Professional Documents
Culture Documents
İ N S A N - I K Â M İ L
Çeviren
Abdulkadir AKÇİÇEK
Bu eserden beki enet
odur ki:
Salik için, en yüce re
fikine i Tüten ola..
Ama. ince, düşünceli,
nazik, kibar arkadaş
gibi..
Abdülkerim CEYLİ
Ö N S Ö Z
Bu Eser Aziz Efendim
e m İn ij a f i z z a d e '
Scyyitt II. M. T e rlik UARPÜTİ (KUNTER)
H azretlerinin A /iz U ulm ııa A rm ağan Olsun
Muhterem Okuyucularımız,
Niyazî-i Mısrî Hz., nin sdylediöi bey Her bu manada nekadar gü-
zeldir:
ESERİM YAZARI
Bu sayede, gönül sultanının emrine girmiş; hiç bir tesir altında kal
madan bu eseri yazmıştır.
ESERİN ASLI
Elimizde bulunan matbu nüsha: Hicrî 1316, milâdî 1898 yılında Mı
sırda Ezher matbaasında yapılan ilk baskıdır.
Eserin ismi baş sayfada şöyle geçer: EL » İNSAN'ÜL - KAMİL Fİ MA-
RIFET'İL - EV AH İRİ VEL - EVAIL.. - EVVELLERİ VE ÂHİRLERİ BİLMEK
TE İNŞAISM KAMİL..
ESERİN MEVZUU
— İnsanın kemal derecesine erip ergin bir kimse olması; Allah'ı bil
mesine bağlı olduğuna göre..
Daha sonra, bunun kolay bir iş olmadığına işaret edip şöyle diyor:
— Marifet duygularına gelince: İlâhî bir ilhama ve onun vereceği ba
şarıya bağlıdır.
•jt**
Anlaşıldığı gibi, eserin mevzuu: insanın kendi özünde bilkuvve var
olan kemal makamını bilfiil açığa çıkarması için yardımcıdır, fcunun bilfiil
görünmesi kolay olmadığ; gibi, göründükten sonra da, muhafazası zordur.
Bilhassa, böyle bir hale erdikten sonra sağlı sollu gelen taşlara taham
mül edip dayanmak icab eder. Yoksa, yıllarca emek sarfı ile ele giren, bir
anda uçar gider.
İNSAN-l KÂMİL, özellikle anlatılan mevzuu güzelce işler; zâhirin ve
batının hakkını verme yolunu gösterir. Her iki kanadı da koruma yolunu
öğretir.
Daha şümullü bir mana ile, şirkin yok edilmesi ilâcının reçetesini verir.
İNSAN-l KÂMiL'de, vahdet'in ruhu dile gelir; tevhid'in sözü değil, özü
söyleşilir.
C E Y L î Hz. İNSAN-l KÂMIL'i işlerken, serd ettiği fikri, bazan bir
âyetle teyid eder. Bazan da bir hadisi delil getirir. Bazı yerlerde ise, oku
yanın şevkini artırıp mana âlemine kanat açtırmak için, eserini içli bir şiiri
ile süsler..
C E Y L î Hz. aynı zamanda, duygu altınını kelime potasında eritip
dilde süs altını yapan değerli bir şairdir.
Ancak, bu eserinde daha ziyade ilim ve mantık yolunu tutar. Hakika
ti. Bir âyetin ve hadisin aydınlığında görür, mana dehlizinden inciler mer
canlar sunmaya bakar..
İNSAN-l KAMİL &
Amma ehline..
Anlatmak istediğimizi daha açık bir dille, C E Y L î Hz. şöyle açık
lar:
Evet., böyle olması icab eder ki: Issız vahalarda kimsesiz kaldığı za
man, onunla ünsiyet edebile..
Bu manaları işlerken:
— Amma kimlere?
— ... haliyle herkese değil... İman ve teslim ehli olup, bu şarabı iç
meye ve sindirmeye güçlü olanlara..
Devam ediyor:
— Bu, öyle bir şaraptır ki: İkram sahibi olan Çan'dan gelir; emilirce-
sine içilir..
Bu, öyle bir şaraptır ki: Yoku da, varı da sarhoş eder..
Eserde işlenen mevzuların derinliğine dalana, nasibini alana mübarek
olsun.
Diyebilirsiniz. Yüce Allah, bize nasib etti.. Ona ha nd ederiz. Bunu bir
tahdis-i nimet olarak anlatmamızda mahzur yoktur.
10 Ö NS ö 1
İyiiik basamakları birbir çıkılırken, nice füccar güruhu görüldü ki: Hep
si sureta Haklan görünüyorlardı.
Hiç kimseye bir sey denmez. Bir pül bahçesinin yetişmesi için, her
işi yapana ihtiyaç vardır; hem budayana; hem gübre koyana..
BU ESERİN FAYDALARI
Safik için en yüce refikine ileten ola. Ama, ince, düşünceli, nazik, ki
bar bir arkadaş gibi.
TAVSİYELERİMİZ
Bu eserde, her nekadar cezbe, aşk, İlâhî ilhamın ağır bastığı görülür
se de, hepsi irşad makamının cilveleri arasında sayılır. Faydalanmak İçin
onların havasına girmek icab eder. Sonunda yıktığını iyi yıkar; daha iyisini
yapar. Görülecektir ki: C E Y L î Hz. her yanın da hakkını vermiştir.
Çünkü İNSAN I KAMİL: Şeriatı, tarikatı, hakikati, marifeti besler.
Anlatılan mana icabı olarak: Tam bir kanaata varmak için, eseri sonu
na kadar okuyunuz; tümünü,okumadan, hiç bir hüküm vermeyiniz.
Anlatılan manada C E Y L î Hz. nin şu cümlesini burada hatırlat
mayı uygun buluruz:
Taa, Allah-ü Taâlâ, o mana yolunda kendisine bir kapı açıncaya kadar..
12 ÖNSÖZ
Bu esorde anlatılan mana tadı özünda olmayana zorla bir şay anlatma-
ya kalkmayınız.
Bunlar, birer İlâhî sırdır; Allah'ın, Resulünün, evliyanın dili ve eli İle
gelen emanetidir. Bu emaneti ehli olmayana vermeyiniz.
NETİCE
Mecburî istilâhlar dışında ilim dilinden kısmen uzak; sade bir dil kul
landık. Başbaşa konuştuğumuz gibi yazdık.
Elde olmayan bazı hatalar dışında, eserin hiç bir eksik yanını görme
yeceksiniz. Elde olmayan hatalar için de, bizi bağışlayacağınızı umarız.
Abduikadir AKÇIÇEK
25 Z ilh icce 1393
19 Ocak 1974
BOSTANCI — İSTANBUL
İ Ç İ N D E K İ L E R
(B İR İN C İ CİLT)
Sayfa
8— ö N S ö 2 ................................................................. •5
II — G I R i Ş .......................................................................... 18
III — M u k a d d i m e ................................................................. 35
IV — B Ö L Ü M L E R
1. B ö I ü m: Z a t .......................................................... 75
2. B ö I ü m : I s i m ...................................................... 88
3. B ö I ü m: S ı f a t ...................................................... 109
4. B ö l ü m : Ü l u h i y e t .......................................... 123
5. B ö l ü m : A h a d i y e t .......................................... 134
6. B ö l ü m: V a h i d i y e t .......................................... 138
7. B ö I ü m : R a h m a n I y e t ...................................... 142
m-
8. B ö I ü m: R ü b u b I y e t ...................................... 150
9. B ö l ü m : A m â .......................................................... 156
(İK İN C İ CİLT)
'2 ^ -XS I A
'
■
' :v«' - ’tf$. i'A V_ : js^II I
■H : -s u \ :
.
II
G İ R İ Ş M
GİRİŞ
Allah adı ile kaim olan o yüce zata: Hak ettiği şekilde hamd ol-
sun..
*
**
* m
Sö*ü ©dibmez..
*
4*
İlim, onu ihatasına alamaz.. Göz, onu idrâk edemez..
*
**£
Zatına ait her makamda, halkın her çeşidinde: İstediği gibi zu
hur eder..
Hak ve halk olarak her manada sıfat aldı..
Zıdların bütün çeşidini zatı ile cem etti..
Bütün sıfatları vahicliyet sıfatı ile şümulüne aldı..
*
**
Bir denizdir ki: Ulvî ruhaniyetler gelir.. Hem de, sultanın yüce
cöşküne.. Şeytanın ve hevanın düştüğü bahçeye..
*
» 4*
Şöylekis
O, âdemoğlu ferdleri arasında, yüce Hakkın zatına davet edi
len ve vâsıl olan tek ferddir..
Şehadetimi tekrarlarım:
f i) Bu cüm lelerin, ta fsila tı: E serin YİRM İ BİRİNCİ BÖLÜMÜNÜN son kıs-
m m dadır..
İNSAN ! kamil 27
4i**
Emelim o ki: Bu kitap, bu yolları taleb edenler için, şefkatli bir
kardeş gibi olacaktır..
Evet., böyle olması icab eder ki: Issız vahalarda, kimsesiz kaldı
ğı zaman, onunla ünsiyet edebile..
Onun gizii talimgahına gire, başını onun sinesine yaslayıp kala.
Onun irfan duygusu aşılayan aydınlığı ile, sönük köşesini, bilin
meyen karanlıklarını aydınlatmaya baka..
Bu işin başka çaresi yoktur..
*
Bir zaman sonra, işin rengi değişti.. Bir hayır olarak ortaya çık
tı..
Böyle yazılıp dururken bîr hayır oluşu meydana çıktı..
Şu âyet-i kerimeyi okudum:
— «İnsan üzerine öyle bir zaman geçti ki: O zamanda o, anılan
bir şey değildi..»» (76/1)
Evet.. İşte ben; Onun ezelî olan kocaman kadehi ile içirmekte
yim.. Ama, ALİM ismi kâsesine dalıp dalıp çıkaraktan..
Ama kimlere?, haliyle herkese değil.. İman ve teslim ehli olup,
bu şarabı İçmeye ve sindirmeye güçlü olanlara..
Bu, öyle bir şaraptır ki: İkram sahibi olan candan gelir; emilir-
cesİne de İçilir..
Bu, öyle bir şaraptır ki: Yoku da, varı da sarhoş eder..
♦
(1) SÜHA: Sem ada Uiiçük bir yıldızdır.. G örülm esi zor olup bazıları, oııuıı-
la fförıne güçlerini denerler..
32 GİRİŞ
Bir nurdur ama ona göz yok, ona bir ışık da yok;
Bir güzel var, yüz yok, yüz vardır neyler öpülmeceyi..
î '«km
MUKADDİME
Kİ onİGr: Yüce Hakkı bilip anlama İle ilgili iğlerdir.. Mülk ve me-
lekût âlemini anlamaya yarayan mevzulardır..
*
* *
görürse., onunla amel etmeyi bıraksın.. Ve, o sözün, benim kasdım ol
madığına, âyet-i kerime ve hadis-i şerifin mana maefhumu içinde
olduğuna inanıp teslim olsun; inkâr etmesin..
Taa, Allah-ü Taâlâ, o mana yolunda kendisine bir kapı açıncaya
kadar..
*
**
BİRİNCİ YÖN:
İKİNCİ YÖN :
ÜÇÜNCÜ YÖN:
Bütün düşünceler bir yana; biz kendi düşüncemize bir yön ver
meliyiz. Hiç birini, inkâr etmeden, en güzel şekle büründürmeliyiz..
Eksizste, tam ve umuma yarar bir şekilde..
İşi bu açıdan ele aldığımız zaman, anlattığımız gibi umuma ya
rar bir mana olurca., kabul ederiz.. Ama, öbürünü de reddetmeyiz..
HİDAYET için, işimize yarayan şu fikir vardır:
— Resulüllah S.A. efendimizin elinde olmadığı anlatılan HİDA
YET, ancak Allah'ın zatına olan HİDAYET'tir..
Resulüllah S.A. efendimizin elinde olan HİDAYET'e gelince, bu
da Cenab-ı Hakka ulaştıran yola HİDAYET'tir..
Yukarıda anlatılan üç hadİs-i şerif için ise., şu mana verilmiştir:
— Bunlardan tek şey murad edilmiştir.. Ancak, nisbet edildikleri
makama göre, ayrı ayrı sayılmıştır.
Tıpkı miraç işindeki: ESVED, LAMİ, BÜRAK gibi.. Bunların üçü
de birdir ve adi: HİBR'dir..
*
**
- O A R İ B m
Sonra., evet sonra., şu nazım beyitlleri sıraladı.. Ama hiç bir şe
yi ifşa etmeden.. Ama ne güzel ifşa etti.. Haliyle ehline..
Artık onlardan hiç bir şey, onun için olmadı. Ne ne için olabi
lirdi. İkilik mi vardı ki: Bir şey, bir şey için olsun..
Sonra.. Akılların ve düşüncelerin uzak gördüğü her neki var;
hepsi onun bir beyanı, açıklaması babında zuhura geldi..
Sırları ve ruhları onun can evine yaklaştırdı..
Bir bereket geldî ki: Onun kuşatması için dehşetler saçtı..
Artık olduğu yerde soyundu. Bir nokta üzerinde mekân tuttu..
Sonra, kuşatma, sarma çemberini uzattıkça uzattı..
Evet, bunları yaptı.. Taki, hicab örtüsünü kaldıra..
..Ve açıktan açığa bana hitab ede..
Beklenen hitabını yaptı.. Nüzul eyledi., bana hitabını sonra yap
tı..
Ama kim?, kendisi ile bulunduğum zat..
— Şark gariblerinden biri..
Demiştim ya.. İşte o.. Amma zâhirde o.. Batında anlattığım va
sıfların sahibi..
Allah ona rahmet eyleye..
Şöyle söyledi:
*» ’*
ibarettir ki: Bu örneği, senin, zıdlı şeylerden bir araya gelen şeklinde
bulabiliriz..
işbu hal, senin esas benliğinde saklı bir şenlikten, saklı görünen
varlığından soyunup arınmıştır..
İşteki bilgiye gelelim.. Bu sınrsız bir hikmet kaynağıdır ki: Ha
kim bir kimse, ilmi ile faydalanmayı, o yoldan sağlar..
Ve bîr sultan : Verdiği hükümlerde, şaşırtıcı işleri başarma de
recesine o yoldan ulaşır..
*
**
Hâsılı : Anlatılan KUVA için iki şey vardır.. Ama her iki halde..
Ve, görünürde.. O iki şey ise : Kabiliyet ve iştidad..
Burada kabiliyet, sadece br seçmedir.. Yani: Ayırd edebilme..
Anlahlan istidad ve kabiliyet tam olunca, ötesi1kolaydır.. Artık
zata geçilebilir..
♦
\
Demektir..
Yine aynı hükümler meyanında :
- SEN..
Kelimesi., onun kulluk yönüdür..
*
**
Yukarıda anlatılanları dinledin.. Şimdi düşünmeye başla.. Anla
tılanlardan ne anladınsa, anladın..
Şayet diyeceksen :
- öyle değil; belki de üçlüdür;
Yine doğrusun bu da gerçek insanlık meyanında..
Diyebilesin..
Bu hali, ancak Allah-ü Taâlâ sana bir yapışla yaptı ki o, sende
yerli bir haldir.. Tıpkı bir benlik gibi1.. Ne atılır; ne de itilir..
Aksi bir ha! taşıyorsan; o bir ayna misalidir.. Bunun aksi de dile
gelir.. Yani s Bu konuşan dille ayrı gibi görünür., ama asla hakikati
yoktur..
gelir.. Yani : Bu konuşan dille ayrı gibi görünür., ama asla hakikati
Belki de :
— Niçin bunlar böyle ?.
Diyeceksin.. Dinle ki onu da diyeyim :
— Bütün bunları senin için yaptı.. Ta ki, onda senin için olanı
göresin.. Onun çevresini, senin çevren bilesin.. Gerçekte durumun
böyle olduğunu anlayasın..
İşte., anlatılan mananın bir icabıdır ki: Onu göremezsin.. Onu
idrâk edemezsin.. Onu bir yere konmuş gibi bulup da tutamazsın..
Şayet, herhangi bir şeyi bir yerde, bulacak olursan; onu ele alır
ken yüce Hakkı bulduğunu bilesin.. O : Subhandır; yüce vasıfların sa
hibidir..
İNSAN-I KÂMİL 55
Seni güzel sıfatları ile süslemiştir.. Yüce isimleri ile seni yücelt-
miştir..
*
*♦
*
madı.. Yabancı bir dille konuştu.. Sonra, onu çevirdi.. Daha garib ifa
de kullandı, onu da tercüme etti.. Sonra korkutucu bir ifade tarzı
da aldı.. Bir daha kapalı bir ifade kullandı onu çevirdi..
Ancak bunlardan sonra, mevzua girdi ve şöyle devam etti :
— Makul yoldan bir yüce modeldir.. —enmuzec'in karşılığı— Ve
bu, bir binektir.. —mahmel, karşılığı.— Bunun bir binek oluşu, kendi
sine göre değildir., bindirilene göredir., —mahmul karşılığı.—
Durum böyle olduktan sonra da, onun için, bir acizlik konusu
olamaz..
Kaldı ki: idrâkten acizlik gibi bir şeyi, irfan sahibi bir zatın va
sıfları arasında saymak, sağlam ve doğru olmaz.
Bu manada bir yol gösterelim :
— Bir irfan sahibi düşünelim.. Bu zat, bir şeyi idrâke çalışıyor;
ama idrâk edemiyor.. Bu babda da aczini itiraf ediyor.. İşbu itiraf ise.,
o şeyin sıfatına karşı tam bir irfana sahib olduğu içindir..
Bu idrâk edilemeyiş, iki yoldan olur:
— Model..
Diye anlattığımız, modeller alemini döndüren çarktır..
İşbu anlatılan manadaki tılsım, tılsımların evvelidir ki : Nefis su-
retlerı^.kıvamını bununla bulur.. Aksi halde., yani: Bu tılsım olmadan
ona ait ahkâmın çıkması için bir yol bulunmazdı..
Ve., onun gerçek durumu kazanmış bir yönü olmasaydı; hiç bir
hükmü olmazdı ve., nakşı kendinde gösteren, bu nakışlanmış şekli
ile zâhir olmazdı..
Bu manayı bir başka yoldan ele alalım.. Mesela :
Şurada bir ayna var.. Öbür yanda da, cisim halinde yapılı bir
heykel..
İşbu heykel, o aynanın tam karşısına düşmeseydi.. elbette o ay
nada görünmesi imkânsız olurdu..
Bir başka yoldan girelim.. Şöyleki :
Verilen bir hüküm var..
Onda gördüğün şeye, hiç bir şekilde, onun dışındaki bir şeyin
adını veremezsin..
*
**
Yukarıda anlatılan çözümü güç tılsımlı mana, daha önce de
ifade edildiği gibi, ilk tılsım idi.. Devamı otuz tılsıma kadar gider..
Kalanları; KUTBÜL-ACAİB VE FELEK'ÜL-GARAİB nam eserimize
aldık,.
O tılsımlıların hepsi, bu varlıkta, işaret yollu vardır; yerleşmiş
tir.
Bütün bunları, sözü geçen eserimizde açık bir dille anlattık..
Bu: İNSAN-I KÂMİL adlı eserimizde, o manalar üzerine bazı
tenbihlerde bulunduk..
Şu mana da bir gerçektir ki: Bu eseri tam anlamak isteyen:
KUTB'ÜL-ACAİB ve FELEK'ÜL-GARAlB adlı eserimizi iyi bir şekilde
okumalıdır..
Onu okuduktan sonra, dönüp bu esere bakarsa., öbürünün cüm
lesini bu eserde bulur.
Bu eser, öbürüne göre, bir ana gibidir.. Ama dalları da olabilir..
Bunun aksine: Öbür eser bu kitab için bîr kök, bu da onun dalları
olabilir..
İki kitab için anlatılan bu manaları anla.. Her iki eserdeki hitap
ların muhatabını da seÇ..
...Ve böylece, remizleri çöz; hâzineyi bul..
KUTB-U ACAİB'den murad: şaret kabul eden bir varlıktır.
FELEK'ÜL-GARAB'dın murad ise., bunda hazır sırlardır.,
**
Kul, önce; Yüce Allah'ın esma ve sıfatını müşahede yolu ile an
lar.. Bu, mutlak olması gereken bir iştir..
Ve., bu yoldan, yüce Allah'ın zatına marifet derecesine yükse
lir.. Amma bir hakikat olarak..
İşaret ettiğimiz bu manayı iyi anla.. Çünkü her şey ; Sana, delil
lerle isbatına çalıştığımız mananın sırrına sığdırılmıştır..
‘•*
+
Burada klişenin veya basıldığı şeyin yapış:, sertliği bîr mana ifa
de etmez.. Esas mesele karşılık durumun tam olmasıdır..
Bir örnek şeyi düşünün.. Bu da; İzzeti gerektirir olsun.. Yaniî Bir
azizlik ister..
— Model..
Olur.. Ne var ki, burada önemli bir nokta vardır.. Onu unutma
mak yerinde olur: Bütün nisbetlerin kalkması, sırf zatın sözü edilmesi,
ismin ve resmin ortadan silinmesi gerekir..
*
♦*
*&f
' --y
.
.
.
4 -
.
■''.v ; ,■f-;' l:'’i <:.
.
IV
BÖLÜMLER
1. BÖLÜM
ZAT
Manasına alınabilir..
Bu, öyle bir iştir ki; İsimler ve sıfatlar ona dayanmaktadır..
Ama, isimlerin ve sıfatların özlerindedir.. Vücut halini alışlarında
değil..
Bir isim veya sıfat düşünün.. Bunların hangisi olursa olsun; da
yandıkları şey; Z A T'tır.. Bu:
— ZAT..
Tabirini kabul eden? İster mevcud bir şey olsun; isterse A N K A
gibi yok olsun..
Bu manadaki inceliği anlamaya bak..
Mevcud, iki yönden mütalaa edilir:
Ne gölgesin; ne resim..
Ne ruhsun; ne cisim..
Ne vasıfsın; ne sıfatsın.. Ne de künye..
Varlık senin.. Yokluk senin.. Sonradan olma senin için, öncelik de
senin..
Zatına göre yoksun.. Ama nefsinde mevcutsun..
Nimetinle bilinirsin.. Bir cins, çeşit olmadan yana yoksun..
Sanki sen: Emaneten yaratıldın.. Sanki sen: Ancak eserleri gös
termekten ibaretsin..
Açık dilinle, zatına deliller getirirsin..
Seni yaşar buldum., bilgin gördüm., güçlü tanıdım.. Konuşan,
gören, duyan kabul ettim..
Cemal sıfatı varlığında dürülü.. Celâl sıfatına da nail oldun..
Kemalatın bütün çeşitlerini, kendinde topladın..
Senden başka bir mevcut tasavvur ettiğPm şey hiç olmuyor.. Bu
nun isbatı imkânsız..
Güzelliğine gelince: Her yönüyle tamdır..
Sonra., bak., bu kelâmın muhatabı sensin.. Ama, sen de olursun;
ben de olurum..
Ey., burada yok olan.. Ne var ki, seni yine burada bulduk..
*
**
Çokçadır tehlikeleri
Vuruşları da sessizce..
Mamuresi de yıkılır;
Çarpışanı devrilince..
Istılahla da saridir;
Hem satırdır enmuzece..
Bilmediğini söylesem;
Ama şendedir bilmece..
Saklarım da yükseldikte;
Hem de bilirim döndükçe..
Sicili yanaklarında;
Şuleleri de parlakça..
Parmağındaki şaraptır;
İhsanları büyülüce..
Larifeleri vehimdir;
Buna şaşmak gerek bence..
Ayırmak oyuncağıdır;
Yemekleri ağuluca..
Ne cevherdir ne de araz;
Ne hasta sayılır sağca..
Önümüz ve kalanların;
Hepsi de onun, âlemce..
Alâmetleri kaybolur;
Dalana denizdir onca...
*
**
a) Hak..
b) Halk..
Aynı şekilde o cevherin iki naatı —sıfatı— vardır:
a) Kıdem..
b) Hüdus..
Aynı değerde o cevherin iki adı vardır:
a) Rabb..
b) Abd..
Sonra..
O cevherin anlaşılması babında bir noktası vardır ki, çok dikkat
gerek.. Zira onda;
Bir sertlik vardır..
Onun ibareleri çözülürken, manalarından inhiraflar olabilir..
İşaretleri çözülmeye çalışılırken, dikkat başka cihete dağılabilir..
Sakın ha.. Sakın ey kuş, bu yazılanları çok iyi korupnaya bak.. O
kadar ki: Yabancı onu okumasın.
'*
•*1
O kuş, bu semalarda uçuşunu sürdürdü.. Hali: Ölüm içinde diri
lik.. Helâk içinde beka.. Taa, topladığı kanatlarını açıp yayıncaya ka
dar.. Kapamış olduğu gözünü açıncaya kadar..
Sonra o aradığı yüce varlığın bir tutulacak yeri de yok ki: İttifak,
ihtilaf hükmü ile de olsa, ona yapışıp kala.. Tam manası ile, onun sı
fatlarından birinde mekân tuta..
86 1. BÖLÜM — Z A T
Nice şeyler «öylendi; değil mi?. Hemen hepsi, işaret ve imalı söz
INSAISM KAMİL 87
lerdi.. Böyle olunca: Hiç birî o yüce zatın hakikat noktasına isabet et
mez.. Başka türlü olması da imkân dışıdır..
Zira, bu dil, onun anlatmakta lâl oldu.. Kısıldı; kaldı..
Zaman da ondan yana faydasız.. Dardır.. Sıkıştırılamaz ona; zi
ra o da, belli bir haldedir., ölçülüdür.. Ölçülü olan, bir ölçüsüze nice
zarf olur? Kab olur?
*
**
Yücedir Allah.. Şanı büyük.. Bütün rifat dereceleri olan sultandır.
Azizdir; deyyandır..
*
İSİM
Burada, umumî bir ifade ile İSİM üzerinde durulacak; ona göre
mana verilecektir..
Dürüm aıniLGtiiiiaım yola girince, Esim verilen şey, bîr bcska olur;
isim çerçevesini aşar.. IsFm, isimlendirilenden başka olur..
Mssa! olarak*. Bu yolun ehli dilinde geçen: Anka-i Mağrib, mefhu
mu mo^eberdir».
Niana bu olunca: Anka-i Mağrib üzerinde az duralım.. O nedir?.
O, öyle bir şeydir ki: Akıllardan fikirlerden uzak duran, özel du
rumu, yapısı, nakşı ile, azameti icabı bu misal âleminde benzeri mev
cut değildir..
— Anka-i Mağrib..
Adını alması da bu mana icabıdır..
Şimdi düşün.. Anka-i Mağrib için getirilen isim, onun için verilen
mana hükmünü kapsar mı?.. Şüphesiz kapsamaz..
Sanki o isim, analtılan mana için ona konmamıştır; külli bir hal
ile, akla uygun bir mana için konmuştur.. Özellikle varlık mertebesin
deki rütbesi' ezberlensin diye..
Taki, böylece yok olmaya ve onun: Zatında, anlatılan hükümde
olduğunu bilesin..
İşte.. İsmin, ad olduğu yeri bu yoldan bilmek mümkündür.. Fikir
dahi, o adlananın akla uygun manasına bu yoldan girer..
*
— Peki ne yapar?
Diyeceksiniz; anlatalım:
— Her iki tarafı da özüne çağırır..
Sebebine gelince: Onun makamı öyle bir makam olmuştur ki,
onu anlatabilmek imkânsızdır.. Zira, o: Yüce Allah'ın zatında^ en yü
ce makama yükselmiştir..
Sen de onu ara.. O makamı iste., ondan yaya kalma; yanılma.,
***
Şimdi, o yüce Allah ismPni bîr başka yönü ile işleyeceğiz.. Bunu
da bilmen gereklidir..
Sübhan olan yüce Hak: Allah ismini, İlâhî manaların suretine de,
ilk temel maddesi yaptı..
Cenab-ı Hakkın kendisinde, kendisi iç’rn nekadar tecellisi varsa.,
hepsi, bu Allah isminin kapsamına dahildir.. Geri kalanı sırf zulmet
tir. Ki;
— Zatta, zatın batın yanları..
Adı verilir..
Bu yüce Allah ismi, anlatılan zulmete bi'r nurdur..,0 nurla, Ce-
nab-ı Hak kendisini görür..
.. Ve halk o nurla, Cenab-ı Hakkı bilmeye ulaşır.
Bunu da böyle bilesin..
INSAN-I k â m il 95
Kâinatın ikinci bir teşbihi daha vardır ki: Hakkın zuhurunu ken
disinde kabulleniridir..
Kâinatın üçüncü bir teşbihi ise.. Kendisinin Hakla halk olarak zu
hurudur..
Kâinatın, yüce Allah'ı teşbih ediş şekli daha çoktur.. Bitmez..
Zira, kâinatın; yüce Allah'a ait her isimde bir bağlantısı vardır..
O ilâhî isme uyan biçimde teşbihini yapar..
Sayı itibarı ile, çokluğundan ötürü, hesaba kitaba sığmayan bu
teşbihlerin tümü bir dille ve bir anda Allah için yapılan teşbihlerdir..
Ve,, bu varlık âlemi ferdlerinden her birinin, yüce Aİlah ile olan
halleri bu minval üzere devam edip gider..
Tek başına değil de, yazılış itibariyle, diğer harfleri ile de, zata
işaret edilir.. Zira, hepsi onun içinde gizlidir..
ELİF, zat olunca, diğerleri de onda gizli sıfat ve onunla lakalı
olanlar olur.. Ki bu mana, aşağıda daha açık anlatılacaktır.
Meselâ: ELİF harfi, yazılı gösterildiği zaman, ELİF, LÂM, FA'dan
ibarettir,.
ELİF harfi, tek başına yazıldığı zaman, yazılış şeklini ve tek ba
şına yazılışını da özünde toplayan zata delâlet eder..
LAM, harfi, dik kısmı ile; yüce zatın kadim sıfatlarına delâlet
eder.. Kendisinin, LÂM olduğunu anlatan kıvrık kısmı İle de, sıfatlar
la alakalı kısımlarına delil sayılır.. Sıfatlarla ilgili kısımlar ise., zata
bağlanan kadim fiillerdir..
FA, harfinin ifade ettiği manaları ise., şu şekilde sıralamak
mümkündür:
a) Duruşu ile, yapılmış işlere delâlet edeır..
b) Başındaki noktası ile, halkın zatında var olan, Hakkın
varlığına delâlet eder..
c) Başının yuvarlak oluşu sonucu, içinin boş oluşu feyz ı
İlâhîyi kabul edişleri yönüyle halkın onda bir yer edinip sonsuzluğu
nu kavramasına bir durak olmayacağına delâlet eder..
d) Ayrıca, yuvarlağının daire biçiminde oluşu da; mümkün
vasfını alan varlıkların sonsuzluğuna işarettir.. Zira dairenin nerede
başlayıp nerede biteceği bilinmez..
e) Ayrıca içinin boşluğu, feyiz kabulüne bir işaret mahalli
dir.. Zira, içi boş olan; kendisini dolduracak bir şeyi kabul etrpek zo
rundadır..
Sonra., burada bir başka husus vardır; bunu da belirtmemiz ye
rinde olur..
İşbu husus; FA, harfinin başında duran noktadır.. Bu durumu ile
o noktanın yeri; FA harfinin yuvarlak boşluğu gibidir..
Anlatılan manaya göre, ince bir işareti burada göstermek gere
kecek..
İşbu işaret; İnsanın ezelde aldığı emanetti»'..
Burada, emanetten kasdım:
— Kemal-i üluhiyettir.. ki bu; Yerin, göğün ve onlarda bulunan
İNSAN-I KÂMİL 99
İKİNCİ HARF
ÜÇÜNCÜ HARF
— «Nur..»
Cemal sıfatıdır..
— «Zulmet..»
İse, celâldir..
Bu hadis-i şerifin anlatmak istediği bir mana şudur:
— O makama varan kimsenin, ne kendisi kalır; ne de izi..
İşbu halin adına, tasavvuf ehli zatlar.
— MAHK (1) ve SAHK (2)..
Derler.. '
Sözü geçen harfin sayılardan her sayısı: Yüce Hakkın zatını
halkından gizlediği mertebelerden bir mertebeye işaret eder..
DÖRDÜNCÜ HARF
BEŞİNCİ HARF
Hâsılı: Durum r*o olursa olsun; her hal ve takdirde., her söz ve
ikrarda o: Hem noksan, hem de kemal sıfatları özünde toplar.. Yani:
O yüce güneş nuruyla, yer varlığını aydınlatmaktadır.. Yer, odur;
gök odur.
Burada, umumî bir ifade ile SIFAT üzerinde durulacak; ona göre
mana verilecektir..
Sıfatı, özet olarak şöyle anlatabiliriz;
— SIFAT; Her hang? bir şekli ile tavsif edilen bir şeyin durumunu
sana ulaştıran bir şeydin.
özet olarak:
SIFAT, bir şeyi özel hali ile bilmeyi, fehmine ulaştıran bir şekil
dir..
SIFAT, bir şeyin sana göre şekillenmesini sağlayan bir vasıftır..
SIFAT, bir şeyin, vehminde toplanmasını temin eden anlatılış
tarzıdır..
SIFAT, bir şeyi fikrinde aydınlatan izah şeklidir..
SIFAT, bir şeyi aklına yakın bir şekle getiren bir ifade yönüdür..
İşte., bütün bu anlatılanlar, sıfatın tarifidir.. Bunları anladıktan
sonradır ki; Anlatılan bir şeyi1 , kendine has şekli ile bilirsin.. Ne oldu
ğunu zevk yolu ile anlarsın..
İşbu anlayış sonunda ise., bir kıyas yoluna gidersin..
