You are on page 1of 574

A N K A R A Ü N İ V E R S İ T E S İ

Dİ L VE T A R İ H —C O Ğ H A F Y A F A K Ü L T E S İ V A Y I K 1 A H I : 170

Prof. Dr. Faruk SÜMER

OĞUZLAR
(T Ü R K M E N L E R)

TARİHLERİ-BOY TEŞKİLATI-DESTANLARI

İKİNCİ BASKI
Bu nâçiz eserimi Anadolu’yu açan ve onu ebedî bir
Türk yurdu haline getiren Oğuz Türkleri'nin
ruhlarına armağan ediyorum.

A N K A R A Ü N İ V E R S İ T E S İ B A S I M E V İ . 1 9 7 2 - A N K A R A
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ V-VII

G İR İŞ ......................................................................................................................................... IX -X X V

B İR İN C İ BÖLÜM

O Ğ U Z L A R IN T A R İ H İ ............................................................................................................ 1-199

A. Oğuzlara Dâir E n Eski Bilgiler: 1-25


1. Oğuz Adının Menşei (1 -3 ), 2. Barlık Irmağı Kıyılarında Oğuzlar (3 -5 ), 3.
Tula B oylarında Oğuzlar (5 -2 5 ) ..................................................................................

B. I X - X I . Yüzyıllarda Oğuzlar (Sir-Derya O ğuzlan) 26-60 .....................................


1. Oğuzların Y urdları (3 3 -3 7 ), 2. Oğuzların Y aşayış Tarzı (3 7-42 ), 3. İktisadî
Hayatları (4 2-43 ), 4. D inî İnanışları (4 4-46 ), 5. Başka Gelenek ve Görenekleri
(4 6-49 ), 6. Oğuzların İslâm iyete Girişi (5 0 -5 2 ), 7. Oğuz Y abgu D evleti (5 2-59 ),
8. Uzların Macerası (6 0)....................................................................................................

C. Selçuklu Devletinin Kuruluşu: 61-91 .......................................................................

Ç. Selçuklu Devrinde Oğuzlar (Türkm enler): 92-138 ................................................


1. Mavera ün-nehr (111-112), 2. Mangışlak (112), 3. Balhan (112-127), 4. H o­
rasan (112-122), 5. Kirm an (123-126), 6. Fars v eH u zistan (126-127), 7.
Kürdistan (127-129), 8. A zerbaycan ve Errân (129-132), 9. Irak ve el-Cezîre
(132-133), 10. Suriye (133-134), 11. A nadolu (134-137), 12. Mısır, Kuzey-Afrika
v e Y em en’ de Türkmenler (138) ....................................................................................

D. M oğol İstilâsından Sonra Türkmenler: 139-199 ..................................................


1. H azar-ötesi Türkmenleri (139-143), 2. îra n (143-156), 3. M oğol D evri ve
Ondan Sonraki Zamanda A nadolu (156-175) 4. Haleb Türkmenleri (175-176),
5. Çukur-Ova (177-179), 6. At-Çekenler ve Oymaklar (1 7 9 -1 9 9 )......................

ÎK lN C İ BÖLÜM

B O Y T E Ş K İL Â T I V E B O Y L A R ........................................................................................ 201-372
Oğuz Boylarına ait A nadolu’ da yer adları (211-215), 1. K ayı (216—
221), 2. B ayat (222-237), 3. A lka-B ölük (A lka-E vli) (238), 4. K ara-
Bölük (K ara-E vli) (239-240), 5. Y azır (241-243), 6. Döğer (244-255), 7. D o-
durğa (256-258)} 8. Yaparlı (259), 9. Avşar (Afşar) (260-294), 10. K ızık (2 9 5 -

III
aurğa (253—254), 8. Yaparlı (255), 9. Avşar (Afşar) (256-
288), 10. Kısık (289-290), 11. Beğ-Dili (291-304), 12.
Karkm (305-307), 13. Bayındır (Baymdur) (308-312),
14. Peçenek (312—314), 15. Çavııldur (Çavundur) (315-
317), 16. Çepni (318-326), 17. Salur (327-335), 18. Ey-
mür (Eymir) (336-340), 19. Ala-Yuntlu (341-343),
20. Yüregir (344-346), 21. İğdir (347-349), 22. Büğdüz
(350), 23. Yıva (351-358), 24. Kmık. (359— 362).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (Destanları) ..................................... 363— 411
1. Destanların Yazıldığı Zaman (367-370), 2. Destan
Kahramanları Nerede ve Ne Zaman Yaşadılar (371-376),
3. Kahramanların Müslümanlığı (376-377), 4. Destan­
ların Konusu (377-381), 5. Kahramanlar (381), 6. İk ­
tisadî Hayatları (381-383), 7. Siyasî Teşkilât (384-391),
8. Ordalar (391-392), 9. Aile Hayatı (391-395), 10. Or­
du (395-396), 11. Binicilik (396-398), 12. Kıyafet (398-
399), 13. Avcılık (400), 14. Eğlenceler (400-401), 15.
Davranışları (401-407), 16. Destanların Ehemmiyeti
(407-408), 17. Destanların Özeti (408— 411).
X V I. Y Ü Z Y IL D A ANADOLU’ D A OĞUZ B O Y L A ­
R IN A A İT Y E R A D L A R I ............................................. ... 412—449
Y E R A D L A R I SIRASIN A GÖRE OGUZ B O Y L A R I .. 450
R E SİM LE R ................................................................................ 451— 455
B İB L İY O G R A F Y A ............................................................... 456— 472
D İZİN .................................................................................. ... 473— 520

IV
ÖNSÖZ

X I. yüzyıldan itibaren, kendilerine Türkmen de denilen Oğuzlar'm,


Türkiye Türkleri ile İran, Azerbaycan, Irak ve Türkmenistan Türkleri­
nin ataları olduklarını biliyoruz. S e lç u k lu ve O s m a n lı hanedanları­
nın da onlardan çıktığını hatırlarsak Oğuzlar'm dünya tarihinde pek
mühim roller oynamış bir Türk kavmi olduğu anlaşılmış olur.

Oğuzlar Sir-Derya boyları ile onun kuzeyindeki bozkırlarda


yaşarlarken onlardan ancak bir bölüğü şehirlerde oturuyordu.
Bu oturak Oğuzlar savaş ile meşgul olmayıp, kendilerini şehir hayatının
gerektirdiği işlere vermiş bulunduklarından, göçebe eldaşları onlara is­
tihfafla yatuk, yani tembel adını vermişlerdi. Gerçekten göçebe Oğuz­
lar, oturak eldaşlarını istihfaf etmekte kendi telâkkileri bakımından
haklı sayılabilirler. Çünkü S e lç u k lu i m p a r a t o r l u ğ u n u oturak Oğuz­
lar değil, bizzat onlar kurmuşlardı. Fakat göçebe Oğuzlar da 1071
yılındaki Malazgird zaferi ile Anadolu’yu açıp bu ülkede oturak yaşa­
yışa geçmeğe başladılar. X III . yüzyılda onlardan mühim bir kısmının
artık şehir ve köylerde yaşadığı görülüyor. Bununla beraber, adı geçen
yüzyılda yine Anadolu’da, çoğunu yeni gelenlerin, yani Moğol istilâsı­
nın önünden kaçanların teşkil ettiği, kalabalık sayıda Türk göçebe un­
suru da vardı. S e l ç u k l u devleti, bir daha kurtulamıyacak bir şekilde
Moğol hâkimiyeti altına girince, Oğuzlar'm deyimi ile yatuklar, yani otu­
rak Türk halkı kendisini mukadderata teslim ettiği halde, göçebe Türk
unsuru, yani Türkmenler Moğollara karşı mücadelede bulunmaktan
geri durmamışlardı. Neticede Türk göçebe unsuru, Türkmenler ilk önce
Türkiye'de, sonra buradan giderek İran'da siyasî hakimiyeti ellerine
aldılar. Böylece, Türkmenler Türkiye tarihinin ikinci devrinin (Beğ-
likler devri) yaratıcıları oldukları gibi, İran'da da X X . yüzyıla değin
Türk hâkimiyetini devam ettirdiler.

Türkiye tarihinin üçüncü devrini açan O s m a n l ı hânedanma ge­


lince, bu hânedanm da göçebe Türk unsurundan çıktığını biliyoruz. Di-

y
ğer taraftan O sm a n lı hânedamnın gerek Marmara bölgesinin fethin­
de, gerek Rumeli'nin ele geçirilmesinde mensup bulunduğu göçebe un­
surdan geniş ölçüde faydalanmış olduğu da bir vâkıadır.

Fakat X V I. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye'de göçe­


be unsur siyasî ehemmiyetini eskisine nisbetle epeyce yitirmişti. Bu da,
başlıca, oturak yaşayışa geçmeler ve İran'a, yapılan göçmeler sonucun­
da sayısının çok azalmış olması, O sm a n lı askerî teşkilâtının kud­
reti ve “ delikli demircin icat edilmesi gibi âmillerden ileri gelmiştir. Bu
sebeple, Anadolu'daki Türk oymaklarının O sm a n lı devrindeki rolleri
daha ziyade İçtimaî tarihimiz bakımından önemlidir. Gerçekten onlar,
X V I. yüzyılın sonlarından itibaren muhtelif âmiller yüzünden vakit
vakit bünyesinde geniş boşluklar meydana gelen yerleşik Türk halkı­
nın bu boşluklarını doldurarak ona daima kuvvet ve hayatiyet kazan­
dırmışlardır. Bununla beraber, şunu da belirtmek yerinde olur ki, Türk
oymakları son asırlarda dahi siyasî ehemmiyetlerini büsbütün kay­
betmiş değillerdi. Nitekim, X V III. yüzyılda Anadolu'da ortaya çıkan
derebeği ailelerinden, başta en büyüğü (Çapar-Çapan-oğulları) olmak
üzere, birçoklarının da yine göçebe Türk unsuruna mensup olduklarını
biliyoruz.

Şu çok kısa izahat, göçebe Türk unsurunun millî tarihimizde ne


kadar mühim bir yeri olduğunu gösteriyor. Bunu bir cümle ile ifadeye
çalışırsak diyebiliriz ki: Türk göçebe unsuru, Oğuz Türkleri'nin
Yakm-Doğu'da S e lç u k lt ıla r ’dan sonra da siyasî hâkimiyetlerini
devam ettirmelerinde başlıca rolü oynadığı gibi, O s m a n lı devrinde
de Anadolu'daki oturak Türk cemiyetinin varlığını korumasında pek
mühim bir âmil olmuştur.

îşte bundan yirmi yıl önce Oğuzlar'ı ve onlarm göçebe yaşayışını


sürdüren torunlarını incelemeye girişmemiz, etnografik bir tecessüsün
sâiki ile değil, onların millî tarihimizdeki bu pek mühim yerlerinden
ileri gelmiştir.

Konunun batıda şarkiyatçılar âleminde olduğu gibi, bizde de uzun


müddet hayret edilecek derecede ihmale uğradığı bir gerçektir. Bun­
dan dolayı aydınlarımız millî tarihimizin başlıca noktalan üzerinde
bile doğru ve açık bilgilere sahip olmamışlardır. Bugün dahi Türk,
Oğuz, Türkmen, Yörük, S e lç u k lu , O sm a n lı, K a r a -K o y u n lu ,
Uygur, Özbek adlarının delâlet ettiği anlamlan iyice kavramamış tarih
hocalarının bulunduğunu söylersek, bu acı gerçeği daha açık bir şekilde
ifade etmiş oluruz.

VI
Eser, kısa bir girişle üç bölümden meydana gelmiştir.

I. Bölümde Oğuzlardın eski tarihleri ve S e lç u k lu im p a r a t o r lu ­


ğ u n u kurmaları ele alındıktan sonra, bu imparatorluğun kurulması
sonucunda muhtelif ülkelere dağılmış bulunan Türk göçebe unsurunun
hayatları, son asırlara kadar gelmek üzere, ayrı ayrı incelenmiştir.
Yani burada Gök-Türkler devrindeki Dokuz Oğuzlarhıı tarihi anlatılmış
olduğu gibi, » D a d a l-O ğ lu ’nun Türkmenlerinden de bahsedilmiştir.
II. Bölümde Oğuzlar'm boy teşkilâtı ve Oğuz boylan, III. Bölümde ise
Oğuzlar'ın millî destanları (Dede Korkut destanları) incelenmiştir. Ge­
rek Oğuz boyları, gerek D e d e K o r k u t destanları eserin plânına uygun
olarak yeniden yazılmıştır. Ayrıca eserin sonuna X V I. yüzyılda Ana­
dolu'daki Oğuz boylarına ait yer adlarını gösteren bir cedvel de ilâve
edilmiştir. Bu cedvelin bazı meseleler üzerindeki çalışmalarımızda
bize pek faydalı olacağı şüphesizdir.

Esere, konusundan dolayı mütehassıslardan başka, aydınların ve


halkın da ilgi göstermesi mümkündür. Bu sebeple, eserin yazılmasında
onların faydalanmalarını kolaylaştırmak hususuna elden geldiği kadar
dikkat edilmiştir. Hattâ, bilhassa S e lç u k lu tarihi üzerinde meslekdaş-
larımdan farklı düşündüğüm meseleler üzerinde, birkaç istisna ile, mü­
nakaşalara girişmemem de kısmen yine aynı husus ile ilgilidir.

Sözlerime son vermeden önce kitabın tashihinde yardımda bulu­


nanları şükranla anmak isterim. Sayın N ih a l A t s ız B e ğ eseri baştan
sona kadar okumak ve birçok hususlarda yararlı tavsiyelerde bulun­
mak lûtfunu esirgememiştir. Talebelerim ve kürsümüz asistanları Afşar
İs m a il A k a ile K â z ım Y a ş a r K o p r a m a n da kitabın tashihinde
ve dizinin hazırlanmasında yorulmaz bir gayret göstermişlerdir. Gerek
sayın N ih a l A t s ız B e ğ ’ e, gerek sevgili talebelerime yardımlarından
dolayı teşekkür ederim.

Nisan, 1965. Faruk Sümer

V II
Giriş

Türkçe konuşan topluluğun Orta-Asya1daki asıl anayurdunun


neresi olduğu üzerinde eskidenberi bazı fikirler ileri sürülmüştür. Bizim
düşündüğümüze göre, bu topluluğun anayurdu, başlıca 145-150 arz
dereceleri arasındaki Abakan, Tuba yörelerini de içine alan Kem ırmağı
yâni Yenisey boylan ve ona yakın yöreler olmalıdır.
Türkçe konuşan topluluğun, eski zamanlardanberi, birbirlerin­
den siyasî hüviyetleri, dilleri veya lehçeleri, İçtimaî seviyeleri, hattâ
yüz şekli ve beden yapıları ile ayrılan muhtelif kollar halinde yaşadı­
ğını biliyoruz. Orhun âbidelerinde, yabancı kavimlere olduğu, gibi, bu
kollara da budun yani kavim denilmektedir. Fakat bu kolların ortak
bir ada sahip oldukları üzerinde elimizde hiç bir delil yoktur.
VI. yüzyılda türkçe konuşan el (kavim) lerden ancak biri Türk
adım taşıyordu. Bu elin adı olan Türk (o zamanlar Törük = Türük)
sözünün, yöıük (yörümekten) gibi, törümek mastarından geldiği bizce
muhakkaktır. Bu Türk kavm i, adı geçen yüzyılda Türk ve Moğol âle­
minin hâkimleri, Juan-Juanları (Aparlar = Avarlar) yenerek Çin
şeddinden Hazar DenizVne kadar uzanan pek geniş bölgede bir impa­
ratorluk kurmak sureti ile hemen bütün türkçe konuşan kavimleri
idareleri altında toplamıştı. Bu keyfiyet Yakın-Doğu'da Türk adına,
türkçe konuşan bütün kavimleri içine alan umumî bir anlam kazandır­
dı. Fakat Türk sözü bizzat türkçe konuşan kavimler arasında böyle
geniş bir anlamı haiz olamadı. Türkler müslüman olduktan sonra Ya-
kın-Doğu'daki dindaşlarından Türk kelimesinin bu geniş manasını
öğrendiler. Oğuz Türkler i'ne Türk adını verenler de yine Yakm-Doğu
Müslümanları olmuştur.
G ö k -T ü r k im p a r a t o r lu ğ u devrindeki Türk ellerinden biri de
Dokuz boydan müteşekkil olan Oğuzlar idi ki, V II. yüzyılın ikinci yansı ile

IX
V III. yüzyılın birinci yarısında Tula ırmağı boylarında yaşıyorlardı.
Dokuz-Oğuzlar, Türk budununun yanında G ö k -T ü r k d e v le t in in
dayandığı ikinci bir unsur olarak görünüyorlar. Bunlar Gök-Türkler'-
in siyasî halefleri olan Uygurlar devrinde de aynı mahiyette bir rol oy­
namışlardır. Dokuz-Oğuzlar’ın âkıbeti meçhuldur. X . yüzyılda Sir-Der-
ya (Seyhun) kıyılarında yaşıyan Oğuzlar'm doğrudan doğruya bu D o­
kuz-Oğuzlar'm torunları, olmaları pek az muhtemeldir. Buna karşılık
Sir-Derya Oğuzları'mzı evvelce Batı-Gök-Türk birliğine mensup olduk­
larını ileri sürmek, daha isabetli bir mütalaa gibi görünüyor.
Sir-Derya Oğuzları, başka bir Türk elinin kendisiyle mukayese
edilemiyeceği derecede cihan tarihinde pek mühim bir rol oynamışlar­
dır. Bunun için, Önsözde de işaret edildiği gibi, S e lç u k lu ve O sm an-
lı im p a r a t o r lu k la r ın ı onların kurduğunu söylemek elverir. Diğer
taraftan Oğuzlar, Moğol istilâsından sonra kavmî varlığını, tarihî hâ­
tıralarını ve harsını korumak suretiyle Türk âlemini temsil eden biricik
kavim olmak vasfım da taşımaktadır,
Uygur, Karluk, Kıpçak ve bunlar gibi diğer bazı Türk kavimleri
Moğol istilâsı üzerine varlıklarını devam ettirememişler, Moğol boylan
ile karışıp kaynaşarak yeni kavimler meydana getirmişlerdi. Bu yeni
kavimlerin dili türkçe ise de tarihî hâtıraları, askerî teşkilât ve gelenek­
leri Moğol vasıflarını taşıyordu. Bugünkü Doğu-Türkistan Türkleri,
Özbekistan, Kazakistan, Kara-Kalpak halkları ve İdil boyu Türkleri,
kısaca Orta-Asya'daki Türkler'in ezici çoğunluğu işte bu Türk-Moğol
karışmasından meydana gelmiş yeni kavimlerin torunlarıdır.
Bilhassa ticarî münasebetler sebebi ile X . yüzyıldan itibaren ara­
larında yayılmaya başladığını bildiğimiz İslâmlığın, X I . yüzyılda Oğuz­
lar' dan ezici çoğunluğun dini haline geldiği görülüyor. Bunun sonu­
cunda Oğuzlar'a X I. yüzyılda Türkmen adı verilmiştir ki, bu ad aşağı
yukarı iki asır sonra her yerde Oğuz'un yerini almıştır. Ancak Oğuz sözü,
destanlar ile hâtıraları yaşatılan atalarının adı olarak, Türkmenler ara­
sında uzun müddet yaşamıştır.
Oğuzlar'dan, 15-20 bin kişilik ordu çıkarabilecek bir küme 1035
yılında Horasan'a, geçmek zorunda kalmıştı. Bu bölge ise zenginliği,
askerî ve mülkî teşkilatının mükemmelliği ile yalnız Islâm âleminin
değil, dünyanın en kudretli devletlerinden biri olan G a z n e li im p a r a ­
t o r lu ğ u n a ait idi. Bu Oğuzlar, S e lç u k lu ailesinin idaresi altında beş
yıl süren devamlı ve çetin bir mücadele sonucunda G a z n e li im p a ­
r a t o r lu ğ u n u yenerek Horasan'da devletlerini kurdular (1040 tari­
hinde ve 16.000 atlı ile). Ancak fevkalâde kelimesi ile vasıflanabilecek

X
olan bu hâdisenin baş kahramanı, fikirleri ve icraatiyle S e lç u k ’un to­
runu Ç a ğ rı B e ğ idi. S e lç u k lu d e v le t in in hâkimiyeti çok kısa za­
manda B iz a n s im p a r a t o r lu ğ u hudutlarına kadar uzandı. Bu ba­
şarıda Sir-Derya boyundaki büyük ana Oğuz kümesinden birbirini iz­
leyen dalgalar halindeki bölüklerin İran'a, gelmeleri pek mühim bir
âmil olmuştur.

Oğuz Türkleri'nin Islâm âleminde görünmeleri, gerçekten bu âlem


için mutlu bir olaydır. Çünkü, bu esnada Yakın-Doğu Islâm âlemi,
B iz a n s im p a r a t o r lu ğ u karşısında kendisini müdafaa edemiyecek bir
durum da bulunuyordu. İslâm âlemi mânen öyle çürümüş idi ki, 3—4? bin
kişilik bir Oğuz bölüğü tek başına Filistin ile Suriye'nin mühim bir kıs­
mını kolayca eline geçirmişti. Doğu ve Güney-Anadolu'daki Müslümanlar’ı
çıkararak A ni'yi (Kars’ın doğusunda), Antakya ve Urfa'yı, Lâzkiye’yi ge­
ri almış Haleb bölgesini de nüfuz ve hakimiyeti içine dahil etmiş bulunan
B iz a n s ’ın, yeni bir hamle ile Suriye ve hattâ Mısır’ a da hâkim olarak,
İslâm âleminin başına daha büyük felâketler getirmesi her an bekle­
nebilirdi. Arap unsurunun kendisini toparlayıp B iz a n s ’ın yeni sal­
dırışlarını karşılayabilmesi, ancak belki ikinci bir peygamberin çık­
ması ile kabil olabilirdi. Bundan ötürü Oğuz Türkleri ile İslâm
âlemi kendisini B iz a n s ’ a karşı koruyabilecek yeni ve gücü tü­
kenmez bir unsura kavuşmuş oldu. Gerçekten Yakın-Doğu İslâm âle­
minin bu yeni Müslüman unsuru yalnız B iz a n s tehlikesini geri atmak-
makla kalmıyaralc, Arablarhn bir türlü yapamadıklarını da başarıp,
Anadolu'yu fethetmiş ve B iz a n s ’ı bir daha İslâm âlemine tehlikeler
yaratamıyacak bir duruma düşürmüştür.

Oğuz Türkler i ana yurdlarından birlikte getirdikleri devlet teşki­


lâtına ait müesseselerini ve geleneklerini İslâm dünyasında da devam
ettirdiler. S e lç u k lu sultanları ve atabeğleri Orta-Asya bozkırlarında
olduğu gibi, askerlere ve halka sık sık yağmah toylar veriyorlar, Moğol-
ior’ da görüldüğü üzere, beğlerini şereflendirmek ve taltif etmek için bizzat
onlara içki sunuyorlar, yerli aydın Müslümanları hayret ve taaccüb içinde
bırakan ağır yaslar tutuyorlardı. Onlar bilhassa askerlik ve idarecilikte
kendilerini diğer kavimlerden üstün görüyorlar ve millî gelenekleri, mizaç
ve seciyeleri ile siyasî hâkimiyetlerinden gelen kavmî bir şuura da sa-
hib bulunuyorlardı. S e lç u k lu la r ’ın gerek İran ve gerek Anadolu'da
mülkî teşkilâtta yerli Iranlılar'ı kullanmaları, resmî dilin arabça veya
farsça olması sadece amelî gayelerle ilgilidir. Çünkü sultanlar kendi
kavimlerinden (başta her zaman ve her yerde bütün devletler için
hayatî bir ehemmiyeti haiz bulunan mâlî saha olmak üzere) devletin

XI
mülkî teşkilâtında vazife görebilecek yeter derecede eleman bulamı­
yorlardı. Devletlerini kendi yurdlarmda kurup gelmiş olan Arablar
ve Moğollar da her yerde yerlilerden geniş ölçüde faydalanmışlardı.
Hattâ Emevî teşkilâtını arablaştıran, H a lîfe A b d u l- M e lik ’in: “ I-
ranlılar bin yıl hüküm sürdüler bir an bize muhtaç olmadılar, biz ise
bir asır devlet idare ettik bir aıı olsun onlardan müstağni kalamadık”
dediği söylenir.
S e lç u k lu h â n e d a n ı, tebaalarını âdalet ve şefkatle idare etmek,
ülkelerinin imarı hususunda da büyük gayretler göstermek sureti ile
her yerde unutulmaz hâtıralar bırakmışlardır. Öyle ki, onlar tarih sah­
nesinden çekildikten sonra, X IV . yüzyılda, tanınmış îranlı bir müver­
rih, Emevî ve Abbasîleı- de dahil olmak, üzere, bütün İslâm hânedan-
larının birkaç ayıbla mülevves olmalarına mukabil S e lç u k lu la r ın
bu ayıblardan münezzeh, imanlı, hayırsever, halka karşı şefkatli hü­
kümdarlar idiklerini söyliyerek onları örnek bir hânedan olarak gös­
terir.
Gerçekten bugün, Anadolu'yu dolaşan tarih ve san’ at eserlerine
meraklı alelâde bir Türk veya yabancı bile S e lç u k lu sultanlarının,
iyi niyetin olduğu kadar aklın ve bilginin de ışığı altında, Türkiye'yi
mamur ve halkını müreffeh kılmak için nasıl çalışmış olduklarım kolay­
ca anlıyabilir. Kervansaraylar, hastahâneler v.e köprüler gibi, dinî ol-
mıyanların da geniş ölçüde yer aldığı bu eserleri yaptıranlar arasında
S e lç u k lu hânedamna mensup hâtûnların da bulunması kayda değer.
Hattâ İran’da kervansarayların münhasıran veya daha çok S e lç u k lu
sultanlarının kızları tarafından yaptırıldığı sanılıyordu.

Türk fethi esnasında Anadolu’n un pek büyük bir kısmı, bilhassa


Orta, Güney ve Batı-Anadolu bölgeleri, nüfusu çok az, hareketsiz, bir
kelime ile geri kalmış bir ülke manzarası gösteriyordu. Doğu ve Güney
Doğu-Anadolu şehirlerine nazaran, Orta, Güney ve Batı-Anadolu'daki-
ler sönük kasabalar halinde idiler. Bunun başlıca sebebi birinci dere­
cedeki milletlerarası ticaret yollarının o zamanlarda bu ülkeden geç-
memesidir. Öte yandan S â s â n î-B iz a n s ve onu müteakib, sürekli ve
çetin A r a b -B iz a n s mücadeleleri Anadolu'daki halkm mühim bir
kısmının yok olmasına ve Çukur-Ova gibi bir çok bölgelerin de korkunç
bir şekilde tahrib edilmesine sebep olmuştu. Hattâ nüfusunun azlığı,
yoksulluğu ve teşkilâtsızlığı ile Anadolu'nun, işaret edilen büyük kıs­
mındaki, yerli halk varlık gösteremiyecek bir duruma düşmüştü. Bun­
dan dolayı X I. yüzyılda Doğu-Anadolu'dan gelen Ermeni toplulukları
Orta-Anadolu'da. ve Çukur-Ova bölgesinde kolayca yerleşebilmişler ve

X II
hattâ t u sonuncu yerde, I. H a ç lı s e fe r in d e n de faydalanarak, bîr
kırallılc dahi kurabilmişlerdi. Yine bu sebeple, Oğuz Türkleri az bir
kuvvetle Orta ve Batı-Anadolu’yu çok kısa bir zamanda ve ciddî bir
mukavemet de görmeden kolayca açabilmişlerdi. Yerli halkın nüfusça
çok az olduğunu gösteren delillerden biri de şudur ki, Türk sultanları
ve beğleri yaptıkları akınlarda ele geçirdikleri yerli halkı göçürerek
kendi ülkelerinde yerleştiriyorlardı; çünkü, nüfus azlığından hâkim
bulundukları ferlerde ekilmemiş geniş topraklar vardı. S e lç u k lu
hükümdarlarının Doğu ve Güney-Doğu-Anadolu'ya karşı devamlı bir
fetih siyaseti gütmelerine karşılık, en müsait zamanlarda bile, Batı-
Anadolu, ve Marmara bölgelerini almak hususunda istekli görünme­
meleri de ancak oraların iktisaden geri kalmış, nüfusu seyrek, az ma­
mur yerler olmaları ile izah edilebilir. Hattâ Anadolu’nun, işaret edi­
len durumundan dolayı, Türk fatihlerince o kadar câzib bir ülke sayıl­
madığını da söylemek mümkündür. Malazgirt savaşının galibi A lp -
A r s la n ’ın da, davranışlarına bakılırsa, aynı düşüncede olduğuna
hükmedilebilir.
Arablar'm hem E m e v île r , hem de A b b a s île r devrinde, bir çok
defalar bizzat halîfelerin kumandasında muazzam ordular halinde
gelip de bir türlü alamadıkları Anadolu, 1071 yılındaki Malazgirt sa­
vaşını takip eden 8-10 yıl içinde baştan başa açılmıştı. Halbuki fetih
tek bir kumanda altında ve muntazam bir plân dahilinde de yapılma­
mıştı. Fethi müteakib ülkenin her tarafı Oğuz kümeleri ile doldu. Bun­
lar Türkistan ve İran'da, yaşıyan eldaşlan tarafından daima besleniyor
ve yeni gelenler ile sayıları daima artıyordu. Fetihten sonra Anadolu
ile Türkistan arasında bir göç kanalı meydana gelmişti. X III . yüzyılın
birinci yansının ortalarına doğru Türkistan, Horasan ve Azerbaycan'­
dan Anadolu'ya, birbiri arkasından kalabalık Türkmen kümeleri gel­
meye başladı. Bunlar 1220 de başlıyan Moğol kasırgasından kaçıyor­
lardı. Böylece Oğuzlar'm ezici çoğunluğu Anadolu'da, toplanmıştı. Os-
m a n lı hânedanının mensup bulunduğu oymağın da, rivayet edildiği
gibi, Moğollar'ın önünden kaçıp Anadolu'ya gelen Türkmen kümeleri
arasında olması, bize göre en kuvvetli ihtimaldir. Bu arada Sir-Derya
boylarındaki şehirlerde ve köylerde yaşıyan oturak Oğuzlar'ın da bil­
hassa, Moğol kılıcı altında can vermemek, onlara tutsak düşmemek,
Moğol istilâsını takiben Türkistan'da baş gösteren korkunç açlıktan
ölmemek ve nihayet eldaşlarınm yaşadığı emin bir ülke olması gibi
sebepler yüzünden Anadolu'ya geldikleri anlaşılıyor. Sonuç olarak,
Anadolu'nun pek büyük bir kısmı X I. yüzyıldan başbyarak X IV . yüz­
yıla kadar süren yoğun göçler ile her bakımdan bir Oğuz (Türkmen)

X III
ülkesi vasfını aldı ki, bu hususu X IV . yüzyıldaki yabancı müellifler de
fark etmişlerdi. Oğuzlar Anadolu'ya, gelirken maddî ve manevî hars­
larını da beraberinde getirdiler. Mezarı Sir-Derya boylarında bulunan
D e d e K o r k u t ’un manevî şahsiyeti bile, destanların yanında, A na­
dolu’ya. geldi. Oğuz türkçesi, bir çoklarının sandığı gibi, Anadolu veya
İstanbul'da, değil, daha buraya gelmeden önce, Türkistan’da iken
bugünkü hususiyetlerini taşıyor ve orada da Türk lehçelerinin en in­
cesi ve en zarifi şeklinde vasıflanıyordu. Bu vesile ile şu keyfiyeti çok
kesin bir gerçek olarak söyliyelim ki, Oğuzlar'ın Anadolu'ya getirdik­
leri harsları ve bu arada her türlü gelenekleri bütün hususiyetleri ile
zamanımıza kadar kuvvetle yaşayıp gelmiştir. Günümüzdeki Ana­
dolu Türkleri’nde ataları olan Oğuzlar'ın harsları, ruhî davranışları
ve antropolojik vasıfları hâkimdir1. Bugün her hangi bir kimse A na­
dolu'nun Türkler ile meskûn bir bölgesinde, K â ş g a r lı’nın Oğuzlar'a
dair söylediklerini bu bölgedeki Türkler'in dil ve davranışlarında, ge­
lenek ve göreneklerinde açıkça müşahade edebilir. Hattâ bu kimse
D e d e K o r k u t destanlarından bazılarının Anadolu'da hâlâ yaşadığım
görmekle hayretler içinde kalabilir. Oysaki Türkistan'daki Türkmen-
ler bunları çoktan unutmuşlardı. Şu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Oğuz
Türkleri'nin asıl ve gerçek mümessillerini görmek için Türkistan'ı de­
ğil Anadolu'yu dolaşmak lâzımdır.
Fâtihler ve ondan sonra gelen Oğuz kümeleri, umumiyetle Sivas
bölgesinden batıdaki S e lç u k lu ucuna kadar olan geniş bölgede yerleş-

1 - Bugünkü Anadolu Türklerinin ruhî davranışları da ataları Oğuz Tur/cJenninkinden


farksızdır. Anadolu Türkleri, sakin görünüşlü, serin kanlı, duygularım pek belli etm eyen insan­
lardır; asık suratlı olm ayıp güler yüzlü ve vakurdurlar; çabuk kızmazlar ve birden parlayıp sön­
mezler. Halkın tabiri ile Anadolu Türkü’niin kolayca “ dam an tutm az” yani derhal sinirlenmez;
fakat “ ayranı kabardı” m ı kasırga gibi eser, önünde durulmaz. T ıpkı Oğuz yiğitinin “ açığı tut­
tuğunda katı taşı kül eylediği” gibi... Onların başlıca vasıflarından biri de kin tutmam alarıdır;
öc alma duygulan da önlenemez bir aşırılıkta değildir; çabuk barışırlar; merhamet d uygulan da
kuvvetlidir; şaka ve lâtifeden hoşlanırlar; gerçekçi insanlardır, yani akılları hislerine hâkim ola*
bilir; öğünme duygularında da aşırılık görülm ez; onun için başkalarının m eziyet ve kabiliyetlerini
inkâr etmezler. B ütün bu vasıflan ile onlar A k-D eniz m illetlerinden, bazı Balkan m illetlerinden,
ICafkasyalılar^dan ve Arablar*dan ayrılırlar. Anadolu Türkleri rûhen infiratçı değil, cem iyetçidir;
toplu, yani bir arada yaşamaktan hoşlanırlar; milletlerine bağlı ve yurd sever oldukları da gerçek
bir vâkıadır.
Y ü z şekli ve beden yapılarına gelince, onlar um um iyetle düz kara saçlı, ela gözlü, yuvar­
lak yüzlü, düz burunlu insanlardır; aralarında m avi gözlü olanları az veya nâdirdir; bu gibilere,
çok defa, bu vasıflan bir sıfat olarak verilir ( G ö k M e h m e d = m a v i g ö z l ü M e h m e d ; G ök
k ız = m a v i g ö z l ü k ız ); pek çoğunun cildleri beyazdır; yüz ve ellerindeki esmerlik güneş y ak ­
ması ile ilgilidir; b oy la n ortadan uzun olup, gövde kısm ı alt tarafa nazaran kısa değildir; onun
için at üstünde heybetli görünürler ve rahatça ok atarlar ve kılıç sallarlar.

X IV
inişlerdi. Bu husus, bu bölgenin onların hayat tarzlarına uygun bir yer
olması ve bir de, işaret edildiği gibi yerli nüfusunun orada şaşılacak
derecede az bulunması ile ilgilidir. Moğol istilâsından kaçan kalabalık
Türkmen kümelerinin mühim bir kısmı da yine batı uçlarına gelmiş­
lerdi. Bir Arab coğrafyacısı (X III. yüzyılın ikinci yarısında) batı
uçlarındaki Türkmenler' den yalnız Antalya'nın kuzeyinde, Denizli
çevresinde yaşıyanların nüfuslarının 200.000 çadıra yakın olduğunu
söylüyor. Batı uçlarındaki Türkmeııler, S e lç u k lu la r ’ın fethinde
istekli görünmedikleri. Batı-Anadolu ve Marmara bölgesini kolayca
aldılar. Tüıkmenler savaşlarda ellerine geçirdikleri Hıristiyanları köle
gibi kullandıklarından bunu çok iyi bilen Hıristiyanlar, onların hare­
kete geçtiklerini görünce Adalara ve Rumeli yakasına kaçıyorlardı.
Türkmenler aldıkları Hıristiyan tutsakların çoğunu Mısırlı, Suriyeli
ve tranlı tâcirlere satıyorlardı, işte, Batı-Anadolu ve Marmara böl­
gelerinin, X V . yüzyılda Hıristiyan nüfusunun en az bulunduğu yer­
ler arasında olmasının diğer bir sebebi de budur. X I X . yüzyılda o
bölgelerde, eskisine nisbetle Hıristiyan nüfusun daha fazla olması,
O sm a n lı devrinde başka sebeblerden ileri gelmiştir. Güneydeki Çu-
kur-Ova bölgesi de, bir asırdan fazla olarak yapılan Memlûk-TürA:-
men akınları ile Hıristiyan nüfusu son derece az bir duruma geldikten
sonra, X IV . yüzyılda çoğu Üç-Ok koluna mensup Türkmenler tarafin-
dan iskân edildi. X V . ve X V I. yüzyılda görülen yoğun Türk nüfusu
ve yer adları, bugün de olduğu gibi, Anadolu’daki Türk yerleşmesinin
mâhiyetine dâir tarihî kaynaklardan çıkarılan neticeleri tamamiyle
teyid etmektedir. Diğer taraftan Anadolu’da, 1.000 evlik de olsa, kitle
halinde herhangi bir İslâmlaşmanın vukubulduğu üzerinde, Türk,
Bizans, Ermeni, ve Arap kaynaklarında bugüne değin herhangi bir
habere rastgelinmediği gibi, en ehemmiyetsiz İçtimaî olaylardan dahi
bahsedildiğini gördüğümüz pek zengin O sm a n lı arşiv vesikalarında
da bu hususta bir kayıd elde edilememiştir. Nitekim, Anadolu'da
Müslüman Ispanya'daki Mozarablar (Müsta’rib) gibi ve kudretini var­
lığım uzun müddet devam ettiren bir dönme sınıfı da mevcut olma­
mıştır. Esasen buna hayret etmemelidir. Çünkü, gerek halk ve
gerekse devlet olsun pek açık İslâm geleneğine uyarak Hıristiyan-
lara Müslüman olmaları için telkin ve teşvikte bulunmuyordu. A y ­
rıca Türk ve daha doğru bir ifade ile İslâm devletlerinde, Hıristi-
yanlar’ın Müslüman olmaları halinde gelirlerinde mühim bir yeri
olan haraç ve cizyenin ortadan kalkacağı kaygısı da vardı. Öte yandan
eğer toplu halde dönmeler olsa idi, Müslüman olan bu yerli toplulukları

XV
Bulgaristan''daki Poınaklar, Girit’teki Müslümanlar, Arnavudlar ve
Boşııaklar gibi, kendi ana dillerini konuşur görecektik.
Doğu ve Güney Doğu-Anadolu1ya geçmeden önce şu umumî kai­
deyi hatırlamamız yerinde olacaktır. Bu da bir kavmin bir yerdeki
siyasî hâkimiyeti ne kadar uzun sürerse ve o yerdeki yerli halkın me­
denî seviyesi de ne kadar geri bulunursa bulunsun, eğer o kavim yeteri
kadar nüfus fazlalığına sahip değilse, başta dili olmak üzere, millî harsının
o yerde hâkim bir duruma gelmesi mümkün olamıyor. Bugün dokuz
asırlık pek uzun bir siyasî hâkimiyete rağmen Doğu ve Güney-Doğu-
Anadolu bölgelerinin bazı yörelerinde halkın türkçe konuşmaması
bununla ilgilidir, Doğu-Anadolu ile Güney-Anadolu2 coğrafî durumu ve
iklim hususiyetleri ile Anadolu mm Orta ve Batı bölgelerine nazaran
Türk oymaklarının yerleşmesine daha az elverişli idi. Diğer taraftan
bu bölgelerde şehir hayatının epeyce geliştiğini ve vergi kaygısı ile yerli
halk üzerine titreyen devletin de kısa bir zamanda istikrarlı hâkimi­
yet kurmuş olduğunu biliyoruz. Bu sebepler ile Türk nüfusu adı geçen
bölgelerin ancak Erzurum, Ahlat ve Harput gibi bazı yörelerinde ve
diğer bazı şehir ve kasabalarında kuvvetle tesirini gösterebilmiştir. Bu­
nunla beraber Moğol istilâsı sebebiyle gelen Türkmenler’’ in kalabalık
bir kısmı da bu bölgelerde yurd tutmuştu. Bu Türkmen kümesini baş­
lıca Kara-Koyunlular ve Ak-Koyunlular temsil ediyorlardı. Ayrıca
yine aynı bölgelere Uyratlar, Sutay'lılar ve saire gibi Moğollar da gel­
mişlerdi. Bu Türk ve Moğol nüfusu bölgelerin kavmî çehresini değiş­
tirebilecek bir yoğunlukta olup, tesirini de göstermeye başlamıştı.
Fakat, iç çekişmeler yüzünden Moğol unsurunun çoğu buradan ayrıl­
dı. Çok geçmeden X V . yüzyılda yaptıkları fetihler ile Kara-Koyun-
lular’ dan da kalabalık topluluk İran'a göçetti. Ak-Koyunlular’ a. gelin­
ce, onlar Doğu ve Güney-Doğu-Anadolu'daki bütün yerli hâkim ve
emirlerin siyasî faaliyetlerine son vermek gayesini şuurlu bir şekilde
taşımakta idiler. U zu n H a şa n B eğ zamanında yılmadan uygulanan
bu gayeye ulaşılmıştı. Ancak Ak-Koyunlularım Kara-Koyunlular'ı
ortadan kaldırıp onların topraklarını ellerine geçirmeleri, önemli sayı­
da Ak-Koyunlu Türkü’ nün de İran’a gitmesine yol açmıştır. Bunu da
mezhebce S a f e v ile r ’e bağlanmış olan veya onların hizmetinde bu­
lunmak istiyen Türk oymaklarının gidişi takib etti. Bölgelerin bugün­
kü kavmî durumunu ise O sm a n lı hâkimiyeti hazırlamıştır. E ğer bu
bölgeler S a f e v ile r ’in elinde kalsa idi, türkçenin oralarda rakibsiz bir
dil haline gelmesi pek muhtemeldi.

2 Güney-Doğu-Anadolu sözü ile UV/a’ dan Hakkâri’ye kadar olan bölgeyi kasdediyoiuz.

XVI
S e lç u k lu kudreti en yüksek noktasına 1240 tarihinde ulaşmıştı.
Bu esnada onların batı sının, umumiyetle, Muğla vilâyetindeki Da­
laman çayından başhyarak Denizli ve Kütahya önlerinden geçip Sa­
karya'ya. ulaşıyordu. Güneyde, Çukur-Ova bölgesi de S e lç u k lu sınırı­
nın dışında kalıyordu. Ancak buradaki Ermeni kıralhğı S e lç u k lu -
lar’ a vergi veriyor ve harb zamanında da asker gönderiyordu. S e lç u k ­
lu hududu Doğuda Erzurum ve Diyarbekir bölgesini içine ahyordu.
Trabzon bölgesindeki R u m d e v l e t i de S e lç u k lu la r ’ın tâbileri ara­
sında idi. Ayrıca Haleb ve Şam Eyyubluları'nın S elçu k lu la rd ı metbu
tanımış olduklarını biliyoruz.
Yukarıda işaret edilen zamanda Türkiye mamur ve müreffeh bir
ülke halinde idi. S e lç u k lu hânedanı, şuurlu bir iktisad siyaseti güde­
rek birinci derecedeki milletlerarası ticaret yollarını Türkiye'den geçir­
meye muvaffak olmuştu. Bu maksatla, ülkelerini, içlerinde tabib, bay­
tar, hamam ve hattâ çalgı takımı bile bulunan bir kervansaray ağı ile
örmüşler ve ırmaklar üzerine taştan büyük köprüler yapmışlardı, ö te
yandan sağlık işlerine de önem vererek başlıca S e lç u k lu şehirlerinde
hastahâneler inşa edilmiş ve pek çok medrese ile de süslenmişti. İşte
edebî türkçeyi bu medreselerden yetişenler yaratmışlardır. Tabiî
bunlardan bahsederken S e lç u k lu devrinin aşağı yukarı 230 yıl kadar
sürdüğünü, bunun bir asrının B iz a n s la devamlı mücadele, 50 yılının
da Moğol hâkimiyeti ile geçtiğini unutmamalıyız. Böylece S e lç u k ­
lu la r , Türkiye'nin kurucuları oldukları, ülkelerini mamur ve halk­
larını müreffeh kıldıkları ve bir çok bakımlardan orijinal sayılabilecek
bir kültür yarattıkları için Türk milletinin hayranlık ve minnettarlığım
kazanmışlardır. Araştırmalar ilerledikçe onların siyasî, İktisadî ve kül­
türel sahalarda gösterdikleri gayretin ehemmiyeti, şüphesiz daha iyi
anlaşılacaktır.
Yukarda işaret edilen zamanda Anadolu’ daki Hıristiyanlar’m pek
çoğu şehirlerde yaşıyordu. Çünkü, kendilerini devlet en emin bir şekilde
oralarda koruyabilirdi. Bunların ehemmiyetleri ancak devlete munta­
zam vergi veren müstahsil insanlar olmalarından ileri geliyordu; değil
ise siyasî hayatta hiç bir rolleri olmamıştır; İçtimaî hayattaki mevki­
lerine gelince, bu, Irak ve Suriye’deki Hıristiyanlarınkinden farksızdı.
Büyük S e lç u k lu şehirlerinde iğdişler denilen ve başlarında iğdiş
başılar bulunan zümreler görülüyor. Bu zümrelerin, yaşadıkları şehrin
düşmana karşı savunulmasmda hizmet etmek gibi, bilhassa askerî bir
vazife ile mükellef oldukları anlaşılıyor; fakat bu sahada da o kadar
ehemmiyetleri yoktu. Bu zümreler X I I I . yüzyılın sonlarında tamamen
ortadan kalkmışlardır, iğdişler'in kavmî menşeleri iyice bilinemiyor.

XVII
Türkçe bir kelime olan iğdiş, melez demektir. Yâni anası ve babasın­
dan biri Türk olmayan kimse anlamına geliyor ve arabçaya muvelled
(anası arab olmıyan) kelimesi ile tercüme ediliyor. Gerçekten X II.
yüzyılda İran’da yerli kadınlardan doğmuş Türkler'e de arabça eserler­
de Etrâk ul-Muvelledîn (yâni melez Türkler) deniliyordu. Acaba Anado­
lu'daki iğdişler de böyle mi idiler? Fakat, böyle bir ihtimali teyid eden
deliller henüz ele geçirilememiştir. Muhakkak olan bir husus var ise,
onların, siyasi ve askerî sahada olduğu gibi, diğer bakımlardan da e-
hemmiyetli bir zümre olmadıklarıdır. Kaynaklarda, kendilerinden na­
diren ve mübhem bir şekilde bahsedilmeleri de bu husus ile ilgilidir.
Mamafih iğdişlerin dönmeler olmaları mümkündür. S e lç u k lu şehir­
lerinde Türkler'den başka çoğunlukla İran'dan gelmiş san’ atkâr,
tüccar ve okumuş kimselerden mürekkep başka Müslümanların da
yaşadıklarını biliyoruz.
Köylere gelince, bunların ezici çoğunluğu Türkler ile meskûn idi.
Köylülere X III . yüzyılın ikinci yarısında Türk (arabça cemi Etrâk) de
deniliyordu. Bu isim onlara Irak, Suriye ve Mısır şehirlerindeki halkm-
arabça konuştukları halde- arab sözünü sadece göçebe arablar için kul­
lanmalarına bakılarak- devletin mülkî teşkilâtında vazife gören Iranlı
memurlar tarafından verilmiş gibi görünüyor. Bu suretle Türk sözü
köylü anlamına da geldi ki, O s m a n lı devrinde de bilhassa X V II.
yüzyıldan itibaren, daha yaygın olarak ve aynı anlamda O sm a n lı
memur ve aydınlan tarafından kullanılmıştır. S e lç u k lu la r devrinde
üçüncü unsuru Türkmenler, yâni Türk göçebe topluluğu meydana ge­
tiriyordu. Bunlar çok defa kendi kavim adları ile, yani Türkmen sözü
ile anılıyorlardı. Türkmenler nüfus bakımından olduğu kadar siyasî
bakımdan da pek mühim bir unsur idiler.
Türkmenler yani Türk göçebe unsuru Anadolu'da Moğol hâki­
miyetine karşı heryerde yılmadan mücadele etmişlerdir. Çünkü, onlar
yerleşik Türk unsurunun aksine mücadele için gereken teşkilâta, inzibat
ve savaşçılık ruhuna sahip idiler. Yerleşik Türk halkına gelince, bunla­
rın aralarında birleşip kuvvetli bir mücadele cephesi vücuda getirmeleri
mümkün olamıyordu. Şayet Türkmenler olmasa idi Anadolu'daki M o­
ğol hâkimiyetinin çok daha uzun süreceği muhakkak olduğu gibi, mem­
leket haricî istilâ ve fetihlere de her zaman açık kalabilecekti.

