Jap o n ya: Dodwell Consultants, T h e S t r u c tu r e o f th e J a p a n e s e A u top a rts I n d u s tıy , Tokyo: Dodweli, 1986.
Kuzey Amerika: Elm International, T h e Elm G u id e to A u to m o tiv e S o u r cin g , 1987-88, East
Lansing, M ichigan: Elm International, 1987.
A vrupa: P R S, T h e E u rop ea n A u to m o tiv e C o m p o n en ts I n d u s t r y 1986, London: P R S, 1986.
O luşturulan liste daha sonra ABD Office of Technology Assessment tarafından sağlanan şirkete göre patent verileri ile
karşılaştırılm ıştır. D aha sonra A B D ’de Allied Signal, Jap o n ya'd a Hitachi gibi, dev firm aların almış oldukları patentler
içinden otomotivle ilgili olm ayanların ayıklanm ası şeklinde düzeltm eler yapılm ıştır.
maktadır. Sürekli birlikte öğrenme sürecinde ortaya çıkan alışkanlıklar, davranış biçim
leri ve ilişkiler, müteahhit şirketlerle "tam zam anında” (J I T )1 sistemi diye adlandırılan,
üst düzeyde bir işbirliğini kolaylaştırm ıştır. Bu yakın ilişkiyi besleyen bir başka unsur
da, Jap o n sanayisinin birçok değişik firmayı bir araya getiren holdingleşmiş (conglome-
rate) yapısıdır.
Jap o n teknolojisinin belirleyici özelliği olan yüksek kaliteli ürünlere önem verme
yaklaşım ı da tersine mühendislik deneyimine çok şey borçludur. 1950’li yıllard a üretim
de ortaya çıkan ilk modeller, ister otomobillerde ve TV setlerinde, isterse takım tezgâh
larında olsun, genellikle, nispeten düşük kaliteliydi (Jones, 1985; Baba, 1985). Bu ku-
177
Tablo 6 .3 B ölgesel Oto Sanayileri Tarafından G erçekleştirilen
Ürün Geliştirm e Perform ansları, 1980lerin ortalan
Avrupa A vrupa
Jap o n A merikan kitle özel
üreticileri üreticileri üreticileri üreticileri
Her yen i otomobil başına ortalam a
m ühendislik saati (milyon) 1.7 3.1 2.9 3.1
Her yen i otomobil başına ortalam a geliştirm e süresi (ay) 46.2 60.4 57.3 59.9
Proje ekibinde çalışan sayısı 485.0 903.0 904.0
Her yen i araç tipi başına gövde sayısı 2.3 1.7 2.7 1.3
O rtak parçaların ortalam ası (%) 18 38 28 -30
M ühendislikte tedarikçi payı (%) 51 14 37 -32
Toplam kalıp değiştirm e m aliyetlerinin oranı olarak
m ühendislik m aliyetleri (%) 10-20 30-50 10-30
G eciken ürün oranı 1/6 1/2 1/3
Kalıp geliştirm e süresi (ay) 13.8 25.0 28.0
Prototip geliştirm e süresi (ay) 6.2 12.4 10.9
Üretim in başlam ası ile
ilk satış arasındaki süre (ay) 1.0 4.0 2.0
Yeni modelden sonra normal
verim liliğe dönüş süresi (ay) 4.0 5.0 12.0
Yeni modelden sonra normal
kaliteye dönüş süresi (ay) 1.4 11.0 12.0
surları ortadan kaldırm ak için ortaya konmuş olan kararlı çabalar, muhtemel bütün za
y ıf noktaların sistematik biçimde gözden geçirilm esini gerektirm ekteydi. Bu yaklaşım
ise “kalite çem berleri” (aslında Am erika’da ortaya çıkmış bir yen iliktir) gibi, sosyal y e
niliklerin ve büyük ölçüde geliştirilm iş kalite kontrolü tekniklerinin sadece üretim süre
cinin sonunda değil, her aşam ada istekli ve yaygın bir biçimde kabullenilmesine yol aç
mıştır. Jap onların getirdikleri (ve güçlü bir biçimde korunan) en önemli yen ilikler ara
sında montaj hattında denetim, deneme ve kalite kontrolü teçhizatı ve bu am aca yöne
lik cihazların ortaya çıkması sayılabilir. M üteahhitler tarafından sağlanan parçaların,
özellikle döküm parçaların düşük kalitede olması M IT I’nin (San ayi ve Dış Ticaret B a
kanlığı), bütün sanayinin yen i baştan yapılanm ası konusunda yoğun bir baskı yapm ası
na yol açmıştır.
Bir üretim sisteminin ve ona bağlı olan müteahhitler ağının yeniden tasarlanm ası ve
yeniden kurulm asının en çarpıcı örneği, kuşkusuz Jap o n otomobil sanayisinin “yalın
üretim sistemi”1 olmaktadır. D ünya çapında otomobil ve elektronik tüketim m alları ih
racatı dünyanın her yanındaki birçok insan için Jap o n ya’nın teknolojik gücünün, belki
de en canlı kanıtıdır. Kitle üretim sanayisinin baş örneği olan bu sanayide hakim iyetin
tersine dönmesi, Birleşik Devletlerde çok derin bir etki yaratm ıştır.
178
Bu durum, M IT mühendislerinin ağırlıklı olarak katıldıkları iki büyük araştırm a
projesinde ortaya konulmuştur. Bu iki projeden birincisi M IT mühendisleri ile sosyal
bilimcilerin işbirliği ile gerçekleştirilm iş ve M a d e in A m erica başlıklı bir yayın la duyu
rulm uştur (Dertouzos e t al., 1989). Bu kitap, M IT ’in Amerikan sanayisinde teknoloji
konusundaki olağanüstü bilgi birikiminin ve birçok değişik ülke firması ile gerçekleşti
rilen m ülakatlardan elde edilen bilgilerin üzerine bina edilmiştir; eldeki bu kanıtlara da
yan ılarak Am erika’nın çeşitli sanayilerde rekabet gücünü kaybetmesinin nedenleri araş
tırılm aktadır. Varılmış olan temel sonuç, ABD şirket yöneticilerinin birçok durumda
“kitle üretim i” felsefesinin, artık hiçbir geçerliliği kalmamış olan, modası geçmiş kav
ram larına sıkı sıkıya sarılm asıdır.
İkinci proje, şimdiye kadar bizim de çok kez atıfta bulunduğumuz dünya motorlu
araçlar sanayisinin derinlemesine bir araştırm asıdır (W omack e t al., 1990). Bu araştır
ma Birleşik Devletler, Jap o n ya ve Avrupa otomobil şirketlerinin çoğunluğu ile arala
rında Sussex Üniversitesi Bilim Politikası Araştırm a Birim i’nden (SP R U ) de bir gru
bun (Daniel Jones ve Andrew Graves) y e r aldığı, çoğu M IT mensubu akadem ik araş
tırm acılar arasındaki işbirliği sonucunda ortaya çıkmıştır. Araştırm a ekibi mensupları,
15 ülkede yaklaşık 100 şirkette m ülakatlar gerçekleştirm iş ve beş yıldan uzun bir süre
y e yayılan , hem şirket hem de fabrika düzeyinde çok ayrıntılı bir veri tabanı oluştur
muşlardır. A raştırm aya katılan şirketler araştırm a süresince, 1985 ile 1990 yılları ara
sında ortaya çıkan sonuçları derinliğine tartışm ışlardır. Bu işbirliğinin nedenlerinden
biri, kuşkusuz, Amerikan ve Avrupa şirketlerinin çoğunluğunun, rakiplerini y a k a lay a
bilmek için Jap o n yalın üretim sisteminin bazı özelliklerini taklit etme çabasıdır.
179
na karar vermiştir. Bu yüzden yen i yöntem ler konusunda önce kendi fabrikasında da
ha sonra da tedarikçi şirketlerde denemeler yapm aya başlamıştır.
Taiichi Ohno'nun M IT araştırm asında anlatılan ilk denemelerinden biri, saçları
preslemek için kullanılan kalıpları değiştirme sistemiyle ilgilidir. Kalıplarda en küçük
bir ayarsızlık basılan parçaların kusurlu olmasına yo l açm aktadır; bu yüzden Fordist
sistemde kalıpları değiştirme işi uzmanlar tarafından gerçekleştirilm ektedir. Uzmanlar
tarafından değiştirilme işi uzun bir zaman alm akla birlikte, üretim ölçeği büyük olduğu
için kalıpları uzun aralıklarla değiştirmek mümkün olabilmektedir. Ohno için bu kabul
edilebilir bir durum değildir. Çünkü Toyota o dönemde, yıld a sadece birkaç bin otomo
bil üretm ektedir ve her biri farklı özelliği olan kesme işlemlerini gerçekleştirecek çok sa
y ıd a pres satın alacak yeterli mali güce sahip olmadığı için kalıpları sık değiştirmek zo
rundadır. Ohno bu yüzden, bu konuda yeni yöntem ler geliştirm iş ve çok sayıda dene
menin ardından kalıp değiştirme süresini tüm bir günden üç dakikaya indirm iştir. Üs
telik bu denemeler sırasında, üretim işçilerinin de kalıp değiştirm eyi pekâlâ öğrenebile
ceklerini görmüştür.
Bu değişimler çok önemli birkaç sonucu doğurdu. İlk olarak, küçük partilerde, ka
lıpların hızlı biçimde değiştirilm esi herhangi bir hatanın hemen fark edilmesine, üretim
işçileri kalıpları kendileri değiştirebildikleri için hatanın daha başlangıçta giderilm esi
ne ve önemli ölçüde israfın önlenmesine olanak sağlamıştır, ikinci olarak, özellikle uzun
dönemde çok daha önemli olmak üzere, bu sistem Fordist sisteme göre daha sorumlu,
daha bilgili ve çok daha hevesli üretim işçilerine gerek duym aktadır. Bunlar ve bunla
ra benzer başka denemeler ve değişimlerle, Toyota-Ohno sistemi söz konusu yönde
durmadan gelişmiştir. Ohno, ekip başının da fiilen birlikte çalıştığı (hep erkek işçiler
den oluşan) üretim ekiplerine giderek daha fazla sorumluluk vermiştir; her işçinin, her
hangi bir aksaklığı, takım arkadaşları ile birlikte gidermek için üretim hattını durdurma
yetkisi (ve olanağı) vardır. Nihai olarak, bu durumda, bir otomobil montaj hattının so
nuna ulaşmadan, her türlü kusurun giderilmesi kavram ına yol açmıştır. D aha önce de
gördüğümüz gibi, Fordist sistemde montajı tamamlanmış otomobiller üzerinde gerçek
leştirilen kalite kontrol çalışmasının birçok hatayı ortaya çıkaracağı ve özel bir grubun
(işi yeniden yapm a veya düzeltme personelinin) hataların giderilm esini sağlayacağı ge
nellikle kabul gören bir yaklaşım dır. Buna rağmen birçok otomobil çeşitli hatalarla ba
yilere ulaşmış ve müşterilerin sık şikayetleri söz konusu olmuştur. Jap o nların “sıfır ha
ta” idealine hiçbir yerde ulaşılamamış olm akla birlikte, Toyota-Ohno sistemi (ve elekt
ronik sanayisinde paralel bir sistem) bu ideale yaklaşm ak için, bu yönde güçlü bir bas
kı yapm aktadır. işçiler sorunları “kalite çem berlerinde” y a da benzer örgütlü gruplarda
mühendislerle tartışm akta, ürün ve üretim sistemi tasarım larının daha da iyileştirilm esi
180
Tablo 6 .4 G eneral M otors Framingbam M ontaj Tesisleriyle
Toyota Takaoka M ontaj Tesisinin K arşılaştırılm ası, 19 8 6
GM Framingham Toyota Takaoka
Not: Araç başına gayri safi montaj saati, fabrikada harcanan toplam emek süresinin üretilen otomobil sayısına bölünme
si ile elde edilm iştir.
Araç başına düzeltilmiş montaj saati, metinde bahsedilen standart faaliyetlerle ilgili olarak yap ılan düzeltm eleri içerm ek
tedir.
Araç başına montaj kusuru, J . D. Power Initial Q uality Survey, 1987’den tahmin edilm iştir.
Araç başına montaj alanı, araç/yıl başına düşen, araç büyüklüğüne göre düzeltilmiş ayak (kadem = feet) karedir.
Stoklar ana parçalarla ilgili olarak yapılm ış kaba bir tahm ini yansıtm aktadır.
için öneriler getirmektedir. Bütün bu denemeler ve değişimler, daha yü ksek kaliteli bir
otomobili daha düşük m aliyetle üretecek bir sisteme yönelm ektedir.
Toyota-Ohno sisteminin tedarikçi zinciri (aşağıda bu konudan söz edeceğiz) dahil
olmak üzere, dünya rekabetinin en üst düzeyine çıkm asına imkân verecek noktaya ula
şabilmesi yirm i y ıl alm ıştır. Bu sürede Jap o n hükümeti, otomobil sanayisine yabancı
sermaye yatırım ını yasaklam ış, koruyucu bir güm rük vergisi uygulam ıştır. Elde edilen
sonuç hem dünya ticaret ve üretimi istatistikleri yardım ıyla hem de şirket ve fabrika dü
zeylerindeki performanslar karşılaştırılarak değerlendirilebilir. IM VP tesislerle ilgili
birçok karşılaşm a gerçekleştirm iştir; Tablo 6.4, bu tesis karşılaştırm alarından birini,
1986 yılın d a tipik bir GM tesisiyle Toyota-Takaoka tesisinin karşılaştırılm ası sonucu el
de edilen bilgileri yansıtm aktadır. Otomobilin tasarımı, fabrika içindeki çeşitli faaliyet
lerle dikey entegrasyon derecesi, ilgili modelin ömrü gibi çeşitli unsurlardaki farklardan
dolayı bu tür karşılaştırm alar yapm ak güçtür. M IT ekibi bu unsurları bir “standart mo
del” olarak (satır 2, Tablo 6.4) ayarlayabilm ek için gayret göstermiştir. 1970’lere ve
1980’lere gelindiğinde yalın üretim sistemi, ister Birleşik Devletlerde isterse Avrupa’da
olsun, eski Fordist tesislerde önemli bir verim lilik farkının ortaya çıkm asına yo l açmış
tır. IM VP ekibi, yalın üretim sisteminin “Jap o n ” üretim sistemi ile aynı şey olmadığını
vurgulam ak konusunda ısrarlıdır. Altı büyiik Jap o n şirketinin hepsi birden Toyota sis
temini geliştirmemiş olup, bazı Jap o n olmayan şirketler bu sistemi uygulam akta Jap on
şirketlerine göre daha hızlı davranm ışlardır.
Tıpkı on sekizinci ve on dokuzuncu yü zyıl Ingiltere’sinde sanayi teknolojisinin evri
mi (2. Bölüm) y a da Birleşik Devletlerde sermaye yoğun, malzeme yoğun ve enerji y o
ğun üretim sistemlerini (3. ve 4. Bölümler) belli ulusal koşulların etkilemiş olması gibi,
181
yalın üretim sistemi de kuşkusuz, Jap o n ya’nın bazı ulusal kurulularından güçlü bir bi
çimde etkilenmiştir. Bu, söz konusu teknolojinin İngiliz ve Amerikan teknolojilerinin
başarılı bir biçimde transfer edildiği gibi başka ülkelerde uygulanam ayacağı anlamına
gelmediği gibi, Jap onların ithal ettikleri teknolojileri nasıl geliştirdikleri göz önüne alı
nırsa, bu teknolojinin transfer ve özümseme sürecinde geliştirilem eyeceği anlam ına da
gelmemektedir. Bu durum, böyle bir transferin teknolojik olduğu kadar kurum sal de
ğişimlere gereksinim i olduğu ve uzun bir zaman alabileceği anlam ına gelmektedir. Ön
ce gördüğümüz gibi, birçok sanayi dalında gözlenen tersine mühendislik deneyimi üre
tim, tasarım ve geliştirme süreçleri arasında, aralarında otomobilin de olduğu birçok J a
pon sanayi dalının özelliği olan yakın bir işbirliğini teşvik etmektedir. M alzeme ve
enerjinin savurgan bir biçimde kullanılm ası, bazı Amerikan sanayilerinin özelliği ol
m akla birlikte, sermaye tasarrufunun yan ı sıra, bunlarda da tasarruf yapılm ası doğal
kaynaklar açısından fakir olan bir ada ekonomisi açısından hayatı önem taşır.
Belki de daha şaşırtıcı olan, Toyota-Ohno sisteminde em ek ten tasarruf etmek için
gösterilen yoğun gayrettir. Hem Jap o n ya’daki hem de başka ülkelerdeki neo-klasik ik
tisatçılar, savaş sonrası Jap o n ya’sının otomobil gibi sermaye yoğun sanayiler yerine
emek yoğun sanayilerde uzmanlaşmasını önermişlerdir. Bununla birlikte, Jap o n ca öğ
renen ve Jap o n ya’y ı yoğun bir biçimde inceleyen ilk Avrupalı iktisatçılardan biri olan
G. C. Ailen, Jap on H üküm eti’nde, Jap o n Bankası’nın (M erkez Bankası) tavsiyelerinin
değil, M İTİ tarafından geliştirilen önerilerin geçerli olduğuna dikkati çekmektedir:
Bu danışm anların bir kısmı savaşın kamu yöneticisi olm aya zorladığı mühendislerdi; yarım yam a
lak bir iktisat teorisiyle yönlendirilecek son kişilerdi. Bunların, belki de içgüdüsel yaklaşım ı, Ja p o n
ya'n ın savaş sonrası sorunlarına, teknolojik etkinliği ve üretimde yen ilik yap m ayı ön plana çıkaran
arz yan lı çözümler getirm ekti. Dinamik biçimde düşünüyorlardı. Politikaları, o sırada mevcut k ay
nakları en iyi biçimde kullanm ak yerine, yeniden yaratılab ilecek bir ekonomi için gerekli inisiyatifi
göstermek ve gerekli finansmanı yaratm aktı.
(Ailen, 1981, s. 74)
MİTİ, oto sanayinin sadece üç firma çevresinde yoğunlaşm asını savunurken, (arala
rında IM VP raporu da olmak üzere) bazı yorum cular M IT I’nin otomobil şirketlerinin
yeniden yapılandırılm a önerisinin reddine büyük önem atfetmişlerdir. Bununla birlikte
Allen’in de açıkça fark ettiği gibi, Jap o n hükümetinin savaş sonrası kıtlıklar ve zorluk
lar döneminde, bu sanayi dalının önceliği konusundaki güçlü desteği, uzun dönemli et
kiler açısından muhtemelen en önemli unsurdur. Yalın üretim sisteminin evriminde iki
unsur hâlâ büyük önem taşım aktadır: ilki, Jap o n şirket grupları arasındaki ilişkilerin te
mel özelliği olan holdingleşme sisteminin, önde gelen şirketler ve onların tedarikçi şirket
leri arasında teknolojik işbirliğini kolaylaştırm asıdır. İkincisi, mühendislerin üretimdeki
işçilerle yakın ilişkisi çok sayıda küçük ek yeniliğin gerçekleştirilmesine yol açmaktadır.
182
6. 6 Yalın Üretim Sisteminde Tedarikçi Şirketler
Toyota’nın tedarik zincirinde gerçekleştirm iş olduğu yenilikler, belki de montaj hat
tında gerçekleştirilenler kadar önemlidir. Yüksek kaliteli parçaların düzenli olarak te
darik edilmesi tüm üretim sisteminin başarısı için kaçınılmaz bir gerektir. Toyota, bu
nun gerçekleştirilebilm esi için, “birinci derecede” tedarikçileri ile çok yakın ilişkiler
oluşturmuştur. M ühendisler fabrikalar arasında serbestçe gidip gelmekte ve ayrıntılı
bilgi alışverişinde bulunm aktadır; birçok durum da Toyota, mühendislerini tedarikçi fir
m alara ödünç vermektedir. Uzun dönemli güven üzerine bina edilmiş olan bu ilişkiler
çeşitli yöntem lerle kurulm uştur; şirketlerin birbirinin hisse senetlerine sahip olması ola
ğan bir durumdur. Toyota ayrıca, tedarikçileri için bir banka gibi de davranm aktadır.
Alt sistemlerin tasarım ı için birinci derece tedarikçilere, çeşitli performans kriterlerine
uym ak koşulu ile hatırı sayılır düzeyde sorumluluk verilm ektedir. Her birinci derece te
darikçi, daha basit parçaları temin ettiği ikinci derece tedarikçileri kendisi örgütlemek
tedir. Toyota’nın daha önce kendisinin ürettiği bazı parçaların sağlanması için hisse se
netlerinin bir kısmına sahip olduğu yen i bağımsız şirketler kurulm aktadır. Bu şirketle
rin dışarıya da iş yapm aları teşvik edilmekte ancak Toyota y a “tam zamanında" teslim
için taşıdığı sorum luluklar açıkça belirtilm ektedir. Bütün bu ilişkiler birçok Amerikan
ve Avrupa şirketi için geçerli olan sözleşmelere bağlı olarak değil, bir çeşit “vecibe” ola
rak ortaya çıkm aktadır. IM VP bu ilişki sistemini şu şekilde anlatm aktadır:
Ohno, tedarik sistemi içinde parça akışının gündelik olarak eşgüdüm ünü sağlayan yen i bir yöntem
geliştirm iştir: ünlü "tam zam anında” sisteminin Toyota'daki adı k a n b a n ’dır. Ohno’nun düşüncesi,
H enry Ford’un, H ighland P ark T esisinde olduğu gibi, parçaların her aşam ada sadece bir sonraki
aşam anın o andaki talebini karşılam ak için üretilm esini zorunlu hale getirerek, büyük sayıda bir te
darikçi ve parça fabrikası küm esini devasa bir m akine haline getirm ekti. Bu sistemin çalışm ası için,
bir sonraki aşamanın ihtiyaç duyduğu parçalar konteynerler içinde gönderiliyordu. Her konteyner
boşalınca önceki aşam aya geri gönderiliyor bu da daha çok parça üretimi için otomatik bir işaret
oluyordu.
(W omack e t al., 1990, p. 62)
Bu yap ı hemen tüm yedeklem e stoklarını ortadan kaldırarak bütün sistemi son de
rece kırılgan bir hale getirm ekle birlikte, her aşam ada sorumluluk ve bağlılık duygusu
nu yüksek düzeylere çıkarm ıştır.
Jap o n yalın tedarik zincirinin belirleyici özellikleri, London School of Econo-
m ics’deki bir Jap o n araştırm acı olan M ari Sako (1992) tarafından, aynı sanayideki İn
giliz tedarikçileri ile karşılaştırılm ıştır. İkisi arasındaki temel farklar Tablo 6.5’de göste
rilmiştir. Bunlar ulusal davranışların ve firma davranışlarının firm alar arası ilişkilerin
gelişmesi sürecinde ne ölçüde farklılaşabileceğini göstermektedir. Bu tür farklar, bu ki-
183
tabm III. Kısmında tartışılacak olan "ulusal yenilik sistem leri” kavramını öne çıkar
maktadır. Bu, örgütlenme yeniliklerinin uluslararası düzeyde yayılm asının olanaksız ol
duğu anlam ına gelmemektedir. Vurgulanm ak istenen, bu sürecin uzun zaman alabilece
ği ve teknik olmayan sorunlarla karşılaşılabileceğidir. Hem hareketli montaj hattı hem
de Toyota-Ohno sistemi örnekleri, bu noktayı yeteri derecede açıklam aktadır.
(İngiliz) (Jap o n )
ACR0 O CR °
K a yn a k : S ak o (1992).
6. 7 Sonuçlar
Y orum cular arasında otomobil üretim sisteminin geleceğinin nasıl olacağı konusun
da bir fikir birliği yoktur. Isveç’de Volvo şirketi U devalla ve Kaimar’daki tesislerinde
alternatif bir sistem uygulam ıştır. Bu sistemin esası, on işçiden oluşan ekiplerin sabit bir
platform üzerinde günde dört otomobil üretmesidir. Söz konusu sistem tam bir değer
lendirme yapılm asına olanak sağlayacak kadar uzun yaşam am ıştır ve neden vazgeçildi
ği konusundaki fikirler arasında farklar vardır. Bu sistem, kitle üretiminin ilk günlerin
den beri sanayiyi rahat bırakm ayan olumsuz işçi davranışlarının ve emeğin yü ksek de
vir hızının ortaya çıkardığı sorunların üstesinden gelme çabası olarak uygulam aya ko
nulmuştur.
Daha önce de gördüğümüz gibi, Ford hareketli montaj hattını uygulam aya koyduğu
ilk günden itibaren yü ksek işçi değiştirme krizi ile karşılaşm ış; ancak ücretleri iki katı
na çıkararak bunun üstesinden gelebilmiştir. Fordism o günden beri, hem A vrupa’da
hem de Kuzey A m erika’da işe adam alm a ve ücret sorunları ile karşı karşıyadır. M on
taj hattında çalışmak sıkıcı, yorucu ve hiçbir çekiciliği olmayan bir iş olarak kalm ıştır.
184
Otomobil şirketleri bu sorunun üstesinden gelmek için iki temel yöntem uygulam akta
dır. Bunlardan birincisi, Ford’un yaptığı gibi ortalamanın üzerinde ücret ödemektir.
Sosyologlar tarafından yapılan araştırm alar (Plait e t al., 1979), tıpkı D etroit’de olduğu
gibi, Avrupa’da da birçok işçinin yü ksek ücret olduğunda olumsuz iş koşullarını kabul
etmeye hazır olduğunu göstermektedir, ikinci yöntem ise iş bulma olanakları çok y ü k
sek olmayan (Alm anya'da Türkler, A BD ’de M eksikalılar ve diğer İspanyolca konuşan
lar, Fransa’da Cezayirliler gibi) yeni göçmen işçileri istihdam etmek olmuştur.
Jap o n ya’da büyük göçmen grupları yo ktu r ve hemen savaşı izleyen dönemde, bü
yü k şirketlerin çoğu ile birlikte Toyota da çok ciddi sanayi ilişkileri krizleri ile karşılaş
mıştır. Amerikan işgal kumandanlığı, işçi sendikalarının kurulm ası konusunda ısrarlı ol
muştur ve yaygın grevler ortaya çıkmıştır. Sanayi kargaşasının ortaya çıkardığı sonuç
lardan biri, mavi yakalı, beyaz yak alı işgücü ayırım ının hemen tamamen ortadan kalk
mış olmasıdır. Başka bir sonuç ise, büyük şirketlerin çoğunun ücret artışlarının kıdeme
göre yapm ası ve y ıl sonu pirim ödemelerinin şirketin kârlılığına bağlı olarak belirlenme
si koşullarına karşılık işgücünün büyük bölümü için (hayat boyu istihdam da denilen)
iş güvencesi vermeleri olmuştur. Toyota işçileri, bunlara ek olarak işin cinsine göre es
nekliği de kabul etmişlerdir. Bu sistem işçilerin, işi sevmeseler de şirkette kalm aları için
güçlü bir teşvik unsuru olmuştur. Nispeten yaşlı işçilerin, işi terk ettiklerinde kazançla
rı çok düşmektedir. Sistem ayrıca, şirketi de eğitim ve işgücünü motive edecek yatırım
lar yapm aya özendirmektedir.
Bu değişiklikler dünyanın her yanında aynı şekilde hoş karşılanm am ıştır; bazı eleş
tirmenler, Toyota sisteminin aslında içine bir m iktar Jap o n özellikleri katılmış bir çeşit
Fordism (‘Neo-Fordism’) olduğunu savunm aktadırlar. 1990’lı yıllard a otomobil sanayi
sinde ortaya çıkan yeni bir eğilim, üretimi düşük ücretli ülkelere (Batı Avrupa’dan Do
ğu A vrupa’y a, Kuzey A m erika’dan M eksika’y a ) kaydırm ak olmuştur; ilk fabrika kapa
ma olayı Jap o n y a’da gerçekleşmiş ve hatta A BD ’de Alman tesisleri kurulm uştur. Oto
mobil sanayisi zengin ülkelerde, daha yü ksek ücret baskısının yan ı sıra üretimin çevre
kurallarına uygun olarak yeniden planlanm ası sorunları, parçalara ve alt sistemlere da
ha fazla mikroelektronik elem anlar katm a (bkz. 7. Bölüm) gereği ile karşı karşıyadır.
Bütün bu sorunlara rağmen, belki de kısmen bu sorunlardan, IM VP yazarları, Volvo
deneyini büyük ölçüde kuşkuyla karşılam aktadırlar; yalın üretim sisteminin geleceği
hakkında alabildiğine iyim serdirler:
Y alın üretim sisteminin ilkeleri tam anlam ı ile yerleştiğinde şirketlerin 19901ı yıllard a, otomobil
üretiminde ve hatta onun ötesinde geri kalan işlerin büyük kısm ında otomasyona doğru hızla iler
leyeceklerine inanıyoruz. Böylece 20. yüzyılın sonunda montaj tesislerinde görevleri sadece sürek
li sistemin daha sorunsuz ve daha verimli işlemesini sağlayacak yo lları ve araçları düşünm ek olan
çok vasıflı sorun çözücüler çalışacaktır.
185
Y eni el zanaatı ustalığının (neocraftmanship) temel yan lışı, ters yöne, geriye, el işçiliğinin kendi ba
şına bir amaç olduğu bir döneme doğru gitm eyi önerdiği için bu am aca hiçbir zaman ulaşam ayacak
olmasıdır.
Bu tip bir örgütlenmenin [U d ev allaya da Kalmar] herhangi bir zamanda, yalın üretim kadar iddi
alı veya doyurucu olacağı konusunda önemli kuşkularım ız vardır.
(W om ack e t al., 1990, s. 102)
Bu iyim serliğin yirm i birinci yü zyıld a ne ölçüde haklı çıkacağını görmek için bekle
mek gerekecektir. Paradoksal olarak IM V P’nin yalın üretim sistemi rüyası, fikir ve kol
işçileri arasındaki ayırım ı ortadan kaldırm ayı ve bütün işçileri, işten bir yü k olarak de
ğil bir gereklilik olarak zevk alan, uzman bilgili işçiler haline getirm eyi öngören M arxist
rüyayı anımsatmaktadır.
Kitle üretimi ile ilgili fikirler sadece imalat sanayisini değil, mal teslimi açısından bir
birlerine pek benzemeseler de birçok hizmet sektörünü de etkilemiştir. Standartlaşm a
ve akım türü mal teslimatı düşünceleri, yum urta y a da taze sebze paketleme sektörleri
nin yan ı sıra, hızlı yem ek (fast food) sanayisini de kuşkusuz etkilemiştir. Bu konudaki
belki de en mükemmel örnek, Auliana Poon’un (1993) turizm konusundaki analizinde
ortaya konmuştur. Poon 1950’li ve 1960’h yıllard a ücretli tatil, ucuz otobüs ve uçak se
yahati, standartlaşmış otellerden oluşan “paket turizm inin” nasıl m ilyonlarca Avrupalı,
Amerikalı ve Japon'un güneş altında, ana babaları için söz konusu bile olm ayacak ucuz
tatillerin keyfini çıkardığını göstermiştir.
İmalat sanayisinde vasıfsız işçilerin oranının düşmekte olduğu ve beyaz yakalı
çalışanların mavi yak alılara oranının yükseldiği düşünülürse, bu söylenenlerin hiç ol
mazsa hizmet sektörleri için pek de doğru olmadığı söylenebilir. Hizmet sektörlerinde
düşük vasıflı, düşük ücretli, sıklıkla yarım zamanlı işler hızla yaygınlaşm aktadır. Enfor
masyon ve bilgisayar teknolojileri her im alat sanayi ve hizmet dalında gelecek dönem
lerin istihdam olanakları konusunda tamamen yen i olanakların ortaya çıkm asına yo l aç
m aktadır. Bunlara 7. Bölüm ve izleyen bölümlerde değineceğiz.
186
7. Bölüm
7. 1 Giriş
E ce haftalar, aylar hatta y ılla r alan y a da hiç yapılam ayan hesaplam aları ve iş
lemleri birkaç dakikada hatta saniyenin küçük bir kesrinde, eski yöntemlerden
çok daha güvenilir ve çok daha düşük bir m aliyetle yap m aya başladı (Tablo 7.1). Rad
yo haberleşmesinin 1890'larda, televizyonun 1930’larda başlam asıyla elektronik uygu
lam aları önce cisimleri algılam a ve seyrüsefer (radar), savaştan sonra da veri işleyen
bilgisayarlara ve çok geniş bir alandaki sanayi proseslerin kontrolüne yayıld ı.
Düşük m aliyetli, güvenilir elektronik bilgisayarların ekonomiye girmesi, yirm inci
yüzyılın en devrimci teknolojik yeniliğidir. Aslında ikinci D ünya Savaşı öncesi ve sıra
sında eski tip mekanik ve elektro-mekanik hesap m akineleri ve diğer araçlar modern
bilgisayarların bazı işlevlerini yerine getirm ekteyse de, potansiyel uygulam aların kapsa
mını ve maliyetini tamamen değiştiren elektronik bilgisayarlardır. Tablo 7.1, 1950’ler ve
1960’ların başında hesaplama m aliyetlerinin düşüşünü ve kapasitenin artışını, ilk lam
balı bilgisayarlardan y a rı iletken ve sonra tümleşik devreler kullanan bilgisayarlara de-
i “Electronics" dilimize “elektronik" diye çevriliyor; hem elektronik bilimi, teknolojisi ve bir sanayi sektörünü ifade eden
isim, hem de bir sıfat oluyor: elektronik tüketim m allan gibi. O ysa İngilizce bir sıfat olarak ayrı kelim edir: electronic. Bu
nedenle bu bölümde, elektonik biliminin, teknolojilerinin ve bir im alat sektörünün doğuşu ve gelişm esi anlatıldığı için,
başlıkta “elektronik san ayi” şeklinde çevrilm iştir. Elektronik, bir bilim ve teknoloji dalı olarak, İstanbul Teknik Üniver
sitesine, 1950 lerde “alçak gerilim " bölümü dersleriyle girm iş; OD TÜ M ühendislik Fakültesi kurulunca, “Elektrik-
Elektronik Bölümü" olarak akadem ik hayatım ıza katılm ıştır.
187
ğin nasıl hızla değiştiğini en çarpıcı biçimde göstermektedir. M ikroişlem cilerin ortaya
çıkm asıyla, 19701er ve 1980’lerde başlayan devrim, bir santimetre kare alandaki eleman
sayısını artırıp, m aliyetleri üssel olarak o kadar azaltm ıştır ki, 1950lerin bilgisayarları
artık çok yüksek maliyetli ve hantal aletler sayılm aktadır.
^M ekanik hesap m akinesinde veya ilk elektro-m ekanik bilgisayarda tek çarpm a bir saniyeden fazla sürüyordu.
K a yn a k ; F o rtu n e (1966), E ylül.
188
lan üretiminin temelindeki tasarım ve im alat sistemlerine giderek egemen olmuşlardır.
W illiamson tarafından 1960’larda tasarlanan bilgisayarlar, N C ve robot bilimine1 (robo-
tik) dayanan, The Molins “System 24”, şimdi anlaşıldığı kadarıyla o zaman sayıları gi
derek artan firmada gerçekleşm ekte olan makine imal atölyelerindeki11 otomasyonunun
öncüsüydü.
Bu yeni üretim sistemi, genelde “esnek üretim sistem leri” (F M S) diye tanım lanm ış
tır. Ancak, Fleck’in robotların yayılm ası ve makineyle işleme imalat sistemlerinin111 bil
gisayarlaşm ası üzerine yap tığı kapsamlı çalışm alar (1988, 1993), her sistemin ayrı özel
likleri olduğunu ve el becerisininlv henüz (ve belki de hiçbir zaman) ortadan kaldırıla-
madığını göstermiştir. Fleck, CNCV ve robotik yayılm asına bağlı olarak ortaya çıkan
yeniliklerin ve uyarlam aların karm aşık bileşimini tanımlamak için, (inofüzyon) "innofu-
sion” veya difüzyon “diffusation” terim lerini ortaya atmıştır. Ona göre, Jap o n firm ala
rının erken bir tarihteki robotiğin yayılm asındaki öncülüğü, kullanıcılarla işbirliği ha
linde, her sistemi belli bir işe göre özel yeniden düzenlemevl ve teçhizatta melezlemevl1
ihtiyacını anlamış olmalarından kaynaklanm ıştır. Kodama (1995), Jap o n F M S ’lerinden
verdiği ayrıntılı örneklerle yü ksek derecede özel düzenleme konusunda Fleck’i doğru
luyor. Bazı Kuzey Amerika, Jap o n ve Avrupa firmaları da bir şekilde, 1990’larda, (Bil-
gisayarla-Tüm leşik-İm alata) yan i "C lM ”vm çok yaklaştılar fakat bunun uzun ve güç
bir yol olduğu anlaşıldı.
İkinci D ünya Savaşı’ndan beri radar uygulam aları, karm aşık erken uyarı sistemle
rinden, füze yönlendirm e ve benzeri birçok alana yayıld ı. Radarın sivil uygulam aları da
hızla yayıld ı: Hava trafik kontrolü, havada ve denizde radar kullanm ak, seyrüsefer,
uzayın keşfi, balıkçı teknelerine yardım (balık sürülerinin tespit aracı olarak (sonar).
Hem sivil hem de askeri uygulam alarda bu tesislerin artışıyla bilgisayar ağları arasında
yakın bir bağlantı mevcuttur. Amerikan SAGE, Y arı Otomatik Çevre Kontrol (Semi-
Automatic Ground Environment Control) sistemi çok güçlü bir radar istasyonları zin
cirini yin e çok güçlü bilgisayarlara bağlam aktadır. Aynı ilke NADGE1X ve Batı Avru
pa sivil hava trafik kontrol sisteminde de kullanılm aktadır. Daha küçük bir ölçekte,
189
Decca “N avigator” ve M arconi “Doppler” gibi hava seyrüsefer sistemleri de çok küçük
özel bilgisayarlar kullanm aktadırlar.
Başlangıçta radyo sanayi, daha sonra 1930’larda televizyon, elektronik sanayinin te
melini oluşturmuştur. Haberleşme teçhizatı, eğlence sanayi ve enformasyon sistemleri,
bu sanayinin en önemli parçaları olm akla birlikte, onlar da elektronik bilgisayar tarafın
dan değişime uğratılm ışlardır. Bilgisayar ve haberleşme teknolojilerinin yakınsam ası,
giderek artan bir şekilde “enformasyon ve haberleşme (iletişim) teknolojisi” (IC T )1 de
yim inin kullanılm asına yo l açmıştır. Kullanımı o kadar yaygın d ır ki her yerd e “enfor
masyon toplumu” veya son zam anlarda dünyadaki m ilyonlarca bilgisayarın Internet’e
bağlanm asıyla “ağ bağlantılı toplum”11 herkesin diline düşmüştür. Telefon sistemleri ar
tan bir şekilde elektronik santraller ve bilgisayarlar kullanarak veri nakli yaptığı gibi
bilgisayarlar arasında da bağlantı kurm aktadır. “Prestel” ve benzeri servisler çeşitli so
runlarına rağmen, çok geniş bir telefon şebekesi yo lu yla mevcut televizyon ve videola
rın, geniş bir alanda hem evlere hem de işyerlerine enformasyon hizmeti verecek bir
tarzda birbirine bağlanabileceğini göstermiştir. Telesatış (= teleshopping) ve telebank
işlemleri hızla yayılm akta ve müthiş bir potansiyel göstermektedir. Kelime işlemciler (=
word processors) günümüzde çok yaygın kullanılırken, elektronik posta (e-mail) araş
tırm a alanında olduğu kadar iş aleminde de giderek önem kazanm aktadır. Sonuç olarak
yirm inci yüzyılın elektronik yenilikleri, imalat dallarında olduğu gibi, hizmetlerde ve
evlerde de devrimci etkilerini gösteriyor. 17. Bölüm’de, yen i beliren enformasyon top-
lumunun çağdaş sorunlarını ve ekonominin her sektörünün bilgisayarlaşm asının politi
kaya yansıyan sonuçlarını daha derinlemesine tartışacağız. Bu bölümde dikkatimizi, bu
devrimci değişime yol açan tarihsel gelişmelerde yoğunlaştıracağız. Fiber optik ve cep
telefonu gibi, telefon teknolojisindeki gelişm eler de en az elektronik ve bilgisayar tek
nolojisi kadar önemli olm akla birlikte y e r darlığından burada ele alınamamıştır.
Önemli elektronik ürünlerden herhangi birinin mucidi diye birini göstermek pek
mümkün değildir. Bu ürünlerin başarıyla ortaya çıkması için önce laboratuvarda, son
ra ticari ölçekte, birçok ülkenin, birçok bilim adamı ve mühendisi çeşitli düzeyde katkı
lar yapm ıştır. Bu tür ürünler çok sayıda değişmeye ve geliştirm eye açık parçalardan
oluşan sistemlerdir. Parçalarda, malzemelerde, program larda, yeni serm aye ve tüketim
m allarındaki yenilikler arasındaki karşılıklı ilişkiler, birbirini etkileme, bu sanayinin ge
lişmesindeki en önemli niteliktir. Özellikle 1950’lerde transistörün, daha sonraları tüm
leşik devreler ve mikroişlemcilerin ortaya çıkması, elektronik ürün ve sistemlerin tasa
rım ında çok önemli ilerlemelere yo l açmış ve bu ürünlerin boyutlarını küçülterek, m ali
yetleri çok düşürmüştür.
i ICT, Information and Communication Technology
ii “On-line society” hat üzerinde y a da devrede anlam ındadır; aslında Internet'e bağlantılı bir toplumu işaret ediyor,
"Çevrim iç i” y a da“Internet toplum u” da denebilir.
190
10.000
O - ABD nfm mdem ir dışı m etaller
• “ İngiltere met mmetal ürünler £
:3
5000 Sto -« taş, toprak, cam
Uçak
*• elektronik pap —kâğıt
0#c ■»diğer elektrik fer “ dem ir çelik
veh «• taşıtlar food ■» gıda ürünleri
ins «■ enstrüm anlar lum » ahşap ve mobilya
ehem ««kim yasal tex«« tekstil ve m akineleri
mach ««m akine omf «• diğer im alat
els
1000 rub«• lastik air
10
&
co
600
. İn* • °s*V
•oehem 7-5
400 met nfm
o o .
c^gm omech °8°
300 sto
n a n eo«o
Pgp em ech
anfm oec .
Vjh S
, . met* vah •.
200 lumo foodfoo^ î fa?00'" * « "*
texo • ter
ıor
»to »(*P 25
om» *»» ,p,p
100TÜÜL
taxe •
0:3 ‘ 0-5 ‘ ‘ Vo î 5 4 5 ’ ‘ ’ Yo 20 30 40 50 ÎÖ0
Net hasılanın yüzdesi olarak araştırm a harcam alan
Bu sanayi için analiz yapanların, özellikle yen ilik sorunlarını incelerken çok dikkat
li olmaları gerekm ektedir. Bu sanayinin hiçbir ürünü, yirm inci yüzyıldan önce mevcut
değildi; hatta çoğu bugünkü şekilleriyle 15 y ıl önce de mevcut değildi. Tüm sanayi araş
tırm aya dayanır; 1950’ler ve 1960’larda tüm sanayiler içinde en araştırm a yoğun olanıy
dı (Şekil 7.1). Plastiklerde olduğu gibi, bu sanayi de mucit-girişimciden şirket A&G bi
rimine geçişin bir örneğidir. Aşağıdaki tarih örnekleri bunu göstermektedir. Profesyo
nel şirket A&G faaliyeti ile birlikte hüküm etler destekçi veya doğrudan araştırıcı olarak
çok büyük bir rol oynam ışlardır. Radarın bulunmasında çok kritik bir rol oynayan hü
kümetlerin bu alandaki rolü, uzay araştırm a programında en üst düzeye çıkmıştır. Yine
de bu sanayide mucit-girişimcinin rolü, özellikle elektronik cihazlarda önemlidir. Bu ki
şilerin rolü bilgisayar alanında da sanıldığından daha önemli olm aya devam etmektedir.
Aşağıda 5 ana sektörde temel gelişm eler özetlenmektedir; bunlar sırasıyla radyo, tele
vizyon, radar, bilgisayarlar ve elektronik devre elemanlardır.
7. 2 Radyo1
M axw ell'in 1860’lard a formüle ettiği elektromanyetizm teorisi, H ertz’in Alm an
y a ’da 1880’lerdeki ilk telsiz dalgasının yaratılm ası ve alınm asına ilişkin laboratuvar de
nemesiyle B ran ly’nin 1890’lardaki daha tutarlı bir gösterisi ve Lodge’un 1894’de, Bri-
tish Association’da telsiz dalgalarını alm a gösterisi ve temelini oluşturm aktadır. Aynı
tarihte, Kronstadt Ü niversitesi’nde, Popoff, daha gelişmiş bir alıcı sistemin gösterisini
191
yapm ıştır. Bunların hepsi de, temel araştırm alarla meşgul, akadem ik araştırıcılardı.
Marconi, 1897’de, Londra’da W ireless Telegraph Company’i kuruncaya kadar, siste
matik uygulam alı araştırm alar başlam adı. Telsiz haberleşmesini gemiden kıyıya, kıyı
istasyonları arasında, ülkeler ve nihayet 1901’de, Atlantik ötesi ile gerçekleştiren M ar
coni’ dir. İlk düzgün telsiz haberleşme servisini ülkeler ve gem iler arasında kuran bu
yeni şirkettir; hemen arkasından, Alman Telefunken gelmiştir. M arconi nin bir mucit-
girişim ci olarak elektronik sanayisinde oynadığı rol, B aekeland’ın plastik sanayisinde
ki rolüne benzemektedir.
Birinci Dünya Savaşı’na kadar ve savaş sırasında birçok ülkedeki mucitler, radyo
haberleşmesinde kullanılan elemanlar, devreler ve tekniklerde sayısız iyileştirm e ger
çekleştirmiştir; ancak en özgün icatlar Ingiltere, Almanya ve A BD ’den çıkmıştır, im
kansız değilse de bu ülkelerin bilim adam ları ve mühendislerinin nispi katkılarını tam
olarak değerlendirm ek çok güçtür. Bazı icatlar, örneğin geri besleme devresi, üç ülke
de de aynı zamanda yapılm ış ve yaklaşık 20 y ıl süren tatsız bir patent davasına yol aç
mıştır. Londra University College’den Prof. Fleming (M arconi Şirketinde de danışman
olarak görevliydi), 1904’de, ilk term iyonik valfı icat edip patentini almışken, 1907’de
Amerikalı de Forest, alma ve göndermede daha etkili olduğu kabul edilen triod valfı icat
etmiştir. Diğer Am erikalı mucitler, başta Langmuir, Armstong, Alexanderson ve Fes
senden, valfların, devrelerin, alternator ve antenlerin geliştirilmesine ve radyo telefonun
ortaya çıkm asına önemli katkılar yapm ışlardır. The American Telephone and Telegraph
Company (AT&T) de Forest in triyod patentini alarak, telsiz telefon sistemlerindeki ara
istasyonlarda bu valfları kullanm aya öncülük etmiştir. AT&T’nin hem araştırm a labo-
ratuvarları (Bell Labs) hem de imalat kolu olan (W estern Electric), elektronik eleman
larla ilgili icat ve yeniliklerde anahtar rolü oynadıkları gibi buralardan firm alar ve icat
lar doğmasına neden olmuşlardır.
Birinci D ünya Savaşı’na kadar olan bu ilk dönemde, ileri gelen firm alar Amerikan
değil Ingiliz veya Almandır. ABD ’deki en büyük radyo imalatçısı, M arconi’y e bağlı bir
şirketin ortağı olup, dünya piyasalarına, A BD ’dekiler de dahil, gemi ve kıyı istasyonla
rının çoğunu aralarında bölüşmüş olan, M arconi ve Telefunken hâkimdi. M arconi’y e
bağlı firmalar, 1915’de, dünyadaki 706 kıyı istasyonundan 225’ini; 4846 deniz istasyo
nundan 1894'ünü kontrol etmekteydi. Birinci Dünya Savaşı çıkıncaya kadar, Telefun
ken’in dünya payı biraz daha büyüktü. M arconi’nin işe başlamasından 1-2 y ıl sonra işe
girişmelerine rağmen, en büyük Alman elektrik firmaları olan Siemens ve AEG, hızla
etkili radyo haberleşme sistemleri geliştirdiler, bunlar Siem ens’de Profesör Braun’un
sistemi; AEG’de Slaby-Arco sistemidir. Alman H üküm eti’nden ve özellikle Donanma
sı’ndan büyük destek alarak, Kayser'in bunları birleşmeye ikna etmeye çalışması karşı
192
sında, 1903’de ortak olarak, Telefunken Şirketini kurdular ama birleşmediler. Firmanın
başlıca uğraşısı, A&G faaliyetiyle radyo istasyonları satmak, kurm ak ve bakımını y a p
maktı. AEG ve Siemens parça ve teçhizat imal etmeye devam etti. Daha 1906’da Tele
funken, M arconi’den daha fazla istasyona sahipti. M arconi’nin patentleri daha güçlü ve
birçok ülkede rağbette olmasına rağmen, 1912’de, Telefunken ile M arconi dünya çapın
da bir patent, lisans ve know-how anlaşm asına ulaşıncaya kadar, M arconi nin patent
öncelikleri Alm anya’da kabul edilmedi. Benzer çapraz anlaşm alar savaştan sonra
1919'da yenilendiği gibi son zam anlarda da yapılm ıştır.
Hem M arconi hem de Telefunken çok iyi örgütlenmiş sanayi A&G program larına
ve güçlü patent pozisyonlarına sahipti ve diğer ülkelerdeki teknik ilerlem eleri özüm
semeye ve taklit etmeye m uktedirdi. D ünya çapında teknik hizmet verebilirler; kendi
okullarında eğittikleri radyo operatörleri ile her türlü tam ir ve bakım ı yap ab ilirlerd i
(M arconi’nin ilk okulu, 1901’de, Frinton’da açılm ıştı.). Ancak Telefunken’in M arco-
ni’y e üstünlüğü, kamu desteğinin ve finansman kaynaklarının sürekli ve devam lı ol
m asıdır. Başlangıçta, İngiliz Posta İdaresi, M arconi’nin ilk deneyim lerini teşvik eder
ve A m irallik D airesi (İngiliz Donanması) sempati gösterirken, daha sonraları Posta
ile ilişkiler güçleşm eye başladı ve H üküm et de bazen, kayıtsız ve hatta engelleyici ol
du. Kuşkusuz, haberleşm ede özel bir tekel kurulm asıyla M arconi’nin sağlam patent
pozisyonundan yararlan m ak ve bunu öne çıkarm aktaki kararlığı gibi davranışlar so
runları güçleştiriyordu. Birçok önemli yenilikte olduğu gibi radyo da uzun zaman kâr
lı olamadı ve M arconi Şirketi, kuruluşu olan 1897’den 1910 y ılın a kadar hiç temettü
ödemedi.
Genelde Amerikan iş yönetimine insan üstü yetenekler atfetmek gibi genel bir eği
lim varsa da, şunu belirtm ek gerekir ki de Forest ve Fessenden gibi bazı öncü mucitler
yenilikçi ve girişimci olarak çok başarısız olmuşlardır, ilk Amerikan radyo şirketleri de
M arconi ve Telefunken’in aksine çok kötü yönetilm işlerdir. De Forest’in sürüyle icadı
ve patenti olmasına rağmen, şirketi W ireless Telegraph Company, ABD Ordusu ve Do-
nanm ası’ndan aldığı siparişleri yerine getirip, güvenilir telsiz haberleşme teçhizatı üre
tememişti. Elektronikte uzman, başarılı ilk Amerikan şirketi, Radio Corporation of
America, RCA, ancak 1919’de kurulm uştur. Büyük elektrik şirketleri, General Electric
ve Westinghouse güçlü A&G örgütleriyle radyoya ilgi duym uşlar, radyo telefona çok
önemli katkılar yapm ışlardır. Ancak uluslararası telsiz haberleşme alanına Ingiliz M ar
coni şirketinin hâkim olması, A BD ’deki anahtar patentlerin çıkarları bir birine ters dü
şen taraflarda bulunması, bunları bağlamış ve radyodan en iyi şekilde yararlanılm asını
geciktirm iştir. Bu dar boğaza en iyi çözüm Amerikan H üküm eti’nin girişim iyle bulun
muştur. Donanmanın büyük teşvikiyle, General Electric’den Owen D. Young, Marco-
193
ni’nin Am erika şubesini satın alarak, güçlü bir Amerikan radyo şirketi kurm uştur. Do
nanmanın niyeti kısmen stratejik kısmen de ticaridir. Donanma Bakanı (haberleşme ağ
larının kamu m ülkiyetinde olmasını savunuyordu ve yardım cısı Franklin Roosevelt (ge
lecek ABD Başkanı), tamamen bir Amerikan şirketi istiyorlardı çünkü dost bir güç da
hi olsa, yabancı bir devletin hayati haberleşme ağlarını kontrol eder durum unda olma
sını kabul edemiyorlardı. Donanmanın diğer yetkilileriyle birlikte radyonun büyük ti
cari potansiyelini de anlam ışlardı2. Owen, RC A ’in başkanı oldu, General Electric ise
valfları ve diğer elemanları sağlam aya başladı; (W estinghouse ile de 1921'de im alat ko
nusunda ayrı bir anlaşm a ya p ıld ı). Eski M arconi Ş irketi’nden David Sarnoff ticaret bö
lümünün başına getirildi (daha sonra da başkanı olacaktır) ve RCA derhal, Ingiliz M ar
coni, Telefunken ve Fransız Compagnie Générale de Télégraphie sans Fil (C SF ) ile pa
tent ve çapraz patent anlaşm alarını sonuçlandırdı. Fransız şirketi de bu ülkedeki M ar
coni şubesinin üzerine kurulm uştu. Uzun pazarlıklardan sonra RCA, içlerine tüm
önemli olanlar dahil, ABD içindeki 2 binden fazla patenti kullanm a hakkını elde etti; ay
nı zamanda AT&T ile de çapraz lisans anlaşm aları yaptı.
RCA’in kurulmasından kısa bir süre sonra radyo sanayi, halka açık ticari radyo y a
yınlarının hızla artması karşısında şekil değiştirdi. Amerikan sanayi ev radyo cihazları
nın tasarım ını geliştirm ek ve büyük ölçekte üretmekte liderliğe geçti. Başka bir Ameri
kan şirketi M otorola da, otomobil radyolarının kitle üretiminde liderliği aldı. Yine de
Amerikan şirketleri daha sonra sermaye m allarında ulaştıkları gibi, hiçbir zaman tüke
tim malları dünya ihraç piyasalarında üstünlük kuram adılar. İki savaş arasında radyo
alıcılarındaki önemli yeniliklerin çoğu Avrupa şirketleri, özellikle Philips ve buna bağlı
ortaklıklar tarafından yapılm ıştı. Flollanda’nın radyo ihracatı, 1937’de, ABD kadar bü
yüktü. ikinci D ünya Savaşı sonrasında Jap o n şirketleri, transistörün radyo alıcılarında
kullanılm a olanaklarını hemen değerlendirerek, yarı iletkenlerde Amerikan lisansları
alarak, önce radyo sonra televizyon ve videolar olmak üzere, dünya elektronik tüketim
m alları ihracatındaki en büyük paya ulaşm ayı başardılar.
Elektronik sermaye m allarında, Birinci D ünya Savaşı sonrası en büyük gelişme,
1920’lerde, dünya ölçeğinde kısa dalga haberleşme ağlarının kurulm ası ve 1930'larda
Frekans M odülasyonu (FM ) yayım ların başlam asıdır. Kısa dalga haberleşme, esasında
amatörlerle M arconi Şirketi tarafından geliştirilm iştir. M arconi Şirketinden Franklin’in
geliştirdiği yönlendirilebilir antenler, Ingiliz M illetler Topluluğu (Commonwealth) için
bir kısa dalga yayın zinciri kurulm ası teklifini de mümkün kılm ıştır. Franklin’in teklifi,
1924'de, ilk işçi Partisi Hükümeti tarafından kabul görmüş ve ilk istasyonlar 1926'da
açılmıştır. Bunlar, kablolu haberleşmeyle bütünleşmiş olan Ingiliz Posta Idaresi’nin iti
razlarına rağmen gerçekleşm iştir. Bunun hemen etkisi, kablolu telgraf tarifelerinde hız
194
lı bir indirimdir; sonunda Posta İdaresi “İmparatorluk Z inciri” denen bu sistemin tümü
nü alm ak ve işletmek zorunda kalmıştır.
Frekans modülasyonunun öncüsü, Columbia Ü niversitesi’nde bir profesör olan, ba
ğımsız bir mucit Edwin Armstrong, radyo istasyonları ve RCA tarafından pek sempa
tiyle karşılanmamış ve sonunda sistemini tanıtm ak için kendi istasyonunu kurmuştur.
Kısmen bu FM istasyonunun ilk deneme yayınlarındaki gecikm eler yüzünden, ilk FM
yayın ağı, ABD ’de değil, 1936’da Telefunken tarafından Alman Ordusu için kurulm uş
tur. Bunun başarısı, savaş sırasında tüm Alman işgalindeki Avrupa ve A frika’y ı kapsa
yan, büyük ölçekli FM yayın ağları kurulm asına yol açmıştır. FM yayın ı Ingiltere’y e
ancak 1955’de gelmiştir.
ikinci D ünya Savaşı’ndan sonraki gelişmeler, radyo yayın ve haberleşmesinin men
zilini ve kalitesini çok artırm ıştır. Haberleşme uyduları, cep telefonları ve radyo bağlan
tılarının kullanılm asıyla küresel telefon ağları başka bir şekil alıp, geniş bant ağların1
gelmesiyle çok geniş bir hizmet alanı ortaya çıkmıştır.
7. 3 Televizyon
Televizyon olanağı ilk kez, 1884'de Berlin’de, Paul Nipkow taram alı diske ait icadın
patentini aldığında ortaya çıkmıştı. Bu icatla birlikte, esas olarak A lm anya’da, fotoelekt
rik hücresinin katot ışın osiloskopunun geliştirilm esi de gerçekleşm işti. Ancak,
Braun’un katot ışın tüpü kullanılarak uzak bir kaynaktan görüntü alınabileceğini ilk
kez 1907’de düşünen, St. Petersburglu Prof. Boris Rosing’dir. Benzer bir düşünce de,
İngiltere’de Campbell Swinton tarafından ileri sürülmüştü. Rosing’in öğrencisi olan
Zworykin de Am erika’y a gitmeden önce, bir katot-ışın tüpü alıcısı üzerinde çalışıyordu
ve alıcı-vericisiyle komple bir elektronik sistem de tasarlam ıştı. Am erika’da, “iconos-
kop”11 adını verdiği, başarıyla televizyon resimleri gönderebilen bir cihazın patentini de
aldı. Fakat geliştirm eyle ilgili birçok sorunun çözülmesine yol açan esas iddialı, A&G
çalışmaları, RCA’de 1924-1939 yılları arasında gerçekleştirildi. RCA, ticari televizyonu
1939 da başlatm asına rağmen, kendi laboratuvarında başarıyla resim yayınlam ası çok
daha eski yıllara dayanm aktadır.
İngiltere’de EMİ Şirketi daha geç başlam asına rağmen daha hızlı hareket etti ve
Blum lein’ın yönettiği bir araştırm a takımı bağımsız olarak "Emitron” adını verdikleri
bir ikonoskop geliştirdi. Marconi, vericilerin geliştirilm esinde işbirliği yap tı ve iki firma,
sistemlerini o kadar başarıyla olgunlaştırdılar ki, BBC 1936’da düzenli televizyon y a
yın ların a başlayabildi3. Aynı y ıl EMİ ve RCA arasında bir lisans ve know-how anlaş
ması yapıldı; aralarında mali ilişkiler vardı ve RCA’nin Başkanı Sarnoff aynı zamanda
i “Broadband networks" içinden data, görüntü, ses ve benzeri her türlü dijital verinin aktığı ağ sistem leri.
ii “Iconoscope” ikon göstericisi; O rtodokslarda kutsal resim lere ikon y a da ikona denilmektedir.
195
E M I’nin yönetim kurulu üyesiydi. Telefunken de İkinci D ünya Savaşı’ndan önce bir
elektronik televizyon sistemi geliştirm eyi başardı ve EMİ ile bir lisans ve know-how an
laşması yaptı. Deneme yayın ları 1936 Berlin O lim piyatları’nda yapıldı; düzgün ya y ın
lar ise 1939-40’da, bazı Alman askeri birlikleri için gerçekleştirildi. Telefunken halk için
tasarlanmış alıcı cihazların kitle üretim ve satışları için hazırlıklarını ileri bir aşam aya
getirmişken, savaş düzenli sivil yayınların yapılm asını engelledi. Z w orykin'in ve Farns
worth gibi, diğer Am erikalı mucitlerin büyük katkıları olmasına karşın, halka açık ilk
genel yayın İngiltere’de başlam ıştır. ABD, Avrupa’nın sadece biraz ilerisindeydi. Ame
rikan sanayi 1939-41 döneminde ve savaş sonrası ilk yıllard a arayı hızla açtı.
Bu süreçte televizyonu geliştiren R C A ’ın rolü özellikle dikkat çekicidir. RCA 1930-
1939 arasında televizyon A&G si için 2.7 milyon $ harcadığı gibi, 2 milyon $ patent al
mak ve kendi icatlarını patentlemek; 1.5 milyon $, sistemi test etmek için sarf etmiştir.
Telefunken ve E M I’nin de, savaştan önce, buna benzer m iktarlar harcadığı tahmin edi
lebilir. Bu m iktarlar bağımsız mucitler ve küçük firm alar için çok büyüktür; ancak
Farnsworth'un, özel olarak 1 milyon $ harcadığı söylenir. İlk zamanlar RCA ve
E M I’deki araştırm a takım ları çok küçüktü; Zworykin’in 1930’dan önce 4-5 yardım cısı
vardı; 1931 de işe başladığında, EMİ araştırm a müdürü Shonberg’in daha az elemanı
bulunuyordu. Fakat ticari yayın yaklaştıkça çabaları artırm ak gerekti; sorunlar büyük
bir örgütlenme ve kaynak olmadan çözülemezdi.
Renkli televizyon için daha da fazlası gerekliydi. RCA renkli televizyona, 1960’da
kârlı bir hale gelmeden önce, 130 milyon $ harcadı. RCA 1950’de ilk renkli tüpü orta
y a çıkardığında, 4 yıllık bir geliştirme çalışması yapm ıştı. Ancak Federal Haberleşme
Komisyonu (FCC), birbirine rakip iki yayın sistemini yan i mekanik ve uyumsuz (=non-
compatible) sistemle tam elektronik ve uyumlu RCA sistemini inceleyerek, birincisine
onay verdiğinde, RCA sisteminin piyasaya çıkmasını önlemiş oldu. Bu karar, RC A ’in
yıllar süren bir hukuk mücadelesiyle ortadan kaldırıldı. Bu dönemde RCA, yoğun bi
çimde geliştirme çalışm alarını sürdürdü ve ilk satışlar 1954’de yapıldı. Satışlar televiz
yon yayıncılarının davranışları ve yü ksek alıcı cihaz fiyatları nedeniyle çok yavaş gidi
yordu, A BD ’deki satışlar ancak 1970’de, yılda, 5 milyon adete ulaştı.
Avrupa ve Jap onya, renkli televizyonda ABD ’nin yıllarca gerisindeydi, ancak J a
ponya 1960’lar ve 1970’lerde, bu farkı kapatm akla kalmadı, bu alanda tartışılmaz biçim
de dünya liderliğini ele geçirdi. Jap o n ya 1977’de, dünya renkli televizyon üretiminin
yarısını ve ihracatının dörtte üçünü gerçekleştiriyordu. Jap on ya, A vrupa’nın PAL pa
tenti ve diğer sınırlam aları nedeniyle birçok piyasaya girememesine rağmen, yıld a 5 mil
yon set ihraç ederken, Alm anya 1 milyon, Ingiltere 250 bin adet ihraç edebiliyordu. Da
ha sonraki yıllarda, deniz aşırı ülkelerdeki TV üretimine yönelik Jap o n doğrudan y a tı
196
rım ları ile Amerikan ve Jap o n üreticiler arasındaki bazı anlaşm alar nedeniyle Jap o n
y a ’nın, özellikle A B D ye olan ihracatı azaldı.
Hem televizyonda hem de video kaset kayıt cihazlarında (VCRs), firmaların, ülke
lerin ve uluslararası örgütlerin koyduğu y a da benimsediği standartlar son derece önem
li bir rol oynamıştır. Alman (PAL) ve Fransız (SE CA M ) renkli televizyon yayın stan
dartları, Amerikan mallarının ithalini bir derecede önleyip, A vrupa’daki ulusal piyasa
ları koruyabilmiştir. Ancak V C R konusunda, Amerika ve Avrupa firm aları uzun yıllar
öncülük ettikten sonra, Philips'in geliştirdiği sistemin son aşam asına gelindiği 1985 y ı
lında, dünya piyasalarını Jap o n rakiplerine ve M atsushita’nın VH S lisansına teslim et
mek zorunda kaldılar. VH S sisteminin başka bir Jap o n standardı olan Sony BETE-
M A X ’a göre, teknik açıdan daha geri olduğu söylenir. Buna rağmen, kısmen M atsushi-
ta ’nın diğer firm alarla ittifakı ve kısmen Japonya'nın içindeki ve dışındaki çok etkin da
ğıtım ve satış ağlarına dayanm asıyla Sony rekabeti sürdüremedi. Böylece, VH S sistemi,
optimal olmamakla birlikte, standartların bir teknolojiyi “kilitlem e”sinin (=lock-in), kla
sik örneği haline gelmiştir. Bunun daha önceki örneği, daktilolardaki ve elektrik
sanayisindeki Q W ERTY sistemidir. Paul David (1985, 1993), “kilitlenm e” olgusunun
ekonomik önemini gösterirken, B. Arthur (1988, 1989) bunun elektronik teknolojilerin
evrimindeki sonuçları üzerinde durmuştur. VH S sisteminin ve Jap o n firm alarının vi
deo üretim ve ihracındaki başarılarının bir nedeni de, üretimde kullanılan makine ve
teçhizatın karm aşıklığı ve çok hassas bir mühendislik gerektirm esidir. Jap o n firmaları,
1980’ler ve 1990’larda V C R ve TV üretimlerinin büyük bir kısmını dışarıdaki daha ucuz
bölgelere transfer etmelerine rağmen, hassas makine ve parçalar hâlâ Jap o n ya’dan gel
mektedir.
Transistörün radyo sanayisine tatbikindeki olağanüstü Jap o n başarısı, sadece basit
bir taklit değil, bir seri ürün geliştirme ve proses yeniliği yapm akla ilgilidir Amerikan,
Jap o n ve Avrupa sanayilerinin performanslarım karşılaştırdıktan sonra, Sciberras şu
sonuca ulaşm aktadır:
Jap o n firm aları (1970’lerin) en başarılı yenilikçileridir. M ontaj hattında, testler ve büyük üretim
hacim lerinde girdilerin sağlanm asında ileri bir otomasyon uygulayan Jap on lar, verim lilik ve kalite
açısından en üst performansa ulaştılar
(Scibberas, 1981, s. 590)
197
D ünya piyasasında
ürünün % payı Videolarda %90
90%
70%
60%
H esap m akineleri ve
Stereo cihazlarda %60
50%
R enkli T V ’de % 45 -
40%
30%
S iyah & B eyaz T V ’lerde %20
20 %
10%
I t
|T ransistorlu R ad yo lar % 10
I I I
0% «..........................- i______
1955 1960 1965 1970 1975 1980
Ş ek il 7. 2 ö z g iln T ek noloji D ünyada Ja p o n P iyasa P ayuun G iderek A rtışını N asıl E tk iliyor?
K a yn a k : G r e g o r y (1986).
198
düzeydeki personele verilen yoğun eğitime atfetmektedir. Peck ve W ilson da (1982),
Japon im alatçılarının tüm leşik devre teknolojisini renkli televizyon sanayisine sokarak,
montaj sırasında kullanılan işgücünden büyük bir ölçek ekonomisi sağlayabilm elerine
değiniyorlar. Bu yeniliğin başarısı daha 1966’da başlayan, 5 televizyon üreticisini 7 y a
rı iletken im alatçısını, 4 üniversiteyi ve 2 araştırm a enstitüsünü bir araya getiren ortak
araştırm a projesi ve U luslararası Ticaret ve Sanayi B akanlığı’nın (M İTİ) verdiği çok
kapsamlı bir desteğe dayanm aktadır. Bu örnek, Jap o n sosyal sisteminin bir yen ilik için
hızla kapasitesini harekete getirebilme yeteneğini gösterm ektedir (Ailen, 1981, Frans-
man, 1990).
Jap o n ya’da yaşayan bir Amerikalı mühendis, Şekil 7.2’de görülen ilgi çekici bir diyag
ram hazırlamıştır. Bu diyagram , Japon firmalarının savaş sonrası yıllard a birbirinin izle-
%-enyeni ürünlerdeki giderek artan katkısını göstermektedir. En son opto-elektronik tek
nolojilerini ayrıntılı inceleyen Kumiko M iyazaki (1995), büyük firmalardaki araştırm a ve
geliştirme faaliyetlerinin başarıdaki esas unsur olduğunu, likit kristal ekranlar ve genelde
tüketici elektroniği örneğini vererek kanıtlamaktadır. Bu analiz, Kodama'nın Japon y e
nilik sistemi hakkındaki incelemesini (1995) tamamen doğrulamaktadır.
Başka bir Jap o n araştırıcı Yasunori Baba (1985), renkli televizyon yeniliğindeki
Amerikan ve Jap on yönetim tekniklerini karşılaştırarak, bu sanayideki Jap o n firm ala
rının, otomobil sanayisinde olduğu gibi, araştırm a, geliştirme, üretim ve pazarlam ayı bir
arada, bir biriyle bütünleşik faaliyetler olarak yürütm elerinin her iş için verilen zamanı
kısalttığını, kendi deyim iyle "fabrikanın bir laboratuvar olarak kullanılarak” ürün ve
üretim yeniliklerinin bir arada gerçekleştirildiğini gösteriyor.
7. A Radar4
Televizyon gibi radar olanağı da, bunlar pratikte gerçekleşmeden çok önce bir şekil
de düşünülmüştü. Daha 1904’de, Düsseldorf’lu bir mühendis, Christian Hülsmeyer,
"uzaktaki madeni cisimleri elektrik dalgalarıyla tanıyacak” bir icadın patentini almıştı;
fakat, prototipi çalışmadı. M arconi, Haziran 1922’de, bir konferansta, karanlıkta veya
siste çalışacak böyle bir sistemi öngörmüştü, ancak M arconi Şirketi, ikinci D ünya S a
vaşı’ndan önce böyle geliştirm e faaliyetine girmemişti. Bir Amerikalı mühendis, Loewy
de, 1923’de, Am erika’da bir radar aletinin patentini almıştı.
Ancak 1930’larda, İngiltere ve A lm anya’da hükümet destekli A&G program ları baş
layınca pratik sonuçlar elde edildi. Radar1 (radyo dalgasıyla cisim ve mesafe belirleme),
İkinci D ünya Savaşı’nda askeri bakımdan son derece ya rarlı bir araç olmuştur. S ir Ro
bert W atson W att'in, elektrom anyetik dalgaların yansım asının bir florasan ekranda (bir
i R adar “Radio D etecting and R anging”, kelim elerinin kısaltılm asından ikinci D ünya Savaşı sırasında türetildi.
199
osiloskop) görülebileceğini ispat etmesiyle Hükümet hava savunması için radar zinciri
kurulm ası am acıyla öncelikli ve acil bir program a çok üst düzeyde destek verdi. Y ük
sek güçte vericilerin (M etro-Vickers) ve katot ışın tüplerinin (EM İ ve Cossor) üretim
ve geliştirilm esinde deneyimi olan bazı İngiliz firmaları savaştan önce bu program a ka
tılmışken, A lm anya’da tüm A&G çabası Telefunken'de yoğunlaşm ıştır. Savaşın sonuna
doğru Telefunken’de 8-10 bin kişi A&G faaliyeti içindeydi; ancak bunlar, radar kadar
radyo haberleşmesi ve kontrol sistemleriyle de meşgul oluyorlardı. Toplam araştırıcı sa
yısı, Ingiltere’de daha azdı ve bunlar çoğunlukla kamu araştırm a kuruluşları, özellikle,
Haberleşme Araştırm a Kuruluşu (TRE) “Telecommunications Research Establish
ment” ve daha sonra Kraliyet R adar Kuruluşu'nda “Royal Radar Establishment (RRE)
toplanmışlardı. Bu çabaların zirvesinde, kamu kuruluşlarında 3000 araştırıcı, bin kadar
da sanayide, radarın geliştirilmesine çalışıyorlardı. M arconi’nin A&G grubu, savaş sıra
sında tamamen radyo haberleşmesiyle meşguldü. Sanayinin geliştirm e tesisleri yeterli
olmadığından, kamu araştırm a takım ları projeleri tasarım aşamasından, üretim dokü
m anları hazırlam aya kadar ele alıyorlar, bazen de üretimin ilk aşam alarına kadar uygu
lama durumunda kalıyordu. Programın en önemli ve çarpıcı özelliği, bu teçhizatı kulla
nanlarla, üretenlerin ve hükümetin (TRE) araştırm a takım larının bir araya gelerek doğ
rudan çok yakın bir ilişki1 içinde olmalarıydı.
Radar çalışm alarına büyük bir öncelik verildi; üniversitelerin en iyi bilim adam ları
nın, özellikle Cam bridge'den Cockcroft ve m eslektaşlarının projeyle doğrudan ilişkilen-
dirilmesi, araştırıcıların nispi özgürlüğü ve sağlanan büyük kaynaklar sayesinde sanayi
tarihinde o zamana kadar görülmemiş bir başarıyla, olağanüstü bir süratte yen i alet ve
teçhizat akışı sağlandı. Birkaç y ıl gibi kısa bir sürede başarıyla aktif hizmete konan y e
ni teçhizat arasında, başlıca şunlar vardı: Düşman uçaklarını önlemek için yurtiçi radar
istasyon zinciri (CH ); savaş uçakları için havadan önleme radarları (A l); gem ileri ve su
üstüne çıkmış denizaltıları belirlemek için havadan yüzeye bakan teçhizat (ASV ); gem i
ler ve uçaklarda dost düşman tanıma teçhizatı (IFF); uçak savar atış kontrol radarı
(GL); uçaklar ve gemiler için seyrüsefer ve y e r belirlem eye yardım eden aletler (Gee ve
Oboe); Plan Konum Göstericisi “Plan Position Indicator’’ (PPI) gibi, havadaki radar
larla kombine, aşağıdaki yerin ayrıntılı ve doğru bir haritasını veren görüntü (=display)
sistemleri (H 2S, Home Sw eet Home). Trajik bir uçak kazasında ölmeden önce Blum-
lein, EM I'de en ileri ve karm aşık radar tipi olan H 2H ’in geliştirm esi üzerindeki çalış
mayı yönlendiriyordu.
Ingilizlerin belki de en büyük başarısı, Birmingham Üniversitesi nde Profesör Olip-
hant’ın yönettiği bir takımın, 1940’da, rezonan boşluk magnetronu “resonant cavity
magnetron’’ icat etmesidir. Bu icat “santimetrik devrim i”, 3 cm’nin altındaki çok kısa
i Y azarlar b urada “S un day Soviets” deyim i kullanıyorlar; P azar günleri yap ılan özel toplantıya takılan ad.
200
dalgaları kullanan teçhizatın üretimini mümkün kılarak, daha hassas bir performans
gösteren, küçük antenli çeşitli radar tiplerinin yapım ına yo l açtı. Bu da radar teçhizatı
nın tepe darbe (=pulse) gücünü binlerce kez artırarak karşı tarafın dalgayı bozmasını
(=jam) güçleştirdi. Bu icat bir iki y ıl Alm anlar Rotterdam üstünde bir Ingiliz uçağı dü
şürüp, teçhizatını ele geçirinceye kadar tngilizlere büyük bir üstünlük sağladı. Bu icat
aynı zamanda ABD ’y i, savaş sırasında elde edilen tüm (Ingiliz ve Amerikan) radar
know-how’larını bir havuzda toplam aya ikna etmekte en önemli unsur olmuştur.
Birçok örnekte Ingiliz radarları, her ne kadar Alman ve Amerikan radar geliştirm e
lerinin bir m iktar önünde ise de, fark o kadar da büyük değildi. Büyük devletler
1930’larda bu alanda hükümet desteğiyle çalışm alar yapıyordu. Fransa, deniz radarının
ilk sivil uygulam asını, “Normandie” yolcu gemisi için geliştirm iş ve 1940’da, bazı radar
know-how’ını Ingiltere’y e getirmişti. Alm anya savaşın başlangıcında, nispeten basit5
türden fakat, çalışan bir takım radar cihazlarına sahipti. Telefunken, daha 1936’da, PPI
için bir patent alm ışsa da, U-boat (denizaltı) takipçilerinin ve gece bombardımanları
nın, Alman savaş program larındaki öncelik derecesi düşük olduğundan, bu alanda
enerjik bir çalışma yapılm am ıştı. Santim etrik teçhizat araştırm aları da 1940’da gereksiz
olduğu düşünülerek yavaşlatılm ıştı. Santrim etrik devrimin ciddiye alınm ası ve Rotter
dam da ele geçen teçhizatın yard ım ıyla Telefunken, kısa zamanda gelişmeleri yakaladı.
Resmi İngiliz tarihi olayı şöyle kaydetmiştir:
Savaşın sonunda Almanlar, çok yü k sek ayırt etme gücüne sahip santim etrik bir y e r teçhizatı geliş
tirm eyi başarm ışlardı; bunu karıştıracak ekonomik bir yöntem de henüz bilinmiyordu. Radar sa
vunması, bu gelişmeyle radar saldırısını yakalam ış oldu; eğer savaş devam etmiş olsaydı gece bom
bardım an taktiklerinin tamamen gözden geçirilm esi durum unda kalınacaktı.
Savaştan sonraki başlıca gelişm eler üç yönde olmuştur: Birincisi, savaş sırasında el
de edilen know-how’ın sivil kullanım lara uygulanm asıdır. Ancak savaşta radar ya p ı
mında öne çıkmış firmaların (M etro-Vickers ve Cessor), savaştan sonraki sivil uygula
malarda lider olmamaları şaşırtıcıdır. Savaştaki radar çalışm alarına fazla katılmamış
olan M arconi ve Decca firmaları, D ecca’nın deniz radarı ile M arconi’nin RRE tarafın
dan olabilirlik çalışm alarından sonra geliştirdiği Doppler havacılık teçhizatı gibi, yeni
tip teçhizatın geliştirilm esinde öne geçtiler. Bu firm aların teknik önderliği, dünya radar
teçhizatı ihracatında uzun bir süre, nispeten yüksek bir payı götürecek kadar güçlüydü.
İkincisi, yen i askeri teçhizatın geliştirilm esidir. U zak mesafe yetenekli erken uyarı
sistemleri, alçak uçuş önleme sistemleri ile çok kısa dalga hava keşif radarı, Üçüncüsü,
201
bilgisayar temelli radar zincirlerine bağlı çok daha karm aşık kontrol sistemlerinin tasar
lanmasıdır ki, bunların, hava trafik kontrolü gibi sivil uygulam aları da olmuştur. Sonuç
ta bu alandaki geliştirm elerde önde olan ABD firmaları, dünya üretim ve ihracatına da
hâkim olmuşlardır.
Son olarak, savaş zam anındaki radar servo-kontrol ve yönlendirm e (=guidance) sis
temleri üzerinde yapılm ış çalışm aların uzay ve savunma alanlarındaki yen i gelişmelere
yol açması örneği verilebilir. ABD uzay programı ve haberleşme uyduları bunların en
çarpıcı uygulam aları olup, y e r darlığından burada üzerinde fazla durm ayacağız. NA-
SA ’nın 1960’lardaki harcam aları, büyük bir Avrupa ülkesinin toplam A&G harcam ala
rına eşitti. ABD, bu alandaki tartışılmaz teknik üstünlüğünü, Avrupa ve Jap o n y a’nın
artan çabalarına rağmen devam ettiriyor. Eski Sovyetler Birliği, askeri ve uzay alanın
da A BD ’nin tek ciddi rakibiydi.
7. 5 Bilgisayarlar6
Leibnitz, Pascal, Schickart, Jac q u art ve diğerlerinin hesap makineleri üzerindeki
öncü çalışm alarını izleyerek, Babbage, 1830’larda, modern bilgisayarın temel özellikle
rine sahip bir “analitik m akine’’ üzerindeki çalışmasına başladı. Babbage A&G için ilk
büyük kamu yardım ı alanlardan birisidir; yirm i y ıla yayılan 17.000 Ingiliz lirasıyla ne
özel amaçlı bir hesap makinesi olan “difference engine” de genel amaçlı bir hesap m aki
nesi olan “analytical engine” tamamlanabildi çünkü o zamanın malzeme, parça ve tek
nikleri böyle bir amaç için yeterli değildi.
Genel olarak, ilk başarılı bilgisayarların1 İngiltere’de ve ABD ’de yapıldığı düşünü
lür; oysa gerçekte Zuse, en eski bilgisayar olan Z3’ü, 1936-41 yılları arasında, Berlin'de,
geliştirm iştir. Zuse daha Teknik Yüksek O kulda bir mühendislik öğrencisiyken, birkaç
meslektaşının yardım ıyla ilk geliştirm elerini (Z1 ve Z2) yapm ıştı. Zuse’nin ikinci ger
çek modeli Z4, 1942’de Henschel uçak fabrikasında uçak tasarım hesapları için kulla
nılıyordu. Eğer Zuse, 1939’da askere çağırılıp 1940’da terhis olmasaydı, bu makine
muhtemelen daha erken bir tarihte çalışıyor olacaktı. Geliştirme çalışm aları için Alman
Deneysel H avacılık Enstitüsü nden resmi destek aldığı gibi, Zuse, Darmstadt ve Char-
lottenburg Yüksek Teknik O kulları’ndan da bazı yardım lar görmüştür.
Zuse Z3 ve Z4 hem elektrom ekanik hem de elektronik standartlara göre yavaştı.
Aynı şekilde 1937-44 arasında yapım ı süren ilk H arvard-IBM bilgisayarı, Automatic
i B ilgisayar, İngilizcedeki “com puter”in karşılığı olarak dilim ize yerleşm iştir. “Com puting” İngilizcede hesaplam a
anlam ına geliyor, hesap m akinesi diye çevirm ek uygun olurdu. Zaten, Babbage in ilk hesap m akineleri de “analitik
m akine ve diferansiyel m akine” adını taşıyor. Türkçede ilk zam anlar “elektronik b eyin ” terimi kullanılm ış, sonra “bil
g isa y a r” terim i icat edilip kullan ılm aya başlanm ıştır. B elki de bu terim yan i “elektronik beyin" bugünkü gelişm eler göz
önüne alındığında, basit bir hesap m akinesi dışında her işi yapabilen modern b ilgisayar için daha da uygun olabilir.
202
Sequence Controlled Calculator (A SCC ) de yavaş çalışıyordu. İki sayının çarpımı hem
Z3’de hem de A SC C ’de 5 saniye civarındaydı; fakat çarpma ve çıkarm a işlemleri, Z3’de
0.07 saniye, A SC C ’de 0.3 saniye sürüyordu. Alman m akinelerinin toplam geliştirme
maliyeti, H arvard’da A SC C ’nin geliştirilm esi için harcanan 400.000 $ y a da daha sonra
500.000 $ harcanan Amerikan makinesi ENIAC’ın (Electronic Numerical Integrator
and Calculator) çok altındaydı.
Belki de en dikkate değer hesap makinesi, İkinci D ünya S avaşın d a Bletchley
P ark’da geliştirilen, İngiliz istihbaratının Alman “Enigma” şifre cihazı kodlarını çözme
si için, tasarlanm ış olandır. Bu makine, bilgisayarın temel cebir (algoritm a) ve mantık
sorunlarının çözümleriyle bilgisayar teknolojisinin gelişmesinde büyük bir rol oynayan
çok parlak bir matematikçi, Alan Türing’in tavsiyeleriyle geliştirilm iştir. Bletchley M a
kinesi, İngilizlerin İkinci D ünya Savaşı’ndaki en büyük teknolojik başarılarından birisi
olup, yap tığı işlemler ancak çok daha sonra, paralel süreç makinelerinin geliştirilm esiy
le aşılabilm iştir (Jones, 1978). Bu makinenin önemi, etrafındaki sır perdesi nedeniyle
fazla anlaşılamamış fakat makine, bu müze (The Bletchley Park) am acıyla günümüzde
yeniden kurulmuştur.
İlk elektronik makine bile elektro-mekanik olanından, çarpma ve toplama işlemle
rinde, binlerce defe daha hızlıydı (Tablo 7.1). Zuse aynı zamanda, Dr. Schreyer ile bir
likte Charlottenburg’da elektronik bilgisayar üzerine çalışan ilk kimsedir. Telefunken’e
özel valflar ısmarlanmıştır; 1942’deki ilk deneme modeli1 de çok ümit vericiydi. Fakat
Schreyer askere çağırılıp, projeye resmi destek başvurusu reddedilince çalışma durdu.
Bu olay ve savaş sonundaki duraksam anın anlamı, bilgisayardaki gelişmenin öncülüğü
nün ABD ’y e ve bir ölçüde de İngiltere’y e geçmesi demekti.
A BD ’deki ilk elektronik bilgisayar olan ENIAC üzerindeki çalışmalar, 1942’de,
Pennsylvania Ü niversitesi’nde başladı ve 1946’da tamamlandı. Ordudan mali destek
alan bu projenin başlıca tasarım amacı, mermi ve bombaların yollarının hesaplanm ası
dır. Zuse’nin ilk elektronik makinesinde 1500 valf kullanılm ışken, ENIAC’da 18.000
valf kullanmıştır.
Katz ve Phillips, ABD bilgisayar sanayisinin erken tarihi hakkındaki çarpıcı çalış
m alarında özellikle, savaş sonrası ilk dönemde, özel fonların, elektronik bilgisayarın ti
carileşmesi için niçin tahsis edilmediğini açıklayan şu ilgi çekici yorum u yapıyorlar:
Genel kanaat, 1950 lere kadar bilgisayarlara ticari bir talep olmadığı şeklindedir. Thomas J . W at
son Senior, en azından 1928’den beri, iş aleminin ileri hesap makineleri ihtiyacı ve kapasitesi hak
kında herhangi bir iş adamından daha çok bilgisi olan bir lider olarak, IBM 'in New York ofisinde
teşhir edilen bir SSE C makinesinin "dünyadaki bilimsel sorunlarla ilgili tüm hesaplam aları yap ab i
i “Breadboard m odel” bir deneme tahtası y a da boş kart üzerinde elektronik devrelerle oynanması.
203
lecek kapasitede” olduğunu söylemişti; hiçbir ticari talep görmüyordu. Bu görüş, ayrıca, bilgisayar
ların potansiyel kullanıcıları olan ve bu yeni çıkan teknoloji hakkında yeterli derecede bilgilendiril
miş bazı özel firm alarda da -önde gelen hayat sigortası firmaları, telekom ünikasyon kuruluşları,
uçak yapım cıları ve diğerlerinde- kökleşmişti. O rtada önemli bir ticari talep görünmüyordu.
1945’den 1955’e kadar olan hızlı ilerleme sürecinde, m antıksal (logic) tasarım, bel
lek sistemleri ve programlama teknikleriyle ilgili sorunların bir kısmı çözüldü. ABD O r
dusu, Donanması, H ava Kuvvetleri, Atom Enerjisi Komisyonu ve Ulusal Standartlar
Bürosu, daha iyi bilgisayarlar geliştirilm esi için üniversitelere ve ilk kez bilgisayar tasa
rım ve im alatına girişen firm alara —özellikle Remington Rand (Univac) ve daha sonra
IBM —büyük ihaleler verdiler. Bu büyük bilgisayarlar ve onların daha basit elektronik
veri işlemleri (EDP) ve bilimsel uygulam alar için tasarlanm ış orta ve küçük boy model
lerinde önemli teknik ilerlem eler kaydedildi. A BD ’de ilk bilgisayar talebinin tamamı as
kerlerden gelmiştir. Pek az kimse bilgisayarların veri işleme am acıyla büyük çapta kul
lanılabileceğini öngörmüştür; kamu ve sanayide, bunun genelde askeri ve bilimsel uy
gulam alara uygun olduğu düşüncesi vardı.
Kore Savaşı’nın baskısı altında 650 b ilgisayar üreten IB M bile gelecek piyasa po
tansiyelini çok küçük görmüştü. Firmanın Ürün Planlam ası ve satış bölümleri, bu 650
makinenin normal şartlarda ticari satışının yapılam ayacağını düşünürken, U ygulam alı
Bilim Grubu ilerde sadece 200 makine satılabileceğini öngörmüştü. Fakat sonuçta
1800 makine satıldı ve bu ilk 650 makine bilgisayar sanayisinin “M odel T”si olarak b i
lindi. Bu olay da gösteriyor ki, radikal yeniliklerde piyasa talebindeki liderlikle ilgili te
oriler çok sınırlıdır ve devletin sabırlı desteği radikal bir teknolojik yenilik için son de
rece gereklidir.
Bütün firmalar içinde özellikle IB M ’in, (ED P) elektronik veri işlemenin ticari piya
sa potansiyelini değerlendirememiş olması bir sürprizdir. O zam anlar firmanın önemli
bir yöneticisi olan Thomas J . W atson Senior, piyasa payını büyütmek için fiyat kırm ak
tan çok ürün yeniliklerini öne çıkaran ve sürekli olarak geliştirm e ve mühendislik bö
lümlerini teçhizatta yen ilik teklifleriyle dolduran bir şahsiyetti. Genelde piyasa araştır
ması veya satışlarla teknik araştırm alar arasında bir fark görmezdi. IB M ’in mali sıkın
tıları olduğu bir dönemde yönetime geçmiş ve alman 40.000 $ kredinin 25.000’ini yeni
bir hesap makinesi y a da tablo dökümcüsünün (= tabulator) geliştirilm esinde kullan
mıştı. Yardım cılarından birisi şöyle yazıyordu: “Bu büyük geliştirm e harcam asına karar
vermek gerçekten çok büyük cesaret isterdi; çoğumuz, daha da karm aşık hale gelen bu
makinenin artan kirasını müşterilerin ödeyeceğinden kuşkuluyduk. Fakat sonunda, M r.
204
Watson un haklı olduğu ortaya çıktı." M akinenin geliştirilm esi dört y ıl almıştı. Ö zellik
le 1930’lu Büyük Buhran yıllarında, yeni ürünler geliştirmenin önemine işaret etmekte
ısrarlıydı: "Biz satış elem anlarım ıza yen i m akineler ve fikirler vermek zorundayız...beş
y ıl önce durduğumuz yerde kalsaydık, her şey çok farklı olurdu.” Eğitimin önemimi
vurgulam ak da onun özelliklerinden biriydi. Pek az firma çalışanlarının ve aynı zaman
da müşterilerinin eğitimine bu kadar önem vermiştir. IB M ’in Eğitim Bölümü, 1956’da
(elektronik bilgisayarlardaki büyük satışlardan önce) 14 milyon dolarlık bir bütçeye sa
hipti ki, bu satışların %3’ü civarındaydı.
Powers/Remington Rand firması teknik bakımdan liderdi ve A&G çabaları IBM
den daha fazlaydı (Hoffmann, 1976); fakat 1930’larda IBM , dünya çapındaki hizmetle
ri, satış örgütleri ve mühendisler ordusuna dayanan başarılarıyla en büyük piyasa payı
na sahip olmuştu7. IB M ’in Fransa, Alm anya ve diğer ülkelerde imalatçı ortakları da var
dı ve ilerde EDP y e dönüşecek kullanıcılarıyla delikli kart piyasasının1 dörtte üçü bu
firmanındı, ikinci D ünya Savaşı’ndan önce IB M ’in oldukça önemli A&G tesisleri ve
Londra’da hesap m akineleri alanında aldığı patentlerin sayısı, diğer bütün firmaların
önündeydi (1949’a kadar British Tabulating M achinery Company BTM, Ingiltere’deki
tüm IBM ürünlerinin tek yetk ili temsilcisi (= franchise) olup, bu ülkede IBM icatları
nın patentlerini alıyordu; kendi yürüttüğü bir A&G faaliyeti yoktu.). Sadece IB M de
ğil, NCR gibi diğer Amerikan firm aları da bu alanda, 30 yıld ır çok güçlü bir patent po
zisyonuna sahip olmuşlardır. Amerikan firmaları yaklaşık 50 y ıl boyunca, hesap m aki
neleri alanında çok tutarlı biçimde, Londra’daki patentlerin yarısın a ve ABD ’de çok da
ha büyük bir oranına sahip olm aya devam etmişlerdir.
1950’lerin başındaki veri işleme teçhizatı (başlıca delikli kart kullanan hesap maki
neleri ve tebulatörler yan i tablo düzenleyici hesap m akineleri) hem IBM hem de BTM
ve Power-Sam as gibi İngiliz firm aları için çok karlıydı. Sonuç olarak, firm aların bu du
rumda, elektronik bilgisayarları getirerek, bu teçhizatı kullanım dışı bırakm asında bir
isteksizlik mevcuttu. Bu firmalardan çoğu yen ilik yapam adı veya bu işte çok geç kaldı.
IB M ’in başarısı, geri kalm a tehlikesini atlattıktan sonra, hızla, avantajları görülmüş y e
ni ürünlerin büyük ölçekte geliştirilm elerine ve im alatına başlam asıdır. Bu değişiklik,
yönetimdeki değişiklikle birlikte gerçekleşti; aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın IB M ’e,
delikli kart piyasasındaki egemenliği dolayısıyla açtığı anti-tröst davası da sonuçlanmış
tı. Bu hikâyeyi W atson'un oğlu anlatıyor:
IB M ’in savaş sonrası tarihindeki en heyecan verici bölümlerden birisi büyük elektronik bilgisayar
lar ve veri işlemlerine ilişkindir. Çok büyük mühendislik hesaplan ve muhasebe işlemleri, 1940’la-
rın sonundaki hesap m akinelerinin yavaşlığından işleri geciktirm eye başlam ıştı.Bu sıralarda,
i “Punched ca rd ” eski tür b ilgisayarlarda verilerin girildiği sistemin ilk aşam asıdır; bugün müzelerde görülebilir.
205
Pennşylvania Üniversitesi M oore Schooî'dan Dr. Eckert ve Dr. M auchly, ordunun balistik eğri he
saplan için büyük bir elektrik bilgisayar —the ENIAC—imal etmişlerdi. Bizim alandaki pek çok
kimse, ben dahil, m akineyi görmemize rağmen, yeteneklerini tahmin edemiyorduk. Hatta, Eckert
ve M auchly, E N IAC’ın sivil karşılığını —the UNIVAC—özel im kânlarla imal etmek için Moore
School’dan ayrılm alanna rağmen pek az kimse potansiyeli görmüştü.
Firm aları sonunda, 1950’de, Remington Rand tarafından alınm asına rağmen, kısa zamanda, ABD
Hükümetine birçok m akine kurm uşlardır; bunlardan birisi, Sayım D airesi’nde (Census Bureau) bir
dizi IBM makinesinin yerlerin e konandır.
Hesap m akineleri sanayisinde y e ri göğü karıştıran gelişm eler olurken, IB M gerçekten uyuyordu.
Biz, elektronik çalışan ilk delikli kart hesap m akinesini 1947’de p iyasaya çıkardık. D aha o günler
de elektronik hesaplamanın ne kadar hızlı olduğunu anlam ıştık: M akine her kart okuma işleminin
9/10’unda, elektronik kısma yetişem iyor, m ekanik sistemin y e n i k art alm asını bekliyordu. Buna
rağmen biz, veri beslemeyi hızlandırırsak hızımızın %900 artacağı şeklindeki aşikar sonucu göre
m edik. Remington Rand ve Univac bu sonucu gördü ve öne fırlayıverdiler.
Sonunda biz de uyanıp harekete geçtik; en korkusuz ve ehil sayılan bir uzmanı genel m üdür olarak
aram ıza alarak, kendisini IB M ’in büyük ölçekli elektronik bilgisayarının geliştirilm esinin tüm aşa
m alarında yetk ili kıldık. O ve biz başardık.
Bu başarının gerisinde ne vardı? Önce, çok ağır olan mühendislik, araştırm a ve im alat yükünün
kaldıracak kadar paramız vardı. İkincisi, satıcılarım ız, piyasanın istediği tipten bir makine yap m a
mıza yardım ettiler. Son olarak da -b elk i en önem lisi- firmanın morali ço kyerin d eyd i. H erkes sa
nayide lider olmamız için bu m ücadeleyi kazanmamız gerektiğini biliyordu, uğraştık ve kazandık.
1965 geldiğinde, rakiplerim izin meydan okuması, bizim yeni bir örgüt konseptine ihtiyacım ız oldu
ğunu gösterdi. Bundan önce firma tek adam tarafından -T . J.W atso n, Sr.-yö n etiliyo rd u ; etrafında
müthiş bir takım olmasına rağmen kararları o veriyordu. Ö rgüt şemasında bütün h atlar —belki otuz
tane—hepsi T .J. \Vatson’a gidiyordu.
1950lerin başında artan iktisadi talep ve Kore Savaşı, bütün kadem elerde IB M ’in hızlı karşılık ver
mesini gerektiriyordu; bu bizim monolitik yapım ızın ötesinde bir çalışm aydı. Artan müşteri baskısı
-a rtı, Univac durumu kadar vahim olmasa da bazı kaçırdığım ız fırsatlar- bizi yen i ve tamamen mer-
kezsiz (ademi merkezi) bir örgüt yap ısı kurm aya zorladı.
Burada, Univac olayından biraz daha hızlı hareket etmeyi ümit etm iştik. Yeni örgüt, temel konsept
olarak eskisinden 180 derece farklıydı; fakat başlattık. 1956’nın sonunda, aylar süren bir planlam a
dan sonra Virginia, W illiam sburg’da, üç günlük bir iş toplantısında, üst düzeydeki yüz kadar insa
nı bir araya getirdik. Bu toplantıda m erkeziyetçilikten tamamen koptuk.
206
umann’ı aldığı gibi, 1954’de ilki satılan 650 serisi için de Sperry Rand’dan önemli y a r
dımlar almıştı. 1950’lerin başında kamu için yapılan sözleşmeli A&G faaliyetleri, IB M ’in
gelirlerinin %60’nı oluştururken, özel satışlar (daha büyük) bir toplamın önemli bir kıs
mını oluşturuyordu. 1960’larda 15.000 kişi, 18 laboratuvarda, A&G işinde çalışıyordu
(13 ABD'de, 5 Avrupa’da). En ileri özellikler taşıyan bazı çok büyük bilgisayarlar k a
mu daireleri için sözleşmeyle imal edilirken, daha başarılı olan transistörlü seriler, 1401
Serisi (1960), 360 Serisi (1965) ve 370 Serisi (1971) özel girişim ler için üretilmiştir.
Özellikle, 360 Serisinin ortaya çıkışı, savaşın ilk yılları ve sonrasındaki bilgisayarlar
la karşılaştırıldığında, bu sanayideki yen ilik çalışmasının ölçeğinin nasıl değiştiğini gös
termesi bakımından ilgi çekicidir. 360’ın toplam geliştirme maliyeti, yazılım dahil 500
milyon $ tahmin edilmektedir. Bu seri, IB M ’in daha önce STRETCH makinesinin kul
lanıldığı ve 20 milyon $ zarara neden olan daha büyük bir sisteminin başarısızlığının ar
kasından gelmiştir. STRETCH, söz verilen teknik nitelikleri karşılayam am ış, fiyatı 13.5
milyon $ dan 8 milyon $ a indirildiği halde pek az satılabilmişti. Eğer geliştirme masraf
larına devlet desteği olmasa, zarar daha da büyük olurdu.
1960’ların başında çok başarılı olan 1401 Serisi (IB M Genel Ürünler Bölümü tara
fından imal edilmiş) ve 7000 serisi (Veri Sistem leri Bölümü im alatı) ile yetinm e eğilimi
güçlüydü. Ayrıca, bu seriler birbiriyle örtüşüyordu ve her bölüm kendi geliştirm e prog
ramını aynı seride yelpazeyi giderek genişleten bir şekilde gerçekleştiriyordu. Büyük iç
kavgalar ve IB M ’in İngiltere’deki, H ursley laboratuvarındaki bir proje dahil, birçok y e
ni geliştirme projesinin rafa kaldırılm asından sonra, D ata Sistemeleri Bölümü ndeki ge
liştirmelerden yüküm lü Learson ve Evans, mevcut üretim hatlarına bulaşmadan, tam a
men yen i ve bir birine uyumlu bir seri üzerinde yoğunlaşm aya karar verdiler. Yeni se
ri iş aleminin ve bilimsel kullanıcıların ihtiyaçlarını karşılayacaktı. Aynı zamanda, orta
y a çıkan yeni, melez tümleşik devrelerin kullanılm asına da karar verildi. “Bu, General
M otors’un, mevcut tüm modellerini kaldırıp, onların yerine talep yelpazesinin tümünü
karşılayacak, kökten yeni bir motor tasarımı ve bilinmeyen bir yak ıtla çalışan, tamamen
yen i bir araba serisi getirmesine benzer bir karard ı” (W ise, 1966).
Bu gelişmeler proje rekabetinin kalktığı anlam ına da gelmemelidir; diğer taraltan da
IBM, N PL (sonraki adıyla 360 Serisi) üzerinde yoğunlaşırken, çok büyük bir tesis ge
liştirme programı (beş yeni tesis) başlatıyor ve baskılı devre üretimine giriyordu. 1964
ve 1967 arasında A&G m aliyetlerine ek olarak, IBM makine kiralam ak, tesisler ve teç
hizat için de 4.5 m ilyar $ ayırm ıştı.
Piyasaya yeni bir seri çıkarmanın riski çok büyüktür ve bu biliniyordu ancak yeni
bir seri olmazsa, hem büyüme hızında ciddi bir azalma hem de büyük bilgisayarlarda li
derlik pozisyonunun yitirilm esi durumunda kalınacağı için karar çok kritikti. Evans’ın
207
bu kararı verm ekteki haklılığını ifade etmek için kullandığı mantık, daha sonra Rolls-
Royce un yen i kuşak jet uçak motorlarını (the Spey) çıkarm ak için kullandığı gerekçe
ile kelimesi kelimesine aynıdır. Evans, başka bir şey yapm anın veya hiçbir şey yapm a
manın riskinin bundan yan i 360 Serisini çıkarm aktan çok daha fazla olduğunu söyle
mişti (W ise, 1966).
IB M ’in dışında bir düzineden fazla Amerikan firması EDP piyasasına girmişse de,
1960’dan önce hiçbiri elektronik veri işleme bilgisayarlarından kâr etmemişti. Renkli te
levizyonda olduğu gibi, RCA General Electric ile beraber 100 milyon $ ’lık ağır bir y a
tırımdan sonra, 1970’lerin başında piyasadan çekilmek durum unda kalmıştı. General
Electric ayrıca, A vrupa’da sağlam bir köprü başı kurm ak için başlıca Fransız TV üreti
cisi B ull’u satın alm a girişiminde de bulunmuştu. IBM ise 1970’lerde, piyasalardaki ege
menliğini sürdürebilm ek için mini bilgisayarlar ve büyük boy bilgisayarlar gibi, piyasa
nın bazı özel kesimlerinde başarıyla mücadele vermişti. M ikro bilgisayarların gelişi da
ha ciddi bir tehdit yarattı; fakat IBM, geç kalmış olmasına rağmen, kendi makinesini çı
karabildi.
Genel kanaat, IBM in dünya bilgisayar piyasalarında PC ’nin ortaya çıkm asıyla de
ğişen durumu anlayam ayacak kadar büyük boy (= mainframe) bilgisayarlara bağlanmış
olduğu şeklindedir. IBM, 1980’de kendi hızlı programını uygulam aya koymadan önce,
yeni piyasada, Atari, Apple, Commodore ve Radio Shack gibi firm alar ortaya çıkmış ve
satışlar 1 m ilyar $ ’a ulaşmıştı. IB M ’in kendi, A&G sistemi dışında ayrı bir özel grup top
lanarak önce Jim Lowe ve sonra da Don Estridge yönetiminde çalışm aya başladı. Bun
lara satılabilir bir ürün geliştirm ek için bir yıllık süre verildi. Takım başarıya, IBM için
alışılmamış bir yo lla yan i makinenin program ve parçalarından çoğunu dışarıdan temin
ederek, ulaştı. Robert C ringeley’in (1994) tabuları yıkan fakat çok da eğlendirici eseri
( IB M H ik â yelerin in H ep si D o ğ ru d u r), firmanın, M icrosoft’un çalıştırm a sistemini
(M SD O S) alarak, M icrosoft’un PC piyasasında egemenlik kurm asına yol açan çok cid
di stratejik hatayı anlatm aktadır. D iğerleri de, aynı şekilde, IB M ’in, o zaman küçük bir
firmanın (50 çalışan) başı olan Bill Gates ile yapılan anlaşmanın uzun dönemdeki vahim
sonuçlarını göremediğini belirtm ektedirler.
Kişisel bilgisayarlarda (PC ) dünya piyasalarında belli bir pozisyonu korumasına
rağmen, IBM 1980’ler ve 1990’larda daha önce görmediği ölçüde bir rekabetle karşılaş
tı; dünya çapındaki iş gücünü %50 azaltm aya mecbur olduğu gibi, kârlılığında da müt
hiş bir azalm a oldu. Kişisel bilgisayarlarla iş istasyonlarının hızla yayılm ası, büyük bil
gisayar satışlarında nispi bir azalm aya ve im alattaki ölçeklerin tamamen değişmesiyle
bu avantajdan yararlanan birçok yeni firmanın piyasaya girmesine yol açtı. Rekabet çok
yönlüydü: NEC, Fujitsu (büyâik makineler) ve Toshiba (taşınabilirler) gibi Jap o n fir
m aları dahil, PC’leri başlıca özelliklerini taklit eden (=cloning) sayısız küçük firma or
208
taya çıktı. Yazılımın, donanıma göre nispi ağırlığı büyüdükçe yeni yazılım firm aları or
talığı kapladı. Bunların hikâyeleri, taşlayıcı, güzel bir üslupla yazılm ış ve kendine u y
gun bir başlık seçmiş olan, C ringeley’in T esa d ü fi im p a ra to rlu k la r (A ccid en ta l E m p ires)
(1994) kitabında çok güzel anlatılır. Yeni çıkan hiçbir kitap, ABD ’deki yazılım ve bil
gisayar donanımına ilişkin yeniliklerdeki belirsizliklerin ve karm aşanın derecesini y a da
çok genç bilgisayar meraklılarının/hastalarının rolünü (uçukların zaferi) bundan daha
canlı biçimde anlatamaz.
“Transputer” ve paralel işlemlere dayalı olarak, 1980’lerin en güçlü bilgisayar sistem
lerindeki gelişmeler, belli sayıdaki bilgisayarı birleştirm eyi mümkün kıldı. Sanayi A&G
si ile üniversite grupları arasındaki etkileşim, tekrar yeni mimariler geliştirm ekte önem
kazandığı gibi, ya rı iletken firm alarıyla bilgisayar firm aları arasındaki etkileşim ler de gi
derek önem kazandı (M olina, 1989). IB M ’in y a rı iletken teknolojisindeki yeteneği,
onun esas gücünü oluşturm akla birlikte, yin e de INTEL ve diğer devre elem anları ima
latçılarıyla işbirliğini engellemedi. Birbirine bir ağ üzerinden bağlı bilgisayarlarla y a p ı
lan işlemlerin artışı, IBM 'e 1990’larda yen i fırsatlar sağlam ıştır.
209
transistorun icadıdır. Aynı zamanda, pasif elemanlar denilen (örneğin direnç ve kapasi-
törler) diğer birçok devre elemanının tasarım ve perform anslarında da devrimsel iyileş
tirmeler yapıldı.
Bu yen ilik ler ve iyileştirm eler, geliştirm e çalışm aları kadar temel araştırm alara da
dayanm aktadır. Transistor, geliştirm eye olduğu kadar temel araştırm aya da çok bü
yü k harcam a yap an bir firmanın laboratuvarlarında icat edilm iştir. Bell Laboratuvar-
ları, transistörler ve transistor kullanan teçhizat için 1953’de, 2.7 milyon £, 1960 sonu
na kadar 28 milyon £ ve Eylül 1964’e kadar da 57 milyon £ toplam A&G harcam ası
yapm ıştır. M uhtem elen Avrupa firm aları arasında sadece Philips ve Siemens 1960’lar-
da bu ölçekte bir harcam a yapabilm iştir. İleri gelen Jap o n firm aları, yarım düzine
elektronik firması dahil, 1970’lerde, A B D ’nin askeri elektronik için yap tığı büyük kat
kılardan yoksun olm alarına rağmen (A&G harcam aları cinsinden) Am erikan ligine g i
rebiliyordu.
(Amerikan Adalet B akanlığı’nın 1949'da açtığı ve sonunda, 1956’da, tarafların uyuş
m asıyla düşmüş olan anti-tröst davasından sonra) Bell’in temel patentleri, 25.000 $ ro-
yalti ödeyen herkes tarafından elde edebilirdi. Bundan önce yapılan lisans anlaşm aları
ise her firm ayla yapılan ayrı görüşmelere bağlıydı. Karşılığında, kendine ait teknik bil
gileri verebileceğini ifade eden firm alara daha iyi koşullar sağlanm akla birlikte, genelde
25.000 $ ’lık tek bir ödeme yapılm aktaydı
W estern Electric Şirketi (Bell), 1952-63 arasında, dünyanın her yanındaki firm alar
dan karşılıklı lisans çıkarları dışında, 9 milyon £’dan fazla royalti geliri elde etmişti ki
bunun 3 milyondan fazlası transistörlere aitti. Bu gelirin en büyük kısmı ABD dışında
ki firmalardan geliyordu (556.000 £’i İngiltere’deki firma baş temsilciliği tarafından ve
rilen lisanslardır). A BD ’nin endişesi, 1956’daki karardan önce, Bell patentlerini royalti
ödemeden kullanırken, bundan sonra verilen patentlere (ayrı anlaşm alarla farklı mik
tarlarda) bir royalti ödemesinin gerekm esiydi.
1952’den Eylül 1964'e kadar lisans anlaşm alarının yapılm ası ve yönetilm esi için top
lam 6.3 milyon £ harcanmış olup bunun 1 milyonu transistörler ve ilgili teçhizatla ilgili
dir. Temel transistor patentleriyle ilgili çapraz lisanslardan doğan kazançlar ise 2.6 mil
yon £ tahmin edilmektedir. Bu işteki Ingiliz firmalarının payı sadece, 4.000 £ olmuştur.
Bu lisans ödemeleri, Bell’in A&G harcam alarının ancak küçük bir kısmını karşılayacak
mertebedeydi.
Teknolojik ilerleme, 1960’lar ve 1970’ler boyunca hızını sürdürdü; bunun sonucun
da, Bell’e ilave diğer öncü Amerikan firm aları Avrupa firm alarıyla yap tıkları lisans an
laşm alarından büyük royalti ve know-how geliri elde ettiler. Fairchild’ın düzlem (pla
nar) teknolojisi patentleri özellikle önemliydi, Avrupa firm alarının yan ı sıra, Texas Inst-
210
Tablo 7. 2 Tümleşik D evrelerden Sonra Yan iletkenler
Alanında O rtaya Çıkan Başlıca Y enilikler (19601ar-19701er)
Y enilikler Firma İlk ticari üretim
K a yn a k : D o si (1981)
K a yn a k : D o si (1981)
211
ruments ve ITT gibi önde gelen Amerikan firm aları da bu teknolojiyi elde etmek için
Fairchild ile lisans anlaşm aları yaptılar. Doğrusunu söylemek gerekirse, Avrupa’da,
A BD ’y e lisansı satılan pek az eleman geliştirilm iştir: Örneğin, Lucas’m 1954’de başa
rıyla geliştirdiği yüksek voltaj ateşleme sistemleri için tasarlanm ış sanayi y a rı iletkenle
rinin lisansı, ABD ’de Delco firmasına verilm iştir. Gunn diyotlarınm üretimine ilk kez
Ingiltere’de başlanmış ve Siem ens’in ultra-saf silikon prosesi patentinin lisansını
W estinghouse almıştır. Fakat sonuçta, Amerikan firm aları devre elemanları alanında,
önemli bir “teknik ödemeler” dengesi fazlası vermiştir. Bu da, A m erika’nın bu alanda,
savaştan sonraki teknolojik üstülüğünü yansıtır. M ikroişlem ciler alanında 1970’lerdeki
gelişmeler, genelde ABD firmalarının hemen tüm önemli yeniliklere imza atmalarının
ve hızlandırm alarının nedenidir (Tablo 7.2 ve 7.3).
Teknik k n o w - h o w ’m yayılm ası sadece ödeme im kânına bağlı değildir. Y ayılm a kişi
sel tem aslara ve tartışm alara veya personel hareketlerine bağlı kalm aktadır ki Amerikan
firmalarının burada önemli bir avantajı vardır. Texas Instrument’in Araştırm a M üdürü
Bell’den geldiği gibi, diğerlerinde de anahtar personel diğer firm alardan transfer olmuş
tur. Tablo 7.3 ve 7.3’ün de gösterdiği gibi, özellikle Bell’in özgün yeniliğinden sonra
W estern Electric (AT&T’nin üretim branşı), Texas Instrument, Fairchild ve Intel,
elektronik devre elemanları teknolojisindeki ilerlemeye önemli katkılar yapm ışlardır.
Golding A&G personelinin firm alar arasındaki hareketinin, firm aların gelişmesindeki
büyük önemini ayrıntılarıyla belgelemiştir. Düzinelerce firma, çoğu fazla yaşam asa da,
bu yo lla kurulm uştur. Bunun ötesinde birçok araştırıcı veya grup, büyük ve eski bazı
firm alara katılarak, buralarda y a rı iletken çalışm alarını başlatm ışlardır. “Silikon Vadi
si” ndeki ve diğer yerlerdeki Amerikan firmaları, sadece bu hareketlilikten değil teçhi
zat yapım cıları ve Stanford gibi üniversitelerle yakın tem asta olmaktan da çok yararlan
mışlardır. Firm aların birbirinden personel alıp, yakın ilişkiler ve iletişim kurm aları, bir
çok önde gelen Avrupa ve Jap o n firmasının Amerikan elektronik sanayisinde, çoğun
lukla küçük ve orta boy firm aları satın alarak ortaklıklar kurm alarına yo l açmıştır. J a
ponların ve sonra da Güney Korelilerin, bellek yongaları tasarım ve imalatında, Ameri
kan ya rı iletken sanayisini yakalayabilm eleri, kısmen bu stratejiye kısmen de Amerikan
üniversitelerinden mezun olan öğrencilerle Amerikan firm alarında çalışmış olanları işe
alm aları sayesinde olmuştur.
Bell’deki önemli icatlardan sonra, ABD Hükümeti bu sanayiyi desteklemeye başla
dı. Hükümet, 1950’den beri A&G’y i en geniş biçimde desteklediği gibi, başlıca firm ala
rın kapasitelerini genişletmelerine yardım edip, büyük siparişler vermiştir. Arthur D.
Little tarafından yapılan bir çalışma şunları bulmuştur:
212
i
Hükümet, 1950'lerde, y a rı ilekenler, özellikle transistörlere büyük ilgi duyarak, geliştirm eleri kam
çılam aya çabaladı. Hüküm et 1950’ler ortasında, transistörlerin gelecekteki askeri teçhizatta y e r ala
cağına ikna olduğundan, askeri elektronikte belli tiplerin üretilmesi ve geliştirilm esi için yatırım la
rı hızlandırdı.
Bir düzine kadar önde gelen y a rı iletken firm asıyla yapılan, toplam 30 farklı tipte germanium ve si
likon transistor üretim anlaşması, bunlardan bazılarının bu sanayide y e r almasına yardım etmiştir.
Birçok durum da kamu yatırım ları, firmanın bu işe tahsis ettiği serm aye teçhizatı y a da tesis alanı ka
dardı. Böylece y ıld a toplam bir milyonun üstünde transistor üretim kapasitesi potansiyeli yaratıld ı.
213
Tablo 7. 4 D ünyadaki önde Gelen Yarı iletken Ü reticileri (1988-89)
1 1 N EC 4.964 8.9
со
co
2 2 Toshiba 4.889
3 3 Hitachi 3.930 7.0
4 4 M otorola 3.322 5.9
5 6 Fujitsu 2.941 5.3
6 5 Texas Intruments 2.787 5.0
7 8 M itsubishi 2.629 4.7
8 7 Intel 2.440 4.4
9 9 M atsushita 1.871 3.4
10 10 Philips 1.690 3.0
11 11 National 1.618 2.9
12 12 SGS-Thomson 1.301 2.3
13 18 Sam sung 1.284 2.3
14 15 Sharp 1.230 2.2
15 20 Siemens 1.194 2.1
16 14 Sanyo 1.132 2.0
17 17 Old 1.125 2.0
18 13 AMD 1.082 1.9
19 16 Sony 1.077 1.9
20 19 AT&T 873 1.6
214
Tablo 7. 5 D ünya Çapındaki En Büyük On Yan İletken Satıcısı
Bu işler hemen temelinden iyice anlaşılam az, farklı teçhizat y a da farklı tesislerde kolaylıkla tekrar
lanamaz; parçacıkların (toz) olmadığı bir im alat ortamı ister. Ürün yeniliği, otomobil üretiminde ol
duğundan çok daha fazla üretim yeniliğine bağlıdır. Yeni bir otomobilin çıkarılm ası, parçaları üre
ten presler, yeni kalıplar ve aletlerin yerleştirilm esi için önemli bir zaman ve yatırım gerektirirse de,
genel üretim teknolojisinde kayd a değer bir değişme nadiren gerekebilir. Öte yan dan y a rı iletken
üretimi, ürün ve üretim süreci özellikleri dolayısıyla, ürün ve üretim teknolojileri bir birine çok sı
kı bağlıdır. Bunu ötesinde, bilimsel olarak işin esası tam anlaşılm azsa, üretim teknolojisindeki deği
şikliklerin büyük m iktar bir deneyim gerektireceği açıktır. Yeni teçhizatın çalışm a özellikleri, ge
nellikle im alatı için “reçetesi” verilen yen i ürün gibi iyice anlaşılam az. Üretim sürecinin karm aşık
lığı, ayn ı zamanda, hataların anlaşılm ası ve sebeplerinin bulunm ası için çok zaman ve çaba harca
nacağı anlam ına gelmektedir.
Appleyard e t al., 1996, s. 6)
215
Firmanın EPD® patentleri
6000
•ekmene
5000
4000 • IB M éHMiip«
<
Toshiba
3000 - •Thomson
»МшмЬма
S te p *
1000- Motorola»
AM D T!(
O K I^ a a y o Ekctriı
•Nal. Seatootew or
. •SanwuBiGiTOp
0•
0 200 400 600 800 1000 1200
Yüksek belirsizlik derecesi, her yen i nesil yongada, yen i A&G ve yeni tesis m aliyeti
nin aşırı m aliyetiyle birlikte sektöre giriş için aşılmaz bir engel yaratır. Benzer düşünce
ler doğal olarak, daha küçük bir ölçekte olmak üzere, “özel tümleşik devre uygulam ası”
(A SIC s)1 denemelerinin m aliyetleri için de geçerlidir. Bu nedenle, mikroelektronik hâlâ
çok A&G yoğun bir sanayi olup, A&G giderleri çok kez satışların %10’u kadar tutm ak
tadır. Siemens, Philips, Hitachi veya M atsushita gibi büyük, çok ürünlü firmalar, top
lam A&G bütçelerinin en büyük kısmını mikroelektroniğe ayırm akta ve bu alandaki pa
tentlerinin toplam patentlere oranı,toplamın %20'sine ulaşm aktadır (Şekil 7.4). Bu çok
hızlı büyüyen sanayide hâlâ belirsizlik ve karm aşa hâkimdir. Yeniliğin maliyetinin fir
ma büyüklüğüyle ilgisi 8. ve 9. Bölümlerde ayrıntısıyla tartışılacaktır. Bu bölüm, m ik
roelektronik teknolojisinin, ekonominin diğer sektörlerine etkileri anlatılarak tamam la
nacaktır.
7. 7 Mikroelekronik Devrimi
Yeni bir teknolojinin çok büyük bir uygulam a potansiyeli olması, bunların kısa bir
zamanda ortaya çıkacağı anlam ına gelmez. Tersine, yen i ve önemli bir teknolojinin eko
nomik ve sosyal sistem tarafından özümsenmesi, y ılla r değil on y ılla r alır ve Schumpe-
ter’in (1939) ilk kez belirttiği gibi (bkz. 1. Bölüm) ekonominin uzun dalgalarıyla ilişki-
i “Application specific integrated circu itş”
216
li bir olgudur. Y ayılm a sürecinin uzaması kaçınılmaz, çünkü buhar gücü, elektrik ener
jisi veya elektronik gibi yeni bir teknoloji dalgası birçok sosyal değişim, iş yönetimi de
ğişiklikleri, ölçeklerin büyütülmesini ve eğitim gerektirdiği kadar, çeşitli uygulam aları
mümkün kılacak teknolojik icat demetlerinin de ortaya çıkmasını gerektirir.
Carlota Perez (1983, 1989), çeşitli sosyal kurum larm ataletinin, her büyük teknolo
jik dalganın yayılm ası önünde engel oluşturduğunu ve yeni teknolojiye “uyum lu” sosyal
kurumlarm ortaya çıkmasından önce, sosyal bir deneme yanılm a süreci yaşanm asının
kaçınılmaz olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, gerekli sosyal kurum lar bir kere ortaya çı
kınca da teknik ilerleme kolaylaşır ve hızlanır.
Elektronik örneğinde W iener (1949) ve Diebold (1952) gibi uzak görüşlü bilim ada
mı ve mühendislerin 50 y ıl önce, hem fabrika hem de ofiste gerçekleşecek potansiyel bil
gisayar uygulam alarının ekonomik sistemde yaratacağı değişikliklerle ilgili öngörüleri
temelde doğru çıkarken, zam anlam ayla ilgili bazı öngörüleri son derece yan lış olmuştur.
W iener elektronik sermaye mallarının, elemanların ve diğer yardım cı malzemeler ve
araçların ortaya çıkmasının uzun zaman alabileceğini göremediği gibi, yen i teknolojide
tasarım yapacak, bunları işletip bakımını yap acak m ilyonlarca insanın eğitim gereksi
nimlerini de öngörememiştir. Son olarak, yen i teknolojinin, o zam anlar nispeten çok
yüksek olan m aliyetlerini veri alarak, birçok potansiyel uygulam anın sırf ekonomik açı
dan çekici olmadığı sonucuna varmıştır.
Daha önce gördüğümüz gibi, 1950’lerden 1970’lere, elektronik sermaye m alları ve
devre elemanları arz potansiyelinde kitlesel bir genişlemeyle eski elektro-mekanik sis
temlere göre, nispi m aliyetlerde olağanüstü gelişm eler ortaya çıktı. Ancak, bu gelişm e
ler de ani olmadı. Bir kez, elektronik sanayi deneyimi fazla olmayan sektörlerde beceri
li personel sıkıntısı mevcuttu. İkincisi, makine ve teçhizatın m aliyetlerinde çok büyük
düşmeler kaydedilse de, tamamen yen i uygulam a tasarım ları için yazılım m aliyetleri aşı
rı derecede yüksek olabiliyordu. Uçüncüsü, tam ölçekli otomasyon, buna ilişkin yeni
ağır teçhizat yatırım ları ile mümkün olabiliyordu. Son olarak, önemli hizmet sektörle
rindeki otomasyon, ancak gerçekleşm esi uzun zaman alabilecek hukuk, örgüt, iş idare
si alanlarında ve toplumda önemli değişikliklerle mümkündü.
Yaygın bir yeni teknoloji ilk uygulam alarını genelde, her durum da çok m iktarda y e
ni yatırım lar gerektiren ve yeniliklere direnç göstermeyen, yeni doğan ekonomik sek
törlerde görülür. Böylece, mikroelektroniğin başlangıçtaki temel uygulam aları, bizzat
elektronik sanayinin kendisinde gerçekleştirilmiştir.
Yeni teknolojiyi yaygın biçimde kullanan ikinci grup firmalarda, elektronik alt sis
temler toplam üretim maliyetinin önemli bir kısmını oluşturm akta ve gerekli becerilere
sahip bulunm aktadır (bilimsel aletler ve yazar kasalarda olduğu gibi) y a da (hesap ma-
217
kirıelerinde olduğu gibi) makine yapım cılarının saldırgan stratejileriyle bu teknolojileri
firm alarına alm ak zorunda kalm aktadırlar.
Elektronik teknolojisini nispeten hızlı benimseyen üçüncü grup firm alar ise, büyük
ölçekte akış üretim sistemleri işletmekte olan, özellikle 1960’lar ve 1970’lerde genişleyen
piyasalar nedeniyle iş yönetiminde yen ilikler yapm a durum undaki kim ya ve elektrik
enerjisi üretim sanayileri firm alardır. Sürekli akış prosesleri, daha o zam anlarda bile es
ki tekniklerle kısmen otomatik hale getirilm işti. Bu üç grup firma da, savaştan sonra y e
ni teknolojilerle ölçek ekonomilerini birleştirme yoluyla, işgücü verim liliğinde çok bü
y ü k ve sürekli artışlar yapabilm işlerdir.
Ekonominin eski ve yavaş büyüyen (ya da küçülen) sektörlerine gelince, özellikle iyi
mühendisleri olm ayanlarda yen i teknolojilerin yayılm a sorunları çok farklı olmuştur.
Görgül yayılm a incelemelerinin ortaya koyduğuna göre, devrimci teknolojik yenilikle
rin, bunu benimseyecek potansiyel nüfusun çoğunluğuna yayılm ası için, otuz yıllık hat
ta daha uzunca bir dönem normaldir.
De Bresson (1991) en önemli ve yayg ın teknolojilerin, önce kamu laboratuvarları ve
üniversitelerde kendini gösterip, sonra güçlü A&G yapıların a sahip alet yapım cıları ve
sermaye malı im alatçılarına geçtiğini ve son aşamada, büyük tüketim malı sanayilerine
ve hizmet sektörlerine girdiğini söylemektedir.
B ilgisayarların hizmet sektörlerinde çok daha hızla yayılm a işaretleri, bunların sayı
sının 1980’ler ve 1990’larda ikiye katlanması, bazı hizmet sanayilerinde A&G faaliyeti
nin çoğalması, telekomünikasyon ve bilgisayar alanlarına yü ksek yatırım larla kalifiye
bilim adamı ve mühendislerin artışıdır. Bu değişmeler daha geniş biçimde 17. Bölümde
tartışılacaktır.
218
Notlar
1 Radyo ve televizyonun erken tarihi için bkz. Sturm ey (1958); M aclaurin (1949); Briggs (1961); Teiefunken (1928,
1953); Radio Corporation of Am erica (1963).
2 Owen Y oung’ın beyanatı: "Amiral Bullard ofisime geldiğinde, daha yeni, Paris'de gördüğü Başkanın, ABD'nin
savaş sonrası durum undan endişe ederek, uluslararası nüfuz sahibi olacağım ız üç anahtar alanın denizcilik, petrol
ve radyo olabileceği sonucuna vardı. Fakat radyoda, Ingilizler şim dilik üstün durum dadırlar ve tüm teknolojik y e t
kinliğiyle Amerika, en azından eşitliği yak alayab ilecek bir fırsata sahipti.”
3 Televizyon, Baird'in pek işe yaram ayan m ekanik sistem ini kullanarak 1929'da yay ım a başladı. 1930'larda oldukça
gülünç bir yab ancı düşm anlığıyla, B B C y i sözüm ona "A m erikan” EM İ sistemini dışlayarak m ekanik "İngiliz” siste
mini kullanm aya ikna çab alan vardı.
4 R adarın erken tarihi için bkz. Postan e t al., (1964); Teiefunken (1928, 1953); Gartm an (1959).
5 Örneğin, bomba yönlendirm ek için kullanılan Lorenz kör yak laşım huzme sistemi ve onu izleyen X -Gerat, pulse de
ğil, sürekli d algaya ihtiyaç duyan sistem lerdi. Bunlar hassas değildi ve ko laylıkla kan ştın lab ilirdi. Pulse (kesikli d al
g a) teknikleri 1944’e kad ar kullanılm adı. Benzer nedenlerle, W ürzburg setlerini kullanan Alman y e r savunm a zin
ciri Freya, Ingiliz bombardıman uçakları tarafından, 1943’de tamamen hareketsiz hale getirilebildi.
6 B ilgisayarların erken tarihi için bkz. Zuse (1961); W atson (1963); Hollingdale ve Toothill (1965) Katz ve Phillips
(1982).