Sana anlatılan şeyi, özünde bir ölçüye vurur bakarsın;
a) İnsan tabiatı, yaratılışı, karakteri ona karşı meyle müsa
it midir?. Anlatılan şeyde, insanın meylinin kabul ede
cek bir durum var mıdır?..
Böyle bir durum varsa., şüphesiz tab'an, o şeye yönelmek müm
kündür.. Ona meyledilir; yanaşılır..
b) O şeyde, insan tabiatına zıd bir şey var mıdır?. Bir nef
ret uyandırıyor mu?.. Böyle bir durumdaysa., şüphesiz o şeye tabiat
icabı yönelmek mümkün değildir.. Ondan kaçılır..
Bu manayı iyi anla..
Sonra., iyi düşün ve zevk halfne getir ki: Her halini, cümle du
rumunu, rahmanın mühürcüsü, kulağına doldura; üstüne de mührü
basa..
110 3. BÖLÜM - SIFAT
Anlatılanı bir kabuk say.. Olmaya ki, bu kabuk sana engel ola..
Sonra, Öze varamayasın.. Kabuğu, daima özü saklayan bir perde bil
meli; yeri gelince de içine girmeli..
Kaldı ki, sözde kalmak, dahi idrâk yüzünü kapatır..
***
Sonra..
SIFAT, kendisi ile sıfatlara bağlıdır..
Üstteki cümlenin izahlı açıklamasını şöyle yapabiliriz:
— Sen, senden başkasının sıfatları ile sıfat alamazsın.. Kendi
öz adın, lakabın vasfı ile de bir sıfat sahibi olamazsın..
Hülâsa: Onlardan hiç bir şey alamazsın; ta ki: Vasfı edilen şeyin
aynısı sen olduğunu bîlİnceye kadar..
Böyleki oldu: Vasfedilen şeyin aynısı olursun..
Ama, yukarıda da anlatıldığı gibi, sözde değil; hakikatte.. Çün
kü söz kabuktur; perdedir..
Kabuğu parçalar, perdeyi aralar, öze varırsan., bizzat bilen sen
olduğunu görecek manası ili bilirsen., işte o zaman, bilgi sana bağ
lanır..
Bunun böyle olması zarurîdir.. Daha fazla tekide, manayı güç
lendirmek için delile ihtiyaç yoktur..
Çünkü sıfat: O sıfatı alanın bağlısıdır.. Ona tabidir..
Sıfat alanın bulunduğu yerde sıfat vardır.. Onun olmayışı İle de
yok olur..
4**
Arab dili üzerinde ihtisası olan bilginlere göre, sıfat iki türlü
dür:
a) Sifat-ı fazaİliye..
b) Sıfat-ı fazıliye..
Sifat-ı fazailiye: İran ın zatı ile, esas varlığı ile ilgili sıfatlardır..
Meselâ: Hayat..
Sıfot-ı fazıliye: İnsanla bağlantılıdır; ama ondan ayrı da olabi
lir. Meeslâ: Kerem sahibi olmak, iyilik etmek vb. vasıflar..
Bu bahsi burada keselim; Cenab-ı Hakkın sıfatlarına dönelfm*.
İNSAN-I KÂMİL 111
Bu olan iş: Her şey yerinde olduğu halde oluyor.. Rabb, maka
mında; kul da, kulluk halinde berdevam..
Çünkü: Ne Rabb kul olabilir.. Ne de kul Rabb..
İlmin ve bütün açık hallerin, çok çok üstünde olan, bir zevk yo
lundan ve İlâhî keşif ihsanı ile bu kadarını anlarsan., sana şu kalır:
a) Yüce zatta, bu geçici varlığın eriyip bitmesi..
b) Kulluk vasıflarının tamamen eriyip gitmesi..
$
**
Anlatılan yüce makamı bulmuş olmanın üç alâmeti vardır:
Bir şeyi bilince, ondan daha fazla malumat edinmek sıfatlar ka-
pısındadır..
Sıfatlar senin kimliğindekilerdir.. liim, idrâk, işitmek, görmek,
azamet, kahır, kibir ve emsali şeylerdir.. Kiı bunlar, sıfatlar kapısın
dan idrâk edilip, görülür ve bilinir..
***
Bu mana icabıdır ki, yüce Allah'ın rahmeti, her şeyi kapsadı; hat
ta cehennem ehlini bile kapsamına aldı..
«
**
***
ELİF: Bu harf, mim ile nun harfi arasındadır.. Basar (görmek) maz-
harıdır..
Bu hart, sayı yönü ile de, BİR sayısını gösterir.. Ki, bu sayı da
Cenab-ı Hakka İşarettir.. Bir de onun zatı ile görüleceğine..
Bu harf, yazılırken görülmez; düşmüştür.. Ama, söylenirken var
dır; sabittir..
Yazıda düşüş şekline verilecek mana şudur:
— Yüce Hak yaratılmışları kendinden görür.. Onlarda, kendisine
yabancı bir şey yoîctur..
Konuşmada :abit olduğu da şu manaya gelir;
— Yüce Hakkın, zatı ile, zatında mahlukatmdan ayırd ediliş şek
line delâlet eder.. Özellikle yüce Ailah, mahlukatın vasfı olan: Zillet,
noksan gibi vasıflardan tamamen uzaktır.. Yücedir; mukaddestir..
*
**
NUN, harfine gelince..
Bu harf kelâm mazharıdır..
— «NUN, kaleme ve yazılanlara yemin olsun..» (68/1)
Meâline gelen âyet-i kerime, bu manaya işaret eder..
Sonra, bu kinayeten levh-ü mahfuza da işaret sayılır..
Çünkü, levh-ü mahfuz, kelâm denizidir..
Ve o; Allah'ın öyle bir kitabıdır ki, ondan bahsederken:
— «Kitaba almadığımız bir şey kalmadı..» (6/38)
Buyurur.. Onun kitabı, doğrudan kelâmıdır..
Burada bilmen gereken bazı noktaları da işaretleyelim.. Bunları
da bilesin..
NUN harfi, mahlukatın suret noktalarından ibarettir.. Tüm hal-
leri, vasıfları ile.. Toplu halde, oldukları gibi..
Bunlara işlenen nakış he; yüce Allah'ın:
— «Kün.. O L » (16/40)
Emrinden ibarettir.. Bu emir alındıktan sonra, yüce Hazretin bu
kelimesine zuhur yeri olan levhdeki kelem nasıl çizerse Öyle olurlar..
— «öl..» (16/40)
Emrinden ne geliyorsa., hepsi levh-ü mahfuzun kapsamı altında
dır*.
INSAN-l KÂMİL 121
***
RAHM AN, ismi üzerinde:
— ELKEHF'Ü VER-RAKİM Fİ ŞERH İ BİSMİLLAHİRRİH U N İR R A H İM *
Adlı eserimizde, buradakinden daha fazla kelâm ettik..
— Bu nereden geliyor?..
Denir ve şcışılırdı..
Ama onları söylemedik, yazm adık; tuttuk..
Böyle yapmamızın adi:
— Cimrilik..
Değildir.. Maksadım ız kısa kesmektir..
Bu eserde hülâsa olarak yazdık ki: Okuyup yazanı bıkıp usan
maya.. Şayet, bir usanma olursa., faydasını arzu ettiğimiz m anayı
kaybederler..
Ne var ki, bu esere yazdığımız sırlar, ondan daha fazladır..
Haliyle, dikkat edilince görülür..
Yardım talebine bîr karargâh yüce Allah'tır..
Güvenilecek makam, yine odur..
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Ü L U HI Y E T
— ÜLUHİYET..
Adı verilir..
— Bu varlığın gerçek yüzleri..
Dedim.. Bunda hükmün: Zâhir olup gelenle, bu gelene teşne olan
zuhur yerleridir..
özet olarak diyelim?
— Hak ve halk..
Hak zâhir, halk mazhardır.. Yani; Zuhur yeridir..
*
Kur'ariî Ahadlyettir,.
Fürkan: Vahidiyet-i fürkaniyedir..
Üstte, özellikle ÜLUHİYET için-. Ümm'ül-kitab şeklinde yapılan
açıklama, itibarî bir açıklam adır.. Halbuki, muteber olan ilk sofiye ta
birlerine göre: Zatın esas mahiyetinden ibarettir..
Yukarıda iki çeşit tabir geçti.. Dıştan bakınca, birbirinin aksi gibi..
Ama değil.. Sen işin özünü bulm aya bak.. Dış akşamı i!e kalma..
İşin özüne varıp, İstılahlardaki m anayı kavrar; işaret ettiğimiz
öz mananın gerçek yüzüne geçer; onda bir irfana sahib olursan.. İşte
o zaman, bilirsin ki: Bu da öbürü gibi.. İki: söz arasındaki ayrılık, y a l
nız ibarede.. M ana aynı..
*
Çünkü: Ahadiyet, sırf zattan ibarettir.. Orada sıfatlar İçin bir zu
hur yoktur,. Hele mahluk için hiç bîr şey olmaz.. Dolayısı İle ahadiyet
makamının, hiç bir şekilde mahluka bağlanmasına yol yoktur..
Hadis-i şerifi ile, Resulüllah S.A. efendimiz bir sırra işaret etmiş
tir..
Görülüyor ki: Resulüllah S.A. efendimiz, Rabb'dan ve Rahman
dan korkmamış; ancak:
•« Allah'tan..»
Korktuğunu anlatmıştır.. Şu âyet-İ kerime dahî bu m anaya işa
rettir:
-« Bilemem; bana ne yapılır, size ııe yapılır?..» (46/9)
Burada biraz duralım..
Resulüllah S.A. efendimiz, irfan yönüyle; yüce Allah'a karşı ma
rifetin en üstününe sahiptir.. Onun bu durumunu, Cenab-ı İlâhî katın
dan alıp, açıkladığı hakikatler de gösterir.. Böyle olduğu halde:
— «Bilemem..»
Buyuruyor.. Bunun manası şudur:
— Bilemem ki, ilâhî tecellide; suretlerin hangisi ile izhar edecek..
Bu durum böyledir.. Bir suret meydana getirir; bir sonraki zuhu
ru, o suretin hükmünü bozar.. M eydana gelen o suretin hükmünde:
— Bunu, bîr başka zuhur bozamaz..
Diye bir karar yoktur..
Böyle olunca; Tecelli durumunu kendisi bilir; başkaca bilinmez..
Başkalarına meçhuldür.. Am a, kendîsine değil..
128 4. BÖLÜM - ÜLUHİYET
Kerim olan bir zatın da, ancak ihsanını görebilirsin. Bu ihsan ise,
onun keremine bir belirtidir. Kerem sıfatının kendisi1değildir..
Çünkü, sıfatın kendisi zatta gizlidir.. Onun ortaya çıkmasına im
kân yoktur..
O sıfatın ortaya çıkması, caiz olursa, zattan ayrılm a durumu
meydana çıkar ki; işte bu, mümkün değildir..
Bu m anayı anla..
♦
Durum, anlatıldığı gibi olunca, o eşyanın bir ferdi, kendi özü ile
ÜLUHİYET saltanatı kapsamında bulunan cümle eşyayı toplar..
Bütün mevcudatın, hali anlatıldığı gibidir..
Böyle olunca, varlıkların misalleri, birbirine karşı konan aynalar
gibi olur.. Birinde ne varsa diğerinde de aynısı olur..
Kabuğu at.. Özü al.. Perdeleri görmek sureti ile, esas yüzden
âm â olma..
*
»*
Güzellikler semasıyım;
Güneşim hiç batmaz kalır..
Güzellikleri derledim;
Bağışım var, suçum kalır..
BEŞİNCİ BÖLÜM
A H A D İ Y E T
Hiç bir şekilde ona: Sayılan eşyanın adı isim olamaz., özel duru
mu ile sadece bir duvar ismi verilir..
Senin kimliğinde bir zuhur yeri alan bu İsim, yüce Hakkın İlâhî
katında; isimlerin de, sıfatların da tümünden yana mücerreddir..
Hatta orada, eserlerin, müessirlerin de sözü edilmez.. Çünkü, tecelli
yönlerinin en yükseği orasıdır.. Ondan sonraki tecelli yeri için, ondan
bir tahsis beklenir.. Hatta, üluhiyet için bile., bir tahsis beklenir.. Se
bebi açıktır; çünkü üluhiyet, umuma tahsis edilmiş durumdadır.. AHA-
DİYET'te umum diye bir şey yoktur.. Yukarıda da anlatıldığı gibi,
136 5. BÖLÜM ~ AHADİYET
Aynı şekilde, onunla sıfat alm ak; çalışmak ve zorlama ile de ol
maz..
Zira, böyle bir şey AHADİYET hükmüne uymaz.. Hiç bir şekilde
mahluk İçin oraya yol yoktur..
Çünkü: AHADİYET, yüce Allah'ındır; ona mahsustur..
*
■4*
Çünkü, bu tecellilerde mahluk için, hiç bir nasib yoktur.. Bu, ke
sin olarak böyledir..
V A H İ D İ Y E T
Aynı oluş şekli, birlik tecellisine göredir; her hak sahibinin hakkı
nı teslim etmek gereğine göre değildir..
Bu mana, zatî tecelli yönüdür..
Yani: Bir sıfatın, diğerinin aynı oluşu manası..
■*
diyet hükmüne göre zuhur eder.. VAHİDİYET de, aynı şekilde zuhur
eder..
Çünkü, üluhiyet hepsinin tecelli şeklini şümulüne alır.. Her tecel
linin hükmü ne ise, onu m eydana getirir..
Zira, üluhiyet her şeyin hakkını yerine getirmeye yeterli bir tecel
li makamıdır..
Ahadiyet, üluhiyet gibi değildir; onda ancak, Allah vardır..
Onunla ikili bir şey yoktur..
VAHİDİYET, ise:
— Şu anda, ilk halindeki gibidir..
Çümlesinin ifade ettiği m anaya bir tecelli makamıdır..
Daha önce de anlatıldığı gibi, ahadiyet bir başka makamdır..
Orada:
— «Onun yüzünden başka her şey, helake varır..» (28/88)
Mealine gelen âyet-i kerimenin hükmü geçer..
İşbu hüküm icabıdır kî; ahadiyet, VAHİDİYET'ten daha üstün
dür.. Çünkü, ahadiyet sırf zattan ibarettir..
Zat isimlerinin halka dönük yüzleri: Alim, kadir, semi, vb. isim
lerdir.. Bu isimler, varlığın hakikî yüzleri ile ilgilidir.. O hakikî yüzler,
Hakka bağlanan bütün mertebelerde, RAHMANİYET sıfatına bir isim
dir.. O hakikî yüzlerde halka nisbet edilen mertebelerin iştiraki yok
tur..
*
Yüce Allah'ın ilk rahmeti odur ki: Onunla bütün âleme rahmet
tecellisi ile, onları kendi özünden yarattı..
— Halkiyet..
İsmi emanettir..
Şu şiir anlatılan m anaya işarettir:
Yukarıda anlatılan manaları, daha iyi açmak için, işe bir misal
katalım.. Şöyleki:
Bu âlem kara benzen. Yüce ve sübhan olan Hak ise., bu karın
aslı olan sudun,
İlk nazarda görülecektir ki; kardaki:
— Kar..
İsmi, bir emanettin.
— Su..
İsmi ise, onun için bir hakikat olur..
*
**
Üstte geçen mana üzerine;
— Bevadir'ül-Gaybİye Fin-Nevadir'ül-Ayniye..
Adlı kasidemde hayli tenbihatım olmuştur..
Üstteki m anayı daha iyi anlatabilmek için; bir başka yola gire
lim..
Böyle yapalım ki bilesin..
Bir hayal vardır.. Bu hayal zihinde bir suret benzeri olarak teşek
kül eder..
Anlatılan teşekkül ve hayal, yaratılmış, bir şeydir.. Yaratan ise.,
her yaratılm ışta vardır..
Aslında o ilâç, hasta için deva ise de; insanın hoşuna gitmeyen
bir durumu vardır..
İNSAİSI-I KÂ M İL 149
Rahim isimi yönünden gelen rahmet ise, sırf nimettir.. Ona başka
bir şey karışmamıştır.. Ve o, tam saadeti bulan kâmillerde bulunur..
R Ü B U B İ Y E T
Yüce Allah'ın: Alim, semi', basir, kayyum , mürid, melik, vb. isim
leri RÜBUBİYET isminin içindedir..
Yüce Allah'ın Rabb ismi altında toplanan bütün isimler, halkı ile
kendi arasında ortaklaşa kullanılan isimlerdir..
Halka tahsis edilen isimler, sadece onların tesir özelliğidir..
*
Yüce Allah'ın zatına tahsis edilen isimlerle; bir yüzü halka dö
nük olan isimlerden biri:
— Alim..
Diye anlattığımız isimdir.. Bu isim, nefsî isimdir.. Bu ismin bir
gereği olarak:
Burada, yüce Allah'ın melik ismi ile, Rabb ismi arasındaki farka
işaret edeceğiz.. Şöyleki:
ı
152 8. BÖLÜM - RÜBUBİYET
Bunda, yüce zatın tekliğini belirten: Azim, ferd gibi isimler ile;
müşterek olan azim, basir gibi isimleri, ayrıca halka tahsis edilen ha
lik, razik gibi isimler aynıdır..
İşbu mertebe icabıdır ki: Allah ile kulları arasında bağlantı mut
lak gerekli oluyor..
O, cemalinize suret;
Onun manası sîzsiniz..
Bu varlık oluşunuzla;
Onun oluşu sîzsiniz*.
a) Manevî..
b) Surî..
— Suretlerdeki tecellisi ile, mana yönünden gizli tecelliler..
Demeğe gelir..
önce (nanevî tecelliyi ele alalım..
— Teşbih yönlü bir zuhur olur.. Fakat bu zuhur yüce Hakkın ken
di zatındaki tenzihe bir halel getirmez..
Şeklinde bir cümle ifadesini bulur.. Böyle bir tecelli durumu; teş
bihe bağlı bir suret tecellisiyle; tenzihe bağlı manevî bir tenzih duru
mu alır.. Şöyleki:
İNSAN-I KÂMİL 155
a) Surî bir zuhur olursa, manevî yön onun zuhur yeri olur..
b) M anevî bir zuhur olunca, surî yön, onun için bir zuhur
yeri olur..
Anlatılan mana, bir galip, bir mağlup meselesidir.. Hangisi ga
lip gelirse; kalanını içine alır.. İş bir tanesine kalır; diğerine perde
olur..
Allah.. Hak söyler.. Doğru yola hidayet eden odur..
DOKUZUNCU BÖLÜM
 M Â
Bilesin ki..
 M  : Hakikatların öz hakikatinden ibarettir..
İşbu hakikat: Hakka bağlı sıfatlarla halka nisbet edilen sıfatla
rın hiç biri ile sıfatlanmaz.. Çünkü o; Sırf zattan ibarettir..
Hâsılı: Bütün bunlar, zatının hükmüne göre olur.. Onun zatı ise,
olduğu gibidir.. Önceki hali ile, şu andaki hali arasında hiç bir fazla
lık yoktur.. t
Bize olan tecelli köyledir.. Daima değişir.. Ancak, yüce Allah za
tında nasıl ise, öyledir.. Bize tecellisinden ve zuhurundan önce hgngi
halde ise., yüce zatı yine o hal üzeredir..
Bunu dışında, onun zatı için verilecek hüküm ancak olduğu hal
den gösterdiği tecellidir.. Başka türlü bir şey onun için makbul değil
dir..
İNSAN-I KÂMİL 159
Onun tecellisini de, parça parça değil, bir bütün olarak ele al
mak lâzımdır..
Tecelli bir olunca, ona verilecek isim de:
— Bir..
Olur.. Bu bir, isim içinde bir vardır..
Durum anlatıldığı gibi olunca, toptan her şey için: Yalnız bir, ka
lır.. Sayı yoktur..
*
**
Bu m anadaki tecelliye:
— Tecell-i vahid..
Denir.. Bütün izlerini kendinde toplar.. Bu tecelli ile kendinden
başkasına tecelli eylemez.. Çünkü onda: Halkın hiç bir nasibi yok
tur..
— Zuhur..
Derken; bunu da, ahadiyet hükmü arasına katmak istemedim..
Burada sana öğrettiklerimi iyi anlam aya çalış..
* ,
Hele bir bir bak.. Sübhan olan yüce Hak, senin aynın ve kimli
ğindir.. İsterse, sen tam hakkın olan bu durumdan gafil bulun..
Sen ki, anlatıldığı gibisin; yüce Hak için nasıl böyle olmasın?.
Ona nasıl kendisi kendisine perde olsun.. Olmaz; çünkü onun hük
mü perdelenmem >;tir.
Sen de*. Kendin İçin bir zuhur olunca, ÂM Â'dan sana kalan ne
İse., onunla olur.
Burada, senin için ÂM Â, halk olma hükmü ile perdelenmendir..
Böyle olunca, sen kendin için zahir olursun.. Ama, esas varlığına
göre batınsın.. Çünkü, özünden perdelisin.. Perde ise., halk olma du
rumundur..
Şüphesiz, yüce Allah'ın bir önü ve bir sonu vardır.. Evveli ve âhi
ri de vardır.. Ne var ki bu, hükmen böyledir.. Böyle bir şeyin dıştan
nazara alınması muhaldir..
Zatına layık olan şekil ise., halkı yaratm adan önce  M  'd a olu
şudur.. Halkı yarattıktan sonra da, bu durum değişmemiştir.. Yine ön
ceki gibidir..
*
*#
Buraya kadar anlatılanlardan beklenen mana: ÂM Â, zata veri
164 9. BÖLÜM - ÂMÂ
Bundan öte akıllar için yol yoktur; onda akıllar hayrete düş
tüler..
Onun azameti önünde artık bir vüsul yolu da düşünülemez..
Onun suretini çizmek için, zihinlere yerleştirilecek bîr mana yok
tur; akıl da onun şeklini çizme yolunu bulamaz..
ONUNCU BÖLÜM
T E N Z İ H
Yüce Hak için zatına bağlanacak bîr benzer yoktur ki; ondan
tenzih edilmesi gereksin.. Esasen, zatı kendi özünden münezzehtir..
Onun bu münezzeh oluşu, kibriya sıfatının iktizasıdır..
Bu TENZİH kî, onun zatının iktizasıdır.* İtibar edilen durumların
hangisinde olursa olsun; tecelli yolu ile zuhur edip meydana geldi
ği yerlerin hangisinde olursa olsun; değişmez..
Şöyleki:
a) Teşbih yolu ile gelebilir..
Bu teşbihi, Resullüllah S.A. efendimizin şu hadis-i şerifinde bula
biliriz:
— «Rabbımı, taze bir delikanlı suretinde gördüm..»
b) Tenzih yolu ile geleLvlir..
Bu tenzihi, Resulüllah S.A. efendimizin şu hadis-i şerifinde bula
biliriz:
— «Nuranî bir varlıktır; onu görüyorum..»
Her iki halde de, TENZİH durumu değişmez..
4i**
Bu TENZİH, bir başka yönü ile: Zatî bir TENZİH olur.. Bu oluş,
onun için gerekli bir hükümdür..
Tıpkı: Bir sıfatın kendisi ile, sıfat almışa bağlanış lüzumu gibi..
Bu, bîr tecelli makamıdır ki*. Onun hak ettiği şekilde olur.. Zatın
dan zatına olur.. Ve., kadim TENZİH durumu ile bu, öyle bir şeydir
ki: Söz hakkı ancak onundur.. Başkası onun durumunu bilemez..
Meselâ:
— «Şecere-i mübareke..» (24/35)
Kelimesinden murad: İnsanın gaybe imanıdır.. G ayb ise: Yüce
Hakkın halk suretindeki zuhurudur..
Asıl iman ise, gaybe imandır..
— «Zeytune..» (24/35)
Kelimesinden murad, Mutlak hakikattir.. Bu, öyle bir hakikat
tir ki, onun için:
— Her yönü ile Hakka aittir..
Diyemeyiz.. Keza onun için:
— Her yönü ile halka aittir..
Şeklinde bir cümle de söylemeyiz.. Çünkü: Bu bir iman ağacı
dır..
— «Şarkıyye, değildir..» (24/35)
Cümlesinden murad: Mutlak tenzihin gerekli oluşudur.. Haliyle,
TEŞBİH yönünü buradan atmak gerekir..
— «Garbiyye değildir..» (24/35)
Cümlesinden murad: Tenzihi atmak suretiyle:
— Mutlak TEŞBİH..
Sözünü söylememendir..
Hâsılı*. Bu, öyle ince bir iştir ki: TEŞBİH kabuğu ile, tenzih özün
den süzülüp gelir..
— «Onun yeği olur ki..» (24/35)
Cümlesinden murad: Kendi ycjkın halidir..
— «Aydınlatır..» (24/35)
Cümlesinden murad: İnsan nuru ile, yağ zulmetini kaldırm ası
dır..
— «Eğer ona dokunacak olsan, ateştir..» (24/35)
Cümlesinden murad: Açıktan ona değmenin, görmenin imkânsız
lığıdır..
— «O, nurdur.;» (2 4 /3 5 )
Bu cümleden murad: TEŞBİH nurudur..
— «Nur üzerinedir..» (24/35)
Cümlesinden murad: İman nurudur.. Tenzih nurudur..
Hâsılı: Bu âyet-i kerime:
İNSAN-I KÂMİL 173
Bu makamda bîr incelik vardır ki: Onu, ancak müşahede yolu ile
tadanlar bilir; bir de aynen bu makama çıkanlar..
*
**
İSİMLER TECELLİSİ
Şanı yüce olan Allah, isimleri içinden bir isimle; kulları arasın
dan birine tecelli ederse; O ismin saçılan nurları altında, o erir.,
biter..
Böyle olunca: Hakkı çağırdığın zaman, sana o nurlar altında
eriyen kul cevabını verir..
*
*+
Allah ismi tecellisine nail olan bir kulun varlığı erir; biter.. Da
ğı un ufak olur..
Allah ismi îecellisine mazhar olan bir kul için; yüce Allah, haki
kat turuna şu nidayı yapar:
Bundan sonradır ki, kuldaki kulluk ismi kalkar,* Onun için Allah
ismi sabit kalır..
Tıpkı: İsmin, kendisi ile isim verileni taleb ettiği gibi.. Bundan
sonradır ki, o kulun ünsiyet kuşu şenlenir.. Mukaddes üslubu ile şöyle
dillenir:
1 - KADİM..
Malum ise., ilimden çıkar; yine ilme b alla n ır.. Böyle olunca,
yine: KADİM, vasfına bürünür..
Biraz daha açılalım..
İlmin ilim olması, ancak malumun olmasına bağlıdır.. Malum
ise, âlim birine*.
— Alimlik, bilginlik..
İsmini veren bir kelimedir..
Şimdi, cümleleri toplayalım..
Bu itibara göre: İlâhî ilimde, varlıkların KADİM olması lâzım
gelir..
Bu KADİM vasfını alan kulun dönüş yeri ise., yüçe ve sübhan
olan Hakk olduğu böylece kesinleşmiş olur..
İşbu dönüş, onun KADİM ismi tecellisi suretiyle olur..
İNSAN-! KAMİL 187
NETİCE: Yüce Allah, zatının İlâhî KADİM İsminden bir kula tecel
li ihsan edince, onun sonradan yaratılmış, hadis bir şey olma duru
mu kalkar.. Allah ile KADİM kalır; kendi geçici varlığından yana yok
olur..
*
**
2-H AK..
İşbu Hak tecellisi, o kula geldikten sonradır ki: Ondaki halk vas
fı yok olur..
Böyle olunca o: Mukaddes bir zat kalır; münezzeh sıfatlar halini
alır..
*
**
3 - VAHİD..
4 — K U D D 0 S..
İşte., bu KUDDÛS ismi ile, o kula tecelli ettiği andad<r ki; bu âle
me ait olan noksanlar onda yok olur..
5 - Z Â H I R..
7 - ALLAH..
Kullarından bazılarına, sübhan olan yüce Hak: ALLAH ismi ile
tecelli eder..
İşbu tecellide, açılan yolların bir sınırı yoktur; kul, Allah kapsa
mına girer, bütün tecellilere mazhar olur..
Bu mana, daha önce de anlatılmıştır..
Bu tecelliye nail olan kul için, belli bir yol çizilemez.. Çünkü:
ALİLAH tecellisi, zuhur yerlerinde daima değişik şekil alır.. Bu, onun
ihtiva ettiği mananın bir icabıdır..
Bu tecelliye nail olan kulun şanına: Cümle ilâhî isimler, isim isim
iner..
Bu inen isimleri, o kul devamlı olarak alır.. Haliyle onun bu a lı
şı, yüce Hakk'ın zatından kendisine verilen nur olur..
SIFATLAR TECELLİSİ
Yüce Hak bir kula, isimlerinden veya sıfatlarından biri ile tecel
li etmeyi dilediği zaman, zaten o kul fena bulur.. O kadar ki: Ken
dinden geçer.. Varlığı kalmaz.. Onu, kendi varlığı bağından söker..
*
**
Bunların artık hiç bir manası yoktur; sadece, HAYAT sıfatı tecel
lisine nail olan kul kalır.. Bunun hayatı, artık onların tümüne hayat
tır..
Bir müşahede yolu ile, hayatın onlarda sürüp gittiğini görür..
Bütün bu olanları kendisinden bilir., başka yerden değil..
Bu arada vasıta da kabul etmez..
İlâhî bir zevk olarak kabul eder..
Gizli, am a ayan beyan bir keşif sayar..
*
**
Evet.. Ben bu tecellide bir süre kaldım.. Zam an süremden bir
süre, bu tecelli içinde geçti..
İşte o zamanda ben: Bütün varlıkların hayatını kendimde gör
düm..
Her varlıkta, hayatım dan nekadar varsa., bakıp görüyordum..
Görüyordum kİ; onların zat kabiliyetleri nekadarsa, o kadar alı
yorlar..
İNSAISI-I KÂMİL 197
Sıfat tecellisi içinde, olana; ilmin gelişi, zâhirde olan bir şey de
ğildir.. Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!.
*
*♦
Burada anlatılanlar, çok ince manalardır.. Ancak:
— Gureba..
Adı ile çağırılanlar anlarlar..
Burada tadılması gereken zevkleri, kimse tadamaz; ancak:
— Ümena ve üdeba..
Adı ile anılan zctlar tadarlar..
♦
♦*
BASAR..
Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BASAR sıfatı ile tecel
li eder..
Bu tecellide, o kulun durumu şöyle olur:
Bu tecelli yüce Allah katından; ilme, ihataya, keşfe dayanan bir
tecellisi ile geldiği zaman, onun için tam bir BASAR tecellisi yolu açı
lır..
Bu açılış, o kulun görüş açılışıdır.. İlmînin uzandığı yere kadar
ne varsa, hepsini görür..
Bu m akamda:
a) Hakka dönük ilmin sözü geçmez*.
b) Halka dönük ilmin sözü de geçmez..
Bu makamda sadece: BASAR tecellisine nail olan kulun görüşü
vardır..
İNSAN-I KÂMİL 199
SEMİ'..
Yüce Allah kullarından bazılarına da, bu sıfatı ile tecelli eder..
Bu SEM İ7 sıfatı tecellisine eren kul:
Hali anlatıldığı gibi olan bîr kul için: Yakın ile uzağın hiç bir
farkı yoktur.. Onun katında uzak, yakın gibidir..
*
**
Yukarıda anlatılan m anaları biraz açalım..
Yüce Allah bu semi' sıfatı ile, o kuluna tecelli el fiği zaman: Bit
kilerin dillerini, cemadatın gizli sesini, bütün değişik dilleri; ondaki
ahadiyet gücü ile, o kul işitir ve anlar..
♦
«*
Bu tecelli sayesinde ben: Rahmaniyet ilmin! rahmandan dinle
dim..
KE L ÂM. .
Bütün varlıklar, bu kelâm sıfatı tecellisine eren kulun kelâmın- *
dandır..
Bunun oluş yolu, aşağıda anlatıldığı gibidir..
Yüce Allah:
a) Kuluna hayat sıfatı ile tecelli eder..
b) Sonra, ilim sıfatı ile tecelli eder ve hayat sırrının ondan
geldiğini öğretir..
c) Bundan sonra, basar sıfatı ile tecelli eder; bildiklerini
gösterir..
d) Bundan sonra, semi7 sıfatı ile tecelli eder; gördüklerinin
seslerini duyar ve anlar..
İşbu anlatılan durum, ondaki hayat birliği yüzünden hâsıl olur..
Böylece, konuşmaya başlar..
İşte., bütün bunlardan sonradır kit
— Bütün varlıklar, bu KELÂM sıfatı tecellisine eıen kulun kelâ-
mındandır..
Dediğimizin manası anlaşılmış olur..
İşbu halet içinde; yüce Allah'ın kelamını; ezelde olduğu hali ile
müşahede eder.. Keza, ebedde olduğu gibi..
.. Ve anlar ki: Onun kelâmı için bir tükenme yoktur..
Yani; Sonsuzdur..
*
**
İşbu hitabı o kul, bütün varlığı ile duyar; yalnız bir kulak ile
değil..
*
**
*
**
Bazı kullar da, iç âleminde parlayan bir nur görür.. Yüce Hak
kın hitabına, o nurlu yönden nail olur..
Bu nurun şekli değişiktir..
Bazan,, çokluğu kavranabilir ve:
— Şu kadardır..
Denebilir..
Bazan, o nurun çokluğunu anlam ak mümkün değildir.. Çok çok
tur.. Çoktan da çoktur..
Anlatılan nur, yuvarlak daire biçiminde olabilir..
Uzayıp giden bir şekilde de olabilir..
*
**
Bazıları, bu KELÂM tecellisinde, ruhanî bir suret-görür.. Müna-
caatını o suretle yapar..
İNŞAN-I KÂMİL 205
İRADE..
SIFATLAR TECELLİSİ içinde ehliyet kazanan bazı kimselere yüce
Allah, İRADE sıfatı ile tecelli eder..
Ey kardeşim.