Türk göçebe unsurunun, kendisinden çıkmış olan S e lç u k lu ha­


nedanı ile münasebetleri, devletin kurulmasından sonra bozulmuştu.
Bunun başlıca sebebi S e lç u k lu hânedanının, diğer Islâm sülâleleri
gibi para ile satm alınmış, pek çoğu başka Türk kavimlerine mensup

XVIII
memlûk, yani kullardan hassa orduları teşkil etmeleri ve devletin yük­
sek askerî memuriyetlerini onlara vermeleridir. Hânedan bu hassa
ordusuna sahip olduktan sonra kavimdaşlan olan Türkmenler’i ta-
mamiyle denilebilecek bir şekilde ihmal etmiş ve âdeta onları unut­
muştur. Vakıa S e lç u k lu la r ın ve sonra O s m a n lıla r ’m kullardan
müteşekkil hassa orduları kullanmalarına Türk unsurunun zaafa uğra­
masını önliyen âmillerden biri nazarı ile bakmak belki mümkündür.
Ancak, bütün yüksek askerî memuriyetlerin bu hassa ordusu mensup­
larının elinde olması, asker bir kavim olan Türkler arasında geniş tepki­
ler yaratmıştır. Bu tepkiler S e lç u k lu devleti’nin zayıflama ve yıkıl­
masında mühim bir âmil teşkil ettiği gibi, O sm a n lı ip m p a r a t o r lu -
ğu’ nun gücünü yitirmesine ve Türk halkının büyük felâketlere uğrama­
sına ve Anadolu'da, geniş tahribatın yapılmasına da sebeb olmuştur.
Diğer taraftan saltanat verâseti işinin değişmez bir kaideye bağlanma­
mış olması da iç savaşların çıkmasında ve Türk devletlerinin zayıfla­
ma ve yıkılmasında diğer mühim bir âmil idi. Bunlardan başka emir­
ler ve beğlerin hükümdarlarına kızıp itaatsizlik gösterdikleri ve isyan
çıkardıkları da sık, sık görülen olaylardandır. Fakat bu vâkıalara rağ­
men, nasıl oluyor da Türkler bu kadar uzun bir zaman siyasî hâkimiyet­
lerini devam ettirebildiler ? Şüphesiz bu husus yalnız onların askerlik ka­
biliyetleri ve ana yurttan daimî surette beslenmeleri ile izah edilemez.

Moğol istilâsı, eski Türk âlemini tamamen ortadan kaldırmış, Tür­


kistan ve Orta-Doğu'da korkunç kıyımlar ve tahribat meydana getirdiği
gibi, mamur ve müreffeh Anadolu’nun da ızdırablı bir devir geçirmesine,
sebep olmuştu. Bununla beraber Moğol istilâsı ve hâkimiyetinin Batı
Türklüğü bakımından birçok müsbet mühim neticeleri de olmuş­
tur. Evvelce de işaret edildiği gibi, Oğuz yahut Türkmen kaviminin
Türkistan ve İran’da, yaşayan kümelerinin pek çoğu bu istilâ sebebi
ile Anadolu'ya gelmişti. Bu suretle Anadolu, maddeten ve manen Oğuz
Türklüğü'nün yurdu vasfım kuvvetli bir şekilde almıştır. Diğer taraf­
tan Moğollar kendileri ile birlikte başka Türk kavimlerine mensup pek
çok insan da getirmişlerdi ki, bunlar da Yakın-Doğu Türklüğünü kuv­
vetlendirmiştir. Üçüncü olarak Yakın-Doğu'da Türk kültürünün Fars
ve Arab kültürleri yanında üçüncü bir kültür olarak kuvvetle yer al­
ması da Moğol hâkimiyeti devrinde görülmektedir. Bu arada İran'daki
Moğol sarayında kuvvetli bir Türklük şuuru doğmuş ve bunun sonu­
cunda meydana getirilen eserler, Batı-Türkler'i yani Türkmenler'de
de kavmî duyguların daha şuurlu ve daha yaygın bir hale gelmesinde
mühim bir âmil teşkil etmiştir.

X IX
Beğlikler devri, S e lç u k lu ve O s m a n lı hâkimiyetleri arasındaki
devirdir. Bu devrin başlıca vasfı S e lç u k lu la r zamanında alın­
mayan bölgelerin fethedilmesi, Türk nüfusunun ve kültürünün başta
şehirler olmak üzere her yerde çok kuvvetli bir hâkimiyet kurması,
türkçenin edebî ve resmî dil olarak farsçaya karşı rakipsiz bir mevkie
yükselecek surette bir gelişme göstermesidir. Diğer taraftan Anadolu'­
nun büyük bir kısmı yabancıların gıptasını çekecek derecede, bolluk
içinde idi. Her biri bir bölgenin sahibi olan beğlerin, ülkelerini mamur
etmek için ellerinden gelen gayreti esirgememiş oldukları görülüyor.

Hâlis bir Oğuz Türkmen olan O sm a n lı h a n e d a n ın ın Anadolu'da


yaptığı iş, Burso’ dan Boğaz-Içi'ne kadar olan Marmara bölgesini fet­
hetmesidir. O sm a n lı hânedanı tarih sahnesine çıktığı zaman Ana­
dolu'daki Türk cemiyeti çoktan teazi etmişti. Bu hanedan türk ce­
miyetinin başına geçince orada herşeyi hazır buldu. O s m a n lıla r
batıda, Rumeli yakasında, fetihlerde bulunurlarken, doğuda da Kora-
Koyunlular T im u r ’un istilası ile geciken Iran istikametindeki fetih­
lerini, X V . yüzyılın başlarından itibaren tahakkuk ettirmeye giriştiler.
Böylece Anadolu'dan her iki yönde fetih yolu ile yayılma hareketleri
yapılmaya başlandı. Batı yönündeki yayılmayı Batı-Anadolu, Mar­
mara bölgesi ve kısmen de Orta-Anadolu'daki Türk oymakları ve yer­
leşik Türk halkı, Iran yönündekini de Doğu ve Güney-Doğu-Anadolu'-
daki Türk oymakları besliyordu. Bu yayılmaların nüfus yoğunlaşması
ve İktisadî sıkıntılar ile ilgili olmadığı muhakkaktır. Çünkü Anadolu-
nun X V I. yüzyıldaki nüfusunun takriben 4-5 milyondan fazla olma­
dığım biliyoruz.
İran yönündeki göç hareketi, Kara-Koyunlular'dan sonra Ak-Koyun-
lular ve Safevîler zamanında da devam etti. Hattâ O s m a n lıla r bütün
Anadolu'ya, hâkim olduktan sonra, X V I. yüzyılın ikinci yarısında da,
Anadolu'daki İran'a göçmeler vukübuldu. Bütün bu göçmeler sonucun­
da Azerbaycan, daha doğru bir ifade ile Kuzey Batı-lran, Rum-eli gibi,
Anadolu'nun kavmî bakımından bir uzantısı halini almıştır.
Askerî sahada olduğu gibi, mülkî idarede de mükemmel bir teşkilâta
sahib bulunan O sm a n lı devleti Balkanlar'a devamlı, düzenli ve gelişen
bir hayat getirmişti. Bundan Müslüman unsuru kadar Hıristiyanlar da
faydalandılar. Türkler Rum-eli'nde yoğun bir şekilde bilhassa kuzeyde
Varna, batıda Tatar-Pazarı ve güneyde Kavala arasındaki bölgede
yurt tutmuşlardı. Bunlar, işaret edildiği gibi, Batı-Anadolu, Marmara
bölgesi ve Orta-Anadolu dan gelmişlerdi ki, bunun hatırası Rum-eli
Türkleri arasında unutulmıyarak zamanımıza kadar yaşamıştır. Adı

XX
geçen bölge hemen her bakımdan Anadolu'nun bir uzantısı mahiyeti­
ni almıştı. Burada da, Anadolu’da olduğu gibi, şehir ve köylerdeki
Türkler'ın yanında, göçebe yaşayışı sürdüren ehemmiyetli sayıda Türk-
ler de vardı ki, bunlara da Yörük denilmekte idi. Rum-eli'ndeki Yü-
rükler, türlü kollara ayrılıyor ve yaşadıkları bölgelerin adları ile anılı­
yorlardı: Tanrı-Dağı Yürükleri ( Gümülcüne, Karasu Yenicesi, Drama
ve Kavala’da), Nal-Döken Yürükleri ('bugünkü Bulgaristan'da), Se­
lanik Yürükleri (Makedonya ve Tesalya'da) Vize Yörük-leri (Vize,
Lüle-Burgaz-, Çorlu ve Hayra-Bolu), Kocacık Yürükleri (Edirne, K ıık-
lar-Eli, Baba-Eski ve bugünkü Bulgaristan’ın bazı yerlerinde).

Yürükler, O s m a n lı askerî sistemi icabı, devletin kuvvetli bulun­


duğu X V I. ve X V II. yüzyıllarda daha ziyade yardımcı birlikler olarak
kullanılmışlardır; ancak X V III. yüzyılda asker sıkıntısı çekilmeye
başlanınca ruhlarım okşamak için Evlâd-ı Fâtihan (fatihlerin oğulları)
adı verilerek silâhlı kuvvetler arasına sokulmuşlardır.
Balkanlardaki Türk hâkimiyeti bu bölgedeki Hıristiyan milletler
üzerinde derin medenî tesirler yapmıştır. Bu gün de, bu milletlerin dil­
lerinde ve günlük yaşayışlarında bu tesirlerin izleri görülür. Bilindiği
gibi, Balkanlar'daki Türk hâkimiyeti sonucunda Boşnaklar ile Arna-
vudlar'm çoğu ve Bulgarlar'dan bir topluluk (Pomaklar) da Müslüman
olmuşlardı. Fakat bunların türkleşmemelerinin tek bir sebebi vardı ki,
o da aralarına yeter derecede Türk nüfusunun girmemiş olmasıdır.

O sm a n lı devletinin, Kuzey-Afrika İslâm ülkelerini Avrupalılaş­


ın istilâsından kurtardığı bir vâkıadır. Şayet bunda başarı göstermese
idi, kuvvetli ihtimal ile şimdi oraları Hıriştiyan ülkeleri olarak göre­
cektik. Ne Arab unsuru, ne de Berberiler, Ispanya’yı olduğu gibi, K u ­
zey-Afrika'yı da koruyabilmişlerdi.

Kuzey-Afrika'daki üç ülke yâni, Cezayir, Tunus ve Taı ablus, Türk-


ler tarafından ocak adı verilen bir askerî teşkilâtla idare edilmiştir. Bu
ocaklara alınacaklarda aranılan en mühim vasıf, onların hâlis Anadolu
Türk'ü olmaları idi. Arablar ve Berberiler ocaklara alınmadıkları gibi,
babaları Türk ve anaları yerlilerden olanlar da yüksek memuriyetlere
geçirilmiyorlardı.
Ocaklar, ihtiyaçları olan Türkleri Batı ve Güney-Batı Anadolu’dan
temin ediyorlardı. Bu maksadla gönderilen heyetler, Batı-Anadolu'daki
şehir ve kasabaları dolaşarak pazar yerlerinde: “ y o r u lm a d a n a k ç e
k a z a n m a k , t e r le m e d e n ö lm e k is t e y e n le r b a y r a ğ ım ız a lt ın a
gelsin” sözlerini nida ettirip asker devşiriyorlardı. Bu gidenler arasm-

XXI
da âşıklar da bulunuyordu ki, söyledikleri lürkçe şiirler zamanımıza ka­
dar gelmiştir. Cezayir ocağınm reisine verilen dayı unvanı da Anadolu
Türklerinin tanımadıkları büyüklerine, annelerinin kardeşlerine olduğu
gibi, dayı demelerinden ileri geliyor. Zamanımızda Batı-Anadolu’’ da
Orta-Anadolu dan gelen işçilerin başında bulunanlara verilen dayıbaşı
sözü de ayııı telâkki ile ilgilidir. Böylece Batı ve Güney-Batı-Anadolu,
babayiğit evlâdlarının bir kısmım da, çoğu bir daha dönmemek üzere,
uzun bir zaman Kuzey-Afrika'ya, göndermiştir. Bu gün bile Anadolu'da
“ A k ş a m d a n C e z a y ir ’ e g id e n ç o k o lu r ” şeklinde bir atalar sözü
vardır.
O sm a n lı devletinin giriştiği uzun süren harblerde yenilgilere
uğraması Anadolu'daki hâkimiyetini son derecede zayıflatarak bu
ülkede irili ufaklı derebeği de denilen âyânlarm ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Bunların devri, aşağı yukarı bir asır devam etmiştir3, işte
bu âyânlar devrinde Batı-Anadolu'da Aydın, İzmir ve Manisa vilâyet­
lerinde Zeybeklerin de ortaya çıktığı görülüyor. Bunlar devlet kuv­
vetine karşı geliyorlar ve zenginlerden sızdırdıkları paralar ile geçini­
yorlardı. Z eybek , kelimesinin nereden geldiği heııüz aydınlatılmamış
olduğu gibi, bunların zuhurunda o bölgedeki oymakların âmil olup
olmadıkları da iyice bilinemiyor. Zeybeklerin faaliyetlerine bir türlü
son veremeyen devlet, savaşçılıklarından dolayı onları ücretli asker
olarak ordusunda kullanmıştır.
X V I. yüzyılın başında Hind ticaretini eline geçiren Portekizliler
Güney ve Doğu-Arabistan için ciddî bir tehlike teşkil etmişlerdi. Os-
m a n lı hâkimiyeti bu tehlikeyi de uzaklaştırdı. X V I ve X V II. yüzyıl­
larda Arabistan'da Türklere, umumiyetle, Karamanı deniliyordu. Bu
husus her halde oraya gönderilen askerlerin çoğunun Karaman eyâle­
tinden olması ile ilgilidir. Anadolu Türkleri, yiğitlikleri ile Arabistan'da
-Yemen de dahil olmak üzere-büyük bir ün kazanmışlardı. Ancak Ye-

3 Anadolu'daki bu âyânlar v ey a derebeğileri devri de en ilımal edilmiş konulardan biri­


dir. Ö yleki bu nlan n en mühimi olan Çapan-oğullaTi’nm. asıl adının ne olduğu bile ortaya konm a­
mıştır. Çapan-oğulları tarafından Yozgat*da. yaptırılm ış büyük cam inin hazîresinde gördüğüm
kitâbelerin en eskileri» ailenin adının ne Ç a p a n , ne de C e b b a r olm ayıp Ç a p a r olduğunu gös­
teriyor:

ç — \\ \ 4***» ü jj ipi 4J j \
) \ VA < j 4 J j

Bunlara göre ve jL > - t kelim esinin yanlış okunmasından m eydana gelmiş ve


aile bu yanlış isim ler ile tanınmıştır. Bu aileye ait kitâbeler, gerekli izahatla birlikte, yakında
tarafım ızdan yayınlanacaktır.

X X II
mere’ e gönderilen Türkler'in mühim bir kısmı vatanlarına dönemiyor­
lardı. Bu, H a z r e t -i Ö m er’ i bile dehşete düşüren vahşi görü­
nüş ve davranışlı Yemenli Arab boylan ile çarpışmaktan ziyade has­
talıktan ve bakımsızlıktan ileri geliyordu. Yemen’den geri dönemeyen
Türk gençlerinin milletimizin bağnnda açtığı yaraları ifade eden hüzün­
lü türkülerin hâlâ çağırılmakta olduğu malûmdur.

O sm a n lı devleti, bu günkü sınırları içinde Türkiye'yi, ancak


K a n u n î devrinde idaresi altma alabilmişti. Bu idarenin, mahiyeti
icabı, Anadolu'da girdiği yerde, bilhassa köylüler ve göçebeler tarafın­
dan memnunlukla karşılandığım ileri sürmek güçtür. Bu sebeple X V .
ve X V I. yüzyıllarda görülen mezhebi ayaklanmalarda bile O sm a n lı
idare sisteminin mahiyetinin ve onun kötü uygulanmasının büyük bir
payı olduğu şüphesizdir. X V I. yüzyılın sonlarında çıkan İran ve Avus­
turya harpleri ve onunla yakından ilgili bulunan korkunç C e lâ li a-
y a k la n m a la r ı Anadolu’daki, umumî hatlarını muhafaza ederek
gelen, eski İçtimaî düzeni tamamen ortadan kaldırdı. Memleket harab
bir duruma, halk da derin bir yoksulluk içine düştü. Her yerde köklü
ailelerin, yani beğ sınıfının pek büyük bir kısmı yok oldu; geri kalan­
ları da İktisadî bakımdan fazla bir zarara uğramadılarsa da devlet
karşısında olduğu gibi, çevrelerindeki halk içinde de siyasî itibarlarını
kaybettiler. Hattâ bunlann bir çoklan basit davranışlı, sefahate mey­
yal ve yoksullara yardımdan uzak insanlar haline geldiler. Bu sonun­
cuların zamanımıza kadar gelen mensuplannda da aynı hal görülür.
Halbuki “ b e ğ lik v e r m e k le , y i ğ i t l i k v u r u ş m a k la o lu r ” atalar
sözünde de ifade edildiği gibi, Türk halkı, en eski zamanlardan beri han,
sultan, beğ ve ağalara kendilerine hizmet etmek ve yardımlarda bulun­
makla görevli insanlar gözü ile bakıyorlardı. Avrupa asilzâdesinin ve
kırallarının saraylar, şatolar yaptırmaları karşısında bizimkilerin İçti­
maî eserler vücûda getirmeleri bilhassa bu telâkkiden gelmektedir.
Böyle yapılmadığı takdirde “ el mi y a m a n b e ğ m i y a m a n , el y a ­
m a n ” atalar sözünün de gösterdiği üzere ağalar ve beğler mevkilerini
muhafaza etmekte güçlükler ile karşılaşıyorlardı.

Şehir halkı zikredilen olaylardan ancak iktisaden zarar görmüştü.


Anadolu şehirlerinde Beğlikler devrindeki Ahilerin halefleri olan esnaf
ve san’atkârlar zümresinin bu olaylardan müteessir olup olmadığı he­
nüz incelenmemiştir. K öylü sınıfına gelince, asıl darbeyi yiyen bu sınıf
olmuştur. Bu olaylar köylü sınıfına yoksulluk ve nüfus kaybı gibi bü­
yük felâketler getirmiştir ki, uzun asırlar boyunca bu sınıf kendi ken­
dine bu kayıplarım telâfi edememiştir. Köylü sınıfı arasında açılan

X X III
bu derin yaraları nüfus bakımından ancak Türk oymakları kapatmağa
çabşrmşlardır.
Göçebe Türk topluluklarına gelince, adı geçen olaylar onlar üze­
rinde de tesirini göstermiş ve istisnasız hepsinin düzenleri bozulmuştur;
bazıları dağılmışlar veya dağılma derecesine düşmüşlerdir; bazıları da
eskiden beri yaşadıkları yurtlarından ayrılarak başka yerlere göç et­
mek zorunda kalmışlardır. Bununla beraber göçebe unsur, hareket
kabiliyeti sayesinde iç karışıklıklar, harbler, salgın hastalıklar, sıtma
ve kıtlıkların tesirlerine, köylü ve şehirlilere nazaran daha az maruz
kalmıştır. Bu sebeple onlar nüfus bakımından daha çok artmışlardır.
Bu keyfiyet'ise oturak Türk halkı arasında meydana gelmiş olan geniş
boşlukların doldurulmasında pek mühim bir âmil olmuştur.
Türk göçebe toplulukları O sm a n lı devrinde de Orta-Asya’dan.
getirdikleri koyun ve at besliyorlar ve yine onlar gibi deveyi de taşı­
ma vasıtası (yüklet) olarak kullanıyorlardı. O sm a n lı devleti’nin de
seferlerde askerin azığını develer ile taşıttığını biliyoruz.
Türk topluluklarının mühim bir kısmının çadırları X I X . yüzyılda
dahi, anayurttan getirilmiş olan ak keçeden yapılmış değirmi çadır­
lardı. Bu Türk çadırları Yakm-Doğu’ da İslâmiyetten önce de tanınmıştı.
Hattâ H a z r e t i P e y g a m b e r in bile seferlerde Türk çadırında otur­
duğu söylenir. Kıldan mamul kara çadırların kullanılması yoksullaş­
ma ile ilgili görünüyor. Kıl çadırları münhasıran keçi besleyen, otur­
dukları yerler sarp ve otlakları dar olan Yörükler kullanıyorlardı. Fa­
kat Türkler’ in asıl millî çadırları, işaret edildiği gibi, ak keçeden yapıl­
mış değirmi çadırlardır.
Anadolu’daki Türk cemiyeti bir birini izleyen uzun ve yorucu
harbler, salgın hastalıklar ve kıtlıklar sebebi ile bir daha eski kuvvetini
elde edemedi. Hattâ X I X . yüzyılda Avrupalı seyyahlar, Hıristiyan­
ların aksine Türk milletinin mahvolmaya doğru gittiğini müşahade
etmişlerdir. X V I. ve X V II. yüzyıllarda çoğu Türk aslından olmayan
O sm a n lı müellifleri, Anadolu Türkleri’ne ve bilhassa köylülere
Etıâk-i bîidrâk demişlerdir. Fakat bu müellifler ve bütün O sm a n lı
idarecileri, Anadolu Türkleri’nin devletin asıl dayanağını teşkil ettik­
lerini idrâk edememişlerdir. Böylece Türk cemiyetine zaaf gelince
O sm a n lı devleti de kudretini kaybetti. O sm a n lı, son asırlara kadar
Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla harcamış,
fakat ona hiç bir şey vermemiştir. Bu yüzden Anadolu Türkleri yoksul
ve geri kalmış bir cemiyet, Anadolu da harab bir memleket haline gel­
miştir. Anadolu halkı arasında idarecilere O sm a n lı adı veriliyordu.

X X IV
Bu adın verilmesinde, mensuplarının saray ve ocaktan yetişmeleri ile
kavmî bakımdan Türk halkından çıkmamalarının başlıca âmiller ol­
duğu muhakkaktır. Anadolu Türkleri bunlara âdeta yabancı ve müs­
tevli bir zümre gözü ile bakıyorlardı. O sm a n lı sınıfının mensuplan,
Anadolu halkına bilhassa köylü ve göçebelere göre mağrur, haşin, h iy
lekâr, sözünde durmaz, vefâsız ve gayri âdil insanlardır4. Gerçekten
X I X . yüzyılda Anadolu’yu gezen Avrupalı seyyahlar Anadolu Türk-
leri’nin yoksulluklarına rağmen, asil ruhlu, namuslu insanlar olup,
kötü idareciler elinde yoksul ve geri kalmış bir duruma düştüklerini
yazarlar ki, bunun bir gerçek olduğu şüphesizdir.

4 Bu gün Doğu-Anadolu*da. şu deyiş hâlâ hatırlanmaktadır.


“ Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yo/c, biçende yok
Yemede ortak Osmanlı”

XXV
1 .

Bölüm
Oğuzların Tarihi

A. OĞUZLAR’A DÂİR EN ESKİ BİLGİLER

1 - Oğuz Âdmuı Menşei:

Oğuz adının menşei hakkında bir çok fikirler ileri sürülmüştür.


Ünlü Macar bilginlerinden J. N e m e th , Oğuz sözünü ok-(-uz şeklinde
tahlil etmiştir. Ona göre ok, boy (kabile), wz” de cemi edatıdır1. Böylece
Oğuz, boylar demektir. Gerçekten okun eski zamanlarda b oy anlamına
geldiği biliniyor. B a tı G ö k -T ü r k devleti on boya dayanmakta olup,
bu on boya “ on-ok” denilmekte idi.
Okun boy anlamına geldiğinin izi Oğuz elinin boy teşkilâtında da
görülmektedir. Oğuz eli, bilindiği gibi, iki kola ayrılmakta, bunlardan
birine Boz-Ok, ötekisine de Üç-Ok adı verilmektedir, ikinci adın üçok’ dan
meydana geldiği muhakkaktır. Ancak başta W . B a n g olmak üzere,
bazı âlimler Oğuz’ da ğ sesinin olması dolayısıile N e m e th ’in bu fikrine
itiraz etmişlerdir2. Son yıllarda ise Oğuz adının aslı hakkında başka
izah tarzları ortaya atılmıştır5. Biz J. N e m e th ’in fikrini kabul etme­
ye mütemayiliz4.
Bilindiği üzere, Orta-Asya'da ilk defa olarak teşkilâtlı ve büyük
bir imparatorluğu, Çinliler’in Hiung-nu adım verdikleri kavim kurmuş-

1 Bu hususta bk. H ü s e y in N a m ık O r k u n , Oğuzlarca dâir, A nkara, 1935, s. 4 -5 .


2 W . B a n g ve G .R . R a h m e t i, Oğuz Kağan destanı, İstanbul, 1936, s. 6.
3 Bk. D. S in o r , Oğuz Kağan destanı üzerinde bazı mülâhazalar, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk D ili ve Edebiyatı Dergisi, s. 1-14; M. L o u i s B a z in , Notes sur les mots
“ Oğuz” et “ Türfc” , Oriens., 1953, V I, s. 315-322.
4 Bu mesele üzerindeki diğer fikirler için, bk., J a m e s H a m ilt o n , Toquz^Oguz et On
Uygur, Journal Asiatique, annee 1962, s. 25-26.

1
tur. Bu kavim, ilim âleminde “ Türk” asılb kabul edilmiştir. Çin kay­
naklarında Gök-Türkler’ in, U y g u r lav'm ve Kırgızlar’ m Hiung-nular’m
soyundan gösterilmeleri şüphesiz hu hususta en mühim delillerden
biridir. Türk devlet teşkilâtının gerçek kurucuları olan Hiung-nular,
Milâdtan önce III. yüzyılın sonlarında komşularının çekindiği kudretli
bir kavim haline geldiler. M.O. 209 yılında bu kavmin haşma Çinliler’-
in M a o -T u n (yahut M e-T e) dedikleri bir hükümdar geçti.

M a o -T u n , faaliyetlerinden anlaşıldığı üzere, Türkler’in tarihçe


bilinen ilk büyük hükümdarıdır. Çin kaynaklarında, rivayet olarak
anlatıldığına göre, M a o -T u n , genç bir şehzade ikeıı üvey annesinin
şiddetli tesiri altında bulunan babası T e o m a n tarafından, Hiung-
nular’m güney-batı komşuları Yüe-çiler’ e rehine olarak verilmiş, sonra
da T e o m a n bu kavme saldırmıştı. Bundan maksat Yüe-çiler’in oğ­
lunu öldürmelerine vesile vermekti. Gerçekten Yüe-çiler öldürmek
için M a o -T u n ’ u aradılarsa da bulamadılar. Çünkü M a o -T u n uğ­
rayacağı feci âkiheti anlayarak kaçmış ve babasının yanına gelmişti.
T e o m a n oğlunun bu başarısından çok memnun görünerek ona, has­
sa tümeninin kumandanhğını verdi. Fakat, M a o -T u n , babasmın
kendisine yapmak istediği kötülüğü unutmayarak bir fırsatını bulup
T e o m a n ’ı ve onun yakınlarını öldürdü. Bu suretle Hiung-nu tahtına
geçen M a o -T u n yaptığı seferler ile devletinin hudutlarını genişlete­
rek zamanın en kudretli hükümdarlarından biri oldu5.

M a o -T u n ve haleflerinin bir sıra yüksek çifte kumandanları o-


lup, bunlar birbirlerinden sol ve sağ olarak ayrılıyorlardı. Bundan
Hiung-nu imparatorluğunun dayandığı elin sol ve sağ olmak üzere
iki kola ayrılmış idiği neticesi çıkarılabilir. Yine Çin kaynakları geniş
Hiung-nu imparatorluğunun 24 kumandan tarafından idare edildiğini
yazıyorlar6. Bundan da Hiung-nu elinin 24 boydan meydana geldiğini
söylemek mümkündür.

Yine bilindiği gibi, X IV . yüzyılın, başlarında yazılmış olan Oğuz-


lar’m destanı tarihlerinde7, T ü r k le r ’in ilk fatih hükümdarı olarak
O ğu z H a n ’dan bahsedilir. Hattâ burada da, Oğuz’un dinî inancından
dolayı, babası K a r a -H a n tarafından öldürülmek istendiği, fakat
onun yapılan savaşta galib gelerek babasını öldürdüğü söylenir. Diğer

5 D e G r o o t , D ie Hunnen der Vorchristlichen Zeit, Berlin-Leipzig, 1921, s. 49-50; W .


H .M c G o v e r n , The Early empire o f central A sia, Chapel Hill, 1939, s. 116.
6 D e G r o o t , aynı eser, s. 55-56; W .H .M c G o v e r n , aynı eser, s. 117-118.
7 Bu eser hakkında Ü çüncü Bölüme bk.

2
taraftan Oğuz elinin Sağ ve sol olmak üzere iki kola ayrıldığım, sağ
kola Boz-Ok, sol kola Üç-Ok denildiğini ve Oğuz elinin 24 boydan mey­
dana geldiğini biliyoruz.
Bir çok müellifler, zikredilen şu benzerliklere bakarak efsanevî
O ğ u z H a n ’ın tarihî M a o -T u n olması ihtimalini ileri sürmüşlerdir.
Biz bu mesele üzerinde ancak şu hususlara dikkati çekmek istiyoruz:
Oğuzlar’ın desta.nî tarihleri, M a o -T u n ’ dan aşağı yukarı 1500 yıl sonra
yazılmış olup, bu destanı tarihin O ğ u z -H a n ’ a aid bölümünün, millî
bir gaye ile aydm bir Türkün muhayyilesinden çıktığı anlaşılıyor. Di­
ğer tardftan Oğuzlar’m 24 boydan meydana geldikleri hakkındaki bil­
gimiz de X I. yüzyıldan daha geriye gitmemektedir.

2 - Barlık Irmağı Kıyılarında Oğuzlar:

155 yılına doğru Orhun bölgesinde Hiung-nular’ıa. yerini Sien-


Piler aldılar. Onlara da Juan-Juanlar halef olduktan sonra 552 tari­
hinde G ö k -T ü r k im p a r a t o r lu ğ u kuruldu. Bu imparatorluk o za­
mana kadar Orta-Asya’ da kurulmuş devletlerin en büyüğü idi. Bugün­
kü bilgimize göre, Türk diline ait en eski hâtıralar da G ö k -T ü r k im­
paratorluğu devrine aittir. Bu hâtıraları başlıca mezar kitabeleri
teşkil ediyor. Bunlar Orhun ve Yenisey kitâbeleri i olmak üzere ikiye
ayrılır. Orhun kitâbeleri V III. yüzyıldan kalm adır., Yenisey’dekilerin
daha eski bir zamanda, pek muhtemel olarak da V II. yüzyılda yazıl­
dıkları anlaşılıyor, işte Oğuz adına ilk defa olarak bu Yenişey kitâbe-
lerinden birinde rastgelinmektedir. Ulu Kem’ e dökülen Barlık çayı
kıy smdaki bu kitâbe aynen şöyledir:

1 - Er erdemi atım tabdım erdemi... (üçün ?)

2 - Öz Y iğ e n A lpT u r a n Altı Oğuz budunda üç yegirmi (ya


şımka) adırıldım
3 - Beg erikime sizime adırıldım.

Bugünkü Türkçe İle :

1 - Er erdemi adımı buldum erdemi... (için ?)

2 - Öz Y iğ e n A lp T u r a n Altı Oğuz kaviminden on üç (yaşımda)


ayrıldım
3 - Beğlik nüfuzumdan, sîzlerden ayrıldım8.

8 H ü s e y in N a m ık O rku n, Eski Türk yazıtları, (T. D. K..), İstanbul, 1940, III, s. 61.

3
Anlaşılacağı üzere, bu kitâbe -eğer doğru okunmuş ise- altı b oy
halinde olan Oğuzlar’m kitâbenin yazıldığı zamanda Barlık yöresinde
yaşadıklarını gösteriyor. Bu zamanın biz V II. yüzyıl (lik yansı veya
ortaları) olduğuna kaniiz. “ Altı Oğuz budunda” ibaresi de altı boydan
müteşekkil Oğuz eli (kavmi) demektir. Aynı asrın ikinci yansından
sonra Oğuzlar Tula ırmağı kıyılarında iken dokuz boy halinde idiler.
Hattâ K ü l- T e g in ve B ilg e K a ğ a n ’a ait kitâbelerde geçen “ Üç-
Oğuz süsü” (Üç-Oğuz ordusu) ibâresinden Oğuzlar’m , o zamanlar biri
“ Üç-Oğuz” , diğeri “ Altı-Oğuz” olmak üzere iki kola ayrıldıklarını tah­
min etmek mümkündür. Acaba Oğuzlar, Barlık ırmağı kıyılarında iken
de dokuz boydan müteşekkil olup, kitabede bunlardan yalnız Altı-
Oğuz kolu mu ifade edilmektedir? Bize kalırsa, Oğuzlar’m kitâbe za­
manında (yani V II. yüzyılın birinci yarısında veya ortalarında) alt
b oy halinde olduklarını düşünmek daha doğrudur. Kitâbedeki “ bu­
dun” sözü her halde Oğuzlar’ın hepsini içine almaktadır. Oğuzlar’va.
V II. yüzyılda altı boydan müteşekkil olmaları bizim için şu bakımdan
dikkate değer. Câmi ut-tevârih’deki Oğuz ensabı kısmında 24 boyun,
müsavi sayıda olmak üzere, O ğ u z H a n ’ın altı oğlundan türedikteri
yazılmaktadır. Fakat daha ilgi çekici husus, her dört boyun (damga­
ları ayrı olduğu halde) müşterek bir u n g un a sahip olmalarıdır. Bu
vâkıa yirmi dört Oğuz boyunun da eski zamanlarda altı boy halinde
yaşadığını gösterir. Bu altı u n g u n u n hepsi de ormanlık bölgelerde
yaşayan avcı kuşlardır9.
Barlık kitâbesinin Allı-Oğuzlar’ın beğinin mezar kitâbesi olduğu
görülüyor. Öz Y iğ e n A lp T u r a n adını taşıyan bu beğ 13 yaşında,
daha delikanlılık çağına basmadan vefat etmiştir T u ra n adı (bu gün­
kü söylenişi ile Duran) eskiden Türkiye’ de çok konulmuş olup, bugün
de daha ziyade kadınlara verilmek üzere, köylerde kullanılmaktadır.
Barlık bölgesinde bundan başka daha üç kitâbe bulunmuştur. Bunlar
K ö n i T ir iğ , B a y n a S a n g u n oğlu K ü lü ğ Çur ve üçüncüsü de
adı okunamayan beğlerden birine aittir10. Bunlarda her hangi bir kav-
min adı geçmiyorsa da onlann da birincisi gibi, Oğuz beğlerine ait ol­
ması muhtemeldir. Aşağıda görüleceği üzere K u t lu ğ , G ö k -T ü r k
devletini kurmaya giriştiği sırada, Oğuzlar T u la ırmağı kıyılarında

9 Ulu-Kem ile ana Kem (Y e n is e y )’ in yukarı yatağının T ürkleşin asıl ana yurdıı olan b ö l­
geye dahil olduğu mukakaktır. Issık Göl dolayları ve Sir-Derya’nm kuzeyindeki bozkırlar şüp­
hesiz Türkler1in asıl ana yurdunu teşkil eden bölgenin dışında kalıyordu. Türkler bozkır haya­
tından önce orman hayatı yaşadılar m ı, yaşamadılar mı, her halde bu hususun iyice araştı­
rılması icab etm ektedir.
10 E .T . yazıtları, I II, s. 62-64.

4
yaşıyor ve bir kağana sahip bulunuyorlardı. Bu sebeble Oğuzlar’m
Tula boyuna gelmelerinin G ö k -T ü r k devletinin 630 yılındaki yıkılı­
şından sonra olduğu muhakkaktır. Aynı şekilde Kemçik’ e dökülen
Çirgak çayı boylarındaki Edizler de11 güney batıya inerek Oğuzlar’m
yanında yurd tutmuştur. Her iki teşekkülün bu yer değiştirmede bir­
likte hareket etmiş olmaları muhtemeldir.

3 - Tula Boylarında Oğuzlar:

Gök-Türk şehzadelerinden K u t lu ğ ’un, devletini kurduğundan


takriben 80 yıllık bir zaman için millî kaynaklara sahip olduğumuz
malûmdur. Bu kaynaklar Orhun kitâbeleridir. Bu kitâbelerde ırkî ma­
hiyeti ve siyasî hüviyeti ne olursa olsun, her siyasî ve kavmî teşekkül,
budun kelimesi ile vasıflanıyor: Türk budun, Tabgac budun, Kıtay bu­
dun, Oğuz budun, Kırgız budun. Göçebe budunlar bir çok boylardan
(kitâbelerdeki b od ?) meydana gelmiştir: Dokuz-Oğuz, Üç-Karluk, Do-
kuz-Tatar. Boylar da her halde obalara ayrılmakta idi.

Türkiye türkçesinde, eskiden budun ve kavim karşılığı olarak


el (il) sözünün kullanıldığı görülüyor. Eli meydana getiren teşekkül­
lere boy, boyları meydana getirenlere de oba deniliyor.

ikinci G ö k -T ü r k devleti kurulduğu esnada Orta-Asya’ daki si­


yasî ve kavmî durum şöyle idi:

T ü rk b u d u n.-Âbidelerdeki “ Türk” adı kavmî bir isim olup, bu


adı türkçe konuşan bütün kavimler’in değil, onlardan yalnız birinin
taşıdığı hususu vazıhtır. Hanedan bu kavme mensup bulunmakta ve
devlet de en başta bu kavme dayanmaktadır. Türk adının t ö r ü m e k
(doğmak, dünyaya gelmek) fiilinden geldiği baklandaki A. V a m b e r y ’-
nin fikri bize daha doğru görünmektedir. Bu fikre göre, Türk (aslında
törük, türük=türk) doğan, dünyaya gelen demektir (yörümekten yü­
rük gibi). Türk kelimesi kuvvet anlamında yalnız Gök-Türkler’ den çok
sonra, X - X I I I . yüzyıllara ait Uygur metinlerinde görülebiliyor; yani
Türk adının zuhurundan çok sonra, muahhar bir zamanda ve tek bir
Türk kavimine ait metinlerde rastgelinmektedir. Bu husus, kelimenin,
bu anlamda (yani kuvvet) eski bir maziye sahip bulunduğundan bizi
şüphe ettirmektedir. Fazla olarak, Türk kelimesinin Uygurlar arasın­
da kuvvet ve kudret anlamında kullanılması, Gök- Türkler’in şerefli
hâtıralarından, büyük ünlerinden gelmiş olabilir.

11 E.T, yazıtları, III, s. 80.

5
O ğu zlar-Onların başlıca Tula boylarında yaşadıkları anlaşılıyor.
K u t lu ğ harekete geçtiği esnada pek muhtemel olarak ötügen yöresi
de ellerinde idi. Oğuzlar’m bu esııada başlarında bir k a ğ a n bu­
lunuyordu. Âbidelerde zikredilen “ B az K a ğ a n ” ın bu k a ğ a n olduğu
anlaşılıyor. Onların devlet teşkilâtlan ve hâkimi bulunduklan toprak­
ların sınırlan hakkında bilgimiz yoktur. Oğuzlar bu zamanda dokuz
boydan müteşekkil idiler. Âbidelerde bazan onlardan bu sıfatla (D o-
kuz-Oğuz), çok defa sadece Oğuz olarak bahsedilir.
B ilg e T o n -Y u k u k yazıtından anlaşılıyor ki K u t lu ğ ’un faali­
yetlerinden telâşa düşen Oğuzlar, Gök-Türkler aleyhine bir ittifak kur­
mak için Çinliler’ e K u m S e n g ü n ’ ü, Kıtaylar’ a da T o n r a S em ’i
göndermişlerdi12. B ilg e K a ğ a n zamanında Oğuzlar ile yapılan savaş­
lar dolayısı ile de T o n r a , yeniden geçiyor ,3. Her iki yerde bu adın bir
Oğuz boyunu ifade ettiği tahmin edilebilir. Kitâbelerde birçok misalleri ol­
duğu gibi, Tonra Sem, Tonra boyundan Sem, Tonra yılpağut, Tonra bo-
yu n d a n Y ılp a g u t demek olsa gerektir u. K um da bir boy adı olabilir.
Aşağıda görüleceği üzere, Oğuzlar’m, inkıyad altına alındıktan
sonra birçok Türk kavimlerine yapıldığı gibi, başlarına bizzat kendi­
lerinden veya hânedandan her hangi bir kimse geçirilmeyip, Türk bu­
dun gibi, doğrudan doğruya hanlar tarafından idare edildiği anlaşı­
lıyor. Oğuz budununun, kağanlar karşısında Türk budunundan az farklı
bir hukukî duruma sahip olduğu görülüyor. Bu sebeble T o n -Y u k u k :
“ T ü rk B ilg e K a ğ a n Türk sir budunıg Oğuz budunıg igidü olurur”
(T ü r k B ilg e H a k a n , Türk müttehid (?) budununu ve Oğuz budu­
nunu iyi idare ediyor) dediği g ib ils, B ilg e K a ğ a n da kitâbesinde ba­
zan “ Türk budunu” ile birlikte Oğuz budununa ve beğlerine hitab et­
mektedir: “ Türk, Oğuz beğleri budun eşidin” (Türk ve Oğuz beğleri ve
budunu işitin) 16. Hattâ “ Tokuz-Oğuz budun kentü budunım erti” (D o­

12 “ K örüg sabi andag: Tokuz Oğuz budun üze kağan olurtı tir, Tabgaçgaru K u m Senünig
idmiş, K ıtaygaru T onra Semig idmiş (habercinin sözü şöyle id i: Dokuz Oğuz kavm i üzerine
bir kağan oturdu der. Çinliler’e K u m Sengün’ü gönderm iş, K ıtaylar’ a T onra Sem ’i göndermiş
(E .T . yazıtları, III» s. 102). Çinliler’ e giden elçi K u m Sengün’ de, Scngün ünvan değil ise K u m ’
da bir boy adı olabilir.
13 V . Thom sen, Inscriptions de VOrkhon dechiffrees, H elsingfors, 1896, s. 112, 125; E .T .
yazıtları, I , s. 50, 62 ve devamı.
14 K itâbelerde bu şekilde daha birçok misaller gösterilebilir: T a b g a ç On T u tu k -Ç in li
Ong Tutuk - ( Inscriptions, s. 108; E .T . yazıtları, I, s. 44); T ü r k B ilg e K a ğ a n ; Y i r B a y ır k u
U lu g î r k e n - Y i r B a y ır k u b a ş b u ğ u U lu ğ E rk in -(Inscriptions, s. 109; E .T . yazıtları
I , s. 44).
15 E .T . yazıtları, s. 120.
16 Inscriptions, s. 105, 115, 122; E . T. yazıtları, s. 40, ayrıca bk. s. 22, 58.

6
kuz-Oğuz budunu kendi budunum idi) cümlesini de 17 kavmî (etnik) bir
akrabalık şeklinde değil, yukarıda Oğuzlar’ a dâir verilen bilgileri, Türk
ve Oğuz’un da Tabgaç, Kırgız, Kıtay gibi, budun kelimesiyle vasıf­
lanmaları hususunu göz önüne alarak, hukukî bir münasebet ma­
nasında anlamak icab eder. B ilg e K a ğ a n , bu söz ile, Tokuz-Oğuz
budun ( Türk budunu gibi) doğrudan doğruya bana bağh, benim ida­
remde bir kavim demek istiyor ls. Bu fikri teyid eden diğer kuvvet­
li bir delil d o Uygur kağanının da aynı kavim, yani Dokuz Oğuzlar
için, “ buduıum” yani “ kavm im” demesidir.
Oğuzlar’ın bir türlü Gök-Türk kağanlarına ısınamamaları da,
kötü idare edilmelerinden daha çok, ayrı bir kavmî teşekkül olma­
ları ve ayrı bir siyasî mâziye sahip bulunmaları ile ilgilidir. Aşağı­
da bahsedileceği gibi, devletin yıkılması ile Türk budun ortadan kalk­
tığı halde, Oğuzlar’ a bir şey olmadı. Onlar Uygurlar’m devletinde de,
Türkler’inkinde olduğu gibi, bir hizmette bulundular; bu devletin de
dayandığı ikinci bir unsur oldular, hattâ, Uygur kağanlarına da vakit,
vakit isyan ettiler.
T a r rfuş-Bu küçük budunun Ötügen bölgesine yakın bir yerde ya­
şadığı anlaşılıyor. Tarduşlar Gök-Türkler’ e sâdık kavimlerden biri idi;
daha sonra Uygurlarla tâbi oldular. Kağanlar bu buduna “yabgu” ün-
vanlı bir başbuğ tayin ediyorlardı. Bu yabgunun hânedan azasına men­
sup olduğunu biliyoruz.
T öZis-Âbidelerde daima Tarduşlar ile birlikte geçen ve onların
kardeşi gibi görünen bu kavim de her halde Ötügen bölgesine yakın bir
yerde oturuyordu. Gök-Türk kağanları bunların üzerine, yine hânedan
azasından bir şad tayin ediyorlardı. B ilg e k a ğ a n amcası K a p a ğ a n ’ -
m hükümdarlığı devrinde Tarduşlar’ın şadı bulunuyordu. B ilg e K a ­
ğan zamanında ise şad olarak bunların başında K ü l-Ç u r ünvanlı bir
beğ görülmektedir.
E diz-B v. budunun daha önce, Altı Oğuzlar ile, komşu olarak
Kemcik ırmağı boylarında, başlıca Cirgak yöresinde yaşadığı görül­

17 Inscriptions, s. 124, ayrıca bk. s. 112; E . T. yazıtları, s. 48. ayrıca bk. s. 62.
18 B il g e K a ğ a n bir yerde de: “ Basm ıl idikut uguşım budun erti” ( Inscriptions, s. 123,
E .T . yazıtları, I. s. 60) yan i “ Basm ıl ld i-K u t*u benim soyum dan (ailem den) id i” sözlerini söy­
lüyor. Gerçekten, Basm ıl başbuğları Gök Türk hanedanından (A-se-na) sayılmışlardır (C h a -
v a n n e s , Documents, s. 86, n ot 1). Fakat y in e B i l g e K a ğ a n , “ Türgiş K ağan türkimiz budu-
m m erti” ( Inscriptions, s. 104, E .T . yazıtları, I, s. 38), sözü ile neyi ifade etm ektedir? O zaman­
lar Türk kelimesi bütün tiirkçe konuşan kavim lerin adı şeklinde geniş bir anlamda kullanıl­
madığı için, bunu yine kavim manasında kabul etm ek yerinde olsa gerektir. Abidelerde “ Türfc”
ün Gök-Türk hanedanı ve ya devleti hakkında kullanıldığını hiç sanmıyorum.

7
müştü. Pek şâyârn dikkattir ki, Edizler’i bu zamanda da (yani I lt e r iş
veya oğlu B ilg e K a ğ a n devrinde) Oğuzlardın komşuları olarak görü­
yoruz. Edizler iki boydan müteşekkil idiler.
U yg u r-Yurdları Selenge boylarında idi. Gök-Türkler’in hâkimi­
yetindeki diğer birçok Türk kavimleri gibi, onların da başlarında el-
tebir ünvanh bir başbuğları veya kırallarının olduğu görülüyor. Uy­
garlar, Şine-Usu yazıtında açıkça belirtildiği gibi, on boydan müte­
şekkil idiler.
B a s m ı Z-Varlıklannı Gök-Türkler’ den sonra da uzun bir zaman
muhafaza eden Basmıllar’m Beş-Balık taraflarında oturdukları anla­
şılıyor; hükümdarları idi-kut ünvanını taşıyordu.
Y e r - B a y ı r k u-Â b i delerde Yer-Bayırkularhn yurdu, kuzey y ö­
nünde uzak bir bölge olarak gösteriliyor. Bu bölgenin Baykal’m doğu
kıyılarında olması muhtemeldir. Âbidelerde bu kavimden bir defa
bahsolunuyor. B ilg e K a ğ a n zamanında başları U lu ğ i r k e n (Erkin)
ünvanh bir beğ idi. U lu ğ ir k e n , B ilg e K a ğ a n ’ a düşmanlık göster­
diği için (yağı boldu) üzerine varılıp, Türgi Yargun gölünde yapılan
bir savaşta bozguna uğratılmış ve U luğ ir k e n az bir kişi ile kaçıb kur­
tulmuştur. K ü l- T e g in ’ in Kırgız seferinde binip de savaşta uyluğu
kırılan (iBayırku” nnn ak aygın, U lu ğ I r k e n ’in savaşta ele geçiril­
miş atı olmalıdır.
K â ş g a r l ı 19 Türk dünyasının doğu taraflarında yaşayan Yabakn
adlı bir kavimden bahseder. Hattâ bunların B ü k e B u d r a ç ünvanlı
bir başbuğlan vardı. B ü k e B u d r a ç Kara-Hanlı topraklarına kala­
balık bir kuvvetle saldırmış ise de Kara-Hanlı hânedanmdan B e ğ e ç -
A r s la n -T e g in tarafından yenilip tutsak alınmıştır. Bu Yabakülar’m
adlannm Yer-Bayırku adının yeğnileşmiş bir şekli olduğu hâtıra ge­
liyor.
K ı t ay—Tatarlar gibi Moğol menşeli olan bu kavim de çok defa
Tatabı budun ile birlikte, geçiyor. Bu Tatabı budunun Çinliler’in daima
Kıtaylar ( ICi-tan) ile birlikte zikrettikleri “ H i” kavmi olduğu anlaşıl­
mıştır. Kıtaylar fâtih bir kavim olarak X . yüzyılda kuzey Çin’ e hâ­
kim oldukları gibi, buradan çıkarıldıktan sonra (X II. asırda) da Türkis­
tan’ a. göçedip orada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. Islâm tarih­
lerinde bunlara Kara-Hıtay denilir. Bu isim onlara Çm’ den kovulma­
ları sebebi ile verilmiş olsa gerektir.