7 IB M ’in gayrisafi geliri, 1946’da, 116 milyon $ ’dan, 1955'de 696 milyon $ ’a, istihdam ettikleri de 22 binden 41 bine
fırladı. 1964'de gayri safi gelir 3.239 milyon $'a, istihdam ise 149 bine çıkm ıştı. 1971’de 8273 milyon $ gelir ve 265
bin çalışan vardı, istihdam bir ara 400 bine ulaşm ış fakat, 1980’Ierin ve 1990’lan n çok rekabetçi piyasa koşulların
da hızla düşerek 200 binlere inmişti.
8 Elektronik devre elem anlarındaki yen ilikleri tamamen kapsayan çalışm alar için bkz. G olding (1972); OECD
(1968); Tilton (1971); Sciberras (1977); Braun ve M acD onald (1978); Dosi (1982).
9 Örneğin, pentode Philips de; hexode, Steim el tarafından, Telefunken'de geliştirilm işti.
219
BÎRİNCÎ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR
220
Morris, P. J. T. (1982) The development of acetylene chemistry and synthetic rubber
by IG Farben, 1926-1945, DPhil thesis, Oxford University.
Mowery, D. (1983) 'The relationship between intra-firm and contractual forms of
industrial research in American manufacturing, 1900-1940', Explorations in
Economic H istory, vol. 20, pp. 351-74.
Nye, D. E. (1990) Electrifying America: Social M eanings o f a New Technology,
Cambridge, MA, MIT Press.
Pursell, C. W. (ed.) (1991) Technology in America: A History a f Individuals and Ideas,
Cambridge, MA, MIT Press.
Rosegger, G. (1996), The Economics o f Production and Innovation: An Industrial
Perspective, Third Edition, Oxford, Buttersworth.
Rosenberg, N. (1976) Perspectives on Technology, Cambridge, Cambridge University
Press.
Rosenberg, N., Landau, R. and Mowery, D. C. (eds) (1992) Technology and the Wealth
o f Nations, Stanford, Stanford University Press.
Sloan, A. (1963) M y Years with General M otors, New York, Doubleday.
von Tunzelmann, G. N. (1995) Technology and Industrial Progress: The Foundations o f
Economic Growth, Cheltenham, Elgar.
Walsh, V. (1984) Invention and innovation in the chemical industry: demand-pull
or discovery push?', Research Policy, vol. 13, pp. 211-34.
Womack, J. T., Jones, D. T. and Roos, D. (1990) The M achine that Changed the World,
New York, Rawson Associates.
221
II
YENİLİĞİN MİKROİKTİSADI:
FİRMA TEORİSİ
Giriş Notu
I. Kısım, teknolojik ve örgütsel yeniliklerin bileşim iyle ortaya çıkan olağanüstü ve
rimlilik artışlarının örneklerini göstermişti: pamuk ipliği, petrolde katalitik parçalama,
çelik ve kim ya maddelerinde üretim ölçeklerinin büyümesi, otomobil üretiminde mon
taj hattı y a da tümleşik elektronik devrelerin m inyatürizasyonu gibi. Aynı zamanda, bir
çok sanayide ürün yenilikleri yoluyla, porselen sofra takım larından dayanıklı tüketim
mallarına, yeni malzemeden radyo ve televizyona değin çok sayıda ve ucuz ürününün
tüketiciye sunulduğu da gösterilmişti.
Bu kitap, yeniliklerin başarı koşullarını, önce tek firma ve proje düzeyinde (II. Kı
sım) ve sonra da bir ülke veya bölge düzeyinde (III. Kısım), sistematik biçimde incele
meye çalışmaktadır. 8. Bölüm, önce firm alarda başarılı yeniliklerin niteliklerini bulma
y a çalışan bazı deneysel (görgül) araştırm a projelerini ele alacaktır. Bir çok yenilikçi g i
rişim başarısızlıkla sonuçlanmaktadır; böylece, başarı ve başarısızlığın sistematik bir
karşılaştırm ası SAPPH O projesinde ayrıntılarıyla görüleceği gibi, birçok ilgi çekici so
nuçlar vermektedir. Bu da bizi, yenilikte başarılı olan firm aların özelliklerini tartışm a
y a sevk etmektedir.
9. Bölüm’deki tartışm alar, firma büyüklüğünün, yen ilik projelerini, teknolojinin tü
rü, karm aşıklığı ve m aliyeti açısından kesin olarak etkilediğini fakat kendi başına sonu
cu belirlemediğini gösteriyor. Bazı alanlarda ve sanayilerde tarihsel gerçeklerin de gös
terdiği gibi küçük firmalar, yeniliklerde çok önemli roller oynam aktadırlar. Bunların
avantajı, karar vermedeki sürat ve esneklikleri ve genelde geliştirme çalışmasını daha
düşük m aliyetle yapabilm eleridir. Tarihsel boyut burada, firma büyüklüğünün ve bir
teknolojinin ve/veya sanayinin gelişme aşamasının, büyük veya küçük firm aların nispi
katkılarını ve yapabilecekleri yeniliklerin tipini belirleme konusunda kritik olduğunu
göstermektedir.
I. Kısım, teknolojilerin hızlı bir değişme sürecinde, birbiri arkasından geldiğini ve
birçok sanayide firmaların çok hızla büyüyüp, sanayi A&G’si gibi tamamen yen i iş yö
netim teknikleri getirmelerine rağmen, temelde fazla bir şeyin değişmediği göstermiştir.
Bu unsurlardan birisi, gelecekteki teknolojik değişmeler ve piyasalar hakkındaki belir
sizliğinin yaygınlaşm asıdır. 10. Bölüm, karar vermede ve proje değerlendirmede ortaya
çıkan sayısız karm aşık ve ileri matematik tekniklere rağmen, genelde, firmaların, geliş
tirme harcam alarını ve bunun sonuçlanma zamanını, tam olarak tahmin etmelerinin
225
mümkün olmadığım ortaya çıkarm aktadır. Yatırımın getirisi ve piyasaların gelecekteki
büyüklüğü konusundaki hatalar, tipik olarak, daha da büyüktür. Tipik firmalar, geliş
tirmenin maliyet ve süresini her zaman düşük tahmin ederler; Concorde uçağı veya
“fast breeder” reaktörü1 gibi çok iyi bilinen bazı durum larda, tahminle gerçek arasında
çok büyük bir fark ortaya çıkar. Piyasaların geleceği hakkındaki tahmin yanılgıları, her
iki yönde de son derece büyüktür. I. Kısım’da görüldüğü üzere, bilgisayar, polietilen ve
sentetik lastik piyasalarının geleceği için yapılan tahminler çok düşük, nükleer enerji
için de aşırı büyük tutulmuştur.
En büyük hata payı örnekleri daha radikal yenilikler için yapılan tahminlerde görül
mektedir. M evcut ürünlerin yeni uygulam alarına ve küçük iyileştirm elere ilişkin tah
minler daha doğru çıkm akta ve proje değerlendirme teknikleri çok faydalı yönetim
araçları olarak kullanılm aktadır. Her durumda bu tekniklerin kullanılm ası y a rarlı ola
bilir: Yeni bir ürünün piyasaya çıkarılm ası ve geliştirme aşam alarındaki çeşitli potansi
yel güçlükleri ortaya çıkararak firmanın güç ve çabalarını harekete getirmede iyi bir
araçtır. Geleceğin bilinemediği gerçek belirsizlik durumu, doğal olarak temel araştırm a
ların ve en radikal icatların bir özelliğidir.
Bundan, en riskli ve belirsiz projeler hakkında hiçbir şekilde tahmin yapılm am ası
gerektiği sonucu da çıkarılm am alıdır. Tersine, I. Kısım’daki tarihi açıklam alarda da
gösterildiği gibi temel araştırm alar, uzun dönemde gerçekten son derece yararlıd ır. Gü
nümüzün en ya rarlı teknolojilerinin çoğunu, temelde üniversite laboratuvarlarındaki,
çok uzun süren fizik, kim ya ve biyoloji disiplinlerindeki temel araştırm alara borçluyuz.
Yine günümüzün en değerli ürünlerinden çoğu, inatçı mucitlerin ve girişim cilerin ser
vetlerini, kariyerlerini ve hatta hayatlarını tehlikeye atarak, geliştirilm eseydi, mevcut
olmazdı.
Yine de belirsizlik ve risk, birçok firmanın temel araştırm alara ve daha radikal tür
lerden yeniliklere ele atmasını önlemektedir. Bunun anlamı, kamu harcam alarının bü
yü k bir kısmını temel araştırm alara tahsis edebilen ülkelerin, biyo teknolojiden enfor
masyon teknolojilerine değin doğurgan teknolojilerde ve çeşitli radikal yeniliklerde cid
di katkılar yapabilecekleridir. Bu tür kamu harcam aları, bilim ve teknoloji politikaları
nın tartışıldığı 4. Bölüm’de ele alınmıştır. II. Kısmın firma stratejileriyle ilgili son bölü
mü, ister kendileri yapsın isterse rakipleri yapsın, firm aların karşılaştığı teknolojik y e
niliklere ilişkin belirsizlikler ve zararlar hakkında bilgi verecektir.
11. Bölüm, firmaların stratejilerini sınıflandırm aya çalışmaktadır: saldırgan, savun
macı, taklitçi, bağımlı, geleneksel veya fırsatçı. Sayıları az olan saldırgan strateji güden
radikal yenilikler peşindeki firmaların, m uhakkak ki, bu çabalarını temel araştırm alara
i Hızlandırılm ış nötron kullanarak, parçaladığı m addeyi tekrar üreten bir fizyon reaktörü.
226
dayandırm ası gerekmiyor; bazen bu yo la girerler. Savunm a stratejisi güden büyük sayı
daki firma ise, diğerlerinin yenilikçi çabalarını, çok kısa zamanda, kendi yen i ürünleri ve
üretim prosesleriyle cevap veririler. Buna, bazı durum larda “ikinci hız” (= fast second)
stratejisi denmektedir. Daha büyük sayıdaki firma da çok kez, daha yenilikçi firm alar
dan, lisans, isim alma (=franchising) y a da alt yüklenici temelinde, doğrudan taklitçi bir
strateji izlerler. Taklitçiler, tamamen bağımlı olurlar veya gelişen ülkelerin teknoloji it
hal eden firmaları örneğindeki gibi, bağımlı rolünü benimseyerek faaliyete geçebilirler.
Bazı sanayilerde çok az teknik ilerleme olanağı vardır veya gerçekten firm aların kar
şılaştırm alı üstünlükleri, geleneksel ürünlerini, çok eskiden beri yerleşm iş tekniklerle
yapm alarında yatm aktadır1. M oda ve tasarım yenilikleri böyle durum larda önemli ol
m akla birlikte, teknik icatları gerektirm eyebilir. Son olarak, piyasalarda ve teknolojide
koşullar o kadar değişkendir ki her zaman küçük bir özel ürün (=niche) belirlem ek ve
bu alana geçmek şeklinde tamamen fırsatçı bir girişim cilik temeli de mevcuttur.
Bu şekilde firma stratejilerini sınıflandırma girişimi, zorunlu olarak aşırı bir basitleş
tirme demektir. Örneğin, çeşitli ürünleri olan bir firma, her sektörde farklı stratejiler iz
leyebileceği gibi, bunları da zaman içinde m uhakkak değiştirecektir. Sınıflandırm a ça
bası, kuşkusuz firmaların A&G’den ve B T S’den (Bilim ve Teknoloji Sistemi) yararlan
malarının çeşitli yollarını ortaya çıkarm ası bakımından faydalı olabileceği gibi, birçok
durumda olm ayabilir de. Ancak, teknolojiyi “yakalam a” çabasındaki ülkelerin firmaları
için transfer ettikleri teknolojileri özümsemek ve kendi A&G ve B T S’den giderek artan
biçimde yararlanm ayı öğrenmek için bir strateji kavram laştırm alarında yardım cı olabi
lir. II. Kısmın sonunda y e r alan bu tartışm alar, bizi, doğrudan III. Kısım’daki ulusal y e
nilik sistemleri ve teknoloji yakalam aya ilişkin daha ileri tartışm alara hazırlam aktadır.
i Buna bir örnek olarak, T ü rkiye’de yap ılan ve belki yü z yıld ır hemen her ülkeye ihraç edilen, cazcılardan senfoni or
kestralarına değin tüm m üzisyenlerin benimsediği, uluslararası üne sahip zillerim iz verilebilir.
227
8. Bölüm
229
Sanayilerdeki yen i usul yenilik, firma içinde profesyonelleşmiş A&G bölümleri, bu
ralarda kalifiye bilim adam ları ve mühendislerin istihdamı, firma içinde hem araştırm a
hem de diğer teknik işlevlerin bir arada olması, üniversiteler ve diğer temel araştırm a
kurum larıyla temaslar ve bilime dayalı teknolojik değişimin bir hayat tarzı olarak kabu
lü gibi, daha önce incelediğimiz özellikleri taşım aktadır. ICI, BASF, Du Pont, IBM,
NEC, GM, Toyota, Siemens, GE, Hoechst, RCA, M arconi, Telefunken ve Bell gibi ba
zı firmaların son derece güçlü bilimsel ve teknolojik kaynakları olduğunu biliyoruz. Çok
uç bir örnek nükleer silahlar ve atom enerjisidir.
Yirminci yüzyıl içinde icat faaliyetleri, ister sanayi, ister kamu veya üniversite olsun,
kişisel mucitten profesyonel araştırm a ve geliştirme laboratuvarına kaydı. On dokuzun
cu yü zyıl icadın ve girişim ciliğin kahram anlar dönemiydi: Eli W hitney gibi "demirci, çi-
vici, tekstil ve takım tezgâhı mucidi ve yen ilikçisi” (aklına gelen her şeyi yapabilen)
isimler akla geliyor. H enry Thoreau, yalnız bir filozof olarak yaşarken, mezuniyetinden
on y ıl sonra kendisinden mesleğini tanımlaması istenmişti; o da cevap verdi: Bir m aran
goz, ciltçi, bir duvarcı, bir cam üfleme ustası, bir ev ressamı, bir ciltçi, bir haritacı ve
tabii ki bir yaz ar ve kurşun kalem yapım cısı. Gerçekten o, kurşun kalemle ilgili bir sü
rü icat yapm ış ve kendi küçük kalem fabrikasındaki üretim sürecini geliştirm ekten baş
ka hiçbir şey düşünmediği zamanlar da olmuştur (Petroski, 1989)1. Bu tür adamlar, on
dokuzuncu yüzyılın Amerikalı ve Avrupalı mucitleri için yadırganacak tipler değildir.
Ingiliz Sanayi Devrimi bu tür adam lara çok şey borçludur.
icat mesleğini yirm inci yüzyıla, "büyük m ucit” sıfatı yanında, kurulm asına yardım et
tiği büyük ölçekli A&G laboratuvarıyla birlikte Thomas Edison taşıdı. Edison şimdiye
kadar hiç kimsenin almadığı sayıda patente (1.093) sahip olarak mucitlerin babası sayı
labilir; ancak bunu önce N ew ark’da, daha sonra Menlo P ark’ta kurduğu büyük anlaş
malı araştırm a laboratuvarıyla gerçekleştirebildi. Edison'un çalışma arkadaşları arasın
da, ilerde, sadece A BD ’de değil Almanya ve Ingiltere’de de şirket A&G laboratuvarla-
rının kurulm asına yardım edecek nitelikte seçkin bilim adam ları ve mühendisler vardı.
Yirminci yüzyılın ilk on yılında, Edison hâlâ icat yaparken, icat faaliyetlerinin odağı,
Menlo Park, Edward Weston veya Tesla’nın laboratuvarlarından Kodak (1895), Gene
ral Electric (1900) y a da Du Pont (1902) tarafından kurulmuş şirket içi sanayi laboratu-
varlarına kaydı. Thomas Hughes (1989), 1870’den 1940’a kadar ortaya çıkan Amerikan
icat "seli” üzerindeki klasik araştırmasında, Birinci D ünya Savaşı sırasında şirket A&G
faaliyetinin, Amerikan icat faaliyetlerinin merkezi olarak anlaşmalı laboratuvarların y e
rini aldığını göstermektedir. Hatta ABD Donanması’nın sanayi araştırm aları destekle
mesiyle özellikle, Sperry Gyroscope ile kurduğu yakın ilişki nedeniyle askeri sanayi
kompleksi, diye daha sonra adlandırılan yapının doğmaya başladığı da söylenebilir.
i Petroski nin bu eseri “Pencil" Kurşun Kalem yak ın d a TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları arasında yayın lan acaktır.
230
Ele aldığımız temel yeniliklerin çoğu, uzun dönemde profesyonel A&G faaliyetleri
nin sonucunda ortaya çıkmıştır: PVC, naylon, polietilen, katalitik parçalama, hidrojen-
leme, nükleer enerji, bilgisayar, televizyon, radar, yarı iletkenler vb. M ucit-girişim cile-
rin anahtar rolü oynadığı yen ilik süreçlerinde bile (en azından ilk aşam alarda) genelde
bilim adamı ve mühendis olan bu mucitler (Baekeland, Fessenden, Eckert, Houdry,
Dubbs, M arconi, Armstrong, Zuse) sürekli araştırm a ve geliştirm e çalışmalarını yü rü t
tükleri tesislere ve kaynaklara sahiptiler. Bazıları üniversite ve kamu laboratuvarlarını
kullanırken diğerleri özel im kânlara sahipti.
Üniversiteli bilim adam ları veya mucitler çok kez yenilikçi firmaların A&G birim le
rinde danışman olarak yakın bir işbirliği içindeydiler (Ziegler, Natta, Haber, Fleming,
Michels, Staudinger, Von Neumann). Başka durum larda da özel savaş program ları,
çok seçkin üniversite hocalarını, devletlerin desteklediği yeniliklerde (atom bombası,
radar gibi) çalıştırm ıştır. Teorik bilim temeli ve ilkeleri olmadan gelişmesi mümkün ol
mayan bilim temelli teknolojilere sahip bu sanayilerde, şu veya bu şekilde temel bilim
lerle sıkı ilişki içinde olmak normaldir. Bilimsel bilgi tabanı (makromoleküler kimya, fi
ziki kimya, nükleer fizik ve elektronik), el zanaatı becerisiyle y a da mevcut üretim sis
temlerindeki deneme yanılm a usulleri ve tesadüfi gözlemlerle oluşturulamaz. Bu daha
önceki birçok teknoloji için doğru olduğu gibi, yenilerde ortaya çıkan biyoteknoloji için
de geçerlidir.
Bu yeni bilimle ilişkili teknolojilerin doğuşunun çok önemli sosyal ve ekonomik et
kileri olduğu kadar, profesyonel sanayi A&G faaliyetinin büyümesine de yol açmıştır.
Sadece geliştirme usullerini değiştirmekle kalmamış, satış yöntemleri, sanayi yönetim ve
eğitim teknikleri de değişmiştir. Artık firm alarda çalışanların çoğunluğu üretimde veya
malların taşınıp yerleştirilm esinde değil, bilgi ve enformasyon üretimi, işlenmesi ve da
ğılım ında görev yapm aktadır. En uç durumda, bilgisayar yazılım ve proses tesisleri ta
sarım ve müşavirlik firm alarında istihdam edilen yüzlerce insan, kâğıt ve bilgisayar çık
tısından başka hiçbir fiziki ürün vermezler. H atta oldukça “normal” elektronik ve kim
y a tesislerinde bile, A&G, tasarım, eğitim, teknik hizmetler, patent, pazarlam a, pazar
araştırm ası ve iş yönetiminde çalışanların sayısı üretim hattındakinden daha fazla olabi
lir. Teknik enformasyonun ve veri işlemenin karm aşıklığı, uzmanlaşmış bir enformas
yon depolama, kullanm a ve geri alm a (= retrieval) sistemini zorunlu kılm aktadır. Küre
sel telekomünikasyon sanayisindeki en başarılı firmalardan biri olan Ericsson, 1990’la-
rın ortasında, işgücünün %10’undan daha azını üretimde kullanıyordu. Bu "üretim dı
ş ı” istihdam, çok kez bir tür Parkinson Kanunu veya gösterişli bir israf diye nitelendi
rilm ektedir. H atta Gabor (1964) gibi bir bilim adamı mucit bile bu gelişmeyi iktisadi ba
kımdan gereksiz saym aktadır (belki de sosyal açıdan istenebilir). Kuşkusuz Parkinson
231
Kanunu işlemekte, bu işlerin bazılarında işgücü tasarrufu yapm ak mümkün görünmek
tedir (aynı şekilde bu üretimde de mümkündür). Ancak bu analizde esas olan, büyüm e
nin önemli bir kısmının teknolojik değişmeden kaynaklandığı ve yeni rekabet biçimle
rinin ortaya çıktığıdır.
Her ne kadar yeni sanayileri, esasta onların bilimle ilişkili yen i ürün ve üretim tek
nolojileri açısından tartışıyorsak da, bunların kökeninde ve büyümesinde piyasaların
çekiş gücünü, temel bir tamam layıcı güç olarak göz ardı etmek mümkün değildir. Bir
çok durumda piyasanın talep ce ph esi acil ve özel bir önem taşır.
Almanların doğal maddeleri ikame eden “ersatz”, ya p ay madde talebi, iki dünya sa
vaşında da, IG Farben ve diğer kim ya firmalarının yoğun A&G çabalarını kamçıkımış-
tır. Am erika’nın savaş sonrası ekonomisindeki askeri uzay talebinin gücü de, Bell Şir-
keti’nin y a rı iletkenlerdeki çağ açan bilimsel buluşuna dayalı yenilikler dalgasını ve ilk
kuşak bilgisayarları kamçılamıştı. İngiltere’nin savaş zamanı ihtiyaçları her türlü rada
rın başarıyla geliştirilm esini kam çılarken, Alman Hükümeti aynı şekilde, FM ağlarının
ve radarın geliştirilm esini desteklemişti. Jap o n hükümeti de Toyota y i askeri am açlarla
kamyon sanayisine girm eye ikna etmişti.
Bunların aksi de söz konusudur. Güçlü bir piyasa talebinin olmaması, A BD ’de, bel
li bir süre sentetik lastiğin, 1940’dan önce de radarın geliştirilm esini, A vrupa’da yarı
iletken sanayinin ve savaştan sonra da renkli televizyon sanayinin gelişmesini geciktir
miştir.
Bu anlatılanlardan, tarihsel önemleri açık olmakla birlikte sadece savaş zamanı ge
rekleri ve devletlerin piyasa taleplerinin yenilikleri yeteri kadar kam çıladığı sonucu çı
karılm am alıdır. Kimya ve diğer proses sanayilerinde firm aların m aliyet düşüren yen ilik
leri için her zaman güçlü bir talep mevcuttu, çünkü m aliyetleri düşürmek ve teknik y e
teneklerini artırm akta büyük çıkarları vardır. Proses yeniliklerinde talep ilgili sanayinin
büyüklüğüne bağlıdır. Burada, yine Amerikan petrol sanayinin, proses tasarım örgütle
rinin yenilikçi çalışm alarına olan piyasa talebi anahtar bir unsurdur. Özel firmalardan,
devletten veya yerli tüketicilerden piyasa talebi gelmezse, ne kadar çok icat da yap ılsa
bunlar yeniliğe dönüşemez.
Yenilik, temelinde iki taraflı bir olgu veya bir eşleşme faaliyettir. Schmookler (1966),
kendisi tamamen bir tarafa odaklanmışsa da, bu makasın iki tarafını da karşılaştırılm ış-
tır. Yenilik bir taraftan, iktisat m antığıyla yen i bir ürün veya üretim süreci için potansi
yel piyasa talebinin y a da bir ihtiyacın çok iyi anlaşılm asını gerektirirken, öte yandan,
temini kolay teknik bilgiler ve aynı zam anda özgün araştırm aların sonucu olan yeni bi
limsel ve teknolojik bilgiler de gerektirir. Deneysel geliştirme ve tasarım, deneme üreti
mi ve pazarlam a, teknik im kânlarla piyasanın buluşturulm a süreciyle ilgilidir. Sanayi
232
A&G’sinin profesyonelleşmesi, bu karm aşık buluşma sorununa bir cevap olan örgütlen
meyi temsil ettiği halde, yine de belirsiz bir sürecin el yordam ıyla araştırılm ası gereğini
ortadan kaldırmıyor.
Yenilik literatürü her zaman bu iki cepheden birine ağırlık veren bir teori kurm a ça
balarıyla doludur. Bazı bilim adam ları, özgün araştırm a ve yeniliğe o kadar ağırlık ve
rirler ki, piyasa ihmal edilir veya küçümsenir. İktisatçılar da genel olarak talep yanına
ağırlık verirler: “İcatların anası ihtiyaçtır”. Bu tek taraflı yaklaşım lar kısaca, yeniliğin
"bilimin ittiği” (arzyan lı) teorilerle “talebin çektiği” (talep yan lı)1teoriler olarak bir ara
y a getirilebilir (Langrish e t al., 1972). Bunlar enflasyon teorilerine benzer şekilde, bir
birini dışlayan değil, tamam layıcı teorilerdir.
Talebin çektiği yenilik teorilerini ağır şekilde eleştiren M ow ery ve Rosenberg (1979),
bu literatürde talep kavramının tutarsız biçimde kullanıldığına işaret ederek, yenilik üze
rine yapılan görgül araştırm aların sonuçlarının (çok kez olduğu gibi), tek taraflı piyasa
çeker teorilerini desteklemekte de haksız olarak kullanıldığında ısrar etmektedirler. 7.
Bölüm’deki elektronik bilgisayar, bu yeni devrimci ürün hakkında hiçbir fikri olmayan
piyasaların bu tür bir malı değerlendiremeyeceğini gösteren iyi bir örnektir.
İki teoriyi de destekleyen örnekler bulmak güç değildir. Atomik emme (=absorpti-
on) spektrometresi gibi, bunu tasarlayan mühendislerin dışında, ilk aşam alarında müş
terilerden gelen belirli bir talep olmaksızın yapılan teknolojik yenilik örnekleri çoktur.
Daha da ileri gidilirse “bilimin itm esi” teorisinin avukatları, ne potansiyel müşterisi olan
ne de bunu düşünen bilim adamının, Rutherford örneğinde olduğu gibi bunun ne işe y a
rayacağını bilmediği hatta böyle bir imkânı bile reddettiği, lazer veya nükleer enerji ör
neklerini verecektir. “Talep çekm e” avukatları ise sentetik lastik, katalitik parçalam a
veya Eli W hitney’in pamuk çırçır makinesini örnek göstererek, çok açık bir ihtiyacın
icat veya yeniliğe yol açtığını ileri süreceklerdir.
Bu örneklerden ortaya çıkacak sonuç, tatmin edici bir yenilik teorisinin bütün bu
unsurları göz önünde tutması gerektiğidir. Yenilik, iktisatçılar tarafından yeni bir ürün
veya üretim sürecinin ilk ticari uygulam ası veya üretimi şeklinde tanımlandığı için, bu
radan girişim cinin yeni fikirlerle piyasaları bağlam ada çok kritik bir katkısı olduğu or
taya çıkm aktadır. Bir uçta, tek yeniliğin, mevcut bir ürün1 için yen i bir piyasa fikrinde
yattığı durum lar olabilirken; öteki uçta, yeni bilimsel buluşların otomatik olarak bir ge
liştirme veya uyarlam a olmaksızın, piyasalara komuta edebileceği durum lar bulunm ak
tadır. Ancak, yeniliklerin çok büyük bir kısmı bu iki uç arasında bir yerd e bulunmakta
ve yen i teknik olanaklarla piyasa olanaklarının hayal edilebilecek her türlü kombinas
yonunu kapsam aktadır. İhtiyaç icatların anası olabilir fakat yaratıcılık hâlâ bir ortak ge
rektirmektedir.
i “Science-push” and “dem and-pull” theories of innovation.
233
Şim diye kadar incelediğimiz yeniliklerden hemen hepsi, bu önermeyi desteklemek
için zikredilebilir. M arconi, telsiz haberleşmesinde bir yenilikçi olarak başarı kazandı,
çünkü gerekli teknik bilgiyi, radyo uygulam asının bazı potansiyel ticari değerlendirm e
siyle birleştirebildi. Sentetik amonyak üretiminde Haber-Bosch prosesi, yüksek basınç
ta güç ve tehlikeli bir deneysel çalışmayı gerektiriyordu; savaş ve doğal maddelerin kıt
lığı korkusuyla kam çılanarak önemli bir yap ay gübre piyasası gelişmesine yo l açtı. Ön
cesinde piyasayı hiç değerlendirem ediği halde, IBM dünya bilgisayar sanayisinde, bir
zamanların en başarılı firm asıydı, çünkü tasarım ve yen i model bilgisayarlar geliştirm e
deki kapasitesini piyasalar hakkındaki derin bilgisi ve güçlü satış örgütüyle birleştire
bildi. General Electric ve RCA gibi firmalar, benzer ve hatta daha fazla bilimsel ve tek
nik güce sahipken, piyasaları az bilmeleri, başarısızlığa yol açtı.
Gerçekten tek yan lı yeniliklerin daha az başarıya ulaşabileceğini, önceden görebili
riz. Potansiyel piyasaların özel taleplerini y a da ürünlerinin piyasalara göre m aliyetleri
ni dikkate alm ayan heyecanlı bilim adamı mucitler y a da mühendisler, sonunda yen ilik
çi olarak başarısızlığa uğrarlar. Bunlar teknik başarıları ve güçlü A&G örgütlerine rağ
men, bilgisayarda EMİ ve AEI’nin, radarda ise çeşitli Ingiliz firmalarının başına gelmiş
tir. Sanayi A&G faaliyetinin profesyonelleşmesi demek, çok kez içerideki baskı grupla
rı tarafından piyasa potansiyeli, satış örgütlenmesi ve m aliyetler dikkate alınmadan ba
zı “teknolojik olarak çok tatlı” fikirlerin zorla kabul ettirilm esidir (itelenm esidir).
D iğer taraftan, bir ürün ve üretim sürecini yeterli şekilde geliştirebilm ek için gerek
li bilimsel m üktesebatı olmayan girişim ciler veya m ucit-girişim ciler de, p iyasa potansi
yelin i ve bunların satışını çok iyi bilseler bile, yen ilikçi olarak başarısızlığa uğrayacak
lardır. Bunlara örnek, Perkes’in plastik tarağıyla B aird’in televizyonunun akıbetidir.
Bu başarısızlıklar yine de, kişisel çabalar boşa gitse de, sonunda yeniliğin nihai başa
rısına katkıda bulunabilir. Yeniliğin sosyal mekanizm ası piyasada kalabilm ektir. Tek
başına yen ilik yapan bazı firm aların uğradığı başarısızlık, yen iliğin içinde saklı teknik
belirsizliklerden ve piyasanın geleceği ve rekabeti yan lış değerlendirm esinden kaynak
lanır. Teknolojide ve piyasadaki tam bilgilenm e kavram ı yen ilik gerçeğinden çok
uzaktır.
Yeniliğin cazibesi, aslında piyasanın ve teknolojinin sürekli değiştiği gerçeğinde y a t
maktadır. Sonucunda, sayısız piyasa ve teknoloji bileşimi ortaya çıkm aktadır. Bugün
teknolojik bakımdan imkânsız olan, yarın çok ilgisiz bir alandaki bir bilimsel buluşla
mümkün olabilir. Usher1, teknolojik yenilikten ziyade icada bağlı (psikolojik) bir
i Y azar, kitap referanslarında unutm uş olm asına rağmen, Abbott Payson Usber, 1929 da çıkan “A H istory of M echanical
Inventions” başlıklı temel eseriyle (D over Publications, N ew York, 1982), icat teorisine çok önemli katkıları olan bir
araştırıcıdır; icadın G estalt teorisi bu eserde y e r alır.
234
“G eştalt” teorisi1 geliştirm iş olmasına rağmen, bu teori fikirlerin bir hayal etme sürecin
de verimli birleşmesini temsil etmeye daha yakın sayılm alıdır. Bugün satılm ayan bir şey
gelecek kuşakların acil ihtiyacı olabilir. Hiç beklenmeyen gelişmeler, çoktan unutulmuş
düşüncelere hayat verebileceği gibi, günümüzün en başarılı kim ya süreçleri, yarın dodo
kuşu11 gibi ortadan kalkabilir. Radar ve “yüzdürm e” cam111 patentleri 1914’den önce
alınmıştı; polietilenin üretimi ikinci D ünya Savaş'ından sonra, talebin çok küçük olaca
ğı düşünülerek durdurulm uştu. IG Farben, sentetik lastik patentlerini barış zamanında
fiyat ve kalitede rekabet edemeyeceği için, doğal lastik karteline satm ayı teklif etmişti.
İlk bilgisayar im alatçıları piyasanın sadece kamu ve bilimsel araştırm alarla sınırlı oldu
ğunu düşünmüşlerdi. İlk elektrikli araba denemelerinden yü zyıl sonra, başlıca araba
im alatçıları, bunu yeniden ciddi olarak ele alıyorlar. Yenilik sürecinin tesadüfi kazalara
ve keyfiliğe bağlı olma özelliği, değişen piyasalarla bilim ve teknolojinin ilerlemesi ara
sındaki son derece karm aşık etkileşmelerden kaynaklanıyor. Bu etkileşme yüzeylerinde
iş yapm aya çalışan firm alar çok kez, bu süreçte bilinçli hareket etmelerinin kurbanı olu
yorlar. Y enilik sosyal bir süreçtir fakat faturası genellikle yenilikçiye çıkıyor. 10.
Bölüm’de bu ileri derecedeki belirsizliğin sonuçları tartışılıyor.
Bütün bunlar bizi çok önemli üç sonuca götürüyor. Birincisi, bilimsel araştırm alar
sürekli yeni keşiflerle ufuklar açtığından ve teknik im kânlar ortaya çıkardığından, bir
firma bu ilerlemeyi şu veya bu yöntemle izliyorsa, j'en i doğan im kânları ilk anlayanlar
dan biri olabilir. Güçlü bir firma A&G yapısı, bu bilgiyi rekabetçi avantaja dönüştüre
bilir. İkincisi, müşterilerinin ihtiyaçlarını iyi bilen bir firma, bu yen i fikirler için potan
siyel piyasaları belirleyebileceği gibi, müşterilerinin şikayet nedenlerinden yo la çıkıp
iyileştirilm iş yeni ürün ve üretim teknolojileri tasarlayabilir. Her iki durum da da hızlı
hareket eden veya en etkin olanın kazanması doğaldır; bazen de teknolojide veya piya
salardaki beklenmedik olaylar sonucu etkiler. Üçüncüsü, başarılı girişim cilik ve iyi bir
iş yönetimi, yeni enformasyon ve bilgi akışıyla birleşerek, teknolojiyle piyasa im kânla
rını birbiriyle bağlam a kapasitesini ortaya koyar.
Yenilik bir eşleştirme (= coupling) sürecidir; bu eşleşme, önce, hayal gücü olan in
sanların aklında gerçekleşir. Bu ham fikir veya anlık ilham, bilim, teknoloji ve piyasa
nın sürekli değiştiği ara yüzlerdeki bir noktada ortaya çıkabilir, işte bu anda yen i fikir
i G eştalt psikolojisi, 20. y ü z y ıl başında M ax W etheim er, W ofgang Köhler, Kurt Koffka gibi psikologlar tarafından or
taya atılan, toplam varlığın parçalardan daha fazla bir anlam ifade ettiği şeklinde "anti-structuralist” ve “anti-atom istic”
bir yaklaşım ı ifade ediyor. "Transendentalizmin m istik indeterm inizm iyle sosyoloji teorilerinin m ekanik determinizmi
arasındaki" bu teori, icat sürecini, bir derin düşünce (insight) ile ihtiyaçların bileşimi olarak görmekte, kahram anlar
teorisini bir y a n a koyarak fertlerin icat gücünü açıklam aya çalışm aktadır. Bu m aksatla, şem pazeler üzerindeki Köhler
deneyleri önemli ip uçlan verm ektedir (ibid., ss. 61 ve ilerisi).
ii Dodo kuşu, 18.yüzyılda ortadan kalkm ış, uçam ayan büyük bir A vustralya kuş cinsidir; tamamen çağ dışı kalm ak an
lam ına kullanılm ış, bizdeki zümrüdü anka kuşu gibi.
iii “Float glass" sıvı kalay üzerinde tam düz olarak cam üretme teknolojisi; ülkemize de Paşabahçe Cam la 1970’lerde gir
miştir.
235
ler doğuran yaratıcılık sorunu ortaya çıkar; ancak hemen tüm icat ve yaratıcılık teorile
rinin, bu hayali ilişkilere veya daha önce birbirinden ayrı sayılan fikirleri birleştirmeye
özel önem verdiğini kaydetm eliyiz. Bir fikir, bir mucidin veya girişimcinin aklında bir
kıvılcım gibi çaktığında, bunun başarılı bir yeniliğe dönüşmesi için gidilecek çok daha
uzun bir yol vardır. Rayon yenilik olarak ortaya çıkmadan 200 y ıl önce “icat” edilmişti;
bilgisayar yüzyıl ve uçak daha da eski bir tarihte doğmuştu.
Eşleşme süreci, sadece fikrin akılda ilk çakışı sırasında, birbiriyle ilgili olan bir şey
leri birleştirmenin çok ötesinde, tüm geliştirme çalışm alarıyla ürün ve üretim sürecinin
piyasaya sürülmesi esnasındaki yaratıcı diyalogdur. M arconi ve Baekeland gibi tek ba
şına mucit-girişimci tipler, yenilikçi firmanın ilk aşaması yaşanırken bu süreci çok ba
sitleştirmiş olabilirler; ancak daha ilerdeki aşam ada büyük firmanın eşleştirme süreci,
çok değişik bölümlerin, kişi ve kesimlerin bağıntı ve eşgüdümünü gerektirir. Firma için
de, firm alar arasında ve gelecekteki müşterilerle iletişim kurm ak, yeniliğin başarı ve ba
şarısızlığındaki kritik bir unsurdur. Daha önce de gördüğümüz gibi, birçok durumda,
özgün fikrin gelişmesi y ılla r hatta on yıllar alabilir ve bu sürede teknolojinin ve piyasa
ların değişmesine ve rakiplerin davranışlarına bağlı olarak, bu fikir de sürekli olarak y e
ni biçimler alır. Sonuç olarak, girişim cinin niteliği ve iyi bir iletişim kurm ak teknolojik
yeniliğin başarısı için esastır.
Bu tartışm ayı özetlemek gerekirse, I. Kısım’daki kanıtlarla birlikte yirm inci yü zyıl
da, çeşitli sanayilerdeki başarılı yenilikçi firmaların özelliklerini şöylece sıralayabiliriz:
1. Güçlü firma içi profesyonel A&G.
2. Temel araştırm a yapm ak veya bunu yapan larla yakın temasta bulunmak.
3. Korunmak için patent hakkını alm ak ve rakiplerle pazarlık edebilmek.
4. Uzun dönemde ağır A&G harcam alarını finanse edecek büyüklükte olmak
5. Rakiplerden daha kısa zamanda hareket etmek.
6. Yüksek risk alam aya hazır olmak.
7. Potansiyel piyasaları önceden tüm yönleriyle belirleyebilmek.
8. Potansiyel piyasalara dikkatle yaklaşıp kullanıcıları eğitmek ve yardım etmek
için önemli bir çaba sarf etmek.
9. Girişimcilik, A&G faaliyetini, üretimi ve pazarlam ayı etkin biçimde eşgüdümle-
yecek kadar güçlü olmalıdır.
10. M üşterilerle olduğu kadar, dışarıdaki bilim dünyasıyla da iyi bir iletişim kura
bilmek.
Bunların başarılı teknolojik yeniliklerin temel şartları olduğunu varsayabiliriz.
Yeniliklerin nitelikleri hakkındaki bu geçici genellemeler, bir noktaya kadar yen ilik
lerle ilgili çok sayıda örnek olayın analizi ve karşılaştırılm ası yo luyla test edilebilir (Ço
236
ğu I. Kısım’da görülmüş olan). Bu örnek olay çalışm alarındaki güçlüklerden biri, bun
ların yenilik sürecini ne kadar temsil ettiğini bilmemizdir. Gerçekte, sanayi yeniliklerine
ilişkin literatürün büyük kısmı iki gruba ayrılır: Karşılaştırılabilir olmaktan uzak, dağı
nık örnek olay tarihçeleri veya sistematik bir veri tabanı olmayan teorik analizler.
Sonuçta, yarı test edilmiş, inandırıcı ve yenilik teorisinde ilgi çekici birçok yeni an
layış (=conjectures) ortaya çıkar ama bunları reddedecek veya destekleyecek yeterli
sağlam kanıtlar bulunmaz. I. Kısmın tarihsel anlatımı ilgi çekici sonuçlara ulaşmış ol
m akla birlikte, bunları doğrulayacak yo llar bulmak y a da nispi önemlerini tartm ak güç
tür; bu hipotezlerin ve genellemelerin sistematik biçimde test edilmesi bu alandaki bil
gilerim izi derinleştirm ek için gereklidir.
Bu bölümün geri kalan kısmı bu nedenle, özel olarak yenilik hakkındaki bu tür ge
nellemeleri test etmek için tasarlanm ış bir projenin tanıtılmasına ayrılm ıştır. SAPPHO
denilen bu proje, 1970’lerde, (İngiltere’de Sussex Üniversitesindeki) Bilim Politikası
Araştırm a Ünitesi (Science Policy Research Unit, SPR U ) tarafından gerçekleştirilm iş
tir. Özgün proje, 1968’de R. C. Curnow tarafından tasarlanmış, sonraki aşam aları Roy
Rothwell tarafından yürütülm üştür.
8. 2 SAPPHO Projesi*
Projedeki temel fikir, teknolojik yenilikler hakkındaki genellemeleri, sanayinin her
dalındaki başarılı ve başarısız yenilik eşlerinin, sistematik bir şekilde karşılaştırılm ası
yo lu yla doğrulanması (veya reddedilmesi) girişim idir. D oğallıkla bu yöntem, rekabetçi
teknik yeniliğin, sanayileşmiş kapitalist toplumlardaki birçok sanayi dalının belirgin bir
genel özelliği olduğu gözlemine dayanm aktadır.
Yeni ürünlerin ve üretim süreçlerinin herhangi bir sanayi dalında ortaya çıkm asıyla,
eski ürünler ve süreçler y a demode y a da gayri iktisadi hale gelirler; bu nedenle y a şa
mak ve büyümek isteyen firm alar teknoloji stratejilerini bu rekabete uydurabilecek ka
pasitede olmalıdırlar. Bu, her firmanın zorunlu olarak araştırm a yanlısı olması veya y e
niliğini kendisinin yapm ası anlam ına gelmez. Firm alar için, hatta hızlı teknolojik deği
şime tâbi firmalar için, çeşitli alternatif stratejiler mevcuttur. Bazı firm alar yenilik y a p
m aktansa yo k olmayı tercih edebilirler. Bu alternatifler 11. Bölüm’de, daha sistematik
bir şekilde ele alındı. İlerde ürün ve üretim süreçleri şeklinde yenilik girişim lerinde bu
lunan firm alarla ilgileneceğiz. Bazı firmalar teknolojik liderliği ele geçirip geçici tekel
kârları elde etmek ümidiyle yeni ürün ve üretim sürecini piyasaya ilk çıkaran olmaya
i Projenin açık adı kitapta yo ktur; hatta am acını da belirtm ekten uzak bir ifadedir. Projenin kuruluş aşam asında
S P R U ’da bulunduğum uz için bu tuhaf başlığı yazabiliyoruz: SA PPH O = Scientific A ctivity Predictor form Patterns
w ith H euristic Origins; Türkçe, H öristik Kökenli Biçim ler H alinde Bilimsel Faaliyet Öngörü A raçları, şeklinde çev
rilebilir. Heuristic, keşfe yönelik, yardım eden bir yöntem kullanm ak anlam ında; H öristik, diye aynen bırakm ayı y e ğ
ledik, belki “bulduran" denilebilir?
237
çaba gösterirken saldırgan bir strateji örneği verirler. D iğerleri ise rakiplerinin yen ilik
lerine cevap verecek bir savunma stratejisi izlerler. Her iki durum da da (lisans altında
veya doğrudan taklit etseler bile) yen i ürün ve üretim sürecini başlatm ak için firm ala
rın bir geliştirme yeteneğine ihtiyaçları vardır. Çok kere bir firma piyasadaki ilk girişi
minde başarısız olurken, çok ürünlü firmaların, bir alanda saldırgan, diğer alanda sa
vunmacı olduğu görülebilir. Fakat uzun dönemde, ister saldırgan ister savunmacı olsun
lar, hayatta kalm aları yeniliklerinin başarısına bağlıdır.
Burada özetleyeceğimiz SAPPH O projesinin ilk aşamasında, kim ya ve bilimsel enst
rüm anlar alanında yapılm ış 58 yenilik girişim i incelenmiştir (29 çiftten oluşan liste Tab
lo 8.1'de görülüyor). Kimya sanayisindeki yeniliklerin hemen tümü proses yen iliği iken,
bilimsel enstrümanların hepsi ürün yeniliğidir. Enstrümanlar genelde elektronik, kim
yasallar petrol türevlerinden ara madde ürünleridir (SPR U , 1972). Çalışm ada daha
sonraki aşamada, aynı sanayilerden başka eşler eklenmiş ve başka yöntem ler kullanıla
rak da olsa makine mühendisliği sanayisinin çeşitli dallarında bulunan bazı eşlerle kar
şılaştırm alar yapılm ıştır (Rothwell e t al., 197-4; Rothwell, 1976, 1992, 1994).
Yenilik girişim lerine ilişkin eşlerin y a da çiftlerin (=pairing) seçiminde, başarı ve ba
şarısızlığın karşılıklı özelliklerinin gösterilmesi düşünülmüştür. Bu teknik, temel bilim
lerde, özellikle biyolojide çok yaygın biçimde kullanılm aktadır (M cK ay ve Bernal,
1966). Bir eşin iki yarısı, özel niteliği veya nitelikleri bakımından farklıysa, bu, yen ili
ğin başarı ve başarısızlığını muhtemelen açıklayabilecektir. Büyük sayıdaki eşler arasın
daki başarılı ve başarısız tiplerde, anlamlı ve sık tekrarlanan özellikler, belli bir hipotez
veya hipotez grubunun geçerliliği hakkında sistematik kanıtları oluşturur. Bu açıklam a
lar, yen i bir grup yenilik örneklemine karşı sağlam bir istatistik teste tabi tutulur. Bu
yo lla teorik çalışma için tabakalanm ış ve test edilmiş bir temel kurulabilir.
Eşlerin başarılı ve başarısız yarım larının birçok bakımdan birbirlerine oldukça ben
zemeleri beklenir ve bu da, örneğin doğru olduğunu kanıtlar. D aha önceki deneylerden
varsayıldığı üzere, yeniliğe girişen firm aların birçok ortak özelliği vardır. Benzerlik ana
lizi, iki nedenle farklılık analizini tamam lam aktadır. Önce, belli sanayilerdeki yenilikçi
firmaların paylaştığı bazı özellikleri tanımlamayı mümkün kılar. Bunlar ya rışa girmek
için gerek şartlardan olup, bu geçici genellemeleri reddeden başka başarı örnekleri bu
lunm adıkça da geçerli şartlar arasındadır. Fakat, daha da önemli olan İkincisi, bizim ba
şarı ve başarısızlık arasındaki farklılıkları ortaya çıkaran özelliklere dikkatim izi çeken
lerdir. Gelecekteki araştırm alar, muhtemelen gereksiz hipotezleri eleyen bir süreçle bu
farklılıklar üzerine derinlemesine yoğunlaşacaktır.
Eşler “birbirine benzer ikizler” değildir. Benzerlikleri, piyasaları bakımından olup,
teknolojileri bakımından zorunlu değildir. Örnek olarak, fenol y a da üre üretmek için
daha ucuz ve iyi bir yen i yöntem arayan iki firma alalım; farklı teknik çözümlere ulaş-
238
Tablo 8. 1 SAPPH O E şlerinin Listesi
Amlec dairesel akım lı çatlak detektörü Gıdaların hızlandırılm ış buzlu kurutm ası (katı)
Atomik absorpsiyon spektrometresi Asetik asit
D ijital voltmetre Doğal gazdan asetilen
Elektro-manyetik kan akış ölçeri Akriionitril I
Elektronik terazi I Akrilonitril II
Elektronik terazi II Amonyak sentezi
Şişelerdeki yab ancı madde arayıcısı Kaprolaktam I
Süt analizörü Kaprolaktam II
O ptik k arakter okuyucusu D aktil titanyum
Y uvarlaklık ölçümü Aromatik özütlenmesi (ekstraksiyon)
Taram alı (skaning) elektron mikroskop Normal parafin özütlenmesi
X-ışın m ikroanalizörü Benzenin sikloheksana hidrojenlenmesi
M etanol (metil alkol)
Sikloheksanın oksidasyonu
Fenol
N afta buhar reformasyonu
Üre imalatı
mış olsunlar. Bu örnekler, bu projede, başarı için çok iyi bir seçim, başarısızlık için de
yanlış bir seçim oluştururlar. Az sayıdaki örnekte benzerlik daha da fazladır; aynı lisans
altında, aynı temel bilgilere ulaşan iki firma gibi. Burada bile, iki imalatçı aynı talebi
karşılam ak için değişik tasarım kullanabilir. Başarı, kısmen bilimsel ve teknolojik bilgi
lerin elde edilmesine ve yeniliğin potansiyel kullanım larına yönelm iş olan "doğru” tasa
rımı geliştirm eye bağlıdır.
İcattan ziyade yenilik üzerine yoğunlaşm ak, yöntem bakım ından birçok sonuç orta
y a çıkarır. Bunlardan en önemli olanı piyasa sürecine ilişkindir; genelde mucit olarak
tasvir edilen kişinin rolü, daha geniş bir sosyal çerçeveye indirgenir. Karşılaştırmalar,
mucitlerin y a da mucit olm aya çalışanların yaptığı ve piyasaya ulaşmadan rafa kalkan
sayısız deneyleri kapsam ıyor. Bu tür çalışmalar, kuşkusuz A&G yönetim iyle ilgilenen
ler için ilgi çekici olmakla birlikte, burada dikkatler daha geniş alandaki yen ilik yöneti
mine odaklanmıştır. Başarısızlık, ticari açıdan piyasalara kadar gelmiş ve genelde piya
sada birkaç y ıl kalmış olan ürün ve üretim süreçlerini kapsar. Bu nedenle dikkatler,
hem geliştirme çalışmalarının çeşitli aşam alarında hem de üretim hazırlıklarıyla yen ili
ğin pazarlanm ası ve satış deneyimlerinde yoğunlaşm ıştır.
Proje, sanayideki yeniliklerle ilgili olduğundan, başarı ölçüsü de ticari olmalıydı. Ba
şarısızlık da, yenilik teknik anlam da çalışsa da, anlamlı ölçüde bir piyasa yaratam am ak
veya bir kâr sağlayam am ak şeklinde tanım lanabilir. Başarı ise, bir piyasa yaratm ak ve-
239
y a piyasaya girerek kâr etmekle eş anlamlıdır. Bu bölüm 29 başarı ve 29 başarısızlık ör
neğini analiz ediyor. Genelde başarısızlık, çok açık biçimde yan i iflas, fabrikanın kapan
ması veya ürünün piyasadan çekilmesi ve satılmaması gibi durum larda görülürken ba
şarı bu kadar belirgin değildir. Bir ürün dünya piyasalarına yayılab ilir fakat kâr etmesi
uzun zaman alabilir. Corfam örneğinde, büyük bir başarı beklenirken bu nedenlerle pi
yasalardan ürün çekilmişti (5. Bölüm). Başarısızlıkları bile değerlendirmek öyle kolay
değildir. Başarı ile başarısızlık arasında çok belirsiz bir gri bölge bulunuyor. Proje bu
nedenle, başarı ve başarısızlığı göstermek için çok açık biçimde “siyah beyaz” türü ör
nekler seçmiştir. Kimya sanayisindeki iki örnek ve enstrümanda bir örnek, iki eş için
uygun bulunmuş ve her iki örnekte de birçok başarılı ve başarısız ticari girişim ler ser
gilenmiştir.
Yenilikle ilgili ilk literatür taramaları, başarı ve başarısızlığın birçok muhtemel açıkla
masını ortaya çıkarmıştır. Böylece proje, çok sayıda hipotezle aynı anda birçok muhtemel
faktör kombinasyonlarını test etmek üzere tasarlanmıştır. Amaç, başarı ve başarısızlık
durumlarının özelliklerini ortaya koyabilmektir. Her örnekte iki yü z kadar ölçüm yap ıl
mıştır. Böylece, örneğin, büyük firmanın yenilikte daha avantajlı olduğu hipotezi, hem ne
kadar küçük firmanın başarısız ve hem de 500’den (veya 100, 1000 y a da 10.000) az işçi
çalıştıran ne kadar firmanın başarılı olduğunu test etmeyi mümkün kılmıştır.
Yine de, eşler arası başarı ve başarısızlık ölçümlerinin çoğu, başarısızlıktan çok, “ba
şarının...daha büyük...daha küçük...daha az...daha çok” gibi özelliklerini öne çıkaran
ifadeleri doğrulam akla birlikte, amaç, başarının özelliklerini diğer karşılaştırm alara
bağlamaktı. Projenin çeşitli ölçütlere göre test etmeye çalıştığı başlıca hipotezler şunlar
dır: Büyüklük (istihdam, A&G bölümü ve proje kadrosu); piyasa araştırm ası, reklam,
kullanıcı eğitimi, kullanıcının yeniliğe katılımı; yeniliğin çeşitli aşam alarda denetlenerek
değiştirilmesi; bilim adam ları ve mühendislerle çeşitli kilit personelin eğitimleri ve geç-
2
mişleriyle , firmanın yönetiminde, denetiminde ve planlam a sistemlerindeki deneyimle
riyle oynadıkları roller; dış dünyayla iletişim kurulması; firma dışındaki teknolojilere
bağım lılık derecesi ve firmanın yeniliğe yatkınlığı; A&G çalışm alarını örgütlemede, pa
tent politikasında, rekabetçi baskılarda, geliştirme çalışmasının hızı ve yeniliğin ticari
sunum tarihindeki yöntem ler ve etkinlikler. Analiz sonuçları üç başlık altında sınıflan
dırılabilir:
1. İster başarılı ister başarısız olsun, tüm yenilik girişim lerindeki ortak faktörler.
2. Yenilik faaliyetlerine göre değişmekle birlikte, başarı ve başarısızlıkla sistema
tik biçimde ilişkilendirilem eyen faktörler.
3. Başarı ve başarısızlığı ayıran ölçütler.
240
8.3 SAPPHO Eşleri Arasındaki Benzerlikler
58 Yenilik girişim iyle ilgili ilk 29 eş y a da çifti ele alırsak, eşlerin her iki yarısı ara
sında pek çok benzerlik görürüz (Tablo 8.2). Bu iki sanayideki (kim ya ve enstrüman)
hemen tüm yenilik girişim leri, bunu gerçekleştirm ek için kurulm uş resmi A&G ya p ıla
rı içinde y e r almıştır. Bu da I. Kısım’da y e r alan A&G’nin faaliyetinin profesyonelleş
mesi olgusunu kanıtlam aktadır. Sadece enstrümantasyon sanayisinde bu tür yapıların
dışında doğmuş bazı yenilikler vardır. Bunların çoğu başka bir çevreden getirilm iş y e
ni bir ürün için tasarlanm ıştır.
Bütün firmalar yeniliklerini şekli A&G yap ıları içinde gerçekleştirdiğinden, araların
daki kritik farkların, bu bölümlerin örgütlenmesinde, A&G faaliyetinin planlanm asın
da, projelerin değerlendirilmesinde veya mühendislere ve bilimcilere verilen teşviklerde
olması beklenir. İş yönetimi ve sosyolojisine ilişkin literatürün büyük bir bölümü, sana
y i araştırm alarının etkenliği cephesine odaklanmıştır.
Araştırma, bu tür A&G teşvikleri ve örgütlenmesi açısından sistematik farklar bula
mamıştır. Daha önceki alan çalışmalarının da bulduğu gibi, uzun dönemli planlam ada
ve proje değerlendirmelerinde ortaya çıkacağı varsayılan en iyi tekniklerin çoğu, yerleş
miş kurallara uyarak değil, onları bozarak doğdu. Bu açıdan, başarılı yenilikçiler başa
rısızlardan çok fazla ayrılm ıyor. Enstrümanda olamasa bile kim ya sanayisinde, daha iyi
iş yönetimi ve planlama tekniklerinin başarıda daha fazla bir rolü olmaktadır. A&G de
teknoloji tahmini yapm anın ve proje değerlendirmenin içsel güçlükleri 10. Bölüm’de
tartışılacaktır. Ancak başarılı yenilikçilerin, daha az başarılılara göre A&G personeli
için olağan dışı bir ödül veya cezalandırm a yöntem i uyguladığı y a da daha fazla serbes
ti tanıdığına ilişkin bir kanıt bulunamamıştır.
Muhtemel bir başarı nedeni patent önceliği olabilirdi, ancak bunu farkını da belirle
mek mümkün olmamıştır. Hemen bütün yenilikçiler, başarılı başarısız önemli olduğunu
düşündükleri patentleri alm ışlardır. Başarısızlık, bir örnek olay dışında rakiplerinin pa
tent pozisyonuna bağlanamaz. Sonuçlar, yenilikçi firmaların kendilerine pazarlık şansı
yaratan ve alana giriş haklarını garantileyen patentlerini alırken, genelde çok uğraştık
larını gösteren tarihsel örneklerle tutarlıdır, ancak yine de bu patentler rekabetçi geliş
meleri hiçbir şekilde engelleyememektedir.
Başarı proje takım larının örgütlenme biçiminde de yatm ıyor. Bir hipoteze göre, y e
niliklerin daha az başarılı olması, bölümün katı disiplin içinde çalışmasından kaynakla
nır. Ancak, geleneksel disiplinle çalışan büyük A&G örgütlerinden doğan proje geliştir
me takım larının yeniliklerdeki başarı ve başarısızlıkları benzerdir.
Kanıtlanamayan başka bir hipotez de başarılı teknoloji ve iş yönetimindeki yen ilik
çilerinin, akadem ik bakımdan daha az (veya daha çok) kalifiye olduklarıdır. İş alanın
241
daki yenilikçiler arasında, başarının ve başarısızlığın önemli bir sebebi akadem ik kalifi-
kasyon olabilir, ancak bu da görülemedi; çünkü, iş alem indeki yenilikçilerin çoğu ve
teknolojik yenilikçilerin hemen hepsi, eşlerin her iki yarım ında da zaten kalifiye mühen
dis ve bilimcilerdi. Kimya sektöründe, doktoralı olanların daha başarılı olduğuna dair
hafif bir eğilim görülüyor. Bu iki sanayide amatörlerin nadiren yen ilik yönetimine seçil
dikleri açıktır. Sadece iki örnekte, muhasiplerin iş yenilikçisi olarak başarısız oldukları
görülmüştür ama bu genel bir teori kurulam ayacak kadar küçük bir sayıdır. Bu iki sa
nayide de muhtemelen, amatörlerin varsayılan üstünlük veya zaaflarını ortaya koyacak
yeterli sayıda teknik kalifikasyonu olmayan yenilikçi örneği yoktur. Bu tür örneklerin
bulunamaması da yenilikçi sürecin profesyonelleşmesinin bir başka kanıtıdır.
242
herhangi bir ilişki bulunamamıştır. Bu bulgular da, yorum sırasında dikkatle ele alınm a
lıdır; bu mesele 10. Bölüm’de daha ayrıntılı biçimde tartışılacaktır.
Bazı teorilerin aksine, başarısızlıkla firmanın yenilik yap m aya çalıştığı alanlara y a
kınlığı arasında da bir ilişki bulunamamıştır. Firm aların yenilik yap tığı alanlara ya k ın
lıklarında önemli farklılıklar vardır; sonuçlar başarı ve başarısızlığın bu örnekler arasın
da eşit dağıldığını göstermektedir.
Başarıyla başarısızlık arasındaki farkı bulm aya yaram ayan başka bir ölçüm seti de
firmanın büyüme hızıyla rekabetçi ortam ilişkisidir. Kuşkusuz, yenilikten önce büyü
mekte olan ve rekabetçi baskıya maruz kalm ış olan firm alar arasında farklılıklar mev
cuttur. Ancak bu farklılıklar, yenilik girişim inin başarı derecesini açıkça etkilememiştir.
Yine de bu sonucu abartm am ak gerekir. Bu ifade, rekabetçi baskıların ve azalan büyü
menin yenilik girişim lerini kam çılam adığı anlam ına gelmez ama sadece bunlarla başarı
garantilenemez.
Fazla beklenmeyen bir sonuç da, geliştirme zamanında önde olmanın başarıyla güç
lü bir korelasyonunun olmamasıdır. Geliştirme zamanını kısaltan, prototipten y a da pi
lot tesis aşamasından piyasaya hızla gelen yenilikçilerin başarılı olduğu sanılırdı. O ysa
bu hipotez, sadece uygulam alı araştırm aların ilk aşam alarında geçerlidir. Kimya
sanayisindeki başarılı firm alar bu ilk aşam ayı hızlı geçenlerdir. D aha kısa geliştirm e za
manının başarıyla ilişkili olduğuna dair herhangi bir kanıtın bulunmaması, donanım ge
liştirme süresini, ya p ay olarak, kolaylıkla kısaltılam ayacak olan hayvanların üreme za
manına benzetenlerin eline bir koz verm iştir (Burke, 1970). Başka bir husus da, başa
rılı firmaların daha sonraki aşam alardaki dertlerden kurtulm ak için geliştirme aşam ası
nı uzattıklarıdır. Bu yorum a, başarı ve başarısızlık arasındaki farkları bulm aya yönelik
ölçümlerden, dolaylı olarak önemli m iktarda destek gelmektedir.
Son zamanlarda, geliştirme zamanı bakımından, Jap o n firm alarıyla Am erikan fir
maları arasındaki sistem atik farklara ilişkin bazı kanıtlar ortaya çıkm ıştır (M ansfield,
1988; W omack e t al., 1990; Graves, 1991). Daha kısa Jap o n zamanı, en azından bazı
sanayilerde, yenilik yönetim indeki özel Jap o n örgütlenme tekniklerine bağlanabilm ek
tedir (Baba, 1985; Nonaka ve Takeuchi, 1986). Bu tekniklerin bazıları I. Kısım’da an
latılmıştır; ancak SAPPH O projesi Jap on firmalarını kapsamadığından, Avrupa ve
Amerikan yenilikleri arasındaki sistematik farkları ortaya çıkarmamıştır.
8. 5 Başarının Biçimi
Y apılan iki yü z ölçümden sadece küçük bir m iktarı başarı ve başarısızlık arasındaki
farkı açıkça ortaya koymuş ve bunlar da iki sanayi arasında çok az değişmiştir. Başlıca
ölçümler Tablo 8.2’de görülmektedir.
243
Bunların en güçlüleri pazarlam ayla ilgili olanlarıdır. Bazı örneklerde pazarlam a çok
aşikar bir gerek sayılırken, bazılarında en aşikâr şartların ihmal edildiği görülmüştür.
Başarılı girişim ler başarısızlardan sıklıkla, kullanıcıların eğitimine, reklama, pazar tah
minlerine ve satışlara (özellikle, enstrüman örneklerinde daha fazla) büyük dikkat at
fetmek ve kullanıcı ihtiyaçlarını anlam ak bakımından ayrılıyor.
Başarı ve başarısızlığı en açık biçimde ayıran tek ölçüm ‘‘kullanıcı ihtiyacını anla
m aktır”. Bu düz anlamda, başlıca etkili bir piyasa araştırm ası göstergesi şeklinde yo
rumlanmamalıdır. Bu A&G ve tasarım faaliyeti olduğu kadar yenilik yönetimini de y a n
sıtm aktadır. Ürün ve üretim sürecini, gelecek kullanıcıların özel isteklerini karşılaya
cak, sorunsuz biçimde tasarlam ak ve geliştirmek, bu günkü piyasaları çok erken bir ta
rihte anlamış olm aya bağlıdır. Von H ippel’in (1976, 1978) yeni ürün geliştirm ede “ak
tif müşteri" paradigm ası ve Teubal e t al. (1976), İsrail tıp elektroniği sanayisindeki “pi
y asa belirleyiciliği” yaklaşım ları da aynı sonucu işaret etmektedir. Bu konu, M ansfield
e t a l.’m (1977) proje seçim sistemlerinde A&G ile pazarlam a bütünleşmesi ve başarı ih
timalini etkileme yolları hakkm daki ilgi çekici çalışm alarıyla Lundvall’ın (1985, 1988b,
1993) araştırm alarında daha da ileri götürülüp irdelenmektedir.
Bu yorum başarısız örneklerde geliştirmeden sonra ortaya çıkan beklenmedik dü
zeltmeler ve arızalarla (bugs), başarısız örneklerin yaklaşık yarısın da görülen kullanıcı
uyarlam a ihtiyacı şeklindeki güçlü kanıtlarla da doğrulanm aktadır. Yine başarısızlık ör
neklerinin yaklaşık dörtte üçü, büyük satış sonrası sorunlar yaşam ıştır. Böylece “kulla
nıcı ihtiyacını anlam ak”, A&G performansının etkenliğini ölçmekte olduğu kadar, pa
zarlam a ve genel iş yönetiminin etkenliği açısından da çok belirleyicidir.
Proje takımının büyüklüğü, diğer büyüklük ölçütleri pek fazla farketmezken, açık
bir fark ortaya çıkarm ıştır. Bazı örneklerde, küçük firm aların büyük proje takım larını
seferber etmesi, belli bir projeye aşırı odaklanma demektir. Bu husus 9. Bölüm’de ele
alınan küçük firmanın nispi avantajı düşünülürse önem kazanır. D iğer bir ölçüm de, dı
şarıdaki bilim toplumuyla eşleşmeyle ilgili olarak, A&G de bir uzmanlaşmanın avantaj
larını işaret etmektedir.
C arter ve W illiam s (1959a), daha o zaman teknolojik bakım dan ileri bir firmanın
en önemli özelliğinin dış dünyayla iyi bir iletişim kurm a olduğunu vurgulam ıştı. Pek
tabii ki yen ilik girişim i en geri firm alarda bulunamaz. Fakat bu tür girişim de bulunan
ların genel iletişim biçim lerinde kayda değer farklar görülür. Dış dünyayla daha iyi ile
tişim başarıya yol açar, ancak en önemli fark, dışarıdaki bilim topluluğunun bu yen i
likle ilgili en yakın bilgiye sahip uzman kadrolarıyla kurulan iletişimle ilgilidir. Sade
ce bilim dünyasıyla kurulan genel bir ilişki içinde başarı ve başarısızlık ayrım ı y a p ıla
m amaktadır.
244
КЗ —
чо КЗ' СМ —СМ 40 00 *43
*43
03
N . 4 3 ХГ
00 — N
ю К З *43 К З МГ *43 43 40 СМ ^ ^ К . to *43 *43 К З N 3 СМ *43
о odd ö о оо ö ÖÖ ©
ci
Ö
n
V
О lO Y - - 1 © к ЧО Ю I КЗ 4 3 *43 00 —CM N* © ^Г
со
II ©
— —
СМ© *4М
СМС 3 0^ '—
M' К
—.С
О С
— KМ
. C
СM
М’N
—.1 ©
СМ N. —
СМ *43 40 'Т
СМ N
—.С
М
—. 00
— СN
М.
СО
<d
ЬVн *4 3 —
'КЗ—
I4Q K 3 C M I I I — см 'Т СМ ^ *43•
со
<в
рь<
V
со
II К
ЗIN. 00 -О
— N.
СО
см I СМ КЗ*43
со
>t -W g
«Р >3—Л— V $ Cd
N *3 —
•э - :3 -5 3
^ « «2 " - О О
С С ï Ê N ÿ
,ь ;0 t s л f r
£>s l i p s *
;°ТЗ e1
s S <ЙJ S
ti - -° 3 Ь s Ë-*u -°
С si
S"0 C . sN —-i"S ^
^•— e î_,
i 55 .£3 2 £
С
>i CL -p co* ‘ c 13 ce
uФ I nî p N “>
С 'C ü u сË»u >M)1“ ‘E>. b I
■3o С
si 3оm« gtjjSj-’sс - =Ëз "c5 ! t
я Ml S Ï ? > c ü
£ i: « u +
245
ю1 ю
о © см 'T- 40
«5 к см
*—< ьо о о т- Cs to С
T Мto ©
VOtr> ьо ол о к о © © о\ 1© 40 ч
т
Оо ts. о о 1
— 1о © см ©1 — ©© ©
о о Cfi о о •—
> о о о © см ©©©©©
I s5
ö о о о о о о о ©© © ©©о ©©
CQ
K. lOK. N 'T
tO О I MCS
I I cm I o>
04 40 К СО К СО Ю 40 СМ *-С О К К К LO
МГ LC см 04 СМ 40 см ю т I -
I ^ N, 04 ©
Cl о о к ю
ев
-П
eti
-ос
"О
ИевеЗв
о fi s §
jeа 4> s :0_ с_
-. Ч ^ .fi ’
<у ‘В
;> тзс
ев
■с аU, a fi а>
^ 2
:fi 0 -f i
.S
e öè г*
* “ a 2*-fiо i! ТЗэ '
"а " я S 'S Ë"S
£
>» в- -fi
й*"с
-, ч
:° -T3eti 1S 4«i евСи S J С§-в JSС 5&■= i "о S
"О С с :с ь
N
ев
С V
ев “ О
:0
ьо _ев
«e. -o
со* 4« S
-f i
j -S s
eti
JSi“ О"
ч-* ^ев -f^3i -2 to.
с и о
пЗ С с “3 а» )bb 1 3 ев
-о > _2 Ё^‘
^ 4) В
S ybß
00) _ceti *0Ё "n
-fi :0
’ з *fi
V) '
i * ев -м 2 d
^■в ев з
С ев - п *>
Jbû 4
S-* . Z5 -d - Ч ,-С 8ЛI J2' "fiев ев
fi 4)s~-fiев "*Jo со- - с .>2Ь*0"о5- : l ^ J :0с о
- * .2 С "О и
I
iS >- T
0) +- 5 ^
5-
4> 0) s (JJ 4>
fi -D -С ?bD-fi .3
eti
о § bû.
32- h
Ъ'Ъ
ni с
е d
^ л fe & с?
о с
i n 11
>>•§ <u 3 -Ь 3 rt İe s с SСO H
İU «
fi fi г- ев -тз *2
с jä eев
?! 4) *3 ™ 25- 2о с *^- 0r3 уV е2*в jeu- je
_§о -з* 8 4 “ s ’5 н D ЙС .S _ 3* -ОS ев .2 § JS
я з bß 35 >
u
•О
4
> —
.■
u
f
i .S
d
-с
I л2 ьо.й" h fi >,
-C
С .5 с ев
ев fi
м
^ лЧ
С
;3
d.! 4
M.
1
•S ;o <£ ^ .2" *0-0 ^ .£ -О -С ÏЕ яЙ w -
*1 "о О (у
"■o « '"ti-4) ^ .s ев ев I
О «
= ~ :э Ь
П з с»
Sc ■§
7* 2 ■i S>3 з j M 4»C “: 3 ,С
Tfi o -E H
О " «o- ев >Ь£) СО" ' С И с
«в *$- с
ев i i Ä 2S S
fi 'o 2 с -fi 3
-2 :?h p Ï
- o -С ~ С ев ч -fi ",1
С сО
3
11? O -fi ев С ев V 4)
> ОС >н ИЗ О
.O U
><o- bo “ :n
.Ä = İ ^ £ -О е
СЛв ьо„
О
246
o VO
o K 40 CM vo
© N. 40 VO CM VO to CM to
VO © to Tr © © vo to © 40 vo
VO © © CM © © ^r to ©
© © © © © © © — © ©
Ö © © © © © © © © © ©
VO I tO 'T- to to K 40 VO — to
cm 40 © cm «— O VO 00 ^ o CM
— — CN
—
—
xr
CM
vo
—«
to
—
40 vo vo VOCM 00 Jd
0
o
I OS to CM CM 'M- ^40 — to o
CQ
feV
CO
40 to tM "’T 'T 'T VO 40
Jd
o
>»
VO © 00 40 VO VO "O- K. to 40 ^ Jd
:0
tfl
-o
c
c n
4) 1 -a cfl
(Bilim
-O
JT a>
a c
SO 6 I—
Kaynak: Science Policy Research Unit, SPRU
£ hû-2 >
(U .
)C- JÖÛ, id )fcJ> SO 4J PÖ
5: G - -o ^ 'O ho : -o "O "5
CQ
-o ; © 4> hII
c •I1 * E - 2
£ -o i S_ .2CO ■jjj-3
<*c >hû £ - o C. cx C CO
2
3" ’B S : 5)
Io s-a *1 s ' Ş-S Vi
c _3
2 oT rt - 2 r"g -2 C-. Jz 1) -=
SO : : "P -o JS 04>3 c4> <
l> c
b d - ■§ -o Sf «"-Tl
£ ' İH G aj ^ j» -S V 6 £
-o - U ’T l — G b <t3
a ' N c 5
SO ■
JD £ -
-2 c :2 T
4) cfl _4J >hû i sc ed -grt T= ^ -r- t e S g
-O £
flj
C - to Jd -0 _g 0 c
-2 a>>
> cV * * C S s c . 53:° .1 -5
11>)>"0
c SC
3 c c«3fl C C
"y* C 4- -•0S .fe
S 'B
CÖ . a> so Jd '°
>> -c ^ 4) - -2
> y >ho « :S
c^ £ c—10c
*0I - JD
cO C
-o st
0
c
h b -o sn! yF>srt
= £
c
tf
CÖ 1 j •-J c
X ”0 ^ Jd = § f 2 ■§.' "g
v> T2
K
£ : s :0 5 cjSTİ ^ <0
-5 js m 14 - g rt JO -id
0
7İ 0) -j5 .Sft -Ccd CO"
£ :?
C n _0 N-Û .2- c/>:0bo L.
-
-id
a>
c? 2 X•-2 ' c ^ 4> - c c ’o* * a c
£ ^
v>- -h o*
-id . Jd
£ -2 v s s CQ
I §d 4> — u .© « .2-1 TS S B .2c £ io i EAti
:0 C :0 C so -£ 1 . 8 +roJ CO CQ
2
Û- 60 £ 00 £
bû n  4-
ft -O
247
Bütün bu farklar sonuçta, iş yönetiminin kalitesine ve tipine bağlanır; bu açıdan da
iş yönetiminde yenilik yapanlarla ilgili ölçümler en dikkat çekenlerdir. Önce şunu belir
telim: Kimya sanayisinde iş yeniliği yap anlar (= business innovator) bir üst yönetici de
ğildir; bu durum daha çok enstrüman sanayisinde görülmektedir. Başarılı ve başarısız
lar arasındaki en ilgi çekici fark, beklenmese de, yaşlılığın başarıyla ilişkilenmesidir. Ba
şarılı adam lar (hepsi de erkektir) daha yetkili, statüsü daha yüksek ve daha sorumlu
dur; deneyimi daha fazla ve yaşlıdır. Bu farklar, daha hareketli ve firma ölçeği daha kü
çük olan enstrüman sanayisinde, daha hiyerarşik bir yönetim yapısına sahip kim ya
sanayisine göre çok belirgin değildir. Genelde kim yadaki yenilikçi, enstrümandaki eşle
re göre, yenilikçi firmada ve bu sanayide daha uzun zaman bulunmuştur.
Başarılı yenilikçilerin yü ksek statüsü ve daha güçlü olması, onun daha çok risk al
masına ve projeler için daha büyük takım lar toplamasına imkân verm ektedir; başarının
bir nedeni bu olabilir. Kimya sanayisinde radikal teknik çözümlerle başarı arasında güç
lü bağlar bulunmuştur. Ancak risk alm ayla ilgili ölçümlerde, başarılı yenilikçilerin risk
alm asıyla ilgili fazla kanıt bulunamamıştır. Kimyada, piyasaya ilk girenlerin, enstrüman
eşliklerde ise son girenlerin genelde daha başarılı oldukları görülmüştür.
Gerçekte başarıyla başarısızlığı ayıran ölçümlerin bazıları, eşleştirme sürecinin ba
şında ileri sürülen sanayi yenilikleri hakkındaki görüşleri doğrular niteliktedir. Bunlar
başlıca, A&G de yetkinlik ve etkin pazarlam a gibi hususlardır. A&G’y e veya satışlara
ağırlık vermek gibi tek yan lı yaklaşım lar yenilik sürecinin gerçekten karm aşık olan sü
recini bozmaktadır. Bu durum, Şekil 8.1’deki çok değişkenli (= m ultivariate) istatistik
analiz sonuçlarıyla da doğrulanm aktadır. Kompozit endeks değişkenleri, bir faktörle il
gili birçok ölçütten oluşmaktadır. Yüzdeleri gösteren noktalar, şu kompozit ölçümlerin
bileşimleri tarafından en doğru biçimde büyüklüğüne göre sınıflandırılmıştır: A&G gü
cü, pazarlam a ve kullanıcı ihtiyaçları. Kimyada iş yönetim teknikleri ve yönetim gücüy
le ilgili kompozit değişkenler de önemlidir. İş yönetiminin gücü, temelde iş alanındaki
yenilikçinin statü ve sorum luluğuyla bağlantılıdır.
Girişimcinin kritik rolü (ister bir kişi, ister bu rolü oynayan kişiler olsun) piyasa ile
teknolojiyi buluşturm aktır; başka deyişle, kullanıcı ihtiyaçlarını rakiplerden daha iyi an
layarak geliştirme ve piyasaya çıkış için yeterli kaynakları bulm aktır. Girişimciliğin ka
litesi hakkındaki bu yorum B arna’nın (1962), Penrose’un (1959) bulguları ve Schum-
peter’in firma teorisiyle ilgili ilk çalışm alarıyla (1912, 1942) aynı çizgidedir.
Büyük firm alarda iş yenilikçilerinin daha çok kaynak kullanm ak ve üst düzeyde
emir verme im kânları vardır. Bunlar firmanın nasıl çalıştığını ve işlerin nasıl yap ılaca
ğını çok iyi bilirler. Küçük firmada ise, ancak firmanın başındaki veya ona çok yakın
olan kimse yenilik için gereken çabayı buraya odaklayabilir. İki durum da da yenilikçi-
248
—1 +1
negatif 2 pozitif
.• 4 3
7* S 5 9. .8
10 «12
% 1 7 ,1 6 20
19 • „
.2 4 23*2 2
25 «
2 7 «. * 26
ler, yeteri kadar güçlü olmak ve çeşitli geliştirme ve deneme üretimi süreçleri sonunda,
yanlış bir ürün ve üretim sürecinin ortaya çıkmasını önleyecek pazarlam a amaçlarını
açık seçik görmek durum undadırlar. Bir pazara olgunlaşmadan, erken girm ek işi ağır
alm aktan daha tehlikelidir.
Bu sonuçlar, farklı mekanizm aların çalıştığı tüketim m alları yenilikleri için çok ge
çerli olmayabilir. Serm aye m allarında belli bir asgari teknik performans kriterini karşı
lamak esastır. Bu genellemelerin diğer sanayilere ne kadar uygulanabileceği 16. Bölüm
de tartışılacaktır. Burada gerekli olan, 9. Bölüm’deki firma büyüklüğü ve 10. Bölüm’de
ki belirsizlik, risk ve planlam a sorunlarım derinlemesine tartışmadan önce bu analizin
diğer bazı kısıtlarını görmektir.
Böylece, SAPPH O sonuçları, yu k arıd a 8.1 kesiminde (s. 236) yapılan 10 genelleme
arasındaki 1, 3, 8, 9 ve 10. maddeleri doğrulam aktadır. 2. nokta daha geniş olarak, 11.
Bölüm'de tartışılacak olup, 4. nokta daha dikkatli bir yorum gerektirdiğinden, tüm 9.
Bölüm bu konuya ayrılm ıştır. 4. ve 7. noktalar, SAPPH O sonuçlarıyla desteklenemi
yor. Yenilikçinin riske yaklaşım ı yine çok ayrıntılı bir muhakeme gerektiriyor ve 10.
Bölüm, firma teorisinin bu alana uygulam alarıyla ilgili 11. Bölüm tartışm alarını izleye
rek, bu konuyu açm aya çalışıyor.
I. Kısım’daki tarihi açıklam a malzemesine dayanılarak yapılan yenilikle ilgili genelle
meler de, bir şekilde bu testten geçmiş oluyor. Bunlar, profesyonel A&G’nin doğuşun
dan itibaren sanayi yeniliklerinin bazı yanların a oldukça doğru bir yorum getirm ekle be
raber, hiçbir şekilde istatistik ve anketlerle doğrulanmış bilgiler sayılmazdı. Örnekleme
tesadüfi değildir ve “alan ” bilinmektedir. Yine de, daha sonraki 14 eşlik örnek, temelde,
özgün sonuçları doğrulamıştır. Bunun ötesinde, eşleşme süreciyle yeniliğin yorumu
sağduyu ve m antıkla olduğu kadar, diğer birçok görgül kanıtlarla da güçlü biçimde des
249
teklenmiştir. Carter ve W illiams'm "teknik bakımdan ilerici firm a” kavramını formüle
etmelerine yol açan ilk çalışmaları (1957, 1959a, 1959b), SA PPH O ’nun başarı örnekle
rinin birçok birleşik niteliklerini içermektedir. Ingiltere’de sanayi yenilikler hakkındaki
önemli örnekleri inceleyen, SA PPH O ’dan bağımsız fakat aynı zam anlarda Manches-
ter’de yürütülm üş başka bir araştırm anın yazarları da şu sonuca varmıştır:
Teknolojik yen ilik ler hakkında yap ılacak, belki de en geniş genelleme, bu işin bazı ihtiyaçlarla ba
zı teknik im kânları birleştirme meselesi olduğu şeklindedir. Birleştirm eyi gerçekleştirm e ve bundan
yararlan m a yo lları çok değişiktir ve sadece sistematik planlam aya ve “o andaki en ileri teknolojiye”
(= state of the art) değil, ayn ı zamanda kişisel güdülere, örgütsel baskılara, siyasi, sosyal ve iktisa
di türden dış etkilere bağlıdır. Y enilik süreci zaman içine yayıldığından, sürekli bu faktörlerdeki de
ğişikliklere duyarlı olmak, yen i fırsatları görüp, anında buna cevap verebilecek esnekliği göstermek
çok önemlidir.
(Langrish e t al., 1972, s. 200)
Girişimcilerin pazarlam a perform ansları zayıftı ve bu nedenle pek çok proje ölmüştür. G irişimcile
rin çoğu, ürün yeniliğiyle p azarlam ayen iliği arasındaki bağı görem em iştir...Yeni ürünlerin çoğu, pi
y a sa potansiyeli ve p iyasaya girme m aliyeti hesaplanmadan önce geliştirilip uygulam aya geçirilm iş
tir...girişim cinin kendi ürün yeniliğine körü körüne hayranlığı, genelde onun gerçek fırsatları ve pi
y a sa rekabetini görmesini engellemektedir.
(Litvak ve M aule, 1972, s. 47)
250
Başarı konusundaki istatistiklerin, firma büyüklüğü ile yenilik arasındaki ilişkilere
göre (9. Bölüm) nispeten daha iyi olmasına rağmen, yine de yap ılacak genellemelerde
çok dikkatli olunması gerekm ektedir. Çünkü yen ilikler y a da icatlar "evreni” tam bilin
mediği için çok kesin bir örnekleme alınamaz. Sonuçta, hem bu projede hem de Je w -
kes ve arkadaşlarının projesinde olduğu gibi, yen ilik ve icatlar için alınan örneklemle-
rin ne kadar temsili olduğundan emin olamayız. Bu husus, özellikle ikincil veya geliştir
me icat ve yenilikleri denen grup için daha da önemlidir. Örnek olay ve tarihsel incele
melerde en belirgin ve önemli icat ve yeniliklere ağırlık vermek şeklinde bir eğilim mev
cuttur. Fakat Gilfillan (1935) ve Holländer (1965) gibi yazarlar, sayısız küçük iyileştir
melerin ve yen i modellerin, teknik ilerlemede radikal yenilikler ve dönüşümler kadar
önemli olduğunu savunm aktadırlar. Bunun ötesinde, uzman y a da profesyonel olma
yanların, ikincil tip yeniliklere katkısının, büyük yeniliklere yaptıklarından daha fazla
olduğu veya olacağı da, anlaşılabilir bir husustur. Yine muhtemelen, piyasalar hakkın-
daki bilgi sahibi olmak, ikinci tip icat ve yeniliklerde, bilimsel araştırm alardan veya pro
ses yenilikleri örneğinde olduğu gibi prosesi doğrudan işletme deneyiminden daha bü
yü k bir rol oynam aktadır.
Schmookler (1966), bir yüzyıldan uzun bir sürede birçok Amerikan sanayisinde (pa
tent sayılarını veren istatistiklerle ölçülen) icatların, (yatırım istatistikleriyle ölçülen) ta
lebin, birkaç y ıl kadar gerisinde kalm a eğilimi gösterdiğini bulmuştur. Ancak Ingilte
re’de, Bilim Politikası Araştırm a Ünitesi’nde (SP R U ), kim ya sanayisi için yapılan baş
ka bir araştırm a, 1920’ler ve 1930’larda, örneğin sentetik m addeler ve ilaçta, radikal y e
ni teknolojilerin ortaya çıkışının ilk aşam alarındaki büyüme biçiminin "Schmookler
karşıtı” olduğuna dair kanıtlar getirm ektedir (W alsh e t a/., 1979). Bu dönemlerde icat
faaliyeti ve bilimsel keşif, 7. Bölüm’de tartıştığım ız elektronik bilgisayar örneğine ben
zer biçimde satış ve yatırım sıçramasının yan i talebin önündedir. Bu açık çelişki kısmen,
nispeten az sayıda radikal icat ve yenilikle bir sanayi gelişirken, piyasa işaretlerini ve y a
tırım davranışlarını hızla algılayan ve buna cevap veren çok büyük sayıdaki ikincil ve
iyileştirme icat ve yenilikleri arasındaki farkla açıklanabilir. Böylece, iktisadi gelişmenin
ana kaynağı olarak talepten ziyade, girişim cinin bağımsız yenilikçi faaliyetlerine ağırlık
veren Schum peter’in teorisiyle daha farklı bir ölçüm yapan Schm ookler’in istatistikleri
ni uyuşturm ak mümkün olabilecektir.
Patent istatistikleri, küçük ve büyük icatları kapsadığı ölçüde, Schmookler (1966),
1950’lerdeki Amerikan sanayi icatlarının yaklaşık yarısının profesyonelleşmiş şirket
A&G ürünü olduğunu ve muhtemelen daha fazlasının da uygulandığını yan i yeniliğe
dönüştürüldüğünü göstermiştir. Diğer icatların çoğu da profesyonel kamu ve üniversi
te A&G laboratuvarlarından gelmektedir. Özel, k am u ya da yü ksek öğretimdeki mucit
lerden gelen icatların uygulanm ası ve geliştirilm esi de, muhtemelen birçok örnekte, bir
251
m iktar profesyonel A&G gerektirm ektedir. Fakat yin e de, uzmanlaşmış profesyonel
A&G faaliyetine bağlanam ayacak önemli m iktarda icat ve yen ilik mevcuttur. Bunun
ötesinde, daha büyük bir oranda patentlenmemiş teknik ilerleme de profesyonel A&G
sistemi dışında ortaya çıkmıştır.
H er neyse, cehaletim iz öyle fazla da abartılm am alıdır. Profesyonel sanayi
A&G’sinin çoğunun ürün ve proses iyileştirm esi ile bilinen ürünlerin yen i nesillerini
ortaya çıkarm aya odaklandığına dair elimizde sağlam görgül kanıtlar vardır. Bilem edi
ğimiz, A&G faaliyetiyle, bu sistem dışında kalan icat ve yeniliklerin, teknik ilerlem eye
görece katkılarıdır. A&G’nin araştırm a yoğun sanayilerdeki katkısının daha büyük
olacağına dair bir hipotez kabul edilebilir, fakat aynı zam anda teknik ilerlemenin, pro
fesyonel A&G gruplarıyla kendilerini ürün ve üretim süreçlerinin sorunlarını tanım la
ma ve çözümüne katkıda bulunmada sorumlu gören diğer personel arasındaki etkileşi
min çok güçlü olduğu yerlerde, en hızlı olduğu da görülm ektedir. Bu durum, kömür
madenlerindeki önemli bir teknik yeniliğin —Anderton m ekanik sıyırm a—yüklem e m a
kinesinin1 (= the Anderton shearer-loader) ayrıntılı incelenmesiyle de doğrulanmıştır.
Townsend (1976), bu makinenin oldukça başarılı piyasa girişi ve yayılm asının, m aki
ne yapım cılarının (İngiliz Ulusal Kömür Kurumu’nun araştırm a tesislerinin yak ın iş-
birliğiyle) gerçekleşen bir seri radikal icatlar ve yeniliklerle, bunun işletilmesi esnasın
da ortaya çıkan deneyim lerin ve ödüllü teşvik program larının sonucu doğan sayısız iy i
leştirme yeniliği arasındaki karşılıklı etkileşimden kaynaklandığını göstermiştir. Ingiliz
ve Alman im alatçıları, kısmen kendi A&G’leri kısmen de Ingiliz Ulusal Kömür Kuru
mu nun belirlediği iyileştirm eleri birleştirerek, bu makinenin tasarım ındaki temel geliş
melere katkı yapm ışlardır. H ollander’in çalışması ise, özellikle mühendislik bölümle
riyle teknik yardım gruplarının, bazen A&G4 ile birlikte çalışarak yap tık ları katkılar
üzerinde durm aktadır.
SAPPH O projesinin daha sonraki aşam alarında ağırlık, belli bir yeniliğin başarı ve
başarısızlık nedenlerinden, uzun dönemde firmaların başarı y a da başarısızlığına kaydı.
Bu da, projenin hem büyük hem de küçük yenilikleri dikkate alm asına imkân verdi. Ça
lışmalar, tekstil makineleri (Rothewell, 1976), maden (Townsend, 1976) ve tarım m aki
ne ve teçhizatı (Rothwell, 1976) gibi mühendislik sanayisi sektörlerine yöneltildi. Fir
maların kısa dönemli başarılarını, küçük iyileştirm elerde yoğunlaşm alarına, hatta bazen
herhangi bir A&G örgütü olmaksızın yap tıkları yeniliklere borçlu olm alarına rağmen,
uzun dönemde daha radikal tür yeniliklerin teknolojik rekabetiyle başa çıkabilm eleri
(Sulzer dokuma tezgâhı gibi) mümkün değildir ve çok kez de bu tuzağa düşerler. So
nuçlar, uzun dönemde başarının, arada sırada ortaya çıkan, daha radikal yeniliklerle,
i A çık m adenlerde, çok büyük m iktarda maden veya toprağı sıyırıp yükleyen , yü rü r, devasa sistemlerden biri.
252
tasarımda gerçekleşen sürekli küçük yenilikleri birleştirme ile müşteri arzuları ve dene
yim lerine cevap verebilme yeteneğine bağlı olduğunu göstermektedir. Güçlü bir A&G,
1960’lar ve 1970’lerde, bu tür bir teknolojik değişim bileşimini sürdürebilmek için, ar
tan bir şekilde gerekiyordu. SA PPH O ’nun ilk örnek olay çalışmaları, birbirinden ayrı
yenilik projelerine yöneltilm iş de olsa, bu hususu da ayrıca işaret etmektedir. Özellikle,
bilimsel aletler sanayisinde, başarı örneklerinin bir damgası da, hemen her durum da da
ima ardışık gelen tasarım iyileştirm elerini, süt analiz cihazındaki gibi yeni bir model se
risine katabilme kapasitesidir (Robertson ve Frost, 1978).
Burada ileri sürülen fikirleri destekleyen önemli bir görgül çalışma, özel A&G ve di
ğer teknik hizmetlerin, hem büyük ve radikal hem de küçük iyileştirm e icat ve yen ilik
leri için giderek daha fazla önem kazandığını ifade ediyor. Bu Arjantinli Katz’ın, teknik
ilerlemenin A rjantin’deki çok sayıda firmanın büyümesine katkısını ölçtüğü çalışm ası
dır (1971, doktora tezi). O çok sayıda firmanın (250) çok kapsamlı zaman serilerini top
lam aya ve bunlardan çıkan sonuçları, girişim lerin gerçekleştirdiği uyarlam a A&G’si ve
diğer teknik faaliyetlerin ölçeğine bağlam aya çalışmıştır. Onun ilk görüşmelerinden de
anlaşıldığı şekilde, birçok Arjantin firması kendileri özgün radikal yenilikler yapm asa
lar dahi, ister ana firmadan aldıkları yabancı patent biçiminde olsun isterse taklit veya
lisans anlaşmasına dayansın, her durumda, aldıkları ürün ve üretim teknolojilerinde bir
çok uyarlam alar ve iyileştirm eler gerçekleştirm işlerdir. Onun hipotezi, böyle uyarlam a
A&G faaliyeti, yeni teknolojileri, Arjantin piyasasının özel isteklerini daha da tatmin
edici hale getirdiği y a da bu ülkenin özel çalışma koşullarına uydurduğu için firmaların
rekabetçi avantajlarını artırdığı şeklindedir. Bu çalışmadan ve M artin Bell in araştırm a
sından (1984, 1991) çıkan sonuç, gelişen ülkelerdeki “öğrenme”, sadece zamanın basit
bir fonksiyonu değil, fakat şeklen ister bir A&G bölümünde, isterse firmanın başka bir
yerinde gerçekleşsin, belli bir am açla örgütlenmiş faaliyetlere bağlı olduğudur.
Katz’ın sonuçları şunları kesin biçimde göstermektedir: (1) Girişimin büyümesi fir
maların teknik ilerlemelerine çok yakından bağlıdır; (2) teknik ilerleme ise uyarlam alı
A&G ve her ne kadar bu çalışmadan, araştırm a bölümünden çok, proses geliştirme veya
teknik bölüm denen profesyonel grup sorumlu olsa da, özel teknik hizmetlerin perfor
manslarıyla yakından ilişkilidir. Katz’ın vardığı sonuçlar, aynı zamanda taklitçi ve uyar
lama A&G faaliyetinin, saldırgan y a da savunmacı A&G y e göre daha kesin başarıya
ulaştığını gösteriyor; oysa ABD ve İngiltere’de yapılan, firmaların büyümesiyle A&G yo
ğunluğu hakkındaki araştırm alar böyle güçlü bir ilişki göstermiyor. Hollander daha ile
ri giderek, birçok küçük teknik yeniliğin, gerçekten risksiz olduğunu ileri sürüyor.
İngiliz Sanayiciler B irliği’nin1, İngiliz firmalarının büyüme hadleri ve araştırm a yo
ğunlukları karşılaştırm aları (1947, 1961), pozitif fakat zayıf bir korelasyona işaret edi
i The Federation of British Industries, İngiliz Sanayi O daları Birliği denebilir; bizdeki T Ü SİA D ’a karşılık.
253
yor; uçlara doğru gidince ilişki oldukça güçlüdür. Bütün bu sonuçlar, SAPPH O proje
siyle birlikte şunları söylemektedir:
1. Hızlı teknik değişmenin yaşad ığı sanayilerde, çok az y a da hiç A&G yapm ayan
firmalar durgunluğa veya yo k olmaya mahkumdur.
2. Büyük ölçüde A&G yapan firmalar, saldırganlıkla, bazen olağanüstü yüksek
büyüme hızlarına ulaşabilirler.
3. Savunm acı orta bölgede ise, A&G yoğunluğundaki değişmeler, büyüme ile hiç
bir istatistik ilişki göstermiyor; belirsizlik hâkimdir.
AG& yoğunluğuyla firm aların buna bağlı büyüm eleri arasındaki istatistik ilişkiler
çok güçlü olmasa da, başarılı yenilikle buna bağlı olarak firmanın büyümesi arasındaki
ilişki güçlüdür. Mansfield (1968a, b) ve diğer iktisatçılar da sağ duyunun işaret ettiği
bu sonucu -yan i başarılı teknolojik yeniliklerin firmanın hızla büyümesine yol açm ası
nı—görgül kanıtlarla en sağlam biçimde doğrulam aktadırlar. D iğer yandan, gördüğü
müz gibi başarısız yenilik, ne kadar büyük ölçekte A&G'de yap ılsa, firmanın iflasına yol
açabilir. R adikal yeniliğe ilişkin yüksek derecedeki belirsizliğin sonuçları ilerideki bö
lümlerde tartışılacaktır.
8. 7 Sonuçlar
Rothwell, 1970'ler ve 1980’lerdeki yen ilik projeleri ve firmaların başarılarıyla ilgili
çalışmalarından sonra, 1980’lerde yen ilik üzerindeki bu ve benzeri görgül araştırm ala
rın tüm sonuçlarından bir sentez elde etmeye çalıştı (1992, 1994). Bu çalışmanın genel
olarak, diğer firm alarda ve sanayilerde de, SAPPH O 'nun bulgularını doğruladığını ile
ri sürerken, her ne kadar bu tür süreçlerin etkinliğine dair güçlü kanıtları olmasa da, iş
planlam ası ve kontrol süreçlerine büyük bir ağırlık verm iştir (Tablo 8.3). Şirket düze
yinde üst yönetimin yeniliğe sahip çıkması ve uzun dönemli stratejinin önemi de vurgu
lanmıştır. Bu konu 11. Bölümde tartışılacaktır. Rothwell yenilikte başarının sürekli tek
rarının, uzun bir süredeki know-how birikim sürecine bağlı olduğu hakkındaki inancı
nı pekiştirm ek için de M aidique ve Zirger (1985), Dodgson (1991), Prahalad ve Hamel
(1990) gibi yazarların çalışm alarına atıfta bulunmuştur.
SAPPH O projesinin kim ya sanayi yeniliklerini araştıran Basil Achilladeis, daha
sonra bu sanayinin çeşitli sektörlerinde, başlıca tarım ilaçları, petrokim yasallar ve ilaç
ta, firmaların yenilik performansları için son derece kapsam lı çalışm alar yapm ıştır (Ac-
hilladelis e t al., 1987, 1990). Onun birçok ilgi çekici bulgusu arasında belki en önemli
si, radikal bir yenilikle özgün bir başarı göstermiş olan firm aların aynı alandaki birikim
leriyle gelecekte daha sık yen ilikler yap m aya m uktedir olduklarıdır (Tablo 8.4); ayrıca
sentetik maddeler üreten büyük firm aların başarılarını, aynı zam anda bu sanayinin di
ğer sektörlerine de taşıdıklarını gösterm iştir (Tablo 8.5). Bu sonuçlar, Rothwell’in ba
şarılı firm alardaki bilgi birikiminin rolü hakkındaki görüşlerini doğrulam aktadır.
254
Tablo 8. 3 Başan F aktörleri
K a yn a k : R o th w e ll (1992, 1994)
Son olarak, Rothwell (1992, 1994), ICT’nin yenilik yönetimi ve yenilikçi başarı üze
rindeki etkilerini inceledi. Bu inceleme, onu, kendi deyim iyle "beşinci kuşak” yen ilikle
rin gerçekleşmesinde çeşitli girişim lerde “ağ düzenlerinin” (= networking) önemini vur
gulam aya sevk etmiştir (Tablo 8. 6). Sistemik faktörlerin, yeniliğin başarısındaki öne
mini, tekstil, kimya, elektrik mühendisliği ve otomobil hakkındaki tarihsel örneklerde,
açıkça göstermiştik; fakat, ICT, bunun önemini katlayarak artırm ıştır. Bir kere, ICT,
kişiler ve örgütler arasında veri birikim i ve nakli için en hızlı ve etkili araçtır. İkincisi,
şimdi birçok yenilik, temelinde, elektronik aletler veya bilgisayarlara ilişkin unsurlar
içerdiğinden, elektronik donanım ve yazılım firm alarıyla, sıklıkla, çeşitli türlerde işbir
liğine gitm eyi gerektiriyor. Firm alar arasında, 1980’ler ve 1990’larda hızla artan işbirli
ği anlaşm alarının incelenmesinden, biyoteknoloji ve ileri malzeme firm alarının büyük
oranda ICT ile buluştukları anlaşılm aktadır (Hagedoorn ve Schakenraad, 1990, 1992).
Bu tür ve benzer teknolojilerin karm aşıklığı, artık firm aların kendi başına A&G çalış
ması yapm asını imkânsız hale getirip, onları, şu veya bu şekilde bir işbirliği anlaşm ası
na zorluyor. R es ea r ch P o li c y nin "Yenilikçi A ğları” hakkındaki özel sayısı (DeBresson
ve Amesse, 1991) ve M anchester'de, 1993’deki, T ek n olojik işb ir liğ i K o n fera n s ı (Co
ombs et. Al., 1996), bu alana hızla artan ilginin örneklerinden sadece ikisidir. Bu tür ağ
ların evrim iyle ilgili çalışmalar, İsveç'de Anders Lundgren (1991) tarafından yapılan
çok güzel inceleme gibi birkaç istisna dışında, henüz ortaya çıkmamıştır.
255
Tablo 8 .4 Firm alarm Teknolojik G eleneklerine D air Bazı Çim ekler
No. Firma Teknolojik Gelenek R adikal Y enilikler Yıl
256
Tablo 8 . 6 Beşinci Kuşak Yenilik Süreci: Sistem Entegrasyonu ve A ğlar (SIN )
Temeldeki stratejik unsurlar
• Zaman temelli strateji (daha hızlı ve etkin ürün geliştirm esi)
• Geliştirmede kalite ve diğer fiyat dışı faktörlere odaklanm a
• Şirket esnekliği ve cevaplam aya ağırlık verilmesi.
• Stratejide müşterinin ön plana çıkarılm ası.
• Başlıca ikmal kaynaklan firm alarla stratejik bütünleşme.
• Y atay teknolojik işbirliği stratejileri.
• Elektronik veri işlem stratejileri.
• Toplam kalite kontrol politikası.
K a yn a k : R o th w e ll (1992)
Yine de, yenilikte ağ düzenlerinin rolü hakkında elde yeteri kadar bilgi ve kanıt
mevcuttur. Buna göre, on dokuzuncu yüzyılın (m ucit-girişim ci) ve yirm inci yüzyılın
(çok iyi bir dış dünya iletişim iyle birlikte çalışan firma içi A&G bölümü) tipik yen ilik
biçimlerini göz önünde tutarak, bu gelişmelerin, yirm i birinci yüzyılda, giderek, ağ dü
zenleriyle işbirliğine dayanan bir yen ilik biçimine yol açacağını varsayabiliriz (= to pos-
tulate). Bu değişikliğin arkasındaki itici güçler arasında, ikisi çok önemlidir: teknolojik
ilerlemenin giderek artan karm aşıklığı ve birçok ICT yeniliğinin sistemik niteliği. IBM
örneği bu değişm eyi çok iyi göstermektedir: IBM , 1950’ler ve 1960’larda, sahip olduğu
muazzam A&G tesisleriyle kendine yeter (otarşi) bir durum daydı ve herhangi bir A&G
işbirliğine katılması çok güçtü; oysa, 1980’ler ve 1990’larda, IBM , küçüklü, büyüklü di
ğer firm alarla ve çeşitli sanayilerle düzinelerle işbirliği anlaşm ası yapm ıştır. Üçüncü ve
IV. Kısımlarda, bu ağlaşm a olgusunun gelişmesini, ulusal ve uluslararası düzeylerde ele
alacağız.
25 7
Notlar
1 Bu bir yen ilik olarak tanım lansa bile, bir teknik yen ilik olarak tanım lanm ası doğru olm ayacaktır. Teknik olmayan
örgüt yen ilikleri son derece önemli olup, çok kere kitle üretim , yalın üretim veya W edgewood’un pazarlam a y e n ilik
leri örneklerinde olduğu gibi teknik yeniliklerle bir arada bulunur.
2 Y eniliğin ortaya çıkm asındaki dört anahtar rol şu şekilde tanım lanabilir:
1. T eknik y e n ilik çi: Yenilik geliştirm esinin ve/veya tasarım ının teknik yan m a önemli k atkı yapm ış olan kimse. M u
hakkak olmasa bile normal olarak yen ilik yap an örgütün bir mensubudur. H er zaman olmasa bile, bazen yen i
ürün veya üretim sürecinin m ucidi olabilir (Bunların hepsi erkekti.).
2. I ş y ö n e t i m y e n ilik çisi: Yönetim yap ısı içinde projenin genelinden sorumlu kimse; bazen teknik m üdür bazen de
araştırm a m üdürüdür. İkisi ayn ı kimse de olabildiği gibi, satış m üdürü veya baş mühendis de olabilir. Her za
man olm asa da, özellikle küçük firm alarda tüm örgütün başı da olabilir (H epsi erkekti).
3. G e n e l M ü d ü r. Yenilikçi örgütün yap ısın d a resmen icranın başı olan kimse, illa ki, genel m üdür sıfatı taşıması
gerekm iyordu. H er durum da bir genel m üdür ve her zaman da belirgin bir iş yenilikçisi vardı am a çok kez belir
gin bir teknik yenilikçi yo ktu . İnsanlar, kendilerini belirlememişlerse, bu rollerden birini benimsemesi için zor
lanmadı, çünkü araştırm anın am açlarından birisi, önde gelenlerin katkılarını tahmin etmekti.
4. Ü rün ş a m p iy o n u : Yeniliğin kritik aşam aları boyunca, şevkle ve a k tif olarak önemli katkılar yapm ış kimsedir.
Bazen teknik yenilikçi veya genel m üdür olarak aynı kimse olabiliyordu. Bu roller, daha önceki yenilik
literatüründe bilinm ekle birlikte, firm alarda kullanılan resmi Unvanlardan her zaman ayrılam ıyordu. İş Unvan
ları büyük değişiklikler gösterebilir fakat bu rol çok Önemliydi (H epsi erkekti.).
3 İkinci M anchester yen ilik araştırm ası (Gibbons ve Johnston, 1972), bir tesadüfi örneklem eye dayalıydı (bkz. S.
258).
4 Bu konu, bazen tam bir nom enklatüra (Unvanlar ve m akam lar) sorunu da olabilir. Bir firm ada, “m ühendislik”,
“O R ”, y a da “teknik bölüm” denen yerlere, başka bir firm ada “proses geliştirm e” veya "A&G” denebilir.
258
9. Bölüm
Kısım'da y e r alan tarih analizi, sentetik maddelerde, kim yasal proseslerde, nük
I leer reaktörlerde ve bazı elektronik sistemlerde yen ilik yapm a süreçlerinin bü-
• yü k şirketlerin egemenliği altında oluştuğunu göstermiştir. Ancak, yine Birinci
Kısımdaki açıklam alara ve SAPPH O projesi bulgularına bakarak, "büyük olan kaza
nır” biçiminde genelci bir hipotezi sürdürmenin mümkün olmadığı anlaşılm aktadır. Y e
ni küçük şirketler, özellikle bilimsel araçlar alanında olağanüstü katkılarda bulunmuş
lardır. Yeni şirketler kuran mucit yatırım cıların da özellikle kim ya sanayisinin, otomo
bil sanayisinin, ya rı iletkenler ve radyo sanayilerinin ilk günlerinde önemli katkılar ya p
tıkları bilinmektedir. Yeni küçük şirketler mikro bilgisayar sanayisinde ve bilgisayar y a
zılım larında başarılı bir biçimde çoğalm aya devam etmişlerdir. Sanayide yenileşm e ko
nusunda küçük ve büyük şirketlerin nispi katkısıyla ilgili genellemeleri sınamak ne öl
çüde mümkün olabilir?
SAPPH O projesinin sağladığı bulgular, açıklayabildikleri kadarı ile yenilik yapm a
çabaları konusundaki rekabette, ölçeğin sonucu pek fazla etkilemediğini ortaya koyar
niteliktedir. Bununla birlikte, gerçekten küçük firmaların teşebbüs dahi etmediği bir
grup yen ilik alanının varlığı açıkça ortadadır ve böylece, söz gelişi kim ya y a da türbin
jeneratörler gibi sanayilerde rekabet çeşitli büyük firm alar arasında gerçekleşm ektedir.
Büyük ve küçük firmaların nispi katkısı sanayiler arasında büyük ölçüde farklıklaşm ak-
259
ta ve SAPPH O gibi araştırm alar, küçük ve büyük firm aların ekonominin bütününde
araştırm a ve geliştirme konusundaki toplam katkıları ile ilgili soruyu cevaplandırama-
maktadır.
Sanayinin büyüklüğü ve bunun rekabet ve tekel sorunları ile ilkişkisi iktisatçıları uzun
zamandan beri meşgul eden bir sorun olup (Turner ve Williamson, 1969; Cohen, 1995;
Scherer, 1992c), bu ilgi sonucu günümüzde hatırı sayılır miktarda istatistik bilgi toplan
mış bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki bizim ilgi alanımız açısından bakıldığında bu bil
ginin büyük bölümünün, yeniliklerle değil A&G ve patentlerle ilişkili olduğu görülmek
te, böylece ortaya önemli yorum sorunları çıkmaktadır. Bu bölüm, böyle bir yorum getir
meyi amaçlamakta ve imalat sanayinde büyük ve küçük firmalar tarafından gerçekleşti
rilmiş olan yeniliklerle ilgili doğrudan sayısal bilgilerle ölçüm yapm aya yönelik çabaları
(Freeman, 1971; Kleinman, 1975; Townsend e t al., 1982; Pavitt e t al., 1987; Acs ve
Andretsch, 1988; Kleinknecht ve Reijnen, 1992b) değerlendirerek sona ermektedir.
260
Tablo 9 .1 A& G Program larının B üyüklüklerine G öre Sıralanm ış Firm alarda
Gerçekleşen Sanayi A& G H arcamasının Toplamdaki Yüzde Payı
a İlk 54 firma;
b İlk 85 firma;
c İlk 180 firma;
d İlk 289 firma;
e İlk 5 firma
f Cari içsel harcam alar
K a yn a k : O E C D (1967)
Yöneticiler, mühendisler ve diğer personelin yap tıkları esas işle doğrudan ve sistem
li olarak ilişkisi olmadan gerçekleştirdikleri araştırm aların ve yaratıcı faaliyetlerin, araş
tırm a ve deneysel gelişme konusundaki resmi istatistiklerde y e r alm adığı doğrudur. Bu
y a rı zamanlı, amatör yaratıcı faaliyetler çok verimli de olabilir; küçük firmaların önem
li icat ve yeniliklerin olağanüstü oranda yü ksek bir kısmını gerçekleştirm iş oldukları ko
nusundaki görüşle ilgili kanıtlar burada tartışılacaktır. Ancak, uzmanlaşmış profesyonel
A&G faaliyetleri söz konusu olduğunda, elimizde, bunların yüksek oranda, büyük fir
m alarda yoğunlaşm ış olduğu hakkında, istatistikleri olan bütün ülkeler için, güçlü ka
nıtlar bulunm aktadır.
Söz konusu OECD istatistikleri (Tablo 9.1) yoğunlaşm a derecesini, toplam istih
dam, iş hacmi y a da varlıkların büyüklüğü cinsinden tanımlanmış firma büyüklüğüne
göre değil, A&G programının büyüklüğüne göre ölçmektedir. Bununla birlikte, yu k arı
daki kadar tutarlı olmasa da, bazı ülkeler için firma büyüklüğüne göre yoğunlaşm ayı
gösteren istatistikler de vardır. ABD ’de, 5000’den fazla işçi çalıştıran firm alar toplam
A&G harcam alarının, 1970’de %79'unu, 1978’de ise %80’ini gerçekleştirm işlerdir. Bu
büyüklükte firm alar için söz konusu oran, Federal A lm anya’da 1979'da %75’dir ve ben
zer bir oran muhtemelen İngiltere için de geçerlidir. Jap o n ya’da 1978-79 yıllarınd a sa
nayi A&G harcam alarının yak laşık üçte ikisi 3000’den fazla işçi çalıştıran büyük firma
larda yapılm ıştır.
Bütün bu söylediklerimize rağmen, A&G programı büyüklüğü ile karşılaştırıldığın
da, (işçi sayısı bakımından) yoğunlaşm a derecesi firma ölçeğinde çok daha az vurgulan
261
maktadır. Birleşik Devletlerde, 1970 yılın d a 5000’den fazla işçi çalıştıran 466 firma
A&G faaliyetinde bulunm aktaydı. Ancak, bir bölüm (1000-4999 işçi çalıştıran) orta öl
çekli firm alar büyük ölçekli program lar yürütürken, büyüklerin pek çoğunun A&G fa
aliyetleri nispi olarak küçük program lardan oluşmaktaydı. Böylece, her ikisi de topla
mın yaklaşık %90’ını oluşturan 300 en büyük program için yapılan harcam alarla 470 en
büyük şirketin yaptıkları harcam alar eşit çıkm aktadır (Tablo 9.2). A&G programları
satışlara y a da istihdam a oranla çok daha fazla yoğunlaşm ıştır (Tablo 9.2). Fransa’da
200 en büyük A&G programı toplam harcam aların %91’ini oluştururken (işçi sayısı ola
rak ölçülen) 200 en büyük firmanın toplam A&G harcam alarındaki payı yaklaşık %72
dolayındaydı. En büyük firm aların bile hiç araştırm a yapm adığı y a da çok az yap tığı sa
nayi dallarının yan ı sıra küçük firm aların bile önemli ölçüde araştırm a gerçekleştirdiği
sanayi dalları vardır.
Tablo: 9. 2 ABD 'deki En Büyük A& G Program ların Yürüten Firm aların
Toplam İşgücü, N et Satışlar ve A& G Yüzdelerindeki P aylan, 1970
Program büyüklüğü Toplam Federal Net satışlar Toplam
A&G A&G istihdam
İlk 4 18 20 6 8
İlk 8 32 40 9 11
İlk 20 55 71 16 19
İlk 40 66 85 23 27
İlk 100 79 93 38 39
İlk 200 87 96 50 50
İlk 300 91 97 63 62
Firm alar arası araştırm a yoğunluğundaki farklılaşm anın en önemli kaynağı söz ko
nusu sanayilerdeki farklılaşm adır; bu yüzden söz konusu ilişkilerde, büyüklüğe göre y a
pılacak analizin, her sanayide ayrı gerçekleştirilm esi doğrudur.
1960’larda tartışmanın başladığı ilk dönemlerde bazı iktisatçılar, bir kısım Avrupa
ülkelerinde ve Kanada’da, hiç olmazsa bazı sanayilerde, ters korelasyonlar buldukları
nı ileri sürm üşlerdir (Hamberg, 1966; M orand, 1970; de M elto e t al., 1980). Bununla
birlikte, daha eksiksiz kanıtlar ortaya ortaya çıkm aya başladıktan sonra bu ilk sonuçlar
tartışılm aya başlanmıştır. En son bu bilgilerin hemen hepsini gözden geçiren Cohen
(1995) ve Symeondis (1996), belirli bir eşik geçildikten sonra, A&G harcam alarının fir
ma ölçeği ile az çok oransal bir ilişki içinde arttığı sonucuna ulaşm ışlardır:
A&G ile firm a ölçeği ve piyasa yap ısı arasındaki ilişkileri araştıran uygulam alı çalışm aların ortaya
koyduğu en güçlü sonuç, sanayilerin çoğunluğunda A&G faaliyeti olan ve o sanayide sonuçları et
kileyebilen firm alarda, kabaca oransal olmak üzere, ölçek ile A&G arasında güçlü, pozitif ve sürek
li bir ilişkinin varlığıdır.
(Cohen, 1995, s. 196)
262
Ancak bu genellemenin, hem farklı ülkeler hem de farklı sanayiler açısından istisna
ları vardır. Bir önceki bölümde ortaya konmuş olan noktalara ek olarak, A&G faaliye
tinde bulunan küçük firm aların üç kategoride toplanma eğiliminde oldukları da varsa-
yıiabilir:
1. Bir yeniliği henüz geliştirm eye y a da uygulam aya başlamış olan firmalar. Burada, sa
tışların A&G harcam alarına oranı nispeten düşük olabilir ve çok yü ksek bir araştır
ma yoğunluğu beklenebilir. Söz gelişi Genetech firmasının 1994 yılın d a A&G/satış-
lar oranı %40’ın üzerindeydi. Bu oran yenilikle ilgili başarılı bir ticari uygulam anın
sonucunda firmanın ve satışlarının büyümesi ile zaman içinde düşme eğilimine gire
bilir.
2. Çok dar bir alanda, yoğun bir araştırm a programı ile desteklenen özel bir uzmanlı
ğa sahip firmalar. Burada da araştırm a yoğunluğu, genelde yü ksek olabilir. Söz ge
lişi bilim teknoloji parklarında y e r alan bazı kopuşmuş (spin-off) firm alarda, olduk
ça uzun süreler için, % 10-20 arasında A&G/satışlar oranı gözlenebilmektedir.
3. Yeni ürün rekabetinin A & G yi giderek daha fazla gerekli hale getirdiği sanayilerde
varlıklarını sürdürm eye çalışan firmalar. Bazı firm aların eşiğin alt düzeylerinde bir
A&G gayretiyle tutunm aya çalıştığı, bazılarının başkalarıyla işbirliği halinde sürdür
düğü araştırm alara güvendiği, bir bölümünün ise iddialı program lar uygulayarak
yüksek riskler aldığı bu gibi durum larda çok değişken yönetim yaklaşım ları bekle
nebilir.
Bilim teknoloji parklarının büyümesi veya üniversite çevrelerinde yoğunlaşan firma
ların sayıları gibi dolaylı kanıtlara bakıldığında, ilk iki kategoriye giren firmaların sa
yısının, 1970’lerle 1990’lar arasında oldukça hızlı bir biçimde arttığını varsayabiliriz.
Eğer bu varsayım lar doğruysa, araştırm a yoğunluğu ile firma ölçeği arasında orta
y a çıkan nispeten zayıf korelasyon bulguları ve yin e söz konusu korelasyonla ilgili ola
rak yaygın biçimde gözlenen sanayi içi farklılaşm alar bazı incelemelerle güçleniyor. In
giltere, Fransa, Alm anya ve ABD ’de bazı sanayilerde, küçük y a da orta ölçekli firma
larda araştırm a yoğunluğunun büyük firm alara göre daha yü k sek olduğu bulunmuştur.
ABD ile ilgili istatistikler 25 bin kişiden fazla istihdam eden firm alar için sistemli ola
rak daha yüksek bir araştırm a yoğunluğu ortaya koym akla birlikte, bütün sanayi dal
ları bir arada ele alındığı zaman bile bu farkın büyük kısmının kamu (Federal) ihalele
rinden kaynaklandığı görülm ektedir (Tablo 9.3). Şirketlerin sadece kendilerinin fi
nansman sağladıkları A&G faaliyetleri söz konusu olduğunda (burada sadece A&G fa
aliyeti gösteren firm alarla ilgilendiğim izi hatırlayarak) firma ölçeğine göre farklılaşm a
pek büyük değildir.
263
Tablo 9 .3 ABD 'de A& G Yapan Firm aların Büyüklüğüne Göre
N et Satışların Yüzdesi O larak A& G y e A yrılan Fonlar
Firm a büyüklüğü Net satışların yüzdesi Net satışların yüzdesi olarak
olarak A & G (Federal (Federal A&G sözleşmeleri hariç)
(İşçi sayısı) A&G sözleşmeleri dahil) firmanın A&G k ayn ak lan
K a yn a k : N S F (19/9)
Tablo 9 A Çalışanı 25.000'den Fazla Olan Firm alarm P atent Yoğunluğu, A& G Harcaması,
İstihdam ve Ç eşitli Yenilikçi F aaliyet Yoğunluğu ölçüûerine Göre İstihdam
Büyüklüğü Açısm dan Sıralanm ası
Firma 130 firmanın yüzdesi olarak H er m ilyar $ Satışların H er m ilyarS
Sayısı satışa düşen % olarak A&G A&G için
Patentler İstihdam A&G Patent sayısı harcam ası patent sayısı
K a yn a k : S o e t e (19/9)
264
rini tamamen desteklemediği sonucuna varmıştır. Soete, Birleşik Devletler ile ilgili veri
lerin, hiç olmazsa bazı sanayilerde, A&G yoğunluğunun firma ölçeği ile birlikte büyüme
eğilimi gösterdiği görüşündedir. Bununla birlikte Tablo 9.4’de y e r alan verilerin 25 bin
den fazla işçi çalıştıran (çok büyük) firm alarla ilgili olduğu unutulmamalıdır. I. Kısım'-
da ortaya konmuş olan kanıtlar da bazı durum larda büyük firmaların araştırm a yo ğun
luğu en yüksek firmalar olduğunu göstermişti (IG Farben, Standard Oil ve Bell).
Böylece firma ölçeği ile A&G harcam aları arasında, 1970’lerde ortaya çıkan bilgi
leri özetlemek gerekirse şunları söyleyebiliriz:
1. Bu konuda istatistikleri olan bütün ülkelerde A&G program larının yoğunlaşm a dü
zeyi oldukça yüksektir.
2. Bu programlar esas olarak 5 binden fazla işçi çalıştırılan büyük şirketler tarafından
yürütülm ekle birlikte, firma ölçeğine göre yoğunlaşm a düzeyi, program ölçeğine gö
re yoğunlaşm a düzeyinden daha düşüktür.
3. Küçük firmaların büyük çoğunluğu (belki de %95’inden fazlası) herhangi bir uz
manlaşmış A&G programı uygulam am aktadır.
4. Sanayilerin çoğunda A&G programı uygulayan firm alarda toplam istihdamın bü
yüklüğü ile A&G programının büyüklüğü arasında kayda değer bir korelasyon göz
lenmektedir.
5. Nispi araştırm a faaliyeti ölçütü (araştırm ayoğunluğu) ile firma ölçeği arasındaki ko
relasyon daha zayıftır ve bazı sanayiler için anlamlı değildir.
6. Bazı ülkelerde A&G faaliyetinde bulunan küçük firm alarda A&G yoğunlukları or
talamanın üzerindedir.
1980’ler ve 1990’larla ilgili en son veriler hem firma ölçeği hem de programın büyük
lüğü açılarından yoğunlaşm a derecesinin düşmekte olduğunu göstermektedir; ancak,
A&G yin e de istihdama ve satışlara göre daha yoğunlaşm ış bir faaliyettir. Küçük firma
ların büyük çoğunluğu bu dönemde de hiçbir uzmanlaşmış A&G faaliyetinde bulun
mazken, A&G faaliyetinde bulunan küçük firmaların sayısı artm aktadır.
Bu sonuçları yorum lam a çabasına girmeden önce, A&G harcam aları (A&G girdile
ri) ile A&G çıktısı arasındaki ilişkiyi bir az daha yakından incelemek gerekm ektedir.
265
A&G’sinin çıktısının yen i ve geliştirilm iş ürünler ve işlemler konusunda bir yeni bilgi ve
enformasyon akımı olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Bu çıktılar, pilot tesisler y a
da prototipler üzerinde gerçekleştirilen deneylere dayalı kullanım kılavuzları, bilimsel
makaleler, formüller, sözlü açıklam alar, planlar y a da patentler, araştırm a raporları,
teknik şartnameler, kullanım la ilgili veriler ve el kitapları biçiminde olabilmektedir
(Tablo 1.1). Bugüne kadar hiç kimse bu çeşitliliği, firm alar y a da sanayiler arası karşı
laştırm alar yapm aya olanak verecek bir ortak paydaya indirgeyecek bir yol bulamamış
tır. Karşılaştırm alar yapabilm ek için en açık yöntem icatların ve yeniliklerin sayılarını,
ağırlıklı veya ağırlıksız olarak bir çeşit niteliksel değerlendirmede kullanm aktır.
Buluşlar konusunda genellikle bulunabilen tek istatistik sayıları, patent istatistikleri
dir ve bu istatistikleri m ukayese edilebilir çeşitli biçimlere sokabilmek için, aralarında
firma ölçeğine göre nispi çıktı m iktarı da dahil olmak üzere, gerçekten hüner isteyen ça
balar gösterilmiştir. Bununla birlikte, 5. Bölüm’de belirtildiği gibi, bu çabalar firm ala
rın ve sanayilerin patent alm a eğilimlerinin birbirinden çok farklı olması başta olmak
üzere, çeşitli nedenlerle başarısız olmaktadır. Bazı firm alar patentlere büyük önem ver
mekte ve patent alma faaliyetini yürütm ek için, bu açıdan ölçüldüğü zaman icatlarla il
gili çıktıları şişkinleştiren büyük bölümler oluşturm aktadır. Başka firm alar ise y a patent
alm ayla pek uğraşm am akta y a da gizliliği tercih etmektedirler. Büyük firm aların patent
alma eğilimlerinin küçük firm alara göre daha yüksek olduğu ve böylece patent istatis
tiklerine dayalı olarak oluşturulan çıktı ölçütünün, küçük firm aların katkısını olduğun
dan düşük gösterdiğini varsaym a konusunda bir eğilim vardır. Birleşik Devletlerde kü
çük firmalar birim A&G harcaması başına büyük firm alara göre çok daha yüksek pa
tent sayısı gösterebildikleri için, bu durum küçük firma A&G’sinin verim liliğinin daha
yüksek olduğunu savunmak için kanıt olarak kabul edilm ektedir (bkz. Rothwell ve
Zegveld, 1982).
Bütün bunlara rağmen, Birleşik Devletler patent istatistikleri konusunda önde gelen
uzman olan Schmookler (1966, s. 33), genel inanışın tersine, ABD ’de büyük şirketlerin
patent alma eğilimlerinin küçük firm alara göre daha düşük olduğu konusunda inandı
rıcı kanıtlar getirmiştir. Schmookler, bu kanıtları bir yandan büyük firmaların patent
politikaları ile ilgili olarak yürütülen anti-tröst yaptırım ların görgül olarak ortaya kona-
bilen etkilerine, diğer yandan büyük firm aların patent başvurusu yapm adan önce daha
fazla ön deneme yapm a olanaklarının çokluğuna ve nihayet, büyük firm aların patent
paylaşım ı ve bilgi değişim iyle ilgili anlaşm alarda uyguladıkları çok daha yü ksek güven
lik önlemlerine dayandırm ıştır. Küçük firm alar patent alm am azlık edemezler ve uzun
süre beklemeye de tahammülleri yoktur; bu yüzden patent istatistikleri küçük firm ala
rın ve özel kişilerin katkı paylarını olduğundan fazla gösterme eğilimindedir. Bu görüş
266
İngiltere’de Pavitt'in (1982) çalışmaları ve Taylor ve Silberston’un (1973) İngiliz patent
sisteminin çalışma biçimi konusundaki analizleriyle desteklenmiştir.
Patent istatistikleri konusunda ortaya çıkan bir diğer önemli sorun da patentlerin
önem dereceleri açısından farklılaşm asıdır. Bu sorunu aşabilmenin bir yolu patentleri
ağırlıklı hale getirm ek y a da önemli icatların listesini çıkartm aktır. Bu yöntem lerin güç
lüğü ise, araştırm a gerçekten önemli az sayıdaki icatla sınırlamazsa, çok fazla zamana
ihtiyaç duyulm asıdır. Az sayıda önemli buluş yaklaşım ının güçlükleri ise bu icatların
çok sayıdaki ikincil geliştirme icatları ile karşılaştırılarak seçilmesi sırasında ortaya çı
kacak sübjektif kararlarda ve radikal birincil buluşları nispi önemlerine göre sıralam a
sürecinde ortaya çıkm aktadır. Bu tekniğin en iyi bilinen örneği, daha önce de tartışmış
olduğumuz, en önemli 70 adet yirm inci yü zyıl icadının çoğunun büyük şirketlerin A&G
bölümleri dışında gerçekleştirilm iş olduğunu ortaya koym aya çalışan Je w k e s ’in araştır
masıdır (Jew k es e t al., 1958). ABD Ticaret B akanlığı’nın yapm ış olduğu araştırm a
(1967), am pirik olarak daha az destekleyici kanıtlara dayanm asına ve icatla yeniliği bir
birine karıştırm a eğilimine rağmen, esasında kişisel mucitler ve küçük firm alar konu
sunda aynı sonuca varm aktadır. Benzer düşünceler daha önceki yıllard a da Grosvenor
(1929) ve Hamberg (1966) tarafından ileri sürülmüştür.
Je w k e s ’in analizi, firm alar tarafından gerçekleştirilen bazı önemli buluşların dışarı
da bırakm ası yüzünden, belki de daha haklı bir biçimde, büyük şirketlerin katkısının
1920’lerden bu yan a çok daha önemli hale geldiği gerçeği açısından eleştirilebilir.
Je w k e s ’in hazırladığı icatlar listesi zamana bölünürse, şirket A&G’si payının 1930’dan
önce zayıf olduğu, ancak daha sonraki dönemde hâkim durum a geçtiği görülecektir
(Freeman, 1967, 1992). Bütün bunlara rağmen ve bu eleştirileri de göz önünde bulun
durarak, Jew k es ve arkadaşlarının, üniversitelerin, kişisel mucitlerin ve küçük şirketle
rin daha radikal nitelikli yirm inci yü zyıl buluşlarına, oransal olarak, daha büyük katkı
yaptıkları konusunda güçlü bir tez ortaya koyduklarını kabul etmek gerekm ektedir. Bu
nokta bizim tarihsel açıklam alarım ızla da doğrulanmıştır.