Anlatılan m anadan yana mahcub olma.. Bütün bu planlar bir
çeşitten ibarettir..
Gösterdiği yüzlerin şekillerine göre değişmektedir..
Saadet ehli olanlar, onunla saadeti bulmuştur.. Tard olanlar, y i
ne bu yoldan şekavete girmiştir..
Bu m anaları anla..
*
**
Burada sana bazı işaretlerde bulundum..
Müşkil m analı cümlelerin sırlarını gösterdim..
İNSAN-I k a m il 211
Eğer bunlara karşı bir vukufun olur; orada bir durak makamı
alırsan; saklı, gizli kader sırrına muttali olabilirsin..
İşte o zaman; bir şeye;
- Ol..
Dersen, o şey olur..
O, öyle yüce Allah'tır ki, emri KÂF ile NUN arasındadır..
*
**
RAHMANİYET..
Yüce Allah, bazılarına da, bu RAHMANİYET tecellisi ile tecelli
eder..
Kulun, bu sıfat tecellisine ermesi; ancak: Kendisi için ruhubiyet
arşı kurulup ona yerleştikten sonra olur..
İşte., o zaman, ayakları altına bir de iktidar kürsüsü kurulur..
Bu yoldan onun rahmeti, bütün mevcudata geçer..
İşte., o zaman o; Zatın kürsüsüne bağlanır.. Sıfatlar kıvamını
bulur..
Ve., âyetlerden şu âyet-i kerimeyi okumaya başlar:
— «De ki: Ey mülkün sahibi Allah, sen mülkü kime dilersen, ona
verirsin.. Mülkü, kimden dilersen; ondan alırsın.. Kimi dilersen, onun
kadrini yükseltir; kimi dilersen, onu alçaltırsın.. Hayır, yalnız senin
elindedir. Şüphesiz sen, her şeye kadirsin..
Geceyi gündüzün içine koyarsın; gündüzü de geceye sokarsın.,
ölüden diri çıkarırsın; diriden ölü çıkarırsın.. Sen kimi dilersen, ona
sayısız rızık verirsin..» (3/26-27}
*
**
Bütün bu olanlar, onun gayb âleminde olur.. O L ş şekli, şekten
ve şüpheden beridir..
Her şey, kendi sinesinde, kendi kalbinde olduğu gibi açıktır..
Za*a mensup zatlarla, sıfatlara mensup kimseler bu makamda
oyırd edilir.. o
*
**
ÜLUHİYET..
Bazılarına da: yüce Allah, ÜLUHİYET sıfatı ile tecelli eder..
Bu tecelliye nail olan kimse., zıdları özünde toplar..
212 14. BÖLÜM - SIFATLAR TECELLİSİ
Bu, anlatılan tecelliye ermeyi arzu edenlere, bir yol gösteren hi
dayettir.. Bundan yana nasibsiz olanlara da dalâlet olur..
Gelen hitap, her iki şekilde de tecelli edebilir.. Sana düşen, her
ikisine de itibar etmektir.-
Keza, hidayet ve dalâlet yollu olan her iki isimle de isimlendi
rilmiştir..
Yani: ÜLUHİYET tecellisi..
ÜLUHİYET semalarında, aydınlatarak döndükleri halde; o par
lak yıldızlar batabilir..
Am a şaşma, yoluna devam et.. Dışg kanma; içe dönük ol.. Yolu
bulursun..
*
**
A *
Yine ÜLUHİYET tecellisi özellikleri arasında kalan: Bütün din,
millet ve mezheb mensuplarının hatalı yönlerini tesbit edip bulur..
O kadar ki; Müslüman, mümin, muhsin, irfan sahibi kimselerin
de hatalı yönlerini tesbit eder..
Bu meyanda, onun doğru bulduğu; yalnız, tam kemal halini bu
lan hakikat ehli kimselerdir.. Başkaları değil..
*■
214 14. BÖLÜM - SIFATLAR TECELLİSİ
Nefyetmek, küfrandır..
isbat etmek, hüsrandır..
Isbat ye nefyetmek, iki denizdir.. Yüce Hak ise, onlar arasında
bir berzah.. İki deniz birbirine taşmaz..
Beni isbat yoluna gidersen; beni senden başka yapmış olursun.,
gayrının yerine oturtmuş olursun..
Beni nefyedersen, kendi öz mananın hakikatından yana mahcub
olursun.. Perdelenirsin..
Şayet diyecek olursun:
— Sen, benim..
O zaman denir:
— Hani sende benim fennim?.
Şayet dersen:
— Sen de, benden ayrısın; başkasın..
O zaman: Hayrım dan y an a her m anayı yitirmiş olursun.. Bu
m anada hayrete dalarsın; tam bir fakre düşmüş olursun..
Şayet:
— Acizlik..
Babında bir dille konuşarsan; o zaman da, izzet vasfını öldür
müş olursun..
Bir kemal ve son gaye iddiasına yeltenirsen., iş yine değişir..
Çünkü, senin işin nihayette değil; bidayettedir..
Eğer bunla/; tümden bırakıp:
— Uykudan, dalıp gitmekten*.
Yana bir şey söylersen, gayrı her şey biter.. Nekadar şeyler kay
bedersin nekadar..
Şayet zatında ikamet eder; arşın kemaline kurulursan söyle,
hani ne var benim kemalimden sende?. Bendekilerden sana ne ka
lır?..
Bu arada şu şısrî söyledim:
Hayretime de hayret ettim, neden diye;
Vehmim de şaştı, onun hayretinde diye..
Sordum:
— Anlattıkların hakikati nedir?..
— «Rahman.. Kur'an öğretti..» (55/1-2)
Ayet-i kerimesini okudu..
*
**
ZAT'ta; bir vasfa, yahut bir isme, yahut vasfa itibar edildiği za
man bu: O itibar edilen müşahede makamının hükmü olur; ZAT'ın
d e ğ iL
ZAT'ın durumu;
— Mutlak vücud..
Şeklinde anlattığımız m anaya göredir..
Dikkat edilirse:
— Kadim vücud*. Vacib vücud..
Demiyoruz.. Ta ki o*. Bu gibi tabir bağları ile bağlanm aya..
Ancak, şunu da ifade etmek icab eder ki, burada: ZAT'tan mu
rad olunan mana: Kadim, vacib var olan ZAT'tır..
Bunu da, böyle bilmeli ki:
— Mutlak vücud..
Sözümüzden onu:
— Mutlak..
Tabiri ile de, bağlamış olmayalım..
Kaldı ki, böyle bir m anayı:
— Mutlak..
Burada da, yine önce anlatılan; izafet vb. şeylerin zuhuru yok
tur.. Ancak, ahadiyetin zuhuru vardır..
Bu makamda, hüviyet, ZAT'ın sadeliğine katılmıştır..
Ancak, ahadiyetin, ZAT'a katılması gibi değildir.. Ahadiyet,
daha ileri geçer.. Bu, biraz daha akla yakındır..
Sebebi: Bu .nakam daki gizlilik, akıl yolu ile bilinsin..
— O..
Demek sureti ile, gaibe, bir işaret yolu bulunsun..
Bu mana, buraaa ancak bu kadar anlatılır; anla..
♦
**
ÜÇÜNCÜ TECCLLİGÂH: İnniyettir..
Bu makam da da, yine diğerleri için bir zuhur yolu yoktur.. Am a,
hüviyetin zuhuru vardır..
Burada da, ZAT'm sadeliğine takılma vardır.. Lâkin hüviyetin
katılmasına benzemez.. Bu, biraz daha iniktir.. Halk cephesine, m ad
dî sayılanlara biraz daha dönüktür..
Sebebi de: Sonradan yaratılan hadis şeyler, huzur ve hazır gibi
m analar akıl yolu ile bilinsin..
Haliyie, bu gibi şeyler, yani; Sonradan yaratılan hadis şeyler,
rütbe itibarı ile:
— Akıl yolu ile bilinen, saklı ve gaib..
İİNJSAN-I KAMİL 225
- «ALLAH..» (27/9)
Lafza-i celâlidir..
İşbu haber, nüzul yollu bir geri dönüşle
- «BEN..» (27/9)
Kelimesine dayandı., Böylece: A h a d iy et ve hüviyet derecesinde
bir inniyet, yani: BENLİK oldu..
Bütün bu anlatılan manaları, bir arada topladığımız zaman ka
lan: Sırf sade ZAT'tan ibarettir..
*
**
Yukarıda anlatılan, üç tecelligâh dışında ZAT'a yalnız bir vahi
diyet tecelligâhı kalır..
Bu vah«diyete ise:
- Üluhiyet..
F: 15
226 15. BÖLÜM - ZAT TECELLİGÂHI
H A Y A T
Bir şeyin kendi nefsi için varlığı: Onun, tam bir HAYAT'ıdır..
Ve., bir şeyin kendinden başkası için varlığı, onun için izafet
yollu bir HAYAT'tır..
♦
**
Bu bakıp görmende sana has olan ruhtan başka bir şey bula
mazsın..
Bu ruh ise., mahluk bir ruhtur..
Bu böyle., ama, daha ileri geçer; kendi HAYAT'ının sana ihtisa
sından yana bakmazsan..
Evet., anlatıldığı gibi yaparsan; her dirinin: Yüce Allah'ın HA-
YAT'ı ile diri olduğunu müşahede yolu ile tadarsın..
Ki, sen o HAYAT'ın içindesin..
Sonra, bu HAYAT'ın bütün mevcudatta geçerli olduğuna da şa-
hid olursun..
NETİCE: Bilirsin ki, HAYAT yüce A llah'a bağlıdır..
Bu öyle bir HAYAT'tır ki, âlemin kıyamı onunladır..
Böyle bir HAYAT ise.. KADİM'dir.. İlâhîdir..
***
îstilâh hariç olmak üzere: Geçmişte yazılanlardan hiç bir şey alm a
dım..
Istilâhları da alm ak mecburîdir.. Çünkü, her ilmin kendine has
tabiri ve ifade tarzı vardır*. O tarzın dışında, o ilim üzerine konuş
mak yolu kapalıdır..
Bu sebeple, sadece onların stilahlarını kullandım; o kadar..
Esas duruma gelince: Benim bu kitabıma yazdıklarımı, benden
önce hiç kimse, hiç bir kitaba yazmamıştır.. Hele benim bildiğim ka
darını..
Sonra, işitip anladığım kadarını, hiç kimsenin hitabında da duy
madım..
*♦
Bizim için, arlık gayb yoktur.. Ancak bir yere bağlı kalmamız
icabı gayb oluyor.
236 16. BÖLÜM - HAYAT
İLİM
İLİM: Yüce Hakkın eşyayı anlamasıdır;
Ama, bir yönüyle ondan gelen fenasıdır..
* *
**
Bilesin ki.. !
İLİM: Sıfat-ı nefsiyeden sayılır ve ezelî bir vasıf taşır..
*
**
Yüce Allah'ın, kendi zatını bilmesi ve halkını bilmesi: Tek İLİM
sayılır:
Bölük kısmı yoktur.. S ayıya da gelmez..
238 17. BÖLÜM - İLİM
Nitekim böyle bir söz, İmam-ı Muhiddin b. Arabi'den r.a. yan ıl
ma sonucu çıkmıştır.. Ki o:
— Hakkın malumatı, kendiliğinden Hakka İLİM vermiştir..
Şeklinde bir cümle kullanmıştır..
Kendisinden özür dileriz.. Am a, biz:
— Yüce Hakkın İLİM derecesi bu kadardır..
Diyemeyiz.. Çünkü biz, bundan sonraki irdelememizde, yüc?
Hakki: Kendi zatından gelen köklü bir İLİM'le malumat sahibi bul
duk.. Hem de: M alum atta bulunan şeylerden istifade etmeden..
— Malum atta bulunan şeyler..
Dediğimiz, kendi hakikat cephelerine, yüce Hakkın hükmen ver
diği şeylerdir..
Şu var ki, onların hükmen aldığı şey, yüce sübhan Allah'ın
İLM'idir.
BU İLİM İktizası, onların durumlarına giren İLM'i ise, yüce Hak
kın ikinci bir hükmüdür..
Adı geçen İmam'ın r.a. gördüğü, bu ikinci hükümdür..
Yüce Hakkm zatının İktizası olarak, malumatı kendinden aldığı
bu ikinci hükmü görünce, sandı ki: Yüce Hakkın İLM'İ, malumatın ik
tiza ettiği şeylerden gelmiştir.. Bu sebeble:
— Bilinen şeyler, yani: Malumat, yüce Hakka İLM'i kendi özlerin
den verdiler..
Dedi..
Böylece: Malum atın İLM'i, yüce Haktaki; zatî, aslî ve küllî İLİM
olduğunu anlam ayı kaçırdı.. Hem bu İLİM, malumatın yaratılm a
sından ve icadından önce, yüce Hak'ta vardı..
İNSAN-I KÂMİL 239
Bir şahıs, bu gibi bir vasıfla anıldığı zaman, m utlaka bir kayda
bağlam ak icab eder.. Meselâ:
— Falan, şu fen dilinde ALLAM'dır.
Denebilir.. Ki, bu şekilde bir cümlede:
— ALLAM..
İsminin kullanılm ası, bir cevaz yolu ile, işîn genişliğini b ild ir
mek içindir..
Am a halkın:
— Falan ALLAME'dir..
Şeklinde kullandıkla rı cümlede geçen ALLAME tabiri, bu kabilden
değildir.. Çünkü bu, A llah ismi değildir.. Zira:
— A llah ALLAME'dir..
Denmesi caiz değildir..
Bu m anadaki inceliği anla..
*
**
Şimdi, İLİM isminin bir başka manasını anlatm aya geçelim..
Bilesin ki..
İLİM: V asıflar arasında, HAY ismine en yakın olanıdır.. Nasıl ki:
Hayat da, vasıflar arasında, zata en yakın olanıdır..
Bu durumu, bundan önceki bölümde, şuna benzer bir cümle ile
anlatmıştık:
— Bir şeyin varlığı kendisi İçin hayattır.. Vücudu ise., zatından
başkası değildir.. Zata ise., hayat vasfından daha yakın bir şey yok
tur.. Hayata ise.. İLİM'den daha yakını yoktur..
Çünkü, her canlıya İLİM elbette lâzımdır..
Bu m anadaki İLİM iki çeşittir:
a) İLHAMI..
Ki bu tür İLİM, hayvanatın ve haşeratın İLM'i çeşidi arasında sa
yılır..
Kendilerine gerekli olan ve gerekli olm ayan şeyleri bu yoldan
sağlarlar..
İşbu mana icabıdır ki, yüce A llah kinaye yollu, İLM'i hayattan
saydı:
Buyuruluyor..
Bu bir gerçektir.. Çünkü; Zulmet, ancak, zulmete götürür..
Böyle olunca da, bir cahil için, cehalet yolu ile, cehaletten çık
ması imkânsızdır..
Aynı m anadaki, âyet-i kerime devam ediyor:
Burada kâfirler:
— Kendi varlıkla rı ile, A llah 'ın varlığını örtenler..
Manasına gelir..
Çünkü onlar; Kendilerinde, m ahluk durum ları dışında bir şey gör
mediler.. M evcudatta, aynı görüşe sahib oldular..
Böylece; A lla h 'ın yüzünü perdeleyip dediler;
— Onun vasfı m ahluk olamaz.. Onun için bir yokluk vasfı da
yoktur.. z
Am a, işin inceliğini anlayam adılar ki: Yüce ve sübhan olan Hak,
her nekadar m ahlukatında zâhir olmuş ise de; bu onun şanına ya kı
şır bir şekildedir.. Zatının hakkı olan biçimdedir..
M ahlukatın noksanından ona bir şey gelmez..
Şayet m ahlukatın noksanından ona bir noksan isnad edilirse.,
o noksanlar arasında kem ali zuhur eder; noksan hükmünü, o m ahlu
kattan kaldırır.. Onun zatına bağlandığı için, kâm illik durumunu ka
zanır..
Kâmilden ise., ancak kâm il çıkar..
Kâmil zata yapılan isnat ise., haliyle noksan yollu şeyler o la b i
lir..
Bu m anada şu şiir güzeldir:
«•
Eğer böyle bir istiklâle sahib olm asaydı; yüce A llah'ın sıfatla
rından bazısı, başkası ile terkib edilmiş olurdu.. Ya da, sıfatlarının
bir araya gelmişi.. Halbuki, böyle bir şey yoktur..
Yüce A llah, bu gibi şeyden tam manası ile yücedir., üstündür..
♦«
Hatta sen, anlatılan m anaya göre: Muhal olan bir şeyi vücud
hükmüne bağlayabilirsin; ama insan vasıtası iıe..
İ R A D E
*
**
Bilesin ki..
İRADE: Yüce Hakkın ilim tecellisidir.. Haliyle bu, zatî bir hükme
göre olur..
O hüküm İse,, bu İRADE'dir..
***
İRADE: Varlık babında, m alum ata yüce Hakkın tahsis ettiği bir
özelliktir.. Bu tahsis dahi, ilm in verdiği hükme bağlıdır..
Yani: ilim neyi icab ettiriyorsa., yapılan tahsis ona göre olur..
Buraya kadar anlatılan bir vasıftır; ama yüce Hakkın vasfıdır..
Bu vasfın adına:
- İRADE..
Denir..
*
Ancak, bu İRADE, yüce A llah'a bağlanışı dolayısı ile, zatı için ka
dim vasfını ulan İRADE'dir..
Talebe uygun bir şekiide, eşyanın beyanı için, bize engel olan
durum ise., o İRADE'rıİn bize olan nîsbeiîdir..
İşte,, asıl yaratılm ış olan, bu nisbettir..
Bilesin ki:
İRADE için, bu yaratılm ışlarda, DOKUZ zuhur şekli vardır..
O nlar, sırası ile, şöyledir:
BİRİNCİSİ: M eyil..
Bu meyil, kalbin talibi, olduğu şeye karşı bir cezbedilişi olur..
İKİNCİSİ: Vela'..
Bu:
— İlgi duyup, bir bağlantı peydah etmek..
Dernektir..
Bu da, şiddet kesbeder ve artarsa., üçüncü olarak sayılan:
— SABABET..
Adını alır..
*
**
ÜÇÜNCÜSÜ: Sababet..
DÖRDÜNCÜ: Şegaf..
Bu, yukarıda anlatılan halin, yani: Kalbin tam salınışı ile, bir-
bitkin lik sonunda başlayan haldir..
İNSAN-I KAMİL 251
BEŞİNCİSİ: Heva..
**
Bu son anlatılan, vuslat ve yakınlık m akam larının sonuncusu
dur..
Bu m akam da a rif m arufunu tanımaz., bilmez..
Ne a rif kalır; ne de m aruf..
Ne aşık kalır; ne de maşuk..
Yalnız A Ş K kalır., o kadar..
A Ş K ise., sırf zattan ibarettir..
İşbu şuurun olmayışı, kimde ise., fena hali: Tam bir şekilde ken
dinden geçiş hükmünün istilâsı ile onda olur..
Böyle olunca, o kimse kendinden geçer.. Varlığını bilemez..
Böyle olunca: Bir kimsenin kendinden fenası:
— Kendini bilemeyişi..
Demeklîr..
Sevdiğinden fenası ise:
— Onda helake varıp yok oluşu..
Manasına geiîr..
*
**
FENA, halinin evliya arasındaki ta rifi şöyledir:
— Bir şahsın, kendi nefsini bilem eyişidir.. Hatta, ona ait hiç/bir
şeyi..
***
***
Bize göre KUDRET: Vasfı anlatıldığı gibi olan (madum) yok olu
şun bir icadından ibarettir..
Bu fikirde, her nekadar akla uygun bir yön var ise de, zayıftır..
Ben, Rabbımı KUDRETyönünden tenzih ederim.. Özellikle madum
olan bir şeyin icadından ve sırf yokluk olan âlemden sırf varlık olan
bu âleme getirmekten yana KUDRET'inin güçsüz oluşundan..
♦
**
Şunu da bilesin ki..
M uhiddin b. A rabî'nin r.a. yukarıda anlatılan fik ri, inkâr edilmiş
değildir.. Onun bundan m uradı şudur: Eşya önce onun ilm inde idi..
Sonra, onu bu göze gelen âleme getirdi., böylece gelişin adı:
İşbu mana icabıdır ki: Yüce A lla h'a kadim olma vasfı yerinde o-
lur..
İNSAN-I KAMİL 257
Netice: Yüce A llah, eşyayı kendi ilm inde adem (yok) babından
yarattı..
Yani: Yüce A llah, eşyayı kendi ilm indeki yokluk içinde mevcud
olarak biliyordu..
Bu manayı düşün..
A nlatılan halden sonra, eşyayı ilim den bu gözle görülen âleme
çıkarmayı yarattı..
— Çıkarmayı yarattı..
Diyoruz.. Çünkü: Eşya, aslına bakılırsa., sırf bir ademden ibaret
olarak ilim de vardır..
Ancak, zatına bağlı öz ilme göre, her ikisi de, bir ilim den ibaret
tir..
Yüce A llah, m ahlukatını bilir.. Ne var ki, m ahlukatı kendi kıde
mine göre bir kıdeme sahip değildir..
Çünkü o: M ahlukatını yaratılm ış olarak bilir.. Zira, m ahlukat
onun ilm inde yaratılm ıştır..
Ve., m ahlukatın kendisine yokluk hükmü geçmiştir.. Hem de, bu
yokluk, onların özlerine işlenmiştir..
*
**
F.: 17
258 19. BÖLÜM - KUDRET
Diğer m ahlukatı ise., yokluktan ilme, ayne doğru bir icad yolun
dan getirip icgd etmiştir..
Yaratm ada ve icad işinde yol burada kalır.. Daha ötesi yoktur..
*
**
Yukarıda anlatılan durum karşısında;
— M ahlukatı ilm indeki icadından Önce, bilmezdi..
Şeklinde bir cümle kullanılm az..
Bu manayı, daha iyi kavram ak için, zaman ve öncelik kaydını
silmek icab eder..
K E L Â M
♦**
Bilesin kİ..
Toplu bir mana ile, yüce A lla h 'ın KELÂM'ı ilm inin tecellisidir,
işbu tecelli: Ancak, ilm ini izhar itibarına göredir..
Bu durumda onun kelâm tecellileri şu iki şekilde olabilir;
Ne olursa olsun; anlatılan iki şekil arasında, hiç bir fark yoktur.
Sebebine gelince: A llah kelâmı, toplu olarak;
- Nefsiye..
Adı verilen bir sıfattan ibarettir..
İNSAN-I KÂMİL 261
Yukarıda:
- Nefsye..
Adını verdiğim iz, KELÂM sıfatının iki ciheti vardır..
BİRİNCİ CİHET:
Ancak, kâinatın bu emre ita a ti; onu bilip anlam adıkları bir ci
hetten olur..
Sübhan olan yüce Hak bu tecelligâhta, var olm alarını takdir et
tiği bu kâinata emrini duyurur..
Bundan sonra, o kâinatı emri cihetine çeker..
İşbu kelâmını onlara, duyurması ve onları emri cihetine çekişi,
kendi yardım ıdır.. Ondan gelen ezelî rahmettir.-
A nlatılan mana icabıdır ki, bu varlığa:
- İtaat eden..
İsminin verilmesi yerinde oluyor.. Onun taat ismini alışı sonun
daysa; onun içih:
- Said..
Adı söylenir..
Yüce Hakkın, yer ve sema ile:
-« Ey yer ve sema, isteseniz de, istemeseniz de gelniz..
Dediler ki:
İsteyerek gelmişiz..» (4 1 /1 1 )
Şeklindeki hitapiaşması, yine yukarıda anlatılan manaya işaret
tir..
Bu, böyledir; çünkü kâinat için verilen hüküm, onların taatı ba-
bındadır..
O nların isteyerek gelmeleri de, yine bu mana icabıdır..
Ne var ki bu: A llah'ın fazlıdır; yardım ıdır..
Onun rahm etinin, gazabını geçmesi dahi; bu manayı teyid eder..
262 20. BÖLÜM — K E L Â M
NETİCE: Toplu bir mana İle, onun emrine hakikatta asi olan yok
tur..
Bütün varlıklar, yüce A lla h'a ita a t eder.. Yüce A llah, onların bu
haline kitabındaki şu manayı şahit kılmıştır:
İKİNCİ CİHET:
Ve., o beyanı: A yıkla r için bir gıda yapardım ; şarhoşlar için ise.,
bir nakil..
***
SEM'
*
**
Bil..
SEM7; İşitmek, duym ak manasına gelir..
SEM': M alum u olan bir şeyi, anlatm a yolu ile; yüce Hakkın tecel
lisinden ibarettir..
SEM'î A llah'ın nefsî vasfıdır.. Onu, kendi özünde; kemali için ge
rekli kılmıştır..
***
A nlatılan m anadan, ikinci bir işitme durumu çıkar ki, o da: Ken
di zatına seçilen kullarına Kur'an öğretmesidir.. Ama: Rahman ismi
ile..
Bu kulları, Resulünün S.A. d ili ile, şöyle anlatm ıştır:
***
A nlatıldığı gibi zata bağlı olan kul: İsimlerin, sıfatların ve zatın
hitaplaşmasını işitir..
Bir kul için, işitme tecellisi, anlatıldığı şekilde olunca? Onun için,
rahm aniyet arşı kurulur.. Bu arşın seviyesinde Rabbı ona tecelli eder..
**
A
NETİCE:
BASAR
O lm aktadır..
İşbu basiret, aynı ile: Yüce A llah'a bağlandığı zaman, onun
kadim BASAR'ı olur..
*♦*
Şimdi..
Üstte anlatılan mananın sırrı sana açılırsa., ki bu açılış; an
cak A llah ile olöcaktır.. İşte o zaman, eşyanın hakikatlerini olduğu
gibi görürsün.. Hiç bir şey, senin gözüne kapalı kalmaz..
*
**
CEMAL
B iL
Yüce A llah'ın CEMAL sıfatı, üstün vasıflarından ve güzel isim
lerinden ibarettir..
Umumî bir mana ile, CEMAL sıfatı, yukarıda anlatıldığı gibidir..
Hususî bir mana ile alınınca, şu sıfatlar da CEMAL sıfatı sayı
lır: Rahmet sıfatı, ilim sıfatı, lütuf ve nim et sıfatı, cud, rezzakıyet ve
hallakıyet sıfatı, nef' sıfatı..
Sebebine gelince: Güzelin bir vasfı da; çirkini, çirkin vasfı ile
ortaya çıkarm aktır.. Taki, va rlıkta ki mertebesini korusun..
Aynı şekilde, ilâhî güzelliğin güzel cinsini kendi güzel şekli ile
çıkarması da, kendi varlığını koruması babındadır.
*
Bilesin ki..
Eşyada bulunan çirkinlik, itibari bir çirkinliktir.. Onun özünde
bulunan bir çirkinlik değildir..
Salcın:
— Bu güzellikler başkasının..
Sözünü etme:
Güzellik de, çirkinlik de ona döner zat yolundan..
280 23. BÖLÜM - C E M A L
***
Burada/ bilmen gereken bir şey daha var,. Ki bu; CEMAL sıfatı
nın manevî yönüne a ittir..
CELÂL
Bilesin ki..
Yüce A lla h'ın CELÂL'i zatından ibarettir.. Ama, isimlerinde ve
sıfatlarındaki zuhuru olarak.. O lduğu gibi ve icmal yolundan..
.. Ve o zaman:
— CELÂL ismini alır..
Kaldı ki, her CELÂL de, cemal sıfatınındır.. Haliyle bu oluş, hal
ka zuhurun ilk anlarına raslar..
işte o zaman:
— Cemal..
Adı ile söylenir..
*
**
A llah Es-Samed
El-Ahad El-Kuddûs
El-Vahid El-Hcıyy
El-Ferd En-Nur
El-Vifr El-Hak
(Toplam: ON)
284 24. aÖLÜM — C E L Â L
(Toplam: KIRK)
Er-Rahman'üUMeiik El-Evvel'ül-Âhir
Er-Rabb'ül-Müheymin Ez-Zâhir'ül-Ba1ın
ELHalik'üs-Semi El-Veliyy'ül-Müteal
El-Basir'ül-Hakem M alik'ül-M ülkîil-M uksıt
El-Adl'üi-Hakim Ei-Cam i'ül-Ganiyyüllezi leyse ke-
El-Veliyy'ül-Kayyum mislihi şey'ün
El-M ukaddim 'ül-M uahhir El-Muhit'üs-Sultan
EI-M ürid'ül-Mütekellim
Bilesin ki..
Yüce A llah'ın isimlerinden ve sıfatlarından her isim ve her sıfa
tın bir eseri vardır..
Bu manada, rahmete nail olm ayan hiç bir varlık yoktur.. Bu rah
mete nail olma durumu şu iki halden bîrinde m utlaka görülür.*
a) O şeyin yaratılm ası..
b) Özel bir rahmete ermiş bulunması..
286 24. BÖLÜM - C E L Â L
Sonra, yüce A llah 'a malum olm ayan hiç bir varlık yoktur..
***
Durum, yukarıda anlatıldığı gibi olunca, m utlak olma yönüyle
Önden sona bütün varlık cemal sıfatının zuhur yerleridir..
Amma umumî bir mana ile., amma hususî bir mana ile..
Durum anlatıldığı gibi olunca, bütün mevcudat, yüce Hakkın
cemal sıfatının zuhur yerleridir..
*
Varlık tüm olarak, bu sayılan isimlerden her ismin bir zuhur ye
ri ve bir suretidir..
Yukarıda söylediğim:
— Tüm olarak..
Sözümden murad;
«S8L
— Her yönüyle ve her itibara göre., varlıklar, anlatılan mertebe
isimlerinden her ismin suretidir..
Demektir..
Cemal ve CELÂL isimleri böyle değildir.. V arlık, bunlardan da,
her ismin mazharıdır..
Şu var kİ, sınırlıdır: Bir yüzle veya m üteaddit yüzle.. Ayrıca, sı
nırlı itibar veya itibarları da hesaba katm at gerekir..
Bu manayı anla..
*
**
İKİNCİ KISIM: Bu kısma giren her İsme, varlık bir zuhur yeri
olur.. Am a, her yönden değil..
Bunlar: Basir ismi, semi İsmi, halik ve hakim ismi vb. isimler
dir..
A
ÜÇÜNCÜ KISIM: Bu kısma giren isimlere, varlıkların tam sureti
üzerine bir zuhur yeri olması gerekmez..
Bu manayı anla..
*
— Kâmil..
Vasfı ile söylenen bir kul, sayılan isimlerin tümünün zuhur yeri
dir. O isimler, ister müşterek olsun; isterse müşterek olmasın-. İster za
ta bağlı isimler, ister CELÂL'e bağlı isimler, isterse cemale bağlı isim
ler olsun..
***
Burada biraz duralım ..
Cennet m utlak cemalin m azharıdır..
Cehennem, m utlak CELÂL'in m azharıdır..
İçindekileri ile birlikte iki ev olan dünya ve âhiret, BİRİNCİ KI
SIMDA sayılan mertebe isim lerinin m azharlarıdır.. Zatî isimlerin de
ğil..
Haliyle, insan-ı kâm il, onun dışında kalır.. Çünkü, insan-ı kâ
mil, tek başına zatî isim lerin m azharıdır.. Hatta, diğer isimlerin de
mazharıdır..
İnsan-ı kâm ilden başka hiç kimsenin zatî isimlerde ayağı yok
tur..
Bu m anayı biraz açalım.. Bunun için de, şu âyet-i kerimeyi a la
lım:
— «Gerçekten biz, EMANETİ: Yere, göklere ve dağlara arz et*
tik; onu taşım aktan çekindiler.. Ondan korktular..
Ve., onu: İnsan yüklendi..» (3 3 /7 2 )
Bu âyette:
— «EMANET..» (3 3 /7 2 )
Lafzı ile söylenen*. Zat isimleri ve sıfatları ile, yüce Hak'tan baş
kası değildir..
Onun için: V arlık baştan sona aransa taransa, insandan ya ra r
lısı bulunamaz..
İNSAN-I KÂMİL 289
İnsanın:
- «Zalum..» (3 3 /7 2 )
O larak söylenmesi de, üstteki âyetin manası icabıdır.. Yani:
Bu âyette geçen:
- «Zalum..» (3 3 /7 2 )
Kelimesi için, ikinci bir mana daha vardır ki, o da m ef'ule isim
olmasıdır.. Bu m anaya göre insanın:
- «Zalum..» (3 3 /7 2 )
Olması demek, onun:
- Mazlum..
Olması sayılır.. Yani: Zulme uğramıştır..
Çünkü: Şerefinin yüceliği, makam ının büyüklüğü dolayısı ile, in-
san-ı kâm ilin haklarını hiç kimse yerine getirm em iştir..
- «Cehul. » (3 3 /7 2 )
Lafzını da, aynı manada görmek icab eder.. Ki bu da:
KEMAL
Bilesin ki..
Yüce A lla h'ın KEMAL vasfı, kendi mahiyetinden ibarettir..
Burada mahiyet:
— O lduğu hal üzere..
Manasına alınm alıdır..
Yüce A llah'ın m ahiyeti ise., bir idrâk kabul etmez..
Yani: İdrâk yolu ile kavranıp:
— Bu, budur..
Denemez..
Zira: Yüce Hakkın kemali için bir son durak ve bir nihayet yok
tur..
Yüce ve sübhan olan Hak m ahiyetini kavrar.. İdrâk eder ve bi
lir..
Şunu da idrâk eder; b ilir ki: M ahiyeti kavranam az.. Çünkü,
onun için bir son yoktur..
Bilesin ki..
Yüce Hakkın KEMAL durumu, m ahlukatın kemaline benzemez.
Çünkü m ahlukatın kemali, kendilerinde bulunan m analardır.
O m analar ise., kendilerine m ugayirdir..
Her nekadar yüce Hak için, KEMAL'e bağlı m analar, akıl yolun
dan bulunsa dahi, o m analar kendinden başkası değildir..