19 Divânu îuğat it - Türk, y a y . K i l i s l i R i f a t , İstanbul, 1333-1335, I , s. 30, 377, I I I ,


s. 27, 173, tercüme B e s im A t a l a y (T .D .K .), İstanbul, 1936-1941, I. s. 30. 452, I I I , s. 36, 277.
T atar-B ugün moğolca konuşan kavmin atalarından olan Tatar­
lar’ dan âbidelerde bazan Otuz-Tatar olarak bahsediliyor. Buna göre,
Tatarlar o zamanlarda (V III. asırda) 30 boy halinde olup, bilhassa
bunlardan dokuzu siyasî bir birlik teşkil etmekte idiler. Bunların Oğuz-
lar’ın doğusunda, onlara komşu olarak yaşadıkları anlaşılıyor. Çünkü
her iki teşekkülün (Oğuzlar ile Tatarlar) gerek Gök-Türkler, gerek Uy­
garlar zamanında, birlikte isyan hareketlerinde bulundukları görü­
lüyor. Tatar adı,' Moğollar zuhur edinceye kadar, bilhassa Türkler ve
Çinlilerce moğolca konuşan bütün kavimler için umumî bir ad olarak
da kullanılmıştır.
K a r lu k -B u kavmin ana yurdu Kara-Irtiş’in sağ tarafında Urun-
gu gölü ile Zaysan gölü arasında idi. Onlar üç boydan müteşekkil bu­
lunuyor ve başları el-tebir ünvanını taşıyordu. Karluklar, Uygurlar gibi,
Gök-Türkler devrindeki savaşlarda fazla yıpranmamış oldukları için,
Gök-Türkler’den sonra, oldukça mühim roller oynamışlar ve varlıklarını
Moğol devrine kadar devam ettirmişlerdir.
JCîf'gız-Türk kavimleri arasında, Oğuzlar gibi, varlığım son za­
manlara kadar devam ettiren Kırgızlar, Gök-Türkler devrinde, Köğ-
men (bugünkü Tannu Ula) dağının ötesinde Ab akan ırmağı bölgesinde
yaşıyorlardı; hükümdarları kağan ünvanını taşıyordu. Gerçekten K ır­
gızların ikinci Gök-Türk devleti zamanında kuvvetli bir durumda ol­
dukları görülüyor. Bunlar Uygurlar devrinde de bu durumlarını devam
ettirmişler ve hattâ 840 da Uygurlar’ a saldırmışlar, onların bir kısmını
öldürüp, bir kısmını da sürüp çıkararak, Orhun bölgesini ellerine geçir­
mişlerdir. Fakat, Kırgızlar medeniyetçe geri kalmış bir kavim olduk­
larından, Orhun bölgesindeki Türk medeniyetini tahrib etmek sureti
ile Türk tarihinde menfi bir rol oynamışlardır; sonra Kara-Hıtaylar’m
hücumları üzerine (X . yüzyıl’ın birinci yansında), burada tutunamı-
yarak geldikleri yere dönmüşlerdir. Böylece Kırgızlar, bu eski Türk
yurdunun moğolca konuşan kavimlerin ellerine geçmesinin de müseb­
bibi olmuşlardır.
A z - Bu kavim de Kırgızlar’a komşu olarak oturuyor ve başbuğ-
lan el-tebir ünvanını taşıyordu. B a r t h o l d 20, bugün Yenisey’in aşağı
Turuhan bölgesinde yaşayan Assinler’in (diğer adı Kott) Azlar’m ka­
lıntısı olmasının muhtemel bulunduğunu söylüyor.
Ç ik -Bu kavim Kem ırmağının ötesinde yaşıyordu. Bunlar, Az-
ve Kırgızlar’a yakın idiler. Çikler bilhassa Uygurlar zamanında faali­

20 Orta A sya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1927, s. 30.

9
yet göstermişlerdir. Bu yüzden Uygur kağanı M o y u n ç u r birkaç defa
bu kavmin üzerine sefer yaparak, onlara baş eğdirip, üzerlerine bir
vâli (tutuğ) tayin etmiştir. Islâm kaynaklarında Çikler'in de adına
rastgelinemiyor.

I z g il—Bu kavmin nerede yaşadığı bilinemiyor. Esasen kitâbe-


lerde Izgiller'den ancak bir defa bahsedilir. Orada bunlar hakkında
şöyle deniliyor: “ amcam kağanın devleti zayıflayınca ve kavim par­
çalanınca Izgil budun ile savaştık. K ü l- T e g in Alp Salçı ak atma
binib saldırdı. O at orada düştü. Izgil budun mahvoldu 2I.

O n-O klar-552 yılında Gök-Türk devletini kuran B u m ın K a ­


ğan kardeşi İ s t e m i’nin maiyyetine, boyları ile birlikte 10 Türk beği-
ni verib onu batı bölgelerinin fethine memur etmişti. İ s te m i kısa bir
zamanda mühim başarılar kazanarak Ceyhun’a, kadar uzanan toprak­
ları fethetti. İs t e m i, yabgu unvanım taşıyor ve Ötügen’de oturan ka­
ğanları metbu tanıyordu. Fakat halefi T a r d u 582 tarihinde kağan
ünvanını alarak istiklâlini ilân etti. Böylece, Mançurya’’ dan Ceyhuna
kadar uzanan imparatorluk ikiye bölündü. Büyük Altaylar ile Hami’-
ııin batısındaki dağlar doğu ve batı kağanlığının topraklarını bir b i­
rinden ayırıyordu. Batı Gök-Türk kağanlarının yaylakları Kara-Şar'ın
kuzeyindeki Yulduz ırmağının yukarı boyları, kışlakları ise Issık-Göl
kıyılan ile Talaş vadisi idi. Gök-Türk imparatorluğunun iki kağanlığa
bölünmesi ve bunların çok defa birbirlerine karşı düşmanca davran­
maları onların aynı mukadderata tâbi olmalarına sebeboldu. Çünkü
onlardan lıer birisi, tek başına kuvvetli bulunduğu zamanlarda Çin
ile baş edebilecek bir kudrette değil idi. Bu sebeble Doğu Gök-Türk
Kağanlığı 630 tarihinde yıkılınca Batı Gök-Türk devleti de çöktü. A y­
nı tarihte Karluklarhn isyanı sonucunda kağan öldürüldü ve Çinlilerce
Tu-lu ve Nu-şe-pi şekillerinde adlandırılan On-Oklar’m iki kolu ara­
sında ardı kesilmeyen bir mücadele başladı. Ancak Batı-Gök-Türkleri
için asıl felâket 657 yılında başgösterdi. 651 yılında Tu-lu kolunun
başına geçen H u -lu , hâkimiyetini N u -ş e -p ile r ’ e de tanıtmak sureti
ile Batı Gök-Türkleri arasındaki siyasî birliği yeniden kurmuştu; fakat
Çin'e karşı giriştiği mücadelede başarı gösteremedi ve 657 yılında Çin-
liler’ e yenilerek onlar tarafından öldürüldü. Bu hâdiseden sonra Çin­
liler Tu-lu ve Nu-şe-piler’in başına ayrı ayrı kağanlar geçirdiler. Bun­
lar Çin imparatorluğunu metbu tanıyorlardı. 678 yılında Çinliler’in
T o u -ç e dedikleri kağanın onlar tarafından tevkifinden sonra Oıı-Ok-

21 Jnscriptions, s. 112; E .T . yazıtları, I» s. 48.

10
lar daha zayıf bir duruma düştüler; aralarındaki bağlar gevşedi. Bu
hanlar içinde On-Oklar arasında eski siyasî birliği kurmak ve Çin hâ­
kimiyetinden kurtulmak gayesi ile hareket edenler olmuş ise de bunlar
bu gayelerinde başarı gösteremediler. Bilhassa 682 tarihinden sonra
On-Oklar iyice çözüldüler. Çinliler'in tayin ettikleri kağanların ancak
ismen yetkileri vardı. Beğler onları tanımıyorlardı. Bu sebeble, asrın
son yıllarında Batı Türkleri arasında gerçek iktidar Türgişler’in beği
U - ç e -l e ’nin eline geçti. Türgişler On-Oklar’m Tu-Lu koluna mensub
bir boy id i22.
699 da Doğu Gök-Türkleri, Oıı-Oklar’ı hâkimiyetleri altına aldılar.
Böyl ece kısa bir zaman için de olsa eski Türk birliği yeniden kurul­
muştu. U - ç e -1 e’niıı oğlu ve halefi S o -k o (706-711) Doğu Gök Türk
kağanının hakimiyetini tanımak istemiyerek isyan etti ise de başarı
gösteremeyip öldürüldü (711). Ancak 716 da Doğu Gök-Türk kağanı
K a p a ğ a n ’ın öldürülmesi üzerine, Türgişler’den S u -lu (717-738),
Batı Gök-Türkleri arasında birliği kurabildi. Yeni Doğu Gök-Türk hü­
kümdarı B ilg e K a ğ a n ile kız alıp vermek sureti ile dünürlük tesis
eden S u -lu , Çinliler ve Arablar ile başarılı mücadelelerde bulunmuş­
tur. Hattâ Arablar, savaşlardaki cesaret ve sebatkârhğından ona Ebû-
Musâhim (boğa) lâkabını verdiler. Fakat S u -lu başarılarını devam
ettiremedi; 736 da Çinliler’ e yenildiği gibi, ertesi yıl da Arablar’a karşı
yaptığı seferde muvaffak olamadı. Bu yüzden bizzat kendi boyunun
bir kısmım teşkil eden Sarı-Türgişler onun kağanlığını tanımadılar.
Çinliler’in desteğini sağlayan Çu-mu-koen boyunun kül-çur’u B a ğ a
T a r k a n Batı Gök-Türkleri’nin bu son dirayetli kağanını öldürdü
(738). F a k a t B a ğ a T a r k a n da Çinliler’ in kağan olarak gönderdik­
leri G ö k -T ü r k hânedanından bir şehzadeyi öldürdüğü için 744 yılın­
da onlar tarafından aynı âkibete uğratıldı. Bunun üzerine İli vâdısi
ile Issık-Göl kıyıları Çin hâkimiyeti altına girdi.

Çinliler’in 736 da S u -lu ’ya galebe etmeleri ve sonra Batı Gök-


Türkleri’ni tekrar hâkimiyetleri altına alabilmelerinde, Doğu Gök-Türk
imparatorluğunun, B ilg e K ağan'ırı ölmesi sonucunda (734) zayıf
bir duruma düşmesi başlıca âmil olmuştur. Doğu’ da mühim bir siyasî
kuvvet kalmayınca Batı’ııın Çin’ e karşı müdafaası pek mümkün ola­

22 Yenisey'de Tuba bölgesinde bulunan bir mezar kitabesi (E .T . yazıtları, I II, s. 170),
Türgişler’ in bir zamanlar burada oturduklarım gösteriyor. Bu kitabede E z g e n e adlı bir Tür-
giş beğinin 26 yaşında öldüğü, bildiriliyor. B u kitâbe, Türgişler*in On-Oklar’ a V II. yüzyılda
dahil olduklarını hâtıra getirm ektedir. Aksi takdirde Tuba yöresindeki Türgişler'1i, bu teşekkü­
lün ancak bir kısmı olarak kabul etmek icabeder.

11
mıyordu. Doğu, Batı için bir kale idi. 744 yıhnda D o ğ u G ö k -T ü r k
devleti yıkılırken Çinliler de B a ğ a T a r k a n ’ı yenib, Batı Gök-Türk
yurdunu işgal ettiler.
751 yılında Çin kumandanı K a o S ie n -Ç i’nin Talaş boylarında
İslâm kumandanı Z iy a d b. S â lih tarafmdan mağlubiyete uğratıl­
ması, Batı Gök-Türkleri üzerindeki Çin hâkimiyetine son verdi. Fakat
Batı Gök-Türkleri arasında siyasî birliği yeniden kurabilecek kuvvetli
bir şahsiyet çıkmadı. On-Oklar hemen tamamen denebilecek derecede
dağılmışlardı. Korluklar bu durumdan faydalandılar. 742 yılından beri
Uygurlar ile Doğu Gök-Türk imparatorluğunun mirası için mücadele
eden Karluklar, bu mücadelede başarı gösteremeyince Batı Gök-Türk
ülkesine yönelerek buralarda fetih hareketlerinde bulundular; 766
yılına doğru Türgiş kağanlarının oturma yerleri olan Tokmak ve Ta­
laş şehirlerini ele geçirip, Batı Gök-Türk yurdunun hâkimleri oldular 23.
Dikkate şâyândır ki, iki Gök-Türk devletine son veren Uygurlar ile
Karluklar Orhun âbidelerinde adları en az zikredilen Türk kavimlerin-
den idiler.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, B a t ı G ö k -T ü r k devleti baş­
lıca 10 boya dayanıyordu. Orhun âbidelerinde, bu on boya On-Ok de­
niliyor. Bu on b oy iki kola ayrılmıştı ki, gerek bunların, gerek bu kol­
ları teşkil eden boyların adlarının ancak çince şekillerini biliyoruz.
Çinliler bu iki koldan birisine Tu-lu, diğerine de Nu-şe-pi diyorlardı.
Tu-lu kolu İli’nin orta ve yukarı yatağı ile Yulduz ırmağı ve Tarba-
gatay arasında, Nu-şe-piler de Çu ve Talaş ırmakları arasındaki saha­
da yaşıyorlardı. Tu-lu kolunu teşkil eden beş boy şunlardır: Çu’ mu-
koen, Hu-lu-u (Hu-lu k iu ), Şe-Şo-t’i, Tu-k’ i-şe (T ürgiş), Şu-ni-şe.
N u-şe-piler:
A -si -kie k’ iue, Ko - şu k’ iue, Pa - sai kan t’oen- Şa-po, Asi- kie
ni-şu, Ko-şu çu’ pa n 24.
Görülüyor ki bu 10 boydan yalnız Tu-k’i-şe’lerin, Orhun âbideleri
sayesinde, Türgiş şeklinde türkçe adları bilinebiliyor. Tu-lu boyları­
nın başında bulunan beğler çur ( Çuo) Nu-şe-piler’in başında bulunan­
lar de erkin ( se-kin) unvanını taşıyorlardı. Bunlardan başka Batı
Gök-Türkleri arasında On-Oklar’ dan olmayan daha bir çok boylar da
vardı.
Bu On-Oklar ne oldu? On-Oklar’ın kıyım yani katliâm veya büyük
çapta dağıtılma gibi hareketlere maruz kaldıklarını bilmiyoruz. Bu se-

23 C h a v a n n e s , Documents, s. 43, 86.


24 C h a v a n n e s , s. 34.

12
beble onların nesillerinin müteakip asırlarda varlıklarını devam ettir­
diklerini düşünmek tabiidir. Yalnız Karluk fethinin On-Oklar’ı tama­
men çözdüğü ve hattâ bazı yer değiştirme hâdiselerine sebeb olduğu
muhakkaktır.
On-Oklar’a mensup teşekküllerin başında Peçenekler’i saymak
mümkündür. Peçenekler’in üç asıl boyunun ( Ertim, Çur ve Yula)
müşterek adı olşn Kangar, kitâbelerde, Batı Gök-Türk ülkesindeki ha­
rekât esnasında geçen ve her halde bir topluluğu ifade eden Kengeres
ile birleştirilmiştir25. Yalnız Peçenekler’in, On-Oklar’m bir boyunu değil,
belki birkaç boyuna mensup teşekkülleri içine alan bir topluluk oldu­
ğunda şüphe yoktur. Yani onlar On-Oklar’m. iki kolundan birinin mü­
him bir kısmından meydana gelmişlerdir.
X . yüzyılda Talaş vâdisinde “ Türkmen” adını taşıyan bir kavim
vardı k i 26, bunun Islâmiyeti kabul eden ilk Türk kavmi olduğu anla­
şılıyor. Oğuzlar’dan ayrı bir kavim olan bu Türkmenler’inde On-Oklar’m
kalıntılarından olması pek muhtemeldir. Diğer taraftan M i n ö r s k y 27
X . ve X I. yüzyıllardaki Tuhsılar’ın, Türgişler’in kalıntısı olduğunu
söylemektedir ki, pek muhtemeldir.
Ban Gök-Türkler’i, gerek siyasî tarih, gerek kültür tarihi bakı­
mından Doğu Gök-Türkleri ile mukayese edilemez. Onlar Doğu Gök-
Türkleri gibi ne mühim siyasi faaliyetlerde bulunabilmişler ne de onlar
gibi Türk dili, edebiyatı ve tarihi bakımından değerli kitâbeler bırak­
mışlardır. Bu, her halde biraz da yaşadıkları bölgenin coğrafî husu­
siyeti ile ilgili olsa gerektir. Çünkü aynı bölgelere hâkim olan Kara-
Hanlılar’m rolü de bu bakımdan ( İslâm dinini kabul ettikleri halde),
onlarınkinden pek farklı olmamıştır. Kara-Hanlılar’dan bize ancak
bir iki türkçe eser gelebilmiştir.

G ö k -T ü r k le r İd a r e s in d e O ğ u zla r

681 ydında Gök-Türk şadlarından K u t lu ğ , Gök-Türk devletini kur­


mak için yeniden faaliyete geçmiş ve kağan olunca da geleneğe göre II-
Teriş ünvanını almıştı. Bu zamanda K u t lu ğ ve dirayetli veziri B ilg e

25 S.G. K l y a ş t o r n ı y , Orhun âbidelerinde K engü’nün kavmi yer adı, türkçe tercümesi


İ s m a il K a y n a k , Belleten, 50ye 69, s. 89-104. X I I I . yüzyılda Haleb çevresinde yaşayan Türk-
m enlerin beğlerinden birisine K e n g e r - o ğ l u (jlS o T * ^ 1 ) denildiği gibi, S a f e v î K ı z ı l - B a ş
boylarından Ustacalular9ın oym aklarından birisi de Kengerin adını taşıyordu.
26 Bu kavim hakkında, 28 v e 29 sahifelere bk.
27 Hudud al - âfam, (G . M. N. S.), L ondon, 1937, izahlar kısmı s, 300, 301, 303.

13
T o n -Y u k u k geyik ve tavşan eti yiyerek, Çuğay-Kuz’ da. ve Kara-Kum9
da oturuyorlardı. Kağanlık merkezi Ötügen henüz ele geçirilmemişti.
Burasının Oğuzlar’ın hâkimiyetinde olması muhtemeldir. Bu esnada,
başlıca T ula ırmağı kıyılarında oturan Oğuzlar, K u t lu ğ ’un faaliyet­
lerinden büyük bir telâşa kapıldılar. Onların başlarında Baz Kağan
vardı; tek başına Türkler’ e hücum etmeyi göze alamadıklarından Çin­
lilerce K u m S e n g ü n ’ ü, Kıtaylar’a T o n r a S em ’i elçi olarak gönde­
rip Türkler’in kendileri için de tehlikeli durumlar yaratabileceklerine
işaret ile hep birlikte Türkler’in üzerine saldırmayı teklif ettiler. Fakat
Gök-Türkler Oğuzlar’m bu teşebbüsünü zamanında haber aldılar. II-
T e riş, B ilg e T o n - Y u k u k ’un teklifi üzerine, üç kuvvetin birlikte
hücumuna uğramadan Oğuzlar’m üzerine yürüdü. Gök-Türkler ve 0-
ğuzlar, Tula (Tuğla) ırmağı kıyılarında karşılaştılar. Türk ordusu 2000,
Oğuz ordusu ise 3000 idi. Savaşta Oğuzlar yenildiler; birçokları ırmakta
boğuldular ve bazıları da kaçarken öldürüldüler. Yenilgi üzerine
Oğuzlar’m geri kalanları itaat ettiler 2S. Bu başarıyı takiben imparator­
luk merkezi ötüken yöresi fethedildi ve İ l- T e r iş K a ğ a n da orada
yerleşti (682). Oğuzlar’m başındaki B a z K a ğ a n ’ın bu savaş sonucun­
da ne olduğu üzerinde hiç bir şey söylenmiyor. Bu hâdiseden sonra
Oğuzlar’m her hangi bir isyanından veya onlar ile yapılan bir savaştan
da bahsedilmiyor. Yalnız T o n - Y u k u k kitâbesinin sonlarında İ l- T e r i ş
K a ğ a n öğülürken onun Oğuzlar ile beş defa savaştığı yazılıyor. Bu
savaşlardan dördü anlatılan savaştan önce mi, yoksa sonra mı yapıl­
mıştır? Bizce bu hususta' kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
Bununla beraber B a z K a ğ a n Tula savaşında öldürülmüş olabilir.
B ilg e K a ğ a n kitâbesinde onun İ l- T e r iş K a ğ a n için balbal dikildiği
bildiriliyor29. Bu husus ne olursa olsun, Oğuzlar İ l - T e r i ş K a ğ a n
zamanında tamamen itaat altına alınmış ve doğrudan doğruya kağa­
nın idaresine bağlanmıştır. Böylece Oğuzlar, Türkler’in yanında dev­
letin dayandığı ikinci bir unsur olarak yer aldılar.

İ l-T e r iş K a ğ a n Ötügen’ de yerleştikten sonra, dirayetli “ aygu-


cu’su” B ilg e T o n - Y u k u k ’un tavsiyesi üzerine Çin’ e karşı seferler
yapmaya başladı ki, bu seferler sonucunda Şantung ovasında 23 şehir
alındı. Şüphesiz bu seferlere Gök-Türk imparatorluğunun ikinci da­
yanağı olan Oğuzlar da katıldılar. İ l- T e r iş K a ğ a n 691 yılında öldü
ve yerine kardeşi K a p a ğ a n K a ğ a n geçti. K a p a ğ a n K a ğ a n dev­
rinde yapılan meşhur Kırgız seferinde Oğuzlar’ın bulunduğu, B ilg e

28 E .T . yazıtları, I. s. 102-104.
29 E .T . yazıtları, I , s. 36.

14
T o n -Y u k u k ’un kitâbesinde belirtiliyor. Bu seferin sebebi, Kırgız-
lar’m Gök-Türkler’e karşı, Çinliler ve On-Oklar ile bir ittifak vücuda
getirmeleri idi. Bu arada müttefikler Oğuzlar’ı da isyana teşvik etmiş­
lerdi. 697 yılında yapıldığı anlaşılan bu seferde Ak-Termel geçildikten
sonra Oğuzlar öncü kuvveti olarak gönderildiler. Köğmen ormanının
kargı batımı karlı yolları ve yamaçları geçilib İbar aşıldıktan ve A nı
ırmağı boylarına varıldıktan sonra gece ve gündüz yel gibi gidilerek
Songa ormanında Kırgız kağanının ordusu ile karşılaşıldı. Yapılan
savaşta Kırgız ordusu yenilmiş ve Kırgız kağanı da savaş meydanında
kalmıştı. Kitâbelerde epeyce bir zaman için Oğuzlar’m her hangi bir
isyan hareketinden bahsedilmiyor. Esasen böyle bir şey olsa idi, Gök-
Türkler’in her istikamette zaferler kazanmaları pek mümkün olmazdı.
Nitekim, onların B ilg e K a ğ a n ’ın ilk yıllarında vukubulan ayaklan­
maları Gök-Türk devletinin zayıflamasında pek mühim bir âmil olmuş­
tur.

K a p a ğ a n K a ğ a n zamanında yapılan seferler ile G ö k -T ü r k


imparatorluğunun hâkimiyeti tekrar uzak yerlere kadar yayıldı. Böy-
lece, Oğuzlar da pek muhtemel olarak Türk budun ile birlikte, On-Ok-
lar’m hâkimiyete alınmasında (698), zengin ganimetin ele geçirildiği Mâ-
verâ un-nehr seferinde (700-701), Çin kumandanı Ç aça ile yapılan ve
Türkler’in parlak bir zaferi ile sona eren savaşta (706) ve diğer seferler­
de bulundular. Fakat, bu parlak devir ve iki budun arasındaki bu kar­
deşlik zamanı K a p a ğ a n K a ğ a n 'm 716 yılında Bayırkular’ın kurdu­
ğu bir pusuya düşerek ölmesi ile sona erdi. K a p a ğ a n K a ğ a n ’ın oğlu
B ö ğ ü ’nün hükümdarlığını, I l - T e r i ş ’in oğullan tanımadılar. Türkler’ de
saltanat veraseti işinin değişmez bir kaideye bağlanmamasının neticesi
burada da kendini gösterdi. Bu ihtilâf sebebi ile Türkler âdeta iki bö­
lüğe ayrılarak mücadeleye giriştiler. Mücadeleyi, bilhassa K ü l-T e -
g in ’in cesareti ve savaşçılığı sayesinde Î l- T e r iş K a ğ a n ’ın oğulları
kazandı. B ö g ü H a n ve taraftarları bertaraf edildi.

I l - T e r i ş ’in büyük oğlu kağan oldu (716) ki, kitâbelerdeki T ü rk


B ilg e K a ğ a n ’dır. Kardeşi K ü l- T e g in de, Gök-Türk ordusunun
sevk ve idaresini üzerine aldı. Anlaşıldığına göre I l - T e r i ş ’in oğulları
ile B ö g ü H a n arasındaki kağanlık mücadelesi, imparatorluğa gev­
şek bir şekilde bağlanmış olan budunların tâbilik bağlarını koparma­
larına sebeb oldu ve her tarafta karışıklıklar ( bolgak) çıktı. Türgişler’-
den S u -lu adlı bir başbuğ, On-Oklar’m başma geçerek kağan ünvanını
aldı ve Batı Türkleri’ni müstakil olarak idare etmeye başladı. Izgil-
ler de ayaklandılar. Oğuzlar’ın da bu esnada isyan bayrağını kaldır­

15
dıkları görülüyor. Kitâbelerde onların isyanlarına sebeb olarak her ta­
rafta kargaşalıklar çıkması ile kıskançlık gösteriliyor. Bu sözler olduk­
ça müphemdir. Fakat şurası muhakkaktır kı Oğuzlar bir türlü kağan­
lara ısınamamışlardı. Onların hiç bir zaman Tölis ve Tarduşlar’m du­
rumunda olmak istemedikleri anlaşılıyor. Bunda her halde kavmî bir
sebep olduğu gibi, ayrı bir siyasî mâziye sahib bulunmaları da söz k o­
nusudur. Yani onların bu isyanlarının gayesi şüphesiz istiklâllerini
elde etmek için idi.
B ilg e K a ğ a n ve kardeşi K ü l-T e g in Izgiller’i tedip ettikten
sonra Oğuzlar üzerine yürüdüler. Fakat onları, Izgiller gibi kolayca
yola getirmek kabil olmadı ve bir yılda beş defa vuruşmak icab etti.
Oğuzlar ile ilk savaş Toğu Balık’ta yapıldı. Buranın adına bakılırsa,
bir şehir olması lâzımdır. Fakat bu hususta hiç bir bilgiye sahip deği­
liz. K ü l-T e g in Azman adlı atma binerek birbiri arkasından yedi eri
sançmak sureti ile büyük bir yiğitlik göstermesine rağmen Gök-Türk-
ler kesin bir sonuç alamadılar. Buna karşılık, Kuşlıgak’ta Edizler ile
yapılan karşılaşmada Edizler ağır bir yenilgiye uğradılar. Oğuzlar ile
ikinci vuruşma Urgu’ da (bugünkü Urga?) yapılmış ise de bu da kat’i
bir netice vermemiş, onun arkasından Çuş-Başı’nda yapılan savaş ise
pek çetin olmuş ve Gök-Türkler ciddî bir tehlikeye maruz kalmışlardır.
Bu sonuncu savaşta Gök-Türk ordusu Oğuzlar karşısında yılgın bir
duruma düşmüştü. Bereket versin K ü l- T e g in hücuma geçen Oğuzlar’ı
püskürtmeye ve hattâ Tongralar’dan Y ılp a g u t (A lp a g u t ) ile on
eri tutsak almaya muvaffak oldu. Bunlar, bu esnada savaşta veya
tabiî olarak ölen, Gök-Türkler’ den T u n g a -T e g in ’in yuğunda (cena
ze töreni)-ona öte dünyada hizmet etmeleri için-öldürüldüler. Fakat
savaş yine neticesiz kalmıştı. Bundan dolayı iki kardeş budun Ezgenti
Kadaz’da yeniden karşılaştılar ise de bunda da bir yenişme olmadı.
Artık kış gelmişti. Bu sebeble Gök-Türkler Amga kalesinde kışladılar.
Fakat kış da Gök-Türkler için iyi geçmedi. Çünkü “yut” çıkmış yani
hayvan kırımı olmuştu. Bahar gelince (717 yıl baharı?) B ilg e K a ­
ğan Oğuzlar’ a karşı asker sevk etti. Fakat. Oğuzlar’m Üç-Oğuz koluna
mensup bir ordu kağanın orduğâhını bastı. Bu baskın o kadar başarılı
yapılmıştı ki, Oğuzlar görülmemiş bir zafer kazanmak üzere idiler. H at­
tâ onlardan bir bölüğü ordugâhı yağmalamaya bile başlamıştı. Fakat
yine K ü l- T e g in ’in yiğitliği ve B ilg e K a ğ a n ’ın soğuk kanlılığı sa­
yesinde bu tehlike de önlendi.30 Bununla beraber Oğuz savaşlarının bir

30 B u hususta B il g e K a ğ a n kitabesi daha tafsilâtlıdır ( Inscriptions, s. 124-126, K ü l-


T e g in kitâbesi, s. 112-113; E .T . yazıtları, I, s. 62-66, K ü l - T e g i n kitabesi, s. 48-50).

16
türlü sonu gelmiyordu. B ilg e K a ğ a n , yukarıda anlatılan savaştan
sonra Oğuzlar üzerine tekrar yürüyerek onlara karşı bir başarı kazan­
dı ise de, Oğuzlar, komşuları Dokuz Tatarlar ile birleşerek Agu da
yine Gök-Türkler’ın. karşısına çıktılar.

Yenilgiye uğrayan Oğuzlar Çin’ e doğru yollandılar ise de tekrar


yurtlarına döndüler. Oğuzlar hâlâ boyun eğmemişlerdi. Bu sebeble
B ilg e K ağa'n ’ın onlar üzerine bir sefer daha yaptığı anlaşılıyor31.
Aynı seferde Uygurlar üzerine de varılarak bozguna uğratılmış ve Uy­
gur el-teberi yüz kadar adamı ile doğuya doğru kaçmıştır32. Gök-Türk
kitâbelerinde ilk ve son defa olmak üzere, Uygurlar’ dan ancak bu ka­
dar bahsedilmektedir. Bundan Uygurlar’ın, diğer bir çok Türk kavim-
lerinin aksine olarak, Selenge boylarında her halde Gök-Türkler’ e vergi
vererek sâkin bir hayat sürdüklerine hükmedilebilir. Ertesi yıl B ilg e
K a ğ a n 34 yaşında iken (718 yılı) Gök-Türkler’e daha fazla dayana­
mayan ve onlara tâbi olmak da istemeyen Oğuzlar Çin’ e göçederek
Çinliler’in idaresine girdiler33. Artık bir daha onlardan bahsedilmiyor.
Yalnız 720 yılında dikildiği kabul edilen B ilg e T o n -Y u k u k kitâbe-
sindeki, “ T ü rk B ilg e K a ğ a n ’m, Türk sir budununu ve Oğuz budu­
nunu iyi idare ettiği” sözleri34, B ilg e K a ğ a n ’m kendi kitâbesinde
Oğuz beğleri ve budununa hitab etmesi35, Oğuzlar’m bilâhare yurdları-
na dönerek kağana tâbi olduklarını gösteriyor.

K ü l- T e g in ’in 732 yılında ölümü B ilg e K a ğ a n ’ı ve bütün Gök-


Türkler’i derin bir elem ve teessüre düşürdü. Çünkü, devletin ayakta
durabilmesinde K ü l- T e g in ’in yiğitliği mühim bir âmil idi. Bütün
Gök-Türkler, K ü l- T e g in için kanlı göz yaşları döktüler. Ağır bir yas
tutuldu. Bu matem aynı zamanda Türk budununun yakın bir gele­
cekte karşılaşacağı tehlikelerle dolu karanlık günlerin de bir ifadesi
idi. Gerçekten çok geçmeden B ilg e K a ğ a n da vefat etti (734). Yeri­
ne ilk önce Çinliler’ in Y i- H a n dedikleri büyük oğlu geçti ise de onun
kısa bir zaman sonra ölümü üzerine, küçük oğlu kağan ilân edildi.
T a n r ı K a ğ a n olarak tanınan bu hükümdar genç ve tecrübesiz
idi. Bu esnada Selenge boylarında yaşayan Uygurlar, Tarbagatay’ da
oturan Korluklar ve yurdlan Beş-Balık bölgesi olduğu sanılan Bas-

31 Inscriptions, s. 127; E .T . yazıtları, I, s. 66.


32 Inscriptions, s. 127; E .T . yazıtları, I, s. 66.
33 Inscriptions, s. 127; E .T . yazıtları, I, s. 67.
34 E.T* yazıtları, I, s. 120.
35 “ Türk Oğuz beğleri buduıı eşidin” (T ü rk Oğuz beğleri budunu-veya budunları- işitin,
E.T. yazıtları, I, s. 38-40).

17
tnıllar gittikçe kuvvetleniyorlardı. Oğuzlar^ gelince bu hususta hiçbir
şey söylemek mümkün değildir. T a n r ı K a ğ a n ’ın doğu ve batı şadları
olan amcaları onun buyruklarını dinlemiyorlardı. T a n r ı K a ğ a n bu
iki şad’tan batı şadını yenmiş ise de, doğu şadına yenilerek öldürül­
müştü (741). Fakat hanedan azası arasında saltanat mücadelesi devam
ediyordu. Basmıllar, Uygurlar ve Kartuklar bu durumdan fay­
dalanarak harekete geçtiler. Üç tuğlu Türk budununun başında Oz-
m ış K a ğ a n vardı. Uygurlar’ın başbuğu Koyun yılında (743) O zm ış
K a ğ a n ’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Uç tuğlu Türk budun büyük bir
felâkete uğradı; bu arada Kağan’ın hatunu da tutsak alındı. Ancak
son darbeyi Basmıllar vurdular ve öldürdükleri O zm ış K a ğ a n ’m
başını Çin sarayına gönderdiler (744). Basmıllar’m başbuğu kendisini
kağan ilân etti ve hattâ Gök- Türkler’in geride kalanları da onun kağan­
lığını tanıdılar. Fakat aynı yılda Uygurlar’ın başbuğu, muhtemel ola­
rak Karluklar’m da yardımı ile, Basmıl hükümdarını yenip öldürerek
Ötügen’ in hâkimi oldu. Gök-Türkler’in hayatta kalanları Çin’ e göç edib
bu kavmin idaresine girdiler36. Bu tarihten sonra Gök-Türkler bir daha
tarih sahnesinde görünmediler.

Gök-Türkler, Orta-Asya’da daha öncekiler ile mukayese edilemi-


yecek derecede büyük ve teşkilâtlı bir imparatorluk kurmuşlardı. Gök-
Türkler’in sayesinde Türk soyu tarihde son defa olarak, tek bir bayrak
altında toplanmıştı. Türk sözü, bilindiği gibi, bu imparatorluğu kuran
ve onu idare eden kavmin adı idi. Onların bütün Türk kavimlerini
içine alan bu büyük imparatorluğu kurmaları sonucunda kendi kavim
adları, bilhassa Orta Doğu da, türkçe konuşan bütün kavimlerin
umumî adı anlamım kazandı. Halbuki, Türk budun kavmî varhğını
siyasî varlığı ile birlikte kaybederek ortadan kalkmıştı. Gök-Türkler’-
den sonra hiç bir Türk kavmi, diğer Türk teşekküllerinden çoğunu
içine alan bir devlet kuramamıştır. Orta-Asya tarihinin başlıca üç
ehemmiyetli devrinden (diğerleri Hiung-nu ve Moğol devirleridir)
biri olan Gök-Türkler devrinin aynı zamanda Türk kültür tarihi bakı­
mından da ne kadar önemli bir devir olduğu malûmdur. Türkler ilk
defa olarak bu devirde millî bir alfabeye sahib olmuşlardır. Türk diline
ait en eski millî kaynaklar da bu devre aittir. Bunlar sadece Türk di­
linin değil, Türk edebiyatının, Türk tarihinin ve geniş bir anlamda,
Türk kültürünün en eski kaynaklarıdır.

36 E .T . yazıtları, I , Şine-V su yazıtı, s. 166; R e n e G r o u s s e t ,L'empire des sleppes, P a­


ris, 1948, s. 161-162.

18
Gök-Türkler’den sonra gelen Türk kavimleri bu devre ait edebi
gelenekleri geliştirmek şöyle dursun, zamanla onu bırakmışlardır. Uy­
gurlar’m , Gök-Türk alfabesini bir müddet kullandıktan sonra yerine, Türk
dili için daha az müsaid olan başka bir alfabeyi kullandıkları malûm­
dur. Gök- Türkler’ den sonra Türk kavimleri’nin siyasî mukadderatları­
nın ayrılması, onların farklı medeniyet çevrelerine dahil olmalarına
sebep olmuştur. Ancak Moğol devridir ki, Türkler’den pek mühim bir
kısmım veya "hepsini tek bir medeniyet âleminde birleştirmiştir. İşte
bu kadar mühim rol oynamış olan bu Türk kavminin âkibeti böyle
olmuştur.

U y g u r la r D e v r in d e O ğ u zla r:

Çin kaynaklarının Huey-hu dedikleri Uygular, Selenge boylarında


oturuyorlardı. Uygurlar X IV . yüzyılın başlarında dahi en eski yurd-
larırun burası olduğunu biliyorlardı. Gök-Türk âbidelerinde Uygur
adı bir defa geçiyor. Bundan Uygurlar’m, diğer Türk kavimlerinin
aksine olarak, Gök-Türk kağanlığına itaat edip vergi vermek sureti ile
sâkin bir hayat sürdükleri sonucunu çıkarmak mümkündür. B ilg e
K a ğ a n Oğuzlar’ın tedibi ile meşgul iken, Selenge boylarındaki Uygur­
lar üzerine de yürümüş, bozguna uğrayan Uygur el-teberi 100 kadar
adamı ile doğuya doğru gitmiştir. Uygurlar’ın ele geçirilen yılkıları
yut’tan (hayvan kırımı) ve Oğuzlar ile mücadele dolayısı ile Türk bu­
dunu arasında başgösteren açlığı önlemişti. Bu sebeble, seferin İktisadî
bir gaye ile yapıldığı fikri doğrudur37. Uygurlar’m. gittikçe siyasî ba­
kımdan ehemmiyet kazanmalarında Oğuzlar’m, metbuları Gök-Türk-
ler ile mücadeleleri her halde bir âmil olmuştur. Bu mücadele, Oğuzlar’ı
bitkin bir duruma düşürmüş olmalıdır ki, onlar kolaylıkla Uygurlar’m
nüfuzu altına girmişlerdir. Bunun 742 de T a n rı K a ğ a n ’m öldürül­
mesini müteakip olduğu muhakkaktır. Kağan olunca K ü l-B ilg e adıyla
anılan Uygur hükümdarı oğlunu Oğuzlar’m başına geçirdi. Uygurlar’m
Oğuzlar’ı nüfuzları altına almaları gerçekten kendileri için büyük bir
başarı idi. Bu, onların Orhun bölgesine hâkim olmak üzere bulunduk­
larını gösteriyor. Filhakika Koyun yılında (743) Uygur başbuğu Üç
tuğlu Türk budununun başında bulunan O zm ış K a ğ a n ’ın üzerine
yürürken, oğlu da Dokuz-Oğuz kuvvetleri ile kendisine katıldı. Oğuzlar,
yeni metbularının yamnda, birlikte parlak zaferler kazandıkları eski
silâh arkadaşlarını ortadan kaldırmaya gidiyorlardı. Bu yılda yapı­
lan savaşta, O z m ış K a ğ a n ağır bir yenilgiye uğradı. Türk budunu,

37 R e n e G ir a u d , L'empire des Turcs celestes> Paris, 1960, s. 53.

19
o zaman Dokuz-Öğuzlar’m başında olan müstakbel “ T anrıM a B o lm ış
İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n ’m ifadesiyle: “ anda inagaıu yok boldu (Türk
kavm i orada tamamiyle (?) m ahvoldu38. Bu zaferden sonra, Uygur
başbuğu Ötügen bölgesine yerleşti, kağan ünvanmı aldı ve K ü l-B ilg e
H a n olarak anıldı. Bundan sonra Üç-Karluk ile savaşan K ü l-B ilg e
H an , onları On-Oklar’ın ülkesine çekilmeye mecbur etti. Fakat çok
geçmeden K ü l - B il g e H a n öldü (Domuz yılında = 747)3!>. Yerine
Dokuz-Oğuzlar’m başında bulunan oğlu geçti ve “ T a n r ı’da B o lm u ş
İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n ” ünvanını aldı. Bu Uygur hükümdarı T ü rk
B ilg e K a ğ a n gibi, Dokuz-Oğuzlar için “ Dokuz-Oğuz budunum” 40demek­
le beraber kağan olur olmaz Oğuzlar’ın ezici çoğunluğunu kendisine
düşman buldu. Bunlar, bizzat bu Uygur kağanı ile ilgili kitâbede
“ Sekiz-Oğuz” olarak anılıyor. Buna göre ancak bir boy Kağan’a sadık
kalmış bulunuyor. Oğuzlar’m, Gök-Türk kağanlarına olduğu gibi, Uy­
gur hükümdarlarına da isyan etmelerinin istiklâllerini kazanmak ga­
yesi ile ilgili olduğu söylenebilir. Oğuzlar, bu maksatla, Gök-Türkler
devrinde yaptıkları gibi, doğu komşuları “ D okuz-Tatarlar” ile birleş­
mişlerdi. İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n , müttefiklerin üzerine yürüyerek
ormanlık bir yerde, geceleyin onları yendi. Fakat kağan ertesi gün onları
yine karşısında buldu. Tekrar yapılan savaşta kağan galip geldi. İ l E t ­
m iş B ilg e K a ğ a n ’m eline Oğuzlar’m halk tabakasından (kara igil
budun) mühim bir kısmı tutsak düşmüş ise de, kağan onlara ve onların
göçkün ve davarlarına bir şey yapmamış, belki ancak ileri gelenlere
ceza (k ıyın ) vermişti41. Oğuzlar Kağan’m kendisine itaat etmeleri tek­
lifini kabul etmediler. Bunun üzerine B ilg e K a ğ a n arkalarından
gidip Burgu’da yetişerek savaşmış ve bu sefer onları ağır bir yenilgiye
uğratmıştır (4. ayın - Haziran-dokuzuncu günü). Kağan bu savaşta
Oğuzlar’m göçkünlerini, davarlarım, kadın ve çocuklarını tutsak almış­
tı. Beşinci ayın (temmuz) 29. unda Selenge kıyılarında yeniden savaş
oldu. Oğuzlar ve Tatarlar bozulup Selenge’y i geçtiler. Kağan arkalarını
bırakmadı ve onları, T a y B ilg e T u t u k ile diğer iki kişinin kötü
hareketleri yüzünden perişan ve helak olduğunu ve daha büyük felâ­
ketlere uğramamaları için, yeniden kendisine itaat etmeğe çağırdı. Bu
T a y B ilg e T u t u k ’un Oğuzlar’m başbuğu olduğu anlaşılıyor. T a y B il­
ge T u tu k , Kağan’m babası tarafından Oğuzlar üzerine yabgu tayin
edilmiştir. Kağan iki ay bekledi ise de onlar gelmediler. Kağan 8. ayın

38 E .T . yazıtları, I, s. 166.
39 E .T . yazıtları, If s. 166.
40 E .T . yazıtları, I , s. 164.
41 E .T . yazıtları, I , s. 168.

20
(Ekim) ikinci günü Çığıltır Gölü’nde savaşmış ve sonra da Keyre
Başı’nda Üç-Birkü’ de Tatarlar ile çetin bir vuruşma yapmıştı. Bu
vuruşma sonucunda onların bir bölüğü itaat ettiyse de, bir bölüğü
aynı şeyi yapmayarak başka bir yere çekildi. Bunu müteakip Kağan,
Ötüken’e döndü42. Bu dönüşün başarılı olmadığı anlaşılıyor.

T a n r ı’da B o lm u ş İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n ötügen’e dönüşün­


de iki oğlundan birine yabgu, diğerine şad unvanlarını vererek onları
Tarduş ve Tölis budunlarının üzerine tayin ettikten sonra Bars yılında
(750) Kem ırmağı kıyılarında oturan Çikler’ e karşı bir sefer yaptı; Tav­
şan yılında ise Tatarlar’ın. üzerine yürüdü. Bunu müteakip, kitâbede
yeniden Dokuz-Oğuzlar’ın adı geçiyor. Ancak, kitâbenin bu kısımları
da aşınmış olduğundan, Dokuz-Oğuzlar’m ne münasebetle zikredildik-
leri emin bir şekilde anlaşılmıyor43. Bununla beraber, tahmin etmek
mümkün olabilir ki, Dokuz Oğuzlar, Kırgızlar’ a ve Çikler’e adam gön­
dererek onları, Uygurlar’ a karşı birlikte harekete geçmeye davet et­
mişlerdir. II E tm iş B ilg e K a ğ a n da bununla ilgili olarak Çikler’ e
karşı yeniden sefere girişip onları itaat altına aldı ve başlarına bir tutuk
geçirdi. Bundan sonra Kağan’ın Korluklar ve Basmıllar ile savaştığı
görülüyor. Bu savaşlar esnasında Çin’de bulunan Oğuzlar ve Türkler
de dışarı çıkmışlar, Kağan’m düşmanlarına ( Basmıllar ve Kartuklar)
katılmışlardı44. Kağan Karluklar ve Basmıllar ile bir kaç defa daha
savaşmış ve en sonunda onlan kesin bir yenilgiye uğratmıştı. Bu y e­
nilgi sonucunda Karluklar batıya yönelip az bir müddet içinde On-
Ok ülkesini ellerine geçirdiler. Bu başarılarından sonra Suğdak ve Çin­
liler’ e Selenge’de büyük bir şehir yaptıran45 bu büyük Uygur hüküm­
darı T a n r ı ’ da B o lm u ş İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n , 759 yılında öldü.

Uygurlar 840 yılına kadar Orhun bölgesinin hâkimleri olarak kal­


dılar. Sahip bulundukları yerlerin batıda Altay’ a, kuzeyde BaykaVa,
güneyde Beş-Balık bölgesine değin uzandığı anlaşılıyor. Uygur budunu
on boydan meydana gelmiştir. Bu husus Şine- Usu kitâbesinde zikredil­
mek suretiyle onlar Dokuz-Oğuzlar’ dan açıkça ayırd edilir 46. On- Uygur
sözü Beş-Balık bölgesinde Koço’ da ele geçen Mâni yazısıyla yazılmış
türkçe bir metinde de görülmektedir47. Bu metnin IX . veya X . yüz­

42 E .T . yazıtları, I, s. 168-170.
43 E .T . yazıtları, I , s. 172.
44 E .T . yazıtları, I, s. 173—176.
45 E .T . yazıtları, I, s. 177-183.
46 kalm ışı bu du n On Uygur Tokuz Oğuz ü ze y ü z y ıl oluıu p” (E .T . yazıtları, I, s. 164).
47 B k. J a m e s H a m iito n , Toquz-Oguz et On-Uygur, s. 39-40.

21
yıla ait olduğu tahmin ediliyor. Böylece, Dokuz-Oğuzlar, Türk budun’ dan
olduğu gibi, On-Uygur’ dan da kavmî bakımdan tamamen ayn bir te­
şekküldür. Daha önce de belirtildiği üzere, Oğuzlar II. G ö k -T ü r k
devletinde ne mahiyette bir rol oynamışlar ise, U y g u r devrindeki
rolleri de öyle olmuştur; yani bu devletlerin dayandığı ikinci bir un­
sur... Yukarıda görüldüğü gibi, Oğuzlar Gök-Türk kağanlarına olduğu
gibi, Uygur kağanlarına da isyan hareketlerinde bulunmuşlardır. Yani
onların her iki devlet karşısında da değişmeyen bir durum ve davranışları
olmuştur, tıpkı Tarduş ve Tölis boyları gibi; bir farkla ki, kitabelerde
bu son iki budunun isyan hareketlerinden bahsedilmiyor.

Uygurlar 100 yıl kadar Orhun bölgesinin hâkimleri olarak kaldı­


lar ve bu arada Mâni dinini de kabul ettiler. Onların, büyük komşuları
Çinliler’in dini olan Budizmi almayıp da batıdan gelen Mâni dinine gir­
meleri dikkate değer. Uygurlar’Asm da bize bazı türkçe kitâbeler kalmıştır.
Bu kitâbelerden anlaşıldığına göre onlar tarafından bir iki şehir de ku­
rulmuştur. Bununla beraber Orhun bölgesinde eskidenberi devam edip
gelen kültür faaliyetlerinin Uygurlar zamanında daha fazla gelişmesi
beklenebilirdi.

Eskiden beri Kem (Y en isey) bölgesinde yaşayan ve medeniyetçe


geri bir seviyede bulunan Kırgızlar, 840 yılında Uygurlar’ın üzerine
yürüyerek kağan’m oturduğu Orhun kıyısındaki Ordu Balığ’ ı yıktılar.
Kağan da telef oldu. Bunun üzerine hükümet merkezine yakın yerlerde
yaşayan 13 Uygur boyu Çin sınırlarına doğru kaçtı. Bu 13 boy bir ta­
raftan Kırgızlar’m, bir taraftan Çinliler’in ardı kesilmeyen saldırışları­
na uğrayarak perişan bir hayat geçirip dağıldılar. Onların mühim bir
kısmı Çin hâkimiyeti altına girdi; bir kısmını da Kırgızlar tutsak aldı.
Uygurlar’dan 15 boydan müteşekkil diğer bir küme ise batıya doğru
kaçmıştı. Bunlar Karluklar’ a sığınmak istiyorlardı. Anlaşıldığına göre,
bu 15 boyluk Uygurlar iki bölüğe ayrıldılar. Bir bölüğü Tibet’ e gitti
ve sonra Kansu bölgesinde yurd tutarak küçük bir kırallık kurdu.
Bunlar Çin ile daima dostça münasebetlerde bulundular. Bu 15 boyun
daha kalabalık koluna gelince, Tien-şan bölgesinde yurd tutup, 848
yılından önce M o n g -li adlı başbuğlarını kağan ilân ettiler. Çin sarayı
“ U lu ğ T a n r ı’ da K u t B u lm u ş A lp K ü lü g B ilg e ” gibi tantanalı
bir ünvan vererek onu T ie n -ş a n U y g u r la r ı’nın k a ğ a n ı tanıdı
(856 da). Bu hükümdara Çinliler’in P ’ u k u t s iu n dedikleri halef oldu.
Bu sonuncunun 874 de öldüğü tahmin ediliyor. Bundan sonra Tien-
şan Uygurlar’ı hakkında uzun bir müddet Çin kaynaklarında hiç bir
kayda rastgelinemiyor; ancak X . yüzyıbn ortalarında (951 de) bu Uy-

22
gurlar’dan bir elçi geldiği bildirilmiştir. Bu husus Tien-şan Uygurlar’nm,
Kansu Uygurları gibi, siyasî bakımdan ne kadar ehemmiyetsiz bir
durumda olduklarını gösterir48.
Uygur hükümdarlarlan burada kağan değil, siyasî hüviyetlerine uy­
gun olarak idi-kut gibi mütevazi bir ünvan taşıyorlardı. Uygurlar bu yeni
yurdlarında yerleşik hayata geçerek daha medenî bir kavim oldular.
X . yüzyılın ikinci yarısından itibaren her halde çoğunluğu Budda di­
nini kabul ettiler. Bu Uygurlar gerek Orhun, gerek Beş-Balık bölge­
sinde kendilerini Uygur adıyla anmışlardır49. Görmüş olduğumuz gibi
Dokuz-Oğuzlar onlardan tamamen ayrı bir kavim idi. Bu husus böyle
olduğuna göre İslâm coğrafyacılarının Uygurlar’ dan Toğuz Guzz (Do-
kuz-Oğuz) olarak bahsetmelerini nasıl izah etmelidir? İslâm coğraf­
yacılarında “ Toğuz Ğuzz” adıyla hem Orhun, hem de Beş-Balık Uygur-
lar’ı kastedilmektedir. Bu coğrafyacılar, anlaşıldığına göre, 840 felâ­
ketinden haberdar olamamışlar ve bundan dolayı da X . yüzyılda Uygur-
lar’ı eskisi gibi Türk kavimlerinin en kuvvetlisi olarak vasıflamışlardır.
Halbuki bu Uygurlar, az yukarıda işaret edildiği gibi, siyasî bakım-
okadar dan ehemmiyetsiz idiler ki, Çin kaynaklarında adları nâdiren
geçmektedir.
Islâm müelliflerinin Uygurlar’ı Toğuz Guzz olarak zikretmeleri­
nin sebebi üzerinde herkesi tatmin edecek bir izah şekli bulmak güç
gibi görünüyor. Bizim düşündüğümüze göre, İslâm müellifleri her iki
adı aynı, yani bir sanmış olsalar gerektir. Her iki kavmin bir hânedanın
idaresi altında bulunması ve adlarının birbirine benzemesi (U ygur=
& u r= O ğu z= Ğuz), buna sebeb olabilir. Çinliler Uygurlar’ı dokuz
boydan müteşekkil bir kavim olarak tanımışlar ve hattâ bu boyların
adlarını da vermişlerdir50. İslâmlarm her iki adı aynı sanmalarında bel­
ki bu da bir âmildir. Her halde Islâmlar bu iki eli aynı kavim sandılar.
Dikkate şâyândır ki, X IV . yüzyılda Uygurlar Orhun ve Selenge bölge­
sindeki yurdlannı ve orada On-Uygur olarak Dokuz-Oğuzlar ile birlikte
yaşadıklarını, unutmamışlardı51.