267
ri dolayısıyla bir buluşu kimin gerçekleştirdiğini söylemek çok kez güç olmakla b irlik
te, yeni bir ürünü y a da üretim tekniğini ticari olarak piyasaya çıkarm ak anlam ında y e
niliğin hangi firma tarafından yapıldığını, doğru olarak söylemek genellikle mümkün ol
maktadır. Büyük şirketlerin yen ilik yapm a konusundaki performansı icat konusundaki
performanslarına oranla çok daha iyidir ve Jew k es de büyük şirketlerin (genellikle çok
daha pahalı olan), geliştirme çalışm alarındaki rolünün küçük firm alara göre çok daha
önemli olduğunu kabul etmektedir.
Böylece, küçük firm aların yaratıcı faaliyetlerin ilk aşam alarında daha masrafsız, ra
dikal buluşlar konusunda da nispi avantajlı olduğu, buna karşılık büyük şirketlerin da
ha sonraki aşam alarda, geliştirmede ve ilk icatları alıp daha ileriye götürmede daha
avantajlı oldukları sonucuna varılabilir. Bunun yan ı sıra, büyük ve küçük firmaların
nispi performansı açısından sanayiler arasında da önemli farklar vardır. Hem araştırm a
hem de geliştirm e işlerinin genellikle çok pahalı olduğu kim ya sanayisinde büyük firma
lar, gerek icatlar gerekse yenilikler konusunda egemendirler. M akine mühendisliği
sanayisinde masrafsız bir yaratıcılık daha büyük rol oynayabilm ekte ve böylece küçük
firm alarla kişisel mucitler daha büyük bir katkılar yapabilm ektedirler. Patent istatistik
leri bu farkları çok açık bir biçimde yansıtm aktadır; vurgulanm ak istenen nokta, bu bö
lümün son kesiminde verilecek proje sonuçları tarafından da tamamen doğrulanmakta-
dır. Bununla birlikte, ancak son dönemlerde patenti alınm aya başlanmış olan bilgisayar
yazılım ları konusunda küçük firm aların büyük çaptaki katkılarının patent istatistikleri
ne hâlâ yansım am ış olabileceğine dikkati çekmek gerekm ektedir.
K a yn a k : S h im sh o n i (1970, s. 61)
268
I. Kısım’da gördüğümüz gibi küçük bir firmanın kayn aklarıyla gerçekleştirmesine
imkân bulunmayan bazı yenilik tipleri vardır; bir icat için gerekli olan parçaların mut
lak sayısı çok etkili faktörlerden biridir. En uç örnek, iki milyondan fazla parçaya ge
reksinim duyulan Apollo XI Projesi olmakla birlikte, her biri 10 binden fazla parçadan
oluşan, ileri jet uçak motorları, elektronik telefon santralleri, büyük bilgisayar sistemle
ri, nükleer reaktörler y a da bazı proses tesisleri gibi sıradan mühendislik ürünleri var
dır. Büyük firmaların her birinde çeşitli belirsizliklerin söz konusu olduğu, ancak bir
likte yürütülm eleri ya rarlı görülen birden fazla alternatif yöntemle çalışmak gibi muka-
veseli bir avantajları vardır. Büyük firm alar herhangi bir sorunun çözülmesi için farklı
alanlarda çok sayıda uzmana y a da pahalı aletlere gerek duyulduğu durum larda da a y
nı şekilde avantajlı duruma geçerler.
Küçük firmaların en büyük avantajı, muhtemelen, esneklik, yoğunlaşm a ve firma içi
haberleşme konularında ortaya çıkm aktadır. SAPPH O iş yönetimi çabasında yoğunlaş
manın önemine dikkati çekmektedir. Pazarlama, üretim ve A&G konularında karar ver
me sürecinde etkin davranabilm e becerisi küçük firma ortamında daha kolay sağlana
bilir. Elektronik bilimsel enstrüman sanayisi incelenirken Shimshoni’nin çalışm alarına
(1966, 1970) atıf yapılm ıştı. Shimshoni, yeni küçük firmaların bazı anahtar cihazlarda
ki yeniliklerin gerçekleştirilmesinde çok önemli roller oynadıklarını; avantajlarının da
motivasyon, düşük maliyetler, geliştirme çalışmalarının kısalığı (karar verme hızından
dolayı) ve esneklik noktalarında ortaya çıktığını bulmuştur (Tablo 9.5). Shimshoni, ay
rıca, yeni firm aların A&G sisteminin herhangi bir yerinden alınacak teknolojik uzman
lık biçiminde büyük bir dışsal ekonomiye sahip oldukları sonucuna varm aktadır.
Shimshoni hızla çoğalan cihaz üretim firm alarıyla ilgili çalışmasında, teknolojik girişim
cilerin üniversitelerdeki y a da kamu laboratuvarlarındaki bilimsel ortamdan getirdikle
ri fikirlerin ve y a rı gelişmiş ürünlerin taşıdığı kritik öneme dikkati çekmektedir. Gol-
ding bu sistemi ve işleyişini Amerikan y a rı iletken sanayinde göstermiştir. Küçük firma
ların ve kopuşuk (spin off) firm aların Amerikan yarı iletken sanayinde oynadığı olağa
nüstü önemli rol bazı gözlemcilerin, Schum peter’in “M ark l ”inin “M ark 2"sine göre
(daha açık bir deyişle, büyük firmalar yen ilik yapm a sürecine hâkim değillerdir, bkz. 1.
Bölüm) çağdaş gerçekliğin daha doğru bir tablosunu ortaya koyduğu sonucuna varm a
sına neden olmuştur. Bununla birlikte, böyle kesin bir sonuca varm adan önce aşağıda
ki noktaları göz önünde tutm akta y a ra r vardır: Önce, büyük şirketler (Bell, GE, RCA,
AT&T, vb.) anahtar yeniliklerin büyük bölümüne —belki de yarısına— katkıda bulun
maya devam etmektedirler; ikinci olarak, bu şirketler üretim teknolojisi konusundaki
yeniliklerin yaklaşık yarısın ı gerçekleştirm işlerdir; üçüncü olarak, Avrupa ve Jap o n
y a ’da hem üretim yöntem lerinin aktarılm ası hem de yen ilik süreçleri çok daha yüksek
269
oranda büyük firmaların egemenliği altındadır. Rothwell ve Zegveld (1982), bir yandan
küçük firm aların yenilik yapm a süreçlerinde bazı avantajlardan yararlandıklarını kabul
ederken, bir yandan da finansman eksikliği, kamu tarafından konan kurallara uym ada
güçlükler ve uzmanlaşmış iş yönetim hizmeti gibi önemli darboğazlarla karşı karşıya ol
duklarına işaret etmektedirler. Küçük ve büyük firm aların yen ilik yapm a süreçlerine
nispi katkılarını, çeşitli sanayiler ve ekonominin geneli bakımından, sistematik olarak
test etmek ne ölçüde mümkündür? Bir yandan eldeki kanıtlar hâlâ yetersizken ve bir
yandan da ölçme sorunlarının büyük güçlükleri ortada iken, 1970’lerde ve 1980’lerde
bazı önemli ilerlemeler oldu ve Ingiltere ve Birleşik Devletlerde arzu ettiğimiz kadar a y
rıntılı ve kesin olmasa da, oldukça doğru cevaplar vermemize imkân sağlayan projeler
gerçekleştirildi. Bilim Politikası Araştırm a Birimi (Science Policy Research Unit,
SP R U ) tarafından 1971 yılın d a yürütülen bir proje, Ingiliz sanayisinin birçok dalında
y e r alan üç kategori firmada gerçekleştirilen yeniliklerin sayısını doğrudan ölçmeye te
şebbüs etmiştir (Freeman, 1971; Townsend e t al., 1981). Araştırma, küçük firmayı
200’den az işçi istihdam eden kuruluşlar olarak tanım layan, Bolton Küçük Firm aları
Araştırm a Komitesi1 adına yapılm ıştır. Araştırm a 1945-70 yılları arasındaki dönemi
kapsam akla birlikte, Ingiltere’de Araştırm a Konseyleri (SE R C ve S S R C )11 tarafından
desteklenen başka araştırm alar, 1971-83 dönemi için de yen i bilgiler elde edilmesini
sağlam ıştır (Pavitt e t al., 1987). Önemli yeniliklerin listeleri sanayinin çok sayıda fark
lı dalları için bağımsız kaynaklardan elde edilmiştir. Daha sonra bu yenilikleri gerçek
leştiren ve %90’ı söz konusu yeniliklerin ortaya çıktığı tarihteki istihdamının büyüklü
ğünü verebilen yenilikçi firm alara ulaşılm ıştır. Araştırm a kapsam ına alınan sanayi dal
larının toplam Ingiliz sanayisini temsil ettiği varsayım ıyla ortaya çıkan en önemli sonuç
lar şu şekilde sıralanabilir:
1. Küçük firm alar 1945 ile 1983 arasındaki dönemde toplam sanayi yeniliklerinin
% 17'sini gerçekleştirm işlerdir. Bu oran toplam net üretim ve toplam istihdamdaki
payları ile karşılaştırılırsa, 1963 yılın d a bu oranlar üretimde %19, istihdam da ise
%22 olmuştur.
2. Küçük firmaların yenilik yapm a süreci içinde payı 1950-1970 arasında nispeten ay
nı kalmış (Tablo 9.6), ancak bu tarihi izleyen dönemde hızlı sayılabilecek bir biçim
de yükselm iştir.
3. En büyük firmaların (10.000 ve daha fazla işçisi olan) toplam yenilikler içindeki pa
y ı 1960’lar ve 1970’lerde yükselm iş, buna karşılık 1980’lerde gerilemiştir.
4. Dönemin tamamında 1000’den fazla işçi çalıştıran firm alar bütün yeniliklerin üçte
ikisini gerçekleştirm işlerdir.
1 "The Bolton Committee of In q u iiy on Sm all Firm s”
ii "Science and Engineering Research Council” ve "Social Science Research C ouncil”
270
9. 4 Sanayi Dalına ve Firma Büyüklüğüne Göre Yenilik
Sanayi dallarına göre, 1945 ile 1970 dönemi için yapılan analiz, küçük firm aların y e
niliğe katkısı açısından büyük farklılaşm alar göstermektedir. Sanayiler oldukça kesin
çizgilerle iki grupta sınıflandırılabilir:
1. Küçük firm aların yeniliğe hem m utlak sayılarla hem de nispi olarak, fark edilebilir
bir katkı yapm adığı y a da katkının çok düşük olduğu sanayiler. Bunlar arasında ha
vacılık, motorlu taşıt araçları, boyalar, eczacılık ürünleri çimento, cam, çelik, alüm in
yum , sentetik reçineler ve gemi inşa sanayileri (Tablo 9.7) ve (özel bir kategori ola
rak) kömür ve (hava) gaz sayılabilir. Bu grup içinde küçük firm aların yeniliklere
katkısı %1’in (gerçekleştirilen 479 yenilikten 6 tanesi) biraz üzerinde olm akla birlik
te, bu firmaların 1963 yılın d a toplam net üretim içindeki payı yaklaşık %8 olmuştur.
2. Küçük firmaların yeniliğe belirgin katkı yap tıkları sanayiler. Bunların arasında bi
limsel cihazlar, elektronik, hah, tekstil makineleri, kâğıt ve karton, deri ve ayakkabı,
kereste ve mobilya ve inşaat sanayileri sayılabilir. Bu grupta küçük firm alar söz ko
nusu 623 yenilikten 103’ünü y a da yaklaşık %17’sini; 1963 yılın d a toplam net üreti
min %20’sini gerçekleştirm işlerdir.
Tablo 9. 6 İngiltere'de Sanayi Firm alarının B üyüklüklerine
Göre Y eniliklerdeki P aylan, 1945-1983
K a yn ak : R o th w e ll v e D o d g s o n (1994)
Sanayiler, her dalda gerçekleştirilen yenilik sayıları içinde küçük firm aların payına
göre sınıflandırılacak olursa, ortaya çıkan ölçüt küçük firm aların net üretim içindeki pa
y ı ile ilgili ölçüte uygun hale gelmekte (Tablo 9.7), ancak bu durum da yeniliklere kat
kı, net üretime katkıya göre hızla yükselm ektedir.
271
o t O T to
CS O NUÎV
CN
o N o. o o
Oto
-hTOOK
- vo
(M
to o—
o kto
K
K
^
—
<N —
10T
to M
^
On
•— O O O CM
— »O etiO O O
T ODO to »O -
Tablo 9. 7 İngiltere’de İncelenen Sanayilerde Küçük Firmaların Yenilikler ve Yeni Ürünlerdeki P aylan
C <ö
-5 £> o
eti c ? K
t <« O MT CM O CM 'M* to 00 CM O 00 tO O to
c: « >sO tO O lO 'O CS T >- —I O - >sC N - to
/U
E #
E İŞ
cc •
’T cm o o o o o o o o o
o- c
S3 £
u
J> u
JS u d> — "îti s
-D s I £® -c Î3
<eti ”3
C Tl
"0 £>-°
!■ '“ bp-3eti *u* o
D
s_ eti ü
— £ o
— -n •“S Cİ U
eti >
-5 E *<
Oi eti ___
u c üN -
> C
w>
e E- >» y. -C r
> -ad z. — e5 72 D eti !_
eti S <ti
) j t eti
s- (t>j0o 3«>3bûCo^ eo
m
ti o^
to
C "o. e0) C >i ■ö. E 1 s ^!2 Oe i:0 >
«ti
i§ 6c3O <v
0 2 < û te X
ve
1 73 73 o ÛQ:
a tahmini
o>
uo — o\
to to to — "*T CM
I I I I I -
- - - O ı n ^ O ^ M - K t N T ^ ' ^ ^ O-HMt O
o KLOtOlOtOCOtOtO - —O'O —OOK N. N. N. VO 'O O O
tO — —
cm
— — O N .
o o o to
: c/32 'TtO'T'TtO'TtOtO'T'T'TtOCStOCN tO CN CN ^T XT to to to — o o to
272
Bilimsel cihazlar, bazı makine tipleri, kâğıt ve karton sanayilerinde küçük firmaların
yeniliklere katkısı, üretime katkılarından yü ksek olmuştur. O rta ölçekli (200-999 işçi
çalıştıran) firmalar da bu sanayilerde yenilik yapm a sürecine kayda değer ölçüde katkı
da bulunmuşlardır.
Küçük firmaların üretim deki paylarına göre hiç katkıda bulunmadığı y a da çok dü
şük düzeyde katkıda bulunduğu sanayiler, genellikle sermaye yoğunluğu yü ksek sana
yilerdir. Bunun önemli istisnaları havacılık, gemi inşa ve eczacılık ürünleri sanayileri
dir. Bu sanayilerde, sermaye yoğunluğu düşük olmakla birlikte birçok yen i ürün için
geliştirme ve yenilik m aliyetleri çok yüksektir. Kâğıt ve karton da bir başka istisna ola
rak karşım ıza çıkm aktadır. Kâğıt ve karton sermaye yoğunluğunun nispeten yü ksek ol
duğu sanayilerden biri olm akla birlikte küçük ve orta ölçekli firmalar, kâğıttan çok kar
tonda ve özel ürünlerde önemli yenilikler gerçekleştirm işlerdir. Bu sektörlerde sermaye
yoğunluğu daha düşüktür.
Bu istisna dışında, sermaye yoğun sanayilerde hem proses hem de ürün yeniliklerin
de büyük firmaların tekelci durumda oldukları görülmektedir. Bu bulgu I. Kısım’da or
taya çıkan sonuçlarla önemli ölçüde örtüşmektedir. Küçük firmalar katkılarını daha
çok, sermaye yoğunluğunun düşük, geliştirme m aliyetlerinin az ve yen i firm alar için gi
riş m aliyetlerinin düşük olduğu makine ve enstrüman alanlarında yapm aktadırlar. Bu
sonuç da yine I. Kısım’da yapılm ış olan tarihi analizle örtüşmektedir. M akineler, cihaz
lar ve elektronik mallar, bilinen toplam küçük firma yeniliklerinin üçte ikisini oluştur
maktadır. Küçük firm alar tekstil, deri ve mobilya gibi geleneksel sanayilerde de hatırı
sayılır yenilikler gerçekleştirm iş olmakla birlikte, bu sanayilerde gerçekleştirilen ye n i
liklerin toplam sayısı nispeten azdır. Bu araştırm anın vardığı önemli sonuçlardan biri,
Je w k e s’in, profesyonel A&G faaliyetlerinin gelişmesi sürecinde ve sanayi alanındaki
icat ve yenilikler söz konusu olduğunda, büyük firmaların, küçük firm aların katkısını
ortadan kaldırm adığını savunan görüşünü onaylaması olmuştur. Ancak, daha büyük
firmaların çağdaş sanayi yeniliklerine tamamen egemen olduğuna inanan Galbraith de
haklıdır.
1970’den beri İngiltere’de, küçük firmaların toplam yenilikler içinde giderek artan
katkıları, özellikle elektronik cihaz ve bilgisayarlarda güçlüdür. Birleşik Devletlerde y a
pılan araştırm alar da yaklaşık benzer sonuçlar vermektedir.
Son dönemlerdeki görgül araştırm alar, 1970’lerde ve 1980’lerde toplam yeniliklerde
gözlenen artışın önemli bir bölümünün küçük firm alardan kaynaklandığını gösterse de,
burada tarihe de bir göz atm akta y a ra r vardır. Geçmişte, önemli teknolojilerin ilk dö
nemlerinde küçük firm alar m ukayese edilm eyecek kadar büyük bir katkıda bulunmuş
lardır; ancak teknoloji olgunlaştıkça bir yoğunlaşm a eğilimi belirmeye başlamış, başat
273
tasarım lar ortaya çıkarak sanayi bunlara kilitlem iştir (Bkz. Şekil 6.1 ve U tterback’in di
ğer çalışması, 1993). Firm a birleşme ve satışlarının arkasındaki güdü, birçok durumda,
giderek büyüyen A&G m asraflarını yaym ak ve rakiplerin A&G’sini denetleyebilmektir.
Yeni firmaların 1990’lar; büyük kim ya ve ilaç firm aları tarafından ele geçirilm e çabala
rının açıkça gözlendiği ICT sanayilerinde ve biyoteknolojide yen i bir yoğunlaşm a süre
cinin ortaya çıktığını gösteren kanıtlar daha şimdiden elimizdedir. K aplinsky (1983), bu
“yeniden yoğunlaşm a” süreciyle ilgili iyi bir örneği bilgisayar yardım lı tasarım (CAD)
firm alarıyla ilgili olarak verm ektedir. Burada bir başka kuşku daha vardır: Bazı rapor
larda, çok uluslu şirketlerin yan kuruluşları y a da bazı ulusal şirketlerin yan kuruluşla
rı ile gerçekten bağımsız küçük şirketleri birbirinden ayırm a çabasındaki başarısızlıklar
dolayısıyla küçük firm aların katkısı abartılıyor olabilir.
Ancak bütün bunlara rağmen, küçük firma yeniliklerinin, yirm inci yüzyılın son çey
reğinde, toplam yenilikler içindeki payının gerçekten arttığını gösteren etkileyici kanıt
lar vardır. Öte yandan, önceki teknolojik değişim dalgalarında bu tür artışların sürdü-
rülem ediğini ve uzun dönemli yoğunlaşm a eğilim lerinin ortaya çıktığını bilsek de, 8.
Bölüm'de gösterilen ağlar kurm a eğilimiden ve teknolojinin karm aşıklığının giderek art
masından dolayı, durum şimdilerde değişmiş gibi görünmektedir. Bu eğilim ler ayrıca,
birçok mühendis ve bilim adamının daha küçük ve daha özel kuruluşlarda çalışm a ter
cihleri ile daha da güçleniyor olabilir. Autio’nun (1994) N TBF’ler konusunda Cambrid-
ge (M ass., ABD), Cambridge (Ingiltere) ve Helsinki bölgelerinde gerçekleştirdiği araş
tırmanın önemli bulgularından biri, çoğunluğun daha fazla büyüme ve daha az uzman
laşma istemediğini ortaya koym aktadır. Bu yüzden yirm i birinci yüzyıl, I. Kısım’da or
taya koyduğumuz yoğunlaşm a eğilimi yerine, büyük ve küçük firm alar arasında yen i
den bir arada yaşam a (symbiosis) biçiminin ortaya çıktığını görebilir. Bu, yirm i birinci
yüzyıldaki önemli araştırm aların konusu olacaktır.
9. 5 Sonuçlar
Bu bölümde, firma ölçeği, A&G büyüklüğü, yenilik çıktısı ve yenilik ihtiyacı gibi ko
nulardaki istatistik genellemelerin ciddi bir biçimde gözden geçirilmesi gereği ortaya
konmuştur. Sanayi önemlidir, teknoloji önemlidir ve tarih de önemlidir. Bir sanayi da
lının y a da bir teknolojinin gelişme sürecinde küçük firmaların oynadığı rol, gelişmenin
ilk aşam aları ile sonraki aşam aları arasında büyük ölçüde farklılaşabilm ektedir. Düşük
y a da yüksek yoğunlaşm a düzeylerinin yen ilik yapm a konusunda daha iyi performansa
neden olacağı konusundaki basit genellemeleri sürdürm ek artık mümkün değildir. Re
kabet baskısının daha çok yenilik yapılm asını teşvik edebileceği doğrudur, ancak bu
baskı yü ksek düzeyde yoğunlaşm ış uluslararası oligopol piyasalarında da tamamen kü
çük firm alardan oluşan bir sanayi dalında olduğu kadar güçlü olabilir. Bu söyledikleri
274
miz, rekabet politikasının bir zam anlar olduğu kadar basit ve kolay olmadığı anlamına
gelmektedir. Symeonidis (1996) tarafından gerçekleştirilm iş bir OECD araştırm ası, ay
nı araştırıcının “Schumpeter gil hipotezleri’’ test ettiği çalışmasının sonuçlarını çok gü
zel bir şekilde özetlemektedir:
Günümüz literatürü, büyük firma ölçeğinin y a da yüksek yoğunlaşm a oranlarının daha yü k sek dü
zeyde yenilikçi faaliyetlere yo l açan faktörler olduğunu destekleyen yeterli kanıtlar göstermem ek
tedir. Tabii, tüm değişkenlerin içsel olarak belirlendiği anlaşıldığı zaman da vurgulam a, y erin i ne
densellik ilişkisinden, sıradan bir korelasyona bırakm aktadır. Yinelemek gerekirse, yen ilik süreci
ile piyasa yap ısı arasında bazı durum larda varlığı görülmekle birlikte, genel ve pozitif bir ilişki ol
duğunu gösteren kanıt yo ktur. Bu durum, rekabet politikası ile teknolojik gelişme arasında, bazı
A&G yoğun sanayilerde yü k sek düzeyde bir yoğunlaşm a kaçınılm az olmasa bile, genel bir etkile
şim olm adığına işaret etm ektedir... Herhangi bir sanayi dalında sürdürülebilir yoğunlaşm a düzey
lerinin oluşturduğu yelpaze, o sanayiye özgü bir dizi unsura bağlıdır. Bunlar arasında, teknolojik
fırsat, teknolojik karakteristikler, A&G projesinin ortalama m aliyeti, teknolojinin süreklilik ve tah
min edilebilirlik derecesi ve öğrenme ekonomisinin boyutu; y a ta y ürün farklılaşm ası gibi talep özel
likleri ve fiyat rekabetinin yoğunluğu gibi stratejik karşılıklı etkileşim in çeşitli boyutları sayılabilir.
Son olarak, bu konudaki literatürün büyük bir kısmının yen ilik konusunda ölçek bü
yüklüğünün varsayılan avantajları konusundaki ’’Schum peter’g il” hipoteze atıfta bulun
maktadır. Schum peter’in kendisi bu hipotezi açık ve tek anlam a gelebilecek biçimde
formüle etmemiştir. Schum peter’in, biraz da tahrik edici bir biçimde, büyük firmanın
avantajlarından söz ettiği (1942) doğru olm akla birlikte bunlar, temel olarak, sadece
büyük firm aların bir kısmının çok karm aşık ürün y a da üretim teknolojisi geliştirm e sü
reçlerini gerçekleştirebileceği anlam ına gelen ifadeler olarak kabul edilebilir. Schumpe
ter daha önceki çalışm alarında (1912) esas olarak mucit-girişimcinin ve küçük firm ala
rın avantajlarından söz etmiştir ve biz de (1. Bölüm) erken dönem ('M ark 1’) ile daha
sonra geliştirdiği modeli (‘M ark 2 ’) arasındaki farklara işaret etmiş bulunuyoruz.
A&G'nin büyük firm alarda yoğunlaştığına elbette ki, dikkati çekmiştir; ancak bunun
yan ı sıra, büyük örgütlerde bürokrasinin yarattığı tehlikelere de işaret etmiştir. Schum
peter, üstelik, ancak ölümünden sonra ortaya çıkmış olan bazı istatistik bulgulara atıfta
bulunmanın avantajlarından da yoksundur. Sonuç olarak, Schum peter’gil hipotezin
reddedilmiş olduğuna dair sıklıkla ileri sürülen bu görüş, Schum peter’in çalışmalarının
tarihi boyutuna ve sanayiler arası, teknolojiler arası farklılaşm aların karm aşıklığı konu
sundaki bilgisine bir haksızlıktır.
275
Notlar
2 A&G çıktısının ölçülebilm esi sorunu daha bütünsel o larak UN ESCO (1970), Irvine ve M artin (1980, 1981), M ar
tin ve Irvine (1983) ve P r o c e e d i n g s o f O E C D C o n fe r e n c e s o n O u tp u t M e a s u r e m e n t (1980b, 1982) başlıklı kayn ak
larda ele alınm ıştır. A yrıca bkz. R e s e a r c h P o lic y cilt 16, sayılar 2-4 (1987), çıktının ölçülmesi konusundaki özel sa
yısı.
276
10. Bölüm
2 77
Öte yandan, başarısızlık oranı bu son aşam aya gelindiğinde de yüksektir. Bu bölüm,
yüksek başarısızlık oranının nedenlerini ve firmanın proje seçimi süreci sırasında karşı
laştığı güçlükleri kısaca tartışacaktır. Nihayet, eğer elimizdeki başkalarından aktarılm ış
y a da taklit bir proje değilse, yeniliklerin ve proje seçim ve kontrol tekniklerinin daha
iyi yönetilm esiyle söz konusu başarısızlık oranının azaltılmasının güç olacağı sonucuna
varılacaktır.
Bu sonuç SAPPH O ve yenilikle ilgili yönetim süreçlerini daha iyi anlamamızı sağla
mak için geliştirilm iş diğer araştırm aların bulgularından farklı görünebilir. Ancak, bu
tür bulguların kısıtlı olduğunu kabul etmemiz gerekm ektedir. Başarı ve başarısızlığın
karakteristik modellerini ortaya koymada genel olarak doğru görünseler de, bunlar ba
şarıyı sağlayacak bir reçete sağlam aktan çok uzaktırlar.
Diğer yenilikçilerin teknolojik ve ticari başarıları her girişim in sonucunu etkileyebil
diği gibi, paralel y a da rekabetçi girişim ler söz konusu olduğunda başarısızlık oranları
nın yükselm esinden kaçınılamaz. Başarı koşullarının daha iyi bilinmesi, tüm girişim ler
de genel yönetim standardım yükseltebileceği halde, kazananla kaybedenin oyunun
parçası olduğu bir durum da başarısızlık olasılığını ortadan kaldırmaz.
Burada futbol takım larının yönetim iyle bir benzerlik kurulabilir. Takım ların yöneti
cileri genellikle bir maçı kazanm ak için neyin gerekli olduğunu bilirler. B aşarıya ulaşan
yol konusunda oldukça net bir fikirleri vardır. Rakiplerinin durum ları da aynıdır. An
cak, birçok nedenden, ideali, oyun sahasına yansıtm ak mümkün olmaz. Ex p o s t olarak
gözlenen durumu her zaman ex a tıte olarak kontrol etmek y a da başlatm ak mümkün de
ğildir. Herhangi bir durum da oyunun değişkenlerini etkilemek kolay olmamaktadır.
Kuşkusuz birden fazla yenilikçinin birlikte başarılı olduğu bazı piyasa durum larının
mümkün olduğu da bir gerçektir. Bir oyuncunun başarılı olması bir başkasının mutla
ka başarısız olacağı anlam ına gelmeyebilir; bazı yarışlar vardır ki herkes bazı ödüller
kazanabilir ama bazı yarışlard a sadece bir tek at vardır. Ancak, tekelcinin durumunda
y a da sosyalist sistemdeki yenilik sürecinde bile başarısızlıklar üç nedenden ortaya çık
maktadır: teknolojik belirsizlik, piyasa konusundaki belirsizlik ve bazen iş hayatının be
lirsizliği olarak da adlandırılan, genel iktisadi ve siyasi belirsizlik.
Gelecekle ile ilgili tüm kararlarla ilgili olan son kategorideki genel iktisadi ve siya
si belirsizliğin değerlendirm e sürecinde, gelecekteki gelirlere ve m aliyetlere uygun bir
iskonto haddi uygulanm ası gerektirdiği, genellikle kabul edilm ektedir. Bununla birlik
te bu yöntem, yen ilik projelerinin potansiyel faydaları ortaya çıkana kadar, daha uzun
bir zaman aralığına ihtiyaç duyulduğundan, yen ilik süreçlerinde, diğer yatırım biçim
lerine göre daha büyük sorunlar yaratacaktır. Bu sorunlar, bu bölümün sonunda tar
tışılacaktır.
278
Diğer belirsizlik tipleri söz konusu yenilik projesine özgüdür ve dolayısıyla iskonto
edilemezler, ortadan kaldırılam azlar ve sigorta edilebilir bir risk olarak değerlendirile
mezler. Teknolojik belirsizliğin, deneysel geliştirme ve deneme üretimi aşam alarında
çok büyük ölçüde azalacağı doğrudur ve aslında bu tür faaliyetlerin bir amacı da budur.
Ancak, bu aşam aların ortaya çıkaracağı sonuç çalışm alar tamamlanmadan bilinemez;
voksa çalışm a deneysel sayılam az ve faaliyet gerçekten yenilikle ilgili değildir. Üstelik,
başarılı prototip denemesi, pilot tesis çalışması, deneme üretimi ve pazarlam a testlerin
den sonra bile yenilik sürecinin ilk döneminde, bir miktar teknolojik belirsizlik söz ko
nusu olmaktadır. Daha önce de gördüğümüz gibi başarılı yenilikçilerin özelliklerinden
bir tanesi de, geliştirme aşam alarında ortaya çıkan sıkıntıları aşma konusundaki gayret
leridir. Ancak, en iyi biçimde yönetilen yeniliklerde bile bu darboğazların bir kısmı ge
nellikle aşılamamakta, bazıları ticari açılımdan sonra da sıkça ciddi aksaklıklar y a şa
maktadır. Çok iyi bilinen ve çok pahalıya mal olmuş bazı örnekler Comet jet yolcu uça
ğı ve Du Pont'un Corfam’ıdır (bkz. 5. Bölüm).
Teknolojik belirsizlik, başarının en belirleyici unsurlarından biri de olsa, sadece “ça
lışm a”y a da “çalışmam a” sorunu değildir; gerçekte sorun, nadiren bu kadar basit düze-
ve indirgenir. Sorun genellikle, çeşitli çalışma koşullarında ve m aliyetlerde performans
standartlarının mertebesi olarak algılanm aktadır. Belirsizlik ise, geliştirme, üretim ve
operasyon m aliyetini artırm adan yeniliğin ne ölçüde çeşitli teknolojik kriterleri karşıla
dığı sorusunda yatm aktadır. Çivit boyalarını sentetik olarak üretmek için uygulanan çe
şidi prosesler, teknik olarak başarılıyken ticari olarakyaşayam am ıştır (bkz. 4. Bölüm).
Aynı gözlem yüzlerce ilk dönem pamuk toplama m akineleri için de geçerlidir.
279
Teknolojik yeniliğe bağlı risk, sigorta edilebilir nitelikteki normal risklerden farklı
dır. İktisatçıların çoğunluğu Knight’ı (1965) izleyerek ölçülebilir belirsizlik y a da bili
nen anlamı ile risk ile ölçülemeyen belirsizlik y a da gerçek belirsizlik farkını kabul et
mektedir (ayrıca bkz. Shackle, 1955, 1961). Teknolojik yen ilik genellikle ikinci katego
ri içine konulmaktadır. Yenilikler, tanımı gereği homojen bir olaylar dizisi olmamakla
birlikte bazı tür yenilikler diğerlerine göre fark edilir derecede daha az belirsizlik unsu
ru taşır (Tablo 10.1) ve daha az risklidir. Knight’ın kabul ettiği gibi risk ve belirsizliğin
sınıflanması, uç noktalar dışında, bir mertebe sorunudur. H ayat ve yangın sigortaları ve
diğer hesaplanabilir riskler genellikle, istatistik olasılık teorisi tarafından, neredeyse
doğrudan bir hesapla çözülebilen birinci tip riskler olarak kabul edilir; ancak burada bi
le işin içine bir m iktar belirsizlik girer, ikinci tip risk normal olarak sigorta şirketleri ta
rafından, özellikle bankalar tarafından üstlenilmez. Bu yüzden, her örnekteki belirsiz
lik için ayrı bir karar alabilecek özel finansman kurum lan geliştirilm iştir.
Tablo 10.1’de ortaya konmuş olan düşük belirsizlik düzeylerinde bile A&G harca
m alarının ancak küçük bir bölümüne sermaye piyasası tarafından doğrudan finansman
sağlanm aktadır. Burada, projenin kendi içinde nakit akım ı yaratm ası önemlidir. Riskin
firm ay a da proje konusunda yakın bilgisi olanlar tarafından karşılanm adığı durum lar
da y a bir çeşit “maliyet artı” tipte bir A&G sözleşmesi yap ılır y a da A&G tesisleri doğ
rudan kamu sahipliğine ve finansmanına bırakılır.
Y enilik projelerinin bünyesinde bulunan belirsizlik sorununu çözebilmek için, süb
jektif olasılık y a da kredibilite tahminleri, nispeten daha objektif hayat sigortası tablo
ları veya diğer ölçülebilir risk verileriyle ikâme edilebilir (örneğin, Ailen, 1968, 1972;
Beattie ve Reader, 1971). Bu çabaların doğurduğu karm aşık felsefi sorunları burada
tartışm ayacağız. Fakat firm aların gerçekte nasıl yen ilik kararların a yaklaştıkların ı ve is
tatistik tabanlı tahmin süreçlerinde ne kadar yetkin olduklarını anlayabilm ek için elde
ki görgül kanıtlar incelenecektir.
Burada ayrıca, yenilikle ilgili belirsizlik doğasının, ürünlerde köklü yenilikler yapm a
açısından, birçok firma üzerinde çoğu zaman güçlü bir caydırıcı etki yapm akta olduğu
nu, firmaların sanayi A&G’si faaliyetlerini daha çok taklitçi, savunmacı yeniliklerle ürün
farklılaştırm ası ve proses teknolojilerinde yoğunlaştırm aya teşvik ettiği görüşü savunu
lacaktır. Bu görüş önce teorik çerçevede savunulacak sonra da kanıtlar tartışılacaktır.
Üretim teknolojilerinde firma içinde gerçekleştirilen yeniliklerle, açık piyasalarda ger
çekleştirilecek olan ürün teknolojileri yenilikleri arasındaki ayırım burada büyük önem
taşım aktadır. Ürün teknolojilerinde yen ilik hem teknolojik hem de piyasa belirsizlikleri
içermektedir. Üretim teknolojilerindeki yenilikler, eğer firma içi bir uygulam a ise sade
ce teknolojik belirsizlik içerebilir ve H ollander’in (1965) işaret ettiği gibi, bu belirsizlik
küçük çaplı teknolojik iyileştirm eler söz konusu olduğunda en düşük düzeydedir.
280
Belirsizliğin, hem A&G konusunda karar verme ve hem de yenilik stratejilerinin
oluşturulm asında genel olarak, hâkim ve yaygın olduğu, Keynes ve Knight’ın saf teorik
savlarında da açıkça ortaya kanm aktadır. Bunun yan ı sıra, söz konusu olgu, firma dav
ranışı konusundaki birçok görgül kanıtla da doğrulanm aktadır. Özellikle ilgi çekici bir
örnek Augsdorfer’in (1996), F o rb id d en F ruit: An A nalysis o f B o o tle g g in g , U n certa in ty
a n d L ea rn in g in C o rp o ra te R&D (Y asak M e y v e : F irm a A&G’s in d e, K a ça k çılığın ın , B e
lirsiz liğin v e Ö ğ ren m en in b ir A nalizi) başlıklı çalışmasında bulunabilir. Augsdorfer bu
çalışmasında Fransa, Alm anya ve İngiltere’de elliden fazla firmada gerçekleştirilen
A&G çalışmalarını araştırm ış ve “kaçak üretim in” başka bir deyişle A&G personeli ta
rafından yürütülen "masa altı” gizli araştırm a projelerinin varlığını yaygın bir biçimde
saptamıştır. 1980’lerde ve 1990’larda “kaçak üretim in”den söz eden Roberts (1991) gi
bi birçok ya z ara atıfta bulunsa da, Augsdorfer, sadece bu olgunun sıklığını değil bunun
yan ı sıra, ortaya çıkan belirsizliğin yaygın lığı açısından taşıdığı önemi ve bunun sonu
cunda, firma yönetiminin “akılcı” bir merkezi A&G planlaması yapm akta karşılaştığı
büyük güçlükleri de vurgulayan ilk araştırıcıdır. Kaçak üretimin, bazı yöneticiler tara
fından zımnen kabul edilmesi hatta teşvik edilmesi başka bir ilgi çekici olgudur. Kaçak
üretimin varlığı bazı durum larda, bazı radikal projelerin, maceraperest kişisel araştırı
cılar tarafından ve yönetimin bilgisi dışında hayata geçirilmesine de yol açabilm ektedir
(Augsdorfer, 1994). Pearson (1990) kaçak üretimi araçlar ve am açlar açısından açıkça,
belirsizlikle ilişkilendirm ektedir. İcat ve yen ilik süreçlerindeki belirsizliğin hakimiyeti
ve yaygın lığı konusudaki bir başka doğrulam a da Scherer'in (1997) ileri Teknolojili
başlangıç firmaları (H igh Technology start-up companies) üzerinde yap tığı çok güzel
bir görgül araştırm a ile ortaya çıkmıştır.
281
Karar vericiler, ideal olarak, gelecekteki harcam alar ve gelirlerle ilgili tam bir nakit
akım tablosuna sahip olmak isteyecektir (Şekil 10.1). Geliştirme m aliyetleri ve daha
sonraki piyasaya çıkış m aliyetleriyle ilgili tahminler, olası karları görebilmek için gerek
lidir; ancak, uçak geliştirme projelerinden edinilen deneyimlerden bildiğimiz gibi, bu
tahminler, çok kez aşırı yanlış olabilmektedir. Tahmin yöntem leri konusunda bazı dü
zeltmeler yapılabilir; hem sivil hem askeri projelerde bu düzeltmeler için büyük çabalar
gösterilmektedir. Ama, belirsizlikler azaltıldığı zaman, tahminlerin gerçekten daha doğ
ru olabileceği unutulmamalıdır; belirsizlikleri azaltabilmenin tek yolu ise y a daha ileri
araştırm alar yapm ak y a da projeyi daha az yenilikçi hale getirm ektir. Geliştirme mali
yetleri tahmin hatalarını artı eksi %20 aralığında tuttuklarını ileri süren firmalar, genel
likle, elektronik devre tasarım larının yen i uygulam a alanlarına uyarlanm ası gibi, tekno
lojik belirsizliğin en alt düzeyde olduğu, buna karşılık yerleşik teknolojinin sınırları için
de kalındığı veya eldeki yap ıd a çok küçük düzeltmelerle yetinilen projelerden söz et
m ektedirler (Tablo 10.1’de 5 ve 6 ’mcı kategoriler).
Vardığımız bu sonuç Rand Corporation’da proje tahmin hataları konusunda gerçek
leştirilen görgül çalışm alar tarafından da doğrulanm aktadır (M arschak e t al., 1967;
M arshall ve M eckling, 1962; M ansfield e t al., 1971, 1977; Ailen ve Norris, 1970; Nor-
ris, 1971; Keck, 1977, 1970, 1982; Kay, 1979). M ansfield’in çalışması, farklı tiplerdeki
yenilikleri karşılaştırm aya olanak sağladığı için, özellikle önemlidir. Herhangi bir yen i
liğin ne kadar radikal olduğunu ölçmenin çok güç olduğunu kabul etmemiz gerekse bi
le, yen i kim yasal maddelerin alternatif dozaj biçimlerine göre daha radikal bir yenilik sı-
282
Tablo 10.2 ABD İlaç Test Laboratuvarm da (U S P roprietary D rug L aboratory), Teknik
O larak Tamamlanmış 69 Projenin Gerçek M aliyetleriyle Tahmini M aliyetlerinin, P roje
Tipi ve N ispi B üyüklüklerine Göre, O rtalam a ve Standart Sapma O ranlan
Ürün iyileştirmesi
O rtalam a 1.39 1.49 1.41
Standart Sapm a 1.39 1.64 1.41
Proje sayısı 28.00 5.00 33.00
Yeni ürünler
O rtalam a 2.21 5.46 2.75
Standart sapma 3.56 5.86 4.11
Proje sayısı 30.00 6.00 36.00
Ürün iyileştirmesi
O rtalam a 2.80 1.74 2.64
Standart Sapm a 1.28 0.84 1.27
Proje sayısı 28.00 5.00 33.00
Yeni ürünler
O rtalam a 3.14 3.70 3.24
Standart sapma 1.53 2.19 1.80
Proje sayısı 30.00 6.00 36.00
mfı oluşturdukları kesindir ve benzer bir biçimde, yen i ürünler, normal olarak, gelişti
rilmiş ürünlere göre daha radikal bir başlangıç noktasını oluştururlar. Tahminlerdeki
değişkenliğin yan ı sıra ortalama m aliyetlerde ve ortalama zaman aşım larında gözlenen
farklar çok çarpıcıdır (Tablo 10.2).
M ansfield’in çalışması büyük hataların sadece askeri sektöre y a da uçak sanayisine
özgü olmadığını gösterdiği için de çok önemlidir. Ü stelik onun kim ya sanayisiyle ilgili
çalışmaları, incelediği firm alar proje değerlendirme ve yenilikte uzun bir geçmişe ve de
neyime sahip oldukları ve ABD sanayisinde önde gelen A&G uygulayıcıları arasında
bulundukları için, tahmin hatalarının deneyimsizliğe bağlanam ayacağını ortaya koy
muştur. Bu sonuçlar, m aliyetle zaman arasında bir değişim olduğunu akla getirm ekte
dir; hem ABD ’de hem de İngiltere’de, ortalama tahmin aşım ları, askeri projelerde za
mandan çok maliyetlerde, sivil projelerde ise m aliyetlerden çok sürelerde ortaya çık
maktadır. Ailen ve N orris’in çalışm aları da zaman aşımlarının, geliştirm e aşam asına gö
re, araştırm a aşam asında daha yü ksek olduğunu göstermektedir. Bu boyut, Peck ve
283
Scherer (1962) tarafından, silah sistemleri ısm arlam a süreçleri konusundaki araştırm a
larında oldukça ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir.
Bu büyük tahmin hatalarına rağmen iyim ser bir eğilim dikkati çekmektedir. Bu eği
lim başka tip yatırım tahminleri için de söz konusu olm akla birlikte, buradaki kadar aşı
rı değildir. Bu durum proje değerlendirme süreçlerinin sosyal içeriğinin, ölçülebilir ih
timallerin ciddi bir biçimde değerlendirilm esi yerine, bir siyasi savunma ve çıkar grup
larının çekişmesi olarak ortaya çıktığını ciddi şekilde akla getirm ektedir. Bu görüş bir
yandan yenilik süreçlerinin tarih içinde incelenmesi, bir yandan da bu konuda, az da ol
sa, gerçekleştirilmiş akadem ik çalışm alar tarafından doğrulanm aktadır. Burada, Ho
w ard Thomas'in (1970) iki bilimsel cihaz üretim firmasında proje değerlendirmesi ko
nusunda yap tığı bir araştırm a özellikle önem taşım aktadır. Thomas, mühendislerin, ge
liştirme m aliyetleri konusunda, bilinçli olarak çok m uhafazakar tahminler yaptığını or
taya çıkarm akla kalmamış, bu tür tahminlerin “dürüst” tahminler yapm aya uygun bir
ortam sağlayan (kâr bölüşüm düzenlemeleri dahil olmak üzere) güçlü finansal güdüle
rin bulunduğu durum larda da aynı olduğunu bulmuştur:
Firm adaki mühendislerin pek çoğu, m aliyetler ve satış hasılatı konusunda yap tık ları tahminlerin,
ortaya çıkan serm aye getirisinin firma çıkarına olmasını sağlayacak bir önyargıyla yapıldığını, ol
dukça açık bir biçimde kabul etmişlerdir. Bu m ühendisler hesaplam a süreçlerinin hatalı olduğunu
belirtmekte, bunu finansman y a da pazarlam a yetkilisinin anlam akta güçlük çektiğini, çünkü bun
ların ancak bir mühendisin genelde sahip olabileceği teknolojik bir duygudan yoksun bulundukla
rına dikkati çekm ektedirler. Bu yüzden mühendisler tahm inlerini (değerlendirm enin yapılm asında
kullanılan verileri), getiri faktörlerinin firma için kabul edilebilir bir düzeyde olmasını sağlayacak
biçimde bilerek düzeltm ektedirler. Bu işi yapm alarının nedeni projenin kendilerine, kişisel ve tek
nolojik olarak daha cazip, firma için ise daha kabul edilebilir görünm esini sağlam ak değildir; çün
kü firmanın finansal çıkarları ile kendi finansal çıkarları, firma tarafından önerilen k âr paylaşım ı ve
tercihli hisse senedi edinme planlarının varlığı durumunda, bire bir örtüşm ektedir. Tek güdüleri fir
mayı, projeler arasında tercih yaparken daha esnek sayısal kriterler kullanm aya doğru yönlendir
mektir.
(Thomas, 1970)
Proje değerlendirme süreçleri ile ilgili görgül kanıtların istenilen kapsam da olmadı
ğı doğrudur; ancak bu geniş hata aralıklarının (iyim serlik çerçevesinde) deneysel geliş
tirme süreçlerinin özelliklerinden doğduğu şeklindeki hipotezi desteklediğini kabul et
memiz gerekm ektedir. Bu durum yeniliği, prototiplerin test edilmesi ve pilot tesis çalış
malarından önceki karar aşamasında, kendiliğinden riskli hale getirm ektedir. Eski sos
yalist ülkelerde proje değerlendirme faaliyetleri konusundaki kanıtlar da aynı sonuçla
ra ulaşm aktadır.
284
Geliştirme m aliyetleri ile ilgili tahmin hataları, eğer bu m aliyetler var olan kayn akla
rın büyük kısmını oluşturuyorsa, kendi başlarına bir firmayı, kuşkusuz iflasa sürükle
mek için yeterli olabilir. Böyle bir durum, 1970’lerde çarpıcı bir biçimde Rolls-Royce
firmasında ortaya çıkm ıştır ve yin e bu konuda daha küçük çaplı bazı örneklerden I. Kı-
sım’da söz edilmiştir. Ancak göreceğimiz gibi, piyasa belirsizliği teknolojik belirsizlik
ten, genellikle çok daha büyüktür.
Seiler (1965), 100 büyük Amerikan firmasında çalışan araştırm a geliştirme yönetici
lerinin “teknolojik başarı olasılığının" ve "geliştirme m aliyetlerinin” hassas bir biçimde
tahmin edilmesinin, “piyasa başarısı olasılığının” y a da “ürünün satış gelirlerinin” tah
min edilmesi kadar kolay olduğunu ifade ettiklerini ortaya koym uştur1 (Tablo 10.3).
Bunun neden böyle olması gerektiği konusunda çeşitli nedenler vardır:
1. Piyasaya girme süreci ve satışların artm ası uzun bir sürede gerçekleşecektir; yirm i
yıldan daha uzun bir süreye de yayılab ilir. Bu zaman içinde pek çok şey değişebilir.
Bu kısmen gelecekle ilgili genel bir iş hayatı belirsizliği olmakla birlikte, tüketici dav
ranışlarıyla ilgili tahminleri etkileyeceği için, aynı zam anda eldeki projeye de özgü
bir durumdur.
2. Geliştirme faaliyeti büyük ölçüde veya tamamen firmanın denetimindeyken, p iya
salar, özellikle kapitalist bir ekonomide tamamen denetim dışındadır, ik tisat teori
si, oligopolcü rakiplerin yen ilik yapm ası durum unda öteki oligopolcünün tepkisini
öngöremez. Aynı şekilde, gelecekteki m üşterilerin tepkileri y a da yasal düzenlem e
lerin yeni ürünlerle ilgili olarak gelecekte alacağı biçim de sağlıklı bir biçimde ön
görülemez.
3. Gelecekteki satış hasılatının ve muhtemel kârın tahmin edilebilmesi sadece satılabi
lecek toplam m iktarın tahminine değil, aynı zamanda gelecekteki üretim m aliyetleri
nin, fiyatın ve fiyat esnekliğinin de doğru tahmin edilmesine bağlıdır. Bu daha önce
tüketiciler tarafından kullanılm am ış bir ürün söz konusu olduğunda son derece güç
bir iştir.
4. Teknolojik eskime yen i bir ürünü y a da üretim yöntemini daha piyasaya girdiği an
da öldürebilir.
Sistem atik biçimde olmasa da görgül kanıtlar bu teoriyi desteklemektedir. Gelecek
teki piyasaların önceden tahmin edilmesi çabaları son derecede yanlış sonuçlar verm ek
tedir. 1. Bölüm’de belirtildiği gibi, son 80 yıld aki önemli sivil yeniliklerin büyük bir kıs
mı elektronik sanayisinde ve sentetik maddelerde gerçekleştirilm iştir. Bu iki sanayi da
lında yapılm ış olan, aralarında sentetik maddeler, polietilen, PVC, sentetik kauçuk,
elektronik bilgisayar, transistor, robot ve elektronikte nümerik kontrol da olmak üzere,
hemen her önemli yenilik, başlangıç dönemlerinde gerçek değerlerinin çok altında tah
min edilmiştir.
285
Tablo 10. 3 A B D Firmalarmm A raştırm a Yönetiminde A& G y i E tkileyen
Tahmin E dilebilir F aktörlerin D oğruluk D erecelendirm esi
1 2 3 5 4+5
Faktör M ükem m el İvi O rta Z ayıf Güvenilmez
7. Bölüm’de ayrıntılı bir biçimde gösterilmiş olduğu gibi, en ilgi çekici örnek bilgisa
yard ır. İlk dönemde yap ılan tahminler piyasanın birkaç büyük bilimsel kurum ve kamu
kullanıcısı ile sınırlı kalacağını öngörmüştür. W atson Ju n io r’un da doğruladığı gibi,
IB M gibi firm alar bile elektronik bilgisayarlar kullanım a başlandıktan y ılla r sonra bile
potansiyeli sezememişlerdir; 1955 yılın d a yapılan en iyim ser tahminler, 1965 yılın d a
ABD toplam bilgisayar stokunun 4000 olacağını öngörmüştür; gerçek sayı 20.000 üze
rinde olmuştur. Aynı şekilde, nümerik kontrollü takım tezgâhları ve robotların gelecek
teki kullanım potansiyelleri ile ilgili olarak da çok büyük hatalar yapılm ıştır.
Bu, polietilen ve PVC örnekleriyle birlikte, radikal yenilikler açısından gelecekteki
piyasa potansiyeli konusunda yapılan önemli yanlış ve düşük tahminleri ortaya koy
maktadır. Ancak, y ak ıt hücresi, hava gemisi, Ardil (sentetik elyaf), çeşitli nükleer reak
törler ve IB M STRETCH bilgisayarda olduğu gibi, önemli aşırı iyim serlik örnekleri de
az değildir.
Özetle, 1980’den önce kullanılan tahmin tekniklerinin çok ilkel olduğu, buna karşı
lık şu anda söz konusu hataları önemli ölçüde azaltacak, çok daha gelişmiş tekniklere
sahip olduğumuz söylenebilir. Bunu zaman gösterecektir; ancak işaretler pek de cesa
ret verici değildir. Corfam olayındaki piyasa ve m aliyet tahminleri için gösterilen çaba
ve uzmanlığın pek az örneği vardır. Ham deri, işlenmiş deri ve ayakkabı dünya piyasa
larını analiz eden bir bilgisayar modeli geliştirilm iş ve Corfam malzemesini kullanan
üretici ve m üşterileri izleyecek bir program eklenmiştir. Ürün teknolojilerinde yenilik
yapm a konusunda Du Pont kadar etkileyici bir sicile sahip firma sayısı çok azdır ve
Corfam’ı piyasaya çıkardıkları dönemde, ayakkabı piyasası konusundaki bilgileri, sana
y i içindeki tüm diğer firm alardan muhtemelen daha fazladır. Bütün bunlara rağmen,
286
söz konusu girişim çerçevesinde, ürünü piyasadan çekmeden önceki dönemde, yaklaşık
100 milyon $ kaybetm işlerdir.
2. Bölüm'den 7. Bölüm’e kadar tartışılmış olan çeşitli yenilikleri dikkate alırsak, baş
langıçtaki bekleyişlere uygun olarak gelişen herhangi birini bulmamız pek kolay değil
dir. Olgunlaşma dönemi genellikle öncülerin beklediğinden çok daha uzun olmuştur
(PVC, amonyak, televizyon, sentetik kauçuk, katalitik parçalama, optik karakter tanım
layıcı, çivit) ve geliştirm e m aliyetleri, genelde beklenenden çok yü ksek düzeylerde ger
çekleşmiştir. Concorde belki de A&G m aliyetlerinin gerçek değerin çok altında tahmin
edildiği, buna karşılık piyasa tahminlerinin gerçek değerin çok üzerinde öngörüldüğü,
1960’lı ve 1970'li yılların en çarpıcı örneğidir. Ingiliz ve Fransız hükümetlerinin yoğun
gayretine rağmen bir m ilyar Ingiliz Lirası zarar etmiş ve A&G harcam alarının yan ı sıra
üretim, satış ve uçak işletme m aliyetleri de desteklenmiştir. Bunlara rağmen hizmete so-
kulabilen uçak sayısı çok azdır.
Tam sonucu çok sonra alınabilecek olumlu bir şey yap m a konusundaki kararlarım ız, büyük ihti
m alle ancak, sezgilerle -y an i, nicel çıkarların ağırlıklı ortalam asının nicel olasılıklarla çarpımı sonu
cunda ortaya çıkan hesaplarla değil, eylemsizlikten ziyade kendiliğinden doğan eyleme geçme itki
s iy le - alınabilir. Girişim, ne kadar içten ve dürüst olursa olsun, sadece kendi görüşündeki beyanlar
doğrultusunda hareket edip, tarafsız düşündüğünü sanarak kendisini aldatır. Girişimin, elde edile
cek çıkarları tam bir hesaplama olasılığı, G üney Kutbu na yap ılacak bir seferin getireceklerinden
çok daha fazla değildir. Böylece, sezgiler azalır ve ani iyim serlik gücünü kaybederse, ortada d aya
nılacak sadece m atem atiksel beklenti hesapları kalır, kaybetm e korkusu önceki kâr umudundan da
ha akılcı bir davranış temeli oluşturabilir ki sonunda girişim solarak ölür.
Geleceğe yönelik ümitlere dayanan girişim in, bir bütün olarak topluma y a ra r sağlayacağı söy
lenebilir. Ancak kişisel inisiyatif, sadece akılcı hesaplar sezgilerle desteklendiğinde yeterli olacaktır.
Çünkü, deneyimlerimizin kuşkusuz, bizlere ve onlara gösterdiği gibi, öncülerin çok sık başına ge
len nihai kaybetme düşüncesi, böylece sağlıklı bir adamın ölüm beklentisini bir kenara koyması g i
bi bir kenara itilmiş olacaktır.
(Keynes, 1936, SS. 161-2)
i M etnin başlığı "Animal Sprits and Project Estimation" olup “temel içgüdü" diye de çevrilebilirdi. “Estimation" değer
lendirm e olarak çevrildi; tahmin de olabilir. Proje değerlendirm esi, daha teknik ifadelerde "assessment" veya "valuation”,
"evaluation” o larak geçiyor. Nitekim, kesimin ilk cüm lesindeki "proje değerlendirm e tekniği” ifadesindeki terim “evalu-
ation"dır.
287
Yeniliği saran belirsizlik, alternatif yatırım projeleri arasında yenilik projelerinin ge
nellikle “sezgilere” bağlı olduğu anlam ına gelmektedir. Ancak, dikkatli karar vericiler
sezgilerden korkar ve onlara güvenmez. Yatırım kararları konusunda standart bir ders
kitabının ortaya koyduğu gibi: “Yöneticiler sonuçları açıkça belli olan projeleri sonuç
ları belirsiz olan projelere tercih edeceklerdir ve herhangi bir yatırım önerisinin değeri,
taşıdığı belirsizliğin oranına bağlı olarak düşürülecektir” (Townsend, 1969).
Genelde, objektif biçimde elde edilmiş olasılık tahmininin sübjektif biçimde ortaya
konmuş beklenen bir değerle ikamesi, Keynes in yan lış olduğunu ifade ettiği, eşit bir
“cennet veya cehennem şansı, kesinlikle belli bir sıradanlığa1 ulaşm ak kadar istenebilir”,
şeklindeki yanlış bir varsayım a dayanm aktadır. Girişimcilerin riskten (ya da belirsizlik
ten) kaçınma dereceleri, kuşkusuz çok farklılaşm aktadır, ancak pek çoğunun varlıkla
rını sürdürm eyi %50’lik bir şansa bırakm aya hazır olmadıklarını varsaym ak hiç de y a n
lış olm ayacaktır. Sübjektif olasılık tahminleri, genellikle sadece olası sonuçların çok aşı
rı uçlarda olmadığı ve eski deneyimlerin tekrarı olan bazı durum larda kabul edilebilir.
Bu da, yenilik yaparken yüksek bir belirsizlik düzeyinin kabul edilmesinin aşağıdaki
kategorilerle sınırlı olduğu anlam ına gelmektedir:
1. Büyük bir kumar oynamaya hazır olan y a da varlıklarına sürdürmelerine karşı bir teh
dit oluştuğu için bu şekilde davranmak zorunda kalan bazı küçük firma yenilikçileri.
2. D ikkatli proje değerlendirme ve seçme yöntemleri uygulam akla birlikte, bir A&G
cüzdanı11yaklaşım ını benimseyebilecek, ellerindeki çok sayıda sıradan projeye karşı
lık belirsizlik düzeyi yüksek birkaç projeye de destek verebilecek finansal gücü olan
büyük firma yenilikçileri. Bu durum da belirsizlik düzeyi yüksek olan birkaç projenin
başarısızlığa uğram ası firmanın varlığına sürekli bir tehdit oluşturm ayacaktır.
3. Herhangi bir proje resmi proje seçim sisteminin denetiminde olmayan ve şirket kay
naklarını oldukça serbest kullanabilen, böylece sübjektif tahminlerini y a da tercihle
rini örgüte kabul ettirebilen büyük firma yenilikçileri.
4. “Sezgi” yoluyla, mucitlerin, girişim cilerin, ürün şampiyonlarının heyecanının yön
lendirdiği gibi davranan ve böylece bilmeden, akılsızca çok yüksek düzeyde bir be
lirsizliği kabul eden büyüklü küçük firma yenilikçileri. Bazı örneklerde (belki de ço
ğunda), yenilikçiler yaptıkları yatırım ın muhtemel getirisi konusunda ayrıntılı hesap
yapm aya gerek duym azlar; diğerlerinde de muhtemel getirilerle ilgili alabildiğine aşı
rı iyim ser sübjektif tahminleri kabul ederler.
5. (Genellikle savaş y a da savaş tehdidi gibi) acil ulusal gereksinim ler y a da belirli bir
ulusal bilim stratejisi nedeniyle yü ksek riskler alan, ancak başarı durum unda da gü
venli ve yüksek kârlı bir piyasayı garantileyen devlet destekli yenilikçiler.
i “a state of m ediocrity”
ii “Portfolio approach to R& D ”
288
6. Diplomasi ve prestije yönelik düşüncelerle, neredeyse yirm i y ıl boyunca ticari değer
lendirmelerin ve aklıselim in bir kenara konduğu ve başarısızlığın firma karar verici
leri açısından ciddi bir tehdit oluşturmadığı Concorde örneğindeki gibi, gelecek ge
tiriler konusundaki aşırı iyim ser tahminleri kabul eden devlet destekli yenilikçiler.
7. Şirket A&G ortamında gayrı resmi projeler oluşturarak “kaçak araştırm a" yap an
kişisel araştırıcılar. Bu projelerin bir kısmı daha sonra resmi projelere dönüşebil
mektedir.
Proje seçme teknikleriyle ilgili görgül araştırm aların sonuçları, istatistikçiler ve iş y ö
netim danışm anları tarafından geliştirilen ileri düzeyde A&G cüzdanı oluşturma yö n
temlerinin nadiren kullanıldığı görüşünü desteklemektedir. Baker ve Pound (1964)
AB D’de yap tıkları araştırm alarda, bu tekniklerin arada sırada kullanıldığını, böyle du
rum larda da yerlerini göz kararı pratik yöntem lere y a da iskontlu nakit akım (D C F )1
hesaplam alarına terk ettiklerini ortaya çıkarm ışlardır (ayrıca, bkz. Rubenstein, 1966).
Bu yöntem ler, kısa dönemli geri ödemeler söz konusu olduğunda çok sapma yap arlar
ve genellikle cüzdan temeline değil proje temeline oturtulm aktadırlar. Y aygın biçimde
kullanılm aları muhtemelen, nispeten daha gelişkin bir proje değerlendirme sisteminde
y a da tersine herhangi bir formel sistemin olmadığı durum larda tercih edilebilecek da
ha radikal tipteki yeniliklerin yapılm asını engellemektedir. 1971 yılın d a yapılm ış olan
bir araştırm a, İsveç sanayisinde sadece basit nicel yöntem lerin kullanıldığını ve bu du
rumun daha gelişmiş tekniklerin kullanılm asına karşı bir direnç oluşturduğunu göster
miştir (Naslund ve Sellstedt, 1972). Aynı şekilde O lin’in surveyi (1972), Avrupa kim ya
sanayisinde proje seçiminin pragm atik ve sezgisel bir sanat olarak devam ettiği sonucu
na varm aktadır.
Nicel fayda, m aliyet y a da iskontolu nakit akım ları yaklaşım larının kısmi bir alterna
tifi değerlendirmede niteliksel bir kontrol listesi yöntem i olabilir. Kontrol listesi y a k la
şımının, matematik formüller içinde ifade edilm eleri çok güç olan birçok unsuru işin içi
ne katabilme avantajı vardır. Örnek verm ek gerekirse, herhangi bir A&G projesinin ba
şarılı olması için gerekli unsurlardan bir tanesi proje liderinin istekliliği ve kapasitesi ile
proje dışındaki başka bağlılıklarıdır. Başarı için gerekli bir başka unsur ise firmanın, söz
konusu alanda sahip olduğu uzman personel ve bilgi birikim i ile diğer A&G projelerin
den sağlayacağı muhtemel yan desteklerdir. Bir üçüncü unsur, firmanın potansiyel
müşterileri ile ilişkileri vb olabilir; bu tür unsurların sayısı artırılabilir. Bu unsurlar tek
nolojik ve ticari başarı sağlanabilm esi için gerekli olasılık faktörlerinin hesaplanması sı
rasında, araştırm a yöneticisi y a da girişim ci tarafından dikkate alınabilir; ancak kontrol
listesi yaklaşım ının değeri, her noktaya oldukça sistematik bir biçimde dikkat edilmesi-
289
ni zorunlu hale getirmesindedir. Gerçek bir kontrol listesi proje özel koşullarına y a da
firmanın (ya da yenilik yap acak başka bir kuruluşun) özelliklerine göre değişecek ol
m akla birlikte, herhangi bir kontrol listesinde y e r alma olasılığı yü ksek olan sorular aşa
ğıdadır (Dean, 1968; Seller, 1965):
290
Bazı firmalar atıklardan kurtulma, istihdam etkileri y a da firma dışında gerçekleşe
cek araştırm alara katkı ve katılm a gerekleri ve yeniden eğitim gibi bazı ek dışsal m aliyet
ve faydaları da hesaba katabilirler. Çevresel etkilerin daha çok göz önünde tutulması ge
reği 1980’lerde 1990’larda çok daha yaygınlaşm ış ve aslında bazı ülkelerde yasal zorun
luluk haline gelmiştir (bkz. 18. Bölüm). Firm alar, ayrıca ortaya çıkabilecek ve projenin
gelecekteki gelişmesini olumsuz yönde etkileyebilecek darboğaz ve engelleri önceden
görmeyi ve önlemeyi sağlayan teknikleri de ya rarlı kabul edebilirler (Davies, 1972). N i
hayet, değişik kontrol listesi yaklaşım ı ve cüzdan yaklaşım ı tipleri, daha da ileriye gide
rek, proje çözümünü firmanın hem teknolojiye hem de öteki am açlara yönelik genel stra
tejisi ile ilişkilendirebilir (örnek olarak bkz., Patterson, 1996; Kanz ve Lain, 1996).
Kontrol listesi yaklaşım ı, nicel analizler sırasında gözden kaçırılacak birçok unsurun
dikkate alınm asına imkân vermekle birlikte, bu yöntemin de bazı ciddi kısıtları söz ko
nusudur. A lternatif projelerin birbirleriyle ve kolay bir biçimde karşılaştırılm asına, bir
projeler listesinin önem sırasına göre dizilmesine y a da alternatif getirilerin muhtemel
büyüklüğü konusunda bir kriter oluşturm aya izin vermemektedir. Firm aların çoğunun
içinden seçim yapm aları gereken birçok proje önerisinden oluşan bir kütüğe sahip ol
dukları düşünülürse bunlar ciddi kusurlardır. Sonuç olarak, ideal proje seçme yöntem i
nicel bir m aliyet fayda analizi yaklaşım ı ile niteliksel bir kontrol listesi yaklaşım ının bi
leşimidir. Bu türden çeşitli değerlendirme sistemleri geliştirilm iştir (Şekil 10.2). Hart
(1966) tarafından M organite şirketinde projeleri puanlandırm ak için geliştirilm iş olan
böyle bir çalışm ayı göstermektedir. H art’m sistemi, tahmin edilen en yüksek satış değe
ri, satışlardan net kar, A&G teknolojik başarı olasılığı ve gelecekteki A&G m aliyetleri
ne ilişkin bir zaman iskonto faktörü üzerinde kurulmuş bir proje endeks değeri hesap
lam asıdır ve bu formüle göre:
I (endeks değeri) = S x P x p x f
100 C
S = En y ü k se k y ıllık sa tış d e ğ e r i £,
P = sa tışla rd a n n e t k âr (y ü z d e),
p = A&G'de tek n olojik başarı ola sılığı, O’d a n l ’e uzanan b ir ö l ç e ğ e g ö r e ,
t = isk o n to fak törü ,
C = A&G'nin g e le c e k te k i m a liy eti (£)
Değişkenlerin tahmin değerleri bir kontrol listesinde y e r alan soruların cevaplandırıl
m asıyla elde edilmiştir. Şekil 10.2, her soruyla ilgili olası cevap için bir puan değeri gös
termekte ve puanlamanın çarpmadan ziyade, cevapların logaritmik fonksiyonlarının kul
lanılarak toplanması yo luyla yapılm asına izin vermektedir. Yöntem, firmaların şartlarına
uygun bir biçimde farklı sorular ve farklı puan değerleri oluşturularak değiştirilebilir.
291
n yü ksek yıllık
£-2000 £'5000 £'10 000 £ - 20.000 £ 50.000 £ 100.000 £ 200.000
1 ıtış değeri (her
30 70 100 130 170 200 230
yıl£)
Marjinal mali
%20 %30 %35 %40 %45 %50 %60
2 yet (satışlann
yüzdesi) 35 30 25 20 15 10 0
dış rekabet
5 (ürünler ve firmalar)
10
A&G'nin %100 %60 %20
başan olasılığı 70 60 50 30 0
Proje puanı
292
Bu yöntemin avantajı, firmanın dış rekabet ve müşteri davranışları gibi dış faktörle
ri hesaba katmasının yan ı sıra, projeleri, satışların artırılm ası ve yüksek kârlılık gibi te
mel firma am açları varsayım ları altında, belli bir sistematik içinde sıralam asına olanak
verm esidir. Tekniğin bir başka avantajı da firmanın tüm bölümlerinin tartışm a ve de
ğerlendirm e yapabilm eleri için işin içine sokulması ve böylece firma kaynaklarını bir
araya getirmesi ve harekete geçirebilm esidir. Bu belki de, formel değerlendirme teknik
lerinden herhangi birinin sağlayabildiği en önemli faydadır. Gerçekten, projenin ilerle
mesini izlemek ve kontrol etmek için belli bir tip formel değerlendirme tekniğine ihtiyaç
vardır. Teknolojik yeniliklerin etkin bir biçimde yönetilebilm esi için tahminlerin periyo
dik olarak gözden geçirilerek projelerin de yeniden değerlendirilm esi gerekm ektedir.
Bununla birlikte, proje seçme sürecini etkileyen temel unsurlar arasında A&G bölü
mündeki çalışmanın bir bütün olarak firma çalışm alarıyla dengeli olması gereği vardır.
Bu yüzden proje seçimi programlama ile ilişkilendirilm elidir. Yönetim kademesinin ara
dığı bir dizi bağımsız projeler değil, bir projeler cüzdanıdır. Tek proje yerine bir proje
ler cüzdanı çerçevesinde düşünülmesi güvenli ve riskli projelerden oluşan bir karışımın
seçilmesini mümkün kılacak, böylece sadece bir puanlam a sistemine y a da getiri oran
ları sistemlerine dayalı seçimlerde olduğu gibi daha uzun vadeli ve radikal yeniliklerin
gelişmsi ihmal edilm eyecektir (Kay, 1979, 1982, 1984).
Görgül kanıtlar, sanayi A&G’sinin daha az belirsizlik taşıyan proje tiplerinde yo ğun
laştığını doğrulam aktadır. Sadece çok az sayıda firma temel araştırm a yürütm ektedir;
temel araştırm alara yapılan tüm harcam alar, OECD ülkelerinin çoğunda, toplam sana
yi A&G harcam alarının %5 ’inden azdır. Çeşitli taram alar A&G harcam alarının büyük
bir kısmının daha uzun dönemli radikal yen ilikler yerine, küçük çaplı iyileştirm elere ve
kendisini kısa sürede geri ödeyecek projelere ayrıldığını doğrulam aktadır (FBI, 1961;
Schott, 1975; Kay, 1979, 1984; Nelson e t al., 1967). Tablo 10.4, bağımsız araştırıcılar
tarafından elde edilmiş olan verilere dayalı olarak gerçekleştirilen bir Italyan sanayi
A&G’si taram asının sonuçlarını verm ektedir. Bu da daha çok teknik hizmet faaliyetine
ağırlık verildiğini ve temel araştırm a konusuna nispi olarak az zaman harcandığını doğ
rulam aktadır. H arcam alar cinsinden bakıldığında (araştırm acının harcadığı zamanın
aksine olarak), deneysel geliştirm e payının yü ksek buna karşılık araştırm a payının dü
şük olacağı unutulmamalıdır.
Gibbons-Johnston çalışması (1972), doğrudan doğruya A&G harcam alarının dağı
lımı ile ilgili olmasa da, ilgi çekici ek kanıtlar getirm ektedir. Araştırmacılar, 1971 yılının
belirli bir tarihinde İngiltere’de yayınlanan teknik dergilerde y e r alan yeni ürün ilanla
rı arasından raslantısal bir örneklem seçmişlerdir. Listelenen 1,317 ürün arasından
258’si çift sayım, 32’si proses y a da hizmet yen iliği ve 16’sı sanayi dışı olarak ayıklan-
293
>Ы)
Q
« -с
•> (у
e N
м 4С>
fO 'ÆK'XJ^'ocoKiKvoinaNvo
2 -о
% «
ÛS >
İİ ; .2е cs ———
Н-с
>i 6и £§
*Д 4>
1 :3 S
er
a
5*
■и
c s c s c s c s ^ r t o t o c s —-tocst-o
*ß
о
:3
>i
С
tu -H^OSrN.tOCOO>CSK5CS40
< Г8
О <
CSCSCSCSCNCSCSCStOtOCSCS
0) ГТ
«
й <
jm
С о> C cF
и “
(Л -3 -С
:3
Q. c с
_* Я
İJ *
# u
£ £
1с S
'u4 ) С
s 3 «*-rn
s .■
ЭА
О ■ аЦ
Ъ 'С
294
'TÎŞOOO^O^tN^^^'T'T T 00 —j 'T
oiNN^vdiovödco‘ooöt\ «j
to N
to T oöT
to to K5
t:
Araştırıcı Tipi O
'rooKûO>ça\flqff;«oo Io
CİW'öV0Ö^»O'TN5Ö'o6 ö
I>s s «
•i | “- i
T oo1>
C\T ^00Kvo^00CN K5O K V©0*\
> 00 00 N . 0> N .
tu ?> rt ^
II
A&G Faaliyet Zamanının Dağılımı (%)
% <3 %
d" '
^ c s
^ S ? -C "O «00'-00O'T«WO\K>flW
^O—XTCStO'^r'sC>
TbO^TtO>
T
i l î i
s 2
o\ CS O 00 00 00 N . - - O O 00 —
£<
C 33 00 CS C > T 00
vo ur> m O
S 5. —CS'-O^OOCŞ—
; tç COO W)O 'T
CS N . ^ ^ 00
td »—• CS CS to
K aynak: Sirilli (1982)
c crt #_,
■a -â ü c Cu 5
Sanayi dalları
‘<a m . -r u.
ewdiS£C rt
* :§ t * "&
U
>
s "3 2>J f -0«>Ji7!
c C b s I ■■E
$>■£ •C U V
.£* a i l
^oSJi •İS Ü 3 I s ,
s a Ü h S
295
diktan sonra geriye kalan 1000 yeni ürünün dağılımının, Tablo 10.5’teki biçimde orta
y a çıktığını tespit etmişlerdir.
Gibbons ve Johnston, am açlarına uygun buldukları son %18’lik örneği daha ayrın
tılı olarak incelediklerinde bunun yarısının firm adaki mevcut ürünlerde değişiklik y a
pan yeniliklerden oluştuğunu görmüşlerdir.
Tablo 10. 5 İtalya'da. A& G F aaliyetlerioln D ağılım ı (Yüzde olarak)
Firm aların radikal yenilikleri, ürünlerinden çok kendi üretim tekniklerinde yapm a
eğiliminde olduklarına inanmak için yeterli neden vardır. Bu gözlemin kapsamında,
kuşkusuz, sermaye malları sanayilerinin gerçekleştirdiği ürün yeniliklerinin benimsen
mesi veya değiştirilerek uyarlanm ası da y e r alm aktadır. Firm a uygulam ayı kendi kont
rolü altında tuttuğunda firma içinde yapılan proses yeniliklerinde piyasa belirsizliği
önemli ölçüde azaltılmış olmaktadır. Benzer nedenlerle daha radikal ürün yeniliklerin
de rekabetçi bir piyasa yerine (ister hükümet, isterse başka türlü) güvenli bir piyasa
beklentisi hâkim olmaktadır. Bu durum askeri uçakların yan ı sıra radarın ve sentetik
maddelerin geliştirilm esi süreçlerinde de açıkça ortaya çıkmıştır.
Eğer geliştirilen proses firma tarafından kullanılam ayacaksa, belirsizlik doğal olarak
daha fazladır. Bu farklılık, kim ya firm alarının kendi davranışlarıyla karşılaştırıldığında,
büyük ölçüde kim ya tesisleri müteahhidinin proses yeniliğine kendine özgü yaklaşım ın
dan doğmaktadır. 4. Bölüm’de gördüğümüz gibi, prosesi kendileri kullanam adıkları
halde çok belirsiz bir piyasa ile karşı karşıya kalan müteahhitler tasarım da ve ölçek bü
yütm ede yoğunlaşm aktadırlar. M üteahhitler tamamen yen i bir prosesi sadece kim ya y a
da petrol şirketleri söz konusu olduğunda devreye sokm aya kalkışm aktadırlar. Öte ya n
dan, kim ya ve petrol şirketleri sadece firma içi proseslerini geliştirm ek konusunda de
ğil, kendi kuruluşlarında kullanacakları radikal yen i prosesleri araştırm a konusunda da
yen ilik sürecini büyük ölçüde kendi kontrolleri altında tutm a ümidiyle güçlü bir güdü-
lenmeye sahiptirler. Bu tür yeni proseslerin uygulanm aya başlanması, rakip firm alara
göre üretim m aliyetlerinin düşürülmesine, karlılığın artm asına y a da ürün fiyatlarının
düşürülm esi ve piyasa paylarının genişletilmesine katkıda bulunabilecektir. Bazı du
296
rum larda mevcut yatırım ın kârlılığının korunması için, yeniliğin uygulam aya sokulma
sı geciktirilebilir. Yeni proses sonunda başka firm alara lisansla verilebilecekse, bu ek bir
kazanç olarak değerlendirilecektir; ancak söz konusu prosesin başarılı bir biçimde pa-
zarlanması (lisans verilm esi), müteahhit firm alardan kaynaklanan proses örneklerinde
olduğu gibi, m utlaka gerekli değildir. Gerçekten gizli tutulm ası ve lisansla başkasına ve
rilmemesi konusunda bilinçli bir tercihte de bulunulabilir.
1980’lerde ve 1990’larda yapılm ış olan araştırm alar, yen i bir ürünün y a da prosesin
sağlayacağı gelirlerin, potansiyel olarak sadece kendisine kalm asının firmanın proje de
ğerlendirmesinde önemli bir rol oynadığını göstermiş olm akla birlikte, bu sanayi sektör
leri arasında hatırı sayılır ölçüde farklılaşabilm ektedir. Bu gözlem, yenilikler konusun
da Yale Üniversitesi'nin sistem atik surveyinde (Levin, 1988; Levin e t al., 1987) ve da
ha sonraki yıllard a bazı Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen daha da kapsam lı PACE
Survey'inde (Arundel, 1995) ortaya çıkmıştır.
297
siyonu olduğunu inandırıcı bir biçimde ileri sürmektedir. İsveç firm aları genelde küçük
ölçeklidirler, buna karşılık daha büyük Avrupa ve Amerikan firm aları tipik olarak da
ha uzun dönemli bir bütçe stratejisi izlemektedirler.
Sanayi dalları arasında büyük araştırm a yoğunluğu farkları vardır ve bu durumun
bir yandan tarihi koşullara (yeni teknolojik fırsatlara), bir yandan da rekabet şartları
nın baskısına bağlı olduğu öne sürülebilir. Y aklaşık her on yıld a bir yen i proseslerin ve
yeni kuşak ürünlerin ortaya çıktığı bir sanayi dalında (ilaç, cihaz üretimi, makine, mo
torlu taşıtlar) üretim yelpazesinin eskimesini y a da aşırı m aliyetlerin ortaya çıkmasını
önlemek için nispeten yü ksek düzeyde bir araştırm a yoğunluğu gerekli olabilir. Böyle
bir sanayi dalında çalışan bir firma A&G harcam alarını kısarak birkaç y ıl için kısa dö
nem karlılığını yükseltebilir; ancak bu uzun dönem kârlılığını ve varlığını sürdürülebil
mesi pahasına yapılabilir. Çok düşük bir A&G faaliyet düzeyi y a da hiç araştırm a y ap ıl
maması, teknolojik eskiliğin sorun olmadığı y a da üretim yelpazesindeki değişmelerin
esas olarak o günkü modaya göre oluştuğu sanayi dalları için geçerli olabilir. U çak y a
da elektronik gibi, askeri A&G ve askeri satın alm aların y a da dünya bilim ve teknolo
jilerinde hızlı değişimlerin y a p a y bir eskimeye neden olduğu sanayilerde ise, olağanüs
tü derecede yüksek bir A&G faaliyeti, firm aların varlıklarını devam ettirebilm eleri için
gerekli olabilir. En aşırı durumda, eğer bir şey çalışıyorsa eskim iştir1. Gerçekten, hem
Amerika Birleşik D evletleri’nde hem Ingiltere’de, uçak sanayisinde uzun dönemde net
hasılanın üçte birinin A&G’den kaynaklanm ası ancak bu “Alice H arikalar D iyarında”
kavram ları içinde açıklanabilir. Böylece, araştırm a yoğunluğunun temel belirleyicisi söz
konusu sanayi dalı olarak karşım ıza çıkm akta ve araştırm a yoğunluğu ölçütüne göre bir
sıralam a bütün sanayileşm iş ülkelerde birbirine benzemektedir. Nelson (1991) ve Pa-
vitt (1984) sanayiler arasındaki bu farklılaşm ayı en güçlü biçimde vurgulayan yazarlar
arasında y e r almaktadır.
Yüksek derecede teknolojik ve piyasa belirsizliği olan projelerin nasıl sonuç verece
ği ne firma tarafından ne de herhangi bir kimse tarafından doğru bir biçimde tahmin
edilemez. Edilebilseydi, firm alar çok daha kolay bir biçimde servetler kazanabilir ve
yü ksek hızda düzenli bir büyümenin tadını çıkarırlardı. Ancak sanayinin herhangi bir
dalında, tam olarak hangisi olacağını önceden bilmememize rağmen, firm alardan birisi
muhtemelen büyük bir sıçram a yapacaktır. A&G faaliyetlerine bağlı olan belirsizlik un
suru bu nedenle, A&G harcam ası ile tek bir firm a değil, bir sa n a y i dalının büyümesi
arasında daha güçlü bir istatistiksel ilişki beklenmesine yo l açm aktadır. Aslında görgül
kanıtlar da bunu göstermektedir.
i Teknik eskim eyi (obsolesence) kasteden bu cüm leyi açm ak için, uçak yapım cılarının “bir uçak modeli, uçtuğunda es
kim iştir" deyim lerini hatırlatalım . B ir uçak daha uçuş sertifikasını alır almaz, yen i modelin tasarım ı başlam ıştır bile.
298
En araştırm a yoğun sanayi dallan, büyük farkla en yü k sek büyüme hızına sahip olan
sanayi dallarıdır (Şekil 7.1); buna karşılık düşük düzeyde A&G yapan sanayiler genel
olarak nispeten yavaş büyümekte y a da durağan kalm aktadırlar. Ancak elektronik y a
da eczacılık ürünleri gibi araştırm a yoğun ve hızlı büyüyen sanayi dallarında y e r alan
firmalarda, hızlı büyüme ile araştırm a yoğunluğu arasında güçlü bir ilişki bulunm am ak
tadır. Bu konudaki görgül verilerin bir kısmı zayıf bir korelasyon gösterirken bazısında
hiçbir ilişki yoktur. Bu sonuç sadece herhangi tek bir firmada pahalı, saldırgan projele
rin etrafını sarmış olan yü ksek belirsizlik düzeyinin varlığından değil, A&G konusunda
sürekli artm akta olan dışsallıklardan dolayı da beklenen bir sonuçtur. Bir sanayi dalın
da y e r alan birçok firma, birkaç firmada veya tamamen başka bir sanayide gerçekleşen
teknolojik ilerlemelerden yararlanm aktadır. Bütün elektronik sanayi, Bell in y a rı ilet
kenler konusundaki çalışm alarından yararlanm ış, buna karşılık Bell ortaya çıkan tek
nolojiden lisans y a da know-how ödemeleri, hatta satış gelirleri yolu ile çok küçük bir
kısmından yararlanabilm iştir. Patent sistemi firma içi üretilen bilgiden yararlan m a ola
sılığını yükseltm ekle birlikte, bu bilginin çeşitli kanallar, özellikle Amerikan y a rı ilet
kenler sanayinde olduğu gibi, çalışanların firm alar arasındaki hareketi yolu ile yayılm a
sını önleyememektedir.
Firmanın büyümesi ile A&G ve Bilimsel ve Teknolojik Hizmetler (BTH ) (Scientific
and Technological Services-ST S) bir araya gelmesinden oluşacak ortak bir ölçüt arasın
da çok daha güçlü bir ilişki beklenebilir. Böyle bir ölçüt, Hollander'in anlattığı tipte, kü
çük verim lilik iyileştirm elerinin sağladığı önemli toplam verim artışlarına yo l açtığı du
rum ları göz önüne alacaktır. Katz’ın elde etmiş olduğu görgül veriler bu hipotezi ve va
sıflı işgücü dağılımı ile firma büyümesi arasındaki ilişkileri de desteklemektedir.
Firm alar iş hayatında kalabilm ek y a da bağım sızlıklarını sürdürebilm ek için A&G
faaliyetinde bulunma gereğinin farkındadırlar ancak başarılı bir yen ilik yapm anın hazır
reçetesi yoktur. Bu da “karm akarışık"1 y a da “Tolstoyvari” biçimde büyümenin temel
faktörlerinden biridir. Başarılı bir yeniliğin nitelikleri arasında, yenilikçinin etkin A&G
çalışmasını piyasa gerekleri ile birleştirme yeteneği vardır. Ancak bu yetenek ex a n te
den daha çok ex post11 durum da açıkça ortaya çıkar. Burns ve Stalker klasik araştırm a
larında (1961), bu fonksiyonların gerekli bir düzeyde bir araya getirilmesinde karşılaşı
lan firma içi güçlükleri göstermişlerdir. Yenilik süreci, genellikle y ıllara yayılan karm a
şık bir olaylar dizisi olduğu için söz konusu birleştirme işlemi süreklidir ve firma içi so
runların yan ı sıra dışsal oluşumlar tarafından da ciddi bir biçimde zorlanm aktadır. Bu
iş el yordam ıyla arama, araştırm a ve deneme sürecidir ve en iyi hazırlanmış planlar bi
le hüsrana uğrayabilir. Etkin A&G yap ısına sahip firmanın varlığını sürdürme şansı da-
i ''higgledy-piggledy'1
ii “Ex ante ve ex post” önceki ve sonraki durum.
299
ha yüksektir, ancak bu m utlaka başarılı olacağı anlam ına gelmez. Firmanın kendi ger
çekleştirdiği yenilikler bile genel kararsızlığı ve belirsizliği artırabilir ve kendi içinde
hoşnutsuzluk yaratab ilir. SAPPH O projesi yap ılacak bir yeniliğe, firma içinde genellik
le hem teknolojik hem de ticari nedenler ileri sürülerek muhalefet oluştuğunu ortaya
koymuştur. Ticari nedenlere dayanan çok daha güçlü bir muhalefet yeniliğin başarısız
lığıyla daha yakından ilişkilidir.
A&G konusunda karar verme ile ilişkili anlaşm azlıkların m evcudiyeti ve sürecin y a
pısındaki belirsizlik, tahmin ve seçme süreçlerinin, yöntem lerin, şekli tanım lam alarında
y e r aldığı biçimde gerçekleşm ediğini ortaya koym aktadır. Çeşitli teknolojik tahmin mo
delleri ve bunların Am erikan sanayisine uygulanm ası konusunda çok şeyler yazılm ıştır
(Jan tsch 1967). Bu tür teknolojik tahmin teknikleri kuşkusuz çok faydalı olabilir ve
özellikle Bright (1968), bunların yeni teknolojik fırsatları ve tehditleri tespit etmeye yö
nelik firma stratejisi açısından taşıdıkları önemi ortaya koymuştur. Bununla birlikte di
ğer yönetim tekniklerinde olduğu gibi burada da gerçek, savunucuların yarattığı izle
nimlerden farklıdır. Sanayide gerçekte neler olup bittiğini anlayabilm enin önemi
nedeniyle, bu gerçekleri yüceltilm iş soyut kavram lardan ayırabilm ek için bir araştırm a
nının sonuçları oldukça ayrıntılı bir biçimde aşağıya alınmıştır:
Bazı firm alar muhtemelen resmi teknolojik tahm inlerden yararlanabilecekleri halde bu y o la gitm e
dikleri için, örgüt içinde bunun kullanılm asını sınırlayan faktörlerin neler olduğunu araştırdık. Bu
tekniğin kullanılm asını önleyen yönetim kaynaklı şu ortak engelleri ortaya çıkardık:
1. T ek n olo ji ta h m in in i ö r g ü tü n d ü z en li p la n la r ıy la b irleş tirm ed e k i başarısızlık . Yöneticilerin çoğu,
herhangi bir tahmin tekniği kullanm aya başlam ada en kritik faktörün, onu, içinde araştırm a proje
lerinin seçiminin ve kaynakların genel firm a am acı ile uyum lu bir biçimde tahsis edilmesinin de bu
lunduğu, uzun dönemli planlam a programı içine yerleştirm ek olduğunu ifade etmelerine rağmen,
uygulam ada ortaya çıkan durum çoğu kez bu değildir.
D aha da tipik olan uygulam a, planlam a sürecini basitleştirecek olan resmi bir tahmin program ı
oluşturm a göreviyle firmasının ileri planlam a grubuna transfer edilen yöneticinin deneyim idir...
Tahmin sürecini, firm anın ana ürün hatlarının teknolojik geleceğine uygulam a konusunda bir giri
şim olm adıkça bu yöneticinin gayretlerinin planlam a üzerinde herhangi bir etkisi olmamıştır.
B aşka bir firmada, teknik geçmişi olan bir kişi gelişmiş teknolojik tahm inler alanına ilgi duym aya
başlam ıştır ve araştırm a konularından sorumlu olan firma başkan yardım cısının desteği ile bir y ıl
dan fazla tanıtıcı raporlar hazırlam aktadır. Bu kişi, tahmin teknikleri konusunda raporlar hazırla
manın y a n ı sıra araştırm anın ve geliştirmenin planlanması, özellikle teknolojik tahmin tekniklerinin
planlam a ile bütünleştirilm esiyle de yakın dan ilgilenm ektedir. Buna karşılık ay n i örgütle ilgili
olarak, Jan tsch 'm raporlarının bildirdiğinin tersine, herhangi bir kimsenin bu teknikleri kullan
dığına dair herhangi bir kanıt bulanamamıştır. Bu açıdan, firmanın çabaları, gelecek konusunda
üm itleri olan ancak fikirlerini satm akta başarısızlığa uğram ış bir adamın çalışm alarından ibarettir.
2.A raştırm a v e g e liş t ir m e p r o je le r in i o b je k t if b ir b içim d e s e ç m e k k on u su n d a k i başarısızlık , in
celediğimiz firm aların çoğunda araştırm a ve geliştirm e harcam alarının planlanm ası ve kontrolü, en
yum uşak ifadesiyle rasgele diye tanım lanabilir. Araştırm a ve geliştirm e yatırım larının doğrudan ve
300
dolaylı iktisadi yararların ın gerçeklere dayanan, objektif bir değerlendirm esi tamamen istisnai bir
durum dur. Bu durumun nedenlerinden biri, söz konusu işe ilişkin ve kaçınılm az olarak artan belir
sizlik ile çoğu araştırm a faaliyetlerinin niteliği olan esneklik ve gayri resmilik (inform ality) iken,
bunun gösterilememesi ve ayn ı zamanda yönetim kademesinin planlam a ve kontrol süreçleriyle
yeterince uğraşam am asıdır. Gözlenen araştırm a ve geliştirm e projesi seçme süreçleri, en başta araş
tırıcıların kişisel çıkarlarına dayalı olarak beliren bir “avukatlık” ile önemli yöneticilerin gözde pro
jeleri ve firmanın stratejik çıkarlarıyla çelişebilen bir dizi başka kriterlere bağlı olarak ortaya çıkan
fikirlerden ibarettir.
Bir firm ada önemli araştırm a ve geliştirm e kararları firma içi güç dengelerine bağlı olarak alınm ak
ta bu durum da önemli ölçüde “hobi çalışması" veya gözde projelerle ilgili y e tk i verilmemiş araştır
m alara yo l açm aktadır. Bir başka yaklaşım ise, bağımsız ürünlere dağıtım yapm anın planlam a için
daha sağlam bir temel oluşturacağının kabul edilmesine rağmen, fonların firma içi güç y a da avukat
lığa bağlı olarak işlevler ve disiplinler arasında bölüştürülm esidir. A raştırm a projelerinde k at
lanılacak m aliyetler ile ilgili objektif bir gerekçeye ihtiyaç duyulduğu halde, araştırm a ve geliştirm e
konusunda k arar verme durum unda olanlar arasında ne planlam a ne de teknolojik tahmin
konusunda ciddi bir heves bulunamamıştır.
3. G elişk in y ö n e t im tek n ik lerin in r o lü n ü k a vra m a k o n u su n d a başarısızlık . Yöneticiler tarafından
teknolojik tahmin (ve diğer yönetim teknikleri) konusunda gösterilen direncin unsurlarından bir
başkası da bilinmeyen korkusuna, başka bir deyişle k arar verm e ayrıcalık ve yetkilerinin elden
kaçacağı ve/veya sistematik k arar verme tekniklerinin kullanılm asının geçmişte verilm iş olan bazı
yan lış kararları ortaya çıkaracağı düşüncesidir. Buna ek olarak gelişmiş tahmin tekniklerinin k u l
lanılm aya başlanması planlam a işini basitleştirecek yerde, daha da karm aşıklaştıracaktır.
4. Ü st y ö n e t ic il e r i n ta h m in g a y r e t le r in i d e s t e k le m e k on u su n d a k i başa rısız lığı. Birçok önemli
değişikliğin gerçekleşm esi için üst yönetim desteğinin bir ön koşul olmasına karşılık, firm alarda
yaptığım ız araştırm alarda, teknolojik tahmin uygulam asını destekleyen çok az sayıda yönetici sap
tanm ıştır. Bu tekniği uygulam aya koyan bir yöneticiye rastlanm am ıştır, in isiyatif genellikle, bu
konuya uygun bir geçmişi, ilgisi ve motivasyonu olmasına rağmen, teknolojik tahmin konusundaki
fikirlerini gerçeğe döndürmek için gerekli olan etkiyi yaratam ayan bir kişiden gelmektedir.
Sorunun bir başka yönü ise, tahmin tekniği konusunda bölümlerin planlam a grubunu ikna etmeye
çalışan bir personelin, grup üyeleri tarafından, kendilerini değil de bölüm yönetim ini ikna etmeye
davet edilmesi biçiminde ortaya çıkan yönetici memur (staff-line) engelidir.
5. B ö lü m y ö n e t ic ile r in in y e t e r i k a d a r u za ğı g ö r m e d e k i başarısız lığı. Teknolojik tahmin tekniklerinin
kullanılm asının önündeki son engel ise, k âr amacını ön planda tutan bölüm yöneticilerinin kısa
vadeli bakış açılarıdır. Teknolojik tahminin getirisi, genellikle uzun dönemde ortaya çıkacaktır ve
bir firm anın teknoloji planlam a müdürünün belirttiği gibi “Büyük şirketin uzun dönemli yatırım
konusunda bir belleği yo k tu r”.
(D oıy ve Lord, 1970; Roberts, 1968)
Özellikle Olin (1972) gibi, bu sonuçlan destekleyen birçok görsel araştırm a daha
gösterilebilir. Bu araştırm alar, Nelson ve W inter'in (1977), Dosi’nin (1984, 1988), Dow-
nie’nin (1958), Gold’un (1971, 1979) ve M arris’in (1964) firma teorisi konusundaki
genel savlarını desteklemektedir. Downie, etkinlik açısından firmalar arası farklılıklar
açıkça ortada olduğu halde, daha etkin firm alardaki yoğunlaşm a sürecinin neden daha
301
hızlı ve “rasyonel” işlemediğini açıklam aya çalışıyor; getirdiği açıklama, geride kalmış
firmalarda “beklenmeyen" yenilik başarılarının ortaya çıkmasıdır. Böylece “yenilik
mekanizması”, “transfer mekanizmasının” etkinliğini dengelemekte ve rekabet eden fir
malar arasındaki nispi pozisyonları sürekli değiştirmektedir. M arris, büyüme mak-
simizasyonunun firma davranışının daha rasyonel bir açıklam ası için, kâr maksimizas-
yonundan daha gerçekçi bir yaklaşım olduğunu savunmaktadır. M arris bununla birlik
te bu tür büyüme politikalarının kâr sınırlam asına tabi olduğunu varsaym aktadır. A&G,
büyüm eye ve firmanın varlığını sürdürmesine katkıda bulunan temel güç olarak kabul
edildiği ölçüde, modern firmanın niteliği olarak kabul edilen profesyonel yönetici dav
ranışları ile ilişkilendirilmesi mümkün olmakla birlikte, yöneticiler muhtemel kârlılığı
tahmin edemediklerinden, kâr/varlığı sürdürme kısıtıyla, yenilik, bazen etkin olmayan
ların yan ı sıra şanssızların da ayıklandığı karm akarışık bir süreç olarak kalm aktadır.
Bunun ötesinde, A&G projeleri y a da genel strateji konularında karar verme süreç
lerinin, genellikle firma içi çekişme ve anlaşm azlıklara yol açtığı görgül kanıtlar tarafın
dan da doğrulanm aktadır. Genel belirsizlik, farklı düşüncelerin ortaya çıkması ve duru
mun tipik olarak proje tahminlerinin çıkar grupları tarafından belirli bir görüşü destek
lemek için kullanıldığı bir savunma ve politik tartışm a haline dönüşmesi anlam ına gel
mektedir. Değerlendirme teknikleri ve teknolojik tahmin, kabilelerin savaş dansları
gibi, hareketlendirm ek, enerji sağlam ak ve örgütlenmek açısından önemli bir rol oy
namaktadır.
Araştırm a yoğun bir sanayi dalında faaliyet gösteren firma için savunma ağırlıklı bir
A&G stratejisi normal kabul edilebilirse de, bu hiçbir şekilde tek olası cevap değildir.
Özellikle bilimsel açıdan fazla gelişmemiş ülkelerde bu tür bir strateji gerçekçi bir
olasılık değildir. Gelişmiş ülkelerdeki firm alarda bile yönetim ler bir taklit, bağım lılık
hatta intihar stratejisini tercih edebilirler. Hükümetin güçlü askeri y a da sivil talep
lerinin dünya piyasasının belirli sektörlerinde güçlü bir y a p a y uyarı yarattığı y a da çok
uluslu şirketlerin büyük A&G ölçeği, dinamik ekonomiler ve piyasa gücü avantajlarını
kullandığı durum larda bunlar belki de tek gerçekçi alternatifler olabilirler.
Firmanın önündeki olasılıklar ulusal yenilik politikalarından önemli derecede et
kilenecektir. I. Kısımdaki tarihi analizin de açıkça ortaya koyduğu gibi, A lm anya’da
sentetik maddelerin ve A BD ’de elektronik sanayinin büyüm esi hükümet politikaları ile
yakından ilişkilidir. H ükümetler hem teknolojik hem de piyasa belirsizliklerini azal
tarak, yenilikleri güçlü bir biçimde uyarm ışlardır. Kâr sınırlam ası (kâr maksimizasyonu
davranışını tercih edenler için), firmaların çoğunluğu için karar vermede zaman boyu
tunun nispeten kısa olduğu anlam ına gelmektedir. Bu durum kaçınılm az olarak, uzun
dönemli stratejilerin aleyhine olm akta, böylece firm adaki uzun dönemli A&G
302
savunucuları, yu k arıd a belirtilen hükümet politikalarında olduğu gibi, dışsal bir destek
olmadığı zaman güçsüz kalm aktadır. Bu durum, çevre kirliliği, enerji tasarrufu ve k ay
nak aşınması gibi sorunlar söz konusu olduğunda büyük önem taşım aktadır (bkz. IV.
Kısım).
Bu nedenle (belirsizlik ve radikal A&G’nin uzun dönemli niteliği), kapitalist ekono
mide uzun dönemli araştırm a ve geliştirm eye gereğinden düşük düzeyde yatırım eğili
minin ortaya çıkması, firmanın gelecekte elde edebileceği avantajlara rağmen beklenen
bir durumdur. Bu gereğinden düşük düzeyde yatırım yapm a eğilimi, temel araştırm alar
y a da daha radikal yen ilikler söz konusu olduğunda en yü ksek düzeye çıkm aktadır
(Nelson, 1959; Arrow, 1962). Büyük ölçüde bu nedenlerden, hem kapitalist hem de es
ki sosyalist ekonomilerde, temel araştırm aların çoğunu ve radikal yeniliklerin bir kıs
mını devletler finanse etm işlerdir (bkz. 16. Bölüm). Tersine, mal farklılaştırm ası ve
m arka imajı konusundaki kısa dönemli A&G’de aşırı yatırım söz konusu olabilmektedir.
Oligopol koşullarında firma, kendi ürünlerine karşı oluşmuş bir pazarı, reklam ve
küçük teknik değişiklikler yolu ile farklılaştırarak piyasa belirsizliğini azaltm ak için
çaba harcam aktadır. Bu söylenenlerden, A rrow 'un ve diğer bazı iktisatçıların ileri sür
dükleri gibi daha mükemmel bir yen ilik sisteminin, A&G y i firmadan ayırm ası gerektiği
sonucuna varılm ası gerekmez. SAPPH O ve diğer yen ilik araştırm alarının sağladığı
kanıtlar, firmanın girişim cilik fonksiyonunun en etkin biçimde, eğer kendisi A&G
konusunda faaliyet gösteriyorsa, ortaya çıktığı konusundaki görüşü desteklemektedir.
Başarılı bir yenilik, teknolojik bilginin piyasa bilgisi ile bir araya getirilmesine bağlıdır.
Başlangıçta sanayi A&G faaliyetini iktisadi teşebbüsten ayırm ış olan eski sosyalist
ekonomilerin, 1970’lerde teşebbüs düzeyinde A&G y e daha fazla önem vermeye baş
ladıklarım ortaya koyan olumsuz kanıtlar da mevcuttur. “Firm a asıl uzmanlık alanı”
(core competences) konusundaki tartışm alar (Teece, 1986; Prahalad ve Hamil, 1990),
genellikle üretimle ilgili bilgilerini A&G’leri ile birleştirebilen firm aların büyük avantaj
lar sağladıkları sonucuna varm aktadır. Bazı iktisatçılar bunu işlem m aliyetleri (transac
tion cost) teorisi kavram ıyla açıklam aktadırlar (W illiamson, 1975, 1985); ancak sos
yolojik açıklam alar da yeteri kadar inandırıcıdır (M o w eiy 1983).
Belirsizlik ve proje seçme konusundaki bu inceleme sonunda ortaya çıkan genel tab
lo, neoklasik firma teorisinin varsayım ından çok Tolstoyvari nitelikler taşım aktadır.
Firm aların çoğu, iktisadi işlemin bünyesinde bulunan belirsizlik nedeniyle, rasyonel bir
davranış için gerekli bilgilere erişem ediklerinden ve karm aşık değerlendirme yöntem
lerini geliştirecek zam anları ve niyetleri de olmadığı için, herhangi bir projede rasyonel
hesaplam alar yapam am aktadırlar. Bu, büyümenin bir karm aşa içinde gerçekleştiği ve
hiç kimsenin ne kendisinin ne de rakiplerinin davranışlarının nasıl bir sonuç vereceğini
303
net bir biçimde önceden göremediği anlam ına gelmektedir. Eğer herhangi bir kimse bu
söylenenlerden şüphe duyarsa, Amerikan ve Avrupa bilgisayar sanayilerinde y e r alan
firmaların 1950 ile 1990 yılları arasındaki y a da radyo sanayisinde y e r alan firmaların
1900 ile 1930 yılları arasındaki davranışlarını incelemesi tavsiye edilebilir. Bütün bun
lara rağmen, söz konusu bu dağınıkla yen ilik sürecinin sonunda ortaya çıkan faydalar
ve m aliyetler çok büyük olabilir. Şimdi, bu teknolojik ve piyasa belirsizliği çerçevesin
de firmanın izleyebileceği stratejileri inceleyeceğiz; IV. Kısım'da sorunu, ulusal politika
görüş açısından ele alacağız.
Not
1. M ansfıeld’in, A BD araştırm a yöneticilerinin bu faktörlerin çoğu konusunda “iy i” tahm inler yapılabileceğine ina
narak, kendilerini iyim ser bir biçimde aldatm alarını iğneleyen yo rum larına sadece hak verebilir. Buna rağm en bura
d a söz konusu olan nispi doğruluktur.
304
11. Bölüm
305
ler vardır ve birçok insan hem içe hem dışa dönüklüğün özelliklerini taşır. Ü stelik kişi
ler (ve firm alar) her zaman ait oldukları tipe göre de davranm azlar. Nihayet, kişiler ve
firma stratejileri devamlı olarak değişm ektedir ve bu yüzden, bir on y ıl önce doğru olan
genellemeler bir sonraki kuşakta geçerli olmayabilir. Söz gelişi, bilişim ve iletişim tek
nolojisi, özellikle dışsal ilişki ağları ve diğer firm alarla işbirliği açısından, firma davra
nışlarında birçok değişikliklere yol açm aktadır (Coombs e t al., 1996; Hagedoorn ve
Schakenraad, 1992).
Herhangi bir firma, dünya bilim ve teknolojisiyle dünya pazarlarının büyümesi so
nucu ortaya çıkan teknolojik yelpazenin ve piyasa im kânlarının oluşturduğu bir ortam
da faaliyette bulunur. Bu gelişmeler, büyük ölçüde tek firmadan bağımsızdır ve bu fir
manın varlığı sona erse bile genellikle devam eder. Firma varlığını sürdürebilm ek ve ge
lişebilmek için bütün bu sınırlam aları ve tarihi koşulları göz önünde bulundurm ak zo
rundadır. Bu açıdan bakınca firmanın yen ilik çabaları da bağımsız y a da keyfi değildir;
tarihsel olarak belirlenmiştir. Varlığını sürdürmesi ve büyümesi hızla değişen bu dışsal
ortama ayak uydurm asına ve bu ortamı değiştirebilme kapasitesine bağlıdır. Gelenek
sel iktisat teorisi, dünya bilim ve teknolojisinin karm aşıklığını büyük ölçüde ihmal etse
ve çevre olarak sadece piyasaya baksa bile hızla değişmekte olan teknoloji, ülkelerin ve
sanayilerin çoğunda firmanın içinde bulunduğu çevrenin kritik derecede önemli bir un
surudur.
Bu sınırlar içinde kalm ak koşuluyla, firmanın karşısında bir dizi seçenek ve alterna
tif stratejiler vardır. K aynaklarını ve bilimsel ve teknolojik becerilerini çeşitli farklı bi
leşimler içinde kullanabilir. Uzun dönemli y a da kısa dönemli unsurlara daha fazla y a
da daha az ağırlık verebilir; çeşitli ittifaklar kurabilir. Başka yerlerde yapılm ış yen ilik
leri lisans altında kendisine aktarabilir. Piyasa ve teknoloji tahminleri yapm aya girişe
bilir. Kendisine ait bir dizi yeni ürün ve proses geliştirm eye teşebbüs edebilir. D ünya
bilim ve teknolojisini belki belli bir ölçüde değiştirebilir, ancak ne kendisinin ne de ra
kiplerinin yen ilik çabalarının sonuçlarını kesin bir biçimde tahmin edemez ve dünya
teknolojisinde önemli bir değişiklik yap m aya girişirse, bu yüzden her zaman buna iliş
kin tehlike ve risklerle karşılaşır.
Bütün bunlara rağmen, yen ilik yapm am ak ölmek demektir. Bazı firm alar da gerçek
ten ölmeyi seçerler.1 Kimya, cihaz y a da elektronik sanayilerinde yen i ürünler y a da y e
ni üretim teknolojileri getiremeyen firm alar genellikle varlıklarını sürdüremezler, çün
kü rakipleri ürün teknolojisinde yap tık ları yeniliklerle piyasayı önceden ele geçirir y a
da yeni üretim teknolojileri kullanarak standart ürünleri daha ucuza üretirler. Bu yü z
den, firmaların çoğunluğu eğer varlıklarını sürdürm ek istiyorlarsa karşılarına çıkacak
bütün belirsizliklere rağmen yen ilik katarındaki yerlerini alırlar. Saldırgan yenilikçiler
306
olmak istem eyebilirler, ancak savunmacı y a da taklitçi yenilikçi olmaktan hemen hiç ka-
çınamazlar. Teknolojide ve piyasa koşullarında ortaya çıkan değişiklikler ve rakipleri
nin kaydettiği ilerlemeler, hangi yolu seçerlerse seçsinler, onları girişim lerde bulunm a
y a ve ayak uydurm ak için çaba göstermeye zorlar. Kaynaklarına, geçmişlerine, yönetim
davranışlarına ve şanslarına bağlı olarak izleyebilecekleri çeşitli alternatif stratejiler var
dır (Tablo 11.1).
İktisatçıların tam rekabet modelinin iki temel varsayım ı tam bilgi ve teknoloji eşitli
ği olduğundan, bu stratejilerle ilişkilendirilen davranış biçimlerinden farklıdır. Bu var
sayım ların her ikisi de burada ele aldığımız stratejilerin çoğu açısından gerçekçi olma
makla birlikte, rekabetçi koşullar altında standart homojen bir ürün üreten firm aların
izleyebilecekleri geleneksel strateji söz konusu olduğunda geçerli olabilirler. Bu tür fir
malar bütün hüner ve yaratıcılıkların ı düşük m aliyetli etkin üretim üzerinde yoğunlaş
tırıp diğer bilimsel ve teknolojik faaliyetlere zaman ayırm ayabilir y a da bunları firma
için dışsal unsurlar olarak kabul edebilirler. Bazı ürünler, bazı durum larda hâlâ gele
neksel rekabetçilik varsayım larına yaklaşan koşullarda üretilm ektedir, ancak bunlar
ürün yelpazesinin sonlarında y e r alırlar. Geleneksel strateji esas olarak yenilik yapm a
yan bir stratejidir y a da kendisini başka yerlerde geliştirilen, ancak söz konusu sanayi
dalında y e r alan bütün firm alara açık olan üretim teknolojisi yenilikleri ile sınırlı tutar.
Tarım, inşaat ve büyük çaplı yiyecek üretimi söz konusu varsayım lara yaklaşık olarak
bazı açılardan uyan sanayilere örnek gösterilebilse de, her üçü de içinde bulunduğumuz
dönemde bilgi teknolojisinden ve örgütsel yeniliklerden oldukça etkilenmektedir.
Burada altı alternatif stratejiyi ele alacağız, ancak bunlar açıkça tanımlanabilen mü
kemmel biçimler olarak değil bir ihtimaller dizisi olarak kabul edilmelidir. Bazı firm ala
rın bu stratejilerden birini y a da diğerini izlediği açıkça görülebildiği halde, bir strateji
den bir başkasına kolayca geçebilmekte y a da faaliyetlerinin farklı sektörlerinde değişik
stratejiler uygulayabilm ektedirler.
Temel U ygulam alı Geliştirme Tasanm Üretim Teknik Patentler B&T ö ğ retim Uzundönem
araş, araştırm a faaliyeti mühendis müh. hizmet enformas. Eğitim tahm in ve
kalite ürün
kontrolü planlam ası
Saldırgan 4 5 5 5 4 5 5 4 5 5
Savunm acı 2 3 5 5 4 4 4 5 4 4
Taklitçi 1 2 3 4 5 3 2 5 3 3
Bağımlı 1 1 2 3 5 2 1 3 3 2
G eleneksel 1 1 1 1 5 1 1 1 1 1
Fırsatçı 1 1 1 1 1 2 1 5 1 5
307
11. 2 Saldırgan Strateji
“Saldırgan” bir yen ilik stratejisi yen i ürünlerin ortaya çıkarılm ası konusunda rakip
lerinin önüne geçerek teknoloji liderliğini ve piyasa liderliğini ele geçirm ek anlamına
gelmektedir.2 D ünya bilim ve teknolojisinin büyük kısmı diğer firm alara da açık oldu
ğu için, böyle bir strateji y a dünya bilim teknoloji sisteminin bir parçası ile kurulmuş
özel bir ilişkiye y a güçlü ve bağımsız bir A&G yapısına y a da yen i fırsatlardan çok da
ha çabuk yararlanm a yeteneğine ve bütün bu avantajların bileşimine dayanm ak zorun
dadır. Özel ilişki kavramı, konu ile ilgili çok önemli anahtar kişilerin işe alınmasını, da
nışmanlık anlaşmalarını, sözleşmeli araştırm a yaptırılm asını, iyi enformasyon sistemle
rini, kişisel ilişkileri y a da bütün bunların bir karışım ını içerebilir. Ancak, durum ne
olursa olsun herhangi bir yenilik için gerekli olan teknolojik ve bilimsel bilgi çok nadir
olarak tek bir kaynaktan y a da son haliyle elde edilebilir. Sonuç olarak saldırgan bir
stratejide esas rol sahibi firmanın A&G bölümüdür. Bölüm dışarıdan sağlanm ası müm
kün olmayan bilimsel ve teknolojik bilgiyi üretmeli ve önerilen bir yen iliği normal üre
time geçilebilecek noktaya taşıyabilm elidir. Bu genellemenin kısmi bir istisnası, birçok
bilimsel cihaz yeniliklerinde olduğu gibi, tam am ıya da büyük bir bölümü başka bir y e r
de gerçekleştirilmiş olan bir yeniliği kullanm ak için özellikle kurulmuş olan yeni bir fir
madır. Yeni küçük firma saldırgan yenilikçinin özel bir kategorisidir. Buradaki analiz
ler öncelikle mevcut kurulmuş firm alarla ilgili olmakla birlikte, yeni kurulan küçük y e
nilikçi firmanın taşıdığı önemin, yerleşik firm aların pek çoğunun saldırgan bir strateji
benimsemek için gösterdikleri isteksizlikle y a da yetersizlikleriyle yakından ilişkili oldu
ğu konusunda 8. ve 9. Bölümlerde varılm ış olan sonuçları hatırlamamız ya rarlı olabilir.
Saldırgan strateji izleyen bir firma, normal olarak yü ksek düzeyde araştırm a yoğun
olacağından büyük ölçüde firma içi A&G faaliyetlerine bağımlıdır. En uç noktada, bir
firma yıllard ır A&G dışında herhangi başka bir faaliyette bulunmuyor olabilir. Saldır
gan strateji izleyen bir firma, dünyada ilk olmak y a da ilk olm aya çok yakın bir durum
da bulunmak istediği ve A&G faaliyetlerinin kaçınılm az başarısızlıklarının ağır m aliyet
lerini karşılayacak yü ksek tekelci kârları elde etmeyi am açladığı için, patent koruması
na büyük ölçüde önem verecektir. Bu firma çok uzun dönemli görüş oluşturm aya ve
yüksek riskler alm aya hazırlıklı olmalıdır. Bu tür saldırgan strateji örnekleri I. Kısım’da
incelenen, RC A ’nın siyah beyaz ve renkli televizyonu; Du Pont’un naylon ve Korfamı;
IG Farben’in P V C yi; IC I’nın Terileni; Bell’in yarı iletkenleri; H oudry’nin katalitik par
çalayıcıları ve İngiliz Atom Enerjisi Kurumu’nun çeşitli nükleer reaktörleri geliştirm e
sidir. Bu yeniliklerin çoğunda bir kâr ortaya çıkıncaya kadar, araştırm anın başlam asın
dan sonra on y ılı aşkın bir süre geçmiştir; bazıları ise hiçbir zaman kâr etmemişlerdir.
308
Bir saldırgan stratejinin firma içi temel araştırm ayı ne ölçüde sürdürmesi gerektiği,
kısmen bir tanım kısmen de bir tartışm a konusudur. D ar ekonomik görüş açısından ba
kıldığında, firma içi temel araştırm ayı alaycı bir tavırla karşılam ak ve pahalı bir oyun
cak y a da beyaz bir fil olarak nitelendirmek moda bir davranıştır. Kuşkusuz bunda doğ
ruluk payı vardır ve birçok iktisatçının ve yönetim danışmanının, temel araştırm anın
üniversitelere bırakılm ası gerektiği konusundaki görüşleri özünde sağ duyuludur; an
cak bu dar bir görüştür. Gerçekten, en başarılı saldırgan yeniliklerin bazıları kısmen fir
ma içi bir temel araştırm aya dayanm aktadır; hiç olmazsa bunu gerçekleştiren firm alar
böyle beyan etm işlerdir ve en doğrusu, sonunda belirli bir pratik amaç gözetilmeden
(bu uygulam alı araştırm anın tanım ıdır) gerçekleştirilen bir araştırm a olarak tanım lana
bilir. Bununla birlikte söz konusu araştırm anın tamamının, muhtemel uygulam alar hiç
göz önüne alınmadan bilgi üretimi olarak tanım lanabilecek akadem ik araştırm a olmadı
ğı konusunda kuşku duyulamaz. Bu, belki de en iyi biçimde, güdümlü temel araştırm a
y a da arka plan temel araştırm ası1 olarak tanım lanabilir. Saldırgan stratejinin (hatta ba
zı durum larda savunmacı stratejinin) bir parçası olarak bu tür araştırm a yapm anın y a
rarlarına dair güçlü örnekler verilebilir.
Firma içi temel araştırm aya karşı doğrudan iktisadi bir eleştiri, herhangi bir firma
nın gerekli temel araştırm anın ancak küçük bir parçasını gerçekleştirebileceği ve firma
nın başka yerlerde gerçekleştirilen temel araştırm a sonuçlarına nasıl olsa ulaşabileceği
savına dayandırılm aktadır. Bu aşırı basitleştirilm iş “iktisat” eleştirisi, araştırm a sırasın
da ne çeşit bilginin istendiğini ve bilimle teknoloji arasındaki özel ara yüzeyin niteliğini
anlayam adığı için çökmektedir. Bilimdeki değişikliklerle teknolojideki değişiklikler ara
sında doğrudan bir bağlantı yoktur; ilişkileri son derece karm aşıktır ve daha çok eski ve
yeni bilgilerin karşılıklı olarak gözden geçirilm esi sürecine benzer. “Temel araştırm ala
rın basılı sonuçlarını herkes okuyabilir” iddiası gerçeğin ancak yarısın ı yansıtm aktadır.
Birleşik Devletlerde yapılm ış olan bir dizi görgül araştırm a, temel araştırm a sonuçları
na ulaşmanın kısmen bu araştırm alara katılım ın derecesine bağlı olduğuna işaret etmek
tedir (Price ve Bass, 1969; Steinmueller, 1994). "Firmalar neden kendi paralarıyla te
mel araştırm a y a p a rla r?” sorusunun cevabını arayan Rosenberg (1990), temel araştır
m aya yatırım ı, bilimsel ve bilgi üreten çevrelere bir “giriş bileti" olarak nitelemektedir.
Yenilik konusunda yapılm ış birçok örnek olay çalışması, yöntem ler farklı da olsa, oriji
nal araştırm a sonuçlarına ulaşabilmenin firm alar için son derece büyük önem taşıdığını
göstermektedir (Illinois Institute of Technology Research Institute, 1969; Langrish e t
al., 1972; W ilkins. 1967; Gibbons ve Johnston, 1974; Industrial Research Institute Re
search Corporation, 1979; Hounshell ve Smith, 1988). M ansfield (1991) tarafından 76
309
büyük Amerikan firması hakkında yapılm ış olan çok daha sistematik çalışmalar, bu fir
m aların çoğunun, bu tarihten 15 y ıl öncesine kadar uzanan temel üniversite araştırm a
larının sonuçları olmasaydı, 1975 ve 1985 yılları arasında ortaya çıkardıkları yen i ürün
ve proseslerin önemli bir kısmının geliştirilem eyeceğine inandıklarım göstermiştir.
Firma içi temel araştırm anın, I. Kısım'da ele alınan bazı örnekler (naylon ve polieti
len gibi) için önemi açıktır; B ell’in transistörü keşfetmesi ve geliştirmesi konusundaki
klasik makalesinde Nelson (1962) tarafından temel araştırm aların rolü tartışılm ıştır. Bu
tür araştırm aların önemi ayrıca, GE ve Dow gibi, Amerikan örnek olay çalışm alarında
da ortaya çıkmıştır. SAPPH O sonuçları, temel araştırm a performansı açısından başarı
ve başarısızlık arasında güçlü bir ayırım ortaya koymamış olsa da, temel araştırm a y ü
rütenlerin m arjinal bir avantaja sahip olduğunu ileri sürm ektedir (Science Policy Rese
arch Unit, 1972). Bazen söz konusu araştırm anın arka plan araştırm ası mı, güdümlü
araştırm a y a da uygulam alı araştırm a olarak mı tanımlanması gerektiğine karar vermek
çok güçtür. Her sınıflandırm a girişiminin bir ölçüde keyfi ve ya p ay olacağı her zaman
hatırlanm alıdır.
Tablo 11. 2 E şleşm e Y öntem inin Kullanılm a Sıklığı
D olaylıa 8 5 25
Pasif b ek ley işi 28 17 43
Doğrudan katılım 0 38 18 40
"Bekçilik 14 2 6
Tam "eşleşme h azırlığı”e 88 42 114
a Yeni bilimsel bilginin ku llanıcıları ve yaratıcıları arasında doğrudan bir diyalog yoktur,
b Bilim ciler diyaloğa açık olm akla birlikte bunu başlatm azlar; teknologlar yardım ister,
c D isiplinler arası takım lar, değişim ler ve danışm anlık hizm etleri dahildir.
d Yetenekli kimseler, bilim ciler ve m ühendisler arasındaki iletişim i teşvik etm ek gibi özel bir işlev için görevlendirilirler.
K a yn a k : P r ic e v e B a ss (1969)
Price ve Bass (1969) özgün araştırm a sonuçlarına ulaşm a yollarından biri olarak
doğrudan katılım ın nispi önemini ölçme girişim inde bulunmuşlar; yenilikle ilgili 27 ör
nek olayda y e r alan 244 eşleşmeyi sınıflandırm ışlardır. Burada eşleşmeyi, temel bilim
lerdeki gelişmelerle teknolojik ilerleme arasında ilişki kuran bir olay şeklinde tanım lan
m aktadırlar. Tablo 11.2 sonuçları, temel araştırm aya doğrudan katılım ın olayların
%40’ında geçerli olduğunu ve bunun yan ı sıra firma dışından, pasif olarak yararlan ab i
lecek bilim adam larının bulunmasının da büyük önem taşıdığını göstermektedir. İletişi
min etkinliğinin bir dereceye kadar temel araştırm aya katılım ın bir fonksiyonu olduğu
nu varsaym ak da yan lış olm ayacaktır.
310
Price ve Bass tarafından yapılan bu araştırm aların çoğu, muhtemelen saldırgan ola
rak tanımlanabilecek firm alar tarafından gerçekleştirilen yeniliklerle ilgilidir ve izleme
faaliyetleri, danışmanlık hizmetleri ve bunlarla birleştirilm iş firma içi güdümlü temel
araştırm anın bu tür bir strateji izleyen firm aların yeni bilgiye ulaşm alarında önemli bir
yo l olduğu görüşünü desteklemektedir. Price ve Bass şu sonuçlara varm aktadır:
1. Yeni bilgilerin ortaya çıkm ası, yen ilik sürecinde tipik bir başlam a noktası [italikler bizim] olma
masına rağmen, y en i bilgilerle ve bilimsel araştırm ayla uğraşan kişilerle sıkı bir ilişki kurm ak işin
temelidir.
2. Y enilik tipik olarak gerekliliği önceden ve kesin biçimde tahmin edilem eyen, dolayısıyla önceden
program lanam ayan enformasyona bağım lıdır; anahtar enformasyon ise genellikle konuyla bağlan
tısız araştırm alar yo lu yla sağlanır. Bu süreç büyük ölçüde, örgütler, coğrafi ve disiplinler arasında
ki iletişim özgürlüğü ve esnekliğiyle kolaylaşır.
3. Temel araştırm anının yen ilik sürecinde gördüğü işlev, genelde bilim ve teknoloji toplulukları ara
sındaki anlam lı bir diyaloga yo l açm asıdır. Y enilik yap an girişim ciler genellikle ikinci kümeye, ge
rekli bilimsel anlayışa yak ın lığı olan kişiler ise birinci küm eye m ensupturlar.
(Price ve Bass, 1969, s. 804)
Bu bulgular son derece önemlidir, çünkü özel örnek olay araştırm aları, teknolojik
yeniliklerin temel araştırm alarla y a da bilimsel bilginin gelişmesi ile ilişkisini bulam a
maktadır. Birleşik Devletler Savunm a Projesi (U S Department of Defense Project
Hindsight) (Sherw in ve Isenson, 1966) ve M anchester Kraliçe’nin Ödül Araştırması
(Q ueen’s Award Study) (Langrish e t al., 1972) sonuçlan, yen i ürünlerin çoğunun “es
k i” bir bilime dayandığını ileri sürdüğü için, genelde yanlış bir biçimde bu yönde yo
rumlanmaktadır. Her önemli yenilik, büyük bölümü bu anlam da eski olan bir bilgi sto-
ğundan yararlanır. Ancak, başarılı bir biçimde yen ilik yapm a kapasitesi giderek artan
bir ölçüde, bu bir araya getirilmiş, ister yen i isterse eski olsun, bir yap ı içindeki bilgi bü
tününden yararlanabilm e yeteneğine bağlı hale gelmektedir (Steinm ueller, 1994).
Y üksek düzeyde gelişmiş bir bilimsel ve teknolojik altyapı biçimindeki dışsal ekono
milerin varlığı, yenilikçi etkinlik açısından kritik bir unsurdur. Bu dışsal ekonomiler,
bir ölçüde tüm dünyaya açık ve bu anlam da dünya bilgi havuzundan y a da stoğundan
söz etmek anlam lı da olsa, yin e de bu bilgilere ulaşm ak sınırlıdır. Doğrudan coğrafi un
surların yan ı sıra kültürel, eğitimsel, ulusal ve m ülkiyetle ilgili ticari haklardan kaynak
lanan engeller herkesin bu stoktan serbestçe yararlanm asını önler. Söz konusu bilgile
re ulaşabilm ek A&G yönetiminin önemli bir parçasıdır ve kendi araştırm a performan
sı ve bu alandaki saygın lığıyla çok yakın ilişkilidir. Y enilik performansı konusunda Pa-
vitt’in gerçekleştirdiği ülkeler arası karşılaştırm alarla (1971, 1980), Gibbons ve Jo h n s
ton'un bilim ve teknolojinin karşılıklı ilişkileri inceleyen araştırm ası (1974) da bu so
nuçlara ulaşm aktadır.
311
Böylece, Price ve Bass’ın vardığı sonuçların yanında, diğer görgül araştırm alardan
ve kendi araştırmam ızdan yo la çıkarak, temel araştırm a performansının saldırgan bir
yenilik stratejisi uygulam ak için m utlaka gerekli bir unsur olmamakla birlikte, firma
içinde yeni fikirlerin ortaya çıkm asına kaynaklık etmenin yan ı sıra firma dışında üreti
len ister eski isterse yen i bilgiye erişmek için değerli bir yöntem olduğu sonucuna vara
biliriz. Bütün firmalar sonunda yeni bilgiyi kullanabilecek olsalar da saldırgan bir stra
teji izleyen bir firma buraya çok daha önce varm ayı hedefleyecektir. Kendisi güdümlü
temel araştırm a yürütm ese de, böyle bir firma y a uygulam alı araştırm a performansı
olanlarla, danışm anlarla veya istihdam edeceği genç lisansüstü öğrencileri ve başkala
rıyla bir iletişim kurm a ihtiyacındadır. Bunun, hem izlediği eğitim politikası hem de
kendi dışındaki bilimsel ve teknolojik toplum ile iletişimi ve ilişkileri açısından çok bü
yü k önemi vardır.
Öte yandan, temel bilimsel bilgiye erişebilir olmak çoğu kez çok önemli olsa da, sal
dırgan bir strateji izleyen bir firma için en kritik teknolojik işlevler deneysel geliştirme
çalışm alarından beklenen işlerdir. Bunlar arasında da, bir yan d a tasarım mühendisliği,
öte yan d a uygulam alı araştırm alar y e r alm aktadır. Yeni bir ürünün y a da üretim tekno
lojisinin ortaya çıkarılm ası açısından dünyanın önünde olmak isteyen bir firmanın tasa
rım, prototiplerin yaratılm ası, denenmesi ve pilot tesisler ile ilgili çok güçlü bir sorun
çözme kapasitesine sahip olması gerekm ektedir. Böyle bir firmanın katlanacağı en ağır
m aliyetler muhtemelen bu alanlarda olacaktır ve büyük olasılıkla sadece temel buluşla
rı için değil, ikincil y a da izleyen buluşları için de patent koruması sağlam aya çalışacak
tır. Yeni ürünlerin pek çoğu esasında mühendislik sistemleri olduğu için geniş kapsam
lı bir beceriler dizisine ihtiyaç vardır. Pilkington’nun float cam ve IG Farben’in PVC
konusundaki başarılarının nedeni, pilot tesis aşam asında ortaya çıkan ve pratik yöntem
lerle, göz kararı ile çözülmeleri mümkün olmayan sorunları çözmekte gerekli bilimsel
kapasiteye sahip olmalarıdır. Aynı gözlem, nükleer reaktörle ilgili geliştirme çalışm ala
rı açısından çok daha geçerlidir.