Üstte anlatılan, yaratılm ışlara verilen vasıf için, )öyle bir ınisa
verebiliriz..
3MSMM KÂiyslL 295
Çünkü insan: O iki şeyin bir araya gelmişidir.. Varlığı ancak on
lara bağlıdır.. O nlara m ugayir yönü yoktur..
NETİCE:
Ancak, yüce Hak için, durum öyle olamaz.. Zira, onun için bir
bölünme ve terkib imkânsızdır..
— M ütekellim in..
Adı ile anılan kelâm âlim lerinin çoğu, bu meselede yanılmıştır..
M uhiddin b. A rabi'nin bu babdaki fik ri, sana anlattığım ıza uy
gundur..
Ama o, başka bir cihetten gitmiş ve başka bir ibare kullanm ış
tır.. Başka bir m anada söylemiştir..
Bu makam da daha bir çok işler vardır ki; çok ağırdır., çok ince
dir, çok değerlidir..
***
Bilesin ki..
Yukarıda anlatılan misaller, yüce zata layık değildir.. Ona uy
maz..
Çünkü misal: özünde m ahluktur..
Yüce zat ise., misal yolu ile, anlatılandan çok çok başkadır..
Zira: Hak kadim vasıflıdır.. Halk ise . sonradan yaratılan bir
mahluktur..
Zira, tek başına ibare yüce Hakkın özünde bulunan manayı çe
kemez.. Ancak, ondan bir parçayı alır..
*
Bir kimsenin, ezelde içine konan bir zevki yoksa., aranana düş
mesi imkânsızdır.. Meğer ki: İman, tasdik sahibi ola.. Bir de, kendin
de vehm ettiği şeyleri ata,* Hakkın tahkik babında verdiklerini tuta..
Hali böyle olan km se, şu âyet-i kerimenin hükmünde sayılır:
iman şehadeti..
Ve., bu kuvvetli iman sayesinde, o anlatılanı, gözle görmüş gibi
olur..
***
H Ü V İ Y E T
Yüce Hak için HÜVİYET: Zuhuru mümkün olm ayan gaybından
ibarettir..
Sanki, HÜVİYET: İsimler ve sıfatlar cümlesi nazar-ı itabara a lı
narak, vahidiyet sıfatının batın manasına işarettir..
***
Yukarıda geçen:
— Sanki, HÜVİYET..
Kelimeleri ile başlayan sözümdeki, benzetmeden muradım;
— Ancak o..
Demektir..
Sebebine gelince: HÜVİYET, isim, sıfat, nam, mertebe, mutlak
zat gibi sıfatlardan bolli birine tahsis edilmemiş olmasıdır..
Onda, isimlere de, sıfatlara da ilib a r yoktur..
Ancak, toplu olarak; tek olma yolundan.* HÜVİYET hepsine işa
rettir..
Onun şanı ise: Batınları ve gaybleri anlam aktan ibarettir..
*
* :Je
BiL
— HU —HÜVE?— (O)..
Şeklinde görülen isim, A llah isminden daha öze! bir duruma
sahiptir..
O zatın sözü, her nekadar yerinde ise de., ben ism-i azam için
ayrı bîr koku alıyorum ..
Diyeceksiniz ki:
— Madem ayrı bir koku alıyorsun; o halde o zatın sözünü ne
den buraya ald ın ?..
Hemen anlatıyım :
— O ismin şerefini anlatm ak için..
Y an i: Hu, ism inin..
Kaldı ki, Resulüllah S.A . efendimizin anlatılan yoldan işareti de
gösteriyor ki: HU, ism-i azam d ır..
*
Bilesin ki..
HU —HÜVE— (O )., zihinde hazır olan şeyden ibarettir..
O hazıra da, ancak işaretle gidilir..
302 26. BÖLÜM — H Ü V İ Y E T
Bir şeyin oluş şeklini açıklam ak ve hikâye nakli gibi işlerde oldu
ğu gibi..
***
Lafzı ile geçen zam ir, sırf varlığ a düşüyor.. Ki o va rlıkta , yokluk
olması sahih olm az.. Kaldı ki, o v a rlık ; gaiplik ve fena cinsi yokluk
çeşidi ile de bir benzerliği y o k tu r.
***
Şim di..
Yap ılan izah bize anlatıyor ki: HÜVİYET açık, sarih olan sırf v a r
lığın kendisidir..
İNSAN-I KAMİL 303
V e., o va rlık her kemal durumunu içine alm ıştır.. Bu kemal du
rumu, ister vücuda bağlı bulunsun; isterse, şühuda..
Ne va r ki hüküm: G aybe bağlı bir yoldan gelmiştir..
İşbu hüküm ise., onun tam yerine getirilmesi ve tam hakkını a l
maşı mümkün olm adığı için verilm iştir..
Kaldı ki, onu tam idrâk edip kavram ak yolu da kap alıd ır..
***
Denildi ki:
— HÜVİYET, kendisine idrâk yolu kapalı olduğu için gayb sa y ı
lır..
Kendisi gayb olduğu için değil..
Çünkü: Hakkın gaybı, şehadetinden başka olmadığı gibi, şeha-
deti de gaybından başka değildir..
İ N N İ Y E T (1)
Yüce Hak:
— Onun batını, ve gaybı aynen zuhuru ve şehadetidir..
Demedi.. Am a şu yoldan bir tenbih yap tı:
Zâhir ehlinin:
— İlâh lar, ismi, onlara tapanların verdiği isim dir.. Hak Taâlâ ise.,
verdiği isimle bunu murad etm iştir.. Yoksa, kendi özlerinae, bu ismi
hak ettikleri için verm em iştir..
İNSAN I KAMİL 307
' I
Dedikleri gibi değildir.. Halbuki bu, yan lıştır.. Ve, Hakka iftira
d ır..
Çünkü bu eşyaya tümden; hatta bu vücudda bulunanların he
men her biri için, hakikatta A llah'ın zatı yönünden gelen bu İsimdir..
Hem de, h akikî o la ra k..
Z ira, sübhan olan yüce Hak bu m anaya göre, eşyanın aynıdır..
O n lara:
— Ilâhiyet..
A dının verilmesi de, bu m anaca hakikî bir isimlendirmedir.. Ehl-i
hicabdan m ukallid zümrenin sandığı gibi mecaz yollu bir isimlendir
me değildir..
Şayet durum, anlatıldığı gibi olm asaydı; cümle şöyle kuru lu rd a
— Bu taşlar, yıld ızlar, tabiat unsurları ve ibadet ettiğimiz eşya
ilâhlar değildir.. Benden başka ilâh yoktur; bana ibadet ediniz..
A m a, böyle olm adı.. Yüce Hak şu m anayı murad etti:
— O ilâh lar, birer zuhur yeri olarak kabul edilir.. O nlardaki ülu-
hiyet hükmü ise., bir hakikattir..
Böyle olunca, onlar ancak, kendisine ibadet etmiş olurlar., öyle
de oldular..
İşbu m ana icabı olarak da şöyle buyurdu:
— «İlâh yoktur.. Ancak ben varım*.» (20/14)
Bunun bir m anası da şudur:
— Bu m ekânda, ilâh ismi verilen ancak benim.. Bu âlem de, ben
den başkasına ibadet eden yoktur..
Hem nasıl benden başkasına ibadet edebilirler ki: O nları bana
ibadet etmeleri için yarattım .. Böyle olunca, onları ne için yarattım-
sa.. o hâsıl olur..
Bu m ana m akam ında Resulüllah S.A . efendimiz şöyle buyurdu:
— «Her kese, uğruna yaratıldığı şey müyesserdir. »
Y a n i: H akka ibadet babında..
Şu âyet-İ kerimeler de, aynı m anayı anlatır:
— «İnsanları ve cinni, ancak bana ibadet edeler; diye yarat
tım..» (51/56)
— «Her şey, onun hamdiyle teşbih eder..» (17/44)
308 27. BÖLÜM - I N N İ Y E T
İbadet etmediği, fuzulî bulup terki halinde; Hakkı fevt etm eye..
İsterse, ibadet ettiği cihetten hidayeti bulmuş ohun.. Ki çeşitli millete
mensub olan ve A llah yolundan sapanların durumu da öyledir..
Y a n i: Tek yönlüdürler..
Kaldı ki: o benlik: Hüviyet içinde, akıl yolundan kem alat ile nam
alm ıştır..
H âsılı: Bu, her şeyi içine a la n , öyle bir benliktir ki:
— A lla h ..
İNSAN I KÂMİL 309
Bu âyet-i kerime ile, işaret edilen çeşitli yo llara bağlı olanlar,* her
ne kadar A llah yolunda iseler de, fırka fırka olduklarından, içlerine:
Şirk, ilhad cinsi şeyler girdi..
*
V*
*
**
EZEL
EZEL: A kıl yolu ile bilinen bir öncelik mefhumundan ibarettir..
Sonradan ya ratılan bir şeyin EZEL'İ; durumu kendisi gibi olan di
ğer bir şeyin EZEL'ine uym az..
312 28. BÖLÜM — E Z E L
Yu karıd a a n latılan EZEL dışında m utlak c /jn bir EZEL vard ır ki,
bu EZEL'i, Yüce H ak, kendisine hak bilm iştir..
B azılarının:
— Bir EZEL'de Hakkın katında idik..
Şeklinde sarf ellikleri sözdeki EZEL halka ait EZEL'dir.. Çünkü on
lar, Hakkın EZEL'inde mevcud değillerdi..
Bilesin ki..
EZEL: V arlık veya yoklukla vasfedilem ez..
O, va rlıkla vasfedilem ez; çünkü: Bu m akam da EZEL, hükmîdir.
Göze gelen bir va rlık değildir..
O, yoklukla da vasfedilem ez; çünkü: O , nisbet ve hükümden ön
celik taşır..
Kaldı ki, sırf yokluk: Bir nisbet ve bir hüküm kabul etmez..
İşbu mana icabıdır ki: Yokluk hükmü de kayar gider..
Böyle olunca, EZEL ve ebed birleşir..
Yüce Hakkın EZEL'i, ebedi olur; ebedi ise., onun EZEL'i..
***
Bilesin ki..
Yüce Hakkın kendisi için EZEL durumunda, halk bulunam az..
Ne hükm î, ne de a y n î..
Çünkü, bu tür EZEL, tek başına Allah için bir öncelik hükmün
den ibarettir..
Haklim önceliğindeyse., halkın hiç bir hükmü yoktur..
Am a, şekillerin hiç biri ile..
Durum böyle olunca:
— Hakkın önceliğinde, halkın İlmî bir tayin yönünden varlığı v a r
dır..
Denemez.. H akka:
— Tayinî bir va rlık yönüyle de, varlığ ı v a rd ı..
Denemez..
— «HEL..» (7 6 /1 )
Kelim esidir.. Bu ise., gerçek m anasını ifade edeni
— Kad..
M anasınad ır.. Böyle olunca:
— İnsanın öyle olduğunda şüphe yoktur..
M anası çık a r.. Y a n i:
— Dehirde geçen zam an içinde o öyleydi..
Demektir,. Burada:
— «DEHİR..» (7 6 /1 )
A lla h 'tır.. A yn ı âyette geçen:
— «Zam an..» (7 6 /1 )
M anası;
— «HİN..» (7 6 /1 )
Kelimesinden çıka r.. Bu ise., yüce Hakkın tecellisinden bir te
cellidir..
Bu dağınık m anayı, şimdi şu cümle ile toplayalım :
— O tecellice, insan anılan bir şey değildi.. Ne gözle görülen bir
varlığa sahipti; ne de İlmî bir va rlığ a ..
Çünkü: O, anılan bir şey olm adığı gibi, bilinen bir şey de değil
di..
Burada an latılan tecelli ise: Yüce Hakkın kendi özüne olan te
cellisidir..
***
Burada bir noktaya daha dokunm ak icab eder.. O da: Yüce H ak
kın EZEL'de; ruhlara:
O nlara yap ılan bu hitab gösterir ki: Bu yolda kendilerine bir is-
tidad yerleştirilm iştir..
Ayrıca onların:
— «Evet..» (7/172)
Demeleri ise., kendilerinde bir kabullenm e durumunun varlığını
gösterir.
Böyle olunca: Yüce Hakkın m azharı olduklarını kabul etmiş olu
yo rlar..
Yüce Hak ise., onların Rabbı olması İcabı, kendilerine verdiği isti
dadı bildiği içîn onlara bu soruyu sordu..
Meleklerin hücceti ise., b atıld ır.. Çünkü onlar, zâhire göre, hü
küm yürüttüler..
Aslında ise., meleklere zah irî durumdan başka bir ş-ey yoktur..
Nitekim onların bu halin i, Âdem 'in a .s. kıssaşını okuduğun za
man görürsün.. Ki onun için:
— «Yerde fesad çıkarır..» (2/30)
Şeklindeki bir hükmü nasıl yürüttüler..
Bu hükümde kendilerinin:
— Islah edici oldu kların ı..
İddia etmek istediler..
Bu islâh edici halleri ise., teşbih ve takdisleri babında bilgileri
nin bir icabıdır..
Ancak, Âdem 'in a .s. Rahm anî ve Rabbanî sıfa tla r m akam ındaki
batin durumunu hakikaten ka v ra y a m a d ıla r..
Ne zam an ki, yüce Hakkın sıfatları Âdem'de A .S . zâhir oldu; o
zaman
— «Onları isimleri ile bildirdi..» (2/31)
İşte., o zam an, m elekler durumu bildiler.. Çür.kü ilim sıfatı zâhir
olmuştu.. İlim sıfatı ise., kendileri d ahil, her şeyi kapsam ına a lır..
E B E D
***
Burada, önemli bir nokta va r ki onu da açıklam ak gerekir..
O nokta: Mümkünlerde bulunan:
- EBED..
V asıfla rın ın kesilmesine hükm 'olunm aktır..
Bunlar arasın d a: Cennet ehlinin EBED'lerini; cehennem ehlinin
EBED'lerini saym ak gerekir..
Bu EBED durum larının elbette tükenmesi zarurîdir..
Eğer onlar devam eder; bekaları babında hüküm uzarsa., ol
m az..
O lm az; zira: Hakkın EBED'lik durumu; kendi zatından başkası
için, EBED'in bitiş hükmünü vermekten yan a bizi b ağlar..
Kaldı ki: Hiç bir m ahluk için yüce Hakkın bekasında, aynı seyir
hakkı yoktur.. Y a n i: Kendi b aşına..
Bu babdaki hüküm budur..
Biz, sözü m akul bir ibare ile, bu şekilde ortaya çıkarm ış olsak
dahi esas m anasında bir değişiklik olm az..
Çünkü: Biz onu, açık bir keşif yolu ile İde ettik..
İsteyen inanır; isteyen inkâr eder.
*
Bilesin ki..
Âhirete dair hallerden bir hal için: EBED ve ezel hükmü vard ır..
İşbu hal, ister rahmete nail olanlar için olsun; isterse azaba uğra
yan lar için..
Bu, öyle değerli bir sırdır ki., ancak, ona dalan zevkini a lır..
..V e bilir ki: Hiç bir şekilde, onun kesintisi yoktur..
Bu bir halden ibarettir..
320 29. BÖLÜM — E B E D
KIDEM
KIDEM: Zata bağlı bir gerekli olm ak, olma hükmünden ibaretlir..
Zata bağlı ve gerekli olma hükmü ise: Hak için kadim isimini iz
har eden m anadır..
*
**
Yu karıd a özet olarak, an latılan m anayı şu yoldan daha iyi kav*
rayab iliriz.. Şöyleki:
Bir kimsenin va rlık hükmü, zatına gerekli olursa., onun geçmişin
de bir yokluk olm az..
Bîr kimsenin ki, geçmişinde yokluk olm am ıştır; onun kadim ol
ması lâzım gelir..
Evet., durum, hükmen böyledir.. Yüce A llah'ın durumu da bu-
dur..
Yoksa o: Başka m anada alın an KIDEM durumundan yan a yüce
dir..
Kaldı ki: Başka m anada a lın acak KIDEM, kendisi ile isim alan üze
rine uzayan zam an aşanım dan ibarettir..
Durum özet olarak şudur: Yüce A llah 'ın va rlık hükmü, mahluka-
hn varlığından öncedir..
-KIDEM..
İsmini de bu durumu ile alm ıştır..
Mahlukun yeniliği, kendisini icad edecek bir mucide ihtiyacı do-
layısı ile, H akka karşı düşkünlüğü ona:
İNSAN*! KAMİL 323
— Hüdus..
İsmini doğurmuştur..
Bu hüdus için, ikinci bir m ana olsa dahi o:
— A n ılm ayan bir şey iken, vücudunun m eydana gelmesi., zu
huru..
Şeklînde olabilir..
M ahluk her nekadar A llah 'ın ilminde mevcud ise de, bu v a rlı
ğında dahi, muhdestir.. Çünkü, kendisini yaratacak bir yaratıcıya
ihtiyacı va rd ır..
İşbu sebeple m ahluka:
— Kadim ..
İsmini verm ek sağlam bir iş olm az..
Her nekadar o: llm-i İlâhîde va r İdiyse de; yan i; M eydana çık
madan önce., onun hükmü: Başkasının varlığ ı ile va r olm aktır..
Kaldı ki: Şer'î ahkâm ı anlatan diller; açık bir şekilde Yüce H ak
kın tekliğini zatına layık bir şekilde a n lattı..
ALLAH'IN GÜNLERİ
Sübhan olan yüce A llah 'ın tecellilerinden her tecelli: İlâhî bir hü
küm dür..
V e., o ilâ lıî hüküm anlatılırken:
— Şe'n..
Tabiri ku llan ılır..
*
** .
***
Üstte anlatılan âyet-i kerime için ikinci bir mana olduğunu da bi
lesin..
İşbu ikinci m ana ise: Yüce H akka gider..
Şu sıralam aya dikkat et;
A n latılan tecelli için nasıl bir şe'n durumu va rsa..
V e ., o şe'n için bu sonradan ya ra tıla n varlıkta bir eser varsa..
328 31. BÖLÜM - ALLAH'IN GÜNLERİ
Tıpkı: Bu a n la tılan lar gibi, yine başta anlatılan tecelli için iktiza
eden bir durum va rd ır..
İşbu iktiza eden durum ise., yüce Hakkın kendisinde ve zatı yö
nünden bir çeşitlenmedir..
Yüce ve sübhan olan H ak; kendi özünde bir tağ ayyü r, yan i: Baş
kalaşm a kabul etmese bile: Her tecellide onun için bir başkalaşm a
vard ır..
İşbu tag ayyü r ise., suretlerde:
— Suretierde ta h a vvü l.. Y a n i: Halden hale geçmek..
Şeklinde a n la tılır..
«*
— Yüce Hakkın kem alinin iktizası o larak, kendi özünde bir hal
lenme olmadığı halde, görülen suretlerde, halden hale geçer..
Dîyetîm..
Bütün bu m analar gösteriyor ki: Yüce Hak, olduğu hal üzeredir..
Bulunduğu durun',da bir başka şekil alm ası yolu ka p alıd ır..
Allah-ü Ta âlâ , bu gibi bîr başkalaşm adan yan a yücedir.. Tam bir
üstünlüğe sahiptir..
İşte., bütün an la tılan lar, yukarıd a da geçen*.
Sübhan olan yüce Hak* Kula tecelli eylediği zam an; bu tecelli
için, H akka bağlam ak suretiyle:
— İlâhî şe'n..
Adı verilir..
.. Ve bu tecelli kula bağlandığı zam an ise:
— H al..
Adını a lır..
İşbu tecellinin hâkim i çoğunlukla:
a) Allah-ü Taâlâ'nm isimlerinden biridir.’.
b) Allah-ü Taâlâ'nın sıfatlarından bir sıfattır..
O tecelliye bu iki şeyden biri m utlaka hâkim dir.. Başka olam az..
. Şayet o tecelli elimizde bulunan bildiğim iz İlâhî isim veya sıfat
lardan biri ile değilse., o zam an: O ve lî zata gelen tecelli isminin du
rumu: Yüce Hakkın kendi özüne tecelli eylediği isim durumunu a lır..
Bu, öyle bir m anadır ki: A ncak, bir müşahede zevkine eren bilir..
Başkası bilem ez..
Bunların dışında bir başka zümre vard ır ki, şu âyet-i kerime ile
kendilerine işaret edilm iştir:
Bu, ister dünyada olsun; isterse âhirette.» tecelli ve yakın lık du
rumunu anlatan lika hali değişm ez.. Onu ummak da değişmez..
Bu m anayı a n la ..
SALSALA-I CERES
***
SALSALA-I CERES:
- SALSALA-I CERES..
Tabir edilen durum açılır..
İşte., o zam an: Kendisini azam et kuvveti ile kahrı altına alan bir
iş bulur..
Bu müşahade, kalblerin azam et huzuruna girme teşebbüslerini
rine çarpm asının sonucudur..
Zâhirde bunun tabiri:
- SALSALA-İ CERES..
Olup, şiddetli y a n kıla r y a p a r..
Bu hal içinde, gürültülü bir ses d u yar.. Bu ses: H akikatlerin birbi-
önler..
İNSAN I KAMİL 333
Böyle olm ası: O raya girm ek isteyenlere karşı güçlü bir kahra sa
hip oluşu icabıdır.,
İlâhî mertebe ile, kulların kalbi arasında gerilen en büyük perde
budur..
İlâhî mertebelerin inkişafı, ancak bu? SALSAL-I CERES'i duyduk
tan sonra olur..
Başka yolu yoktur..
♦
**
Ben bu ses», geceleyin, yüce sem alara götürüldüğüm zam an duy
dum ..
O üstün m akam a, o güzel m anzaraya vardığım zam an, o m ahal
lin heybetinden şöyle bir kimse oldum .. A zalarım çözülmüş, terkibim
dağılm ış, vücut parçalarım erim işti.. Kemiklerim de dağılm ıştı..
— «Güneş dürüldü..
Yıldızlar düşürüldü..
Dağlar yürütüldü..
Bulutlar yağmursuz kaldı..
Vahşî hayvanlar, bir araya getirildi..
Deniz ateşe verildi..
Ruhlar birleşti..
Diri gönülen kızdan soruldu:
— Hangi suçtan öldürüldü?..
Sayfalar açılıp yayıldı..
Sema koparıldı..
Cehennem kızdırıldı..
Cennet yaklaştırıldı..» (81/1-13)
Dedim ki:
— Bana n'oldu?..
Celâlim söyledi:
— «Nefis hazırladığını bildi..» (81/14)
♦
**
Bu gördüklerim, küçük kıyam etti. Hak bana, büyük kıyam ete bir
misal olsun diye gösterdi..
i
33. BÖLÜM
ÜMM'ÜL-KİTAB
*
**
Bilesin ki..
ÜMM'ÜL-KİTAB» Zatın künhünden ibarettir..
Burada anlatılan m ahiyet için; bazı yönlerine göre:
— Hakikatlerin m ahiyetleri..
Denir ki; bunlara; Bir nam, bir va sıf, va rlık, yokluk, Hak veya
halk gibi isimlerin hiç biri mutlak olarak verilemez.
*
**
KİTAB: M utlak varlıktan ibarettir; onda yokluk yoktur..
♦
**
Mahiyetin aslü ÜMM'ÜL-KİTAB'dır.. Çünkü varlık ona dere edil-
niştir..
Tıpkı: Harflerin, şişe içindeki mürekkebe dere edildiği gibi..
O şişe içindeki mürekkebe: Harflere ait isimlerden, hiç bir şeyin
ismi verilem ez..
338 33. BÖLÜM - ÜMM'ÜL - KİTAB
Bir itibara ve bir yüze göre: üluhiyet, her haliyle eşyanın m ahal
lidir.. V arlık südur ettiği m ahald ir.. Vücud, ornda a k ılla d ır..
Bu m utlak varlığ a karşı, bir m arifet sahibi olmak ise.. İşte o ki-
abın ilm idir..
340 33. BÖLÜM - ÜMM'ÜL - KİTAB
Tıpkı onun gibi: Kemai durumu alan her ilâhı suret için bir oluş
şekli lâzım d.r ki; o suret, diğerlerinden ayırd edilebilsin..
Bu kad ar ienbih k â fi..
Eğer uzatm a olmasaydı,* zata bağlı suretlerden her biri için; yü-
İNSAN-I KAMİL 341
ÂYETLER:
Tıpkı: Bunun gibi, celâl ve cemal isimlerinden her isim için de bir
cem lâzım dır..
Ki: İlâhî tecelli o isim yönünden bu cem içinde olur..
..V e âyet bir cemden ibarettir.. Çünkü o: Çeşitli kelimelerden
meydana gelen bir ibare olmuştur..
KELİMELER :
Bu gözle görülen m ahlukatm hakikatlerinden ibarettir..
— Bu şehadet âleminde taayyün eden..
Demek istiyorum..
HARFLER :
Noktalı olanlar, ilm-i İlâhîdeki ayan-ı sabiteden ibarettir..
Noktasız olanlar da, iki çeşittir:
BİRİNCİ ÇEŞİT:
Noktasız bir h arftir.. Diğer harflerin bununla bağlantısı vardır;
ama onun diğer harflerle bir bağlantısı yoktur..
Bu harfler, beş tanedir:
1. Elif..
2. D al..
3. Ra..
4. V a v ..
342 33. BÖLÜM - ÜMM'ÜL - KİTAB
5. Lâm edir..
; Bu beş h arf, kem al iktizaların a işarettir.. Ki onlar da beş tane
dir:
1. Zat..
2. H ayat..
3. İlim ..
4. Kudret..
5. İrade..
Bu son sayılan beş şeyden ilk dördünün va rlığ ın a yol: Ancak
zatla açılır..
Zatın kem al durumu ise., ancak o dördü ile olur..
İKİNCİ ÇEŞİT;
A ncak, ayn î bir icad zam anında, ayan-ı sabitenin durumuna ge
lince: O kelimenin çok yükseğindedir..
Böyle olunca: Onun İlmî taayyünde, tekvin ismi kendisine dahil
olam az..
344 33. BÖLÜM - ÜMM'ÜL — KİTAB
Ancak, hükm î bir girişle, hadise katılm ıştır.. Bu da, o hadis şey
lerin durum ları itibarı ile, ihtiyaçları içindir..
- HARFLER..
Diye tabir ettiğimizi ayan-ı m evcude.. -bir bakım a ayan-ı sabi
te-.. ilme bağlı âlem e katılm ıştır..
Bu ilim ise., âiim e katılm ıştır..
Bu ikinci itibara, ya n i: İlmin âlim e katılm asına itibar edilince;
ayan-ı sabite -veya ayan-ı mevcude- kadim dir..
Nitekim bunun ayrın tılı yönü KIDEM bölümünde de geçti..
*
**
KURBAN
KUR'AN: Hemen sade fek zattır;
Onun tekliği farzdır Hak'tır..
Bilesin k i..
KUR'AN: Zattan ibarettir..
Ö yle bir zat ki; Tüm sıfa tla r, onda erim iş; kaybolm uştur..
Ve o: A hadiyetle, isim alan bir tecelligâhtır..
İnzal şu demektir:
— Yüce ahadİyetin hakikati, en yüksek derecesi ile.. Resulüllah
S .A . efendimizin cesedinde kem aliyle, zuhura gelmiştir.. En yüksek
derecesinden ona inmiştir..
Bu da,, ilâh î hikmetin bir iktizasıd ır.. Bu hikmet ise., zatın yaptığı
bir düzendir,.
Tahakkuk için yol budur.. başka yoktur..
Çünkü bir kulun: H akikatlerin tümü ile, tahakkuk etmesi, imkân
cihetinden olam az..
Hem de cesedi ile., hem de, ilk yara tılışın d a ..
Durum anlatıldığ ı gibidir.. A m a, bu da, h aliyls herkesin nasibi
değildir..
Lâkin: Y a ratılış icabı üluhuyete tab'an m eyilli olan hakikatler
babında yükselm e kaydeder..
Kul, öylece terakkiye devam eder.. Yüce Hak ise., tecellisine de
vam eder..
Bu, bitip tükenmeyen bîr yoldur.. Her şeyi tam alm ak ta im kân
sızdır..
FÜRKA N
Sıfatların çeşitleridir;
Nam üzere iki cem olan..
Halk, Hak, faziletli oluş, faziletli olm ayış, m uhal, vacib, madum,
mevcud ve m ahdud..
A n la ..
Bu m anada bir irfana sahib olursan; tutun, bırakm a..
A lla h .. Hak söyler..
TEVRAT
Bu da, İbrahim'e a .s. ve Isa'ya a .s. bir ikram için böyle olmuş
tu..
*♦*
Şimdi, o YEDİ LEVH'i, içinde bulunanlara göre sıralaya lım ..
BİRİNCİ LEVH: Nur..
İKİNCİ LEVH: Hûda..
Allah-ü T a â lâ ; bu iki m anayı, şu âyet-i kerime ile bildirdi:
O nların bu noksanları İcabı, dinleri kald ırılm ış; kem ali icabı Re
sulüllah S .A . efendim izin dini ise., tarnlığı ile meşhur olmuştur..
Bu m ana ise., şu âyet-i kerîme ile sabittir:
— «Bugün dininizi, size tam am ladım .. Sizin için din olarak İs
lam 'a razı oldum ..» (5 /3 )
edip an lattı..
H aliyle, bu anlatm a ta rzı; anlatılan şeye göre değişik şekil ald ı..
N ekadar ış ık la m a k îcab ediyorsa., o kadar açık la d ı..
A n lattıklarını, bazan açıktan açığa anlattı..
Bazan edebî bîr üslupla a n lattı..
Bazan, işaret kullan d ı..
Bazan, dolaylı yoldan gidip kinaye şeklinde anlattı..
Bazan, bir benzerlik dengesi kurup istiare yolunu tercih etti..
İNSAN-! KAMİL 359
Bunların dışında, daha nice ifade şekli kullandı ki: Hemen hepsi
de, beyanda kemal çeşitlerinden sa yılır..
Eğer Musa a .s. kendisine tahsis edilen o İKİ LEVH'i tebliğ edip
kavm ine an latsayd i; kendisinden sonra, İsa'nın a.s. gelmesine lü
zum kalm azd ı..
Çünkü: İsa a .s. o İKİ LEVH'in taşıdığı sırrı kavm ine tebliğ etti.*
İşbu m ana icabadır ki: İsa a.s. ilk adım da, kudret ve rübubi-
yetle göründü..
360 36. FÖLÜM — T E V R A T
a ) B a b a .. Y a n i: Ruh'ül-kudüs..
b) A n a .. Y a n i; M eryem ..
c) O ğ u l.. Y a n i: Isa a .s . p eyg a m b e r..
*
**
N itekim zat ve s ıfa t yö n ü yle bir hadis-i şerif y u k a rıd a a n la tıld ı..
A llah -ü T a â lâ , p eyg am b erine, za t ve sıfa t işin i, bir âyette b ir
le ştird i..
O , â y e t ise ., şudur:
— «Onun benzeri bir şey yoktur.. Duyan ve gören odur..»
(42/11)
Bu â y e tin z a ta ve s ıfa tla ra a it tefsiri şöyledir:
— «Onun benzeri bir şey yoktur..» (42/11)
Y a n i: Z a ta ta a llu k eden yö n ü n d en ..
— «Duyan ve gören odur..» (42/11)
Y a n i: S ıfa tla ra ta a llu k eden yö n ü y le ..
*
**
A n cak bu iş, Fira vu n için ta h k ik yo llu d eğ ild i.. Bunun için de,
F ira v u n la dövüştü ve g a lip g e ld i..
a) Bir ilim idi k i; gizlenm esi için benden söz a lın d ı..
b) Bir ilim idi k i; tebliği a rzu m a b ıra k ıld ı..
c) Bir ilim idi k i, tebliği ile em r o lund u m ..»
G izlenm esi çİn, kendisinden s ö ' a lın a n ilim : İlâh i s ırla rd ır.. Bü
tün bu sırları tüm den A llah -ü T a â la K u r'a n 'a ye rle ştird i..
Bilesin k i..
TEV R A T: S ıfa tla ra b ağ lı o la ra k , isim lerin tecellilerinden ib a re t
tir..
Bu ise.. H a k ka has zuhur y e rle rin d e , yüce sübhan olan H akkın
zuhurud ur..
Yüce H ak , isim lerin i, s ıfa tla rı yönüne d elille r h a lind e nasb e ttî..
S ıfa tla rın ı d a , z a tın a delil e y le d i.. H a liy le , bu o la n la r, zuhur
yerlerinde ve h a lk ın d a k i zuhurunda o lm a k ta d ır.. Bu a ra d a , v a sıta
isim ler ve s ıfa tla rd ır..
Z ata götüren b a şk a yol da y o ktu r..
*
ifi 5'
İşbu zuhurd an so nrad ır kİ: N e fisle rin i; ken d ilerine işlenen, zata
b ağ lı isim lerin ve İlâ h î s ıfa tla rın n akşı ile b ilirle r..
İNSAN-I KAMİL 367
Ş im d i..
M u sa'ya a .s . gelen YED İ LEVH'de neler v a rd ı? , o n ların a ç ık la
m a sın a g eçelim ..
Is ra ilo ğ u lla rı, bu sırla rı b ilm ekle nice işler gö rd ü.. Şaşırtıcı k e ra
m etleri de, yîn e bu esrarı b ild iklerin d en gö sterm işlerdir..
*
**
DÖRDÜNCÜ LEV H : K u v a ..
— «Ey Yahya, kitabı kuvve ile al.. Daha çocukken, ona hikmet
v e rd ik ..» (1 9 /1 3 )
A n c a k , bu işin teh likeli bir yol olduğunu bildiği .1 için b ıra k tım ..
**
Ş u n lar d a , bu levhd e, b u lu n a n la r a ra s ın d a y d ı:
Tevhid s ırla rı, teslim , te ve k k ü l, işleri H a k ka Ism a rla m a k , rız a ,
Bu y a p ra k la r a , T EV R A T 'ta b u lu n a n la rı böylece a ld ık ..