48 Bu hususta: J a m e s H a m i l t o n , Les Oııighours â Vepoque des cinq dynasties d'apres


les documents Chinois, Paris^ 1955, s. 6-17, 142.
49 Kara Balgasun kitabesinde:
“ (B ) u Tenriken(in) Tenri’ d c k (u )t bulmış al(p) Bilge T en(rı) Uygur ka(ğanın bitiği)’ 5 (E .T .
yazıtları, I, s. 85). “ Uygur yirin te Yağlakar K an A ta kel (tim ) K ırkız oğlı men B oyla K ütlug
Y argan” (Suci kitâbesi, E .T . yazıtları, I, s. 156).
50 J a m e s H a m i lt o n , aynı eser, s. 3 -4 , n ot 1; a y n ı m ü e l l i f Doquz Oğuz et On Uygur,
s. 41-44.
51 R e ş i d u d - d î n , Câmi ut-tevârih, yay . B e r e z in , Petersburg, 1858, s. 125. M etinde:
jjtjî Bunun Dokuz Oğuz (U ğ u z) olacağı aşikârdır.

23
Bu Dokuz-Oğuzlar’ın sonu ne olmuştur? Akla gelen ilk cevap bun­
ların Orhun bölgesinden batıya doğru göç ettikleri ve Sir-Derya kıyı­
larında sadece Oğuz adıyla karşımıza çıktıklarıdır. Filhakika bu sonun­
cu Oğuzlar’m Türk ülkesinin en uzak bölgesinden Mâvera un-nehr’ e,
A b b a s î h a lîfe s i el-M eh d î zamanında (775—785) geldiklerine dâir
bir haber olduğu g ib i 57, T a b e r î de, Dokuz Oğuzlar’m 205 (820-21)
yılında Uşrusana’ya (Semerkand’m doğusunda, Soğd ve Sir-Derya ırmak­
ları arasındaki bölge) bir akın yaptıklarını bildirm ektedir53. Dokuz-
Oğuzlar’m. böyle bir akında bulunabilmeleri, ancak onların batıda (evve­
lâ Talaş bölgesinde) bir yerde oturmaları ile mümkündür. Yani onların
böyle bir akın yapabilmeleri için Orhun bölgesinden batıya göç etmiş
olmaları lâzımgelir. Diğer taraftan Sir-Derya’nın orta yatağı ve Aral
Gölü kıyıları ile bunun kuzeyindeki toprakların Peçenekler’ in yurdu
olup, Oğuzlar’m buraları onlardan aldıkları anlaşılıyor54. Ancak bu
görüşe şöyle itiraz edilebilir:

1. K ü l-T e g in ’in cenaze merasimine Türgiş Kağan’ı da (şüphesiz


Sulu) elçiler göndermişti. BunlaT M ak araç T a m ğ a ç ı ile O ğuz
B ilg e T a m ğ a ç ı idiler55. Buradaki Oğuz kelimesi pek muhtemel ola­
rak, aynı âbidede bir çok emsali olduğu g ib i56, kavmî manadadır. Yani
Oğuz kitâbede mensup B ilg e T a m ğ a ç ı. Bu, Sir-Derya Oğuzları’mu.
On-Oklar’ a dahil bir teşekkül olduğunu gösterilebilir. Ancak bu hu­
susta şüpheye yer bırakmıyacak bir hükme varmak için bunu teyid
edecek başka bir delile de ihtiyaç vardır. Çünkü bu şahıs Türgiş kağa­
nının hizmetine girmiş Dokuz-Oğuzlar’ dan bir kimse de olabilir57.

2. Daha önce işaret edildiği gibi, Dokuz-Oğuzlar’m Tonra adlı bir


boyları vardır. Hattâ, buna K um adlı bir boyu da ilâve etmek belki

52 e'zJjA Ol j j o ljj 4-â La p - f c jâ - ^ ^ j

(îb n u l- Esîr, X I , s. 117, K ahire, 1301, X I , s. 80).


53 T a b e r î, ya y. De G o e je , I I I, s. 1044.
54 A şağıya b k . (s. 35-36).

55 “ On ok oglım Türgiş kağanda Makaraç Tam ğaçı Oğuz Bilge Tam ğaçı kelti” (E .T .
yazıtları, I , s. 52).
56 14 numaralı haşiyeye bk.

57 B iz bu hususla ilgili olarak, U y g u r K a ğ a n ı n hizm etinde bulunarak m evkii yük­


selmiş ve serveti artmış bir K ırgız'ı tanıyoruz (49. numaralı haşiyeye bk .)

24
mümkündür58. Halbuki bizim 24 b oy arasında Tonra adlı bir teşekkül
yoktur.
3. S ir -D e r y a boylarındaki Oğuz eli iki kola ayrılmış olup, bu
kollardan biri Boz - Ok, diğeri de Üç - Ok adlarım taşıyor. Bu adların,
On-Oklar’dan kalma hâtıralar olduğu da düşünülebilir. Hatta Sir - Derya
Oğuzları hükümdarının yabğu ünvamnı taşımaları da buna ilave edi­
lebilir. On Ok kağanlarının da bir elin başına yabğu tayin ettiklerini
biliyoruz. Bu yabğu Oğuzların yabğusu olabilir.

4. Sir - Derya Oğuzlar’nın X I. yüzydda konuştuğu türkçe’de bir


çok kelimeler vardı ki, bunu Doğu Türkler’i bilmiyorlardı. Diğer ta­
raftan Oğuzlar’ın lehçesi de, Doğu Türkleri’ninkinden epeyce farklı
telâffuz ediliyordu. Bu keyfiyet, Sir-Derya Oğuzlan’nın batıda daha
eski bir zamandan beri (V III. ve IX . yüzyıllardan önce) yaşamakta
olmaları ile ilgili olabilir.
Şu hususları göz önüne alarak Sir - Derya Oğuzları’nın Oıı-Oklar’ a.
mensup olduklarını söylemek mümkündür. Şayet bu böyle ise, Sir
Derya Oğuzlar’ı ile Dokuz-Oğuzlar arasında, aynı kavmin iki bölüğü olmak
üzere eski bir akrabalık veya belki de sadece bir ad benzerliği müna­
sebeti söz konusudur. Bu durumda Dokuz Oğuzlar’ın 840 daki Kırgız
saldırışı üzerine dağılarak veya Uygurlar ile karışmak suretiyle var­
lıklarını kaybettiklerini düşünmekten başka bir izah şekli yok gibi
görünmektedir.

58 6. sahifeye bk. Çin kaynakları T ’ong-lo ve Houen adlı boyları zikrederler k i (C h a -


v a n n e s , Documents, s. 88, n ot s. 3; H a m i l t o ı ı . Toquz - Oğuz et On - Uygur, s. 26) bunlardan
T ’ ong-lo Tonra, H ouen de H un (K.un) olarak kabul edilmiştir.

25
B., IX. - XI. YÜZYILLARDA OĞUZLAR
(Sir-Derya Oğuzlar’ı)

X . yüzyılın birinci yarısında Türk âlemi siyâsî bakımdan parça­


lanmış ve zayıf bir durumda bulunmaktadır. G ö k -T ü r k devletinin
yıkılışından sonra, Türkler bir daha Orta-Asya’da büyük ve kudretli
bir imparatorluk kuramadılar. V III. yüzyılın ikinci yansı ile. IX . yüz­
yılın birinci yarısında tek kuvvetli devlet, Orhun bölgesindeki U y g u r
k a ğ a n lığ ı idi. Fakat Uygurlar da Batı Türkleri üzerinde hissedilir
bir hâkimiyet tesis edemediler ve Çin ile de hemen daima dostça mü­
nasebetlerde bulundular.

Uygurlar’m “ Toğuz-Ğuzz” adiyle İslâm ülkelerinde büyük bir


ünleri vardı. Onların, siyasî kuvvetlerini çoktan kaybetmiş olduklara,
parçalanmış ve zayıf bir duruma düştükleri halde bu şöhretleri
hâlâ devam etmekte idi. 840 yılında Uygurlar’ı kovarak Orhun
bölgesine yerleşen Kırgızlar kuvvetli bir varlık gösteremediler ve hat­
tâ Orhun kültürünün ortadan kalkmasına sebeb oldular. Onlar­
dan bize bu bölgede yazılmış, galiba hiç bir kitâbede gelmemiştir. 924
tarihinde Moğol ırkından, Kıtaylar’m saldırışlarına dayanamayan Kır-
gızlar eski yurdları olan Yeni-sey bölgesine çekildiler ve burada, evvel­
ce olduğu gibi, iptidaî bir halde yaşamakta devam ettiler. Böylece
eski Türk yurdu olan Orhun bölgesi, kat’i olarak moğolca konuşan ka-
vimlerin eline geçti. X I I I . yüzyılda Orta-Asya’nm siyasî ve etnik çeh­
resini değiştirecek olan C e n g iz imparatorluğunun kuruluşu bunun
bir sonucudur.

X . yüzyılın birinci yarısının ortalarında Türk âlemi başlıca beş


Türk eli tarafından temsil ediliyordu. Bunlar: Oğuzlar (arabça eser­
lerde el-Guzz), Karluklar (bunlar da Harluh), Uygurlar (X I. yüzyıla
kadar Toğuz Guzz), Kimekler ( dU-T) ve Kırgızlar. Bu Türk ellerine
Kara-Deniz’in kuzeyinde oturan Peçenekler de ilâve edilebilir. Bunlar­
dan Karluklar, daha önce görüldüğü gibi, Gök-Türkler devrinde üç boy

26
halinde 59 Urungu, Zaysan ve Ala-Göl üçgeni arasında yaşamakta idi­
ler. Onlar Uygurlar’ın yamnda G ö k -T ü r k imparatorluğunun yıkıl­
masında âmil olduktan sonra Uygurlar ile hâkimiyet mücadelesine
girişip yenilince batıya yönelerek Batı Türkleri’nin yani On-Oklarhn
ülkesini ellerine geçirmişlerdi. Fakat Korluklar burada da kuvvetli bir
varlık gösteremediler. Gevşek ve tesirsiz bir hayat yaşadılar. Hattâ
bu yüzden S a m a n lı hükümdarı İ s m a il b. A h m e d , 893 de Talas’a.
kadar uzanan bir sefer yaptı; oradaki büyük kiliseyi camiye çevirdik­
ten sonra, Karluk yabgusunun hatunu da dahil olmak üzere, 15000 tut­
sak ile geri döndü. K a r a -H a n lı devletinin Karluklar tarafından de­
ğil, Yağma adlı başka bir Türk kavmi tarafından kurulmuş olması
pek muhtemeldir. Karluklar, X . yüzyılın birinci yarısının ortalarında
tsficab’ dan Is sık-Görün güneyine kadar uzanan geniş bölgede yaşı­
yorlardı60. Hudûd ul-âlem61 ve G e r d i z î 62 gibi, Türk kavimleri hakkın­
da tafsilâtlı bilgiler veren ve bu hususta başta C e y h a n î olmak üzere
eski kaynaklara dayanan eserlerden, Çiğiller’in aslında Karluklar’ın
bir boyu oldukları anlaşılıyor. Uygur hükümdarı T a n r ı’da B o lm u ş
İ l-E t m iş B ilg e K a ğ a n ’ın kitâbesinde geçen “ Çiğil Tutuk” 63 ile bu
boy arasında bir münasebet olup olmadığı bilinemiyor. Hudûd ul-â-
lem’e göre64 Çiğiller, Issık-Göl’ün kuzey batısında yaşamakta idiler.
Bunlar gittikçe ehemmiyet kazanarak, X I. yüzyılda başlı başına müs­
takil bir kavim sayılmışlardır. Kâşgarlı65 onlardan bir bölüğün Taraz
(Talaş) şehri yakınlarında bulunan bir kasabada, bir bölüğün Bars-
ğarı’ın ötesindeki Kuyas’ta, üçüncü bir bölüğün de Kâşgar yöresindeki
bir takım köylerde yaşadığını bildiriyor. Bu husus G e r d iz î’nin 9 boya
ayrılmış olan Karluklar’m üç boyunu Çiğiller’ in meydana getirdiği
sözlerine uygundur. Çiğiller X I. yüzyılda okadar mühim bir teşekkül
haline gelmişlerdi ki, Oğuzlar Ceyhun’ dan, Çin’ e kadar uzanan yerler­
deki Türkler’ m topuna birden “ Çiğil” diyorlardı66. Çiğiller’’ın aynı

59 Çin kaynaklarına göre, bu Karluk boylarının adları şunlardır: M eu-lo, Ta-şe-li, Çe-se,
yalıut P ’ o-fiı (Chavannes, s. 78, haşiye 4).
60 Î s t a h r î , Kitâbu mesâlik il-memâlik, yay. M.J. D e G o e j e , ikinci baskı, Leyden, 1927
s. 290 Bu eserden naklen î b n H a v k a l, Kitâbu suret il-arz, yay. J.H . K r a m e r s , Leyden,
1938, I I , s, 467; Hudud ul-âlem, Tahran, 1340, s. 81-83, tercüm e V . M in o r s k y , The Regions
o f the world, (G .M .N .S .), London, 1937, s. 97-98, izahlar kısmı, s. 286-297.
61 s. 83; M i n o r s k y tercüm e s. 98-99, izahlar s. 297-300.
62 Z eyn uUahbâry y a y . B a r t h o l d , Pelersburg, 1874, s. 84.
63 E .T . yazıtları, s. 178.
64 Gösterilen yerler.
65 Divân, K ilisli, I , s. 329-330, A talay, I , s. 393-394.
66 K ilisli, s. 330, Atalay, I , s. 394.

27
asırda Mavera un-nehr’de de yaşadıklarımı biliyoruz 67.
Bugün. Anadolu'da Çiğil adb dört köy vardır k i 6S, bunlar bu Türk oy­
mağından bazı zümrelerin Anadolu'ya, gelmiş olduğunu gösterebilir69.

Hudûd ul-âlem’e göre 70 Issık-Gölü’ııün kuzey batısında, Çu ırmağı­


nın sol kıyısında Tuhsı’lar yaşıyordu. Çiğitler’den daha az ehemmi­
yetli olan bu kavim, M e r v e z î’ye göre71, Karluklar’m bir boyu, K âş-
g a r lı’n ın 72 da sözlerine göre Çiğiller’in bir kolu gibi görünüyor ki,
aşağı yukarı aynı şey demektir. Çünkü Çiğiller’in ashnda Kartukların
bir boyu olduğu az yukarıda görülmüştü. M in ö r s k y 73, G e r d iz î’deki
bazı ifadelere dayanarak Tuhsılar’m eski Türgişler’in bir kalıntısı ol­
duğu fikrini ileri sürmüştür.
M u k a d d e s î’nin sözlerinden anlaşıldığına göre, X . yüzyılda Ba-
lasagun (metinde ile Taraz’ın takriben 100 mil doğusun­
daki M irki kasabası arasında, Türkmen adlı bir kavim yaşıyordu. Bu
kavimin meliki ( iliğ?) Ordu adlı bir kasabada oturmakta o lu p 74, bu
kasaba, K â ş g a r lı’nm da teyid ettiği üzere75, Balasagun yakınında
(ve tabiî onun batısında) bulunmakta idi. Yine M u k a d d e s i, Turar

67 İ b n u l-E s îı-, Kahire, 1301, X , s. 70; N iz â m u l-M ü lk , Siyâset-nâme, y ay. H a lh a li,


Ta-hran, 1310 ş., s. 191.
68 Bunlardan Çiğil adlı bir nahiye m erkezi İTgm’da, bir k öy Kara- Pm av\n Hotamış na­
hiyesinde, diğer b ir k ö y de Kastamonu'da, bulunm aktadır. M anisa'd a da Çiğiller adlı bir k öy
vardır ( İ ç İ ş i e r i B a k a n lı ğ ı, Türkiye'de meskûn yerler kılavuzu, Ankara, 1946, s. 265).
69 Tahrir defterlerinde Çiğil adlı bir yer adına rastgelinemedi.
70 s. 84-85, M in o r s k y , s. 99, iz a h la r k ıs m ı, s. 300-304.

71 j j <JLSC*-jo j d ij ) p-* s

- j J
( S h a r a f al- Z a m a n T a h ir M a r v a z i, on China, The Turks and India, y ay. ve İngilizce ter­
cüme V . M in o r s k y , London, 1942, m etin 19, tercüm e, s. 31).

72 . n ı-j £İ
“ K u yas’ta oturan bir Türk e li, onlara Tuhsı Çigil de denilir” ( K ilisli, I, s. 354, Atalay, I,
s. 423).
73 The regions o f the ıvorld, izahlar kısmı, s. 300.
74 LfUp Jl Lıla^ll (J ljV öL S *'i d-lL»
,J-U^Üİ ^ (İ-IİJlI $111 0 j
“ Ordu: küçük bir kasabadır. Türkmen m eliki burada oturur. O, îsficab hüküm darına arma­
ğanlar göndermekte devam etm ektedir. B u kasabanın su dolu hendekle çevrilm iş bir kalesi
vardır. M eliklin sarayı hisarda bulunur” (s. 275).
75 t |j*

“ Ordu: Balasagun yakınında bir kasabadır. Bundan alınarak Balasagun'a. da Koz-Ordu deni­
lir” (K ilisli, I, s. 112, A tolay, I, s. 124).

28
( Otıar) ve Kimek sınırındaki <1>UJii dan bahsettikten sonra Bulâc
ve Burûket kasabalarını tasvir eder ve bunların Türkmenler’ e karsı
uc kasabaları olduğunu yazar 76. Bu kasabaların Isficab’m kuzey batısı
veya kuzey doğusunda olduğu anlaşılıyor. Bu son kayıt Türkmenler’in
Isficab’ın kuzey taraflarına kadar yayılmış olduklarını gösteriyor. Bu
Türkmenler, M u k a d d e s in in bildirdiğine göre, korkularından Müs­
lüman olmuşlardı ve Ordu kasabasında oturan melikleri de, Isficab
hâkimine hediyeler gönderiyordu. M ukaddesimde Müslüman olmuş
tek Türk kavmi olarak bu Türkmenler zikredilir. Aynı müellif Sabran
sınır şehrinden bahsederken ve diğer vesilelerle Oğuzlar’a. ( el-Guzz)
ayrıca işaret eder ve onların Müslüman olduklarını söylemez11. Böy-
lece bu Türkmenler’in Oğuzlar’ dan tamamen ayrı kavmi bir teşekkül
olduğu görülüyor. Açıkça anlaşıldığı üzere Ordu kasabasında oturan
Türkmen meliki, Isficab hükümdarına tâbi bulunuyordu. İsficab
bölgesini idare eden hânedan hakkında pek az şey biliniyor.
B a r t h o l d 78, bu hanedanın Türk asıllı olduğunu söylüyor. Pek muh­
temel olarak Türkmenler’i bu Isficab hükümdarları Müslüman etmiş­
lerdir. Bu Türkmenler’in kavmi menşei nedir? Akla ilk gelen cevap
bunların Karluklar’dan olmalarıdır. Çünkü, onların ülkelerinde oturu­
yorlardı. Meselâ yukarıda adı geçen M irki ve onun batısındaki Ku-
lân’m Karluklar’m ülkesinde olduğunu ve M irki’ de de Karluklar’ın
oturduğunu biliyoruz. Üstelik K â ş g a r lı, Karluklar’a da Türkmen
denildiğini haber v erir79. Bununla beraber, Türkmenler’in, Karluklar’ -
dan da ayrı, bir kavmî teşekkül olması ve Türgişler’ in veya On-Oklar’ -
ın kalıntılarınndan bulunması pek muhtemeldir80. Müslüman Oğuzlar’a

76 1 ı_^ j ^ j * jj j
“ Bııruket bü yük bir kasabadır. Burası ve Bulac korkudan Müslüman olmuş bulunan Türkmen-
ler’ e karşı uçtur. B uranın lıisarı yıkılm ıştır” (s. 274).
77 s. 274, 286, 289.
78 Türkesian doum to the M ongol invasion, (G M N S ), Londoıı, 1928, s. 172.
79 _ t^iji p-k j c J ^ J*
“ Türkler’’ den bir kavim olup, göçebedir; onlar Oğuzlar''dan ayrılır, fakat onlar gibi Türkmen~
dirler” ( K ilisli, I, s. 393, Atalay, I, s. 473).

80 1158 yılında M âverâ un-nehr'de vuku bulan bir hâdise dolayısı ile “ îlig -i Türkman”
tabiri geçiyor. Filhakika, Semerkand K a r a - H a n l ı hüküm darı K .ö k -s a ğ u n lâkablı C elâ -
lu d d in Ç a ğ r ı H a n , H a r iz m ş a h I I -A r s la n ’ m hücumu üzerine m etbuu K a r a - H ı t a y
G ü r h a n ’ından yardım istem iş o da î l i g - i T ü r k m a n kumandasında 10.000 kişilik bir kuvvet
göndermişti ( C ü v e y n î , Tarih-i Cihanğuşa, yay. M u h a m m e d -i K a z v i n î , GM S, Leyden,
1916, II, s. 15). B a r t h o l d ( Turkeslan, 233, not. 10), haklı olarak hu i i i g - i T ü r k m â n ’ın Ba-
lasaguıı’da ICara-Hıtaylar tarafından tahttan indirilen ve kendisine Ilig-i Türkman unvanı
verilen son K ara-H anlı hüküm darı olabileceğini söylüyor. Ilig-i Türkman, Türkmen m eliki de­

29
Türkmen adının verilmesi de bu kavim ile ilgilidir ki, bundan ileride
ayrıca bahsolunacaktır.

Diğer bir Türk kavmi de Ezgiş’tir. Bunların adları İ b n I iu r d a d -


b ih ’in eserinde geçer81. Bununla beraber bu kavim K â ş g a r lı zama­
nında da varbğım muhafaza etmekte ve Fergana’ dakı Özcend ( Öz-
Kend) ’te oturmakta i d i 82.

X . yüzyıldaki başlıca Türk kavimlerinden biri de Yağmalar olup,


daha ziyâde Kâşgar ve onun kuzey batısında yaşıyordu83. Kaynakların
ifadesine göre bu kavim Toğuz-Ğuzzlar (yani Uygurlar/dan idi.

Hudud ul-âlem’ d e 84 Yağmalar’ın hükümdarlarının Toğuz-Guzz


hükümdarları ailesinden olduğu söyleniyor. Yağmalar ihtimal Uy-
gurlar’a. bağlı bir kavim olup, U y g u r devletinin yıkılması üzerine
(840), batıya göç ederek Kâşgar bölgesine gelmişler ve burayı Karluk-
lar’ın elinden alarak yurd edinmişlerdi. Başlarında, Hudud ul-âlem’ de
denildiği gibi. Toğuz-Guzz (Uygur) hânedanının bir kolu bulunu­
yordu. Bu hânedan mensuplan Buğra Han ünvanmı taşıyorlar­
d ı 85. B a r t h o l d 86, bilhassa bu ünvana bakarak, K a r a -H a n lı dev­
letinin Yağmalar tarafından kurulduğunu söylemiş ise de sonra bu
hususta tereddüde düşmüştürS7. Bizim kanaatımıza göre, B a r t h o l d ’-
un ilk düşüncesi doğrudur. Çünkü, hanedanın Kâşgar şehri ile
çok yakın bir münasebeti olduğu görülüyor; hanedanın aile mezarlığı
da bu şehirde idi. K a r a -H a n lı hânedanmııı kolayca kağan unvanım
almaları da her halde bir mana taşımaktadır. Halbuki, Karluk hüküm­
darı yabgu ünvanını taşıyordu. K â ş g a r lı’nın türkçe veya “ hakanlı
türkçesi” dediği türkçe, bu Yağmalar’ın lehçesi olsa gerektir88. Yağ­

mek olup bu da M u k a d d e s î’ deki “ M elik ut-Terâkim în” sözünün karşılığıdır. An­


laşıldığına göre, Kara-H ıtay hüküm darı Balasagun'daki Kara-H anlı hüküm darım tahtından
indirerek kendisi onun yerine geçmiş ve onu da, “ Îlig-Türkm an” gibi m ütevazi bir ünvan v e­
rerek, Türkmen m eliki yapm ıştır. ( Cuveynî, II, 88, burada: İlig-i Türkân).
81 Kitâb ul-mesâlik ve'l-memâlik. yay . D e G o e je , Leiden, 1889, s. 31.
82 K ilisli, I, s. 89, A ıalay, I, s. 96.
83 Gerdizî, s. 84.
84 s. 79, tercüm e M in o r s k y , s. 95-96.
85 M ücmel ut-tevârih ve'l-kısas, Tahran, 1318 ş., s. 421.
86 Four studies on Central A sia , Hislory o f the Semirechye, İngilizce tercüm e V . v e T.
M in o r s k y , I, Leiden, 1956, s. 93.
87 Orta A sya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1927, s. 66-76, 68.
88 K â ş g a r l ı en fasih türkçe’ nin Yağma ve Tuhsılar’ın lehçesi olduğunu söylüyor ( K i ­
lisli, I, s. 30, A ıalay, I, s. 30).

30
malar pek çok toydan meydana gelmiş olup bunlardan biri Bulak
boyu du r89. X I. yüzyılda da varlığını muhafaza eden bu boyu bir ara
Kıpçaklar tutsak edip götürmüşlerse de sonra kurtulmuşlardır90. Bun­
dan Bulaklar’m X I. yüzyılda Talaş veya Çu bölgesinde yaşadıklarını
söylemek mümkündür.
Daha doğuda, Beş-Balık bölgesinde Uygurlar yaşıyordu. Uygur­
lar ancak 866 da bölgede yurt tutabildiler; zayıf bir devletleri vardı.
0 devirdeki Çin kaynaklan onlardan, ancak 951 de gelen bir elçi do­
layısıyla kısaca bahsetmişlerdir. İslâm coğrafyacılarında ise, onlardan
Toğuz-Ğuzz olarak bahsedilir ve onlar Türkler’in en kuvvetli kavmi
olarak vasıflanır. Bu husus, evvelce işaret edildiği gibi, coğrafyacıların
840 felâketinden haberdar olmamalarından ileri gelmiştir. Uygurlar’ın
bir bölüğü de Kansu’ da yurt tutmuştu. Uygurlar’m. Beş-Balık bölge­
sindekiler yerleşik hayata süratle intibak ederek medenî seviyelerini
yükselttiler ve kısa bir zaman sonra, türkçe konuşan topluluğun en
medeni kavmi haline geldiler. X . yüzyılın sonlarında onların pek mü
him bir kısmı artık Budda dininde bulunuyorlardı.

Uygurlar’ı 840 yılında Orhun bölgesinden çıkaran Kırgızlar’a. ge­


lince, bunlar orada 924 yılına kadar kaldılar ise de kuvvetli bir devlet­
leri olmadığı gibi, kültür tarihi ile ilgili faaliyette de bulunmamış­
lardır. Üstelik onlar, Kıtaylar’m saldmşlanna dayanamıyarak, bu
eski Türk yurdunun moğolca konuşan kavimlerin eline geçmesinin mü­
sebbibi olmuşlardır. Böylece, moğolca konuşan kavimler gittikçe Türk­
ler aleyhine toprak kazançları elde ettiler. Ye öyle bir zaman geldi ki,
Çin’ den kovulan Kıtaylar, Türkistan’ a, gelerek kolayca buranın yük­
sek hâkimleri oldular. Kırgızlar, yukarı Yenisey’ deki eski yurtlarına
dönmüşlerdi.
X . yüzyılın başlarında mühim Türk ellerinden biri de Kimek-
ler’ dir. Orhun kit âb elerinde bu Türk elinin adı geçmiyor. Bu sebeble
Kimekler’in V III. yüzyılda başka isim taşıyan bir kavmî birliğe
dahil bulunduklarını düşünebiliriz. Bu kavim Çikler olamaz m ı? Çik-
ler V III. yüzyılın ortalarında oldukça mühim bir siyasî kuvvet halinde,
yukarı Kem ile İrtiş arasındaki sahada yaşıyorlardı. Uygur kağanı
T a n r ı d a - B o l m ı ş - I l E t m iş -B ilg e K a ğ a n (M oyunçur) iki defa
Sefer yaparak Çikler’i hâkimiyeti altına almış, onlara “ tutuk” tayin

89 Hudud ul-âlem9 m etin s. 79, tercüm e IV Iinorsky, s. 96 H albuki görüldüğü gibi, M er-
v e z î , Bulaklardı Karluklar*dem gösterir (s. 28. haşiye 71).
90 Kâşgarlı, K ilisli, I, s. 116, 337, Atalay I, s. 129-379.

31
etmiş, işbaralat ve tavhanlar verm işti91. Kimekler’ın de başbuğlarının
tutuk unvanını taşıdığım biliyoruz92. Çikler’ in adına bir daha hiç bir
yerde tesadüf edilemiyor.

Kimekler, Yukarı İrtiş boylarında yaşıyorlardı. M a r q u a r t, K i-


mek adını İki İmek’ten getiriyor ki, her halde imkânsız değildir. Bu
Türk eli, yedi boydan meydana gelmişti: İmi, İmek, Tatar, Bayandur,
Kıfçak, Nilhaz (?) ve Ecled (?) 93. Buradaki Tatar adı dikkati çekiyor.
Diğer taraftan Yimek (buradaki İm ek) boyunun Bayaud adlı mühim
bir oymağı da vardı94. Aynı adda bir Moğol boyunun da olduğunu
biliyoruz95. • Bunlar Kimekler’in bir kavmî birlikten ziyade, bir
siyasî birlik olduğu ihtimalini hâtıra getiriyor. Esasen Kimekler’in
daha IX . yüzyılda çözülmeğe başladıkları görülüyor. Bu asırda dahi
Kıpçaklar müstakil bir Türk kavmi gibi zikrolunmuşlardır96. X I. yüz­
yılda ise ICimek adı ortadan kalmış ve bu el başlıca Kıpçak ve Yimek-
ler (imek) tarafından temsil edilmiştir. Yimekler mezkûr asırda da
İrtiş boylarında idiler. Kıpçaklar’a gelince, I X . yüzyılda elden ayrılan
bu boy batıya doğru göç etmiş ve Oğuzlar’ a kuzeyden komşu olmuştur.
Daha hudûd ul-âlem’ de (kaynak: C e y h a n î, X . yüzyılın ilk çeyreği),
Kıpçaklar’ın bazı âdetlerde Oğuzlar’a. benzediği söylenir. K â ş g a r lı
d a 97 Kıpçaklar’m lehçelerinin birçok bakımlardan Oğuzlar’mkine uydu­
ğunu ifade eder. Bu keyfiyet Kimekler’in asıl kolunun da On-Oklar’a
mı mensup olması ile ilgilidir? Kıpçaklar, bir taraftan nüfusLirının
çoğalması, diğer taraftan, belki de Kimekler’ e mensup diğer bazı teşek­
küllerin katılması ile kuvvetlenerek, X . yüzyılın ikinci yarısından iti­
baren Oğuzlar’ı sıkıştırmaya başlamışlar ve onların göçlerinde mühim
bir âmil olmuşlardır ki, bundan aşağıda ayrıca bahsedilecektir. K ıp-
çaklar’m K â ş g a r lı ile çağdaş K a n lı adlı bir beğleri v a rd ı98. Bunun
buyruğundaki Kıpçaklar ertesi yüzyılda bu adla (K atilı) anıldılar.
Kıpçaklar nasıl Kimekler’ den ayrılıp başlı başına bir el olmuşlar ve
hattâ kardeş boy Yimekler ile akrabalıklarını reddetmişler ise " , K an­

91 E .T . yazıtları^ Şine Usu kitabesi, I, s. 170-172, 174.


92 M ücmel ut-tevârih, s, 420.
93 Gerdizî, s. 83 -8 4 ; M in o r s k y , Hudud-ul âlem, izahlar kısm ı, s. 304-305.
94 N e s e v î , Siyret us-suhan Celâluddin M enguberli, fransızca tercüm e O. H o u d a s , P arisy
1891, 1895, s. 44.
95 Reşid ud-din, yay. B erezin, s. 11
96 îb n Hurdadbih, s. 31.
97 A talay, 31, 33, 154.
98 Kâşgarlı, K ilisli, I I I , s. 280, A talay, I I I , s. 29.
99 Kâşgarlı, K ilisli, I I I , s. 22, A talay, I I I , s. 379.

32
lılar da daha sonraları müstakil bir kavim sayılmış ve Oğuz destanında
da böyle gösterilmiştir.
X . yüzyıhn birinci yarısının ortalarına doğru Cem (Emba) ile
Yayık (Ural) ırmakları arasında Peçenekler yaşıyordu. Bunların asıl
ana kolu ise, bahsedilen zamanda, Kara-Deniz’ın kuzeyindeki toprak­
ların hâkimi idiler. Peçenekler’ in On-Oklar’ a mensup olmaları kuvvetle
muhtemeldir.,Buna karşılık bunların Oğuzlar ile hiçbir kavmî münase­
betleri yoktur. Yani, bunlar 24 Oğuz boyundan biri olan Peçenekler
ile aynı teşekkül değillerdir100. X I. Yüzyıldaki Türk kavimleri hakkm-
daki bu hülâsadan101 sonra şimdi artık asıl konumuza geçebiliriz.

1 - Oğuzlar'ın Yurdları:

X . yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Hazar Denizi’nden Sir ( Sey-


hun, İnci) ırmağının orta yatağındaki Fârâb (X I. yüzyıldaki türkçe
adı ile Karaçuk) ve Isficab yörelerine kadar olan yer ile bu ırmağın
kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı102. İ s t a h r î ve diğer coğrafya­
cıların eserlerinden, Oğuz ülkesinin batı, güney ve doğu sınırlan hak­
kında kat’i bir fikir edinilebiliyor. Buna göre, Oğuz ülkesi batıda Ha­
zar Denizi’ne dayanıyordu. X . yüzyılın başlannda, o zamana kadar
gayri meskûn olan Hazar Denizi’nin doğu tarafındaki Siyâh-Kûh (Ka-
ra-Dağ) yarım adası onlar tarafından işgal ve iskâıı edilmiş ve bun­
dan dolayı bu yarım ada türkçe Mangışlağ adını almıştır103. Güneyde
İslâm ülkeleri ile olan sınıra gelince, batıda yani Harizm ülkesinde
sınır Curcani’y t (Gürgenç) ve bilhassa bu şehrin kuzey batısındaki
Cît (Jit) kasabasından başlıyordu. Aral Gölü’ nün güneyindeki Bara-
tekin de sınır kasabalarından i d i 104. Mâvera un-nehr’ de sınır Buhara
kuzeyindeki çölden başlıyarak tsficab bölgesine kadar uzanıyordu.
Sir-Derya’nın sol kıyısında, Karaçuk dağlarının eteğinde ve Yesi’ye
bir günlük mesafede bulunan müstahkem Savran (Sabran), Müslü­
manların Oğuzlar’ a. karşı sınır şehri idi. Sir-Derya, Sovıon’ dan itiba­
ren, Oğuzlara ait bozkır bölgesine giriyordu.

100 Oğuz Peçenek boyu hakkında: İkinci Bölüme bk.


101 Bu Türk kavimleri hakkında daha fazla bilgi için, M in o rs k y ’ nin Hudud ul-âlem
(s. 263-315) ve M ervezi’ deki (s. 92-110) izahlar kısmına bk.
102 Istahri (yazılışı 930-3, kaynağı BelhV nin yazılışı 920), s. 9, aytıca s. 290.
103 İstahrî, s. 219; ondan naklen İbn Havkal, s. 389; Hudud ul -âlem'de (s. 24, M in orsk y ,
s. 60) Oğuzlar'm burada karada ve denizde olmak üzere, yol kesicilik yaptıkları söyleniyor. H u­
dud ul-âlem'de, bu bahiste de, İstahrî gibi, BelhV ye (920) dayanılıyor.
104 İstahrî, s. 303; Mukaddesi, s. 289.

33
Fakat Oğuz ülkesinin kuzey sınırı hakkında sarih bir bilgiye sa­
hip değiliz. I s t a h r î’ye bakıbrsa, Oğuz ülkesinin sınırı bu yönde İtil’e
kadar gidiyordu 105. Fakat, İ b n F a d la n 921 yılında Bulgar’a, giderken
Emba’dan sonra Oğuzlar’ı görmemiş, buna karşılık Yayık’m batısında
Peçenekler’e rastgelmişti. Bu sebeble İ s t a h r î’nin sözlerinin doğru ol­
ması, bize göre, oldukça şüphelidir. Hazar Denizi’ nin doğusundan
Karaçuk dağlarına kadar uzanan çöl bölgesine, B e lh î’ye bağlı müel­
lifler 106 Oğuz bozkırı (mefâzet ul-Guzziyye) adını verirler. X III. yüzyılda
Türkler’in bu çöle Kara-Kum dedikleri anlaşılıyor.

Oğuz elinin toplu ve kalabalık bir halde oturdukları yer, Sir ır­
mağının ağzından orta yatağına kadar olan saha ile ırmağın her iki
yanındaki ve bilhassa kuzeye doğru uzanan topraklardı. Oğuz yabgusu
yani kiralının kışlağı olan şehir, ırmağın ağzından iki günlük mesafede
ve ırmağa bir fersahlık yerde bulunuyordu. Bu şehir arabça eserlerde
el-Medînet ul-cedide veya el-Karyet ul-hadise 107, farça Hudûd ul-âlem’-
d e 108 Difı-i nev olarak geçer.

X III. yüzyıla ait eserlerde şehrin Yâfii Kent (Yeni Kent) şeklin­
de türkçe adı görülür109. Bununla beraber şehrin X . yüzyılda da bu
türkçe adı taşımış olması imkânsız değildir. Yine aynı ırmağın kıyı­
sındaki Cend ve Huvâre şehirleri de yabgunun hâkimiyetinde olup, bu
şehirlerde Müslümanlar da oturuyorlardı.

ısficab’m kuzeyinden, başlayarak Sir-Derya’ya muvazi olarak uza­


nan Karaçuk sıra dağlan bölgesi de Oğuzlar’dan pek önemli bir küme­
nin yaşadığı bir yerdi. K â ş g a r lı M a h m u d 110, Karaçuk’ un Oğuz ül­

105 Îstahrî, s. 10, 222; Hudud ul-âlem , s. 86, Mirıorsky , s. 100.


106 Istahrî 6. 217—218 Hudud ul-âlem , s. 55, 86.
107 M es’ u d î M u r â c uz-zeheb, yay. ve fransızca tercümesi B a rb ie r de M ey n a rd ve
P a v e t de C o u rte ille , P a r i s , 1891, s. 212; İbn Havkal, s. 512; bu eserden naklen Îd r is î,
Nuzhet ul-muştak, Köprülü kip.t nr. 955, yap. 419 b.
108 s. 123, M in orsk y, s. 122.
109 The journey o f William o f Rubruck, İngilizcesi tercümesi W . W o o d v ille R o c k h ill,
London , 1900, s. 14; C u v e y n î’ de ( T a r i h - i cihanguşây , yay. M. M u h a m m ed -i K a z v in î,
I, s. 69, 72) j { ise de, Cami ut-tevârih’ in teyid ettiği gibi (oradaki haşiyelere bk.), bu ke­
lime: ,5oIj olacaktır.

110 ^ j ^ IjUJİ “ K araçuk : Farab *ın ve Oğuz ülkesinin


adıdır” ( K ilisli , I, s. 404). B. Atalay bu cümledeki ^ j ibaresinin yanlış oldu­
ğunu sanarak (I, s. 487), cümleyi: “ bu, Oğuz şehirlerinden birinin adıdır” şeklinde değiştirmiş­
tir. Halbuki K â ş g a rlı, Karaçuk*un hem Fârâb şehrinin, hem de Oğuz ülkesinin adı olduğunu
söylemektedir.

34
kesinin adı olduğunu söylediği gibi, haritasında da Karaçuk dağını
Oğuz yurdu olarak göstermiştir111. E b u ’ l- G â z i’nin Şecere-i Terâki-
me'sindeki Türkmen rivayetleri arasında Oğuzlar’ın yurdu olarak Kaz-
gurd ile birlikte Karaçuk’tan bahsedilir112. T im u r ’ un zafernâmelerin-
de de bu dağın adı geçiyor113.
Oğuzlar bu yurdlarında çok eskiden beri oturmamakta idiler. Ib n
H u r d a d b ih 114, Horasan valisi A b d u lla h b. T â h ir (vâlilik zamanı
828-844), zamanında Oğuzlar’dan alman 1000 tutsağın 600. 000 dirhem
tuttuğunu bildiriyor. Bu 1000 Oğuz tutsağının, A b d u lla h b. T â h ir'-
in, oğlu T â h ir kumandasında Oğuzlar’a karşı gönderdiği bir ordu ta­
rafından alındığı, B e la z u r î’nin bir kaydından anlaşılıyor115. Ancak
her iki kayıtta da Oğuzlar’ın yurdu hakkında hiçbir açıklamada bulu­
nulmuyor.
Oğuzlar ister Orhun bölgesindeki Dokuz-Oğuzlar, ister On-Oklar’ a
mensup bir teşekkül olsun onlar bu yurdlarına doğudan gelmişlerdi.

111 Bu harita Kilisli yayınında I, ciltte, A t a la y tercümesinde II. cilttedir,


112 “ Oğuz ilinin yurtlarının kün doğuşu îssiğ K öl ve Almalık ve kıblesi Sayram ve Kaz-
gurt dağı ve Karacık tağı ve temür kazığı Uluğ Tağ ve Kiçik Tağ ki misnin kani bolur ve kün
batışı Sir Suyumu ayağı Yangı Kent ve Kara Kum. TJşbu ayıtılgan yerlerinin içinde ornıda tört
min ve beş min yıl olturdılar” (N. K o n o n o f, Moskova-Leningrad , 1958, s. 40). Görüldüğü
üzere, E b u ’ l-G a z fn in Oğuzlardın yurdu ile ilgili rivayeti g erçeğe çok yakındır. Yalnız Oğuz
yurdunun gün doğusunun l$sık-Göl ve Almalık olduğu hakkmdaki ifade, X . yüzyıl için doğru
değildir.
(S 4 " ^ * * 5 ^ ûlı— lj 4$*"y»j

j\ ji j**
^*1?* ^ T Jİ «AÎJL--J jl _ /tj J ^ İJJ jSL-İ JL İ3 jl olijl j

ıjI IjjI j ^ öjj\)

jIj AjI L*^ (3T*} j-jL**<j jjl


-Ujlc i?L->-l \jz I Jİ &
(Ş e r e fu d d in A li- i Y e z d î, Zafernâme , CalcuUo, 1887, I, s. 272-273). Bu kayıd aynı zamanda
Karaçuk'un engin bozkıra nasıl hâkim bir mevkide bulunduğunu ve bozkırın oradan gözetlen­
diğini de gösteriyor.
T im u r ikinci defa Toktamış üzerine giderken buradan geçmişti:
ı5_^-l j * j 1,5*?, Jİ j .1 j i£ j j j pLc U j
(a y n ı eser, I, s. 503) 41İÂT [m etin : öl ş * * ] ö\ j
N iz â m -i Şâm î’ de ( Zafernâme , yay. F e lix T a u er, Praha , 1937, I, s. 118). Kısaca anlatılan
bahis arasında Karaçuk adı geçer. Bu kayıtlardan K â ş g a r lı v e E b û ’ l-G a z i’ de Oğuz yurt­
ları arasında gösterilen Karaçuk dağının yeri iyice anlaşılmış bulunuyor. Bugün bu sıradağa
K ara-Tav (tağ) denilmektedir (Z.V. T o g a n , Türk ili haritası ve ona ait izahlar, İstanbul* 1945).
114 s. 37, 39.
115 Futûh ul-buldân, Kahire , 1350, s. 420.

35
Eğer Oğuzlar, On-Oklar’dan iseler, -ki bu, çok daha muhtemeldir- onların
aşağıSir-Derya kıyılarına gelmeleri Korluklar’m On-Ok ülkesindeki fetih
hareketleri ile ilgili olabilir. Aşağı Sir-Derya boylarının ve Aral kıyılarım
Oğuzlar’ dan önceki sâhiblerinin ise Peçenekler olduğu anlaşılıyor. Daha
önce söylendiği gibi, Peçenekler’ den üç asil boyun adı Kenger idi. Bunun
Gök-Türkler’in 701 yılındaki Suğdak seferi dolayısı ile geçen ve Kara­
çuk dağlan ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşadığı anlaşılan Ken-
geres teşekkülünün adı ile aynı olduğu kabul edilmiştir116. Buna ilâve
olarak, e l-B ir u n î’deki bir kayıtda Peçenekler’in Aral Gölü çevresinde,
Harizm’e komşu olarak yaşadıkları görülmektedir117. Diğer taraftan
elimizde, Peçenekler’ in bir zamanlar Kaıluklar ile komşu yaşadıkla­
rını ifade eden yine aynı müellifin diğer bir eserinde başka bir kayıd da
vardırî,s. Bu komşuluk her halde Isficab ve Talaş taraflarında olsa
gerektir II9.
Peçenekler, Sir-Derya boyları ile Aral Gölü çevresinde iken Oğuz­
lar nerede bulunuyorlardı ? Bu hususta kat’ i bir şey söylemek müm­
kün değildir. B e ş id ü d d in ’ deki Türkler’ in destanı tarihlerinde Talaş
bölgesinden başka doğudaki Almalık bölgesi de Oğuzlar’m yurdlarm-
dan sayılmaktadır l2°. Eğer Oğuzlar On-Oklar’ a mensup idiler ise on­
ların, Çu ve Talaş vâdilerinde yaşayan, Çinlilerin Nu-şe-pi dedikleri
koldan olmaları en kuvvetli ihtimaldir. Anlaşıldığına göre, Oğuzlar
doğudan Peçenekler’e saldırdılar. Her halde iki komşu kavim arasında
çetin savaşlar vukubuldu ve en sonunda Oğuzlar, Peçenekler’i Emba
ırmağının ötesine attılar. Oğuzlar’m Peçenekler’in yurdlarını ne uzman
ele geçirdikleri de bilinemiyor. Yurdlarmdan atılan Peçenekler, Emba
ile İtil arasında yerleşmişlerdi. Fakat burada da 883-893 yılları ara­
sında Oğuzlar ile Hazarlar’m müşterek hücumlarına uğradılar. Mağ-
lûb olan Peçenekler’ in mühim bir kısmı, İtil’ i geçerek Kara-Deniz’ in
kuzeyindeki topraklara gittiler121. Peçenekler’ in bu yeni yurdlannda

116 13. salıifedeki 25 numaralı haşiyeye bk.


117 Tahdidu nihayât il-emâkin , Fâtih ktp., nr. 3386, s. 205-206; bu metin için ayrıca:
A l-B irun i Commömeration volüme , îran society , Calcutta, 1951, s. 250 ve devamı.
118 j m lil Â-İc- j jIj 0^ İj *p \ t-ils

(K itab ul-cumâhir , Haydarabad , 1355, s. 218) ........... j\ L^Ip


119 Ayrıca M es’ u d î (K itab ut-tenbih ve'l-işrâf, yay. De G o e je , B A G , Leiden , 1894, s.
180-181), A ral Gölü çevresinde Peçenek, B ecni , Bacgerd ve Nukerde kavimleri ile Oğuz, Karluk
ve Kimekler arasında savaşlar olduğu ve bu dört kavmin bu savaşlar sonucunda yurtlarını ter-
kederek kuzey Kafkasya* ya göç ettiklerini yazar.
120 Oğuzlarca aid destanı mahiyetde eserler , Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, X -
VII, sayı 3-4, s. 360-361.
121 A.N. K u ra t, Peçenek tarihi, s. 33, 39-43.