A&G harcam alarının yeniliğin toplam m aliyeti ile ilişkisi konusunda önemli ölçüde
karışıklık ve yanlış anlam a söz konusudur. A&G harcam alarının, yeniliğin toplam ma
liyetinin —en fazla %10 gibi—önemsiz bir parçası olduğunu ileri sürmek moda olmuştur.
Bu görüş, doğrudan y a dolaylı olarak alıntı yapılan bir ABD Ticaret Bakanlığı raporu
nun yanlış anlaşılmasından kaynaklanm aktadır ve hiçbir görgül araştırm ayla desteklen-
memiştir. Bu konudaki az sayıda görgül araştırm a, elektronik ve kim ya sanayilerinde
A&G maliyetlerinin, yeni bir ürünü piyasaya çıkarm anın toplam m aliyetinin, tipik ola
rak %50’sini oluşturduğunu göstermektedir. M ansfield ve arkadaşları (1971, 1977) sa
nayi yeniliğinin birçok cephesini, kafadan sonuçlar çıkarm ak yerine, çok güç sistematik
312
gözlemler ve ölçümler yap arak incelemişlerdir. V ardıkları sonuçlar büyük ölçüde sana
y i A&G’si konusundaki Kanada surveyleri ve Alman çalışması ile de doğrulanmıştır
(OECD, 1982).
Bu söylenenler, üretim planlaması, takım lam a (= tooling), piyasa araştırm ası, reklam
ve pazarlamanın önemini azaltm am aktadır. Bütün bu işlevlerin yen ilik yapan firma ta
rafından etkin bir biçimde yerine getirilmesi gerekm ektedir, ancak en ayırıcı özelliği uy
gulam alı araştırm a ve deneysel geliştirme konularındaki büyük kararlılığıdır. Daha ön
ce de gördüğümüz gibi bu, IG Farben, Du Pont, GE, RCA, Bell ve diğer saldırgan y e
nilikçilerin niteliğidir. Yeni bir ürün çıkarm ak için kurulan yen i firma örneğinde, mucit-
girişim ci bu özelliğin canlı bir kanıtıdır.
Bütün bu söylediklerimize rağmen, saldırgan strateji izleyen firmanın başarılı olabil
mesi için sadece A&G konusunda iyi olması yeterli değildir; ayrıca Kem müşterilerini
hem de kendi personelini eğitmek durumundadır. Daha sonraki aşamada, yen i teknolo
ji yerleştikçe bu işlevler sosyalleşebilir, ancak erken aşam alarda (bu aşam alar bazı on y ıl
lar sürebilir) yenilik yapan firma bu eğitim ve öğretim sürecinde yükü kendi başına taşı
yacaktır. Bu süreç, dersler ve kurslar yürütm eyi, el kitapları, kılavuzlar ve ders kitapla
rı yazdırm ayı, filmler hazırlatmayı, teknik yardım ve danışma servisleri kurm ayı ve yeni
araçlar geliştirmeyi içerebilir. Yeniliğin bu yönü ile ilgili tipik örnekler arasında Marco-
ni telsiz operatörleri okulu; BASF tarımsal danışma istasyonları; ICI polietilen ve diğer
plastik maddeler teknik servisleri; IBM ve ICL bilgisayar eğitim ve danışma servisleri;
UKAEA’nın1 isotoplar konusundaki çalışm alarıyla CEGB’nin11 teknik eğitim konsorsi
yum u sayılabilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, birçok gözlemci (s. g. Brock, 1975) bu
hizmetlerin etkin bir biçimde yerine getirilmesinin, IB M ’in dünya bilgisayar piyasaları
na egemen olduğu dönemdeki temel avantajlarının nedeni olduğuna inanmaktadırlar.
Saldırgan yenilikçi, yen i bir malın üretimi ve pazarlam asının yanında bu sayılan iş
lerin yapılabilm esi için iyi bilim adam larına, teknologlara ve teknisyenlere gereksinim
duyacaktır. Bu da, saldırgan firmaların toplam istihdam a oranla ortalamanın üstünde
bilimsel eğitimli personel istihdam etmesi yan i yüksek düzeyde eğitim yoğun olması de
mektir. Bilginin üretilmesi ve işlenmesi için emek gücünün büyük bir kısmını kullana
caktır. Geleneksel firma açısından bu durum, kaynakların ağır bir yü k yaratacak ve is
raf edilecek bir biçimde kullanılm ası anlam ına gelirken bu faaliyetler, saldırgan yen ilik
çi firmanın can dam arlarıdır. En önemli şey, bilginin enformasyonun yeni ürün ve üre
tim yöntem leri bilgisi haline getirilm esidir.
i “United Kingdom Atomic Energy A gen cy” Ingiliz Atom Enerjisi Kurumu.
ii “Central E lectricity G enerating Board" Ingiliz Elektrik Kurumu.
313
11. 3 Savunmacı Yenilik Stratejisi
H erhangi bir ülkede firm aların sadece küçük bir kısmı saldırgan yenilik stratejisi iz
lemeye isteklidir ve bunların da durumu uzun dönemde sürdürm esi nadir görülür. İlk
yeniliklerinin başarısı bu firm aları sağladıkları şöhrete sırtlarını dayam aya ve elde ettik
leri pozisyonu yitirm em ek için çaba göstermeye yöneltebilir. Genellikle, üretim devre
sinin çeşitli aşam alarında firmalar, bazısı tamamen yeni, bazısı kendisini piyasaya yeni
kabul ettirmiş, bazısı ise teknik anlam da hemen eskimeye başlamış ürünlere sahiptirler.
Aralarında bir zam anlar saldırgan bir yenilik stratejisi izlemiş olan firm aların büyük bir
kısmı da farklı bir yenilik stratejisi izlerler: savunmacı, taklitçi, bağımlı, geleneksel ve
y a fırsatçı. Bu strateji kategorilerinin saf biçimler olmadığını, birbirlerinin içine geçebi
leceklerini yeniden vurgulam am ız gerekm ektedir. Bu farklar, özellikle gelişmekte olan
ülke sanayilerine göre özel bir önem taşım akla beraber, Avrupa ve Birleşik Devletlerde
de önemlidir.
Savunm acı bir strateji A&G'nin olmadığı anlamına gelmez. Tersine savunmacı bir
strateji en az saldırgan bir strateji kadar araştırm a yoğun olabilir (6. Bölüm’de anlatılan
G M ’de Sloan'ın A&G ye yaklaşım ı güzel bir örnektir.). Fark yeniliklerin niteliğinde ve
zamanlamasındadır. Savunm acı yenilikçiler dünyada birinci olmayı istemezler ancak
teknolojik değişim dalgasının etkisiyle geride kalm ak da istemezler, ilk yeniliği gerçek
leştirerek ortaya çıkacak ağır maliyetlerin altına girm eyi istem eyebilirler ve erken yen i
lik yapanların hatalarından ve piyasanın açılmış olmasından yararlanabileceklerini düşü
nebilirler. Savunmacı yenilikçi, alternatif olarak daha orijinal tipli yenilikler için gerekli
olan kapasiteye, özellikle temel araştırm a ile bağlantılara sahip olmayabilir; y a da üretim
mühendisliğinde y a da pazarlam a konusunda özel yetenek ve güçlere sahip olabilir. Sa
vunmacı bir yenilik stratejisi uygulam anın nedenleri, çok büyük olasılıkla yu k arıd a say
dığımız unsurların y a da bunlara benzer başka unsurların bir karışımıdır. Savunm acı y e
nilik stratejisi, saldırgan strateji izleyen bir firmanın daha başarılı olan başka bir saldır
gan rakibi tarafından geçilmesi gibi durum larda ister istemez uygulanacaktır.
Çeşitli araştırm alar (Nelson e t al., 1967; Schott, 1975, 1976; Sirilli, 1982) önde gelen
ülkelerde sanayi A&G’sinin büyük bir kısmının savunmacı y a da taklitçi nitelikte oldu
ğunu ve esas olarak, kısa dönemlerde küçük iyileştirm elerle var olan ürün veya proses
lerle teknik hizmetlerde ve diğer işlerde değişiklikler yaptığını ortaya koym aktadır. S a
vunmacı A&G, muhtemelen oligopolcü piyasaların çoğunun tipik özelliğidir ve mal fark
lılaştırması süreçleriyle yakından bağlantılıdır. Savunm acı A&G, oligopolcü için, firma
nın rakipleri tarafından ortaya konulan teknolojik değişikliklere zamanında tepki gös
termesini ve uyum sağlam asını güvence altına alan bir çeşit sigortadır. Savunm acı y e n i
likçiler çok geride bırakılm ayı istemedikleri için zamanın geldiğine karar verdiklerinde
314
hızlı hareket edebilecek yeteneklere sahip olmalıdırlar. Eğer piyasanın hatırı sayılır bir
bölümünü ele geçirmek y a da korum ak istiyorlarsa, en az kendilerinden önce yenilik
yapm ış olan rakiplerininki kadar iyi modeller geliştirmeli, hatta bu modellere kendi m al
larını farklılaştıracak bazı teknolojik ilerlem eler katm alı ve bütün bunları daha düşük
maliyetlerle gerçekleştirm elidirler. Sonuç olarak, deneysel geliştirme ve tasarım, savun
macı yenilik stratejisini benimseyen firma için olduğu kadar, saldırgan yenilikçi için de
önemlidir. Y arı iletkenlerin kullanılm aya başlamasından sonra eski lambalı tasarım ları
na dayanan ürünlerini pazarlam aya çalışan bilgisayar firmaları varlıklarını sürdürem ez
ler. Teknolojik olarak modası geçmiş bir prosesi pazarlam aya teşebbüs eden kim ya sek
törü müteahhitleri de varlıklarını sürdüremezler. Savunmacı yenilikçi, sıçrayam asa da
oyuna katılabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Bu, y a rı iletkenler ve yazılım gibi sanayi
lerdeki tüm yenilikçilerin, yen i kuşak elemanların ve ürünlerin yaşam ları çok kısa oldu
ğundan son derece atak olmaları gerektiği anlam ına gelmektedir (Hobday, 1994).
B ilgisayar piyasası konusunda ilgi çekici bir araştırm a yapm ış olan Hoffmann
(1976), IB M ’in bazı saldırgan unsurlar içerse de, esas olarak savunmacı bir yenilik
stratejisi uyguladığını, buna karşılık S p erıy Rand (U n ivac)’ın daha saldırgan, Honey-
-vvell’in ise taklitçi strateji izledikleri sonucuna varm aktadır. IB M ’in A&G için S p erıy
Rand’dan, mutlak terim lerle daha fazla harcam a yap tığı dikkate alınırsa, bu durum sa
vunmacı yenilikçinin, saldırgan yenilikçiye göre çok daha fazla bilimsel ve teknolojik
kaynak kullanabileceğinin iyi bir örneği olarak kabul edilebilir. O rtaya çıkacak birçok
yeni imkân karşısında hazırlıklı olmak ve rakipler tarafından ortaya sürülen teknolojik
ilerlemeleri yakalayabilecek kadar hızlı hareket edebilmek için ihtiyaç duyulan ataklığı
sürdürebilm ek am acıyla bir kenara ayrılm ış belirli bir m iktar kaynak gerekli olabilir.
Ancak, yü k sek düzeyde A&G harcam ası yap sa bile, savunmacı bir strateji, bir firma
nın daha atak rakipleri tarafından köşeye sıkıştırılm asına neden olabilir. A&G yoğun
bir şirketin rakipleri tarafından zor durum da bırakılm asının klasik örneği IB M ’in kişi
sel bilgisayarı daha geç geliştirm esidir. Sonunda, IB M bu işi dış kayn akları kullanarak
ve ana A&G imkânları dışında oluşturulan bir A&G ekibiyle yapm ak zorunda kalm ış
tır (7. Bölüm).
Patentler, savunmacı için çok önemli olabilirlerse de, burada az da olsa değişik bir
rol üstlenirler. İlk patentler, genelde teknolojik bir öncülüğü korumanın ve tekelci po
zisyonu kaybetmemenin kritik bir yöntem i iken, savunmacı yenilikçi için söz konusu te
keli zayıflatm ak için kullanacağı bir pazarlık unsurudur. Savunm acı yenilikçiler patent
leri tipik bir dert saysalar da, yen i gelişen bir teknoloji dalının dışında kalm am ak için
patent alm aları gerektiğini bilirler. Saldırgan yenilikçiler patentleri, genellikle, lisans
gelirlerinin temel kaynağı ve A&G harcam alarını karşılayabilecek bir fiyat düzeyinin
315
sürdürülebilmesi için bir korum a unsuru olarak kabul etmektedirler. Bunlar, patent po
zisyonlarını oluşturmak ve koruyabilmek için (RCA televizyonla; ICI polietilenle; La
Roche sakinleştiricilerle; EMİ tarayıcısı ile; Telefunken PAL ile), büyük yasal m ücade
lelere girebilm ektedirler; lisans ve know-how satışlarından elde ettikleri gelirler tipik
olarak, araştırm a harcam alarının çok üzerinde gerçekleşm ektedir (1971'de, IC I’nin bu
tür gelirleri 13 milyon £, buna karşılık A&G harcam aları 3 milyon £ idi.).
Savunm acılar, kaynaklarını muhtemelen, hem kendi çalışanlarının hem de m üşteri
lerinin eğitimine ayırm ayı gerekli bulacaklardır. Bu firmalar, ayrıca teknik yardım ve
tavsiyeler sağlam ak durum undadırlar ve bu fonksiyonlar savunmacı strateji kadar sal
dırgan stratejiyi benimseyenler için de önemlidir. Öte yandan, oligopolcünün gelenek
sel silahları olan reklam ve satış organizasyonları ve bunlara bir ölçüye kadar eklenm e
si gereken müşteri hizmetleri, muhtemelen daha önemli olabilir. Oligopolcü, sadece öz
günlükle elde edemeyeceği piyasa payını, mal farklılaştırm ası ve teknik hizmetler y a r
dımı ile sağlam a alm aya gayret edecektir (Brock, 1975; Hoffmann, 1976).
Hem saldırgan hem de savunmacı strateji izleyenler, bu işlevi firma içinde resmi ha
le getirmemiş de olsalar, uzun dönemli planlam a ile çok yakından ilgileneceklerdir. B ir
çok durum da bu işlev hâlâ girişim cinin ve yak ın çalışma arkadaşlarının vizyonlarına
kalmış da olsa, giderek profesyonelleşmekte ve uzmanlaşm aktadır; öyle ki, ürün planla
ması hem saldırgan hem de savunmacı yenilikçilerin firma içindeki tipik bir bölümü ol
maktadır. Bu söylediklerim ize rağmen daha spekülatif tipte "teknolojik tahm in” y a k la
şımı saldırgan girişim ci için daha geçerli bir özelliktir ve 10. Bölüm’de gördüğümüz g i
bi hâlâ astroloji ve falcılığa daha yakındır. Teknoloji tahmini, belirli bir proje y a da stra
teji ile ilgili bir grubu harekete geçirmek için hâlâ karm aşık bir savaş dansı olarak gö
rülse de, giderek daha ciddi teknikler geliştirilm ektedir (Bright, 1968; Beattie ve Re
ader, 1971; Encel e t al., 1975; ve Jones, 1981).
O halde savunmacı yenilikçi de saldırgan yenilikçi gibi, yü ksek oranda bilimsel ve
teknolojik personel istihdam eden bilgi yoğun bir firma olacaktır. Varlığını sürdürmesi
ve büyüme büyük ölçüde zam anlam aya bağlı olduğu için bilimsel ve teknolojik enfor
masyon hizmetleri, dolayısıyla karar alm a hızı özellikle önemlidir. Savunm acı strateji iz
leyen firm alar piyasanın nasıl gelişeceğini ve öncülerin hangi hataları yapacaklarını gör
mek için bekleyecek olm akla beraber, treni kaçırm am ak veya manevra özgürlüklerini
yitirip tam bağım lılık durum una düşmemek için çok uzun beklem eyi de göze alam aya
caklardır; A&G faaliyeti, geliştirme ve tasarım hız ve etkinliği büyük bir ivme kazana
caktır. Bu tür firmalar A&G faaliyetlerini bazen araştırm a değil, ileri geliştirm e şeklin
de tanım larlar.
316
Çok ürünlü büyük kim ya y a da elektrikli araçlar üreten firm aların farkı, ürün çizgi
lerinde hem saldırgan hem de savunmacı stratejilerin unsurlarını bünyelerinde barındır
m alarıdır. Savunm a stratejisi, saldırgan strateji riskini alam ayan veya yeterli bilimsel
çevreye ve pazara sahip olmayan küçük sanayi ülkeleri firm alarında en yaygın görülen
durumdur.
Firmanın izlemek istediği y a da izleyebileceği strateji, mensup olduğu ülkedeki ulu
sal çevreden ve kamu politikalarından güçlü bir biçimde etkilenmektedir. Söz gelişi, bu
yüzden y a rı iletkenler sanayinde faaliyet gösteren Avrupa firm aları savaştan bu yan a
geçen dönemde saldırgan bir strateji izlemede y a isteksizdirler y a da buna güçleri y e t
memektedir; rolleri de tamamen savunm acıdır (7. Bölüm ve Hobday, 1991). Alman
kim ya firm aları genellikle saldırgan, buna karşılık Fransız kim ya firm aları genellikle sa
vunmacı bir strateji izlemişlerdir. Burada ulusal çevre ve firma stratejileri arasındaki
karm aşık ilişkileri ayrıntıda incelemek güçtür. Fakat önemli olan, saldırgan strateji iz
leyenlerin çoğunun ABD firm aları olduğu, buna karşılık gelişmekte olan ülkelerdeki
firmaların çoğunun taklitçi, bağımlı y a da geleneksel stratejiler izledikleri ve Avrupa fir
malarının ise bunların arasında bir yerde bulunduğudur. On sekizinci ve on dokuzun
cu yü zyıl başlarında kendi A&G bölümleri olmasa da, pek çok Ingiliz firması saldırgan
strateji izlem ekteydiler. 1890’dan b u yan a Jap o n deneyimlerinin aşırı basitleştirilm iş bir
yorum u yapılırsa, bu ülkede giderek artan sayıda firmanın gelenekselden taklitçi stra
tejilere, buradan da savunmacı ve saldırgan stratejilere doğru hareket ettikleri anlaşılır.
Jap o n ulusal politikası bu ilerlem eyi kolaylaştıracak biçimde tasarlanm ıştır. Bu değişi
min boyutu savaştan b u ya n a oluşturulan Jap o n teknolojik ödemeler dengesiyle ilgili is
tatistiklerde açıkça gözlenebilir. Savaşı izleyen ilk dönemlerde, Jap o n firm aları kendi
teknolojilerini satarak elde ettikleri gelirden çok fazlasını yabancı lisans ve know-how
satın alm ak için harcam aktaydılar. Bu dönemde, Jap o n lar genellikle “süper taklitçiler”
olarak nitelenmekte ve izledikleri stratejinin uzun dönemli sonuçları dikkate alınm a
m aktaydı. 1970’ler ve 1980’lerde yapılıp imzalanan yeni sözleşmelere bakılırsa Jap on
firmaları artık kendi teknolojilerinin satışından, dışarı ödediklerine göre çok daha fazla
kazanm aktadırlar.
Hobday (1995) Doğu A sya “Kaplanlarının” izledikleri yen ilik stratejilerini inceledi
ği araştırm asında, firma stratejilerinde bağım lılıktan taklitçiliğe ve yabancı firm alarla
ortak projelere, buradan da giderek daha bağımsız bir yen ilik sürecine uzanan benzer
bir gelişme olduğunu göstermiştir. Ulusal politikalar bu gelişm eyi ortaya çıkarm aya
gayret etm işlerdir (bkz. 12.Bölüm). Bu tür bir teknoloji politikası Bilim ve Teknoloji
Sistemi (BTS) bileşiminde daha A&G yoğun bir karışım a doğru yavaş bir geçişi sağla
yacak unsurlar içermekle birlikte, girişim lerin çoğu hüküm etler tarafından desteklenen
317
geniş kapsam lı bir B T S y i ve “yavru teknolojilerin” korunmasını sağlayacak bir yap ıyı
içeren, dikkatle tasarlanm ış uzun dönemli bir ulusal politikaya dayandıkları bağımlı y a
da taklitçi bir strateji izleyebilir. Bu tür uzun dönemli ulusal politikanın içermesi gere
ken temel unsurlar Ailen (1981) tarafından başarıyla tanımlanmıştır ve 12. Bölüm'de
derinlemesine incelenecektir. B T S’nin ince dengesi her ülkenin büyüklüğüne, kaynak
donanımına ve tarihi geçmişine bağlı olarak farklılaşm alıdır. Ancak, gelişmekte olan ül
kelerin çoğundaki Bilimsel ve Teknolojik Enformasyon Hizmetleri, BTEH1, survey ku
ruluşları, standartlar enstitüleri, teknik yardım örgütleri ve transfer edilmiş teknolojile
ri içeren projeler için tarafsız inceleme ve yapılab ilirlik çalışm alarını gerçekleştirm e y e
teneği olan tasarım mühendislik danışmanlık örgütleri, kritik derecede önem taşım akta
dır. Bu kurum lar, eğitilmiş bilimsel ve teknik personel sayısındaki kaçınılmaz sınırlam a
lara rağmen, B T S’nin firma düzeyinde etkin görev yapm ası için gerekli bilimsel ve tek
nolojik a lty a p ıy ı sağlayacaklardır. Ancak, çok az sayıda girişim önce uyarlayıcı, ardın
dan özgün bir yenilik kapasitesi yaratm a yeteneği gösterecektir. Bunlara rağmen,
ABD ’de de bile firm aların büyük bir kısmı, uyguladıkları stratejiler açısından gelenek
sel, bağımlı y a da taklitçi firm alardır. Şimdi bu alternatiflerin inceleyeceğiz.
318
bir ana öğesi değil, faaliyetinin bir yan ürünüdür. Aynı şekilde, taklitçi firma bazı k ay
naklarını teknik hizmetler ve eğitim için ayırsa da, taklitçiler başka firm alar tarafından
gerçekleştirilecek öncü faaliyetlere ve bu faaliyetlerin ulusal eğitim sistemi yo lu yla top
lumsallaşm asına güvendikleri için, eğitim harcam alarının miktarı, yeniliği yap an firm a
y a oranla çok önemsizdir. Bu genellemenin bir istisnası, ithalatçı y a da yen ilikçi firm a
nın şubesinin (gelişmekte olan bir ülkedeki) pazarı açmadığı, tamamen yen i bir alanda
ortaya çıkabilir. Taklitçi, açıkgöz girişim ci, özellikle hızla büyüyen ekonomilerde sa
vunmacı bir stratejiye geçmek isteyebilir. Bu, B T S’nin geliştirilm esi, A&G faaliyetleri
nin başlam asıyla, genellikle yabancı y a da ye rli firm alarla ortaklıklar kurm ak y a da iş
birliği anlaşm alarına yönelm ek anlam ına gelir. Bununla ilgili örnekler III. Kısım’da tar
tışılmıştır.
Taklitçi firmanın pazara girm ek için, yerleşik yenilikçi firm alarla rekabete girişebil
mesi, bazı avantajlardan yararlanm asını gerektirir. Bunlar, kendisine ait bir piyasayı el
de tutm aktan başlayarak önemli m aliyet avantajlarına değin uzanabilir. Kendine ait bir
piyasa firmanın y a da onun uyduları içinde olabilir. Söz gelişi, bir lastik fabrikası gibi
büyük ölçüde sentetik kauçuk kullanan bir firma, kendi hesabına üretime geçmeye ka
rar verebilir y a da siyasi desteğe sahip olmaktan güm rük koruması altında olmaya
kadar özel avantajlardan yararlandığı ayrıcalıklı bir coğrafi bölgede olabilir (Birçok ge
lişmekte olan ülkede ithal ikameci politika dönemlerindeki tipik durum buydu ve bugün
de birçok yerde devam etm ektedir.). Taklitçi, buna alternatif y a da ek olarak düşük
emek, sabit tesis yatırım ı, enerji temini ve hammadde m aliyetleri açılarından da çeşitli
avantajlardan yararlanab ilir. Bunlardan ilk saydıklarım ız elektrikli teçhizat üretimi,
sonraki kim ya sanayisi için önemlidir. Düşük hammadde m aliyetleri bazı doğal y a da
(plastik sanayinde petrol rafinerilerinin varlığı gibi) diğer avantajların sonucu olabilir.
Nihayet taklitçiler, yönetimde etkinlikten ve A&G faaliyetleri, patent temini, eğitim ve
teknik servisler gibi, yenilikçi için büyük m iktarlara ulaşan harcam alarını düşük düzey
de tutabildikleri için çok daha düşük genel m aliyetlerden de yararlan ıyo r olabilirler.
Taklitçilerin ilk yenilikçilerin öncü pozisyonunu yu k arıd a saydığımız avantajlardan y a
rarlanarak zayıflatabilm eleri, teknolojik ilerleme hızının devam edip etmediğine bağlı
dır. Erken yenilik yapan firmalar, taklitçileri geride bırakm ak için, iyileştirm e faaliyet
lerini ve yen i kuşak teçhizatın akışını sürdürm eye çalışacaklardır. Ancak, teknoloji y e r
leşir ve sanayi olgunlaşırsa bu firm alar dış etkilerle yıpranm aya açık hale geleceklerdir;
bu durumda başka bir yen ilik alanı aram aları doğru olacaktır. Du Pont’un, teknolojik
gücüne rağmen rayon sanayisinden hızla ayrılm a kararı bu tür stratejik planlamanın iyi
bir örneğidir. Kimya sanayisinde daha sona ortaya çıkan benzer durum lar Quintella
(1993) tarafından stratejik iş yönetim i konusundaki kitabında tartışılm ıştır. Bazı sana
319
yilerde ve bazı teknolojilerde (am a kesinlikle hepsinde değil) sanayinin büyümesi “do
ğuştan”, “olgunluğa” doğru uzanan döngüsel bir biçimde ortaya çıkm aktadır. Bazı du
rum larda teknolojik değişmenin hızı ve yeni kuşak ürünlerin arka arkaya ortaya çıkm a
sı “olgunluğa” ulaşm ayı geciktirebilm ekteyse de, bazı durum larda “olgunlaşmış” görü
nen sanayiler yeniden gençleşebilmektedirler. H irsch’in (1965) özetlediği ve taklitçile
rin rekabetine izin veren ürün devresi niteliklerinin iktisadi büyüme biçimine oldukça
benzediğini gösteren bu örnekler (Tablo 11.3 ve Şekil 11.1), özellikle gelişmekte olan
ülkelerde taklitçilerin bu şekilde hareket edebilmeleri, kurum sal faktörler ve kamu po
litikaları ile güçlü bir biçimde desteklenm ektedir (bkz. 12. ve 15. Bölüm).
Teknoloji Kısa dönemler Kitle üretim yöntem leri Uzun dönemli ve istikrarlı teknoloji
Çabuk değişen teknikler tedricen uygulam aya girer Az sayıda önemli yen ilik çıkar
D ışsal ekonomilere T ekniklerdeki değişiklikler
bağım lılık hâlâ sık yap ılm aktadır
Serm aye D üşük Teknik yıpran m a hızına bağlı Özel teçhizatın büyük m iktarına
Yoğunluğu yü ksek bağlı olarak yü ksek
San ayi yap ısı Know-how girişi ile Firm a sayısı artıyor Giriş için finansman k ayn ak lan
belirlem ektedir İflaslar ve birleşm eler çok kritik hale geliyor
Çok sayıda firma özel D ikey bütünleşm e artıyor Firm a sayısı azalıyor
hizmet sağlam aktadır
Talep yap ısı Satıcı piyasası Bağımsız üreticiler artan Alıcı piyasası
İkame m allarının fiyatı fiyat esnekliğiyle karşılaşır K olaylıkla enformasyon sağlanır
ve performansı alıcıların S anayideki rekabet fiyatları
beklentilerini belirler düşürür
Ürün bilgileri yaygın laşır
K a yn a k : H irsch (1965)
320
vüksek bir gümrük koruması yo ksa yü ksek üretim m aliyetlerini kaldıram azlar. Bunlar
ayrıca üretim tekniklerinde ve piyasalarda ortaya çıkan değişiklikler konusunda bilgi
sahibi olma ihtiyacı duydukları için, bilimsel ve teknolojik enformasyon hizmetleri tak
litçiler için gerekli işlevlerden bir başkasıdır. Enformasyon işlevi, taklit edilecek ürün
lerin ve know-how temin edilecek firm aların seçimi açısından da önemlidir. Böylece, ge
lişmekte olan ülkedeki tipik bir taklitçinin, eğer ulusal politikalar teknolojik ilerlemeyi
kolaylaştıracak biçimde dikkatle tasarlanmamışsa, yerel koşullar tarafından ciddi biçim
de engelleneceğini açıkça ortaya koym aktadır.
Not: Y u karıdaki bloklar, çok basit olarak, ürün devresinin farklı aşam alarındaki çeşitli faktörleri önemlerine göre sıra
lam aktadır. D örtgenlerin nispi alan büyüklükleri, bu sıralam adan daha hassas bir ölçüt için düşünülm em iştir.
K a yn a k : H irsch (1965)
321
Eğer ulusal politikalar ve firma stratejileri, örneğin eğitim, öğretim yatırım finansma
nı ve teknoloji transferinde tamamen yakalam a süreçlerine yönlendirilirse, geç gelenle
rin geri kalm ışlıklarını, rekabetçi bir avantaja çevirmeleri mümkündür. Gerschenkron
(1962), geç gelenin avantajı konusundaki teorisini büyük ölçüde on dokuzuncu yüzyıl
çelik sanayisinde tesis büyüklüğü çerçevesinde oluşturmuştur. Yüksek yatırım m aliyet
lerini sırtlayacak finansman kuruluşların önemine dikkati çeken Gerschenkron, eğer fi
nansman konusunda bu “toplumsal yeterlilik ” varsa geç gelenlerin, yerleşm iş bir piya
sanın ve ilk yenilik yap an lara göre çok daha ucuz kolay bir biçimde transfer edilebile
cek teknolojilerin ve becerilerin getireceği avantajlardan yararlanacağına işaret etmiş
tir. Jan g-S u p Shin de (1996), Gerschenkron’un analizini, Güney Kore çelik ve y a rı ilet
kenler sanayileri örneklerinden hareket ederek geliştirm iştir.
Öte yandan, Ingiliz pamuk sanayisinden verilmiş örnekler, on sekizinci yü zyıl sonu
ve on dokuzuncu yü zyıl başlarında saldırgan strateji izleyen girişim cilerin örgütlenme
ve pazarlam a ile ilgili yeniliklerin yan ı sıra toplulaşmış ekonomilerin ve satış ağları ku r
manın1 güçlendirdiği rekabetçi avantajları da ortaya koym aktadır. Sonunda, bunlar geç
gelen ülkelerin firm aları tarafından geçilmişlerse de bu süreç çok yayılm ıştır. Burada
hassas ve karm aşık bir denge söz konusudur; geç gelen ülkelerin ve firmaların karşı
karşıya bulundukları olumsuzlukları, kararlı ve akıllı yakalam a stratejileri ile ortadan
kaldırm alarının boyutları, III. Kısım’da, özellikle ulusal yenilik sistemleri (12. Bölüm)
ve kalkınm a (15. Bölüm) ile ilgili bölümlerde tartışılan temel sorunlardır.
Bağımlı bir strateji esas olarak, güçlü firm alarla ilişkilerde uydu y a da bunların al
tında bir rol anlam ına gelmektedir. Bağımlı firma, müşterilerinden y a da bağımlı oldu
ğu firmadan bir istek gelmedikçe ürettiği ürünlerle ilgili olarak teknolojik değişikler
yapm aya hatta bunları taklit etmeye dahi girişmemektedir. Bu tür bir firma yen i ürün
çıkarm ada ve teknolojik özelliklerin saptanmasında müşterilerinin teknik tavsiyelerine
güvenmektedir. Sanayileşm iş ülkelerdeki büyük firm aların çoğunun etrafında, yedek
parça sağlayan, sözleşmeli imalat yap an veya çeşitli hizmetler veren bu tür uydu firma
lar vardır. Bağımlı firma genelde, bir taşeron hatta taşerona taşeronluk yapan bir firma
dır. Tipik olarak ürün tasarım ı konusunda bütün inisiyatifini kaybetm iştir ve herhangi
bir A&G birimi yoktur. Serm aye yoğun sanayi dallarında y e r alan küçük firmaların ço
ğunluğu bu kategoride y e r alm akta, dolayısıyla pek az yen ilik yapm aktadırlar (bkz. 9.
Bölüm). Bu tür firmaların Jap o n ekonomisinde oynadığı özel rol konusunda bkz. Clark
(1979); Sako, (1992); W omack e t al., (1990).
Bağımlı küçük taşeron firma da teknolojisini geliştirm ek isteyebilir ve bazı durum
larda büyük m üşterileri de bu konuda ona yardım cı olabilirler. En dinamik küçük fir
322
m alara Y TTF’lar, yen i teknoloji temelli firm alar1 dendiğini 9. Bölüm’de görmüştük. Bu
firmalar daha çok özel, küçük (niş) piyasalarda faaliyet gösteren, saldırgan yen ilikçiler
dir. Küçük taşeron firm alar da, dar bir alanda sahip oldukları uzman bilgilerini gelişti
rerek, bağımlı bir durumdan yen ilikçi kategorisine geçebilirler. Bu tür firmalar, kendi
yenilikçi yetkinliklerini, müşteri ağılarını genişleterek geliştirdikleri zaman, bağımlılık
derecelerini azaltabilirler.
6. ve 7. Bölüm’de gördüğümüz gibi, Jap o n otomobil ve elektronik sanayileri çok sık
olarak, değişen taşeron ilişkilerine örnek olarak gösterilir. Büyük montaj hattı firm ala
rı, "birinci kadem e” tedarikçilerine teknik yardım yapabilir, onlara ödünç mühendisler
verebilir ve temin ettikleri parçaların y a da malzemenin kalitesinin iyileştirilm esi konu
sunda onlarla işbirliği yapabilirler. Aynı strateji giderek artan ölçüde Avrupa’da ve Ku
zey Am erika’da da taklit edilmiş ve hem perakende ticarette hem de imalat sanayinde
bazı büyük firm alar on y ılla r önce bu yo la girm işlerdir; M arks ve Spencer bunun iyi bir
örneğidir. Chrysler ise başka bir ilgi çekici örnek olarak kabul edilebilir. Bu firma uzun
bir süre en büyük üç Amerikan otomobil üreticisinin en zayıfıdır ve aslında, iflastan Fe
deral Flükümet tarafından kurtarılm ıştır. Chrysler, içinde bulunduğu güçlükleri aşmak
için Jap onların tedarikçilerle yakın işbirliği kurm a stratejisini bilinçli olarak kendine
uyarlam aya çalışmıştır; 1989'dan 1996 y a geçen dönem içinde tedarikçilerinin sayısını
2,500’den 1,140’a indirmiş, ancak kalan şirketlerle tasarım ve üretim konularında yeni
bir işbirliği ilişkisi kurm uştur. Tedarikçi firm aları inceleyen D yer (1996), bu dönüşümü
bir “Amerikan K eiretsu " su yaratm ak olarak tanımlamış ve C hrysler’in kârının 1980 y ı
lındaki araç başına ortalam a 250 $ ’dan, 1994'de bütün Birleşik Devletler otomobil şir
ketleri için bir rekor olan, araç başına $2,110 $ ’a sıçradığını göstermiştir. En düşük kâr
lılık oranına sahip olan Chrysler, 1990’larda ABD otomobil şirketlerinin en kârlısı hali
ne gelmiş ve bu süreçte tedarikçi şirketler, pek çoğu uygulanan çeşitli iyileştirm e öneri
leri getirm işlerdir. Bu süreçten asıl yaralanan Chrysler olm akla birlikte tedarikçi firma
lar da açıkça çeşitli kazançlar elde etm işlerdir ve ilişkiler, bağımlılık temelinden, daha
çok karşılıklı güven ve işbirliği temeline doğru değişmiştir.
Tam bağımlı bir firma aslında büyük firmanın bir bölümü y a da atölyesi gibidir ve
bu tür firm alar çok kez ana firma tarafından yutulurlar. Ancak taşeron firm alar ana fir-
manın işgücü yükündeki dalgalanm aları azaltm ak için bir yastık görevi yaptıklarından,
müşteri ilişkisini sürdürm ek büyük firmanın da işine gelebilir. Büyük firm alar 1980’ler-
de ve 1990’larda, bir zam anlar firma içinde gerçekleştirdikleri birçok faaliyeti dışarıya
verme konusunda, dünya çapında güçlü bir eğilim içine girm işlerdir. Bağımlı firma da,
mal çeşitlemesi y a da piyasanın genişlemesi yolu ile durumunu değiştirebileceği üm idiy
323
le resmi bağımlılığım sürdürmekte istekli olabilir. Bu tür firmalar, uydu firm alar olarak
hâlâ sahip oldukları, düşük dereceli de olsa, özerklikten hoşnutturlar. Z ayıf pazarlık
güçlerine rağmen düşük genel maliyetlerden, girişim cilik becerilerinden, uzmanlaşmış
mesleki bilgilerinden ve diğer özel yerel avantajlarından yararlan arak uzun bir dönem
iyi kârlar elde edebilirler. M üşterileri tarafından iyice “köşeye sıkıştırılm ış” olsalar da
tamamen yutulm ak yerine uzun bir süre düşük kârlılığa razı olabilirler. İflaslar ve ele
geçirilmelerle birlikte birçok yen i firma da ortaya çıkm aktadır.
324
daha araştırm a yoğun bir ekonomi ve daha hızlı bir teknolojik değişime doğru kaym ak
tadır. Bu kitabın içeriği, söz konusu değişimin yirm inci yü zyıld a ortaya çıkan değişim
lerin en önemlilerinden biri olduğu ancak buna uzun bir zaman perspektifinden bakıl
masının gerekliliği biçimindedir.
Bu değişim şimdi hizmet sektörlerine doğru genişlemektedir ve yirm i birinci yüzyıl
ekonomilerindeki mevcut sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerde çok daha önemli y a
pısal değişikliklere neden olabilecektir. Büyük ölçüde ICT’nin çok yaygınlaşm asının bir
sonucu olarak, finansman hizmetleri, eğlence ve enformasyon hizmetleri gibi bazı hizmet
sektörleri (bilgisayarlara ve haberleşme malzemelerine yönelik yoğun yatırım lar yoluyla)
hem daha sermaye yoğun, hem de (yazılım ve elektronik mühendisleri istihdamını arttı
rarak) daha da araştırm a yoğun hale gelmektedirler. O ldukça A&G yoğun ve sermaye
yoğun bir hale gelmiş olan telekomünikasyon sanayisi, bağlarını hızla eğlence dünyasına
ve mülti medya hizmetlerine doğru uzatarak daha da sermaye yoğun ve A&G yoğun ol
maktadır. Üstelik 1950’lerde ve 1960’larda, imalat sanayisi ile hizmetler arasında yeniden
kurulm aya başlanan ilişkilerin sınırları günümüzde, genellikle tamamen aşınmıştır.
Her iki alanda da olağanüstü güçlü olduğu için, IBM gibi bir firmayı, im alat sanayisi
y a da hizmet sektörü olarak sınıflandırmak çok zordur. B ilgisayar sanayisinin toplam
üretimi içinde yazılım ve danışm anlık ürünlerinin payı hızla yükseldiği için IB M (ve
benzer bilgisayar firm alarında), imalat hayati derecede önemli olmakla beraber, bunlar
giderek daha fazla hizmet firm aları olarak görünm ektedirler. Aynı eğilim, telekomüni
kasyon teçhizatı üreten firm alarda da görülm ektedir: Bu sanayi dalındaki en güçlü Av
rupa firmalarından biri olan Ericsson artık toplam işgücünün %10’dan daha azını ima
latta istihdam etmektedir. Çalışanlarının büyük kısmı yazılım , sistem tasarımı, A&G, iş
yönetimi ve ağlar kurm ayla uğraşm akta; üretiminin önemli bir kısmını da taşeron firma
lar aracılığı ile gerçekleştirm ektedir. Sm art (1996), A BD ’de General Electric gibi kla
sik bir imalatçı firmanın nasıl bilinçli bir stratejinin sonucu olarak hizmet alanlarına gir
diğini anlatm aktadır. General Electric'de, 1990 yılın d a imalat toplam gelirlerin %56’sı
iken bu oran 1995’de %44’e gerilem iştir; 2000 yılın d a %33’e inmesi öngörülmektedir.
Finansman hizmetleri, sağlık hizmetleri, danışm anlık ve “satış sonrası hizm etler” vb.
çok hızla yaygınlaşm aktadır.
Daha da uç bir örnek, çok kimsenin giyim sanayisinde faaliyet gösteren bir firma
sandığı Benetton’dur. Ancak Belussi’nin (1993) ve diğerlerinin göstermiş olduğu gibi
Benetton, yen i teknolojik gelişmelerin gerisinde kalm am ak için sürdürülen deneysel ça
lışm alar dışında, im alatta hemen hiç kim seyi çalıştırm am aktadır. Benetton, tasarım ı ve
dünyanın her yanm a yayılm ış yüzlerce isim verdiği perakende m ağazaları ile dünya ça
pında pazarlam a konularında yoğunlaşırken, im alatının hemen tamamı Kuzey Doğu
325
İtalya’da bir taşeron küçük firm alar grubu tarafından gerçekleştirilm ektedir. Bilgi ve
iletişim teknolojileri (ICT), Benetton için çok önemlidir, çünkü söz konusu perakende
mağazalardan gelen satış verileri Venedik yakınında bilgisayar donanımlı bir depoda iş
lenmekte, koordine edilmekte ve taşeron firm alara gönderilecek sipariş emirlerine te
mel oluşturmaktadır.
Bütün bu örnekler ICT’nin dünya çapında yaygınlaşm asının ekonomiyi nasıl etkile
diğini ortaya koym aktadır. Sonuç olarak dünyanın her yanındaki firmalar stratejilerini
yeniden gözden geçirmek zorunda kalm aktadır. Bu gözden geçirme, kuşkusuz bilinçli,
gelişmiş yeni iş yönetimi stratejileri biçimini alm ayabilir. Teknoloji öngörüsü gibi geliş
miş yönetim araçları ancak büyük firmaların oluşturduğu bir azınlık grubu içinde bu
lunmaktadır. Yeniden mühendislik y a da teknolojik denetim, yalın üretim ve kıyaslam a1
gibi en son iş yönetim modaları da giderek yaygınlaşacaktır. Fakat firmaların büyük ço
ğunluğunda yeniden düşünme (değerlendirme) süreci, üst yöneticilerin, girişim cilerin ve
diğer yöneticilerin rakiplerden, basından, tedarikçilerden ve diğer dış enformasyon ve
bilgi kaynaklarından yansıyan fikirlere veya baskılara tepki göstermeleri ve gelecekle il
gili içgüdülerini y a da görüşlerini bunlara uyarlam a biçiminde olacaktır. ICT’nin tekno-
ekonomik paradigmasının yayılm asıyla yeniden değerlendirme süreçlerinde ortaya çı
kan değişiklik her yerde açıkça gözlenmektedir (bkz. 17. Bölüm).
Bu paradigm a değişikliği (devlet politikaları bu değişikliği giderek destekleme eğili
minde olsa da), herhangi bir merkezi hükümet stratejisinin sonucundan çok, firmaların
yu rt içi ve yu rt dışı baskılar karşısında gösterdikleri uyum tepkilerinin sonucu ve mu
citlerin rüyalarını gerçekleştirm e çabalarının bir eseridir. Firm aların varlıklarını sür
dürmek, kâr etmek ve büyüm ek için gösterdikleri çabalar burada tartışılan stratejiler
den birisini benimsemelerine neden olmuştur. Ancak değişen koşullara karşı verilecek
tepki çeşitleri çok fazladır ve bu çeşitlilik unsurunu işin içine sokmak için fırsatçı y a da
tırnakçı (niş)11 strateji olarak tanım layabileceğim iz bir başka kategori daha oluşturul
malıdır. Hızla değişen piyasada, girişim cilerin herhangi bir firma içi A&G faaliyeti y a
da karm aşık bir tasarım gerektirm eyen önemli bir nokta bularak tüketicinin ihtiyaç
duyduğu ancak daha önce hiç kimsenin düşünmediği bir ürünü veya hizmeti vererek
büyüyüp zenginleşmeleri her zaman mümkündür. Y aratıcı girişim cilik hâlâ, durmadan
yeni fırsatların bulunmasını sağlayan, en araştırm a yoğun sanayilerde bile doğrudan
A&G faaliyetleri ile pek ilişkisi olmayan çok kıt bir kaynaktır.
Saldırgan y a da savunmacı stratejilerden birisini benimsemiş firm alar tedricen yen i
lik yapm ayı öğrenmişlerdir. Ancak, başarıyı garanti edecek hiçbir reçete yoktur ve bu
i Cümlede “re-engineering or technological audits, lean production or bench-m arking” olarak geçiyor.
ii Tırnakçı diye çevirdiğim iz "niche” strateji, kimsenin bilm ediği veya ilgilenm ediği küçük/özel bir alanda/noktada ege
men olmak şeklinde tanım layabileceğim iz bir kategori oluşturm aktadır.
326
alandaki önemli yenilik faktörlerinin etrafındaki hâlâ yoğun bir tartışm a yapılm aktadır.
Firm aların genellikle bir dünya piyasasında yenilik yapm akta olması, karşı karşıya gel
dikleri belirsizlikleri artırm akta ve hükümetlerin A&G faaliyetlerini desteklemek, u y
gun altyapıyı yaratm ak ve piyasa belirsizliğini azaltm ak için işin içine girm elerine neden
olmaktadır. İktisat politikası kaçınılmaz olarak bilim ve teknoloji politikasıyla iç içe gir
mektedir. Bu sorunlar özellikle gelişmekte olan ülkelerde çok daha keskindir ve III. Kı
sım'da daha da ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
11. 6 Sonuçlar
I. Kısım’da tarihsel kanıtlara dayanılarak, yirm inci yü zyıld a sanayide ortaya çıkan
en önemli sosyal değişikliklerden birinin A&G sürecindeki profesyonelleşme olduğu ile
ri sürülmüştü. II. Kısım’da ise, sanayide başarılı bir yeniliğin gerekli unsurlarıyla A&G
kurumlaşmasının ortaya çıkmasının firma davranış biçimlerini derinden etkilediği gös
terildi. Bu, firma davranışının artık dış çevrede ortaya çıkan fiyat işaretlerine cevap ver
me ve bir denge durum una doğru uyarlanm a gibi terim lerle açıklanam ayacağı (ne za
man açıklanm ıştır ki) anlam ına gelmektedir. D ünya teknolojisi, tıpkı dünya piyasası g i
bi firma çevresinin bir parçasıdır ve firmanın teknolojik değişmelere uyum için göster
diği tepkiler, fiyat değişmeleri karşısında göstereceği, önceden tahmin edilebilen tepki
lere indirgenemez. Bu durum iktisatçıların işini güçleştirm ektedir. Bu, mühendislere ve
sosyolojiye, psikolojiye ve siyaset bilimine çok daha fazla dikkat edilmesi gerektiği an
lam ına gelmektedir. İktisatçıların, çok dağınık ve düzensiz gerçeklerle karşılaşan, aslın
da çok şık bir teorileri vardır. Teorileri firma davranışının birçok yanının açıklanması
ve tahmin edilmesi için önemli bir katkı idi ve hâlâ da öyledir; ancak kendi başına y e
terli değildir ve gösterilen çabalar da onu ancak kısırlaştırm ıştır.
II. Kısım’d a y e r alan bölümler, gelecekle ilgili optimizasyon davranışını veya tam bil
giyi varsayan firma teorilerine pek destek vermemiştir. Bu teorilerin daha gelişmiş, mo
dern bir savunması "varsayalım k i” biçimidir. Bu yaklaşım da, neo-klasik hikâyede var
sayılanlar çerçevesinde firm aların gelecekle ilgili hesaplam alar yapm a im kânlarının ol
madığı kabul edilmekte; ancak ortaya çıkacak sonucun yine de aynı olacağı, çünkü re
kabetin varlığının “varsayalım k i” türünde bir analize uygun davranan firm aların var
lıklarını sürdürm elerini ve büyüm elerini garantileyeceği kabul edilmektedir. Buna kar
şılık Hodgson’un (1992) ve W inter’in (1986) ikna edici bir biçimde tartıştıkları gibi, bu
öyküye de özgün teori kadar güvenilebilir. Ne biyolojik evrim ne de firm aların ve sana
yilerin evrimi optimalliğe ulaşmaz.
I. ve II. Kısım’da ortaya konmuş olan kanıtların ışığında, Nelson ve W inter’in (1974,
1982) ve Dosi et a/.’ın (1988) yaklaşım ları gibi, sınırlı rasyonelliği, eksik bilgiyi, aksak
rekabeti ve teknolojik belirsizliği tam anlamı ile göz önünde tutan firma teorilerinin çok
327
daha akla yakın olduğu söylenebilir. Üstelik herhangi bir doyurucu firma teorisinin
farklı sanayi sektörlerinde ve farklı tarihi dönemlerde, değişik firm a davranış biçim leri
ni de göz önünde tutması gerekm ektedir.
Artık aram ızda olamayan Edith Penrose (1959), çeşitli “uzm anlıklar”, beceri ve bil
gi birikim düzeylerinin bileşimleri ile ortaya çıkan “kaynak tem elli” firma teorisi ile ik
tisat öğretisini bu yeni yöne yönlendirm iştir. Son dönemlerdeki teorik gelişmeler,
Teece’in (1986) yu k arıd a söz konusu edilen kavram lar yan i A&G’de, üretimde, pazar
lam ada yetkinlik gibi, firma içindeki çeşitli işlevlere göre geliştirdiği çalışm alarını izle
mektedir. Bu yaklaşım , uç noktalardan birinde, bütün imalatını taşeron firm alara bıra
kan “boş firm a” kavram ına gidebilir. Ancak, yu k arıd a tartıştığım ız örneklerin hepsi bir
den bu tarafa yönelmem ektedir. Benetton bile yalnızca taşeronları denetlemek ve tek
nolojide ani bazı değişiklikler karşısında çaresiz kalm am ak için de olsa, en düşük dü
zeyde de gerçekleşse, im alatta belli bir yetkinliğin önemini kabul etmektedir.
Bu tür düşünce yapısına ilgi çekici ve özgün bir alternatifi Christensen (1995) ileri
sürülmüştür. Christensen, yen ilik için gerekli dört doğurgan varlık (asset) kategorisi
arasında kavram sal bir ayırım önermektedir: (1) bilimsel araştırm a varlıkları; (2) üre
tim sistemi ile ilgili yenilik için gerekli varlıklar; (3) ürünle ilgili yenilikleri uygulam ak
için gerekli varlıklar; (4) estetik tasarım varlıkları. Bu kategorilerden sonuncusu birçok
sanayi ve hizmet dalı için büyük önem taşım akla birlikte yetkinlikler konusunda teori
ler kurulurken genellikle unutulm aktadır. Y apılacak yen ilik bazı durum larda bu dört
grup varlığın sadece bir y a da iki tanesine dayanm akla birlikte, daha çok gözlenen, bir
varlıklar “demetinin” harekete geçirilmesi gereğidir. Öte yandan bu varlıklar çok fark
lı örgütsel m ekânlarda yerleşm iş olabileceği için ayrı bir kümelendirmeye gidilebilir.
Christensen’in teorisi hem iktisatçılar hem de sosyologlar ve örgüt teorisyenlerine bir
çok yen i araştırm a yolu açm aktadır
Bu bölümde y e r alan tartışm aların amacı yen i bir firma davranış teorisi oluşturmak
değildir. Bu tür bir teorinin oluşturulabilmesi için sosyal bilimlerde daha büyük ve bü
tünleşik bir çaba gereklidir. Ancak bu bölüm, bu tür bir teorinin, firmanın kullandığı
üretim faktörlerinin fiyatlarındaki ve ürünlerini verdiği piyasadaki fiyatlardaki değiş
melere göstereceği tepkilerin yanı sıra, teknolojik değişmeler karşısında göstereceği y e
nilik ve uyum tepkilerinin ortaya çıkaracağı sorunları da kapsam ası gerektiğini ortaya
koym ak amacındadır. A ralarında iktisatçıların da bulunduğu çeşitli disiplinlere mensup
sosyal bilimcilerin daha kapsam lı ve daha doyurucu bir firma teorisi geliştirm ek için uğ
raşm aya başladıklarını gösteren cesaret verici işaretler vardır (MacKenzie, 1990; Stir
ling, 1994).
328
Notlar
1. M etcalfe'in Lancashire pam uk şirketleri ile ilgili araştırm ası (1970) büyük sayıda firmanın, fiyatı 100 £'un altında
olduğu ve geri ödeme süresinin Research Association ve üreticiler tarafından bir y ıl olarak, açıkça gösterilmesine
rağm en basit bir yen i m alzem eyi (ölçüm kutusu) satın alm ak istem ediklerini ortaya koym uştur. Alansfieid e t a l.’ın,
A merikan takım ve kalıp sanayisinde nüm erik kontrollü m akinelerin kullanılm ası konusunda yap tığı araştırm a
(1972), "firma sahiplerinin, nüm erik kontrollü sisteme geçm em elerinin, kısa sürede önemli bir rekabet dezavantajı
yaratacağ ın ı kabul etm elerine rağm en" birçok firmanın bu m akineleri kullanm a eğilim inde olm adığını ortaya koy
m uştur. M ansfield bu olayda m edyan geri ödeme süresini beş y ıl olarak tahmin etm iş ve yu k a rıd a sözü edilen fir
m aların çoğunun sahibinin bu süre içinde em ekliye ayrılm a yaşın a ulaşm akta olduğunu ileri sürm üştür.
2. Yeni bir ürün hiç kuşkusuz, diğer firm alar için bir üretim teknolojisi olabilir.
329
ÎKİNCÎ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR
330
Granstrand, O. and Sjolander, S. (1992) 'Managing innovation in multi-technology
corporations’, Research Policy, vol. 19, no. 1, pp. 35-61.
Hakansson, H. and Snehota, I (eds) (1995) Developing Relationships in Business
Networks, London, Routledge.
Jewkes, J., Sawers, D. and Stillerman, R. (1969) (2nd edn.) The Sources o f Invention,
London, Macmillan.
Kodama, F. (1996) Emerging Patterns o f Innovation: Sources o f Japan's Technological
Edge, Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Leonard-Barton, D. (1995) Wellsprings o f Knowledge: Building and Sustaining the
Sources o f Innovation, Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Loveridge, R. and Pitt, M. (eds) (1990) The Strategic Management o f Technological
Innovation, New York, Wiley.
Miyazaki, K. (1995) Building Competencies in the Firm: Lessons from Japanese and
European Opto-electronics, Basingstoke, Macmillan.
Pavitt, K.L.R. (1990) 'What we know about the strategic management o f
technology', California Management Review, Spring, pp. 17-26.
Pearson, A.W., Stratford, M.J.W., Wadee, A. and Wilkinson, A. (1996) 'Decision
support systems in R&D Project Management' in Gaynor, G.H. (ed.) Handbook o f
Technology Management, New York, McGraw Hill.
Penrose, E. (1959) The Theory o f the Growth o f the Firm, Oxford, Blackwell.
Quintella, R.H. (1993) The Strategic Management o f Technology, London, Pinter.
Rothwell, R and Gardiner, P. (1988) 'Re-innovation and robust design: producer
and user benefits', Journal o f Marketing Management, vol. 3, no. 3, pp. 372-87.
Sakakura, S. and Kobayashi, M. (1991) 'R&D Project Management in Japanese
Research Institutes', Research Policy, vol. 20, no. 6, pp. 531-59.
Scherer, F.M. (1992) International High Technology Competition, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Scherer, F.M. (ed.) (1994) Monopoly and Competition Policy, Library of Critical
Writings in Economics, Cheltenham, Elgar.
Steinmueller, E. (1994) 'Basic research and industrial innovation', in Dodgson, M.
and Rothwell, R. (eds) Handbook o f Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Swann, P. (ed.) (1993) New Technologies and the Firm, London, Routledge.
Symeonidis, G. (1996) Innovation, Firm Size and Market Structure: Schumpeterian
Hypotheses and Some New Themes, Economics Department Working Paper no. 161,
Paris, OECD.
Teece, D. (ed.) (1987) The Competitive Challenge: Strategies fo r Industrial Innovation and
Renewal, Cambridge, MA, Ballinger.
Utterback, J.M. (1993) Mastering the Dynamics o f Innovation, Boston, Harvard
Business School Press.
von Hippel, E. (1988) The Sources o f Innovation, Oxford, Oxford University Press.
Whiston, T.G. (1992) Managerial and Organisational Integration: The Integrative
Enterprise, London, Springer.
Whittington, T. (1993) What is Strategy and Why Does it Matter?, London, Routledge.
Williamson, O.E. and Winter, S.G. (eds) (1993) The Nature o f the Firm: Origins,
Evolution and Development, New York, Oxford University Press.
Winter, S.G. (1988) 'On Coase, competence and the corporation', Journal o f Law,
Economics and Organisation, vol. 4, pp. 163-80.
331
III
YENİLİĞİN MAKROİKTİSADI:
FİRMA, BÜYÜME VE KÜRESELLEŞME
Giriş Notu
Ulusların büyümesi ve kalkınm ası her zaman bilim ve teknolojiden etkin biçimde
yararlanm alarına, bu kaynaklara ulaşm alarına bağlıdır. I. Kısım’da gösterildiği gibi, y a
kın tarihe bilimle ilişkili sanayilerin yükselişiyle kim ya sanayisinin büyümesi (-4. ve 5.
Bölümler), otomobillerin (6. Bölüm) ve elektronik ürünlerin (7. Bölüm) geliştirilm esiy
le belirginleşen pek çok yen i ürünün yaygınlaşm ası egemen olmuştur. Bu gelişmelerin
en genel sonucu, gelişmiş ekonomilerin başarısının tamamen yeni teknolojileri kullan
m alarına bağlı olmasıdır; bu da bir ölçüde, bu ülkelerin özgün bilimsel ve teknolojik ka
pasitelerine dayanm aktadır.
II. Kısım’da, bu tarihi verileri kullanarak, firmaların yenilikçi çabalarının başarı ko
şullarını genelleştirmeye çalıştık. Bunu takiben, firmaların büyüklüğü, A&G ve yenilik
arasındaki ilişkileri analizi ederek firmaların yen ilik projelerini değerlendirme yollarını
inceledik. Son olarak da, 11. Bölüm’de firm aların belirsiz bir piyasa ve hızla değişen
teknolojiler karşısındaki stratejilerini tartıştık. Bu tartışm a da doğal olarak bizi bu fir
maların yen ilik yaptığı ulusal ve uluslararası ortama getirdi.
III. Kısmın ilk bölümünde, bilim ve teknolojiyle ilgili çeşitli kurum lar arasındaki iliş
kilerle birlikte, en geniş anlamda, yü k sek öğretim, yen ilik ve teknolojinin yayılm ası ko
nuları ele alındı. Kamu veya özel ulusal kurum lar arasındaki bu ilişkiler, literatürde
“ulusal yen ilik sistem leri” diye bilinmektedir. 12. Bölüm un gösterdiği gibi, bu ulusal
sistemik etkileşimlerin açık bir biçimde anlaşılm ası yeniliğin m ikroiktisadından mak-
roiktisadına geçişte esas köprüyü oluşturur. Bu, aynı zam anda bilim ve teknolojinin ge
lişme dinamiklerini anlam ada, özellikle de ülkeler arasındaki farklılıkları belirlem edeki
temeldir.
Gelişme dinamiklerini anlam a çabaları, kuşkusuz 1960’ların başında, ABD ile Avru
pa arasındaki siyasi “teknolojik açık” tartışm asındaki başlıca itici güçtü. U luslararası ti
caretin, yatırım ların ve teknoloji transferlerinin hızla gelişmesi, ulusal ekonomilerin b ir
birine bağımlılığının giderek arttığı bir dünya ekonomisi çerçevesinde, sanayi liderliği
nin, bir ülkeden veya bir bölgeden ötekisine ne kadar çabuk geçtiğini göstermişti. J a
ponya ve Sovyetler Birliği, birisi dünya iktisadi rekabet alanı içinde, ötekisi dışında k a
larak, teknoloji/yenilik/iktisat konusunda tamamen zıt kutuplar oluşturdular. Japon
ekonomisi, teknolojiyi piyasaya indirmek ve bu süreci devam ettirmek için gerekli bilim
sel ve teknolojik yetenekler yaratm akta özellikle başarılıydı. Eski Sovyetler Birliği, ter
335
sine, aynı dönemde bilimsel ve teknolojik çabalarının en büyük kısmını —Jap o n ya’dan
çok daha fazlasını—uzay ve savunma am açlarına yöneltti; böylece merkezi planlı ve sa
vunm aya yönelik kapalı bir iktisadi sistem, bu sektörlerin dışındaki alanlarda, kuruluş
ların yenilikler yapm asını ve yeni teknolojilerin yayılm asını pek az teşvik etti.
Daha 1960’larda ülkeler arası teknolojik eşitsizliklerin veya “açıklar”ın farklı büyü
me hızlarının esasını oluşturduğu tezleri, iktisatçılar ve birçok Avrupalı politikacı ara
sında popüler olmuştu. Bilim ve teknolojinin iktisadi büyüm eye katkısının önemi "artık”
(residual) denen, büyümenin sermaye birikimi ve işgücü ile açıklanam ayan kısmının,
sancılı biçimde araştırılm asıyla gün ışığına çıktı. 13. Bölüm, 1960’larda iktisat literatü
rünün büyük bir kısm ına hâkim olan büyüme teorilerini açıklam aktadır. 1970’lerin ik
tisadi krizleri ve "artık”ın "kaybolm ası” ile bu konu, iktisat mesleğinin akadem ik gün
deminden yavaşça silindi. A lternatif açıklam aların çoğu Schum peter’gil gelenek, daha
sonraları da "Yeni” büyüme teorileri içinde formüle edildi; büyüme teorisi, 1980’ler so
nunda, tekrar iktisat teorisi ve politikasının merkezine oturdu. Bugünlerde, neo-klasik
büyüme teorisinin, görgül bir düzlemde, yeniden canlanmasına tanık oluyoruz; artık, şu
veya bu şekilde "ortadan kalksa” da büyüme tekrar, sermaye birikim i ve işgücü cinsin
den açıklanm aya çalışılıyor.
Son 40 yılda, büyümenin nedenlerini açıklam a çabaları, dönüp dolaşıp aynı yere ge
lirken, dünyada büyüme performanslarını yabancı kaynaklara dayandıran ülkelerin art
masına bağlı olarak, bazı temel değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bilim ve teknolojiyle dış
ticaret ve yatırım arasındaki etkileşimin varlığı giderek kabul görmektedir. Teknolojik
ilerleme ve büyüme performansını doğrudan etkileyen en kritik değişkenlerden biri
kuşkusuz uluslararası ticarettir. Eski söylemle başladığımız 14. Bölüm, ticaretteki gele
neksel neo-klasik "üretim faktörleri yapılanm ası” (factor endowment) yaklaşım ının bı
rakılarak, son 20 yıldır, iktisatçıların düşüncelerini çok fazla etkileyen daha eski klasik
yaklaşım larla "yeni” ticaret teorilerini bir araya getirmenin gereğini ortaya koym akta
dır. Ancak iktisadi sistemlerimizin uluslararası ticarete açılması, sadece m alların ihraç
ve ithaliyle sonuçlanmamaktadır.
Daha Birinci D ünya Savaşı’ndan önce, sonraları "çok uluslu şirketler” diye anılacak
firmaların yatırım ları, önemli ölçüde uluslararası bir teknolojik bilgi yayılm asına yol aç
mıştı (Örnek olarak, 3. Bölüm’deki elektrifikasyon olgusuna bkz.). Çok uluslu şirket
ler, 1960’larda başlıca A BD ’de yerleşiktiler; daha çok sanayinin teknolojik olarak en ile
ri sektörlerinde rekabet ediyorlar, yeni piyasalar açmak, üretim kapasiteleri ve A&G
olanaklarına uluslararası yerler bulmak için yen i stratejiler geliştiriyorlardı. Bu strateji
ler, ürün devresinin A&G, yen ilik ve pazarlam a aşam alarının buralara kaym asıyla yeni
teknolojilerin göçüne sebep olduğu gibi, A BD ’den A vrupa’y a çok önemli bir üretim
336
kaym asına yo l açmıştır. Buna benzer uluslararasılaşm a süreçleri, 1980’le rv e 1990’larda
hızlanarak daha da yaygınlaşıp, çeşitlenmiştir. O rtaya çıkan m anzara "şebeke şirketi”
(network Corporation) diyebileceğimiz bir olgudur. Bu olgu, deniz aşırı ortaklıkları olan
çokuluslulardan daha karm aşıktır çünkü bu şebekeler, ulusal sınırların ötesinde, firma
lar arası teknoloji, üretim, finansman ve pazarlam a becerileri ittifaklarına dayalıdır. Son
zam anlarda sadece bir ülkenin uluslararası rekabetçiliğinden çok “küresel” y a da "bir
çok ye rli firma’y a dayanan daha ileri düzeydeki bir teknolojik uluslararasılaşm a eğili
mini ifade etmek üzere "teknoküreselleşme” terimi ortaya atılmıştır.
Ancak 15. Bölüm’de görüleceği gibi bu süreç, en azından bugüne kadar, tüm dünya
daki kalkınm a ve büyüme performanslarının birbirine yakınlaşm asına yo l açmamıştır.
Azgelişmişlik 30 y ıl öncesine göre, daha az ve yaygın olm akla birlikte, zamanımızın en
önemli sorunlarından biri olm aya devam etmektedir. Teknolojinin yararları henüz Af
rika, Latin Amerika ve A sya’daki m ilyonlara ulaşamamıştır. İşte bu nedenle, III. Kısmı
yeniden, kalkınmanın, teknoloji yayılm a potansiyeli ve y e rli teknoloji geliştirmenin ba
zı sorunlarını ele alarak sonuçlandırıyoruz.
337
12. Bölüm
339
Tablo 12. 1 On Sekizinci ve On Dokuzuncu Yüzyıllarda
tngiliz U lusal Yenilik Sistem inin ö zellik leri
Bilim cilerle girişim ciler arasında güçlü bağlar.
Bilim, devlet tarafından teşvik ve ye rel kulüpler tarafından popülerize edilerek, ulusal bir kurum haline geliyor.
Toprak sahipleri tarafından güçlü bir ulaşım altyapısı için ye rel yatırım lar (kanallar, yo llar ve daha sonra demir
yo lları) gerçekleşiyor.
M ucitlerin serm aye bulm ası ve girişim cilerle işbirliği yap m aların a im kân veren ortaklık biçiminde örgütlenm eler
o rtaya çıkıyo r (Ö rnek, A rkwright/Strutt).
Ticaret ve hizmetten elde edilen kârların ulusal ve ye re l serm aye p iyasaları yo lu yla fabrika üretim ine, özellikle
tekstile yatırılm ası.
İktisat politikasının klasik iktisat tarafından sanayileşm enin yararın a güçlü biçimde etkilenmesi.
U lusal teknolojinin korunm ası ve rakipler tarafından yakalanm asının geciktirilm esi için büyük çabalar harcanıyor.
Kişi başına İngiliz verim liliği, 1850 itibariyle, A vrupa ortalamasının, yak la şık ik i katıdır.
Ticaretteki iç ve dış engeller azaltılıyor veya tamamen kaldırılıyor.
A ykırıların akadem ileri (D issenters’ academ ies) ve bazı üniversiteler bilimsel öğretim sağlıyor. Yeni sanayi
kentlerinde, y a rı zaman esasında, teknisyenler eğitiliyor.
ülkelerdi, (o zaman Almanya, İngiltere’y e göre az gelişm işti.) List sadece, “bebek” (ye
ni kurulan) sanayilerin korunmasını değil, iktisadi büyüme ve sanayileşm eyi mümkün
kılacak veya hızlandıracak çok geniş bir politikalar dizisinin tasarım ını da savunuyor
du. Bu politikaların çoğu, yen i teknolojileri öğrenmek ve uygulam akla ilgiliydi; List
açıkça, günümüzdeki “ulusal yen ilik sistemi” teorilerinin çoğunu daha zam anlarda ön
görmüştü (Lundvall, 1992; Nelson, 1993; M joset. 1992).
D ünya Bankası (1991, ss. 33-35), iktisatçıların ikinci D ünya Savaşı’ndan sonra kal
kınma konusunda değişen düşüncelerini gözden geçirdikten sonra, bilgi birikim i şeklin
deki görünmez yatırım ın bir zam anlar önemine inanılan fiziki sermaye yatırım ından da
ha belirleyici olduğu sonucuna varmıştı. Bu rapor, görüşünü desteklemek için “yen i bü
yüm e teorisi”nden (Romer, 1986; Grossman ve Helpman, 1991) bahsediyor, fakat söz
340
de “yeni büyüme teorisi", aslında iktisat tarihçileri ve yeni Schum peter’ci iktisatçıların
çoktan beri bildikleri bazı gerçekçi varsayım ları neo-klasik modellere, geç de olsa sok
maktan başka bir şey değildir (Bkz. 13. Bölüm). Gerçekten de Friedrich List’in Adam
Smith’i eleştirdiği bir paragrafı buraya alınm alıdır:
Bu akıl yürütm eye karşıt olarak Adam Sm ith s e r m a y e kelimesini sadece rantiyeler ve tüccarların,
kendi muhasebelerinde ve bilançolarında, zorunlu olarak kullandıkları anlam da ele alıyor...K endi
sinin (kendi sermaye tanım ında), üreticilerin fiziki ve entelektüel yeteneklerini bu terime dahil et
tiğini unutuyor. Y anlış bir şekilde, ulusun gelirlerinin sadece onun maddi serm ayelerinin toplam ı
na bağlı kaldığını söylemeye devam ediyor.
(List, 1841, p. 183)
ve daha ileride:
Ü lkelerin bugünkü durumu, bizden önce yaşam ış olan kuşakların keşiflerinin, icatlarının, iyileştir
me ve mükemmeleştirmelerinin, uygulam a birikim lerinin bir sonucudur: Bunlar, günümüz insanlı
ğının entelektüel serm ayesini oluşturur; her ulusun verim liliği, sadece, kendinden önceki k uşakla
rın b ıraktıklarıyla b unlara kendi im kânlarıyla kattıklarından nasıl yararlan d ık larıyla orantılıdır.
(Ibid., p. 113)
List’in açık biçimde benimsediği görünür ve görünmez yatırım ların birbirine bağım
lılığı kesinlikle modern bir yaklaşım dır. O, sanayinin bilim ve öğretim kurum larıyla iliş-
kilendirilmesi gereğini de savunmuştur:
İmalat sanayisinde, fizik, makine, kim ya, m atem atik veya tasarım sanatıyla ilgisi olmayan bir iş çok
nadir görülür. H içbir ilerleme, yen i keşif ve icat bu bilim ler olmaksızın yapılam adığı gibi yüzlerce
ürün ve üretim dalındaki iyileştirm e ve değişiklikler de gerçekleştirilem ez. D olayısıyla, bir sanayi
ülkesinde bilimlerin ve zanaatların yaygınlaşm ası gereklidir.
(Ibid., p. 162)
List ve benzeri düşüncedeki iktisatçıların önerileri ve daha eskilere giden Prusya sis
temi sayesinde, Almanya dünyadaki en iyi teknik eğitim ve öğretim sistemlerinden biri
ni geliştirdi. Birçok tarihçiye göre (örneğin, Landes, 1969; Barnett, 1988; Hobsbawm,
1968), bu sistem sadece 19. yü zyıl ikinci yarısınd a A lm anya’nın İngiltere’y i geçmesin
deki başlıca faktörlerden biri değil, fakat bir yü zyıl sonraki Alman işgücünün, birçok
sanayi dalındaki son derece gelişmiş beceri düzeyi ve yü ksek verim liliğinin de temelidir
(Prais, 1981). Ingilizlerin, yü zyılı aşkın bir dönemdeki düzensiz, istikrarsız ve gecikm e
li eğitim ve öğretim politikaları, hiçbir zaman Alman teknik eğitim ve öğretim sistemini
yakalam akta tam bir başarı kazanamamıştır.
341
List sadece günümüzdeki ulusal yen ilik sistemlerinin işleyişlerindeki temel nitelikle
ri öngörmekle kalm ayıp, yabancı teknolojilerin alınm asıyla yerli teknolojik gelişmeler
arasındaki etkileşimleri de kavramıştır. U luslar daha ileri ulusların başarılarını ele ge
çirmekle kalm ayıp, onları kendi gayretleriyle daha da artırm alıdırlar. Prusya, teknolo
jiy i öğrenme yaklaşım ları için iyi bir model örneğine sahipti: Takım tezgâhları teknolo
jisini ele geçirme. Takım tezgâhları teknolojisindeki anahtar yenilikler, 19. yü zyıl ilk
çeyreğinde, Ingiliz mühendisleri (özellikle M aw dslay) ve teknisyenleri tarafından ger
çekleştirilmiştir. Takım tezgâhları Paulinyi (1982) tarafından, diğer tüm sanayiler için,
hassas metal işleme m akineleri tasarım ve im alatına imkân verdiği için “modern makine
im alatının Alfa ve Omegası”1 şeklinde tanımlanıyor. Kuşkusuz bu teknolojiler büyük
gizlilik taşıyordu, fakat bunun önemini bilen Prusya Hükümeti, İngiliz H üküm eti’nin
takım tezgâhları ihracatına yasak getirmesine rağmen (karşı çıkanlara ağır cezalar veri
liyordu), bu teknolojiyi elde etmek için çok kararlı hareket etmiştir.
Teknik eğitim enstitülerini (G ewerbe-Institut) kuran Prusya Hükümeti, böylece it
hal ettiği takım tezgâhlarını söküp takarak (reverse engineering)11 öğrenmeyi ve Al
m anya’y a bu teknolojileri yayacak teknisyenleri eğitmeyi başardı (Paulinyi, 1982). A y
nı zamanda, P rusya’y a, teknolojik bilgileri kendinde saklayan İngiliz ustalar da (crafts-
men) getirildi (O dönemde, Ingiltere’deki önde gelen her dört takım tezgâhı girişim ci
sinden üçü, M aw dslay'in atölyesinde onunla y ılla r harcamış kim selerdi.). Prusya Dev
leti teknoloji transferini büyük bir başarıyla teşvik ve koordine etti: Alman takım
tezgâhları ve makine yapım sanayileri 1840’lar ve 1850’lerde buharlı lokomotifler yap a
bilmek için gerekli makine ve teçhizatı tasarlayıp imal edecek yetenekte olduğunu ispat
etti. Bu süreç P rusya’y ı (daha sonra Alman im paratorluğu’nu) Ingiltere’y i geçtiği yola
sokmuştur. List, özellikle bu örneği zikretmemesine rağmen, sanayileşm e ve teknoloji
transferi hakkında tamamen de soyut bir şekilde konuşmuyor, gözünün önünde gelişen
bir süreci anlatıyordu.
List çağdaş araştırm aların merkezinde y e r alan ulusal yen ilik sisteminin birçok nite
liklerini (eğitim ve öğretim kurum lan, teknik araştırm a enstitüleri, üretici kullanıcını et
kileşimli “interaktif” öğrenme süreci, bilgi birikimi, ithal edilen teknolojinin özümsen-
mesi, stratejik sanayilerin teşviki vb.) analiz etmenin ötesinde, devletin uzun vadeli ik
tisat ve sanayi politikalarını uygulam a ve koordine işlevine de büyük önem vermiştir.
i Başlangıç ve son; bir şeyin en önemli nitelikleri anlam ında.
ii “G eriye doğru m ühendislik” diye de tanım lanabilecek bu süreçte, bir ürün genellikle bir m etal işleme ürünü, tamamen
sökülerek, parçaların resimleri, kalıpları alınarak aslına uygun biçimde im al edilir. Bu süreç, aynı zam anda klasik bir öğ
renme sürecidir. İlk çıkan ürünler, aslın a uygun olabilir v eya genelde daha körii ve kalitesizdir. Bazı durum larda ise, bu
m alları taklidin ötesinde iyileştirm ek ve daha iyisini yap m ak mümkün oluyor. Örneğin Jap o n lar, II. D ünya Savaşı'ndan
sonra, Leica fotoğraf m akinelerini taklitle başlayıp, bunu geliştirerek, bugünkü sanayilerinin temelini atm ışlardır. Sov-
ye tle r ise sanayileşm e planlarında. Am erikan traktörlerini, otomobillerini, Alman tanklarını vb. akla gelebilecek tüm
m ekanik ürünleri “sök tak m ühendisliği” ile üretm işlerdir. Ingiliz S an ayi D evrimi 'nin yayılm asın daki tersine mühendis
liğin örnekleri sayısızdır.
342
İşte List, başından beri tartışm a halinde olduğu, Klasik O kulu n önemli siması Je a n
Baptiste S ay ile burada ters düşmektedir; çünkü Say, hükümetlerin olumsuz m üdaha
leleri bir yana, bu konuda hiçbir etkisinin olm ayacağını savunm aktaydı. Teknolojiyi y a
kalam akta, Prusya D evleti’nin rolünü Landes (1969) şöyle özetlemektedir:
Sadece Devlet, ABD gibi uzak yerlere büyük m asraflarla inceleme turları düzenleyebilir; gereken
binaları ve teçhizatı sağlayabilir; uzun y ılla r yab ancı ülkelerdeki öğrencilerin iaşe ve ibadesini k ar
şılayabilirdi. Bunun ötesinde devlet, tüm ekonomiye yen i teknikleri getirm ek ve yaym ak için kurul
muş olan daha yaygın bir eğitim sisteminin bir parçası -aslın d a en önemli parçası o lan - temel öğ
retimi kurum laştırıyor; eğitim yapm ayan akadem ileri, müzeleri ve belki daha da önemlisi sergi ve
fuarları da düzenliyordu.
Son olarak da devlet, teknik yardım ve danışm anlık hizmetleri sağlıyor, mucitlere ve göç edip ge
len girişim cilere mali destek veriyor, m akineler hediye edip, ithal edilen sanayi makine ve teçhiza
tına vergi iadesi ve m uafiyeti tanıyordu. Bunların bir kısm ı sadece geçm işteki bir uygulam anın y a
ni devletin, iktisadi kalkınm adaki doğrudan çıkarını gözeten güçlü bir geleneğin m irasını sürdür
mekten ibaretti; ama bunların çoğu, özellikle A lm anya’da, teknoloji yak alam a sürecini hızlandırm a
ve örgütlenm edeki arzunun açık bir belirtisiydi.
Bu teşvik çabaları araştırm a ve sanayi performansının akılcı standartlarını ortaya koyduğu ölçüde,
gelecek için en kayda değer iş yapılm ış oldu.
(Landes, 1969, p. 151)
Doğal olarak, Birleşik Devletler 19. yüzyılın ikinci yarısında, İngiltere’y i geçmekte
A lm anya’dan çok daha başarılıydı. List, bu ülkede kalarak ve özellikle Hamilton’un
İm ala t Ü z erin e R a p o r unu (1791) okuyarak aydınlandı. Y aygın öğretim (teknik eğitim
kadar olmasa bile), Birleşik Devletlerde, A lm anya’dan daha da kayda değer bir teşvik
görüyordu. Ucuz ve bol hammadde, enerji ve geniş bir araziyle birlikte arka arkasına
gelen göç dalgaları Birleşik Devletlerin ulusal sistemine, A vrupa’da görülmeyen bazı
özel nitelikler katmıştı. Bu ülkede, yabancı yatırım ların rolü artarken, devletin öncü fa
aliyeti Alm anya’dan daha büyüktü.
Her ne kadar List, ulusal yenilik sistemi hakkındaki çağdaş tartışm aların birçok ana
hattını (farklı bir terminolojiyle) öngörmüşse de, doğal olarak onun 150y ıl sonraki dün
y a ekonomisi ve ulusal ekonomilerde ortaya çıkan değişiklikleri tahmin edebildiğini dü
şünmek bile anlamsızdır. Özellikle List, sanayideki profesyonelleşmiş firma içi A&G fa
aliyetleri bir yana, birçok değişik ülkede üretim yapan ve giderek artan bir biçimde ken
di ana üsleri dışında A&G birimleri kuran çok uluslu (ya da uluslar ötesi) şirketlerin
(Ç U Ş ’lar) doğuşunu da hiçbir zaman öngörememiştir. Bunlar, tüm ulusal yen ilik siste
mi kavram ını derinden etkileyen çok önemli yen i gelişm elerdir. Bu bölümün aşağıdaki
kesiminde, önce A&G faaliyetinin ve tiplerinin ortaya çıkışı, ulusal sistemler içinde kar
şılaştırm alı biçimde tartışılacak; üçüncü kesimde karşıt ulusal sistemler; dördüncü ke
343
simde ise Ç U Ş ’ların çeşitli kıtalarda y e r alan ulusal ekonomilerin performanslarını na
sıl ve ne derece etkiledikleri ele alınacaktır.
344
önemliydi; ancak, tüm dünyanın, bilimin gücünden, özellikle de, Büyük Bilim ’in gü
cünden etkilenmesi, M anhattan Projesi ve onun ürünü olan H iroşim a’d ır1. Savaşan ta
raflardaki radar, bilgisayarlar, roketler ve patlayıcılar gibi gelişm eler, hüküm etlerin sa
nayideki ve üniversitedeki mühendislerle bilim cileri seferber ettiği büyük A&G proje
lerinin sonuçlarıdır.
Bu nedenlerle, ikinci D ünya Savaşı ortam ında örgütlenmiş, profesyonel A&G fa
aliyetlerinin çok yü k sek bir prestij kazanm ası sürpriz değildi. Ancak ileri görüşlü bir
fizikçinin (Bernal 1939) İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri için önerdiği A&G b üyük
lükleri, o zaman için saçma denecek derecede ütopik bulunmuşken, savaştan sonraki
siyasi ortam da rahatça gerçekleşti. Hemen bütün sanayileşm iş ülkelerde benzer hızlı
gelişmeler cereyan etti (1. Bölüm ve Tablo 12.3); hatta Üçüncü D ünya ülkelerinde b i
le, araştırm a konseyleri (kurum lan), ulusal A&G laboratuvarları ve diğer bilimsel ku
ruluşların tesisi eğilim leri ortaya çıkarak, nükleer fiziğe ağırlık verilerek, bazı örnek
lerde (Arjantin, Hindistan, Brezilya, İsrail, Y ugoslavya gibi) nükleer silah yapım ına
girişildi. Bu durum da yen i bilim konseylerinin kendi hüküm etlerine yap tığı tavsiyeler
de, basit anlamda, bilim ve teknolojinin “ittiği” doğrusal modellerin hâkim olması çok
doğaldı. H erkese aşikâr gelen atom bombasının (ve elektrik üretimi için nükleer ener
jinin) şu zincirleme reaksiyon içinde ortaya çıkm asıydı: Temel fizik araştırm ası —büyük
laboratuvarlarda geniş çaplı geliştirm e faaliyeti—uygulam a ve (askeri veya sivil) y e n i
liklere dönüştürme. Bu “doğrusal model”, özellikle Vannevar Bush’un (N SF, 1945)
B ilim , S on su z S ın ır başlıklı, çok etkili ve ünlü raporuyla da destekleniyordu (Bkz. Sto-
kes, 1993).
Bunlardan, birçoklarının sandığı gibi, yeniliklerin tek kaynağının A&G sistemi oldu
ğu anlamı çıkarılam az. Bu kanıyı, önce ABD ’da National Science Foundation (N SF)
tarafından, daha sonra da 1950’ler ve 1960’larda diğer OECD ülkeleri tarafından be
nimsenen ölçüm sistemi pekiştirm iştir. Bu ölçüm sistemi, Frascati Elkitabı diye bilinen
bir çalışm ayla (OECD, 1963a) standart hale getirilm iştir. Y azarların, teknik ilerleme
nin sadece A&G’y e değil fakat eğitim, öğretim, üretim mühendisliği, tasarım ve kalite
kontrolü gibi birçok başka faaliyete bağlı olduğunu vurgulam alarına rağmen, her nasıl
sa A&G ölçümleri genelde yen i ve iyileştirilm iş her türlü ürünün ve üretim sürecinin or
taya çıkmasını sağlayan tüm faaliyetleri temsil eder bir şekilde kullanılm ıştır. Bunun
ötesinde, A&G sistemiyle üretim ve pazarlam a etkileşimini sağlayan bağlantıların (feed-
back loops) önemi de göz ardı edilmiş y a da unutulmuştur. İşin gerçeği, elde sadece
A&G ölçümlerinin olması ve kullanılm asıyla bu eğilim lerin pekiştirilm esidir.
i Hiroşima dan kasıt, 1945 Ağustos ayın da Ja p o n y a ’y a atılan ilk atom bombasıdır; İkincisi de kısa süre sonra
N agasak iye atılm ış ve Jap o n y a teslim olmuştur.
345
Tablo 12 .3 GSM G'in Yüzdesi O larak A raştırm a ve G eliştirm eye Yapılan
G ayri Saß H arcam alar (GERD/GNP O ranlan) 1934-83 Tahmini
K a yn a k la r: B e r n a l (1939) ta h m in lerin in "F ra s ca ti" ta n ım la rın a (1963) u ya rla n m a sı, O E C D ista tistik leri v e F reem a n v e
Y o u n g a (1965) d a ya n a ra k S o v y e t ista tistik lerin in d ü z eltilm iş so n u çla r ı.
Bunların etkileri, OECD tarafından 1960 'lar ve 1970’lerde, üye ülkeler için hazırla
tılan "Bilim Politikası İncelem eleri” (Science Policy Reviews) başlıklı ulusal raporlar
da görülm ektedir1. Bu incelemelerin takdir edilecek tarafı, hâlâ devam eden ve bunla
rın model aldığı üye ülkelerin iktisat politikası raporları gibi, her üyenin performansı
nı, uluslararası karşılaştırm a ölçütleriyle, dostça fakat bağımsız ve eleştirel bir değer
lendirmesini yapm ak am acıyla yazılm ış olm alarıdır. U ygulam ada, bu raporlar genelde
biçimsel olarak A&G sistemi ve teknik öğretimde odaklanırlar. Tabii ki bu yaklaşım y a
rarlı olm akla birlikte "ulusal sistem ”in dar anlam da tanım lanm asına yo l açar, icat ve y e
nilik üzerine yapılan pek çok araştırm a, yeniliklerin başarısı bakım ından A&G dışında
ki diğer birçok faktörün de önemini göstermiştir. Ancak bu faktörleri, uluslararası kar
şılaştırm alarda kullanm anın pratik güçlükleri çok fazladır. Buna benzer nedenlerle, da
ha sonra geliştirilm iş olan "yeni büyüme teorileri” için kurulan modellerde de tamamen
nicel A&G faaliyeti ve öğretimle ilgili ölçümler, veriler kullanılm aktadır (13. Bölüm).
Zamanla, 1950’ler ve 1960’larda teknik ilerleme ve iktisadi büyüme hızlarının, radi
kal yenilikleri dünyada ilk kez ortaya koym aktan çok, teknik yeniliklerle birlikte sosyal
yeniliklerin, etkin biçimde yayılm asına bağlı olduğuna ilişkin yeterli kanıtlar toplandı.
Bu yaklaşım değişikliği çeşitli OECD raporlarında (1963b, 1971b, 1980a, 1988, 1991,
1992) ve ülke "yenilik” raporlarının hazırlanm aya başlam asında görülmektedir. Temel
bilimlerin hâlâ çok önemli olduğu kabul edilmekle birlikte, artık teknoloji ve yayılm ası
na eskisinden daha fazla ağırlık veriliyordu.
Çeşitli OECD raporları, bilim ve teknoloji politikalarındaki ve düşüncelerindeki de
ğişiklikleri yansıtm aya yarasa da, bu değişikliklerin kaynağı değildir. OECD doküman
ları, üye ülkelerin en son deneyim lerini özetleyip yansıtarak, bu deneylerden alınacağı
düşünülen dersleri yaym aya çalışır. OECD, aynı zam anda teknolojik değişimle ilgili
akadem ik araştırm alardan tutun, sanayi A&G yönetimi kaynaklarına ve bağımsız araş-
i T ürkiye için, “Reviews of N ational Science and Technology Policy: Turkey, OECD, Paris, 1996" ve çevirisi “OECD.
TÜ R KİYE , U lusal B ilim v e T ek n o lo ji P olitik ası R a p oru , TÜBİTAK, A nkara, 1996.”
346
tırıcıların sağladığı girdilere değin tüm kapsam lı raporları değerlendirm eye en yatkın ve
yetkin uluslararası örgüttür. Özellikle 1970’lerde, Jap o n ya’nın O ECD ’y e katılm asıyla
yapılan karşılaştırm alar çok etkili olmuştur.
347
y a ’nın lisans ve know-how ithalat ve ihracatında çok büyük açıklar gösterirken, ABD
için de çok büyük fazla veriyordu. Bir süre sonra Jap o n ürün ve üretim süreçleri gide
rek daha fazla sanayi kolunda Avrupa ve Am erika'yı geçmeye başlayınca (6. ve 7. Bö
lümler) işin böyle olmadığı, Jap o n ya’nın teknoloji ithalatının önemini sürdürm ekle bir
likte, kopya, taklit açıklam asının yetersiz kaldığı anlaşıldı. Jap o n sanayi A&G harcam a
larının net sivil sanayi hasılasına oranı, 1970’lerde; toplam sivil A&G harcam alarının
G SM H oranı ise, 1980’lerde ABD ’y i geçmiş bulunuyordu (Tablo 12.3). Jap o n perfor
mansı şimdi daha çok A&G yoğunluğu ile özellikle elektronik gibi, çok hızlı büyüyen si
vil sanayilerde yoğunlaşm ış olan A&G ile açıklanm aya çalışılıyordu. Patent istatistikle
ri de ileri gelen Jap o n elektronik firmalarının bu alanda Amerikan ve Avrupa firm ala
rım sadece yerli patent sayısında değil, A m erika’dan alman patentlerin sayısında da geç
tiklerini göstermekteydi (Patel ve Pavitt, 1991, 1992; Freeman, 1987).
Yine de araştırm a ve yenilikçi faaliyetlere ilişkin kaba ölçümler, Jap o n ya’nın bilim
sel ve teknolojik faaliyetlerindeki büyük artışı gösterse de, bu faaliyetlerin nasıl daha
yüksek kalitedeki ürün ve üretim süreçlerine (Grupp ve Hofmeyer, 1986; W omack e t
al., 1990) bu kadar kısa bir sürede ulaşabildiğini (Graves, 1991; M ansfield, 1988) ve ro
bot teknolojilerinde olduğu gibi, çok hızlı bir şekilde yayıld ığını açıklam ıyordu (Fleck
ve W hite, 1987; M ansfield, 1989). Daha da ötesi, buna karşıt olarak, (o zam anki) Sov-
yetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin çok daha fazla kaynağı A&G’y e tahsis etme
lerine rağmen, yeniliklerinin başarısını, yayılm asını ve verim lilik artışlarını garanti ede
meme gibi bir örnek bulunuyordu. Ulusal sistemi etkileyen nitel faktörlerin de en az düz
nicel göstergeler kadar dikkate alınm ası gereği aşikârdı.
Jap o n ya ve Sovyetler B irliği’nin ulusal sistemlerinin 1970’lerdeki çalışm alarını
özetleyen Tablo 12.4, bu ikisi arasındaki temel farklardan bazılarını gösteriyor. En çar
pıcı fark, doğal olarak, Sovyetlerin sivil ekonomiye doğrudan veya dolaylı etkisi çok az
olan, askeri ve uzay A&G’y e muazzam bir kaynak ayırm asıdır. Şimdi anlaşılıyor ki
ABD ile süper güç dengesi içinde yapılan silah yarışında, Sovyetlerin aslında çok bü
yü k olan A&G kaynaklarının yak laşık dörtte üçü savunma ve uzay araştırm alarına git
miştir. Bu miktar, Sovyet G SM H ’nın yak laşık %3’üne karşılıktır ki sivil araştırm alara
ancak %1 kadar küçük bir pay kalm aktadır. Bu sivil A&G/GSMH oranı, birçok Batı
Avrupa ülkesinin yarısından daha az olup, Jap o n y a’y a göre de çok daha düşük bir
orandır (Tablo 12.3).
Yine de sistemin sosyal, teknik ve iktisadi bağlantıları güçlü, etkin performansı kuv
vetle teşvik edilmiş olsaydı, Sovyetler çok daha verimli olabilirdi. Sovyet sistemi, bir
akademi sistemi içinde (temel araştırm alar için); her sanayi sektörü için (uygulam alı
araştırm a ve geliştirme için); proje tasarım örgütleri (fabrika tasarım ı ve teknoloji itha-
348
Tablo 12. 4 B irbirine K arşıt U lusal Yenilik Sistem leri, 19701er
Japonya SSCB
Çok düşük askeri/uzay A&G oranı Çok yü ksek askeri/uzay A&G oranı
(A&G nin < %2) (A&G nin > %70)
A&G nin büyük kısm ı firm a düzeyinde A&G nin çok küçük bir kısm ı firm a (girişim )
ve firma finansm anıyla (yak. 2/3) düzeyinde ve finansmanı da aynı ( < %10)
A&G ile üretim ve teknoloji ithalinde A&G ile üretim ve teknoloji ithalinde, firma
firma düzeyinde güçlü b ağlantılar var. düzeyinde parçalanm a; kurum sal ilişkiler zayıf.
Firm a düzeyinde hem yönetim hem de 19601ar ve 1970lerde bazı yen ilik teşvikleri
işgücünün y en ilik yapm ası için güçlü gücünü göstermişse de heves kırıcı diğer faktörler
teşvikler vardır. yönetim i ve işgücünü olumsuz etkilem iştir.
latı için) şeklinde, ayrı araştırm a enstitüleri bazında yayılıp gelişm işti (B arker ve Davi-
es, 1965; Amann e t al., 1979). Bu çeşitli kurum larla girişim ler düzeyindeki A&G faali
yetleri arasındaki bağlar, I960’lar ve 1970’lerde sistemi düzeltmek için ardı ardına y a p ı
lan reform teşebbüslerine rağmen zayıf kaldı; sivil sanayilerdeki A&G faaliyetleri de, g i
rişim ler (Sovyet firm aları) düzeyinde son derece zayıftı.
Bunun da ötesinde, Sovyetler sisteminde planlanmış nicel üretim hedeflerini karşıla
ma gereği gibi, teşebbüsler düzeyinde yeniliği geciktiren, oldukça güçlü negatif teşvik
ler de yürürlükteydi (Gomulka, 1990). O ysa Jap o n sistemindeki en güçlü özellik, fir
ma düzeyinde A&G faaliyeti, üretim ve teknoloji ithalatının birleştirilm esiydi (Baba,
1985; Takeuchi ve Nonaka, 1986; Freeman, 1987). Bu birleşme, Sovyetler B irliği’nde
havacılık sanayi ve diğer savunma sektörleri haricinde son derece zayıftı. Nihayet, di
ğer birçok sanayi ülkesinde çok önemli olana üretici, kullanıcı bağlantıları, Sovyetler
B irliği’nin birçok alanında y a çok zayıftı y a da mevcut değildi.
İki ülkenin ulusal sistemlerinde birbirine benzeyen bazı ortak özellikleri olduğu da
m uhakkaktır; her ikisi de 1950’ler ve 1960’larda yü ksek büyüme hızlarından yararlan
mışlardır. Büyük oranda gencin katıldığı, bilim ve teknolojiye büyük ağırlık verilen bir
yükseköğretim e sahip eğitim sistemleri vardı (ve hâlâ da öyledir). Her iki ülkenin de,
bilim ve teknoloji sistemleri için uzun vadeli hedefler ve perspektifler yaratacak yö n
temleri de vardı. Jap o n ya’da uzun vadeli “vizyonlar” sadece M IT I’nin (San ayi ve Dış
Ticaret Bakanlığı) ve diğer kamu kuruluşlarının değil, sanayi ve üniversitelerin de k a
349
tıldığı bir etkileşim sürecinde ortaya çıkarken (Irwine ve M artin, 1984), Sovyetlerde bu
süreç daha kısıtlıydı ve büyük ölçüde askeri/uzay gereksinim lerinin baskısı altında be
lirleniyordu.
Ulusal yenilik sistemleri arasındaki benzer büyük bir zıtlık, 1980’lerde Latin Ameri
ka ülkeleriyle Doğu A sya’nın “Dört Kaplanı” arasında, daha da özelinde, iki “yeni sana
yileşen ülke" (NICs) Brezilya ve Güney Kore arasında görülür (Tablo 12.6). A sya ülke
leri 1950’lerde çok düşük düzeyde bir sanayileşme ve kişi başına çok düşük bir G SYlH
ile yo la çıktılar (Tablo 12.7). Latin Am erika ülkeleriyle Doğu A sya ülkeleri 1960’lar ve
1970’lerde genellikle çok hızlı büyüyen N lC ’ler grubuna sokulurken, 1980’lerde, arada
ki farklar çok açıldı: Doğu A sya ülkeleri yılda, ortalama %8 büyürken, Brezilya dahil
birçok Latin Amerika ülkesinin büyümesi %2’nin altına düşmüştür ki bunun anlamı çok
kere, kişi başına azalan milli gelir demektir (Tablo 12.8).
Genel eğitim in yükseköğretim e büyük katılım Eğitim sisteminin bozularak oransal olarak
ile çok sayıda mühendis yetiştirecek biçimde daha az mühendis yetiştirm esi.
genişletilm esi.
Teknoloji ithalatı, tipik biçimde, teknolojik ö z ellik le A BD 'den büyük teknoloji transferi
değişme konusundaki y e rli inisiyatifle birleşip fakat firm aların zayıf A&G düzeyi bunların
daha sonraki aşam ada y e rli A&G düzeyini çok azının bütünleşm esine yo l açıyor.
hızla yükseltiyor.
S an ayi A&G tipik olarak tüm A&G nin %> 50 S an ayi A&G tipik olarak tüm A&G nin %< 25
Güçlü bilim ve teknoloji alt yap ısı gelişiyor ve Z ayıflayan bilim ve teknoloji alt yap ısı ve
daha sonraki aşam ada, sanayi A&G ile sıkı sanayi ile kötü ilişkiler.
b ağlantılar kuruluyor.
1980'ler ve 1990'larda, Y en ’in güçlenm esiyle Y abancı yatırım ların (başta A BD ) azalm ası ve
b üyük ölçekli Jap o n serm ayesi ve teknolojisi genelde düşük düzeyde yatırım yap ılm ası. Tek
geliyor ve yatırım lar d a y ü k sek düzeyde. Jap o n nolojide uluslararası ilişkiler ağı çok zayıf.
Yönetim modelleri ve örgütsel bağlantılarının 1990’lard a oynak portföy yatırım ları canlansa
etkisi çok büyük. da uzun dönemli doğrudan yatırım lar fazla
bir canlanm a gösterem iyor.
îleri iletişim alt-yapısına büyük yatırım . M odern iletişim alt yap ısı yav aş gelişiyor.
Hızlı büyüyen, güçlü elektronik sanayisi yü ksek D üşük ihracat yap an, uluslararası piyasalardan
ihracat ve uluslararası piyasalardaki kullanıcılar çok az şey Öğrenen elektronik sanayileri.
ile yoğun ilişkiler gerçekleştiriyor.
350
Tablo 1 2 .6 B rezilya ve G üney K ore Bin, 1980lerd e, U lusal
Yenilik Sistem leri ve Bazı N icel G östergeler
U lusal K u ru m la r v e T eknik Y e te n e k ler le İlg ili Ç eşitli B rez ily a G ü n ey
G ö s t e r g e le r K ore
Kuşkusuz bu büyük farkların birçok açıklam ası mevcuttur. Bazı A sya ülkeleri top
rak reformu ve eğitim seferberliği gibi radikal sosyal değişim ler yaşarken, bunlar yine
bu ölçekteki bir yapısal ve teknik değişimi kolaylaştırdılar. Brezilya ve Güney Kore ör
neğinde, bu farkları belirten çok ayrıntılı nicel göstergeler sunmak mümkündür. Tablo
12.6’da görüldüğü gibi, 1980'lerdeki eğitim sisteminde ortaya çıkan farklılıklar kadar,
girişim düzeyinde A&G faaliyeti, iletişim alt yap ısı ve yen i teknolojilerin yayılm ası da
K a yn a k : M a iz els, (1963)
351
Tablo 12. 8 K arşılaştırm alı Büyüme H ızlan, 1965-89
Yıllık Y ü z d e G SY İH A rtışı 1965- 80 1980-89
dikkat çekicidir (D aha ayrıntılı bir karşılaştırm a için Nelson, 1993; Brezilya ulusal sis
teminin ayrıntılı bir incelemesi için Villaschi, 1993). Yenilerde, Brezilya ekonomisi,
1980’lerin “kayıp y ılla r”ından sonra toparlanm aya başlasa da hâlâ Güney Kore’nin ge
risindedir ve büyük farklılıklar da varlığını sürdürüyor.
352
son zam anlarda bunlara katılan Yeni Sanayileşen Ülkelerde (N ICs) ulusal sınırların
“eridiğini” ileri sürmüştür. Ona göre, 1980’lerden önce, özellikle Jap o n y a’da, ulusal
farklar ve ulusal politikalar önemliydi, fakat bugün İLE "o kadar güçlü hale gelm iştir ki
tüketicilerin ve firm aların çoğunu yutm uş, geleneksel sınırları, bürokrasiyi ve politika
cıları neredeyse kaldırm ış, askeriyeyi çökmeye yü z tutan sanayiler statüsüne doğru it
meye başlam ıştır” (p. xii).
Buna cevap olarak M ichael Porter, karşı argüm anlar geliştiriyor:
Rekabetçi üstünlük (competitive advantage) oldukça yerel bir süreçle y ara tılır ve sürdürülür. U lu
sal iktisadi yap ılar, değerler, kültürler, kurum lar ve tarihlerdeki farklılıklar rekabetçi b aşarıyı de
rinden etkiler. Ulusun (home nation) rolü her zamankinden daha büyüktür ve büyük olacaktır. Her
ne kadar küreselleşme ulusun önemini azaltmış görünse de, aslında böyle değildir. Rekabetçi olma
yan y e rli firm aları ve sanayileri korum a şeklindeki birkaç ticaret engeli dışında, rekabetçi üstünlü
ğü sağlayan beceri ve teknolojinin kaynağı ulustur.
(P o rter, 1990, s. 19)
Hatta, iletişim gibi küresel ağ (network) sanayilerinde bile, Davies (1996) ve Hul-
sink (1996), ulus temelinin küresel rekabette daha da önemli hale geldiğini iddia ediyor
lar. Porter'in iddiasına ek olarak Lundvall (1993), eğer geleneksel tam rekabet ve aşırı
rasyonellik (hyperrationality) yerine ulusa belirsizlik, yerel öğrenme gücü ve sınırlı ras-
yonalite (bounded rationality) gibi daha gerçekçi varsayım lar kabul ettirilebilirse, o za
man yerel ve ulusal çeşitliliğin bu koşullarda standardizasyon ve birbirine benzeme ka
vuşma yerine, farklı gelişme ve çeşitlenme yo lları açacağına işaret etmektedir.
İlk bakışta çok uluslu şirketlerin faaliyetlerinin bu yerel çeşitliliğe ve farklılığa karşı
bir güç yarattığı düşünülebilir. Dünyanın büyük şirketleri, kökenleri ister ABD, Avru
pa, Jap o n ya veya başka bir y e r olsun, çok değişik yerlere yatırım yapm aktadırlar. Bu
yatırım lar önceleri satış ve servis ağlarını y a da üretim tesislerini kapsarken, son zaman
larda A&G faaliyetlerini de içermektedir. 1980'lerdeki yatırım ların büyük kısmı OECD
Bölgesi’nde ve petrol üreten ülkelerde yapılm ış, bir kısmı da eşit olmayan bir şekilde,
Üçüncü D ünyaya ve şimdilerde eski Sosyalist ülkelere kaym ış olsa da bunu gerçek an
lam daki bir “küreselleşm e” yerine, “üçlem e” (triadization=yukarıdaki üç bölgeyi, ABD,
AB ve Jap o n ya’y ı belirleyen anlam da) diye tanımlamak doğru olabilir.
Uzun bir zaman önce H arry Johnson (1975), çok ulusluların bir anlam da insanlığı
birleştirdiğini ifade etmişti. Tıpkı fizik, kimya, biyoloji ve diğer temel bilimlerin başlıca
kanunlarının her yere ve olaya uygulanm ası gibi, birleştirilm iş bir teknolojinin de ilke
olarak her yerde ve koşulda benzer sonuçlar vermesi gerekir. U luslar ötesi şirketler de
(TNCs) mal ve hizmetlerini dünyanın her yerinde üretip satabildiklerine göre, teknolo
jinin ve ürünlerinin dünya çapında standardizasyonuna doğru güçlü bir eylem başlat
353
mış oluyorlar. Callon tarafından geliştirilen (1993) bir model, teknolojinin yayılm a sü
recinin, bunu satın alanların birbirine benzeşmesini kolaylaştırdığım göstermektedir.
M antıken çok çeşitli tüketici zevklerinin hüküm sürdüğü tüketim m allarında bile,
herkesin yakından bildiği Coca Cola ve M cD onald’s, küresel üretim ve dağıtım ağlarıy
la gerçekten tüm dünyaya, standartlaşmış ürünler ve hizmetler sunmaktadır. Acaba
dünya üretiminin ve ticaretinin daha da büyük bir kısmının, yakın bir gelecekte bu bi
çimi alacağını düşünmek gerçekçi bir varsayım m ıdır? Bu görüşü desteklemek için sa
dece otel zincirleri, kutu bira, meşrubat, turist ajansları ve kredi kartları gibi, açıkça gö
rünen örnekleri değil, fakat üretim, reklam, pazarlam a, tasarım ve finansman alanında
ki statik ve dinamik ölçek ekonomilerine dayanan teorik iktisat argüm anlarını ve çok
ulusluların, çeşitli uluslararasm da süregelen sermaye, işgücü, enerji ve diğer girdilerin
m aliyet farklarından yararlanm a yeteneklerini de göz önünde tutmamız gerekir.
Pek tabii ki bu eğilimlerin, dünya ekonomisindeki tek ve en güçlü eğilim ler olduğu
nu varsaym ak akıl kârı olmadığı gibi, herkes tarafından çok arzu edildiğini dolayısıyla
ulusal ve uluslararası iktisat politikaları tarafından teşvik edildiğini söylemek de doğru
değildir. Gerçekte, ülkeler arasındaki çeşitliliği korum a hatta teşvik etme argüm anları
bazen kısa dönemde yatırım ların getirdiği ölçek ekonomilerinin avantajlarından daha
ağır basm aktadır. Doğrusu, iki sürecin de yan i bazı alanlarda küresel standardizasyo
nun, başka yerlerde de artan çeşitliliğin bir arada mevcut olmasıdır.
Y ukarıda belirttiğimiz bazı m allar ve hizmetler için zevklerde, kurallarda hatta iklim
ve diğer koşullarda yerel çeşitlilikleri göz ardı edebilen küresel bir talep görülürken, bu
çeşitliliklerin arandığı, bundan çok daha ötede, mal ve hizmetteki talebi dikkate alma
manın ciddi sonuçları olabilir. İklim koşullarının makinelerin, alet, araç ve malzemenin
performansını etkilediği; buna bağlı olarak ulusal standartlar, kurallar ve spesifikasyon-
larda görülen farklara ilişkin sayısız örnek verilebilir. Aslında, U luslararası Standartlar
Örgütü (ISO ) ve benzer örgütlerin teknik standartları birörnekleştirme çabaları, ulus
lararası standartlaşm a faaliyetlerinin güçlü ağırlığına rağmen, Avrupa B irliği’nin 20 y ı
lı aşkın deneyimleri, bu süreci gerçekleştirm enin birçok alanda ne kadar zor (diğerle
rinde ise fizibıl) olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu çabalar gıda, giyim ve kişisel hiz
metler gibi, kültürlerin derinden etkilediği sorunları şimdilik dikkate alm am aktadır.
Biz burada, temelde bilinen ürünleri ve en basit örneklerinde bile, küresel bir stan
dardizasyonu sınırlayan faktörleri tartışıyoruz. Güçlü bir küreselleşm enin avukatları
da bu faktörlerin çoğunu kabul etseler dahi uzun dönemde, medyanın, turizmin, eğiti
min ve uluslararası örgütlerin bu etkileri sürekli bir şekilde zayıflattığına dikkati çek
mektedirler. Rothwell (1992), tasarım faaliyetinin “elektronifikasyonu”nun tasarım ve
A&G faaliyetinin uluslararasılaşm asını kolaylaştıran önemli bir faktör olduğuna işaret
354
ederek, yerel çeşitliliklerin çok uluslu şirketlerin küresel stratejileri çerçevesinde daha
iyi ele alınabileceğini iddia etmektedir. Gerçekten de, A&G’nin küreselleşm esi, ürünle
rin ulusal ve yerel çeşitliliklere göre uyum laştırılm asını ve değiştirilm esini, TN C’lerin
neredeyse normal ve hatta rutin faaliyetlerinden biri haline getirm iştir. Örneğin, Hon
da gibi şirketler bir adım daha ileri giderek, standart ürünlerinde yapılan basit değişik
liklerden ötede, dünyanın çok değişik bölgelerinde daha tasarım aşam asında iken yerel
varyasyon fikrini geliştirdiklerini öne sürm ektedirler. Yine de Jap o n ya çıkışlı TN C’le
rin çok büyük bir bölümü, uluslararası faaliyetlerinde gerçek uluslararası şirketler gibi
davranm ak yerine, temelde Jap o n şirketi kalm aktadırlar. Aynı şey, ABD ve diğer y e r
lerden çıkan TN C’ler için de geçerlidir (Hu, 1992). Çünkü TN C’lerin A&G faaliyetle
rinin en büyük kısmı hâlâ şirketlerin kendi m erkezlerinde yapılm akta ve o ülkenin ulu
sal yenilik sisteminden çok fazla etkilenm ektedir. Bunun ötesinde, şirketlerin sahipliği
ve kontrolü de ağırlıklı biçimde hâlâ kendi ülkelerinin sınırları içinde kalm aya devam
etmektedir.
Bu alandaki istatistiklerin zayıflığına rağmen, eldeki verilerin analiziyle patent ista
tistiklerinin karşılıklı incelenmesi (Patel ve Pavitt, 1991; Patel, 1995), ABD firm aları
nın bu ülkenin dışındaki A&G faaliyetlerinin, toplam A&G y e oranının %10’un altın
da; Jap o n ya için bu değerin —hızla yükselm esine rağmen—çok daha düşük bir oranda,
% 2’nin altında olduğunu gösterm ektedir (Tablo 12.9). Hem Avrupa Birliği'nin ve Tek
Avrupa P azarı’nın gelişmesi hem de ulusal temelli, güçlü M N C 'leri kaldırm aya yetm ez
görünen, buna rağmen de pek çoğuna ev sahipliği yapan, teknik bakım dan güçlü Hol
landa, İsveç, Belçika, İsviçre ve Finlandiya gibi küçük ülkelerin varlığı nedeniyle du
rum Avrupa için daha da karm aşıktır. Bu ülkelerin ve A vrupa’nın önemli bir bölümü
nün ulusal A&G faaliyetlerinin büyük bir kısmı, yabancı çok uluslu şirketler tarafın
dan gerçekleştirilm ekte ve bunların “kendi” TN C’lerinin y u rt dışında yap tığı A&G fa
aliyetleri, ABD ve Ja p o n y a ’y a göre çok daha fazla olm aktadır. D ünyadaki toplam
A&G faaliyetlerinin, sadece küçük bir kısmı, önde gelen sanayi ülkelerinin dışında g er
çekleştirilirken, bunun çok daha küçük bir kısmı TN C’ler tarafından finanse edilm ek
tedir.
Şirketlerin uluslar ötesi (A&G) faaliyetlerinin nitel incelem eleri, bunların y a kendi
ürünlerini ulusal kurallar ve spesifikasyonlara uydurm ak için yerel tasarım değişikliği
yapm ak y a da yerel bilim ve teknolojik faaliyetleri izlem eyi kolaylaştırm ak için araştır
ma yap tık ların ı gösterm ektedir. Özgün araştırm a, geliştirm e ve tasarım ın çoğu hâlâ
şirketlerin kendi ülkelerindeki m erkezlerinde yoğunlaşm ıştır; çok özel bilim sel yete
nek havuzlarının önemli rol oynadığı, ilaç ve elektronik sanayileri bunların dışında
kalm aktadır.
355
Tablo 12 .9 A vrupa'daki Japon A& G B irim lerinin Sayısı
Ü lk eler 1990 1991 1992 1993 1994
Ingiltere 24 47 72 79 83
Fransa 10 17 29 33 34
Alm anya 14 28 38 46 53
H ollanda 3 4 6 12 16
B elçika ve Lüksem. 4 8 10 17 16
İrlanda 1 2 2 5 7
Ispanya 11 15 23 20 26
İtalya 3 8 8 12 14
D anim arka 0 1 1 1 1
Portekiz 0 0 0 0 0
Y unanistan 0 0 0 0 0
Finlandiya 0 0 1 1 0
Norveç 0 0 1 1 1
İsveç 1 1 3 5 5
Avııst urva 0 0 2 5 3
İsviçre 1 3 3 3 4
İzlanda 0 1 1 0 1
TNC ana şirketlerinin Üçüncü D ünya ülkelerindeki ortaklarının y e rli yen ilik kapa
sitelerinin artışı ve A&G perform anslarına ilişkin örnekler, hiçbir şekilde küçümsenme
melidir; bunlar gelecek yüzyıld aki (21. yü zyıl) uzun dönem, büyük değişimlerin haber
cileri olabilir (R eddy ve Sigurdson, 1994). Gerçekte bunlar, ilaç ve elektronik sanayile
rinde ortaya çıkmış bulunuyor; dünya ekonomisinin en hızlı gelişen bu iki sanayi, özel
likle önemlidir. İlgi çekici bir örnek, Ariffin ve Bell (1997) tarafından tahlil edilen M a
lezya elektronik sanayisidir. Yabancı TN C’lerin 25 y e rli ortağı ile yapılan derinlemesi
ne görüşmelerde, ana firma ortaklık ilişkileri ve bağlantılarının niteliğinde büyük fark
lılıklara rağmen, örneklemenin üçte ikisinin ağırlıklı olarak yenilikçi faaliyetlere çekil
diği, fakat bunun sadece ana firm alardan öğrenme ilişkisine dayanm adığı görüldü; ör
neklemenin üçte biri ise, kendi ana veya kardeş firm alarıyla ortaklaşa yenilik projeleri
ne girişm işlerdir. Avrupa ve ABD firm aları, muhtemelen Japonlardan daha fazla bi
çimde yüksek teknoloji ürünlerine ve teknoloji yatırım larına ağırlık verm işlerdir. Si
emens Penang 1991 de, Siem ens’in dünya çapındaki opto yariletken merkezi seçilirken.
356
Motorola Penang A&G mühendislerinin sayısını, 1976’daki 5 ’den, 1995’de 130’a y ü k
seltmiştir.
M alezya elektronik sanayisinin bu örneğinin gösterdiği gibi, ulusal yerel ortam ve
politikalar, TN C’lerin olduğu gibi yerli firmaların davranış biçimlerinin de değişmesini,
daha önceki teorilere karşın kolaylaştırıp gerçekleştirebilm ektedir. Diğer örnekler Sin
gapur, Tayvan ve Kore’den alınabilir. Genelde, A sya elektronik sanayisi, parçalar, mal
zemeler, sermaye m alları ve yazım lardaki yüksek bağımlılığı, ürün ve üretim teknoloji
lerindeki hızlı kuşak atlam alarıyla küreselleşmenin bazı peygam berlerinin öngördüğü
tip bir sıçram a olanağını ortaya çıkarıyor. Bu olanak, bugüne kadar A&G ve diğer y e
nilikçi faaliyetlerin dünya çapında dağılım ında olduğundan çok daha büyük bir ölçekte
gerçekleşebilir. Perez ve Soete’nin (1988) “fırsat penceresi” dedikleri, gelişmiş ülkeleri
yakalam a süreci burada hayli geçerlidir. Onların iletişim ve bilişim teknolojilerinin da
ha kolaylıkla aktarılabileceği ve yakalam a süreçleri için tamamen yeni fırsatlar getirebi
leceğine ilişkin önerileri, 15. Bölüm’de, daha da geliştirilecektir.
Sadece mevcut ürünlerin statik halleriyle ilgilendiğimiz sürece, tüketicilerin yerel
zevkleri ve çevreleri için ürünler üzerinde yapılacak küçük değişiklikler, sonra da bazı
standardizasyon ve küreselleşme tartışm aları, hatta piyasalar hakkında bazı basitleşti
rilmiş, neo-klasik, tam bilgi hakkındaki varsayım dan daha faydalı ve saygı değer bir
söylem tutturam ayız. Fakat, bu dünyayı bırakıp da radikal yeniliklerinin dinamik dün
yasın a girersek, hem teknik ve örgütsel hem de bilim ve teknolojideki yen i gelişmelere
ulaşm ada son derece eşitsiz bir tablonun içinde kendimizi buluruz. Eğer iktisat teorisi,
politika kurm aya yardım cı olacaksa, temelde çok daha gerçekçi varsayım lar ve daha
gerçekçi bir vizyon gereklidir. Ulusal sistem lerdeki farklılıklar, Doğu A sya ve şimdiler
de artan bir şekilde, Latin Am erika örneğinde gösterildiği gibi, daha geniş ve bütünsel
bir vizyonun temel niteliğidir.
Lundvall (1993), sürekli küçük yeniliklerin yapıldığı açık ekonomiler örneğinde bile
standardizasyona doğru gidişin sınırlı olduğuna işaret ediyor. İleri düzeyde kullanıcılara
coğrafi ve kültürel yakınlıklarla kurumsal (hatta çok kez de şahsi) kullanıcı üretici ilişki
leri, ne kadar, “yakalam a” yeteneğinin kaynağı ise, yerel iş yönetimi, teknik beceriler ve
birikmiş, kapalı (tacit) bilgi arzı da karşılaştırm alı üstünlükler ve çeşitlilikler kadar
önemli bir kaynaktır. Lundvall, TN C’lerin bu karşılıklı öğrenme sürecinin meyvelerini
toplayabilmek için “ulusal üsler” kurm alarına karşın, piyasalara girmenin, iktisat dışı iliş
kilerin gücü nedeniyle o kadar da kolay olmadığını kabul ediyor. Küresel bir piyasa için
yarışan standartlar, ürün çeşitlemesi ve kalite ıslahı kadar önemli silahlar olabilir.
Radikal yenilikler bakımından, kurumsal çeşitlilik ve yerel öğrenmenin önemi daha
da büyüktür. Posner’in (1961) teknoloji açığı ve taklit açığı teorilerinin burada çok bü
357
yü k önemi vardır. Taklitçilerin birçok beceriyi bir araya getirmeleri, işi örgütlemeleri ve
tamamen yen i bir ürünün üretim ve pazarlam ası için gereken diğer kurum sal değişiklik
leri yapm aları y ılla r alacaktır. Y ukarıda belirttiğimiz Ariffin ve Bell’in çalışması (1997),
üretimi öğrenme ile yenilik yapm ayı öğrenme arasındaki, bizce çok değerli olan farkı or
taya koyarken, Hobday (1995) ihracat yapm ayı öğrenmenin önemini vurgulam aktadır.
Kuşkusuz, radikal yeniliklerin dünyaya yayılm asında TN C’lerin son derece büyük
bir rollü vardır. Bunlar isterlerse, gerekli öğrenme sürecini uyarıp örgütlemek için özel
becerilerini, makine ve teçhizatı, bir şekilde, transfer edecek durum dadırlar. Bu firma
lar aynı zamanda rakipleriyle teknoloji değişimi yapabilecekleri gibi, dünyanın herhan
gi bir yerinde ortak girişim lerde de bulunabilirler. Bu nedenlerle, Üçüncü D ünya ülke
leri ve eski sosyalist ülkeler kadar birçok Avrupa ülkesinin hükümetleri, ABD ve J a
ponya çıkışlı bu firm aların yatırım larını ve buna bağlı teknolojilerini transfer edebilmek
için teşvikler getirm eye çabalıyorlar.
Buna rağmen, bir takım kurum sal düzenlemeler yapılm adığı zaman bu çabaların ba
şarısı sınırlı kalm aktadır. Bazı A sya ülkeleri, kendi içlerinde bağımsız teknoloji kapasi
telerini geliştirdikleri için başarıyı yakalayabildiler. Bu, özellikle son çeyrek yüzyılda,
dünyadaki yayılm a süreçlerinin merkezindeki doğurgan (jenerik) teknolojiler için ge-
çerlidir. Bu noktada, yeniliklerle, teknik ve örgütsel yenilikler arasındaki bağım lılık
vurgulanm alıdır. Bu bağım lılıkları ihmal eden bir teknolojik değişme teorisi, dünya eko
nomisinde fiyatlar ve m iktarlar ilişkisini görmeyen bir iktisat teorisinden daha geçerli
değildir. Bu bakımdan H obday’in çalışması (1995) A sya firm alarının örgütlenmesi ve
yeniden örgütlenmesinin yollarını gösterdiği için özellikle çok değerlidir.
Perez (1983), bir takım teknolojiler için elverişli olan sosyal ve kurum sal çerçevenin,
kökten yen i olan bir başka teknoloji için uygun olmayabileceğine işaret etmektedir. Kü
çük yenilikler kolaylıkla benimsenebilirken, tanımı gereği “yaratıcı tahrip” elemanları
taşıyan radikal yenilikler bu çerçevenin dışında kalır. Eğer birçok küçük yeniliği, hızlı
bir süreçle beraberinde getiren bir radikal yenilikler demetinden bahsediyorsak, y a p ı
sal ve sosyal uyarlam a sorunları da o kadar büyük olacaktır. Bu teknolojiler için iş y ö
netimi ve becerilerin değişimini gerektiren aşikar değişikliklerin yanında, standartlarda
ki, patentlerdeki, yeni hizmetler, yen i alt yap ılarla kamu örgütlerindeki ve politikaların
daki diğer birçok kurum sal değişiklik türleri de önem kazanacaktır.
Bu çerçeve içinde ulusal yenilik sistemleri kavramının da büyük bir önem kazandığı
kabul edilmelidir. Bu yaklaşım ışığında, 1970’lerdeki mikroişlemcilerin yaygın laşm asıy
la hızlanan bilgisayar devriminin kapsam ve derinliğini anlam ak güç değildir. Bu devri
mi izleyen örgütsel ve iş yönetimsel (m anagerial) değişikliklerin ('çok becerili’ olmak,
358
‘esnek üretim sistem leri’, ‘küçültm e’, ‘beklem esiz’ stok kontrolü, teknik değişimine işçi
katılımı, kalite çemberi, sürekli öğrenme1) önemi giderek daha iyi anlaşılıyor.
Yeni teknoekonomik paradigmanın yayılm ası, çok çeşitli kurum sal yap ıları içine k a
tan bir deneme hata yapm a sürecidir. Bunun evrimsel birçok avantajı olduğu gibi, er
kenden standartlaşm ış bir teknolojiye veya örgütlenmeye bağlanm a şeklinde, azımsana-
m ayacak tehlikeleri de mevcuttur. Teknolojik bir tek kültürlülük, ekolojik bir tek kül
türlülükten daha tehlikeli olabilir. H atta bir teknoloji olgunlaştığında, açıkça tüm avan
tajlarını gösterip ölçek ekonomilerine geçtiğinde bile yen i radikal teknolojilerin ve iş ör
gütlenmelerinin yeşereceği alternatif kaynakları ve esnekliği sürdürmek önemlidir.
Bu nedenle ulusal ve uluslararası politikalar, bir sürü karm aşık sorunu karşılam ak
için çok incelikli bir ikili yaklaşım sergilemelidir. Standart doğurgan teknolojilerin y a y ıl
masını am açlayan politikaların, kuşkusuz belli bir önemi vardır ve bunlar bazı durum
larda, TN C’lerden teknoloji transferini ve ülkedeki yatırım ları özendirebilir. Ancak, y e
rel özgün teknolojileri ve çeşitliliği özendiren politikalar da bir bu kadar önemlidir.
12. 5 Sonuçlar
Bu bölüm, tarihsel olarak ülkelerin kendi ulusal ekonomileri içinde yen i ürün ve üre
tim teknolojilerinin geliştirilmesi, ortaya çıkarılması, daha da ilerletilmesi ve yayılm ası
nı sürdürmek için nasıl örgütlenip, çalıştıklarını göstermeye çalıştı. Bu farklar, en kolay
şekilde belki de on sekizinci yü zyıl sonu ve on dokuzuncu yü zyıl başında, D ünya tek
noloji ve ticaret liderliğini ele geçirip, belli bir süre “dünyanın atölyesi" unvanını taşı
yan, İngiltere örneğinde gösterilebilir (2. Bölüm).
Tarihçiler (von Tunzelmann, 1993; M athias, 1969) genelde, İngiliz başarısının tek
bir faktörle açıklanam ayacağında anlaşırlar. Başarı, ulusal ekonomi alanında ortaya çı
kan, benzersiz bir sosyal, ekonomik ve teknik değişimler bileşkesidir; yoksa, sadece
tekstil ve demir sanayilerinde, ne kadar da önemli olsa, arka arkasına gelen ünlü icatla
rın sonucu değildir. Bu önemli değişimlerin arasında, evlere “götürü iş" sisteminden
üretimde fabrika sistemine geçiş; firmaların yönetim ve finansmanında yen i yöntem ler
(ortaklıklar ve daha sonra anonim şirketler); yen i malzemeler ve diğer girdilerle birlik
te yen i makine ve teçhizatı kullanan firm alarla sanayiler arasındaki karşılıklı öğrenme;
sanayi ve ticarette, yen i piyasaların, parakende ve toptan satış sistemlerinin gelişmesini
engelleyen eski kayıtlam aların kaldırılm ası; yen i bir ulaşım alt yapısı; yen i bilimsel te
orileri ve icatları hoş karşılayan bir kültür ortamı ve bunlardan daha az önemli olma
yan, tüm bu değişimleri kolaylaştıran iktisat teorilerinin ve politikalarının yaygın lığı ve
kabul görmesi sayılm alıdır. Adam Sm ith’e “Şimdi hepimiz sizin öğrenciniz olduk.” di-
i M etinde ('m ulti-skilling', ‘lean-production system s', ‘downsizing’, ‘just-in-tim e’ stock control, w orker participation in
technical change, qu ality circles, continuous learning) olarak geçiyor.
359
yen de İngiliz Başbakanı’dır(W . Pitt). Serm aye birikim sürecinde, dış ticaretin ve bazı
durum larda korsanlık ve yağm anın da bir rol oynadığı doğrudur. Ancak, bir ulusal eko
nomide sermayenin bu tür yeni yatırım biçimi, sadece servet birikim i veya lüks tüketim
den kaynaklanan eski tip bir iktisadi büyüme ivmesinden çok farklıydı.
Tabii ki bu değişimlerin çoğu diğer Avrupa ülkelerinde de ortaya çıkmıştır. Ancak,
kurumsal ve teknolojik değişimin yönleri ve hızıyla iktisadi büyüme hızı, dış ticaret ve
yaşam standartlarında o zaman da aşikâr olan, sonradan da tarihçilerin çok iyi bildiği,
belirgin ve ölçülebilir farklar vardır. Bunlar sadece iktisatçıların yazılarından değil, fa
kat o dönem romancıları ve seyyahlarından da öğrenilebilir. Bu nedenle, Friedrich List
ve diğer iktisatçıların, İngiliz ticaret üstünlüğünün nedenlerini anlayarak, Alm anya (ve
diğer ülkelerin) bu başarıyı yakalam aları için, Avrupa K ıtası’nda, teoriler ve politikalar
geliştirm eye çalışm aları hiç de sürpriz değildir. Bu bölüm, bu çabalar çerçevesinde
List’in, başta “ulusal yen ilik sistem i” olmak üzere birçok çağdaş düşüncenin habercisi
olduğunu göstermeye çalıştı. Bunlar arasında yerel faaliyetlerle birlikte teknoloji ithala
tının, teknoloji birikim indeki hayati önemi ve stratejik “bebek” sanayilerin önceden ta
sarlanmış (proactive) m üdahaleci politikalarla teşviki de vardır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, temel bilimlerde ve elektrik mühendisliğin
de ortaya çıkan yen i gelişmeler, ilerlem eci girişim cilerin ve reformcuların, yen i ve hızlı
gelişen sanayi dallarında, eski İngiliz usulü, yaparak, kullanarak ve karşılıklı etkileşe
rek öğrenmenin yerini, daha profesyonel ve sistem atik bir yen ilik ve öğrenme sürecinin
aldığını y a da bu süreçle tam am landığını anlam alarına yo l açmıştır. Firm alar içindeki
A&G birim leri şeklindeki örgütsel yenilik, çok daha sağlam bir temelde yen i ürün ve
üretim teknolojileri getirirken, yü ksek öğretimdeki ve orta öğretimdeki yen i kurum lar
ve bölümler, çok kaliteli yen i bilim adam ları, mühendisler ve teknisyenler yetiştirm iştir.