İşbu a ld ık la rım ız , A lla h 'ın bize ihsan ettiği ke şif yo lu n d an o ld u..
A m a k ısa a n la ttık ..
İNSAN I KÂMİL 373
ZEBUR
ZEBU R: S ü ry a n î bir k e lim e d ir.. K itap m a n a sın a g e lir..
A ra p la r, bu k elim e yi k u lla n m ıştır..
H atta A lla h -ü T a â lâ :
B u yu rd u .. Ki b u ra d a : Z ü b ü r, k ita p la r m a n a sın a g d ir ..
*
**
*♦*
Bilesin k i..
Bir p eyg am b ere gelen her k ita p , onda bulu nan b ilg ile r., gerek
bu k ita p gerekse bu ilim le r, a n ca k geldiğ i p eyg am b erin ilm i nisbe-
tinde o lu rd u ..
Bu, İlâ h î bir h ikm etti.. Ta ki: O p eyg am b er, getirdiğine k a rşı ca
hil b u lu n m a y a ..
A n la tıla n m a n a ica b ıd ır k i: Fazilet yö n ü yle k ita p la rın a y ırd
edilm esi, k a la /.a b a k a ra k , g eldiğ i p eyg am b e rin , A lla h k a tın d a a y ırd
edilm esine b a ğ lıd ır..
İMSAM-I KÂMİL 375
Bu m an a üzerine:
— Hepsi A lla h 'ın k e lâ m ıd ır.. B a zısı, b azısın d a n d a h a fa zile tli
o la m a z ..
Diyecek o lursan, sa n a R esulüllah S .A . efendim izden riv a ye t edi
len §u hadis-i şerifi sö yleriz:
Bu hadis-i şerife göre: K u r'a n 'd a fa z ile t yö n ü yle , âye tle rin b a z ı
sı b azısın d a n üstün o lunca, toplu bir m ana ile: K a la n k ita p la rın d a ,
birbirinden üstün o lm a la rın a bir m ani yo ktu r..
*
♦$
Bilesin k i..
ZEBU R; Ç o ğ unlukla öğütlerden ibaretti. K a la n ı: Z a tın a la y ık şe
kild e o ndaki A lla h 'a sena idi.
İlâ h î bir keşif ih san ı ile , kuş d ilin i b ilird i.. İlâ h î bir güç sa y e sin
de o n la rla ko nu şurd u..
M a n a la rd a n han g isin i İstiyo rsa ., o n ların k u la ğ ın a u la ştırırd ı..
A m a , hangi la fız la isterse..
Bu rad a bir no ktayı belirtm ek icab edecek..
A n la tıla n ko n u şm a: Bu b ab d a bir bilgisi o lm a y a n la rın san d ığ ı
gibi d e ğ ild ir..
Böylesi: Kendinden bir kan ı ile:
— Y a ln ız kuş d ili lu g a tın a göre ko nu şurdu..
Der.. Y a n i: K u şla ra has bir te rim le ..
Böyle bir k a n a a t doğru d e ğ ild ir..
— «Ya Rabbi, bana öyle bir mülk hibe et ki; Benden sonra, hiç
kimseye uymasın..» (38/35)
Bu v a k a , gerek Sü le ym an peyg am b erin a .s . d uru m unu ; g erek
se, o n la tıla n işlerin o la ca ğ ın ı ve olduğunu tasd ik yo llu a n la tır..
Bilesin k i..
ZEBU R: İşarette, e f'a l sıfa tla rın ın tecellilerinden ib a re ttir..
TEV R A T: Y a ln ız , sıfa t isim lerinin tecellileri cüm lesinden ib are t
tir..
İN C İL: Y a ln ız , zat İsim lerinin tecellilerinden ib a re ttir..
FÜ RKA N : M utlak o la ra k , cüm le İsim lerini ve sıfa tla rın tecelli
lerinden ib a re ttir.. Bu tecelliler, ister za ta b ağ lı bulunsun,* isterse sı
fa ta ;
K U R 'A N : S ırf zattan ib a re ttir..
N itekim , K U R 'A N , fü rk a n ve T evrat üzerine y u k a rıd a kelâm e-
dilicJ..
B u rad a d a h a çok, ZEBU R, üzerinde d u ru la c a k tır..
*
Bu m a n a n ın bir icabı o la ra k :
S ab it d a ğ la n yürütüyordu*.
Sert çelik dem iri yu m u şa k hale g etiriyo rd u ..
Bütün çeşitleri ile, m a h lu ka ta hükm ünü geçiriyo rd u..
Bundan so nra, m ülküne, oğlu Sü le ym an a .s . v a ris o ld u..
S ü le ym an a .s. D avu d 'd an m iras a ld ı.. D avud a .s . ise H a k 'ta n ..
Böyle olunca: D avud a .s . d a h a fa z ile tli o ld u.. Çünkü ona h ilâ
feti H ak v e rd i.. V e ona şu özel hitabı y a p tı:
— « Ey D a vu d , seni yerde h a lîfe e yle d ik . » (3 8 /2 6 )
— «Ya Rabbi, bana öyle bir mülkü hibe et ki: Benden sonra, hiç
kimseye uymasın..» (38/35)
D em iyo r.. Z ira böyle olm ası m üm kün d eğ ild ir.. H alk ta n birine
b ağ lan m ası im k â n sız d ır..
Z ira o h ilâ fe t, İlâ h î bir seçim e b a ğ lıd ır..
Sebebine g elince: Ne zam an ve hangi zuhur yerin d e H ak zatı
ile z â h ir o lu rsa ., o zuhur y e ri, A lla h 'ın h a life sid ir..
Şu âyet-i k erim e , a n la tıla n m a n a y a işare ttir:
Y a n i: H ilâfetin kendi in h isa rın a verilm esi itib a rın a göre.. Çünkü
bu h ilâfe t kendisinden b a şk a : Efra d a ve a k ta b a da verild iğ i sahih*
tir..
Diyecek o lu rsa n ., yin e doğrusun..
Biz, a n la ta c a ğ ım ızı a n la ttık .. H angisini d ile rsen ., onu nazar-ı
itib a ra a l..
*
İNCİL
İN C İL: A lla h ta ra fın d a n İsa 'y a a .s . n a zil o ld u ..
D ed in ..» (5 / 1 1 6 )
Bundan so nra, yolu aça aça sonu şu ra d d eye getirdi ve şöyle
söyledi:
— «Eğer a z a b ed ersen..» (5 / 1 1 8 )
***
Şu da v a r k i, o n lar: H a k ik î m a n a y a göre ta h k ik ehli id ile r.. Z ira
Hak T a â lâ , Isa'n ın a .s . h a k ik a tid ir..
M eryem 'in de h a k ik a tid ir..
Ruh'ül-kudüs'ün de h a k ik a tid ir..
İşbu durum ise.. İsa'nın a .s . sö ylediği:
Bu cüm le, İsa'nın a .s . yerin e getirilm esini taleb ettiği işe k a rşılık
sö ylendi; şu m a n a y a g elir:
Şeklinde bir kelim e geçmiş ise de; a slın d a a y rılm a , diye bir şey
yo ktu r..
Ç ün kü: Tek şey v a rd ır..
Tek olan bir şeyin de: A y rılm a sı im kâ n sız olduğuna gö re., elbet
onun için:
a) Bir zâh ir düşünm en gerekecek.. Ki bu; onun görünen su
retid ir.. ;
b) O nun için, bir batın düşünm en g e re k e c e k . Ki bu d a ; onun
n e fsid ir., ö zü d ür..
c) Bir d e., onun k ıy a m a n ı sa ğ la y a n bir h a k ik a ti olm ası lâ
zım g e lir.. Ki bu d a :
— «Son üçte b ir..»
C üm lesind eki işaretten belli olur.
— Yüce H a k k ın te n e zzü lü ..
— S ıfa tla r gecesinin son üçte birin de, zat zuhur ed er..
M an ası ç ık a r..
*
**
Bu hadis-i şerifte:
— «D ün ya se m a sın a ..»
Pem enin m an ası da şudur:
— H alk ın ın kendisini bildiği isim ler âlem in d eki s ıfa tla ra ..
Bu isim ler ise., d ü n ya â le m id ir.
Yüce H ak kın üstün sıfa tla rı v a rd ır..
H alkın ise., ub ud iyeti, y a n i: Kulluğu v a rd ır..
Bu ubudiyet, d enaet kökünden doğan d ü n y a d ır.. Y a n i: K u lla rın
d ü n ya sı..
H â sılı: A n la tıla n itib a rla rd a n çıkan sonuç, yüce H akkın k u lla rın a
sıfa tla rın d a z â h ir o ld uğ ud ur.. B u n la r, o sıfa tla rd ır ki: H akkı o n larla
b ilirle r..
Bu bilg ileri ise., s ıfa tla r, zuhur yö nleri ile bitkin hale g eld ikleri z a
m a n ..
Y u k a rıd a k i cüm lenin d a h a a çık m an ası şudud:
— O n la r, sıfa t zuhuru kem ale erm eden e v v e l, sıfa tla o lu rla r.. Y ü
ce H akkın zatı ile d e ğ il..
S ıfa t ki: Zuhu r yönü ile bitkin hale g e lir.. İşte-, o z a m a n , yüce
H akkın zatı ile o lu rla r; sıfa tı ile d e ğ il..
Bu m a n a y ı a n la ..
*
**
İKİN Cİ M ARİFET: Ü lâh iyet m a rife tid ir.. Bu ise., sıfa tla rın cem al
yönü ile, zatı b ilm eye b a ğ lıd ır..
İşbu m a rife t h a li: N efsi bilm eye b a ğ lı, Rabbın m arifeti elde e d il
dikten sonra b a ş la r..
FATİHA-I KİTAB
Bilesin k i..
***
T eberrüken:
— « A lla h ..»
K elam ı ile b a ş la y a lım .
A llah -ü T a â lâ şöyle b uyurdu:
İNSAN-l KÂMİL 401
İşin tak d iri İse., işaret dili ile g elm ekted ir..
*
**
S o n ra ..
A lla h ad ı ile A lla h b ilin ir..
Z ira , bu ism in tecellisi sana gelm edikçe, A lla h 'ı bilm e yolu yo k
tu r..
K ald ı ki o: Kem al duru m ları İçin bir a y n a o la ra k konm uştur..
O nd a yü zü n ü , m üşahede edersin.
— R ahm an R ah im ..» (1 / 3 )
İsim leri ile de, m urad o lunan o d ur..
N itekim bu m a n a la r: Rabb ism inin ve rah m an ism inin tefsiri y a
p ılırke n , önceki bölüm lerde geçti..
O ra d a g ö ıü le b ilir..
*
♦*
Bilesin k i..
— «R ah im ..» (1 / 3 )
İsm i:
— «Rahm an-.» (1 / 3 )
İsm inden d a h a özel bir d uru m a sa h ip tir..
— « R a h m a n ..» (1 / 3 )
İse..
— «R ah im ..» (1 / 3 )
İsm inden d a h a şü m u llü d ü r..
Bu âyet-i kerim ed e, A llah -g T a â lâ :
— «Rahm urim , her şeyi k a p sa m ın a a ld ı..» (7 / 1 5 6 )
Bu yu rd u .. A lla h 'ın her şeyi k a p sa m in a a la n bu rahm eti:
— «Rahm an-.» (1 / 3 )
İsm inin fe yzin d en ib a re ttir..
Bir de:
— « R a h m a n ..» (1 / 3 )
İsm inden gelen rahm ete, b a za n sık ın tı, a z a b k a rıştığ ı olur*.
Bir de, kötü tatlı ilâcı içmek g ib i.. O ilâ ç, her n e k ad a r şifa ise
d e., ona zahm etten de, a z a p ta n da k a rışm ıştır..
H â sılı:
— « R a h m a n ..» (1 / 3 )
İsm i, rahm et çeşidini hep k a p sa m ın a alır*. N asıl olursa olsun..
İçinde üstte a n la tıla n biçim den a z a b olsun v e y a o lm a sın ..
A n ca k :
— «R ah im ..» (1 / 3 )
İsmi Öyle d e ğ ild ir.. Bu, sırf rah m ettir.. Hiç bir şekilde, ona aza p
k a rışm a z ..
İşbu m ana icab ıd ır ki:
— «R ah im ..» (1 / 3 )
İsm inin â h ire lte ki zuhuru, çok şid d etlid ir.. Z ira , cennet nim etleri
ne, hiç bir şekilde a za p k a rışm a z ..
Çünkü o, sırf:
— «!R ahim *.» (1 / 3 )
İsm inden d o ğ ar..
Her iki isim için, R esulüllah S .A . efendim izin şu hadis-i şerifinde
m ana v a rd ır:
***
K alb seni d a h î a ld ı;
G üze! şenliğe daldı*.
K a lb beni d ahi a ld ı;
Bt« m a n a d a k i inceliği a n la ..
A lla h .. H ak sö yler..
T a b ir e d ilir..
İşte., bu m a n a y a işaret o la ra k , sübhan o lan yüce H ak, şöyle
b uyu rd u:
— « Y a M usa, sen beni hiç b ir za m a n g ö rem eyeceksin .,» (7 / 1 4 3 )
Bunun m a n a sı şudur:
— Sen m evcud o ld u kça, ben senden y a n a yo ku m .. Beni b ulu n
ca d a , sen yok o lu rsu n ..
Z ira : Kadim zatın zu h u ru n d a , m ahlu kun k alm a sı im k â n sız d ır..
A y n ı m a n a y a işaret o la ra k , Cüneyd-i B a ğ d a d î şöyle dem iştir:
Y a n i: Z u h u ru n a ..
*
**
Y u k a rıd a a n la tıla n m a n a la rı bildikten so n ra..
Bu ise..
— M EN ŞU R ., (y a y g ın )
Ta b iri ile a n la t ılır ..
Bunu, şu cüm le ile, d a h a iyi a n la ta b iliriz :
— Bir k ita p , a ç ılıp y a y ıld ığ ı z a m a n ; onda olan her şey b ilin ir..
Bu d u ru m d a:
— RAKK-I M EN ŞU R ..
O la n ve :
— Y a y g ın k ita b ..
M a n a sın a gelen cüm le de, levh-ü m a h fu z o lu r . Bunun benzeri
de, insan ru h u d u r..
H a liy le o ra d a k i bu b e n zerlik: E şy a y ı k ab u lü ve v a rlık la rın on-
d a k i b a sılı şe k lid ir..
Levhün zatı ise, b u d u r.. A ra la rın d a hiç a y rılık yo ktu r..
*
«*
— BEYT-İ M A M U R ..
Cüm lesine g e le lim .. Ki bu:
— İm ar ed ilm iş e v .
M a n a sın a g e lir..
Bu, bir m a h a ld ir k i: A lla h onu z a tın a has e yle m iştir.. Bunun için
onu: Yerd en se m a ya k a ld ırm ış tır.. O nu m eleklerle şenle n d irm iştir..
Bunun benzeri: İn san ın k a lb id ir..
Ç ü n kü : İn sanın k a lb i, H ak kın m a h a llid ir..
O ra sı d a , im ar edenden h a li k a lm a z . Hem de, hiç bir z a m a n ..
Onun im a rı: Y a kud sî ve İlâ h î yo ld a n o lu r.. Y a h u t, m elekî yo l
d a n .. Y a d a , şe yta n î y o ld a n ..
Ya h u t n e fsa n î.. Ki bu n e fsa n î oluş: H a y v a n î ruh tur..
H â sılı: O k a lb , d a im a içinde b u lu nan sa kin le ri ile İm ar e d ilir..
N itekim bu m a n a , şu âyet-î kerim ede d a h a a çık a n la tılır:
— « A lla h 'ın m escidlerini, a n ca k A lla h 'a im an edenler im ar
e d e r.»
Y a n i: İkam et e d e r.. Ç ü n kü , im are t;
— S a kin o la n la r..
Şeklînd e k u lla n ıla n tab irin m a n a sıd ır..
INSAN-I KAMİL 417
- YÜ KSELTİLM İŞ T A V A N ..
Y in e b il: H ükm î v a rlık yö nüyle sübhan olan A lla h için olan ne
d ir? ..
F.: 27
418 41. BÖLÜM - KİTAB-I MESTUR
A n la : O , k im d ir? ..
A n la : Sı^n, k im sin ?..
V e ., sen, ne ile sin ?.. O , ne ile d ir?..
. V e sen, hangi şeyle ona m u g a yirsin .. V e o: Hangi v a s ıfla rı ile
senin noksan hallerin d en y a n a m ü nezzeh tir..
G e le lim :
— BAHR-I M ESCU R..
C ü m lesin e., ki bu:
— Dolan d e n iz..
M a n a sın a d ır..
Bu cüm lenin bize göre m a n a sı:
— S a k lı ilim .. gizli sır..
D em ektir..
A n la tıla n sır, öyle bir sırd ır ki: KÂ F ile NUN a ra s ın d a d ır..
İşaret d ili, a n ca k bu k a d a r a n la tır..
Z a h irî tab ire g elin ce; riv a y e ti şö yled ir:
Çünkü bu: Ö yle bir k ita p tır ki, bu za m a n a k a d a r bir benzeri gel
m edi..
Bunun izah şekli gibi bir iza h , a s ırla rca y a p ılm a m ıştır,.
A n la ., düşü n..
A lla h .. H ak söyler.-
Bu yo la h id a yeti nasib eden A lla h 'tır..
Tercümenin Bittiği Tarih:
12 Ccmaziyelâhir 1391
4 Affustos 1971
İ s t a n b u l
Özellikle zatî işler, bir çeşit üzerine dönmez; çok çeşitleri vardır..
Ancak, o zatî işlerden her çeşit:
— REFREF-I ALÂ..
Adı ile söylenir.'
Bu manada söylenen her REFREF ise.. İlâhî azamet makamın
dan ibarettir.. İsterse, iktiza ettiği durumları ile ayrıntılı olsunlar..
Zira onlardan her biriv, zata bağlı bir şan alışı itibarı ile, aza
met makamının aynıdır..
Özellikle zatî işler, bir çeşit üzerine dönmez; çok çeşitleri vardır..
Ancak, o zatî işlerden her çeşit:
- REFREF-I ALÂ..
Adı ile söylenir.-
Bu manada söylenen her REFREF ise.. İlâhî azamet makamın
dan ibarettir.. İsterse, iktiza ettiği durumları ile ayrıntılı olsunlar..
Zira onlardan her biri", zata bağlı bir şan alışı itibarı ile, aza
met makamının aynıdır..
Bu, yerinde şart edilen bir cümledir.. Çünkü: Zatın kendi nefsin
de iki iktizası vardır. Şöyleki:
a) MUTLAK İKTİZA..
b) MUKAYYED İKTİZA..
Şimdî bunları biraz açalım..
MUTLAK İKTİZA:
Bu, zatın kendi nefsine hak bildiği durumudur..
Burada; üluhiyete, rahmaniyete ve rübubiyete itibar yoktur..
Hatta, bunların benzeri vasıflara da itibar yoktur..
Bunlar, öyle mutlak iktizalardır ki: Kemalât çeşitlerinden her
hangi birinin iktizasından yana mücerreddir..
Buna bir misal olmak üzere:
— Varlık, sadelik, sırflık. ahadiyet vb. şeylerdir..
MUKAYYED İKTİZA;
Bunu da, zat kendi nefsi İçin iktiza etmiştir.. Ama, kemalât çe
şitlerinin herhangi bir çeşidi ile..
Meselâ: İlâhiyet. rahmaniyet. rübubiyet gibi..
- MUKAYYED İKTİZALAR..
Onun bütün kemal durumları ise., kendi namına zata bağlı iş
lerdir..
Bütün iktizalar da, zata bağlıdır; mutlaktır..
Ancak, burada bazı işler vardır ki, onları zat durumu mutlak bir
şekilde gerekli kılmıştır..
Sonra., zatm iktizası bazı işler de vardır ki; mertebe icabı on
lara bazı itibarlar konmuştur.. Ya da, bir azamet makamını anlat
mak için*.
426 42. BÖLÜM - REFREF-İ ALÂ
ŞERİR VE TAC
ŞERİR (TAHT), rütbesinedir gerçek sultanın;
Arşıdır, azametine rahmanın..
Bunun böyle olması da, o şeyi gören kimsenin her yanının göz
olmasına bağlıdır.. Böyle olunca, onun gözü, bu müşahede maka
mında, basiretinin aynıdır..
İNŞAM I KAMİL 429
— «Başında TAC..»
Şu da bir gerçektir ki: Cenab-ı Hak, herhangi bir tecelli ile tecel
li ettiği zaman, tecelli ettiği şeyle müşahede edilir..
Ancak o: Bir sınır, bir sonuç içinde sonsuzlukla zuhur edip te
cellisini gösterir..
KADEMEYN - NA'LEYN ( 1 )
Der.. i§te.. o zaman, ateş fena bulur; yok olur.. Yçrinde cırcır otu
biter.»
Biz, bu hadis-i şerifi, buraya böyle aldık; daha başka türlü söy
lenmiş de olabilir..
Bu mana üzerinde, kitabın sonuna doğru cehennem bahsini
ederken de duracağız..
Ama, Hakka itibarsız yapılan bir nisbeti itibarların hiç biri ata
maz..
Bu manayı anla..
***
Esas mana, yukarıda anlatıldığı gibi olunca, suret: Rabb i£in,
zata bağlı bir emir olarak kaljr..
Şu hadis-İ Şerifler anlatılan manaya işarettir:
İşbu iki hadis-i şerif, birçok manaları iktiza ettikleri içindir ki:
- EL-KEHF'Ü VER-RAKİM Fİ ŞERH-I BİSMİLLAHİRRAH- MANlRRAHİM..
ARŞ
ARŞ: Tahkik üzere verilecek manaya göre, azametin zuhur ye
ridir..
İlâhî tecellinin de namlı yeridir..
Zatın ise., hususiyetini taşır..
Sonra ona:
— Hazretin cismi..
Adı da v e rilir. Hem de, o hazretin mekânıdır..
Ancak bu mekân: Altı cihetin hepsinden de münezzehtir..
♦♦♦
Tabirini kullanmışlardır..
Böyle bir tabir ise:
— Levh ARŞ'ın fevkindedir..
Manasına göre, bir hükümdür..
KORSİ
Bilesin ki..
KÜRSİ: Cümle fiiliye sıfatların tecellisinden ibarettir..
KÜRSÎ: İlâhi iktidarın zuhur yeridir..
KÜRSİ: Emrin ve nehyin geçerli olduğu mahaldir..
a) Hükmî vüs'at..
b) Vücuda bağlı aynî vüs'at..
Şimdi bu iki vüs'atı biraz daha açalım..
440 46. BÖLÜM - K Ü R S İ
Zira, her görünen yüz ondan gelir ve., fiiliye sıfatlarından bir
sıfat olur..
***
NETİCE: KÜRSİ odur ki, yüce Hak iki kademini ona atmıştır..
İcadını ve idamını onda yap-ar..
fNSAN-l KAMİL
KALEM-İ ALÂ
Bilesin ki..
KALEM-I ALA: Halka ait zuhur yerlerinde, Hakkın tayyünlerine
bîr evveldir..
Ama, temyiz üzere..
— Temyiz üzere..
Demem odur ki: Halkın, ilâhı ilimde; evvelâ şekli bellisiz bir
taayyünü vardır..
İşbu manada bir beyan, daha önce de geçti..
***
Öğren..
Bu uğurda, Allah sana hidayet nasib eylesin..
LEVH-Ü MAHFUZ; Hakka bağlı İlâhî nur olup, halka nisbet edi
len müşahede makamlarında tecelli etmektedir..
Aslî bir şekilde, ona mevcudatın baskısı çıkmıştır..
Heyulanın anası odur; heyulâ ise.. LEVH-Ü MAHFUZ'da basılı ol
mayan hiç bir sureti gerektirmez..
Heyulâ bir suretin olmasını gerektirdiği zaman; ki bu da heyu-
lânın hükmüne göre olur.. Bu oluş ise., ister hemen olsun; isterse me-
hilli bir zamanda olsun., kalem o suretin icadım LEVH-Ü MAHFUZ'a
yazar..
Heyulâ da, o sureti gerektirmiş olduğundan; icadı mutlak gerek
li olur..
Bu mananın bir icab olarak, ilâhiyun şöyle demiştir:
— Heyulâ, bir suretin olmasını gerektirdiği zaman; suretleri ve
rene, o sure-i meydana çıkarmak hak olur..
Onların:
— Suretleri verene hak olur..
ÎNSAM-8 KAMİL 445
— Akl-ı evvel..
Tabiri kullanılır..
Nitekim bu: Yeri geldiğinde., daha geniş anlatılacaktır..
*
**
Üstte kapalı bir ifade ile anlatılanı şu misalle açabiliriz:
Hak bir hüküm vermiştir; Zeyd'in icadı babımda.. Şu Şekilde ve.,
falan yerde... falan zamanda..
LEVH'de bu işin takdirini ik**za eden emir; işte., kalem-i aladır..
Buna ise:
— Akl-ı evvel..
İsmi verilmiştir..
Onun bulunduğu, mahal ise., anlatılan iktizanın beyanıdır ki,
LEVH-Ü MAHFUZ odur.. Bu manada, LEVH-Ü MAHFUZ için:
—* Nefs-i küllî.*
Tabiri kullanılmıştır.
Bu gibi bir,hükmün varlıkta icadını iktiza eden emre gelince., o
da, İlâhî sıfatın iktizasıdır.. Bunun için de:
— Kaza,.
Tabiri kullanılır..
İşbu kazanın tecelliğâhı kürsîdir..
*
iktizasına göredir..
Allah'ın bunun ötesinde bir i!mi vardır ki: Hakka bqğlı cephenin
hakikatleri iktizasına göredir..
Yukarıda ayrıntıları ile anlatılan bu ilmi, keşif yolu ile elde et
meye çalışana en zor tarafı: Mübrem kaza ile, muhkem kazaya birbi
rinden ayırd etmektir..
F.: 29
450 48. BÖLÜM - LEVH-Ü MAHFUZ
StDRE»! MÜMÎEHÂ
Bilesin ki..
Biz, SİDRE'yi bir YER olarak bulduk; orada sekiz müşahe maka
mı vardı..
RUH'Ot - KUöÖS
Bilesin ki..
RUH'ÜL-KUDÜS: Ruhların da ruhudur.
Ve.* o:
— «KÜN (OL)..» (6/73)
Emri şumulünün altına girmekten yana münezzehtir..
Sonra onun için:
— Mahluktur..
Denemez., çünkü o: Hakkın has yüzlerinden bir yüzdür..
Ve., varlık; O yüzle kaimdir..
O, bir ruhtur; ama diğer ruhlara benzemez.
Zira o: Allah'ın ruhudur..
Ve.. Âdeme: Bu ruhtan üflenmiştir..
Şu âyet-i kerime ile, bu manaya işaret edilmiştir;
— «Ona ruhumdan üfledim..» (38/72)
Bu manadan da anlaşıldığı gibi, Âdem'in a.s. ruhu yaratılmış
tır; ama Allah'ın ruhu, yaratılmış değildir..
Çünkü o: RUH'ÜL-KUDÜS'tür..
Yani o: Kevnî noksanlardan yana münezzehtir; temizdir .
*
Böyle bir elin sahibi: Gözsüze elini sürünce gözü açılır; abraşın
illetini de giderir..
Böyle bir dilin sahibi: Bir şeyin olması emrini verdiği zaman, Al
lah'ın emri ile o şey olur..
İşbu kimse: RUH'ÜL-KUDÜS'le teyid edilmiştir..
Nitekim Isa'nın A.S. vasfı bu idi ve Allah-ü Taâlâ onun için şöy
le buyurdu:
İNSAN I KÂMİL 459
— Allah'ın emri..
Şeklinde gelen isim tamlaması, bu MELEK'in isimleri meyanıda
sayılır..
Mevcudatın en şereflisi odur..
Makam, mekân itibarı ile; mevcudatın en ulusu, derece itibarı
ile de en yücesidir..
Bundan üstün bir mobk yoktur..
Ve o: Yakınlık ihsanına nail olan mukarrabin zümresinin efen
disi; İkrama nail olan mükerremin camiasının en faziletlisidir..
Allah-ü Taâlâ, mevcudat çarkını, onun üzerinde döndürür.. Malı-
lukat semasının kutup noktası odur..
Allah-ü Taâlâ her şeyle beraber, ona özel bir yüz yaratmıştır;
o yüzle kendi zatına katılır..
***
Sonra..
Bu MELEK'in: Ufkî âlemde, ceberutî âlemde, illî âlemde, mele-
kûtî âlemde, mülkî âlemde ilâhî bir saltanatı vardır kî; Allah-ü Taâlâ
onu, sırf bu melek için yaratmıştır..
İş bu MELEK: HAKİKAT-I MUHAMMEDİYE'de tam kemali ile zuhur
etmiştir..
İşbu mana icabıdır ki: Resulüllah A.S. efendimiz, en faziletli be
şer olmuştur..
Bu vesile ile, Allah-ü Taâlâ, ona ihsanlarını yağdırmıştır.. En gü
zel nimetlerini vererek ona yardim etmiştir..
Buyurdu..
Burada açık anlatması, ona ihtimam gösterdiğini anlatır.. Öbür
yerde, kapalı geçmesi İse.. Resulüllah S.A. efendimizin kadir kıymet
yönüyle büyüklüğünü anlatmak içindir..
— «Konuşamazlar..» (78/38)
Kelâmı, melekler içindir; RUH için değil..
Çünkü, ilâhî huzurda o: Mutlak bir şekilde konuşma izni almıştır..
Zira o: Oranın ekmel zuhur yeri ve en faziletli tecelligâhıdır.
Diğer meleklere gelince: Her nekadar ilâhî huzurda izin verilir
se de; o izni alan her melek, bir kelimeden fazla konuşamaz.. Daha
fazla konuşmaya gücü yetmez.. Elbette ve elbette., genîş konuşmak,
onun için mümkün değildir..
464 51. BÖLÜM - RUH ADLI MELEK
Adı ile anılan melekler, Âdem'e a.s. secde için eır.ir almadılar..
Dolayısı ile, onları, ancak; âdemoğullanndan:
— Ilahiyyun..
Vasfını alan zatlar tanıdı..
Bu ise., âdemiyet ahkâmından temize çıktıktan sonra, onlara ilâ
hî bir ihsandır..
— Âdemiyet ahkâmı..
Demek:
— Beşeriyet icabı olan manalar..
Demektir..
Bu memada, şu âyet-i kerimeyi anlatmak icab eder:
F.: 30
466 51. BÖLÜM - MJH ADLI MELEK
— «Yoksa..» (38/75)
Manasını çıkaran:
— «Em..» (38/75)
Edatı da, burada menfi manadadır.. Yani:
— Sen, ALUN'dan değilsin..
Demeğe gelir..
ünsiyet ve sözü açmak için kullanılan istifhama gelince; onu da
Musa a.s. iie yapılan şu konuşmada görebiliriz:
— «Sağ elindeki nedir ya Musa?..» (20/17)
Böyle bir soru, Musa a.s. için ünsiyet oldu; şu cevabı ile açıldı:
— «O asamdır.» Oııa dayanırım. Onunla, koyunlarıma yaprak
çırparım.. Onunla, bence görülen daha başka işler de vardır..» (20/
18)
Musa a.s. kendisine, istifham yollu sorulan sualden böyle ge
niş bir cevab beklediğini biliyordu; onun için böyle konuştu.. Bizim
için belli manâda bir soru olsaydı; verilecek cevap:
— «O asamdır..» (20/18)
Cümlesi olurdu..
Ki, ilâhî hazretin huzurunda, ehlüllaha düşen edeb de budur..
İşbu mânaları, Allah-ü Taâlâ, bu İNSAN-I KÂMil/de açığa çıkar
dı..
Ta ki okuyasın; gereği ile amel edesin..
Saidler zâmresinden yazılasın..
O halde, bu mânalar içinde edebini bulmaya bak..
Evet..
Beyan gemisi, bizi açıklama denizinde dalgalandırmaya başla
dı.. •
Nerede ise, bizi sahile vuracaktı..
Hemen hakikatler denizine dönelim..
Özellikle bahsimiz olan:
— RUH ADLI MELEK..
Bahsini tekrar açalım...
468 51. BÖLÜM - RUH ADLI MELEK
Bilesin ki..
Bu meleğin isimleri çoktur.. Bu çok isimler, çeşitli mânalarda
onun göründüğü yüzler adedincedir.*
Misal yollu, şu İsimleri sayabiliriz:
Kalem-i alâ...
Muhammrd S.A. efendimizin ruhu..
Akl-ı evvel..
Ruh-u ilâhî..
Bu İsimler, ası! isimden alınıp, ayrıldığı dallara göredir.. Yoksa,
onun yüce Hazret katında bir ismi vardır; o da; RUH,.*
İşbu mâna icabıdır ki; özellikle bu bölümü, o isim üzerine bağ
ladık..
Eğer onun kapsamındaki manâları, isim isim anlatıp şerhine git-
seydik; nice cilt kitâplar dolardı..
•*#
Selâmına karşılık verdim; öyle bir halet İçinde idim ki; Onun
heybetinden eriyecek gibi oldum.. Onun üstün güzelliğinden, az daha
yok olacaktım..
**
Var söyle:
— Yoktur o güzelin yüce varlığı için;
Bir yokluk, bir söz de geçmez ona katılma babında..
*j-
m' H il
KA LB
(1) RAN: Karada yetiden bir ağaçtır.. Kokulu ve düzgün olur. Dilimizde:
Beğ söğüdü, Sorgun söğüdü, denir..
İNSAN-I KAMİL 479
'•
*»
Bu ismi almasının bir sebebi de; Bir şeyin KALB'i o şeyin hülâ
sası ve zübdesi olduğu içindir.