36
talihleri yâver gitti. Onlar kısa bir zamanda Don ırmağından Tuna’ya
kadar olan yerleri fethettiler. Peçenekler, Balkanlar’ da da mühim bir
siyasî kuvvet olarak X I. yüzyılm sonlarına kadar kaldılar. Bizanslılar
ile ittifak eden Kıpçaklar bu kavmin ortadan kalkmasında mühim
bir âmil olmuşlardır122. Peçenekler’in bir kısmı ana kümeyi takib et­
meyerek Yayık’m batısında kalm ıştı123.
E b u ’ l-G a z i’nin naklettiği Türkmen rivayetlerinde, Oğuz-Peçe-
nek mücadelelerine ait bazı hâtıralar da yer almıştır. Bu hâtıraların
birinde Peçenek elinin T o y m a d u k adlı pâdişâhının S a lu r K azan c­
ın babası E n k iş ’ i yenerek hatununu tutsak aldığından bahsedilir.
Uç yıl sonra E n k iş naibini mal ile T o y m a d u k ’ a göndererek
karısını kurtarmıştır’ 24. Yine orada bulunan bir manzumede S a lu r
K a z a n ’ın otuz kırk bin çeri ile Becene ellerine yürüyüb onları kırdığı,
bir nicesinin çok yalvararak kurtulduğu bildiriliyor125. E b u ’ l-G a z i
bu rivayetleri Türkmenler’ in ellerindeki Oğuz-nâmeler’ den nakletmişdir.
Aksi takdirde, bu rivayetlerin X V II. yüzyıla kadar hâfızalarda sak­
lanması imkânsız idi. Fakat Türkmenler’ in ellerindeki bu Oğuz-nâme-
lerden hiç birisi galiba bize kadar gelmemiş olduğu gibi, ne zaman ya­
zıldıklarını da bilmiyoruz.

2 - Oğuzlar’ın Yaşayış Tarzı:

X . Yüzyılın başlarında Oğuzlar’ın çoğunluğu göçebe hayatı yaşı­


yorlardı. Bu elin X I. yüzyılda 24 boydan meydana gelmiş olduğunu bili­
yoruz 126. Her boyun başında “ beğ” ünvanlı âsilzâdeler bulunuyordu.
Destanlara dayanarak söylemek mümkündür ki, beğlerin 40 kişiden
mürekkeb silâh arkadaşları vardır ki, bunlara yoldaş denildiği anlaşı­
lıyor 127. Her kavmin asilzâdesi gibi, Oğuz beğleri de çok varlıklı idiler.
İ b n F a d lâ n 128, Oğuzlar arasında yüz bin koyuna ve on bin ata sahib
kimseleri gördüğünü söylüyor.
M e s’ u d î’ye göre, Oğuzlar, yüksek (el-eûli) , orta (el-evâsıt) ve
aşağı (el-esâfil) olmak üzere üç sınıf idiler 129. Bununla beraber M es’-

122 Bu Türk elinin tarihi hakkında A.N. K u r a t’ m eserine bk.


123 îb n Fadlân , Z.V. T o g a n yay., s. 17-18, Sam i e d -D e h h â n yay., s. 106; K on.stan-
tiu. P o r p lıy r o g e n n e to s , De Administrando imperio (A.N. K u r a t, Peçenek tarihi, s. 258).
124 Üçüncü Bölüme bk.
125 Üçüncü Bölüme bk.
126 Bu hususta İkinci Bölüme bk.
127 Üçüncü Bölüme bk.
128 Z.V. T o g a n yay., s. 17, S. ed -D eh h â n y a y ., s. 106.
129 M urûc uz-zeheb, I, s. 212.

37
u d î’nin bu kaydı oldukça müphemdir. Bu kelimeler, Oğuz eli ara­
sındaki İçtimaî bir seviye farkım mı belirtiyor, yani asilleri (beğ), hür
insanları (el) ve köleleri (k ü n ? )no mi kasdediyor, yoksa sadece siyasî
bir gruplaşmayı yani onların büyük orta ve küçük olmak, üzere, üç
küme halinde mi olduklarım ifade ediyor? Biz yayınlayanların aksine
olarak, cümlenin asıl mânasına bağlı kalarak birinci şıkkı kabul edi­
yoruz. Fakat Oğuzlar’ın siyasî bakımdan üç kümeye ayrılmış olmaları
da imkânsız değildir.

X . yüzyıl başlarında yabgulann kışın oturdukları Yefii-Kent ile


Cend ve Huvâre şehirlerinde Müslümanlar da bulunuyorlardı. Bu üç
şehirden en büyüğü yabgu’ nun oturduğu Yefii-Kent idi. Son iki şehrin
de Oğuzlar’a. tâbi olduğunu biliyoruz. M es’ u d î’ye bakıbrsa131 bu şe­
hirlerdeki yerleşik halkın çoğu da Oğuzlar’ dan idi. K â ş g a r lı’nın zik­
rettiği Oğuz şehirleri bunlardan ayrıdır. K â ş g a r lı’ da bu üç şehrin adı
geçmez. K â ş g a r lı’nm Oğuz şehirleri olarak zikrettiği şehirler şun­
lardır: Sepren, Karaçuk, Suğnak, Karnak, Sitgün. Bunlardan Sepren,
X . yüzyıl coğrafyacılarındaki Sabran (Savran) dır. Sabran, daha önce
işaret edildiği gibi, X . yüzyılın ilk çeyreğinde Oğuz sınırında bu­
lunan bir Müslüman şehri idi. Burası müstahkem bir şehir olup, yedi
kat surla çevrilmişti. A ynca şehrin rabazı da vardı. Câmi de iç şehirde
(şehristan) bulunuyordu. Oğuzlar barış yapmak veya ticaret işleri için
bu şehre gelirlerdi132. Karaçuk’ a gelince, K â ş g a r lı bunun Fârâb şeh­
rinin adı olduğunu söylüyor133. Fârâb, Aris çayının Sir-Derya’ya dö­
küldüğü yerde bulunan küçük bir yöredir. Yörenin idare merkezi Keder
kasabası idi. Vesic yörenin diğer mühim bir kasabası olup, meşhur
filozof F â r â b î bu şehre m ensuptu134. M u k a d d e s î’ye g öre135 Fârâb,
en büyük şehri de yine Fârâb adını taşıyan bir rüstâk, yani bir yöre­
dir. Fârâb şehri, ona göre, 70 000 erkek nüfusu (!) ve bir câmisi olan
bir şehirdir. Şehirdeki dükkânların çoğu varoşta ve pek azı kale sur­
larının içinde idi. Aynı müellif Keder ve Vesic’ i de ayrıca zikrediyor136.

130 Türkiye'de hâlâ kullanılan tâbirlerden: “ ele güne karşı” ; “ el gün ne der” .

131 j £İj^JI j S-bJjL-l o-iL l l$J JIûj lijy i İj-U Iflp j

( M urûc uz-zeheb, I, s. 212.) jJt>- j

132 tstahrî, s. 346; Îbn Havkal, 511; Hudud ul-âlem , s. 118, M inorsky , 119; Mukaddesi,
s. 274.
133 110 numaralı haşiyeye bk.
134 Îstahrî, s. 346; İbn Havkal, s. 510, 511.
135 s. 273.
136 Gösterilen yer.

38
Bu durum karşısında, B a r t h o ld ’un dediği g ib i137, Fârâb’ı yeni bir
şehir kabul etmek yerinde olacaktır. Anlaşıldığına göre Oğuzlar Fâ­
râb’a Karaçük adını vermişlerdir. Fakat şehrin bu adı şimdiye kadar
başka hiç bir eserde görülmemiştir.

Suğnak’ a gelince, M i n o r s k y 138, haklı olarak bunu Hudud ulâ-


lem’deki Sunâh ile birleştirmiştir. Sunâh, Fârâb’a bağlı bir şehir olup,
orada her tarafa ihraç edilen yaylar yapılıyordu. Suğnak, Oğuzlar’ dan
sonra Kıpçaklar’ın Sir-Derya kıyısındaki başlıca merkezlerinden biri
olmuştur. Şehrin bugün harâbeleri vardır.

Oğuz şehirlerinden biri olan Karnak hakkında başka hiç bir yerde
bir kayda rastgelmedik. Z.V. T o g a n 139, Türk ili haritasında Kaı-
nak’ı Yesi’nin az kuzey batısında, ondan bir konak mesafede gös­
termiştir. Diğer taraftan Sabran’ ın yakınındaki Sâdık Ata Tepe’ nin
Karnak olduğu ileri sürülmektedir 140. Her halde Karnak’ı Savran ta­
raflarında aramak gerekir.

Sitkün’ e gelince, bunun X . yüzyd coğrafyacılarında geçen Süt-


Kend olması pek muhtemeldir. Süt-Kend, Fârâb yöresine yakın bir yer­
de Sir-Deıya’ mn sol sahilinde bulunmakta olup, bugün harâbeleri var­
dır. Bu şehirde bir cuma mescidi (câmi) vardı. Süt-Kend yöresinde
daha X . yüzyılın ilk çeyreğinde, kalabahk sayıda Müslüman olmuş
Oğuzlar ve Karluklar’ın oturdukları bildiriliyor. Bu Müslüman Oğuz­
lar ve Karluklar yöreyi kavimdaşları olan gayr-i Müslim Türkler’ e kar­
şı koruyorlardı. Ayrıca Fârâb, Kencede ve Şaş arasındaki bitek otlak­
larda, Türkler’ den Müslüman olmuş 1000 çadıra yakın bir küme var­
d ı 141. E l-B ir u n î, gençliğinde her yıl H a r iz m -Ş a h ’ a bizzat kendi
yaptığı ilaçlar ve mumya getiren Süt-Kendli bir Türkmen tabibini
tanıyordu 142.

Şüphe yoktur ki, Oğuz şehirleri K â ş g a r lı’nm bu saydıklarından


ibaret değildi. Onların Sir-Derya kıyılarında, yerleşik olarak yaşadık­

137 Fârâb maddesi, Î .A . , IV, s. 451.


138 Hudud ul-âlem. s. 118, M inorsky , s. 119, 358.
139 Türk ili haritası ve ona ait izahlar, İstanbul, 1943.
140 B. Ögcl, aynı eser, s. 340.
141 İbn Havkal , s. 510, 511; Hudud ul-âlem , s. 117, M inorsky , s. 118-119. Süt-Kend’ de
yapılan kazıların sonuçlan üzerinde: B. ö g e l, aynı eser, s. 336-337.
142 Kitâb ul-cumâhir , s. 205. Aynı müellif Süt-Kend"’i bir Türkmen şehri olarak vasıflar
(el-K anun ul-M es'udî , Haydarabâd , 1374, II, s. .575).

39
ları daha bazı veya bir çok şehir, kasaba ve köyler de v a rd ı143. Diğer
taraftan, onların K â ş g a r lr m n bahsettiği devirden sonra da yeni şe­
hirlere sahib oldukları anlaşılıyor. Bunlardan biri olarak Barçınlığ-
Kent zikredilebilir. Gerçekten bu şehrin adına, X II. yüzyıldan önceki
eserlerde rastgelinmez. Barçmlığ-Kent, Sir-Derya boylarının Moğollar
tarafından fethi esnasında Sığnak ve Öz-Kent’ ten sonra zikredilen
üçüncü şehirdir. Ondan sonra sıra ile Eşnas, Cend ve Şehir (Yeni) Kent’-
in fethi anlatılıyor144. Zamanımızda Cirik kale harabelerinin altında
Yeni-Derya ile birleşen Barşin-Derya adlı bir kuru çay veya eski bir
kanal bulunmaktadır ki, bunun Barçmlığ-Kent ile ilgili olduğu mu­
hakkaktır. Bu kuru çay’va. kıyısında Uz-Kent ve Sırlı-Tam şehirlerinin
harâbeleıi görülmektedir145. Buradaki Uz-Kent’in C ü v e y n î’deki Sığ-
nak’ tan sonra zikredilen şehir olduğunda şüphe yoktur. Bu kuruçay
veya kanalın kıyısında daha bazı şehir ve kale harabeleri de bulunmak­
tadır. Kök-Kesene ve Barşin-Derya hakkında bundan 64 yıl önce ilk
defa esaslıca bilgi veren arkeolog Y.A. K a lla u r haklı olarak Barçın-
lığ-Kent’ in de bu Barşin-Derya üzerinde olacağı sonucuna varmıştır14S.
K a lla u r , bu kuruçay yatağının (Sir-Derya’ nın eski yatağı mı?) Çar-
dar’ dan Uz-Kent’ e kadar olan kısmının da Uguz Jilgası (Oğuz deresi)
adını taşıdığını bildiriyor147. Sığnak şehri harâbelerinden on üç fersah­
lık bir mesafede, Kök-Kesene harâbeleri vardır. Kök-Kesene’ yi ilk defa
ziyaret eden K a lla u r , burada tuğladan yapılmış ve mavi renkli (gök)
süslemeleri olan harab bir kümbet görmüştü. Bu türbenin güney batı
tarafında, henüz bazı duvarları tamamen yıkılmamış olan daha küçük
bir türbe meydana çıkarılmıştır. K a lla u r bu türbelerin etrafında da
bir çok tepe ve tepecikler görmüş olup, bunların eski mezar kalıntıları
mı, yoksa meskûn sahayı mı teşkil ettiğini anlayamamıştı. 1927 yılında
burayı ziyaret eden A. Y a k u b o v s k iy , türbenin çökmüş olduğunu
görmekle beraber bu türbe ve çevresinde yaptığı araştırmalardan son­
ra Kök-Kesene’ nin çini işleme bakımından şâheser bir âbide olduğunu

143 Anlaşıldığına göre, Sir-Derya kıyılarında pek çok harabe vardır. Bunlardan bazıları
üzerinde yapılan hafriyatın sonuçlan hakkında: S.P. T o ls t o v , Goroda Guzov, Sovetskaya E t -
nografiya , 1947, nr., 3, s. 55-102 (Dr. İs m a il K a y n a k ’ın türkçe tercümesinden faydalanıl-
mıştır). Ayrıca B. ö g e l aynı eser, s. 333-341.
144 Cuveynî, I. 64, 67, 72, 79.
145 V.M. J irm u n sk iy , Sir-derya boyunda Oğuzlarca dâir izler, türkçe tercümes iîs m a il
K a y n a k , Belleten , sayı 99, s. 480-481.
146 A y n ı yazı, s. 482.
147 A y n ı yazı , s. 480-481.

40
söylediği gibi, buralarda bir zamanlar yüksek bir medeniyetin mevcut
olduğu hükmüne de varm ıştır148.
E b û ’ l-G a z i B a h a d ır H an , Türkmenler’in tarih bilen bahşı-
lanndan, 7 kızın Oğuz eli’ni “ ağızlarına baktınb” çok yıllar beğlik yap­
tıklarını anlatmaktadır. Bunlardan biri, K a r m ış B a y ’m kızı ve Ma-
m ış B e ğ ’in karısı B a r ç ın S a lu r (Salur Barçın?) idi. “ Onun türbesi
Sir-Derya’ mn yakasında olup, halkça meşhurdur ve Özbekler ona “ B ar-
ç ın ’ın Kök kâşâne” si derler149. E b u ’l-G a z i’nin bu sözlerinden Kök-
Kesene (Kök-Kâşane - Gök çinili) türbesinin Oğuzlar’Asm B a r ç ın
H a tu n ’ a izafe edildiği ve bunun halkça bilinen bir şey olduğu anlaşılı­
yor. Bütün bunlardan, pek muhtemel olarak şu hükme varmak müm­
kündür: X II. yüzyıl’da Sir-Derya boylarında Salur boyu’ndan B ar-
çın H a tu n bir kısım Oğuzlar üzerinde nüfuz ve hâkimiyet kazanmıştı.
Akıllı olduğu kadar varlıklı olan bu hatunun hâkim bulunduğu Sir-
Derya bölgesinde yeni bir şehir kuruldu ve bu, “ Barçmlığ-Kent” adını
âldı, yani B a r ç ın ’ a ait şehir. Bu hatun kendisi için, Mem’ deki S u l­
ta n S a n ca r ve Ürgenç’teki H a r iz m -Ş a h T e k iş ’in türbelerine ben­
zeyen kubbesi gök çiniler ile süslü muhteşem bir türbe yaptırdı. Şeh­
rin bu türbenin yapımından sonra kurulmuş olması da muhtemeldir.
Barçmlığ Kent ile birlikte geçen Öz-Kent ve Aşnas’ın da yeni şehirler
olduğu anlaşılıyor. Çünkü, daha önceki eserlerde bu şehirlerin adları
geçmiyor. Şimdiki bilgimize göre, Barçmlığ - Kent’ in adı, X I I . yüzyılın
ikinci yansından itibaren geçmektedir.
Oğuz şehirlerinde yapılan kazılar buralarda yüksek bir kültür
hayatının varlığını göstermiştir. K a lla u r , Y a k u b o v s k i y ve T o l s t o v
gibi arkeologlar bu hususu gayet açık bir şekilde belirtmişlerdir 15°.
Oğuzlar’dan mühim bir kısmının oturak yaşayışa geçmelerinde
en mühim âmil, onların İslâmlığı kabulleridir. Onlar arasında İslâ­
miyet yayıldıkça ve kuvvetlendikçe oturak hayat da gelişmiştir. Gö­
rüldüğü gibi, bu şehirlerin mühim bir kısmı X . yüzyılın ilk çeyreğinde
Oğuzlar’m idaresinde değildi. Her halde onlar Müslüman olduktan
sonra bu şehirleri ellerine geçirmişlerdir. K â ş g a r lı’ dan başka, Oğuz-
lar’ın şehirleri olduğunu bildiren diğer bir müellif de I d r is î’ dir (eseri-

148 V.M. J irm u n s k iy , aynı yazı, s. 477-478; Y a k u b o v s k iy bu türbenin, Özbek han­


larından birine ait olabileceğini söylemekle beraber (s. 477), türbenin, M erv *deki S u lta n San­
ca r tü rb e s i, Ürgenç'teki H a r iz m -Ş a h T e k iş ve yine burada bulunan F a h ru d d in -i R â z î’
nin türbeleri ile bazı benzerlikleri olduğunu da belirtmiştir (aynı makale, s. 478).
149 Şecere-i Terâkime , s. 79.
150 Bu hususta 143 ve 145 numaralı haşiyelerde gösterilen eserlere bk.

41
ııin yazılış tarihi 1154). î dr i sî, “ Oğuzlar’ın şehirleri çoktur, bunlar
kuzeye ve batıya doğru uzanmaktadır” dem ektedir151.
Göçebe Oğuzlar, bu şehirlerde yaşayan oturak eldaşlanna, istih­
fafla, Yatuk (yani tembel) diyorlardı. Çünkü onlara göre bu oturak
eldaşları savaş yapmayarak tembel tembel şehirlerinde otururlardı152.
Oğuz şehirlerinin çoğunda Mâvera-un-nchr'in yerli unsurları da bulu­
nuyordu ki, Oğuzlar bunlara Sukak diyorlardı153.
Moğol istilâsı esnasında bir kısım Göçebe Türkmenler’in aşağı Sir-
Deıya boylarında oturduklarını biliyoruz I54.

Yerleşik Oğuzlar’m, göçebe eldaşlarınm siyasî faaliyetleri ve göç­


lerine büyük ölçüde katılmıyarak, Moğol istilâsına kadar, bu şehirler­
de oturmakta devam ettikleri söylenebilir. Moğol istilâsı sonucunda bu
şehirlerin pek çoğu veya hepsi oturulmayacak derecede tahribata uğ­
ramıştı I55. Bu şehir, kasaba köylerde oturan Oğuz yerleşik halkı ne
oldu? Bu soruya şöyle cevap vermek mümkündür: Bir bölüğü öldü,
bir bölüğü tutsak alındı, mühim bir kısmı da Horasan’ a kaçtı. Moğol
istilâsının İran’a da yayılması üzerine, Horasan’a, kaçanlar, o esnada
emin bir ülke olan Anadolu’ya, geldiler. Anadolu’ da göçebeler, köylüler
ve şehirliler arasında, bilhassa “ Horasan” a. bağlanan bu geliş hâtırası
asırlarca unutulmayarak zamanımıza kadar yaşamıştır. Buradaki
“ Horasan” adı ile şüphesiz Türkistan da ifade olunuyordu.

3 - İktisadî Hayatları:

X I. yüzyılın başlarında büyük bir çoğunluğu göçebe bir hayat


yaşayan Oğuzlar’ın İktisadî faaliyetleri, bu yaşayışın icabı olarak,
başhca hayvan yetiştiriciliğine inhisar ediyordu. Bu sebeble onların
servetlerini koyun sürüleri, yılkılar (at sürüleri), develer ve hattâ
Hudud ul-âlem’c g ö re 15S, sığır teşkil ediyordu. A t binek (binit)
ve deve de taşıma vasıtası (yüklet) olarak kullanılıyordu. İ b n F a d-

151 S .P . T o ls t o v , Goroda Guzov, s. 55 ve devama.


152 Kâşgarh , K ilisli , III, s. 11, Atalay III, s. 14.
153 Kâşgarh , K ilisli , II. s. 229, Atalay , II, s. 287. Bu kelime nereden geliyor?
154 111. sahifeye bk.
155 “ Biz bu ülkede (Sir-derya kıyıları) sayısız harabolmuş şehirler, yıkılmış köyler ve
nice terkedilmiş kasabalar gördük. Bu ülkede adını bilmediğim bir ırmak (Sir-derya) olıip, o-
nun kıyılarında Y eni-K ent ( lanckent)> Barchin ve Ornas (E şn a s) adlı şehirler ile adlarım bil­
mediğim daha nice şehirler vardır” (T h e Journey o f F riar John o f Plan de Carpine to the court
o f K u yu k Khan 1245—1247, s. 14, R u b r ııc k seyahatnamesinin başında, RockhiU basımı).

156 J jir J uLijl J (s- 86» M inorsky, s. 110).

42
l â n 157 “ Türk develeri” ( _^Jİ JU- ) sözü ile bugün Anadolu’ da
“ buhur” denilen iki hörgüçlü develeri kast etmiş olsa gerektir. Yine
aynı müellif Bulgarlar’ m at eti yediklerini kayd etmekte, fakat Oğuz­
lar için böyle bir söz söylememektedir. Oğuz sü-başısı E tr e k , Îbn
F a d lâ n ve arkadaşlarına olduğu gibi, kendi akrabaları için de koyun
kestirmişti. Fakat Oğuzlar’ dan ölenlerin atlarının yenildiğini aynı
müellif kaydetmektedir. Diğer taraftan Oğuz destanları da Oğuzlar’ın
diğer Türk elleri gibi, at eti ve hattâ deve eti yedilderini göstermek­
tedir. At eti, belki de, onlarca âdi zamanlarda değil, müstesna gün­
lerde yenilmekte idi. Oğuzlar’ın Müslüman oldukltan sonra, umumiyet­
le at eti yemekten vazgeçtikleri anlaşılıyor. Çünkü, dahil oldukları
Hanefi mezhebi at eti yenmesini mübah kalmamıştı.
Oğuzlar ile komşu İslâm kavimleri arasında canlı bir ticarî faali­
yetin mevcut olduğu görülüyor. Oğuz yurdundan geçen en mühim
ticaret yolu Harizm’ den İtil bölgesine giden yol idi. Bu yolun pek
işlek bir yol olduğunu biliyoruz. Coğrafyacılar müştereken, Oğuzlar’ın
tâeirlerinin çok olduğunu belirtiyorlar158. î b n F a d lâ n 159 5000 kişilik
muazzam bir kervan içinde Oğuz yurdundan geçmişti. Oğuzlar, ba­
rış zamanlarında ticaret maksadı ile Harizm’ de Curcaniye ve Bara-
tegin şehirlerine, Mavera un-nehr’de de Sabran şehrine geliyorlardı160.
Oğuzlar’ın başlıca ticaret malı koyun idi. Horasan ve Mâvera un-nehr
halkı et ihtiyacını Oğuzlar ve Karluklar’ dan temin ediyordu161. Türk
koyununun Mâvera un-nehr ve Horasan koyunlarından ayrı bir soy
olup, makbul tutulduğu anlaşılıyorsa da162 başlıca vasıflan iyice bi­
linemiyor.
Oğuzlar’ın ayrıca İslâm âleminde meşhur olan Türk keçesi sattık­
larına163 da ihtimal verilebilir164.
Oğuzlar ise, komşu Islâm memleketlerinden bilhassa dokuma ma­
mulleri satın alıyorlardı.

157 Z .V . Togan yay., s. 8, S. ed-Dehhân yay. s. 86.


158 Îstahrî , s. 299; Hudud ul-âlem , s. 118, M inorsky , s. 119; îb n Havkal, s. 511. E b u Du-
le f’te (Y a k u t, M u'cem ul-buldân , yay. F. W u s te n fe ld , Leipzig , 1868, III, s. 44 Sin maddesi)
Oğuzlar’ın H ind ve Çin ile ticaret yaptıkları söyleniyor ki, mübalâğalı olsa gerektir.
159 Z .V . Togan , yay., s. 14, S. ed-Dehhân yay., s. 98.
160 Îstahrî , s. 299, 303; îbn Havkal, s. 511; Hudud ul-âlem , s. 118, M inorsky , s. 119.
161 Îstahrî, s. 281, 288.
162 îm a d u d -d in e l- I s fa h a n ı (Bundarî kısaltması), yay. H ou tsm a , Leyden , 1889,
s. 5, 282, türkçe tercümesi K. B u rsla n , (T.T.K.), İstanbul, 1943, s. 3, 253.
163 Y a k u b î (K itâb ul-buldân, Bağdat , s. 60, Leiden , 1892, s. 295), Türkleşin en iyi keçe
imal eden kavim olduğunu yazıyor.
164 îbn Fadlân (s. 8), Harizm >de soğuk günlerde bir evin içinde kurulmuş olan Türk fee-
çesinden bir çadırda oturmuştur.

43
4 - Dini İnanışları:

X . yüzyıl başlarında Oğuzlar, Uygurlar müstesna olmak üzere,


diğer Türk elleri gibi kendi kavmî dinî inanışlarını devam ettiriyor­
lardı. Islâm, âleminde Türkler'in A lla h fikrine sahib oldukları ve bunu
T a n r ı adiyle ifade ettikleri biliniyordu165. Türkler'in yaratıcıya
U lu ğ -B a y a t adım verdikleri de İslâm bilginlerine ulaşmıştı166.
Fakat, Oğuz din adamlarının T a n r ı’nm sıfatları ile ilgili tasavvur­
ları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Her halde Oğuzlar'dan alelâde
kimselerin bu husustaki tasavvurları pek zengin değildi ve onlar T an -
rı’ya İnsanî vasıflar izafe ediyorlardı. Oğuzlar’dan. biri İ b n F a d lâ n ’ a
T a n r ı’nın karısı olup olmadığını sormuş, müellif de bu soru üzerine
bir hayli tövbe ve istiğfar etmiş ve Oğuz da ayııı şeyi yapmıştı167.

E b û D u le f seyahatnâmesi’nde168 Oğuzlar'ın bir mabetleri oldu­


ğu söyleniyor ve içinde put bulunmadığı ilâve ediliyor.

İ b n F a d lâ n ne bir mabed gördüğünden 11e de bir din adamı ile


görüştüğünden açıkça bahseder. Fakat Oğuzlar'ın hakimleri olduğunu
biliyoruz. Oğuzlar bu manevî şahsiyetlerine büyük bir saygı gösteri­
yorlardı169. Hattâ bu hakimlerin Oğuzlar'ın kanlan ve davarları üze­
rinde hüküm sahibi bulundukları söyleniyor ki, bu ifadeden manevî şah­
siyetlerin el üzerinde ne kadar önemli bir tesir ve nüfuzları olduğu
iyice anlaşılıyor170. İşte bizim K o r k u t - A t a (D e d e - K o r k u t ) bu

165 İbn Fadlân, Z.V. T o g a n yay., s. 10; S. ed-D eh h â n yay, s. 92; M a k d isı, Kitâb ul-
bed1 ve't-tarih, yay. ve tercüme eden Cl. H u a rt, Paris, 1907, IV, metin s, 63, tercüme s. 57.
166 M a k d isî, gösterilen yer. F a h ru d d in M u b â r e k -Ş a h ’ da (T arikk-i Fakkurud'd -
din Mubarakshah , yay. E. D e n iso n R o s s , London , 1927, s. 43) Bayat, Tanri’nın adı olarak
geçiyor.
167 Z .V . Togan yay., s. 11, S. ed-Dehhân yay., s. 93.
168 s. 44. Fakat bu seyahatnâmedeki bilgilerden çoğunun inanılmağa değer bir mahi­
yette olmadığı malumdur.

169 j Jlc -A-Juj j ^ iJ j} 1j oLjuI* j

( H udud ul-âlem , s. 87, M inorsky , s. 100).


Buradaki j j y jU* ibaresi ile onların başlarını ve gövdelerini eğerek yaptıkları yükünme yani
ululama (ta'zim ) hareketi kastediliyor.

170 Aynı eser, gösterilen yerler. B e y h a k î’nin anlattığına göre (T a rik-i Beyhakî , yay.
G ani ve F e y y â z , Tahran , 1324 ş., s. 627-628), S elçu k lu beylerinin yaıunda yıldızlar ilmini
( ilm~i nucûm) bilen bir mevlana-zâde vardı. Bunun söylediği bazı sözler doğru çıkmıştı. Bu
mevlanâ^zâde Dendanâkan savaşı esnasında Selçuklularda vakit, vakit “ b ira z dayanınız zafer
sizin olacaktır” demiş ve öğle vaktinde G a zn eli ordusu bozulunca T u ğ ru l. Ç ağrı b e ğ le r
ile Beygu (M usa) atlarından inerek ona secde etmişler, yani yükünmüşlerdi.

44
hakimlerden biri idi. Tabiblik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan,
yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup olmıyacağına hükmeden, dinî
törenlere başkanlık eden bu manevî şahsiyetlere Oğuzlar’ın kam mı
dedikleri, yoksa başka bir ad mı (meselâ ata) verdikleri bilinemiyor.
Ata kelimesi bunlar hakkında saygı ifade eden bir söz mü idi, yoksa
onlar için hususî bir ad mı idi, bu husus da kat’i olarak malûm
değildir.

Ölü gömme âdetlerine gelince, onlar ölülerini, Gök-Türkler gibi,


sırtlarında elbiseleri, üzerlerinde silâhları ve yanlarında diğer şahsî
eşyaları ile birlikte gömüyorlardı. Ölü ev şeklinde açdan bir mezara
oturtulup, eline içki dolu (her halde kımız) 111 bir çamçak veriliyor ve
önüne de yine içki dolu bir kap konuluyordu. Mezar bir oda gibi açılı­
yor, tavam yapıldıktan sonra onun üzerine de çamurdan kubbeye ben­
zer kısım ilave ediliyordu. Oğuzlar’ın bu mezarları ile Türkiye’de bilhas­
sa Selçuklu devrinde yaygın bir şekilde görülen ve mütehassıslar ta­
rafından Türk çadırına benzetilen kümbetler172 arasında yakın bir ben­
zerliğin varlığına işaret edilebilir. Hazar-Ötesi Türkmenlerinin de me­
zarlarının üzerine tümsek gibi şekiller yaptıklarını ve buna yozka de­
diklerini biliyoruz I73.

Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi k i llA,


bu da bütün Türk kavimlerinde görülen yuğ aşı veya ölü aşı geleneği
i d i I75. Türkiye’de bu gelenek yüzyıllar boyunca sürüb gelmiş ve şimdi
de mahiyeti aynı kalmak sureti ile köy, kasaba ve hattâ şehirlerde
yaşamaktadır. Ölen sağlığında bazı kimseleri öldürmüş ise, bunların
resimleri tahtalar üzerine oyulup, mezara konulurdu. İnanışa göre, bir
adamın öldürdüğü kimse veya kimseler cennette öldürenin hizmetçileri
olacaklardır176. Bu da anlaşılacağı üzere, Gök- Türkler’ deki balbal ge­
leneğinden başka bir şey değildir177. Oğuzlar, aynı zamanda başhca
Türk ellerinde olduğu gibi, yuğ aşında yenilen atların başlarını, ayak­

171 Kaynak Ib n F a d lâ n ’ da (Z.V. T o g a n yay., s. 14, S. ed-D ehh ân yay., s. 99): nebiz
(bilhassa hurma veya kuru üzüm rakısı) deniliyor. Ib n F a d lâ n kımızı her halde bu mahiyette
bir içki sandı.
172 E. D ie z, Türk san'atı, türkçe tercümesi O. A rs la n a p a , İstanbul, 1946, s. 84.
173 A. V â m b e ry , Travels in Central A sia , London , 1864, s. 56, 71, 71, 324.
174 îb n Fadlân Z. V. T o g a n yay., s. 63, S. ed-D eh h â n y a y ., s. 99.
175 A b d ü lk a d ir tn a n , Tarihte ve bugün şamanizm , (T.T.K .), A nkara , 1954, s. 189 ve
devamı, ayrıca Üçüncü Bölüme bk.
176 Ib n F a d lâ n Z .V . Togan yay., s. 14, S. ed-Dehhân, s. 100.
177 A b d ü lk a d ir in a n , aynı eser, s. 178, 180.

45
larım ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asıyorlardı178.
Onların inanışına göre, ölen cennete etleri yenilen ve derileri sırıklara
asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde ölen, yorucu cennet
yolculuğunu yayan yapmak mecburiyetinde kalacaktı m . Oğuzlar, yine
dinî inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlar, yabancıların da yıkanma­
larına engel oluyorlardı. Çünkü, suya girmekle onların, kendilerini
büyüleyeceğinden korkarlar ve böyle yapanları para cezasına çarptırır-
lardı1S0. Bütün Türkler’ deki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır.
Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük bir günah
işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felâkete sebeb olur. Onlar
yine dinî inanışları ile ilgili olarak, giyimlerini eskiyinceye dek üzer­
lerinden çıkarmıyorlardı181. Yine Oğuzlar, Müslümanların aksine ola­
rak, başına vurarak koyunu, öldürüyorlardı182.
Oğuzlar, hastalanan kimselerin (yakın akrabaları da olsa) yan­
larına yaklaşmazlardı. Hasta onlara kul ve karavaşlar (câriye) hizmet
lerdi. Yoksullar ise tamamen kaderleri ile başbaşa bırakılırdı183. Bu
husus, şüphesiz bulaşıcı ve salgın hastalıklara yakalanmaktan kork­
maları ile ilgili idi.

5- Başka Gelenek ve Görenekleri:

X . yüzyılda Oğuz elinde kadınlar, diğer Türk ellerinde ve Câhiliyye


devri Arablar’nda olduğu gibi, erkeklerden kaçmazlar ve yüzlerini de ört­
mezlerdi. Bu husus Türkiye’de oymaklarda ve köylerde zamanımıza ka­
dar devam edegelmiştir. Hattâ X I X . yüzyılda Güney Anadolu’da, bir
seyahat yapan V. Langlois, bu münasebetle Türkmenler’ i Yakm-Do-
ğu’daki en medenî insanlar olarak vasıflar. Bununla beraber Oğuzlar’va.
ne zina, ne de gulamparalık gibi yaygın gelenekleri v a rd ı184. Esasen
Türk kadınları İslâm dünyasında iffetli kadınlar olarak tanınmışlardı185.

Oğuzlar’ da öldürülenin öcünü almak yani kan davası âdeti de


va rdı186. Yine onlarda Câhiliyye devri Arabları’nda olduğu gibi, bir

178 lb n F a d lâ n , Z .V . Togan yay., s. 14, S. ed-Dehlıârı yay., s. 99.


179 lb n Fadlân, gösterilen yerler.
180 A y n ı eser, Z.V. T o g a n yay., s. 10, 12, S. ed -D eh h â n yay., 92, 94.
181 A y n ı eser, Z.V. T o g a n yay., s. 16, S. ed-D eh h â n yay., s. 103.
182 A y n ı eser, Z.V. T o g a n yay., s. 12, S. ed-D eh h â n yay., s. 95.
183 A y n ı eser, Z.V. T o g a n , yay., s. 14, S. ed-D eh h â n , s. 99.
184 A y n ı eser, Z.V. T o g a n yay., s. 11, 13, S. ed-D eh h â n yay., s. 93, 96.
185 Gerdizi, s. 81; Z.V. T o g a n izahlar kısmı, s. 127-128.
186 Onlar İslâm, diyarında ölen bir akraba veya eldaşlarına karşılık buldukları bir Aiıis-
lümanı öldürüyorlardı (lb n Fadlân, Z.V. T o g a n yay., s. 13, S. ed -D eh h â n yay., s. 96).

46
baba ölünce oğlu üvey annesi ile evlenebiliyordu. İ b n F a d lâ n lrl
gördüğü Oğuz sü-başısı E tr e k , babası öldükten sonra üvey annesi
ile evlenm işti187.
Evlenme geleneğinde kalın veya başlık verme usulu y a yg ın d ılss.
Düğünleri ve oyunlarına dâir bilgimiz yoktur. Yalnız T u ğ r u l B e ğ ’­
in, 1063 yılında Halîfe e l-K â im B ie m r illâ h ’ın kızı ile evlendiği za­
man, bir odada kürsü üzerinde oturan gelini ziyaret ettikten sonra
avluya çıktığını ve orada beğleri ile birlikte sevinç içinde raksettiğini
ve bu esnada türkçe şarkılar çağırıldığını biliyoruz189. T u ğ r u l B eğ
bu düğün esnasında 70 yaşında bulunuyordu. E b û ’l-F e r e c vasıtası ile
bu bilgiden haberdar olan B a r t h o ld 190, Ruslar’da “ pliaska prisiadki”
denilen raksın Türkler’ den alınmış olacağı ihtimalini ileri sürmüştür.
Bizim kanaatımıza göre, T u ğ r u l B e ğ ’in oynadığı bu oyun, bugün
Anadolu da toplu bir halde oynanan ve adına halay denilen oyun ol­
malıdır.
Oğuzlar’ın millî yemekleri, diğer bazı Türk ellerinde olduğu gibi,
tutmaç idi. Tutmaç, tarih boyunca birçok kaynaklarda Türkler’in millî
yemeği olarak geçer. T u ğ r u l B e ğ ’in Horasan’ da iken bir davette
yediği badem helvası için “ iyi tutmaç imiş, lâkin sarımsağı eksik” 191 de­
diği söylenir 192. Bu yemeğin T ü r k iy e S e lç u k lu la r ı ve O sm a n lı sa-

187 İbn Fadlân, Z.V. T o g a n yay., s. 15, S. ed-D ehh ân yay., s. 102.
188 Aynı eser, Z.V. T o g a n yay., s. 11, S. ed-D ehh ân yay., s. 93-94.
189 «u J^ JI j j J -İi [ «mJıiJI o l <j;l ] LjJI oL L L Jl j

oir j c
1j j j <.* j j l- ll i £ ü j £İI j V l j s

( İ b n u l -C e zv î, el-Muntazam , Haydar-âbâd , 1359, V III, s. 229). S ıb t îb ıı u l-C e v z î’ de de


( M ir'at uz-zamân, Türk-îslâm eserleri müzesi ktp., nr. 2134, yap. 226 a-b) bu ifade aynen ol­
makla beraber şu fark ve ilâve vardır: öjmas j j jIaJI Jl ü lio L J l ^j ± j

4-5* JJIj O y Jo E b u ’ l-F e r e c ’in (Tarih, türkçe tercümesi O. R. D o ğ ru l, T.T.K.,


Ankara , 1945, I, s. 315) sözleri aynen şöyledir: “ rivayet edildiğine göre kız evine gönderildiği
zaman Sultan ile Türk eşrafı ayağa kalkarak kendi âdetlerine göre raksetmişler, sonra diz üstü
oturarak kalkmışlar ve Türk şarkıları söylemişlerdi. Gelin için altından bir taht hazırlanmıştı.
Sultan içeriye girerek yere doğru eğildi, karısını selâmladı ve içerde kalmıyarak dışarı çıktı.
Sultan 7 gün bu şekilde hareket ederek kadının yüzünü görmek üzere peçesini açmadı.
190 Orta A sya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1928, s. 97.
191 ^ ^ J J *^I
(îb n ul-Esîr , M ısır , 1301, IX , s. 201).
192 Bu rivayetin apaçık bir uydurma olduğu muhakkaktır. Gene rivayete göre Oğuzlar,
Merv*de kâfuruyu görerek onun için bu, “ M e n fin tuzu” demişler (îb n ul-Esîr, gösterilen yer).
Halbuki aynı müellif, (II, s. 153) bunu Irak'ı fetheden Arablar1a isnad eder. Sözde Arablar ,
Medâiri*de gördükleri kâfuru için “bu, M edâin’in tuzudur” demişler. Bunlar, fatihlerin meden
irin göstererek alay etmek için uydurulmuş kalıplardır.

47
raylarında da yenildiğini biliyoruz. Tutmaç, Türkler’ in hâkimiyet sür­
dükleri Iran ve Aıab ülkelerinde de tanınmıştı193.
Oğuzlar’ın X . yüzyılda yüz şekillerinin öteki Türk kavimlerinin-
kinden ne derecede farklı olduğu bilinemiyor. Bildiğimize göre, bu mese­
le ile ilgili en eski kayıd Câmi üt-tevârih’tedh. Bu eserde, Oğuzlar’ın yüz
şekillerinin evvelce öteki Türkler gibi olduğu, Mâvera ün-nehr’e geldik­
ten sonra buradaki hava ve suyun tesiri ile yüzlerinin tedricen Tâcik-
Zer’inkine, yani Iranhlar’ırdiine benzediği söyleniyor m . Bu ifadeden,
Türkmenler’in yüz şekillerinin X IV . yüzyılda başlıca Türk kavimleri
ve Moğollar’vaki gibi olmayıp, Iranlılar’ınki gibi düz olduğu, yani
moğolluk vasıflarını haiz bulunmadığı vâkıası meydana çıkıyor. Avru­
palI seyyahlardan Türkmenler’ i görenler bilhassa kadınlarının çok
güzel olduklarını belirtirler.
Oğuzlar sakallarını tıraş etmekte ve yalnız bıyık bırakmakta idi­
le r195. Türkiye’de de bu geleneğin uzun bir müddet devam ettiğini, din
adamlarından başka halkın ve askerlerin sakallarını yülüdüklerini,
yani tıraş ettiklerini biliyoruz. Kızıl-baş Türkler’ın bugün dahi sakal­
larını istinasız tıraş etmeleri, bu çok eski geleneğin devamıdır. Buna
karşılık Oğuzlar, bütün Türkler gibi, saçlarını kesmiyorlardı. X I. yüz­
yılda Ermeniler, Oğuzlar ile karşılaştıklarında dikkatlerini en fazla on­
ların uzun saçları ile yayları çekm işti196.

193 Tutmaç hakkında bilgi için: Üçüncü bölüme bk.


194 j o ly i j J ^ ^ iS * J
JUjL £j ö liji I j ı—jT ı_*u*.î ^ j

-kLiJS' j 1 ^ j '

, 4İi o -IJ j û l-ij j 1__ f l i ^ ^ O İ -b -U jI»

Oğuz eli yurtlarından çıkıp Mâverâ un nehr şehirlerine ve tran ülkesine gelerek burada doğup
büyüyünce su ve hava sebebi ile şekilleri yavaş yavaş Tâcik şekline benzedi. Onlar hâlis Tacik
olmadıklarından Tâcikler onlara “ Tiirkman ” yani “ Türke benzer” dediler. Bu sebeble bu ad
bütün Oğuz boylarına verilmiş ve bununla tanınmışlardır (Câmi ut-tevârih9 B e re z in yay,, Pe-
tersburgy 1861, s. 26). B e rtra n d o n de la B r o q u ie r e (le Voyage douiremere, yay, S ch e fe r,
Paris , 1892, s. 92) Çukur-Ova’’ da gördüğü Türkmenler için: “ güzelinsanlar’ * diyor. B a b u r ( H â -
tirat, türkiye türkçesi, R.R. A ra t, T.T.K., Ankara , 1943, s. 72), S u lta n M ah m u d oğlu B ay-
Sungur M irza hakkında: “ büyük gözlü, yuvarlak yüzlü, orta boylu ve Türkmen çehreli, gü­
zel bir yiğit idi’ * sözlerini söylüyor. B a b u r ’ un bu sözleri, Türkmenler'ın Çağatay TÜTklerVnden
farklı bir yüz şekline sahip olduklarım gösteriyor. B a y -Ş u n g u r Miirza’ nın “ Türkmen çehrelİ>',
olması ise gayet tabiî idi. Çünkü aynı müellif bize B a y -S u n g u r M irza ’ nın anasının ünlü
Kara-Koyunlu Türkmen boyu Baharlular’’m başı A li Şeker B eğ’in kızı olduğunu bildiriyor
(s. 29).
195 îb n Fadlân , Z.V. T o g a n yay., s. 15, S. ed-D eh h â n yay-, s. 100—101.
196 Chronique de M attieu d'Edesse , fransızca tercüme E. D u la u rie r, P aris , 1858, s. 41.
Oğuzlar’m kıyafetlerine gelince, bu hususta hemen hiç bir şey bil­
miyoruz. 1038 yılında Nişabur’ a giren T u ğ r u l Be.ğ’in kıyafetine dâir
yapılan tasvir bu hususta belki bize faydalı olabilir: onun başında ke­
tenden bir sarık (asâbe-i-tûzi), sırtında bir cins kumaştan yapılmış
uzun kollu, uzun etekli ve önden ilikli bir elbise (kabâ-yi mulham) ve
ayağında keçe çizmeler, kolunda gerilmiş bir yay, kemerinde üç ok var­
d ı 197.
E b û D u le f, seyahatnâmesi’ııde Oğuzlar’m kürk ve keten elbise­
ler giydiklerini yazıyosa da İkincisini kabul etmek imkânsızdır. İslâm
ülkelerinde imal edilen giyim eşyaları onlarca makbul armağanlardan­
dı. Oğuzlar, umumiyetle yün ve keçe elbiseler giymiş olsalar gerektir.
T u ğ r u l B e ğ ’in İran’a, hâkim olduktan sonra pamuktan ak renkli el­
biseler giydiği bildiriliyor19S.
Oğuzlar’m mizaç ve seciyelerine gelince, bilgi azlığından bu hu­
suslarda tam ve kesin hükümler vermek pek kolay olmuyor; ancak
şunları söylemek mümkün olabilir ki, Oğuzlar yaşadıkları hayat tarzı
ve muhitin çetin şartlarının tesiri ile oldukça sert mizaçlı kimseler idiler.
Savaşçı olmak başlıca faziletlerden biri idi. Buna karşılık onlar, na­
muslu, doğru ve konuk sever i n s a n l a r d ı Türkler’m son zamanlara
kadar bu hasletlerini muhafaza ettikleri görülüyor. X I X . yüzyılda
dahi Anadolu Tüıkleri, gezginler tarafından bu hasletleri ile vasıflan­
mışlardır. Oğuzlar, büyüklerine (dini ve siyasî) son derece bağlı ve
saygılı insanlar idiler. Boş inançlara inandıkları ve hislerinin de olduk­
ça tesiri altında kaldıkları görülüyor.
Oğuzlar’ın konuştuğu türkçe, daha Anadolu’ya gelmeden, Türkis­
tan’da iken Türk lehçelerinin en incesi ve en kibarı (zarif) sayılıyordu.
K â ş g a r lı bu hususu bilhassa belirtir 200. Yine aym müellif, yalnız Oğuz
lehçesinde bulunan birçok kelimeleri de bildirir201. Bu hususun ne gibi
bir vâkıadan ileri geldiği ancak bu kelimelerin menşelerinin araştırıl­
masından sonra anlaşılabilir.
Oğuzlar aynı zamanda Sir-Derya kıyılarındaki şehirlerde birlikte
yaşadıkları Soğdlar’ dan ( Sukak) da bir çok kelimeler almışlardır. On­
ların bu kelimelerin çoğunu Anadolu’ya getirmiş oldukları görülüyor.

197 Tarihli B eyhakî , s. 553.


198 EbûH'FereCy türkçe tercüme, s. 229.
199 îb n F a d lâ n ’ın M üslüman tacirler ile Oğuzlar’ın münasebetlerine dair sözleri, Z.V.
T og a n yay., s. 12, S. ed -D eh h â n yay., s. 95-96.
200 K ilisli , I, s. 30, 361, A talay , I., s. 30, 432.
201 Bu kelimeler hakkında: T a h sin B a n g u o ğ lu , Oğuz lehçesi üzerine , Türk D ili A raş­
tırmaları yıllığı , 1960, s. 23-48.

49
6 - Oğuzların Islâmiyete Girişi:

X . yüzyılın ilk çeyreğinde Süt-Kend’ de Müslümanlığı kabul et­


miş mühim bir Türk topluluğunun yaşadığı görülüyor ki 202, bunların
Oğuzlar’dan olduğunda şüphe yoktur. Süt-Kend’in X I. yüzyılın son­
larında bir Oğuz şehri olduğunu biliyoruz. Yine X . yüzyılın ilk çeyre­
ğinde, Fârâb-Kencede ve Şaş ( Taş-Kend) arasında Oğuzlar’ dan ve
Karluklar’ dan îslâmiyeti kabul etmiş 1000 çadıra yakın bir küme ya­
şamakta id i203. Bunlar gayrı Müslim Türkler’ in akınlarına karşı yapı­
lan müdafaa hereketlerinde mühim hizmetler görüyorlardı. î b n F a d ­
la n’ın 921 .yılında Bulgar’a giderken görüştüğü Oğuz büyüklerinden
Y ın a l’ın bir defa Müslüman olduğunu, fakat halkın “ Müslüman olur­
san bize reislik yapamazsın” şeklindeki itirazı üzerine eski dinine dön­
mek zorunda kaldığını biliyoruz 204.
İslâm sınırı, bilhassa Sâmânlılar’ıu gayretleri ile Sir-Derya ötesi­
nin doğu yönünde gelişmiş ve Balasagun’ a kadar dayanmıştı. Daha
IX . asırda Sâmânlılar’ dan N u h b. E s e d İsficab bölgesini feth ettiği
gibi, bu hânedanın en büyük hükümdarı İ s m a il b. A h m e d 893 de
Talaş şehrini zaptedip oradaki büyük kiliseyi câmie çevirmiş ve N asr
b. A h m e d de (913-943) Şavgar şehrine bir sefer yapmıştı 205.
İ s m a il b. A h m e d ’in Talaş seferi ve İsficab beğlerinin faaliyetleri
neticesinde, Balasagun’ un batısındaki Ordu şehrinde oturan Türkmen
meliki îslâmiyeti kabul etmiş ve İsficab beğlerine vergi vermeğe baş­
lamıştı. İşte, Türk kavimleri arasında ilk önce İslâmiyeti kabul eden,
başlıca Balasagun ile Talaş’ın doğusundaki Mirki kasabası arasında
oturan Türkmenler olmuştur. Bu Türkmenler’in İslâmiyeti kabulleri­
nin X . yüzyılın birinci yansında olduğu muhakkaktır. Ancak, söylen­
diği gibi, bir Müslüman şehri olan Balasagun, 942 yılında gayri Müs­
lim Türkler’ in eline geçmiştir 206. Bu gayri Müslim TürfcZer’in-başların-
da K a r a -H a n lı hânedanın bulunduğu - Yağmalar olduğu mukak-
kaktır. Bu hâdise asıl yurdu Kâşgar bölgesi olan K a r a -H a n lı hâne-
danının Talaş vâdisine hâkim olduğu tarihi göstermektedir.
Müverrihler 349 (960) yılında, 200.000 çadırlık bir Türk halkının
Müslüman olduğunu bildirirler 207. Bu Türk halkının K a r a -H a n lı

202 Îbn Havkal, s. 511; Hudud ul-âlem, s. 117, M inorsky, s. 118 (şüphesiz Belhî'den).
203 Îbn Havkal, gösterilen yer; Hudud ul-âlem, s. 118, M inorsky, s. 119.
204 Z .V . Togan yay., s. 13, S. ed-Dehhân yay., s. 97-98.
205 B a r t h o ld , Türkestan, s. 211, 224, 256.
206 B a r th o ld , aynı eser, s. 256.
207 B a r th o ld , aynı eser, s. 255.