Bu bölümüm iddiası, bu kurum sal yeniliklerin Alm anya ve Birleşik Devletlerde başla
yarak , ulusal yenilik sistemleri üzerindeki en büyük etkilerini, on dokuzuncu yüzyılın
ikinci y arısıyla yirm inci yüzyılın başında buralarda göstermiş olduğudur.
Küçük bir grup sanayileşm iş ülkeyle gerisindeki "azgelişmiş” dünya arasındaki gide
rek açılan ara (D urlauf ve Johnson, 1992; Dosi e t al., 1992) ile birlikte, liderler arasın
daki “ileriye fırlayanlar”, “yak alayan lar” veya “geride kalanlar", (Abramovitz, 1986) bü
yüm e hadlerinin niçin bu kadar farklı olduğunun net bir açıklam asını gerektirm ektedir.
Gelecek bölümde teknoloji ve büyüme ilişkileri analiz edilecektir. Neo-klasik iktisadın
tam bilgi, hızlı ve maliyetsiz teknoloji transferi gibi çok cüretli, fakat basit temel varsa
yım ları, büyüme hadlerinin birbirinden uzaklaşm asını değil, kavuşm asını öngörür. Bi
çimsel büyüme teorileri ve modelleri de “artık" (residual) diye bilinen ilgi çekici olguyu
aydınlatm akta ve parçalarına ayrıştırm akta, karşılıklı bağım lılık ilişkileri nedeniyle, çok
yararlı olamıyor.
360
Bir çok iktisat tarihçisi şimdi "ulusal yen ilik sistemi” diye bilinen kavramın savunu
cuları, bu farkların çok çeşitli tipte kurum sal ve teknolojik değişmeye bağlı olduğunu;
bunların da nicelleştirilmesinin güçlüğü karşısında, ancak niteliksel tanım lam alara ko
nu olabileceğini iddia ederler. Bu bölüm de, aşırı basitleştirilm iş A&G verileriyle ya p ı
lan karşılaştırm aların ne kadar yetersiz bir yöntem olduğunu, Jap o n ya ile eski Sovyet-
ler Birliği ve Doğu A sya ile Latin Am erika’nın yen i sanayileşen ülkeleri (NICs) örne
ğinde, büyüme hızlarında çok büyük uçurum ların ortaya çıkm asında başlıca rol oyna
yan, yen i ürün ve üretim teknolojilerinin ithalatını, iyileştirilm esini, geliştirilm esini ve
yayılm asını biçimlendiren kuram ların farklarını açıklayarak göstermeye çalıştı.
Son olarak, bu bölüm küreselleşmenin "ulusal yen ilik sistem leri” üzerindeki hayli çe
lişkili etkilerini tartışmıştır. Tam da teknoloji ve sanayi politikalarının önemi, OECD ül
kelerinde olduğu gibi, gelişen ülkelerde de giderek anlaşıldığı sırada ulusal politikaların
sınırlarının vurgulanm ası ve ulusal sistemlerin geçerliliğinin de giderek sorgulanm aya
başlanması tarihin bir cilvesidir (Örneğin, Humbert, 1993). U luslar ötesi şirketlerin kü
resel yayılm ası, küresel haberleşme ağlarının kalitesindeki ve m aliyetlerindeki iyileşm e
lerle birlikte dünyada m eydana gelen diğer değişiklikler de, ulusal sistemlerin ciddi bir
analizinde dikkate alınm ası gereken hususlardır (Chesnais, 1992; Freeman ve Soete,
1994; Edqvist, 1997).
İlk bakışta, O hm aeye (1990) kapılarak, ulusal ekonomileri ve ulus devletleri hızla
işlevini yitiren kategoriler olarak bir kenara bırakm ak cazip gelmektedir. Değişimin hı
zı ve analiz yapm anın güçlükleri, terminolojideki karm aşadan da anlaşılabilir. Ohmae,
ulusal devletin "yukarıya doğru” ve “aşağıya doğru” gücünü ve etkisini şu şekilde y itir
diğini söylüyor: Bir taraftan AB, NAFTA, B M gibi örgütlerle uluslar ötesi şirketler şek
lindeki "uluslar üstünde” (supra-national) kurum lar; öte yan d a eyalet, şehir, bölge vb.
yerel yönetim ve örgütler, federal ve merkezi devletlerin parçalanm asına (disintegrati
on), yerel birim lerin güçlenerek çeşitli serbest güm rük bölgelerinin ve hatta “Silikon
V adileri”nin ortaya çıkm asına yo l açıyor. Ne yazık ki İngilizcede "bölge” kelimesi, hem
çok geniş bölgesel ticaret bloklarını, örneğin NAFTA, AB, Doğu A sya Bölgesi gibi,
gösterirken hem de çok daha küçük, ulus altındaki "sub-national” bölgeleri ifade ediyor.
B urada bazı terminolojik yenilikler gerekiyor ki bunların ulusal sistemlerle ve birbirle-
riyle etkileşim leri izlenebilsin.
İktisatçılar kadar coğrafyacıların da çalışm aları (Storper ve Harrison, 1991; Saxeni-
an, 1991; Scott, 1991; Lundvall, 1992; Antonelli, 1994) ulus altı bölgelerin ağlar ve y e
ni teknoloji sistemleri geliştirm edeki önemlerini inandırıcı biçimde göstermektedir. Bu
yazarlar yerel altyap ılar, dışsallıklar, özellikle yerel işgücü piyasaları ve beceriler yan ın
da, bunlardan daha az önemli olmayan, karşılıklı güven ve kişisel ilişkilerin, bazı bölge
361
lerin gelişmesine çok önemli katkıları olduğunu iddia etmektedirler. Unutulmamalıdır
ki “bölgesel yenilik sistem leri” ve “toplulaşmış ekonomiler” (economies of agglomerati-
on), Sanayi Devrimi’nin başından beri, ulusal sistemlere, bir şekilde, eklenmiş bulunu
yordu (Arcangeli, 1993). M arshall (1890) daha o zamanlar, “havası, sanayi sırlarıyla
dolu sanayi bölgelerinin” önemini vurgulam ıştı (Foray, 1991). Piore ve Sabel de, (1984)
özellikle, hem on dokuzuncu yü zyıl boyunca hem de günümüzde, Avrupa’nın birçok y e
rindeki benzer bölgelerin önemini dile getirm işlerdir. Şimdi araştırıcılar için çok ente
resan bir soru ortaya çıkıyor: Bilişim ve iletişim teknolojileri bu bölgesel ekonomileri iyi
veya kötü nasıl etkiliyor? (17. Bölüm )
Ulusal ekonomilerin dışsal şoklarla karşılaşm aları son çeyrek yüzyılın olgusu değil
dir. Ancak sermaye piyasalarının liberalizasyonu, uluslararası ticaret ve yatırım ların y e
ni haberleşme ve bilgisayarlaşm a süreciyle birleşmesi sonucu, ekonomiler bu şoklardan
daha fazla etkilenir olmuşlardır. Günümüzde, merkezlerden çok uzakta kalan küçük ü l
keler de, Londra mali merkezinin (The City) altın standardından koptuğunda veya
Fransa’nın 1930’larda (Sosyalist) H alk Cephesi ve 1980’lerdeki sosyalist hüküm etlerin
de yaşadığı “sermaye kaçışı” türünden etkilendikleri gibi etkilenmektedirler.
Bu bölüm, ulusal devlet, ulusal ekonomiler ve ulusal yen ilik sistemlerinin, aşağı ve
yu k arı bölgelere inip çıksa da, hâlâ, siyasi ve iktisadi analiz alanı içinde bulunduğunu
öne sürmektedir. M ichael Porter (1990) küresel rekabetin artışı karşısında, ulusal
hükümetlerinin rolünün azalm ak değil, tersine arttığını söylerken özünde haklı olabilir.
Gelişen ülkeler açısından, teknolojiyi yakalam a amaçlı ulusal politikaların büyük önemi
sürmektedir. Her durumda, ulusal sistemlerin hem “ulusal yenilik alt sistem leriyle” hem
de uluslar ötesi şirketlerle etkileşim leri giderek önem kazanıyor, çünkü bu şirketlerin
kalkınm aya ve teknolojiyi yakalam aya elverişli küresel bir rejimi sürdürmedeki rolleri
de önem kazanm aktadır. Bu alanda, bazen çatışan bazen de bir biriyle kavuşan eğilim
ler, kuşkusuz bazı durum larda ulusal sistemlerden daha iyi bir performans gösteren bel
li bir sanayi veya sanayi demetini ilgilendiren “sektörel yenilik sistem leri”ni incelemek
gibi, gelecek (21.) yüzyılın en canlı araştırm a konularından biri olacaktır (örnek, Carls-
son ve Jacobsson, 1991).
362
13. Bölüm
ktisatçılar çok eskiden beri, uzun dönemde iktisadi büyüme ve verim lilik artışında
363
Tablo 13 .1 Bazı Ü lkelerin Sanayi Öncesi Dönemde K işi Başma GSM H Tahminleri
(1960y ılı ûyatlan ve ABD D olarıyla ifade edilm iştir)
Dönem Kişi Başına G SM H
M evcut Gelişmiş Ü lkeler
İngiltere 1700 160-200
ABD 1710 200-260
Fransa 1781-90 170-200
R usya 1860 160-200
İsveç 1860 190-230
Jap o n ya 1885 160-200
Not: M uhtem elen bu tahm inlerden önceki yıllard a bütün ülkelerdeki gelirler fazla değişm iyordu. Ö rneğin, Gana'nın
1700 y ılı geliri (eğer köle ticaretinden önce daha yü ksek değilse) 1891den çok farklı değildir. Tabii ki bu sayılar kaba
bir tahmin olarak düşünülm elidir çünkü birçok tarihçi ve sosyoloğun, uzun dönemde, ekonomilerin yap ısın da, kurum -
larda ve m illi gelirin kom pozisyonunda ortaya çıkan niteliksel değişm eler nedeniyle kişi başına gelirlerin karşılaştırılm a
sına karşı çıktıkları unutulm am alıdır. Bazı iktisatçılar da, karşılaştırm aların ancak kalkınm anın belli aşam alarında y a ra r
lı olabileceğini, bunu çok uzun dönemlere yaym an ın doğru olm ayacağı görüşündedirler. Benzer bir ölçme sorununu da,
enformasyon toplumuna geçişle ilgili o larak 17. Bölüm’de görülecektir.
K a yn a k : B a ir o ch (1981)
Bu bölüme, uzun dönem büyümenin özelliklerini belirtmek için genel bir bakışla giri
yoruz. Bundan önceki bölümde gösterdiğimiz gibi, uzun dönemde ülkelerin büyüme per
formansları göze çarpacak derecede farklıdır. Bu durum da, 1950’ler ve 1960’larda geliş
tirilmiş büyüme modellerinin pek popüler olan büyüme hızlarının bir yerde kavuşacağı
na dair basit varsayımını sorgulamamıza yol açmaktadır. Bu bölümün ikinci kesiminde,
eski güzel neo klasik denge (equilibrium) büyüme modellerinden başlayıp, teknolojik de
ğişmeyi “içselleştirmeye" çalışan en son “ye n i” büyüme modellerine değin, bunların getir
diği iktisadi açıklam alara değineceğiz. Üçüncü Kesim’de ise tekrar, yaygın makroiktisadi
etkileri görülen başlıca kritik teknolojilerin ortaya çıkmasına dayanan, Schumpeter’gil
yapısal büyüme açıklamalarından bazılarına geleceğiz. Son 50 yıld ır birçok iktisatçının
çalışmalarına rağmen, dünyadaki ülkelerin, uzun dönemli, gerçek büyüme performansla
rı, T he E co n o m istın deyimiyle (1996) hâlâ bir “sır” olarak kalmaktadır.
13. 1 Sayılar ve Gerçekler: Büyümenin Uzun Dönemli Aşamaları
Bir çok iktisat tarihçisinin iddiası, genel inanışın aksine, dünyada uzun dönemdeki
büyüme biçiminin bir “patlam a” ile birbirinden ayrılan büyüme eğilimleri, diye tanım
lanabilecek bir farklılaşm a sürecine benzediğidir. D ünya ülkelerinin çoğunun kişi başı
na milli gelirlerinin, Sanayi Devrimi'nden önce bugünkünden çok daha fazla birbirine
364
yakın olduğunu söylemek yan lış değildir. Tablo 13.1. ve Tablo 13.2’nin de gösterdiği g i
bi, Sanayi D evrimi’nden önce en fakir ve en zengin ülke arasındaki gelir farkı, 1,5-2 kat
gibi, nispeten küçüktü. Sanayileşm e sürecinin yaşandığı yü z yıld an fazla bir sürede bu
oranlar inanılmaz derecede artmıştır. Son iki yü z yıld a hızla artan büyüme hızları fark
lıkları ve hâkim iktisadi büyüme biçimlerini görmek için Kutu 13.1’e bakınız.
Tablo 13. 2 K işi Başına GSM H Gelişme Trendi Tahm inleri (1750-1977)
(1960 Byadan ve ABD dolarıyla ifade edilm iştir)
Kutu 13. 1 Bazı Büyüme Biçim lerinin Ana Ç izgileri "stylized facts = S F "
SF1 Ekonomiler son iki yüzyılda, tüm tarih boyunca olduğundan daha fazla büyüdüler.
SF2 Ancak, çok değişik ve değişken oranlarda (bazen de, belli dönemler ve ülkelerde negatif
-A rjantin, diğer az gelişmiş ülkeler, SS C B v b .- y a da bazen ağır bir durgunlukla) büyüdüler.
SF3 Uzun dönemde bütün ülkelerin kişi başına gelirlerindeki değişim lerle anlaşılan bir yap ısal
farklılık artışı.
SF4 Öne geçeni yak alayıp ileri fırlam ak nispeten az görülür (İngiltere, 18. yü zyıld a H ollanda’y ı;
ABD, Alm anya ve diğer bazılan 19. yü z yıl sonu ve 20! y ü z y ıld a İngiltere’y i; Jap o n ya ise, 20.
y ü z yıl sonunda hemen hepsini y ak alayıp geçm iştir.).
SF5 Y akalam a süreci ise daha yaygın d ır (B atı ve M erkezi Avrupa 19. yüzyıld a; İskandinavya ve
İtalya 20. yüzyılda; Doğu Asya ülkeleri 20. y ü z y ıl sonunda; Avrupa O rtak Pazarı A B D ’y i
1960’lar ve 1970’lerde yakalam ıştır).
SF6 Geri kalm ada çok görülen bir olgudur (birçok az gelişmiş ülke 1970’ler ve 1980’lerde geriye
gitti; daha önce hızlı bir biçimde y ak alayan lar arasındaki bazı ülkeler örneğin, 1950’lerin Latin
A m erika’sı ve Doğu A vrupa’sı 1980’lerle karşılaştırılırsa, geriye gitm iştir; Ingiltere de, uzun
dönemde nispi bir çöküş yaşam ıştır).
SF 7 Genelde, ulusal büyümenin sürekli kalıcı özelliklerini başlangıç performanslarından çıkarm ak
çok güçtür (yani "tüm ağırdan alanlar gelecekte hızlı büyüyecektir” veya “hızlı başlayanlar,
gelecekte de hızını kesm eyecektir ”, demek mümkün d eğild ir). Bazı ekonomileri veya bir grup
ekonomiyi yakından inceleyerek, uzun dönemde, ısrarlı davrananları (örneğin, Jap o n ya
y a da tersine, İngiltere) görebiliriz. Ancak, bu olguları, dünya ekonomisinin ortak
özelliklerinden değil, her ülkenin kendine özgü şartlarından kaynaklanm aktadır.
365
Y en i S a n a y ileşm iş Ü lk elerin Uzun D ö n em d e
B ü y ü m e le r i v e T ek n olojik Y ak ınsam alar H akkında
366
ekonomik olarak, yakınsam a ve ıraksam a dönemlerini göstermesi gibi, bazı sınırlı so
nuçlar hatta negatif sonuçlar ortaya koym asına rağmen, aslında bir eğitim, araştırm a
kendiliğinden öğretme (heuristic) değeri bulunduğudur.
Az sayıda yazar tarihsel verileri toplayacak zaman ve gücü kendinde bulmuştur;
M addison (1982, 1987), şimdi kalkınmış olan bir grup ülke örneğinde, iktisadi kalkın
manın belirgin bazı “aşam alarını” saptam ıştır (aynı şekilde bkz. Landes, 1965; Corn
w all, 1977; Abramovitz ve David, 1994; von Tunzelmann, 1995). M addison’un topladı
ğı iktisadi verilere, teknolojik performans verilerini ekleyen Pavitt ve Soete (1981), ik
tisadi büyüm eyle yenilik performanslarının farklı biçimleri arasında bir ilişki olduğunu
gösteren güçlü deliller buldular. Böylece, farklı M addison aşam alarını1 da izleyerek,
aşağıdaki sonuçlara ulaştılar. 1890-1913 döneminde 4 özellik ortaya çıkıyor:
1. “Girişimcinin sürüklediği” bir hasıla artışı: daha hızlı büyüyenler, dönem başlangı
cında derhal kullanılm aya hazır yü ksek bir yenilikçi güce sahip.
2. U luslararası teknolojik yakınsam a: geç gelenler, yenilikçilikte yakalam a eğilimine sa
hip olsalar da, teknolojilerini üst düzeylere çıkarmadan, onlara doğrudan yü ksek bir
kalkınm a hızı sağlamıyor.
3. Kişi başına GSYIH cinsinden, diğer süreçler yo lu yla uluslararası yakınsam a (Abra
movitz’in ‘sosyal kapasite’ dediği Freeman [1995] tarafından teknoloji, kültür, siya
set ve iktisadın ‘kavuşm ası’ şeklinde ifade edilen), teknolojik yenilikçilikle doğrusal
bir bağlantı içinde değildir.
4. Genel olarak, teknolojik değişkenlerle büyüme hızları arasında nispeten gevşek bağ
lantılar görülüyor: Her ülkenin iktisadi büyüme biçimi, teknolojik birikimin rolü ba
kımından diğerinden yapısal olarak farklıdır.
B ü yü k B u h ra n v e ik in ci D ü n ya S avaşı arasın da k i d ö n e m d e :
1. Büyüme, yenilikçilik ve değişim hızları arasındaki ilişkiler hâlâ güçlüdür: Y enilikçi
liğin, yatırım ın, verim lilik artışının ve rekabetçiliğin birbiriyle daha çok ilişkilendiği
bir kalkınm ada geçiş aşam asına girildiğinin işaretleri mevcuttur.
367
2. Teknolojik kapasitelerle kişi başına gelir arasındaki bir ıraksam a ortaya çıkıyor.
3. Teknolojik rejimler ve büyüme biçimleri arasındaki “ince ay arlar” cinsinden, —y u k a
rıda ifade edilen—uluslararası yapısal bir örneklik en alt düzeye iniyor.
Ancak yapısal bir örneklik, ikinci D ünya Savaşı’ndan sonraki hızlı büyüme dö
neminde (1945-75) ortaya çıkıyor; başka bir deyişle, teknolojik faaliyetlerin önemli rol
oynadığı, nispeten birbirine benzer büyüme rejim lerinin görülmesi:
1. Teknoloji ve gelirin yakalanm ası, taklit, öğrenme, artan yenilikçilik ve işgücü verim
liliğiyle yü ksek yatırım oranlarından oluşan bir "verimli döngü” içinde birbiriyle iliş-
kileniyor (correlated).
2. D ıştaki rekabetçilik, dış ticaret “çarpanı” yo lu yla dış ticaret dengesi üstündeki kısıt
ları kaldırarak büyüm eye açıkça bir temel oluşturuyor.
3. im alattaki hasıla artışı, toplam gelir artışının ana faktördür.
Genellikle 1975’den sonraki dönemin yen i bir aşam a olduğu kabul edilmektedir:
U luslararası büyümenin “altın çağı” —Fourastie’nin deyimiyle “les trentes glorieuses”—ile
birlikte, teknoloji ve iktisadi büyüme arasındaki "ince ayar”a bağlı istikrar da sona eriyor
(Boyer, 1988). Artan sayıdaki “geri kalm ış” ülkelerin, ABD düzeyindeki teknolojileri bü
yü k ölçekte taklit etme olanakları da ortadan kalkıyor. H asıla ile yenilikçi faaliyetlerin
artışı arasında uzun zamandır süren bağlantılar zayıfladığı gibi, yerine, "girişimcinin sü
rüklediği” türden yeni bir mekanizma da geçmiyor; çünkü yüksek düzeyler deki yenilik
çi ulusal faaliyet, daha önceki elverişli iktisadi performans eğilim leriyle ilişkiliydi.
i Y azarlar, D enison’un bu ünlü eserine referans verm eyi unutm uş olm alılar: Denison, Edward F. (1967), W h y G row th
R a tes D iffer, P o s tw a r E x p e r ie n ce in N in e W estern C o u n tries, The Brookings Institutions, W ashington D.C. Deni
son’un ilk temel çalışm ası ise yin e bu konudadır: T h e S o u r c e s o f E c o n o m ic G ro w th in t h e U n ited S ta tes a n d t h e A lter
n a t iv e s B e f o r e Us, (1962), Committee for Economic Development, New York.
368
Yüzde Azalma, 1960-86
' •- i a m ♦v '\ ' ^r
' * ' h. % * l* + ** * * İ
* « *y \ * V +°
4 i ' * '
:• '+ ■ ; :v
, •* ' • \* »i ' * Y
V.
. .*.'■.
*
+' j\\» -• 4Ww"
,* 1 t ’ \ -
c5
w s"i Oc
gggp u %A
*S '5- E
i.: (b Üj w- O
Q
u ^ t)
• :,.> . ! Ü Vm
;Ü + \ <5 W"
. T \*\ ti
u a> /-v
rou tI=«*“«-«
—c
-'••■ /■ ::'f-? ' M * . 2 Sâ
4-
* ■ • 1 ' s ' - ' * ' 4 • \'<S
v v ; ‘% « v
V -' V . t '
*' , f*
□
m
<s
369
Dünyada büyüme oranları ve teknoloji arasındaki ilişkileri daha kolay anlam ak ama
cıyla Verspagen’den (1993) alınan Şekil 13.1, çeşitli ülkelerin büyüme perform ansların
daki “düzenliliği” ortaya çıkaran eldeki verileri özetlemektedir. Şekil, kendi başlangıç
noktalarındaki (1960) ülkelerin, savaşın sonundaki en gelişmiş ülke olan ABD ile kal
kınma açıklarına göre bir sıralam a yapm aktadır.
Verspagen, başlangıç yılın d a (1960) 114 ülkenin kişi başına gelir farklarını hesapla
ya rak (G = Gelir farkı, ABD ’de kişi başına gelirinin, söz konusu ülke gelirine göre lo
garitm ası olarak tanım lanıyor), 1960-85 döneminde bu farka karşı ne kadar değiştikle
rini buluyor3. Her nokta, D ünya Bankası veya Birleşmiş M illetlerin geleneksel tanım la
rına göre sınıflanmış “petrol ihraç edenler” “yen i sanayileşmiş ülkeler”, “gelişmiş piyasa
ekonomileri” ve “diğerleri” gibi gruplara ait belli bir ülkeyi temsil ediyor. Şekildeki çiz
giler, ülkelerin farklı alt örnekleme gruplarının basit (doğrusal) regresyon hatlarıdır.
Gelir açığındaki pozitif bir değişme, yakalam ayı veya yakınsam ayı; negatif bir değişme
ise, ıraksam ayı veya geride kalm ayı ifade eder. Bu nedenle pozitif eğimli regresyon hat
ları yakınsam ayla tutarlıdır.
Verspagen'in de işaret ettiği gibi, Şekil 13.1’de, toplam noktaların bir araya gelişle
rinde sistematik bir düzen ortaya çıkıyorsa, kişi başına gelir açığı arttıkça, varyans g i
derek büyüyecektir. Böylece, (A BD ’nin performansına göre ölçülen) dünya ekonomik
ve teknolojik sınırlarına yakın olan ülkeler, bu sınırlardan uzak olanlara göre, daha k ü
çük (m utlak) bir büyüme hızı farkı gösterirler.
Her durumda, Şekil 13.1’in sonuçları, D ünya çapında yakınsam a ve ıraksam a ara
sında açık bir ikilem (dichotomy) olduğunu gösteriyor: 1960’larda, en büyük açıkla
karşı karşıya olanlar (en az gelişmiş ülkeler), aynı zam anda açığın artışını da (negatif
eğimli regresyon hattı) yaşıyorlar. Bunlar k işi ba şın a gelir farklarının daha da arttığını
görmüşlerdir. Bu da, yakınsam a veya yakalam aya ilişkin hipotezin tam karşıtı bir so
nuçtur.
370
Eski B ü y ü m e T eo risin d en Y en isin e
Son yıllard a büyüme modellerine yeniden çok büyük bir ilgi görülüyor. Bu ilgi, bir
anlamda, büyümenin kaynaklarına ilişkin bir takım “y e n i” büyüme modellerinin çıkm a
sıyla beliren yaklaşım değişikliğinin de önemini yansıtıyor. Yeni tür yaklaşım lar, tekno
lojik ilerlemenin belli içsel değişkenler tarafından belirlendiğini vurgulam aktadır. Ama
önce, eski, daha geleneksel büyüme modellerini gözden geçirmemiz doğru olacaktır.
Bir çok eski büyüme modelinde "artık” sayılan “teknik ilerlem e” şimdi sahnenin ortası
na geliyor.
“E ski” neoklasik büyüme modeli (Solow, 1956, 1957) bir takım geleneksel neo kla
sik varsayım larla özdeşleşir: Sabit getirili bir üretim fonksiyonu, tam rekabetle uyumlu
bir hipotez; sermaye ve işgücü şeklinde iki üretim faktörü, sermaye biriktirilebilirken,
işgücü biriktirilem iyor; ekonomideki işlemciler, kendine düşen rolleri içinde “optimizas-
yo n ” arıyorlar. Muhtemelen H arrod’un (1948) sormuş olduğu “tam istihdam ”ın gerçek
leşmesini engelleyen büyüme sürecindeki istikrarsızlığa ilişkin temel soruya karşılık ola
rak, Solow, istikrarlı bir tam istihdam sağlayan ve nispeten basit varsayım lar altında ça
lışan neoklasik bir büyüme teorisinin temellerini attı. Bu modelde, sermaye stoku ve ha
sıla, nüfus artışı ve (emeği çoğaltan türde)1 teknik ilerleme hızlarının toplamına eşit olan
dengeli bir büyüme oranında artm aktadır. Nüfus artışı ve emeği çoğaltan teknik ilerle
me veya sabit hızda artan bir teknik ilerleme olmaksızın, tek biriktirilebilen faktör olan
sermayenin marjinal getirisinin azalm ası nedeniyle büyüme duracaktır. Serm aye biriki
mi, azalan getiriler nedeniyle uzun dönemde yatırım ları teşvik etmiyecektir. Sadece iki
dışsal etki (nüfus artışı ve teknoloji) büyüm eyi devam ettirebilir; bu nedenle, uzun dö
nemli denge büyüme hızı, şu veya bu şekilde iktisadi etkilerden bağımsız biçimde dış
sallaşıyor.
Daha teknik yazarsak, hasılanın (Y) iki faktörlü, sermaye (K) ve işgücü (L) ve sa
bit getirili bir üretim fonksiyonu ile üretildiğini varsayalım :
Y = f(K , L)
Bu özelliklere sabit bir nüfus artışıyla dışsal bir teknik ilerleme eğilimi katılabilir.
Serm aye birikimini temsil eden bir denklem bu modele eklenebilir; çünkü, sermaye ho
mojen sayıldığından aynı hasıla hem sermaye birikim i hem de tüketim am açlarıyla kul
lanılabilir. Kaynak dağılım sorunuyla karşılaşan iktisadi işlemciler sadece yatırım veya
tüketim kararı verebilirler.
Büyüme süreci şu şekilde ifade edilebilir: Serm aye (K) düzeyindeki değişmeler hası
la (Y) düzeyine bağlı olduğundan, (Y) ile (K) arasında, tasarruf oranı (s) şeklinde, fonk
i “labour-augm enting" ayn ı m iktarda emeğin daha verim li üretmesi, em ek m iktarını artırm ış gösterm ektedir.
371
siyonel bir ilişki vardır. (Y) nin üretiminde, (K) nın m arjinal verimliliği, (K) miktarına
bağlı olarak azaldığından, verim lilik yüksekse, daha az sermaye, giderek artan üretime
katkıda bulunur. Bunun sonucunda sermaye birikimi giderek güçleşir ve uzun dönem
de büyüme sıfıra yaklaşır. Bu tipik neoklasik sonuç, tasarrufçu davranışların özelliğin
den kaynaklanm aktadır. Çok güzel ve aydınlatıcı olmasına rağmen, neoklasik büyüme
modeli uzun dönemli büyüm eyi açıklamaz. Uzun dönemde kişi başına büyüme, ancak
teknik ilerlemeye bağlı bir dışsal trend mevcutsa görülebilir. Aksi halde, Solow’un asıl
modelindeki büyüme “geçiş” (transitory) dinamikleri denilen faktörlerle sınırlıdır.
Solow modelinin kayda değer başka özellikleri de vardır. Birincisi, tasarruf oranla
rının “sermaye/işgücü oranı” üzerindeki etkisiyle ilgilidir. Fakat bu tanımı gereği, dışsal
olan denge büyüme haddiyle ilgili değildir. Gerçekten, denge noktasında bütün tasar
ruflar sadece yeni işçilerin kullanacağı sermaye birikim i için olup, mevcut işçi başına
serm ayeyi artırm az. Sonucunda, tasarruf düzeyini etkileyen politikalar sadece sermaye
düzeyini etkiler. Ekonomi, işçi başına serm ayede denge düzeyine doğru yaklaşırken, bir
“geçiş etkisi” ortaya çıkacaktır, fakat bu da büyüme hızını etkilem iyecektir.
İkincisi, tüm işlemcilerin aynı zevklere sahip olduğu, yan i aynı m iktar tasarruf ya p
tığı varsayım ıyla, kişi başına aynı m iktar gelir ve serm ayeye sahip tüm ülkelerin, ulus
lararası bir çerçevede, birbirlerine yakınlaşm aları gerekm ektedir. Böylece, fakir ülkeler
zenginleri "yakalayacaklardır”; fakat eldeki veriler (Şekil 13.1) bu sonucu fazla destek
lemiyor.
“Sürekli” bir büyüm eye ulaşm ak için zaman içinde girdilerin verim liliğini artıran bir
“dışsal" faktör bulunmalıdır. Böylece, dışsal bir teknik ilerleme (T), üretim fonksiyonu
na dahil ediliyor:
Y = f(K , L, T)
Ancak, T nin, K ve L faktörleri gibi bir üretim faktörü olduğu düşünülmemelidir. S a
bit getirili üretim fonksiyonu varsayım ı, sermayenin teknolojiden m arjinal getirisinin
azalacağı anlam ına geliyor; bu da, uzun dönemde bazı spesifik varsayım lar olmazsa,
faktörlerin uzun dönemde büyüm eye katkısının engelleneceği şeklinde anlaşılm alıdır.
Teknik ilerlemenin etkileri iki şekildedir: (i) doğrudan verim liliği artırm ak; (ii) ser
mayenin getirisini artırm ak ve böylece ilave yatırım ve gelir artışına yo l açmak. Serma
y e birikimi, büyümenin tek kaynağı olan teknik ilerlemenin doğrudan ortaya çıkardığı
bir sonuçtur. Teknik ilerleme açıklanam adığı sürece, büyüme, bu modelde hâlâ dışsaldır.
Bu eksiklik, teknik ilerleme işselleştirilerek giderilmeye çalışıldı. Kaldor (1957) ve Ar
row (1962), teknolojik ilerlemenin kaynağı olarak, öğrenmenin etkilerine odaklanırken; di
ğer "daha eski” içsel büyüme modelleri de, az çok, benzer yaklaşım larla, teknik ilerlemeyi
üretimin, yatırım ın veya beşeri sermayenin5bir yan ürünü saydılar. Bu darboğaz "içsel” bü
yüm e nitelikleri taşıyan “yen i” formel büyüme modelleriyle yaklaşık on y ıl önce aşıldı.
372
Y eni B üyüm e M o d elleri
Teknik ilerlemenin basit bir zaman trendi sayıldığı geleneksel neoklasik büyüme mo
deliyle (Solow, 1956, 1957) karşılaştırılırsa, yen i büyüme modelleri teknik ilerlemenin
değişkenlerini ele alm akta, böylece de özünde, kalkınmanın kaynaklarını içsellikle be
lirlemektedir. Sürekli büyüme, sermaye birikirken, serm ayenin m arjinal verim liliğinin
artışını garantileyerek, büyüme hızının sıfıra yaklaşm asını engelleyen dışsallıklar veya
ölçeğe göre artan sermaye getirilerinin mevcudiyeti nedeniyle şimdi mümkün olmakta
dır. Amable’ın (1994) işaret ettiği gibi, “y e n i” büyüme modelleri, özel bir birikim şekli
"benimsiyor”: Belli m iktarda bir kaynak, bir faktörü belli bir m iktarda değil, belli bir
yüzdeyle artırıyor.
Bir çok yaz ar içsel büyüme modellerini sınıflandırm aya teşebbüs etmiştir. Biz de,
kendi amacımız doğrultusunda, büyümenin kaynaklarını dikkate aldığı için, en ilgi çe
kici olan Amable sınıflandırmasını (1993) ele aldık. Gerçekten burada, bir takım "artan”
büyüme kaynakları bulunuyor.
1. İçsel büyümenin birinci kaynağı belli bir faktöre yap ılan yatırım lardır. Örneğin, Rö-
mer (1986), nispeten basit ve geleneksel büyüme modellerinin, aslında sabit getiri
lerle sınırlı olmadığını, fakat ölçek ekonomilerinin firm alar için dışsal sayıldığını dü
şünüyor.
2. D aha doğrudan ve aşikâr olan büyüme kaynağı teknolojik yeniliklerdir; bunlar da
A&G faaliyetine ayrılan kaynakların m iktarıyla diğer bilgi üreten faaliyetlere bağlı
dır. Römer tarafından ortaya atılan özgün modelde (1990), sermaye artık homojen
bir mal değil, fakat bir takım farklı ara m allardan oluşuyor. Yeni ara (intermediate)
girdiler, A&G kaynaklarının bu aram a sürecine tahsisiyle keşfedilirler. Buna karşıt
bir çerçeve, Aghion ve Howitt (1992) tarafından sunulmuştur: Bu yenilikler mevcut
üretim girdileri yelpazesine sadece yen i ilaveler yapm anın ötesinde, bir dizi “ya ratı
cı tahribatı” da beraberinde getirm ektedir. Her yen i girdi, kendisinden öncekinin y e
rini aldığı gibi, buna bağlı tekeli de sona erdirir.
3. Beşeri sermaye birikim i de içsel büyümedeki diğer bir kaynaktır. Lucas (1988) tara
fından geliştirilen modelde, fertler de Römer’in yatırım ında (1986) olduğu gibi, ar
tan getiri çerçevesinde beşeri serm aye oluştururlar. Beşeri sermayenin ortalam a dü
zeyi ne kadar yüksekse, nihai m alların üretim indeki her işçinin verim liliği de o ka
dar yüksek olacaktır.
4. Son olarak, büyüme aynı zam anda kamu m alları ile iletişim ağları, enformasyon hiz
metleri vb. alt yap ı yo lu yla da gerçekleşm ektedir. Bu tür m allar özel sektörün de ve
rim liliğini artırm aktadır. Bu malların, büyük sayıdaki işlemci tarafından eş zamanlı
373
kullanılm ası, bunları geleneksel anlamda da kamu malı haline getirir. Çünkü bunlar,
sosyal kurum lar tarafından vergilerle üretilirler. Kamu m alları politikası, bu m alla
rın sağlanm asında hayati bir önem taşıyacaktır.
Önceki tipoloji —fiziki, beşeri ve kamu malı biçimindeki—bir yatırım ın, teknolojik
ilerleme ve “içsel” iktisadi büyüme arasındaki ilişkilerdeki özel rolünü göstermeye y a r ı
yor. Tabii ki firm aların yatırım kararları ve daha nicel ayrıntılar cinsinden bu tür açık
lamalar, dinamik bir talebin yo l açtığı büyüme çerçevesinde aşağıdaki gösterildiği gibi
önem kazanır. Yeni bir büyüme olanağı geliştirmeden önce yan i piyasaya yeni bir ürün
getirmeden önce, firma kendi teknik bilgisi “know-how” çerçevesindeki fırsatları değer
lendirecektir. Firma yen i ürünün talep şartlarını değerlendirdikten sonra, üretim prog
ramını buna göre düzenlemek için firmanın teknolojik bilgi stokunu artıracak olan ken
di araştırm a ve geliştirme faaliyetlerine (görünmez yatırım ını) başlayacaktır. Ancak,
bunlar fiziki yatırım lardan sonra sonuçlarını vermeye başlar. Başarılı bir pazarlam aya
dayanarak, temelinde yeni fırsatları yakalam ak olan bu çifte yatırım kararı, sonuç ola
rak firmanın genişlemesine ve daha eski ürünlerin talebini azaltan “yaratıcı tahrip” sü
recine yol açacaktır. Üretim süreci düzeyinde de, firmayı reorganize etmek şeklindeki
stratejik kararla birlikte başlayan açılım, onun fiyat rekabetçiliğini (veya rekabetçi es
nekliğini) artırarak sürdürecektir1.
Buna ilişkin yönetim yenilikleri ise yen i tip makine ve teçhizatın potansiyeli hakkın-
daki bilgilere bağlıdır. Bu bilgiler genelde, verim liliği ve bunun sonucu firmanın piyasa
payını artıracak olan fiziki yatırım lara yol açacaksa da, bu her zaman görülm eyebilir;
firma eldeki yatırım ıyla da, bazen yeni bir teknolojiyi kullanabilir.
Toplulaşmış (aggregate) bir m akroiktisat düzeyindeki görünmeyen yatırım lar, öğ
renme ve fiziki yatırım larla (m aliyette ve talepte görülen) piyasa baskılarının verimli
döngüleri, yukarıda, tek bir firma düzeyinde ifade ettiğimiz, teknolojik değişimin pozi
tif dışsallıklarım da içeren, "içsel” büyüme için görünmez yatırım ların özel önemini or
taya çıkarm aktadır. Piyasalardaki büyümenin ve piyasa hacminin yol açtığı yatırım ar
tışı, Smith (1776) ve Young'ın (1928) Klasik iktisada katkıları olduğu kadar, Kaldor’un
(1957) daha Keynesçi katkılarında da görülür. Savaş sonrasında ticaretin liberalleşm e
si, piyasaların genişlemesini, coğrafi alanlar, satın alma gücü ve mal çeşitlemesi cinsin
den daha da hızlandırdı. Bu sürekli piyasa genişlemesi ve kalite iyileşmesi trendi, her
ürünün içinde saklı bir eğilim olan, piyasadaki doyum noktasına ulaşm asıyla dengeleni
yo r (Pasinetti, 1991). Bu büyümenin genişliği ve niteliği, sonuçta potansiyel verim lilik
artışlarıyla daha farklılaştırılm ış talebe uyarlanm ayı sağlayan, ürün farklılaştırılm ası ve
i Aslında oransal ifadelerdir: "Competitivity/price (or its com petitivity/flexibility)”.
maliyet düşürülm esiyle ifade edilen teknolojik ve iş yönetimsel yenilikleri hızlandıran
sert bir rekabete yol açm aktadır. Bunun ötesinde, hızlandırılmış teknik değişme, bilim
le ilişkili sektörlerde ve birçok "ileri teknoloji” kullanan sektörde, daha fazla araştırıcı
ve araştırm a fonu gereğini doğuruyor. Çünkü, bilim ve teknoloji kapasitelerinin giderek
artan karm aşıklığı, ağların, ittifakların, bilimsel ve teknolojik bilgi değişimlerinin artm a
sına yan i teknolojinin “dışsallık” etkilerinin çoğalmasına yol açıyor.
Önceki bölümde gösterildiği gibi dışsallık etkisi, yenilikçi firmayı ve sektörü değil,
yenilikçi ülkenin sınırlarını bile aşar. En son teknolojik yeniliklerin üretimi yoğunlaştık
ça yen i teçhizat talebi, dolayısıyla fiziki yatırım talebi artar. Bu artış da liberalleşm eyi
daha ileri götürür: Serm aye piyasalarının liberalizasyonu ile mali piyasaların ve yatırım
ların uluslararasılaşm ası, gelecek bölümlerde daha ayrıntılı biçimde tartışacağım ız gibi,
teknolojinin uluslararasılaşm ası ve girişim lerin küreselleşm esiyle çok yakından ilişkili
dir. Yeni yatırım lar verim lilik artışları ve bir dizi yeni y a da farklılaştırılm ış ürünün or
taya çıkışına sebeb olur. Klasik "artan getiriler" argüm anına uygun olarak (Young,
1928; Verdoorn, 1949, 1948; Kaldor, 1980; Buchanan ve Yoon, 1994) bu üretim artışı,
yeni mal ve servislerle yen i fırsatlara ek bir talep yaratacak ek bir gelir artışı doğurarak,
yu k arıd a tasvir edilen ilk trend içindeki verimli döngüyü kapatır.
Teknoloji, yatırım va büyüme arasındaki etkileşimin derinliklerine girm eye çalışan
böyle bir görüşle, özellikle teknolojik değişimin artan getiriler niteliği açısından, yeni
büyüme modelleri, büyüme ile teknoloji arasındaki etkileşimin karm aşıklığını şematik
biçimde göstermekten ziyade, pratikte tamamen tanımsal kalm aktadır (Nelson, 1994).
Savaş sonrası dönemde sayıları hızla artan daha nicel analizler, büyüm eye ilişkin bazı
yapısal özellikler üzerine odaklanmıştır. Şim di bu katkılara geliyoruz.
Başta şunu hatırlatm alıyız: Bu yen i büyüme modellerindeki geleneksel üretim fak
törleri yan i emek ve sermaye, geleneksel (neoklasik) modellerde oynadıkları rolleri bu
rada oynamazlar. Bunun sebebi, yen i büyüme modellerinin am açlarının görgül (empi-
rical) olmaktan çok analitik olmasıdır. Örneğin "yeni büyüme modeli" emekle beşeri
sermaye arasında bir ayrım yap ar. Bir çok modelde beşeri serm aye araştırm a sektörü
nün (A&G) temel girdisidir. Böylece (işi sadeleştirm ek için), bu faktör (beşeri serm a
ye ) aynı zamanda tüketim m alları sektöründe de kullanılır. Pratikte ise A&G de kulla
nılan emekle başka yerde kullanılan emek arasında büyük fark vardır. Bu şekilde
“emek/beşeri sermayenin artan getiri” etkisi, gerçekte daha fazla sayıda araştırıcı istih
damının büyüme hızını artırabildiği noktayla sınırlanm aktadır. Eğer (kurum sal) neden-
375
lerle eğitim eksikliği veya işgücü piyasalarındaki katılıklar gibi, araştırm a sektörüne y e
terli eleman sağlanamazsa, modelde ölçek etkisi görülem iyecektir. Bu nokta, aynı za
manda modellerin çoğunda (model kuranların kendileri tarafından) "tahmin edilen” ve
çok kez istenmeyen sonuçların muhtemel açıklam asıdır: Modele göre (nüfus artışı açı
sından), büyük kaynaklara sahip ülkelerin nüfusu sabit veya azalan ülkelere göre daha
hızlı büyümesi gerekirken bu sonuç gerçekleşemiyor.
Serm aye “y e n i” büyüme teorilerinin çoğunda, bildiğimiz anlamda mevcut değildir.6
Bu modellerde fiziki sermayenin olmadığı ve sadece bilgiye yatırım ın önemi (Römer,
1986) vurgulanırken, daha karm aşık olanlarda fiziki sermayenin olağan özelliğine ters
bir şekilde, sermaye birikm eyen bir ara maldır. Son durumda, bu ara m alların kalitesi
nin araştırm a sektöründe iyileştirildiği ve verim liliğin de tüketim malları sektörüne ya n
sıdığı varsayılır. Bundan başka birçok model, basitleştirm ek için tek bir homojen ara
malı olduğunu veya tüm ara malı sınıflarının teknolojik değişmeden aynı ölçüde etkilen
diklerini varsayarlar.
Bu yaklaşım , A&G y e daha çok yatırım yapılırsa, tüm ara m alların kalitesinin y ü k
seleceği ve artan yatırım lar yo luyla da daha hızlı büyüm eye ulaşılacağı sonucuna varır.
Bununla birlikte, Schum peter’gil “yaratıcı tahrip” süreci devreye girince, Aghion ve
H owitt’in (1990) gösterdiği gibi, ara m allara yapılan her ilave “işi çalm a etkisi” (busi-
ness stealing effect) denen bir yolla, bunların bir kısmının teknik ölümüne (obsolescent)
yol açar. Bu örneğin ilgi çekici yanı, artık daha önceki sonuçların geçersiz kalm asıdır:
A&G deki artışlar daha düşük büyüme hızlarına yol açıyor.6
Teknoloji açısından “yeni" büyüme modellerinin temel argüm anlarından birisi, tek
nik ilerlemenin diğer m allar gibi üretilen bir mal olduğudur; fakat bu mal, bir kamu ma
lının tipik özelliklerini taşır (Römer, buna ‘paylaşılab ilirlik’ diyor). Böyle bir malın, bir
piyasa ekonomisindeki özelliği, bunu üretmek için gerekli yatırım ların giderek azalm a
sı biçiminde bir eğilimi içinde saklam asıdır. Başka bir özelliği de, bu malın üretim dü
zeyinin ekonominin büyüme haddini etkilem esidir (ölçeğe göre artan getiri). Bu son so
nuç, ölçme düzeyinde, “serbest” (unrestricted) denen (yani ex a n te ölçeğe göre artan
getiri im kânlarına açık) bir üretim fonksiyonu içinde, yatırım la hasıla artış hızı veya ser
mayenin marjinal verim liliği arasındaki korelasyonları tahmin etmek için bir temel oluş
turur. Bu yöntem ler doğal olarak eldeki mevcut verilere göre birçok “y e n i” büyüme mo
delinde zımnen benimsenmiş olan sermayenin (veya ara m alların) homojen olduğu var
sayımından hareket etm ektedir (De Long ve Summers, 1991).
Eğer formel ekonomik modelleme tahminleri amaçlanmıyorsa, yen i büyüme model
lerinin görgül sonuçları bunların itibar kaybına neden olmaktadır. Bu analiz sonuçları
nın çoğu diğer modellere dayalı analizlerden de elde edilebilir. Örneğin, G riliches’in
376
(1984) birçok vesileyle tahmin ettiği “toplam faktör verim liliği” ile A&G harcam aları
arasındaki korelasyonlar gösterilebilir. Bu korelasyonların sonuçları “y e n i” büyüme
modellerinden elde edilen tabloya daha iyi uym aktadır. Aynı argüman, çeşitli ara mal
ların bir göstergesi olarak yorum lanabilecek patent sayılarıyla iktisadi büyüme arasın
daki bağlantılar için de ileri sürülebilir. Teknoloji değişkenini analize katan bu görgül
deneyimler, iktisadi büyüme ile teknolojik ilerleme arasındaki ilişkiyi daha iyi anlam a
mıza, şimdiki model denemelerinden daha çok katkı yapıyor.
Belli sektörlerdeki bilim ve teknolojinin farklılaştırılm ış rollerinin daha ayrıntılı ana
lizlerinin ortaya çıkardığı bazı düşünceleri, yen i büyüme teorilerinin kapsam ı içinde bü
tünleştirme yaklaşım ı, kanaatimizce bu alanda gelecek vadeden daha ileri araştırm a
program ları doğuracaktır. Örneğin bir malın, ona G SYIH diyelim, üretiminde, üretim
faktörleri bir yerde teknolojik ilerlem eye (kalite) duyarlı, bir yerd e de duyarsız olsun;
“y e n i” büyüme teorisi’nin mantıki uzantısı olarak bu girdiler, bir üretim fonksiyonu
içinde ayrıştırılabilir: Teknolojik ilerlemenin fazla etkilem ediği girdilerle üretilenlere ge
ri teknoloji (low-tech), etkilenenlere ileri teknoloji (high-tech) ürünleri diyeceğiz. “Y e
ni büyüme teorilerinin” ileri sürdüğü, basit toplam dinamik ölçek etkisi, bu mantıkla,
zorunlu olarak düşük teknolojili yatırım m allarına yönelm iş bir yatırım ı engellemeye
cek; tersine, ölçek etkisi (A&G sektörüne de kaynak ayrıldığı için) daha fazla yatırım
gerektiren ileri teknoloji girdilerinin kalite artışlarını muhtemelen yavaşlatacak fakat
tüm ekonomide yatırım ları artırarak, verim lilik artışları üzerinde pozitif bir etki ya rata
caktır. Yeni büyüme teorilerinin, gerçek dünyaya ilişkin, stilize edilmiş bir çerçevedeki
en sağlıklı yorumu, ileri ve geri teknoloji girdileri arasında bir ayrım yapm ış olmasıdır.7
Teknolojik yatırım ların, özellikle yu karıd aki iyice ayrıştırılm ış yatırım seti çerçeve
sindeki görünmez yatırım ların bütünleştirilm esiyle, birçok geleneksel m akroiktisat po
litikası sorununa nasıl cevap bulunacağını görmek güç değildir. Böylece, teknolojik iler
lemenin birçok niteliğini ifade eden artan getirilerle ilgili daha gerçekçi bir tablo mak-
roiktisadi büyüme analizine sokulmuş oluyor. Teknolojiyle ilgi politikalar (örneğin
A&G yardım ları), diğer geleneksel, statik, etkenlik artırıcı mikro politikalarla, rekabet
politikası gibi, eşitlenemez; çünkü bunların çok önemli dinamik bir büyüme etkisi var
dır. En son, açık ekonomide büyüme modellerinde (Grossman ve Helpman, 1990), bu
politika sonuçları, yeni teknolojilerin "üretildiği” bir ekonomiyle diğeri arasında görece
li etkinlik karşılaştırm asına konu olmuştur. İşin bu "uluslararasılaşm ası” boyutuna ge
lecek bölümde değineceğiz.
377
13. 3 Yeni Schumpeter'ci Büyüme Görüşüne Bir Ekleme
Karşıt olmasa bile, “y e n i” büyüme geleneğini tamamlayıcı olan, daha tanımsal nite
likteki Schum peter’ci katkılar, genelde belli bir teknolojinin ortaya çıkışı ve yayılışıyla
ilgili ayrıntılı örnek olay çalışm alarına dayanm akta, teknolojik değişmenin gelişim ve
yayılm asını yönlendiren m ekanizm aların karm aşıklığını öne çıkarm aktadır. 1. Bölüm
de tartışılan, varlığıyla teknolojik gelişm eleri karekterize eden, çok öğretici (heurictics)
“teknolojik paradigm alar”, teknolojik değişimenin nispeten düzgün biçimde yo l aldığı
teknolojik “yörüngeleri” (trejectories) belirlediği gibi, aynı zam anda teknolojik ilerlem e
nin bazı bozucu ve sermayenin yaratıcı tahrip özelliklerini de ortaya çıkarm aktadır.
Böyle bir Schum peter’ci çerçevede, değişen paradigm alarla mevcut paradigm a içindeki
"normal” teknolojik ilerleme, sürekli ve süreksiz teknolojik gelişme eğilim leri şeklinde
tanım lanabilir.
Schumpeter için kritik olan son ayrım doğal olarak, yen i teknolojilerin uygulanm a
sından ve daha da genelde (ICT ve biyoteknoloji gibi), “doğurgan” teknolojilerin yavaş
yayılm asından kaynaklanan verim lilik artışlarına ilişkin m akroiktisat verileri olmaması
nedeniyle birçok şüphenin de merkezindedir.
Aşağıda, Solow verim lilik paradoksu diye bilinen olgunun olası açıklam alarını tartı
şacağız. Solow, her yerd e bilgisayar olmasına rağmen, kullanılm asından doğan gerçek
verim lilik artışlarının çok az veya hiç mesabesinde olduğuna işaret etmiştir. Bunun en
iyi açıklam ası, insan kaynakları, örgütsel ve yönetimsel uygulam a alışkanlıkları ve daha
geniş ifadeyle, sosyal, iktisadi ve kurum sal ortamları öne çıkaran çeşitli yayılm a engel
lerinin önemini vurgular.
Analiz de buradan başlam aktadır: Radikal teknik yenilikler sadece üretim alanı için
de büyük bir karm aşa yaratm akla kalmaz, aynı zamanda daha geniş bir alanda sosyal,
kurumsal ve örgütsel sarsıntılar da getirir. Bu da paradoksu bir şekilde çözmektedir: R a
dikal teknolojilerin iktisadi ve sosyal potansiyelleri ancak uzun tarihsel dönemlerde an
laşılabilir ve bu “öğrenme” sürecinde yönetim stratejileriyle birlikte, ulusal ekonomileri
ve girişim lerin başarılarını etkileyecek kurumsal ortam da değişecektir. Böyle bir bakış
açısından, yen i doğurgan teknolojilerin aynı zamanda toplumsal davranış ve kurum lar -
da da temel bazı değişimler gerektirdiği, bu değişiklikler olmaksızın bunların yayılm ası
ve potansiyel verim lilik artışlarının gerçekleşmesinin mümkün olamıyacağı anlaşılır.
Bu noktadaki en güzel örnek, birçok yazarın da üstünde durduğu enformasyon tek
nolojisidir. Bu o kadar yaygın ve yen i özellikler taşım aktadır ki Schum peter’ in ard ar
da gelen "yaratıcı tahrip fırtınaları”nın en son tayfunudur. O ysa küçük yenilikler, ya p ı
sal değişikliklere yol açacak büyük sorunlar yaratm az; radikal yen i teknoloji sistemleri
böyle büyük sorunlar doğurur. Çünkü bunlar sermaye stokunun yeniden tasarlanm ası
na ve konfigürasyon (m akinelerin yerlerinin değiştirilm esi) değişikliklerine, yen i bir iş
378
gücü profili, yen i yönetim yap ıları ve iş örgütlenmesine, yen i bir sanayi ilişkileri biçimi
ile ulusal ve uluslararası düzeylerde, örneğin, küresel haberleşme ağları veya paralı en
formasyon hizmetleri gibi, yen i bir kurum sal ve yasal düzenleme çerçevesi kurulm asına
yol açar; bu da listenin tamamı değildir.
Bu dönüşümün çok derin olduğu genellikle kabul edilmiştir. T he E lco n o m isf in ifade
ettiği gibi “Fabrika hiç yokm uş gibi yeniden icat edilmektedir. Geleneksel üretim hatla
rı, "her şeyi ya p an ” esnek makinelere y e r açm ak için sökülüp atılıyor ...insanların üze
rine kaynadığı —otomobil üreticisi hanedanların ilk ortaya çıkışından beri her yerde
imalatın temel özelliği olan- uzun, dar üretim hatları, bilgisayarların çalıştırdığı, çok
parmaklı robotlarla iş gören, çok amaçlı m akina demetlerinin yığıld ığı üretim hücrele
riyle y e r değiştirmektedir. Sanayinin tüm manzarası değişiyor”.
Aynı benzetmeler “geleceğin ofisi” için de yapılm aktadır. Kişisel bilgisayar, veri ban
kası, elektronik posta, kelime işlemcileri ve diğer pek çok enformasyon işi, hizmet sek
törlerini tanınm ayacak biçimde değişikliğe uğrattığı gibi, bu işlerin çoğu ilk kez serm a
ye yoğun ve bazıları da A&G yoğun hale geliyor (17. Bölüme bkz.). Yeni bir teknoloji
demetinin bu şekilde yaygınlaşm ası, doğal olarak bunun ekonominin diğer sektörlerine
yayılm ası sorununu öne çıkarıyor. Y aygın teknolojilerin başında gelen enformasyon
teknolojisi (IT), bu yap ısal düzenlemenin ana sorunlarından birisidir. Kendi teknoloji
sini en etken biçimde kullanan bilgisayar sanayisinin aksine, bu tamamen yeni teknolo
jiyi az tanıyan birçok im alat ve hizmet sanayileri, bu teknolojiyi kullanm aya kalktığın
da, sayısız güçlüklerin ve “şikayetlerin” olması sürpriz sayılm am alıdır. Çoğu yeterli y ö
netim bilgisi ve gerekli iş becerisinden yoksundur; belirlenmiş bir teknolojik yörünge
üzerinde alışık oldukları küçük iyileştirm eler hiçbir zaman sorun olmazken, geçmişle
tüm bağları koparm ak onlarda büyük sarsıntılar yaratır.
Jo h n Diebold’un 1952 de yazd ığı O tom a tik F abrik anın G elişi ( T he A d v en t o f th e
A u tom a tic F a cto r y ), bu sorunlara ilişkin hayret verici öngörülerle doludur. Diebold,
özellikle tasarım ve bakım konusunda çok büyük m iktarda yen i beceri gerekeceğini
söylüyordu; aynı zam anda “tüm ürünlerin üretiminde olduğu kadar tasarım larında” da
bilgisayarlaşm anın ortaya çıkacağına işaret etmişti. Bütün bunlar “firm aların yapısında,
A&G faaliyeti, tasarım, üretim ve pazarlam a arasında enformasyon akışını kolaylaştıra
cak değişiklikler” yapılm aksızın mümkün olam ayacaktı. Buna karşın, "yönetim yapısın
da da, y a ta y insan ve enformasyon hareketlerini kolaylaştıracak” değişiklikler yapılm a
lıydı. O sırada, sadece bilgisayarın bir donanım, bir makine halinde mevcut olması, an
cak en temel ilk adımların atılmasını sağlamıştı; tüm süreç y ılla r değil onyıllar sonra or
taya çıkacaktır.
379
Gelişmeler, D iebold’u tamamen haklı çıkardı. FM S, CİM , CAD/CAM gibi,
bilgisayarlı otomasyon biçimleri, 1980’lerden itibaren, önemli bir şekilde kendini göster
meye başladı; ancak, kuşkusuz daha katedilecek çok mesafe vardır. Bunlar, hizmet sek
töründeki bilgisayarlaşm aya da, a fo rtio ri, haydi haydi, uygulanabilir. Bu karm aşık y a
yılm a sürecinde, bilgisayar teknolojisiyle (özellikle, yazılım ) iletişim teknolojisini, her
sektörün ve işletmenin özel ihtiyaçlarına göre uyarlam ak gereklidir. Tüm enformasyon
sistemi yöneticileri ve yazılım danışman firm aları bu dediklerim izi doğrular. Örneğin,
Lockett (1987), çok uluslu büyük bir firmanın enformasyon teknolojileri alanındaki y e
niliklerini inceleyen çalışmasında, kullanıcı ile yapım cı arasındaki yoğun diyalogun, IT
yeniliklerinin uygulam a başarısındaki temel bir koşul olduğuna işaret ediyor; deneysel
bir A&G yaklaşım ı gerekm ektedir.
Bu bulgular, 1960’lar ve 1970’lerde yap ılan ilk yenilik araştırm alarıyla (8. Bölüm) da
tutarlıdır: Kullanıcının ihtiyaçlarını anlamak, başarılı bir yeniliğin en önemli koşuludur.
Özellikle enformasyon teknolojilerinde “kullanıcı dostu” olma gereği fevkalade önemli
olmakla birlikte, bir takım özel sorunlar da getirm ektedir. Birincisi, kullanıcının kendi
ihtiyacını kavram laştırm ak ve iyice tanım lam akta büyük güçlükleri olmaktadır. İkinci
si ise yapım cının dışarıdan bu ihtiyacı anlayabilm esi nadiren mümkündür. Uçüncüsü,
teknolojinin kendisi son derece kaypak ve değişkendir. Son olarak da, IT kendisiyle be-
reber yönetim ve/veya üretim sistemlerinde reorganizasyon ihtiyacını da getirm ektedir.
Elektriğin yayılm asına ilişkin tarihi benzeşim (Freeman, 1987; David, 1991), bu ko
nuda, özellikle, birçok şeyi açıklam aktadır. Bu alandaki temel teknolojik yenilikler
1860’larla 1880’ler arasında yapılm ıştı. 1880’ler ve 1890’lar arasında elektrik üretim ve
dağıtım sistemlerinin, ilk kez sürekli tesisiyle (aynı zamanda bununla ilgili bir dizi sos
yal, yasal ve örgütsel yenilik de ortaya çıkmıştı) ağırlık tüm ekonomi yan i hem sanayi
hem de evlerdeki elektrik uygulam alarının yayılm asına kaym ıştı. Bu ilk aşamada, tek
nolojik yeniliklerle makine ve teçhizat iyileştirm eleri hızla artarken, temel sorun firma
ların örgütlenmelerinde, işgücü becerilerinde ve fabrika iç düzenlemelerindeki (lay out)
değişmelerle, mühendis, işçi ve yöneticilerin davranış biçim leriydi. W arren D evine’in
(1983) anlattığı bu değişmeler, aynı şekilde bilgisayarlı otomasyonun yayılm asına da
uygulanabilir (Bkz. 3. Bölüm).
Elektrifikasyonla bilgisayarlaşm a arasında görülen bu benzeşim, çok geniş bir mal
ve hizmet yelpazesini etkileyen herhangi bir teknolojik yeniliğin tüm potansiyelini orta
y a çıkarm ası için gerekli birçok ürün ve üretim sürecinin yeniden tasarlanm ası gerçek
leşinceye kadar, çok uzun bir zaman geçtiğini göstermesi bakımından oldukça ya ra rlı
dır. Perez (1983, 1989), belli bir dönemdeki hâkim teknolojilerin, ister elektrik veya bol,
ucuz çelik olsun, isterse elektronik bilgisayarlar, ucuz entegre devreler veya ucuz evren
380
sel haberleşme olsun, yen i teknik ve ekonomik avantajları yakalam ak için, bunlar ger
çek bir tüm leşik ağ haline gelinceye kadar birlikte geliştiklerine işaret etmektedir. Tek-
noekonomik paradigm a kristalleşip geliştikçe, birbirine bağlı avantajlar giderek daha
belirginleşir ve yen i sistemin mantığı iyice açığa çıkar. Yeni teknolojik ve örgütsel yen i
likler akımı temel sorunların ve dar boğazların çözümüne yardım eder. Fakat, ilk aşa
malarda yen i teçhizatı alm ak büyük riskler ve güçlükler doğurur; çünkü henüz bütün
sel bir sistem ortada yoktur, yeniliğin benimsenmesi için birçok deneme yanılm a ile y a
parak ve kullanarak öğrenme sürecinin yaşanm ası gerekecektir.
Bütün bu bilgiler, yen i teknolojinin uzağında kalmış sektörlerde ani bir verim lilik ar
tışı beklemenin m antıklı olm ayacağını anlam ına geliyor. Verim lilik artışları, ancak çok
uzun bir alışm a süreci sonunda, yen i ihtiyaçlara uygun özel teçhizat, yeni beceriler, y e
ni yönetim yap ıları ve davranışları ortaya çıktıktan sonra beklenebilir. Burada, sektör
ler arası yayılm a sürecine, yap arak ve etkileşerek öğrenmeye (Lundvall, 1988a) ve ta
mamen yen i bir teknoloji sisteminin potansiyel verim lilik kazançlarıyla bunun gerçek
leşmesi arasında geçen sürelere dikkat edilmesi gerekm ektedir.
Bir nokta çok açıktır. Potansiyel verim lilik kazançlarının gerçeğe dönüşmesi için sa
dece fizik yatırım lara odaklanm ak yeterli olm ayacaktır. 12. Bölüm’de gördüğümüz, çe
şitli ülkeler arasındaki eşit olmayan, yavaş yayılm a süreçlerinin sebebi, kritik "öğrenme”
ve diğer uyarlam a gecikm eleri olmalıdır.
Yeni ve eski büyüme teorilerini gözden geçirirken, Nelson (1996), yen i büyüme te
orisindeki fikirlerin çoğunun, aslında, Abramovitz ve diğer iktisat tarihçileri tarafından,
1952 yılın d a ve hatta daha erken tarihlerde ileri sürülmüş olduğunu ortaya koydu ve şu
soruyu sordu: "iktisadi büyüme uzmanları, niçin bu yaklaşım ları, resmi büyüme teori
lerine alm akta bu kadar geciktiler? Bunu yaparken yan i bu genel anlayışı formel teori
lere sokunca ne kazand ılar?”
Bu soruları cevaplandırırken, Nelson "değerlendirici teori kurm a” (appreciative the
orising) dediği bir sürecin, formal büyüme modellemesinden tamamen bağımsız gelişti
ğini ve formel yaklaşım ın bu teoriyi yakalam akta geç kaldığı gibi, yardım da etmediği
ni iddia ediyor. Bizim kendi çalışmalarım ız da onu doğrulam aktadır: iktisadi araştırm a
lar, ancak, değerlendirici ve formel teorilerin yapım cıları iyi bir şekilde etkileşirlerse, en
iyi sonuçları verir; yen i büyüme teorileri böyle bir olumlu etkileşimle çok daha iyi ola
naklar sunabilir.
381
Notlar
1 Bir çok y a z a r bu çerçevede, “koşullu yakınsam a" kavram ına atıf yap m aktadırlar. Bkz. Barro (1991) ve M an kiw e t
al. (1992) M addison (1995) bu analizini diğer gelişen ülkelere de yay a ra k , ortaya çıkacak yakınsam anın koşullarına
daha açık bir şekilde odaklanm ıştır.
2 D iğer araştırıcılar arasında Abramovitz (1979, 1986), Baumol (1986), D owrick ve N guyen (1989) vardır.
3 V eriler V erpagen’den (1994) alınm ış olup, büyüm e oranlarının hesabındaki ayrın tılar için bu m akaleye bkz.
6 Böylece, Grossman ve Helpmann (1990) ile b aşlayarak birçok ya z ar “y a ra tıc ı tahrip ” Özellikleri yaşad ığ ı için
“Schum peterian” denilen türde büyüm e m odellerine yöneldiler. Genel bilgi için bkz. Aghion ve H owitt (1994).
7 A&G sonuçlarının “saçılm asına” (spillovers) ilişkin bazı ekonom etrik çalışm alar için bkz. Griliches (1980).
382
14. Bölüm
383
Bu bölüm, diğer birçok şey arasında, Dosi e t al., (1990) analizinde sunulan eski ve
çok da yen i olmayan ticaret teorilerinin kısa bir açıklam ası ve değerlendirilm esi ile baş
lıyor. Burada çok yaygın stratejik ticaret politikası düşüncesi ve onun çok çeşitli uygu
lam aları gösterilecektir. Sonraki kesimde bu politikaların ulusal temelleri sorgulanacak
tır. Stratejik ulusal politika tartışm aları giderek, çok uluslu firm aların hareket ettiği ve
bu politika müdahalelerinden en çok yararlan d ığı uluslararası düzeyde azalıyor. Birçok
yazarın, en çok da O stry’nin (1995) vurguladığı çelişkili bir durum yan i ulusal stratejik
ticaret ve teknoloji politikası kapsamının, bu tür ulusal politikaların uygulam a im kânla
rının ve etkinliklerinin giderek azalması karşısında daralm ası, uluslararası ticaret teoris-
yenleri ve ulusal politika yapım cıları tarafından kabul görmeye başlamıştır.
Bir zamanlar uluslararası ticaret teorisyenleri birbirlerine, herkesin iyi yaşadığı, her
şeyin en uygun birleşimde talep edildiği, üretildiği ve ticaretinin yapıldığı bir cennetten
bahsederlerdi.1 Sonra bir melek gelerek herkesin alnına, diyelim, ulusal bir bayrak, ay
rı bir renk y a da işaret koydu; sadece bu rengi taşıyan bir toprakta kendi serm ayeleri ile
üretip ticaret yapm alarına müsaade etti. İşte, bu insanların dünyanın çeşitli yerlerine
dağılarak birbirinden ayrılm alarına, çok büyük etkinlik farkları yaratarak dünyanın
toplam refahında büyük bir kayba yo l açtı. Bu talihsiz olaydan beri uluslararası ticaret
teorisyenleri —tanıma göre, ulusal bir refah bakış açısından ziyade dünya bütününe ba
kan iktisatçılar—tekrar bu cennete dönmeye çalışm aktadırlar.
Analizin klasik iktisatçılara kadar giden bir boyutuna göre, her ülke, genelde, etken
liği ne kadar kötü de olsa, nispi etkinliğinin en çok olduğu belli m allar sektörlerde uz
m anlaşırsa ticaret yo lu yla refahını artırabilir. Bu refah kazancı, az veya çok, işbölümü
ilkelerinin dış ticarete uygulanm asıyla doğuyor. Bu analizin neo-klasik uzantısı olarak,
bir ülkenin karşılaştırm alı üstünlüğünü açıklayan daha biçimsel “faktör yapılan m ası” (=
factor endowment) kavram ıdır; kavram, faktör fiyatlarının eşitlenmesi, gelir dağılım ı ve
büyüme arasında bir takım kritik bağlar kurm aktadır. Y ukarıdaki benzetmemize göre,
ticaret teorisi, Tanrı’mn görünmez eliyle gerçekleşen serbest ticaretin, meleğin verdiği
cezayı tersine çevirip, faktör yapılarındaki ulusal farklara rağmen, cennetin yeniden
dünya yüzünde nasıl kurulacağını göstermektedir.
U luslararası ticaret, kuşkusuz savaş sonrası dönemde kalkınmanın en büyük loko
motiflerinden biridir. Ticaretin sürekli serbestleştirilm esiyle dünya ticaret akımları,
1950-1975 arası %500’den fazla artarken, aynı sürede dünya geliri %200 artmıştır. Y i
ne de, GATT (şimdi W T O )1 gibi kurum lar, im alat sanayinin giderek daha çok alanın
da egemen olan, istikrarlı, liberal ve ayrım sız (= non discrim inatory) bir ticaret sistemi
geliştirmesine rağmen, dış ticaret teorisyenleri bu ticaretin temelinde yatan teoriyi sor
gulam aya başlamışlardır.
i GATT, G en era l A g r e e m e n t o n T ariffs a n d T rade, savaştan sonra dünya ticaretini düzenlem ek için, C enevre’de ku rul
muş bir Birleşm iş M illetler örgütüdür; yerin i 1995 de W TO , W orld T ra d e O rga n iz a tion , almıştır.
384
Önce ticaret verilerini inceleyen analistler, birçok ticaret hareketinin, artan sayılar
da, bu “sap’ ticaret teorisine uym adığını fark ettiler. Bu bulgulara "paradoks" (daha öze
linde Leontieff Paradoksu) denmesi uygun bulundu. İşte bu paradoks, aksak rekabet
olgusunun geçerli olduğu bir dünyada, saf dış ticaret teorisinin sınırlam aları olduğunu
kanıtlıyordu. M evcut dış ticaret teorisi çerçevesindeki bu rahatsızlık, birçok ticaret ana
lizi için standart bir başlangıç oluşturmuştur. Örneğin, 30 y ıl önce Bhagwati, meseleyi
şöyle ortaya koymuştu:
Gerçek olgular...üretim ve tüketim de yen i teknolojilerin gelişmesinin, esasında aksak rekabet olgu
sunu ilgilendirm esi, Chamberlain ve Jo a n Robinson'un çalışm alarına rağmen, bugün hâlâ, ciddi bir
genel denge teorisine sahip olamamamız...nedeniyle güçlü bir teorik sistem kuruluncaya kadar...ge
leneksel analiz çerçevesinde herhangi bir gedik açm a umudunu yo k etmektedir.
385
Yine benzetmemize dönersek, büyük devletlerin belli bir bölgesinde yoğunlaşan bel
li faaliyetler —Krugman’ın hoşuna giden örnekle Pennsylvania’da mantar üretimi—top
lamı, ister Jap o n ya’da otomobil üretimi, ister İtalya’da fayans üretimi olsun, tüm k ay
nakları bir araya getirerek, D ünya “cenneti” yaratacaktır. Yine de buraya ulaşm ak için
“serbest ticaret” esas olm akla birlikte, bu kez tüketiciler (ölçek ekonomileri ve ürün
farklılaştırılm ası gibi) ticarette “aksak rekabetin" avantajlarından yararlanacaklardır.
Bu yaklaşım altında, belli bir faaliyet dizisi toplamının bir bölge veya ülkeye sağladığı
avantajlar, dünyadaki ölçek ekonomilerinden en etkin biçimde yararlanılm asıyla dün
yadaki her tüketiciye sağlanan avantajlarla karşılaştırılırsa, çok önemli sayılm ayacaktır.
Tamamen farklı bir varsayım dan yo la çıksa da "yeni” ticaret teorisi, aynı zamanda
temel ticaret teoremlerine göre, kimisi “y e n i”, kimisi ters, kimisi benzer, bol m iktarda
teorik sonuçlara ulaşm aktadır. Geleneksel ticaret bakış açısından en çarpıcı çelişkiler
den birisi, kuşkusuz Brander ve Spencer’in (1983, 1985) gösterdiği gibi, serbest ticaret
bazı piyasa yap ıları örneğinde maksimum bir refah kazancı yaratm am akta, fakat ger
çekten "stratejik” bir ticaret politikası gerektirm ekte, böyle bir politikayı haklı kılm ak
tadır. Dixit, Krugman’ın stratejik ticaret politikası hakkındaki kitabına katkıda bulu
nurken şunları söylüyor:
Son araştırm alar, birkaç y ıl önce iktisatçıların geleneksel serbest ticaret m antığına ters düşen, çok
dile getirilm iş popüler görüşleri destekler niteliktedir. Şimdi, ithalatı kısıtlayan ve ihracatı teşvik
eden M erkantilist argüm anlar, “k âr dağılım ı” gerekçesiyle doğru bulunm aktadır. D evletlerin, öğ
renmelerine kadar sanayilerine verdikleri başlangıç ivmesiyle doğan sürekli avantajlarını, birbiri ar
dından diğer devletlere kaptırm a korkusunun haklılığı, artık kusursuz resmi modellerin sonuçların
dan da ortaya çıkıyor. Birinin kendi hükümetini, başka hükümetlerin izlediği saldırgan politikaları
izlemediği için suçlaması, uzun bir süredir tutarsızlık (non sequitur) sayılm ıyor.
(D ixit, 1986)
Stratejik ticaret politikası etrafındaki tartışm alar, politikacı ve işadam larının çoktan
dır birçok sektörde karşılaştığı sanayi gerçeklerini gün ışığına çıkarıyor. Özellikle, tek
nik ilerleme ve dış ticarete ilişkin analizler, daha uygun sanayi, teknoloji ve dış ticaret
politikalarının tasarlanacağı teorik bir çerçevenin ortaya çıkm asına yo l açacaktır. Te
kelci rantlar, kâr paylaşım ı ve stratejik ticaret manipülasyonları, özellikle ileri teknolo
ji sanayileri için önem kazanm aktadır. Bunun ötesinde, bu yeni teorilerin Amerikan
akadem ik çevrelerinde ortaya çıkması, ABD ’nin Jap o n ticaret ve teknolojisinin meydan
okumasından giderek korkm aya başladığı bir zamana denk düşmektedir.
Böylece stratejik ticaret kavramının belirmesiyle, teknolojik değişime ilişkin bazı di
namik nitelikler, özellikle bunun birikimli biçimde gelişmesiyle öne çıkıyor. Dosi e t al. ’m
(1990) gözden geçirdiği “ye n i” ticaret teorileri ve alternatif Shumpeter’ci ticaret teorile
386
riyle karşılaştırılırsa, bu kavram artan getiriler dinamiğine, özellikle üretim teknolojileri
ve yenilikler açısından çok büyük önem atfeder. Yine baştaki benzetmemize dönersek,
teknolojik gelişme ve büyüme bir şekilde geri dönülmez süreçlerdir yan i “cennet"e geri
dönmek mümkün değildir; bekaret gibi bir kez ve ebediyen kaybedilir. Tarihsel kalkın
ma süreçlerinde, optimaliteyle ilgili özel bir vurgu yoktur. Teknolojik değişimin dinamik
niteliklerine sıkı sıkıya bağlı olan, öğrenme ve buna ilişkin (negatif ve pozitif) etkileşim
ler, bu açıdan ülkelerin bir şekilde bağlandığı (bazıları iyi, bazıları kötü) uzmanlaşma
türlerinin ve çok değişik kalkınm a yollarının sebebini açıklayan temel unsurlardır.
Birçok kuruluş ye ri teorisinin vurguladığı gibi, kalkınm a süreçlerindeki böyle çok
çeşitli “bir yo la y a da geçmişine bağlanm anın” (=path-dependent) sebebleri arasında,
sanayileşme yerlerinin önceden seçilmiş olması ve A rthur’un (1988a) deyim iyle diğer
m ekanlarda “rekabetçi dışlanm a” (=competitive exclusion) uygulam asıyla, eldeki eko
nomilerin bir yerde toplulaşmasından hâlâ bir gelir elde edilebilmesidir. En güzel ör
neklerden birisi, 2. Bölüm’de sözünü ettiğimiz, İngiliz pamuklu sanayisidir. Başka bir
deyişle, bir bölge veya ülke, ister mantar üretiminde isterse silikon yongada uzmanlaş
sın, dinamik bir teknoloji açısından fark etmez. Henüz “y e n i” ticaret teorisiyle ilgilenen
az sayıda yazar, bu dinamik özellikleri kendi ticaret m odelleriyle3 ve politika sonuçla
rıyla tam olarak bütünleştirebilmiş değillerdir.
Peki, bu son dünya görüşünde ulaşılacak “normatif” bir dünya cenneti yo k mu? Bü
tün bunları bir araya toplayan genel bir ilke olarak, bu soruya ancak “h ayır” denebilir.
Herhangi bir dinamik ve daha evrimci bir analizin normatif karşıtlığı, tarihin, kuram la
rın, müdahalelerin ve özellikle çok uluslu firma yatırım larının hayati rolünü öne çıkar
mak yan i uluslararası iktisadi ortamdaki tüm kişisel ve kollektif kararların oluşturduğu
o karm aşık sistemi incelemektir.
ikinci tür analizin daha da ilerisi, statik bölüşüm etkenliğiyle dinamik büyüme etken
liğini hedefleyen politikalar arasındaki muhtemel dengeyi (=trade off) öne çıkaran üçün
cü yaklaşım dır. Bir kez artan getiriler kavramı benimsenince, statik bölüşüm etkenliğinde
ve aynı zamanda gerekli dinamik etkenlik kriterlerini de zorunlu olarak garantileyen me
kanizmada bir şey olmadığı anlaşılıyor. Dosi e t al., (1990) bunu şöyle açıklıyor:
Statik, neoklasik ‘‘s a r ’ ticaret dünyasında karşılaştırm alı üstünlükler teoremi en saf halinde şöyle
çalışacaktır: Ticaret olmazsa, taraflar üretim ve tüketiminde uzm anlaştıkları malların dışındaki m al
ları da üreteceklerdir. Aynı şey “y e n i” ticaret teorisine yap ılan ilk katkıların statik yorum ları için de
söylenebilir; statik bölüşüm etkenliği, geleneksel ticaret kazançları örneğindeki gerçek anlam ıyla,
tipik biçimde “herkes için değişmez ve hep ayn ı k alır” niteliktedir. O ysa, bazı stratejik ürünler ve
sanayilere ilişkin dinamik ölçek ekonomileri, bir kez ortaya çıktığında, tersine, statik ve dinamik et
kenlikler arasında kayda değer ye n i bir denge kurulm ası olasılığıyla karşılaşırlar.
387
Bu durum, yen i ticaret teorisi, tutarlı ve formel şekilde politikacıların dikkatine su
nulmadan önce de birçok yazar tarafından (örneğin, Cheneıy, 1950) dile getirilmişti.
Gerçekten de, farklı m allar veya sektörler "dinamik stratejik potansiyelleri” bakımın
dan, örneğin ölçek ekonomileri, teknik ilerleme, yap arak öğrenme vb., önemli farklılık
lar gösteriyorsa, statik karşılaştırm alı üstünlükler cinsinden hesaplanan etkenlik kriter
leri ancak uzun dönemde teknolojik ilerlemenin gerilemenin verimli veya kısır döngü
sünü yaratabilecektir.4
388
dellerinde olduğu gibi, yeniliği izleyen yayılm ayla ilgili dinamik bir süreç değildir. Yeni
faktör yapısı yaklaşım ı “bilgi” farklarının getirdiği dinamik sonuçlan ihmal ettiği için de
statik sayılır.
Teknolojik boşluk ve ürün devreleri yaklaşım ları, yenilikle ilgili bazı nitelikler taşısa
bile, örneğin tekelci avantajı gibi, yine de yen ilik sürecini tam olarak ele alm aktan uzak
tır. Teknoloji boşluğu modellerinde, yeniliklerden kısa dönemde yararlanm ak ve tekel
ci bir güç kazanm ak mümkün olur fakat bunların dinamik sonuçlarına değinilmez. An
cak “yen i Schum peterci” yaklaşım da Dosi e t ah, (1990), firmanın yenilikten doğan bi
rikim li kazançlarım gözlemlemişlerdir: Firm aların özel niteliklerine ve kısmen de diğer
firmaları, bu kazançlardan uzaklaştırm a yeteneklerine bağlı olan firmaya, sektöre ve ül
keye özgü teknolojik avantajlar zam anla birikerek, verimli veya kısır kalkınm a döngü
lerine neden olurlar. Yine, I. Kısım’da zikredilen, İngiliz pamuklu sanayisi ile Alman
plastik sanayisi, bu durumu tarihsel olarak çok açık biçimde gösterir. Teknoloji, özel,
yerel ve genelde kapalı (=tacit) ve sadece kısmen yararlanılab ilir bilgi anlam ındaki ni
telikleriyle yeniliğin, zaman içinde belli bir coğrafyada yoğunlaşm asını açıklayabilir.
Teknolojik açığın zamanla kendini sürdürür hale gelmesi, örneğin geleneksel Solow bü
yüm e modelinde görülen (bkz. Fagerberg, 1994), yeniliğin gelişen ülkelerden az geliş
mişlere yayılarak , sonucunda teknolojik avantajları törpülemesine dayalı yakınsam a sü
reciyle açıkça çelişir. Dosi e t al., (1990) bu sonucu zaman içinde teknolojik avantajları
ve ülkelerin teknolojik uç sınırları "yakalam a” fırsatlarını artıran faktörler arasındaki
dengelere bağlı olarak, ıraksam a ve yakınsam a terim leriyle değerlendiriyor. Teknolojik
sınır, taklit ve teknoloji transferi yo lu yla yeniliklerin yayılm asını da kapsam aktadır.
"Yeni” ticaret teorisi içsel teknolojik ilerlem eyi, neo-klasik ticaret modellerine soka
rak, çok kez aynı sonuçları öngörmektedir. Örneğin Krugman’da (1986, 1989, 1990),
yap arak öğrenme, zamanla bilgi birikimine yo l açıp, ülkeleri belli bir uzmanlık ve bü
yüm e çizgisine bağlam aktadır. Bu yaklaşım da teknoloji kısmen, yen ilik yap an firm ala
rın yararlandığı bir plan proje seti veya icatlar olarak kavram laştırılm ıştır; ancak tekno
loji, aynı zamanda kollektif bilgi havuzuna da bir şeyler katm aktadır. Ü lkeler arasında
bilgi saçılmasının (= spillovers) oynadığı rol ile yeniliğin kamu malı olma niteliği b irlik
te vurgulanır. Y eniliğin bu şekilde kavram laştırılm ası, onu teknolojik değişmenin biri
kimli niteliğini öne çıkaran Yeni Schumpeterci yaklaşım dan ayırm aktadır.
Ticaret ve teknolojiye bu farklı yaklaşım lar yen ilik sürecinin çeşitli yönlerini vurgu
larken, bunlar arasındaki gerçek görgül farklar o kadar açık değildir. Kısmen, hassas
teknoloji göstergelerinin olmamasına bağlı olarak birçok araştırm a, teknoloji ticaret iliş
kisinde diğer yönlere, örneğin yeniliğin fiyat dışı rekabetçiliği etkilemesinin önemine
odaklanıyorlar. Bu görgül çerçevelerden birisi (örneğin, Greenhalgh 1990, Ingiltere
389
için; M agnier ve Toujas-Bernate 1994, bazı OECD ülkeleri için) yeniliği, m alların ka
litesi olarak fiyat ve gelir faktörlerinin yan ı sıra, ihracat talebi modellerine sokmuştur.
Piyasa payının artması sadece fiyat (ya da birim emek m aliyeti) cinsinden rekabet yete
neğine değil, fakat teknoloji veya ürün kalitesiyle yen i ürünler ve pazarlar yaratm aya
bağlıdır. Bu rekabetçilik modellerinin sonuçları, ticaret performansını olumlu etkileyen
fiyat dışı faktörlerin rolünün önemine işaret etmektedir. Greenhalgh (1990), İngiltere
için bu ilişkilerin sektörlere göre önemli ölçüde değiştiğini bulmuştur. Sektörlerin y a rı
sından fazlası kendilerine ait veya başka sektörlerden gelen yeniliklerden, ticaret per
formansları için yararlan ırken bazı önemli yenilikçi sektörler yararlanam am aktadır.
Aynı şekilde, M agnier ve Toujas-Bernate (1994), 5 OECD ülkesi için yeniliğin (A&G
harcam asını yenilik yerin e sayarak) uzun dönemde piyasa payının belirlenmesinde
önemli bir faktör olduğunu "önemli sektörel ve ulusal eşitsizlikler” ile birlikte, sektör
düzeyindeki ilişkilerin de önem kazandığını bulm uşlardır. Amable ve Verspagen (1995)
ise, patentleri yenilik sayarak ülkelerin ve sektörlerin özelliklerini de göz önüne alıp ay
nı sonuçları doğruladılar. Amendola e t al., (1993), uluslararası rekabetçiliğin, ülke dü
zeyindeki dinamik belirleyicileri (=determinants) modeliyle yen ilik farklarının, yine
uzun dönemde ticaret performansındaki farklara yo l açtığını doğruladılar. Sonuç ola
rak, önemli sayıda bir literatürün, uzun dönemde ülkelerin uluslararası rekabetçiliği
için teknolojik avantaj yaratm a hızlarının önemini vurguladığı görülm ektedir (Bkz.
W akelin, 1997).
Bu bölümün gelecek kesiminde, kısa da olsa “stratejik” ticaret ve teknoloji politika
larının bazı uluslararası sonuçlarını tartışacağız. Aşağıda görüleceği gibi, biz hem daha
uyumlu ve tutarlı bir ulusal sanayi, teknoloji, rekabet ve ticaret politikaları seti hem de
bu politikaların ötesinde, uluslararası kurallara dayalı bir sistem için gereken türden bir
politika tasarımının önemini ileri süreceğiz.
Bu perspektiften bakıldığında, böyle stratejik "yerli” sanayi politikalarının görüntü
süyle bunların teorik temelleri arasındaki önemli paradoks fark edilebilir. Çünkü "yer
li” firmaların, stratejik ittifaklar ve uluslararası ölçekte "stratejik” bilim ve teknoloji gir
dileri sağlam a yo luyla (=sourcing), giderek küresel ve çok uluslu hale geldikleri bir za
manda, bu firm alar stratejik ticaret politikalarının yaygın uygulam alarını izleyen bazı ti
caret sürtüşmelerinin hem kurbanı hem de yararlan an tarafıdır.
Y ukarıdaki cümlelerde stratejik sıfatını farklı anlam larda değil aynı anlam da tekrar
ladık. C>ysa, stratejik sanayilerle ilgili olarak, bunun çeşitli kavramsal tanım larından ba
zılarını tartışm ak faydalı olabilir.
390
14. 3 Stratejik Sanayiler ve Politikalar: Bir Açıklama Girişimi
Analitik açıdan “stratejik” tanımı üç ayrı bağlam da ele alınabilir: Teknoloji, ticaret
ve sanayi.
İlki, muhtemelen en dar anlam daki strateji tanımıdır; terimin askeri kullanımı ile
benzeşir: Uzun dönemli am açlar için fazladan bir destek m aliyeti ödemeye değen stra
tejik bir çıkar bulunmaktadır. Bu açıdan, bazı stratejik ürün veya teknolojilere ulaşmak
"stratejik” bir avantaj sağlayacaktır. Askeri anlam daki bu strateji kavramı, muhtemelen
uzun bir süre Doğu Avrupa ülkelerine “stratejik” ileri teknoloji ürünlerinin ihracının
engellenmesinde açıkça görülmüştür. Burada iki amaç vardır: Askeri —ki burada tartış
mamız gereksiz—ve belli ileri teknoloji ürünlerinin, hem sermaye hem de nihai tüketici
m alları olarak temel işlevleriyle yakından ilişkili iktisadi nedenler.
Yine de, belli ülkelerde toplanmış olan petrol gibi, bazı kıt doğal kaynaklarla karşı
laştırılırsa, niçin bazı ileri teknoloji ürünlerinin bu kategoriye girdiğini anlam ak güçtür.
Bilindiği gibi, ileri teknoloji ürünleri yeni icat ve yeniliklerle sürekli bir “yaratıcı tahrip”
sürecine tabidirler. Bırakınız ülkeleri, bu bilgileri, bir firmanın içinde saklam ak bile çok
güçtür; ayrıca yeni bilimsel ve teknolojik buluşlarla teknolojinin uluslararası yayılm ası
bu ileri teknoloji ürünlerini hızla eskitmektedir. Eğer “stratejik” bir yetenek geliştirm e
nin m aliyeti düşünülürse, örneğin mikroelektronik teknolojiler gibi, önde gelen firm ala
rın bu alandaki performanslarını sürekli geliştirebilm eleri için stratejik destek politika
larının maliyeti çok yüksek ve m uhakkak risklidir. Güney Kore’nin kısa bir zamanda
VLSI çiplerini üretecek kapasiteye ulaşması, kuşkusuz "teknolojik sıçram a” için bir ba
şarı örneği olm akla birlikte, bunun nedeni, fayda/maliyet hesapları yapılm ış dikkatli bir
“stratejik” politikadan çok, girişimim, özellikle kurum sal ortama “uym ası” ve şansın y a r
dım etmesidir. Böylece, Sam sung ve Gold S tar’m wafer-tem elli IC üretiminde, eğer
Amerika, Jap o n firmalarım aşırı fiyat kırm a davaları ve güm rük tarifesiyle ilgili önlem
lerle fiyatlarını yükseltm eye zorlamadan birkaç y ıl önce başlamış olmasaydı, bu firma
lar yatırım larının m eyvelerini çok çabuk toplayam azlardı. Kore’nin büyük firmalarının,
ch a eb o ls , hisse sahiplerinin hesap işlerine fazla sokulm am asıyla büyük kaynakları bu
işe akıtabilm elerini sağlayan “finansal sabırları”, Kore’nin, ABD ile hem ticaret hem de
mühendis ve bilimci yetiştirm e alanlarındaki çok yakın bağları, bu ülkenin "stratejik”
sıçram a hikâyesindeki olağanüstü kritik faktörlerdir (bkz. 7. Bölüm).
Y ukarıdaki örneğin iyi bir şekilde gösterdiği gibi, yüksek teknolojiyle ilgili “strate
jik ” argüman, önce bu alandaki teknik ilerlemenin birikim e yo l açan, öğretici ve dina
mik artan getiriler özelliklerine dayanır. Birçok teknoloji için de stratejik politika argü
manı, gelecek teknolojilerin başarısı için, ekonominin diğer sektörlerindeki teknolojile
rin etken kullanılm ası ve başarıyla transfer edilmesini sağlayan daha geniş, ulusal bir
391
teknolojik kapasiteyle etkileşim kurabilm ektir. Burada, stratejik başlığındaki ileri tek
noloji ürünleri yan i elektronik malzeme “yaygın lıklarından ” ötürü, sanıldığından daha
da önemlidir; çünkü bunlar, birçok sermaye ve tüketim malı için temel “hammadde” ve
y a teknolojik ara m allar olabildiği gibi, çok güçlü birikim sağlayan artan getirili nitelik
leriyle bu tür teknolojilerin geliştirilm esinde rol oynarlar. Ulusal ve uluslar üstü (=
supra- national) teknoloji politikaları bu ürünler üzerinde çok fazla durm aktadır. Buna
örnek olarak, VLSI geliştirm ek için A BD ’de S em a tech ve A vrupa’da J e s s i destek prog
ram ları gösterilebilir. “Stratejik” terimi aynı zamanda yaygın lık kriterine pek uym ayan
bazı yüksek teknoloji alanlarındaki destek politikalarına gerekçe olmak için de kullanı
lır: N ükleer enerji, Y üksek Çözünümlü TV (HDTV) veya Avrupa U zay Programı gibi.
“Stratejik” kavramının giderek artan ikinci kullanım yeri, aynen Brander ve Spen-
cer’in (1983) m akalelerindeki gibi, yen i ticaret teorisiyle çok yakından ilgili politika ala
nıdır. Buradaki artan getiriler kavram ına dayalı, doğrudan iktisatla ilgili bir argüm an
dır. Böyle olunca, bunlar uluslararası ticarete konu pek çok malın gerçek üretim iyle il
gilidir. Sonucunda, belli bir malın uluslararası üretiminin bazı bölgelerde/ülkelerde yo
ğunlaşm ası veya yoğunlaşam am ası “stratejik” müdahale olanağını doğurm aktadır. Baş
ka deyişle, başlangıçtaki uyarı (= stimulus), başkaları yapm adan bu bölgeler/ülkelerin,
üretimde artan statik getirilere kavuşm asıdır. Buradaki sorun, herkesin bu yo la başvur
masıdır: Böyle olunca “stratejik” politikalar geliştiren hiç kimse, bunlardan yararlan m a
y a yol açacak ölçek ekonomileri ve toplulaşm ayı gerçekleştiremez. Dinamik açıdan tab
lo daha da karm aşıktır. Stratejik ürün veya sektöre bağlı bölgesel veya ulusal dışsallık-
lar büyüm eyi etkileyecek ve dolayısıyla bu stratejik sektörlerdeki destek politikalarını
daha sistem atik bir şekilde haklı çıkaracaktır.
Ülkeden ülkeye çok büyük değişiklikler gösteren ticaret ve sanayi destek politikala
rının bu kategoriye girdiği söylenebilir. Örneğin, Avrupa H avacılık ve U zay Sanayi,
Fransız hızlı treni, TGV (Train Grande Vitesse) gibi. Sanayi politikasının ürün veya
sektör seçimi, çok açıkça bölgenin veya ülkenin karşılaştırm alı veya potansiyel karşılaş
tırm alı üstünlüğü kavram ı yo lu yla belirlenir. Pratikteki başlıca uygulam a sorunu, bu
sektörlerin sınırlarıyla ilgilidir. A rtık kimse demir çelik sektörünü, bir zam anlar y ap ıl
dığı gibi “stratejik” başlığı altında toplamıyor. Açıkçası, hem teoride hem de pratikte, bu
sektörde hâlâ önemli statik ve dinamik ölçek ekonomileri mevcuttur.5 Gerschenkron
(1962) kendisine ait, geç kalan ülkelerin avantajının tesis büyüklüklerinde olduğu şek
lindeki teorisi için, bu sektörü çok iyi bir örnek olarak gösteriyor.
Üçüncü ve muhtemelen en geniş “stratejik” kavramı, bazı sanayi politikalarının var
lık nedeni (= raison d ’etre) olarak kullanılm asıyla doğrudan ilgilidir. Bu, en iyi şekilde
Fransız "küçük ortak” (=filieres, filyal, evlat) kavram ına atıfta bulunularak açıklanabi
392
lir. Ulusal bir perspektiften, bazı sektörlerin malzeme ve bilgi girdi ve çıktılarının temel
deki ileri ve geri beslenmeleri, bunları o ülke için "stratejik” kılm aktadır. Fransız oto
mobil sanayisi buna iyi bir örnektir. H er on Fransızdan birinin Fransız otomotiv
sanayisinde çalıştığı tahmin edilmektedir. Bu çok geniş yorum la, bir sektörün stratejik
olması, onun tüm ekonomiye nüfuz etmiş büyük sayıda dikey bağlantılara sahip olma
sıdır, denebilir. Ancak aşikâr ki "stratejik” teriminin bu "en geniş” yorumu, kolaylıkla
bir savunma tanımına dönüşebilir. Burada yin e "stratejik” terimini, askeri bir kullanım a
benzetmek uygun olacaktır; örneğin, yen i bir hücumun beklendiği veya daha iyi bir sa
vunma yapılacağına karar verildiği bir yerde, hatların gerisine "stratejik” bir çekilme ic
ra edilir. Büyük bir ithalat baskısı altında, örneğin, yerli bir sektörün geçici korunması,
ulusal, stratejik nedenlerle gerekebilir. Bunu yapm anın ek maliyeti, yine dinamik terim
lerle haklı gösterilebilir: Eğer bu sektör kaybedilirse, yeni ortaklıklar geliştirmenin ve
y a bu sektöre yeniden girmenin m aliyeti çok daha yü ksek olacaktır.
Böylece "stratejik” politika lehine çok çeşitli argüm anlar ileri sürülebilir: Temelde
teknolojiden hareket eden (birinci örneğimiz); ticaretten hareket eden (ikinci örneği
miz) y a da sanayiden hareket eden (üçüncü örneğimiz) argüm anlar. Şimdi bu tür poli
tikaların getirdiği bazı sınırlam alara gelelim. Bunları daha çok, hükümetlerin uygulam a
perspektifleri açısından değil, bu tür ulusal politikaların uluslararası gerçek etkenlikle
ri açısından görelim.
i M etinde “dom estic” diye geçiyor am a kullanım ı ulusal terim ini daha öne çıkarıyor.
393
masında ve yakalanm asındaki başlıca neden olduğu söylenebilir. Böylece, geleneksel ti
caret teorisine inanların, gerçek ticaret akım larından bekledikleri gibi, gelir düzeylerinin
birbirine yaklaşm ası, bu yoldan daha da kolaylaştı/ Belki de en kayda değer gelişm eler
den biri, 1990’larda Jap on çok uluslu firmalarının kısmen, aşırı değer kazanmış yen ( J a
pon parası) nedeniyle üretim mekanlarını, dünya çapında yeniden düzenlemeleri (= re-
location) d ir. Japon firmalarının 1994'de, Jap o n ya dışında ürettikleri video kayıt cihaz
ları, toplam üretimin %53 une, renkli TV’ler %78’ine ulaşıyordu.
Bunun başlıca nedeni, gerçekte yabancı yatırım ın sadece üretimle sınırlı kalmayıp,
bakım, mühendislik ve geliştirm e faaliyetlerini de kapsam asıdır. Y erli ve yabancı kulla
nıcıların ihtiyaçları arasında önemli farklar olduğu düşünülürse bu da çok doğaldır. 12.
Bölüm’de görüldüğü gibi, firmanın çıktığı ülkeyle diğer ülkelerdeki zevkler, iktisadi
şartlardan doğan farklar dışında, ülke mevzuatı, standartlar ve satın alm a usullerinin
değişmesi de ek yatırım ları gerekli kılm aktadır. Bu nedenler bir sürü çok ulusluyu, di
ğer ülkelerde, kendi üretici ortağına doğrudan bağlı olsun veya olmasın, araştırm a ve
geliştirme laboratuvarları kurm aya yönlendirm ektedir.8
ikinci D ünya Savaşı’ndan beri bu eğilim hızlanm aktadır.9 Bu sürecin hızlandığı, çok
ulusluların "ana üs” olarak seçtikleri küçük OECD ülkelerinden de anlaşılır (Hollanda,
İsviçre ve Isveç’deki çok uluslu firm aları düşünün). Bu ülkelerde, uluslararası kaynak
lardan sağlanacak bilimsel ve teknolojik girdilere daha çok ve acil ihtiyaç duyuluyor.
Gerçekten de düşünülürse, niçin sadece "ana üs” kalifiye bilim adam ları ve mühendis
lere ihtiyaç duysun da küçük ortaklar duym asın? Her ne kadar, A&G faaliyetlerinin,
firm aların uluslararası diğer birimlerine yayılm ası sınırlı kalm ışsa da, tedrici bir artış
görülmektedir. ABD Ticaret B akanlığı verilerine göre, toplam A&G harcam alarının fir
m alara göre yabancı paylan, 1970’lerden 1980’lere %6’dan 10 civarına yükselm iştir
(Bkz. Freeman ve Hagedoorn, 1992).
Eldeki "resmi" OECD verilerine dayanan Tablo 14.1, bir bütün olarak A B’de
1981’den 1989’a kadar, ye rli ve yabancı firm alar tarafından finanse edilen A&G eğilim
lerine işaret etmektedir. Sayılar, yabancı A&G’nin, firma finansm anıyla gerçekleşen
toplam miktarın % 8.4’ne ulaşm akla birlikte, büyük bir önem taşım adığını göstermekte
dir. Özellikle, Belçika, Hollanda, İsveç ve İsviçre gibi bazı küçük ülkeler dikkate alınır
sa, bu resmi verilerin m iktarları daha düşük gösterdiğine dair nedenler bulunm aktadır.
Tablo 14.1, resmi A&G verilerini Patel ve Pavitt (1991) tarafından toplanan ABD pa
tent verilerine dayalı bazı bilgilerle karşılaştırm aktadır. Tablo, sadece küçük ülkelerin
yabancı sahipli veya onlar tarafından kontrol edilen hisselerinin finanse ettiği bir firma
A&G için, muhtemelen bir düşük tahmin yapm akla kalm ıyor fakat OECD ülkeleri ara
sında, özellikle büyük Avrupa ülkeleri, Jap o n ya ve Am erika artısındaki son derece çe-
394
Tablo 14 .1 Yabancı K ontrollü Y erli Teknolojinin U lusal K ontrollü Yabancı Teknolojiyle
K arşılaştırılm ası (1988 A& G ve 19 8 1-8 6 ABD p atent verilerine dayanılm ıştır)
şitli, uluslararası A&G y e r seçim biçimlerini de gösteriyor. Tablo 14.1 deki patent veri
lerine göre, bazen bu küçük ülkeler (Belçika, Kanada, İsviçre ve biraz daha büyükçe
sayılan İngiltere örneğinde), yabancı çok ulusluların oldukça yoğun A&G faaliyetleriy
le veya yerli çok ulusluların dış dünyadaki (Hollanda, İsveç, ve Ingiltere) güçlü A&G
varlıklarıyla tanım lanabiliyorlar. Bu ülkelerdeki stratejik olan veya olmayan, ulusal tek
noloji destek politikaları uzun zamandır bu tür ulusal desteğin, uluslararası yabancı et
kisiyle karşılaştırıldığında ortaya çıkan, giderek artan bir etkenlik farkıyla karşı karşı
y a kalm aktadırlar. Çeşitli küçük ülkelerin teknoloji destek politikaları arasındaki fark
lar bunu ortaya koym aktadır. Belçika y a da Kanada gibi ülkelerde, politikalar daha çok
fiziki ve beşeri alt yap ıyı iyileştirm ek, yabancı çok ulusluları üretim ve A&G alanında
yatırım a çekmeye odaklanmıştır. H ollanda’da politika, K O B l’lerin kendilerini ye rli çok
uluslu büyük firmaların baskısından “kurtarm a” çabalarına yardım etmeyi am açlam ak
tadır. Bu ülke, yerli A&G desteğine olan talebini AB’nin en üst politika düzeyine kadar
taşımıştır. Bu politika farkları temel bir soruna cevabı yansıtm aktadır: Belli bir ulusla
rarası kaynak aktarım ı ve teknolojilerin sızma (leakage) etkisine karşın, bu ülkeler ni
çin (stratejik) teknoloji destek politikaları yapıyo r ve yöneticiler, yabancı firm aların “iyi
yurttaşlığını” bu açıdan değerlendiriyorlar? Singapur, çok uluslu firmaların, yerel he
deflerle uyumlu A&G ve diğer teknik faaliyetlerini ülkeye çekmek üzere kurulmuş, güç
lü ulusal politikalar için iyi bir örnektir.
Son zam anlarda bu tartışma, küçük ülkelerle veya savaş sonrası dönemde yabancı
A&G laboratuvarları kuran veya bunları ele geçiren ABD ve Avrupalı çok uluslu fir
395
m alarla sınırlı kalm am ıştır.1012. Bölüm’de verilen örnekler bu noktayı aydınlatm akta
dır. Daha da temelde bir “küreselleşm e” trendi, stratejik ittifakları, bilimsel ve teknolo
jik enformasyon ve A&G alt yüklem ediğini de kapsayan, daha geniş bir uluslararası iliş
kiler ağı şeklinde ortaya çıkıyor ve özellikle “triad” dediğimiz firm alar arasında hızla y a
yılıyo r.11 Böyle bir küreselleşme eğilimi, Porter (1990) veya Patel ve Pavitt’in (1991)
yükselen küresel firm aların karşılaştırm alı üstünlüklerinin ancak güçlü bir “ulusal” ül
ke temeli gerektirdiğine dair kanıtlarıyla çatışm am aktadır. Bu kanıtlara paralel, 14.1
kesiminde ortaya konduğu gibi, gerçekten sınır ötesi fırsatları, önce ulusal erdemler ve
özellikler yaratm aktadır. Yine de bu vurgu, stratejik ticaret teorisi ile vurgulandığı gi
bi, savaş sonrası ticaret akım ları ve uluslararası rekabetin niteliği hakkındaki "gerçek
leri” göz önüne sererken, aynı zamanda küreselleşm edeki yen i eğilim leri ve giderek
uluslararası bir olgu haline dönüşen, pazarlam a, dağıtım, A&G ve teknoloji kayn akla
rından yararlanm a şeklinde, bu firm alar arasında kurulan stratejik ittifakların da altını
çizmektedir.
“Küresel” firm alar arasında kurulm uş stratejik ittifaklar ve bunlarla ilgili ağlar
—Chesnais (1992), Hagedoorn (1991) ve M o w eıy (1992) tarafından derinliğine incelen
miştir—stratejik ticaret politikası tartışm aları bağlam ında ortaya çok açık üç sorun çık
maktadır:
Birincisi, bu ittifakların niteliğiyle ilgilidir. Bunlar acaba, bilim ve teknolojinin gide
rek artan karm aşıklığının ve bu kaynaklardan uluslararası yararlanm a ihtiyacının yen i
küresel ağlar ekonomisine getirdiği, az veya çok sürekli yap ılar mı yo ksa geçici nitelik
te, statik ve dinamik ölçek ekonomilerinin hâkim olduğu sektörlerdeki dünya çapında
ki oligopolcü kartellerin ortaya çıkışının ilk adımı olgular mıdır?
Açıkçası, bunu cevabı belli değildir. Stratejik ittifaklarla ilgili literatür, şu veya bu
şekilde teknoloji gereklerinden doğan çok çeşitli firm alar arası işbirliğine işaret ediyor.
Bunlar araştırm ada risk paylaşım ından tutun dış piyasalara giriş şeklindeki işbirlikleri-
dir (Hagedoorn ve Schakenraad, 1992). Günümüzdeki küreselleşme trendleri, ittifak
lar ve ağlar, dünya üretiminden daha büyük pay alm ak için parça üreticileri de dahil ol
mak üzere, görünmez türleri de içeren yatırım lar ve gerekirse birleşmeler yo lu yla diğer
firmaların kapalı bilgilerine ve pazarlarına ulaşm ayı am açlam aktadır. Bu eğilimi, ölçek
ekonomilerinin hâkim olduğu birçok sektördeki giderek artan dünya oligopolleşme eği
liminden ayırt edemeyiz.
Sonuç olarak ilk büyük politika sorunu, eğer küresel bir rekabet gerekiyorsa, bunun
nasıl uygulanacağıdır. Bu tartışm aya girm eksizin şunu açıklayabiliriz:12 Küresel firm a
lar arasında dünya çapındaki kartellerin ortaya çıkışını dengelemek için tasarlanm ış
uluslar üstü (=supranational) biçimde bir uluslararası rekabet politikasının varlığı, doğ-
396
nidan, “yab an cı” tekel fiyatlam asına tabi olm aya karşı bir argüm anla kurulan (ulusal)
stratejik destek politikasının gerekçesini doğrudan zayıflatm aktadır.
ikinci temel politika sorunu, stratejik teknoloji politikaları çerçevesinde, küreselleş
me ve ağlar kurm a tartışm alarıyla gündeme gelen, bu ağların ve uluslararası y e r seçimi
nin yarattığı etkiler ve uyarm alardır. Gerçekten de büyük küresel firmalar, uluslarara
sı piyasalarda rekabet için, kaynak dağılımını ayarlam ak, daha dinamik yen ilikler y a ra t
mak, en iyi üretim tekniklerini hızla yaym ak veya çok farklı ulusal “stratejik” teknoloji
politikalarından kendilerine bir pay çıkarm a ihtiyacıyla mı stratejik ittifaklar ve tekno
loji ağları kurm aktadırlar? Bu perspektiften bakılınca, küresel firm aların "uluslararası”
hale gelmesi veya kendilerini, niçin mümkün olduğu kadar çok ülkede, “iyi vatandaşlar”
olarak takdim etmeye çalışm aları anlaşılıyor: Ulusal stratejik destek politikalarının, y e r
li “ulusal” firm alara sunabildiği temel rekabetçi avantajların önemi giderek artm aktadır
(M o w eıy ve Rosenberg, 1989).
Yine de doğru cevap bu iki eğilimin bileşkesidir. Birçok büyük firmanın amacı kü
resel piyasalarda, o sanayiye özgü ölçek avantajlarından yararlanırken, henüz coğrafi
olarak girilmemiş pazarlardaki tüketiciler ve üretim faktörlerine ulaşm a dengesi içinde
global bir strateji kurm aktır. Çok uluslu büyük firma örgütlenme modeli ve üretim tek
nolojisi, genelde bu çeşitlenmeyi karşılayacak bir esneklik sağlam aktadır. Üretim, pa
zarlam a ve hatta araştırm a birimlerinin merkezi yapıda olmamasına, alt yüklenicilerin
çeşitliliği de eklenince, bu firmaların küreselleşmenin tüm avantajlarıyla birlikte, yerli
hükümetlerin desteklediği bilimsel ve teknolojik bilgilere ulaşmasını da mümkün kılı
yor. Bu firm aların tesislerinin tam yerlerinin tespiti de, büyük ölçüde yerel çevredeki
şartlara bağlıdır. Y er seçimi, yerel emek becerisi, bilgi altyapısı ve hükümet desteğine
ulaşm a gibi faktörlere bağlı kalırken, firma da sadece yerel istihdam ve gelir artışına ne
den olmayıp, uzun dönemde bölgenin gelişmesine, emek gücünün becerisine, eğitilme
sine katkıda bulunup, buradaki küçük firmaların, ana firma teknolojik bilgilerine, bilgi
ağlarına ulaşm alarını da sağlar, işte bu kıt faktörler “dışsallıkları”y a da dışsal ekonomi
leri oluşturmakta, uzun dönemde kalkınm anın artan getiriler özelliklerini yaratm akta ve
bu nedenler de bölgesel/yerel yönetim lerin bu büyük firmaları, belli bir bölgeye veya bir
yere çekmek için niçin teşvikler sağladığını açıklam aktadır.
Çok uluslu firmaların katkısıyla ortaya çıkan yerel avantajlar, bir takım ilgi çekici
politika paradoksu da yaratm aktadır. Ulusal y a da uluslar üstü (örneğin AB) düzeyde
bazı temel endişeler doğmaktadır: Acaba, ulusal “stratejik” destek politikaları, özellikle
teknolojik amaçlı olanlardan, aslında bu “yab an cı” firm alar mı yararlanıyor? Bu firma
ları, ulusal (burada AB dahil) destek program larından dışlam ak gerekecek mi? Yine de,
yerel düzeyde bu firmaların ye rli ve yabancı olduğuna bakılm aksızın —ki belli bir bölge
397
y e göre, firmaların çoğu yabancıdır—bunları çekmek için, hizmet rekabeti sürmektedir.
Bu rekabet, genelde birçok “y e n i” büyüme alanları, “bilim p arkları” veya “teknopolis”
(teknoloji şehirleri) gibi adlarla, temelde dışsallıkları, dinamik büyüme özelliklerini sağ
lamak ve daha sıkı bir iletişim ve etkileşim 13 am acıyla kurulm aktadır.
Giderek çoğalan stratejik ittifaklar (=alliances) ve ağlarla ilgili, özellikle stratejik po
litikayla ilgili tartışm alara bağlı olarak üçüncü politika sorunu, bu ülkelerin ve firm ala
rın dahil olmadığı teknolojilere erişmektir. Y ukarıda görüldüğü gibi, 1980’lerde strate
jik ittifakların sayısında büyük artışlara tanık olunmuştur. Bu daha ziyade, Üçlü (Tri-
ad) dediğimiz, ABD, Jap o n ya ve AB firm aları arasında oluşmuştur. Bu tür teknoloji
anlaşm aları ve ittifakların yüze 90’dan fazlasının bu sisteme ait olduğu tahmin edilmek
tedir (Hagedoorn ve Schakenraad, 1991; Freeman ve Hagedoorn, 1992).
Stratejik ittifaklar ağının bu coğrafi yoğunlaşm ası, bu ağlara giremeyen ülkeler ve
firm aların katılım ıyla ilgili önemli sorunlar doğurm aktadır. U luslararası bir düzenleme
çerçevesinin olmaması, bu teknoloji ağlarının, teknolojiye ve yatırım a ulaşm a konusun
daki eşitsizlikleri artıracağı kuşkusuzdur. Bu tür "dışlanma” ihtimali, öğrenmenin ve ar
tan getiriler sürecinin bir niteliğidir. Acil olarak gelişen ülkeler açısından, teknolojik ağ
lara erişmeyi, karşılıklı biçimde sağlayan, kapsam lı uluslararası ilkelerin saptanması ge
reği ortaya çıkm ıştır.14
14. 5 Sonuçlar
"Yeni” ticaret teorisi ve onu izleyen “y e n i” büyüme teorisi, iktisadi analize büyük öl
çüde bir gerçekçilik aşılam ıştır:15 Büyük firmalar, aksak rekabet ve ölçek ekonomileri
nin hâkim olduğu ortam larda çalışmakta; tüketiciler farklılaştırılm ış m allar tüketip sü
rekli yen i çeşitler aram akta; ülkeler büyürken, ticaret, azalan getiriler ve “belli” bir fak
tör yap ısı temelinde cereyan etmemekte fakat tarihsel olarak teknolojinin "yarattığı”
avantajlar ve mutlak m aliyetlere dayanarak çoğalan "dışsallıklara” kaym aktadır. Bunu
yaparken de ticaret teorisi, dünya tüketicilerinin serbest ticaretten doğan kazançlarının
önemini tekrar öne çıkarıp aynı zamanda kalkınma, uluslararası rekabetçilik ve tekno
lojik birikim döngüsüne hız kazandırm ak için devletlerin müdahale imkânını getiren
Pandora’nın kutusunu1 da açm aktadır.
Bir bakım a bu yen i görüşler, çok önceleri birçok iş adamı ve politikacı tarafından da
gündeme getirilm işti: Statik karşılaştırm alı üstünlükler kriterlerine göre açıkça etkin
görünen uluslararası bir uzmanlaşma, uzun dönemde dinamik büyüme potansiyelinde
ki sektörel farklar nedeniyle çalışm ayabilir. Yine d e y e n i "stratejik” politika kıyafetine
girse de bu eski tartışma, gündeme, ulusal politika im kânları arasındaki seçimlerin var-
i Pandora'nın Kutusu, açıldığında bütün kötülüklerin d ü n ya y a ya y ıld ığ ın a dair bir Y unan efsanesi; dibinde sadece ümit
kalıyor.
lığını getiriyor; tabii ki bunun da bir uluslararası fiyatı vardır. Bu fiyat da, eğer harca
m alar gerçekten "stratejik” bir sektöre yap ılırsa en az; yo k —ABD ile Jap o n ya arasında
ki 1986 Y arı İletkenler Anlaşm asında olduğu gibi—karşılıklı fiyat ve ticaret savaşına dö
nüşürse, dünya tüketicileri açısından muhtemelen en yü ksek m aliyettir.
Bu bölümde, stratejik politikaların uluslararası başka bir boyutuna da değinildi:
(ulusal "stratejik” politikaların “y e n i” bulunan teorik mantık temelinde onlar için geliş
tirildiği) y e rli firm aların giderek küresel bir biçimde büyüdüğü ve yabancı firm alarla
"stratejik” ittifaklara giriştiği gerçeği ki muhtemelen, bu da stratejik yabancı politikala
rın bir sonucudur. Artan küreselleşme eğilimi, bir dizi önemli politika sorunu çıkarıyor;
bunlar sadece, hangi politikanın, hangi düzeyde uygulanacağıyla sınırlı değildir. A çık
çası, bu küresel ağın içindeki çokuluslular, her yerd eki bu ulusal politikaların anlamını,
giderek daha çok sorguluyorlar. Birçok örnekte, bu firm alar ye rli firm alar kadar iyi “va
tandaş” olabilmeli, başka durum larda da olmamalı. İmkânsız değilse bile, hükümetler
için bir sınır çizebilmek çok güçtür: Sonuç “yab an cı” sahipliğindeki firm aların y a tam a
men dışlanması y a da benimsenmesi olacaktır.
Şimdi, teknoloji politikası yeniden gelişmiş ülkelerin gündeminde ön sıralara yerleş
ti; politika tasarım cıları, politikalarını, geleneksel olarak odakladıkları aktörler tarafın
dan hayal kırıklığına uğratılm ış görünüyorlar. Bu aktörler, bizzat büyük A&G yapan
ulusal firm alardır. Belki de, teknoloji politikasının yan lış gittiği y e r burasıdır; politika
nın, önde gelen firmaların ulusal bir prestij için teknolojik beslenmelerine değil de, kü
çük ve orta boy firm aların yerel ağlar oluşturmasına, yüksek öğretime, eğitime, temel
araştırm a alt yapısına, yerel kurum sal yapılaşm aya odaklanmasını sağlam a gereği orta
y a çıkmıştır. Giderek artan biçimde kabul gören “ulusal yen ilik sistem leri” kavramını
içeren, daha geniş anlamda bir teknoloji politikasının önemi, bu analizimizde sorgulan
mıyor, aksine tamamen doğrulanıyor.
399
Notlar
2 Özellikle, A vrupa Topluluğu nun genişlem esine ilişkin tahm inlere, daha sonra da Tek A vrupa Pazarı kurulm asıyla
ilgili tahm inlere bakınız.
4 A ynı zam anda, bkz. Cimoli ve Soete (1992) ve Fagerberg e t al., (1994).
5 Bu, 1950’ler ve 1960larda, hem AB (o zam anlar A vrupa D em ir Çelik Birliği, E SC C ) ve hem de Ja p o n y a ’nın, he
nüz bu kelim e kullanılm adan önce “stratejik” politika m üdahalelerinin m erkezinde, niçin bu sektörlerin yattığını
açıklam aktadır.
6 Bu konudaki literatür taram aları için, özellikle D unning (1988, 1989) ve N aru le ye (1996) bkz.
7 Bundan, örneğin, AB'nin, elektronik gibi ileri teknoloji sektörü m allan ithalatının ve bunların AB içindeki ticareti
ile çok ulusluların kendi aralarındaki ticaretinin kritik önemi ortaya çıkıyor. Bu sonuncusu, AB'nin, bilgisayar,
elektronik tüketim m alları ve elektronik parçalar gibi m allardaki ithalatının % 50’den fazlasını temsil ettiği gibi, bu
sektörlerde, A B ’nin kendi arasın daki toplam ticaretinin de %50'den fazlasıdır. B aşka bir deyişle, ilk bakışta (yaban
cı) çok uluslu firmalar, Tek A vrupa P iyasası’nın ticaret avantajlarından en çok yararlan an lar olm aktadırlar. Bkz.
Grupp ve Soete (1993).
8 ik in ci D ünya Savaşı sonrası ve hatta öncesinde, ITT, GM, A vrupa’daki Ford veya ABD de Kuzey Am erikan Phi
lips; IB M Avrupa, İsviçre dahil; Fransız Pathe’nin Kodak, B elçikalı G evaert’in Agfa tarafından satın alınm ası h atır
lanm alıdır.
9 Bu alanda çok büyük bir literatür m evcuttur. Ö zellikle, Cantvvell (1989); Pearce ve Singh (1991); G ranstrand e t al.,
(1992). A yrıca 12. Bölüme bkz.
10 Bu görüşler, Patel ve Pavitt (1992) ile D uysters ve Hagedoorn (1993) deki görüşlerle ayn ı doğrultudadır.
13 Belli bir yerd e toplanmanın ya ra ttığ ı etkilerin bazı özelliklerine ilişkin ilk tartışm alar için bkz., David, (1984), Art-
hur (1989) ve M urph y e t a l, (1989).
14 Bu mesele, özellikle, O ECD 'nin TEP Raporu diye bilinen (OECD, 1991) eserde vurgulanm ıştır.
15 “Y en i” büyüm e teorileri, iktisat tarihçileri ve Schum peter’gil iktisatçılar tarafından, çok önceden bilinen birçok fik
ri nasıl benimsemişse (bkz. 13. Bölüm), “y e n i” ticaret teorisi de, Reinert (1994) tarafından yetkin bir şeklide tahlil
edildiği gibi, birçok açıdan, “daha esk i” ticaret teorisi geleneğine geri dönmüş bulunuyor. Bu yazar, daha 1613’de.
Antonio S erra’nın, artan getiriler teorisini ve “Schum peterci M erkantilizm ” düşüncesini açıkça ortaya koyduğuna
işaret etm ektedir (Reinert, 1997).
400
15. Bölüm
15. 1 Giriş
• •
nceki bölümlerde gösterildiği gibi “yab an cı” teknolojiler ve bunların ulus-
Ö lararasında yayılm asının önemi, hem Avrupa’nın hem de ABD ’nin on doku
zuncu yüzyıldaki sanayileşm elerinde ve daha da çarpıcı biçimde, Jap o n
y a ’nın yirm inci yü zyıldaki sanayileşmesinde, tarihsel olarak, çok iyi bilinen faktörlerdir.
Bu faktörlerin önemi günümüzde bazen “yen i sanayileşen ülkeler”, bazen de “dinamik
A sya ekonomileri” diye adlandırılan Güney Kore, Tayvan, Singapur ve son zam anlar
da Çin, M alezya, Tayland ve Endonezya’nın hızlı sanayileşm esi ile daha da güçlü bir şe
kilde kanıtlanm aktadır. Bir grup olarak gelişen ülkelerin kalkınm a hızı, 1980’ler ve
1990’larda gelişmiş ülkelere göre çok daha yüksekti. IM F’in de belirttiği gibi, gelişmiş
(OECD) ülkelerinin büyüme hızları, artık, 1950’ler ve 1960’larda olduğunun aksine,
dünya büyüme hızının “motoru” olma vasfını yitirm iştir. Aynı zamanda birçok geliş
mekte olan ülkenin, özellikle Afrika ülkelerinin kalkınm a hızları, nüfus artışlarının ge
risinde kalarak kişi başına refahın azalm asına sebep olmuştur.
Gelişen ülkelerin çoğunun sanayileşirken yaşadıkları, ilk bakışta nispeten basit bir
kalkınm a mekanizmasının tarihsel benzerliğine dayalı bu bir dizi argüm anı pek de hak
lı çıkarm ıyor. 12. Bölüm’deki argüm anları izleyen bu bölüm doğrudan kalkınm a süre
cinin altında yatan teknolojik sorunlara odaklanmıştır. Amacı, teknolojilerin nasıl geli
401
şip yayıldığın ı ve hangi şartlarda teknolojilerin “etkin” biçimde yakalanm a sürecinin or
taya çıktığını görmektir.
iktisat tarihçilerinin başlıca konusu olan teknolojinin uluslararası yayılm ası ve bu-
nun "yakalanm ası” hakkında çok büyük bir literatür mevcuttur (örneğin, Gerchenkron,
1962; Landes, 1969; Hobsbawm, 1968; Rosenberg, 1976). Burada, bu literatürü gözden
geçirmeye niyetimiz yok. Sadece şunu söylemek yeterli olabilir: Ülkelerin teknoloji üre
tim ve kullanım ına ilişkin bu derinlemesine tarihi incelemeler ve önceki bölümde tartış
tığımız, taklit ve "yakalam aya” dayalı son uluslararası ticaret ve büyüme modelleri de,
bir yerde birbiriyle "kavuşuyor” (özellikle bkz., Ames ve Rosenberg, 1963; H abakkuk,
1962; von Tunzelman, 1978). Bu kavuşm alar açık bir şekilde, taklit/ teknoloji yakalam a
sürecinin y e r aldığı tarihi kurumsal çerçeveyi öne çıkarıyor; aynı zamanda tarihi kaza
ları, gelişmenin önündeki, ister temelde ekonomik (doğal kaynak kıtlığı gibi) isterse do
ğası gereği daha siyasi olsun, kısıtların önemini, göçlerin (bkz. Scoville, 1951) ve diğer
"mikrop taşıyıcıların” ve hükümetlerin kritik rolünü (bkz., Yakushiji, 1986; Wade,
1990; Lall, 1995) yukarıdakilere katıyor.
Bu perspektiften, ülkelerin büyüme perform anslarındaki uluslararası farklılıklar,
birçok yol ayrım larına rağmen, belli bir kalkınm a yoluna bağımlı olmanın (path depen-
dent) önemini ve kalkınm anın önceden “seçilm iş” olan bazı sanayileşmiş m ekânlara "ki
litlenme" ihtimalini de ortaya koym aktadır. Bu m ekânlar da, diğer m ekanların bir ara
y a gelmesiyle yaratılacak ekonomilerin rekabetten “dışlanm ası” sonucunu doğurabilir
(Arthur, 1988). Gerçekten de kalkınm a ve sanayileşm eye bağlı artan getiriler, kalkın
ma şartlarını son derece parodoksal hale getiriyor. Yeni serm aye yaratm ak için başlan
gıç sermayesine; yeni bilgileri alabilm ek için daha önceki bilgilere; yen i beceriler elde
etmek için eski becerilere ve tüm sektörlerin bir araya geldiği toplu bir ekonomik kal
kınm a yaratm ak için de belli bir kalkınm a düzeyine sahip olmak gerekm ektedir. Özet
lenirse, sistem dinamiği mantığı, bir anlam da zenginin daha zengin olacağını, geri ka
lanların ise aradaki farkı kapatam ayıp daha da fakirleşecekleri şeklindedir.
Tüm kalkınm a politikaları, bir şekilde bu kısır döngüyü kırm aya yöneliktir. Çoğu,
yatırım ların ve alt yapıların ye ri sorunlarıyla meşgul olup, bilgi ve beceri kısıtlarıyla
doğrudan ilgilendikleri nispeten az görülür. Bu bölümde ele alacağım ız sorun, zamanla
artan veya azalan yoğunluğuyla daim a aşılmaz görünen bu kısıtlardan kurtulm ak ve kı
sır döngüyü kırm ak için bazı fırsatların yaratılıp yaratılam ıyacağıdır. Aşikâr olan, tek
nolojinin uluslararası yayılm asının, azgelişm işliğin teknolojik olarak "çözülemeyeceği”
(= locking out) tartışm asına önemli bir unsur sağlanmış olmasıdır. Bu, aynı zamanda
yu k arıd a uluslararası ticaret incelenirken gözden geçirilen, teknolojinin uluslararası
yaygınlaşm asının daha ileri aşam alarında, karşılaştırm alı üstünlüğün “az gelişm iş” ülke
402
lere kayabileceği şeklindeki bazı yeni teknoloji yaklaşım larındaki temel argüm andır. İt
hal edilen teknolojiler yoluyla, bu ülkeler düşük teknolojili olgun ürünler ve sanayiler
de bazı karşılaştırm alı üstünlükler elde edebilirler. İlk bakışta, bu tür ürünlerin bir gi
riş noktası olarak seçilmesinin sebebi, sadece kalkınm a sürecini başlatmak ve yerleştir
mek gibi görülebilir. Yine de (teknoloji “harm anlam ası” ve diğer kullanıcıların başlattı
ğı teknolojik değişiklikler bir yan a bırakılırsa), olgun ürünler, tam anlam ıyla teknolojik
dinamizmini yitirm iş olduğundan, aynı zamanda düşük ücretli, düşük becerili, düşük
büyüme hızlı bir kalkınm a modeli “tuzağına düşme" riski her zaman mevcut olacaktır.
Teknolojiyi yakalam ak ancak teknolojiyi sadece "kullanm ak” yerine, aksine onu y a ra
tıp, geliştirecek bir kapasiteye ulaşm akla mümkün olabilir. Bunun anlamı da, belli bir
aşam ada yeni ürün ve üretim teknolojilerinin yenilikçileri veya taklitçileri olarak sahne
y e girm ektir. Bu hangi koşullarda mümkün olabilir?
Bu sorunun cevabı, I. Kısım’da iddia edildiği gibi teknolojik değişm eyi bir tahrip sü
reci olarak, gittiği yönde ve yarattığı büyük yapısal değişim ihtiyacıyla birlikte, özel iş
levi içinde çok iyi anlam aktır. Bir şekilde, sürekli ve küresel bir süreç olarak teknolojik
değişim kavram ı, birçok açıdan geleneksel kalkınm ada görülebilen özellikler taşır: gü
cü tek yönde, birikim li olarak artan bir süreç; belli bir kulvarda yarış; yakalam anın sa
dece, nispi bir hız kazanm a meselesi olması. Perez’in (1988) özellikle vurguladığı gibi,
hız, kuşkusuz meselenin bir cephesidir ancak tarih tamamen farklı yönlerde koşarak,
rakiplerin nasıl geçildiğine dair, başarılı örneklerle doludur.