2. Takallüb halinin çabuk oluşudur..
O bir mihver noktasıdır.
Esma ve sıfatı kuşatan varlık onun üzerinde devresini tamam
lar..
Tam yüzleşme şeklinde; hangi ismin ve hangi sıfatın karşısında
durursa., o ismin ve o sıfatın hükmü onda çıkar..
— Yüzleşme..
Sözüm bir kayıttır. Yani; KALB için..
*+
Bilesin ki..
Hemm, olarak anlattığımız şeyin; KALB'e göre belli bir yönü
yoktur.. Bazan üstte olur..
Bazan altta olur..
Sağa ve sola düştüğü de görülür.
Bu değişik haller, KALB sahibinin derecesi icabı olmoktadir..
Sonra, bir çocuk gibidir.. Onun akıl edeceği ilk şey: Dünya ehli
nin dış halleridir. Bu durumda ona işlenecek haller: Dünya ehlinin
dağınık işleri, tefrikaları, tabiî ve adi şeylere düşüşleridir. Bu halle
rini görünce, onlar gibi olur..
Eğer İlâhî saadete ehil bir kimse ise.. Yüce mertebelere erme
yi, üstün makama çıkmayı sağlayan işleri bıraktıktan sonra birden
akıllanır..
Bu akıllanm a onun için bir tezkiyedir. Yâni: Beşerî çabaların*
dan ötürü aldığı kirlerden temizlenmiş olur.,
Hali anlatıldığı gibi olan kimse: Elbisesine çıkan kiri yıkayıp te
mizleyen kimse gibidir..
Punun dışında bîri vardır kİ* tabiî h alb r vs adî |©yler $nda tam
mânası ile yer etmiştir..
İNSAN-I KAMİL 48b
Bu, o kimseye benzer ki: Her yanı İle elbisesini kir sarmış ve le
keleri yerleşmiştir.. Bunun temizlenmesi ancak ateşte yakılm aya v e
ya kireçlemeye bağlıdır.
— Onların nail olduğu şeyler, bir hibe değildir ki; dolayssı ile
minnet edilsin.. Nail oldukları şey, hakikatleri icabı kazandıkları za
ferdir.. O hakikatleri ki, kendilerini ona göre yaratmıştık.. Bu da: Aslî
fıtrattan gelmektedir.
486 52* BÖLÜM - K A L B
Bu mânayı anla..
KALB'in asıl olduğuna, âlemin dahi dal olduğuna d air delili
miz, şu kudsî mânadır:
— «Beni ne yerim aldı, ne de semam; mümin kulumun KALB'i
beni aldı..»
Bu mânanın tersine eğer âlem asıl olsaydı; İlâhî sığınmanın ona
olması gerekirdi.. Bundan bilindi ki: K/*LB asildir; âlem de dal..
«
«♦
Bilesin ki ;
Yukarıda anlatılan alış, üç şekildedir; hepsi de KALB'de olup
durmaktadır.
BİRİNCİSİ: KALB'in ilim alışıdır.
İşbu ilim, ilâhî marifettir.
Bu vücud ikliminde; Hakkın eserlerine akıl erdirecek, lâyıkı ile
bilecek KALB'den başkası yoktur..
KALB dışında kalan her şey: Rabbını, bir yüzden bilse da
hi; diğer yüzden bilemez.
Allah-ü Taâlâ'yı KALB'in dışında hiç bir şey her yönü ile bi
lemez.. Amma, KALB bilir.
Bu bir vüs'aftır. Alıştır..
İKİNCİSİ: KALB'in müşahade alışıdır.
Bu bir keşiftir ki: KALB bu müşahade ile İlâhî cemalin güzel
liklerine muttali olur.
İsim ve sıfatları müşahade ettikten sonra onların lezzetine va
rır..
KALB'in dışında kalan şeyler Allah için olan şeylerden hiçbi
rinin zevkine eremez.
Meselâ: KALB, Allah-ü Taâlâ'nın eşyaya dair ilmine akıl erdirir.
Bu iI:hî sıfatın felekinde seyrine devam ettiği zaman, lezzetini
alır.
Sonra, bu ismin azameti de, Allah tarafından kendisine bildi
rilir..
Bundan sonra, kudret ismine geçer; onun da diğerleri gibi lez
zetine erer.
488 52. BÖLÜM - K A L B
Bu hali, öyle bir tadışla tadar ki: Kendi dışında birini tanımış,
kudretini anlamış ve o kudreti, eflâkinde seyrini sürdürdüğünü gör
müş olur..
Bu ikinci bir genişliktir ki: İrfan sahiplerine vergidir.
Cümlesinin mânasıdır.
♦*
Allah-ü Taâlâ herşeyi, Resulullah S.A. efendmizin nurundan
yarattı..
İsrafil'in yaratıldığı yer de, Resulullah S.A. efendimizin KALB'i
oldu..
Nitekim bu mdna, bütün meleklerin ve başkalarının yaratılışı
anlatıldığı zaman gelecektir..
490 52. BÖLÜM — K A L B
AKL-I EVVEL
AKL-I EVVEL: İlâhî ilmin nurudur. Yaratılışa dair bir belirti te
nezzülünde ilk zuhur eden odur..
İstersen buna:
— İlâhî icmalin tafsili..
Diyebilirsin..
Bu mâna icabıdır ki, Resulülah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:
— «Allah-ü Taâlâ, ilk başta aklı yarattı..»
Yani: O bir idrâktir ki, AKL-I EVVEL'e konan ilim suretleri zuhuru
onunla olur..
Akl-ı maaşın boşa giderdiği olur.. Bir çok şeyi gözden kaçırdı
ğı olur..
Çünkü: Onun terazi gözü bir tanedir.. Bir yanı vardır.
Sonra: Akl-ı maaşın kıyası sağlamasızdır. Her yolu ile kıyasını
yapar.
Nitekim, bu manaya işaret eden âyet-i kerime şöyledir:
— «ölsün kötü yalancılar..» (51/10)
Bu tür yalancılar, ilâhî işleri akılları sıra tartmaya kalkanlar
dır. Böylece eksik tartarlar.
Çünkü onların mizanı yoktur. Çünkü onlara verilen ad:
—■«Harrasun..» (51/10)
Bunun mânası tahminî, ölçüsüz tartıdır.
494 53. BÖLÜM - AKL-I EVVEL
İlmini akl-ı küllîden alan, kalbi nuru ile kitap mahalline baş
eğip bakar. Kevne boğlı şeylere akıl erdiren ilmi ondan alır..
Bu tür alış ilâhî bir sınırdır., ki bunu: Allah-ü Taâlâ levh-ü mah
fuza komuştur..
Hali ile AKL-I EVVEL böyle değildir.. Çünkü bu: İlmini vasıta
sız Hak'tan a lır..
**#
Sonra..
Akl-ı küllî ilmini levhten; yâni: Kitaptan., aldığı zaman, bazı
vasıtalarla alır.
O ilmini, ya hikmet kanunu ile a lır; ya da kudret miyarı ile
alır. Bu alışı bir kanuna göre de olur; kanunsuz da..
Akl-ı küllün bu tür alışı: Bir okuma yolu iledir.. İlmini aldığı
yere karşı baş eğik durumdadır.
Çünkü o: Halkın toplu yaratılış lâzimeleri meyanında sayılır
ki: Hatalardan salim olam az.. Meğer ki: Allah-ü Taâlâ, zatı için seç
tiği bir şeyde ola..
Ancak, Allah-ü Taâlâ, bir şeyi bu vücuda indireceği zaman;
onu AKL-I EVVEL'e indirir.
İNSAN-I KAMİL 495
Ancak, iman yolu ile elde edilen marifet böyle değildir.. O mut
laktır.
İman yolu ile elde edilen marifet: İsimlere ve sıfatlara bağlıdır.
Akıl yolu ile elde edilen marifet ise eserlere bağlıdır..
Her nekadar, bunun adı marifet ise de; bize göre: Allah ehli
için aranan marifet değildir..
*
Sonra..
Akl-ı maaşın akl-ı külle nisbeti: Bakanın aydınlığa nisbeti gi
bidir..
Bu aydınlık, ancak bir cehaletten gelmektedir..
Bakan, aydınlığı veren güneşin şeklini göremez; suretini bi
lemez..
VEHM
*•
Sonra...
Bu öyle bir melektir ki: Ruhunu aldığı tüm kimselerin hallerini
bilir... »
Bütün bu bilgiler, onun özündedir..
O kadar bilir ki: Şerhi imkânsızdır..
Ve., her cins için, ayrı bir surete girme imkânına sahiptir..
Bazılarına da, suretsiz, basit bir şekilde gelir..
Aldığı ruhun karşısına bir nakış gibi gelip durur. Ruh, onun su
retini görür aşık olur cesedden çıkar..
Halbuki cesedle ruh arasında geçmiş bir aşk durumu vardır..
Bunun için de, cesed onu bırakmak istemez; tutar..
Bunun üzerine bir çekişme meydana gelir..
Azrail'in cazibesi ile, cesedin ruha olan aşkı arasında bir çe
kişme başlar.
Ancak, sonunda Azrail'lik cazibesi ağır basar.
Ve., ruh böylşce çıkar..
Bu çıkış.. Hayrete seza bir acaip iştir.
*
**
Bilesin ki...
Aslına bakarak ruh: Cesede girmesi, oraya hülulü ile, öz me
kânından ayrılm az.. Aslî mekânından kopmaz,
Yapılan İzah veçhi İle: Ruh bir şeye birleşme gözü ile baktığı
zaman, oraya hülul eder..
Onun bir şeye hülulü, herhangi bir şeyin kendi kimliğine hülulü
gibidir.
Bu hülûl ile o: İlk başta, cismanî bir suret alır..
Bundan sonra orada: Çalışmaya başlar..
502 54. BÖLÜM - V E H M
Ona bir melek geldi; kalbini yardı.. Ondaki kanı çıkardı.. Kal
bini temizledi..
İNSAN-I KAMİL 506
Meğer ki: Cesede hülûl eden ruhun nazarı bir giriş sayıla.. Çün
kü hülul: Ancak girişle olur..
Onun nazarının kalkması ise., üstteki tarife göre: Çıkış sayılır..
***
Sonra..
Ruh, cesedden çıkışından sonra, cesedin suret şeklinden hiç a y
rılmaz.
Ancak, onun cesedde sakin olup durduğu bir zaman vardır..
Meselâ: Uykuya dalan, fakat rüya görmeyen bir kimse gibi..
— Her uyuyan kimsenin rüya görmesi gerekir.. Ancak, bazıları
rüyalarını ezber tutar; bazıları da unutur..
Nitekim, Hak Taâlâ, bir anı her hangi bir şahıs için genişletir..
O kimsenin bu bir anilik zaman içinde yapdığı nice iş olur.,
yaşar., evlenir., çocukları olur..
Böyle bir an: Hem o kimse için, hem de hütün dünya ehline
göre; gündüz saatinin en az bir zamanında olur..
Nitekim böyle bir vaka bizim için oldu.. Onu anladık.. Ne var
ki bu işe; ancak bizden nasibi olan inanır..
*
Bilesin ki...
Allah*ü Taâlâ, imanını korusun.
Seni yakîn ve ihsan ehli kimselerden eylesin..
Allah-ü Taâlâ VEHM'i yarattıktan sonra şöyle buyurdu:
— Yemin olsun, taklid ehline ancak seninle tecellî edeceğim..
Aleme, ancak senin korkulu yerlerinde zâhir olacağım..
Taklit ehlini nekadar yükseltirsen bana ulaştıran delili olursun..
HİMMET
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ'nın, insana bıraktığı en aziz şey: HİMMET olmuş
tur.
Bu durum, şöyle anlatılır:
— Allah-ü Taâlâ, nurları yarattıktan sonra, hepsini önünde dur
durdu..
Baktı ki: Herbiri kendi nefsiyle meşgul..
Amma gördü ki: HİMMET Allah ile meşgul..
İşte o zaman, HİMMET için şöyle buyurdu:
— İzzetim, celâlim Hakkı için, seni: Nurların en yükseği kılaca
ğım..
Senden hazzını ancak: Halkımın eşrafı ve ebrarı alacaktır..
Ve., halktan bana vüsul yolu ile gelmek dileyen: Ancak bana
varması için vereceğin desturla gelecektir..
Sen müridlerin miracısın.. Ariflerin bürakısın.. Vuslat ehlinin
müsabaka meydanısın..
Ve., ona: Sariül-Mücib, yani: Çabuk icabet eden ismi ile baktı..
Adı geçen tecelli ile: HİMMET, kalblere uzak olan herşeyi yakın
laştırma istidadını kazandı..
Adı geçen nazar sayesinde ise: İstenen şeyin ele tez geleceğini
ifade etti..
İşte., anlatılan mana icabı olarak: HİMMET bir şeyi niyetine
alıp, ayağı üzerine kalkınca; niyetine uyana kavuşur..
— Bir kimse, herhangi bir şeyi niyetine alır; ciddî bir yoldan ça
lışırsa.. aradığını bulur,.
Padişah, gönül ehli, irfan sahibi, akıllı bir kimse olduğu için;
dervişi küçük düşürmek istemez..
— Sen o kızın dengi değilsin..
Demek de İstemez..
Şöyle söyler:
— Bilesin ki, kızımın mihri bir cevher olup, onun adi: Behra-
man'dır.. Kisra'nın veya Nuşirevan'ın hazînesinde bulunur..
Derviş sorar:
— Ey benim efendim, bu cevherin menbaı neresidir?..
Padişah anlatır:
— Onun menbaı Seylan denizidir.. Onu bulup bize getirirsen.,
kızımızın nişanı odur.. Bu nişandan sonra nikâh da, senin için müm
kün olur..
Bundan sonra, derviş o denizin yolunu tutar., gider..
Kabı ile, denizin suyunu alıp karaya boşaltma işine koyulur..
Ne yer, ne içer.. Gece gündüz bu işe devam eder..
Onun bu İçten çalışması balıkların içine korku düşürür..
Denizin suyu bitecek, karada kalacaklar, diye.. Allah'a şikâyet
ederler..
Bunun üzerine, Allah-ü Taâlâ o denize müekkel meleğe emre
der:
— O adama git.. Ne istediğini sor.. Arzusunu y e ı:ne getir..
Melek gider.. O dervişe arzusunu sorar..
Derviş durumunu anlatınca, melek denize:
Emrini verir..
Bundan sonra., sahil o cevherlerle ve diğer incilerle dolar..
Derviş de, onlardan alabildiği kadar alıp; padişaha götürür..
Ve., padişahın kızını nikâhla alır..
*
**
Ey kardeşim, HİMMET neler yapıyor, bak..
Hikâyede anlatılan işi, olmaz bir şey sanma., şaşılacak bir iş
gibi de görme..
Gerçekten biz, öyle şeylere şahid olduk ki.. Hatta, kendi içimiz
de öyle şeyler oldu ki.. Hem anjatılanlardan daha fazla; hem de sa
yıya gelmeyecek kadar çok..
Allah'ı sözüme şahid tutuyorum..
Sana yemin etmezdim; ama inkâr raddesine gelmeyesin diye,
yemin ediyorum.,
HİMMET kadehi, boş iken; atılan her muhalif taş onu kırar..
Ve., içinde, özüne uymayan her şeyi de akıtır..
Ama o: Tam manası ile dolduğu, bu doluşta son haddine var
dığı zaman., kasırgalar dahi onu yerinden oynatamaz.. Demir tok
maklar ve korkunç âletler de onu kıram az..
*
**
Bu, âfetleri çok olan bir yoldur.. Korkunç kesicileri vardır.. En
gellerle doludur..
Bu yolun belirtileri karanlık içinde karanlıktır..
Orada yıkıntıların bakiyesi bile kalmamıştır..
Geceleri ise., uzun mu uzundur..
♦
»*
Ancak, durum ne olursa olsun., doğru yol budur..
Ve., bunu bırakıp ayrılanlar ise., elim bir azaba uğrarlar..
Bu, mana, şu âyetle ne güzel dile gelir:
— «Bu güzel hale ancak sabredenler ererler..
Bilesin ki:
HİMMET, mekânı yüksek, şanı büyük olsa dahi, kendisi İle ola
na perdedir.. Onu bırakmadıkça yükseklere çıkam az..
Asıl seyyid odur ki: HİMMET sırlarını bilmeden, onun meyve
sini derip tatmadan., onu aşıp gider..
Eğer öz sahibi bir kimse isen., anlatılan manayı anlam aya bak..
Ve.. Allah-ü Taâlâ bütün âlemi ondan yarattı..
FİKİR
Burası, önce anlatılan meleklerden sonra kalan meleklerin ma
kamıdır.. Amma, Resulüllah S.A. efendimizden..
*
**
**
Demektir..
O dem olur..»(36/82)
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ, Resulüllah'a S.A. nisbet edilen FİKR'i Hadi, Reşid
isminin nurundan yarattı..
A
Bu işaretleri anla.. Bu ibarelerdeki sırrı çöz..
Bunları yap; ve., gizli sırların hazzını al.. Mevhum sırları örten
perdeleri kaldır.*
*
işbu sırrı ifşa, hiç bir işe yaram az.. Duyanın aneak dalâletini
artırır.. Muhatabı illet eder; kayda bağlar..
HAYÂL
Bu HAYÂL, bütün âlemlerin heyulasıdır..
*
**
Bilesin ki..
Allah sana başarı ihsan eylesin..
HAYAL, vücudun aslıdır.. Onda bulunan zat ise., mabudun zuhur
kemalidir..
Hele Hakka itikadına bak..
Ona olan itikad durumunu görmüyor musun?..
Yüce Hakkın kendine has isimleri ve sıfatları var..
Yüce ve sübhan olan Allah'ın,* şendeki itikad mahalli neresidir?.
Nedir?..
O: HAYAL'den başka bir şey değildir..
İşte., anlatılan mana icabı olarak:
— Onda bulunan zat ise.. Sübhan olan yüce mabudun zuhu
kemalidir..
***
Şöyle buyurdu:
Şu demektir;
~ Onlara; dünyada, bulundukları hal üzere iken, hakikatler zâ-
hir olur..
Ve., o zaman anlarlar ki: Uykudalar..
Bunun manası:
— Ölümle, tam bir intibah, yani: Uyanıklık hâsıl olur..
Demek değildir..
Şöyle buyurdu;
— «İnsanlar uykudadır.. Öldükten sonra uyanırlar..»
Şu demektir;
— Onlara; dünyada, bulundukları hal üzere iken, hakikatler zâ-
hir olur..
Ve., o zaman anlarlar ki: Uykudalar..
Bunun manası:
— Ölümle, tam bir intibah, yani: Uyanıklık hâsıl olur..
Demek değildir..
Sebebine gelince; Gaflet Allah tarafından gelir; berzah ehlini,
mahşer ehlini, cehennem ehlini, cennet ehlini sorar,.
Taa, cennet ehlinin çıkacağı tepede; Yüce Hak onlara tecelli
edinceye kadar.. Oraya çıkarlar ve yüce Allah'ı müşahede ederler..
Burada sözü edilen gaflet, uykudur..
V*
Ancak onun böyle oluşu, uyku hali gibidir.. Ayıklık haline benze
mez..
A raf ehli ile, kosİp ehli -cennetteki tepe- dışında kalanlara da biı
ayıkma yoktur..
Bunlar, Allah iledir..
Ve., bunlara nekadar tecelli olursa., o kadar ayıkma hâsıl olur.
*
**
♦** "
Şimdi..
Her âlem ehlini bilirsen ki* Kendilerine uyku hükmü verilmiş.. Ay
nı hükmü bütün âlemlere teşmil et..
— Ruh tabir edilen garib yola revan oldu.. Öyle bir âleme vardı
ki; oraya:
— YUH.. (1)
Tabiri kullanılıyordu..
O semaya vardığı zaman, hudud kapısını çaldı..
Ona soruldu:
— Sen kimsin, ey aşık yolcu?..
Şöyle dedi:
— Ayrı düşen bir aşık.. Beldelerinizden çıkarıldım.. Sizden uzak
laştırıldım.. Birtakım kayıtlara bağlandım, kaldım: Yükseklik, derinlik,
en ve boy gibi.. Su, ateş, hava ve toprak zindanına kapatıldım..
— Âlem-i gayb..
Adı verilen bu âlemde hiç bir şüphe yoktur..
Bunun üzerine, önce kemal arzına gittim.. Cemal kaynağına var
dım.. Ki buraya:
-- HAYAL âleminin bazı yüzleri..
Denmiştir..
Orada bir zatı aradım .. Ki o: Şam yüce, üstün makam sahibi,
aziz sultan bir kimse idi ve adına:
— HAYAL ruhu..
Denirdi.. Ayrıca:
— Cennetlerin ruhu..
Künyeli idi..
Ona selâm verdim..
Yanına vardıktan sonra selâm verdim.. Huzurunda durdum..
İn s a n -i k â m il 533
— O, öyle bir latifedir ki; hiç fena bulmaz.. O, öyle bir mahaldir
ki; ona ne gece uğrar; ne de gündüz..
İşte,. Allah-ü Taâlâ onu böyle bir mayadan yarattı..
Ve., bu tohumu, cümle hamurlara kattı..
Ve onu: Her şeye hâkim kıldı..
Ve onu: Büyüklere de, küçüklere de bir ana kıldı..
İşte biz: Bu kitapta onun tercümanı olduk.. Dolayısı ile, onun na
mına böyle bir kısım ayırdık..
O, öyle bir şeydir ki: Onda muhal olan caiz olur..
Ve onda: Duygularla görülen şeyler HAYAL suretinde görülür..
Sordum:
— O hayretengiz âleme yol bulabilir miyim?.. O duyulmamış âle
me çıkabilir miyim?..
Şöyle anlath:
zâhir ve daha kevi.. Amma âlem-i histen., amma zevk şuhud âle
minde..
***
Şöyle anlattı:
SURET-İ MUHAMMEDİYE
FASIL: I
O suret, öyle bir nurdur ki: Allah-ü Taâlâ, cenneti de cehennemi
de ondan yarattı..
Orası öyle bir makamdır ki: Azap ve nimet tadı onda bulunur..
♦*♦
*
*4
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ sana marifeti yolunda başarı ihsan eylesin..
Ve., seni zatına yakınlardan eylesin..
Allah-ü Taâlâ, Muharnrnedî suretleri: Bedi, Kadir ismi nurundan
yarattı..
Mennan vt Kahir ismi ile de, ona baktı..
Bundan sonra: Latif, Gafir ismi ile ona tecelli etti..
İşbu tecelli anında; SURET-İ MUHAMMEDİYE o tecelli icabı ikiye
bölündü.. İki kısma ayrılır gibi bir hal oldu..
Allah-ü Taâlâ sağa düşen yarısından, cenneti yarattı.. Burası, ni
met sahiplerine saadet evi oldu..
Sola düşen yarısından ise., cehennemi yarattı.. Burayı dalâlet
ehli şakilerin yuvası yaptı..
Cennetleri yarattığı kısım; Mennan ismi ile bakılan kısımdır.. O:
Latif tecellinin sırrıdır.. Bütün kerimlerin mahalli orasıdır..
Allah-ü Taâlâ'nın ateşi yarattığı kısma gelince: Kahir ismi ile
ona bakılmıştır..
Ve bu: Gafir İsmi tecellisinin sırrını saklar..
İNSAN S KÂMİL 543
Bilesinki..
Cebbarın onlara zuhuru, sözü edilen ilâhî kuvvet sayesinde ol
muştur..
—« Yetti yetti..»
Demesinden anlaşılır..
İNSAN-I KAMİL 545
Anlatıldığı gibi bir söz: Zillet halinden gelen bir sözdür.. Ama
izzet kahrı altında..
Ve., o zaman azap gider..
•**
Bilesin ki..
Ateş vucüdda aslî bir varlık olmayınca, işin sonunda zail olup
gider..
•*
Bilesin ki..
Ateş vücutta geçici bir şey olduğundan; zevali caiz oldu..
Anlatıldığı gibi olmasaydı; zevali muhal olurdu..
— Ateşin zevali..
Demek:
— Kendisinden yakıcı kuvvetin gitmesi..
Demektir.. Bu durumda onun melekleri de geçip gider..
Ateş melekleri gidince de*. Nimet melekleri gelir..
Nimet meleklerinin gelişi ile, o ateş yerinde kerevte otu biter..
O ot yeşildir..
Cennette renklerin en güzeli ise., yeşildir..
♦♦*
İKİNCİ TECELLİ:
Yani: Cehennem üzerine olan Allah-ü Taâlâ'nın tecellisi..
Bu durumda oraya: Adil, ismi ile tecelli eyler..
Bu tecelli ile, cehennemde bir vadi açılır; adi: CAHİM olur..
Buranın alt alta, yedi yüz yirmi bin çukuru vardır..
Allah-ü Taâlâ bu vadinin kapısını fücurdan yarattı..
Bu fücur şunlardır: Zulüm, taassup, batıl talep, tuğyan#.
ÜÇÜNCÜ TECELLİ:
Bu vadinin 11.520.000 (On bir milyon beş yüz yirmi bin) çukuru
vardır..
Burada, her çukur arasındaki mesafe; Dünya ehlinin nüfusu ka
dar uzundur..
Bu cehennem katının kapısını, Allah-ü Taâlâ şeytanlıktan yarat
tı..
Bu, bir ateştir..
Tabiat kıvılcımı ile nefis duhanından çıkar..
YEDİNCİ TECELLİ:
•*
Bilesin ki..
Cehennem tabakalarından her tabakada bulunan, o tabaka
çukurlarından her birine, ayrı ayrı girip dalmadıkça çıkamazlar..
İNSAN-! KAMİL 555
Ona sordum:
— Sen kimsin?..
Şöyle anlattı:
— Ben zamanın kutbuyum.. Zamanların birinci geleniyim..
ömrüm hakkı için: Onun, daha önce böyle bir lezzet duyduğu
nu sanmıyorum..
Cehennem ehli için bir başka lezzet daha var ki.. Bu da akıllı
geçinen birinin, cahil birini hatalı çıkarması anında olur..
İNSAN I KAMİL 559
Bir cahil vardır; talihi yar olmuş, gecesi, gündüzü müsait git
miş bir bolluk içine düşmüştür..
Bu akıllı geçinen kimse, sıkışık durumunda, cahilin işlerini be
ğenmekte ise de, onun gibi olmaya razı olmaz.. Onun için hâsıl olan
kendisine de olması için, cahilin yaptığını yapmaz..
FASIL:»
Burada, SURET-I MUHAMMEDİYE'nin ikinci kısmı anlatılacaktır..
Bu, o kısımdır ki; Allah-ü Taâlâ oraya: Mennan ismi ile tecelli
eylemiştir..
İNSAN-I KAMİL 561
BİRİNCİ TABAKA:
İKİNCİ TABAKA:
Bu cennetin adına:
- HULD, MEKASİB..
Denir..
Mücazat cenneti iie, MEKASİB cenneti arasındaki fark §udur:
Mücazat cenneti ameller kadar olur.. Ve amellere karşılık ihsan
edilir..
MEKASİB CENNETİ ise.. Sırf kazançtır.. Zira o: akidelerin, A l
lah'a karşı beslenen güzel zanlarm bir sonucudur..
Bu bedenle yapılan amellere karşılık verilen hiç bir mükâfat
orada yoktur..
Allah-ü Taâlâ, bu cennet ehline: BEDİ ismi ile tecelli eder..
Bu tecelli sonunda güzel akide sahiplerine umulmadık haller zuhur
eder.. Hepsi orada ilâhî bedaat olarak meydana gelir..
Bu cennetin kapısı: Itikadlar, Allah'a zanlar ve ümidden yaratıl
mıştır..
Bu cennete anlatılan huylardan birine sahib olanlardan başka
sı giremez..
Bir kimsede, bu huylardan bir huy yoksa., oraya giremez..
Bu cennetin adına:
- MAKASİB CENNETİ..
Deniyor.. Yâni: Kazanç cenneti.. Zira bunun zıddı: Yutulmaktır..
Hüsrandır. Bu hüsran ise.. Allah'a karşı beslenen düşük vasıflı zan-
nın bir sonucudur..
Bu mânada, Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
— »İşte bu sizin zannınızdır ki, Rabbınıza karşı öyle zan besle
diniz.. O zan sizi düşürdü.. Dolayısı ile hüsranda kalanlardan oldu
nuz..» (41 /2 3 )
İNSAN-! KAMİL 563
ÜÇÜNCÜ TABAKA:
<!•
Ben bu cennette; her millete mensup kavimler gördüm.. Adem
oğlu cinsinden bazı tayfalar da gördüm..
Hatta, Allah-ü Taâlâ'dan kendilerine bir hibe varsa.. İtikad eh
li ile, iyi ameller işleyen kimseler de buraya girebilir..
Bunlar oraya gireceği zaman; Allah-ü Taâlâ onlara: Vehhab
ismi İİ0 tecelli eder..
Başka türlü de olmaz.. Sebebine gelince: Ancak buraya Allah'
ın hibesi, ihsanı ile girilir..
Burası o cennettir ki; Resulüllah S.A. efendimiz şöyle buyurdu:
- HEVAHİB CENNETİ..
Demek istiyorum.. Burası: Cennetlerin tümünden geniştir..
Hatta bur :sı kendi fevkinde bulunan cennetlerin de tümünden
daha geniştir..
Sonra, Kur'an'da bu cennetin adlî MEVA olmuştur..
Zira: Rahmet, her şeyin yuvasıdır..
Nitekim Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
- »İman edip yarar i$ tutanlara gelince.. Bunlara: MEVA cenneti
vardır..
Bu olayların yaptıkları amelîn karşılığı olarak, NÜZÜL diye ve
rilir..» (32/9)
— Amellerine karşılık..
Buyurulmadı..
Bununla anlatılmak istenen mana şudur: Onları MEVAHİB CEN-
NETl'ne koyacaktır; Mücazat veya Mekasib cennetine değil..
Zira, MEVAHİB CENNETİ: Yüce Haktan bir ihsandır..
Yüce Hakk'ın hâzinesinden akıp gelen bir ikramdır..
Hâsılı: Cömertlik ve hibe, iyi amel işleyenlere mahsus değildir.
Bu manayı anla..
DÖRDÜNCÜ TABAKA:
Bu cennetin adınas
— İstihkak cenneti, naim cenneti, fıtrat cenneti..
ALTINCI TABAKA:
Buranın adına:
- FAZİLET CENNETİ..
Denir..
568 58. BÖLÜM - SURET-I MUHAMMEDİYE
YEDİNCİ TABAKA:
♦
*+
NEFS Rabbın sırrıdır, oldu zata nişan;
Lezzetlere dalar, zatla zatta olan..
*
**
FA SI L : I
Bilesin ki...
Allah-ü Taâlâ kendinden gelen ruhla sana güç versin.. Bir an
dahi olsa, seni kendinden boş bırakmasın..
Allah-ü Taâlâ, Resulüllah S.A. efendimizi, kemalinden yaratın
ca, cemaline ve celâline mazhar kılınca: İsim ve sıfat hakikatlerin-
her hakikati de onda yarattı..
572 59. BÖLÜM — N E F S
Sonra..
Resulüllah S.A. efendimizin NEFS'irıi de kendi NEFS'inden ya
rattı..
NEFS ise., ancak bir şeyin zatıdır..
Bunu daha önce de anlattık..
Ve., bazı Muhammedi hakikatleri de, yine kendi hakikatinden
yarattı..
Bunların bahsi dahi; Akıl, vehim ve emsali bahislerde geçti..
Kalanın beyanı da gelecektir..
Evet..
Resulüllah S.A. efendimizin NEFS'İni anlattığımız manada ya
rattıktan sonra.. Adem'in a.s. NEFS'İni Resulüllah S.A. efendimizin
NEFS'inden bir suret olarak yarattı..
İşbu incelik taşıyan mana icabıdır ki: Cennetteki habbeyi ye
mesi men edildiği zaman, onu yedi..
Çünkü o: Rübubiyet zatından yaratılmıştı..
Rübubiyetİn şanı ise.. Hacr altında kaimcik değildir..
Ve., bu hüküm onun için dünyada clcıhi yürüdü.. Keza âhiret-
te de yürüdü..
Bu incelik taşıyan sır icabı: Ona ne yasak edildiyse., onu yap
ma yolunu aradı..
Ona yasak edilen şey: ister saadetine sebep olsun; isterse şe-
kâvetine.. Her iki durum ona göre aynıdır.
O, bir şeyi yaparken, saadetini veya şekavetini düşünerek yap
maz.. Sırf zatının bir gereği olarak yapar..
Yani: Rübubiyetten aldığı aslına göre..
Görmüyor musun, cennetteki habbeyi nasıl yedi?..
Hiç aldırış etmeden onu yedi..
Halbuki, ilâhî ihbarla, onu yemesinin kendisini şekavete sü
rükleyeceğini biliyordu.
Allah-ü Taâlâ şöyle buyurmuştu*.
— «Şu ağaca yaklaşmayın, zalimlerden olursunuz..» (2/35)
İNSAN I KAMİL 573
F A S I L : II
Bilesin ki..
NEFS, o habbeyi yemekten men olunduğu zaman; hacir altın
da kalmamak onun şanındandı.
Ve., iş ona karışık geldi..
Kendisi için öğrendiği Rübubiyet saadeti ile, habbeyi yediği
takdirde; şekavete düşeceği yolunda gelen ilâhî ihbar arasında kal
dı...
Hal böyle iken, kendinden doğan bilgisine dayandı; o habbe
den yemeyi sevdiği için ilâhî ihbar üzerinde durmadı bile..
Bu karışık durum, yani: İltibas; bütün bilgi sahipleri için vaki-
dir..
Şekavete düşenler, işte bu iltibas yüzünden düşerler.
O kadar ki: NEFS ilk adımda, bu yüzden şekavete düşer..
Ümmetlerin durumu da buna benzer..
Onlar da akıl yolu ile elde ettikleri ilme dayanırlar., ya da,
benzeri olan kimselerden gelen haberlere..