50
hanedanının hâk;m bulunduğu yerlerdeki Türk kavimleri (Yağma,
Karluk, Çiğil, Tuhsı) olduğundan şüphe edilmez.

Oğuzlar arasında da aynı yüzyılın ikinci yarısında îslâmiyetin


epeyce yayılmağa başladığı söylenebilir. Son S â m â n lı ş e h z â d e s i
E b û İ b r a h im ( Muntasır) , Mavera un-nehr’ i K a r a -H a n lıla r ’ın
elinden almak için giriştiği faaliyetler esnasında bir ara Oğuz yabgusu’-
nun yamna giderek onun ile bir ittifak vücuda getirmiş, dünürlük kur­
muş ve neticede yabgu Müslüman olm uştu208 (391 = 1001 den sonra,
her halde 392=1002 de). Bu kayıddan da anlaşılacağı üzere, Oğuzlar
arasında İslâmiyet ancak X I. yüzyılda hâkim bir din haline gelebil­
miştir.
Oğuzlar’ dan Müslümanlığı kabul eden zümrelere, onları gayrı
Müslim kardeşlerinden ayırt etmek için, Mavera ün-nehr Müslüman-
larınca Türkmen adı veriliyordu. Daha önce söylendiği gibi, Orta-As-
ya’da ilk defa Müslümanlığı kabul eden Türk kavmi Balasagun ile
Mirki arasında yaşayan Türkmenler olduğundan Türkmen adı, M a­
vera un-nehr Müslümanları arasında “ Müslüman Türk” şeklinde hu­
susî bir manâ da kazanmıştı. Oğuzlar’ dan da Müslüman olan zümre­
lerin, Müslüman olduklarını anlatmak ve onları gayri Müslim kardeş­
lerinden ayırt etmek için, bu zümrelere de Türkmen denildi. Türkmen
adının, ancak Oğuzlar’ dan Müslüman olanlara verildiği hususu, ci­
fi ir u n î’nin sözlerinin de gösterdiği gibi 209, her türlü şüpheden uzaktır.
G e r d iz î ve B e y h a k î gibi Gazneli müverrihleri Oğuzlar’ı Müslüman
Türk anlamında olarak Türkmen adı ile zikretmişlerdir. Buna karşılık
yakın doğu müellifleri onlardan el-Guzz yani Oğuz adiyle bahsediyorlar.
Çünkü Oğuzlar kendilerine Türkmen demiyorlardı. Onlar, Müslüman-
lar tarafından her yerde kendilerine verilen bu adı uzun bir zaman
benimsemediler ve Oğuz kelimesini, atalarının adı olarak da olsa, uzun
bir zaman unutmadılar. X I I I . yüzyıl başlarından itibaren, artık her
yerde Türkmen Oğuz’un yerini almıştır.

Türkmen adının menşei, bugünkü müellifler gibi, eski müellif­


leri de epeyce meşgul etmiştir. Bu hususta onlar arasında başlıca iki
fikir vardır. Bunlardan birine göre Türkmen, Türk adı ile farsca mân

208 Gerdizî, Tahran , 1327, s. 60.


209 jjiII (jo Uta- j (j'uJL-ll JaJ j il J3I ^*<*1 015"*j

OLJTj ( ( w 4-j O jJ L il JU j (( ü L T j j L*? » 1 (_$»-

(K itâb ul'cumâhir, s. 205). 4-*^ (j\

51
(mânend) ekinden meydana gelmiş olup, (ttürk*e benzer” demektir.
Bundan önceki haşiyede büyük âlim e l-B ir u n î’riin bu fikirde olduğu
görüldüğü gibi, K â ş g a r lı’ da 210 Türkmen, adının bu şekilde izahı ile
ilgili bir hikâye anlatmaktadır. Bu misaller, X I. yüzyılda Türkmen
adının Türk- mân (mânend) dan meydana geldiğinin oldukça yaygın
bir fikir olduğunu gösteriyor. X IV . yüzyılda da İran’da Türkmen’in
bu izah şekli üzerinde durulduğunu biliyoruz211.
ikinci fikre göre, Türkmen, Türk-i îmân’ dan gelmektedir. Bunu
da l b n K e s î r 212 ve bizim müverrih M e h m e d N e ş r i 213 veya onun
dayandığı kaynağın müellifi ileri sürmüşlerdir.
Zamanımızda ise, Türkmen sözünün sonundaki meıı’ in türkçe mü­
balağa eki olduğu (kocaman, azman değirmen ilh...) söylenerek bu adın
Öz-Türk anlamına geldiği üzerinde durulmaktadır214.

Oğuzlar’m ve umumiyetle Türkler’in İslâmiyeti kabullerinde Müs-


lümanlar ile Türkler arasındaki ticarî münasebetlerin gelişmiş bir du­
rumda olması, en mühim âmili teşkil etmiştir. Yukarıda da söylendiği
üzere, daha X . yüzyılın başlarında Oğuzlar’ın elinde bulunan Yeni-
Kent, Huvâre ve Cend gibi şehirlerde Müslümanlar yaşadığı gibi,
Karluklar’ m hâkim bulunduğu bazı şehirlerde de Müslüman ko­
lonileri vardı. Bu Müslüman kolonileri, bulundukları yerlerde Türk-
ler’ den dostça muamele görüyorlardı. Oğuzlar medenî seviyesi yüksek
olan bu Müslümanlar’dan İslâm dininin esaslarını öğreniyorlardı. D i­
ğer taraftan gerek Mâvera un nehr, gerek Harizm’ den binlerce kişilik
kervanlar en uzak Türk ülkelerine gidib geliyorlardı. Her Müslüman
tâcirin Türk ülkesinde seyahat edebilmesi için, bir Türk ile dostluk
ve ortaklık tesis etmesi gerekiyordu. Müslüman derviş ve şeyhlerinin de
Türkler arasında yaptıkları dinî propagandaları bunlara ilâve edbiliriz.

7 - Oğuz Yabgu Devleti:

Oğuzlar’m, başında yabgularm bulunduğu bir devletleri vardı.


Fakat tarihçe bu yabgulardan hiç birinin adı kat’i olarak malûm de­
ğildir. Câmi ut-tevârih’teki Oğuzlar’m destanî tarihlerinde bu yabgu-

210 K ilisli , III, s. 304-307, Atalay III, s. 412^116.


211 R e ş id iid -d în , Cami ut-tevârih , B e re z in yay., s. 26.
212 el-Bidâye ve’ n-nihâye , K ahire , 1348, X II, s. 48.
213 M eh m ed N eşrî, Cihan-nüma , yay. F.R. U n a t - M .A . K ö y m e n , (T.T.K.), I A n ­
kara, 1949, s. 16, 17,
214 J e a n D e n y , Grammaire de la langue Turquei Paris, 1921, s. 236; M in orsk y , H u ­
dud ul-âlem haşiyeleri, s. 311.

52
lardan birçoklarının adı zikredilir. Yabgular kışm Sir-Derya suyunun
ağzına yakın bir yerde bulunan Yeni-Kenf te oturuyorlardı. Yabgu-
larm bilebildiğimiz şu memurları vardı: sü-başız15, yani ordu kuman­
danı. Sü-başı bir kişi mi idi yoksa bir kaç kişi mi idi, bilinemiyor. Sel­
çuklular bu memuriyeti ve bu kelimeyi Anadolu’ya, da getirdiler. Sel­
ç u k lu devrinde sü-başı unvanı bölgelerin askeri vâlilerine veriliyor­
du. O sm a n lı devrinde ise, su-başı, şehirlerdeki zâbıta âmirleri anla­
mına geldi. Yabgular’m diğer yüksek bir memuru da Kül-erkin’ d i 216.
Kül-erkin yabgunun nâibi veya vekili dem ektir2^7. Bu tâbirin Türkiye’­
ye geldiğine dâir hiç bir delile sahib değiliz. Ancak memuriyetin gelmiş
olabileceğine ihtimal verilebilir. Türkiye Selçukluları’nda bir saltanat
nâibliği memuriyeti v a rd ı218. Fazla olarak Türkmen hükümdarlarının,
beğlerinin de nâibleri olduğunu görüyoruz.
O ğ u z y a b g u devletinde tarhan ve ymal ünvanlarım taşıyan
şahıslar da görülmektedir219. Ancak bunlar sadece asillik ünvanları mı­
dır, yoksa aynı zamanda memuriyet unvanları olarak da kullanılmak­
ta mıdır, bilinemiyor 220. Yabgular devletinde Türkiye Selçukluların’da.
gördüğümüz beğlerbeği memuriyetinin bulunub bulunmadığı malûm
değildir.
Yabgularm mühürlerine ve fermanlarına tuğrağ (tuğra) denilmek­
te olup, bu kelime öteki Türklerce tanınmamakta id i221. Oğuzlar, bu ke­
limeyi İran ve Anadolu’ya, da getirdiler. S e lç u k lu devletlerinde tuğ-
railik ( nişancılık) memuriyetinin bulunduğunu biliyoruz.

Oğuzlar aynı zamanda diğer Türkler’in bitimek (yazmak) sözü


yerine yazmak kelimesini kullanıyorlardı 222. Yazığçı da hısımlar ara-

215 İ b n F a d lâ n , Z .V . Togan yay., s. 10, 16, S. ed-Dehhân yay., s. 91, 103. X V III. ve
X IX . yüzyıllarda bu terkibteki sü kelimesinin aslında su olduğu sanılmış ve batta bunun “ 5 er
çeşme” şeklinde farsça tuhaf bir tercümesi bile yapılmıştır.
216 î b n F a d lâ n , Togan , s, 13, 15, S. ed-Dehhân, 97, 101; metinde: Türkler'de
bu şekilde bir ünvana rastgelinmemiştir. Buna karşılık Kül-E rhin ünvanı vardır. Reşidiiddin’ dG
d e J 'jl J ş e k l i olduğu için, îb n Fadlân’daki bu {j& 'jijS 'nin J£ olduğu kanaatma
varılmıştır.
217 Gösterilen yerler.
218 İ.H. U z u n ç a r ş ılı, Osmanlı devleti teşkilâtına medhal, s. 97, 101, 102.
219 î b n F a d lâ n , Z .V . Togan yay., s. 13, 16, S. ed-Dehhân yay., s. 97-103.
220 İ b n F a d iâ n ’ da (Z .V . Togan yay., s. 16) j j j j veya ( S . ed-Dekhân , s. 103) j^jj\
olarak bir kelime daha geçmektedir. Bu ünvan mıdır, yoksa isim midir, bilinmiyor.

221 <Lv£Jİ (_gj.il ^ J ii 43 İJiJU J ciiül


(K âşgarh, I, s. 385).
222 Kâşgarlı, K ilisli , III, s. 45, A talay , s. 59.

53
smda mektub getirip götüren anlamına geliyordu 223. Bütün bunlar
Oğuz yabgularınm bir divânları ( büro) olduğu fikrini telkin ediyor.
Esasen onların, şehirlerden vergi toplayan tahsildarları olduğunu bili­
yoruz. Fakat bu divânda hangi alfabe ve hattâ hangi dil ile yazı yazılı­
yordu, bu hususta hiç bir şey söylemek mümkün değildir. Yabguların
ordalarında, avcı-başı, emlr-i âhur, gibi memurların, çavuşların (teşri-
fât memurları), bekçiler (muhafızlar) in bulunduğu şüphesizdir.

Oğuzlar işlerini, meclisler kurarak istişare (keneşme) yolu ile hal­


lederlerdi. Oğuz sü-başısı E tr e k , Tarhan, Ymal gibi, Oğuz büyüklerini
çağırarak halifelik elçilik heyetine ne gibi bir muamelede bulunulması
hususunda onlarla istişare etm işti224.

O ğ u z y a b g u d e v le t i X . yüzyılın birinci yarısında müstakil ve


kudretli bir devlet idi. Onlar hiç bir zaman şu devlete veya bu kavme
tâbi olmamışlardır. Onlar, çok yiğit ve savaşçı bir kavim idiler22S. M es’ -
u d î 226, Oğuzlar’ın Türkler’ in en savaşçı eli olduğunu söylüyor. Oğuz-
lar’m. silâh ve avadanlıkları mükem m eldi 211. Bu silâhlar arasında, diğer
Türk kavimlerinde olduğu gibi, ok başta geliyordu ki, bunu Türkler’m
millî silâhı olarak vasıflamak yanlış sayılmaz. Yukarıda da söylendiği
gibi, Ermeniler’ in de dikkatini bu silâhları çekmişti. î b n F a d lâ n sü-
başı E t r e k ’in nasıl keskin bir nişancı olduğunu bir misalle anlatır 228.
Kargı (süngü) ve kılıç da başlıca silâhlardandı. Bütün Türkler gibi
binici olup, at üzerinde savaşırlardı. Esasen atları pek çoktu. Ermeni
müverrihi A r is t a g u e s , romantik bir ifade ile atlarının kartallar gibi
sür’ atli olduğunu söylüyor229.

Oğuzlar’ın komşuları ile olan münasebetlerine gelince bu, çok defa


düşmanca olmuştur. Oğuzlar’m Peçenekler’e karşı Hazarlar ile ittifak et­
tiklerini biliyoruz. Ancak iki kavim (Hazarlar ile Oğuzlar) arasındaki
münasebetlerin X . yüzyılda pek dostça olmadığı görülüyor. î b n F a d lâ n

223 Kâşgorlı K ilisli , III, s. 41, A talay , s. 55.


224 îb n Fadlân , Z.V. T o g a n yay., 10, 16, S. ed -D eh h â n yay., s. 91-103.
225 Hudud ıu-(uem, s. 86, M inorsky , s. 100. Îdrisî (tercüme J a u b e rt, 1840, II, s. 342).
bu hususta aynen şöyle demektedir: “ Ces peuples sont des Turcs Ghozzes qui marchent toujoms
arnı6s tres braves et toujours prets â combattre les autres peuplades Turques” . Bu kavimler
Oğuz Türkler1inden olup her zaman silâhlı, çok cesur ve daima diğer Türk kavimleriile savaşa
hazır bir durumdadır” .
226 M urûc uz-zeheby I, s. 212.
227 Hudûd ul-âlem, gösterilen yerler.
228 Z.V» Togan yay., s. 16, S. ed-Dehhân yay., s. 103.
229 J. L a u re n t, Byzance el les Turcs Seldjoucides , N ancy , 1913, s. 17.

54
Oğuzlar’ dan, Hazarlar nezdinde tutsakları bulunduğunu işitmişti 230.
M es’ u d î 231 Oğuzlar’ın İtil’ in ağzına yakın yerlerine gelib kışladıklarını,
ırmağın suyu donunca buz tutmuş ırmağın üzerinden geçerek Hazar
ülkesine akınlar yaptıklarını, Hazar kuvvetlerinin bu akınları durdu­
ramaması sebebi ile bizzat Hazar kiralının Oğuzlar’ ın karşısına çıkmak
zorunda kaldığını yazıyor.
Oğuzlar’ın güney komşuları Müslümanlar, bu zamanda tarihle­
rinin en mutlu devirlerinden birini yaşıyorlardı. Mâvera un-nehr,
verimli topraklara sahib bir ülke olmakla beraber, müstesna mevkii
dolayısı ile orada ticaret ve sanayi de pek gelişmişti. Bu ülke Sâmân-
lılar’ın idaresi altında siyasî istikrara kavuşunca, maddeten ve manen
İslâm âleminin en gelişmiş bölgelerinden biri haline geldi. Mâvera un-
nehr’li ticaret kervanları Türk âleminin en uzak yerlerine kadar
gidiyorlardı. Harizmliler de onlardan geri kalmıyorlardı. Her iki ülke­
nin sanayi mamulleri için en büyük pazar, İtil’ den Çin şeddine kadar
uzanan geniş Türk âlemi idi. Hattâ bu iki memleket halkı eski zaman­
lardan beri, Türk âleminde koloniler meydana getirmişler, Türk kâ-
ğanlarınm hizmetlerinde bulunarak onların şehir kurmalarında ve
diğer medenî faaliyetlerinde yardımcı olmuşlardır. Bu ülkelerde tica­
ret ve sanayinin gelişmesi, ora halklarının manevî gelişmelerini de sağ­
ladı, İslâm coğrafyacıları, Mâvera un-nehr halkının haiz olduğu ma­
nevi hasletleri birer birer sayarlar. îşte bunun neticesinde I X -X I. yüz­
yıllarda bu iki ülkeden İslâm’ın en büyük ilim adamları yetişmiştir.

Emevi devletinin yıkılmasından sonra (750 yılında) çok geçme­


den (766 da) esasen zayıf bir durumda bulunan B a tı G ö k -T ü r k
k a ğ a n lığ ı da Karluklar’ın istilâsına uğradı. Çok yukarıda da söylen­
diği gibi, Karluklar bu başarılarından sonra Batı G ö k -T ü r k k a ğ a n ­
lığ ı toprakları üzerinde kuvvetli bir devlet kuramadılar. Yabğu ün-
vanını taşıyan hükümdarları, anlaşıldığına göre, Talaş şehrinde oturdu
ve ancak Karluklar’m bir kısmına hâkim olabildi. Yani Karluklar da
siyasî bakımdan parçalanmış bir durumda idiler. Onların ve batı kom­
şuları Oğuzlar’ın İslâm ülkelerine karşı yaptıkları şey, yağma akutların­
dan ibaret kalıyordu. Onlar bazen de, Mâvera un-nehr’de isyan çıka­
ranların (onların daveti üzerine) yardımlarına koşuyorlardı. Müslü­
manlar bu yağma akmlarına karşı, Buhara civarında, Şaş ile İsficab
bölgelerinde duvarlar yaptılar232. Hudud şehirleri de surlar ve hisar­

230 Z .V . Togan yay., s. 17, S. ed-Dehhân yay., s. 104.


231 M urûc uz-zeheb, II, s. 17.
232 B a r th o ld , T u r k e s ta n , s. 201, 211.

55
lar ile berkitildi. Fakat, bölge ve yöreleri korumak için duvar yapmak
tedbirinden, bir müddet sonra vazgeçildi. Karluklar o kadar zayıf
bir durumda idiler ki, Sâmânlılar’ dan İ s m a il b. A k m e d , Sir-Derya
ötesine bir sefer yaparak Talaş şahrini zapt etti ve Karluk yabgusunun
hatunu da dahil olmak üzere, çok sayıda esir ve mühim bir ganimetle geri
döndü.Daha önce söylendiği gibi, Talaş’m epeyce doğusunda, Balasagun’-
un batısındaki Ordu şehrinde oturan Türkmen meliki korkudan Müslü­
man olmuş ve Isficab melikine vergi vermeye başlamıştı. Anlaşıldığına
göre, Isficab bölgesinin hâkimi olan Müslüman Türk sülâlesi uzun bir
zaman A h m e d b . İ s m a il’in fethettiği bölgeyi elinde tutmaya muvaffak
olduğu gibi, belki fethedilen bölgenin hududlarmı daha da ileriye gö­
türdü ve söylendiği gibi, hâkimiyetini Türkmenler’e tanıttı. Bu zaman­
larda Sir-Derya’ daki Müslüman şehirlerinde kalabalık sayıda gönüllü
mücahitler vardı. Mâvera un-nehr’ deki başlıca şehirlerin halkı ve bü­
yük kumandanlar bu hudud şehirlerinde mücahidlerin oturmaları için
ribatlar yaptırıyorlar ve onların diğer ihtiyaçlarını da temin ediyorlar­
dı. Bunlar için zengin vakıflar tahsis edilmişti. Bu mücahitlerin en
fazla toplanmış olduğu yer, Isficab şehri idi. M u k a d d e s î’ye göre233
bu şehirde 1700 ribat (!) vardı. Bu husus Isficab melikinin kuvvetinin
nereden geldiğini gösteriyor. Isficab’daki Türk hânedanının S âm ân -
o ğ u lla r ın a ismen tâbi olması da bununla ilgilidir. Bununla beraber,
bu mücahidler arasında mühim sayıda Türkler’in de bulunduğunu
biliyoruz.

942 yılında bir Müslüman şehri olup, Isficab meliklerine ait bu­
lunan Balasagun şehri gayri Müslim Türkler tarafından fethedildi234.
Bu mühim hâdise, K a r a - H a n lıla r devletinin yükselişini gösteren
bir vakıadır. Daha önce de zikredildiği üzere, bu gayri Müslim Türk­
ler’in, başlarında K a r a -H a n lı hânedanının bulunduğu ve başlıca
Kâşgar bölgesinde oturan Yağmalar olduğunda şüphe yoktur. Bala-
sağun’un fethinin, S â m â n lı başşehrinde tepkisiz kalmadığı görülü­
yor. Kâğan’m oğlunun tutsak alındığına bakılırsa235 bir sefer yapılmış
olduğuna kuvvetle ihtimal verilebilir. Bununla beraber şehrin geri
alınmadığı muhakkaktır. Böylece K a r a -H a n lıla r , yükselmeğe baş­
larken S â m â n lıla r ’m kudreti de N u h b. N asr (934-954) dan itiba­
ren çökmeye doğru gidiyordu. S â m â n lı tahtına birbirinden zayıf şah­
siyetler geçtiği için, Türk hassa ordusunun kumandanları nüfuz ve ik-

233 s. 273; B a r th o ld , aynı eser, s. 176.


234 B a rth o ld , aynı eser, s. 256.
235 B a rth o ld , gösterilen yer.

56
tidarlaımı gittikçe arttırdılar. Bu kumandanlar ile hükümdarların
mücadelesi devletin yıkılmasında en mühim âmil oldu. Türk kuman­
danlarından biri olan A lp -T e g in 962 de Gazne’yi fethetti. Bu suretle
G a z n e lile r devleti kuruldu.
K a r a -H a n lı hükümdarı B u ğ r a -H a n H a r u n b. M usa, aldığı
davetler üzerine, 992 yılında Mavera un-nehr’ı istilâ etti ve 999 yılında
S a m a n lı devleti sona erdi. Mavera un-nehr’de K a r a -H a n lıla r hâ­
kimiyeti başladı. Horasan’a gelince, burası bir kaç yıl önce Gazneliler
in eline geçmişti.
Mâvera un-nehr’ in batı komşusu Harizm’e gelince, burada eski­
den beri yerli bir hanedan hüküm sürüyordu. Â f r i ğ - o ğ u ll a r ı deni­
len bu hânedan mensupları S â m â n lıla r ’ a tâbi idiler. Â fr iğ -o ğ u l-
la rı, Oğuzlar’ m kuzeyden yaptıkları akınlara karşı daima hazırlıklı
bulunuyorlardı236. Bu hânedanm yerini 995 te M e m u n -o ğ u lla r ı
Harizm şahları aldı ki, bunların hâkimiyeti de 1117 yılına kadar sürdü.
Bu tarihte Harizm, G a z n e li M a h m u d ’ un eline geçti ve bu hüküm­
dar oraya kumandanlarından A l t u n - T a ş ’ı vâli yaptı A lt u n -T a ş
ve oğulları 1040 yılma değin Harizm’ i idare ettiler.
Oğuzlar doğu komşuları olan Kartuklar ile de savaşmışlardır. Hat­
tâ bu savaşlardan birinde Oğuz yabgusu ölmüştür 237. Bu hâdise X .
yüzyılın başlarında veya ondan daha önce vukubulmuş olabilir. K â ş-
g a r lı 238, Oğuzlar ile Çiğiller arasında eskiden beri sürüp gelen köklü
bir düşmanlığın bulunduğunu söyler.
Oğuzlar’m kuzey komşularına gelince, bunlar Kimekler ve bilhas­
sa bu kavimin gittikçe kuvvetini artıran Kıpçak boyu idi. Kıpçaklar’•
ın daha IX . yüzyılda ICimek elinden ayrılarak müstakillen hereket
ettiği anlaşılıyor. Kimekler çok soğuk mevsimlerde, Oğuzlar ile barış
halinde bulundukları zamanlar sürüleri ile güneye göç ederlerdi 239.

O ğu z y a b g u devletinin nasıl ve ne zaman sona erdiği hakkında


hiç bir tarihî bilgi yoktur. Cami üt-tevârih’ teki Oğuzlar’ın destanı ma­
hiyetteki tarihlerinde A l i- H a n adında biri son Oğuz yabgusu olarak
görünüyor. A li- H a n ’m K ı lı ç - A r s l a n adlı ve Şah-Melik lâkablı bir
oğlu vardı. Şah-Melik tarihî bir şahsiyet olup, X I. yüzyılın birinci ya­
rısının ortalarında Cend hâkimi idi. Hattâ bir eserde onun babasının

236 B irû n î, el-Âsâr ul-bâkiyye, yay. E. S a ch a u , 1878, s. 236.


237 M ücm el üt-tevârih , s. 103; Gerdizi> s. 80.
238 K ilisli, I, s. 330, A talay, I, s. 394.
239 Hudûd ul-âlem , s. 85, M inorsky , s. 100.

57
adı, destanda olduğu üzere, A li olarak gösterildiği gibi, e l-B e râ n î
şeklinde nisbesi de verilmektedir240. Fakat bugüne kadar bu nisbeyi
izah etmek mümkün olmamıştır. Kaynaklarda Şah-Melik’ in Oğuz men­
şeli olduğuna dâir de hiç bir ifade yoktur. Bu sebeble, teyit edici tarihî
bir delil elde edilmedikçe Câmi üt-tevârih’teki rivayete bir kıymet izafe
etmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz241.

Aşağıda bahsedileceği üzere, S e lç u k ’un oğullarından İ s r a il


(392 = 1002) yılında yabgu ünvanını taşımakta idi. Bu husus, Oğuz dev­
letinin bu tarihten önce yıkılmış olduğunu büyük bir ihtimalle gös­
termektedir.

Şimdiki en kuvvetli ihtimal olarak O ğ u z y a b g u devletine Kıp-


çaklar tarafından son verilmiş olduğu üzerinde durmaktayız. 1030
yılından önce H a r iz m ş a h A lt u n - T a ş ’ın hizmetinde bir Kıpçak
zümresi vardı242. Bu Kıpçak zümresinin Harizm’e gelebilmesi ancak
Aral’ın kuzey ve kuzey batı kısmının Kıpçaklar’ın eline geçmiş olma-
sıyle mümkündür. F. K ö p r ü lü ’nün de dediği g ib i243, Altun Taş’m hizme­
tinde bulunan ve Hıfçah ile birlikte zikredilen Küçet ve Cugraklar’ın da
Kıpçaklar’ın yakın akrabaları olmaları pek muhtemeldir. S e lç u k lu Ç ağ­
rı B eğ, Horasan hükümdarı iken (1040-1060). Kıpçak emîri ( j^.1) o-
nun katına gelerek Müslüman olmuş ve aralarında dünürlük kurulmuş­
tu 244. Rus vekayinâmeleri 1054 yılında ilk defa olarak Kara-Deniz’in kuze­
yinde Torklar’m (U z = Oğuz) ve Polovtsi ( Kıpçak) ler’in zuhurundan
bahsederler. Bu Torklar’m,. B iz a n s kaynaklarının Uz dedikleri Oğuzlar’ın
bir kümesi, sarışın anlamına gelen Polovtsi’lerin de Kıpçaklar olduğu
kabul edilmiştir. Bu Oğuz kümesinin Kıpçaklar’m baskısı altında İtil’ i
geçerek Kara-Deniz’in kuzeyine gittikleri biliniyor 245. Diğer taraftan
K â ş g a r lı’nın haritasının tetkikinden, Kıpçaklar’m Oğuz çölünü ve
hattâ Sir-Derya’nın aşağı yatağını tamamen denilebilecek derecede

240 î b n F ın d ık , Tarih-i Beyhak , yay. A h m e d -i B eh m e n y â r, Tahran , 1317 ş., s. 51.


241 Câmi ut-tevârih’ deki Oğuzlar1ın destanî tarihleri ve Ş a h -M elik hakkındaki rivayet­
ler için: Oğuzlarca aid destanî mahiyette eserler , s. 378—379.
242 Tarih-i Beyhakî , s. 86, 684. Sonuncu sahifede şeklinde. Metni yayınlayan­
ların (G a n i-F e y y â z ), bunun Hıfcdh (yani K ıpça k) olacağında tereddüt etmelerine yer yoktur
(s. 684 ve indeks s. 729). Çünkü 86. sahifedeki H ıfcak adının yanında nasıl K üçet ve Cuğrak
adları geçiyorsa kelimesinin yanında da aynı adlar görülüyor.

243 K a y kabilesi hakkında y en i notlar, Belleten , sayı 33, s. 442. Küçetler ile Cugraklar
üzerinde aynı yazıda toplu malûmat vardır (s. 435—444).
244 Ahbâr ud-devlet is-Selcukiyye , yay. M u ham m ed îk b a l, Lahur , 1933, s. 28.
245 M in orsk y, Hudud ul-âlem haşiyeleri, s. 316, 317.

58
işgal ettikleri görülüyor 246. N â sır-ı H u s r e v ’in (ölm. 1060) bir şiirin­
den de Kıpçaklar’m Oğuzlar ile yanyana yaşadıkları anlaşılıyor247. A lp
A r s la n ’ın Mangışlak seferi dolayısı ile Türkmenler”in Kıpçaklar ile
karışmış bir halde yaşadıkları (şüphesiz Üst Yurd’ da) ve tâcirleri yağ­
ma ettikleri söyleniyor248. Bütün bu kayıtlar, Kıpçaklar’ın Oğuzlar’ı
sıkıştırarak onların topraklarından mühim bir kısmını ellerine geçir­
miş olduklarını açıkça gösteriyor. O ğ u z y a b g u d e v le t in in de bu
Kıpçak hücumları sonucunda yıkıldığını düşünmek gayet tabiîdir.
Kıpçaklar’ın bu başarılarının da Oğuzlar'm dahilî mücadeleler neticesin­
de parçalanarak zayıf bir duruma düşmüş bulunmaları ile ilgili olduğu
muhakkaktır. Oğuzlar arasında eskiden beri çekişmelerin olduğunu ve
bunun göçlere sebebiyet verdiğini biliyoruz. Bu hâdisenin ne zaman
vukubulduğu meselesine gelince, bu hususta kat’i bir hükümde bulun­
mak mümkün olmamakla beraber, bunun, 392=1002 tarihinden önce
olduğunu en kuvvetli ihtimalle söyliyebiliriz. Çünkü bu tarihte
S e lç u k ’un oğullarından İ s r a il yabgu unvanım taşıyordu219.

Selçuklular’m Cend yöresine gelmeleri de, dahilî mücadele ile ve­


ya y a b g u d e v le t in in yıkılması ile ilgili idi. Hülasa dahilî mücadele
ve Kıpçak hücumları sonucunda Oğuz devletinin yıkılması, Oğuzlar’ dan
mühim kümelerin göç etmelerine sebep olmuştur. Böylece onlardan
mühim bir kol, ilk önce Cend’e, sonra oradan aşağıya, Buhara tarafına
göç etmiş diğer mühim bir küme de güney Rusya’ ya gitmişti. X I.
yüzyılın ortalarında Oğuzlar başlıca, Sir-Derya bölgesinin orta yatağında
yani Karaçuk dağları bölgesinde ve oradaki şehirlerde ve bir de
Mangışlak yarımadasında toplu bir halde yaşıyorlardı. Bununla bera­
ber Moğol istilâsı zamanında Cend ve Kara-Kum’da Türkmenler’in.
yaşadıkları görülüyor.

246 K a ş g a r lı’ nın haritası için bk. K ilisli , I, Atalay II.


247 ( j t j s I Jff\ j dS"
(D ivân-i Nâsir-i Husrev , Tahran , 1304-1307, s. 329). Fakat Divân’ da B a r t h o ld ’un, E. G.
B row n e dayanarak zikrettiği Deşt-i K ıpçak sözü geçmiyor.
248 jUdi jusaij ı>i^ı * jifjuı ûir_j

(S ıb t î b n u l-C e v z î, Mir'atfuz-zamân, Türk Islâm eserleri müzesi ktp. nr. 2134, yp., 242 b,
Topkapı sarayı, III, Ahmet ktp. nr. 2907, X II, yap. 228a). Anlaşılacağı üzere, burada Türk -
menler*in karıştıklarının söylendiği “ küffar ” Kıpçaklar"1âıv. Türkmenler9in göçkünleri, çoluk ço­
cuklarını ve davarlarını bırakıp kaçtıkları söylenen ada da (cezire) Mangışlak yarım adasıdır.
Bu seferden aşağıda bahsedilecektir.
249 Az aşağıda bu meseleye temas edilecektir.

59
8 - Uzlar ın Macerası:

Oğuzlar’ dan mühim bir küme X I. asrm ortalarında Kara-Deniz’­


in kuzeyindeki topraklarda görüldü. Rus müverrihleri bunlara Tork,
Bizans kaynakları da Uz demektedirler. Rus vekâyinâmeleri’nde on­
lardan ve Polovtsi (sarışın) dedikleri Kıpçaklar’ dan ilk defa, 1054 y ı­
lında bahsediyor250. Ruslar’m, Peçenekler’i ve Kıpçaklar’ı dahil etmi-
yerek yalnız Uzlar’ a Tork (Türk) demelerinin sebebi bilinemiyor. Uz-
lar’m Kara-Deniz’in kuzeyine gelmelerine Kıpçaklar’m sıkıştırma­
ları âmil olmuştu. Kıpçaklar, Kara-Deniz’in kuzeyinde Oğuzlar’ı
sıkıştırmakta devam ederek onlardan çoğunun Tuna boylarına ve
oradan da Balkanlar’ a inmelerine sebep olmuştur. 1064-1065 yılın­
da Tuna’yı geçen Oğuzlar birçok kollara ayrılarak Balkanlar’ da
geniş bir istilâ hareketinde bulunmuşlar, Trakya Makedonya ve, Se­
lanik bölgelerini yağmalamışlardır. Ancak, birden bire başlayan soğuk­
lar onlar arasında salgın bir hastalığın çıkmasına sebeb olmuştur.
Esasen dağınık bir halde bulunan Oğuzlar’ ı bu salgın hastalık zayıf
bir duruma düşürdüğü gibi, eski düşmanları Peçenekler’in ve yerli hal­
kın hücumlarına uğrıyarak pek çok zayiat verip, kuvvet ve ehemmi­
yetlerini kaybettiler. Uzlar’m sağ kalanları B iz a n s tarafından Bal-
kanlar’m muhtelif yerlerinde ve bilhassa Makedonya’da, yerleştirildi­
le r251. İşte bu Uzlar’m hayatı, sürüden ayrılan kuzunun âkibeti gibi,
böyle hazin bir şekilde sona ermiştir 252. Bununla beraber Bizans hizme­
tine giren bu l7zZar’dan bir kısmının 1071 yılındaki Malazgird savaşında
kardeşleri Selçuklu Oğuzları’nın saflarını katıldıklarım biliyoruz.

250 M in orsk y, Hudud ul-âlem haşiyeleri, s. 316-317; aym müellif, M ervezî haşiyeleri,
s. 102. Fakat A.N. K u r a t Has kinazı St. V la d im ir ’in Uzlar ile birlikte Kam a Bulgarları üze­
rine 985 yıknda bir sefer yaptığından bahsediyor ve Uzların bu tarihte (yani 985de) Don boy­
larında oturduğunu söylüyor (P eçen ek tariki, İstanbul, 1937, s. 128).
251 A.N. K u ra t, Peçenek tarihis s. 150-152, 187-188.
252 A.N. K u ra t, aynı eser, 154-155. Urfalı Mateos (türkçe tercümesi, H ra n t D. A n d-
rea sya n , T.T.K., 1962, s. 143) Bizans ordusunun sağ kolunda bulunan Uzlar ile sol kolunda
bulunan Peçenekler9in ( Padzunak) , savaşın kızıştığı bir sırada Selçuklular tarafına geçtiğini
söylüyor.E. D u la u rie r (bk. aynı eser, s. 142 not), Malazgird savaşında bulunan büyük Bizans
kumandanlarından T a rh a n ’m (T a rk h a n ia t) Oğuz başbuğlarından olduğunu yazar.

60
C. SELÇUKLU DEVLETİNİN KURULUŞU

S e lç u k lu d e v le t in in kuruluşu, Oğuz Türkleri’nin tarihinde


pek mühim bir dönüm noktasıdır. Bu devletin kurulması ile Islâm’ın
siyasî hâkimiyeti Oğuzlar’ın eline geçtiği gibi, Anadolu ve ona komşu
ülkeler de onların yurdu olmuştur. Oğuz Tüıkleri, Yakın Doğu İslâm
Dünyası’nm, bilhassa X . yüzyılın başlarından itibaren siyasî bakım­
dan zayıf bir duruma düşmesinden faydalanarak adım adım ilerleyen
B iz a n s ’ı geri atmakla kalmamış, onun asıl dayanağı olan Küçük-
Asya’ yı da fethetmek sureti ile bu devletin çökmesinde ve yıkılmasın­
da âmil olmuştur.
S e lç u k , Oğuzlar’ın Kınık boyuna (şüphesiz bu boyun beğ aile­
sine) mensuptur253. Oğuz boylarının siyasî ve İçtimaî mevkilerine göre
yapılmış olan Câmi üt-tevârih’teki cedvelde Kınık’lar 24., yani en sonun­
cu sırada gösteriliyor. Buna bakarak hüküm vermek gerekirse, Kınık-
lar, Oğuzlar’m en eski tarihlerinde pek mühim bir rol oynamamış ola­
caklardır 254.
Melik-nâme’ ye g öre2î5, S e lç u k , yabgunun sü-başısı yani ordu
kumandanı idi. K â ş g a r lı’ da S e lç u k ’un sü-başı olduğunu teyid et­
m ektedir256. Yine Melik-nâme’ye göre 257, S e lç u k ’un babası D u k a k

253 Ahbâr ud-devlet is-Selcukiyyet yay., s. 3 (M elik nâme*den m i?); Kâşgarh> K ilis li , I
s. 56, A talay , I, s. 55; H a m d u lla h M ü s te v fî-i K a z v in î, Tarih-i Guzîde, Tahran, 1339 ş., s.
426; R e ş id u d -d in , Câmi ut-tevârih , B e re z ın , s. 39.
254 Km ıklar hakkında îkinci Bölüme bk.
255 Selçuklulardın ilk devirlerinden bahseden bu eser ile Selçuklularda dâir diğer
kaynaklar Cl. C ahen tarafından vukufla incelenmiştir: le Malik-nâmeh et Vhistoire des origines
Seljukides, Oriens , II, nr. 1, s. 31-65; The historiography o f Seljuqid period , s. 59-78.
Bize kadar gelmemiş olan Melik-namemden eski müellifler birbirinden farklı iktibaslarda
bulunmuşlardır. Eserin arabça tercümesi de vardır. Bu eserden naklen verilen bilgileri ancak
sıkı bir tenkide tâbi tutmak sureti ile kullanmak icabeder.
256 K ilisli , I, 397, A talay , I, s. 478.
257 M irh o n d ’ da (Kavzat us-safâ, L u k n o v , 1332, IV, s. 84) yabgunun Hazar meliki
olduğu söylendiği gibi, T u k a k da Hazar halkından birisi gibi gösteriliyor. Buna göre hüküm

61
olup, “ Temir-yalığ’* (Demir yaylı) lakabım taşıyordu. Yayın Türkler
arasında hâkimiyet alâmeti olduğunu biliyoruz. Muhakkak ki S e lç u k
ve babası D u k a k , Oğuzlar arasında gerek asâlet ve gerek şahsiyet­
leri bakımından tanınmış kimseler idiler. S e lç u k ’un ve oğullarının
başlarına mühim bir Oğuz kümesini toplayabibnelerinde ve yabgu ün-
vanını almalarında şüphesiz bu hususlar başlıca âmillerdir.

işaret edildiği gibi, yabgunun sü-başısı (yani ordu kumandanı)


olan S e lçu k , yine Melik-nâme’ye göre, yabgunun, hatununun tahriki ile,
kendisini öldürmesinden korkarak askerleri ve oymağı ile kaçıp Cendşeli­
ri yöresine gelmiştir25S. Bu kaçış hikâyesi esas itibariyle doğru olabilir.
Çünkü, yukarıda da söylendiği gibi Oğuzlar’ ın aralarında, bazan göç hare­
ketlerine sebebiyet verecek derecede, çekişmelerin yapıldığını biliyoruz.
Nitekim Siyah-Kâh ( Mangışlak) yarımadasında oturan Oğuzlar böyle bir
iç mücadele sonucunda oraya gitmişlerdi. Yine X . yüzyılın ilk çeyreğin­
de Süt-Kend ve Fârâb yöresinde yaşayan Oğuzlar’m da oraya gelme­
lerinin böyle bir mücadele ile ilgili olması pek muhtemeldir. Bununla
beraber Melik-nâme, işaret ettiğimiz gibi, kendisine sımsıkı sarılacağı­
mız emin bir kaynak olmadığından, S e lç u k ’un Cend’e gelişinin, y a b ­
gu d e v le t in in yıkılması ile ilgili olması da imkânsız değildir. Bu
devletin yıkılmasında en kuvvetli ihtimalin Kıpçak hücumu olduğu­
nu yukarıda belirtmiştik. Esasen Cend şehri, yukarıda görüldüğü gibi,
X . yüzyılın başlarında yabguya tâbi şehirlerden biri idi ve o zamanda
orada Müslümanlar yaşıyorlardı. Yabgunun kışın gelip oturduğu Ye-
ni-Kent de Cend’e çok yakın bir mesafede bulunuyordu. Bu sebeble

vermek icabederse, D u k a k oğlu S elçu k ve onların akrabaları Hazarlarda, mensup bulunuyor­


lar. Nitekim Z.V. T o g a n (lb n Fadlân ve bilhassa Umumi Türk tarihine giriş , İstanbul, 1946,
s. 174-176) ve onu takiben D u n lo p , Oğuzlar*m veya onlardan bir lasmımn -ki bunlara Hazar
Oğuzlar’’ı adını veriyor- Hazarlara tâbi oldukları neticesini çıkarmışlardır. Halbuki metnin sathi
bir tetkiki açık bir tahrifat karşısında bulunduğumuz neticesini verir. Evvelâ dikkati çeken
husus metinde Oğuz veya “ Guzz” adının hiç geçmemekte olmasıdır. Bu kelimenin geçmesi ge­
reken yerlerde hep Hazar kelimesi görülüyor: *JUI ü jp - (.
. jJlu j jj> - (iiU j j ( M irhond , gösterilen yer). Sadece bu husus metnin ciddî
karşılanmasına manidir. Diğer taraftan Oğuzlar’ ın, Hazarlar*m tâbiiyyeti altında bulunması
şöyle dursun, sık sıK Hazarlar*m ülkesine akınlarda bulunduklarını Hazar kiralının da onların
karşısına çıkmak zorunda kaldığını biliyoruz. Hazarlar*ın îtiV in doğusundaki topraklara
hâkim oldukları hakkında lüç bir kaynakta bir kayıt yoktur. Fazla, olarak Melik-name* nin
nâkillerinden olan îb n ül-Esîr de (IX , s. 196) ve Ahbar ud-devlet-is~Selcukiyye*âe (s. 1-2)
Hazar ismi hiç geçmemektedir.
258 Mirhond , IV, s. 85, Ahbar ud-devlet-is-Selcukiyye , s. 2; lb n ul-Esîr , IX , s. 196; E b û ’
1-F erec, s. 293.

62
S e lç u k ’un Cend’e kaçışı bu sonuncu ihtimal ile daha iyi izah edilebilir
gibi görünüyor. Selçuklular’m bu yöreye gelişlerinin X . yüzyılın son çeyre­
ğinde olduğunu tahmin ediyoruz. E b û ’ l a 1â'ya a t fe n A h v a l ’e a tfe n
H a m d u lla h -ı K a z v i n î ’nin verdiği 375 (985) y ılı259 uygunbir tarihtir.

Daha önce söylendiği gibi, S â m â n lı devletine 999 yılında K a ­


ra H a n lıla r ’dan Î li ğ - H a n (N a s r b. A li, ölm. 1012-1013) tarafın­
dan son verilmiş ve hanedan mensupları da yakalanıp hapsedilmiş­
lerdi260. Bunlardan N u h b. M a n su r’un oğullarından E b û İb r a h im
hapis bulunduğu yerden kaçarak Harizm’e gitmiş ve orada etrafına
bir hayli adam toplamıştı. E b û İ b r a h im hâcibi A r s la n B a lu ’yu
Buhara üzerine gönderdi. A r s la n B a lu ’ n u n K a r a -H a n lı kuman­
danlarına karşı kazandığı mühim başarılar sebebi ile E b û İb r a h im
Buhara’ya geldi ve hükümdarlık ünvanı olarak M u n ta s ır adını aldı,
fakat o I l i g - H a n ’ın harekete geçmesi karşısında Horasan’a döndü.
Orada yenilgiler ile neticelenen bazı savaşlarda bulunduktan sonra,
391 yılında (1001) yardımlarını elde etmek için, Oğuz Türkleri’nin ya­
nma giderek bir müddet orada kaldı. Bu esnada Oğuz yabgusu Müs­
lüman oldu ve E b û İ b r a h im M u n ta s ır ile dünürlük kurdu. Yabgu
her halde akrabasından birini ona v e rd i261. Bu yabgunun S e lç u k ’un
oğlu İ s r a il olduğu, Melik-nâme’nin ifadesinden anlaşılıyor. Mamafih,
bu ifade olmasa idi, hâdiselerin seyrinden, biz bunu anlayabilirdik.
G e r d iz î’nin bu kaydı Oğuzlar’dan mühim bir kısmını etrafına topla­
yan S e lç u k lu la r ’ın kendilerini Oğuzlar’ın başı saydıkları ve içlerin­
den birini yabgu ilân etmiş olduklarını gösteriyor. Bu husus, daha ön­
ce belirtildiği üzere, Yeni-Kent’teki O ğ u z y a b g u d e v le t in in orta­
dan kalkmış olması ile ilgili olsa gerektir. Böylece S e lç u k lu la r O ğu z
y a b g u d e v le t in i devam ettirmişler ve onun son sülâlesi olmuşlar­
dır. Yine G e r d iz î’nin bu kaydı S e lç u k lu la r ’ın Müslüman olmaları
tarihinin, bu yılda olduğunu da gösteriyor. Melik-nâme’ye göre, S el­
çu k bu tarihte hayatta idi. Kendisinin yagbu ünvanını almayıp da
bunu oğlunun taşıması, yaşının hayli ilerlemiş olmasıyle izah edilebilir.
Yine aynı esere göre 262, S e lç u k ’un dört oğlu vardı. Ancak bunlardan
birinin delikanlılık çağında öldüğü söyleniyor ve adı verilmiyor. Bu­
nun İ b r a h im Y ın a l ’m babası Y u s u f olduğu tahmin edilmektedir 263.

259 Tarih-i Guzîde, s. 426.


260 O. P r its a k , Kara-Hanlılar, Î.A., V I, s. 254-255.
261 G erd izî, Z eyn ul-ahbâr, Tahran , 1317, s. 50.
262 Mirhond , gösterilen yer.
263 İb r a h im IC afesoğlu, Selçuk'un oğulları ve torunları, Türkiyat M ecmuası , X III,
s. 121.