Bu bölümde, teknolojik yakalam anın ve taklidin başarısına ilişkin özel şartlara odak
lanacağız ve bunun için de, günümüzdeki en yaygın ve yayılabilen bir teknoloji setini
örnek olarak kullanacağız: M ikroelektronik (7. Bölüm). Bu da bize, yen i teknolojilerin
uluslararası iktisadi büyüme ve yakalam aya ilişkin bazı yıkıcı özelliklerinin önemini
Bölüm, yayılm a modellerinden elde edilen bazı yöntemsel yaklaşım ların kısa bir
açıklam asıyla başlıyor ve sonra, taklitçilerin alana girişi ve teknolojiyi etkin bir şekilde
yakalam alarının bazı koşullarını genel ifadelerle tartışıyor. Üçüncü kesimde bu analizin
bazı sonuçlarını, uluslararası ticaret ve büyüme teorileri açısından ele alacağız. Son ke
simde bazı politika uygulam aları ele alınacaktır. 12. Bölüm’de tartışıldığı gibi, Doğu As
y a ekonomilerinin konuyla çok yakın ilişkisi olmasına rağmen, tüm analiz boyunca her
hangi bir ülke grubuna özel bir atıfta bulunulm ayacaktır.
403
hâlâ çok kritik sayılan “taklit” ve “fırsatçılık” (= bandwagon) kavramları, iktisadi büyüme
nin yapısal sorunlarını dikkate alan pek çok iktisadi büyüme teorisinin2de merkezindedir;
çünkü uzun dönemde sanayilerin ortaya çıkışı, yükseliş ve düşüşleri, S-şeklindeki yenilik
yayılm a biçimine çok benzemektedir. Freeman e t al., (1982), bu iki teoriyi bir biriyle iliş-
kilendirmeye çalışmışlardır. Burada, yayılm a döneminde ortaya çıkan ikincil yenilikleri1de
kapsayan bir yenilikler “demeti”y a da salkım kavramı tam olarak yeni sanayilerin hızlı bü
yüm esiyle ilişkilendirilmiştir. Bazı uç örneklerde görüldüğü gibi, bu demetler tüm sektör
lerdeki iktisadi büyüme başlangıcının (= upswing)11 temel unsuru da olabilir.
Daha sınırlayıcı bir yayılm a (= diffusion) terminolojisi içinde bu olgu, belli bir zaman
aralığında yayılm anın ilk aşam asındaki ekonomiyi daha yüksek bir performans düzeyine
çıkartabilen, biribiriyle çok yakından ilişkili bir dizi yenilik demetinden oluşan, yayılm a
dalgaları “zarfı” şeklinde de algılanabilir. Başka bir benzerlik Rostow’un iktisadi kalkın
manın aşam aları (1960) teorisinde bulunabilir: “olgunluğa geçerken” hızlı bir büyüme ve
sonra “ileri kitle üretimi çağı” ve standardizasyonun izlediği, iktisadi büyümenin belirgin,
S-şeklindeki kalkış (= take off) tarzı. Rostow un aşamaları, daha sonraki pazarlam a ve
dış ticaret literatüründe, yen i ürünler için mevcut olduğu varsayılan “ürün hayat devre
si” ile tipleştirilmiş, pek çok S-şeklindeki gelişmeleri içerir. Hirsch (1965) tarafından,
1960’larda ileri sürülen argüman da, belli üretim faktörlerinin, ürün devrelerinin ( bkz.,
11. Bölüm, Şekil 11.4) farklı aşam alarında nispi önemlerinin nasıl değiştiğini göstermek
tedir. Hirsch ve ondan sonra Vernon (1966) ve diğer ürün hayat devresi yandaşları,
ürünler olgunluk aşam alarına vardıkça, bu değişikliğin karşılaştırm alı üstünlükleri, az
gelişmiş ülkelerin lehine nasıl çevirebildiğini göstermişlerdir.
1960’ların kalkınm a literatüründe, özellikle “bağımlılık okulu”111, bu görüşleri, başta
Rostow’un teorisini ağır biçimde eleştirmiştir, iktisadi kalkınm a sürecinin, Rostow’un
varsaydığı mekanik, y a rı otonom niteliği, “tarihle ilgisi olm ayan”lv damgası vurulmasına
da yol açmıştır. Daha ilgi çekicisi, Rostow’un büyüme modelinin mekanik niteliğini eleş
tirenler, en yen i yayılm a literatüründeki S-şeklindeki “salgın” teknoloji yayılm a modelle
rinde de bu görüşün "mekanistik, teorisizv ” niteliklerinin izdüşümlerini buluyorlar.
Daha da yeni yayılm aya ilişkin katkılar, aynı zamanda önceden değindiğimiz geniş
anlam daki sanayi büyüme teorilerinin bazılarını daha ilgi çekici açılardan görmemizi
sağlıyor. “Standart” yayılm a modeli eleştirisindeki ilk alan, firm alar arası alternatif y a
i İkincil yen ilik ler “follow up innovations” radikal veya önemli bir icadın m antıki sonuçlan olan uygulam alar veya
tam am layan, izleyen yenilikler, diye de çevrilebilir. Y enilik demetleri, ana yen ilik ler ve yayılm a sırasındaki değişiklikler
le diğer ikincil yeniliklerden oluşan bir grup icattan oluşm aktadır.
ii “U psw ing”, uzun dalganın y u k a rı doğru yükselm eye yönelm esi.
iii "D ependencia school” Latin A m erika’da doğan bir radikal kalkınm a iktisatçıları grubunu ifade ediyor.
iv “A historical” terimi, tarihi olm ayan, tarihle ilgisi olm ayan veya tarih dışı, diye çevrilebilir.
v “A theoretical”
404
yılm a modelleri geliştirm ek için “probit analizi”1 denen bir uygulam aya yol açmıştır.
Probit analizi artık yen i ürünlerin dağılımının incelenmesinde iyice yerleşm iş bir teknik
tir.3 Probit modelinin temelindeki varsayım , birimlerin (tüketici veya firm a), yeni bir
ürünü benimsemesi (veya bir yeniliği uyarlam ası) için gelirlerinin belli bir kritik düze
y i geçmesi gereğidir. Bu kritik y a da kabullenme (= tolerance) gelir düzeyi (veya bü
yüklüğü), tüketicinin gerçek zevklerini (firm aların yeniliği kabullenmesi) temsil etmek
tedir. Bunlar da bir takım, kişisel veya ekonomik özelliklere bağlıdır. Zaman içinde ge
lir dağılım ı değişmese de artan gelir, hem taklide, daha fazla ve iyi enformasyona, hem
de fırsatçı etkilere11 vb. bağlı olarak söz konusu kritik gelir düzeyini, zevklerin yeni
ürün lehine değişmesine yo l açacak şekilde düşürecektir.
Probit modelinin sanayi büyüme teorisiyle uyumu aşikârdır. Kişi başına “kritik ” bir
gelir düzeyi kavramı, Rostow’un iktisadi kalkınmanın aşam aları teorisi veya Abromo-
vitz'in “özümseme kapasitesi” kavram ına doğrudan bağlanabilir. Teorideki kişiler ülke
lerle y e r değiştirirse, ülkelerin büyüme performansları arasındaki farklar hem açıklana
bilir hem de böyle farklar beklenir. Bir ülkenin risk alma ve “yenilikleri değerlendirm e”
yeteneğinde (probit modelindeki tüketici zevklerinin çeşitliliği) aşırı oynam alar ve dün
y a d a aşırı bir gelir eşitsizliği olduğunu düşünürsek, burada sanayileşmenin (yayılm a
nın) dünya düzeyine göre yavaş gitmesi sürpriz değildir. Bu nedenle birçok fakir ülke
zaman içinde sanayileşme düzeyinde "kritik gelirleri” düşerken, yine de kalkış (take off)
aşam asına ulaşamam ışlardır.
Standart yayılm a modellerine yöneltilen ikinci eleştiri, modelin statik özelliği ile y a
yılm a sürecinin, sırf talepten kaynaklanan (=demand-induced) bir olguya indirgendiği-
dir. M etcalfe (1981, 1982), özellikle bu alanda standart modellerin sınırlam alarına işa
ret ediyor. “Yenilik süreci”ne ilişkin pek çok çalışmanın da gösterdiği gibi, yayılm a es
nasında yenilikle birlikte mevcut iktisadi şartlarda da değişiklikler beklemek için birçok
neden bulunmaktadır.
Teknolojik açıdan yayılm a esnasında yeniliklerle birlikte önemli iyileşm eler beklenir.
Bu küçük geliştirm eler, az veya çok kendiliğinden doğmuş y a da yayılm a süreci tarafın
dan uyarılm ış olabilir: Örneğin kullanıcıların geri gönderdiği enformasyon yo lu yla ol
duğu kadar, yeniliklerin çok daha fazla yeni kullanıcıya götürülmesi daha iyi perfor
mans ve/veya çok daha iyi belirlenmiş kalite özellikleri gerektirir. Y ayılm a sürdükçe,
kullanıcıların özel talepleri daha katı özellikler içerir; yeniliğin yeterliliğini, kalitesini ve
güvenirliliğini önemli ölçüde artıracak performans iyileştirilm esinde “bilimsel bilgi ”nin
etkin bir biçimde kullanılm ası beklenir.
i “Probability U nit” Probit, normal frekans dağılım ı ortalam asından sapm aya d ayalı istatistik olasılığı ölçme birim i an
lam ında bir İngilizce kısaltm adır.
ii “Bandwagon effects” etrafında koparılan gürültü ve yap ılan reklam lara dayan am ayarak bir şeye katılm a etkisi.
405
İktisadi açıdan da, standart yayılm a modellerin statik, talebe odaklanmış niteliği sor
gulanabilir. M etcalfe’ın geliştirdiği modelde (1981, 1988), yen i icadın fiyatı, ne sabit ne
de sadece belli bir zaman aralığında değişmekte, fakat yayılm a süreci tarafından belir
lenmektedir. Buna ek olarak yeniliğin arzı, üretici kapasite ile sınırlı olup, onun da ar
tış hızı yenilik üretiminin kârlılığına bağlıdır. Bu model aynı zam anda yenilikçilerin kul
lanıcıları eğitme kapasitesine de bağlanıyor (örnek olarak, bkz. 7. ve 8. Bölümler). Ti
pik bir Schumpeter “senaryo’’sunda yen ilikçi girişimci, taklitleri ortaya çıktıkça ve “y e
nilikçi potansiyeli" bittikçe, tedricen azalan, başlangıçtaki tekelci kârlardan oluşan o ge
çici ödül için ortaya çıkar. Aynı zamanda, yenilikleri arz edenlerin kâr hadlerinin düş
mesine rağmen, yayılm ayı daha da ilerilere götürecek olan “fiyat tenzilatı yeniliklerin
uyarlanm asındaki kârlılığını artırır". Son olarak yayılm anın yo l ve biçimlerinin, malze
me, yen i sermaye malları, parçalar ve benzeri şeylerin temini gibi, sistemik faktörlere de
bağlı olduğunu söyleyebiliriz.
Sistemik faktörlerin önemi bir kez anlaşılınca, geçmişteki “eski” yatırım ın, yerleşm iş
teknolojinin, yeni icadın yayılm asını nasıl yavaşlattığı da ortaya çıkar. Geçmiş yatırım
sadece fiziki sermayede değil, beşeri sermaye hatta (F. List’in deyimini kullanırsak) “en
telektüel” sermayede de görülür. Atılacak teknolojiye yapılm ış ve yapılm akta olan y a tı
rımın önemi, yeni teknolojinin yayılm asını geciktirmenin ötesinde, aynı zamanda, tekno
lojiler arası rekabet olgusuna ve teknolojik gelişmedeki “kilitlenme" sorununa dikkatle
ri çekmesindedir (Arthur, 1988a, b). Yeni teknoloji başlangıçta, eski teknolojiyle reka
bete dezavantajla başlar. Rosenberg’in (1976) gözlemlediği gibi, geçen yüzyılda buhar
gücünün yayılm ası, mevcut su gücünden yararlanm a teknolojisinde gerçekleştirilen ve
eski teknolojinin ömrünü uzatan bir dizi iyileştirme yüzünden, önemli ölçüde gecikm iş
ti. Teknolojinin “ölme” süreci gerçekten yavaştır; çünkü hâlâ geçmişte yaşayan eski tek
noloji firm aları yatırım larını çoktan amorti ettiklerinden, yenilikçi firmaların m allarına
karşı kendi fiyatlarını aşırı düşürebilirler. Bu sürece “yelkenli gemi etkisi” denebilir; y e l
kenliler on dokuzuncu yü zyıl boyunca buharlı gemilerle rekabet edebilmişlerdi.
406
teknolojinin yayılm asını o ölçüde engelleyebilir ki bu yen i teknoloji, eskisini bilmeyen,
buna yatırım yapm am ış ve üretmemiş (muhtemelen az gelişm iş) bir başka ülkede, çok
daha hızlı yayılab ilir. Aynı zamanda, yayılm a sürecinde çok kritik küçük yenilikler or
taya çıkabilir; örneğin kullanıcılardan geri gelen enformasyonla bu yenilikler, teknolo
jik avantajı yeniliğin hızla yayıld ığı ülke lehine çevirebilir.
On dokuzuncu yüzyıld aki Almanya, Fransa, ABD ve daha küçük diğer Avrupa ül
kelerinin sanayileşmeleri bu görüşü desteklemektedir. On dokuzuncu yüzyılın ortasın
da dünya mamul m allar ihracatının yarısın ı gerçekleştirirken, imal ettiği buhar m akine
leri dünyanın geri kalan kısmında imal edilenlerin toplamından daha fazla olan Ingilte
re’nin gerilerde kalm ası şeklinde görülen büyük değişiklik de bu olguyu çok iyi şekilde
sergilemektedir. Bütün bunlar “geç sanayileşm e” avantajını göstermektedir; bu terim,
zamanın teknoloji liderlerini yakalam ak anlam ında kullanıldığı gibi, yabancı teknoloji
leri daha “rekabetçi” bir fiyattan elde etme anlam ına da gelmektedir. Son zam anlarda
bunlara en iyi örnek, 12. Bölüm’de gördüğümüz gibi, 1960'lar ve 1970’lerdeki Jap o n ya
ve 1980’lerdeki Güney Kore’dir. Bu ülkeler, dünyadaki “en iyi uygulanan” (= best prac-
tice) verim lilik düzeylerindeki hızlı sanayileşm elerini, çelik, otomobil ve elektronik tü
ketim mallarında, son yıllard a da bilgisayarlarda, başlangıçta büyük ölçekte ithal tekno
lojilere dayanarak çok kısa bir sürede gerçekleştirm işlerdir.
Jan g-S u p Shin (1996), çelik üretiminde, Güney Kore'nin geç kalm a avantajıyla,
Gerschenkron’un (1962) tasvir ettiği yü z y ıl önceki Avrupa'nın geç gelenlerinin avan
tajlarının ne kadar benzediğini göstermiştir. Yine de, böyle çok başarılı örneklerin az
sayıda olması, olağanüstü etkin bir teknolojik yakalam a süreci ve sıçramanın "otomatik”
olmadığı anlam ına gelmektedir. Yabancı, ithal edilmiş teknolojinin doğrudan kullanıl
ması yo lu yla sanayileşme, kestirme bir yoldan gerçekleştirilebilm ektedir; ancak, yab an
cı teknolojinin, gerçekten etkin biçimde özümsenmesi güç ve karm aşık bir süreçtir. Bu
rada kritik olan ülkenin ve y e rli firmaların “özümseme kapasiteleridir” (Firm a düzeyin
de teknoloji transferinin daha mükemmel bir tartışması için bkz. Radosevic, 1996).
Perez ve Soete’nin (1988) gösterdiği gibi daha önce tartışılan, teknolojinin uluslara
rası yayılm asındaki temel sorun, geniş anlam daki teknolojiye “giriş" ile dar anlamdaki
teknolojiyi "kullanma” teriminin otomatik olarak değiştirilebilir nitelikte olmasıdır. Tek
noloji yakalam a süreci, nihai olarak yabancı teknolojinin iyice öğrenilip ilerletilmesi
am acıyla, etkin “kullanım ı” anlam ına gelir. Buradaki vurgu teknolojinin elde edilip
özümsenmesidir. Sanayileşen bir ülke olmaktan veya herhangi bir geri kalm a durum un
dan çıkm ak için ilk yap ılacak iş, yabancı teknolojinin “kullanılm asıdır”.
Y ayılm a teorisi, uluslararası yayılm anın niçin otomatik olmadığını ve teknolojik bil
gileri “uyarlam adaki” gecikm elerin nedenlerini göstermektedir. Probit modeli böyle bir
407
“uyarlam anın” mümkün olmadığı en alt eşik düzeyine dikkati çeker. Bu düzeyin altın
da, değil teknolojik bir sıçrama, tanım gereği, pratikte teknolojiyi elde etmek, öğrenmek
ve yakalam ak söz konusu olamaz. Probit modeli, yeni bir tüketim malının yayılm asına
uygulanırsa, eşik kavram ı doğrudan gelir düzeyi ve zevkler yo lu yla belirlenir. Yine de,
üretim teknolojisinin yayılm asıyla ilgili olarak eşik kavram ını “kullanım ” karşıtı "giriş”
ile değiştirmek çok daha büyük bir karışıklık yaratabilir.
408
Gereken Gerekli minimum
minimum kuruluş y e ri
i ıı m rv i n ra iv
Gerekli minimum Gerekli minimum
i II III iv i ıı m iv
Şek il 15 .1 Ürün Yaşam D evresinin D ört Aşam ası
K a y n a k : P e re z v e S o e te (1 9 8 8 )
yüksek; beceri ve deney eşiği (E) düşük olacaktır. Gerekli kuruluş yeri avantajı (X ), ba
şarılı bir giriş için hayati olup eşik nispeten yüksektir. Son olarak, başlangıç yatırım ma
liyeti (I), mutlak terim lerle küçük olmasa bile teknolojinin gelişme aşam asm dakine gö
re nispeten düşük bir düzeyde kalacaktır.
Aşama II, piyasanın gelişme dönemidir. Ürün, temelde, bir kez tanımlanıp, piyasası
nın gelişebileceği test edildikten sonra dikkatler üretim sürecine teksif edilecektir. Fab
409
rika tasarım ı önem kazanırken, hasılayı ve verim liliği artırm ak için, hem ürün hem de
üretim teknolojilerinde optimal dengeyi sağlayacak ard arda iyileştirm eler yap ılır. M al
zeme ve tasarımda, m aliyeti azaltacak, etkinliği artıracak veya piyasa talebine cevap ve
recek değişiklikler gerçekleştirilir. Fabrika organizasyonu tedricen optimize edilerek en
uygun teçhizat seçilir ve belirlenir. Burası üretim mühendisinin ve pazarlam a m üdürü
nün dünyasıdır. Bilimsel ve teknolojik sorunlar tedricen çözülür, bu çözümler hem
ürünlere hem de üretim teçhizatına içerilirken, eşik düşer ve taklitçilerin de şansı artar.
Fakat gerekli beceri cinsinden eşik ise, üretici firmada ürünle, üretimle ve pazarlam a
başarısıyla ilgili deneyim ler birikirken, hızla yükselecektir. Yeniliğin getirdiği mekansal
ve altyapısal türde ekonomiler de, ilk üreticilerin aleyhine artarken, sonra girenler, ön
cekilere göre daha uygun bir a lty a p ıy la karşılaşacaklardır. Yatırım m aliyeti (I) optimal
tesis büyüklüğü artığından, büyük hacimli üretimin gerektirdiği cinsten daha karm aşık
ve iyi teçhizat kullanılacağından şimdi eskisine göre daha yü ksek olacaktır.
Aşama III de, tüm temel koşullar yerine getirilm iştir. Piyasanın hacmi ve büyüme hı
zı çok iyi bilinmekte, ürün ve üretim süreci ilişkisi mühendislik açısından “optimize”
edilmiş ve bundan sonraki verim lilik artışlarını sağlayacak küçük yeniliklerin yönü de
belirlenmiştir. Şimdi dikkatler firmanın büyümesine ve piyasadan daha fazla p ay alm a
sına odaklanmıştır. Tesis ve firma ölçeğinin büyütülm esi bu aşamanın özelliğidir. Za
manla, önceki iki aşam ada başarılı olmuş firm aların bazıları elenebilir. Aşama III’deki
yarışı sürdürebilm ek için gerçek sermaye m aliyetleri ve yönetim becerisi çok kritiktir.
Bu aşam a yenilerin girmesine müsaade etmez. Bilgi (S) unsurunun m aliyeti nispeten
düşük olmakla birlikte, Deneyim (E) ve Yatırım (I) unsurlarının maliyeti girm ek için,
çok yüksektir ve yükselm eye devam etmektedir. Kuruluş ye ri avantajı (X), başarılı fir
maların piyasaları içselleştirmesi ve mali güçleri karşısında artık daha az önem taşır. Bu
nun ötesinde, bu teknolojinin satış fiyatına gelirsek, Aşama I ’de fiyatın, (S) Bilgi kad
ranındaki teknik enformasyonun tekel durumu nedeniyle sonsuz olabileceği düşünüle
bilirse de, Aşama I lI ’de bu kez de piyasalarda tekel durumunu bozmamak için çok da
ha artmış olan Deneyim (E) unsurunun firma içinde kalmasını teminen fiyatlar nispe
ten yüksek tutulacaktır.
Son olarak, ürün ve üretim sürecinin standartlaştığı olgunluk dönemi, Aşama IV'de
artık teknolojik yeniliklere yap ılan yatırım ların getirisi azalm aya başlar. Faktör girdile
ri tamamen belirlenip sabitlendiğinden, üretim m aliyetindeki avantaj bu faktörlerden
herhangi birinin en büyük karşılaştırm alı üstünlüğüne sahip firma veya kuruluş yerine
gidecektir. Bu durum, yerleşik firmaların daha Aşama III sonundan itibaren bazı tesis
lerini yeniden konuşlandırm alarına yo l açabilir. Sonuçta, bu firm alar diğer yeniliklere
ağırlık verirken, ellerindeki teknolojileri bir m etaya çevirip, iyi bir fiyattan lisans veya
410
"know-how" anlaşm aları biçiminde satm aya çalışacaklardır. Eğer birden fazla rakip
teknoloji satıcısı varsa, sonuç alıcıların hâkim olduğu bir piyasanın oluşmasıdır. Böyle-
ce, nihai veya olgunluk aşam asında giriş eşiği, gerçek giriş maliyetinin hâlâ yü ksek ol
masına rağmen daha da düşecektir. Önceden çok gerekli olan bilgiler, şimdi ürün ve
teçhizata içerilmiş bulunduğundan, çok düşük düzeyde kalm ıştır. Gereken beceriler de
çok iyi tanımlandığından bunlar belli bir fiyattan elde edilebilir; ancak etkin bir üretim,
alıcının çok büyük çaba göstermemesi halinde garanti edilemez. Kuruluş ye ri avantaj
larının önemli sürecek, yan sanayi ve tüketicilerin eğitimi en üst düzeyde devam ede
cektir. Son olarak, sabit yatırım maliyetinin Aşama I’dekinden daha yüksek olmasına
rağmen, bu teknolojiye ait özel teçhizat normlarını bilen deneyimli satıcıların mevcudi
yetinin, yatırım ı önceye göre kolaylaştırdığı söylenebilir.
Uygun koşullar altında, Aşama I ve IV, yen i girişim cilere çok farklı m aliyet ve ge
reksinimlerle "en ko lay” giriş eşiğini sağlam aktadır. İlk aşamada, küçük bir sermaye ve
deneyim, fakat bilimsel ve teknik bilgi artı yeterli kuruluş y e ri avantajı y a da bazı ek
siklikleri gideren bir "yardım ” ile yen ilikçi veya taklitçi piyasaya girebilir. Aşama IV ’de,
piyasaya giriş, geleneksel karşılaştırm alı ve kuruluş ye ri üstünlüklerine bağlıdır. Fakat
bu durum da oldukça büyük yatırım ve teknoloji satın alm a fonu gerekecektir. İki giriş
noktası arasındaki en önemli fark, Aşama I ’de yarışa katılanın, bunu tam am layacağının
garanti edilmemesidir. Y arışçılar çok daha yatırım yapm ak ve teknoloji üretme çabası
içinde olmalıdır. Olgunluk aşam asında ya rışa katılm ak ise, piyasaya yen i bir ikame
ürün girm ediği takdirde nispeten daha güvenlidir. Kârlar, bu aşam adaki üreticilerin sa
yısın a ve piyasa paylarını çoğaltma çabalarına bağlıdır.
Bu bilgiler şu iki görüşü de destekler niteliktedir: Ticarette ürün yaşam devresi te
orisi ki geleneksel olgun ürünler temelindeki ihracata dayalı bir sanayileşme stratejisi
nin başarısıyla kendini gösterir; İkincisi bu teoriye açıkça karşıt, dijital telekom ünikas
yon, elektronik hafıza çipleri ve biyoteknoloji ürünleri gibi teknolojilere dalan bazı y e
ni sanayileşen ülkelerin erken giriş “olayları"dır. "Erken giriş” olgusu da daha önceki
kesimde tartışıldığı gibi, günümüzde sanayileşm esini tamamlamış birçok sanayi ülkesi
nin sunduğu tarihsel kanıtlarla desteklenmektedir.
411
sisteminde yakın bir ilişki içinde bulunurlar. Her ürün devresi daha geniş bir ürün gru
bu içinde, o grup y a da aile de, bundan daha geniş bir sistem içinde evrimleşir.
Teknoloji sistemleri kavramının kalkınm a stratejileri açısından, tek ürün devresi
yaklaşım ına göre niçin daha uygun olduğuna dair iki neden vardır: Birincisi, bir sistem
içindeki çeşitli ürünlerin yaratılm ası için gerekli bilgi, beceri ve deneyim, birbiriyle iliş
kilidir ve birbirini destekler. Diğeri, teknolojilerin sistem kavram ı içinde analizinin, öğ
renme ve yakalam a zamanını kısalttığı kadar, kalkınm a ve büyüme ufkunu açacak,
ürün ve üretim süreçleri gruplarının belirlenmesine de imkân vermesidir.
Önceki kesimdeki çeşitli giriş aşam alarına geri dönersek, yeni ürünlere girme koşul
ları (Aşama I) sermaye ve yönetim yeteneği açısından nispeten düşük olup diğer iki un
sur sayılmazsa, sanayileşen ülkeler için idealdir. Bu iki unsur, yüksek düzeyde kuruluş
ye ri avantajı ile bilimsel ve teknolojik bilgidir. Eğer hükümetlerin kuruluş ye ri ve altya
pıya ilişkin eksiklikleri giderecek tutarlı bir programı varsa, kendimizi sadece bilimsel
ve teknolojik bilgi eksikliği engeline odaklayabiliriz.
Sanayileşm iş ülkelerde gerçekten yen i teknoloji sistemleri, I. Kısım’da gördüğümüz
üzere, m uhakkak ki en büyük, en güçlü ve deneyimli firm alardan çıkmaz. Çok kez y e
nilikler, mikroelektronik ve biyoteknoloji gibi, çok ileri uzmanlık alanlarında iyi bir üni
versite öğretimi görmüş girişim cilerin kurduğu küçük firm alarla H enry Ford örneğin
deki devrimci yeni fikirlerin uygulanm ası yo lu yla ortaya çıkar (6. Bölüm). D aha sonra,
sistemin büyüme aşam asında ve ürünün daha da geliştirilm esinde gerekecek bilgi be
ceriler y a firma serpildikçe ortaya çıkacak ve artacak veya bu firm alar büyükler tara
fından ele geçirilecektir; başka bir olasılık da, tabii ki başarısızlık durum unda firmanın
tamamen ortadan silinmesidir. Bir teknoloji sistemine ilk aşam ada girm ek için gereken
bilgilerin çoğu, üniversitelerde verilen genel öğretimde mevcut serbest bilgilerdir. Ge
rekli becerilerin çoğu da uygulam ada icat edilir. Sistem geliştikçe yaratılan yen i bilgiler
ve beceriler, giderek artan biçimde özel bilgi haline dönüşür ve genelde rakiplere satıl
mak istenmez. Sistem olgunluğa ulaştıkça bu bilgi ve beceriler de, tedricen kamu malı
haline gelir ve belli bir fiyattan satılmak istenir.
Bunun anlamı, iyi nitelikli üniversite elem anları ve mezunlarının mevcudiyeti duru
munda, yeni bir teknoloji sisteminin ilk aşam alarında yen i ürünlere nispeten bağımsız
bir şekilde girmek için fırsat penceresinin her zaman açık olduğudur. Bu da, teknolojik
lider ülkelerin veya firmaların dışında gerçekleşen yenilikleri kısmen açıklayabilir. Bu
radaki sorun, bilgi ve becerinin içsel yaratım ının, sistem geliştikçe firmayı yaşatacak y e
terlikte olup olamayacağıdır. Bu da sürekli teknolojik çabaların ötesinde, daha büyük
yatırım kaynakları gerektirecektir. Kalkınma, tek başına ürünlerin başarılarından iba
ret değildir; kendini sürdüren büyüme süreci için sinerji (= synergy, ortak enerji) y a ra
412
tacak gelişim halindeki teknoloji sistemlerinin birbiriyle ilişkilenmesinin ortaya çıkardı
ğı bir kapasite kavram ıyla ilgilidir.
Eğer, Freeman ve Perez (1988) tarafından ileri sürülen taksonomiyi izlersek, bura
da tartıştığımız teknoloji sistemlerinin de, zaman içinde ilk aşam alardan olgunluğa doğ
ru evrimleşen daha büyük bir bütünün parçaları olduğunu görürüz. Böyle bir tek-
noekonomik paradigm anın “yaşam devresi” bir dizi, birbirine bağlı teknoloji sistemle
rinden oluşur. Bilgi, beceri yaratan, deney biriktiren ve bunları y ayarak genel kullanı
mına yol açanın, bu teknoloji sistemleri arasındaki karşılıklı bağlantılar olduğu açıktır.
Bu açıdan da, bugünkü geçiş dönemi daha önceki paradigm a altında gelişmiş ve olgun
laşmış tüm teknoloji sistemlerini etkileyecek bir teknoekonomik paradigm a değişikliği
olarak da tanım lanabilir. Teknoloji sistemlerinin çoğu, yen i enformasyon yoğun, esnek,
sistemik, mikroelektroniğe dayalı paradigm a, tüm üretim sistemlerine yayılırken , temel
den bir dönüşüme uğrayacaklardır. Olgun sanayiler değişecek, olgun ürünler yeniden
tasarlanacak, yeni ürünler ve sanayiler ortaya çıkacak ve büyüyecektir; böylece de y e
ni bilgi, beceri, kuruluş y e ri ve altyapı avantajları gerektiren ve bunları da yaratan y e
ni teknoloji sistemleri doğacaktır.
Bunun gelişen ülkeler için anlamı, paradigm a değişimi sırasında bunlara yen i sana
yilere girmek için geçici bir fırsat penceresinin açılacağıdır. Bunun çok güzel bir örne
ği, yoğun bir ABD/Japon rekabetine rağmen bazı Doğu A sya ülkelerinin mikroelekt
roniğe girm eleridir (Hobday, 1995). Teknolojilerin transfer hızı, örneğin ABD tekno
lojisinin Doğu A sya’nın sanayileşen bazı ülkelerine orjinal yenilikten bir y ıl ve hatta da
ha da kısa bir zamanda transfer edilmesi, bu baskıyı yansıtm aktadır.
Yeni sanayilerde, eski tarihi örneklere göre ulusal denetimin daha az olmasına rağ
men, en azından uluslararası açıdan tekelci kârlar rekabet karşısında daha hızlı şekilde
kaybolabiliyor. Kuşkusuz günümüzde, uluslararası üretici sermaye çok daha hareketli
dir ve gözlemlenen dış dünyaya teknoloji transferlerinin çoğu, tamamen uluslararası fir
maların kendi bilimsel ve teknolojik bilgilerini uluslararası bir ortamda, bir şekilde “iç
selleştirme” ihtiyaçlarının yansım asıdır. Bunun bir nedeni de, elektronik icat ve yen ilik
lerden, hukuken "nemalanmanın” özel güçlükleridir (Bu konuda "yazılım ” korumasına
ilişkin tartışm alara bkz.). Elektronikteki icat ve yenilikleri etken bir şekilde koruyan
(uluslararası) bir patent sisteminin yokluğu y a da başarısızlığı, taklitçilerin, yeniliğin/te
kelcinin kârlarının kısa zamanda eritilmesine yo l açm akta ve “üşüşme” (= swarm ing) et
kisi hem ulusal hem de uluslararası alanda çok daha hızlı ortaya çıkm aktadır.
İkincisi, diğerlerinden çok farklı kaynak tasarrufu yapabilm e potansiyeline sahip
özellikleriyle mikroelektronik sektörü, yeniliklerini uygulam a ve üretimden daha çok
“nem alanm ak” (= appropriate) için çok sayıdaki y a rı veya yeni sanayileşen ülkeye ko
413
nuşlanm aktadır. D aha önceki kesimde getirilen terminolojiyle kuruluş yeri avantajları,
bu ülkelerde, daha önceki teknolojilerin çoğuna göre çok daha fazladır. Özellikle, en
formasyon teknolojilerinin sermaye sakıngan potansiyeli, sermaye kıtlığından kalkın
maları geciken bu ülkelere daha da uygun görünüyor.
Üçüncü olarak mikroelektroniğin "becerisizleştirme” (= deskilling) etkisi, genel ola
rak çok geniş bir alandaki ileri derecede teknik (m ekanik ve elektrik) uzmanlığı işlev
siz hale getirerek, y a rı ve yen i sanayileşen ülkelerde tam gerek duyulduğu zamanda,
çok büyük bir özel beşeri sermaye darboğazı yaratacaktır. Aslında "yanlış” beceriler ve
“geçersiz" deneyimler, gelişmiş ülkelerde, gelişen ülkelere göre çok daha önemli bir dar
boğaz ve yayılm ayı geciktiren bir faktör olmaktadır.
M ikroelektronikte yakalam a potansiyeli böylece, daha önce belirtilen birçok giriş
eşiği düzeyiyle giriş m aliyet unsuruna bağlı kalm aktadır. Kuruluş ye ri ve altyapı avan
tajları da gökten düşmez; tıpkı bir ülkenin bilimsel ve teknolojik araştırm a personeli ve
y a becerisi gibi. Bunlar, ülkenin daha önceki kalkınm a geçmişi, doğal kaynakları, sos
yal, kültürel ve siyasi faktörlerinin bir sonucudur. Tabii, bunlar da belli bir ülkede y e
ni paradigm anın niteliğine göre mükemmel, çok iyi, kötü veya ümitsiz olabilir. Bunun
ötesinde, yeni avantajlardan ve uygun koşullardan yararlanm ak için bunları değerlen
direbilecek bir kapasite, uygun bir strateji kurabilecek bir yetenek ve hayal gücüyle sos
y a l koşullar ve uygulam ada siyasi irade gereklidir.
Belli bir ülkenin gerçek ilerleme şansı, yu k arıd aki faktörlere bağlı olarak, çok y ü k
sek veya çok düşük olabilir. Fakat nihai olarak bu ülkelerin geleceği, uluslararası dü
zeydeki kurum laşm a ve toplumsal etkileşme (=socio-institutional framework) çerçeve
sinde şekillenir. Bizim temel görüşümüz, bu dönemde hangi ölçekte olursa olsun bir kal
kınm a sıçraması için hâlâ uygun bir ortamın mevcut olduğu şeklindedir. Bu da, her ül
kenin kendi koşullarını, yen i fırsatlar ışığında bir bütün olarak yeniden değerlendirm e
sini gerektirm ektedir.
414
şımıştır. Her ülke dünya bilimsel ve teknolojik işbölümüyle uluslararası bilgi ticaretin
den mümkün olduğu kadar büyük bir pay alm ak ister.
Diğer taraftan, öylesine tek taraflı bir uluslararası bilimsel ve teknolojik işbölümü
nün gerçekten çok geniş bir alanda bağımsız bir bilimsel kapasiteyi diğerlerine kapat
ması da kabul edilemez. En dar ekonomik anlamda bile böyle bir soyutlanma durumu,
en yüksek derecede etkensizlik (= inefficient) taşır ve ancak teknoloji transferiyle biç ta
nışmamış olanlar için söz konusu olabilir. Günümüzde ileri (= sophisticated) bir tekno
lojiyi özümsemek ve onu etken bir biçimde kullanabilmek için, genelde uyarlam a türü
bir A&G de olsa bağımsız A&G kapasiteleri gerekir.
Sadece tarım da değil im alatta da yerel koşullar o kadar çeşitlidir ki sadece “kopya
lamak" söz konusu değildir. Bu nedenle birçok ülkenin dışarıdan teknoloji alması, bun
ların içeride bağımsız bir bilim temeline sahip olmasını gerekli kılar. Yerel toprak ve
malzemelerin niteliği, çevre, iklim ve beceri kompozisyonu konusundaki sayısız sorunu
çözmek için bu ülkelerin kendilerine özgü bir bir araştırm a altyapısı yaratm aları ve ge
liştirmeleri gereklidir. Doğal olarak A&G faaliyeti kadar, diğer bilimsel ve teknolojik
hizmetlere de ihtiyaç vardır: Enformasyon ve m üşavirlik hizmetleri, jeolojik keşif ve ta
ram alar (= surveys), proje yapım ı, test birim leri ve eğitim örgütleri uzun bir zaman
A&G nin kendisinden daha fazla mühendis ve bilim adamı istihdamına yo l açabilir.
İktisadi ve teknolojik alanda istenenden daha fazlası siyasi ve kültürel alanda istene
cektir. Yabancı araştırm aların ve tekniklerin özümsenmesi için belli bir bilim ve tekno
loji kapasitesi gerekiyorsa da, kuşkusuz bu süper güçlerin veya bazı Batı Avrupa ülke
lerinin sahip olduklarına göre daha küçük bir kapasiteyle gerçekleşebilir. Açıkçası ül
kenin büyüklüğü, bu alanda taşıdığı önem gibi, gereken uzmanlık derecesini etkiler.
D ünyadaki birçok ülke için, büyük ölçüde teknoloji ithalatına dayanm ak kaçınılm aya
cak bir gerekliliktir. Bu durumun iktisadi sonuçları her zaman çok vahim olmasa da, si
yasi ve kültürel sonuçlar çok büyüktür. Bu nedenle, küçük ve gelişen ülkelerin, dünya
bilim ve teknolojisine daha eşit koşullarda erişebilmelerini sağlayacak uluslararası dü
zenlemeler yapılm asında giderek daha fazla ısrar etmeleri gerekecektir. Çok daha pa-
hallı “otarşik” A&G tesisi girişim leri bir ölçüde bu bilgilere erişememe durum unda or
taya çıkacak siyasi tehlikelere karşı bir savunma reaksiyonu olarak anlaşılm alıdır. An
cak, karşılıklı güvenin artm ası ve gerçek bir uluslararası politikayla herkes için yararlı
ve daha eşit bir uluslararası bilim ve teknoloji işbölümü ortaya çıkabilecektir. Böyle bir
işbölümü m uhakkak ki tüm ülkelerin dünya bilgi stokundan yararlanabildikleri kadar
ona bir katkı yapm aları ilkesine dayandırılm alıdır (bkz. 16. Bölüm).
415
Bu ilkenin uygulam a sonuçlan, teknoloji ve çok uluslu firm alar için daha karışık ol
sa da temel bilimler için nispeten açıktır. Temel araştırm aların en büyük özelliği, çok ge
niş bir alanda bilim ve tekniğe hizmet edecek çok amaçlı bir genel bilgi temeli sağlam a
sıdır. Her ülke, küçük ölçekte de olsa, istisnasız, böyle bir temele ihtiyaç duyar. Bu ol
maksızın, uzun dönemde bağımsız bir siyasi, iktisadi ve kültürel herhangi bir gelişme gö
rülem eyecektir. D ünya bilim ve teknoloji politikasının temel am açlarından biri de geli
şen dünya için kendini sürdürebilen, özgün bir bilim ve teknoloji kapasitesini yaratm ak
olmalıdır. Kanada U luslararası Kalkınma Araştırm aları M erkezi (Canadian Internati
onal Development Research Center, ID RC), dünya bilim ve teknik yardım politikaları
nı bu yönde düzenlemeye doğru atılmış önemli bir adımdı (IDRC, 1972). Bu kurum, o
zamandan beri diğer ajanslar ve vakıflar tarafından örnek alınm aktadır. Fakat maalesef,
1990’lardan itibaren ID R C’nin savunduğu, gelişen ülkelerde bilim ve teknolojinin güç
lendirilmesi ve yatırım projeleri için yapılan “yard ım ” m iktarları önemli m iktarda kısıl
mıştır. 4. Bölüm’de, burada başladığımız politika tartışm alarına ulusal ve küresel düzey
deki temel bilimsel araştırm a politikalarını tartışarak devam edeceğiz.
Notlar
1 Bu bölümün büyük bir kısm ı Perez ve S o eteye (1988) dayanm aktadır. Carlota Perez’e, d eğerliyo rum ve yardım
ları için ayrıca teşekkür ederiz.
2 O zam andan beri, burada tartışm adığım ız birçok yap ısal büyüm e modeli geliştirilm iştir. Bunlar arasında, Dosi e t al.,
(1992); Landesmann ve Goodvvin (1994); Silverberg e t ah, (1988); Silverberg ve Lehnert (1994); Silverberg ve
Verspagen (1995) ile Soete ve T urner (1984) bulunm aktadır.
3 Probit m odellerinin iktisada uygulanm ası Farrel (1954) ve Tobin (1955) ile başlam ıştır. Tobin’in dayanıklı tüketim
m alları üzerine yap tığı örnek çalışm a önce, dergi editörleri tarafından uygun görülmemişse de şimdi en çok atıf
yap ılan m akaledir.
416
ÜÇÜNCÜ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR
417
Mjeset, L. (1992) The Irish Economy in a Comparative International Perspective, Dublin,
National Economic and Social Council.
Narula, R. (1996) Multinational Investment and Economic Structure, London,
Routledge.
Nelson, R. (1996) The Sources o f Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
Nelson, R. (ed.) (1993) National Innovation Systems: A Comparative Analysis, New
York, Oxford University Press.
Niosi, J. (ed.) (1991) Technology and National Competitiveness: Oligopoly, Technological
Innovation and International Competition, Montreal, McGill University Press.
Perez, C. (1988) 'New technologies and development', in Freeman C. and Lundvall,
B-A. (eds.), Small Countries Facing the Technological Revolution, London, Pinter, pp.
85-97.
Reinert, E. (1994) 'Symptoms and causes of poverty: underdevelopment in a
Schumpeterian system', Forum fo r Development Studies, nos. 1-2, pp. 71-109.
Reinert, E. (1997) The role of the State in economic growth', Working Paper 1997-5,
Centre for Development and Environment, University of Oslo.
Ruigrok, W. and van Tulder, R. (1995) The Logic c f International Re-structuring,
London, Roudedge.
Scott, M. F. (1989) A New View o f Economic Growth, Oxford, Clarendon Press.
Soete, L. (1989) The impact of technological innovation on international trade
patterns: the evidence reconsidered', Research Policy, vol. 16, nos. 2-4, pp. 101-30.
Strange, S. (1988) States and Markets, New York, Blackwell.
Vernon, R. (1966) 'International investment and international trade in the product
cycle', Quarterly Journal o f Economics, vol. 80, pp. 190-207.
Verspagen, B. (1993) Uneven Growth between Interdependent Economies: An Evolu
tionary View on Technology Gaps, Trade and Growth, Aldershot, Avebury.
Verspagen, B. (1992) 'Endogenous innovations in neo-classical growth models: a
survey', Journal c f Macro-Economics, vol. 14, no. 4, pp. 631-62.
Wade, R. (1990) Governing the Market: Economic Theory and the Role c f Government in
East Asian Industrialisation, Princeton, Princeton University Press.
418
IV
YENİLİK VE KAMU POLİTİKALARI
Giriş Notu
Bu kitabın III. Kısmında, firm aların yenilikçi faaliyetlerini etkileyebilecek ulusal bir
ortam y a da “ulusal yenilik sistemi” çeşitli yollardan anlatılm aya çalışıldı. Ulusal sistem
farklılıkları, iki yü zyıllık büyüme hızlarındaki farkları da açıklayabiliyor. Bu arada, 14.
ve 15. Bölümlerde, özellikle uluslararası küresel ortamın, firm aların davranışları üzerin
de giderek artan bir etki yap tığı gösterildi. En büyük ülkelerde bile dünya ekonomisi,
dünya bilim ve teknolojisi, büyüklü küçüklü tüm firm aların yenilikçi faaliyetlerini artan
biçimde etkiliyor. Kamu politikaları da, bu uluslararası ortamdan büyük ölçüde etkile
niyorlar. Savaş ve Soğuk Savaş örnekleri aşikâr olmakla birlikte, bu durum temelde ik
tisadi ve toplumsal hedeflere yönelm iş politikalar için de doğrudur.
Bilim, teknoloji ve yenilik alanındaki kamu politikalarım konu alan bu son kısımda,
A&G ve ilişkili faaliyetlerdeki kamu harcam alarında ortaya çıkan ana eğilimler 16.
Bölüm’de ikinci Dünya Savaşından sonraki dönem için, tarihsel olarak, gösterilmiştir.
Bu karm aşık konunun tüm cephelerini burada ele alm ak neredeyse imkânsızdır; biz
açıklam ayı sadece, bazı kaçınılmaz, temel konularla sınırlandırdık. Yarım yü zyıl boyun
ca, özellikle savaştan sonraki yıllarda, olağanüstü önemli olduğunu göstermemize rağ
men, askeri A&G ve askeri yeniliklerle bunların şevki idaresi konusundaki derinlemesi
ne tartışm alara girmiyoruz. Çabamız, askeri A&G sisteminin büyük ülkelerde olduğu
kadar küçük ülkelerde de sivil A&G üzerindeki büyük etkisini göstermekten ibarettir.
Aynı şekilde, tedarik, mali teşvikler, destekler konusunda çok büyük değişiklik gös
teren ulusal sistemleri de ayrı ayrı tartışm ak mümkün değildir. Sadece sanayileşmiş ül
kelerdeki ortak bazı ana eğilimlere yoğunlaşabildik. 3. Bölüm çeşitliliğin önemini gös
termiştir; bu kısımda son elli yılda, politikalarda ortaya çıkan güçlü yakınsam a eğilim
leri ele alınm aktadır. Bu yakınsam a kısmen bilim ve teknolojinin yapısında y e r alan ev
renselliğinden doğm akla birlikte, küresel rekabet, ülkeleri rakiplerinin davranışlarını iz
lemeye ve en başarılı görünen teknikleri benimsemeye zorlam aktadır; modanın da rolü
unutulmamalıdır.
Askeri am açlar 1940’lar ve 1950’lerde büyük ülkelerin politikalarına hâkim olurken,
1960’lar ve 1970’lerde önemli askeri bağlantıları olan büyük ülkeler dahi, verim lik artı
şı gibi iktisadi politika am açları öncelik kazanm aya başladı.
U luslararası örgütler, özellikle OECD temel politika sorunlarının analiz edildiği ve
tartışıldığı bir forum oluşturdu. Kısa bir tarihsel inceleme, 1970’lerde yen ilik politikala
421
rının önceliklerinde bir değişikliğin gerekli olduğuna dair genel bir ortak görüş gelişti
rildiğini göstermektedir. Kamu mali destekleri, 1950’ler ve 1960’larda, hem askeri hem
de sivil A&G projelerinde çok geniş bir şekilde kullanılırken, giderek bu desteklerin
faydaları sorgulanm aya başlandı. Genelde iktisatçılar, kamu harcam alarının başlıca şu
dört alandaki yenilikleri desteklemesinin doğru olacağını savunmuşlardır:
1. Esas olarak üniversitelerdeki temel araştırm alar.
2. D oğurgan teknolojiler ve onların yayılm asın d a, özellikle ICT sektöründeki
araştırm alar.
3. Yapısal olarak, firma düzeyinde etkin A&G faaliyeti yapılm ası (ekonomik anlamda
kârlı olmadığı için) engellenen sanayilerde. Tarım bunun tipik bir örneği olmakla
birlikte, küçük ve orta boy sanayilerin (K O BÎ’ler) de teknik m üşavirlik ve araştır
ma hizmetlerinden yararlandırılm aları yaygın olarak savunuldu ve uygulandı.
4. Bilim ve teknoloji sistemi (BTS) altyapı yatırım ları, örneğin bibliometrik1 hizmetler
le, veri bankaları ve diğer enformasyon hizmetleri gibi.
16. Bölüm, yirm inci yüzyılın ikinci yarısında, hemen herkes tarafından desteklenme
si benimsenen temel araştırm alarla, yin e aynı şekilde haklı bulunan doğurgan teknolo
jilere yapılan kamu desteğinin, başlıca iktisadi argüm anlarını sunuyor. Bu tür harcam a
ların çoğu, 1980’ler ve 1990’larda, bilişim ve iletişim teknolojilerinin (ICT) geliştirilm e
si ve yayılm ası içindir. Bu teknolojinin dünya ekonomisinde, özellikle, kam uoyunda bü
yü k önem taşıyan istihdam la ilgili olarak, o kadar yayg ın bir etkisi vardır ki özel bir
dikkate layık görülmüştür. Bu nedenle, 17. Bölüm’ü tamamen ICT, istihdam ve “bilişim
toplumu ”na ilişkin sorunlara tahsis ettik.
18. Bölüm’de tekrar, daha geniş bir şekilde kamu politikası sorunlarına dönerek, y ir
mi birinci yü zyıla ve hatta gelecek bin y ıla baktık. Hiç kimse geleceği kesinlikle ön-
göremese bile, biz gelecek elli yıld a çevre politikası sorunlarının çok büyük önem
taşıyacağı görüşünü benimsiyoruz. Bu nedenle “M aastricht M emorandumu”nda öneri
len (Soete ve Arundal, 1993) sistemik yaklaşım gereği, bilim ve teknoloji politikalarına
bakışımızın kökten değişeceğini düşünüyoruz.
Son bölümde ise teknoloji politikasının siyasi ve sosyal boyutlarını tartıştık. ABD ’de
“Teknoloji Değerlendirme D airesi’’ (Office of Technology Assessment, OTA) kapatıl
mışsa da “Teknoloji D eğerlendirm esi”nin zigzaglı bir tarihçesi vardır ve bazı Avrupa ül
kelerinde yeni yönlerde ve yöntem lerle gelişm ektedir. Özellikle H ollanda’daki “Yapıcı
Teknoloji D eğerlendirm esi” yen i ve özgün bir yaklaşım dır. Kanaatimiz, teknoloji poli
tikasının, şu veya bu şekilde, sürekli ve yapıcı bir teknoloji değerlendirme süreci olduğu
ve mecburen iktisadi olduğu kadar da siyasi, sosyal ve etik m ülahazalar taşıdığıdır.
i "Bibliom etrics” her türlü ya y ın faaliyetinin ölçülmesi ve değerlendirilm esiyle ilgili bir araştırm a alanı.
422
16. Bölüm
16. 1 Giriş
423
limi “sanat” y a da “m üzik” gibi desteklemelerinin arkasındaki am açları ne küçültür ne
de birçok eğitimcinin öne sürdüğü gibi, her okul ve üniversite programının medeniye
tin, insanlığın bir mirası olduğunu gerçeğini ortadan kaldırır. Schm ookler’in belirttiği
am açlar sadece bilginin ilerlemesi için bilimlere destek fonları yaratm akta kamunun da
ha etkin olduğunu göstermektedir.
ikinci Dünya Savaşı'nın öncesinde, esnasında ve sonrasında temel bilimlere muaz
zam askeri ve iktisadi avantajlar sağlanmış ve bu harcam alar bazı ülkelerde, o mertebe
y e ulaşm ıştır ki artık “Büyük Bilim” denen bir olgunun doğuşuna tanık olunmuştur
(Price, 1963); Bu bölümde, bu gelişm eyi göstermeye çalışacağız.
Bu bölümde önce temel bilimlere kamu desteğini, sonra da daha karm aşık bir sorun
olan, diğer A&G tiplerine kamu desteğini tartışacağız. Bu da bizi çok daha genel bir ko
nu olan, bilim ve teknoloji politikasında A&G ve diğer bilimsel ve teknolojik faaliyetle
re yapılan harcam alarda kendini gösteren önceliklerin tartışm asına çekmektedir. Bu ön
celiklerin değişimi yarım yü zyıllık bir dönemde kısaca gözden geçirileceği gibi, bundan
sonraki yarım yüzyıldaki muhtemel öncelikler de ortaya konacaktır. Kitapta, temel bi
limlerdeki alternatif projelerin seçim yöntem leri ayrıntılarıyla incelenmemiştir; bunlar,
yenilikler hakkındaki bu kitabın kapsamı dışında kalm aktadır, ancak daha çok bilgi için
Irvine ve M artin (1984) ile M artin ve Irvine’e (1989) bakabilirsiniz.
424
şiflerin ve seyahatlerin sonuçlarını değerlendirebilmek için büyük bir araştırm a enstitü
sü (Süleym an’ın E vi)1 kurulm asını önermişti. Diğer yayım larına ek olarak, Bacon’un
Shakespeare in piyeslerini de yazdığı söylenir, ama şu bir gerçektir ki on yedinci yüzyıl
başlarının önde gelen bir devlet adamı ve yayım larıyla çok etkili bir entelektüeliydi.
Muhtemelen Ingiltere’de on yed i ve on sekizinci yüzyıllarda, bilim için çok uygun bir si
yasi ve kültürel ortamı hazırlayanlar arasında, diğerlerine göre en çok katkısı olan kişi
lerin başında Bacon ve Newton gelir. Bilime gerçek destek, 1662’den itibaren Royal So
ciety e,11 bilimsel seyahatler, ödüller ve diğer girişim leri için yapılan bağışlardır. Kuşku
suz bunlar, bizim yirm inci yü zyıld a alıştığımız mali desteklerle karşılaştırılırsa pek kü
çük kalır. Yine de, bilimin en üst düzeyde itibar kazanması açısından önemli bir adım
sayılır. Bazı Italyan devletleri, önceki aşam alarda bilime daha cömert destekler sağla
m ışlarsa da, İtalya’daki dini, kültürel ve siyasi sorunlar, sadece Ingiltere’de on sekizinci
yüzyılda ortaya çıkan ve Sanayi Devrimi nin oluşmasına yo l açan bilimsel kültürün
orada gelişmesini engellemiştir (Jacob, 1988). Şunu da belirtmeliyiz ki o zam anlar gele
neksel olarak temel ve uygulam alı araştırm alar arasında bir ayrım da yapılm ıyordu.
Aslında on dokuzuncu yü zyıl sonlarında, bilim akademilerine, bilimsel derneklere
veya üniversitelere verilen m iktarlar gerçekten çok küçüktü. Aynı şekilde devletlerin si
lahlanma araştırm aları için genelde kendi sahip oldukları silah ve mühimmat fabrikala
rı için harcadıkları m iktarlar da küçüktü ve devletin düzenleme işlevi de çok sınırlıydı.
M iktarların küçük olmasına karşın, o dönem koşullarında stratejik önemleri büyüktü.
Örneğin silah ve cephane fabrikaları metal işleme sanayilerinde, teknolojinin ilerlem e
sinin öncülük ederken, donanma tersaneleri de, genelde gemi inşa sanayileri için önem
liydi (Reinert, 1993; M odelski ve Thompson, 1993). 3. ve 6. Bölümlerde gördüğümüz
gibi, Springfield Silahhanesi değiştirilebilir parçalar teknolojisine öncülük ederken,
Fredrick Taylor’un ilk alaşım çelikleri hakkm daki çalışm aları ABD Donanması tarafın
dan desteklenmişti. Beretta, Italyan silah fabrikaları ile İtalya’y a birçok yen i teknoloji
getirmiş ve tarihçiler tarafından “Dünyanın en eski sanayi hanedanı” olarak tanım lan
mıştır (Jaikum ar, 1988). M audslay’in 1800-1810 arasında, takım tezgâhları üzerindeki
ilk çalışmaları, Kraliyet Donanması ve Woolwich Arsenal için yapılm ıştı; özellikle
Portsmouth Tersanesi ndeki döküm (= blockmaking) tesisi için, 22 tipten 45 makine,
gemiler için yıld a 130.000 adet m akara111 üretme kapasitesine sahipti, tüm donanmanın
ihtiyaçlarından daha fazla. Bu, dünyada kitle üretimi yapan takım tezgâhları kullanan
ilk büyük ölçekli tesisti; 6. Bölüm’de tasvir edilen “Amerikan üretim sisteminden” daha
önce ortaya çıkmıştı (C orıy, 1990).
i Peygam ber ve Kral Süleym an, A ntik Çağlardan beri bilgeliğin ve adaletin sembolü diye bilinm ektedir.
ii R oyal Society, bir grup Ingiliz aydım tarafından kurulm uş ve Kral II. Charles tarafından 1662'de tanınm ış olan
Ingiliz Bilim ler A kadem isi’dir; hâlâ ülkenin en itibarlı bilim kuruluşları arasında sayılır.
iii “Pulley” yelkenli gemilerde yelkenleri yönetmek ve diğer donanım için gerekli, çeşitli boylarda oyuklara sahip makaralar.
425
On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru, yen i kim ya ve elektrik teknolojilerinin orta
y a çıkm asıyla, devletler bilimsel ve teknolojik faaliyetlerinin alanını genişlettiler. Sana
y i standartları ve ölçü birim leri (metroloji) koyup, izlemek için A BD ’de B u rea u o f S tan
d a rd s; Alm anya’da P h y sik a lisch e u n d T e c h is c h e R eich sa n sta lt, Ingiltere’de N ational
P h y sica l L a b o ra to ry benzeri kuruluşlar1 ortaya çıkarak, kamu laboratuvarlarını olduğu
kadar sivil araştırm aları da düzenlemek ve desteklemek gibi önemli sorum luluklar ve iş
levler yüklendiler.
Birinci D ünya Savaşı birçok ülkede bilimsel araştırm alara ve geliştirme faaliyetleri
ne devletlerin destek vermesine yol açmıştır; örneğin Ingiltere’deki Bilimsel ve Sanayi
Araştırm a D airesi (D SIR ) 1915’de kurulm uştur (M cLeod ve Andrews, 1970; Andrews
ve Poole, 1972). Bu daire 1960’lara kadar çeşitli kamu laboratuvarlarını denetleyerek
ve üniversite araştırm alarına fonlar ayırarak sivil araştırm aları destekleme görevini sür
dürmüştür. Benzer gelişm eler diğer ülkelerde de ortaya çıkmıştır; fakat kamu kaynak
larının çok büyük ölçekte A&G’y e akm asına neden olan, ikinci D ünya Savaşı ve Soğuk
Savaş’tır. Kaynakların aktarılm ası bazı dev projelere çok büyük destekler şeklinde or
taya çıkmıştır; bunların en ünlüsü, nükleer silahları tasarlayıp geliştirm ek için tasarla
nan “M anhattan Projesi”dir. Bunu diğer ülkelerde, nükleer enerjinin, sivil ve askeri u y
gulam aları için büyük A&G kurum larının doğuşu izlemiştir. Bunlar Büyük Bilim labo-
ratuvarlarının tek örnekleri değildir; diğer askeri amaçlı projeler ve tabii uzayın keşfi de
bu grup içinde y e r alır. Yine de uzun bir süre bazı devletler, küçük araştırm a grupları
nın, tek başına çalışan araştırıcıların veya lisansüstü öğrencilerinin gerçekleştirdiği çok
sayıdaki projeyi, başka ifade ile “Küçük Bilim’e” olan desteklerini, artırarak sürdürdü
ler. ikinci D ünya Savaşı’ndan sonra bu tür (başlıca üniversite) araştırm alar birçok ül
kede, Büyük Bilim ’in artışına paralel giderek artan fonlarla, nispeten, cömertçe destek
lenmiştir. Aslında Büyük Bilim, İkinci D ünya Savaşı veya M anhattan P rojesiyle değil,
daha 1930’larda başlamıştı. O zam anlar ABD Tarım Bakanlığı, araştırm a için Savunma
Bakanlığı ndan daha fazla para harcıyordu (o günler geri gelecek m i?) ve Küçük Bilim
henüz hâkim araştırm a biçimiydi; ilk Büyük Bilim laboratuvarları, ikinci D ünya Sava-
şı’nın öncesinde ortaya çıkmıştır. Bunların en önemlisi, kuşkusuz B erkeley’deki Kalifor
niya Üniversitesi’nde y e r alan Lawrence Berkeley Radyasyon Laboratuvarı’dır (Gali-
son ve Hevly, 1992).
Savaş zamanı ve savaştan sonraki Büyük Bilim ’in temel özelliklerinin çoğu, 1930’lar
da bu laboratuvarda kendini göstermiştir. Bunlar hiyerarşik yönetim ve örgüt yapısı;
komiteler; temel bilimler, teknoloji ve mühendislik arasında (diğer disiplinler de sıkça
devreye girer) güçlü bir etkileşim; dışsal (extra-m ural) kamu ve özel sanayi fonlarının
i T ü rkiye’de, A nkara’da Türk S tandartlan Enstitüsü (T SE ) ve Gebze’de Ulusal M etroloji Enstitüsü (U M E ) bu alanda
ülkem izde Hizmet veren kuruluşlardır.
426
karm aşık destek biçimleri ile bilimsel başarılardan olduğu kadar, büyük m iktardaki
kaynaklar ve çok büyük bilimsel araçlardan kaynaklanan yerel ve ulusal prestij ve nü
fuz. Radyasyon laboratuvarı örneğinde olduğu gibi, güçlü bir otokratik liderliğe bağlı
sorunlar, ilerde bütün Büyük Bilim projelerinde olmasa da, daha sonraki projelerde or
taya çıkacaktır. İster otokratik, bürokratik y a da demokratik olsun, Büyük Bilim labo-
ratuvarlarına giren genç bilimcilerin çalışma ortam ları ve kariyerde yükselişleri, gele
neksel üniversite küçük biliminden tamamen farklıydı. Yine de Büyük Bilim ’in birçok
insan için çok çekici olduğu gerçektir. Laboratuvardaki araştırıcıların dörtte biri
1930’larda (doktora öğrencileri veya doktora sonrası araştırıcılar olarak), kendi k ay
naklarıyla işe devam ediyordu; %20’si devlet, %25’i iç kaynaklar (intra-m ural) ve
%27’si diğer dış fonlarla finanse ediliyordu.
Dışsal kaynaklar, iktisat ve yönetim açısından Büyük Bilim ’in temel özelliği sayılan
çok pahalı sermaye teçhizatının temini ve idamesi için kuşkusuz hayati bir önem taşır.
B erkeley’de, Rockefeller Vakfı (Foundation), Eyalet ve Federal Hükümet finansmanın
büyük kısmını sağlam akla birlikte, bazı kişilerin ve firmaların da katkıları bulunuyor
du. Ancak ikinci D ünya Savaşı ve Kore Savaşı, devletlerin bilim harcam alarını başla
tan olaylar olmasa da, hükümetleri, kamu kurum larını her y ıl düzenli olarak birçok
merkezde A&G’y e çok büyük m iktarlarda fon ayırm aya alıştırm ıştır.
Bu kadar büyük kamu fonlarının araştırm aya ayrılm asına birilerinin itiraz etmesi de
sürpriz değildir. Buna rağmen birçok ülkede bütçe kısıntıları yapılırken, 1980’lere kadar
araştırm a harcam alarına destek devam etmiştir. Bunun birçok nedeni arasında, özellikle
süper güçlerdeki savunma sistemlerinin kendi A&G faaliyetlerine arka çıkm aları bulun
maktadır. Nükleer bombalar ve radar, en şüpheci insanları bile bu silah teknolojilerinin
temel bilimlere, özellikle fiziğe ne kadar bağlı olduğuna ikna edebilir. Geçmiş yüzyıllarda
ordular, yeni silahlar karşısında tutucu bir tavır sergiliyorlardı; fakat ikinci D ünya Sava
şı’ndan sonra, genelde sadece yeni silah projelerine değil, yeni askeri teknolojilerin arka
sında olduğunu anladıkları kamu ve üniversite laboratuvarlarındaki temel araştırm alar
konusunda da çok istekli hale geldiler. Böylece 1950’ler ve 1960’larda ABD H ava Kuv
vetleri, Donanma Araştırma Dairesi ve diğer askeri kuruluşlar, ABD ’de temel araştırm a
ların başlıca destekçileri arasına katıldılar. Bunun anlamı, bilim topluluğunun savaş ön
cesine göre, çok daha fazla desteği, daha iyi koşullarda alması demektir.
Sovyetler B irliği’nde ve Doğu Avrupa ülkelerinde (temel bilim yap ılan ) akademik
kurum larla (Bilim ler Akademisi Sistem i), askeri sanayi kompleksi arasında daha da y a
kın ilişkiler mevcuttu ve kamu fonlarının temel araştırm alara hızla kaydırılm ası ve artı
rılması daha kolaydı; burada ağırlık, Batı Avrupa ve A BD ’deki gibi, üniversitelerde de
ğil akademilerde idi.
427
A raştırm aya kamu desteğinin ekonomik gerekçeleri genel anlam da çok daha eskiler
de ortaya konmuş olduğu halde, derinlemesine bir teori haline ancak ikinci D ünya Sa-
vaşı’ndan sonra gelmiştir. Birçok iktisatçıyı, bu arada kamu harcam aları konusunda en
şüpheci olanları bile ikna edebilen, eğitimde olduğu gibi temel araştırm alardaki harca
maların yararların ı gösteren klasik m akaleleri yazan lar Richard Nelson (1959) ve Ken
neth Arrow (1962) olmuştur. Y azarların temel noktası, bu harcam aların piyasa güçleri
ne bırakılm ası durumunda, iktisadi ve sosyal açıdan istenen düzeyin altında kalm aları
dır. Temel araştırma, tanımı gereği tamamen belirsizdir; araştırıcılar kimin (eğer böyle
biri varsa) bunun sonuçlarından yararlanacağını bilemezler. Doğal olarak da firmalar,
hangi sanayilerin veya firm aların yararlanacağını bilmedikleri, uygun bir getirisi olma
yan temel araştırm aları desteklemek istemezler (Bkz. 10. Bölüm).
Bu yaklaşım , temel araştırm aların genelde çok uzun sürelere yayılan zamanlaması
nedeniyle de güçlenir. 10. Bölüm de görüldüğü gibi, firm alar daha çok kısa veya orta
dönemli bir A&G yatırım perspektifine sahiptirler. Onlar, birkaç y ıl bilemediniz bir on
y ıl içinde getirisini görmek ve buna göre nakit akım hesaplarını yapm ak isterler; karar
verme süreçleri bu yöndedir. Bu nedenle pek az firma, 20-30 y ıl sürebilecek ve sonuç
ları belirsiz bir araştırm ayı finanse etmeyi düşünebilir.
Firm aların temel araştırm aları desteklem eyeceği hakkm daki bu görüşler, I. ve II.
Kısımlardaki verilerden doğmaktadır. Kuşkusuz, uzun dönemde temel araştırm aları
destekleyen sanayi kuruluşları da vardır. Bazıları, örneğin Bell Laboratuvarları teleko
münikasyon sanayisindeki kendine özgü düzenleme biçiminden yararlanm ıştır. Bu sa
nayideki (deregülasyon) yasal düzenlemenin serbest bırakılm ası ve AT&T şirketinin
yeniden örgütlenmesiyle, 1990’larda temel bilim araştırm a fonları büyük ölçüde azal
mıştır. Diğer birkaç örnekte, özellikle kim ya sanayisinde Bayer, Hoechst, BASF, ICI
ve Du Pont (5. Bölüm) “güdüm lü” temel araştırm aları desteklemeye hazırdı çünkü çok
geniş ürün yelpazelerinde onları ilgilendiren sonuçlar ortaya çıkması muhtemeldi. III.
Kısım’da görüldüğü gibi, diğer firm alar hâlâ çok küçük m iktarlarda temel araştırm a
harcam ası yapıyorlarsa bunun sebebi, başka yerlerdeki araştırm a sonuçlarını anlayabil
mek veya iyi bilim adam larının bir kısmını elde tutmak içindir. Araştırm alar birçok ül
kedeki çeşitli sanayi dallarındaki firmaların, yeniliklerinin başarısı için üniversite araş
tırm alarıyla sürekli bir ilişki kurm ak y a da buna bir ucundan girmek ihtiyacında olduk
larını göstermektedir (örneğin, bkz. Senker ve Faulkner 1994; Faulkner e t al., 1995;
Mansfield e t al., 1977; M ansfield, 1980).
Temel araştırm alara kamu desteği lehine olan gerekçeler, sanayinin kendisinden gel
mektedir; en son bilimsel araçlar hakkında güncel bilgiler, matematik ve bilgisayar tek
nikleriyle donatılmış üniversite mezunları, çok kez firm alar için temel araştırm a sonuç -
428
larm dan daha da önemlidir (Pavitt, 1990). Çok açık (ve beklenmeyen) temel bilim araş
tırm alarından uzun dönemde fayda sağlamanın iyi bir örneği, uzun yıllard ır temel bilim
lerin Sinderella’sı olan biyolojiden gelmektedir. Crick ve W atson un biyoloji araştırm a
ları, daha sonra sınırsız uygulam a potansiyeli doğuracak olan biyo teknolojinin son de
rece hızlı büyümesine yo l açmıştır. Bu hiç beklenmeyen gelişm eler kim ya firmalarının,
üniversite araştırm alarının sonuçlarını anlam ak ve özümsemek için çok kısa zamanda
bir seri teknikler yaratm asını gerektirm iştir. Bunlara, üniversite biyologlarının danış
man olarak tutulması, sanayi A&G laboratuvarlarında istihdamı y a da üniversite bö
lümlerindeki araştırm aların finansmanı dahildir (Faulkner, 1986; Sharp, 1991; M artin
ve Thomas, 1996).
Son olarak, kamunun desteklediği temel ve uygulam alı araştırm aların sosyal fayda
sının, firmaların rekabetçi avantajlarından veya ekonominin büyümesinden daha fazla
ve yaygın olduğunu söyleyebiliriz. En belirgin örnekler, halk sağlığı ve çevre sorunları
için yapılan araştırm alardır. Pavitt’in (1996) işaret ettiği gibi, firm aların BSE (deli da
na), kanser ve sigara konularındaki ilk araştırm aları finanse etmeleri pek de mümkün
değildi. Hele ozon delikleri veya M ars’daki hayat hakkındaki araştırm aları finanse et
meleri hiç mümkün değildi. Astronomi alanında veya çok yü ksek m aliyetlerde araç ge
reç gerektiren parçacık fiziğinde, araştırm alarının sonuçlarını kimse kestiremez. Hiçbir
firma bunları göze alam asa da, toplum bunların m aliyetlerine katlanm aya razıdır.
Temel araştırm alardan doğan dışsallıklar ve araştırm alara ciddi kamu desteği ya p ıl
ması hakkındaki klasik görüş, 1960’lar ve 1970’lere kadar, fazla tartışılm adan geldi. Fa
kat, sonradan M ilton Friedman ve son zam anlarda da bir bilim adamı, Terence Kealey
(1996) bu görüşe karşı çıktılar. Kealey kitabında, Bilimsel Araştırmanın Y asaları ( T he
L a w s o f S cie n tific R es ea r ch ), kendinden önce birçok kimse gibi A&G’de “doğrusal mo
del” diye bilinen yaklaşım ın saçm alığını göstermeye çalıştı. Ancak, tarihçilerin, mühen
dislerin ve sosyal bilimcilerin çoğunun doğrusal model yerine, temel, uygulam alı araş
tırma, geliştirme, üretim ve piyasalarla güçlü bir etkileşimi öngören “etkileşim ” modeli
koyulması gerektiğini söylemelerine rağmen, Kaeley temel araştırm anın en sonda geldi
ğini iddia etti. Sadece en zengin toplumlar temel araştırm a yapabilirdi. “Tersine çevril
miş” doğrusal modeli, tarihçilerin şiddetli itirazlarına rağmen kendine göre topladığı, ta
rihsel kanıtlardan türetilm işti (David, 1997).
K ealey’in politikaya yansıyan sonucuna göre, temel bilimlere yapılan tüm kamu des
teği kesilm eliydi. Bunun yerin e özel sanayi, kişiler ve vakıflar destekleme fonlarını ar
tırm alıydı. Bu gerekçenin özünde saklı olan iyi bir yaklaşım , tek bir kaynak yerine, des
teğin birçok kaynaktan gelmesinin tercih edilir olmasıdır.
429
Temel araştırm adaki belirsizlikler, karar vermedeki sübjektif saplantılar ve ideolojik
unsurlar, genelde alternatif kaynakları istenir kılm aktadır. Yine de, tüm kamu desteği
nin kesilmesi birçok ülkede muhtemelen, uzun dönemde felaketlere yol açacağı gibi,
özel kaynakların kamu yatırım larını karşılam ası da pek mümkün değildir. Bununla, do
ğal olarak tüm kamu araştırm a destekleme kararlarının doğru olduğunu söylemek iste
miyoruz. Aksine, çok büyük m iktarda kamu kaynaklarının israf edildiğine dair iddialar
öne sürülebilir (aynı şekilde özel araştırm alarda da birçok örnek bulunabilir). A şağıda
ki kesimde bilim ve teknolojiye yapılan kamu harcam alarıyla bazı yan lış karar örnekle
ri üzerinde duracağız.
430
rından desteklediler. N ihayet 1970’lerde, Concorde’un tamam lanm asıyla harcam alar
hızla azaldı fakat günümüze kadar küçük ölçeklerde devam etti.
Bununla, uçak geliştirm e dahil, sivil sanayi A&G’y e kamu desteği ilkesinin yanlış ol
duğunu söylemek istemiyoruz. Aslında küçük ölçekte kalm ak şartıyla, bunun iktisaden
doğru olduğu görülür; ancak bu desteğin dem iryollarına, iletişime, bilgisayara veya ta
kım tezgâhları yerine, niçin uçak sanayisine gitmesi gerektiği hakkında fazla bir gerek
çe bulunmuyor. Eğer sosyal ve çevresel m aliyet ve fayda unsurları göz önüne alınırsa,
bu sanayiler kamu desteği için uçaktan daha güçlü adaylardır: Hele diğer sektörlere sıç
rayan teknolojileri1 de dikkate alınırsa, ileri enerji sakınım teknolojilerinin kâra ulaşım ı
na sıçram a etkisi, muhtemelen hava taşım acılığından daha fazla olabileceği gibi, tüketi
ciye doğrudan faydası daha fazladır. Sonuçta havacılıkta A&G destek tercihi, herhangi
bir ulaşım veya iletişim ihtiyacının değerlendirilmesinden çok, bir alışkanlık, bir lobi1
gücü ve buna bağlı askeri ve prestij elem anlarına dayanm aktadır. Desteğin ciddi bir
proje değerlendirme tekniğine dayanm adığı kesindir.
Amerikan uygulam alarıyla ilgili olarak, Eads ve Nelson (1971), SST ve nükleer re
aktörler gibi sivil teknolojilerde “hızlandırılm ış”11 askeri program ları örnek alan benzer
girişim lerin iyi uygulanam ayarak büyük kaynak israfına yo l açtığını iddia ediyor. Kamu
harcam aları çok önemli olm akla birlikte, uygulam alı araştırm alara ve deneysel geliştir
menin ilk aşam alarına teksif edilmelidir. Temel araştırm alarla bunlardan doğabilecek
teknolojileri olabilir hale getirm ek111 kamu finansmanı ve kamu laboratuvarları için en
güçlü iktisadi gerekçelerdir. Bundan sonraki ürünlerin veya sistemlerin ticari am açlar
la ortaya çıkarılm asına yo l açacak geliştirme aşam aları, tamamen veya büyük ölçüde fir
m alara bırakılırsa kaynak israfının önlenmesi mümkün olabilir. Büyük kamu desteğinin
bu aşamada, geliştirme m aliyetlerini karşılam aları için firm alara verilmesinin çok ciddi
sonuçlar doğuracağı açıktır. Eğer firm alara kamu desteği verilecekse, önceliklerin
kamuoyunda tartışılması esastır.
G albraith’ın Yeni S a n a yi D e v le ti’ndeki ana te m ay a da bu kitabın I. ve II. Kısımla
rındaki gerekçeler kabul edilir veya edilmez, en azından bazı sanayilerdeki firmaların
davranışlarını derinden etkileyen bir askeri sanayi kompleksinin varlığını reddetmek
güçtür. Modern teknolojinin ölçek ve karm aşıklığı, askeri uçaklar, füzeler ve nükleer si
lahların araştırma, geliştirme ve tasarım ında en uç sınırlarına varm aktadır. Hükümetle
rin büyük ölçekli katılım ı ve askeri piyasanın kendine özgü yapısı, daha önce sunduğu
muz A&G politikası formülasyonunun gösterdiği gibi, proje seçiminde bir tür avukatlık
i "Technological spin-ofF” teknolojik sıçram a y a da serpişme bir teknolojinin diğer sektör(lere) de değişerek veya doğ
rudan sıçrayarak yerleşm esi. “Spin-off eflect” sıçram a y e da y ay ılm a etkisi.
ii M etinde “crash program m es” hızlı, tüm enerjiyle kayn ak larla sonuç alm ak için yüklenm ek anlam ındadır.
iii “Enabling technologies”
431
süreci, ulusal düzeyde açıkça siyasete dönüşmektedir. “Lobicilik” ve “koridor arşınla
m ak”1bu tür karar verme sürecinde, ince yatırım hesaplarından çok daha önemlidir. As
lında, bu tür ince hesaplar siyasi karar sürecini etkilem ek için, sözüm ona mantıki ge
rekçelerin11 kılıfını hazırlam akta kullanılan bir yöntem dir. Açıkçası, ulusal politikaların
iktisadi olmayan bu niteliği, sivil ve askeri havacılık sanayisinin ve aynı zamanda bu sa
nayilerle yakından ilişkili diğer sanayilerin yenilikçi performanslarının bir şekilde belir
lenmesinde çok etkilidir (Peck ve Scherer, 1962; Peck, 1968).
U çaklara ve nükleer A&G'ye kamu desteği hakkındaki bu eleştiriler, firmaların uy
gulam alı araştırm alarını veya geliştirme çabalarını desteklemek am acıyla kamu harca
maları yapılm asının gerekçelerini zayıflatm ıyor. Bu yaklaşım Terence Kealey usulü, be
beği kaynar suya atmak olurdu. U ygulam alı araştırm a ve geliştirme faaliyetlerine kamu
harcaması yapm anın hem tüketiciler hem de üreticiler yararın a olduğu yerlerden biri ta
rımsal araştırm alardır.
Genelde tarım, her ülkede yapısı gereği, A&G’de kamu harcam alarının ağırlıklı ol
duğu bir sektördür. Küçük aile çiftlikleri kendi araştırm alarını finanse edemeyecek ka
dar küçük olduğu gibi yeterli bilimsel bilgiden de yoksundur. Bu nedenler ve gıda üre
timinin stratejik önemi, hükümetleri tarım daki uygulam alı araştırm aların çoğunu finan
se etmek durumunda bırakıyor. Gerçekten, bu destek 1860’lardan 1960’lara kadar,
Amerikan ekonomisindeki teknolojik değişmenin en büyük başarı hikâyelerinden biri
ni oluşturur. Şimdilerde durum değişiyor: Birçok örnekte, kendi A&G faaliyetini de y a
pan büyük çiftlik işletmelerinin (agribusiness) doğması, genetik mühendisliğinin ortaya
çıkması ve kim ya şirketlerinin konuyla giderek artan biçimde ilgilenm eleri artık kamu
desteğine y e r bırakmıyor.
Bu iki çok farklı örnek, uçak sanayisi ve tarım, Nelson ve W inter’in (1977) ileri sür
düğü gibi teknik ilerlemenin analizinde, her sanayinin tipik özelliklerinin göz önünde
tutulmasının esas olduğunu gösteriyor. Çok daha farklı bir örnek, tüketim malları ve
hizmetlerdir.
43 2
şünün). Bu firm alar çok kez satın alma güçlerini, teknolojik yeniliklerin yapılm asını teş
vik edecek bir görevlendirme için de kullanabilirler. Bu piyasalardaki alıcılar, teknik
özelliklerin ayrıntılarıyla o kadar ilgilidirler ki çok katı teknik performans standartları
belirleyebilirler. Bunlar ürün farklılaştırılm asından fazla etkilenmedikleri gibi tüketim
mallarında önemli rol oynayan reklam ve teknik hizmetler de burada fazla önem taşımaz.
Yenilik örnek olay çalışm alarının çoğu müşterilerinin gelecekteki ihtiyaçlarını kes
tirmeye çalışan yenilikçilerin genelde başarılı olduğunu gösteriyor. SAPPH O Projesi
nin yenilikte başarı ve başarısızlık karşılaştırm aları (8. Bölüm), başarısızlıkların çoğu
nun y a piyasa ihtiyaçlarını ihmal etmekten y a da müşterilerin ihtiyaçlarını iyi anlayam a
maktan kaynaklandığını göstermektedir. Buradaki sav bir anlamda, G albraith’in yen i
liği piyasalara empoze eden “üretici egem enliği” varsayım ının değişik biçimidir.
Bu sonuçlar yüzeysel olsa da, en azından sermaye m alları piyasasında gerçek tüke
tici ihtiyaçlarını ve potansiyelini uyaran türde yeniliklerin teşvik edilmesinin uygulam a
da pek olmasa da, sosyal refah alanında etkili olduğuna işaret etmektedir. SA PPH O ’da-
ki sonuçları doğrulayan birçok örnek kuşkusuz tüketim m allarında da bulunabilir. Ö r
neğin, D anim arka plastik oyuncağı "lego’y u alalım. Bu firma, kullanıcıların (bu örnek
te çocuklar) ihtiyaç ve tercihlerini keşfetmek için çok büyük bir gayret göstermiştir. So
nunda dünyanın en başarılı ihracat ve satış performansı gösteren oyuncağı olmakla
ödüllendirilmiştir. Firm alar uzun süren, sıkıcı testlerle kullanıcıların kanaatini öğren
meden yeni ürünleri piyasaya sürerse, yen ilik başarısızlığa mahkumdur. Ev aletlerinden
ve ilaçlardan da birçok tüketici tatmini örneği verilebilir. Bunu ötesinde, tüketicilerin
çoğu serm aye malları, malzeme ve iletişim sistemlerindeki teknolojik yeniliklerden do
ğan verim lilik artışlarıyla mümkün hale gelen yaşam standartlarının yükselm esinden
yararlanm ışlardır.
Bunların ötesinde sermaye m alları dışındaki alanlarda da, teknolojik yeniliklerin y a
rarları hakkında genellemeler yapm ak durum undayız. Y eniliklerle ilgili çalışm aların ço
ğu, çağ açan, çarpıcı yen ilikleri konu alır fakat başlıca özellikleri, hemen her y ıl model
değiştirmek olan tüketim m alları yenilikleri üzerinde pek durm azlar. Bunun nedeni, bu
alandaki alıcıların sermaye m alları alıcıları kadar akıllı ve bilgili teknik kararlar verme
yeteneğine sahip olm adıkları inancıdır. Tüketicilerin enformasyon kaynaklarının kıt,
ciddi sayılacak teknik değerlendirme yapm a kapasitelerinin ise olmadığı varsayılır.
Herhangi bir ülkenin sanayi A&G’sine baktığımızda, harcam aların daha çok serm a
ye m alları ve malzemede yoğunlaştığını görürüz. O ysa tüketici sanayileri çok az harcar
lar; bu sınırlı A&G’nin ve diğer bilimsel girdilerin çoğu da oligopolcü piyasalardaki
ürün farklılaştırılm ası veya planlı teknik ölümle (= obsolosence) yakından ilgili faaliyet
lere gider. Bu türden sanayi A&G’sinin büyüm eyi ve refahı artırm ası oldukça şüpheli-
433
dir. Fisher e t al., (1962), ABD oto sanayisinde yıllık model değişikliklerinin ve ekzos
borularının “planlı teknik ölümünün” çok yü ksek m aliyetlerinin bir Ingiliz resmi rapo
runda şiddetle eleştirildiğine işaret etmektedir. Sanırım, teknolojik yeniliklerdeki bu du
rum, çok açık biçimde G albraith’in "üretici egem enliği” kavram ıyla yap tığı eleştirinin
geliştirmesindeki esas nedendir. Bu eleştiri sermaye m allarından ziyade tüketim m alla
rına daha uygundur.
Bu eleştiri, yeniliğin yönü ve iktisat teorisindeki piyasalarla ilgili daha genel bir so
runu ortaya çıkarm aktadır. Teorik olarak ideal bir tüketici piyasası, tüketicilere çok ge
niş bir alternatif seçim yapm a imkanı verir. Bu “tam ” bilgiye sahip olan tüketiciler, fi
y a t ve kalite bakımından “en iyisini” alm a özgürlüğüne sahip olarak, satıcıları bu reka
bet m ekanizm asıyla, ürünlerini tüketicilerin ihtiyaçlarına uyarlam aya zorlarlar. Buna
“tüketici egem enliği” düşüncesi denir. Pek tabii ki hiçbir iktisatçı gerçeğin bu ideal du
rum a uyduğunu düşünemez. Tüketiciler hiçbir zaman “tam ” bilgilendirilem ez ve çok
kez de satıcılar arasındaki türlü çatışm alar ve diğer tekelci unsurlarla karşılaşırlar. An
cak bazı temel m alların piyasalarında, meyve, sebzede ve bazı sermaye m allarının p iya
salarında, gerçek dünya soyut modele bir m iktar yaklaşabilir.
iktisatçılar, tüketici egemenliği kavram ını sürdürm ek için bu sorunlara daim a büyük
bir ilgi duyarlar (bkz., Knox, 1969). Tekel teorisinin önemli bir kısmı ve reklam ların
eleştirisi, tüketici seçim gücünün azalm asıyla ilişkilidir. Birçok ülkede tekel karşıtı ve
tüketiciyi koruyan yasalar, üreticilerin birleşmesi ve daha büyük bir üretici egemenliği
kurm alarını önlemek, bu güçlü eğilim leri tersine çevirmek veya sınırlam ak ister (Heath,
1971). Burada, genel sorunlarla ilgilenm ek yerine, tüketici piyasalarındaki teknolojik
yeniliklerin yarattığı belirli sonuçlara eğileceğiz.
Normal tekel karşıtı yasaların fazla etkilemediği, teknolojik yeniliklerle tüketici ege
menliğini azaltan üç ana yo l vardır:
1. Tüketici tercihi teorisi temelinde statiktir. Tüketicilerin mevcut mal ve hizmetler lis
tesinden seçim yap tığı varsayılır. Fakat, teknik ilerlemenin önemli olduğu alanlarda
bu liste, yıllarca önce A&G projeleri ve yen ilik kararlarıyla belirlenmiş bulunm akta
dır. Tüketici hakim iyetinde olmayan kritik unsur, tüketicilerin gelecekteki mal ve
hizmetleri belirleme gücüdür Teoriyi savunm aya kalkanların iddiasına göre, tüketi
ciler aslında kâr am acıyla bunların ihtiyaçlarını tahmin etmeye çalışan üreticileri do
laylı yoldan bir şekilde etkilem ektedirler. Bu yaklaşım , bazı ürün örnekleri düşünü
lürse bir noktaya kadar doğrudur, fakat yen ilik kararlarını verenlerin kendi öncelik
lerini ve tercihlerini empoze etme olanakları her zaman mevcuttur. Ford’un Edsel
(başarısız bir spor araba) modelinde olduğu gibi, bu güç de sınırsız değildir, ancak
ciddi bir sorundur.
434
2. Tüketici tercihi teorisi mevcut mal ve hizmetler hakkında tam bilgi varsayar. Eğer
bir semt pazarında birçok tezgaha bakarak sebzelerin fiyat ve kalitesini inceleyen bir
alıcıyı düşünürsek bu model gerçekçi sayılabilir. Fakat araba, televizyon ve diğer da
yan ıklı tüketim m allarıyla çeşitleri hızla artan hazır yiyecekler ve kim yasal maddeler
şeklinde, teknik incelikler ve ürün çeşitlemeleri tabloya girince model bozuluyor. İn
ternette alışveriş sorunu daha da artırıyor. Buradaki piyasa sorunu tüm tüketici der
neklerinin bildiği gibi, teknik bilgiye eşitsiz erişimdir. Tüm ülkelerdeki dayanıklı tü
ketim mallarının tam ir ve bakım servislerinin iyi çalışmaması bu sorunun bir başka
cephesidir. Binlerce firmanın birbirleriyle rekabet ettiği gerçeğine rağmen, tüketici
tatminsizliği kronik ve çözülemez bir yaygın lıktadır.
3. Tüketiciler birçok üründeki kişisel tercihlerin çokluğunun yarattığı uzun dönemli
çeşitli etkilerden muhtemelen haberdar değildir. Araba alan biri, bunun diğer mil
yonlarca benzer kararla birlikte, uzun dönemdeki kentsel çevreye etkisini bilemedi
ği gibi, satıcılar da bilemez. M ishan’m (1969) çok önceden, bu kararların sosyal ma
liyetinin büyüklüğünün, tüketicilerin çoğunun özel menfaatlerini ortadan kaldırdığı
nı iddia etmişti. Plastik atıkların yo k edilmesi ve nükleer enerji çok fazla incelenme
yen, uzun dönemli sosyal m aliyetlerin diğer örneklerini oluşturmaktadır.
Bu üç neden, şeklen egemen olan tüketicinin niçin çok kere hadiseler karşısında güç
süz ve çaresiz kaldığını açıklam aya yardım eder. Sorun, birçok yerd e ihtiyaçların yeter
li biçimde belirlenmesidir. Fakat genelde üreticiler, sosyal ihtiyaçlar y a da uzak görüş
lü teknik yeniliklerden çok, ürün farklılaştırılm asına veya m arka imajına tutulm uşlar
dır. Örneğin, daha güvenli ve çevre kirletm eyen arabaların bir sosyal ihtiyacı karşıladı
ğı açık olmakla beraber, çok uzun zaman bu konulara ayrılan A&G ihmal edilir boyut
larda kalm ıştır. U yarının A&G yapan üreticilerden değil de, Ralph N ader gibi dışarı
dan eleştirenlerden ve kamu düzenlemelerinden gelmesi çok ilgi çekicidir. Bu durum
özellikle trafik sıkışıklığı olan kentsel alanlarda daha etkin kâra ulaşım sistemlerinin ta
sarım ında da görülmektedir.
Yenilikçi ve tasarım cıların kendi modaları ve zevkleri peşinde, kullanıcıların çıkar
larını ihmal ettiklerine dair birçok örnek daha verilebilir. Ingiltere’deki konut inşa prog
ram ları bunun çarpıcı bir örneğidir. M im arlar ve kent plancıları arasında 1960'larda,
çok katlı yü ksek bina modası vardı (buradaki çok katlı bina, altı veya daha fazla katlı
binalardır). Bu binaların özelliği, o dönemin geleneksel ve az katlı evlerine göre çok da
ha pahalı olm alarıdır (Tahm inler metre karede, 1.3-1.8 kez daha yüksek m aliyet göste
riyor, McCutcheon, 1972). Bunun ötesinde bu dönem, mali sıkıntılar nedeniyle yerel
yönetimlerin merkezi hükümet (ve seçmenlerden) gelen ağır baskılarla harcam alarını
435
ve bazı hizmetlerini kıstığı bir tasarruf dönemidir. Buna rağmen, tüm büyük şehirlerde
1960’larda, binlerce çok katlı daire inşa edildi.
Sosyolojik araştırm alardan ve/veya daha yüksek kira ödemeye hazır olmak gibi açık
iktisadi nedenlerle tüketicilerin bu yü ksek katlarda oturm ayı tercih ettiklerine dair ka
nıtlar olsaydı, bu program lar haklı görülebilirdi. Böyle kanıtlar olmadığı gibi, sosyolo
jik araştırm alar, en azından kiracıların, başta ihtiyarlar ve çocuklar olmak üzere, bu da
irelerden nefret ettiklerini gösteriyor.
Bu örnekler, tasarımcı ve yenilikçilerin değer yargıların ı ve tercihlerini, ister özel fir
m alar ister kamu kurum lan yo lu yla olsun, tüketicilere ne ölçüde empoze ettiklerini gös
termektedir. Bunu tüketicilere kötülük olsun diye art niyetle yapm ıyorlar. Tersine her
örnekte, yenilikçi, tüketicilerin lehine çalıştığına inanıyor. Bu siyaset bilim cilerinin çok
tandır aşina olduğu bir sorunun sadece ö^el bir şeklidir. Araştırma, geliştirm e ve tasa
rımın kendi etiği, modası, çıkarları ve heyecanları olan ayrı uzmanlık işlevleri halinde
ayrışm ası, kaçınılmaz olarak sosyal bir denetimsizlik yaratm a tehlikesi doğuruyor. Te
oride rekabetçi piyasa mekanizması, bu denetim işlevini otomatik biçimde gerçekleşti
rebilir. Fakat iddia edildiği gibi, tüketicilerin arzularıyla satıcılar arasındaki iletişimi te
orik olarak sağlayan piyasa mekanizması, birkaç sektör dışında, bu işlevini yeterli bir
tarzda göremiyor. Bunun anlamı, otonom piyasa mekanizmasının sağlayam adığı y itiri
len tüketici egemenliğini yeniden sağlam ak için siyasi mekanizmanın artan bir şekilde
devreye girdiğidir.
Tabii, sosyalist toplumların kamu A&G sistemini, tüketici ihtiyaçlarına uygun sosyal
yenilikler yapm ası için kolaylıkla yönlendirebilm esi beklenir. Fakat gerçekler böyle de
ğildir; çoğu hızla sanayileşm e sürecini yaşayan Sovyetler Birliği ve Çin, fakir ülkelerden
olup, diğer büyük güçlerle de askeri bir rekabet içindedirler. Muhtemelen sivil hak ve
özgürlüklerin olmaması da ayrı bir unsurdur.
İlke olarak, kendini bu işe adamış tüketici derneklerinin niçin sermaye malı alıcıları
gibi, tüketici mallarında, istenen teknik performans param etrelerini ortaya koyacak ça
lışm alar yapm adıkları anlaşılamaz. Bu işi koşullara bağlı olarak kendi başlarına veya
kamu otoriteleriyle birlikte yapabilirler. Sonuçta, A&G ve satın alm a anlaşm aları yo lu y
la ödüllendirmeye de gidilebilir. Bazı m ağaza zincirleri ve süper m arketler artık müşte
rileri adına bu şekilde hareket etmeye başladılar; sivil sektör devreyi tamamlamak için
bir kuşak önce askerlerin, çok daha önce de, sermaye malı alıcılarının öğrendiği sosyal
tekniği öğrenme durumundadır.
İngiltere’de, Rothschild Raporu’ndaki (1971) “tüketici yüklen ici” ilkesi bu anlamda
yorum lanırsa çok değer kazanır, tüm A&G örgütlerinin sosyal bir sorumluluk duygu
suyla hareket etmesi gereği ile bilim topluluğuyla halk arasındaki ilişki mekanizmasının
436
geliştirilm esinin bir yolunun bulunması. Aslında bu rapor, halk adına hareket eden ka
mu kurum larıyla halkın çıkar ve tercihlerinin birebir uyuştuğunu varsayıyor. Bu pek
doğru olmasa gerek. Kamu kurum lan çok kez tüketicilerin gerçek arzularını bilmeden,
tasarımcı ve yenilikçinin teknolojik tercihlerini ve günün modasını onunla paylaşabilir
(Bunlar uçak geliştirmede ve yü ksek katlı binalar örneğindeki durum lardır.).
Hükümetlerin halkın bilinen istek ve ihtiyaçlarına cevap vereceği, eğer bunu bilemi
yorsa, öğrenmeye çalışacağı umut edilir. Fakat, binlerce yıllık siyaset deneyimi bunun
doğru olmadığını gösteriyor (Armytage, 1965; Lenin, 1917). Bu nedenle, hükümetlerin
sürekli bir eleştiri ve denetime açık olmasını sağlayacak yöntem ler geliştirm eleri esastır.
Yerel ve anlık inisiyatifler önemli olm akla beraber, esas olan Parlamentonun bilim ve
teknolojiyle ilişkilerini güçlendirecek süreçleri başlatm asıdır. Bu tür sorunlarla bazı
“teknoloji değerlendirm esi” türlerinin Parlamento denetimine girm esini sağlayan hare
ketler güçlenm iştir. ABD K ongresindeki özgün Teknoloji D eğerlendirm e Ofisi
(O TA )1, her ne kadar 1990’larda G ingrich’in bütçe kesintisi programı gereği kapatıl
mışsa da, bu fikir A vrupa’da yaşam akta, bir yerlerde, bir şekilde yüzeye çıkm aktadır.
Bu konuya kitabın son bölümünde değineceğiz.
437
Tablo 16 .2 A skeri, Uzay ve N ükleer A& G H arcam alarım a, 1960lard a
Toplam Kamu A& G H arcam alarm daki Paylanm a Yüzde Değişim i
1960-61 1969-70
OECD Bölgesi’nde yap ılan (özel ve kam u) tüm A&G harcam alarının yak laşık yarısın a
eşittir. Durum, 1970’lerde çeşitli nedenlerle önemli ölçüde değişti (Tablo 16. 3). Daha
1960'larda A y'a başarıyla ayak basıldıktan sonra, ABD ’nin NASA harcam aları düş
meye başlamıştı; ayrıca uluslararası gerginliği azaltan siyasi yum uşam a (détente), aske
ri harcam aların azalm asına yardım etmiştir. Buna karşın 1970'lerde İngiltere, zaten
yüksek olan askeri harcam alarını daha da artırm ıştır.
A&G harcam alarının kamu hedeflerine göre tasnifi her zaman büyük güçlükler içe
rir; aynı program çeşitli kuruluşlar tarafından farklı am açlarla desteklenebileceği gibi,
bu am açlar da zaman içinde değişir. Yine de böyle bir tasnif, kaynak dağılım ında y a k
laşık ölçeklerin bilinmesiyle, kamu önünde öncelik tartışm aları ve yönlendirm eyi ger
çekleştirme amaçları için çok gereklidir.
Askeri, nükleer ve uzay program larının bir araya getirilmesi, 1950’ler ve 1960’larda
anlamlı olduğu için haklı görülebilir. Bu harcam alar o dönemde tamamen kamu fonla
rına dayanm akta, ulusal güvenlik ve prestij düşünceleri ağır basm akta ve genellikle bu
“büyük” programlar, bu işlerle görevli özel kurum lar tarafından gerçekleştirilip denet
lenmektedir. Böylece bunlar, kamuoyunda, bilim politikası ile özdeşleşiyor. Halkta
“Büyük Bilim ve teknoloji” imajının gelişmesi çok önemli sosyal sonuçlar doğuracaktır.
Bu projelere atfedilen öncelikler o kadar büyüktür ki kamuoyu katm anları genelde “Bü
y ü k Bilim ve teknolojiyi” bilim ve teknolojinin doğrudan kendi imajı olarak kabul et
mekte hiç de haksız değildi.
ikinci D ünya Savaşı’ndan beri, OECD ülkelerinde bilim ve teknoloji politikaları çe
şitli aşam alardan geçmiştir (Tablo 16. 4). Savaştan hemen sonraki dönem, savaştaki de
neylerden ve tabii, başlayan Soğuk Savaş'tan çok etkilenmiştir. Bu dönemde, bilim ve
teknoloji sisteminin arz yanm a ağırlık verilmiş ve özellikle çok güçlü bir A&G alt yapısı
438
“0
c
p O ^ Kî to 'O OMO« W
5^ >0 :=>
ö lo cs oö ^ 00 Kİ —iKİ *û
Sosyoekonomik Amaçlara Göre Ayrışması (yüzde dağılım )
''T 'T
p o o o o o o o o o o
0 0 n ! N İ CS 'T Nİ -Î oö Kİ xr *0
4)
-o
X « X I LÛ 'T ON k î N . — Os —
a s CS K İ Lfİ
LÛ û> 'T Kİ n! n! ö ~ ö ö
W
5CS Vû oc *-4 CS *— N . N . 0 0 K î vo to CŞ o
V Kî KKO h OO d cs - - 't Û
c>
■c
(0
_c
cs p so Sû p Sû so LÛ as p K5 cs c s p N. CG cs o
K Sû V cs CS *T K n! ö M ö cs o M ö CS n! ö
CS sr Sû o
o CŞ o K5 so vq K K5 p _ as j 00 K 'T Cs cs o £
00 'S1 sö CS cs cs ■t ö c s cs Kİ as c s Sfi Lfi Kİ ö ö
cs cs cs cs o
c
D
bD
SO00 p o o — «C O «0 0 C O N ; p p N. p
i Lfi K xr
k d cs K Kİ Os cs si cs ~ cs kî —
Tablo 16. 3 Kamu A&G Desteğine Ayrılmış Toplam Fonlarm
c
*SP
O T '«O o eş xr 'ÛOO-^’TOKÎ ; p CŞ CŞ | -5
K t ’ -- Kİ cs ö CS i— ^ O CS Sfİ ! —’ CS Sfi
■S- — SO s
&
E
a 00 sn SÛos p TT VO - 00 « î o sr p
ö
p O 00
cs ^r
-o
:3
a cs ö cs t\ ı
— d cs -- •3
J2 s
< 0E
ı i 2
3
T*3 İc
‘S* S
C S C S 1— c s p Sû lo p p p —« pKSOCS ... t/> 3
— ö CS Kİ ^ Ö — K Ö 00 cs cs -S -O c -
S £" .£ s X£
i
a
■*J
c
E
3 nj «
c1 “JCc e a Q
E ! J r f>
■ss. b
_B E 5ı bO 4> O ow
Z Jti o ~ğ J J
e .S e ö ^^ fiw İ3 g e o
- 5I -i2 :£s _ . •c 1) - * O ‘E
u 2 pj
2 <?
u _Û
o- P U (I a .
W 5— j2û ^> 2o>
i
tTft *o*■*
i" 0
» -S.O -ö c -o .3 II
A w x ®’
3 2 S o «
* «î e ı , r O İ!
efl (i c — 4> 41 —
ı/î 3 t/5 < H C/3 ^ Ü D * >- < c H< <tf -O U "O O VZ I
439
kurulmuştur. Arz yan lı bir politikaya tek taraflı bir bağımlılığın tehlikeleri fark edilerek,
1960’lar ve 1970’lerde daha dengeli bir yaklaşım la teknolojik değişimi etkileyen genel ik
tisadi koşullara ve bir bütün olarak yenilik sürecine büyük bir ağırlık verilmiştir.
Son yıllard a ise giderek artan bir şekilde bu iki yaklaşım ı birbirine kaynaştırıp, bi
lim ve teknoloji politikalarıyla, sanayi politikası ve genel iktisat politikalarını ilişkilen-
dirmek için çaba gösterilmiştir. Bu yaklaşım farkları abartılm am alıdır; günümüzde
“arz” ve “çevre” yaklaşım ları birçok ülkede mevcuttur. Tablo 16.4, 1940’lardan beri
başlıca OECD ülkelerindeki bilim ve teknoloji politikalarının bu üç aşam asını çok ba
sitleştirilmiş şematik bir tarzda veriyor.
Bilim ve teknoloji H arcam aların sürekli fakat H arcam aların durm ası veya
harcam alarında büyük patlam a yav aşça gelişm esi bazı durum larda gerilem esi
J . Ziman (1994)
E lleri B a ğ lı P r o m e th e u s :
D e n g e D u ru m u n d a B ilim
OECD (1990)
Sundqvist * Raporu
440
İkinci D ünya Savaşı sırasındaki M anhattan Projesi’nin (atom bombasının geliştiril
mesi) radar ve askeri uçak program larının çok büyük başarıları, hükümetleri, bilim ve
teknolojiye çok büyük yatırım lar yaparlarsa, askeri alanda çok önemli sonuçlar elde edi
leceği konusunda ikna etmişti. Yüzeysel de olsa, en azından çok büyük A&G takım la
rını bol parayla bir araya getirerek, pek çok güç ve karm aşık sorunun çözülebileceği ko
nusunda haklıydılar. Eğer insanlar bilim ve teknolojiyle A y’a gidiyorlarsa, insan aklı da
ha acil dünyevi sorunları, örneğin kentsel ulaşım ve benzeri sorunları da kolaylıkla çö
zebilirdi. Çok saf bir formülasyon sayılsa da bu düşüncede önemli bir gerçek payı mev
cuttur. Bilim ve teknolojinin neleri başarabileceği, kısmen araştırm a için konulacak he
defler ve önceliklerle ilgili sosyal bir sorundur (Nelson, 1977).
Atom bombasının başarıyla geliştirilm esinin sonuçlarından biri, A&G ulusal karar
verme süreçlerinde, nükleer enerji ve uçak lobilerine çok büyük bir prestij ve ağırlık ge
tirmesidir. 1940’larda ortaya çıkan bu eğilim sonraki on yıld a da A&G harcam alarına
hâkim olmuştur. Soğuk Savaş’in doruğunda, 1950’lerde, nükleer silah yarışın a giren
güçler, ulusal A&G kaynaklarının yarısından fazlasını ve kamu araştırm a fonlarının
%90’dan fazlasını bu am açlara tahsis etmişlerdir. Unutulmamalıdır ki A&G program la
rı, kendi tasarlandıkları dar çerçevede etkindi. İnanılmaz m aliyet artışlarına rağmen bir
birini izleyen çok gelişmiş silah kuşakları yarattılar. Bunun ötesinde, bu program lara
olağanüstü bir öncelik verilm esini sorgulayanlara, genel olarak iktisadi ve teknolojik ge
lişmeye ya ra rlı bazı “serpinti”ler (= spin off) örnek gösterilerek karşılık verilmektedir.
M anhattan Projesi’nin gösteri etkisi, bundan sonraki çeşitli “büyük teknoloji” projeleri
ne gerekçe sağlam akla kalmamış, aynı zam anda bunlarla rekabet eden ve bunları taklit
eden çabalara da yo l açmıştır. N ükleer fiziğin sivil araştırm alarla ulusal ya k ıt araştırm a
larındaki nükleer enerji araştırm alarında ele geçirdiği öncülük, nükleer silahların başa
rısından doğan sihirli sosyopolitik sonuçlardan tamamen ayrılam az. Birçok ülkedeki fi
ili (de facto) bilim politikası kurumu, kamunun nükleer araştırm a örgütleriydi (Dedi-
jer, 1964).
Sputnik’in, 1957’de uzaya atılmasının daha büyük yan kıları oldu. Bunun başarısı
muhtemelen, nükleer silahları taşıyacak roket tipi taşım a sistemlerinin başarıyla gelişti
rilmesinin sonucudur; ancak, bu başarının önemi bu am açları aşm aktadır. Bu olay,
ABD ’de kamu A&G harcam alarında rekabet için kitlesel bir artışa yo l açtığı gibi, diğer
birçok ülkede de bilim ve teknoloji politikalarında büyük değişm eler yarattı. Amerikan
Başkanı, en geç 1970’de A y’a insan gönderme şeklinde bir prestij amacını, başlıca ulu
sal teknoloji önceliği olarak kabul etmek zorunda kaldı. Bu am aca ulaşm a zaferdi ve
teknik başarının büyüklüğü her kuşkunun ötesindeydi.
“Büyük Bilim ve teknoloji’y e aşırı önem vermek, sadece 1950’lerin bilim politikası
zafiyeti değildir. Genelde A&G’nin önemi abartılıyor, diğer bilimsel ve teknolojik hiz
441
metlerle ekonomideki teknik ilerleme ve yeniliklerin başarısı için esas sayılan öteki fa
aliyetler nispeten ihmal ediliyordu. Nelson, Carter ve W illiam s gibi birkaçı dışında, ik
tisatçılar bu konuyla ilgilenm iyorlar, A&G ve yen ilikler hakkında çok az şey biliyorlar
dı. Öndeki iktisatçılar arasında sadece Schumpeter, icat ve yeniliğe, kendi iktisadi sis
temin davranışı hakkındaki modelinde seçkin bir y e r vermekle birlikte, bu düşüncesi
nin gerek kam uda gerekse özel sektördeki politikaya ilişkin sonuçlarıyla çok ilgilenme
di. Bu tabii ki iktisatçıların bilimi dikkate alm adıkları anlam ına gelmez. Tersine, gördü
ğümüz kadarıyla iktisatçılar genelde bilim ve teknolojiye karşı büyük bir m erak duyar
lar. Açıkça söylemek gerekirse, hemen her türlü iktisat teorisi teknik ilerlem eyi, o sırla
rını kolayca açığa çıkarm asa bile iktisadi büyümenin kaynağı kabul eder.
İktisatçıların iyi niyetli ihmalleri, politikacıların ve birçok iş yöneticisinin cehaleti,
A&G ve askeri çevrelerin kendi çıkarları birleşerek, hem sanayide hem de kam uda araş
tırm a harcam alarının görülmemiş biçimde hızla artışını sağlayan koşulları yaratm ıştır.
1940’lar ve 1950’ler, fonların etkin kullanım ına ilişkin pek az sorunun sorulduğu, har
cam aları artırmanın sadece iyi olduğu varsayım ının geçerli sayıldığı, A&G genişlemesi
nin altın çağıdır. Bu tarz yaklaşım bugün safça görünse de, o zam anlar askeri ve sivil
alandaki A&G yatırım larının çok yü ksek getirisi hakkında güçlü kanıtlar ortaya çıkın
ca durum değişiyordu (Schott, 1975; M ansfield e t al., 1971, 1977). Bazı A&G bütçele
rinin bu kadar hızlı büyümesinin oldukça sağlam iktisadi gerekçeleri mevcuttur.
Bu nedenle savaş sonrası ilk dönemdeki alabildiğine hızlı genişlemeye ilişkin değer
lendirmemiz, tamamen de olumsuz sayılmam alıdır. Bu gelişm eler daha yavaş bir büyü
meye hatta daralm aya yo l açtığı kadar, A&G’de ve diğer teknik faaliyetlerin yönetim
usullerinde çok daha bilinçli ve m aliyet etkinliğine duyarlı bir yaklaşım getirm iştir. Bu
dönüşümün birçok nedeni vardır ve anlaşılır nedenlerle özel sanayi, genelde bunları uy
gulam akta kamunun önündedir. Piyasaların baskısı, rekabet ve kârlılık güdüsü, firma
ları kendi A&G projelerini ve program larını daha eleştirel bir şekilde gözden geçirmeye
mecbur etmiştir. Fakat hüküm etleri de aynı yöne iten güçlü baskılar vardı. Daha
1950’lerde büyük silah projelerindeki gecikm elerin ve müthiş m aliyet artışlarının, ka
nun koyucular ve kamuoyu tarafından fark edilmesi, halkta da rahatsızlıklar yaram .
Bunun ötesinde, büyük bütçe artışları beraberinde, kam uda daha büyük bir şeffaflık ta
lebini de ortaya çıkardı. A&G bütçeleri küçükken derinlemesine incelemelerden kaça
biliyordu, ancak işler büyüyüp de milyon, m ilyar dolarlara varınca yönetim lerde daha
büyük bir dikkat kaçınılm az hale gelmiştir.
Sonuç olarak, 1960’lar ve 1970’lerde birçok OECD ülkesinde iki eğilim açığa çıkn.
Birincisi, A&G bütçelerindeki büyümenin yavaşlam ası; İkincisi, A&G sonuçlarıyla da
ha fazla ilgilenilm eye başlanması. Aynı zamanda, sanayideki yöneticiler kadar akade
4 42
mik araştırıcılar da, A&G proje değerlendirmesi ve programlanması gibi dar alandaki
sorunlar yanında, teknolojik değişim ve sanayi yenilik süreçlerinin tam am ıyla ilgilenir
hale gelmişlerdir.
Bu durumun 1960’larda anlaşılm asının ilk tepkileri, beklenmedik şekilde, 1950’lerin
arz yan lı politikalarını güçlendirici yönde olmuş, A&G alt yap ısı ve öğretim sistemine
avırmaksızın büyük yatırım lar yapılm ıştır. Bu ilk dönemdeki başlıca sorun, Avrupa ile
Amerika arasındaki teknolojik ve verim lilik farklarıdır. Jap o n ya ile otomobil ve tüketi
ci elektroniğindeki farklar, 1970’ler ve 1980’lerde ortaya çıkmış olup, gemi inşa sanayisi
gibi birkaç sanayi bunun habercisi olmuştur. ABD ’nin 1950’lerdeki teknolojik öncülü
ğü, yanlış bir şekilde, bu ülkenin askeri, uzay ve nükleer A&G’lerinin büyük ölçekleri
ne ve bu teknolojileri etkileyen hükümet politikalarına atfedilmiştir (örneğin, Servan-
Schreiber, 1965).
Yine de 1960’larda, derinliği giderek artan iktisadi ve siyasi analizler sonucu savun
ma ve Büyük Bilim lobilerinin "serpişme” (=spin ofl) iddiaları gözden düşmeye başladı.
ABD, Avrupa verim lilik farkı gün geçtikçe azaldı; Eads ve Nelson (1971) ve benzeri
araştırıcıların çalışmaları, hem iktisat teorisi hem de uygulam ada “büyük teknoloji” ve
kamunun finanse ettiği geliştirm e projelerinin yarattığı kaynak israfını ortaya çıkardı.
Bir seri çalışma, başta Ingiltere için, Carter ve W illiam s'in (1957, 1959a, 1959b, 1964)
ve ABD için H ollander’in (1965) çalışması, sanayi yen ilik sürecindeki A&G kadar, di
ğer bilimsel ve teknik faaliyetlerin de ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Böylece,
1960’lard a hatta 1970’lerde çok cömert parasal ve siyasi destek bulan Concorde ve hız
lı reaktör projeleri daha fazla eleştiriyle karşılaştı ve incelemeye alındı; A y’a insan gön
derme zaferinden sonra N ASA’nın harcam aları büyük ölçüde kısıldı. ABD veya İngil
tere’de SST (süpersonik uçak) için kamu desteği verilmesini savunan tek bir iktisatçı
bile bulm ak zordu. Bu sıkı m aliye yaklaşım ı, kısmen 1960’larda ve daha çok da 1970’ler
ve 1980’lerde ortaya çıkan kamu harcam alarındaki artışları kısm a eğilimini de doğal
olarak yansıtm aktadır.
İktisadi büyüme hedefine yoğunlaşm a, 1960’larda pek çok ülkenin politikasına ege
men olsa da bu yaklaşım da eleştirilerden uzak kalm adı (OECD, 1971b). Bu eleştiriler
çeşitli açılardan geliyordu, fakat ikisi özellikle önemliydi: Büyüme uzun dönemde, do
ğal kaynaklar ve enerjinin tükenmesi olasılığı karşısında sürdürülebilir m iydi? Tüketi
me bağlı olan kirlenme, insanlığın varlığını tehdit edecek boyutlara varır m ıydı? Aslın
da bu sorular yen i değildi ama 1970’lerde tüm OECD Bölgesi’nde bilim ve teknoloji po
litikalarını önemli ölçüde etkiledi. B ü y ü m en in S ınırları (M eadows e t al., 1972) ve kar
şısındaki iddialar, G e le c e ğ i D ü şü n m ek (Cole e t ak, 1973) vb., konuyu kam uoyunda tar
tışm aya açtı. Tartışmanın sonuçlarından birisi, birçok hükümetin ve kamuoyunun, çev
443
re sorunlarına karar verme süreçlerinde daha büyük bir ağırlık verm eleriyle bilim ve
teknolojinin, daha yü ksek çevre standartlarına ulaşm ak ve ciddi kirlenm eleri önlemek
için daha büyük çabalar gösterm eleriydi (Bkz. 18. Bölüm). Son zam anlarda, belli bir
geriye kayış olsa da, çevre sorunları, bilim ve teknolojiye kaynak ayrılırken ve genel bir
politika olarak hâlâ önemli bir faktördür ve (Tablo 16. 3) görüldüğü gibi 1970’lerin kay
nak dağılım ı sonuçlarını önemli ölçüde değiştirebilmiştir.
Tartışmanın başka bir sonucu da, iktisadi büyümenin uzun dönemde sürdürülebilir
liğinin, ancak kullanılan malzemelerde, sermaye stokunda ve enerjide çok hızlı teknik
ilerlemeyle mümkün olacağıdır. M IT Çalışm ası’nın eleştiricileri, yeni maddelerin keşfi,
düşük oranlı cevherlerin kullanılması, malzemeden sakınan tekniklerle ikame süreçleri
ve maddelerin yeniden kullanılm ası (= recycling) ve sosyal değişimin bir arada gerçek
leşmesiyle, gelecek elli y ıla ait dünya ekonomisinin çökeceğine dair felaket senaryoların
dan bir şekilde sıyrılabileceğimizi göstermişlerdir. Yine de bu senaryo, teknoloji politika
larının iktisat politikalarıyla başarılı bir şekilde bütünleşmesi ve hızla değişen koşullara
ve yeni gelişmelere cevap vermesiyle mümkün olabilecektir (Bkz. 18. Bölüm).
O PEC’in1yarattığı 1973 petrol krizinin verdiği ders, OECD ülkelerini yen i alterna
tif enerji kaynakları geliştirm ek ve aynı zamanda çok daha etkin enerji sakınım politi
kaları uygulam a gereğiyle karşılaştırdı. Bu gereksinim ler A&G önceliklerinde önemli
değişiklikler yaptı; sorunları çözmek için güneş enerjisi, jeotermal enerji ve biyokütle (=
biomass) ve benzeri, tamamen yen i program ve projeler geliştirildi. Böylece, savaş son
rası politikaların ikinci aşamasında, OECD Bölgesinde iktisadi büyümenin sürdürül
mesi gibi eski hedeflerin, bilim ve teknolojide yeniden bazı düzenlemeler yapm adan ve
buna ilişkin politikaları, iktisat, sanayi ve enerji politikalarıyla birleştirmeden gerçekleş
tirilmesinin güç olacağı artık 1980’lerde anlaşılmış durum daydı. Teknolojik değişimin
yarattığı işsizlik sorunları da bu arada ön planlara geçmişti; bu konuya gelecek bölüm
de değineceğiz.
Bu nedenle, OECD ülkelerindeki bilim ve teknoloji politikalarının, yenilik ve A&G
politikalarına daha gerçekçi yaklaştığı söylenebilir. Bunun işaretleri birçok ülkede, bi
lim veya teknoloji politikası bakanlıkları kurulm ası y a da bakanlar kurulu vb. yüksek
düzeydeki gruplarla sorunlara cevaplar aranm ası olmuştur. Aynı zamanda, O ECD’nin
çabalarıyla A&G istatistikleri, uluslararası karşılaştırm a temelinde ilgililerin kullanımı
na sunulm aya başlanmıştır. Bu örgüt her üye ülkenin bu alandaki sorunlarının anlaşıl
ması ve yetkilileri bilgilendirm ek için, bir seri ulusal bilim ve teknoloji tanıtım ları için
“incelem eler”11 hazırlayıp yayım lam ayı kendi görevleri arasına katmıştır.
i OPEC, O rganization of Petroleum Exporting Countries, Petrol İhraç Eden Ü lkeler Örgütü.
ii OECD, "Reviews of Science and Technology Policy: T urkey",Paris, 1996, TÜBİTAK ile birlikte hazırlanm ış ve Türk
çe çevirisi de, "TÜRKİYE U lusal Bilim ve Teknoloji Politikası Raporu" b aşlığıyla, yin e TÜBİTAK tarafından, 19% d»
yayım lanm ıştır.
444
İkinci aşam a bilim ve teknoloji politikalarının başarısı da, bir yerde, birinci aşam a
dan daha fazla abartılm am alıdır. Bilim ve teknoloji politikası yapan lar her ne kadar as
keri ve diğer tip Büyük Bilim ve teknoloji kategorilerinin yü ksek fırsat maliyetlerinin
farkında olsalar da, bu tür harcam aları kısm ak için istekli veya yeteri kadar güçlü de
lillerd i. Birçok ülkede 1960’larda, askeri harcam alar toplam A&G harcam alarına göre
düşerken, 1970’ler ve 1980’lerde tekrar bir tırmanma göründü.
iktisadi büyümenin ve iktisadi etkenliğin doğrudan artışına yararlı olacak yerlere
katmaklar kayd ın lsa ve yen i kaynaklar yaratılsa da, bu tür program ların örgütlenme
sinde ve yönetiminde büyük güçlükler ve değerleri hakkında derin kuşkular mevcuttu.
Bilim ve teknoloji sorunlarıyla ilgilenmek için hükümetlerde yeni yapılanm alar olsa da,
bunlar çok uzun ömürlü olmamış, yerlerine bir sürü yen i komiteler, kurullar, daireler,
bakanlıklar vb. kurulmuştu.
Bu başarısızlığın nedenleri, birçok OECD ülkesinin iktisadi, sosyal ve kültürel y a
pılarının ve geleneklerinin ardında saklıdır. Bu birimler, bir piyasa ekonomisinde, hü
kümet ve sanayi; merkezi yönetimin bakanlıklarına dağılmış çeşitli kamu dairelerinin iş
levleriyle eğitim disiplinleri ve meslek sistemleri arasındaki ilişkilerle meşguldürler. Bu
daireler aynı zamanda, sendikaların ve yönetimin teknolojik değişme karşısındaki dav
ranışlarıyla ilgilenip, bu değişiklikleri yerine getirm ek ve değişmeyi yönetmekten de so
rumludurlar.
Son olarak da, Başkan Eisenhower’in “askeri sanayi" kompleks diye tanım ladığı bir
yapının, bilim ve teknoloji politikalarının ikinci aşaması boyunca özel bir statüden y a
rarlanm aya devam ettiğini söyleyebiliriz. Gerçekten bu durum, Soğuk Savaş bittikten
ve “üçüncü aşam aya” girildikten sonra da devam etmiştir. Bilim ve teknoloji politikala
rının üçüncü aşam asında bu sorunların bazıları için yeni çözümler üretilm eye çalışılm ış
sa da fazla etkili olduklarını söylemek güçtür.
Hükümet politikalarının sorunlarını ve am açlara ulaşm ak için seçilen yöntem leri te
orik biçimde anlam ak, yirm inci yü zyılın son çeyreğinde çok daha güçleşm iştir
(Stoneman, 1987, 1995; Teubal ve Steinmueller, 1982; M etcalfe, 1995; Pavitt ve W al
ker, 1976). Bu sorunlar, hızlı bir büyüme ve yü ksek bir işsizliğin, büyük yapısal değiş
melere yol açtığı 1980’ler ve 1990’lar döneminde daha da güçleşm iştir. Doğu Avru
pa’nın merkezi planlı ekonomilerinin çöküşü ve Soğuk Savaş'in bitişi, 1940’lardan beri
uluslararası alandaki başlıca hâkim özellik olan askeri A&G harcam alarında çok büyük
bir indirime yol açmıştır. Aynı zamanda, kamuoyunun çeşitli çevre sorunlarıyla ilgilen
meye başlaması kadar, uluslararası anlaşm alar da hüküm etleri bazı çevre ve halk sağlı
ğı konularında büyük araştırm a fonları ayırm aya mecbur etmiştir.
445
Sr LOLOOOO'T'T^
O'» td'TCdcS*-<CS'-^'-H
c s —^ —^ p c r ^ e s c ş c e
t ^ o^ kİ o c s ^ ^
tOOO^OKK"tOK
K CN"T ”0 '—
■O O
lOOON'TCS'TtOlO
o Ö K 3 'r - - ^ ö d - '
CO T T kî O T !N ı c
K t^Y ^^Ö dı-
'So
e
LOOiOtCiOT-'O
vûhİ kİ ^ o ö o -I
tO(00(NO)^^^
kd-^srtd>-^esÖkd
I OıÛiCr^vo^CON.
'rr^CNKİr--CNÖ-tr
«5t\oq^roootq^
K o d d H o o ’ fj
-^OOKÎOOOOCŞOUÎ
to d w to d -'^ io
ı ıo^oa;foy:a]K'T
© öo^tdoöö's"
■
ı
“D
^ToKdtO
K d d'Tc ^'T
d t o«
to 00 CO Ch N. 'T 0
00 Nİ Ö vd to CM K ö
VO to t o
û
S uc CÛ
S
1996.
to 'sO vo 0
<
Q <J) Vû kO v
<u 6 5 e
CQ ud ON 'd *d e s <6 ö > £
< 'O to e s 4) ^ -o
£ ^3 e
K aynak: NISTÎ D atabase, Haziran
.2"-“
İJbû c>ö5
K Y W O T M -O - «
tooökdkdkd-^td© &S cu
cu
s -S _S cu
j! >7fep «£ *''
3■ - w b
Öa><
j 00! *c
-o- ^ 5 p*
cu
tfl
V5-
C0
D <ö I £
_£ § -e *b e_İT'£
cl
= .g e
ao2 3t5 _^.£ -CJ2
u, >
« <5 ı/3
- - .n rt 5>.u '
- O-co
C e/: O
446
Bu değişiklikler, İkinciden üçüncü aşam aya değin, kamu A&G harcam a biçim lerin
deki değişmelere yansım ıştır. Yine de bu değişiklikler, 1980’ler ve 1990’lardaki siyasi ve
iktisadi değişiklikler kadar büyük olmamıştır. Askeri ve iktisadi am açlar büyük ülkeler
de hâlâ önemli olmaya devam etmiştir (Tablo 16.5). Gerçekte, ABD ’de, askeri A&G’nin
payı, 1980’deki %5-4’den, 1991’de, çok daha büyük bir bütçenin yaklaşık %60’ına ulaş
mıştır. İngiltere’de zaten çok aşırı bir oran olan %45’lerde kalmıştır. Hem ABD ’de hem
de İngiltere’de askeri A&G, 1991'de, 1960’larm sonuna göre daha yüksek olduğu gibi,
1994’de söz konusu döneme göre hâlâ yüksek bir değerdedir. Kamu harcam alarının tas
nifi kolay değildir; yine de ana eğilimler, Tablo 16.2, 16.3 ve 16.4, birbirleriyle tam
uyumlu olmasa da nispeten çok açık biçimde görülmektedir.
ABD ve İngiltere’de, 1980’ler ve 1990’ların başında çevre, sağlık ve benzeri am açlar
için ayrılan kamu harcam a paylarında belirgin bir artış görülmekle birlikte, bu tablolar
dan kolayca anlaşılamaz. Bu alandaki toplam Alman harcam aları, toplamın %13’ünde
istikrar bulmuşken, İngiltere bu noktaya, 1994’de ulaşmıştır.
Askeri harcam a paylarının ve bir ölçüde de çevre harcam alarının, 1980’lerde artışı,
hiçbir şekilde iktisadi bir analizle açıklanam az. Açıkçası siyasi partiler, menfaat grupla
rı ve lobiler, bu yeniden dağılım ı belirlem işlerdir. II. Kısım’da ve başka yerlerde de ifa
de ettiğimiz gibi, iktisadi düşüncelerin baskın olduğu birçok yerde, hatta firm alarda bi
le menfaat grupları, siyasi baskı süreçleri, A&G kararlarında önemli bir rol oynarlar. İk
tisadi özelliklerin olduğu kadar, kaçınılmaz siyasi ilişkilerin ortaya çıkardığı bazı temel
sonuçlara kitabın son bölümünde değinilecektir.
Not
1 “Lobi" deyim i, bu bölümde ve tüm kitap boyunca kötü anlam da değil fakat bir siyaset bilim i terimi olarak, hükümet
politikalarım etkilem ek ve bilgi verm ek şeklinde özel davranış biçim leri olan bir menfaat grubunu ifade etmek için ku l
lanılmıştır.
447
17. Bölüm
R tisatçılar teknik ilerlemenin iki tarafı keskin kılıç niteliğini yan i yen i işler y a r a
tırken eski işleri yo k eden özelliğini kabul etmişlerdir. İktisatçılar genelde, tek
nik ilerlemenin iş yaratm a etkisinin iş yo k etmekten daha fazla olduğunu, bu sürecin de
on dokuzuncu ve yirm inci yü zyıllar boyunca, çalışma saatlerini bir şekilde azaltsa da,
sürdüğünü öne çıkarırlar. Ancak hiçbiri, bu sürecin otomatik, sancısız ve derhal ortaya
çıktığını iddia etmemiştir. Yine de Ricardo’nun işaret ettiği gibi, yeni işler, beceri dü
zeyleri veya mekanları itibariyle eski işleri karşılam az. Eğer bu uyum suzluk ciddi ve/ve
y a sürekliyse, iktisatçılar “yap ısal işsizlik” ve “yapısal uyum ” sorunlarını konuşacaklar
dır; tabii “ya p ısal” ile her gün rastladığım ız gündelik “friksiyonel” işsizliğin tam ayrım ı
nı yapm ak kolay olmadığından tartışm a daha da karm aşıktır. Yine de, 1970’lerden
1990’lara kadar yaşanan çok ciddi yapısal işsizlik sorunları, birçok gelişmiş ülkedeki,
hızla artan "uzun dönemli” yü ksek oranlı bir işsizlik veya iş yapam am a durum u11 biçi
minde ortaya çıkınca bunun varlığı herkes tarafından kabul edilmiştir'.
i D. R icardo’nun "Principles of Political Economy and Taxation” Üçüncü Baskı XXXI. Bölüm “On M achineıy"deki
ünlü açıklam ası, "makine ile emeğin sürekli rekabet halinde" olduğunu ifade eder.
ii Buradaki ifade "unemployment or non-employment" şeklindedir. Unemployment, işsizlik, bir kimsenin cari ücretten,
çalışm aya razı olduğu halde bir iş bulam am ası; non-employment ise onun yap acağı bir işin mevcut olmamasıdır.