574 59. BÖLÜM — N E F S
Nİce harika işler gösterdiler.. İlâhî kudret dışında, hiç bir mah
lûkun öyie harika göstermesi mümkün değildir..
*•
Bir mumu alıp, baş aşağı eğdiğin zaman, alevi aşağı dönmez;
yukarı çıkar.. Ama toprak böyle değildir..
Meselâ: Bir avuç toprak alıp yukarı attığın zaman, seri bir şe
kilde aşağı düşer.. İktiza ettiği hakikatlar sebebile böyle olur..
İNSAN-! KÂMİL 579
(1) İLTİBAS: İki veya ılalıa ziyade şeyin; biri diğeri sanılacak şekilde bir
birine benzemesi, manasınadır..
580 59. BÖLÜM — N E F S
Çünkü: harf-i cer başa gelmiştir.. Arab dili mahiv kaidesine gö
re, huruf-ü carre ve nasibe harfleri başa gelirse., hasr ifade eder..
Şu cevabı verdi:
— Bu benim için bir hıl'attir.. rütbedir.. Habib Allah tek beni seç
ti.. Onu: Ne yakın bir meleğe giydirdi; ne de mürsel bir peygambere..
Bundan sonra, Allah-ü Taâlâ'nın dahi haber verdiği gibi; Hakk'a
şu nidayı yaptı:
— «Rabbim, baas gününe kadar bana mühlet ver..» (3 8 /7 9 )
Devam etti:
— «Ancak, ihlâs sahibi kulların hariç..» (3 8 /8 3 )
Onlar, tabiatların verdiği zulmeti atmıştır; ibadeti mani kesafe
ti silmişlerdir..
Yani: Ademiik vücudunda ilâhî kanunu ikame etmiş; tabiat zul
metlerinden halâs bulmuşlardır..
Şu demeğe gelir:
— Temiz ameller işleyerek, mücahede, riyazet, muhalefet vb. iş
leri yaparak, halâs bulurlar..
Iblis'in bu konuşmasına karşılık, Hak Taâlâ şu cevabı verdi:
— «El-Hak.. Hakkı söylüyorum: Cehennemi seninle, sana uyan
larla ve insanlarla tüm dolduracağım..» (3 8 /8 4 - 85)
*
**
***
Bilesin ki..
Iblis'in, bu vücudda doksan dokuz zuhur yeri vardır,. Bu, Allah-ü
Taâlâ'nın güzel isimleri adedi kadardır..
Sonra onun, bu zuhur yerlerinde, çeşitleri vardır..
Hem de, sayılamayacak kadardır..
Bilesin ki..
T. ZUHUR YERİ:
Az sonra işaret edeceğimiz gibi, Iblis'in her taifeye ayrı ayrı zu
huru vardır..
2. ZUHUK YERE :
3. ZUHUR YER! :
4. ZUHUR YERİ :
Bazı kere amelini ifsad edemediği kimseye; daha iyi amel yap
tırma yolu ile girer.. Böylece onu bıraktırır.. Bunu bırakınca, yol eder;
ikinci amelini de yanına bırakmaz..
5. ZUHUR YER!:
— Vallahi, bana göre bin âlimi aldatmak; imanı kavî bir üm-
mîyi aldatmaktan daha kolaydır..
6 . ZUHUR YERİ:
Onları âdet olan yollardan alır; rahat talebi yolunda tabiat zul
metine çeker..
7. ZUHUR YERİ :
Der ki:
— İnkâr ediniz.. Onu nefsinize mal etmeyiniz.. Zira siz, hiç bir
şey yapmadınız.. Hakikatta fail ancak Alah'tır.. Sizin siz olmanız;
insanların itikad ettiği biçimde değildir.. Başka bir şeydir.. Kaldı ki:
Yemini istenenin niyetine göre, yemin etmek de caizdir..
♦
**
Yüce Hak'tan gelen vecd halleri için, alâmetler vardır ki, ehli
katında inkâra yer yoktur..
Ancak Iblis'in teşvişi, bu babda bir bilgisi olmayana göredir..
İşin aslını kavramayan içindir..
İNSAN ! KAMİL 593
Aksi holde, bu gibi şeyler, için aslına vâkıf olan irfan sahipleri
için, hiç bir şekilde gizli olamaz..
Durum esasta, her nekadar anlatıldığı gibi ise de; bazen böyle
şeyler Allah ile kulları arasında olur.. Tıpkı, Bedir ashabına ve diğer
lerine olduğu gibi..
Bu bir makamdır; inkâr edemem.. İlk hallerimde bir zamanım
bu haller ile geçti..O zaman kendimi haklı buluyordum..
Ama, Allgh-ü Taâlâ beni o halden kurtardı..
*
*«
Kur'an-ı Kerim'de:
— «Vesvas Hannas..» (1 1 4 /4 )
/
Tabir edilenler bunlardır..
Iblis'in âdemoğlu ile ortaklığı da, bu yoldandır..
Bu manayı Allah-ü Taâlâ şöyle anlattı:
— «Eviâd ve m allarında onlara ortak ol..» (1 7 /6 4 )
İşte., onun ortaklık şekli budur..
Bu ortaklık sonunda âdemoğlundan; kendisine tabiî ateşin ağır
bastığı kimse; maddî ruhlara katılır..
Kendisine nebatî, hayvanî tabiat galip gelen kimse ise., âdem
oğlu suretinde çıkar; ama o sırf şeytandır..
#*
*
Bilesin ki..
Iblis'in âletleri vardır.. Onların en kuvvetlisi; GAFLET olmuştur..
GAFLET; İblis için bir kılıçtır; onunla keser..
Bundan sonra ŞEHVET gelir..
ŞEHVET ise., onun okudur., öldüreceği kimseye atar; tutturur..
Bundan sonra RİYASET gelir..
RİYASET: Iblis'in şatosu, kalesidir.. Oraya sığınır, işini sağlama
alır..
Bundan sonra CEHALET gelir..
CEHALET binek gibidir.. Cahile biner; istediği yana sürer..
Sonra., şiirler, atma hikâyeler, şaraplar, oyunlar vb. şeyler de
Iblis'in harp âletleridir..
Kadınlara gelince., b u n la r Ib lis'in v e k ille ri ve tuzak iple rid ir..
Her iste diğin i o n la rla y a p a r.. Onun h arp â le tle ri arasında ka
d ın la rd a n d ah a ku vve tlisi yo ktu r,.
♦**
F A S I L: V
Bilesin ki..
600 59. BÖLÜM - N E F S
1. HAYVANİ NEFS..
2. EMMARE NEFS..
3. MÜLHİME NEFS..
4. LEVVAME NEFS..
5. MUTMAİNNE NEFS..
Bütün bu sayılan isimler, ruhun isimleridir..
NEFS'in hakikati ise., ruhtur.. Ruhun hakikati ise.. Hak'tır..
Anla..
*»
Şimdi o isimleri açıklayalım:
HAYVANI NEFS :
EMMARE NEFS:
MÜLHİME NEFS:
- MÜLHlME NEFS..
Adı verilir..
LEVVAME NEFS:
MUTMAİNNE NEFS:
- MUTMAİNNE NEFS..
İNSAN-I KÂMİL
Ve.. O.. Yani: İNSAN-I KÂMİL Resulüllah S.A. efendimizdir..
Bilesin ki..
Bu bölüm, bu kitaptaki bölümlerin umdesidir..
Hepsinin dayanak noktası bu bölümdür..
Sonra..
Bu insan nevinin ferdlerinden her biri, diğerinin bir nüshasıdır..
Örneğidir; suretidir.. Hem de, kemal derecesinde..
■
Enini göktür gürleyen, ateş sesi;
Şimşek, bulut benzer göz kapaklarına..
*««
Bilesin kî..
A lla h seni korusun..
İNSAN-I KÂMİL: ö y le bir ku tu p tu r ki: Vücud sem aları onun üze
rinde devresini ta m a m la r..
Ö nünden sonuna ka d a r, bu b öyledİr..
İNSAN-I KAMİL 609
«*•
Ben onunla buluştum.. Ona yüce Allah'ın salâtını selâmını dile
rim..
Bu buluşmamızda o: Şeyhim, Şeyh Şerafeddin İsmail Cebertî'nin
suretinde idi..
Sonra..
Dokunma güçleri ile, Zühal yıldızına karşılıktır..
İtici güçleri ile, Müşteri yıldızına karşılıktır..
Harekete getirici güçleri ile, Merih yıldızına karşılıktır..
Nazar eden güçleri ile, Güneşe karşılıktır..
Tad alma güçleri ile, Zühre yıldızına karşılıktır..
Koklama güçleri ile, Utarit yıldızına karşılıktır..
Dinleme güçleri ile, Aya karşılıktır..
Sonra..
Harareti ile, ateş felekini karşılar..
Soğukluğu ile, su felekini karşılar..
Rütubeti ile, heva felekini karşılar..
Kuruluğu ile, toprak felekini karşılar..
Sonra..
Sonra..
Ruhaniyeti ile, kuşa mukabil durur..
Safra maddesi ile, ateşe mukabil durur..
Sevda maddesi ile, toprağa mukabil durur..
Sonra..
Tükürüğü, teri, burun ifrazatı, kulak suyu, göz yaşı, küçük ab-
desti, kan, ter ve deri arasındaki sıvı ile yedi denize mukabildir..
İlk sayılan altı madde, son sayılan yedincinin teferruatı sayılır..
Bunlardan her birinin kendine göre tadı vardır..
Tatlı, acı, ekşi, karışık, tuzlu, kokmuş, güzel kokuludur..
Sonra..
Hüviyeti ile, yani zatı ile, cevherin mukabilidir..
Vasfı İle de, anasır mukabilidir..
Azı dişleri ile, cemadata mukabildir..
Zira azı dişi, çıkmaya başladığı, bu hususta son haddini buldu
ğu zaman, artık kalır; büyümez..
Ne artar, ne de eksilir..
Meselâ onu kıracak olsan, artık parçası ile bitişmez..
Sonra..
Kılları ve tırnağı ile, bitkilerin mukabilidir..
Şehvet duyguları İle, hayvanatın mukabilidir..
İNSAN-I KÂMİL'in Hakka karşı misali aynadır ki: Bir şahıs ay
naya baktığı zaman, onda ancak kendi surelini görür., yoksa., ken
di suretini görmesi mümkün olmaz..
O yüce varlık, İNSAN-I KÂMİL olmasaydı; AllaN ismi aynasın
da kendi suretini görürdü.. Zira o isim; kendine bir aynadır.. İNSAN-I
KÂMİL dah(i yüce Hakk'ın aynasıdır.. Yüce Hak dahi aynen İNSAN-I
KÂMİL'in aynasıdır..
Kaldı ki; Yüce Hak, kendi zatına vacip kıldı ki: İsimleri ve sıfat
ları ancak İNSAN-I KÂMİL'de görüle..
— Hitam..
İsmi verilmiştir..
Bu üç berzahı anlatalım:
O kadar ki; onun için harika iş: Hikmet felekinde âdet imiş gibi
olur.. Hiç bir yadırgama duymaz..
KIYAMET ALÂMETLERİ
ÖLÜM - BERZAH - KIYAMET - HESAP - MİZAN - SIRAT -
CENNET - CEHENNEM - ARAF - CENNET EHLİNİN
ÇIKACAĞI KESİP TEPESİ
I. FASIL: KIYAMET
Bilesin ki..
Şu anda içinde bulunduğumuz dünya âlemi; sonunda varacağı
bir nihayeti vardır..
Çünkü o: Sonradan yaratılmıştır..
Muhdesin zarurî hükmü: Bitip tükenmesidir..
Bu hükmün zuhuru ise., zarurîdir..
Onun bitip tükenmesi ve fenası, İlâhî hakikatin saltanatı altın
da kalmasıdır..
Sonra..
Bu dünya âlemine gelince: Ki# Allah-ü Taâ!â ona insan vasıtası
ile nazar eder..
İnsan Hakk'ın nazarına vasıta olduğu süre, varlığa bağlı şeha-
det yeri olarak kalır..
İnsan, bu âlemden göçüp gidince; insanın göç ettiği o âleme
dahi, Allah-ü Taâlâ insan vasıtası ile nazar eder.. Orası da, varlığa
bağlı bir şehadet yeri olur..
Dünya âlemi de, yokluğa bağlı gayb âlemi olur..
Dünya âleminin varlığı dahi, İlâhî ilimde kalır..
Cennet ve cehennemin varlığı, bugün ilâhı ilimde nasılsa öyle..
Sonra..
KIYAMET için:
- Büyük KIYAMET, küçük KIYAMET..
Dememize bakarak, iki KIYAMET kabul etmeyesin..
Hepsi bir KIYAMET sayılır..
İNSAN-l KÂMİL 621
Bunun misali: Kül olanın, bütün cüzlerinin her birine düşüşü gi
bidir.. Meselâ:
— Mutlak hayvan..
Dediğin zaman, at çeşitlerine, koyun keçi çeşitlerine, insan çe
şitlerine vb. düşer..
Kaldı ki: Hayvan lafzı bu adla anılması gereken çeşitlerin bü
tün fertlerine verilir..
Zira, hayvaniyet özünde taaddüdü kabul etmez..
Çünkü o: Tam olan bir küldür.. Tam olan kül ise., cüzlerine de
düşer.. Hiç bir taaddüd de olmaz..
KÜÇÜK KIYAMET için de, buna benzer alâmet verdir.. Onun, in
sanda oluşu şöyledir:
*♦*
Onun izzeti o kadar şiddetlidir ki; Kalbler bir türlü ona tam
iman yolunu bulamazlar.. Ancak böyle bir keşiften sonra olabilir..
Kaldı ki; Halkın kendi nefsinde, bu gibi şeyleri kabule gücü yet
mez. Onlara ikan sahibi olamaz. Ancak, ilâhı bir keşiften sonra
olabilir..
LAİN DECCAL isayı a.s. görünce, tuzun suda eridiği gibi erir..
Sonra.. İsa a.s. ona süngü ile vurur; öldürür..
Küçük KIYAMET için dahi, bunun gibi insanda oluşuna dair alâ
met vardır.. Ki bu: Onun hakikatinde DECCAL'in çıkışıdır.. Bu dahi,
DECCAL nefsin baş kaldırışıdır.. İnsana batılı karıştırır; hak suretin
de arz eder..
Bu tabir, onun haline uygundur.. Söz gelişi:
— Falan falana DECCALLIK etti.
Derler.. Yani:
— Onu teşvişe düşürdü.. Yanlış yola saptırdı..
Bu DECCAL nefis, bazı yönleri ile, insan şeytanı olarak da isim
alır..
Kaidı ki nefis: Şeytanların ve vesvasın mahallidir.. Onun yuva
sıdır,* gizlendiği yerdir..
Bazı yönleri ile bu nefte:
Evet..
Nefis, anlatılan hali ile, DECCAL yerini alır..
Şehvet iktizaları icabı ile de; solundaki cennet yerini alır.. Şe
kavet ehlinin yolu soldan gider..
A
Büyük KIYAMET'in bir başka alâmeti dahi, GÜNEŞİN BATTIĞI
YERDEN DOĞMASrdır..
Bundan sonra, tevbe kapısı kapanır..
Daha önce iman etmemişse., artık bundan sonraki imanı nefse
fayda vermez..
Zira o zaman: Artık vuslat sergisi kaldırılmıştır.. Dürülmüştür..
Küçük KIYAMET'in dahi buna benzer alâmeti vardır..
Bunun insandaki alâmeti şudur: Onun müşahede güneşi, varlık
batısında doğar.. Bu ise., batım keşiften ibarettir., bu ise., gizli sırra
ittilada tahakkuktur..
Böyle olduktan sonra bilir: Kendisi nedir?.. Ve Kimdir?..
Zira iman: Gaybde olan bir şeye olur.. Aradaki hicabın kalkma
sı ile de hükmü gider..
— Canı boğazına gelip gor garı diye ses çıkaranın tevbesi ka
bul olunmaz; günahı bağışlanmaz..
Bu iddiasını da:
II. FASIL: Ö L Ü M
Biz bir şuleyi, yeşil bir cam içinde, yeşil renkli olarak tasayvur
ederiz.. Bize, bu haliyle şekil verir.. Amma hayal âleminde..
Kaldı ki, hayal âlemi de, dünya ehli için tam değildir.. Dünya
ehlinin hayali için, kendi başına bir istiklâl de yoktur..
Şu da bir hakikattir ki, dünya âlemi, kendi özünde tam bir
âlemdir.. Amma, kendi gözünden; ona bakıldığı takdirde tamdır..
His âlemi, manalar âlemine göre tam değildir..
Ancak, Allah ehlinin hayalini, sayılan hayalin dışında tutmak
icab eder.. Onların hayali kâmildir; müstakildir kendi özünde tam
dır.. Bu tür hayal, onların dışında kalan dünya ehlinin âhiretine
benzer..
Brahmanların, kâfirlerin, müşriklerin vb. kimselerin mücahede,
riyazat vb. yollardan safa bulan kimselerin hayali ise., dünya ehli
nin uykusu gibidir..
Dünya ehlinin hayaline ise., itibar edilmez..
Her nekadar hayalin aslı, özünde herkes için aynı ise de; adi
işlere, cesedden matlup şeylere harcanan hayal hâzineleri bozul
muş; ruhî safiyet hükmü kesilmiştir..
*
**
***
- BERZAH..
Denmesi de bu sebebe dayanır..
Aynı şekilde, dünya ehlinin hayali dahi, varlık âlemi ile yokluk
âlemi arasında bir BERZAH sayılı..
♦**
Sonra..
Kıyametin benzeri ise., güneşin, önce aydınlığını verdiği pen
cereye tekrar dönmesidir..
Bundan daha fazla bir beyanda bulunulamaz..
*
•4i «
**
Bilesin ki..
Yüce Hakk'ın nurundan; ruhların müteaddİd olarak yaratılma-
İıMSAN-l KAMİL 639
Kaldı ki biz: Ruhların kabzını, Azrail'in kabz için geliş şeklini da
ha önceki BÖLÜM'de anlattık..
♦
**
Bilesin ki..
BERZAH'ta insanların durumu muhteliftir..
Onlardan bazıları: Hikmetle muamele görür..
Onlardan bazıları da: Kudretle muamele görür..
Hikmetle muamele olunan kimse: Dünyada yaptığı amelinin
hakikati ile, döner durur..
Onun BERZAH âlemindeki durumu budur..
Diyelim l) ,
— O dünya hayatını taatle geçirdi..
Hak Taâlâ onun için, amellerinin manasını suretler vererek ya
ratır.. O da taatının suretine döner.. Allah-ü Taâlâ onu, o haliyle du
rulur..
Onun taatı ya namazdır; ya oruçtur; ya sadakadır..
Yahut bunların dışında kalan, başka bir taatm suretidir..
Böylece o kimse, bir güzel amelden, diğerine gerer..
Yeni geçtiği amel şekli, ya bir önceki gibi güzeldir; yahut daha
da güzeldir..
Tıpkı: Dünyada olduğu gibi..
İşlerin hakikati ona zâhir oluncaya kadar böyle gider..
O zaman da onun kıyameti olmuş olur..
640 61. BÖLÜM - KIYAMET ALÂMETLERİ
Sonra..
M e y d a n a geien bu suretin, güzelliği ve parlaklığı taatı kadar
olur.. Bir de o taat üzerine gönlünü birleştirdiği kadar olur.. Bir de,
o ameli yapmaktaki güzel gayesi kadar olur..
Şarab içenlere de, ateşten bir kadeh meydana çıkar.. İçi, ateş
şarab doludur.. O kimse, bunu içer..
Eğer asi ise.. Allah-ü Taâlâ dahi, onu bağışlamış ise., ancak o
amellerini taata benzer surette görür..
Bu kimseye suret çıkar ama, Allah-ü Taâlâ ezelde onun için şe
kavet babında ne yazmış ise., o çıkar.. Ona olan tecelli bu yoldan
olur.. Çeşitlenmesi de, yine ona göre olur..
Bu halın sahibi dahi, ameline göre, cehennemin hangi tabaka
sında bulunması icab ediyorsa., ona benzer bir durumda, kendisine
gelen suretlerle uğraşır durur..
Kıyameti oluncaya kadar; sonra., cehennemde azabını görmeye
başlar..
•*
Sonra..
Allah-ü Taâlâ, BERZAH için, bir kavim yaratmıştır.. Bunlar,
orada sakin olur; orayı imar ederler..
Ancak, bunlar dünya ehli değildir; kıyamet ehli de değillerdir..
Ama, âhiret ehline katılmışlardır.. Ahiret ehline katılış sebebleri,
yaratılış yolu ile, onlarla birlikte oluşlarıdır..
Bir kimse, ruhî durumu ile onlara aşina olursa., ölümünden
sonra onları tanır..
Bunun onlara kavuşması, tanıdık bir topluluğa kavuşması gibi
dir.. Gider; onları tanır; kendileri ile gayet rahat ünsİyet eder.. On
larla kalır; onlarla oldukça kederi olmaz.. Onların arkadaşlığı kendi
sine huzur verir..
Onlara bir aşinalığı olmayan kimse ise., kendisine öfkeli bulur..
Ne kendisi onlarla ülfet edebilir; ne de onlar kendisi ile ülfet edebi
lirler..
F.: 41
642 61. BÖLÜM - KIYAMET ALÂMETLERİ
Sonra..
Bilesin ki.. Kıyamet, BERZAH, dünya yeri bir vücuttan ibarettir..
Bunun misali bir daire gibidir.. Bu dairenin yarısını dünya far-
zet; yarısını da âhiret farz et.. BERZAH ise, bu ikisinin arasıdır..
Bütün bu anlatılan farz ve takdir yolu iledir..
Gerçek şu ki: Senin mevcud olduğun hüviyet, aynen BERZAH'ta
mevcud olan hüviyettir.. Kıyamette dahi, mevcud olan yine odur..
Hâsılı: Sen, dünyada, BERAH'ta ve âhirette bu benliğin ilesin..
Ancak aralarında değişiklik vardır..
Şöyleki: BERZAH işleri zarurîdir.. Zira orası, dünya üzerine ku
ruludur..
Kıyamet işleri de aynı şekilde zarurîdir., çünkü o da, BERZAH
üzerine kuruludur..
Dünya işleri ise., ihtiyarîdir..
*
**
IV. FASIL: KIYAMET
Sonra..
Bilesin ki.. Allah-ü Taâlâ KIYAMET'in kopmasını dilediği zaman
İsrafil'e a.s. ikinci defa sura üfleme emrini verir..
Birinci üfleme ölüm içindir..
INSAN-t KAMİL 643
***
O köprü, çözümü zor bir şey olması icabı: Kıldan daha incedir..
Uzaklığı dolayısı ile, kılıçtan daha keskindir..
*
**
Bu sırattan geçenlerden bazıları, çakan şimşek gibi geçerler..
Böyle olan kimsenin irfan babında seri bir bineği vardır.. O şekilde
geçiş gücünü bundan alır..
Bazıları da dağ ağırlığında yürür.. Bunun sebebi de, süflî hali
ne bağlılık durumudur..
Bir kimse, adı geçen sıratı geçer, ölçü nizamı içinde kalırsa., zat
cennetine dahil olmuş olur.. Sıfat meydanlarında dahi gıdasını alır..
İNSAN I KÂMİL 645
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ, içindekilerinin tümü ile âhireti, dünyadan bir
nüsha kıldı..
Dünyayı ise.. Hak'tan bir nüsha kıldı..
Dünya asildir; âhiret onun fer'i sayılır..
— «Dünya âhiretin ekim yeridir..»»
— «Bir kimse, zerre m ikdar hayır işlese onu, görecektir.. Bir kim
se, zerre m ikdar şer işlese, onu görecektir..» (9 9 /7 -8 )
***
Bilinen şu ki: Asıl, dünyada işlenen amellerdir.. Bunun fer'i ise.,
âhirette göreceğin iştir..
Âhiret, kıyamet günü orada olacak işlerden başka birşey değil
dir..
Orada olacak işler ise., ancak insan amelinin bir neticesidir..
Netice ise., takdim edilen şeylerin bir fer'ıdir..
Takdim edilen şeyler ise., dünya amelleridir..
Anlatılan mana icabıdır ki: Yaratılmada, dünya âhiretten ön
geldi.. Adına da;
— Ula..
Dendi.. Çünkü o: Fer'i idi.. Eğer, âhiret dünyaya bakarak fer' ol
masaydı, onun sonraya kalışı hikmet babında bir noksan olurdu..
Bilesin ki..
Âhiretin, hisse dayalı şeyleri, dünyanın hisse dayalı şeylerin
den daha kuvvetlidir..
Bilesin ki..
Bütünüyle âhiret; yani: Cennet, cehennem, ARAF ve KESİB, hep
si bir yerdir.. Ne bölünür, ne de sayıya gelir..
Bir kimse de, bu dünya evinde, Allah için kendine hâkim olmaz
ve buradaki işi daima İsyan olursa., burada iken, aleyhte hüküm
giymiştir.. Dolayısı ile, âhiret evinin hakikatleri de, onun aleyhine
olur.. Bu hükme aykırı davranmak onun haddi değildir..
Nasıl ki, cehennem ehli, zebanilerin hükmü altında kaldıkları
gibi..
Bunların hilâfına, cennet ehli, hiç bir hüküm altında değillerdir..
Hele bak ki: Bunlardan her biri İstediğini yapar, hiç kimse de,
onların aleyhine bir şeyin hükmünü kesemez..
*
**
Bir kimse, âhirete dair işlerin ilminde tahakkuk ederse.. Tahak
kuk ettiği ilimle de, tasarruf makamını tutarsa., bu kimse, ARAF'ta-
dır..
ARAF: İlâhî yakınlık mahallidir.. Kur'an'da bu makam şöyle an
latıldı:
Bir kimse, Allah-ü Taâlâ'ya karşı irfan sahibi olursa., âhiret işi
ilminde, tahakkuk eder.. Allah-ü Taâlâ'ya karşı irfan sahibi olmayan,
âhiret işi İlmînde tahakkuk edemez..
Bir mahluk için durum böyle olunca, yüce Hâlik için, olması da
ha uygundur..
İNSAN-! KÂMİL 651
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ, seni zatından ruhla teyid eylesin; güçlendirsin..
*
**
Alah-ü Taâlâ halkı yaratmadan önce, kendi zatında, vardı..
Mahluklar ise., onda müstehlikti..
***
Hakikatlerin hakikati, bu vücudun aslıdır.. Bu varlığı batında,
ancak o taşır..
Sonra..
Hak Taâlâ, kadim hali ile; âmâda nasıl mevcud idiyse.. Ki o
mevcud olduğu âleme:
— Hakikatlerin hakikati.. Gizli hazine.. Beyaz yakut..
Dahi tabir edilir..
Bilesin ki..
Bu bakıp gördüğümüz, sema değildir..
Onun ne rengi semanın rengidir; ne de vasfı semanın vasfıdır..
İttifakla varılan hüküm odur ki: Beş yüz sene uzaklıktaki yeri
görmek mümkün değildir..
Bu durumda, bize açılan odur ki: Bize görünen, semanın aynı
değildir..
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ, bütün rızıkları, çeşitli yiyecekleri dört gün için
de yarattı..
Ve., onları yerle sema arasında, dört felekin kalbine yerleştirdi..
Birincisi: Hararet feleki..
İkincisi: Yübuset feleki..
Üçüncüsü: Bürudet feleki..
Dördüncüsü: Rütubet feleki..
Bu manalar şu âyet-i kerimede belirtilmiştir:
***
Sonra..
Allah-ü Taâlâ, Adem'i a.s. bu dünya semasına yerleştirdi..
Zira Âdem: Dünyaya bağlı âlemin ruhudur..
Allah-ü Taâlâ'nın âleme nazarı Âdem'ledir., keza âleme rahme
ti de..
F.: 42
658 62. BÖLÜM - SEMALAR VE YERLER
Durum anlatıldığı gibi olduğu için, bu insan nevi orada hayat ya
şadığı süre âlem devam eder.. Oradan intikal edip gidince, âlem de
helâk olur.. Her şeyi birbirine karışır.. Tıpkı; Ruhun ayrılması sonunda
cesedin harap olduğu ve her şeyi bir birine karıştığı gibi..
*
»*
Hüküm babında bir iş ise., onu da, Allah kimin için takdir etmiş
•se.. ona ulaştırırlar.. Bu ulaştırılan iş; hayır da olabilir; şer de olabi
lir..
İNSAN I KÂMİL 659
•**
— Suretler makamı..
Denir.. 1
Bilesin kî..
Kamer, değişik renkli bir cisimden ibarettir.. Onun kendine has
bir aydınlığı yoktur.. Yani: Kendi yapısı itibarı île..
.
Bilesin ki..
Semalar birbirini kuşatmış durumdadırlar.. Onların en alımlısı
Zuhal semasıdır., en küçüğü İse., kamer semasıdır..
Bunun şekli 663. sayfaya çıkarılmıştır..
Her felek kendi semasına alttan temas etmektedir*.
Bu felek, manevî olup; yıldızların burcunda devir semtleri için ve
rilen isimdir..
Yıldıza gelince; Her semada bulunan şeffaf aydınlık bir cisme ve
rilen İsimdir,.
*
**
Bu baptaki incelikleri, saniyeleri ve dakikaları, derci, hülûlü,İ
semti, seyri ele alsak; bir de onların özelliklerini, iktizalarını şerhe yel-
tensek; nice nice cilt kitaplara İhtiyacımız olur..
Bu sebeble onları bırakıyoruz..
Zira matlup olan, Yüce Allah'ı bilmekten başka bir şey değildir..
Biz, eşyanın zâhirini bu kadar anlattık; ama onun altına mutlaka
İlâhî sırların işaretini de koyduk..
O sırları, bu kabukların özü yaptık..
Allah.. Hak söyler..
Bu yola hidayeti nasib eden Allah'tır..
İKİNCİ SEMA
Burası, şeffaf latif bir cevherdir.. Alaca renklidir..
Allah-ü Taâ*â onu: Fikre bağlı hakikatten yarattı..
İnsan için fik ir ne ise.. Vücud için de o, öyledir..
Bu sebeple o: Kâtip felekin mahalli oldu.. Ki o*. Utarit'tir..
Allah-ü Taâlâ onu, Kadir isminin mazharı kıldı..
Ve., sanatkârların tümden yardımcısı bulunan meleklerin hep
sini, Allah-ü Taâlâ bu semaya yerleştirdi..
O meleklerin başına bir melek getirdi.. Başa getirdiği bu meleği
aynı zamanda; anlatılan yıldızın ruhaniyeti eyledi.. Yani: Utarit yıl
dızının..
Bu semada bulunan melekler, diğer tüm semaların meleklerinden
daha fazladır., çoktur..
İNSAN-I KÂMİL 665
Sonra.,
Ben, bu semada, Rahman'ın âyetlerinden çok acaib şeyler gör
düm.. Çok garib kâinat sırları gördüm..
Onların hiç birini bu zaman ehline açmak bizim için yerinde ol
maz..
İşaret ettiğimiz şeyleri teemmül eyle.. Anlattığımız manaları te
fekkür eyle..
Bu işin hallini özünde bul; senden hariç değil..
İşaret ettiğimiz manaları çözmeye çalış..
*
**
ÜÇÜNCÜ SEMA
Bu sema sarı renklidir..
Ve bu: ZÜHRE semasıdır.. Şeffaf yapılıdır..
Buranın ehli, sair vasıflara da gire^er..
Burası: Hayal hakikatinden yaratılmıştır..
Misal âlemi içinde, bir yer olmuştur..
Allah-ü Taâlâ, bu semanın yıldızını: Alim, ismine mazhar kılmış
tır..
Buranın felekini de, hakim sanat kudreti için bir tecelli yeri eyle
miştir..
Buranın melekleri şekillerin her bir şeklinde yaratılmıştır..
Orada o kadar acaib garaib şeyler vardır ki, hiç biri akla gel
mez; hatta muhale dahi girmez..
Helâl ve caiz olan şey, orada mümteni olur..
Allah-ü Taâlâ, bu sema felekinin devresini, 15.036 (on beş bin
otuz altı) sene, 1 2 0 (yüz yirmi) günlük mesafe kılmıştır..
Buranın yıldızı olan ZÜHRE: Her saatte 631 (altı yüz otuz bir) se
ne 18 (on sekiz) tam, 1 /3 günlük mesafe kat eder..
Bu fevkin tümünü, 24 saatte kat eder..
Bütün felek menzillerinin tümünü ise.. 324 (üç yüz yirmi dört)
günde kat eder..
Bu semanın melekleri, SAVRAİL isimli mejlekin hükmü altında
dır.. Bu dahi ZÜHRE'nin ruhaniyetidir..
663 62. BÖLÜM - SEMALAR VE YERlER
DÖRDÜNCÜ SEMA
Güneş, anasıra bağlı sair mahlukat için bir asildir.. Tıpkı*. Allah
ismi, sair yüce makamlar için bir asıl olduğu gibi..
INSAN-I KAMİL 671
ALTINCI SEMA
Bu öyle bir şeydir ki: Tam anlatmak mümkün değildir.. Onu bir
manaya sığdırmak ise., caiz değildir..
Bu işin mahiyeti ne görülür; ne de bilinir.. Ne de onun künhü, id
râk edilir..
Ezel tercümanı, bu hitaba mazhar olduktan sonra., ümmülkitap-
tan aldığını size haber verdi..
Tercümanlığını doğru, dürüst yaptı..
*
**
Bundan sonra onu bırakıp gittim.. Onun denizinden avuç avuç ne
kadar içmem kabilse o kadar içtim..
*
**
Bilesin ki..
Ancak, her meleğin duası makbul olmaz.. Her hamd edenin se
nası da yerini bulmaz..
•**
Sonra..
Ben, bu semadaki melekleri, sair canlı hayvanatın şekli üzerine
yaratılmış gördüm..