63
Diğer üç oğlunun adı, İs r a il, M ik â il ve M usa idi. İ s r a il her halde
hepsinin başı olmalıdır 264. İs r a il'in , bir çok eserlerde ikinci bir adı
olarak A r s la n zikredilir ki bu, onun yabgu olduktan sonra aldığı ün-
vandan başka bir şey değildir. Türkler’ de bunun yaygın bir gelenek
olduğunu biliyoruz. Hattâ T u ğ r u l ve Ç a ğ rı adlarının da ünvanlar
olduğundan biz şüphe etmiyoruz. T u ğ r u l B e ğ ’in adının M u h a m m ed ,
Ç a ğrı B e ğ ’inkinin de D â v u d olduğu m alûm dur265.
A r sla n , S â m â n lı şehzadesi E b û İ b r a h im M u n t a s ıı’ a yardım
etmeyi kabul ederek birlikte Semerkand dolaylarına geldiler; Semer-
kand’a 7 fersah (42 km.) mesafedeki Kühek’te K a r a -H a n lı S ü -b a ş ı
T e g in ile karşılaştılar ve onu yendiler 26'î. Bunun üzerine İ l iğ - H a n
oturduğu Öz-ICent’ den Semerkand’a. geldi. Oğuzlar İ l i ğ - H a n ’ın or­
dusunu, bir dün baskım yaparak, bozguna uğrattılar ve ağırlıklarını
yağmaladıkları gibi, 18 kumandan dahil olmak üzere, bir çoklarını
tutsak aldılar 267. Oğuzlar’m eline pek çok ganimet geçmişti. Bu hâdise
393 yılı Şevval ayında (Ağustos 1003) vukubuldu. Fakat geriye dö­
nüldükten sonra, Oğuzlar’ın İ l i ğ - H a n ile yaptıkları muharebeden
nâdim olarak, handan özür dileyecekleri ve tutsakları serbest bırak­
mak sureti ile onun gönlünü alacakları şâyiası yayıldı. S â m â n lı şeh-
zâdesi bu söylentiden çok müteessir oldu; 600 atlı ve 400 yaya ile Oğuz-
lar’dan ayrılarak buz tutmuş Ceyhun’u geçip tekrar Horasan’a geldi.
Oğuzlar onu yakalamak için arkasından gittiler ise de Ceyhun’u geçe­
mediler268. Oğuzlar’ın, anlaşıldığına göre, gayeleri yalnız ganimet elde
etmekti; İ li ğ - H a n ’m bilâhare kuvvet toplayıp kendilerini perişan
etmesinden kaygılanarak tutsakları salıvermek ve özür dilemek su­
reti ile onunla uzlaşma yoluna gitmeyi düşünmüşlerdir.
Oğuzlar’dan korkusundan Ceyhun kıyısındaki Amul’ da fazla kala­
mayan E b û İb r a h im , Horasan’ın şurasında burasında tutunmak
için boş yere bir müddet uğraştıktan sonra tekrar Mâvera un-nehr’e
döndü ve Buhara vâlisini Debusiye’ de bozguna uğrattı. Bu galebe üze­
rine E b û İ b r a h im ’in etrafına kalabalık bir kuvvet toplandı ki, bun­

264 Câmi ut-tevârih , S e lç u k lu la r kısmı, yayınlayan A h m ed A teş, (T.T.K.), Ankara ,


1960, s. 5.
265 S e lçu k lu devrine ait bazı kitabelerde ve resmî vesikalarda “ T u ğ ru l B e ğ ” in bir
unvan olarak kullanıldığım da biliyoruz.
266 Gerdizî, gösterilen yer.
267 Gerdizî, gösterilen yer; el-U tb î, Tarih ul-Y em înî , el-M enîn î, el-Feth ül-Vehbî ha­
şiyesindeki basma, Kahire , 1286, I, s. 336.
268 el-Utbî, gösterilen yer. Gerdizî (gösterilen yer), ırmağı geçerken buzların çözülmesi
üzerine Oğuzlar'm suya battıklarım söyler.

64
lar arasında Öğuzlaı’dan da mühim bir zümre vardı. Bu Oğuz zümresinin
Selçuklular olduğunda şüphe yoktur. E b û İ b r a h im Oğuzlar’m yardı­
mı ile kuvvetlendi. K a r a -H a n lı hükümdarı, S â m â n lı şehzâdesinin
yeniden kuvvetlendiğini ve yıldızının parlamakta olduğunu görerek hare­
kete geçti. İki ordu Semerkarıd dolaylarında bir köyde karşılaştılar (394
şevvâl’inde = mayıs 1004) IIiğ H a n yine yenildi ve ülkesine döndü. Oğuz­
lar’m eline pek çok ganimet ve azık geçti. Savaşdan sonra Oğuzlar, E b û
İ b r a h im ’den ayrılarak yurdlarına döndüler ve ellerine geçirdikleri
ganimeti üleşmekle meşgul oldular.

Ülkesine dönmek zorunda kalmış olan İ l i ğ - H a n yeniden asker


devşirerek E b û İ b r a h im ’in üzerine yürüdü. M e n in î’ye göre Uşru-
sana’ da Dizek ile Hâves arasında savaş yapıldı ve bu def’a S â m â n lı
şehzadesi yenildi. Çünkü, söylendiği gibi, bundan önceki vuruşmada
ellerine pek çok ganimet geçen Oğuzlar yurdlarına dönmüşlerdi. Fazla
olarak, savaş başlayacağı esnada, E b û İ b r a h im ’in ordusunda bulu­
nan ve Selçuklulardan ayrı bir Oğuz bölüğünün başbuğu olduğu an­
laşılan E b û ’ I-H a s a n T a k 5000 kadar askeri ile K a r a -H a n lıla r
tarafına geçmişti 269. Savaş meydanından ayrılan talihsiz şehzâde, bu
sefer Ceyhun’ u sal ile geçip Horasan’a, geldi. Bunu haber alan G a z n e li
M a h m u d , E b û İ b r a h im ’in başına kuvvet toplamadan üzerine
ordu gönderdi. Bu orduya karşı duramıyacağını anlayan S â m â n lı
şehzâdesi, asker toplayabilmek ümidi ile bazı yöreleri dolaştıktan
sonra aldığı bir davet üzerine yeniden Mâvera ün-nehr’e gitmiş ise de,
savaşlardan ve mütemadi dolaşmadan bıkıp usanmış olan askerlerinin
dağılması yüzünden tekrar Horasan’a dönerek Arab İ b n B u h e y c ’in
obasına gelmişti. Burada M â h - R û y adlı bir âmilin (maliye memuru)
tahriki ile bu bedbaht S â m â n lı şehzadesi Arablar'm elinde can verdi
(Rebiulevvel 395=Aralık-Ocak 1004). E b u İ b r a h i m ’in zahmet ve
ıstıraplarla dolu hayatı böylece hazin bir şekilde sona erdi, Onun ölü­
mü üzerine şüphesiz gerek G a z n e l i M a h m u t, gerek I l i ğ - H a n
derin bir nefes aldılar.

Yukarıda anlatılanlardan, E b û İ b r a h im M u n ta s ır ’ın K a ra -


H a n lıla r ’a karşı ancak Oğuzlar sayesinde başarılar kazanabildiği
anlaşılıyor. Fakat bu sonuncuların gayesi ise sadece ganimet elde etmek
olduğundan davranışları da buna göre olmuştur.

269 el-Utbî , I, s. 341, farsça tercümesi C a rb a d a k â n î, Tahran , 1272, s. 231-232. Gerdizî


(s. 51) savaşta Oğuzlarım bulunduğundan bahsetmiyor.

65
Mavera un-nehr’deki K a r a -H a n lı hükümdarı İ liğ -H a n , E b u
İ b r a h im gailesinin ortadan, kalkmasından sonra Horasan’ı da ülkesine
katmayı tasarlamıştı. Bu maksatla, G a z n e li M a h m u d ’ un Hindis­
tan’da bulunmasını fırsat bilerek 1006 yılında S ü -b a ş ı T e g in ku­
mandasında bir ordu gönderdi. S ü -b a ş ı T e g in S u lta n M a h m u d ’un
yetişmesi üzerine muvaffak olamadı; Mavera un-nehr’e dönmek için
Serahs yolunu tuttu. Fakat burada, Oğuz emîri A lh a m a s b. T a k
( JIL> j ) yolunu kesti; iki taraf arasında çok çetin bir çarpışma ya­
pıldı ve iki taraftan pek çok kimseler ölmekle beraber neticede Sü-
b a ş ı T e g in galip geldi. Oğuz emîri de tutsak alındı ve iki parça edil­
mek suretiyle öldürüldü 270. Bu Oğuz beği e l-U tb î’nin farsça tercüme­
sinde M u h sin b. T a k olarak geçiyor271. O, Ebû İ b r a h im ’in son defa
İ l i ğ - H a n ’la yaptığı savaşta 5000 kadar askeriyle K a r a -H a n lı saf­
larına geçen E b u ’ l-H a s a n T a k ile aynı şahıs mıdır, yoksa onun oğln
mudur, bilinemiyor. İki yıl sonra G a z n e lile r ile K a r a -H a n lıla r
arasında yapılan ve G a z n e lile r ’in galebesiyle neticelenen Belh sa­
vaşında S u lta n M a h m u d ’un ordusunda Oğuzlar’ dan bir zümre var­
dı 272. Bunlar şüphesiz yukarıda adı geçen Oğuz beğine mensup idiler.
Bu kayıtların asıl bizim için mühim olan ciheti, Selçuklular’ dan önce,
Oğuzlar’ dan, pek fazla olmasa da, bir zümrenin Horasan’a geçmiş
ve orada yaşamaya başlamış olmasıdır.

Mavera un-nehr hükümdarı K a r a -H a n lı N a sr b. İ l i ğ 1013


yılında vefat etti; yerine kardeşi M a n su r geçti ve bu, A r s la n I l i ğ
ünvanını taşıdı Kendisi daha sonra hânedanın en kuvvetli hükümdarı
oldu. Onun hâkimiyeti şu ülkelerde tanınıyordu: Talaş, Şaş ( Taş-Kent)
Tünhas, Binhas, Fergana, Oz-Kent, Hocend, Uşrusana Semerkand,
Buhara. Ancak 411 (1020-1021) yılında hânedana mensup olan A li-
T e g in Buhara’ya hâkim oldu ve ülkesini genişletmeğe başladı 273. İşte
biz bu tarihte S e lç u k ’un oğlu A s la n Y a b g u ’nun idaresinde olmak
üzere, Selçuklular’m Cend’ den aşağıya inib Buhara’ran 20 fersah
kuzeyinde bulunan Nur yöresinde yaşadıklarını görüyoruz. Selçuk-
lular’ın Cend yöresini bırakarak aşağıya, Buhara bölgesine gelmelerinin
A li-T e g in ile işbirliği yapmaktan değil yeni bir sıkıştırma ile ilgili
olduğu anlaşılıyor. Çünkü, 1030 tarihlerinde Cend yöresinin Selçuklu-
lar’ın düşmanı Ş a h -M e lik ’iıı elinde olduğunu biliyoruz. Bundan,

270 el-Ulbi, II, s. 79.


271 Carbadakonî, s. 294; ondan naklen Câmi ut-tevârih , II, cüz 4, s. 150.
272 eUUtbU II? s. 84; farsçası Carbadakanî, s. 294.
273 İbn ul~Esîr, IX , s. 197; O. P r its a k , Kara-Hanlılar , I.A., VI, s. 255-256.

66
emin bir şekilde söylemek mümkündür ki, Selçuklulardı Cend’den aşa*
ğıya Nur bölgesine inmeye mecbur eden Şah-Melik olmuştur. Selçuk-
lular’m Cend ile ilgisi yalnız babaları S e lç u k ’un mezarının orada bu­
lunması gibi manevî bir bağlantıya münhasır kaldı. S e lç u k ’un ölü­
münün hangi tarihte olduğunu bilemiyoruz 274. Onun 100 yahut 107
yaşında öldüğü, Melik-nâme’ den faydalanan eserlerde görülüyor 275.
Aynı eserlere şöre M ik â il, babası S e lç u k ’tan önce, bir savaşta vuru­
larak ölmüş (ihtimal Kıpçaklar’ a karşı), onun oğullan olan T u ğ r u l
b e ğ ve Ç a ğ rı beğ’ i S e lç u k büyütmüştür.

A l i- T e g in ile A r s la n - Y a b g u arasında kuvvetli bir ittifak te­


sis edilmişti. Hattâ O. P r it s a k 276 A l i- T e g i n ’in Buhara’yı A r s la n
Y a b g u ’nun yardımı ile ele geçirdiğinden emin görünmektedir. Kay­
naklarda bu hususta bir delil olmamakla beraber buna ihtimal veri­
lebilir. Çünkü az sonra A l i- T e g i n ’in, A r s la n -H a n ’ın (M a n su r
b. A li) kardeşi İ l i ğ (M u h a m m e d b. A li) ile yaptığı ve A l i- T e g i n ’­
in galip geldiği savaşta S e lç u k lu A r s la n Y a b g u , A l i- T e g i n ’in
müttefiki olarak bulunmuş ve her halde, savaşın kazanılmasında mü­
him bir âmil olmuştur. K a r a -H a n lıla r ’ın büyük kağanı M an su r
b. A li ( A r l a n - î l i ğ ) 415 te (1024-1025) hükümdarlıktan vazgeçerek
yerini Y u s u f b. H â r u n ’ a bıraktı. Bu K a d ir H a n ünvanını taşıyor­
du. Ona karşı kardeşleri A h m e d ve A l i- T e g in birleştiler. A h m e d
kendisini büyük kağan ilân etti ve Balasağun, Hocend ve Fergana’ya
hâkim oldu. Bundan dolayı K a d ir H a n G a z n e li M a h m u d ile
anlaştı. G a z n e li M a h m u d da topraklarına sık sık tecavüzlerde bu­
lunduğu için A l i- T e g i n ’in komşuluğundan memnun değildi. Bu se-
beble G a z n e li M a h m u d 416 (1025) yılında Ceyhun’u geçerek Ma­
vera un-nehr’e girdiği gibi, Y u s u f K a d ir H a n da Kdşgar’dan geldi.
Bu iki büyük hükümdarın gelişi üzerine A l i-T e g in bozkırlara kaçtı.
Müttefiki A r s la n da aynı şeyi yapmıştı. S u lta n M a h m u d , H a c ib
B ilg e -T e g in kumandasında A l i- T e g i n ’in üzerine asker gönderdi.
B ilg e -T e g in , A l i- T e g i n ’in karısı ve kızları ile ağırlığını ele geçirip
geri döndü. S e lç u k lu A r s la n Y a b g u ’ya gelince, S u lta n va’ dlerde
bulunarak onu ordugâhına gelmeğe davet etti. Devrin en büyük hü­
kümdarı ile görüşmesinin ününü artıracağını ve kuvvetini çoğaltaca­
ğını sanan A r s la n Y a b g u 300 kadar maiyyeti ile G a z n e li M ah-

274 Cl. Cahen ( M elik-nâm e , s. 45) onun ölümünün 400 (1009/1010) tarihlerinde ol­
duğunu teklif etmektedir.
275 Ahbar ud-devlet is-Selcukiyye , s. 2; îbn uI-E sİt, IX , s. 197.
276 Kara-Hanhlar , s. 256.

67
m u d ’un ordugâhına geldi. Burada, A r s la n - Y a b g u ’nun hâkim ol­
duğu kuvvetin sayısını öğrenmek istiyen S u lta n M a h m u d ’un sor­
duğu sualle ilgili meşhur konuşma yapıldı. Bu mülâkatı tafsilâtlı bir
şekilde anlatan Z â h ir -i N iş a b u r î’nin sözlerinden 277 belki tahmin
etmek mümkün olabilir ki, A r s la n Y a b g u ’nun üzerinde bir yay ve
üç de ok vardı. 1038 yılında Nişabur’ a giren T u ğ r u l B e ğ ’ in kolunda
gerilmiş bir yay ve belinde üç ok bulunuyordu ki 278, bunun yabguluk
alâmeti olduğu muhakkaktır. Yine bu konuşmaya, göre, Harizm’ deki,
Hazar denizine çok yakın olan Balhan dağları yöresinde mühim bir
Türkmen kümesi oturmaktadır 279. Halbuki X . yüzyılda bu bölgede
Oğuzlar’m yaşadığına ait hiçbir kayda rastgelinmez.

A r s la n ’ın mühim bir kuvvete sahip olduğunu gören S u lta n


M ah m u d , her halde ondan kendi ülkesine gelebilecek zararları ön­
lemek ve A l i- T e g i n ’i onun desteğinden mahrum etmek için, Y a b -
gu ’yu hile ile yakaladı. A r s la n ilk önce, Gazne’ye, oradan da Hindis­
tan’da. Multun yakınında Kâlincar kalesine gönderilip hapsedildi. Böy-
lece hiç beklemediği bir hilenin kurbanı olan A r s la n Y a b g u haya­
tının sonuna kadar bu kalede kaldı. A r s la n Y a b g u , bazı müelliflere
göre 280, yeğenlerinin Horasan’ daki ilk başarılarına kadar yaşamış, hat­
tâ mahpus bulunduğu kaleden gizlice haber göndererek onları, G az-
n e lile r ile mücadeleye devam etmeleri hususunda teşvik etmiştir281.

A r s la n Y a b g u bizim için şu bakımdan da hususî alâkamıza


lâyıktır ki, o T ü r k iy e S e lç u k lu la r ın ın atasıdır. Kendisinin iki
oğlunu tanıyoruz: K u ta lm ış ve B e s u l-T e g in . Bu sonuncu isim
K a r a - H a n lıla r ’dan bir şehzâdeden alınmış olsa gerektir. Çünkü
Oğuzlar’ın tegin ünvanını kullandıklarını pek bilmiyoruz. Z â h ir -i
N iş a b u r î, K u t a lm ış ’ın, babasını kurtarmak için Hindistan’a kadar
gittiğini yazıyor282.

277 R e ş id u d -d in , Câmi ut-tevârih , Zikr-i ıarih-i âUi Selçuk , s. 8-9. Bu hususta M e -


\ih-nâme'nin susuşu manidardır.
278 Beyhakî, s. 553.
279 s. 8.
280 GerdizL s. 66; Reşid ud-din, II, cüz; 5, s. 8-11; İbn ul~Esir> IX , s. 157, 197, 199.
281 ıilL« j j jl lj ç 1jjl j j
j ijl-iJ Sj > c—’l «il j 6*Uj l iS" j j
.^ ^ (_2 Ij* & «iıil \sr «ülx j j
( Reşiduddin , II, 5, s. 10-11.; İbn ul~Esir, IX , s. 199).
282 Reşiduddin , II, 5. s. 11.

68
A r s la n Y a b g u ’nun G a z n e li M a h m u d tarafından tevkifi­
nin Selçuklular tarafından fiilî bir tepki ile karşılandığına dâir her han­
gi bir bilgiye rastlanmıyor. Bu husus Z â h ir -i N iş a b u r î’nin dediği
gibi 283, girişecekleri bir hareketin âkibetinden korkmalarından ziyade,
aralarında birlik bulunmaması ile ilgili olsa gerektir. Her halde A r ş ­
la n’ın oğulları da bu esnada henüz yetişkin bir çağda değillerdi. Çünkü
ne onlar, ne de amcaları oğulları, A r s la n Y a b g u ’nun buyruğunda
bulunan Oğuz' bölüğüne veya bunlardan mühim bir kısmına hâkim
olabilmişlerdir. Oğuzlar’'dan A r s la n Y a b g u ’ya bağlı 4000 çadırlık
bir kümenin ileri gelenleri onun tevkifinden sonra G a z n e li M ah-
m u d ’a beğlerinden yani Selçuklular’dan, zulüm görmekte ve eziyet
çekmekte olduklarını söyliyerek, Horasan’a, geçmelerine müsaade
etmesi ricasında bulundular. Onlar, Horasan’da yurt tuttukları
takdirde, kendileri orada rahat edecekleri gibi, bunun Sultan için de,
Horasan için de faydalar sağlayacağını, ordusunun kuvvetini arttıra­
cağını da söylemeyi ihmal etmemişlerdir. Göçebe unsura, yerleşik halk
ve hassa askerine dayanan başlıca İslâm devletlerinde, zengin bir gelir
kaynağı gözü ile bakılıyordu. İşte G a z n e li M a h m u d da bu maksat
ile vezir ve emirlerinin itirazlarına aldırmayarak onların Horasan’a.
geçmelerine müsaade etti. 4000 çadırdan müteşekkil olan bu Oğuz kü­
mesi, çoluk çocukları, göçkünleri ve davarları ile Horasan’a geçerek
Serahs, Ferâve ve Abîverd çölünde yurd tuttular. Bunların başında:
Y a ğ m u r, B u k a , G ö k -T a ş ve K ız ıl adlı beğler vardı284. Bu Oğuz-
lar’ın, söylendiği üzere Horasan’a kendi arzuları ile göçtükleri muhak­
kak olduğu gibi, A r s la n ’ııı ölümünden sonra S e lç u k lu la r ’ a bağlı
kalmak istemedikleri de bir gerçektir. Çünkü, onlardan mühim bir
kısmının, daha sonraları da, S e lç u k la r ’ a tâbi olmaktan kaçındıkları
görülecektir. Bunun sebebi nedir? Gerdizi’ de yazıldığı gibi, onlar
S e lç u k lu ailesinden, hâtırası hâfızalardan silinmeyecek derecede bir
zulüm mu gördüler? Yoksa sadece müstakillen yaşamak için mi böyle
hareket ettiler, bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün olmuyor.
4000 çadırlık bir Oğuz kümesinin Horasan’a gitmesi şüphesiz S e lç u k ­
lu la r ın kuvvetini azalttı ve onları zayıf bir duruma düşürdü.Onların
tarihine geçmeden önce, Horasan’a göçeden bu 4000 çadırlık Oğuz
kümesinden bahsetmek daha münasib olacaktır.

283 s. 10.
284 Gerdizi, s. 67; îb n ul-Esîr , IX , s. 157, 197; Cuzcanî (B eyhakV den naklen), Tabakat-i
N âsirî , yayınlayan A b d u l H a y y H a b ib î-i K a n d a h a rî, I, s. 290-292.

69
G a z n e li M a h m u d ’un A r s la n Y a b g u ’ya bağlı 4000 çadırlık
Oğuz kümesinin Horasan’a geçmesine müsaade etmesi başta, vezir ol­
mak üzere, devlet erkânı ve kumandanların itirazına uğramıştı285. Hat­
tâ bunlardan Tus vâlisi A rsla n -ı C â z ib , M a h m u d ’a, ok atamama­
ları için onların baş parmaklarının kesilmesi tavsiyesinde bulunmuştu.
S u lta n , Tus vâlisinin bu sözlerine hayret ederek ona: “ sen merha­
metsiz, katı yürekli bir adam imişsin” cevabını verm işti286.

G a z n e li M a h m u d ’ a, 418 (1027) yılında yaptığı Hind seferinden


dönüşünde (aynı yılın sonunda) Nesâ, Bâverd (Abîverd) ve Isferâyi
halkından birçok kimseler Türkmenler’in tecavüzlerinden şikâyet et­
tiler. Bunun üzerine Sultan, Tus vâlisi A r sla n -ı C â z ib ’ e mektup ya­
zarak Türkmenler’i cezalandırmasını, onların tecâvüzlerini önlemesini
emretti. Tus vâlisi harekete geçti ise de başarı kazanamadı. Türkmen­
ler onun askerlerinden epeyce adam öldürüb, çok kimseyi de yaraladılar.
A rsla n -ı C â z ib , bir kaç defa daha onların üzerine gitmiş ise de hiç
bir şey yapamamış ve bundan dolayı da halkın şikâyetlerinin arkası
kesilmemişti. S u lta n mektup yazarak onu tekdir ve âcizlikle itham
etti. Tus vâlisi de Türkmenler’ in çok kuvvetlendiğini, onların hakkın­
dan ancak S u lt a n ın gelebileceğini, hükümdar gelmez ise fesatlarının
artacağını ve önlenmesinin daha güç olacağım bildirdi. G a z n e li M alı­
nı u d, valinin bu sözlerinden canı sıkılmakla beraber, asker toplayarak
419 (1028) yılında Gazne’ den hareket etti; Büst yolu ile Tus’a gitti ve
orada A rsla n -ı C â z ib ’ den vukubulan olaylar ve halihazır durum
hakkında bilgi aldıktan sonra, maiyyetine bir kaç kumandan vererek
onu Oğuzlar (Türkmenler)’m üzerine yolladı. A r s la n bu defa, Ferâve
kervansarayı (ribat) yakınında yapılan savaşta onlara karşı kesin bir
zafer kazandı. Kaynağa (Gerdizî) göre, Oğuzlar’dan (Türkmenler)
4000 kişi öldürülmüş, bir çokları tutsak alınmış ve geri kalanları Bal­
kan ve Dihistan tarafına kaçmışlardır 287.

Bu hâdiseyi 1 yıl sonra, yani 420 (1029) yılında anlatan I b n ul-


E sîr, vergi memurlarının (âmil) Oğuzlar’a (el-Guzz) zulmettiklerini
ve bunların mallarını, çoluk ve çocuklarını ellerinden aldıklarım söy­

285 t j ** j J ^ J J J ^ J

“ Ogün ben, A lt u n -T a ş ve A r s la n -ı C âzib ve başkaları çok söyledik, fayda etmedi” (B e y -


haki, s. 266).
286 Gerdizî, s. 67. A r s la n -ı C âzib ’in bu teklifi o kadar meşhur olmuştur ki, onu hemen
her eserde görmek mümkündür. G e rd iz î ve B e y h a k î gibi Gazneli müverrihleri bu zaman­
dan itibaren Oğuzlar’ dan artık sadece “ Türkmen ” adı ile bahsediyorlar.
287 Gerdizî, s. 70-71; Beyhakî, s. 68.

70
lemek sureti ile 288 Oğuzlar’ın halka yaptıkları tecavüzlerin sebebini
açıklıyor. Devlete itaat edib vergi veren göçebe unsurun her yerde,
çok defa vergi memurları ve o bölgenin idarecileri tarafından, -sırf
kendi çıkarları için- baskıya maruz kaldıklarını biliyoruz. Buna karşı­
lık göçebelerin de en küçük bir fırsat ellerine geçince yerleşik halkın
ekinlerini davarlarına yedirdikleri, hayvanlarını gasbettikleri ve hattâ
onlara saldırdıkları da bir vâkıadır.

Bu hâdiseden sonra Oğuzlar’ın ( Türkmeııler) saldırıları epeyce


azaldı 28\ Müverrihlerin söylediği gibi, Oğuzlar’ın pek büyük bir kısmı
Balkan dağlarına gitmişlerdi 290.

Ertesi yıl (420=1029), B ü v e y h île r ’in zayıf bir durumda olduk­


larını gören, G a z n e li-M a h m u d , Rey şehrini aldı ve buranın idaresini
oğullarından M es’ud’ a verdi. Daha ertesi yıl da devrin bu en kudretli
hükümdarı vefat etti (421=1030). G a z n e li M a h m u d ’un ölümü,
Oğuz Türkleri’nin tarihi bakımından pek mühimdir. Çünkü o, görül­
düğü gibi, Oğuz Türkleri’nin hareket ve faaliyetlerini durdurabilecek
ve bunlardan doğacak tehlikeleri önliyebilecek dirayette bir hüküm­
dar idi. Oğlu ve halefi M es’ud ise aynı dirayeti gösterememiş ve Oğuz
Türkleri’nin dünya çapında büyük bir devlet kurmalarına engel ola­
mamıştır.

G a z n e li M a h m u d ’un ölümü üzerine, oğullarından M uham -


m ed tahta çıkarıldı. İsfahan’ da, bulunan M es’ ud, kardeşi M uham -
m e d ’in hükümdarlığını kabul etmedi ve tahtı elde etmek için Rey’den
Horasan üzerine yürüdü. M es’ud ordusunun sayısını artırmak için
Oğuz beğlerinden Y a ğ m u r ’u da hizmetine aldı; güçlük çekmeden
hükümdar olunca, Y a ğ m u r ’un ricası üzerine, Balkan’daki O ğ u z la r ’-
ın Horasan’a dönmelerine müsaade ettiği gibi, onların beğleri olan
K ız ıl, G ö k -T a ş ve B u k a ’yı da hizmetine aldı. Ancak G a z n e li
hükümdarı bu beğlerin üzerine kendi adamlarından H u m a r -T a ş ’ı
geçirmeyi de ihmal etmedi.

M e s’ u d ’un, babasının ülkesinden çıkardığı bu Oğuzlar’ı tekrar


hizmetine alması, devlet erkânı tarafından hatalı bir hareket olarak

288 IX , s. 157, 197.


289 Gerdizî, s. 71.
290 İbn ul-Esîr (IX , s. 157), Oğuzlar’ dan 2000 çadırın İsfahan?a gittiklerini, G a zn eli
M ah m u d’un İsfahan hâkimi Deylemli K âkûye A lâ u d -d e v le ’ den (1007-1041) Oğuzlar'ı veya­
hut kafalarını kendisine yollamasını istediğini, bunu öğrenen Oğuzların oradan uzaklaşarak
Azerbaycan'a gittiklerini yazar.

71
vasıflanmıştır291. M es’ud, tahta çıkar çıkmaz Mekrân hâkimi âsi İ s â ’-
mn yerine kardeşi E b û ’ I -A s k e r ’i geçirmek için, oraya bir ordu gön­
derdi ki, bu ordunun içinde H u m a r -T a ş idaresinde ve K ız ıl, B u k a
ve G ö k -T ü r k kumandasında Oğuzlar (Türkmenler) da vardı. Gaz-
n e li ordusu, İs a ’nın kuvvetlerini yenerek kendisini öldürdü ve E b û ’
1-A s k e r Mekrân hâkimi yapıldı (421 yılı sonları = 1030)292.
G e r d iz î’ye göre293, ertesi yıl (422 = 1031) Oğuzlar’ın ( Türkmen­
ler) halka zulüm yaptıkları hakkında Serahs ve Abiverd’den şikâyet­
çiler gelmiştir. M e s’ ud, E b û S a ’ d A b d u s kumandasında bir ordu
yolladı. Oğuzlar ( Türkmenler) Ferâve’ de bu ordu ile savaştılar. Bir çok
adam öldü. Oğuzlar ( Türkmenler) çoluk, çocuklarını Balkan’a, gönde­
rerek savaşa devam ettiler. Her gün bölük bölük gelir ve G a z n e li
ordusu ile savaşırlardı. G e r d iz î bu çarpışmaların neticesi hakkında
hiç bir şey söylemiyor. B e y h a k î ise bu hâdiseden hiç bahsetmez.
Bu Türkmenler’ in büyük beğlerden Y a ğ m u r ’unkiler olması pek
muhtemeldir. Zira, aşağıda bahsedileceği üzere, Nişabur’da adlarım
bildiğimiz büyük beğlerden yalnız o öldürülmüştür. Üstelik Y a ğ m u r ’ -
un Mekrân’a giden beğler arasında da adı geçmiyor.
S u lta n M es’ud 423 (1031-1032) yılında emirlerinden T aş-ı F er-
râ ş’ı Rey vâliliğine tayin etmişti. Ona verdiği buyruklar arasında O-
ğuzlar’m başında bulunan Y a ğ m u r , K ız ıl, B u k a ve G ö k -T a ş ’ın
yakalanması da vardı. Oğuzlar’ı yine H u m a r -T a ş idare edecek ve
onlar Rey’ de yine devlet hizmetinde bulunacaklardı. Fakat gerçekten
çok akıllı ve dirayetli bir vezir olan H â c e E b û n -N a s r A h m e d , hü­
kümdarın bu kararma açık bir şekilde itiraz etti ise de, M es’ud din­
lemedi ve Türkmenler’in de bizzat kendi beğleri hakkında bu şekilde
hareket edilmesini istediklerini iddia etti. Fakat bu hususta kendisine
karar verdiren asıl sebeb, bu beğlerin kafalarında fesat taşıdıkları
fikrinde bulunması idi 294.
Gerek B e y h a k î’nin, gerek İ b n u l- E s îr ’in sözlerinden anlaşıl­
dığına göre 295 bu beğlerden ancak Y a ğ m u r öldürülmüş, K ız ıl, B u ­
k a ve G ö k -T a ş hakkındaki emir, bilmediğimiz bir sebepten dolayı,
tatbik edilmemiştir. Y a ğ m u r Nişabur’da diğer elli kadar ileri gelenle
birlikte öldürülmüştü (423=1031-1032). Bunlar’m Y a ğ m u r ’un maiy-

291 Beyhakî, s. 68.


292 Beyhakî, s. 69, 242-245.
293 s. 78.
294 Beyhakî, s. 266.
295 Beyhakî, s. 372, 397; İbn ul-Esir , IX , s. 158.

72
yeti ve diğer ikinci ve üçüncü derecede reisler oldukları anlaşılıyor;
öldürülmeleri ise, Oğuzlar’m 422 (1031) yılında Serahs ve Bâverd hal­
kına yaptıkları hücumlar ve E b û S a ’ d A b d u s kumandasındaki
G a z n e li ordusuna karşı savaşmalarından ileri gelmiş olsa gerektir.
M e s’ ud, anlaşıldığına göre, sonra vezirinin muhalefetini göz önüne
alarak kararının, Mekrân seferinde iyi hizmetler görmüş olan K ız ıl,
B u k a ve G ö k -T a ş hakkında tatbik edilmesinden vazgeçmiştir.
•<r
Y a ğ m u r ’un öldürülmesinin bu beğler üzerinde şiddetli bir tepki
yapmadığı anlaşılıyor. Çünkü onlardan bir kısmı, yine H u m a r-
T aş "m idaresinde ve T a ş-ı F e r r â ş ’m maiyyetinde olmak üzere, Rey’e
gittiler. Bunların başında her halde ayrılmaz dostlar olan B u k a
ve G ö k -T a ş beğler bulunuyorlardı. Öldürülen Y a ğ m u r ’un oğlu ve
hattâ K ız ıl, verimsiz fakat Oğuzlar için bugüne kadar emin bir yurt
vazifesini görmüş olan Balhan bölgesinde idiler. Bu esnada bir bölük
Türkmen de G a z n e lile r ’in Hindistan kumandanı Y ın a l - T e g i n ’in
ordusunda bulunuyordu 196.

Rey’e T a ş ile birlikte giden Türkmenler’ in sayısı 3-4 bin kadardı.


Selçuklu Oğuzları’ndan ayırd etmek için, Rey’e giden bu Oğuzlar’ a Irak
Oğuzları (veya Türkmenler’İ) denilmiştir. Irak Oğuzları, aynı y ılın 297
sonlarında Kazvin’ in geri alınmasında hizmet etmişlerse de 298, Balhan
dağında bulunan Y a ğ m u r oğlunun ve diğerlerinin babalarının, öcünü
almak için harekete geçtiklerini öğrenince, tavırları değişmiş ve kaygı
verici bir şekilde itaatsizlik göstermeğe başlamışlardı. Gerçekten
S u lta n M e s’ u d ’ a Y a ğ m u r ’un oğlu' (kaynaklarda adı hiç zikredil­
miyor) ve diğer babalan öldürülenlerin oğullarının çok Türkmen ile Bal­
han dağından çıkarak Horasan’da, halka saldırmak üzere oldukları
haberi gelmişti (424=M art 1033). Bunun üzerine G a z n e li hükümdarı
hudud bölgelerini korumak için, A li D â y e ve H â c ib B ilg e -T e g in
kumandalarında bir kuvvet gönderilmiştir 299. Bu kuvvetlerin Y a ğ m u r
oğlunun akınlarına engel olduğu anlaşılıyor.

S u lta n M es’ud, Irak Oğuzları’ nin rahat durmadıklarını haber


alınca, Rey şehri kethüdası T â h ir ’e mektup yazarak, A m id E b û
S eh l H a m d a v î emrinde bir kuvveti derhal yola çıkaracağını ve ken­
disinin de yoklama yapılacağı bahanesi ile Türkmenler’ i yakalamasını

296 Beyhakî s s. 402, 404, 433.


297 Beyhakî , s. 361.
29B Beyhakî , s. 397.
299 A y n ı eser, s. 372.

73
bildirmiş idi 300. Fakat vezir ve sâhib-i divân-ı risâlet E b û N asr-i Z e v -
zen î, M es’ud’un, ciddî gaileler çıkmasına sebebiyet verecek yanlış
bir tedbire başvurduğu fikrinde idiler. Bu fikir E b û N asr-i Z e v z e n î’ -
nin zihnine o kadar kuvvetle yerleşmiş idi ki, Türkmenler tarafından
yağma edileceği korkusu ile Guzgân (Cuzcan)’ da bulunan 10000 ko-
yununu derhal sattırmıştı301. Fakat M e s’ u d ’un bu emri de tatbik edil­
medi. Çünkü, Balhan Oğuzlar’ı bu esnada (425 = 1034) Horasan’ı istilâ
ettiler. Merv, Serahs, Bûverd’ deki G a z n e li kumandanları onlara hiç bir
şey yapamıyorlardı. Horasan D iv a n ı r e is i S û rî de Büst şehrinde
bulunan hükümdara acele Horasan’ a, gelmeyi tavsiye etti. Sû ri, Türk-
menler’in Mavera un-nehr hükümdarı A l i- T e g i n ’ den yardım ve H a­
r iz m -Ş a h H â ru n ’ dan da teşvik gördüklerini bildiriyordu 302. Mes’ud
aldığı bu haberden çok müteessir oldu; Herat’a. vardığında Türkmen-
ler’ in yaptıkları işler hakkında yeni haberler alınca Serahs’a doğru
hareket etti. M e s ’ u d ’un Serahs’a gelmesi üzerine Türkmenler’in ço­
ğunun geçici olarak Balkan’a doğru çekildikleri anlaşılıyor. Fakat
M es’ud oraya eriştiğinde bu sefer de Mavera un-nehr Türkmenleri’nin
Tirmiz ve Kubâdiyân’a akınlar yaptıkları ve Tirmiz vâlisi B e g -T e -
ğ in ’i öldürdükleri haberini aldı. Böylece Oğuzlar üç taraftan G a z n e li
devletine gaileler çıkarmakta idiler. Mes’ud’un S e ra h s’ a gelmesi üze­
rine Türkmenler’in bir bölüğü Merv , bir bölüğü de Ferâve taraflarına
gitmişlerdi. Merv tarafına giden Türkmenler oranın vâlisi olan A n u ş-
T e g in ile savaştılar ise de yenildiler ve çöle kaçtılar. Savaşta Oğuz’
lar’ dan 200 kişi ölmüş ve 24 kişi de tutsak alınmıştı. Bu zaferden çok
sevinen M es’ud, kendisine gönderilen tutsakları fillere ezdirmek vah­
şetini göstererek sevincini artırdı303 (426 Safer=Aralık 1034). Ferâve’-
de bulunan Türkmenler’e gelince, onların üzerine de e m îr  h u r
P îrî, A b d u s ve diğer bazı emirler kumandasında mühim bir ordu
gönderilmişti. Bu ordunun vazifesi Türkmenler’ı Balkan’a kadar ko­
valamaktı 304.

S e lç u k lu la r ın H o r a s a n ’ a G e liş i

S u lta n M es’ud 426 yılı Receb (Mayıs 1035) ayında Curcan’ da


bulunduğu esnada, kendisini pek müteessir eden bit haber aldı. Bu
haber S e lç u k lu la r ’m Horasan’a geldiklerini bildiriyordu.

300 A y n ı eser , s. 398.


301 A y n ı eser, s. 399-
302 A y n ı eser, s, 431, 433.
303 A y n ı eser, s. 436-440.
304 A y n ı eser , s. 441.

74
A s la n Y a b g u ’nun G a z n e li M a h m u d tarafından 1025 yılında
yakalanması üzerine, ona hnğlı 4000 çadırlık oğuz kümesi G a z n e li
M a h m u d ’un müsaadesi ile Horasan’ a geçmişlerdi. Bunlar A rsla n
Y a b g u ’dan sonra S e lç u k lu ailesine tâbi olmak istememişler, Balkan
Oğuzları ile Irak Oğuzları’ nın bir kısmını teşkil etmişlerdir. S e lç u k ­
lu la r bu Oğuzlar’a daima kendi itaatsiz tâbileri nazarı ile bakmışlar­
dır.
Mâvera un-nehr’ de kalan S e lç u k lu ailesi, A r s la n Y a b g u ’nun
Mâvera un-nehr hükümdarı A l i- T e g i n ile kurduğu dostluğu devam
ettirdiler 305. Oldukça dirayetli bir hükümdar olan A li-T e g in , B ey -
h a k î’de 306 açıkça belirtildiği gibi, S e lç u k lu la r ’ın kendisi için kü-
çümsenmiyecek bir destek olduğunu biliyordu. Meselâ, H a rizm -
Şah A lt u n -T a ş ile Mâvera un-nehr’de Debûsiyye’de yapılan savaşta
(423 = 1032), A l i- T e g i n ’in ordusunda S e lç u k lu la r da bulunmuş­
lardı307. S e l ç u k l u l a r ’a gelince onlar da düşmanlarına karşı bu K a -
r a - H a n l ı hükümdarının yardımına güvenmekte idiler. Yabguluğun
yani Oğuz devleti reisliğinin A r s la n ’dan sonra S e lç u k o ğ lu M u sa’-

305 Melik-nâme*de, daha A rs la n Y a b g u ’nun sağlığında Mâvere un-nehr hükümdarı


î l i ğ ’ in kendisinin hâkimiyeti için tehlikeli gördüğü, Çağrı v eT u ğ ru l b e ğ le r’in üzerine yü­
rüyerek onları kavim ve kabileleri ile birlikte B u ğra H an ’a sığınmağa mecbur ettiği yazılı­
dır ( M irhond , IV, s. 85-86; îb n ul-Esîrt IX , s. 187). Bazı tetkikçiler tarafından bu münasebetle
Ç ağrı ve T u ğ ru l B eğ’ in bir müddet Talaş vadisinde yaşamış oldukları fikri ileri sürülmüş
ise de bunu kabule imkân göremiyoruz. Çünkü anlatılan hadise her hali ile menkıbevî bir ma*
hiyet taşımaktadır. Bunun gibi, bu hâdiseden sonra Ç ağrı B eğ’ in Mâvera^un nehr*den 30 at
ile çıkarak baştan başa İran'ı geçip Bizans sınırında bir müddet gazada bulunduktan sonra
tekrar Mâveraun nehr^e döndüğüne dâir anlatılan şeylerin doğru olması, Cl. Cahen’in de de­
diği gibi ( M elik-nâme , s. 51) pek şüphelidir. Hattâ bunun tamamen bir masal olduğunu söy­
lemek bile mümkündür. Çünkü, menkıbevî, yahut destanı bir vasfı haiz bulunan bu olay da
diğer kaynaklarca ve diğer eserler taraündan teyid edilmemektedir. Hattâ, Ahbar ud-devlet-
is-Selcukiyye ve îb n uUEsîr bu olaydan bahsetmezler. Bu husus pek muhtemel olarak, bu hâ­
disenin M elik-nâme1nin faydalandıkları nüshasında bulunmaması ile ilgilidir. Diğer taraftan
Irak Türkmenler'inden önce, Bizans sınırında Türkmenler'in bulunduklarına dâir kat’ i bilgi­
miz yoktur ve olması da muhtemel değildir. Böyle olduğu halde, bazı tetkikçiler, bu hadisenin
doğruluğundan şüphe etmemişler, onu ayrı bir makale konusu yapmışlar (İ b r a h im K a fes-
o ğ lu , Doğu Anadolu'ya ilk Selçuklu akını ve tarihi ehemmiyeti, K öprülü Armağanı, Ankara,
1953 s. 259-274) veya araştırmalarında ona mühim bir yer vermişlerdir. (M. K ö y m e n , B üyük
Selçuklu imparatorluğunun kuruluşu , I, s. 170-178). Menkıbevî mahiyette bir eser olan M elik -
nam-e’ nin X I. yüzyıl Selçuklu tarihinin güvenilir bir kaynağı sayılamıyacağı kanaatindeyiz.
Hattâ bu vesile ile Melik-nâme1nin bizlere yanlış telkinler aşılamaktan başka bir işe yarama­
dığı fikrinde olduğumuzu da ilâve edelim. Eğer bu eseri sağlam bir kaynak sayarsak, ondaki
fahiş hataları tekrardan başka bir şey yapmış olmayız.
306 s. 445.
307 Beyhakî , s. 343.

75
nın oğlu Y u s u f ’a geçtiği anlaşılıyor. Bu husus Y u s u f’un şahsî me­
ziyetleri ile ilgili olsa gerektir; çünkü babası M usa hayatta idi. Y u ­
s u f yabguluk ünvanı olarak İ n a n ç ismini taşıyordu.
Fakat A li T e g in ’in 426 (1034-1035) kışında ölümü üzerine du­
rum değişti. A li-T e g in , çocuk yaşta iki oğul bırakmıştı, iktidar A li-
T e g in ’in kumandanı K o n u ş (yahut T o n u ş )’un eline geçmişti. Bu
kumandan ile S e lç u k lu la r ın arasında husumet başgösterdi30B. Bu
sebeble S e lç u k lu la r Nûr yöresinde kalamıyacaklarını anlıyarak,
dostları H a r iz m -Ş a h H â r u n ’un ülkesine yollandılar. Esasen onlar
H a r u n ’un babası A lt u n -T a ş zamanından beri kışı geçirmek için
her yıl Harizm’e giderlerdi. Bu defa artık geri dönmemek üzere gidiyor­
lardı. S u lta n M es’ud’a karşı tâbilik bağlarını koparmış olan H a riz m
Şah H â ru n da Horasan’ı elde etmek için S e lç u k lu la r ’ dan fayda­
lanmak istiyordu..
S e lç u k lu la r ’ın Mâvera' un-nehr' den Harizm’e göç ettiklerini
Cend hükümdarı Ş a h -M e lik haber almıştı. Daha önce geçtiği gibi,
ne Beyhakî, ne de diğer eserlerde Ş a h -M e lik ’in kavmî menşei hak­
kında bir kayıt vardır. Ancak, Cami ut-tevârih’te, Ş a h -M e lik , son
Oğuz yabgusunun oğlu olarak gösterilir ise de biz bu hususta müte­
reddidiz. Ş a h -M e lik ile S e lç u k lu la r arasında derin bir düşmanlık
vardı. Hattâ S e lç u k lu la r ’ı Cend’ den Ş a h -M e lik ’in uzaklaştırdığı
fikrinde olduğumuzu yukarıda kaydetmiştik. Fakat S e lç u k lu la r ’ın
da ona çok acı günler yaşattıkları anlaşılıyor. Bu sebeble S e lç u k lu ­
lardın Harizm topraklarına girib konduklarını haber alan Ş a h -M e lik ,
kalabalık bir ordu ile çöl yolundan sür’atle H a r iz m ’e geldi ve tan atarken
S e lç u k lu la r ’ a baskın yaptı (Zilhicce 425=E kim -K asım 1034). S el­
ç u k lu la r pek gafil avlanmışlardı; bu sebeble ağır bir kayba uğradılar.
Kaynakta bu baskın sonucunda S e lç u k lu la r ’ dan 7-8 bin kişinin
öldürüldüğü, çok kadın, çocuk ve atın tutsak alındığı söyleniyor 309.
S e lç u k lu la r acınacak bir halde Ceyhun’un öbür tarafına geçtiler ve
Ribat-ı Nemek’te kondular310. Onların atlarının bile eğerleri yoktu;

308 Beyhakî , s. 470, 682. S e lçu k lu la r ile A li-T e g iu ’ in oğullan arasında çarpışmalar
olduğu hakkında kaynakta bir şey söylenmiyor. M elik-nam e'âe geçen İn a n ç B e y g u ’ nun
yani Y u s u f b. Musa'nın bu esnada öldürülmüş olması gerekir. Bu hâdise üzerine bu ünvan
babası M usa’ ya geçmiştir. Yine orada S e lç u k lu la r ın öldürdükleri iddia edilen A lp -K a r a
BeyhakV de geçen K o n u ş (T o n u ş ) olabilir. A lp -K a r a her halde onun ünvanı idi.
309 Beyhakî, s. 682.
310 M. K ö y m e n ’ in ( B .S .t .K . , s. 19, not. 3 ve 4) X . yüzyıl coğrafyacılarının eserlerinde,
Seyhun (S ir-D erya) kıyısında geçen H u v â re ’ nin S e lç u k lu la r ın Ş a h -M elik ’in baskını se­
bebi ile kaçarken Ceyhun'u ( A m u-D erya) geçtikleri yer olduğunu sanmasının, yine Ceyhun’un
öbür tarafında kondukları Ribât-i Nemek9in de, Ceyhun’dan yüzlerce kilometre ötede Kûm is
eyaletindeki Dih-i Nemek olmasını mümkün görmesinin delilleri bence,, meçhuldur.

76
okadar perişan bir durumda idiler ki, yakındaki bir köyün gençleri
onları öldürmeyi bile düşünmüşlerdi. Dostları H a r iz im -Ş a h bu hâ­
diseden çok müteessir olmakla beraber onları teselli etti.

S e lç u k lu la r gerçekten büyük bir felâkete uğramışlardı. Şah-


M e lik ’in şiddetli baskını neticesinde pek çok adamları ölmüş, çoluk
çocuklarının bir kısmını, göçkünleri ve davarlarının pek çoğunu da
düşman alıp götürmüştü. Fakat buna rağmen onlar bu felâketin al­
tında ezilmeyerek çarçabuk kendilerini toparladılar. Kısa bir zamanda
yine başlarına oldukça mühim bir kalabalık toplanmıştı. Bunlar Oğuz
yurdundan gelmişlerdi. Bu husus şüphesiz S e lç u k lu la r ’ın kendi el-
daşları arasında eskidenberi nüfuz ve itibar sahibi bir aile olmaların­
dan ileri geliyor.
S e lç u k lu la r az sonra dostları H a r iz m -Ş a h H a ru n ’u da kay­
bettiler. G a z n e li hâkimiyetini üzerinden atan H â ru n aynı zamanda
Horasan’ı da ele geçirmek gayesini güdüyordu. S e lç u k lu la r ’ a dost­
luk göstermesi de bu gayesinin tahakkuku için onlardan göreceği yar­
dım ile ilgili idi. Ancak H â ru n , G a z n e li devleti vezirinin hazırladığı
bir suikastın kurbanı oldu ise de bundan da asıl beklenilen netice elde
edilemedi. H â r u n ’ un yerine H a n d â n lâkablı kardeşi İ s m a il geçi­
rildi. Fakat, S e lç u k lu la r da daha fazla Harizm’ de kalamadılar ve
Horasan’a geçtiler (Receb 426=M ayıs 1035). S e lç u k lu la r ’ın Horasan’a
geçmeleri, yalnız H â r u n ’un ölmesi ile Harizm’de karışıklıklar çıkması
ve Ş a h -M e lik korkusu olmasa gerektir. Bunda Harizm’ de oturduk­
ları yerin kendileri için elverişsizliği ve câzib bir ülke olan Horasan’da
fazla güçlük çekmeden yurt tutabilecekleri düşüncesi de mühim bir
âmil olmuş bulunabilir. Ceyhun’u geçen S e lç u k lu la r Merv yolu ile
Nesâ’ya geldiler; 10000 atlıları vardı. Orada oturan Türkmenleri311 ve
H a r iz m lile r ’ den bir bölüğü uzaklaştırdılar312. S e lç u k lu la r ın buy­
ruklarındaki Türkmenler’ in bir kısmı “ Y ın a l l ı la r ” adı ile anılıyor313.
Çok yukarıda Oğuz yabgu devletini tetkik ederken devletin ileri gelen
şahsiyetlerinden birinin ymal ünvanını taşıdığını görmüştük. S e lç u k ­
lu la r yabgu devletini devam ettirdiklerine göre onların devletinde
de bu ünvanı taşıyan bir şahıs bulunacaktı. Bu da İ b r a h im Y ın a l’ dı.
İ b r a h im Y ın a l ’ın babası Y u s u f ’tur. Bütün eserlerde İb r a h im
Y ın a l’ın, T u ğ r u l B e ğ ’in ana bir kardeşi olduğu yazıldığı gibi, on­

311 Bunlar ya daha önce Horasan *a geçtiğini gördüğümüz A rsla n YabgıTnun Türk -
mert/er’ inden, ya da Balkan *dan gelmiş Türkmenler idiler.
312 Beyhakî , s. 470.
313 Beyhakî, indeks.