Ö rneğin, bilgisayar çıkınca, bunu kullanam ayan daktilolar için herhangi bir iş yoktur.
449
Tablo 17 .1 IC T Kapasitesindeki A rtış Tahminleri
D eğişim A lanı (1) 1940'larm so n u (2) 1 9 7 0 lerin b a şı (3) 1 9 9 0 ların orta sın d a n
19/0 le r in b a şı 1990 la rın orta sı ile r i y e “i y i m s e r ” s e n a ı y o
O ECD Bölgesindeki 30.000 (1965) M ilyo nlarca (1985) Yüz m ilyonlarca (2005)
B ilgisayar sayısı
K a yn a k : F reem a n v e S o e te (1994).
Schumpeter (1939), tüm tartışm ayı, yeni teknolojilerin üretim sisteminde yaygın laş
tığı “ardışık sanayi devrim leri” kavram ı ile yeni bir m ecraya sürükledi. Schum peter’in
uzun dalga fikrini kabul etsin veya etmesinler, bugün, pek az iktisatçı veya mühendis,
enformasyon ve komünikasyon teknolojilerinin (ICT), y a da Türkçesiyle, “bilişim ve
iletişim teknolojilerinin”1 dünya çapındaki derin etkilerini yadsıyabilir. Gerçekte, birçok
yorumcu, daha da ileri giderek, ICT’nin, tamamen yen i bir çağı veya “sanayi ötesi” top
lumu başlattığını ileri sürmüştür. Bugün herkes, tümleşik devreler, haberleşme ve bilgi
sayarlarla ifade edilen m ikroelektronik m aliyetlerinin olağanüstü düşmesinin (Tablo
17.1) ekonominin birincil, ikincil ve üçüncül sektörlerinin11 hemen her dalında büyük
etkiler yarattığını kabul etmektedir. Buhar gücü ve elektrik gibi daha önceki teknoloji
sistemleri de benzer yaygın etkiler göstermişse de, ICT, firm aların olduğu kadar, sana
y i ve hizmetlerin her işlevini görülmemiş biçimde etkilemiştir. Bilimsel araştırm alar ve
pazarlam a araştırm aları, tasarım ve geliştirme, makineler, cihazlar, proses tesisleri, üre
tim ve dağıtım sistemleri, pazarlam a, parakende işleri, genel işletme ve kamu yönetimi,
bu devrimci teknolojiden çok derin bir şekilde etkilenmiştir. Bunun ötesinde, mik-
roelektroniğin, bilgisayar ve haberleşmenin m aliyet ve fiyatlarındaki düşüşlerin karşj
enflasyonist etkileri, çok geniş bir alandaki mal ve hizmetlerde hissedilmektedir.
i “Information and communication technologies” kısaltm ası olan ICT, uluslararası bir kısaltm a haline geldiği için BİT
yerin e bunu kullanıyoruz çünkü, BİT, Bilişim ve İletişim Toplumu yerin e de kullanılabilir.
ii Tarım, sanayi ve hizmetlerin, iktisat jargonundaki değişik bir iiadesidir.
450
Teknolojinin iş yaratm a ve yok etme gücünü değerlendirmek için, kavramsal olarak
doğrudan ve dolaylı etkileri ayırt etmek önemlidir. Doğrudan etkiler yeni ürün ve hiz
metlerin üretim ve dağıtımdaki yeni işler demektir. Dolaylı etkilerin sonuçları ise her
yerde görülür. Şimdi her yerde bilgisayar terminalleri görülüyor ama bunların işçileri
işinden mi ettiği yoksa ek yeni hizmetler ve istihdam mı yarattığı pek de belli değildir.
Bilgisayar sanayisinin kendisi, önceki elektromekanik ofis araçlarını ikame edecek maki
neler sağlarken, mikroelektronik sanayisi de eski lambalı elektronik araç ve gereçler sa
nayisini tamamen ikame etmiştir. Yeni dijital telefon santralleri, eski elektromekanik
santrallere göre imalat ve bakım larında daha az emek gerektirirken birçok ülkede bu
alanda çalışanların sayısı da azalmıştır. Eski tekelci haberleşme şebekelerinin (her ülke
deki PTT’ler) rekabetçi ortamlarda yeniden yapılandırılm aları sonucunda, sadece çalı
şanlar azalmamış, firmalar, telefon hatları ve konuşmalar da inanılmaz derecede artmış
tır. Böylece yeni iletişim alt yapısı, e-mail, fax, veri bankaları gibi geleceğin multimedya
hizmetlerine bir temel oluşturmuştur (M ansell ve Silverstone, 1996; Dutton, 1996).
Kazançları ve kayıpları karşılaştırm ak için 1970’ler ve 1980’lerde birçok çalışm alar
yapıldı. O laya safça bakanların bir kısmı, ICT’nin basit bir otomasyon ve iş yo k etme
süreci olduğunu, karşısındakiler de yine aynı saflıkla tamamen yen i bir istihdam kayna
ğı doğduğunu ileri sürerler. O layı değerlendirm ek için daha ciddi çalışmalar, hem iş y a
ratma hem de iş kaybetme etkilerini göz önüne alırlar. 7. Bölüm, ICT’nin bu bağlamda
sosyoekonomik sistemdeki yaygın etkileri üzerinde durmuştur.
Bu yaklaşım (teknoekonomik paradigm a değişikliği), ICT’nin doğrudan ve dolaylı
etkileri üzerinde durur. Yirminci yüzyılın ikinci yarısın da beliren tamamen yeni sanayi
ler, yazılım , bilgisayar, mikroelektronik, V C R (renkli video) ve TV bu yaklaşım ın gös
terdiği gibidir. M ilyonlarca insanı istihdam eden bu sanayilerin pek azı 1950’den önce
mevcuttu. Schum peter’in fırsatçılık (=bandwagon) etkisi analizini sürdürürsek, bunun
da ötesinde, yeni pazarların açılmasını ve sonsuz yeni kârlı yatırım im kânlarıyla ortaya
çıkan yan etkileri vurgulayabiliriz. Keynes (1930), Schum peter’in yeni teknoloji kavra
mını, yeni yatırım dalgaları için en güçlü uyarı olarak sadece para otoritelerinin rızası
nı alm aya bağlayarak itirazsız kabul ediyor.
Belli bir ulusal ekonomideki net pozitif y a da negatif sonuç, sadece kaybedilen ve y a
ratılan yeni iş im kânları sayılarak değerlendirilemez. Bir ulusal ekonominin y a da bir
bütün olarak dünya ekonomisinin genişlemesi, çelişkili görünse de, emek verim liliğin
deki hızlı artışlara bağlıdır. Yeni teknolojilerin devrimciliği, yatırım ların yüksek olduğu,
emek verim liliğinin hızla artığı, fakat hasılanın daha da hızlı artığı, böylece de istihdam
da net bir artışın görüldüğü büyümenin verimli döngüsüne bir taban yaratabilm esidir.
Bu döngünün bir şekilde sürdürülebilm esi sadece makroekonomik politikalarla istih
451
dam ve ticaret politikalarına değil, yeni teknolojilere de bağlıdır. Eğer bu teknolojiler,
politikalar ve kurum lar arasında iyi bir uyum varsa, uzun sürecek bir tam istihdam dö
nemi yaşanabilir. Bu mutlu durum, 1950’ler ve 1960'larda Avrupa, Jap o n ya ve Kuzey
Am erika’da ucuz petrolün, otomobilin ve diğer dayanıklı tüketim mallarının, çeliğin,
plastiklerin ve buna ilişkin diğer hizmetlerin çok hızlı yayılm asına bağlı bir şekilde or
taya çıktı. Verim lilik artışları yüksekti, fakat hasılanın artışı daha yüksekti; aynı zaman
da istihdam çok az bir işsizlik oranıyla ciddi bir şekilde artıyordu (Şekil 17.1) (Verdo-
orn etkisi), “iyim ser” ortodoks görüş, dünya ekonomisinin bu mutlu duruma, yapısal
bir uyum aşamasından sonra yeniden döneceğini ileri sürer. Bu görüş, O ECD ’in istih
dam hakkındaki raporundan (1994) alınarak, Kutu 17.1’de gösterilmiştir.
Bir çok OECD ülkesinde 1950’ler ve 1960’larda yaşanan verimli döngüye eski tek
nolojilerin yardım ıyla ulaşılmıştı; fakat son zamanlarda, D ünya Bankası’nın “Doğu As
y a M ucizesi” diye (1993) tanımladığı, 12. ve 13. Bölümlerde tartışmış olduğumuz, Do
ğu A sya’nın “dört kaplanı" ile diğer Güney Doğu Asya ekonomilerinin gerçekleştirdiği
kayda değer yükseklikteki hasıla, istihdam ve verim lilik artışları (Şekil 17.1) yen i tek
nolojilerin eseriydi. Y üksek emek verimi ve ICT üreticilerinin azalan kendi maliyetleri,
tüm bölgede ICT’nin yayılm asını kolaylaştırm ıştır. ICT imalat sektöründe emek verimi
nin son derece yüksek olmasının nedeni, Tablo 17.1’de özetlediğimiz teknolojik değiş
medir. D iğer sanayileşm iş ülkelerdeki ileri teknolojilerin olumlu istihdam etkileri ve is
tihdam yaratm ası hakkındaki genel kanıtlar OECD tarafından, TEP raporlarında ve
diğer çalışm alarda (1991a, b, 1992) analiz edilmiştir, im alatla ilgili durum Şekil 17.2’de
görülmektedir.
Yine de, OECD çalışması dışında kalan dünya ekonomisindeki eğilimlerde daha
dikkatli bir bakış açısı gerektiğine dair bazı nedenler vardır. Gelişmiş ülkelerdeki işsiz
liğin hızlı artışıyla bazı Doğu A sya ülkelerinin aynı anda, hem üretim hem ihracatta hız
la büyüyerek bunları yakalam ası arasındaki ilişki, bu gelişmiş ülkelerin çoğundaki hız
lı ve geniş teknoloji yayılm asıyla birleştirildiği zaman, teknoloji —istihdam ilişkilerinin
niteliği hakkında bizi, hem akadem ik bir sorun hem de politika belirleme açısından dü
şüncelerimizi yeniden gözden geçirm eye sevk ediyor2. Gelişmiş ülkelerdeki teknoloji-
istihdam ilişkisi uzun zamandır, klasik, neo-klasik veya Schum peter’ci geleneksel "ka
palı ekonomi” çerçevesinde tartışılm ıyor ancak III. Kısım’da anlatıldığı ve örneğin Ad
rian Wood (1994) tarafından tartışıldığı gibi, üretimin hızla uluslararasılaşm ası, dış ti
caret ve yatırım ların liberalleşmesi, enformasyon ve haberleşmenin küreselleşmesi çer
çevesinde ele alınıyor.
Daha önce olduğu gibi bu tartışm aya yen i teknolojilerin ve üretim faktörlerinin (ulus
lararası) yeniden konuşlanmasının ve daha etkin kullanımının getirdiği kazançların işsiz-
452
(a) Üretimi
(b) İstihdam
□ 1972-82 11982-92
453
K u tu 17. 1 T eknolojik D eğişim v e İstih d a m : T arihten D ersler
Gelecek teknolojik değişim dalgasının büyük bir işsizliğe ve/veya reel ücretlerde önemli düşüşlere yo l aça
cağı hakkında iki yü zyıld ır birçok tahmin yapılm aktadır. Bugün de, bu korkular çeşitli biçimlerde ifade edili
yo r: B ilgisayar ve robotların düz işçilerin yerin i alacağı inancı veya ekonom ideki yap ısal değişim in çok büyük
ölçekte gerçekleşm esi ve teknolojik işsizlik yo lu yla üretim faktörlerinin y e r ve güçlerinin ileri boyutta y e r de
ğiştireceği tahm inleri, henüz doğrulanm ış değildir. Y ükselen verim lilik, artan işgücü talebi ve reel ücret artışla
rıyla birlikte ortaya çıkıyor.
F ransız F iz yok ratla rı, î/ 6 0 'la rd a s a d e c e tarım ın v er im li o ld u ğ u n u v e F ransız iş g ü cü n ü n d i ğ e r s e k tö r le r e
k a ym a sın ın u lu sa l g e l ir i a z a lta ca ğ ın ı s a v u n u y o rla rd ı. A dam S m ith b u g ö r ü ş le r i y o r u m la d ığ ın d a , p iy a s a g ü ç l e r i
n in zam an iç in d e h iz m e t v e im a la t s e k tö r le r in d e k i iş ç i s a y ısın ı a rtıra ca ğ ın ı v e " v erim li (ta rım ) sın ıfın a a it b u (is
tih d a m ) p a y ın ın ga s p ın ın ...z o ru n lu olarak to p lu m u n g e r ç e k g e lir in d e b ir a z a lm a ya y o l a ç a ca ğ ın ı" ifa d e etm iştir.
İ z ley e n v a rım y ü z y ıld a , tarım d ak i F ransız iş g ü c ü n ü n p a v ı d ü ş m e y e d e v a m e tm iş fa k a t v erim lilik a rtışla rı.
F ra n sa d a o rta la m a ü c r e tle r in ya k la şık d ö r t te b ir a rtm a sın a n e d e n o lm u ştu r: işsizlik is e ö n e m li b ir y ü k s e lm e
g ö s t e r m e m iş t ir .
"R ic a r d o c u so sy a listler" . 1 8 2 0 'îerd e m a k in elerin k u lla n ılm a sıyla a rta n v er im liliğ in istih d a m ı d ü ş ü r e c e ğ in i
v e ü c r e t l e r v e n ü fu s a rtışı ü z er in e b ir bask ı y a p a c a ğ ın ı id d ia e d iy o r la r d ı. B u n la r id d ia la rın a k aynak ola ra k R i-
c a r d o ’n u n " P rin cip les o f P o litica l E co n o m y " k itab ın ın Ü çü n cü B a sk ısın d a k i, " m a k in elere d a ir" 31. B ö lü m ü ’n -
d e b u lu n a n ş u sa tırla ra a tıfta b u lu n u y o r la r d ı: " işçi sın ıfın ın , m a k in e k u lla n ım ın ın k e n d i çık a rla rın a k a rşı o ld u
ğ u ş ek lin d e b e s le d iğ i fik ir b ir ö n y a r g ı v e ha ta d e ğ il, fa k a t s iy a s i ik tisad ın d o ğ r u ilk e le r iy le tu ta rlıd ır. "
Y in e iz ley e n v a rım yü z yıld a , s e r m a y e birik im i v e tek n o lojik d e ğ iş m e . I n g ilt e r e ’ d e o rta la m a ü c r e t le r i ik ive
k a tla d ığı g ib i, işsiz lik te d e g ö r ü n ü r b ir a rtış olm a d ı.
K a rl M a rx 1860’l a rd a , C a pita l d e şu n la rı y a z ıy o r d u : " S o sya l s e r v e t...S e r m a y e n in iş le m e s i...em e k v er im lili
ğ i n e k a d a r b ü y ü k s e ...s a n a y id e k iy e d e k le r (işsiz ler) o r d u s u d a o k a d a r b ü yü k ola ca k iş ç i sın ıfın ın y o k s u lla ş m ış
k e s im ler i d e o k a d a r y a y ıla ca k tır.
iz le y e n v a rım y ü z y ıld a , s e r m a y e y o ğ u n l u ğ u v e e m e k v er im liliğ i a rtm a y a d e v a m e d er ek . î n g i l t e r e d e o rta la
m a ü c r e tle r in tek ra r iki k at k a d a r a rtm a sın a v o l a ç tı v e işsiz lik te y i n e bi{vük b ir a rtış g ö r ü lm ed i.
İkinci D ünya Savaşı ndan sonra, 1940’larda, Sibernetikçi1 N orbert W iener, Paul Sam uelson’un n aklettiği
ne göre, bilgisayarın icadının, uö y l e b ir tek n o lojik işsizlik y a r a ta ca ğ ın ı, b u n u n y a n ın d a B ü yü k B u h ra n 'm pik nik
g i b i k a la ca ğ ın ı” tahmin etmiştir.
B u n d a n so n ra k i 4 0 y ıld a A BD d e orta la m a sa a t ba şı ü c r e t le r i iki k attan fazla a rta rk en , işsizlik %1 v e y a 2 d e
s e y r e tm iş tir .
K a yn a k : O E C D (1994)
liği hemen “karşılayacak” bir süreç olup olmadığı şeklinde bir politik kaygı hâkim oluyor.
Daha önceki tartışmaların aksine, bu kaygılar uluslararası ticaret ve yeniden konuşlanma
nın doğrudan ve dolaylı etkilerinin dahil olduğu daha geniş bir alana doğru biraz daha,
genişlemiştir. Buradaki iki nitelik, günümüz literatüründe özellikle ilgi çekmektedir.
i C anlılarda ve m akinelerde kontrol ve kom ünikasyon sistem leriyle ilgili bir bilim.
454
Ödenen ücret düzeyi itibariyle Teknoloji tipi itibariyle
110 ?..................................
3A / û z e l parça sağlayan
100
‘ "-
\ sy ^ ^ ^ ^
KayN^k-yoğun
90
\ T
Toplam im alat
..........................................
Emek-yoğun
70 —
7 I 7 7 7 J J T 7 7 7 T £ 7 7 7 7 7 7 7 7 7 7 7
° A vusturya, Kanada, D anim arka, Finlandiya, Fransa, Alm anya, İtalya, Jap o n ya, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere,
ABD.
K a yn ak : O E C D (1994)
455
İktisat tartışm aları istihdam düzeyinde, yen i teknolojik ilerlemelerin, özellikle
IC T’y e ilişkin, olası “beceri isteyen” (= skill-biased) niteliğine odaklanm ıştır (Berman e t
al., 1994). Artan sayıda iktisatçıya göre ICT, kalifiye işgücü talebini önemli ölçüde artı
ran, bunun etkin kullanım ını daha çok deneme yanılm a yo lu yla öğrenmeye çalışan kişi
ler, firmalar, sanayiler, hüküm etler ve diğer kuruluşların yap ısal uyum ları için büyük
zaman kaybettiren, yaygın , “genel am açlı” denen bir teknolojiyi temsil etmektedir3.
Genelde makro düzeyde bakılırsa, ICT’nin beceriye ilişkin sonuçlan üzerinde dur
mak, bizi becerilerin “uyum suzluğunu” düzeltmeye ilişkin sorunlardan uzaklaştırır;
ABD, Avrupa ve Jap o n ya’da olası büyüme dar boğazları yaratacağı için, teknolojik de
ğişimin beceri dağılımı ve özellikle düz işçilik talebinin azalm ası kaygıları vardır. Şekil
17.2’nin gösterdiği gibi, az eğitimli, az becerili işçi gruplarındaki işsizlik, yüksek öğretim
görmüş olanlara göre ortalama iki kat fazladır. Bu tür “iş dışı kalm ak” veya “işin olma
m ası”1 bazı ülkelerde, az eğitimli işgücü için, 1990’larda %30’un üstüne çıkmıştır.
Bu ağırlık kaym asının arkasındaki politik sorun gerçekten büyüktür: Bir yandan en
formasyon toplumuna uyarlanm a, çok farklı türlerden eğitim ve beceriler için talepte
büyük değişimler yaratacak; öte yandan becerisiz işgücünün büyük bir kısmı muhteme
len devre dışı kalacaktır.
Şekil 17.2’deki her ülke, imalattaki becerisiz işgücü talebindeki azalm aya karşı,
1980’ler ve 1990’larda çok farklı yollardan cevaplar aram ışlardır. ABD ’de işgücü piya
sasındaki ayarlam a, en az eğitimli ve becerili işçilerin reel ücretlerinde önemli azalm ala
ra yol açmıştır. Avrupa’da ise az becerili işgücü arasında çok daha yü ksek düzeyde bir
işsizlik olmuştur. Kanada’da çalışma saatlerinin düzenlenmesiyle bir ayarlam a yapılm ış
tır. Düz işgücüne talebin azalması, teknolojik değişmeye özellikle ICT’y e bağlanabil
mekteyse de hâlâ önemli tartışm a konularından birini oluşturmaktadır. Temel sorun şu
dur; Yapısal uyum teknolojik değişmeyi hızlandırarak ve beceriyi artırarak mı, yoksa
ücretleri ve hayat standartlarını düşürerek mi gerçekleşecektir? U ygulam ada her iki eği
lim de görülmektedir, ancak teknoloji ve eğitim politikaları açıkça, m akroiktisat politi
kalarıyla birlikte zorlukları en aza indirmekte en büyük sorumluluğu yüklenm ektedir.
456
tik bakımdan çok faydalı bir tanımdır; çünkü bunlar saç kesme gibi özel hizmetler; ope
ra icrası gibi eğlence, sanat; eğitim; sağlık y a da kamu hizmetleri gibi hizmet faaliyetle
rinin, öz itibariyle, gayri maddi görünmeyen niteliklerini öne çıkarm aktadır. Ü retim iy
le tüketim i arasında bir zaman farkının bulunmaması bu tür faaliyetlerin verim lilik ar
tışını sınırlam aktadır. Parantez içinde şunu da belirtelim ki bu durum iktisat mesleğinin
genellikle, niçin bu tür hizmet faaliyetlerini analiz etmediğine dair entelektüel bir kulp
bulmasını kolaylaştırm aktadır.
iletişim ve bilişim teknolojileri tanım ları gereği, hizmet faaliyetleri ticaretinin, özel
likle üretiminin tüketimine yakın lığı nedeniyle önemli hale gelen coğrafi konum ve za
man sınırlam alarını aştığı için bu tür hizmetlerin giderek artm asına imkan vermektedir.
Zaman veya mekan/depolama boyutu (im kânı), enformasyon teknolojilerinin birçok fa
aliyet alanında üretimi tüketimden ayırarak ticaretini artırm a imkanını verm ektedir5.
“Y eni” bilişim ve iletişim teknolojilerinin şimdiki durum da potansiyelleri sadece en
düşük maliyette, çok büyük m iktarlarda enformasyon toplamak, depolamak, işlemek ve
yaym ak değil, aynı zamanda dünya çapında ağlar kurm ak etkileşmek ve haberleşm ek
tir; —küresel bir köy olarak dünya—yen i teknolojinin zaman ve mekân/depolama boyu
tu, birçok yeni ve daha ileri hizmet faaliyetini yaratm ak, giderek artan biçimde, iç ve dış
ticarete konu olabilirliliğini çoğaltmak üzeredir. Telefon örneğini alırsak, muhtemelen
“y e n i” beliren bilgisayar ve diğer elektronik im alat sektörleri, bilişim ve iletişim hizmet
leri sektörleriyle karşılaştırılırsa, sonuç olarak nispeten küçük kalır. Yine de sonuncu
nun tanımı, geleneksel “fiziki mevcudiyeti olan”1 hizmet faaliyetleri, "info-tip”11 hizmet
faaliyetlerine dönüştükçe iyice bulanıklaşm aktadır.
Daha geleneksel üretim prosesleri sanayi üretimi tipinde düşünülürse, geleneksel
hizmet sektörleri de, bu m alların nakli, toptan ve perakende ticareti olmaktadır; oysa
ICT’nin etkisi bunun tam karşıtıdır. Hizmetlerde üretim ve tüketim arasına zaman/de
polamayı getirmekten daha çok, ICT bu mesafeyi kısaltm ayı amaçlamış görünmektedir.
Yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinin en belirgin özelliklerinden birisi, ana firmaların
—Tam Zamanında üretim sistemi denen111—doğrudan hammadde ve parça üreticilerinin
ağlarına bağlanm alarına imkan sağlayan yeni teknik potansiyellere sahip olmasıdır;
böylece üretim ve depolamadaki zaman m aliyetleri azaldığı gibi yen i teknolojiyle artan
esneklik, üretimle talebin daha iyi bütünleşmesine ve Tam Zamanında satışla özdeşle
şen mamul envanter m aliyetinin de düşmesine yol açm aktadır. Bu iki özellik de yu k arı
da hizmetler için söylediklerim ize terstir; bu teknolojiler üretimle tüketim arasındaki za
manı kısaltm ayı am açlam aktadırlar. Bunu yaparken de bir sürü ara depo ve envanter
i "Physically present" berber y a da öğretmenin traş etmek y a da ders verm ek için mevcut olması gibi.
ii “Info-type” information-type, enformasyon-türü.
iii "Just-in -tim e” JIT , production system. "Tam Zam anında" TAZ, denebilir mi? Belki de tez canlı bir hayvan olan ta
zıyı hatırlatır.
457
faaliyetlerinin ticaretini iyice azaltm aktadır. Bu nedenle, esasında ICT’ler hizmetleri
im alata daha yaklaştırır ve ticarete daha fazla konu haline getirirken, ilerdeki sanayi ve
hizmet faaliyetlerinin daha da yakınsam asını sağlıyorlar.
Pavitt (1996) özellikle, hizmet sanayilerindeki başka bir temel değişikliğe işaret edi
yor: bilim adamı ve mühendislerin sektörde istihdamı. Uzun zaman hizmet sanayileri
fazla sayıda kalifiye uzman çalıştırmamıştır, fakat 1992 verileri (ABD tarihinde ilk kez)
“im alat dışı” sanayilerin imalat sanayisinden daha fazla sayıda mühendis ve bilim adamı
çalıştırdığını gösterm ektedir (Tablo 17.2).
B ilgisayar hizmetleri ve mali hizmetler, IC T’nin etkisiyle özellikle hızlı bir artış gös
termiştir. Gerçekte, bilgisayar uzmanları 1992’de imalat sanayisindeki toplam mühen
dis ve bilimcilerin %10’unu temsil ederken, bu değer imalat dışı sanayilerde dörtte bire
yükselm ektedir. Daha önceki yayın lard a (Freeman ve Soete, 1987), kavramsal ve öl
çümsel sorunlar nedeniyle program yazım ına ilişkin A&G faaliyetinin bu tür istatistik
lerde kayda geçmediği ve tabii, patent istatistiklerinde bu durumun daha da belirgin ol
duğuna işaret edilmişti. Daha 1983’de bile toplam yazılım harcam aları elektronik
A&G’si ile birleştirildiğinde toplam İngiliz “araştırm a, geliştirm e ve yazılım ” toplamının
yarısından fazlasıydı. B ilgisayarlaşm aya ilişkin teknik değişmenin büyük kısmının, üre
ticiler için olduğu kadar kullanıcılar için de yeni yazılım ve uygulam aları biçiminde or
taya çıktığı düşünülürse (daha da büyümüş olan), birleşik toplam ICT yayılm asının y a
rattığı değişimin kapsamı hakkında daha iyi bir gösterge oluşturur.
İm alatla hizmetler ve hizmet faaliyetleri arasındaki giderek artan yakınsam ayla, AB
ülkelerindeki toplam iktisadi faaliyetlerin ortalam ada üçte ikisinden fazla bir kısmının
artan sayıdaki alanlarda ve tabii, kendi alanında ICT faaliyetinin önem kazandığı ve
imalat sanayisine hâkim olduğu anlaşılır; ama tersi yan i imalatın bu sektöre hâkim ol
duğu söylenemez (I. ve II. Kısımlarda anlatılan, General Electric ve diğer “imalat fir
458
maları" örneklerine bkz). Özellikle, ICT’nin ortaya çıkması ve bunun "ticarete konu ol
masından” beri birçok hizmet faaliyeti üzerindeki etkileri, bu hizmetleri katm a değer
yaratan “çekirdek” (=core) faaliyetler haline getirm iştir. Bu çerçevede veri, enformas
yon ve bilgi arasında bir ayrım yapm ak gerekiyor.
ICT, bilginin sınıflandırılmasında (=codification) önemli bir rol oynamıştır. Bilgi en
formasyona y a yen i fiziki m allarla (makineler, yeni tüketim m alları vb.) içerilir y a da en
formasyon alt yap ıları yo lu yla kolayca nakil olur. Bu, bilginin özellikle yeniden üretil
mesini, saklanmasını, doğrulanmasını, nakledilmesini veya içerilmesini kolaylaştıran bir
indirgeme ve dönüştürme (=conversion) işlem idir.6 Sınıflandırılmış bilginin aksine, ka
palı (=tacit) bilgi kolaylıkla nakledilemez çünkü açık biçimde ifade edilmemiştir veya öl
çülemez. Kapalı bilginin önemli bir çeşidi beceridir. Beceri sahibinin yaptığı işin kural
ları, onu izleyen tarafından şeklen tam olarak bilinemez. Bunun öğrenilmesi bilinen öğ
renme yo lları içinde nakil edilemeyen faaliyetlere bağlıdır7. ICT'nin önemli bir etkisi ka
palı ve açık (sınıflandırılm ış) bilgiler arasındaki sınırların hareket etmesini sağlam ası
dır. ICT, kapalı bilgileri, açık bilgiye dönüştürmeyi teknik olarak mümkün ve ekono
mik olarak da çekici hale getirm iştir. Fakat ICT aynı zamanda, örneğin yazılım a ilişkin
bir seri, tamamen yeni biçimlerde kapalı bilgiler üretmektedir.
Açık bilgilerin maddi m allara içerilmesi, yen i elektronik bilişim ve iletişim araçları
nın bunlara eklenmesiyle sermaye ve dayanıklı tüketim mallarının çoğunun perfor
manslarını inanılmaz biçimde yükselm iştir. Bilişim ve iletişim araçları sürekli verim lilik
artışlarının özünü oluşturmakta, Batı toplumlarında yatırım ve tüketim talebinin artışı
na yo l açm aktadır. Erken “sanayi ötesi” toplum literatürünü eleştiren bazı yazarların
vurguladığı gibi8 bu süreç, aynı zamanda hizmetlerin “sanayileşm esi” şeklinde tanım la
nabilir: Belli hizmet faaliyetlerinin “açık” bir bilgi elemanını içeren maddi ev araçları
(bulaşık makinesi, televizyon, kurutm a makinesi vb.) tarafından sürekli ikamesi gibi.
Elektronikteki gelişm eler bu ürünlerdeki “ev halkı" performansını artırarak, bu insan
lara daha çok vakit kazandırıyor. Her zaman bu yeni maddi mallar, tamamen ikame et
tikleri hizmet faaliyetlerinin kalitesine ulaşam asa da (bulaşık makinesi iyi bir örnek ola
bilir), açık bilgi süreci bu eksikleri de bir gün, bir ölçüde tam am layacaktır. Ü rünler kul
lanıcı dostu olm ayabilir (tipik örneği video cihazlarıdır) fakat kullanıcının bu m akine
deki bilgiye sahip olması ve onu anlam ası da gerekmez.
Hizmetlerde ise yu karıd aki gerekçelere karşın, tüm sektörlere ve ekonomideki tüm
işlemcilere açık olan enformasyon ağları veya bu ağlara nasıl ulaşılacağı hakkındaki bil
gilerle rağmen, enformasyonun gayri maddi niteliği yüzünden açık bilgilerin sınıflandı
rılm ası hiçbir zaman tam am lanam ayacaktır. Bilginin sınıflandırılması süreci, beceri, uz
manlık ve diğer şekillerdeki kapalı bilgilerin nispi önemini pek de azaltacak gibi görün
459
mediği gibi, aksi yönde hareket edecektir. Hizmetlerin gerçek değeri onun "içeriği”nde
saklı kalm aya devam edecektir, içeriğin bir kısmı esasında, saf anlam da kapalı kalırken,
örneğin yaratıcılı ve yetenek gibi büyük bir kısmı da, sürekli yen i bilgi birikimine —öğ
renme—dayanm aktadır. Öğrenme veya bilgi birikim i kapalı bilginin, yakın bir iletişim
le yeni bir kapalı bilgi geliştirecek türde açık bilgiye dönüşmesini sağlayan döngüsel
(=spiral) bir harekete dayanır. Böyle bir döngü hareketi, kişisel olduğu kadar kurumsal
öğrenme için de işin özüdür.
Değerin, giderek artan "açık” bilgi içermiş sanayi mallarından, hizmete dayalı "ka
palı” bilgi faaliyetlerine doğru sürekli kaym ası yeni doğan Bilişim Toplumunun tipik bir
özelliğidir. Bu da, elektronik ve bilgisayar imalatı yapan firmaların, enformasyon içerik
li faaliyetlere girm esini kısmen açıklam aktadır. Aynı şekilde, bir zam anlar im alat faali
yetlerinin hâkim olduğu bazı firm aların (General Electric, Ericsson vb. 11. Bölüm), ni
çin yapılarını ve stratejilerini değiştirdiklerini de kısmen açıklam aktadır. Hizmet sektör
lerinde açık bilginin üretim ve dağılım ıyla meşgul bazı "taşıyıcı” işletme firmaları, aynı
nedenlerle içerikli (=content) sektörlere (medya, eğitim, kültür) girm ektedirler.
Yenidoğan Bilişim Toplumu, bir anlamda kullanıcıların yen i bilişim hizmet ve ürün
lerine olan talebine bağlı kalacaktır. Hizmette "talebin ilişkilendirilm esi” de genel mak-
roekonomik ortam kadar, mevcut ve yen i kurum sal düzenlemelere bağlıdır. Bir çok du
rumda bilişim ve iletişim hizmetlerinin ticari başarısı, tipik ağ (network) faaliyetlerinin
marjinal maliyetinin sabit maliyetin çok küçük bir kısmına indirgendiği ölçek ekonomi
lerinden büyük ölçüde yararlanabilm elerine bağlıdır (Örneğin sinema filmlerini, ya z ı
lım, finansman ve sigorta hizmetlerini düşünün). Avrupa, parçalanm ış ulusal piyasaları
ve kültürel farklılıklarıyla bu gibi ölçek ekonomilerinden yararlanm akta dezavantaja sa
hiptir. Bu piyasaları, özellikle ulusal telekomünikasyon şirketlerini hızla serbestleştirip,
bir örnek hale (=harmonization) getirm ek üzere çeşitli öneriler yapılm ıştır. Örneğin.
B a n gem a n n P lanı veya G-7’lerin S a n a y iciler E ylem P lanı gibi girişim ler, en azından bu
sorunun artık anlaşıldığını göstermektedir.
460
mal ve hizmetlerde yarattığı m aliyet ve fiyat düşüşlerine dayanan genel anti enflasyonist
etkilerle örgüt yapılarındaki iyileştirm elerde olduğu kadar, işyerlerindeki üretim plan
lam asındaki y a da diğer yönetim faaliyetlerindeki daha dinamik bir öğrenme sürecinin
etkinliği artıran iyileştirm elerinde görülecektir.
Bu bölümün 1. Kesimi’nde iddia edildiği gibi, ICT’nin iş yaratan ve yo k eden etkile
rini değerlendirme çabaları, birçok doğrudan veya dolaylı etkinin olumlu ve olumsuz
yanlarını ayırt etmenin güçlükleriyle karşılaşm aktadır. Günümüzde Bilişim Toplumu’-
nun kamuoyunda en çok tartışılan yanı, tarihsel kanıtların ve makroekonomik telafi ar
güm anlarının (bkz. Kutu 17.1) aksini göstermesine rağmen işsizlik endişesidir. B urada
ki dört unsur üzerinde özellikle durulm alıdır.
Birincisi, şimdiye kadar otomasyon ve “enformasyon yayılm asından” (=informati-
onization) bir şekilde “korunmuş" olan hizmet sektörleri ve meslekleri üzerindeki
ICT’nin istihdam etkileridir. Bugüne kadar “korunm uş” olan hizmetler, tarım ve sana
y i sektörlerinden atılmış olanlar için gidilecek başlıca y e r iken, artık bu tür yen i hiz
metlerin aynı görevi yapacağı kuşkuludur. Belirttiğim iz gibi, bu yen i sektörler için dü
zenleyici uygun bir mevzuat hayati bir önem taşım aktadır. Bilişim hizmetlerinde yeni
piyasaların ortaya çıkm ası sadece daha rekabetçi bir çerçevede eski mevzuatın gevşe
tilmesini (deregülasyon) ve herkese açılm asını gerektirdiği gibi, m ülkiyet haklarını,
özel hayatın gizliliğini ve güvenliğini de gözeten kurallar koyacak yen i kurum lan da
gerektirir. Aynı zamanda, Internet örneğinin de gösterdiği gibi, değişim hızı “denetim
li” bir serbestleşme sürecinin çok ötesine giderek, tamamen yen i bir haberleşme fiyat
yap ısıyla çok daha dram atik bir “yaratıcı tahrip” sürecine dönüşebilir. Ö zellikle A vru
p a’da, hukuki düzenleme reformlarının çok yavaş gitmesi ve yen i hizmetlerin gelişm e
sini ağırdan alma, sonuçta burasının dünyanın diğer bölgelerine göre geri kalm asına
neden olmuştur.
İkincisi, “enflasyon” ölçmek için kullanılan mevcut istatistik yöntemlerinin, yen i ICT
sektörleriyle ilgili olarak her türlü verilerin toplama ve enformasyon m aliyetlerindeki
inanılmaz düşüşlerin makroekonomik deflasyonist etkilerini ölçmekte uygun bir araç
olup olmadığı sorunuyla ilgilidir; bu yöntem ler giderek bir para hayalini9 (=illusion) mi
yoksa enflasyon “hayalin i” mi ölçüyor? Bu nokta, T he E co n o m ist’ın 22 Kasım 1996 ta
rihli sayısındaki başyazı ve konu makalesinde ele alınmıştır. Avrupa ve ABD ’deki cari
enflasyon tahminlerinin, yeni ICT sektörlerine ait birçok yen i mal ve hizmetlerdeki ka
lite iyileşm elerini yeni mal ve hizmetlerle beraber ihmal ederek, yıllık enflasyonları bir
m iktar yü ksek gösterdiğini kabul etmemiz mantıki olacaktır. Sonucunda bekleneceği
gibi, ICT’lerin yaygın lığına ve ortaya çıkan Bilişim Toplumlarma dayalı olarak birçok
ekonomi, 1990’larda enflasyonist değil deflasyonist durum daydı. Birçok AB ülkesinde
461
yüksek enflasyon tahminlerine dayalı olarak, EM U kavuşum 1 kriterleri çerçevesinde
uygulanan sıkı para politikalarının sonuçları, tabii ki kısa dönemde doğmakta olan Bi
lişim Toplumları açısından pozitif bir büyüm eyi ve istihdamı uyaracak nitelikte değildi.
Bu, faiz hadleri, özel yatırım ve istihdama ilişkin bütçe mali konsolidasyon politikaları
nın, örneğin Komisyon'un Avrupa İstihdam Stratejisinde ileri sürülen, muhtemel uzun
d ö n e m li etk ilerin i11 reddetmek anlamında değildir. Yine de 1990’larda, A B’nin, kısa dö
nemde, katı makroekonomik para politikalarına verdiği ağırlığın, Bilişim Toplumlarının
Avrupa’da hızla ortaya çıkm asına ve daha az ölçüde de tam istihdama etkili olup olma
dığı gerçekten merak konusudur.
Üçüncüsü, ICT bir enformasyon teknolojisi olduğundan —esası, enformasyon ve ve
rilerin giderek artan biçimde belleğe alınması, depolanması, hızla işlenip yorumlanm ası
demektir—genelde insan becerilerinin büyük bir kısmını artan biçimde açığa çıkarıp,
"sınıflandırma” imkânına sahiptir. Tabii ki önceki kesimde de belirttiğimiz gibi, "kapa
lı” bilginin önemini yadsım ıyoruz. Aksine, daha çok bilgi açığa çıktıkça, geriye kalan ka
palı bilgiler daha da hayati bir hale geliyor. Böylece de, uygun bilgileri yaratıcı yöntem
lerle sınıflandırıp açık hale getirme yeteneği, uygun enformasyonu bulup etkinlikle kul
lanabilme uzmanlığı kadar önem kazanmış olup ve bunun önemi giderek de artacaktır.
Aynı şekilde, giderek artan sayıda bilinen beceri türü, giderek açık hale gelip, müthiş
bir hızla önemini yitirm ektedir10. Bu tür işler toplumdaki istihdamın en büyük kısmım
oluşturduğundan, Bilişim Toplumu’nda istihdamın gelir dağılımı etkisi endişe uyandır
maktadır. Bunun da ötesinde, enformasyon ve bilgisayar teknolojilerinin çeşitli kulla
nım biçimlerinin yayılm asıyla “becerilerin uyuşm am ası” olgusu, çok daha genel ve bili
nen bir nitelik olup, yen i bilişim ve iletişim teknolojilerinin bünyesinde mevcut olan "be
ceri sapm ası” hakkındaki sorulara yol açm aktadır111. Bu gelir dağılım ı düşüncesi, bir
yandan eğitim ve öğretimin toplumun her kesimine yaygınlaştırılm asının hayati önemi
ni ortaya çıkarırken, diğer yandan bir beceri sahibi olmayan veya geleneksel becerileri
olan, muhtemelen dışlanmış grupların durum larıyla ilgili temel sorunları da gündeme
getirm ektedir.
Dördüncü husus ise, gerçek ilk küresel teknoloji olduğu düşünülen ICT’nin, giderek
artan uluslararası nakledilebilirlik ve açıklık kazanm alv potansiyelinin sonuçlarına iliş
kindir. ICT’nin enformasyon ve bilgiyi zaman ve mesafe boyutunda açık hale getirme
imkanı, sadece küresel bir erişim sağlam akla kalm ıyor aynı zamanda firmaların/örgüt
i “EM U convergence criteria” Avrupa P ara B irliği (European M onetary Union) kavuşum kriterleri ki sonuçta 2002 ba
şında euro p ara birimini doğurm uştur, bu para rejim ini ifade etm ektedir.
ii Burada “c r o w d i n g in " ter im i k u lla n ılıy o r; faizin d ü ş m e s in e , istih d a m a rtışın a y o l a ça ca k "bir to p la n m a etkisi d e” dene
bilir.
iii “Becerilerin uyuşm am ası” ve “beceri sapm ası”, "skill m ismatches” ve “skill b ias” karşılığında kullanılm ıştır.
iv "N akledilebilirlik” ve "açıklık kazanma", "transferability” ve "codification” karşılığında kullanılm ıştır.
462
lerin açık hale getirilm iş ve dolayısıyla uluslararası ticarete konu olabilen rutin faaliyet
lerinin de y e r değiştirmesine yol açm aktadır. Başka bir ifadeyle, ICT iktisadi bir şeffaf
lığa katkıda bulunduğu gibi, alternatif yerlerin m aliyet avantajlarını öne çıkararak,
uluslararası sermaye hareketlerini ve belirli faaliyetlerin, uluslararası yen i “kaynaklara
erişmesini” (=outsourcing) kolaylaştıracaktır. Daha şeffaf ve sınırları kalkm ış bir dün
yanın getireceği yararlar tartışılmazken, yin e de bu yararların dünya ölçeğindeki dağı
lımı üzerindeki haklı endişeler mevcuttur. III. Kısım’da ortaya konduğu gibi en fakir,
en kenardaki ülkelerin/bölgelerin dışlanma endişesine karşın, zengin, teknolojide öncü
ülkeler/bölgeler ise kendi yeniliklerine ilişkin tekelci rantlarının giderek azalm ası ve bu
nun, istihdam, ücretler ve Avrupa’da kurulm uş sosyal güvenlik sistemleri üzerindeki et
kilerinden rahatsız olm aktadırlar. Birçok AB ülkesinde, ulusal sosyal güvenlik sistemi
ve daha genel ifadeyle refah devleti, işveren ve işçinin katkısına dolayısıyla istihdama
çok yakından bağlıdır. Giderek artan küreselleşen ve iktisaden şeffaflaşan bir dünyada
bu ulusal bağlar zayıflayacaktır.
Bilişim Toplumu’nun yen i bilişim ve iletişim teknolojilerinin kesin istihdam etkileri
ni, sektörel y a da mesleklerin kompozisyonu açısından m iktar olarak tahmin etmek güç
tür. Toplumun yapısal dönüşümünün bir sonucu olarak, doğrudan ve dolaylı istihdam
etkilerinin çok derin olması muhtemeldir. Böylece, yirm inci yüzyılın ikinci yarısında do
ğan tamamen yeni sanayiler, yazılım , bilgisayar ve elektronik sanayisinin kendisi, bilişim
ve iletişim hizmet sektörleri yeni istihdam olanakları sağlamıştır. Ancak bütün bunlar
için yen i doğan bilişim ve iletişim piyasalarını düzenleyen uygun bir kurumsal çerçeve
nin ve uygun bir makroekonomik iklimin mevcudiyeti hayatidir. Bu hususlar düşünül
düğünde, günümüz koşullarında böyle yeni piyasaların doğması kolay olmayabilir.
Aynı zamanda Bilişim Toplumunun iş yo k eden doğrudan ve dolaylı etkileri, özellik
le A vrupa’da yin e de derin olacaktır. ICT’nin finansman, sigortacılık ve diğer iş alem i
ne yönelik hizmetler gibi en tipik bilişim ve iletişime dayalı hizmet sektörlerindeki et
kinliği artırm a potansiyeli yü ksek olmakla birlikte, geleneksel sektörlerdeki iş kaybının
da özellikle yü ksek olması beklenmektedir. Bunun da ötesinde birçok geleneksel “tica
rete konu olm ayan” hizmet faaliyetlerinin uluslararası ticarete konu olmasıyla, düşük
ücretli ülkelere veya bölgelere taşınması da endişeleri artırm aktadır. Y er değiştiren bu
işlerin m uhakkak ki beceri gerektirm eyen düz, bedensel el işleri olması da gerekmez;
çoğu içerdiği enformasyon ve bilgiler açısından, ICT tarafından sınıflandırılmış bilgi k a
tegorisine kolaylıkla sokulabilecek cinsten basit, rutin işlerdir.
Bu doğrudan ve dolaylı istihdam etkilerinin, sonuçta olumlu veya olumsuz bilanço
su sadece yaratılan ve yitirilen işler sayılarak ortaya çıkarılam az. Bir bütün olarak Bili
şim Toplumu’nun ulusal ve uluslararası genişleme etkisi, IC T’nin, yatırım ların yüksek,
463
verim liliğin hızla arttığı, fakat gelirin daha da hızlı arttığı ve böylece de istihdamda net
bir artışın yaşanacağı bir verimli döngü kurm asına bağlı kalacaktır. O rtaya çıkan Bili
şim Toplumu 'na ilişkin olarak niçin uzun dönemde refah ve yeni istihdam olanakları ba
kımından temelde iyim ser olmamız gerektiği bu açıklam ada saklıdır. Yine de, bu refah
kazançları ve yeni olanaklar otomatikman ortaya çıkm ayacaktır. Y ukarıda tanımlanan
verimli döngünün kendini sürdürebilmesi, yeni bilişim ve iletişim teknolojilerinin bir
toplumla “bütünleşmesini” öngören politikalara olduğu kadar, makroekonomik politi
kalara, emek ve ürün piyasalarındaki yasal ve kurumsal reformlara, daha çok kullanıcı
dostu teknolojilere odaklanmış teknoloji politikalarına, yen i gelir dağılım ı ve verim lilik
artışını hedefleyen politikalara bağlı kalacaktır. Eğer bu politikalar, teknolojiler ve ku
rum lar birbirleriyle uyum sağlarsa, uzun dönemde tam istihdam ortaya çıkabilecektir.
465
lere oranı (ve) bütün cepheleriyle eğer iyi bir şekilde ayarlanabilirse, kamu faaliyetleri
nin piyasa güçlerine dayanm ası (ki her zaman, ilerde daha fazla hükümet müdahalesi
ne yol açsa da piyasa güçlerinin giderek özgürleştiği bir aşam a m uhakkak mevcut olma
lıdır) gibi, diğer unsurların benzer hareketleriyle bağlantılıdır...G elir eşitsizliğindeki bu
uzun dönem büyüme aynı zamanda, muhtemelen serm aye teşekkül oranlarındaki bir
artışla da yakından ilişkilidir; gelir eşitsizliği ne kadar fazlaysa, ülke çapındaki tasarruf
oranları da o kadar düşer, ne kadar azsa o kadar yü kselir (Kuznets, 1955, s.20). Kuz-
nets şöyle bağlıyor:
Konunun daha iyi anlaşılm ası bakımından bize yo l göstermesi olası son bir yorum ..E ğer iktisadi b ü
yüm e süreciyle yeterli biçimde ilgileneceksek, tam anlam ıyla teknolojik, demografik ve sosyal çer
çevelerin de değiştiği uzun dönemli bir değişim süreciyle ilgilenm eliyiz -b u faktörler, dar anlam ıy
la iktisadi güçlerin hareketini derinden etk ile r- iktisat alanının dışındaki alanlara taşmamız kaçınıl
maz olur. Nüfus artış biçimlerini, teknolojik değişmenin niteliğini ve gücünü, siyaset kuram ların
daki özellikleri ve eğilim lerini belirleyen faktörleri anlam am ıza yard ım edecek sosyal bilim disiplin
lerinin bulgularına daha açık olmamız kaçınılm azdır. Bu alandaki etkili araştırm alar, zorunlu ola
rak piyasa iktisadından siyasi ve sosyal iktisada kaym ayı gerektirir.
(Kuznets, 1955, s. 28)
Notlar
1 Ü lkeler arası işsizlik ölçüm lerindeki tanım sal farklara daha az bağım lı olan bu sondaki oran, bir ölçüde bir ekono
m ideki “kullanılm ayan işgücü potansiyeli” ölçümü için daha doğrudur.
2 Bu konuda, önemli m iktarda bir görgül literatür mevcuttur. Son bir literatür taram ası için bkz. W it (1990), Viva-
relli (1994).
3 Çeşitli yaz arlar, elektriğin yayılm ası, özellikle elektriğin bağım sız m akinelerde kullanılm asının yayılm asıyla ICT ara
sında, tarihsel bir benzerlik bulm aktadırlar (Freem an ve Soete, 1985, 1987; David, 1991. Aynı zam anda, 3. Bölüm -
deki tartışm alara bkz.).
A Bu doğrultudaki ilk analizler için bkz. Q uinn (1986), Soete (1987) ve M iles (1996). Hizmetin b aşka bir tanımı, aya
ğının dibine atam ayacağın şey hizmettir, şeklindedir. A slında bu tanım lar, kafayı daha da karıştırıp, “üçüncü” sek
tör denen iktisadi faaliyetlerin acilen, yeniden sınıflandırılm ası gereken karm aşık bir sorun yığın ı olduğunu göster
m ektedir.
5 Bu olay tıpkı, O rta Ç ağlarda m atbaanın icadıyla, bu yen i enformasyon teknolojisinin, ilk kez elle kitap kopya eden
keşişlerin sınırlı bir ticarete konu olan “hizmet" faaliyetlerini etkilem esine benzem ektedir. Yeni m atbaa teknolojisi
nin zaman/depolama boyutu, en dram atik ve ya y g ın biçimde, enform asyona ulaşm a yo lunu açm ış ve M arx ’in deyi
m iyle “Bilim Rönesansı" üniversitelerin büyüm esi, eğitim, kütüphaneler, kültürün yaygın laşm ası vb. bu sayede ger
çekleşm iştir. Bilginin açık hale gelm esi ve ticarete konu olması, batı toplum larının gelecekteki gelişm esi üzerinde ta
mamen yen i bir im alat sanayisi o larak m atbaanın ortaya çıkm asından daha etkili olmuştur.
6 ö z ellik le bkz. David ve Foray (1995).
7 Bahçıvanlık, bisiklet sürme, ev bakım ı gibi faaliyetler düşünülebilir. Felsefe açısından bir kapalı bilgi tartışm ası İçîb
bkz. Searle (1995). Firm alarda kapalı bilgi tartışm aları için bkz. Nelson ve W in ter (1982) ve Senker (1995).
8 Bkz. G ershuny (1983) ve G ershuny ve M iles (1983).
9 Bkz. Soete (1996).
10 Tersine, nispeten basit bazı beşeri faaliyetlerin (bahçıvanlık gibi) hiçbir zam an açık hale getirilem em esini gözlemle
mek ilgi çekicidir. Bu da "beceriye dönük” bir teknik değişme olarak, ICT fikrinin niçin yeniden beceri kazanma
veya yitirm e süreçlerinin karm aşıklığını anlayam adığını açıklam aktadır. A yrın tılar için bkz. OEGD (1996).
11 Bilişim toplumunun, çeşitli sosyal ve ekonomik cephelerinin daha kapsam lı bir tartışm ası için bkz. C astells (1996V
Dutton (1996); Gates (1996); W histon (1991); Üçüncü D ünya tartışm aları için de N asthakken ve A khtar (1994).
466
18. Bölüm
1 8 . 1 Giriş
467
İkinci bir neden, çok karm aşık bir sorun olan sürdürülebilir kalkınmanın özel bir si
yasi ilgi gerektirm esidir. Özellikle, bu amacı gerçekleştirecek yeniliklerin geliştirilm esi
ve yayılm ası çok çeşitli iktisat aktörlerinin katılımını, mevcut iktisadi, sosyal ve kültü
rel kurum ların değişimini öngören büyük bir politikalar yelpazesi olmaksızın mümkün
değildir. Sorunun karm aşıklığı, kalkınm a politikasını yönlendirm ekte sistem yaklaşım ı
nın faydasını test etmek için uygun bir fırsattır.
Son bir neden de, çevre teknolojileriyle sürdürülebilir kalkınm ayla ilgilenmenin, özel
ve kamu hedefleri arasındaki çok yakın etkileşimi gündeme getirm esidir. Çevresel sür
dürülebilirlik temelde bir kam usal hedeftir, ancak özel sektör bu değişime uyacak ka
pasite ve canlılığı gösteremezse bu hedef gerçekleşemez. Bu sorunları incelemek özel
hedeflerle kam ununkini dengeli bir sistem yaklaşım ıyla ele alm aya imkan verir.
468
sektörler üzerine yen i teknolojilerin serpişmesine (= spin-off) yo l açsa da, ekonominin
geri kalan kısmından oldukça soyutlanmış durum daydılar. Güdümlü çevre projeleri ise,
aksine ekonominin üretim ve tüketimle ilgili tüm yapısını yaygın biçimde etkilemek
am acıyla satın alm aları diğer politikalarla birleştirme ihtiyacı duyarlar.
Çevre am açlarını karşılam a amaçlı yeni güdümlü projelerin yaygın özellikleri, politi
ka kurm aya daha sistematik bir yaklaşım gerektirir. Bu yaklaşım , geçmişte güdümlü
projelerde önemli değişiklikler yapılm asına neden olmuştu2. Tablo 18.1 eski ve yeni mo
del güdümlü projelerin temeldeki farklarını ve özelliklerini özetlemektedir. Böylece, y e
niliğe sistem yaklaşım ı olarak bakmanın bir dizi temel özellikleri de ortaya çıkm aktadır.
• Kamu yönetim i içinde merkezi kontrol •Çok sayıda aktörün katıldığı merkez dışı bir
kontrol
• Sonuçların, katılım cı çekirdeği dışında •Sonuçların yayılm ası esas am açtır ve teşvik
yayılm ası önemsizdir ve istenmez edilir
• Tam am layıcı politikalara çok az ihtiyaç •Tam am layıcı politikalar, başarının ve diğer
duyulur, tutarlılık önemli sayılm az. am açlarla tutarlı olmak için dikkati çekmenin
projeler kendi başına yeterlidir. hayati unsurudur.
Araştırma, geliştirme ve satın alma program larıyla ilgili çok sayıdaki örgüt, hızlı bir
enformasyon elde edilmesini ve yayılm asını desteklemek için ağ (network) yaklaşım ı
mın kullanım ını önermektedir. Bu da ancak, çeşitli örgütlerin paralel araştırm aları ve
ortak geliştirme projelerini teşvik eden satın alm a ve araştırm a projeleri yo lu yla gerçek
leştirilebilir. Bunun için, aynı zamanda, araştırm aya yol gösteren, özel ve kamu kurum-
larının sözleşmeye dayalı ortak projelerinin eşgüdümüne yardım eden öncü enstitülere
de ihtiyaç vardır. O rtak (= co-operative) projeler hükümet dışı (NGO) “sivil toplum”
örgütlerini ve gelişmekte olan ülkelerin örgüt ve bilim cilerini de içine almalıdır.
NGO’lar, bilimsel ve teknolojik projelere sadece değerli uzmanlık bilgileri sağlam akla
469
kalm azlar aynı zamanda tüketiciler ve sanayinin am açları arasında aracılık yap arak Kal
kın talebini yönlendirebilirler. Gelişmekte olan ulusların araştırıcılarının katılım ı çevre
teknolojilerinin küresel yayılm asını garanti etmek için gereklidir. O rtak projelerdeki
büyük sayıdaki katılım cı aynı zamanda her projeyi değerlendirmek için kurumsallaşmış
araçlara gerek duyar. Bu da, teknolojik yönlendirm e am acıyla araştırm a sürecine peri
yodik teknolpji değerlendirmesinin sokulması ile mümkün olabilir3.
Doğrudan düzenleme, örneğin hava, su, toprak ve ürün kalitesine standartlar veya
kullanım ına sınırlam a koşulları getirmek, kirlenm eyi azaltm ak ve zararlı maddelerin or
taya çıkışını önlemek bakımından en çok baş vurulan yöntem dir. Bu düzenlemeler te
orik açıdan, daha az kirleten teknolojik yen ilikleri teşvik eden iktisadi araçlara göre et
kenliğinin düşük olması nedeniyle çok yoğun eleştirilm ektedir4. Yine de, minimum stan
dartlar koym ak ve zararlı maddelerin çıkışını önlemek bakımından düzenlemelere her
zaman ihtiyaç duyulur.
470
ik tisa d i A raçlar
İktisadi araçlar, ticarete konu olabilen kirletme müsaade belgeleri, kirletme ve bazı
ürünlerde çevre vergileri, bazı durum larda da mali desteklerdir; mali desteklere aşağı
da, satın alm ada değineceğiz. İktisadi araçlar, doğrudan düzenlemeden kirletm e stan
dartları belirlem edikleri için ayrılırlar. Kirletmeye müsaade edilir, ancak kirleten bunun
m aliyetini doğrudan öder (“kirleten ödemeli” kuralı). İktisadi araçlar, kirlenmenin dış
sal m aliyetlerini hesap edip bunları üretimin girdi veya çıktılarına ilave eden politikalar
yo luyla işlev yap ar. Örneğin, yü ksek kükürtlü yakıtlar, asit yağm urunun çevreye etki
lerinin tahmini maliyetini içeren vergilere tabidir. Bu ilave maliyet, sanayinin alternatif
y ak ıtlar veya kükürt emisyonunu azaltacak yen i teknolojiler şeklinde yenilikçi faaliyet
ler yapm asını hızlandırır.
iktisadi araçların etkin kullanılm ası çevre m aliyetlerinin tahmin edecek daha iyi mu
hasebe uygulam alarına ve emisyonları hassas ve doğru biçimde ölçecek tekniklerin
mevcudiyetine bağlıdır. Ancak bunlar, aynı zam anda başlıca engellerdir; ölçme sorunu
çeşitli m addeler için geliştirilm iş gerçek zamanlı izleme (= monitoring) sistemlerine y a
pılan yatırım larla kısmen çözülmektedir. Bunlara ek olarak, çevreye zararlı olduğu an
laşılan tarım sal uygulam alara verilen kredi ve mali destekler şeklindeki yaygın iktisadi
araçların da yürürlükten kaldırılm ası gerekm ektedir.
Satın alm a politikaları y a çevreye yararlı teknolojilerin firm alar içinde geliştirilm esi
ne y a da doğrudan A&G faaliyetlerine mali destek yo llarıyla, çevresel olarak sürdürü
lebilir kalkınm a am acına ulaşm ada önemli bir rol oynar. Enerji, ulaşım ve atık toplama
sistemleri gibi alt yap ı sistemlerinde kullanılacak yen i teknolojilerin geliştirilm esindeki
en uygun yöntem, muhtemelen doğrudan satın alm adır. M ali yardım lar, örneğin vergi
indirim leri veya özel ve kamu araştırm a enstitüleri arasındaki ortak araştırm a projeleri
belki de temiz teknolojilerin geliştirilm esi için en etkin araçlardır çünkü mevcut bilgile
rin çoğu sınıflandırılmamış ve herkesin bilgisine sunulmamış biçimde özel firm aların el
lerinde bulunmaktadır.
S o s y a l B a ğla n tıla r
Bir teknolojinin sosyal bağlantıları (= social nexus) o kadar geniş bir alanda etkilidir
ki sosyal ve iktisadi bakımdan yap ılab ilir teknoloji tiplerinin bazılarını sınırlar (Schot,
471
1992). Bunlar, tüketici talebini etkileyen ve firma yönetim lerinin çevre sorunlarına eğil
mesini sağlayan faktörlerdir. Bu etkiler, eğitim program lan yo lu yla ortaya çıkabilir; ör
neğin yöneticiler ve mühendisler için çevre kursları, yap tıkları işlerde onların otomatik
olarak çevre etkilerini değerlendirmelerine yol açacaktır. Başka bir amaç da, firm alara
“çevre sorunlarını bir firmanın genel iş stratejisiyle bütünleştirmelerini sağlayacak” ör
neğin çevre hedeflerini göz önüne alan değerlendirme ve incelemeler yo lu yla işsel ve
dıştan baskılar uygulayacak örgütlere destek verme politikasıdır (Cram er et el., 1990).
Artan sayıda firmanın bu yo la girdiği ve çevreden sorumlu üst düzeyde yöneticiler ata
dığına dair bazı kanıtlar mevcuttur.
Hükümetler dışında firm alara baskı uygulayabilecek örgütler arasında araştırm a
enstitüleri, çevre teknolojisi sektörü, tüketici, kamu sağlığı ve çevre gibi alanlardaki si
vil toplum örgütleri (NGO’s) de mevcuttur. Bunlar, tüketicileri çevre ve firm aların kö
tü uygulam aları konusunda bilinçlendirerek talebi etkileyip, firm alar üzerinde baskı ku
rabilirler. Alman tüketici örgütleri, özellikle bu tür baskılar uygulam akta çok etkin ol
m aktadırlar.
Firm alar üzerindeki iç baskılar ise, ticaret ve sanayi örgütlerinin yan ı sıra firmaların
içindeki çevre ve satış bölümleri tarafından uygulanabilir. Bu örgütler uzun dönemli bir
stratejide, çevre sorunlarının çok önemli bir faktör olacağını firm alara göstererek uygu
lam aları değiştirebilirler5. H âlâ bu süreci teşvik edecek uygun politikaların tasarımı ve
çevre am açlarını benimsemiş örgütlerin ve kişilerin davranış biçimleri ve kapasiteleri
hakkındaki bilgilerimizi artıracak daha fazla sosyal bilim araştırm alarına ihtiyacım ız ol
duğu kuşkusuzdur.
Bir teknolojinin sosyal bağlantısını kullanarak gelişmesini faydalı bir yönlere çevirt
menin usullerinden biri Yapıcı Teknoloji D eğerlendirm esi’dir, YTD (CTA= Construc
tive Technology Assessment)6. Bu usulü son bölümde daha ayrıntılı biçimde tartışaca
ğız. YTD, diğer teknoloji değerlendirme usullerinden, yen i teknolojiden olumlu veya
olumsuz etkilenen sosyal gruplar, kullanıcılar ve üreticiler arasında geliştirilecek bir di
yalo ga dayanm asıyla ayrılm aktadır. Bu da, yeni bir teknolojinin geliştirilm esini etkile
yecek çıkar gruplarının yelpazesini genişleteceği gibi, sonuçta yenilikçi faaliyetleri çev
resel ve sosyal bakımdan faydalı yönlere çevirebilecektir.
472
güçlüğü karşısında, deneyleri engelleyen y a da aceleyle geri bir teknolojiye bağlanan
düzenleme ve diğer politika önlemlerinde çok dikkatli olmak gerekir.
M evcut teknolojilere bağlanm a veya kilitlenme, daha temiz proses teknolojileri var
ken, sıkça aynı sıradaki başka bir teknolojiye 1 yönelip, sadece, kirlenmenin bir alandan
ötekisine transferiyle sonuçlanır8. Örneğin, zehirli gazlar çıkarm ayan alternatif bir mo
tor geliştirm ek yerine, katalitik konverter kullanarak içten patlam alı motorların eksoz-
larından çıkan zehirli gazları azaltm aya çalışmak gibi.
Tablo 18.2 G SYİH ’nm N ihai E nerji Yoğunluğu * (1000 E C U gelir
için ton cinsinden p etrol karşılığı) 1973-93
Sıradaki teknolojileri kullanm ak, firm alar için temiz proses teknolojisi yeniliği y a p
maktan çok daha fazla avantaj ve kısa dönemde esneklik sağlar; mevcut sermaye stoku
na kolayca eklenebilir ve büyük bir proses yeniliğinden daha kısa zamanda öğrenilebi
lir. Bu yaklaşım , normal koşullar altında mevcut tesisin kirliliğini kontrol etmek için
rasyonel bir çözümdür. Buna ek olarak, sıradaki teknolojiler çözümü çok geniş bir üre
tim teknolojileri yelpazesine uygulanabileceğinden, kirlenme kontrol araçları geliştirip
imal eden firm alar bakım ından temiz proses yeniliklerine göre çok daha büyük bir pi
yasadır. Bu avantajların sonucu olarak, çevre koruma yeniliklerini teşvik eden politika
lar istemeden de olsa, uzun dönemde kirliliğin kaynağına inecek temiz proses teknolo
jilerinin ortaya çıkmasını engelleyecek, sıradan teknolojiler temelinde daha düşük nite
likteki teknik çözümler geliştirilm esine yardım etmiş olmaktadır. Sıradaki teknolojilere
bağlanmak, eğer bir taraftan daha temiz proses teknolojilerini araştıracak örgütleri teş
viki etmeyi ön görm üyorsa "kirleten öder” ilkesini güçlendirm ektedir. Bu durumda,
özellikle küçük firmaların belli bir mali ve teknik yardım almadan daha temiz proses
teknolojileri geliştirm eleri ve kullanm aları söz konusu değildir.
i “End-of-pipe-technologies” aynı seriden, sıradaki, bilinen, benzer veya ya k la şık değerlerdeki bir teknoloji anlamında.
473
Uzun dönemli çözüm, bir birim hasıla yaratm ak için gerekli tüm girdilerin m iktarı
nı azaltacak yenilikleri teşvik etmektir. Bu sadece firm alara tasarruf olanağı sağlayan,
belli bir üretim düzeyindeki gerekli kaynakları azaltm akla kalm ayacak, fakat birçok du
rumda girdiler azalacağından, çıktıların da atıkları azalmış olacaktır9. Daha düşük gir
di/çıktı oranları teknik bakımdan olabilir. Enerji m aliyetlerinin, 1973 ve 1988 arasında
ki ilk büyük artışında, A vrupa’da her 1000 E CU ’lük milli gelir artışındaki enerji yoğun
luğu ortalama %20 kadar düşmüştür. Bu dönemde, D anim arka’da enerji yoğunluğu
%33 düşmüştür. Bu iyileşme 1990’larda yavaşlam ıştır (Tablo 18.2); Bunun muhtemel
sebebi, nispi enerji fiyatlarının uzun zamandır eskisi gibi enerji tasarrufunu teşvik ede
cek bir düzeyde olmaması ve karbon emisyon vergisinin bir türlü getirilememesidir.
i “Incrementalist principles”.
474
son nokta özellikle önemli olup, çeşitli firm aların bu teknolojileri çok özel biçimlerde
kullanm a yollarının ve bilgi kazanm alarının önemini vurgular.
Çevresel olarak sürdürülebilir satın alm a program larının bem geleneksel hem de y e
ni teknolojileri keşfetmeye ihtiyacı vardır. Ö zellikle yeni teknolojilerin, çevre bakım ın
dan pek çok potansiyel avantajları bulunm aktadır. Örneğin, bilişim iletişim, yen i mal
zemeler, biyoloji mühendisliği teknolojileri çok geniş bir alanda, çok yeni ürün, üretim
ve tüketim teknolojileri im kanları sergilem ektedir: Bilişim teknolojileri, sanayide ve ko
nut ısıtm ada gelişmiş kontrol sistem leriyle enerji ve diğer malzemelerden büyük tasar
ruf yapabilirler. Tablo 18.3 bilişim teknolojileri kullanm aktan tutun, gerçek zamanlı
sensör aletleri geliştirm eye değin bir sürü yo lla temiz üretim süreçleri ve düşük gir
di/çıktı oranlarının çevreye nasıl hizmet ettiklerine dair çeşitli örneklerini verm ektedir.
Diğer bir örnek de, bilişim ve iletişim teknolojilerinin (ICT) evde oturarak bilgisayar
la çalışma, uzaktan alışveriş (= teleshopping) ve video bağlantılı iş görüşm eleri ve top
lantıları yapılm asına imkân vererek, enerji kullanım ını ve seyahat gereksinim ini azalt
m asıdır11.
M evcut teknolojiler içinde hem radikal dönüşümler hem de küçük iyileştirm eler ge
rekm ektedir. Geleceğin büyük dönüşüm yap acak yeniliklerine örnek olarak, çevresel
T eknik ö n le m le r E tk ileri
Temiz prosesler:
D öner çimento fırınındaki yanm anın azaltılm ası NO em isyonunda %20 azalm a
Isı ve elektrik üretim inde gelişm iş kontrol teknikleri SO 2ve N Ox em isyonlarında % 10-20
arası bir azalm a
K arayollarındaki araçların m esafelerini gösteren A raçlann verim lerinde 2-3 m isli artış
kontrol araçların ı sürücü kullanım ına vermek (karayolu alt yap ısı ihtiyacını azaltm ak)
Çam aşır m akinelerinde çeşitli deterjanların D eterjanda %50, enerji ve suda %10
dozunun otomatik ayan tasarru f
Plastik levhaların kalınlığının sürekli ölçümü Hammadde tüketim ininde %2-10 arası bir azalm a
475
olarak kendini sürdürülebilir bir ekonominin merkezinde önemli bir rol oynayabilecek
güneş veya diğer yenilenebilir enerji teknolojileri gösterilebilir. Çevresel etkileri bakı
mından faydalı olacak küçük yeniliklere örnek olarak da, jet motorlarında ya k ıt etkin
liğini artıran ve NOx emisyonunu azaltan teknik uygulam alar gösterilebilir.
M arjinalizm (= incrementalism) teriminin, bazı araştırıcılar tarafından yeniliğin bir
sınıflaması y a da taksonomik bir yen ilik tipi (= taxaonomic type of innovation) olarak
kullanılmasından çok, yen ilik sürecine özel bir yaklaşım ın tanımı olduğunun hatırlatıl
ması gereklidir. M arjinalist bir yenilik süreci, hem küçük hem de radikal yenilikler y a
ratabilir. M arjinalist sürecin temel ilkesi, yen ilik sürecinin, geliştirilen bir teknolojinin
en geniş sayıda araştırıcılar ve potansiyel kullanıcılar tarafından sürekli evrime uğratıl
ması biçiminde tasarlanm asıdır. Bu da her teknik ilerleme için nispeten kısa geliştirme
zamanı, küçük projeler, her proje için küçük bir yatırım hacmi ve başka bir am açla kul
lanılması mümkün olmayan projeye ait özel altyap ıları asgari düzeyde tutm akla gerçek
leşebilir12. Son üç kriter, geniş bir yelpazedeki firma ve araştırm a kurum larının belli bir
teknoloji içinde kalan paralel araştırm a projeleri yürütm elerine imkân verir; böylece de
çok sayıda insanın piyasanın katı araçlarını veya piyasa dışı araçları kullanarak, bu tek
nolojiyi kritik biçimde değerlendirm elerine fırsat verileceği gibi, bu değerlendirm elerin
sonuçlarından daha sonraki teknik gelişm eler için bir kılavuz olarak yararlanılabilir.
Y enilik sürecine m arjinalist yaklaşım ın amacı, bir dizi pahalı teknolojiye aşırı yatırım
yaparak, sonunda çalışmayan, çok pahalı veya çevreye, yerin e geçeceği teknolojiden
çok daha zarar verici bir teknoloji yaratm aktan kaçınm aktır. Bu durum, az sayıda araş
tırm a enstitüsü veya teknolojik bakımdan ileri firm ayla sınırlanmış, büyük, pahalı ve
uzun vadeli araştırm alarla, tamamen yeni, radikal teknolojiler yaratm aya yönelik gü
dümlü projelerdeki potansiyel sorunların başında gelir. Yine de potansiyel olarak tama
men faydalı bir teknolojinin ortaya çıkabileceğinin kestirildiği durum larda, bu m arjina
list ilkelerden biri veya birden fazlası feda edilebilir13.
476
sürdürülebilir bir kalkınm ayı destekleyen politikalar da sanayinin rekabetçiliğini azalt-
mamalıdır. Ülkelerin dezavantajlı duruma düşmemeleri için de, bazı alanlarda ulus
lararası anlaşm alara gerek duyulur.
Çevre teknolojilerini geliştirme politikaları, sanayinin rekabetçiliğini iki yo lla sağla
yabilir: Birincisi, bir birim hasıla için gereken malzeme ve enerji girdilerini ortalam ada
azaltan yen i teknolojiler aynı zamanda m aliyetleri de azaltır. Örnek olarak, Hollan
d a’daki kamu ulaşımı, gıda, elektro kaplama, metal işleme ve kim ya sanayilerindeki 45
kirliliği önleme projesinden sadece üçü firm aların m aliyetlerini artırmış, 19’u m aliyetle
ri etkilememiştir. Yirmi proje ise m aliyetleri düşürmüş ve bunlardan 16’sı proje harca
malarını bir yıldan daha kısa bir zamanda geri ödemiştir1. İkincisi, ürün ve üretim tek
nikleri yeniliklerini çok sıkı çevre performans ve güvenlik standartlarına göre yönlendi
ren politikalar da, eğer bu standartlar gelecekte, birçok ülke tarafından talep edilecek-
15
se, sanayinin küresel rekabetçiliğini artırabilir .
Çevre sorunları ulusal sınırlara saygı göstermez. Bir ülkede sanayinin veya tüketici
lerin yarattığı ürün atıkları, hava ve su yo lu yla diğer ülkelerde ve hatta C FC ’lar örne
ğinde olduğu gibi, küresel kirlenm eye yol açar. Bunu tersine bir örnek de, çok sayıda-
Tablo 18. 4 Ç evresel O larak Sürdürülebilir Kalkınm a
Am acını D estekleyen Temel P olitika O psiyonlan
1. Yeniliği yönlendirmek için özellikle daha temiz proseslere ve düşük girdi/çıktı oranlarına yol açan politikalar:
• Hava, su, toprak ve ürün kalite stan dartlan belirlem ek şeklinde doğrudan düzenleme.
• Kirletme ve ürün vergileriyle ticarete konu kirletm e izinleri gibi iktisadi araçlar
• Satın alm a, doğrudan A&G desteği veya dolaylı m ali yardım .
• Sosyal bağlantıları değiştiren politikalar, sosyal ikna yo lları, talep ve yap ıcı
teknoloji değerlendirm esi.
ki ülkenin yarattığı kirliliğin tek bir ülke veya bölgede toplanması durumudur: Hollan
d a’daki nehir ağındaki ağır metal kirliliğine Belçika, Fransa, Alm anya ve İsviçre’deki
sanayi tesisleri neden olmaktadır. Benzer bir sınır ötesi sorun da, Kanada ile Amerika
arasındaki Büyük Göller Bölgesi’nde ve dünyanın diğer bölgelerinde görülmektedir.
Çevre sorunlarının uluslararası boyutu veri alındığında, çevresel olarak sürdürülebilir
kalkınm a amacı dünyanın tüm bölgeleri ve ülkeleri için önem kazanır ve yeni teknolo
jilerle bunları destekleyen kuram ların yaygınlaşm asını gerektirir. Sorunların ve çözüm
lerin uluslararası niteliği, Birleşmiş M illetler gibi güçlü uluslar ötesi kuruluşların rolle
rini öne çıkardığı gibi, aynı zamanda bazı kirlenme türleri ve kaynaklarının yerel nite
477
liği de farklı kurum lar ve çözümler geliştirilm esini gerekli kılm aktadır; örneğin evsel ve
sanayi atıklarının yo k edilmesi veya döndürülmesi (= recycling) yerel ve ulusal yönetim
lerin konu üzerinde yoğunlaşm asına bağlıdır. Bu nedenle, çevre bakımından sürdürüle
bilir bir kalkınma, her düzeydeki yönetim lerin aktif katılım larıyla gerçekleşebilir. Bu
da, her düzeydeki sorumluluğun belirlenmesi için ortaklık ilkesinin dikkatle uygulan
masını gerektirir. "O rtaklık ilkesi ”16 karar vermenin, her durum da etkin karar alabile
cek olan en alt kademelere kadar indirilmesi anlam ına gelmektedir.
ABD ve Kanada örneği federal hükümet türlerinde, sorumluluk dağılım ı özel anaya
sal, yasal ve siyasal şartlara bağlı olm akla birlikte, ortaklık ilkesi, en geniş anlam da y e
rel katılım ı sağlamak ve merkezi bürokrasiyi azaltm ak için ya rarlı bir rehber olabilir.
Yine de Avrupa Birliği ve ABD Federal Hükümeti örnekleri düşünülürse, birçok so
rumluluğun en iyi şekilde üst düzeyde üstlenileceği veya uluslarötesi, federal, ulusal ve
yerel yetk i odaklarıyla ortak biçimde taşınabileceği anlaşılır. Gelecek için ümit verici bir
husus da, dünya çapındaki kıtalararası ajansların güçlü çevre politikalarıyla ulusal ve
yerel rekabetçi avantajların yitirilm esine yo l açan sorunlardan kaçınm ak için, örneğin
karbon vergisi vermek gibi, küresel standartları uygulam ada daha büyük sorum luluk
lar alm aya hazır olmalarıdır.
478
mek, sadece daha az zararlı ilaçların geliştirilm esi gibi küçük değişiklikleri değil, fakat
tarım üretiminin tüm yapısında bir değişme gerektirebilir. Benzer şekilde, enerji tüketi
mini azaltm ak, yü z yıld a gelişmiş karm aşık bir ulaşım alt yapısında özel arabalara göre
kamu taşım acılığının esnekliğini artırm ak ve bunu çekici bir hale getirm ek için sistemik
değişiklikler gerektirir. Bu tip teknoekonomik sistem değişiklikleri, kamuoyunun ikna
edileceği bir siyasi tartışm a olmaksızın gerçekleştirilem ez. İktisadın bu siyasi cephesine
son bölümde y e r vereceğiz.
Notlar
1 K aynaklarda bir azalm a olması ve çevreye belli bir zarar verilm esi kaçınılm azdır. Sorun, kaynaklardaki bu azalm ayı
ve zararı dönüşüm yap arak, ikame ve zarar kontrol politikalarıyla tersine çevirm ektir.
2 Güdümlü projelerin öne çıkan özellikleri hakkında kritik bir tartışm a için bkz. Ergas (1987, 1992).
3 Hidrojenin biyolojik üretimine yö n elik bir temel araştırm a program ının sürekli izlenmesi hakkındaki bir Alman ör
neği için bkz. M eyer-K rahm er ve Reiss (1992).
4 Çeşitli tiplerdeki düzenlem e yaklaşım ların ın faydaları ve dezavantajları hakkındaki bir tartışm ayı, standartlar koy
mak veya kirletm e ve ürün vergileri alm ak şeklindeki iktisadi araçları incelemek dahil, Pearce e t al., (1989) ile M il-
liman ve Prince (1989) sağlam aktadır. A yrıca bkz. Howes e t al., (199T).
5 ö rn e k o laylara dayalı olarak firm aların çevre sorunlarını, stratejik firma planlam asıyla bütünleştirdiklerine ilişkin
bazı kan ıtlar için bkz. Groenewegen ve V ergragt (1991).
6 CTA teori ve pratiğine ilişkin bir tartışm a için bkz. Van Boxsel (1989) ve Schot (1992).
7 Son durum , çok iyi bilinen kloro-floro-karbon (chlorinated flouro-carbons) gazlan dır; gıda israfını önleyen buz-
dolaplannda kullanılır, ancak ozon tabakasına zarar verir. Sivrisineklerin neden olduğu hastalıklara karşı korum a
sağlayan fakat faydalı böcekleri de öldüren DDT; tarım arazisini çoğal tan fakat sonunda tuzlanm ayı ve hatta çölleş
m eyi getiren sulam a projeleri de örnek gösterilebilir. Son örneği belgelemek güç olup, aslında bu tartışm alı bir
konudur. Bu grup örneklerin muhtemel adayları, askeri am açlarla geliştirilm iş b ilgisayarlar ve kazaen ye n i sakatlık
lar (patojen) yaratab ileceği endişesi getiren rekombine DNA teknikleridir.
8 Sıradaki teknolojiler, sanayi proseslerin kirli akıntılarını temizlemek için tasarlanmışlardır. Buna örnek, kömür yakan
elektrik santrallerinde sülfiir dioksidi çıkaran temizleme araçlarıdır. Sıradaki teknolojiler, temizledikleri bileşikleri yen i
den devreye sokarak girdi miktarını azaltabiliyorlarsa daha temiz proses teknolojileri olarak işlevlerini görmüş olurlar.
9 Bu sonuç, Pearce ve Turner (1984) tarafından m atem atik olarak gösterilm iş, fakat bazı durum larda girdilerin azal
tılm asının çevre bakım ından y a ra rlı olm ayacağı anlaşılm ıştır. Girdi ihtiyacının azaltılm asının doğrudan ve dolaylı et
kileri bilinmeden bu konuya k arar verilem ez çünkü girdileri azaltm ak b aşka yerlerd ek i çevre sorunlarım artırabilir.
Örneğin, karm aşık bilgisayar kontrol sistem leri gerektiren enerji sakıngan prosesler tüm leşik devre üretim ini ar
tırarak, zehirli m addelerin kullanım ını çoğaltabilir. Bir teknolojinin çevresel etkisini değerlendirm edeki güçlük, bu
m addelerin ve atık ürünlerin uluslararası ticareti nedeniyle daha da karm aşıklaşır.
10 Bu program ların etkenliği, yen i teknolojiler sağlayan sanayilerin yap ısın a da bağlıdır. Genelde proje tanıtımının ve
enformasyon yayılm asının desteklenm esinin y ay ılm a hızı üzerindeki sorunsal etkisi ve eski teknolojinin ısrar gücü,
eğer teknoloji sağlayan sanayi rekabetçi ise muhtemelen daha az olacaktır.
479
11 Bkz. Freem an (1992) ile Kemp ve Soete (1990). Enformasyon teknolojilerinin seyahat ihtiyacını azaltm a gibi potan
siyel bir faydası olm asına rağmen, bu fayda zevk için seyahat talebinin artm asıyla dengelenebilir (C ram er ve Zeg-
veld, 1991). Bu eğilim de ayn ca, kullanım ı artan yelk en li gem iler, balonlar ve diğer enerji sakıngan kam u taşım acılığı
biçim leriyle dengelenebilir.
12 M arjinalciliğin yoğun biçimde tartışıldığı büyük ve serm aye yoğun projelere yap ılan aşırı yatırım lara bağlı başarısız
bazı tarihsel örneklerin verildiği y a y ın la r için bkz. Collingridge (1981, 1990) ile Collingridge ve Ja m es (1989).
13 ö rn e ğ in teknik sınırlam alar, füzyon araştırm alarında büyük ölçekli güdüm lü projelerin yapılm asını güçleştiriyor.
A vrupa Topluluğu içinde füzyon araştırm aları y a k la şık 4.5 m ilyar ECU tutm akta ve bu m aliyete 15-35 m ilyarlık
prototip bir füzyon elektrik jeneratörü inşasının m aliyetini eklemek gerekm ektedir (Ford ve Lake, 1991). Füzyon
reaktörü, eğer iktisadi açıdan ve çevre bakım ından olabilirliğini ortaya koyabilirse, büyük ölçekli güdüm lü pro
jelerin başarısına bir örnek oluşturacaktır. D iğer taraftan, füzyondan elde edilecek enerji bu iki kriteri karşılarsa,
muhtemelen küçük ölçekli birim lere uygun olan elektrik üretim k aynakların a daha az fon ayrılacak ve m arjinalist il
keler, tek bir projeye bu denli büyük kaynakların ayrılm adığı, riski az, ticari düzeydeki olabilirliği aynı veya daha
fazla sayılan projelere uygulanacaktır.
14 Bu üç projenin m aliyete etkileri değerlendirm e aşam asında bilinm iyordu. Bkz. Dielman ve de Hoo (1993).
15 Bu nokta Porter (1990) ile Irwin ve V ergragt (1989) tarafından vurgulanm ış; Bill Clinton, A BD 'de Dem okrat Par
ti yönetim inin çevre politikasını ana h atlarıyla ortaya koyduğu bir m akalede (G uardian, 9 Kasım 1992) iddiasını, Al
m anya’nın 1980’lerde enerji sakıngan ürünler ihracatını diğer sanayi ürünleri ihracatına göre ik i kat hızda artırdığını
Alman verilerini göstererek kanıtlam aya çalışm ıştır.
480
19. Bölüm
u son bölümde, bilim ve teknoloji üzerindeki yorumlarım ızı, dar anlamda “mad
B di refah” perspektifinden ötede, daha geniş bir politika tartışm asıyla sonuçlan
dırmak istiyoruz. Önceki bölümde, bilim ve teknolojinin uzun dönemli sürdü
rülebilirlik ve refahla bağıntılı rolünü daha ciddi bir değerlendirm e gereği üzerinde dur
muştuk. Bu bölümde ise bilim ve teknoloji sorunlarını daha geniş bir toplumsal çerçe
veyle bütünleştirmeye çalışacağız. İlk kesimde kısaca, bazı geleneksel teknolojik kav
ram yanlışlıkları üzerinde duracağız; buna ölçüm sorunu dahildir. Analizin ikinci kesi
minde, bakışımızı teknolojinin içselleşmiş niteliğine çevireceğiz. Son kesimde “ya p ıcı”
teknoloji değerlendirmesinin bazı temel sorunları ortaya konacaktır.
Bir çok iktisatçı için teknolojik değişmenin değerlendirilmesi, iktisadi gerçekten ko
puk bir bilmecedir. Bunun başlıca nedeni, geleneksel iktisat çerçevesinde teknolojinin,
örneğin iktisadi büyüme etkileri olan “dışsal” bir faktör sayılması —nüfus artışı örneğin
de olduğu gibi—belli bir param etrik değer ötesinde, ancak bilim adam ları ve mühendis
lerin açacağı bir “kara kutu” içindeki bir değişken olmasıdır, iktisat biliminin topluma
katkı sınırlarının bilincinde olanlar, eğer teknolojinin iktisadi büyüme ve kalkınm aya
katkısını yorum layacak bir iktisat vizyonuna sahip olurlarsa daha da övgüye değer bir
iş yapm ış olacaklardır. Bu özel iktisat ve teknolojik değişme vizyonu ise (tanımı gereği
481
başka türlü olamaz) piyasaların kaynakları en iyi şekilde tahsis ettiği varsayım ı altında,
iktisadi büyümenin giderek önemi artan maddi cephesiyle ilişkilidir.
Bu yaklaşım aynı zamanda, teknolojik değişmenin, genelde, ölçülme yolunu da y a n
sıtmaktadır. iktisat açısından, teknolojik değişmenin ölçülmesi genellikle çok iyi tanım
lanmış iktisadi etkilere indirgenir; verim lilik artışı veya yen i ürünlere talep cinsinden.
Yeni ürünlerin üretim fonksiyonuna sokulması yeniden metodolojik sorunlar yarattığı
için, genelde teknolojik değişmenin iktisadi kalkınm aya katkısı, bir kez daha verim lilik
artışına indirgenir, sermaye ve emek verim liliğinin ağırlıklı bir ortalaması cinsinden ifa
de edilen tipik bir toplam verim lilik kavramı. Ölçüm sorunlarına ilk bölümde değindi
ğimiz gibi, 13. Bölüm'de daha sistematik biçimde ele almıştık; burada tekrar ele alıyo
ruz çünkü teknolojik değişmenin sosyal etkileri sadece iktisadi terimlerle yap ılan tekno
lojinin iktisadi analizi çerçevesinde gösterilebilir, şeklinde genellikle kabul gören bir an
layış mevcuttur.
Çok yaygın s o s y a l etkileri olan birçok yeniliğin iktisadi etkilerinin, büyüme ve et
kenlik gibi m akroiktisat düzeyinde dolaylı veya küçük olması iktisatçılar için her zaman
sürpriz olmuştur. Ağızdan alınan doğum kontrol hapının icadı, birçok batı ülkesinde
1960’lar ve 1970’lerde, cinsi davranış biçimlerini derinden etkileyerek, tıp ve sosyal
etikte bazı temel tartışm alara yol açmıştır. Bunun m akroiktisadi etkisi ihmal edilir cins
ten olup, dolaylı etkisi kadınların işgücü piyasasına daha fazla çıkm asıydı. Genetik p ar
mak izi —biyoteknolojideki en son teknik ilerlem e—özellikle tecavüz, yaralam a ve cina
ye t gibi durum larda suç belirleme ve hukuki süreçte adli tıp için çok önemli bir geliş
medir. Bu aynı zamanda, tıpta tanı ve hayat sigortasında önemli sonuçlar doğurmuş ve
yine tıp ve sosyal etikte temel sorunlar ortaya çıkarm ıştır. Buna rağmen, bu teknik iler
lemenin iktisadi etkisini tahmin etmek güçtür, ölçülse de muhtemelen küçük çıkacaktır.
Bunun gibi, birçok yeniliğin sosyal etkileri ne kadar büyük de olsa ölçülebilir iktisadi
etkileri kayda değer olm ayacaktır.
iktisadi analize getirilm iş yetersiz ve ilk bakışta, teknoloji değerlendirmesinde önem
siz görünen bir başka ayrım da, bir sektörde yap ılan yeniliklerle, bunun ekonominin di
ğer sektörlerinde veya tümündeki etkileri arasındaki farktır. Bilim ve teknoloji alanın
daki birçok yaz ar tarafından (Freeman, 1982; Pavitt, 1984; Rosenberg, 1982) yapılan
teknoloji taksonomilerinde belirlendiği gibi, etkileri bakım ından teknolojik ilerlemeler
y a “y e re l” y a da “y a y g ın ” şeklinde tanımlanır. Bunu bir örnekle gösterelim: Düz cam
(float) prosesi, Pilkington firması tarafından 1960’larda getirildiğinde, firm alar ve ge
nelde tüm cam firm aları için çok büyük bir iktisadi önem taşıyordu; birkaç y ıl içinde
dünyanın başlıca cam im alatçıları bu sürecin lisansını almış bulunuyorlardı. Buna rağ
men, cam sanayisi dışında hiçbir uygulam ası olmadığından, m akroiktisadi önemi fazla
482
olmadı. Daha önce 7. ve 17. Bölümlerde tartıştığım ız mikroişlemcilerin ve bilgisayarın
etkileri ise hemen her sektörde hissedilmiş, ekonomiler üzerinde etkenlik, büyüme ve
hatta istihdam perform anslarına büyük etkilerinden kuşkulanılm ıştır.
Başka bir ifade ile iktisatçılar, teknolojik ilerlemenin sosyal etkilerini nadiren anla
yabildikleri gibi bunun çok geniş bir yelpazedeki iktisadi etkilerini ölçmekte de yetersiz
kalm ışlardır. Bu sorun geçtiğimiz on yıld a daha da ciddi bir şekilde hissedilmiştir:
1960’lar ve 1970’lerde iktisadi araştırm aların çoğu teknolojik ilerlemenin esas yeri ve fi
nansman kaynağı olarak görülen sanayi sektörünün analizleriyle sınırlı kalmışken, 17.
Bölüm’de gördüğümüz gibi bu yaklaşım önemli teknolojik değişmelerin ortaya çıktığı,
sayıları giderek artan çok sayıda yeni hizmet sektörünü ele alırken büyük sorunlar or
taya çıkarm ıştır. Bunlar, 17. Bölüm’de değinilen ICT’nin hizmetlerde ve genelde kalite
iyileştirm elerindeki etkilerinin ölçüm ve endekslenmesi sorunlarıdır. Hizmet faaliyetle
rini sistematik biçimde ölçüm alanına almanın anlamı, teknolojik ilerlemenin gerçek,
doğrudan etkilerini anlam ak gibi giderek çetrefil hale gelen bir sorunla karşılaşm aktır.
Bir çok hizmet sektöründe, teknik ilerlemenin iktisaden ölçülebilir etkileriyle hayatın
sosyal kalitesi üzerindeki etkilerini ayırm ak çok daha güçleşmektedir.
483
“tüketici refahının", mevcut makro (aggregate) göstergelerle ölçülemeyeceği bilinci de
giderek artm aktadır2.
Bu iddialar 1980’ler ve 1990’larda, teknoloji analiz yöntem lerini tedricen değiştirme
y e başladı. OECD B rook s R a p oru (1971b), iktisadi büyüm eye bağlı olarak çevre kali
tesini tartışırken, S u n d q v ist R a p oru (OECD, 1990) muhtemelen teknolojik değişmenin
daha geniş bir sosyal süreç olarak önemini vurgulayan ilk OECD raporuydu. Raporun
ifadesiyle:
Teknoloji, gerçek veya hayali ihtiyaçları karşılayan bir sosyal süreç olarak tanım lanabilir; bu ihti
ya ç lar da teknoloji tarafından yaratılm ıştır. Toplum teknolojik değişme tarafından biçimlendirilir-
ken, teknolojik değişme de toplum tarafından biçim lendirilir. Teknolojik yenilikler bazen bilimsel
keşiflerin3 zorlam asıyla ortaya çıkarken, normal zam anlarda talep tarafından uyarılır, iktisadi ve
sosyal sistemin içinde doğar; sadece bu sistem dışındaki nedenlerin gerektirdiği dönüşümlere bir
uyarlam a değildir.
(OECD, 1990, s. 117)
Başka bir deyişle, teknolojik değişimin topluma ya rarlı etkileri olacaksa, topluma
“içerilm eli”, onunla bütünleştirilm elidir.
Tabii ki bu bakış açısından teknolojik değişme, bir şekilde "gökten düşmüş cennet
meyvesi” gibi dışsal bir faktör sayılmakta, toplumun ihtiyaçları ve talep tarafından içsel
bir süreçte sürekli belirlenen bir unsur olmaktan çok, bilim adamı ve teknologların fa
aliyetleri sonucu doğarak dışarıdan getirilm ektedir, ilgi çekici bir örnek, son yirm i yılda,
1970’ler ve 1980’lerde bilim, teknoloji ve yüksek öğretime çok büyük yatırım lar yaptığı
halde kalkınm a ve büyüme performansı çok düşük olan Doğu Avrupa ülkeleridir (Go-
mulka, 1990). iy i çalışan bir piyasa mekanizmasının olmaması, bilim ve teknoloji siste
mini yalnızlığa itiyor; sistemin “piyasa” başarısızlığı, bu ülkelerdeki bilim ve teknoloji
sisteminin yalnızlığının sadece bir yanıdır. Sosyalist denen ülkelerin geçmişteki gelişm e
lerinde yaşanan en büyük paradokslarından biri, teknolojik değişmenin toplumla bütün-
leştirilememesidir (güvenlik standartlarının eksikliği, çevre kirlenmesini ihmal, sağlıkta
yüksek riskler ve ergonomik endişelerin olmaması). Böylece, kapitalist denen ülkelerin
tersine, sosyalist ülkelerde bilim ve teknoloji topluma ve özellikle işçilere yukarıdan em
poze edildiği için, fabrikada kalite iyileşmesi ve etkenlik görülemiyor. Siyasi bir katılı
mın olmaması teknolojik katılım sızlığa (= disenfranchisement) eşlik etmektedir.
Çevre ve diğer teknolojiye ilişkin sorunlar hakkındaki siyasi tartışm alar, eski sosya
list ülkelere göre, demokrasilerde çok daha geniş bir şekilde yapılm akla birlikte birçok
açıdan hâlâ uzman düzeyindeki tartışm alardır. Kapitalist ekonomilerde teknolojinin iç-
selliği, teknolojik gelişmenin bütün düzey ve aşam alarında ortaya çıkm aktadır. Tekno
lojinin "yaratılm ası”, teknolojik yenilik sadece bilimsel keşiflerle zorlanmamakta, fakat
484
talep tarafından uyarılm aktadır. Potansiyel bir iktisadi fikrin yen i bir ürün ve üretim
teknolojisi olarak gelişmesi, piyasadaki im kanlarla özgün fikrin birçok aşam ada etkileş
mesini ve deneyler yapılm asını gerektirdiği gibi, icat ve yen ilik sürecinde ürün ve üre
tim prosesi piyasaya çıkm adan önce birçok kısım larla (= loops) etkileşim halinde olma
y ı gerektirir. Ürün ilk kez başarıyla piyasaya çıktıktan ve daha geniş bir ulusal ve kü
resel yayılm adan sonra da, kısım lar arasında daha ileri etkileşim ler olacaktır. Ürünün
ve prosesin benimsenmesi aynı zamanda, doğal olarak sosyal davranışlar, standartlar,
kültürel normlar ve siyaset tarafından da koşullandırılacaktır. Böylece, geniş anlamda
teknolojik değişim, iktisadi ve sosyal sistemden doğmakta ve sadece sistem dışından ge
len nedenlerle bir dönüşüme uyarlam a niteliğinde kalm am aktadır. Başka bir deyişle
toplumlar teknolojinin biçimlendirilmesinde, genelde dinlenilen bir söz sahibi olm akta
dırlar. Bu nedenle, siyasi tercihlerin yapılm asında teknoloji değerlendirmesinin önemi
bir kez daha ortaya çıkm aktadır.
Bu aşikâr hususun birçok sanayileşmiş Batı ekonomisinde geliştirilen teknoloji poli
tikalarının çoğunun amacı ve hedefi olduğu gerçeğinin, en nihayet, son zam anlarda an
laşılabilmiş olması da ilgi çekicidir.
485
tan ve özellikle iktisat politikasından ayrı olarak gelişmiştir, iktisadi ve daha geniş bir
sosyal çerçeve koşullarının öneminin anlaşılması, esasında sürekli bir teknoloji değer
lendirmesinden başka bir şey olmayan, daha tutarlı ve bütüncül bir teknoloji politikası
geliştirm ek için kavram sal bir çerçevede çalışma imkanını ortaya çıkarm ıştır. Hem eski
(statik de denebilir) hem de daha dinamik (yapıcı) teknoloji değerlendirme sorunları ve
endişeleri burada yerini bulabilir. Daha 1960’larda geleneksel yatırım analiz ve hesap
larında, genellikle ihmal edilen daha geniş sorunları kapsayan bazı fayda m aliyet analiz
tipleri ortaya çıkmıştır (örneğin, bkz. Prest ve Turvey’in (1966), American Economic
Association ve Royal Economic Society için yap tıkları bir survey).
Statik teknoloji değerlendirme sorunları uzun yıllar oldukça yoğun biçimde tartışıl
mıştır; şimdi bu analizin, iktisat dilinde teknolojik değişimin pozitif ve negatif dışsallık-
larının eşitsiz dağılımı başlığına isabet ettiği söylenebilir. Örneğin, H arvey Brooks
(OECD, 1971b) gibi yazarların da vurguladığı gibi, teknolojinin bölüşüm etkisinde açık
bir paradoks bulunmaktadır. Yeni bir teknolojinin maliyeti ve riski, sıklıkla belli bir nü
fus grubu tarafından yüklenilirken, faydaları çok daha geniş bir nüfus grubuna y a y ıl
maktadır. Çok daha geniş bir nüfusun toplam faydası, zarar gören sınırlı bir grubun top
lam maliyetinden büyük ölçüde fazla olduğundan, bu teknolojiden bir şekilde yararlan
mış olan daha küçük bir grubun büyük faydasını görmek de çok güçtür. Ö rnekler çok
tur: Otomasyondan, nispi fiyatların düşmesiyle tüketiciler yararlanm aktadır, ancak bu
nedenle işlerini yitiren küçük bir grup insan için bu ağır yü kü kaldırm ak son derece acı
dır. Büyük bir elektrik santralı, bu enerjiyi kullanan çok sayıda insana hizmet verirken,
o çevreyi kötü etkilemektedir. İşçiler, özellikle maden işçileri, ulusal ekonomiye büyük
bir katm a değer kazandıran maddelerin üretiminde oransız bir m aliyet yüklenirler.
M aliyet ve fayda arasındaki oransızlık, birçok çevre kirlenm esi ve emisyon örneğin
de olduğu gibi diğer yo llarla da kendini gösterir. Sanayinin yoğunlaştığı Ruhr Vadisi
veya Amerikan Büyük Göller sanayi kompleksi gibi bölgelerin kirli akıntıları, bu sanayi
faaliyetlerden çok az yararlan an çok büyük alanlara asit sülfat yaym akta, tarım da ve
rim lilik gibi hayatın kalitesi de ciddi biçimde azalm aktadır
Teknolojik değişimin fayda ve m aliyetlerinin nasıl paylaşılacağı sorunu hem ulusal
hem de uluslararası açıdan önemini koruyor; kirlenmenin etkilerini geri çevirmek için
bazı “03nın kuralları” belirlemek, her şeyi serbest piyasa rekabetine bırakm aktan daha
az zararlıdır. İkincisi, bu kurallar bir sürü haklar ve çıkarlar kazanılm adan ve şiddetli
rekabet bunların zorunlu uygulam alarını engellemeden, mümkün olduğu kadar erken
den belirlenmelidir. "Statik” kelimesi doğal olarak bu bölüşüm sorunlarını tanımlamak
için yeterli değildir. Teknoloji karm aşık hale geldikçe, muhtemel riskler sadece belli bü-
3nik alanları değil, uzun dönemde birçok kuşakları da etkileyebilecektir.
486
Bu nedenle, geleneksel teknoloji değerlendirmesi y a da m aliyet fayda analizi daha di
namik bir yaklaşım la tamamlanmalıdır; teknolojinin geniş bir alandaki sosyal bütünleş
mesi kadar, teknolojinin toplum ihtiyaçlarına uyarlanm ası da gündemdeki temel sorun
lardır. Bu sorun dinamik dışsallıklardan biri olmanın ötesinde bir nitelik taşıyor. D ina
mik dışsallık terimi, yine de iktisat politikası uygulam a perspektifinden ya rarlı görünüy
or; en azından ilk bakışta, yapıcı ve aktif teknoloji değerlendirmesi literatürünü olmasa
bile, dışsallık terminolojisini zenginleştiriyor. Bunun nedenlerinden birisi, doğrudan
dışsallıkların dinamiği ile ilgili olup, bunların kendileri de, hiçbir şekilde belirli bir
kategorizasyona duyarlı değildir ve daha çok özel tarihsel ve kurum sal çerçevelere sıkı
bir şekilde bağlıdırlar. Nelson ve W inter'in belirttiği gibi:
Teknolojik değişmenin sürekli olarak, şu veya bu şekilde, üzerinde durulm ası gerekli yen i “dışsal -
lık la r”yarattığı söylenebilir. Teknik ilerlemenin ortaya çıktığı ve örgüt yap ılarının değişen arz talep
şartlarına cevap olarak evrim leştiği bir rejimde, geçerli yasaların ve politikaların yeterli biçimde
denetleyem ediği bazı durum larda yen i piyasa dışı etkileşim ler ortaya çıkar ve eskileri de silinir.
Uzun ömürlü kim yasal böcek ilaçları seksen y ıl önce bir sorun değildi. Şehirleri at pislikleri k ir
letiyordu ama otomobillerin eksoz gazları görülm üyordu bile. Evrim teorisinin kutsal “dışsallık"
sorunu, eski kurum sal yap ıların görmezden geldiği yen i teknolojilerin fayda ve m aliyetleri tarafın
dan yaratılm ıştır.
(Nelson ve W inter, 1982, s. 120)
Bu açıdan bakınca teknolojik değişimin uzun dönemli etkilerini, “yap ıcı” veya “top
lumsal olarak optimal” biçimde değerlendirme usulü anlamını büyük ölçüde yitiriyo r.
Belirsizlikler ve çatışm alar kaçınılmaz hale geliyor. Şimdi teknoloji politikası analizinin
merkezinde toplumun deneyler yapm ası kavram ı ve bu deneylerden bir enformasyon ve
geri beslenme yo luyla iktisadi ve sosyal sistemi evrimleştirmesi bulunm aktadır. “P iyasa
ların başarısızlığı” durumunda olduğu gibi, toplum ve teknoloji arasındaki dinamik et
kileşimin karm aşıklığı ve ince hassasiyeti nedeniyle basit normatif kuralların "yapıcı”
teknoloji (değerlendirme) politikaları tasarım ına fazla yardım cı olamayacağını söylene
bilir. Bu açıdan Nelson ve W inter’in (1982), piyasa başarısızlığı argüm anına bağlı ola
rak ileri sürdüğü gibi bu tür teknoloji değerlendirme politikaları, değişime uyarlanm a
ve bununla ilgili sorunlara odaklanm alıdır. Bu yaklaşım da ilk fırsatta geleneksel nor
matif hedefleri ve bunları yakalam aya çalışan bir op tim u m ile kurumsal yap ı belirleme
çabasını terk etmeyi ve belirlenen sorunlar ve imkân dahilindeki iyileştirm eler için da
ha makûl ve mütevazı hedeflerin kabulünü gerektiriyor (Nelson ve W inter, 1982, s.
394). Bu mütevazı bir hedef gibi görünse de tarih, teknik yenilikler ve bu kitapta veri
len belirsizlikler hesaba alındığında gerçekçi bir hedeftir. Bazı sorunlar, sürdürülebilir
kalkınm a ve eşitsizliğin azaltılm ası gibi durum larda, hem daha karm aşık 4 hem de çok
487
yaygındır. Bütün bunlar bizi gelecek yü zyıld a da (21. yü zyıl) meşgul etmeye yeter de
artar bile. C am us’nun S isyp h u s’un em eklerini betim lediği o güzel cüm lesiyle:
“Sisyphus1 gülüm süyordu.”
Notlar
1 Doğal olarak iktisatçılar, G S M H ’nın hiçbir şekilde “m utluluğun” ölçütü olam ayacağını söylem işlerdir. Ö rneğini
Tibor Scitovsky’nin o çekici kitabı, T h e J o y l e s s E c o n o m y (N eşesiz Ekonomi) (1977) maddi ilerlem e ile m utluluk
arasın daki fark üzerine kurulm uştur.
2 Ö rnek olarak bkz. N akam ura (1995); ABD Senato Komitesi (1995); Soete (1996).
3 Teknoloji seçimi ve teknolojinin biçimlendirilmesi tartışm asındaki sosyopolitik unsur için özellikle bkz. Stirling
(1994) ve M olina (1995, 1996).
4 İktisat teorisi ve m odellerindeki karm aşıklığın (com plexity) epistomolojik sorunlarının geniş bir tartışm ası için bkz.
Louça (1997).
i Sisyphus, Cehennem T annsı Hades tarafından sürekli olarak bir kayayı, sırtında tepenin üstüne çıkarıp oradan aşağı
yu v arlayan ve tekrar aynı işi yap m aya m ahkum edilen bir Grek efsane kahram anıdır. Y azar, ünlü romancı A. Cam us un
“Sisyphus Efsanesi”ne (1942) yo llam a yap ıyo r: “Il faut im aginer Sisyphe heureux”
488
DÖRDÜNCÜ KISIM
GENEL MAKALELER, LİTERATÜR
TARAMALARI VE TEMEL KAYNAKLAR
Ausubel, J.H. and Sladovic, H. (eds.) (1989) Technology and the Environment,
Washington, National Academy Press.
Barras, R. (1990), Interactive innovation in financial and business services: the
vanguard of the service revolution', Research Policy, vol. 19, no. 3, pp. 215-39.
Bell, M. and Pavitt, K. (1996) 'Development of Technological Capabilities', in
Haque, I. (ed.), Trade, Technology and International Competitiveness, Washington,
World Bank.
Bessant, J. and Dodgson, M. (1996) Effective Innovation Policy, London, Routledge.
Bijker, W.E. and Law, J. (eds) (1992) Shaping Technology, Building Society, Studies in
Socio-Technical Change, Cambridge, MA, MIT Press.
Castells, M. (1996) The Rise o f the Network Society, Oxford, BlackweU.
Clark, N., Perez-Trejo, F. and Allen, P. (1995) Evolutionary Dynamics and Sustainable
Development: A Systems Approach, Aldershot, Elgar.
Daedalus (1996) The liberation of the environment', Special Issue, Summer.
De Witt, G.R. (1990) A Review o f the Literature on Technical Change and Employment,
European Commission, DGs V and XQI, Brussels.
Dutton, W.H. (ed.) (1996) Information and Communication Technologies, Oxford,
Oxford University Press.
European Commission, High Level Expert Group on the Information Society (1996,
1997) Interim Report (1996), Final Report (1997), Brussels, EU.
Foray, D. and Griibler, A. (eds) (1996) Technological Forecasting and Social Change,
special issue, Technology and the Environment, Amsterdam, North Holland.
Fransman, M. (1990) The M arket and Beyond: Cooperation and Competition in IT in the
Japanese System, Cambridge, Cambridge University Press.
Freeman, C. and Soete, L. (1994) Work fo r A ll or Mass Unemployment: Computerised
Technical Change into the 21st Century, London, Pinter.
Gummett, P. (1992) 'Science and technology policy', in Hawkesworth, M. and
Kogan, M. (eds) Encyclopaedia o f Government and Politics, vol. 2, London,
Routledge.
Howes, R., Skea, J.F. and Whelan, R. (1997) Clean and Competitive? M otivating
Environmental Performance in Industry, London, Earthscan.
Kemp, R. (1995) Environmental Policy and Technical Change: A Comparison o f the
Technical Impact c f Policy Instruments, Maastricht, University of Limburg.
Mansell, R. (1990) 'Rethinking the telecommunications infrastructure: the new
"black box'", Research Policy, vol. 19, no. 6, pp. 501-17.
Mansell, R.M. (1995) The New Telecommunications: A Political Economy o f Network
Evolution, London, Sage.
489
Meadows, D.H., Meadows, D.L. and Randers, J. (1992) Beyond the Limits: Global
Collapse or a Sustainable Future?, London, Earthscan.
Metcalfe, J.S. (1994) 'Evolutionary economics and technology policy', Economic
Journal, vol. 104, pp. 931-41.
Metcalfe, J.S. (1995) The economic foundations of technology policy, equilibrium
and evolutionary perspectives', in Stoneman, P. (ed.) Handbook o f the Economics o f
Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Meyer, W.B. (1996) Human Impact on the Earth, Cambridge, Cambridge University
Press.
Miles, I. (1989) Home Informatics: Information Technology and the Transformation o f
Everyday Life, London, Pinter.
Mitchell, C. (1995) The renewables NFFO', Energy Policy, vol. 28, pp. 1077-91.
Mitchell, C. (1996) Renewable Energy in the UK, London, Council for the Preservation
of Rural England.
Mowery, D. (1995) The practice of technology policy', in Stoneman, P. (ed.)
Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological Change, Oxford,
Blackwell.
Pavitt, K. (1996) 'National policies for technical change: where are the increasing
returns to economic research?', Proceedings o f the National Academy o f Science, USA,
vol. 93, pp. 12693-700.
Pavitt, K. and Walker, W. (1976) 'Government policies towards industrial inno
vation', Research Policy, vol. 5, pp. 1-90.
Rip, A., Misa, T.J. and Schot, J. (eds) (1995) Managing Technology in Society: The
Approach o f Constructive Technology Assessment, London, Pinter.
Rothwell, R. and Zegveld, W. (1982) Industrial Innovation and Public Policy, London,
Pinter.
Rush, H. and Bessant, J. (1996) 'Building bridges for innovation: the role of
consultants in technology transfer', Research Policy, vol. 24, pp. 97-114.
Salomon, J-J. (1985) Le Gauloise, he Cowboy et Le Samurai, Paris, CNAM.
Soete, L.L.G. (1991) Synthesis Report, TEP, Technology in a Changing World, Paris,
OECD.
Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook o f the Economics o f Innovation and Technological
Change, Oxford, Blackwell.
Teubal, M. (1987) Innovation Performance, Learning and Government Policy, Selected
Essays, Madison, University of Wisconsin Press.
Tisdell, C. (1981) Science and Technology Policy: Priorities o f Governments, London,
Chapman & Hall.
Vivarelli, M. (1995) The Economics o f Technology and Employment: Theory and Empirical
Evidence, Aldershot, Elgar.
Williams, R. and Edge, D. (1996) The social shaping of technology', Research Policy,
vol. 25, no. 6, pp. 865-901.
Ziman, J. (1994) Prometheus Bound: Science in a Dynamic Steady State, Cambridge,
Cambridge University Press.
490
KAYNAKLAR
Abernathy, W.J. and Utterback, J.M. (1978) 'Patterns of industrial innovation', Technology
Review, 80, 2-9.
Abramovitz, M.A. (1979) 'Rapid growth potential and its realisation: the experience of capitalist
economies in the postwar period, in Malinvaud, E. (ed.) Economic Growth and Resources, vol.
1, The Major Issues, Proceedings of the Fifth World Congress of the IEA, London, Macmillan,
pp. 1-51.
Abramovitz, M.A. (1986) 'Catching up, forging ahead and falling behind', Journal of Economic
History, vol. 46, pp. 385-406.
Abramovitz, M.A. and David, PA. (1994) Convergence and Deferred Catch-up: Productivity
Leadership and the Waning of American Exceptionalism, CEPR Publication no. 401, Stanford,
Stanford University Press.
Achilladelis, B.G. (1973) 'Process innovation in the chemical industry”, DFhil thesis, University
of Sussex.
Achilladelis, B.G., Schwarzkopf, A. and Lines, M. (1987) 'A study of innovation in foe pesticide
industry”, Research Policy, vol. 16, no. 2, pp. 175-212.
Achilladelis, B.G., Schwarzkopf, A and Lines, M. (1990) The dynamics of technological
innovation: foe case of the chemical industry', Research Policy, vol. 19, no. 1, pp. 1-35.
Acs, Z.J. and Andretsch, D.B. (1988) Innovation in large and small firms: an empirical analysis',
American Economic Review, vol. 78, no. 4, September.
Afuah, A. (1997) Innovation Management: Strategies, Implementation and Profits, Ann Arbor,
University of Michigan Press.
Aghion, P. and Howitt, P. (1990) A Model of Growth Through Creative Destruction, NBERWorking
Paper no. 3223, Cambridge, MA.
Aghion, P. and Howitt, P. (1994) ”Endogenous Technical Change: foe Schumpeterian
Perspective', Economic Growth and the Structure of Long-Term Development, New York, St.
Martin's Press.
Aghion, P. and Howitt, P. (1992) ”Model of growth through creative destruction', Econometrica,
vol. 60, pp. 323-51.
Allen, D.H. (1968) 'Credibility forecasts and their application to the economic assessment of
novel R and D projects', Operations Research Quarterly, p. 25.
Allen, D.H. (1972) 'Credibility and foe assessment of R and D projects', Long Range Planning,
vol. 5, no. 2, pp. 53-64.
Allen, G.C. (1981) Industrial policy and innovation in Japan', in Carter, C. (ed.) Industrial Policy
and Innovation, London, Heinemann, pp. 68-87.
Allen, J.A. (1967) Studies in Innovation in the Steel and Chemical Industries, Manchester,
Manchester University Press.
Allen, J.M. and Norris, K.P. (1970) ”Project estimates and outcomes in electricity generation
research'. Journal of Management Studies, vol. 7, no. 3, pp. 271-87.
Altshuler, A., Anderson, M., Jones, D.T., Roos, D. and Womack, J. (1985) The Future of the
Automobile, London, Allen & Unwin.
Amable, B. (1993) 'National effects of learning, international specialization and growth paths', in
Foray, D. and Freeman, C. (eds) Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
Amable, B. (1994) 'Endogenous growth theory, convergence and divergence', in Silverberg, G.
and Soete, L.L.G. (eds) The Economics of Growth and Technical Change, Aldershot, Elgar.
Amable, B. and Verspagen, B. (1995) The role of technology in market shares dynamics', Applied
Economics, vol. 27, pp. 197-204.
Amann, R., Berry, M. and Davies, R.W. (1979) Industrial Innovation in the Soviet Union,
Newhaven, Yale University Press.
491
Amendola, G., Dosi, G. and Papagni, E. (1993) The dynamics of international competitiveness',
Weltwirtschaftliches Archiv, vol. 129, pp. 451-71.
Ames, E. (1961) 'Research, invention, development and innovation', American Economic Review,
vol. 51, no. 3, pp. 370-81.
Ames, E. and Rosenberg, N. (1963) 'Changing technological leadership and industrial growth',
Economic Journal, vol. 73, pp. 13-31.
Andress, J.F. (1954) The learning curve as a production tool', Harvard Business Review, January.
Andrews, K. and Poole, J.B. (1972) Government of Science in Britain, London, Weidenfeld 4c
Nicolson.
Angerer, E. (1992) The role of electronics in environmental technology and its impacts on the
environment, paper presented to the international conference Eco World '92, Washington,
DC, 14-17 June.
Antonelli, C. (1994) Technological districts, localized spillovers and productivity growth; the
Italian evidence on technological externalities in the core regions', International Review of
Applied Economics, vol. 8, no. 1, pp. 18-30.
Antonelli, C. (1995) The Economics of Localised Technological Change and Industrial Dynamics,
Dordrecht, Kluwer.
Aold, M. (1986) 'Horizontal versus vertical information: structure of the firm', American
Economic Review, voL 76, no. 5, pp. 971-83.
Appleyard, M.M., Hatch, N.W. and Mowery, D.C. (1996) Managing the Development and Transfer
of Process Technologies in the Semi-conductor Manufacturing Industry, Laxenburg, RASA.
Arcangeli, F. (1993) 'Local and global features of the learning process', in Humbert, M. (ed.) The
Impact of Globalisation on Europe's Firms and Industries, London, Pinter.
Archibugi, D. and Pinta, M. (1992) The Technological Specialisation of Advanced Countries, Report
to the EC on International Science and Technology Activities, Dordrecht, Kluwer.
Archibugi, D., Cesaretto, S. and Sirilli, G. (1987) 'Innovative activity, R&D and patenting: the
evidence of the survey on innovation diffusion in Italy', STI Review, no. 2, pp. 135-50.
Archibugi, D. and Michie, J. (eds) (1997) Technology, Globalisation and Economic Performance,
Cambridge, Cambridge University Press.
Ariffin, N. and Bell, M. (1997) Tattems of subsidiary-parent linkages and technology
capability-building in TNC subsidiaries: the electronics industry in Malaysia', in Jama, K.S.
and Felker, G. (eds) Malaysia's Industrial Technology Development, Political Economy, Policies and
Institutions, Oxford, Oxford University Press.
Armytage, W.H.G. (1965) The Rise of the Technocrats, London, Routledge & Kegan Paul.
Arrow, K.J. (1962a) 'Economic welfare and the allocation of resources for invention', in National
Bureau of Economic Research, The Rate and Direction of Inventive Activity, Princeton, Princeton
University Press.
Arrow, K.J. (1962b) The economic implications of learning by doing', Review of Economic Studies,
no. 29, pp. 155-73.
Arthur, W.B. (1988a) 'Competing technologies: an overview', in Dosi, G., Freeman, C., Nelson,
R., Silverberg, G. and Soete, L. (eds) Technical Change and Economic Theory, London, Pinter.
Arthur, W.B. (1988b) 'Self-reinfordng mechanisms in economics', in Anderson, P.W., Arrow,
K.J. and Pines, D. (eds) The Economy as an Evolving Complex System, Reading, MA, Addison-
Wesley.
Arthur, W.B. (1989) 'Competing technologies, increasing returns and lock-in by historical
events', Economic Journal, vol. 99, no. 1, pp. 116-31, March.
Arundel, A. (1995) PACE Report, Maastricht, University of Limburg.
Ashton, T.S. (1948) The Industrial Revolution, 1760-1830, Oxford, Oxford University Press.
Ashton, T5. (1963) The industrial revolution in Great Britain', in Supple, B. (ed.) The Experience
cf Econome Growth, New York, Random House.
Augsdorfer, P. (1994) Taxonomy of management attitudes towards bootlegging and
uncertainty', in Oakey, R. (ed.) New Technology-based Firms in the 1990s, London, Chapman
& Hall.
Augsdorfer, P. (19%) Forbidden Fruit: An Analysis cf Bootlegging, Uncertainty and Learning in
Corporate R&D, Aldershot, Avebury.
Autio, E. (1994) 'New technology-based firms as agents of R&D and innovation: an empirical
study", Technovation, vol. 14, no. 4, pp. 259-73.
492
Ayres, R.U. (1988) Technological Transformation and Long Waves, Laxenburg, IIASA.
Ayres, R.U. (1991) Computer-integrated Manufacturing, vol. 1, London, Chapman & Hall.
Baba, Y. (1985) lapanese colour TV firms: decision-making from the 1950s to the 1980s', DPhil
dissertation, Brighton, University of Sussex.
Babbage, C. (1834) On the Economy of Machines and Manufactures, London, [publisher not
known].
Bacon, F. (1605) The Advancement of Learning.
Bacon, F. (1627) The New Atlantis.
Baines, E. (1835) History of the Cotton Manufacture, London, quoted in Rostow, W. (1963) and von
Tunzelmann (1995).
Bairoch, P. (1981) The main trends in national economic disparities since the industrial
revolution', in Bairoch, P. and Levy-Loboyen, M. Disparities in Economic Development since the
Industrial Revolution, London, Macmillan.
Baker, R. (1976) New and Improved: Inventors and Inventions that have Changed the Modem World,
London, British Museum Publications.
Baker, N.R. and Pound, W.H. (1964) "R and D project selection: where we stand', IEEE Trans
Engin Manag, vol. Em-11, no. 4, p. 124.
Ball, N.R. (1987) Professional Engineering in Canada, 1857-1897, Ottawa, National Museum of
Canada.
Barker, B. (1990) 'Engineering ceramics and high technology superconductivity: two case
studies in the innovation and diffusion of new materials', PhD thesis, University of
Manchester.
Barker, G.R. and Davies, R.W. (1965) The research and development effort of the Soviet Union',
in Freeman, C. and Young, A. The Research and Development Effort in Western Europe, North
America and the Soviet Union, Paris, OECD.
Bama, T. (1962) Investment and Growth Policies in British Industrial Firms, NIESR Occasional Paper
XX, Cambridge University Press.
Barnett, C. (1988) The Audit of War, Cambridge, Cambridge University Press.
Barras, R. (1990), Interactive innovation in financial and business services: the vanguard of the
service revolution', Research Policy, vol. 19, no. 3, pp. 215-39.
Barro, R. (1991) 'Economic Growth in a Cross Section of Countries', Quarterly Journal of
Economics, vol. 106, no. 2, pp 407-43.
BASF (1965) Im Reiche der Chemie, Düsseldorf, Econ-Verlag.
Baumler, E. (1968) A Century of Chemistry, Düsseldorf, Econ-Verlag.
Baumol, W.J. (1986) 'Productivity growth, convergence and welfare: what the long run data
show”, American Economic Review, voL 76, pp. 1072-85.
Beattie, C.J. and Reader, R.D. (1971) Quantitative Management in R and D, London, Chapman &
Hall.
Beer, J.J. (1959) The Emergence cf the German Dye Industry, Chicago University of Illinois Press.
Bejar, L.E.M. (1994) 'Essays on the study of technological change and international trade', PhD
thesis, University of Manchester.
Beiden, T.G. and Beiden, M.R. (1962) The Lengthening Shadow: The Life cf Thomas J Watson,
Boston, Little, Brown.
Bell, M. (1984) 'Learning and accumulation of industrial and technological capability in
developing countries', in King, K. and Fransman, M. (eds) Technological Capacity in the Third
World, London, Macmillan.
Bell, M. (1991) Science and Technology Policy Research in the 1990s: Key Issues fo r Developing
Countries, Brighton, SPRU.
Bell, M. and Pavitt, K. (1996) 'Development of Technological Capabilities', in Haque, I. (ed.),
Trade, Technology and International Competitiveness, Washington, World Bank.
Beloff, N. (1966) The learning curve: some controversial issues'. Journal cf International
Economics, June.
Belussi, F. (1993) Industrial innovation and firm development in Italy: the Benetton case', DPhil
thesis, University of Sussex.
Benham, F. (1938) Economics, London, Pitman.
Berman, E., Bound, J. and Griliches, Z. (1994) 'Changes in the demand for skilled labour within
493
US manufacturing: evidence from the annual survey of manufactures', Quarterly Journal of
Economics, vol. 109, no. 2, pp. 367-97.
Bemal, J.D. (1939) The Social Function of Science, London: Routledge & Kegan Paul.
Bernal, J.D. (1953) Science and Industry in the Nineteenth Century, London, Allen & Unwin.
Bemal, J.D. (1958) World Without War, Routledge & Kegan Paul.
Bessant, J. and Dodgson, M. (1996) Effective Innovation Policy, London, Routledge.
Bhagwati, J.N. (1970) 'Comment*, in Vernon, R. (ed.) The Technology Factor in International Trade,
New York, NBER/Columbia University Press.
Bijker, W.E. and Law, J. (eds) (1992) Shaping Technology, Building Society, Studies in Socio-
Technical Change, Cambridge, MA, МГГ Press.
Boyer, R. (1988) Technical change and the theory of "regulation"', in Dosi, G., Freeman, С.,
Nelson, R.R., Silverberg, G. and Soete, L.L.G. (eds) Technical Change and Economic Theory,
London, Pinter.
Boyer, R. (1997) Les Systèmes d'innovation à l’Ère de la Globalisation, Paris, Economica.
Brander, J.A. and Spencer, B. (1983) 'International R&D rivalry and industrial strategy', Journal
of International Economies, vol. 14, pp. 225-35.
Brander, J.A. and Spencer, B. (1985) 'Export subsidies and international market share rivalry*,
Journal of International Economies, vol. 17, pp. 83-100.
Braun, E. and MacDonald, S. (1978) Revolution in Miniature: The History and Impact of Semi-
Conductor Electronics, Cambridge, Cambridge University Press.
Briggs, A. (1961) The History of Broadcasting in the UK, Oxford, Oxford University Press.
Bright, J.F. (ed.) (1968) Technological Forecasting for Industry and Government, New York, Prentice
Hall.
Brock, G.W. (1975) The US Computer Industry - A Study of Market Power, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Bruland, K. (1989) British Technology and European Industrialisation: The Norwegian Textile Industry
in the Mid-nineteenth Century, Cambridge, Cambridge University Press.
Buchanan, J.M. and Yoon, J. (eds) (1994) The Return of Increasing Returns, Ann Arbor, University
of Michigan Press.
Bum, D.L. (1967) The Political Economy of Nuclear Energy, London, Institute of Economic Affairs.
Bums, T. and Stalker, G. (1961) The Management of Innovation, London, Tavistock.
Bush, V. (1946) Science: The Endless Frontier, republished by United States National Science
Foundation (NSF), Washington (1960).
Callon, M. (1993) 'Variety and irreversibility in networks of technique conception and adoption',
Chapter 11 in Foray, D. and Freeman, C. (eds) Technology and the Wealth of Nations, London,
Pinter.
Cantwell, J. (1989) Technological Innovation and Multinational Corporations, Oxford, Blackwell.
Cantwell, J. (1995) The globalisation of technology: what remains of the product cycle model?',
Cambridge Journal of Economics, vol. 19, pp. 155-74.
Cappeleu, A. and Fagerberg, J. (1996) East Asian Growth: A Critical Assessment, Oslo, NUPI.
Carlsson, B. and Jacobsson, S. (1993) Technological systems and economic performance: the
diffusion of factory automation in Sweden', Chapter 4 in Foray, D. and Freeman, C. (eds)
Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
Carroll, G.R. and Teece, D.J. (eds)(1996) Industrial and Corporate Change, Special Issue on Firms,
Markets and Organisations, vol. 5, no. 2, pp. 203-645.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1957) Industry and Technical Progress, Oxford, Oxford University
Press.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1959a) The characteristics of technically progressive firms',
Journal of Industrial Economics, vol. 7, no. 2, pp. 87-104.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1959b) Science in Industry, Oxford, Oxford University Press.
Carter, C.F. and Williams, B.R. (1964) 'Government scientific policy and the growth of the
British economy', Minerva, voL 3, no. 1, pp. 114-25.
Casson, M. (1991) Global Research Strategy and International Competitiveness, Oxford, Blackwell.
Castells, M. (1996) The Rise cf the Network Society, Oxford, Blackwell.
CEC (Annual, 1990s) Eurostat Energy Statistics, Eurostat, Luxembourg.
Centre for the Study of Industrial Innovation (1971) On the Shelf A Survey of Industrial R and D
Projects Abandoned for Non-technical Reasons, London, CSH
494
Chadwick, R. (1958) 'New extraction processes for metals', in Oxford History of Technology.
volume 5, Oxford, Clarendon Press.
Chambers, J.D. (1961) The Workshop of the World: British Economic History from 1820 to 1880,
Oxford, Oxford University Press.