678 62. BÖLÜM - SEMALAR VE YERLER
Şöyle kiî
Onlardan bazılarını Allah-ü Taâlâ/ kuş şeklinde yaratmıştı.. O
kadar çok kanatları var dı ki: Sayıya gelmezdi..
YEDİNCİ SEMA
Burası, mükerrem Zuhal semasıdır..
Buranın cevheri şeffaftır; ama siyahtır.. Tıpkı; Karanlık gece gibi..
680 62. BÖLÜM - SEMALAR VE YERLER
Bu semanın felek devresi, 24.500 (yirmi dört bin beş yüz) senelik
mesafedir..
Bu semanın yıldızı her mutedil saatte, 1020 (bin yirmi) sene, 10
(on) aylık yol alır..
Büyük feleki ise., otuz senede alır..
Burada sabit yıldızlardan her biri o kadar yavaş, ağır seyre sa
hiptir ki; gidişi belli olmaz..
Lâkin keşif ehli, onlardan her yıldızın ismini bilir.. Adı ile ona
hitab eder.. Seyrini sorar; cevabını alır.. Felekteki durumu ne ise.,
onu anlar..
**
Sonra..
Bu sema, Allah-ü Taâlâ'nın bu katı kuşatmak üzere yarattığı
ilk semadır.. Altındaki semaları ise., bundan sonra yarattı..
INSAN-I KAMİL 681
Şöyle ki:
Bilesin ki..
Felek-i atlas, sidre-i müntehamn arsası olup, Kürsî'nin altında1-
dır.. Kürsî'nin beyanı daha önce geçti..
♦
**
'4*
1. Arş-ı Muhit..
2. Kürsî..
3. Atlas.. Ki burası, sidre-i münieha felekidir..
4. Felek-i heyula..
5. Heba..
6. Anasır..
7. Tabai..
8. Mükevkep.. Ki burası, Zühal'dir.. Ayrıca buraya: Felekler
feleki, ismi dahi verilir..
9. Müşteri..
10. Merih..
11. Şems..
12. Zühre..
13. Utarit..
14. Kamer..
15. Esir.. Kî burası, ateş felekidir..
16. Hava..
684 62. BÖLÜM - SEMALAR VE YERLER
17. Su..
18. Toprak..
**+
Bir Bahr-i muhit varki, Behimut arada yaşar., ki o: Bir balıktır.,
arz-ı iki omuzunda taşır..
Bundan sonra, sırası ile: Hava feleki, ateş feleki, kamer feleki
gelir..
Böylece, tekrar, yukarı doğru dönüp yükselir.. Daha önce yuka
rıdan aşağıya indiği gibi..
*
**
Sonra..
Bilesin ıv...
Ateş, su, hava, bunlardan her biri dört tabaka üzerine kurul
muştur..
Toprak feSeki ise., yedi tabaka üzerine kurulmuştur.. Bunların
hepsi anlatılacak..
♦**
Bu kalan dörtte birin ise., ancak, yirmi dört yıllık mesafe öl
çümlü yeri meskûndur.. Kalanı, sahra ve kumluk çöllerdir..
— İbadetler arzı..
İsmi verilir.. Cin tayfasının müminleri buraya yerleşmiştir..
Onların gecesi, yerin ilk gündüz halidir..
Onların gündüzü ise., yerin gecesine benzer..
Yeryüzünde güneş batıncaya kadar, onlar orada kalırlar..
I
Gün battıktan sonra yer yüzüne çıkarlar..
Bu kürenin çevresi 4.402 (dört bin dört yüz iki) sene, sekiz aylık
mesafedir..
♦
Bu kürenin çevresi, 8.065 (sekiz bin altmış beş) sene, 120 (yüz
yirmi) günlük mesafedir..
Buranın her yanı, sakinleri ile mamurdur..
Burada şeytanlar oturur..
Bunların çeşidi çoktur.. Iblis'in nefsinden doğarlar..
Bunlar ondan hâsıl olup, karşısında durunca, bölük bölük ayı
rır..
F.: 44
690 62. BÖLÜM - SEMALAR VE YERLER
Bilesin ki».
Sair cinler, cinslerinin çeşitli oluşlarına rağmen, dört şekilde
olurlar*.
Biri, anasıra bağlıdır..
Biri, ateşe bağlıdır.. Her nekadar ateş unsura bağlı ise de, bu
rada bir başka incelik vardır..
Biri, havaya bağlıdır..
Biri, toprağa bağlıdır..
Bu kürenin mesafesi; 70.442 (yetmiş bin dört yüz kırk iki) sene,
dört aydır.
Zira, her zahirin bir batını vardır.. Her hakkın da bir hakikati
vardır..
Erkek odur ki: Sözü dinler ve en güzeline tabi olur..
Allah, bizi de, sizi de tezekkür yolu ile basiret sahibi olanlardan
eylesin..
•*•
Bilesin ki..
Anlatılan yer tabakaları, daire inişi olarak sona varınca, bu se
fer tersine olur, daire çıkışı başlar.. Yani:' Yükselme işi..
Bundan sonra hava gelir.. Sonra ateş gelir.. Sonra, kamer gelir.. Bü
tün bunlar anlatıldığı gibidir.. Taa, felekler felekine çıkıncaya kadar..
Ve.. Bunların hepsini kuşatan arşa varıncaya kadar..
*
**
DENİZLER
Bilesin ki...
Yeri saran yedi denizin aslı iki tanedir..
Şöyle oldu:
Allah-ü Taâlâ DÜRRE-I BEYZA tabir ettiğimiz âleme bakınca, su
oldu.. Bu bakışta, Allah-ü Taâlâ'nın ilmi açısından: Heybet, azamet,
kibriyaya uğrayan kısım, heybet şiddetinden tuzlu oldu.. Acı oldu..
Tatlı denizin bir kolu meşrık canibine ayrıldı. Orada, yer bitki
lerine karıştı.. Onun güzel kokusu çıktı..
Bîr kol, arzın ortasında durdu.. İlk tadı ile tuzlu kaldı.. Hiç de
ğilmedi.. Bu tek başına bir deniz olarak kaldı..
Bunun bir kolu da, Şam tarafına gitti.. Burası da şimal tarafı
na düşer.. Bu suya da kaldığı arzın tadı karışınca, acı oldu.
Lâkin güzel bir kokusu vardır. Onu koklayan kimsenin, hali ile
kalması imkânsızdır.. Onun güzel kokusundan ölür..
TATLI DENİZ...
Bu denizin bilinen dört kolu vardır.. Kırk bin tane de kapalı kolu
vardır..
Bilinen kolları şunlardır: Fırat, Nil, Seyhun ve Ceyhun..
Ayrıca bu saklı denizin iki kolu daha vordır.. Bunun bir kolu,
ZAT-I İMAD'a, bîr kolu da NUMAN'a çıkar.. (1)
Bir deniz var ki: Enine yol tutmuştur.. Yerin karışık durumunda
kendini göstermiştir..
İş bu deniz, ülkeleri imar içindir. Onunla nice nice işler yapılır..
İşbu deniz: Yolcuların önündedir.. Çalışanların elindedir..
Bir deniz var ki: Uzun meyillidir.. İrem'in Zat-ı Imad'ına akar.,
mercanlar denizidir.. Çeşitli incileıi bulunur..
+**
KOKMUŞ DENİZ
TUZLU DENİZ
«o*
Bilesin ki..
Hayat gözesi, zata bağlı hakikatin bu varlıkta zuhurundan
ibarettir..
Bu işaretleri anla., bu ibarelerin remizlerini çöz..
İşi, ancak kendi öz kaynağında ara.. Ama, benliğinden çıktık
tan sonra..
Umulur ki bu yolda:
KIZIL DENİZ
Onların yüzleri doğan güneş, çakan şimşek gibi idi.. Çöl sahra
larda şaşıran, onlarla aydınlanır., deniz derinlerinde kaybolan onlar
la hidayeti bulur..
•**
YEŞİL DENİZ
Bu sebepledir ki:
Her yılbaşı toplanırlar.. Bu toplantı günü de, onlar için bayram
dır. Orada her renkten ata binerler.. Yeşil, kırmızı, sarı ve daha
başka renk atlara binerler..
Kendilerini onların üzerine bağlarlar..
Aynı şekilde atın gözlerini de bağlar o denize yaklaşırlar..
Kim atını denize sürse., at da ölür; kendi de..
Ama deniz kenarına Yarıp da atı oraya girmeden gelirse., sağ
döner..
Ancak, hali böyle olan bir kimse, kendisini? Kaybetmiş, dönek,
kovulmuş, küsülmüş sayar..
•*
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ, bütün varlıkları, ancak kendisine ibadet için yu-
rattı..
Dolayısı ile, onların istidatları budur; yaratılış sebepleri de buna
göredir..
Asalet cihetinden, bu böyledir..
*
•*
Bu varlıkta bulunan her şey: Hali ile, sözü ile, fiili ile ancak, A l
lah'a ibadet eder.. Belki de, zatı ile, sıfatı ile ibadet eder..
Bu varlıkta bulunan her şey: Allah'a itaat eder..
Bu mana şu âyet-i kerîme ile sabittir:
— «İkiniz de, isteseniz de, istemeseniz de geliniz..
Dedi;
— Istiyerek geldik..
Dediler..» (4 1 /1 1 )
Bu hitap, semalara ve yeredir..
Semalardan murad, oranın ehlidir..
Yerden murad ise., oranın sakinleridir..
Çünkü: Allah-ü Taâlâ, HADİ, ismi ile nasıl tecelli ediyorsa.. MU-
DİLL, ismi ile de tecelli eder..
Sonra..
— «Her şey, ona hamdle, teşbih eder.. Ama onların teşbihini an
layamazsınız..» (17/44)
Zira onların teşbihine: Muhalefet, masiyet, küfür vb. isimler veri
lir.. Bunların teşbih oluşunu ise., herkes anlayamaz..
Sonra., burada:
ÜSL'ÎIU
— «Anlayamazsınız..» (17/44)
Bilesin ki..
Allah-ü Taâlâ/ bu âlemi yarattı.. Âdem'i cennetten indirdi..
Âdem dünyaya inmeden önce, bir velî idi..
Dünyaya indikten sonra, Allah-ü Taâlâ ona nübüvvet verdi..
Nübüvvet ise., teşridir; tekliftir..
Dünya dahi, âhiretin aksine teklif yeridir..
♦4*
*
Âdem orada velî idi.. Çünkü orası, keramet, müşahede yeri idi..
Bu ise., velâyet halidir..
Ve., mutlak zulmete ibadet ettiler. Nasıl tecelli ederse etsin; hiç
bir ayırım yapmadılar..
Nurun adına:
— Yezdan..
Dediler.. Zulmetin adına da:
— Ehreman..
Dediler..
Bu tayfanın adı da: Saneviye'dir..
*
•» ^
Bunların dışında bir tayfa ise., ateşe ibadet yoluna gittiler..
Şöyle dediler:
böyle olunca ancak; Içindekini dışa atan rahimler vardır.. Bir de, on
ları tutan yer..
Bu zümrenin adi: Dehriyyun'dur..
Ayrıca; Mülhidler, ismi dahi verilir..
*
«*
Gelelim kitap ehline..
Bunlar fırka fırka ayrılır.. Bunları şöyle sıralayabiliriz;
BERAHİME:
YAHUD:
Bunlar, Musevî'lerdir..
NASARA:
Bunlar da, İsevî'lerdir..
MÜSLÜMANLAR:
1. Küffar..
2. Tabaiyye..
3. Felâsife..
4. Soneviyye..
5. Mecus..
6. Dehriyye..
7. Berahime..
8. Yahud..
9. Nasara,.
10. Müslimun..
İNSAN I KAMİL 717
Şeriat geldikten sonra da, onlar için hayır şu oldu: Allah'ın kul
larının ibadet emrine uyması..
Zira onları, Allah-ü Taâlâ zatı için yaratmıştır., kendileri için de
ğil..
Onlar, hakkı olduğu şekilde, Yüce Hakkındır..
Sonra*.
Sübhan olan yüce Allah, bütün bu milletleri: İsimlerinin, sıfatla
rının hakikati olarak yaratmıştır.. Hepsine zatı ile tecelli eylemiştir..
KÜFFARA GELELİM:
Ve., kabiliyetler, İlâhî istidat ciheti ile bildi ki: Anlatılan sıfatlar,
bu suretlerin manasıdır*.
Yahut;
— Bu kalıpların ruhudur..
— Bu zuhur yerlerinde zâhir olanlardır..
Şeklinde anladıklarını da söyleyebilirsin..
İşbu sırrın icabıdır ki: Anlatılan tabiî kuvvetlere ibadet olundu..
Bazısı bunu bilerek yaplı.. Bazısı da bilmeden y ıptı..
Bilen önde gitti; cahil de katıldı..
FELSEFECİLERE GELDİK :
Şöyle ki;
Güneş, Allah isminin mazharıdır.. Nuru ile, bütün yıldızların yar
dımına koşar.. Tıpkı: Bütün isimlerin, Allah isminden yardım aldıkları
gibi..
Kamer, (ay) Rahman isminin mazharıdır.. Zira: Yıldızların en kâ
milidir.. Güneşin nurunu taşır.. Tıpkı: Rahman isminin, bütün isimlere*
nazaran, en yüce mertebeye sahip olduğu gibi.. Bunun beyanı daha
önce, kendi yerinde yapıldı..
Sonra..
Hak Taâlâ, bu yıldızların hakikati olduğuna göre., onun zatı na
mına mabud olması icab eder.. Onların ibadeti, bu sırra da dayal'dır..
*•
Bu varlıkta, âdemoğlu ve onun dışında kalan hayvanatın ibadet
etmediği hiç bir şey yoktur..
Meselâ: Bukalemun, güneşe ibadet eder..
Meselâ; Bukalemun, güneşe ibadet eder..
Ve., hayvanatın diğer çeşitleri..
**
Bu varlıkta, Allah'a ibadet etmeyen hiç bir canlı yoktur..
Ya tokyid yollu ibadet eder., ki bu: Zuhur yerine veya yaratıl
mış bir şeyedir...
Ya da itlak yolludur..
Itlak yollu ibadet eden, muvahhiddir.. Yani: Tevhid ehlidir..
Takyid yollu ibâdet eden ise., şiik ehlidir., müşriktir..
Sonra.. Bunların ibadeti, bir yana bağlı, bir yandan ayrı; batı
na bağlı, zâhirden ayrı olmak gibi bir İlgiden yana da pek nezih-
dir..
Bunların yolu: Sonunda zatına vardıran Allah'ın yoludur..
Bu sebepledir ki: İlk adımda yakınlık derecesini bulmuşlardır..
Bunlar o zümredir ki, Allah-ü Taâlâ, şu cümlesi ile onlara işa
ret etmiştir:
İşbu ilâhî sır icabıdır ki; Nura ve zulmete ibadet ettiler.. Zira,
bu ilâhî sırı İki vasfı, iki zıddı, iki itibarı, iki hükmü camidir.. Onun
bu cami oluş şeklini, naşıl istersen öyle söyle.. Nasıl dilersen öyle
hükmeyle..
•**
AM M A MECUS..
Ona yaklaşan her tabiî kuvvet, mutlaka galip kuvveti ile ate
şe çevrilir..
Ahadiyet de aynıdır.. Ona mukabil duran isim ve sıfat mutla
ka onda kaybolur.. Onda muzmahil olur..
işte.. Onların ateşe ibadetleri, bu latife icabıdır.. O ateşin haki
kati ise.. Allah-ü Taâlâ'dır..
*
**
Heyulâ zuhurundan önce, tabiat rükünlerinin bir rüknüydü.. Ki
bunlar: Ateş, hava, su ve topraktır..
O heyulâ bu rükünlerinden hangisine isteseydi; o zaman gire
bilirdi..
Ancak, bu rükünlerden birinin suretini giydikten sonra, arhk o
suretten soyunamaz.. Böyle bir şey onun için mümkün değildir.. Baş-
ka bir surete de artık giremez..
Vahidiyet gözünde, esma ve sıfatın durumu da aynıdır..
726 63. BOLÜM - SAİR DİNLER VE İBADETLER
•+*
BERAHİME İSE..
Bunlar, mutlak yoldan Allah a ibadet ederler..
İbadetlerini ne nebi cihetinden yaparlar; ne de resul..
Bunlar derler ki:
— Bu vücudda ne varsa o, Allah için mahluktur..
Bu sözleri ile onlar, bu varlıkta yüce Allah'ın vahdaniyetini ik
rar ederler.. Ama, nebileri ve resulleri inkâr ederler..
A M M A YAHUD*.
Bunlar, yüce Allah'ı tevhidle ibadet ederler..
Sonra, her günde iki defa namaz kılarlar..
Namazın sırrı inşaallah yeri gelince anlatılacaktır..
Sonra, KENURA günü oruç tutmakla da ibadet ederler..
KENURA her yılbaşı ayının onuncu günüdür..
Ki bu da: Aşura'dır:
Bunun sırrı da inşaallah anlatılacaktır..
Cumartesi günlerini itikâfla geçirerek de ibadet ederer..
Onlara göre, bu itikâfın şartı şunlardır:
Evlerine, mal olarak hiç bir şeyin, yemek cinsînden hiç bir şe
yin girmemesi ve çıkmaması..
Nikâh sözü edilmez; alış verîş edilmez; hiç bir sözleşme yapıl
maz..
Allah-ü Taâlâ'mn Tevrat'taki şu beyanına göre, o gün, Allah
için ibadete tahsis edilir..
— «Sen ve ümmetin cumartesi günü, Allah-ü Taâlâ'm ndır..»
Sonra..
Nasara'nın pazar günleri ve dokuz beyramlarında itikâfları
vardır.
Ancak, biz onu anlatmak yolunda değiliz..
Bütün incelikler içinde, toplu ilimler vardır.. Çeşitli işaretler var
dır.
Ancak, biz onlardan anlatmayı bırakıyoruz.. Daha önemlisi:
Müslümanların ibadetine geçiyoruz..
*
*«
HELE MÜSLÜMANLAR..
Müslümanlar, Allah-ü Taâlâ'mn şu âyet-i kerimede haber ver
diği gibidir:
INSAN-I KAMİL 731
Müslümanlar, tevhid ehli ariflerdir.. Bir de, tevhid ehli olan ha
kikat ehlidirler..
Bunların dışında kalanların hepsi müşriktir..
Bu müşrik olma işinde, yukarıda anlatılan dokuz millet aynı du
rumdadır..
Muvahhidler, yalnız müslümanlardır..
*
**
Müslümanlar, Allah'a Rabb ismi yönüyle ibadet ederler.. Onun
emirlerine ve yasaklarına uymuşlardır..
Bu mana icabı olarak, Allah-ü Taâlâ'mn peygamberi Muham
med'e S.A. inzal buyurduğu ilk âyet şudur:
— Avam müslümanlar..
Demekten kasdım, irfan sahiplerinden art olan; salihler, şehîd-
ler, âlimler ve iyi amel işleyenlerdir..
O bir pınardır ki, A lla h'ın kulları içer.. Onu bol bol akıtırlar..»
(76/5-6)
Allah'ın kulları, hakikatte Allah ile beraberdir..
Ebrar ise., mecazen Allah ile beraberdir..
Kalanlar ise., tebaiyet uyarınca, Allah ile beraberdir..
İSLÂM..
Beş esas üzerine kurulmuştur., şöyleki:
2. Namaz kılmak..
3. Zekât vermek..
4. Ramazan orucu tutmak..
5. Allah'ın beyt-i haramına hac için gitmek.. Haliyle, ona yol
luk gücü yetenler için..
*•
İMAN..
İki rükün üzerine kurulmuştur..
1. Şunları, yakîn hali ile tasdiktir; Allah'ın birliğini, melekleri,
kitapları, peygamberleri, âhiret günü, kaderin hayrını şerrini Allah'
tan bilmeyi..
SALÂH..
Bu üç rükün üzerine kuruldu..
1 . Islâm..
2 . İman..
3. Allah-ü Taâlâ'ya ibadet.. Ama korku ve ümit şartını göze
terek..
•*•
İHSAN..
Bu da, dört temel üzerine kurulmuştur., şunlardır:
1 . Islâm..
2 . İman..
3. Salâh..
4. Şu yedi makamda istikamet:
r.: 47
738 63. BÖLÜM - SAİR DİNLER VE İBADETLER
a) Tevbe..
b) Inabe..
c) Zühd..
d) Tevekkül..
e) Rıza..
f) Tefviz (işleri Allah'a ısmarlamak)
g) Bütün hallerde ihlâs..
**
*<
ŞEHADET. .
1 . Islâm..
2 . İman..
3. Salâh..
4. Ihsan..
5. Şehadet..
6. M arifettir; ama üç huzur makamı vardır:
a) llmelyakin..
b) Ay.nelyakin..
c) Hakkalyakin..
İNSAN I KÂMİL 739
1. Fena..
2. Beka..
3. İsimlerin tecellisi yönünden zatı bilmek..
4. Sıfat tecellileri yönünden zatı bilmek..
5. Zat yönünden zatı bilmek..
6. Zat ile isimleri ve sıfatları bilmek..
7. İsimlerle, sıfatlarla sıfatlanmak..
*
* *
K U R B E T..
*
«*
Şimdi..
Bilinen şudur kiî Peygamberin velâyet makamı, peygamberli
ğinden mutlaka faziletlidir*.
Velâyet peygamberliği ise., şeriat peygamberliğinden faziletli
dir..
Ve.. Isa a.s. gibi kiî Dünyaya geldiği zaman, şeriat peygamber
liği yoktu..
Ve.. Israiloğullarınm diğer peygamberleri gibi..
Bunların çoğu resul değildi.. Kendi özü için şeriatı vardı..
Yine onlardan bazıları, ancak bir kişi için resul idi*.
Yine onlardan bazıları, belli bir zümreye resul idi..
Yine onlardan bazıları, yalnız insanların resulü idi; cinlerin de
ğil..
Sonra..
Allah-ü Taâlâ, siyaha, kızıla, uzağa ve yakına., ancak} Muham
m edi S A. RESUL olarak yarattı..
Bilesin ki*.
Her resul, şeriat peygamberidir..
Her şeriat peygamberi, velâyet peygamberidir..
Her velâyet peygamberi ise., mutlak velîden üstündür..
Bu mana icabı olarak şöyle söylenmiştir?
İBADETLERİMİZ
•**
ŞEHADET..
önce, bu kelimenin sırrını anlatalım..
Bilesin ki..
Bu varlık ikiye ayrılmıştır; Halk, Hak..
Halk; SELB - İN'İDAM - FENA hükmüne göredir..
Hak; İCAB, VÜCUD, ve BEKA hükmünün sahibidir,.
İNSAN I KÂMİL 745
Dendi ki:
— Şehadet ederim..
Cümlesinin manası şudur:
— Gözümle bakarım..
746 SON BOLÜM - İBADETLERİMİZ
Öyle bir müşahede ile ki; Artık bu varlıkta Allah'tan başka bir şey
yoktur..
*
*»
Burada, istisna bahsi için, nice bahisler vardır.. Her biri bir başka
dır..
Meselâ: Bu istisna, nefyedilen şeyle bir midir?.. Yoksa ayrı mı
dır?.. Orada anlatılan ilâhın, nefyi mi murad edilir., yoksa., batıl ol
duğu mu anlatılır?..
Eğer o batıl bir şey ise., hiç bir mana ifade etmez.. Böyle bir ifa
denin olmayışı sonunda, o Hak olursa., cem ve uyarlık şekli nasıldır?..
Ve., daha başka nice değişik, çeşitli meseleler..
Bunlardan her biri: Kesin cevaplar açık deliller ister..
Bunu anla,.
A
NAMAZ..
Bu öyle bir cümledir ki, kulun onda hakkı yoktur.. Zira o cümle:
İlâhî bir halden haber vermektedir..
ZEKÂT..
Zekâtın var olan maldan kırkta bir oluşuna gelince*. Sırrı şudur*.
Bu antılanların tümünü*.
Gibi bir söz edemez.. Böyle diyen bir kimse, aldanmıştı»1.. Mek-
re uğramıştır..
Kula lâzım olan odur ki: Oruca devam ede.. Kî bu: Beşeriyet
iktizası işleri terktir..
750 SON BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
Dünya evinde bulunduğu süre böyle yapa ki: İlâhî zat hakikat
lerinden temkin makamına nail ola..
A
Bu makamda anlatılacak çok şeyler vardır..
Bilhassa? Oruca niyet, oruç açmak, sahur, teravih ve ramazana
mahsus diğer ibadetler için..
. ••
H A C..
«*
Sonra..
Tavaftan sonra mutlak namaz: Anlatılan vazifeleri yapan için,
ahadiyetin zuhuru ;İ9 , ona ait hükmün kıyamına işarettir..
Sonra..
Meş'ar-i Haram: Şer'î emirlerle durup, A lla hin haram kıldığı
şeylere tazimden ibarettir..
Sonra..
Veda tavafı: Hal yolu ile, yüce Allah'a doğru hidayet bulmağa
işarettir..
Bu hidayet ise.. Yüce Allah'ın sırrını, hak edene emanetten iba
rettir.. Zira, yüce A lla h in sırları, hak edene verilmesi için emanet
durur..
Bu manaya şu âyet-i kerime ile işaret olunur;
İMAN..
Zira imanda şart: Kalbin, bir şeyi delilsiz kabul edip, tasdik et
mesidir.. Ama, halis tasdik..
İman kuşuna gelelim: O kudret kanadı ile uçar.. Onun için bir
durup kalmak yoktur.. Bir uçtan öbür uca gider.. Hatta, bütün âlem
leri dolaşır..
Açık durum şu ki; Kitaba karşı şüphe, yalnız müminler için kal
dırılıyor..
Bir kimsenin imanı delillere nazarla kalırsa., akıl kaydı ile bağ
lanıp durursa., o; Kitaba, şekle bakar..
Burada:
— Müslimin ferasetinden sakınınız..
Demedi..
— Akıllının da..
Demedi.. Başka bir şey de demedi..
Mümin, olarak kaydını bağladı..
756 SON BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
Bilesin kî..
Şöyle buy;:rmu^u:
*«
%
— «Bu KİTAB..» (2 /2 )
— «Namazı kılarlar..» (2 /3 )
Sonra:
Devam edelim:
SALÂH..
Bu, ibadetin devamından ibarettir.
Bu, iyi amellerdir ki: Allah'tan sevap talep edip, azabından kor
kularak yapılır.
Anlatılan iyi hal, ibadetini ümid ettiği şartlara göre yapan için
güzel bir sonuçtur.. Zira, salihlerin ibâdeti anlatılan şartlara göredir.
Yani: Korku ve ümid.. Ama, muhsin olanın ibadeti buna benzemez..
Muhsin: Allah'a ibadetini, hiç bir şarta bağlamadan yapar.. İs-
tiyerek A lla h in ibadetine yönelir..
Netice: Muhsin, Allah İçin ihlâs sahibidir.. Salih İse., Allah yolun
da sadıktır..
**»
İHSAN..
Zira: Vahidiyet şarabı onları sarhoş etmiştir., böyle bir şeyi dü
şünmekten almıştır..
762 SON BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
Bunlar için:
— Zatla beraberler..
Dersen; bu kayd olur.. Şöyle söyle:
Bunu bildikten sonra, nasıl da kendine ait işleri bir yana atar;
efendisinin emri ile meşgul olur..
Tevekkülün şartı odur ki; Köle efendisine tevekkül yolu ile tes
lim ola.. Bundan sonra, da, efendisi onun için ne istiyorsa yapar..
Bu durumda, onların bir şeyi seçebilme hali yoktur ki, onu almak
için bir ayırma yapsınlar..
Şöyleki:
Teslim olan bir kimse, işini teslim ettiği zattan, kendisi için gele
ne razı olmayabilir..
Ama, TEFVİZ ehli böyle değildir.. O, ne olursa olsun; razı olur..
İşlerini TEFVİZ yolu ile teslim ettiği zatın hükmüne ve işine boyun
eğer..
Her ikisi de, yani:
- TEFVİZ ve teslim..
Demek istiyorum.. Vekâlet manasına yakındırlar.. Ancak, onun-
la vekâlet arasındaki fark şudur:
tün işlerinde Hakk'a TEFVİZ edişi; Allah-ü Taâlâ'nın kendileri için ya
rattığı işleri tümden Hakk'a döndürmektir..
Bundandır ki: Onlar bir ecir vakıasına düşmezler.. Bir ceza tale
binde de bulunmazlar.. Çünkü onlar, kendileri için cezayı hak eden
bir fiil görmezler..
Ş E H A D E T..
İki çeşittir: Büyük şehadet, küçük şehadet..
Küçük şehadetin bazı kısımları vardır.. Onlar, hadis i şerifle anla
tılmıştır.. Meselâ:
708 SON BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
Böyle olunca: Kulun Allah sevgisi onun sıfatları için olur.. Bir de,
o yüce varlık sevilmeye lâyık olduğundan..
Bilesin ki,.
a) Fi i i e bağlı muhabbet..
b) Sıfata bağlı muhabbet..
c) Zata bağlı mahabbet..
INSAN-I KAMİL 763
Çünkü, nefsanî bir iş için olan Allah sevgisi, Allah irin olmaz..
Nefsanî bir illet için olur.. Ihlâs sahibi bir kimse, böyle illetli sevgi
den beridir..
Zata bağlı mahabbet.. Bu has mahabbettir.. Zata vardıran bir
aşktır. Öyle ki; Kuvveti ile, maşukun bütün nurları, aşıka işlenmiş o-
lur.. O zaman, aşık, maşukunun suretinde ortaya çıkar..
Tıpkı: Ruh, aralarında aşk olduğu için, ceset suıeii ile, ortaya çık
tığı gibi..
— Oruç tut.*
F.: 49
770 SOM BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
SIDDIKIYET..
Şunladır:
1. İLMELYAKÎN..
2. AYNELYAKÎN..
3. HAKKELYAKÎN..
İNSAN I KAMİL 771
— Hiç bir zaman yok olmayan daimî varlık, İlâhî bir beka ile ona
zahir olur..
Dernektir., yoksa:
Manasına gelmez..
ttS&â».-
Allah-ü Taâlâ'nm bekası ile, beka bulduktan sonradır ki, isim
ler ona bir bir tecelli eder.. Onları isim isim beller..
Ve.. O zaman, Yüce Zat'ı isimler yönünden bilir..
Bu durum, İLMELYAKÎN derecesinin son haddidir..
j
Bundan sonra, artık AYN olur.. Sıfat tecellilerine geçer.. Sıfatla
rı birbiri peşinden müşahede eder..
KURBET. .
Bu mana, velî kulun, sıfatlarında Cenab-ı Hakk'a YAKİN mekân
tutmasından ibarettir..
Burada:
— YAKIN..
Tabiri, şüyu bulmuş bir tabirdir,. Meselâ:
— Falan âlim, falana yaklaştı..
Denir ki:
— İlimde, marifette yaklaşmış..
Demektir..
Şöyle ki: Onlardan yaptığı talebe hiç bir şey asî gelmez..
İNSAIM-I KAMİL 773
Sonra..
Ve., onun:
- OL.
Dediğimiz şey, kalbler için bir ayna olur.. Yahut baskısı bir ye
re çıkan şey.. Bu durumda kalbler, o baskı yerlerinde kendilerini gö
rürler.. Ve o baskısı çıkanı, kendine kabul edip kullanır..
Ve., o baskılı şeyi kullanışı, esalet hükmü ile olur..
+*
Biraz daha açılalım..
Hak ismi: Ruhların, İlâhî vasıflarla sükûn bulmalına bîr vesi
ledir..
Anlatılan KUKBET makamına eren velî kulun kalbi ise., bu ci
simlerin ilâhî hakikatlerle tahakkuk edip sükûn bulmasına vesiledir..
Bu da: Anlatılan İlâhî hakikat izlerinin zuhuru içindir..
Bir velî için; cesedini, İlâhî hakikatlerde, tek başına tahakkuk
ettirmek imkânsızdır.. Ancak, bu işin oluş şeklini; KURBET makamı
nı bulan bir başka velîde gördükten sonra olur..
İşte., o zamandı/ ki: Anlatılan ikinci velî, birinci içir» bir vesile
olur.. Bu üstün derecede tahakkuku sağlanır..
Şimdi dinle: Peygamberlerden, her peygamberin; velîlerden her
bir velînin vesilesi, Hazret-İ Muhammed S.A. efendimizdir..
770 SON BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
Ruhu ve cesedi görmez misin?.. Aşkları zata bağlı bir aşk oldu
ğu İçir»., ruh: Cesedin elemi ile, dünyada nasıl elem çeker?.. Ve cesed,
ahirette, ruhun elemi ile nasıl elemli olur?..
Sonra., biri diğerinin suretinde nasıl zahir olur..
***
Resulüllah S.A. efendimiz, Allah'ın halifesidir.. Allah-ü Taâlâ ise..
Resulüllah S.A. efendimizin naibi..
İNSAN-! KAMİL 777
UBUDİYET..
Bu UBUDİYET, bir makamdan ayrı; bir makama mahsus bir şey
değildir..
Bîr velî hullet makamından halka döner; Allah-ü Taâlâ da, onu
ubudiyet makamına kaim kılar..
Aynı şekilde, mahabbet makamından da dönebilir.. Hitam ma
kamından da dönebilir..
778 SON BÖLÜM - İBADETLERİMİZ
♦**
Kurbet makamının ilkine, HULLET, adının verilmesindeki sebep;
Yakınlık bulan kimsenin vücuduna, Yüce Hakk'ın eserleri karışmış
olmasıdır..
Vesile ise.. KURBET ehlini o derece ileri götürür ki: Hiç kimse onu
geçemez..
Niçin o olmasın ki: Varlıkta ilk zuhur onun için oldu; elbet HİTAM
dahi onun İçin olmalı..
30 Eylül 1973
BOSTANCI — İSTANBUL