Chandler, A.D. (1977) The Visible Hand: The Managerial Revolution in American Business,
Cambridge, MA, Belknap Press.
Chandler, A.D. (1992), 'What is a firm?: a historical perspective', European Economic Review, vol.
36, pp. 483-494.
Chenery, H. (1959) The interdependence of investment decisions', in M. Abramovitzm (ed.)
Allocation of Economic Resources, Stanford, Stanford University Press, pp. 82-120.
Chesnais, F. (1988) 'Multi-national enterprises and the international diffusion of technology7,
Chapter 23 in Dosi, G. et al. (eds) Technical Change and Economic Theory, London, Pinter.
Chesnais, F. (1992) 'National systems of innovation, foreign direct investment and the
operations of multinational enterprises', in Lundvall, B.A. (ed.) National Systems of Innovation,
London, Pinter.
Christensen, (1995) in Stoneman, P. (ed.) Handbook cfthe Economics of Innovation and Technological
Change, Oxford, Blackwell.
Church, R.A. and Wrigley, E.D. (eds) (1994) The Industrial Revolution (11 volumes, but see
especially volumes, 2, 3, 8, 9), The Economic History Society, Oxford, Blackwell.
Cimoli, M. and Soete, L. (1992) 'A generalized technology gap trade model'. Economie Appliquée,
no. 3, pp. 33-54.
Clark, N., Perez-Trejo, F. and Allen, P. (1995) Evolutionary Dynamics and Sustainable Development:
A Systems Approach, Aldershot, Elgar.
Clark, J.A., Freeman, C. and Soete, L.L,G. (1981) 'Long waves, inventions and innovations',
Futures, vol. 13, no. 4, pp. 308-22.
Clark, R. (1979) The Japanese Company, Newhaven, Yale University Press.
Cohen, W.M. (1995) 'Empirical studies of innovative activity', in Stoneman, P. (ed.) Handbook cf
the Economics of Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Cohen, W.M. and Levin, R.C. (1987) 'Empirical studies of innovation and market structure', in
Schmalensee, R. and Willig, R. (eds) Handbook of Industrial Organisation, Amsterdam, North
Holland.
Cole, H.S.D. et al. (1973) Thinking about the Future, London, Chatto & Windus.
Collingridge, D. (1981) The Social Control of Technology, Milton Keynes, Open University Press.
Collingridge, D. (1990) Technology organizations and incrementalism: the space shuttle',
Technology Analysis and Strategic Management, voL 2, pp. 181-200.
Collingridge, D. and James, P. (1989) Technology, organizations and incrementalism: high rise
system building in the UK', Technology Analysis and Strategic Management, vol. 1, pp. 79-97.
Cook, P.L. and Sharp, M. (1991) The chemical industry', in Freeman, C., Sharp, M. and Walker,
W. (eds) Technology and the Future of Europe, London, Pinter.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (1987) Economics and Technological Change, London,
Macmillan.
Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) (1992) Technological Change and Company Strategies,
London, Academic Press.
Coombs, R., Richards, A., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) (1996) Technological Collaboration: The
Dynamics of Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Cooray, D.V.B.N. (1980) The technological factor and its relevance to the competition between
natural and synthetic rubber in international trade', DPhil thesis, University of Sussex.
Cornwall, J. (1977) Modem Capitalism Its Growth and Transformation, London, Martin Robertson.
Corry, A.K. (1990) 'Engineering methods of manufacture and production', in McNeil, I. (ed.) An
Encyclopaedia of the History c f Technology, London, Routledge.
Crafts, N. (1994) 'British economic growth, 1700-1831: a review of the evidence', in Hoppit, J.
and Wrigley, EA. (eds) The Industrial Revolution in Britain, vol. 2, Oxford, Blackwell.
Cramer, J., Schot, J., van den Akker, F. and Maas Geesteranus, G. (1990) 'Stimulating cleaner
technologies through economic instruments; possibilities and constraints', UNEP Industry and
Environment Review, vol. 13, no. 2, pp. 46-53.
Cramer, J. and Zegveld, W.C.L. (1991) The future role of technology in environmental
management', Futures, vol. 20, pp. 451-68.
495
Cringeley, R. (1994) Accidental Empires: How the Boys of Silicon Valley Make their Millions, Battle
Foreign Competition and StUl Cannot Get a Date, London, Penguin.
Daedalus (1996) 'The liberation of the environment', Special Issue, Summer.
David, P. (1997) "Review of Kealey, T. (1996) The Economic Laws of Scientific Research',
Research Policy, vol. 26, no. 2.
David, P.A. (1984) The Economies of Locational Tournaments, Center fo r Economic Policy Research,
Technological Innovation Project, Working Paper, Stanford University.
David, P.A. (1985) 'Clio and the economics of QWERTY', American Economic Review, vol. 75, no.
2, May, pp. 332-7. (An extended version is published in Parker, W.N. (ed.) (1986) Economic
History and the Modem Economist, Oxford: Blackwell.)
David, P.A. (1991) The Dynamo and the Computer: An Historical Perspective on the Modem
Productivity Paradox, Paris, OECD.
David, P.A. (1993) 'Path-dependence and predictability in dynamic systems with local network
externalities: a paradigm for historical economics', Chapter 10 in Foray, D. and Freeman, C.
(eds) Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
David, P.A. and Foray, D. (1995) 'Accessing and expanding the science and technology
knowledge base, STI outlook', STI Review, 16. Paris, OECD.
Davies, A. (1996) Innovation in large technical systems: the case of telecommunications'.
Industrial and Corporate Change, vol. 5, no. 4.
Davies, G.B. (1972) 'Contingency planning: the neglected end of the planning cycle’, Process
Engineering, December, pp. 93-7.
De Long, J. and Summers, L. (1991) 'Equipment Investment and Economic Growth', Quarterly
Journal of Economics, vol. 106, pp. 445-502.
Dean, B.V. (1968) Evaluating, Selecting and Controlling R and D Projects, New York, American
Management Association, p. 49.
Deane, P. (1965) The First Industrial Revolution, Cambridge, Cambridge University Press.
De Bell, J.M. (1946) German Plastics Practice, Huddersfield, Springfield.
DeBresson, C. (1987) Understanding Technological Change. Montreal, Black Rose Books.
DeBresson, C. (1991) Technological innovation and long wave theory: two pieces of the puzzle,
Journal of Evolutionary Economics, vol. 1, no. 4, pp. 241-72.
DeBresson, C. (1996) Economic Interdependence and Innovation Activity, Cheltenham, Elgar.
DeBresson, C. and Amesse, F. (1991) 'Networks of innovators: a review and introduction to the
issue'. Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 363-79.
Dedijer, S. (1964) 'International comparisons of science'. New Scientist, vol. 21, no. 379, pp. 461-
4.
de la Mothe, J. and Paquet, G. (eds) (1996) Evolutionary Economics and the New International
Political Economy, London, Cassell.
Delbeke, J. (1982) The Mechanisation of Flemish Industry, 1812-1930: The Case ofAntwerp, Louvain,
Centre for Economic Studies, Catholic University of Louvain.
Delorme, J. (1962) Anthologie des Brevets sur les Matières Plastiques, vols 1-3, Amphora.
Dertouzos, M., Lester, R. and Solow, R. (eds) (1989) Made in America, Report of the MIT
Commission on Industrial Productivity, Cambridge, MA, MIT Press.
De Tocqueville, A. (1836) Democracy in America.
Devine, W. (1983) Trom shafts to wires: historical perspective on electrification', Journal of
Economic History, vol. 43, no. 2.
De Witt, G.R. (1990) A Review of the Literature on Technological Change and Employment, Brussels,
European Commission, DGs V and XIII.
Diebold, J. (1952) Automation: the Advent of the Automatic Factory, New York, Van Nostrand.
Dieleman, H. and de Hoo, S. (1993) 'PRISMA: the development of a preventative, multi media
strategy for government and industry, in Fischer, K. and Schot, J. (eds) Environmental
Strategies fo r Industry: International Perspectives on Research Needs and Policy Implications,
Washington, DC, Island Press, pp. 245-75.
Dixit, A. (1986) Trade policy: an agenda for research', in Krugman, P. (ed.) Strategic Trade Policy
and the New International Economics, Brighton, Wheatsheaf.
Dodgson, M. (1991a) The Management of Technological Learning: Lessons from a Biotechnology
Company, Berlin, De Gruyter.
496
Dodgson, M. (1991b) Technological learning, technology strategy and competitive pressures',
British Journal of Management, vol. 2, no. 3.
Dodgson, M. and Rothwell, R. (eds) (1994) The Handbook of Industrial Innovation, Aldershot,
Elgar.
Dore, R. (1987) Talcing Japan Seriously: A Confucian Perspective on Leading Economic Issues, London,
Athlone Press.
Dory, J.P. and Lord, R.J. (1970) Ttoes TF really work?'. Harvard Business Review, vol. 48, no. 6,
November-December, pp. 16-28.
Dosi, G. (1981) Technical Change, Industrial Transformation and Public Policies: The Case of the Semi
conductor Industry, Brighton, Sussex European Research Centre, University of Sussex.
Dosi, G. (1982) Technical paradigms and technological trajectories - a suggested interpretation
of the determinants and directions of technical change', Research Policy, vol. 11, no. 3, pp.
147-62.
Dosi, G. (1984) Technical Change and Industrial Transformation, London, Macmillan.
Dosi, G. (1988) 'Sources, procedures and micro-economic effects of innovation'. Journal of
Economic Literature, vol. 36, pp. 1126-71.
Dosi, G., Freeman, C., Nelson, FL, Silverberg, G. and Soete, L. (eds) (1988) Technical Change and
Economic Theory, London, Pinter.
Dosi, G., Freeman, C., Fabiani, S. and Aversi, R. (1992) The diversity of development patterns:
on the processes of catching up, forging ahead and falling behind', paper presented at the
International Economics Association, Varenna, Italy, October.
Dosi, G., Pavitt, K. and Soete, L. (1990) The Economics cf Technical Change and International Trade,
Brighton, Wheatsheaf.
Downie, J. (1958) The Competitive Process, London, Duckworth.
Dowrick, S. (1997) Trade and Growth: a survey, in Fagerberg, J., Hansson, P., Lundberg, L. and
Melchior, A. (eds), Technology and International Trade, Aldershot, Edward Elgar, pp. 197-26.
Dowrick, S. and Nguygen, D.T. (1989) 'OECD comparative economic growth 1950-1985: catch
up and convergence', American Economic Review, vol. 79, pp. 1010-30.
Drucker, P. (1946) The Concept of the Corporation, New York, John Day.
Dunning, J. (1988) Exploring International Production, London, Unwin Hyman.
Dunning, J. (1989) The theory of international production', in Fatemi, K. (ed.) International
Trade, New York, Taylor & Francis.
Dunsheath, P. (1962) A History of Electrical Engineering, London, Faber.
Durlauf, S. and Johnson, P.A. (1992) 'Local versus global convergence across national
economies', mimeo, Stanford University.
Dutton, W.H. (ed.) (1996) Information and Communication Technologies: Visions and Realities,
Oxford, Oxford University Press.
Duysters, G. (1995) The Evolution of Complex Industrial Systems: The Dynamics of Major IT Sectors,
Maastricht, UPM.
Duysters, G. and Hagedoom, J. (1993) An Analysis of Economic and Technological Differences in the
International Information Technology Industry, ENCDP Working Paper.
Dyer, J.H. (1996) 'How Chrysler created an American Keiretsu', Harvard Business Review, July-
August, pp. 42-61.
Eads, G. and Nelson, R.R. (1971) 'Government support of advanced civilian technology', Public
Policy, vol. 19, no. 3, pp. 405-27.
Economist (1996) The mystery of economic growth', 25 May.
Edqvist, C. (1997) Systems cf Innovation, London, Pinter.
Edqvist, C. and Lundvall, B.-A. (1993) Chapter on Denmark and Sweden in Nelson, R. (ed.)
National Innovation Systems, Oxford, Oxford University Press, pp. 265-99.
Ellis, C.H. (1958) The development of railway engineering', in Oxford History of Technology, vol.
5, Oxford, Clarendon Press, pp. 322-50.
Encel, S. et al. (1975) The A rt cf Anticipation: Values and Methods in Forecasting, London, Martin
Robertson.
Encyclopaedia Britannica, 9th edn. vol. 2, p. 543.
Enos, J.L. (1962a) Petroleum Progress and Profits: A History of Process Innovation, Cambridge, MA,
MIT Press.
Enos, J.L. (1962b) Invention and innovation in the petroleum refining industry', in National
497
Bureau of Economic Research, The Rate and Directum of Inventive Activity, Princeton, Princeton
University Press.
Ergas, H. (1987) 'Does technology policy matter?', in Guile, B. and Brooks, H. (eds) Technology
and Global Competition, Washington, National Academy Press.
Ergas, H. (1992) A future for mission-oriented industrial policies? A critical review of
developments in Europe, mimeo, Paris, OECD.
European Commission, High Level Expert Group on the Information Society, Interim Report
(19%); Final Report (1997) Brussels, EU.
European Commission (1994) European Science and Technology Indicators, Luxembourg, EC.
European Union (1996) Building the Information Society for Us A ll, Interim Report, January.
Eversley, D.E.C. (1994) The home market and economic growth in England, 1750-1780', in
Hoppit, J. and Wrigley, E.A. (eds) The Industrial Revolution in Britain, Oxford, Blackwell.
Ezrahi, Y., Mendelsohn, E. and Segal, HP. (1995) Technology, Pessimism and Post-Modernism,
Amherst, University of Massachusetts Press.
Fabian, Y. (1963) Measurement of Output of R and D, Paris, OECD, DAS/PD/6348.
Fabre, J. (1983) 'Le pouvoir structurant de l'electridte, Bulletin Histoire de L'Electricite, June, pp.
23-36.
Fagerberg, J. (1987) 'A technology gap approach to why growth rates differ', Research Policy, vol.
16, no. 2, pp. 87-99.
Fagerberg, J. (1992) The home market hypothesis re-examined: the impact of domestic-user-
producer interaction in exports', in Lundvall, B.-A (ed.) National Systems of Innovation,
London, Pinter.
Fagerberg, J. (1994) Technology and international differences in growth rates', Journal of
Economic Literature, vol. 32, pp. 1147-75.
Fagerberg, J. (1995) Convergence or Divergence: The Impact of Technology, Working Paper no. 524,
Oslo, NUPI.
Fagerberg, J., Verspagen, B. and von Tunzelmann, N. (eds) (1994) The Dynamics of Technology,
Trade and Growth, Aldershot, Elgar.
Farrell, G. (1954) The demand for motor-cars in the United States', Journal of the Royal Statistical
Society, Series A, vol. 117, pp. 171-90.
Faulkner, W. (1986) 'Linkage between academic and industrial research: the case of
biotechnological research in the pharmaceutical industry', DPhil thesis, Brighton, University
of Sussex.
Faulkner, W., Senker, J.M. and Velho, L. (1995) Knowledge Frontiers: Public Sector Research and
Industrial Innovation, Oxford, Oxford University Press.
Federation of British Industries (1947) Scientific and Technical Research in British Industry, London,
FBI.
Federation of British Industries (1961) Industrial Research in Manufacturing Industry, London, FBI.
Ferraz, J.C., Rush, H. and Miles, I. (1992) Development, Technology and Flexibility, London,
Routledge.
Fisher, F.M., Griliches, Z. and Kaysen, C. (1962) The costs of automobile model changes since
1949', Journal of Political Economy, vol. 70, no. 5, pp. 433-51.
Fleck, J. (1988) Innqfusion or Diffusation?, ESRC, PICT Working PaperSeries,University of
Edinburgh.
Fleck, J. (1993) 'Configurations: crystallising contingency', International Journal of Human Factors
in Manufacturing, vol. 3, no. 1, pp. 15-36.
Fleck, J. and White, B. (1987) 'National policies and patterns of robotdiffusion: UK,Japan,
Sweden and United States', Robotics, vol. 3, no. 1, pp. 7-23.
Floud, R.C. and McCloskey, D. (eds) (1981) Economic History of Britain since 1700, Cambridge,
Cambridge University Press.
Foray, D. (1991) The secrets of industry are in the air: industrial cooperation and the
organisational dynamics of the innovative firm', Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 393-407.
Foray, D. and Freeman, C. (eds) (1993) Technology and the Wealth of Nations, London, Pinter.
Foray, D. and Griibler, A. (eds) (1996) Technological Forecasting and Social Change, special issue,
Technology and the Environment, Amsterdam, North Holland.
Foray, D. and Lundvall, B-A. (19%) Employment and Growth in the Knowledge-based Economy,
Paris, OECD.
498
Ford, G. and Lake, G. (1991) 'Evolution of European science and technology policy", Science and
Public Policy, vol. 18, pp. 38-50.
Forester, T. (ed.) (1988) The Materials Revolution: Superconductors, New Materials and the Japanese
Challenge, Oxford, Oxford University Press.
Fransman, M. (1990) The Market and Beyond: Cooperation and Competition in TT in the Japanese
System, Cambridge, Cambridge University Press.
Freeman, C. (1967) 'Science and economy at the national level', in Problems in Science Policy,
Paris, OECD.
Freeman, C. (1971) The Role of Small Firms in Innovation in the United Kingdom since 1945: Report to
the Bolton Committee of Inquiry on Small Firms, Research Report no. 6, London, HMSO.
Freeman, C. (1982) The Economics of Industrial Innovation, 2nd edn, London, Pinter.
Freeman, C. (1987) Technology Policy and Economic Performance: Lessons from Japan, London,
Pinter.
Freeman, C. (1989) The Third Kondratieff Wave: age of steel, electrification and imperialism, in
Bohlin et al. (eds) Samhällsvetenskap, ekonomi och historia, Göterborg, Daidalos.
Freeman, C. (ed.) (1990) The Economics of Innovation, International Library of Critical Writings in
Economics, vol. 2, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1991) 'Networks of innovators, a synthesis of research issues'. Research Policy, vol.
20, no. 5, pp. 499-514.
Freeman, C. (1992) 'A green techno-economic paradigm for the world economy', in Freeman, C.
The Economics of Hope, London, Pinter, pp. 190-211.
Freeman, C. (1994) The economics of technical change: a critical survey', Cambridge Journal of
Economics, vol. 18, pp. 1-50.
Freeman, C. (ed.) (1996) The Long Wave in the World Economy, International Library of Critical
Writings in Economics, Aldershot, Elgar.
Freeman, C. (1995) History, Co-evolution and Economic Growth, ILASA Working Paper 95-76,
Laxenburg, QASA.
Freeman, C., Clark, J. and Soete, L. (1982) Unemployment and Technical Innovation: A Study of Long
Waves and Economic Development, London, Pinter.
Freeman, C., Cumow, R.C., Fuller, J.K., Robertson, A.B. and Whittaker, P.J. (1968) 'Chemical
process plant: innovation and the world market', Nat Inst. Earn Rev, no. 45.
Freeman, C., Fuller, J.K. and Young, A. (1963) The plastics industry: a comparative study of
research and innovation'. National Institute Economic Review, vol. 26, pp. 22-62.
Freeman, C. and Hagedoom, J. (1992) Globalization of Technology, MERIT Research
Memorandum 92-013, Maastricht.
Freeman, C. and Perez, C. (1988) 'Structural crises of adjustment: business cycles and
investment behaviour', in Dosi, G., Freeman, C., Nelson, R., Silverberg, G. and Soete, L. (eds)
Technical Change and Economic Theory, London, Pinter, pp. 38-66.
Freeman, C. and Soete, L. (1985) Information Technology and Employment: An Assessment, Brussels,
IBM.
Freeman, C. and Soete, L. (1987) Technical Change and Full Employment, London, Pinter.
Freeman, C. and Soete, L. (eds) (1992) New Explorations in the Economics of Technical Change,
Freeman, C. and Soete, L. (1994) Work for A ll or Mass Unemployment: Computerised Technical
Change into the 21st Century, London, Pinter.
Freeman, C. and Young, A. (1965) The Research and Development Effort in Western Europe, North
America and the Soviet Union, Paris, OECD.
Freeman, C., Young, A. and Fuller, J.K. (1963) "The plastics industry: a comparative study of
research and innovation', Nat Inst Econ Rev, no. 26, pp. 22-62.
Fukasaku, Y. (1987) Technology imports and R&D at Mitsubishi Nagasaki shipyard in the pre
war period', Bonner Zeitschrift fü r Japanologie, pp. 77-90.
Gabor, D. (1964) Inventing the Future, Harmondsworth, Penguin.
Galison, P. and Hevly, B. (1992) Big Science: The Growth of Large-Scale Research, Stanford,
Stanford University Press.
Gartmann, H. (1959) Sonst Stunde die Welt Still, Düsseldorf, [publisher not known].
Gates, W. (1996) The Road Ahead, London, Penguin.
Gatrell, V.A. (1977) 'Labour, power and the size of firms in Lancashire cotton in the second
quarter of the nineteenth century'. Economic History Review, vol. 30, pp. 95-139.
499
Gaynor, G.H. (ed.) (1996) Handbook of Technology Management, New York, McGraw Hill.
Gazis, D.C. (1979) The influence of technology on science: some experience at IBM research',
Research Policy, vol. 8, pp. 244-59.
Gerschenkron, A. (1962) Economic Backwardness in Historical Perspective, Cambridge, MA,
Harvard University Press.
Gershuny, J. (1983) Social Innovation and the Division of Labour, Oxford, Oxford University Press.
Gershuny, J. and Miles, I. (1983) The New Service Economy, London, Pinter.
Gibbons, M. and Johnston, R.D. (1972) The Interaction of Science and Technology, mimeo,
Department of Liberal Studies in Science, University of Manchester.
Gibbons, M. and Johnston, R.D. (1974) The roles ofscience intechnological innovation',
Research Policy, vol. 3, no. 3, pp. 220-42.
Gibbons, M. and Littler, D. (1979) The developmentof aninnovation: the case of Porvairi,
Research Policy, vol. 8, no. 1, pp. 2-25.
Gilfillan, S.C. (1935) The Sociology cf Invention, Chicago, Follet.
Gille, B. (1978) Histoire des Techniques, Paris, Gallimard.
Gjerding, A.N. (1996) Technical Innovation and Organisational Change, Aalborg, Aalborg
University Press.
Gold, B. (1971) Explorations in Managerial Economics, New York, Basic Books.
Gold, B. (1979) Productivity, Technology and Capital: Economic Analysis, Managerial Strategies and
Government Policies, Lexington, Lexington Books.
Golding, A.M. (1972) The semi-conductor industry in Britain and the United States: a case
study in innovation, growth and the diffusion of technology', DPhil thesis, University of
Sussex.
Gomulka, S. (1990) The Theory of Technical Change and Economic Growth, London, Routledge.
Granstrand, O. (ed.) (1994) Economics of Technology, Amsterdam, North Holland.
Granstrand, O., Hakanson, L. and Sjalander, S. (1992) Technology Management and International
Business, Chichester, Wiley.
Granstrand, O. and Sjolander, S. (1992) 'Managing innovation in multi-technology
corporations', Research Policy, vol. 19, no. 1, pp. 35-61.
Graves, A. (1991) 'International competitiveness and technological development in the world
automobile industry', DPhil thesis, Brighton, University of Sussex.
Greenhalgh, C. (1990) 'Innovation and trade performance in the United Kingdom', Economic
Journal, vol. 100, pp. 105-18.
Gregory, G. (1986) Japanese Electronics Technology: Enterprise and Innovation, 2nd edn, Chichester,
Wiley.
Griliches, Z. (1980) 'R&D and productivity slowdown', American Economic Review, vol. 70, pp.
343-8.
Griliches, Z. (1984) R&D, Patents and Productivity, Chicago, University of Chicago Press.
Groenewegen, P. and Vergragt, P. (1991) 'Environmental issues as threats and opportunities for
technological innovation', Technology Analysis and Strategic Management, vol. 3, no. 1, pp. 43-
55.
Grossman, G. and Helpman, E. (1990) 'Comparative advantage and long run growth', American
Economic Review, vol. 80, pp. 796-815.
Grossman, G. and Helpman, E. (1991) Endogenous Growth Theory, Cambridge, MA, MIT Press.
Grosvenor, W.M. (1929) The seeds of progress', Chemical Markets.
Grupp, H. (1997), Messung und Erklärung des technischen Wandels: Grundzüge einer empirischen
Innovationsökonomik, Berlin, Springerverlag.
Grupp, H. and Hofmeyer, O. (1986) 'A technometric model for the assessment of technological
standards and their application to selected technology comparisons', Technological Forecasting
and Social Change, no. 30, pp. 123-37.
Grupp, H. and Soete, L. (1993) Analysis of the Dynamic Relationship between Technical and Economic
Performances in Information and Telecommunication Sectors, Final Report in Fulfilment of Project
no. 8862 for DG XIII of the European Commission.
Guardian (1992) 9 November.
Gummett, P.J. (1980) Scientists in Whitehall, Manchester, Manchester University Press.
Gummett, P. (1992) 'Science and technology policy', in Hawkesworth, M. and Kogan, M. (eds)
Encyclopaedia of Government and Politics, vol. 2, London, Routledge.
500
Habakkuk, J.H. (1962) American and British Technology in the Nineteenth Century: The Search for
Labour-saving Inventions, Cambridge, Cambridge University Press.
Haber, L.F. (1958) The Chemical Industry during the Nineteenth Century, Oxford, Oxford
University Press.
Haber, L.F. (1971) The Chemical Industry, 1900-1930, Oxford, Oxford University Press.
Hagedoom, J. (1991) 'Networks in research and production', International Journal of Technology
Management, special issue on The Increasing Role of Technology in Corporate Policy, pp. 81-
95.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1990) 'Strategic partnering and technological cooperation', in
Freeman, C. and Soete, L. (eds) New Explorations in the Economics of Technical Change, London,
Pinter.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1991) The internationalization of the economy, global
strategies and strategic technology alliances', Nouvelles de la Science et des Technologies, vol. 9,
no. 2, pp. 29-41.
Hagedoom, J. and Schakenraad, J. (1992) 'Leading companies and networks of strategic
alliances in information technologies'. Research Policy, vol. 21, no. 2, pp. 163-91.
Hahn, F. (1987) 'Neo-classical growth theory', in Eatwell, J. (ed.) The New Palgraoe Dictionary of
Economics, vol. 3, London, Macmillan.
Hakansson, H. and Snehota, I (eds) (1995) Developing Relationships in Business Networks, London,
Routledge.
Hall, P. and Preston, P. (1988) The Carrier Wave: New Information Technology and the Geography of
Innovation, London, Unwin Hyman.
Hamberg, D. (1964) 'Size of firm, oligopoly and research: the evidence', Canadian Journal of
Economics and Political Science, vol. 30, no. 1, pp. 62-75.
Hamberg, D. (1966) R and D Essays in the Economics of Research and Development, New York,
Random House.
Hamilton, A. (1791) Report on the Subject of Manufactures, reprinted US Government Printing
Office, Washington (1913).
Hamilton, S.B. (1958) 'Building materials and techniques', in Oxford History of Technology, vol. 5,
Oxford, Clarendon Press.
Hannah, L. (1983) 'Entrepreneurs and the social sciences', Inaugural Lecture, London School of
Economics.
Hardie, D.W.F. and Pratt, J.D. (1966) A History of the Modem British Chemical Industry, Oxford,
Pergamon.
Harris, R. (1984) 'Applied General Equilibrium Analysis of Small Open Economies with Scale
Economies and Imperfect Competition', American Economic Review, vol. 74, no. 5, pp. 1016-
32.
Harrod, R.F. (1939) 'An essay in dynamic theory', Economic Journal, vol. 49, pp. 14-33.
Harrod, R. (1948) Towards a Dynamic Economics, London, Macmillan.
Hart, A. (1966) 'A chart for evaluating product R and D projects', Operations Research Quarterly,
vol. 17, no. 4, pp. 347-58.
Hawke, C.R. and Higgins, J.P.P. (1981) Transport and social overhead capital', in Floud, R. and
McCloskey, B. (eds) The Economic History of Britain Since 1700, Cambridge, Cambridge
University Press.
Heath, J.B. (1971) International Conference on Monopolies, Mergers and Restrictive Practices, London,
HMSO.
Hessen, B. (1931) The social and economic roots of Newton's Prindpia', in Bukharin, N. (ed.)
(1971) Science at the Cross-roads, with an introduction by P.G. Werskey, Ilford, Cass.
Hills, R.L. (1994) 'Hargreaves, Arkwright and Crompton: why three inventors?', in Jenkins, D.T.
(ed.) The Textile Industries, Oxford, Blackwell.
Hirsch, S. (1965) The United States electronics industry in international trade', Nat Inst Econ Rev,
no. 34, pp. 92-107.
Hobday, M. (1991) 'The European semi-conductor industry: resurgence and rationalisation', in
Freeman, C., Sharp, M. and Walker, W. (eds) Technology and the Future of Europe, London,
Pinter.
Hobday, M. (1994) 'Innovation in semi-conductor technology: die limits of the Silicon Valley
501
network model', in Dodgson, M. and Rothwell, R. (eds) The Handbook of Industrial Innovation,
Cheltenham, Elgar.
Hobday, M. (1995) Innovation in East Asia: The Challenge to Japan, Aldershot, Elgar.
Hobday, M. (in press, 1997) 'Product complexity, innovation and industrial organisation'.
Research Policy.
Hobsbawm, E. (1968) Industry and Empire: An Economic History of Britain from 1750, London,
Weidenfeld & Nicolson.
Hodgson, G.M. (1992) 'Optimisation and evolution: Winter's critique of Friedman revisited',
Newcastle Polytechnic, Department of Economics.
Hodgson, G.M. (ed.) (1995) Economics and Biology, The International Library of Critical Writings
in Economics, vol. 50, Aldershot, Elgar.
Hoffmann, W.D. (1976) 'Market structure and strategies of R and D behaviour in the data
processing market', Research Policy, vol. 5, pp. 334-53.
Hollander, S. (1965) The Sources of Increased Efficiency: A Study of Du Pont Rayon Plants,
Cambridge, MA, MIT Press.
Hollingdale, S.H. and Toothill, G.C. (1965) Electronic Computers, Harmondsworth, Penguin.
Holroyd, Sir R. (1964) 'Productivity of industrial research with particular reference to research in
the chemical industry”, Institute of Chemical Engineers, Proceedings of Symposium on
Productivity in Research, p. 6.
Hounshell, DA. (1984) From the American System to Mass Production, 1800-1932: The Development
c f Manufacturing Technology in the United States, Baltimore, Johns Hopkins University Press.
Hounshell, D.A. and Smith, J.K. (1988) Science and Corporate Strategy: DuPont R&D 1902-1980,
Cambridge, Cambridge University Press.
Howes, R., Skea, J.F. and Whelan, R. (1997) Clean and Competitive? Motivating Environmental
Performance in Industry, London, Earthscan.
Hu, Y.S. (1992) 'Global or transnational corporations are national firms with international
operations', Californian Management Review, vol. 34, no. 2, pp. 107-26.
Hufbauer, G.C. (1966) Synthetic Materials and the Theory cf International Trade, London,
Duckworth.
Hufbauer, G. (1970) The impact of national characteristics and technology on the commodity
composition of trade in manufactured goods', in Vemon, R. (ed.) The Technology Factor in
International Trade, New York, Columbia University Press.
Hughes, K. (1990) Exports and Technology, Cambridge, Cambridge University Press.
Hughes, T.P. (1982) Networks <f Power: Electrification in Western Society, 1800-1930, Baltimore,
Johns Hopkins University Press.
Hughes, T.P. (1989) American Genesis, New York, Viking.
Hulsink, W. (1996) Do Nations Matter in a Globalising Industry? A Comparative Analysis cf
Telecommunication Restructuring in France, Netherlands and UK (1980-1994), Rotterdam,
Erasmus University.
Humbert, M. (ed.) (1993) The Impact cf Globalisation on Europe's Firms and Industries, London,
Pinter.
International Development Research Centre (1972) Annual Report 1971-72, Ottawa, IDRC.
Industrial Research Institute Research Corporation (1979) Contribution of Basic Research to Recent
Successful Industrial Innovations, prepared for National Science Foundation, St Louis, IRI/RC
(PB 80-160179).
Integrated Circuit Engineering Corporation (1995) Worldwide IC Industry Economic Update and
Forecast.
Irvine, J.H. and Martin, B.R. (1980) 'A methodology for assessing the scientific performance of
research groups', Scientia Yugoslavica, vol. 6, nos. 1-4, pp. 83-95.
Irvine, J.H. and Martin, B.R. (1981) 'L'évaluation de la recherche fondamentale: est-elle
possible?', La Recherche, no. 128, pp. 1406-16.
Irvine, J.H. and Martin, B.R. (1984) Foresight in Science: Picking the Winners, London, Pinter.
Irwin, A. and Vergragt, P. (1989) 'Re-thinking the relationship between environmental
regulation and industrial innovation: the social negotiation of technical change', Technology
Analysis and Strategic Management, vol. 1, no. 1, pp. 57-70.
Jacob, M. (1988) The Cultural Meaning of the Scientific Revolution, New York, McGraw Hill.
502
Jaikumar, R. (1988) From Filing and Fitting to Flexible Manufacturing: A Study in the Evolution of
Process Control, Cambridge, MA, Harvard Business School.
Jang-Sup Shin (19%) The Economics of Late-comers, Catching-up, Technology Transfer and
Institutions in Germany, Japan and S. Korea, London, Routledge.
Jansen, J.L.A. and Vergragt, P. (1992) Sustainable Development: A Challenge to Technology!, The
Hague, Ministry of Housing, Physical Planning and the Environment, Department for
Information and International Relations.
Jantsch, E. (1967) Technological Forecasting in Perspective, Paris, OECD.
Jenkins, D.T. (ed.) (1994) The Textile Industries, vol. 9, in Church, R.A. and Wrigley, E.A. (eds)
The Industrial Revolution in Britain, Oxford, Blackwell
Jewkes, J., Sawers, D. and Stillerman, R. (1958) The Sources of Invention, (rev. edn. 1969), London,
Macmillan.
Jochem, E. and Hohmeyer, O. (1992) The economics of near-term reductions in greenhouse
gases', in Mintzler, I. (ed.) Confronting Climate Change Risks, Implications and Responses,
Cambridge, Cambridge University Press.
Johnson, HG. (1975) Technology and Economic Interdependence, London, Macmillan.
Jones, D.T. (1985) 'Vehicles', in Freeman, C. (ed.) Technological Trends and Employment, vol. 4,
Engineering and Vehicles, Aldershot, Gower.
Jones, R.V. (1978) Mosf Secret War: British Scientific Intelligence, 1939-1945, London, Hamish
Hamilton.
Jones, R. (ed.) (1981) Readings from 'Futures', Guildford, Westbury House.
Kaldor, N. (1957) 'A model of economic growth', in Economic Journal (page references are to the
reprint in Kaldor, 1980).
Kaldor, N. (1980) Essays on Economic Stability and Growth, 2nd edn, London, Duckworth.
Kamien, M.I. and Schwartz, N.L. (1975) 'Market Structure and Innovation: a survey', Journal of
Economic Literature, vol. 23, no. 1, pp. 1-37.
Kanz, J. and Lam, D. (1996) Technology, strategy and competitiveness', in Gaynor, G.H. (ed.)
Handbook of Technology Management, New York, McGraw Hill.
Kaplinsky, R. (1983) 'Firm size and technical change in a dynamic context', Journal of Industrial
Economics, no. 32, pp. 39-59.
Kaplinsky, R. (1990) The Economics of Small: Appropriate Technology in a Changing World, London,
IT Publications.
Katz, B.G. and Phillips, A. (1982) 'Government, economies of scale and comparative advantage:
the case of the computer industry7, in Giersch, H. (ed.) Proceedings of Conference on Emerging
Technology, Kiel Institute of World Economics, Tubingen, J C B Mohr.
Katz, J.M. (ed.) (1987) Technology Generation in Latin American Manufacturing Industries, London,
Macmillan.
Kaufman, M. (1963) First Century of Plastics, London, Plastics Institute.
Kaufman, M. (1969) The History of PVC: The Chemistry and Industrial Production of Polyvinyl
Chloride, London, Madaren.
Kay, N.M. (1979) The Innovating Firm: A Behavioural Theory of Corporate R&D, London,
Macmillan.
Kay, M.N. (1982) The Evolving Firm, London, Macmillan.
Kay, M.N. (1984) The Emergent Firm: Knowledge, Ignorance and Surprise in Economic Organisation,
London, Macmillan.
Kealey, T. (1996) Economic Laws of Scientific Research, London, Macmillan.
Keck, O. (1977) 'Fast breeder reactor development in West Germany: an analysis of government
policy7, DPhil thesis, University of Sussex.
Keck, O. (1980) 'Government policy and technical choice in the West German reactor
programme', Research Policy, vol. 9, no. 4, pp. 302-56.
Keck, O. (1982) Policy-making in a Nuclear Reactor Programme: The Case of the West German Fast
Breeder Reactor, Lexington, Lexington Books.
Kemp, R. (1995) Environmental Policy and Technical Change: A Comparison of The Technical Impact
of Policy Instruments, Maastricht, University of Limburg.
Kemp, R. and Soete, L. (1990) 'Inside the "green box": on the economics of technological change
and the environment7, in Freeman, C. and Soete, L. (eds) New Explorations in the Economics of
Technological Change, London, Pinter, pp. 245-57.
503
Kennedy, C. and Thirlwall, A.P. (1971) Technical progress', Surveys in Applied Economics 1,
London, Macmillan, pp. 115-77.
Keynes, J.M. (1930) Treatise on Money, London, Macmillan.
Keynes, J.M. (1936) General Theory of Employment, Interest and Money, New York, Harcourt Brace
Klein, B.H. (1977) Dynamic Economics, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Kleinknecht, A. and Reijnen, J.O.N. (1992a) 'Why do firms cooperate on R&D? An empirical
study', Research Policy, vol. 21, no. 4, pp. 347-60.
Kleinknecht, A. and Reijnen, J.O.N. (1992b) The experience with new innovation data in the
Netherlands', STI Review, no. 11, pp. 64-76.
Kleinman, H.S. (1975) Indicators of the Output of New Technological Products from Industry, report
to US National Science Foundation, National Technical Information Service, US Department
of Commerce.
Knight, F.H. (1965) Risk, Uncertainty and Profit, London, Harper.
Knox, F. (1969) Consumers and the Economy, London, Harrap.
Kodama, F. (1995) Emerging Patterns of Innovation: Sources of Japan's Technological Edge,
Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Kondratieff, N. (1925) The long wave in economic life', English translation, Review of Economic
Statistics, vol. 17, pp. 105-15.
Krugman, P. (1979) 'A model of innovation technology transfer and the world distribution of
income', Journal of Political Economy, vol. 87.
Krugman, P. (1986) Strategic Trade Policy and the New International Economics, Cambridge, MA,
MIT Press.
Krugman, P. (1990) Rethinking International Trade, Cambridge, MA, MIT Press.
Krugman, P. (1995) Technological change in international trade', in Stoneman, P. (ed.) Handbook
of the Economics of Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Kuznets, S. (1940) 'Schumpeter's business cycles', American Economic Review, vol. 30, no. 2, pp.
257-71.
Kuznets, S. (1930), Secular Movements in Production and Prices, Boston, Houghton Mifflin.
Kuznets, S. (1953) Economic Change, New York, Norton.
Lall, S. (1995) 'Employment and foreign investment: policy options for developing countries',
International Labour Review, vol. 134, pp. 521-39.
Landau, R. and Rosenberg, N. (eds) (1986) The Positive Sum Strategy: Harnessing Technology for
Economic Growth, Washington, National Academy Press.
Landes, D. (1965) Technological change and industrial development in Western Europe, 1750-
1914, in Cambridge Economic History of Europe, Cambridge, Cambridge University Press.
Landes, M. (1969) The Unbound Prometheus: Technological and Industrial Development in Western
Europe from 1750 to the Present, Cambridge, Cambridge University Press.
Landesmann, M. and Goodwin, R. (1994) 'Productivity, Growth, Structural Change and
Macroeconomic Stability', Economic Growth and the Structure of Long-Term Development, New
York, St. Martin's Press.
Langrish, ]., Gibbons, M., Evans, P. and Jevons, F. (1972) Wealth from Knowledge, London,
Macmillan.
Lastres, H. (1992) 'Advanced materials and the Japanese national system of innovation', DPhil
thesis, Brighton, University of Sussex, SPRU.
Lawson, W.D., Lynch, C.A. and Richards, C.J. (1965) 'Corfam: research brings chemistry to
footwear', Research Management, vol. 8, no. 1, pp. 5-26.
Lazonick, W. (1990) Competitive Advantage on the Shop Floor, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
Lazonick, W. (1991) Business Organisation and the Myth of the Market Economy, Cambridge,
Cambridge University Press.
Lenin, V.I. (1915) Imperialism: The Highest Stage of Capitalism, English edn, (1935), London,
Lawrence & Wishart
Lenin, V.I. (1917) State and Revolution, English edn, London (1933). Martin Lawrence.
Leonard-Barton, D. (1995) Wellsprings of Knowledge: Building and Sustaining the Sources of
Innovation, Cambridge, MA, Harvard Business School Press.
Leontieff, W. (1953) 'Domestic production and foreign trade: the American capital position re
examined, in Proceedings of the American Philosophical Society, vol. 97.
50-1
Levin, R.C. (1988) 'Appropriability, R&D spending and technological performance", American
Economic Review (PP), no. 78, 424-8.
Levin, R.C., Klevorick, A.K., Nelson, R.R. and Winter, S.G. (1987) 'Appropriating the returns
from industrial research and development7, Brookings Paper on Economic Activity, no. 3, pp.
783-820.
Liebermann, M.G. (1978) 'A literature citation study of science technology coupling in
electronics', Proceedings of the IEEE, vol. 66, no. 1, pp. 4-13.
List, F. (1841) The National System of Political Economy, English edn, London, Longman (1904).
Little, A.D. (1963) Patterns and Problems of Technical Innovation in American Industry, Washington,
DC, USGPO.
Litvak, I.A. and Maule, C.J. (1972) 'Managing the entrepreneurial enterprise'. Business Quarterly,
vol. 37, p. 47.
Lockett, M. (1987) The Factors Behind Successful IT Innovation, Oxford, Templeton College.
Lou?a, F. (1997) Turbulence in Economics: An Evolutionary Appraisal of Cycles and Complexity in
Historical Processes, Cheltenham, Elgar.
Loveridge, R. and Pitt, M. (eds) (1990) The Strategic Management of Technological Innovation, New
York, Wiley.
Lucas, R.E.B. (1988) 'On the mechanisms of economic development', Journal of Monetary
Economics, vol. 22, pp. 3-42.
Lundgren, A. (1991) 'Technological innovation and industrial evolution: the emergence of
industrial networks', DPhil dissertation, Stockholm School of Economics.
Lundvall, B-A (1985) 'Product innovation and user-producer interaction, Industrial Development
Research Series 31, Aalborg, Aalborg University Press.
Lundvall, B-A (1988a) Chapter 1, in Freeman, C. and Lundvall, B-A (eds) Small Countries Facing
the Technological Revolution, London, Pinter.
Lundvall, B-A (1988b) 'Innovation as an interactive process: from user-producer interaction to
the national system of innovation', in Dosi, G. et al. (eds) Technical Change and Economic
Theory, London, Pinter.
Lundvall, B-A (ed.) (1992) National Systems cf Innovation: Towards a Theory of Innovation and
Interactive Learning, London, Pinter.
Lundvall, B-A (1993) "User-producer relationships, national systems of innovation and
internationalisation'. Chapter 12 in Foray, D. and Freeman, C. (eds) Technology and the Wealth
cf Nations, London, Pinter.
Machlup, F. (1962) The Production and Distribution of Knowledge in the United States, Princeton,
Princeton University Press.
McCutcheon, R. (1972) 'High flats in Britain, 1945-71', D.Phil. dissertation, University of Sussex.
McKay, A.L. and Bernal, J.D. (1966) Towards a science of science', Technologist, vol. 2, no. 4, pp.
319-28.
McKendrick, N. (1960, 1994) 'Josiah Wedgwood, an eighteenth century entrepreneur in
salesmanship and marketing techniques', Economic History Review, vol. 12, pp. 408-33,
reproduced in Hoppit, J. and Wrigley, E.A. (eds) (1994).
Mackenzie, D. (1990) Inventing Accuracy: A Historical Sociology cf Nuclear Missile Guidance,
Cambridge, MA, MIT Press.
Mackenzie, D. (1992) Economic and Sociological Exploration of Technical Change, in Coombs, R.,
Saviotti, P. and Walsh, V. (eds), pp. 25-48.
Madaurin, W.R. (1949) Invention and Innovation in the Radio Industry, London, Macmillan.
McLeod, R. and Andrews, K. (1970) The origins of DSIR: reflections on ideas and men, 1915-
1916', Public Administration, vol. 48, 23-48.
Maddison, A. (1982) Phases cf Capitalist Growth, Oxford, Oxford University Press.
Maddison, A. (1987) 'Growth and slowdown in advanced capitalist economies: techniques of
quantitative assessment', Journal cf Economic Literature, vol. 25, pp. 649-98.
Maddison, A. (1995), Monitoring the World Economy, 1820-1992, Development Centre, Paris,
OECD, p. 452.
Magnier, A. and Toujas-Bematte, J. (1994) Technology and Trade: Empirical Evidence for the Five
Major Industrialized Countries, Working Paper INSEE-DEEE G, no. 9207.
Maidique, M.A. and Zirger, B.J. (1985) The new product learning cycle', Research Policy, vol. 14,
December, pp. 299-313.
505
Maizels, A. (1963) Industrial Growth and World Trade, Cambridge, Cambridge University Press
and NIESR.
Mankiw, N., Romer, D. and Weil, D. (1992) 'A Contribution to the Empirics of Economic
Growth', Quarterly Journal of Economics, vol. 107, pp. 407-37.
Mann, J. de L. (1958) The textile industry: machinery for cotton, flax, wool, 1760-1850', in
Singer, C. (ed.) et al. A History of Technology, vol. 4, Oxford, Clarendon Press.
Mansell, R.M. (1995) The New Telecommunications: A Political Economy of Network Evolution,
London, Sage.
Mansell, R.M. and Silverstone, R. (eds) (1996) Communication by Design, Oxford, Oxford
University Press.
Mansfield, E. (1962) 'Entry, Gibrat's Law, innovation and the growth of firms', American
Economic Review, voL 48, pp. 1023-51.
Mansfield, E. (1968a) Industrial Research and Technological Innovation, New York, Norton.
Mansfield, E. (1968b) The Economics of Technological Change, New York, Norton.
Mansfield, E. (1980) 'Basic research and productivity increases in manufacturing', American
Economic Review, vol. 70, pp. 865-73.
Mansfield, E. (1988a) 'Industrial Innovation in Japan and in the United States', Science, no. 241,
pp. 1760-64.
Mansfield, E. (1988b) 'Industrial R&D in Japan and the United States: a comparative stud/,
American Economic Review, vol. 78, pp. 223-8.
Mansfield, E. (1989) The diffusion of industrial robots in Japan and in the United States',
Research Policy, vol. 18, pp. 183-92.
Mansfield, E. (1991) 'Academic research and industrial innovation', Research Policy, vol. 20, no.
1, pp. 1-13.
Mansfield, E. (ed.) (1993) The Economics of Technical Change, International Library of Critical
Writings in Economics, vol. 31, Aldershot, Elgar.
Mansfield, E. (1995) Innovation, Technology and the Economy, Selected Essays, 2 vols. Aldershot,
Elgar.
Mansfield, E. et al. (1971) Research and Innovation in the Modem Corporation, New York, Norton.
Mansfield, E. et al. (1977) The Production and Application of New Industrial Technology, New York,
Norton.
Marris, R. (1964) The Economic Theory of Managerial Capitalism, London, Macmillan.
Marschak, T., Glennan, T.K. and Summers, R. (1967) Strategy for R and D, Vienna, Springer-
Verlag.
Marshall, A.W. and Meckling, W.H. (1962) 'Predictability of the costs, time and success of
development', in National Bureau of Economic Research, The Rate and Direction of Inventive
Activity, Princeton, Princeton University Press, pp. 461-77.
Marshall, A. (1890) Principles of Economics, London, Macmillan.
Martin, B.R. and Irvine, J.H. (1983) 'Assessing basic research: some partial indicators of scientific
progress in radio astronomy', Research Policy, vol. 12, no. 2, pp. 61-90.
Martin, B.R. and Irvine, J. (1989) Research Foresight: Priority-Setting in Science, London, Pinter.
Martin, P. and Thomas, S. (1996) The Development of Gene Therapy in Europe and the US: A
Comparative Analysis, STEEP Special Report, no. 5, Brighton, SPRU.
Marx, K. (1858) Grundrisse, London, Allen Lane (1973).
Mass, W. and Lazonick, W. (1990) The British Cotton Industry and International Competitive
Advantage: The State of the Debates, New York, Department of Economics, Columbia
University Working paper 90-06, April.
Mathias, P. (1969) The First Industrial Nation, London, Methuen.
Meadows, D. et al. (1972) The Limits to Growth, New York, Universe Books.
Meadows, D.H., Meadows, D.L. and Randers, J. (1992) Beyond the Limits: Global Collapse or a
Sustainable Future?, London, Earthscan.
Melto, de D.P. et al. (1980) Innovation and Technological Change in Five Canadian Industries,
Discussion Paper no. 176, Ottawa, Economic Council of Canada.
Metcalfe, J.S. (1970) The Diffusion of Innovation in the Lancashire Textile Industry, Manchester
School of Economics and Social Studies, no. 2, pp. 145-62.
Metcalfe, J.S. (1981) Impulse and diffusion in the study of technical change', Futures, vol. 13, pp.
347-59.
506
Metcalfe, J.S. (1982) 'On the diffusion of innovation and the evolution of technology', London,
Conference of Technical Change Centre, January.
Metcalfe, J.S. (1988) The diffusion of innovation: an interpretative survey”, in Dosi, G., Freeman,
C., Nelson, R., Silveiberg, G. and Soete, L. (eds) Technical Change and Economic Theory,
London, Pinter.
Metcalfe, J.S. (1994) 'Evolutionary economics and technology policy”, Economic Journal, vol. 104,
pp. 931-41.
Metcalfe, J.S. (1995) The economic foundations of technology policy, equilibrium and
evolutionary perspectives', in Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook of the Economics cf Innovation
and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Metcalfe, J.S. (1997) Evolutionary Economics and Creative Destruction, London, Routledge.
Meyer-Krahmer, F. and Reiss, T. (1992) Ex Ante Evaluation and Technology Assessment: Two
Emerging Elements of Technology Policy Evaluation, Research Evaluation, Karlsruhe, ISI.
Miles, I. (1989) Home Informatics: Information Technology and the Transformation of Everyday Life,
London, Pinter.
Miles, I. (1996) Innovation in Services, Services in Innovation, Manchester, Manchester Statistical
Society.
Miles, I. (1996) The information society: competing perspectives', in Dutton, W.H. (ed.)
Information and Communication Technology: Visions and Realities, Oxford, Oxford University
Press.
Milliman, S.R. and Prince, R. (1989) 'Firm incentives to promote technological change in
pollution control”. Journal cf Environmental Economics and Management, vol. 17, pp. 247-65.
Mishan, E. (1969) Technology and Growth: The Price we Pay, New York, Praeger.
Mitchell, C. (1995) The renewables NFFO”, Energy Policy, vol. 28, pp. 1077-91.
Mitchell, C. (1996) Renewable Energy in the UK, London, Council for the Preservation of Rural
England.
Miyazaki, K. (1995) Building Competencies in the Firm: Lessons for Japanese and European Opto
electronics, Basingstoke, Macmillan.
Mjoset, L. (1992) The Irish Economy in a Comparative International Perspective, Dublin, National
Economic and Social Council.
Modelski, G. and Thompson, R. (1993) Seapower in Global Politics, 1494—1993, London,
Macmillan.
Mokyr, J. (1990) The Lever cf Riches: Technological Creativity and Economic Progress, New York,
Oxford University Press.
Molina, A.H. (1989) Transputers and Parallel Computers: Building Technological Competencies
Through Sodo-technical Constituencies, PICT Paper 7, Edinburgh, Research Centre for Social
Sciences.
Molina, A.H. (1995) 'Sodo-technical constituendes as processes of alignment”, Technology in
Society, vol. 17, no. 4, pp. 385-412.
Molina, A.H. (1996) 'Sodo-technical alignment in the intra-organisational diffusion of
information technology”, in Inzelt, A. and Coenen, R. (eds) Knowledge, Technology Transfer
and Foresight, Amsterdam, Kluwer, pp. 125-48.
Morand, J.C. (1970) Recherche et dimension des entreprises dans la Communauté'? Nancy,
Economique Européenne.
Morris, P.J.T. (1982) 'The development of acetylene chemistry and synthetic rubber by IG
Farben, 1926-1945”, DFhil thesis, Oxford University.
Morris, P.J.T. (1989) The American Synthetic Rubber Research Programs, Philadelphia, University of
Pennsylvania Press.
Mowery, D.C. (1980) The emergence and growth of industrial research in American
manufacturing 1899-1946', PhD dissertation, Stanford University.
Mowery, D.C. (1983) The relationship between intra-firm and contractual forms of industrial
research in American manufacturing, 1900-1940', Explorations in Economic History, vol. 20,
pp. 351-74.
Mowery, D.C. (1995) The practice of technology policy”, in Stoneman, P. (ed.) Handbook of the
Economics of Innovation and Technological Change, Oxford, Blackwell.
Mowery, D.C. and Rosenberg, N. (1979) The influence of market demand upon innovation: a
critical review of some recent empirical studies', Research Policy, vol. 8, no. 2, pp. 102-50.
507
Mowery, D.C. and Rosenberg, N. (1989) Technology and the Pursuit of Economic Growth,
Cambridge, Cambridge University Press.
Mueller, W.F. (1962) The origins of the basic inventions underlying Du Pont's major product
and process innovations, 1920-1950', in National Bureau of Economic Research The Rate and
Direction of Inventive Activity, Princeton, Princeton University Press.
Murphy, K., Shleifer, A. and Vishny, R. (1989) 'Industrialization and the big push'. Journal of
Political Economy, vol. 97, pp. 1003-26.
Musson, A.E. and Robinson, E. (1969) Science and Technology in the Industrial Revolution,
Manchester, Manchester University Press.
Nakamura, L. (1995) Is US Economic Performance really that Bad?, Federal Reserve Bank of
Philadelphia Working Paper no. 95-21.
Narula, R. (1996) Mtdtmational Investment and Economic Structure, London, Routledge.
Naslund, B. and Sellstedt, B. (1972) The Implementation and Use of Models for R and D Planning,
Stockholm, European Institute for Advanced Studies in Management.
Nasthakken, D. and Akhtar, A. (1994) Does the Highway Go South?, Ottawa, IDRC.
National Science Foundation (1945) Science, the Endless Frontier, a report to the President by
Vannevar Bush, reprinted 1960, Washington, NSF.
National Science Foundation (1973) Interactions of Science and Technology in the Innovative Process,
Final Report from the Battelle Columbus Laboratory, NSF-667, Washington, NSF.
Nelson, D. (1980) Frederick W. Taylor and the Rise of Scientific Management, Madison, University of
Wisconsin Press.
Nelson, R.R. (1959) The simple economics of basic scientific research', Journal of Political
Economy, vol. 67, pp. 297-306.
Nelson, R.R. (1962) The link between science and invention: the case of the transistor', in
National Bureau of Economic Research The Rate and Direction of Inventive Activity, Princeton,
Princeton University Press.
Nelson, R.R. (1973) 'Recent exercises in growth accounting: new understanding or dead end?',
American Economic Review, vol. 63, pp. 462-8.
Nelson, R.R. (1977) The Moon and the Ghetto: An Essay on Public Policy Analysis, New York,
Norton.
Nelson, R.R. (1981) 'Research on productivity growth and productivity differences: dead ends
and new departures', Journal c f Economic literature, vol. 19, pp. 1029-64.
Nelson, R.R. (1991) 'Why do firms differ, and how does it matter?', Strategic Management Journal,
vol. 12, no. 1.
Nelson, R.R. (ed.) (1993) National Systems cf Innovation: A Comparative Study, Oxford, Oxford
University Press.
Nelson, R.R. (1994) 'What has been the matter with neoclassical growth theory?', in Silverberg,
G. and Soete, L.L.G. (eds) The Economics of Growth and Technical Change, Aldershot, Elgar.
Nelson, R. (1996) The Sources cf Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Nelson, R.R., Peck, J. and Kalachek, E. (1967) Technology, Economic Growth and Public Policy,
Washington, DC, Brookings Institution.
Nelson, R.R. and Salomon, J-J (1979) Science and Technology in the New Economic Context, Paris,
OECD.
Nelson, R.R. and Winter, S.G. (1974) 'Neoclassical versus evolutionary theories of economic
growth'. Economic Journal, no. 84, pp. 886-905.
Nelson, R.R. and Winter S.G. (1977) 'In search of a useful theory of innovation', Research Policy,
vol. 6, no. 1, pp. 36-76.
Nelson, R.R. and Winter, S.G. (1982) An Evolutionary Theory of Economic Change, Cambridge,
MA, Harvard University Press.
Nevins, A. and Hill, F.E. (1954) Ford: The Times, the Man, the Company, New York, Scribner.
Niosi, J. (ed.) (1991) Technology and National Competitiveness: Oligopoly, Technological Innovation
and International Competition, Montreal, McGill University Press.
Nonaka, I. and Takeuchi, H. (1986) The new product development game', Harvard Business
Review, January-February, pp. 285-305.
Norris, K.P. (1971) The accuracy of project cost and duration estimates in industrial R and D', R
and D Management, vol. 2, no. 1, pp. 25-36.
508
Nye, D.E. (1990) Electrifying America: Social Meanings of a New Technology, Cambridge, MA, MIT
Press.
OECD (1963a) The Measurement of Scientific and Technical Activities (Frascati Manual), Paris,
OECD (new edn 1993).
OECD (1963b) Science, Economic Growth and Government Policy, Paris, OECD.
OECD (1967) The Overall Level and Structure of R&D Efforts in Member Countries, Paris, OECD.
OECD (1968) Gaps in Technology: Electronic Components, Paris, OECD.
OECD (1971a) R and D in OECD Member Countries: Trends and Objectives, Paris, OECD.
OECD (1971b) Science, Growth and Society (Brooks Report), Paris, OECD.
OECD (1980a) Technical Change and Economic Policy, Paris, OECD.
OECD (1980b) 'The measurement of the output of R and D activities: the 1980 conference on
science and technology indicators', mimeo, Paris, OECD.
OECD (1981) R and D Statistics, Paris, OECD.
OECD (1982) Historical Patent Statistics, Paris, OECD.
OECD (1988) New Technologies in the 1990s: a Socio-Economic Strategy (Sundqvist Report), Paris,
OECD.
OECD (1991) Technology in a Changing World, Paris, OECD.
OECD (1991) Technology and Productivity: The Challenges for Economic Policy, Paris, OECD.
OECD (1992) Technology and the Economy: The Key Relationships, Paris, OECD.
OECD (1993) The OECD Response, Interim Report by The Secretary-General, Paris, OECD.
OECD (1994, 1996) The OECD jobs Study, Paris, OECD.
OECD (1995) MSTl Database, Paris, OECD.
OECD (1996) Technology, Productivity and Job Creation, Vol. I and II, The OECD Job Strategy,
Paris, OECD.
Ohmae, K. (1990) The Borderless World, New York, Harper.
Olin, J. (1972) R and D Management Practices: Chemical Industry in Europe, Zurich, Stanford
Research Institute.
Ostry, S. (1995) Technology Issues in the International Trading System, October, mimeo, Paris,
OECD.
Pareto, V. (1913) 'Alcuni relazioni fra la stato sociale e la variazoni della prosperita economica',
Rivista Italiana di Socbbgia, September-December, pp. 501-48.
Pasinetti, L.L. (1981) Structural Change and Economic Growth: A Theoretical Essay on the Dynamics
of the Wealth of Nations, Cambridge, Cambridge University Press.
Patel, P. (1995) 'Localised production of technology for global markets', Cambridge journal of
Economics, vol. 19, no. 1, pp. 141-53.
Patel, P. and Pavitt, K. (1991) 'Large firms in the production of the world's technology: an
important case of "non-globalisation'", Journal of International Business Studies, vol. 22, pp. 1-
21 .
Patel, P. and Pavitt, K. (1992) 'The innovative performance of the world's largest firms: some
new evidence, Economics of Innovation and New Technologies, vol. 2, pp. 91-102.
Patterson, M. (1996) 'Innovation: managing the process', in Gaynor, G.H. (ed.) Handbook of
Technology Management, New York, McGraw Hill.
Paulinyi, A. (1982) 'Der technologietransfer fur die Metallbearbeitung und die preussische
Gewerbeforderung 1820-1850', in Blaich F. (ed.) Die Rolle des Staates fu r die wirtschaflliche
Entwicklung, Berlin, Blaich, pp. 99-142.
Pavitt, K.L.R. (1971) The Conditions for Success in Technobgical Innovation, Paris, OECD.
Pavitt, K.L.R. (ed.) (1980) Technical Innovation and British Economic Performance, London,
Macmillan.
Pavitt, K.L.R. (1982) 'R and D, patenting and innovative activities: a statistical exploration',
Research Policy, vol. 11, no. 1, pp. 33-51.
Pavitt, K. (1984) 'Patterns of technical change: towards a taxonomy and a theory", Research
Policy, vol. 13, no. 6, pp. 343-73.
Pavitt, K.L.R. (1985) Technology transfer among industrially advanced countries: an overview',
in Rosenberg, N. and Frischtak, C. (eds) International Technology Trends, New York, Praeger.
Pavitt, K. (1993) "What do firms learn from basic research?', in Foray, D. and Freeman, C. (eds)
Technology and the Wealth of Nation's, London, Macmillan.
Pavitt, K. (1996) "National policies for technical change: where are the increasing returns to
509
economic research?'. Proceedings of the National Academy cf Science, USA, vol. 93, pp. 12693-
700.
Pavitt, K. (1996) 'Road to ruin', New Scientist, no. 2041, 3 August, pp. 32-6.
Pavitt, K.L.R., Robson, M. and Townsend, J. (1987) "The size distribution of innovative firms in
the UK: 1945-1983', Journal c f Industrial Economics, vol. 35, no. 3, March, pp. 297-319.
Pavitt, K.L.R. and Soete, L.L.G. (1980) 'Innovative activities and export shares', in Pavitt, K. (ed.)
Technical Innovation and British Economic Performance, Macmillan, London.
Pavitt, K.L.R. and Soete, L.L.G. (1981) International differences in economic growth and the
international location of innovation', in Giersch, H. (ed.) Emerging Technologies: The
Consequences for Economic Growth, Structural Change and Employment, Tübingen, Mohr.
Pavitt, K.L.R. and Walker, W. (1976) 'Government policies towards industrial innovation: a
review', Research Policy, vol. 5, no. 1, pp. 1-97.
Pearce, D. and Turner, R.K. (1984) The economic evaluation of low and non-waste
technologies', Resources and Conservation, vol. 11, pp. 27-43.
Pearce, D., Markandya, A. and Barbier, E.B. (1989) Blueprint for a Green Economy, London,
Earthscan.
Pearce, R. and Singh, S. (1991) Globalising Research and Development, London, Macmillan.
Pearl, M.L. (1978) The iron and steel industry', in Williams, T.L. (ed.) History of Technology, vol.
VI, pp. 462-99, Oxford, Clarendon Press.
Pearson, A.W. (1990) Innovation strategy', Technovation, vol. 10, no. 3, pp. 185-92.
Peck, J. (1968) 'British science and technology: the costs of overcommitment and gains from
selectivity', in Caves, R. (ed.) British Economic Prospects, Washington, DC, Brookings
Institution.
Peck, J. and Goto, A. (1981) Technology and economic growth, the case of Japan', Research
Policy, vol. 10, pp. 222-43.
Peck, J. and Scherer, F.M. (1962) The Weapons Acquisitions Process: An Economic Analysis,
Cambridge, MA, Harvard University Press.
Peck, M.J. and Wilson, R (1982) 'Innovation, imitation and comparative advantage: the case of
the consumer electronics industry', in Giersch, H.
Penrose, E. (1959) The Theory of the Growth of the Firm, Oxford, Blackwell.
Perez, C. (1983) 'Structural change and the assimilation of new technologies in the economic and
social system', Futures, vol. 15, no. 5, pp. 357-75.
Perez, C. (1985) 'Micro-electronics, long waves and world structural change: new perspectives
for developing countries, World Development, vol. 13, no. 3, pp. 441-63.
Perez, C. (1988) 'New technologies and development', in Freeman C. and Lundvall, B-A. (eds.),
Small Countries Facing the Technological Revolution, London, Pinter, pp. 85-97.
Perez, C. (1989) Technical change, competitive restructuring and institutional reform in
developing countries'. World Bank Strategic Planning and Review, Discussion Paper 4,
Washington, DC, World Bank, December.
Perez, C. and Soete, L. (1988) 'Catching up in technology: entry barriers and windows of
opportunity', in Dosi, G. et al. (eds) Technical Change and Economic Theory, London, Pinter, pp.
458-79.
Petroski, H. (1989) 'H D Thoreau, engineer", American Heritage of Invention and Technology, New
Haven, Yale University Press, pp. 8-16.
Phelps, F.S. (1966) 'Models of technical progress and the golden rule of research', Review of
Economic Studies, vol. 33, pp. 133-45.
Phillips, A. (1971) Technology and Market Structure, Lexington, Lexington Books.
Piore, M. and Sabel, C. (1984) The Second Industrial Divide: Possibilities for Prosperity, New York,
Basic Books.
Polanyi, M. (1962) The republic of science', Minerva, vol. 1, no. 1, pp. 54-72.
Poon, A. (1993) Tourism, Technology and Competitive Strategies, Wallingford, CAB International.
Porat, M.U. (1977) The Information Economy: Definition and Measurement, vols 1-9, Washington,
USGPO.
Porter, M. (1990) The Competitive Advantage of Nations, New York, Free Press.
Posner, M. (1961) 'International trade and technical change', Oxford Economic Papers, vol. 13, pp.
323-41.
510
Postan, M.M., Hay, D. and Scott, J.D. (1964) 'Design and development of weapons', in History of
Second World War, London, HMSO.
Prahalad, C.K. and Hamil, G. (1990) 'The core competence of the corporation', Harvard Business
Review, May-June, pp. 79-91.
Prais, S.J. (1981) 'Vocational qualifications of the labour force in Britain and German/, National
Institute Economic Review, no. 98, pp. 47-59.
Prest, A.R. and Turvey, R. (1996) 'Cost-benefit analysis: a survey', in Surveys of Economic Theory,
vol. 3, for the American Economic Association and the Royal Economic Society, New York, St
Martin's Press.
Price, D. de Solla (1963) Little Science, Big Science, New York, Columbia University Press.
Price, D.J. de Solla (1965) Ts technology historically independent of science?', Technology and
Culture, vol. 6, no. 4, p. 553.
Price, W.J. and Bass, L.W. (1969) 'Scientific research and the innovative process', Science, voL
164, no. 3881, pp. 802-6.
Pursell, C.W. (ed.) (1991) Technology in America: A History of Individuals and Ideas, Cambridge,
MA, MIT Press.
Quinn, J.B. (1986) Innovation and corporate strategy: managed chaos, in Horwitch, M. (ed.)
Technology in the Modem Corporation: A Strategic Perspective, Oxford, Pergamon Press.
Quintella, R.H. (1993) The Strategic Management of Technology, London, Pinter.
Radio Corporation of America (1963) Thru Historical Views, New York, RCA.
Radosevic, S. (1996) Transfer cf Technology, Maastricht, INTECH.
Reddy, A.S.P. and Sigurdson, J. (1994) 'Emerging patterns of globalisation of corporate R&D
and scope for innovation capability building in developing countries', Science and Public
Policy, vol. 21, pp. 283-99.
Reinert, E. (1993) 'Catching up from way behind: a Third World perspective on First World
history', in Fagerberg, J., Verspagen, B. and von Tunzelmann, N. (eds) The Dynamics cf
Technology, Trade and Growth, Cheltenham, Elgar.
Reinert, E. (1994) 'Symptoms and causes of poverty: underdevelopment in a Schumpeterian
system', Forum for Development Studies, nos. 1-2, pp. 71-109.
Reinert, E. (1997) The role of file State in economic growth', Working Paper 1997-5, Centre for
Development and Environment, University of Oslo.
Reinert, E.S. (1980) International Trade and the Economic Mechanism of Underdevelopment, New
York, Graduate School of Cornell University.
Research Policy (1987) special issue on Output Measurement, vol. 16, nos. 2-4.
Ricardo, D. (1821) Principles of Political Economy and Taxation, London.
Rip, A., Misa, T.J. and Schot, J. (eds) (1995) Managing Technology in Society: The Approach cf
Constructive Technology Assessment, London, Pinter.
Roberts, E.B. (1968) The myths of research management', Science and Technology, no. 80, pp. 40-
46.
Roberts, E.B. (1991) The technological base of the new enterprise', Research Policy, vol. 20, no. 4,
pp. 283-98.
Robertson, A.B. and Frost, M. (1978) 'Duopoly in the scientific instrument industry: the milk
analyser case', Research Policy, vol. 7, no. 3, pp. 292-316.
Romer, P. (1986) 'Increasing returns and long-run growth', Journal of Political Economy, vol. 94,
no. 5, pp. 1002-37.
Romer, P.M. (1990) 'Endogenous technological change', Journal of Political Economy, vol. 98, pp.
71-102.
Rosegger, G. (1996), The Economics of Production and Innovation: An Industrial Perspective, Third
Edition, Oxford, Buttersworth.
Rosenberg, N. (1969) The direction of technological change: inducement mechanisms and
focusing devices'. Economic Development and Cultural Change, vol. 19, pp. 1-24.
Rosenberg, N. (1976) Perspectives on Technology, Cambridge, Cambridge University Press.
Rosenberg, N. (1982) Inside the Black Box: Technology and Economics, Cambridge, Cambridge
University Press.
Rosenberg, N. (1990) 'Why do firms do basic research with their own money?', Research Policy,
vol. 19, no. 2, pp. 165-75.
511
Rosenberg, N. (1994) Exploring the Black Box: Technology, Economics and History, Cambridge,
Cambridge University Press.
Rosenberg, N., Landau, R. and Mowery, D.C. (eds) (1992) Technology and the Wealth cf Nations,
Stanford, Stanford University Press.
Rostow, W.W. (1960) The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto, Cambridge,
Cambridge University Press.
Rothschild Report (1971) A Frameworkfor Government Research and Development, London, HMSO.
Rothwell, R. (1976) Innovation in Textile Machinery: Some Significant Factors in Success and Failure,
SPRU Occasional Paper no. 2, Brighton, University of Sussex.
Rothwell, R. (1979) Technical Change and Competitiveness in Agricultural Engineering: The
Performance of the UK Industry, SPRU Occasional Paper no. 9, Brighton, University of Sussex.
Rothwell, R. (1992) 'Successful industrial innovation: critical factors for the 1990s', SPRU 25th
Anniversary, Brighton, University of Sussex, reprinted in R&D Management, vol. 22, no. 3, pp.
221-39.
Rothwell, R. (1994) 'Industrial innovation: success, strategy, trends', in Dodgson, M. and
Rothwell, R. (eds) Handbook c f Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Rothwell, R and Gardiner, P. (1988) 'Re-innovation and robust design: producer and user
benefits' Journal cf Marketing Management, vol. 3, no. 3, pp. 372-87.
Rothwell, R., Freeman, C., Horsley, A., Jervis, V.TP., Robertson, A.R. and Townsend, J. (eds)
(1974) 'SAPPHO updated - project SAPPHO phase 2', Research Policy, vol. 3, no. 3, pp. 258-
91.
Rothwell, R. and Dodgson, D. (1994) 'Innovation and size of firms', in Dodgson, M. and
Rothwell, R. (eds) The Handbook of Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Rothwell, R. and Zegveld, W. (1982a) Innovation and the Small and Medium-sized Firm, London,
Pinter.
Rothwell, R. and Zegveld, W. (1982b) Industrial Innovation and Public Policy, London, Pinter.
Rubenstein, A. (1966) 'Economic evaluation of R and D: a brief survey of theory and practice',
Journal c f Industrial Engineering, vol. 17, no. 11, pp. 615-20.
Ruigrok, W. and van Tulder, R. (1995) The Logic of InternationalRe-structuring, London,
Routledge.
Rush, H. and Bessant, J. (1996) 'Building bridges for innovation: the role of consultants in
technology transfer', Research Policy, vol. 24, pp. 97-114.
Saechtling, H. (1961) Werkstcffe aus Menschenhand, Munich.
Sako, M. (1992) Contracts, Prices and Trust: How the Japanese and British Manage their Sub
contracting Relationships, Oxford, Oxford University Press.
Sakus, H. (1987) Centenary Address to the Canadian Engineering Institute, Montreal.
Salomon, J-J (1973) Science and Politics, London, Macmillan.
Salomon, J-J (1985) Le Gauloise, he Cowboy et Le Samurai, Paris, CNAM.
Samuelson, PA. (1967) Economics, 7th edn, New York, McGraw-Hill.
Saviotti, P. and Metcalfe, J.S. (eds) (1991) Evolutionary Theories of Economic andTechnological
Change, Chur, Harwood.
Saxenian, A. (1991) 'The origins and dynamics of production networks in Silicon Valley',
Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 423-9.
Scherer, F.M. (1965a) 'Size of firm, oligopoly and research: a comment', Canadian Journal of
Economics and Political Science, vol. 31, no. 2, pp. 256-66.
Scherer, F.M. (1965b) 'Firm size, market structure, opportunity and the output of patented
inventions', American Economic Review, pp. 1097-1123.
Scherer, F.M. (1992a) International High Technology Competition, Cambridge, MA, Harvard
University Press.
Scherer, F.M. (1992b) 'Schumpeter and plausible capitalism', Journal cf Economic Literature, vol.
30, pp. 1416-33.
Scherer, F.M. (ed.) (1992c) Monopoly and Competition Policy, Library of Critical Writings in
Economics, Cheltenham, Elgar.
Scherer, F.M. (ed.) (1994) Monopoly and Competition Policy, Library of Critical Writings in
Economics, Cheltenham, Elgar.
Scherer, F.M. (1997) The distribution of profits from invention', final report (mimeo),
Cambridge, MA, John F. Kennedy School of Government, Harvard University.
512
Schmookler, J. (1965) 'Catastrophe and utilitarianism in the development of basic science', in
Tybout, R. (ed.) The Economics of Research and Development, Columbus, Ohio State University
Press.
Schmookler,J. (1966)Inventionand Economic Growth, Cambridge, MA, Harvard University Press.
Schneider, J. and Ziesemer, T. (1995) 'What's New and What's Old in New Growth Theory,
Endogenous Technology, Microfoundations and Growth Rate Predictions', Zeitschrift fiir
Weltwirtschqfts- und Soziahoissenschaften, vol. 115, pp. 425-72.
Schneider, J. and Ziesemer, T. (1996) 'What's new and what's old in new growth theory:
endogenous technology, microfoundation and growth rate predictions', Zeitschrift fiir
Y/irtschafts - und Sozialwirtschaften, no. 115, pp. 429-72.
Schot, J. (1992) The policy relevance of the quasi-evolutionary model: the case of stimulating
clean technologies', in Coombs, R., Saviotti, P. and Walsh, V. (eds) Technological Change and
Company Strategies, London, Academic Press, pp. 185-200.
Schott, K (1975) Industrial R and D expenditures in the UK an econometric analysis', DPhil
thesis, Oxford University.
Schott, K (1976) 'Investment in private industrial R and D in Britain', Journal of Industrial
Economics, vol. 25, no. 2, pp. 81-99.
Schott, B. and Muller, W. (1975) 'Process innovations and improvements as a determinant of the
competitive position in the international plastics market', Research Policy, vol. 4, pp. 88-105.
Schumpeter, J.A. (1912) Théorie der wirtschqftlichen Entwiddung, Leipzig, Duncker & Humboldt.
English translation The Theory of Economic Development, Harvard (1934).
Schumpeter, JA. (1928) "The instability of capitalism', Economic Journal, pp. 361-86.
Schumpeter, J.A. (1939) Business Cycles: A Theoretical, Historical and Statistical Analysis of the
Capitalist Process, 2 vols, New York, McGraw-Hill.
Schumpeter, J A (1942) Capitalism, Socialism and Democracy, New York, Harper & Row.
Sdberras, E. (1977) Multinational Electronic Companies and National Economic Policies, Greenwich,
JAI Press.
Sdberras, E. (1981) Technical innovation and international competitiveness in the television
industry', Omega, pp. 585-96.
Sdence Policy Research Unit (1972) Success and Failure in Industrial Innovation, London, Centre
for the Study of Industrial Innovation.
Sdtovsky, T. (1977) The Joyless Economy: An Inquiry into Human Satisfaction and Consumers'
Dissatisfaction, Oxford, Oxford University Press.
Scott, A.J. (1991) The aerospace-electronics industrial complex of Southern California: the
formative years 1940-1960', Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 439-57.
Scott, M.F. (1989) A New View of Economic Growth, Oxford, Clarendon Press.
Scoville, W. (1951) 'Minority migration and the diffusion of technology', Journal c f Economic
History, vol. 11, pp. 347-60.
Searle, J. (1995) The Construction of Social Reality, London, Penguin Books.
Seiler, R (1965) Improving the Effectiveness of Research and Development, Maidenhead, McGraw-
Hill.
Senker, J. (1991) Information technology and Japanese investment in Europe: implications for
skills, employment and growth', Futures, vol. 20, pp. 36-56.
Senker, J. (1995) Tadt knowledge and models of innovation, Industrial and Corporate Change, voL
4, no. 2, pp. 425-47.
Senker, J.M. and Faulkner, W. (1994) 'Making sense of diversity: public-private research linkage
in three technologies', Research Policy, vol. 23, no. 6, 673-96.
Servan-Schreiber, J. (1965) The American Challenge, Harmondsworth, Penguin (English
translation of Le Défi Américain, Paris, 1965).
Shackle, G.L.S. (1955) Uncertainty in Economics and other Reflections, Cambridge, Cambridge
University Press.
Shackle, G.L.S. (1961) Decision, Order and Time in Human Affairs, Cambridge, Cambridge
University Press.
Sharp, M. (1991) 'Pharmaceuticals and biotechnology', in Freeman, C., Sharp, M. and Walker,
W. (eds) Technology and the Future of Europe, London, Pinter.
Sherwin, C.W. and Isenson, R.S. (1966) First Interim Report on Project 'Hindsight', Washington,
Office of the Director of Defence Research and Engineering.
513
Shimshoni, D. (1966) 'Aspects of scientific entrepreneurship', DPhil thesis, Harvard.
Shimshoni, D. (1970) The mobile scientist in the American instrument industry', Minerva, vol. 8,
no. 1, pp. 59-89.
Silverberg, G., Dosi, G. and Orsenigo, L. (1988) 'Innovation, Diversity and Diffusion: A Self-
Organisation Model', Economic Journal, vol. 98, pp. 1032-54.
Silverberg, G. and Lehnert, D. (1994) 'Growth fluctuations in an evolutionary model of creative
destruction', in Silverberg, G. and Soete, L. (eds). The Economics of Growth and Technical
Change, Aldershot, Edward Elgar.
Singer, C., Holmyard, E.J., Hall, A.R. and Williams, T.J. (eds) (1954-78) A History of Technology
(6 vols), Oxford, Clarendon Press.
Sirilli, G. (1982) The researcher in Italian industry', mimeo, Science Policy Research Unit,
University of Sussex.
Skoie, H. (1996) 'Basic research- a new funding dimate?', Science and Public Policy, vol. 23, no. 2,
pp. 66-75.
Sloan, A. (1963) M y Years with General Motors, New York, Doubleday.
Smart, T. (1996) lack Welch's encore: how GE's chairman is remaking his company - again',
Business Week, 28 October, pp. 43-50.
Smith, A. (1776) An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Dent edn (1910).
Smith, A. and Venables, T. (1988) 'Completing tire Internal Market in the European
Community', European Economic Review, vol. 32 (7), pp. 1501-25.
Soete, L.L.G. (1979) 'Firm size and inventive activity: the evidence reconsidered', European
Economic Review, vol. 12, pp. 319-40.
Soete, L.L.G. (1981) 'A general test of technological gap trade theory', Weltwirtschaftliches Archiv,
vol. 117, no. 4, pp. 638-66.
Soete, L. (1987) The newly emerging information technology sector', in Freeman, C. and Soete,
L. (eds) Technical Change and Full Employment, Oxford, Biackwell.
Soete, L.L.G. (1989) The impact of technological innovation on international trade patterns: the
evidence reconsidered', Research Policy, vol. 16, nos. 2-4, pp. 101-30.
Soete, L.L.G. (1991) Synthesis Report, TEP, Technology in a Changing World, Paris, OECD.
Soete, L.L.G. (1994) Technology, Economy and Productivity, TEP Report, Paris, OECD.
Soete, L.L.G. (1996) 'New technologies and measuring the real economy: the challenges ahead',
paper prepared for the 1STAT Conference on 'Economic and Sodal Challenges in the 21st
Century', Bologna, 5-7 February.
Soete, L.L..G. and Arundel, A. (1993) An Integrated Approach to European Innovation and
Technology Diffusion Policy: A Maastricht Memorandum, Commission of the European
Communities.
Soete, L.L.G. and Kamp, K. (1996) The 'Bit Tax": the case for further research', Science and Public
Policy, vol. 23, no. 6, pp. 353-60.
Soete, L. and Turner, R. (1984) Technology Diffusion and the Rate of Technical Change',
Economic Growth and the Structure of Long-Term Development, New York, St. Martin's Press.
Solo, R. (1980) Across the High Technology Threshold: The Case of Synthetic Rubber, Norwood PA,
Norwood Editions.
Solow, R.M. (1956) 'A contribution to the theory of economic growth', Quarterly Journal of
Economics, vol. 70, pp. 65-94.
Solow, R.M. (1957) Technical progress and the aggregate production function', Review of
Economics and Statistics, vol. 39, pp. 312-20.
Steinmuller, E. (1994) 'Basic research and industrial innovation', in Dodgson, M. and Rothwell,
R. (eds) Handbook of Industrial Innovation, Cheltenham, Elgar.
Stirling, A. (1994) The act of technology choice', DPhil thesis, University of Sussex.
Stokes, D.E. (1993) 'Pasteur's quadrant: a study in policy science ideas', mimeo draft, Princeton
University.
Stoneman, P. (1987) The Economic Analysis of Technological Change, Oxford, Oxford University
Press.
Stoneman, P. (ed.) (1995) Handbook cf the Economics of Innovation and Technological Change,
Oxford, Blackwell.
Storper, M. and Harrison, B. (1991) 'Flexibility, hierarchy and regional development: the
514
changing structure of industrial production systems and their form of governance in the
1990s, Research Policy, vol. 20, no. 5, pp. 407-23.
Strange, S. (1988) States and Markets, New York, Blackwell.
Sturmey, S.G. (1958) The Economic Development of Radio, London, Duckworth.
Supple, B. (1963) The Experience of Economic Growth: Case Studies in Economic History, New York,
Random House.
Surrey, A.J. and Thomas, S.D. (1980) Worldwide Nuclear Plant Performance Lessons for Technology
Policy, SPRU Occasional Paper no. 10, University of Sussex.
Swann, P. (ed.) (1993) New Technologies and the Firm, London, Routledge.
Symeonidis, G. (1996) Innovation, Firm Size and Market Structure: Schumpeterian Hypotheses and
Some New Themes, OECD Economics Department Working Paper no. 161, Paris, OECD.
Szakasits, G. (1974) The adoption of the SAPPHO method in the Hungarian electronics
industry'. Research Policy, vol. 3, no. 1, pp. 18-28.
Takeuchi, H. and Nonaka, I. (1986) The new product development game', Harvard Business
Review, January-February, pp. 285-305.
Tamura, S. (1986) Reverse Engineering, A Characteristic of Japanese Industrial R&D Activities,
Tokyo, Saitama University.
Taylor, C. and Silberston, A. (1973) The Economic Impact of the Patent System, Cambridge,
Cambridge University Press.
Teece, D.J. (1986) 'Profiting from technological innovation: implications for integration,
collaboration, licensing and public policy', Research Policy, vol. 15, no. 6, pp. 285-305.
Teece, D. (ed.) (1987) The Competitive Challenge: Strategies for Industrial Innovation and Renewal,
Cambridge, MA, Ballinger.
Telefunken (1928) 25 Jahre Telefunken.
Telefunken (1953) 50 Jahre Telefunken.
Ter Meer, F. (1953) Die IG Farben, Düsseldorf [publisher not known].
Teubal, M. (1987) Innovation Performance, Learning and Government Policy: Selected Essays,
Madison, University of Wisconsin Press.
Teubal, M., Amon, N. and Trachtenberg, M. (1976) 'Performance in innovation in the Israeli
electronics industry', Research Policy, vol. 5, no. 4, pp. 354-79.
Teubal, M. and Steinmueller, E. (1982) 'Government policy, innovation and economic growth,
lessons from a study of satellite telecommunications'. Research Policy, vol. 11, pp. 271-87.
Thomas, H. (1970) 'Econometric and decisions analysis: studies in R and D in the electronics
industry', PhD thesis, University of Edinburgh-
Tidd, J., Bessant, J. and Pavitt, K. (eds) (1997) Managing Innovation: Integrating Technological,
Market and Organizational Change, Chichester, Wiley.
Tilton, J. (1971) International Diffusion of Technology: The Case of Semi-Conductors, Washington,
DC, Brookings Institution.
Tisdell, C. (1981) Science and Technology Policy: Priorities of Governments, London, Chapman &
Hall.
Tobin, S. (1955) The Application of the Multi-variate Probit Analysis to Economic Survey Data,
Cowles Foundation Discussion Paper no. 1, New Haven.
Townsend, E.C. (1969) Investment and Uncertainty, Harlow, Oliver & Boyd.
Townsend, J. (1976) Innovation in Coal-mining Machinery - the Anderton Shearer loader and the Role
of the NCB and Supply Industry in its Development, SPRU Occasional Paper no. 3, University of
Sussex.
Townsend, J., Harwood, F., Thomas, G., Pavitt, K. and Wyatt, S. (1976) Science and Technology
Indicators for the UK: Innovations in Britain since 1945, SPRU Occasional Paper no. 16,
University of Sussex.
Turner, D.F. and Williamson, O.E. (1971) 'Market structure in relation to technical and
organizational innovation', in Heath, J.B. (ed.) International Conference on Monopolies, Mergers
and Restrictive Practices, London, HMSO.
Tweedale, G. (1987) Sheffield Steel and America: A Century of Technical and Commercial
Interdependence, 1830-1930, Cambridge, Cambridge University Press.
UNESCO (1970) Measurement of Output of Research and Experimental Development, Paris,
UNESCO.
515
US Department of Commerce (1967) Technological Innovation: Its Environment and Management,
Washington, DC, USGPO.
US National Research Council (1989) Materials Science and Engineeringfor the 1990s, Washington,
National Academy Press.
US Senate Committee (1995) KG Abraham, Commissioner Bureau of Labour Statistics before the
Senate Finance Committee, 13 March 1995.
Utteiback, J.M. (1993) Mastering the Dynamics of Innovation, Boston, Harvard Business School
Press.
Uzawa, H. (1961) 'On a two-sector model of economic growth', Review of Economic Studies, vol.
29, no. 1, pp. 40-47.
Uzawa, H. (1965) 'Optimum technical change in an aggregative model of economic growth,
International Economic Review, vol. 6, pp. 18-31.
Van Boxsel, J.A.M. (1989) 'Constructive technology assessment in the Netherlands: building a
bridge between R&D policy and TA', paper presented to the symposium 'Range and
Possibilities of Technology Assessment7, Stuttgart
van Gelderen, J. (1913) 'Springvloed Beschouwingen over industrielle Ontwikkeling en
prijsbeweging , De Nieuwe Tijd, vol. 184, nos. 5 and 6, English translation by B. Verspagen in
(ed.) Freeman, C. (1996).
Verdoom, P.J. (1949) 'Fattori che regolano lo sviluppo della produttiviti del lavoro', L'lndustria,
no. 1, pp. 45-53.
Verdoom, P.J. (1980) 'Verdoom's Law in retrospect: a comment', Economic Journal, vol. 90, June,
pp. 382-5.
Vernon, R. (1966) 'International investment and international trade in the product cycle',
Quarterly Journal of Economics, vol. 80, pp. 190-207.
Verspagen, B. (1992) 'Endogenous innovations in neo-classical growth models: a survey7, Journal
of Macro-Economics, vol. 14, no. 4, pp. 631-62.
Verspagen, B. (1993) Uneven Growth between Interdependent Economies: The Evolutionary Dynamics
of Growth and Technology, Aldershot, Avebury.
Verspagen, B. (1994) Technology and growth: the complex dynamics of convergence and
divergence, in Silverberg, G. and Soete, L. (eds) The Economics of Growth and Technical Change,
Aldershot, Elgar.
Villaschi, A.F. (1993) The Bra z ilia n national system of innovation: opportunities and constraints
for transforming technological dependency7, DPhil diesis, University of London.
Vivarelli, M. (1995) The Economics of Technology and Employment: Theory and Empirical Evidence,
Aldershot, Elgar.
Void, R. (1990) 'Why internal combustion?', American Heritage of Invention and Technology, Fall,
pp. 42-7.
von Hippel, E. (1976) The dominant role of users in the scientific instrument innovation
process'. Research Policy, vol. 5, no. 3, pp. 212-39.
von Hippel, E. (1978) 'A customer-active paradigm for industrial product idea generation'.
Research Policy, vol. 7, no. 2, pp. 240-66.
von Hippel, E. (1988) The Sources of Innovation, Oxford, Oxford University Press,
von Tunzelmarm, G.N. (1978) Steam Power and British Industrialisation to 1860, Oxford, Oxford
University Press.
von Tunzelmann, G.N. (1993) Technology in the early nineteenth century7, in Floud, R.C. and
McCloskey, D.N. (eds) The Economic History of Great Britain, 2nd edn, vol. 1, Chapter 11,
Cambridge, Cambridge University Press,
von Tunzelmann, G.N. (1995a) Technology and Industrial Progress: The Foundations of Economic
Growth, Cheltenham, Elgar,
von Tunzelmann, G.N. (1995b) Time-saving technical change: foe cotton industry in foe English
industrial revolution', Explorations in Economic History, vol. 32, pp. 1-27.
Wade, R. (1990) Governing the Market: Economic Theory and the Role of Government in East Asian
Industrialisation, Princeton, Princeton University Press.
Wakelin, K. (1997) Links between Trade and Technology: A Microeconomic and Macroeconomic Study,
Aldershot, Elgar.
Walsh, V. (1984) Invention and innovation in foe chemical industry: demand-pull or discovery
push?'. Research Policy, vol. 13, pp. 211-34.
516
Walsh, V., Townsend, J., Achilladelis, B.G. and Freeman, C. (1979) Trends in invention and
innovation in the chemical industry7, mimeo, Science Policy Research Unit, University of
Sussex.
Ward, W.H. (1967) The sailing ship effect7, Bull Inst Physics, vol. 18, p. 169.
Watson, T.J. (1963) "Meeting the challenge of growth7, McKinsey Foundation Lecture, no. 2.
Weber, M. (1922) Economy and Society, New York, Bedminster Press (1968).
Whiston, T. (1991) "Forecasting the world's problems: the last empire, the corporatisation of
society and the diminution of self", Futures, March, pp. 163-78.
Whiston, T.G. (1992) Managerial and Organisational Integration: The Integrative Enterprise, London,
Springer.
Wiener, N. (1949) The Human Use of Human Beings: A Cybernetic Approach, New York, Houghton
Mifflin.
Wilkins, G. (1967) 'A record of innovation and exports', in Teeling-Smith, G. (ed.) Innovation and
the Balance of Payments, London, Office of Health Economics.
Williams, R. and Edge, D. (1996) "The social shaping of technology", Research Policy, vol. 25, no.
6, pp. 865-901.
Williamson, O.E. (1975) Markets and Hierarchies: Analysis and Antitrust Implications. A Study in the
Economics of Internal Organization, New York, Free Press.
Williamson, O.E. (1985) The Economic Institutions of Capitalism, New York, Free Press.
Williamson, O.E. and Winter, S.G. (eds) (1993) The Nature of the Firm: Origins, Evolution and
Development, New York, Oxford University Press.
Wilson, C. (1955) The entrepreneur in the industrial revolution in Britain", Explorations in
Economic History, vol. 7, no. 3, pp. 129-45.
Winter, S.G. (1986) 'Comments on Arrow and Lucas', Journal of Economics, no. 54, pp. 427-34.
Winter, S.G. (1988) 'On Coase, competence and the corporation', Journal of Law, Economics and
Organisation, vol. 4, pp. 163-80.
Wise, T.A. (1966) "IBM's $5,000,000,000 gamble', Fortune, September.
Witt, U. (ed.) (1991) Evolutionary Economics, The International Library of Critical Writings in
Econonomics, Vol. 25, Aldershot, Elgar.
Womack, J.T., Jones, D.T. and Roos, D. (1990) The Machine that Changed the World, New York,
Rawson Associates.
Wood, A. (1994) North-South Trade, Employment and Inequality: Changing Fortunes in a Skill-driven
World, Oxford, Clarendon Press.
World Bank (1991) World Development Report, 1991, New York, Oxford University Press.
World Bank (1993) East Asian Miracle: Economic Growth and Public Policy, Washington, DC,
World Bank.
Wynn, M.R. and Rutherford, G.H. (1964) "Ethylene's unlimited horizons', European Chemical
News: Large Plants Supplement, 16 October.
Yakushiji, T. (1986) Technological emulation and industrial development', DAEST/Stanford
Conference on Innovation Diffusion, Venice.
Yarsley, V.E. and Couzens, E.G. (1956) Plastics in the Service of Man, Harmondsworth, Penguin.
Young, A.A. (1928) "Increasing returns and economic progress', Economic Journal, vol. 38, pp.
527-42.
Ziman, J. (1994) Prometheus Bound: Science in a Dynamic Steady State, Cambridge, Cambridge
University Press.
Zuse, K. (1961) 25 /afire Entvriddung Programmgesteuerter Rechenanlagen, Hersfeld.
517
Dizin
ABD
aristokratlar (soylular), 48
firm alar, 202, 212, 286, 317, 355 arızalar, 8-9
ulusal y e n ilik sistemi, 67, 340, A rjantin, 253, 351
patentler, 177, 394-395 A rkw right, R-, 36, 44, 49, 55, 60
Proprietary D rug Laboratoıy, 283 Armstrong, E., 195
A&G, 264
A rrow, К. J ., 297, 303, 372, 428
köleci ekonomi, 67 Arthur, В., 163, 197
çelik, 69-70
Ashton, T. S., 44, 48-49, 53
Abramovitz, M . A., 360, 366, 381-382
A sya, 14, 42-43, 57, 317, 337, 339, 350-351, 357, 358.
ve David, P. A., 66, 68, 367
361, 365, 401,403, 413, 424, 452
Achilladelis, B. G„ 1 2 2 ,2 5 4 ,2 5 6 Augsdorfer, P., 281
Aghion, P. ve Howitt, P., 373, 376, 382 Autio, E., 274
akış liretim teknikleri, 347
ayakkabı sanayi, 148
algılam a teknolojisi, A&G yatırım ı, 475
azgelişm işlik ve teknolojinin yayılm ası, 402
Ailen, G. C., 182, 199, 318
Ailen, J . A., 143
Baba, Y., 199
Ailen, J . M . ve N orris, K. P., 282-283, 309-312 Babbage, С., 161-162, 202
Alm anya, 66, 102 Baekeland, L., 101, 126-127, 192, 231, 236
alüm ina, apatit, 156 bağlantılı ekonomiler
Amable, B., 363, 373 Baines, E., 42, 45
ve Verspagen, B., 390 Baker, N. R. ve Pound, W . H., 289
Amendola, G. e t a l , 390
Ball, N. R., 86
American Telephone and Telegraph BA SF, 102-105, 111-112, 122, 130, 145-147, 230, 256
Com pany (AT&T), 192 Bass, L. W . ve Price, W . J . , 313. 344, 428
Amerikan İç Savaşı, 62, 71, 77 başarı, 243
Amonyak
Faktörleri, 255
Haber-Bosch prosesi, 234
başarısızlık, 229, 236-242
Sentezi, 105, 239, 256
değerler endeksi, 249
Anderton sıyırıcı-yükleyicisi, 252
Baver, 102-103, 111, 130, 142, 256, 344
Apollo XI, 262
BBC, 195,219
Appleyard, M : M . et a l, 215 beceri sapması, 462
araştırıcılar, çalışm a süresi, 294-295
Bejar, L. E. M ., 145-147
A raştırm a ve Geliştirme (A&G)
Belden, T. G. ve Belden, M . R., 206
bütçelemesi, 297 Bell, G., 77
Doğu Avrupa, 12, 348, 445 Bell, M ., 253
etkinliği, 13
ve Arif’fın, N., 356
değerlendirm e şeması, 292
Belussi, F., 325
harcam alar, 13, 346 Benetton, 325-326, 328
ve firma büyüklüğü, 259-265
Bennett Lawes, J . , 101
gayri safı, 13, 15, 346
Bentley, Т., 50-51, 53
patentler ve istihdam, 264 Bernal, J . D., 4-5, 83, 238, 345-346, 440, 465
kam u, 439, 446
Bessem er prosesi, 69-71
desteklem e,264, 439 beşeri serm aye, 255, 372-373, 375, 406, 414
askeri, 421-422, 426, 428, 437, 442, 445, 447 BETEMAX, 197
profesyonel, 344-347 Bhagw ati, J . N.. 385
profesyonelleşme, 11-16 bilgi
sensör teknolojisi,475
sınıflandırılm ası, 459
ABD araştırm a, 262, 264 sanayi, 5-6
ArifPın, N. Ve Bell, M ., 356, 358
kapalı, 459-460, 466
dünya stoku, 311
519
B ilgisayar (A SC C ), 203 Cooray, N., 128
b ilgisayarlar, 187-188, 202 Cortam (sentetik deri), 129, 148, 240, 279, 286
PC, 208 C ourtauld’s, 127, 153
teknik ilerlem e, 188 Crafts, N., 41, 46
hizmetleri, 458 Cringeley, R., 208-209
(CAD ) B ilgisayar Destekli Tasarım , 100, 274 Crompton, S., 36
(C İM ) B ilgisayarla Tümleşik İmalat, 189, 380 katırı, 43-44, 46
(S P R U ) Bilim Politikası A raştırm a Ünitesi, 118, 179, Curnow, R. C., 237
237-238, 247, 249, 251, 270
bilimciler, iş hayatında istihdam, 458 çalışm a koşulları, 91, 253, 279
bilimsel cihazlar, 132-133, 150, 271-272, 282 çay, 50
bilimsel iş yönetim i, 73, 94 çelik,
bilimsel ve teknolojik hizm etler (S T S ), 299 alaşım , 74, 76, 85, 162
bilimsel yayın larda, dünya payı, 424 uygulam alar, 73
(ICT) Büişim ve İletişim Teknolojileri, 6, 81, 190, 255, sanayi, 36, 69, 71-72, 76, 83, 97, 322
257, 260, 274, 325-326, 378, 422, 440, 450, 450, manganez, 74
475,483 raylar, 70-72
kapasite artışı, 450 silikon, 74
Bisiklet, 74, 162, 168, 174, 466 paslanm az, 74
bit vergisi, 465 ABD, 69-71
biyoteknoloji, 79, 81, 158, 231, 255, 260, 274, 347, 378, Çernobil, 121
411-412, 440, 482 çevre politikaları, 478
boru ve depo prosesi, 107, 109, 115 çevresel olarak sürdürülebilir kalkınm a, 467-468, 471,
Bowman, A., 86 474, 476-478
boyar m addeler, 102-103, 256, 272, 344, 383 çok katlı binalar, 435
Brander, J . A. ve Spencer, B., 386, 392 çok uluslu şirketler, ulusal yerel strateji, 393-398
Brearley, H., 74
Brezilya, 81, 345, 350-352 D arwin E., 51
Bright, J . F., 300, 316 D avid, P. A. ve Abromovitz, M . A., 66, 68, 367
buhar m akinesi, 18, 24-26, 58, 60,78, 87, 90-91, 407 DDT, 256, 479
Burn, D. L., 121 de Beauvoir, S., 2
Burns, T. Ve Stalker, G., 299 De Bresson, C., 218, 255
Burton, W .,8 6 , 106-108, 110, 113, 114 de Tocqueville, A., 67
Bush, V., 345, 440 Deane, P., 41
Büyük Bilim, 345, 424, 426-427, 438, 441, 443, 445 değiştirilebilir parçalar, 161-163, 168-169
büyüme Delbeke, J . , 87-88
y ıllık ortalam a (1972-92), 453 Delorme, J-, 135-137, 139
"iktisadi, 2, 4, 28, 41, 43, 66-67, 320, 336, 339-340, dem ir ve çelik üretim i, 70
346, 360, 363, 365-368, 374, 377, 403-404, 442, 444, dem iryolları, 23, 63, 66, 70-72, 75-76, 82, 90, 92, 431
465-466, 481-484 deniz feneri ışıklandırm ası, 77
uzun-dönemli, 372, 465 D erby Felsefe D erneği, 51
N eo-Schum peter’gil, 378 destekler, mali, 203, 343, 422, 425, 471
yen i teori, 375-377 Detroit, 36, 162, 167, 179, 185
Savaş sonrası, 368 Devine, W ., 90, 380
İkinci D ünya Savaşı, 367 Diebold, J . , 217, 379-380
dışsal, 372-374 dışlanm ışlar, en alt sınıflar, 464-465
sanayi, 403-406 Dixit, A., 386
teorisi, 4 doğal gaz, 99, 125, 239
verim li döngüsü, 368, 374-375 Doğu A vrupa ülkeleri, 348, 391, 427, 484
D oıy, J . P. ve Lord, R. J . , 301
cam sanayi, 482 Dosi, G. 3 ,2 1 5 ,2 1 1 ,2 1 9 , 301
Carnegie, A., 70-72, 80, 95 e t al., 305, 327, 360, 365, 384, 386-387, 389,
Carter, C. E. ve W illiam s, B. R., 244, 250, 442-443 4 0 0 ,4 1 6
C atalytic Research Associates, 113 D rucker, P., 169
C F C 'lar, klora llorokarbonlar, 447 Du Pont, 101, 119, 129, 136-137, 145, 147, 230, 256,
Chandler, A. D., 71-72, 92-95 279, 286, 3 0 8 ,3 1 3 ,3 1 9 , 428
Chilton Y asası, 115 Dubbs, C. P., 107-108, 231
Chrysler, 172, 323 D unsheath, P., 77
CIBA104, 136-137, 256 D ünya Bankası, 4, 81, 340, 352, 370, 452
Clark, E., 84, 109-110, 137, 178, 322 D ünya Savaşları (I ve II), 426
Cohen, L. W ., 260, 262 düzenleme, doğrudan, 470-471, 477-478
Concorde, 226, 287, 289, 430-431, 443 D yer, J . H., 323
Cook, P. L. ve Sharp, M ., 153, 157
520
Eads, G. Ve Nelson, R. R .t -431, 443 215, 243, 317, 39 1,394
Ekonomist (1996), 364, 379, 461 İş yönetim yeniliği, 69
Edison, T., 80, 85, 89, 90, 92-93, 230, 256 çok-uluslu, 393-397
Edqvist, C. ve Lundvall, B. A., 352, 361 çok-ürüntü, 216, 238,317
eğitim, 19, 217, 341 yeni-teknoloji temelli, 260, 323
el zanaatı üretim kitle üretim ine karşı (193-14), 168 örgütsel değişim , 260, 274
elektrifikasyon, firm aların teknolojik gelenekleri, 256
sanayi, 90 Fisher, F. M . e t al., 434
ABD, 86 fizyokratlar, 39, 454
elektrik Fleck, J . . 189, 347-348
arabalar, 165-166, 235 Floud, R. C. ve M cCloskey, D., 60
fırınlar, 73-74 Ford, H., 162, 165-166, 174, 183, 412
tarihsel gelişm e, 84-85 Fordizm
sanayi, 24, 83, 89, 97, 197, 344 değişimi, 171
aydınlatm a, 82 Fourastie, J . , 368, 483
m otorlar, 77-78, 83, 87, 165 Faraday, M ., 77, 84, 99
trenler, 82 Fransa, 66, 393, 454
telgraf, 77, 84, 91-92, 96, Freeman, C. et al., 116, 126, 256, 404
telefon, 91-92, 96 (F M ) frekans m odülasyonu, 195, 232
elektroliz Friedman, M ., 16, 81, 429
klor, 83 futbol, 82, 278
bakır, 83 füzyon araştırm aları, 480
elektron m ikroskobu, 150, 239
elektronik posta (e-m ail), 190, 379 Galbraith, J . K., 273
elektronik Gates, B., 81, 208, 466
elem anlar, 192 Gatrell, V. A., 60
EMİ, 195-196, 219, 234, 316 geç gelme avantajı, 322, 407
enerji gelir farkı, y ıllık azalm a (1960-86), 369
A nvers'de (1870-1930), 88 genel amaçlı teknoloji, 456
yoğunluk, 473, 474 G eneral Electric Company (G EC), 92
yenilenebilir, 470, 476 General Motors (G M ), 170
nükleer, 98, 120-121, 150, 226, 231, 233, 345, 392, T o yo to ya karşı (1986), 181
426, 435, 440-441 G erschenkron, A., 322, 392, 407
enflasyon, tahm ini, 461-462 Gibbons, M . ve Johnston, R. D., 18, 258, 293, 296, 309,
enformasyon hizmetleri, 190, 316, 318, 321, 325, 373, 3 1 1 ,3 4 7
379, 422, 456, 460 G ibrat Yasası, 60
enformasyon teknolojisi, 89, 226, 347, 378-380, 414, 457, Gibson, R. O., 144
462, 465, 466, 480 Gilfillan, S. C., 251
enformasyon toplumu, 6, 190, 364, 449, 456 girişim ciler, 46-63, 248
enformasyon vergisi, 465 Gold, B., 119, 301
(EN IAC), 203, 206 Golding, A. M ., 212-213, 219, 269
Enigma şifre cihazı, 203 gökdelenler, 75
Enos, J . L., 119 G reenhalgh, C., 384, 390
entelektüel serm aye, 341, 388 Grosvenor, W . M ., 267
Esnek Üretim Sistem leri (F M S ), 79 Grupp, H., 400
eşleşme G SM H , 488
sıklığı, 310 güdüm lü projeler, 468-469, 476, 479-480
etilen, 99, 114-115, 118, 124-125, 143-144 G üney Kore, 212, 322, 347, 350-352, 391, 401, 407
Etruria, 52, 54
Haber, F., 105, 122
fakirlik Hall, P. ve Preston, P., 89
enformasyon, 464 Halle, H., 109
Federal Haberleşme Komisyonu (F C C ), 196 Hamberg, D., 262, 264, 267
finansman hizmetleri, 325 Hannah, L., 76
firm alar H argreaves,, 44-45, 56, 58
A merikan, 310 H arris, R., 385
yakalam a, 322 H arrod, R., 371
bilgisayar yazılım ı, 231, 259, 268 Hart, A., 291-292
bağım lı, 226-227, 240, 302, 307, 314, 316-318, H awke, C. R. ve Higgins, J . P., 47-48
320, 322-324 hayat boyu istihdam, 185
cihaz yeniliği, 268 Hessen, B., 18
Jap o n , 176, 189, 197, 199, 208-210, 212, 214, Heumann, K., 103
521
Hill, F. E. ve Nevins, A., 167 firm alar, 176, 189, 197, 199, 208-212, 214-215, 243,
Hills, R. L., 43-44, 58 317, 3 9 1,394
Hirsch, S., 320-321, 404, 408 teknoloji piyasasındaki payı, 198, 214
hizmet sanayi, 80, 218, 379, 456, 458 Je n n y , W , 75
Hobday, M ., 209, 214, 315, 317, 358, 413 Je w k es, J , 3, 119-121, 229, 251, 267-268, 273
Hobsbawm, E. J . , 46, 341, 402 e ta l., 3, 18, 119, 171, 267
Hodgson, G. M ., 327 Johnston, R. D. ve Gibbons, M ., 18, 258, 293, 296, 309,
Hoechst, 102-104, 111-122, 130-131, 141-142, 145,147 31 1 ,3 4 7
158, 230, 256, 344, 428 Josephson, M ., 93
Hoffmann, W . D., 41, 205-206, 315-316
Hollanda Kaldor, N.. 374-375
çevre kirliliği, 477 kalite çemberi, 359, 178, 180
Hollander, S., 119, 140, 251-253, 280, 299, 347, 443 kalkış, sanayide, 45, 405
H oudıy, E., 110-112, 118, 120, 2 3 1,308 kam u bilim ve teknoloji politikası, 423-447
Hounshell, D. A., 167-170, 309, 344 kam u harcam aları, 421
Hufbauer, G. C., A&G, 446
Hughes, T., 26, 92, 230, 344 kanada, U luslararası Kalkınm a A raştırm aları M erkezi
Hülsmeyer, C., 199 (ID R C ), 416
kanallar, 47-48
IBM kapitalizm, 35
gelirleri, 219 Kaplinsky, R., 274
(ICI) Im perial Chemical Industry karbon elyaf, 152-153
alkali bölümü, 143 karbon flaman lam bası, 82
patent satışları, 146 karşılaştırm alı üstünlük, 227, 268, 357, 387, 389, 396,
398, 402, 404
içten patlam alı motorlar, 164-166, 169, 473 kartel, dünyada, 93, 396
IG Farben, 101,111, 113, 129-131, 135, 136, 138, 140, katran, 102-103
142, 151, 160, 232, 235, 308, 312-313, 344 Katz, B. G. ve Phillips, A., 203-204, 219
ikonoskop, 195 Katz, J . M ., 253, 299
iktisadi araçlar, 479-497, 470-471 Kay, M. N., 297
iktisadi büyüme, 15, 336, 363-381 kaynaklar, yenilenem ez, 468
iktisat, 328 Kealey, T., 16, 429, 432
im alatta istihdam, 325 kendi hesabına kaçak çalışma, 281
(FBI) İngiliz S an ayi Federasyonu, 293 bootlegging, 281
Ingiltere Kettering, C., 165, 171
köm ür fiyatları, 26 Keynes, J . M ., 81, 164, 287, 288, 370, 374, 451
ulusal yen ilik sistemi (18. ve 19. yü zy ıl), 322 kim ya sanayi, 97-105, 117, 256
bkz. pam uklu sanayi birleşm eler ve satın alm alar, 157
İnternet, 190, 461 firmalar, 118
iplik eğirm e tezgâhı Alm anya, 73
Je n n y, 42, 44-45, 56, 58 satışlar ve A8rG düzeyi (1992), 159
(D C F) iskontolu nakit akımı, 289 kirlenm e
istihdam, 454 enformasyon, 465
m ühendisler, 458 önleme projeleri, 477
im alatta, 455 kısa dalga haberleşm e ağları, 194
geçmiş ve gelecek, 5 kitle üretimi, 11, 161, 163-165, 167-169, 174, 179, 184,
bilim adam ı, 458 186, 294, 324, 340, 404, 425
ve teknolojik değişim, 454 Klatte, F., 141-142
işgücü Klein, B. H., 165, 167
dağılım ı, 299 Knight, F. H., 280
ABD 'de, 456 Kodama, F., 189, 199
nitelikli, 161-162, 320 kompresörler, 99, 105, 111-112, 144, 149
hareketi, 366 Kondratieff, N., 21-25, 30, 75-76,78-79, 81, 87, 89, 94-% ,
işsizlik uzun d algalar teorisi (devreler), 22
ve eşitsizlik 464-466 konserve sanayisi, 74
yap ısal, 449, 464 köleci ekonomi, 67
İtalya, 425 köm ür,23, 25-26, 46, 75, 78, 99-102
(R R E ) K raliyet R adar Kuruluşu, 200
Jak o b , M ., 50 Krugman, P., 386, 400
Ja n g -S u p Shin, 322, 407 Kuznets, S., 24, 454
Jap o n ya küçük firm alar, 37
otomobil sanayi, 36
522
küçük ve orta ölçekli işletm eler (K O Bİ'ler)94, 273, 399, M idgley, T., 171
422 m ikroelektronik, 23-24, 75-76, 79, 157, 185,
küresel teknoloji, 462 216, 3 9 1 ,403 ,412-4 14
küreselleşm e, 92, 352-355, 357, 365, 375, 396-397, 399, A liyazaki, K., 199
452 Aljoset, L., 340
Model T, 162, 166, 169-170, 204
Lancashire, 43, 55, 58, 61-62, 70, 93, 101, 329 modern teknoloji, 431
Landes, M ., 70, 341, 343, 367, 402 Mond, B-, 101-102, 105, 143
Langrish, J . e t al, 233, 250, 309, 311 montaj hattı, 225, 323
Lastres, H., 153, 155-157, 160 Alontecatini, 105, 147
Latin A m erika ve A sya A lowery, D. C. ve Rosenberg, N., 233, 397
büyüme hızlan (1965-89), 350-352 m ucit-girişim ci
Lazonick, W . ve M ass, W ., 61-63 sentetik m addeler, 102, 126
Leblanc, 100-102 Alusson, A, E. ve Robinson, E., 18
Lego, 433 m ühendislik
Lenin, V. I., 92-93, 95, 437 ters, 175-177, 182
Leonard-Barton, D., 250 iş hayatında, 458
Leontieff, W ., 385, 388 motorlar,
Liebermann, M . G., 18 beygir gücüne göre, 25
List, F., 40, 340, 360 Alüller, W . ve Schott, B., 45
Little, A. D., 212
Litvak, L. A. ve M aule, C. J ., 250 nakit akımı, 280, 282
lobi,121,151,431,441,443,447 N ASA harcam aları, 202, 438, 443
Lockett, M ., 380 N aslund, B. ve Sellstedt, B., 289, 297
Lord, R. J . ve D oiy, J . P., 301 Nelson, D., 94
Lowell, F., 59 Nelson, R. R., 428, 440
Lucas, R. E. B., 212, 373 veE ad s, G., 431, 443
Lundgren, A., 255 ve W inter, S. G., 301, 305, 327, 408,
Lundvall, B. A., 66, 157, 169, 244, 340, 347, 353, 357, 432, 466, 487
381, 361 Nevins, A ve Hill, F. F., 167
ve Edqvist, C., 352 N IESR , 116, 118, 137
Nipkow, P., 195
M achlup, F., 5, 9 niteliksiz işgücü, 321
maddeler Nobel, A., 80, 101, 122
zam anın bir fonksiyonu olarak, 153 N orris, K. P. ve Ailen. Al. 282-283
yoğunluk güç oranı, 153 nüfus artışı, 371, 376, 454, 481
sentetik, 79, 123-131, 136, 138-140, 142, 149,
dünya üretim i, 125 OECD,
M agnier, A. ve Toujas-Bernatte, J . , 390 Brooks Raporu, 440, 484
M alezya, 356-357, 401 Sundqvist Raporu, 484
m aliyet fayda analizleri, 487 Ohmae, K., 352, 361
M anhattan Projesi, 345, 426, 440-441 Ohno, T., 179-180, 183
M anning, W . R. D., 144 oligopol, 78-79, 172, 174, 215, 274, 285, 303,
M ansfield, E., 60, 118, 243-244, 282-283, 304, 309, 312, 314, 316, 396, 433
348, 428, 442 Olin, J . , 289, 301
e t al., 116, 118, 244, 282-283, 329, 428 ordu donatım dairesi, 168
M arconi, 85, 190, 192-195, 199-201, 209, 230-231, 233, O stıy, S., 384, 400
236, 313 Ostwald, W „ 104
m arjinalizm, 476 otomasyon, 19,167, 173, 185, 188-189, 197, 217, 380,
M arx, K., 1, 2, 18, 19, 35, 45, 80, 363, 466, 454 4 5 1 ,4 6 1 ,4 8 6
M ass, W . ve Lazonick, W ., 61-63 Otomatik Kontrollü Sekoyans, 203
matbaa, 82, 91, 466 otomobil sanayi
M aule, C. J . ve Litvak, I. A-, 250 Jap o n ya (1945+), 36-37, 181, 199
M cCloskey, D. ve Floud, R. C., 60 ve kitle üretimi, 161
M cDonald's, 354 patentler, 177
M cKendrick, N., 50, 52-54 üretim geliştirm e performansı, 178
M eiji Tanzimatı, Ja p o n ya (1868), 175 (1980'fer ortası )
m ekatronik, 11 üretim (1950-89), 175
meslek, bkz. istihdam
Metcalfe, J . S., 329, 405-106, 445 pam uklu sanayi, 55-63
metro, 82 ihracat/ithalat, 42-43
Microsoft, 208 yenilik, 49
Liverpool piyasası, 62
523
Panhard et Levassor, 164-165 Redfarn, C. A., 137, 139
paralı yo llar, 47, 50 Reinert, E., 400, 425
parçalam a re z o n a n kavite megnetron, 200
katalitik, 98-99, 231, 233, 287 Ricardocu sosyalistler, 454
geliştirm e zamanı ve m aliyeti, 114 Ricardo, D., 45, 80, 449, 454
Parkes, A., 101, 126-127 risk ve belirsizlik, 227, 280
Parkesine, 126 Roberts, E. B., 281, 301
Parkinson Kanunu, 231 Robinson, E. ve M usson, A. E., 18
patentler Rolls-Royce, 165, 285
İngiliz ve Fransız sanayi, 132 Roosevelt, F., 194
ve yenilikler, 138-139 Rosenberg, N., 161-162, 169, 309, 402, 406, 482
Londra kim ya şirketleri, 117 ve M ow ery, D. C., 233, 397
icat hasılasının ölçütü olarak, 131-137 Rosing, B., 195
m ikroelektronik sektörleri, 216 Rostow, W . W ., 45-46, 404-405
motorlu, taşıtlar sanayi (1969-86), 177 Rothschild Raporu (İng. ) (1971), 436-437
plastik m addeler, 135, 137 Rothwell, R., 237-238, 252, 254-255, 257, 354
ABD, 133 ve Zegveld, W ., 266, 270
Paulinyi, A., 342 Römer, P. M., 373, 376
Pavitt, K. L. R., 16, 133, 175, 250, 267, 298, 311, 429,
458, 482 Sabel, C. ve Piore, Al., 362
ve Soete, L. L. G., 134, 367 Sako, M ., 183-184, 322, 347
Peck, J . ve Scherer, F. M ., 283-284, 432 Samuelson, P., 1, 3, 81, 385, 400, 454
Peck, M . J . ve W ilson, R., 199 S an ayi Devrimi, 22, 35-36, 45, 49, 65, 96, 230
Penrose, E., 248, 328 teknik yenilikler, 40-49
Perez, C., 43, 75-76, 217, 358, 380, 403, 416 sanayi devrim leri, Schum peter teorisi, 21-27, 450
ve Soete, L. L. G., 357, 407, 409, 416 sanayi
Perkin, W . H., 101-102, 151, 160 Ingiliz hasılası, 41
petrol teknolojinin yayılm ası, 403-408
parçalam a, 97 Latin A m erika ve A sya, 351
arıtm a, 106 proses yen iliği modeli, 173
Phillips, A. ve Katz, B. G., 203-204, 219 stratejik, 391-393
Pilkington, 312, 484 ittifaklar ve ağlar, 396
Piore, M . ve Sabel, C., 362 sanayi-ötesi toplum, 450, 459
plastikler, 123, 157, 163 Sapkın lar (dissenters), 48-49
platin katalitik biçimlendirme (platform ing), 109 SA PPH O Projesi, 237-240
Polanyi, M ., 16, 81 eşler, 241-242
polietilen, 140, 143-148, 226, 286, 310, 313 Sarnoff, D., 194-195
tereftalat, 154 satın alma, 471, 475
polimerler, 154 satış, tam-zam anında-sistem le, 457
silikon, 154 Saw ers, D., Stillerm an, R. ve Jew k es, J . , 3
politikalar, bilim ve teknoloji (1940'lar-1990'lar), 440 Scherer, F. M ., 260, 264, 281, 284
Porat, M . U-, 6 ve Peck, J ., 432
Porter, M ., 353, 362, 396, 480 Schmookler, J . , 116, 134, 232, 251, 266, 423, 424
Posner, M ., 138, 357, 386 Schott, B. ve M üller, W ., 145, 211, 293
Postan, M. e t al., 201, 219 Sciberras, E., 197, 219
Pound, W . H. ve Baker, N. R., 289 Seiler, R., 285-286
Preston, P. ve Hall, P., 89 Sellstedt, B. ve N aslund, B., 289, 297
Price, D., 17-18 sendikalar, 61, 80-81, 140, 170, 185, 290, 445
Price, W . J . ve Bass, L. W ., 309-312 sentetik madde bkz. m addeler
proje değerlendirm esi, 284, 287, 297, 442 seram ik, fonksiyonları ve uygulam ası, 155
tahmin teknikleri, 281, 286, 300-301 sermaye/hasıla oranı, 68
PVC. 98, 129, 138-143, 148-149, 151, 231, 256, 285-287, karşılaştırm alı (1870-1950), 68
30 8,312 , 344 İngiltere (1880’ler), 68
serbest ticaret, 14, 384-386, 398, 424
Q uintella, R. H., 319 serbest güm rük bölgeleri, 361
Sharp, M . ve Cook, P. L., 153, 157
radar, 37, 79, 144. 187-189, 191, 199-202, 219, 231-232, Shell, 108, 110, 112,113, 118, 260
234, 296, 345, 427, 441 Shimshoni, D., 150-151, 268-269
radyo, 5, 23, 37, 78, 85, 91, 187, 190-195, 197, 200, 219, Siemens, 73, 80, 82,84-85, 92-93, 192-193, 210-212, 214.
225, 239, 259, 304 216, 230, 356
rayon, 119, 125-127, 140, 224, 236, 319 sivil toplum örgütleri (N G O ’lar), 469
RCA (Radio Corp. O f Am erica), 193-196, 208, 230, 234 sıiır hata, 180
524
Silikon Vadisi, 212 teknolojik değişme ve istihdam, 454
sıradaki teknolojiler, 473, 479 tekstil sanayi, bkz. pam uklu
sistem bütünleşm esi ve ağ kurm a (SIN ), 257 Telefunken, 192-194, 196, 201, 203, 209, 219, 230, 316
Slater, S., 59 televizyon
Sloan, A., 81, 171, 172, 3\4 renkli, 176, 196-197, 199, 208, 232, 308
Sm art, T., 325 Terilen, 128, 146, 308
Smith, A., 1-2, 10-12, 19, 35, 39-40, 43-45, 53, 56, 80, Teubal, M. e t al, 244
157, 162, 229, 341, 359, 363, 374, 385, 454 Thomas, H., 230, 284
Socony Vacuum Oil, 111 Thoreau, H., 230
Soete.L. L. G., 465-466, 488 ticaret
ve Pavitt, K., 134, 367 sırları, 59
ve Perez, C., 357, 407, 416, 409 uluslararası performans,352, 383
Soğuk Savaş, 29, 81, 421, 426, 438, 441, 445 liberalizasyon, 362, 375, 382
Solow, R. M ., 371-373, 389 Tobin, J-, 416, 465
yav aş verim lilik paradoksu, 378, 483 toplam faktör verim liliği, 377
Solvay, E., 101-102, 122, 143, 147 toprak malzeme, 415
Sombart, W ., 51 Townsend, J ., 252, 288
sosyal eşitsizlik, 465 Toyota, 179-185, 230, 232
sosyal etki, 482-483 transistor, 190, 194, 197, 207, 210-211, 213, 285, 310
social nexus, 471 triod valfı, 192
Sovyetler Birliği, 29, 202, 335, 339, 348-349, 361, 427, tüketici egemenliği, 434, 436
436, 437 tüketim m alları ve hizmetler, 432
spektrofotometre, kızıl-ötesi, 151 tüketici refahı, 482
Spencer, B. ve Brander, J . A., 386, 392 Türing, A., 203
Sputnik, 441 Tweedale, G.
Staffordshire Çömlekçileri, 52 uçak sanayi, 132, 213, 283, 298, 431-432, 437
Stalker, G. ve Burns, T. uçak yak ıtı, 111
Standard Oil, 106, 112, 137, 265 ulaştırm a
Stillerm an, R., Je w k es, J . ve Saw ers, D., 3 ve sosyal sabit serm aye, 47
strateji U luslar arası Alotorlu T aşıtlar Projesi (IM V P ), 163-164,
savunm acı, 309, 316-317, 326 181-183, 185-186
saldırgan, 218, 226, 308-310, 314, 316-317, 322 uluslararası rekabetçilik, 337, 349, 383, 388, 390, 396,
taklitçi,315, 317 398
geleneksel, 307, 317 U luslararası Standartlar Ö rgütü (ISO ), 354
Strutt, J ., 57, 59, 340 uluslarötesi firm alar (T N C ’ler), 343, 352-353, 361-362
Sun Oil, 111 Universal Oil Production Company (U O P ), 107-110,
Supple, B., 40-42 113, 116, 118
survey yöntem leri (SA P PH O ), 238, 241 Utterback, J . M ., 174, 273
sülfürik asit, temas prosesi, 104 üçlü, triad (ABD, Ja p o n ya ve AB), 398
swing tesisleri, 146 üniversiteler
Symeonidis, G., 275 Alm anya, 103, 146
USE, 183
takım tezgâhlan sanayi, 176, 342 M IT, 172, 179-181,206, 444
tarım Pennsylvania, 203, 206
ABD, 68 Sussex, 177, 179, 237, 247
Tam -zam anında-sistem i (JI T ) (kanban) üretim sistemi
taşeronluk, 60, 79 yalın , 37, 178-179, 181-183, 185-186, 258, 326
Toujas-Bernatte, J . ve M agnier, A., 390 ürün atıkları, 477
Taylor, C. ve Silbertson, A., 267 ürün devresi
Taylor, F. W ., 73, 82, 162, 425 özellikleri, 320
teknik değişme, 4, 254, 375, 458, 466 Valflar, 149, 192, 194, 203, 209
teknik ölüm, 376, 433-434 Verdoorn Kanunu, 115
tekno küreselleşm e, 337 verim lilik
teknolojik değişim (gap), 21 toplam faktör, 377
teknoloji tahmini, 241, 300, 316 Ingiltere, Fransa ve A lm anya,66
teknoloji
yakalam a, 227, 343, 402, 406-407 Verspagen, B., 4, 363, 416
iktisadi büyüme, 336, 339, 377 ve Amable, B., 363, 370, 390
yab ancı ve y e rli kontrol, 395 VH S, 197
ithalatı, 348-349, 350, 360, 415 video kasetler (V C R ’ler), 197
Jap on ya'nın p iyasa payı, 198 Villard, H., 93, 95
Volti, R., 165-166
525
Volvo, 184-185 y a p a y ‘ersatz’ m addeler (A lm anya), 232
von Hippel, E., 151, 244, 347 Yapıcı Teknoloji D eğerlendirmesi, 422, 472
von Tunzelman, 25-26, 43, 45, 359, 367, 402 yap ısal işsizlik, 449, 464
yap ısal uyum, 449, 456
W alker, S., 49 yarı-iletken sanayi, 212-214, 232, 269
W alsh, V. et a/., 18, 251 yen ilikler (1950'ler-1970'ler), 211
W atson W att, R., 199 dünya im alatçıları, 214
W atson, T. J . , 203-204, 206, 219, 286 ürün devresi biçimi, 213
W eber, M ., 89, 94-95, 80 satıcıları, 215
W edgewood Firm ası, 49-52, 258 yatırım , 4
W edgwood, J . , 36, 49-52, 54-55, 59, 168-170 yen ilik, 258, 268
W estern Electric Co. (B ell), 210 bürokratik yönetim i, 7
W estinghouse, 85, 90, 92, 193-194, 212 pam uklu sanayi, 44-46
W hitney, E., 80, 230, 233 belirsizlik derecesi, 279
W iener, N. talep-çekiş teorisi, 233
W illiam s, B. R. ve Carter, C. E., 244, 250, 442-443 ulusal sistem ler, 339-344
W ilson, R. ve Peck, M . J ., 199 Brezilya/G. Kore, 350-351
W inter, S. G., 327 karşıt özellikleri, 347-352
ve Nelson, R. R., 301, 305, 327, 408, farklılaşm a (1980*ler), 350
432, 466, 487 ve küreselleşm e, 352
Wolfif Kanunu, 408 ABD, 67-69
W om ack, J . T. e t al.f 37, 163-164, 167-170, 172, 175- tesadüfi örnekleme, 258
179, 183, 186, 243, 322, 348 SA PPH O Projesi, 237-240
bilimin-itmesi teorisi, 233
yakalam a, 411-414 başan/başarısızlık, 229-237
yalın üretim sistemi yeni-teknolojiye-tem m elli firm alar, 260, 323
taşeronlar, 183-186 yongalar (chips), bellek, 79, 212
Toyota, 37, 179-183 Y oung, O., 193, 219, 374
Zegveld, W . ve Rothwell, R., 266, 270
526