77
lardan bazılarında da Y ın a l’ın yine Tuğrul Bey’in amcası oğlu olduğu
söylenir314. Şu halde Y ın a llıla r , İ b r a h im Y ın a l ’ın buyruğunda
bulunan Oğuz zümresi demektir.

S e lç u k lu la r devletlerini Horasan’ a getirmiş oldukları görülüyor.


Selçuk’un hayatta kalan biricik oğlu Musa, Beygu yani yabgu ünvanmı
taşıyordu. Esasen Musa’nın oğlu Y usuf evvelce Selçuklu Oğuzlan’nm
başı olarak inanç Beygu ünvanım taşıyordu. Beygu yabgu’nun türkçe-
de çok defa görüldüğü gibi bir harf değişmesi ile almış olduğu şekil­
d ir315. Fakat Musa’nın şeklen de olsa Selçukluların başı olduğuna
dair bir delil'yoktur. M usa Y a b g u (v e y a B e y g u ), Muhammed T u ğ r u l
ve D â v u d (Ç a ğ rı B e ğ ) 316 Horasan divan reisi S û rî’ye müştereken
bir mektup gönderdiler. Bu mektupta onlar kendilerini halîfenin
mevlâları (tâbileri) olarak vasıflıyorlar ki, dikkate değer. Bu vasıflama
ile onlar her halde kendilerinin kuvvet ve devlet sahibi kimseler
olduklarını göstermek istiyorlardı. O zamanlarda irili ufaklı bütün
hükümdarların kendilerini bu şekilde vasıfladıklarınıbiliyoruz. S e lç u k ­
lu la r mektupta Horasan’a gelmelerine âmil o la n ' sebebleri kısaca
zikrettikten sonra içlerinden biri daima sarayda bulunmak üzere,
S u lta n ’ın hizmetine girmek istediklerini, buna karşılık Nesâ ve Ferâve
vilâyetlerinin kendilerine ihsan edilmesini, böylece Balkan dağından,
Dihistan’ dan, Harizın sınırından ve Ceyhun tarafından gelebilecek
akınları önleyeceklerini, Irak ve Harizm Türkmenleri’ni de kovacak­
larını bildirdiler317. S e lç u k lu la r ın istedikleri Nesâ ve Ferâve (bugün
Kızıl-Arvat=Kızıl Ribat) vilâyetleri göçebe hayata elverişli olduğu
gibi, kendi emniyetleri bakımından da onlar için pek uygun yerler idi.
Çünkü, Nesâ ve Ferâve şehirleri çölün başladığı yerde idiler. Onlar
çoluk çocuklarını, göçkünlerini, davarlarını her hangi bir tehlike anın,
da çöle götürecekler, sıkıştıkları zaman kendileri de oraya sığınacak­
lardı. Nitekim çölün onları en muhkem kalelerden daha iyi bir şekilde
koruduğu aşağıda görülecektir. Diğer taraftan Balkan’da, Mangışlak*•

314 îm ad ud-dirı el- İsfahani (Bıındarî kısaltması,), s. 6; İbn ul-Esîr , IX , s. 211. S e lçu k ­
lu la r ın neseb ve haseblerinin en yetkili mütehassısı olarak takdim edilen M elik-nâme müel-
lifinin, İb ra h im Y ın a l’m S elçu k lu ailesine mensup olduğunu söylememesi dikkate şâyân
değil midir?
315 Bu Unvan bütün İslâmî eserlerde beygu ( ) şeklinde görülür ki, bunun doğru­
luğundan şüphe edilmemelidir. Bu ünvan kitabelerde de, aynı imlâ ile yazılmaktadır. Kelime­
nin bir kuşun adı olması tabiî mümkündür.
316 Tuğrul ve Çağrı kelimelerinin unvanlar olduğundan evvelce bahsedilmişti.
317 Beyhnkî, s. 470-471. Mektubun türkçe tercümesi: M. K ö y m e n , B.S.t.K., II, s. 50.

78
da ve Sir-Deıya boylarındaki Oğuz kümeleri ile de kolayca temas ve
münasebet sağlanmış olacaktı.
S e lç u k lu la r ’ın Horasan’a gelmeleri büyük bir heyecan ve kay­
gı yarattı. Bir G a z n e li devlet adamı haberi duyunca, “ Horasan elden
gitti” diye bağırmış, vezir “ A h m e d b . A b d u s -S a m e d ise, Irak
Türkmenleri’ni kastederek, bugüne değin işimiz çobanlar ile idi; şimdi
ülke zapteden eînîrler geldiler” demiştir '8. S u lta n M es’ u d ’a gelince,
o da bu gelişin küçümsenecek bir hâdise olmadığını çok iyi takdir et­
mişti. Sık sık söylediği “ 10000 Türk atlısı” sözü319 ile onlara ne bakım­
dan ehemmiyet verdiğini gösteriyordu.
M es’ud, vezirin durumun iyice anlaşılması için biraz beklenil­
mesi teklifini, çok defa yaptığı gibi, reddederek kumandanların da
kendisini desteklemesiyle H â c ib B e g -D o ğ d u kumandasında 17000
kişilik gayet iyi teçhiz edilmiş bir orduyu S e lç u k lu la r ın üzerine
yolladı. Bu ordu S e lç u k lu la r ’ı Horasan’ dan çıkaracak idi. S e lç u k ­
lu la r G a z n e li ordusunun üzerlerine geldiğini duyduklarında her­
hangi bir heyecan ve telâşa kapılmadılar. Çünkü müracaatlarına boyla
bir cevapla mukabele edileceğini de düşünmüşlerdi; bu sebeble ihtiyat­
lı ve hazırlıklı idiler; silâhları iyi olmamakla beraber maneviyatları
yüksek idi. Her bakımdan mükemmel bir surette donatılmış olan
G a z n e li ordusunda filler de vardı. Bu kuvvete, başkumandan B eğ-
D o ğ d u da dahil olmak üzere, lıerkes Türkistan’ı fethetmeğe mukte­
dir bir ordu gözü ile bakıyordu. Fakat, Nesâ yöresinde yapılan karşı­
laşmada bu şekilde vasıflandırılan G a z n e li ordusu ağır bir bozguna
uğradı ve bütün ağırlıklarım da kaybetti (19 Şaban 426= 29 Haziran
1035) S e lç u k lu la r G a z n e li ordusunu bozkırlarda çok tatbik edilen
pusu kurmak usulü ile yenmişlerdi. Bu savaşta, bundan sonrakilerde
olduğu gibi, en mühim rolü Ç ağ rı B e ğ (D â v u d ) oynamıştı.
Nesâ savaşı S e lç u k lu la r için maddeten ve manen mühim ka­
zançlar sağladı. G a z n e li devleti Dihistan’ı Ç ağrı B e ğ ’ e, Nesâ’ yı
T u ğ r u l B e ğ ’ e ve Ferâve’ y i de M usa B e y g u ’ya veriyordu. Buna
karşılık onlar S u lt a n ’ a tâbi olacaklar ve hattâ içlerinden biri daima
S u lta n ’m katında bulunacaktı. Fakat S e lç u k lu la r bu barışa ehem­
miyet vermediler ve onu ciddiye almadılar. Hattâ yapılan barışla il­
gili olarak S e lç u k lu la r ’ a hil’at, menşur, sancak, külâh ve Türk ge-

318 Beyhakî , s. 470, 471. B e y h a k î’ ye inanmak gerekirse, vezir, A li T e g in ’in ölümü


üzerine S elçu k.lular’m Horasan'a, gelmeğe mecbur kalacaklarını söylemişti (6. 445). Gerçek­
ten bu sözler o zaman söylendi ise çok dikkate değer.
319 Beyhakî , s. 472, 481.

79
İeneğine göre, eğerli at ve altın kemer getiren G a z n e li elçisi, onların
G a z n e li d e v le t i hakkında alaycı konuşmalar yaptıklarını ve hil’ -
atları yere attıklarını duymuştu 320. Gerçekten hu yenilginin öcü alına­
cağı yerde, hemen harışa yanaşılması G a z n e li d e v le t in in şeref ve
itibarım kırmış ve S u lta n M e s’ u d ’un zayıf bir şahsiyet olduğunu
iyice meydana koymuştu.
S e lç u k lu la r ’ın bu zaferden sonra idareleri altında bulunan Oğuz
kümesinin muhtelif yerlerden gelen oymakların katılması ile çoğaldığı
muhakkaktır. Nitekim Irak Oğuzları ndan bir bölüğün onlara katılmış
olduğunu biliyoruz321. Buna karşılık, Yağmurlu ve Kızıllı Oğuzlar’ı ile
Balhan Türkmenlerinden bir bölük S elçu k lu lard a tâbi olmamak
fikrinde inat ve İsrar ederek göçüp İsfahan hâkimi K â k û y e oğlu A lâ
u d - d e v le ’nin hizmetine girmişler 322, fakat çok geçmeden ondan
ayrılarak soydaşları, Irak Oğuzları na katılmışlardır. Bu suretle maddî
kuvvetleri artan ve S e lç u k lu la r ın başarısından cesaret kazanan
Irak Türkmenleri de Rey bölgesine hâkim olmuşlardır ki, bundan biraz
aşağıda bahsedilecektir. S e lç u k lu la r ’ın Horasan’a gelmeleri ve bir
kısım sınır bölgelerini işgal etmeleri ile Balhan ve Ceyhun yolları açıl­
mış ve buradan Horasan’a. Türkmenler gelmeye başlamıştı 323.
Barışın yapılmasından üç-dört ay soııra Türkmenler yeniden yağ­
ma hareketlerinde bulunmaya başladılar. Bunun arkasının kesilme­
mesi üzerine Sü-Başı kumandasında 15000 kişilik bir ordu hazırlana­
rak gönderildi (427 Bebi’ul-âhir= Şubat 1036). Bu ordunun vazi­
fesi Horasan vilâyetini S e lç u k lu la r ’ın akınlanna karşı korumak idi.
Aradan dokuz ay geçtiği halde mühim hiç bir hâdise olmadı. 428 yılı
Muharreminde (Kasım 1036) S e lç u k lu la r elçiler göndererek yeni
bir istekde bulundular. Bu da Merv, Serahs ve Bâverd şehirlerinin ken­
dilerine verilmesi idi. Onlar sebeb olarak evvelce kendilerine verilen
yerlerin dar olup idareleri altındaki insanlara kâfi gelmediğini ileri
sürüyorlardı 324 ki, bunun doğruluğuna inanılabilir. Çünkü, geriden
gelen yeni katılmalar ile idareleri altındaki küme gittikçe çoğalıyordu.

S e lç u k lu la r bu isteklerine müsbet bir cevap alamadıkları için


akınlanna eskisinden daha şiddetli olarak devam ettiler. Sü-Başı yal-

320 Bu savaş ve neticeleri hakkında: B eyhaki , s. 481-493; Gerdizî, s. 80-81. îb n ul'Esîr ,


IX , s. 198; M. K ö y m e n , B.S.Î.K., s. 59-70.
321 Beyhakî , s. 497.
322 A y n ı eser, s. 521.
323 A y n ı eser, s. 505.
324 Gösterilen yer.

80
iıız tedafüi bir şekilde hareket ediyor ve bu maksatla vilâyet vilâyet
dolaşıyordu. M es’ud S e lç u k lu akınlarmm tamamen önlenmesi için
devlet erkânının tavsiyesine uyarak Horasan’a gideceği yerde gazâ
niyetiyle, Hindistan’a, yollandı (Zilhicce 428= E k im 1037). Halbuki,
bu esnada R ey’ de iforasara’dakilerden daha mühim bir hâdise cereyan
etmişti. Daha önce de söylendiği gibi, S u lta n M es’ud tarafından
G a z n e li d e v le t i hizmetine alınan A r s la n Y a b g u ’nun Oğuzları’-
nın mühim bir kısmı Rey’e vâli tayin edilmiş olan T aş-ı F e rrâ ş ile
birlikte gönderilmişlerdi. Bunları oraya göndermekten başlıca maksat
Rey bölgesinin korunmasında onlardan faydalanmak idi. Fakat Oğuz-
lar’a pek itimat edilmiyor ve bu yüzden sıkı bir göz altında tutuluyor­
lardı; esasen bir kaç defa itaatsizlik göstererek karışıklık çıkarmışlar
ise de bunlar fazla büyümeden uzlaşma sureti ile yatıştırılmıştı32S.

Yukarıda söylendiği gibi, S e lç u k lu la r ’ın Horasan’ın bir kısım


vilâyetlerine gelib oralarda yurd tutmaları üzerine Yağmurlu, Kızıllı
Türkmenleri ile Balhan Türkmenler’ inden bir bölük, S e lç u k lu la r ’ a
tâbi olmak istemiyerek, göçüb, Isfahan ve Hemedan hâkimi, Deylemli
K â k û y e oğlu A lâ u d - d e v l e ’nin hizmetine girm işti326. Sonra bu
Oğuzlar A lâ u d - d e v l e ’nin yanından ayrılıp jRey’ deki Oğuzlar’a ka­
tıldılar. Irak Oğuzlar’ı 5000 atlı çıkarmakta idiler. Bunların büyük bir
kısmının S e lç u k lu A r s la n Y a b g u ’ya bağlı Oğuz zümresi olduğunu
burada bir kere daha hatırlatalım; başlarında 4 eski başbuğdan üçü
yani K ız ıl, G ö k -T a ş ve B u k a olduğu gibi, G iz O ğ lu ( Jcl > =
K ız?) M a n sû r, D a n a ( ? lilj) ve A n a s ı-O ğ lu gibi beğler de vardı.

Irak Oğuzlar’ı 428 yılında (1037), şüphesiz S e lç u k lu la r ’ın Hora­


san’da kazandıkları başarılardan cesaret alarak harekete geçtiler. On­
ların ilk önce Horasan istikametine yönelib, Damğan ve Simnan şehir­
lerini yağmalamış olmaları muhtemeldir. Bunu müteakip tekrar Rey
cihetine yönelen Oğuzlar Huvâr’ı yağmaladıktan sonra, Rey’e bağlı Müş-
kûye yöresini de yağmaladılar. Onların bu hareketleri üzerine Jîey’ deki
G a z n e li vâlisi T aş-ı Ferrâş ile ona yardım için gönderilmiş olan E b û
S e h l-i H a m d a v î Oğuzlar ile savaşa hazırlandılar. Onlar bir taraf­

325 72. sahifeye bk.


326 Beyhaki, s. 521, 530. İ b n u l-E s îr ’in G a zn eli M ah m u d’un A rs la n Y a b g u Oğuz-
/arı’nı ülkesinden çıkarması üzerine İsfahan hâkimi K â k u y e oğlu A lâ u d -d e v le ’nin yanına
gittiğinden bahsettiği 2000 çadırlık Oğuz bölüğü, bu Yağmurlu , K ızıllı ve Balhanlu Oğuzları
olacaktır. Yalnız bunlar A lâ u d -d e v le ’ nin hizmetine, îb n u l-E s îr ’in dediği gibi, S u lta n
M ah m u d zamanında değil, söylendiği üzere, Selçuklulardın Horasan'da yerleşmeleri neti-
cesinde girmişlerdir.

81
tan da durumu S u lta n M e s ’ u d ’a ve sultanın tâbilerinden olan Cut-
can ve Taberistarı hâkimine bildirib yardım istemişlerdi. T a ş 3000
atlı ve filler ile Oğuzlar'ın karşısına çıktı. Ordusunda S u lta n M e s’ u d ’-
un asker olarak değer vermediği Kürdler’ den de bir miktar kuvvet
vardı. Oğuzlar ise 5000 atlı idiler. Yapılan savaşta T a ş ağır bir yenil­
giye uğradı. Bizzat T a ş da, altındaki fil telef edilerek yere düşürül­
müş, evvelce M e s’ u d ’un emri üzerine öldürdüğü Y a ğ m u r ve baş­
kalarının öcünü almak için parça parça edilmişti. Adının da göstere­
bileceği gibi, Türk olduğu anlaşılan M e s’ u d ’un Rey vâlisi T a ş’m
âkibeti de böyle oldu. Bu savaşta, diğer bazı kumandanlar ve Hora­
sanlılardan da bir çok memurlar ölmüş, ağırlık ve filler Oğuzlar’-
m eline geçmişti. Oğuzlar E b û S e h l-i H a m d a v î ve Reyliler’i de ye­
nerek şehre girib orayı - hiç bir şey bırakmıyacak derecede - yağmala­
dılar.
E b û S e h l bir kısım asker ile şehir yakınındaki Taberek kalesine
sığındı. E b û S eh l yapılan bir çarpışmada Y a ğ m u r ’un kız kardeşi­
nin oğlu ve büyük kumandanlardan olan birini de tutsak almıştı. Oğuz­
lar, bu kumandanı salıvermek için, pek çok şey vereceklerini teklif
ettilerse de E b û S eh l, hükümdarı S u lta n M es’ u d ’a danışmadan
bunu yapamayacağını söylemişti. Bu esnada Curcan askerinin E b û
S eh l’e yardım için gelmiş olduğunu öğrenen Oğuzlar, Rey civarında
bir baskın yaparak bu orduyu da bozguna uğratmışlar, kumandan
da dahil olmak üzere 2000 kişiyi tutsak almışlardır 327.

Oğuzlar’m bu başarılarına rağmen Rey’den ayrılarak Azerbaycan


yolunu tuttukları görülüyor. Bunun ne gibi bir sebeble ilgili olduğuna
dâir kaynakta hiç bir kayıt yoktur. Bu, belki de Azerbaycan hâkimi­
nin kendilerini yanına çağırmaları ile ilgili olabilir..
Bu sıralarda Orta ve Batı İran’ın her bir bölgesi, ya D e y le m li
ya da bir K ü r d hânedanının elinde idi. İşte D e y le m li ailelerden
biri olan K â k û y e oğullarından İsfahan ve Hemedan hâkimi Alâ ud-
devle, Oğuzlar’ın Rey ’i bırakıp Azerbaycan’a gittiklerini duyunca Rey’e
gelmişti. Fakat, Alâ ud-devle, E b û S eh l-i H a m d a v î’ye karşı Oğuz-
lar’m desteğine muhtaç olduğunu anlayarak onlara haber gönderdi.
Oğuz başbuğlarından ancak K ı z ı l geri döndü. Sergüzeştçi ruhlu G ök-

327 lb n ul-Esîr, I, s. 158. Bu müellif bu hâdisenin 427 (1035-1036) yılında olduğunu söy-
lüyorsa da bunu kabul etmek imkânsızdır. B e y h a k î R ey bölgesinde cereyan eden bu olaylar
üzerinde bize bilgi vermemektedir. Yalnız eserindeki bazı kayıtlardan bu hâdiselerin 429 (1037-
1038) yılının ilk altı ayında vukubulduğu anlaşılıyor (s. 534, 535). îb n u l-E s îr ’in Irak Oğuz­
ları ile ilgili olarak verdiği tarihlerin çoğunun doğru olmadığı görülüyor.

82
T aş, B u k a ve diğerleri yollarına devam ettiler. K ı z ı l ’ın buyruğun*
da 1500 kişi vardı. Fakat az sonra Oğuzlar’m A lâ u d -d e v le ile araları
açıldı ve onlar tekrar yağma hareketlerine başladılar.

Azerbaycan’a gidenlere gelince, buranın hâkimi K ü r d Revvâdî


hânedanından V a h s u d a n , Oğuzlar’ı dostça karşılamış ve hattâ on­
lardan bir kız ile evlenmişti. Oğuzlar’m. münasebetlerde bulundukları
Müslüman emîtlere kolaylıkla kız verdiklerini görüyoruz. Bunda biraz
da kalın veya başlık almak geleneğinin âmil olması mümkündür.

V a h s u d a n ’ın Oğuzlar’ı dostça karşılaması ve hattâ belki de on­


ları bizzat kendisinin çağırması düşmanlarına karşı bu savaşçı adam­
lardan faydalanmak gayesi ile ilgili idi. Oğuzlar’m başında B u k a , G ök-
T aş, M a n su r ve D a n a vardı. Fakat V a h s u d a n ’m bunlardan bek­
lediği boşa çıktı. Oğuzlar burada da yağmacılığa başladılar; hattâ M e
raga şehrine girerek câmii yakmışlar, Hezebâniyye Kürdleri’ nden ve
halktan pek çok kimseleri kırmışlardı. Oğuzlar’ın bu işi V a h s u d a n ’ -
m isteği üzerine yapmış olmaları da mümkündür. Çünkü, onun Heze­
bâniyye Kürdleri’nin reisi E b û ’ l - H e y c â b. R e b îb u d - d e v le ile
arası açıktı. Mamafih her ikisi bu hâdiseden sonra barıştılar ve Oğuz­
lar’a karşı birleştiler, halkın da kendilerine katılması üzerine onlar ile
savaşabilecek bir kuvvete sahip oldular. Bunu gören Oğuzlar, Azerbay­
can’da daha fazla kalamayacaklarını anlayarak Irak’ a geri döndüler.

Oğuzlar’m Azerbaycan’ a, gelmelerinin bir tek faydası oldu. O da,


onların Azerbaycan’a geldiklerini duyan Gürcü (Abhaz) melikinin sıkı
bir şekilde muhasara ettiği Tiflis’ten çekilib gitmesidir. Oğuzlar’m
Azerbaycan’da iken Ermeniler’e de bazı darbeler indirdikleri anlaşı­
lıy o r3ZS.
Oğuzlar’ın hepsi Azerbaycan’ dan dönmemiş, bir bölüğü orada kal­
mıştır ki, bunun başında D a n a ’nm bulunduğu anlaşılıyor. V a h su -
d a n ’ın evlendiği kız D a n a ’nm yakın bir akrabası olacaktır. Y a h su -
d a n ’ın şâiri K a t r a n ’ın “ Oğuzlar’m pâdişâhı” olarak bahsettiği de
bu beğ olsa gerektir 329. Bu Oğuzlar’m Urmiye’de oturdukları anlaşılı­
yor.
Azerbaycan’ dan Irak-1 Acem’e dönen Oğuzlar’ a gelince, bunlar
iki kola ayrıldılar. G ö k -T a ş ve M a n su r’ un idaresinde bulunan kol
Hemedan’a, B u k a ’nın buyruğundaki de Rey’e gitti.

328 İbn uUEsîr , IX , s. 159, 190.


329 A h m e d -i K e s re v î, Şehryârân-i Gumnâm, Tahran, 1308, ş., II, s. 75.

83
G ö k -T a ş Hemedan’ı kuşattı. Şehrin vâlisi İsfahan hâkimi A lâ-
u d - d e v l e ’nin oğlu E b û K â lic â r idi. Kuşatma uzun sürdü. Fakat
E b û K â lic â r , daha fazla dayanamıyacağını görerek G ö k -T a ş ile
anlaştı ve onun yakın bir akrabası ile evlendi. Rey’e giden B u k a ise
K ız ıl ile birlikte bu şehri kuşatmıştı. Şehir’de A l â u d - d e v l e bulu­
nuyordu. B u v e y h o ğ u lla r ın d a n F e n â H u s r e v b. M e cd u d -
d e v le ve D e y le m li emirlerinden Sâve hâkimi K â m r û y e de Oğuz-
lar’ a katıldı. Güç bir duruma düştüğünü gören A lâ u d - d e v l e gecele­
yin lîey’ den çıkarak İsfahan’a, gitti. Bunun üzerine Oğuzlar Rey’e girib
burayı görülmemiş bir surette yağma ettiler. Öyle ki, bazı mahallerde
a n ca k '50 kadar adam kalmıştı. Rey şehrinin K ı z ı l ’ın hâkimiyetinde
kaldığı anlaşılıyor 330. Onlardan bir zümre Kereç taraflarını yağma ve
tâlân ettiği gib’, A n a s ı-O ğ lu da Kazvin’e gitti. Kazvinliler, ilk önce
A n a s ı-O ğ lu ile savaştılar ise de, sonra 7000 altın vermek ve onun
hâkimiyetini kabul etmek şartı ile barış yapıldı. Bu hâdiselerin 430
(1037-1038) yılında olduğu anlaşılıyor. Aynı yılda D a n a ’nın buyru­
ğunda Azerbaycan’ da (Urmiye’ de) kaldığını söylediğimiz Oğuzlar Ur-
miye’ den çıkarak Ermenileı’in üzerine yürüyüb onlardan pek çokla­
rını öldürmüşler, esir ve ganimet almışlardı. Ermeniler, at üstünde
büyük yayları ile gayet iyi ok atan ve süratle manevra yapan Oğuzlar’ a
karşı başarı ile savaşamıyorlardı. Urmiye yörelerinde yaşayan E b û ’ l-
H e y c â ’nın idaresindeki Hezebâniyye Kürdler’ı Oğuzlar’m. komşulu­
ğundan bizâr oldukları için onlar ile vuruşmaya başladılar. Kürdler’ in
köylerini yağma eden Oğuzlar onlardan çok kimseleri de öldürmüşlerdi.
Bu Oğuzlar’m Urmiye’ de bulunması Azerbaycan hâkimi V a h s u d a n ’-
m, yakın akrabasını (kızkardeşi veya kızı) aldığı Oğuz beğine ( D a n a ? )331,
Urmiye’yı dirlik olarak vermesi ile ilgili olacaktır. Çünkü, bu bölgede
oturan Kürd reisi E b û ’ l- H e y c â e l-H e z e b â n î, V a h s u d a n ’m düş­
manlarından idi.
Şimdi Oğuzlar, gözlerini büyük ve zengin bir şehir olan Hemedan’ a
dikmişlerdi. Filhakika üç büyük başbuğ yani G ö k -T a ş , B u k a ve
K ı z ı l birleşerek şehri ele geçirdiler. Maiyyetinde D e y le m lile r ’in
bulunduğu B ü v e y h (Boye) o ğ u lla r ın d a n M ecd u d - d e v l e oğlu
F e n â H ü s r e v de bu beğlerin yanında idi. Şehrin vâlisi A lâ u d -d e v ­
le oğlu E b û K â lic â r Oğuzlar’ a bu defa dayanamayacağını anlayıp
büyük tâcirler ve şehrin ileri gelenleri ile Hemedan’ dan çıkıb civardaki
bir kaleye kapandı. Oğuzlar şehri aldılaT ve orayı korkunç bir şekilde

330 îb n ul-Esîr , IX , s. 160.


331 Çünkü Azerbaycan ''dan dönen beğler arasında onun adı geçmiyor.

84
yağmaladılar. Dinever ve Esed-Abâd köyleri de aynı şekilde yağma­
landı. Bu yağmalarda bilhassa D e y le m lile r daha merhametsizce
hareket etmişlerdi. Oğuzlar, az sonra hiyle ile kapandığı kaleden indir­
dikleri E b û K â lic â r ’ın bütün malını da elinden aldılar 332.

Şu anlatılanlar bize Oğuzlar’ın eşsiz savaşçılar olduklarını göste­


riyor. Ancak bu Irak Oğuzları’ nın tek bir gayeleri olduğu görü­
lüyor ki, o da yağmacılıktır. Onlar bunu o kadar ileriye götürmüşlerdi
ki, halîfe yağmadan vazgeçmeleri için kendilerine mektuplar yazmıştı.
Bu Oğuz kümesinin başında bulunan beğlere zaptettikleri yerlerde
ister müstakil, ister bir hükümdara bağlı olarak, dirlik düzenlik kurub
oraları idare etmek fikri her zaman yabancı kalmıştır. Bu beğlerden
belki Rey hâkimi K ız ıl, bir dereceye kadar istisna edilebilir. Gerçekten
K ı z ı l ’ın S e lç u k lu la r ile iş birliği yaptığı anlaşılıyor. Onun T u ğ r u l
B e ğ ’ in kız kardeşi ile evlenmiş olduğunu ve halîfenin mektubuna T u ğ ­
r u l B e ğ ile birlikte cevab yazdığını biliyoruz 333. Babasının adı Y a h y a
olan K ız ıl, Ibtı ul-Esîr’e göre, 432 (1040-1041) yılında vefat ederek
Rey yörelerinden birinde gömülmüştür 334. Diğer maceracı beğlerin
hayatlarının son kısmı ileride görülecektir.
Horasan’a gelince, S e lç u k lu akınlarını önlemek ile vazifelen­
dirilmiş olan Sü-Başı, buyruğundaki mükemmel techizatlı bir ordu ile
üç yıldan beri bu iş ile uğraşıyordu. Bir S e lç u k lu kuvveti bir yöreyi
istilâ edince Sü-Başı oraya koşuyor, fakat bu sırada diğer S e lç u k lu
kuvvetlerinin başka yerlere girdiklerini haber alıyordu. Nihayet M es’-
ud, S e lç u k lu la r ile bir meydan muharebesi yapması için Sü-Başı’ya
kat’i emir verdi. Serahs yakınında, Telh-Ab denilen yerde 429 yılı Şa­
ban ayında (1038 Mayıs) vukubulan savaşta Sii-Başı büyük bir boz­
guna uğradı. G a z n e li ordusunun zengin ağırlığı yine S e lç u k lu la r ’ın
eline geçti. Fakat Serahs zaferinin en mühim neticesi S e lç u k lu la r ’ın
Horasan’ın bir kısmım işgal etmeleridir. T u ğ r u l ve Ç a ğ rı beğler bu
zaferden sonra kendilerine hakikî bir hükümdar gözü ile bakmaya
başlamışlardı. Yalnız T u ğ r u l B e ğ en büyük baş olarak kabul edil­
mişti. M usa Beygu üçüncü derecede bir başbuğ idi. Aralarında
varılan anlaşmaya göre, “ kendi eşleri arasında baş” kabul edilen
T u ğ r u l B e ğ Nişabur, Ç a ğ rı B e ğ Merv ve M u sa Beygu’da da Serahs
bölgesini aldılar. Bunun üzerine T u ğ r u l B eğ, ana bir kardeşi olan
İ b r a h im Y ın a l’ı Nişabur’’a gönderdi. Y ın a l 200-300 atlı ile Nişa-

332 İbn ul~Estr, IX , s. 160.


333 Ebû*l-Ferec tarihi« türkçe tercüme, s. 296.
334 İbn ul~Esîrt IX , s. 206.

85
bur’ a geldi. Nişaburlular, elbisesi yırtık ve eski, fakat çok yakışıklı
bir genç olan İ b r a h im Y ın a l ’ı ve yine yoksul giyimli askerlerini
dostça karşıladılar. T u ğ r u l B e ğ adına melik ul-mulûk (melikler me­
liki) ünvanı ile hutbe okundu ki bu, o zamanlar hükümdarlık alâmet­
lerinden biri idi. Bir kaç gün sonra, şehre çoğu zırhlı 3000 atlı ile T u ğ ­
ru l B e ğ geldi; kolunda gerilmiş bir yay ve kemerinde üç ok bulunu­
yordu ki 335, bunun Oğuzlar’da - ve belki de diğer Türk kavimlerinde-
hükümdarlık alâmeti olduğu anlaşılıyor; her halde deri çizmeye naza­
ran daha kullanışlı olmalı ki, ayağında keçe çizmeler vardı. T u ğ r u l
B eğ, S u lta n M e s’ u d ’un tahtına oturarak şehrin ileri gelenleri ile
görüştü. Şehrin en büyük manevî şahsiyeti K a d ı S â id ’ in öğütlerine
karşı: “ biz yabancı kimseleriz, Acemler’ in (Tâzikân) geleneklerini bil­
miyoruz, kadı, öğütlerini benden esirgemesin” cevabım verm işti336.
Nişabur’ da Muhammed T u ğ r u l B e ğ ’ e olduğu gibi, Merv’de de D â-
v u d Ç ağrı B e ğ adına hutbe okunmuştur.

İki emîrinin üst üste yenildiğini gören S u lta n M es’ud, nihayet


bizzat S e lç u k lu la r ’ın üzerine yürümeye karar verdi ve iyice hazır­
lanarak Belh’e geldi. Selçuklu meselesi, onu en çok meşgul eden bir
mesele idi. Onlardan çekiniyor ve hattâ onlar ile pek karşılaşmak da
istemiyordu. Selçuklular meselesi daima onun sinirlerini bozmuş, bil­
hassa bu yüzden onlara karşı akıllıca tedbirler alamamış ve gerçekten
pek zeki ve dirayetli bir vezir olan E b û ’ n -N a s r A h m e d b. Abd us-
S a m e d ’in isabetli fikirlerini de çok defa reddetmiştir. Esasen M es’ud
daha Selçuklular’ın Horasan’a, ayak bastıklarını öğrenir öğrenmez hak­
lı olarak pek kaygılanmıştı. Çünkü, onların, Türk olduklarından, yük­
sek savaşçılık vasıflarını pek iyi biliyordu. Buna karşdık Deylemliler’e
ve Kürdler’e asker olarak hiç kıymet vermiyordu. Bilhassa Türk ku­
mandan ve askerlerinin de Selçuklular ile savaşa istekli olmadıkları
görünüyor. Bunda M es’ u d ’un bilhassa Türkler’ den müteşekkil hassa
ordusu ile yakından meşgul olmaması, bazı kumandanları azletmek
veya öldürtmek gibi, onlarca hoş karşılanmayan bir takım hareket­
lerde bulunması ve zayıf şahsiyeti başlıca âmillerdir. Hattâ bu Türk
hassa ordusundan bir kaç bin kişinin Selçuklular’ ın tarafına geçtik­
lerini biliyoruz. Bunların çoğunun veya mühim bir kısmının Selçuk­
lular’ a ikinci bozgundan yani Serahs savaşından sonra katılmaları
muhtemeldir.

335 Beyhakî , s. 553.


336 A y n ı eser, s. 554.

86
S u lta n M es’ ud, 430 C u m a d e ’l uhra’sında (Mart 1039) Belh’de
bulunuyorken 10 Türkmen atlısı onun oturduğu köşke kadar sokul­
muşlar ve orada bulunan, fillerden birisini sürüb götürmüşlerdi. Ertesi
gün Türkmenler’in bu cür’etkârlığmı öğrenen S u lta n pek müteessir
oldu 337; fakat bir ay sonra (Receb 430=N isan 1039) Ulyâ-Âbâd yazı­
sında Ç a ğrı B e ğ ile yaptığı karşılaşmada onu bozguna uğratmak
sureti ile kuvve-i manaviyesini düzeltmiş ve bu galebe Selçuklular’ın
üzerine yürümek hususunda ona cesaret vermiştir. Selçuklular, M es’ -
u d ’un, Gazneli ordusunun 6000 kişilik en seçkin hassa birliği de dahil
olmak üzere, kuvvetli bir ordu ile gelmekte olduğunu öğrenince, bü­
tün kuvvetlerini topladılar. S u lt a n ’ a Selçukluların ordusunun 20000
atlıdan ibaret olduğu söylenmişti. Yine Gazneli casusların getirdikleri
habere göre, yapılan bir toplantıda T u ğ r u l ve Y ın a llıla r , ordusu
kuvvetli ve kalabalık olan S u lta n M es’ud ile mücadelede muvaffak
olmanın güçlüğüne işaret ederek Irak-1 Acem (başlıca Rey, Kazvin,
Hemedan ve İsfahan bölgeleri) ve Curcan’ a gidildiği takdirde, bir avuç
Deylem ve Kürd müteggallibesi elinde bulunan bu yerlerin kolayca el­
de edileceği ve Rum ülkesine de akınlar yapmak mümkün olabileceği
fikrini savunmuşlardı. Fakat Ç a ğ rı B eğ , Horasan’ dan gidildiği tak­
dirde, gerek M e s’ u d ’un ve gerek onun teşviki ile diğer düşmanların
yapacakları hücumlardan, hiç bir yerde tutunmanın kabil olamıyaca-
ğını söyliyerek bu fikrin çok yanlış olduğunu ifade etmiş ve Gazneli
ordusunun da zayıf taraflarını anlatarak savaş yapılmasını istemiştir.
Neticede Ç a ğ rı B e ğ ’in fikri isabetli görülerek savaşa karar verildi.
Serahs çölünde yapılan savaşta (Ramazan-Şevval 4 3 0 = Haziran 1039)
Gazneliler galib geldiler ise de bu, kesin bir zafer değildi. M es’ud bu
galebesinin kesin bir zafer olduğuna inanıyor, Selçuklular’m Balhan
dağına ve Ceyhun boylarına kaçtıklarını sanıyordu; savaştan pek az
bir müddet sonra Selçuklular’ ı yine karşısında görünce hayretler içinde
kalmış, onların metanet ve cesaretlerini takdir etmişti. Gerçekte, Sel-
çuklular’m kaybı, zikre değmeyecek kadar az olduğu gibi, ağırlıkları
da emin bir yerde idi. Hattâ onların savaş meydanını terk etmelerini bir
bozgun olarak değil, bir geri çekilmek olarak vasıflamak daha doğru
olur. Selçuklular, Gazneli ordusunun kullandığı çayın yatağını değiş­
tirmek ve kuyuların bulunduğu yerlere hücum etmek sureti ile Gaz-
neliler’ i susuz bırakmaya çalışıyorlardı. Yapılan çarpışmalar çok defa
Selçuklular’ın galebesi ile sona eriyordu. Gazneli ordusu bitkin bir du­
rumda idi. Bu sebeble, vezirin mütalâasına uyularak Selçuklular’a.

337 A ynı eser, s. 567.

87
barış teklif edildi. Böylece Gazneli ordusu sıkıntıdan kurtularak sali­
men Herat’ a dönebilecekti. Selçuklular’a gelince, onlar da sayıca ve
teçhizatça çok üstün bir kuvvete sahib olan S u lta n M es’ud ile sava­
şabilmek için, dinlenmeye ve iyice hazırlanmaya ihtiyaçları olduğunu
anlamışlardı; bu sebeble kendileri için hiç te kazançlı olmayan bu ba­
rış teklifini kabul ettiler. Bununla beraber, onların asıl gayelerinden
hiç bir şey kaybetmediklerini, Gazneli elçisi açıkça müşahade etmiş
olduğu gibi, anlaşma gereğince, barış şartlarının tesbiti için Herat’ a
elçiler gönderecekleri, Nişabur, Serahs ve Merv’ i tahliye edecekleri
yerde, tekrar eski yağma akınlarına başlamışlardı. Esasen S u lta n
M es’ud ve devlet erkânı da Selçuklular’m barışı samimiyetle kabul etme­
diklerini biliyorlardı. Onların da maksadı düşmüş oldukları şu sıkıntılı
durumdan kurtularak Herat’ da dinlenmek ve yeniden hazırlanmak
idi. Hülâsa bu geçici barış veya mütareke her iki tarafın işine gelmişti;

Herat’ta yazı geçirerek dinlenen ve iyice hazırlanan S u lta n M es’­


ud, Selçuklular’in üzerine yürüdü ve onları Ferâve çölüne kadar takib
etti. Selçuklular, savaşmayarak mütemadiyen çekiliyorlardı. Bundan,
Gazneli ordusunu tamamiyle yormak ve onu bitkin bir duruma düşür­
mek istedikleri görülüyor. Bu çekilme ve takib esnasında iki taraf ve
bilhassa ağır techizatlı Gazneli ordusu büyük bir zahmet ve meşakkat
çekiyordu. Bu münasebetle T u ğ r u l B e ğ ’ in günlerce zırhını ve çiz­
mesini çıkarmadığı ve yastık yerine kalkanını kullandığı söyleniyor 338.

M es’ud Nişabur’ a .döndüğünde (Rebi’ul-âhır 431= O cak 1040)


elle tutulabilecek bir başarı elde edememişti. Fakat Selçuklular’ı takib
etmek ve onlar ile karşılaşmak hususundaki azmi de kırılmamıştı. Bu
esnada halîfe gönderdiği mektuplarda ona, Türkmenler’ in fesadı söndü-
rülünceye kadar Horasan’da kalmasını, bunu bitirdikten sonra Irak’ı
Acem işini ele almasını tavsiye ediyordu. Türkmenler’ den halkın şikâ­
yetleri halifelik merkezine kadar ulaşmıştı. Hattâ halîfe halkın malına ve
canına dokunmamaları, memleketi tahrib etmemeleri için Selçuklu-
lar’ a ve Irak Türkmenler i’ nin başında bulunan beğlere mektuplar gön­
dermişti.
M es’ud Selçuklular’ın üzerine yürümek maksadiyle, Nişabur’-
dan Serahs’a geldi. Bir müddetten beri Horasan’ın bazı bölgelerinde
kıtlık başgöstermişti. Serahs’ da da görülmemiş bir kıtlık hüküm sürü­
yordu. Gazneli ordusu sıkıntılı bir duruma düşmüştü. Bu sebeble dev­
let erkânı ve askerî rical otu bol olan Herat’ a dönülerek bir kaç gün

338 A ynı eser, s. 600.

88
orada kalınıp hazırlandıktan sonra Selçuklular’ın üzerine gidilmesini
ısrarla teklif ettiler ise de M es’ud, çok defa yaptığı gibi, kararından
dönmedi ve Merv’e doğru hareket etti. Yolda askerlerinin perişan hali­
ni görüb “ bu ordu mahvolmuştur” dediği halde yoluna devam etti.
Az sonra yiyecek ve yem sıkıntısına, sıcağa ve susuzluğa bir de Sel-
çuklular’ın hücumları katıldı. Gazneli ordusu savaş düzeninde gittiği
halde, Selçuklular uzaktan bölük, bölük gelib saldırıyorlar, sürüden
koyun kapan kurtlar gibi, ellerine geçirdikleri develeri ve kumaşları
alıp götürüyorlardı. Bu hali gören M es’ud, Merv üzerine yürüme ka­
rarının isabetsizliğini anladı ise de iş işten geçmişti. Vezir, buraya ka­
dar gelindikten sonra asla geri dönülemiyeceği fikrini müdafaa edi­
yordu. Fakat orduda, bilhassa Türk hassa askerleri arasında hoşnut­
suzluk ve itaatsizlik baş göstermişti. Atlarım zâyi ettiklerinden bir
çokları develere binmiş olan bu askerlerin savaşmak için ordudaki
lranhlar’ın (Tâzik) atlarını ellerinden alacakları söyleniyordu. Işte-
bu esnada Selçuklular’a dâir haberler geldi. Bunlara göre S u lta n ’ın
Serahs’ tan hareket ettiğini duyan Selçuklular büyük bir korkuya ka­
pılmışlardı. Yapılan bir toplantıda en büyük başları saydıkları T u ğ ­
ru l B eğ, Horasan’dan Curcan’a göçülmesini, orada tutunulmaz ise
Rey’e gidilmesini, zira Rey, Cibâl (Hemedan bölgesi) ve İsfahan’ın
kendilerine ait olduğunu, böyle yapıldığı takdirde, S u lta n M es’ u d ’ ­
un arkalarından gelmiyeceğini söyliyerek eski fikrini tekrar ileri sür­
müş ve bu mütalaa toplantıda bulunanların çoğu tarafından kabul
edilmişti. Fakat Ç a ğ rı B eğ , daha önce yaptığı gibi, bu defa da, kar­
deşinin fikrine itiraz etmiş ve başlanılmış olan bu işden geri dönmenin
doğru olmayacağını belirtmiştir. Sözlerine devam eden Ç a ğ rı B e ğ
Horasan’dan gidilse dahi S u lta n M e s’ u d ’un yakalarını bırakmaya­
cağı gibi, başkalarını da üzerlerine saldırtacağını, halbuki S u lta n M es’-
u d ’u yendikleri takdirde cihanın ellerine geçeceğini, kendileri sıkıntı
içinde iseler de Gazneliler’ in daha çok sıkıntı içinde bulunduklarını,
şimdi kendilerinin ve hayvanlarının dinlenik olup ot sıkıntısı çekilme­
diğini, halbuki Gazııeliler’in çölü geçmek zorunda idiklerini söyledik­
ten sonra, korkulacak bir husus olmadığım ifade ederek sözlerine son
vermiştir 339. Ç a ğ rı B e ğ ’in bu mütalaası, başta T u ğ r u l B e ğ olmak
üzere, M usa ve Y ın a l l ı la r tarafından daha doğru bir fikir ola­
rak vasıflanmıştır. Bunu müteakib üzerine titredikler ağırlığı yaşı kü­
çük ve atı arık 2000 atlının nezaretinde gerilere gönderdikten sonra
bir geçit resmi yapılmış ve 16000 athya sahih oldukları görülmüştür.

339 Aynı eser, s. 618; M. K ö y m e ıı, B.S.İ.K., III, s. 36-37.

89
Selçuklular’ m mühim işler arefesinde toplantılar tertib etmeleri,
müelliflerin, Oğuzlar’m. işlerini istişare (keneş) yolu ile hallettikleri
sözlerine uygundur.
Ç a ğrı B e ğ ’in görüşlerinin 11e kadar doğru olduğunu, yalnız hâ­
disenin neticesi teyit etmiyor. Eğer, T u ğ r u l B e ğ ’in fikrine uyulub,
Irak-1 Acem ’e gidilse idi, Ç a ğ rı B e ğ ’in çok isabetli olarak söylediği
gibi, M es’ud onları orada da rahat bırakmıyacakdı. Çünkü orası da
kendisine ait bulunuyordu. T u ğ r u l B e ğ ’in R ey , Hemedan ve Isfahan
için bizim demesi, buralarda Irak Oğuzları’ nin bir hâkimiyet kurmuş
olmalarından ileri geliyor. Bu durumda Selçuklular’ m R e v v â d î ve
Ş e d d â d î gibi zayıf ailelerin elinde bulunan Azerbaycan ve Errân’ da
tutunmaları mümkün olabilirdi. Fakat bu takdirde de, B iz a n s ve
G ü r c ü le r ile savaşa savaşa azalacaklar ve nihayet varlıklarını koru-
yamıyarak yok olup gideceklerdi. Çünkü, ana yurtla temas ve müna­
sebetleri olmayacak, oradan devamlı olarak beslenemiyeceklerdi.

Selçuklular’m tertib ettikleri kurultaylarda yapılan konuşmalar,


bize, aynı zamanda, Selçuklular’a, isabetli rey ve fikirleri, casareti,
enerjisi ile asıl kimin yön verdiğini, cihana hâkim olmak gayesinin
doğması, yaşatılması ve nihayet tahakkukunda başlıca rolü kimin
oynadığını da gösteriyor. Bu büyük insan D â v u d Ç a ğ rı B e ğ ’dir.
Selçuklu ailesinin direği ve devletin kurulmasında en mühim âmil odur.

S u lta n M es’ud, M erv’e gitmek ve Selçuklular ile karşılaşmak


hususunda verdiği kararın zaman ilerledikçe isabetsizliğini daha iyi
anlıyor ve hareketinden büyük bir pişmanlık duyuyordu. O Meri1 ye­
rine Herat’ a gitmenin ve Selçuklular ile barış yapmanın en doğru dü­
şünce olduğunu ancak şimdi idrak etmişti. Gevşek ve nâmerd olarak
vasıfladığı ordusu ile 16 000 cesur atlıya karşı zafer kazanacağından
kendisi de şüphe ediyor ve işi T a n r ı’nın takdirine bırakıyordu. 7 Ra­
mazan 431 Cuma günü (22 Mayıs 1040) savaş düzeninde harekete ge­
çildiği zaman Selçuklular her taraftan saldırmaya başlamışlardı. Gazne
ordusunun gösterdiği zayıf müdafaa onların cesaretini arttırıyordu.
S u lta n ’a bağlı Türk memlûk askeri, gevşek ve isteksiz savaştığı gibi,
onların, Selçuklular’a. katılmış yoldaşları ile buluşup konuştukları da
görülüyordu. Halbuki Gazne ordusunun çekirdeğini ve en güvenilir
birliğini onlar teşkil ediyordu. Gazneli ordusu savaş ede ede yavaş ya­
vaş ilerliyor, her taraftan saldıran Türkmenler deve, kumaş iğtinam
ediyorlardı. Gazneliler o kadar acınacak bir durumda idiler ki, Selçuk­
lulardan 10 kişinin 500 Gazneli askere saldırarak kaçırttıkları görülü­
yordu.

90
Ertesi gün (8 Ramazan 431 Cum a=23 Mayıs 1040 Cum a)34Q. Gazne
ordusu yakında bulunan Dendânekan kalesine doğru ilerlerken Selçuk­
lular yine dört taraftan hücuma geçtiler. Buna rağmen Gazne ordusu
öğleye doğru Dendânekan kalesine ulaşabildi. Bu kale M erv’in güney
batısında olup, ona bir konak mesafede idi. Burada iki ordu savaş dü­
zeninde karşı karşıya yer aldı. Bilhassa Gazne ordusu susuzluktan sı­
kıntı çekiyordu. Selçuklular, kendi millî savaş usûllerine göre savaşı­
yorlardı. Bu ü£ûl ordunun kollara ayrılarak savaşması idi. Bazan bir
kol savaştıktan sonra çekiliyor ve yerini bir başka kola terkediyordu.
E m e v île r devrinde Arablar bunu Bizanslılar’ dan öğrenerek tatbik
etmişlerdi. Buna k u r d û s (cemi kerâdîs) deniliyordu.

Savaş cereyan ederken, Gazne Türk hassa ordusuna mensup 370


kişi Selçuklular’a. katıldı. Bunu takiben yapılan şiddetli bir hücum
neticesinde Gazneli ordusu bozguna uğrayarak kaçmaya başlamış, sa­
vaş meydanında S u lta n M es’ud ile bir kaç kumandan ve bir miktar
memlûk kalmıştı. Fakat az sonra o da yanındakiler ile birlikte savaş
meydanını terk edib kaçmaya başladı. Gazne ordusunda bulunan Hind,
Arab ve Kürd askerlerinden her birisi bir tarafa çekilib gittiler.
Selçuklular bir yandan Gazneliler’ in bıraktıkları ağırlıkları yağmalar­
larken bir yandan da düşmanı takib ediyorlardı. Gazneliler başta S ul­
ta n M es’ud olmak üzere, dağınık, perişan bir halde ve son sür’ atle
kaçıyorlardı.
Selçuklular’ ın kazandıkları zafer kesin ve büyük idi; beş yıldan
beri yaptıkları yorucu mücadelenin neticesini almışlar ve gayelerine
ulaşmışlardı. Ç a ğ rı B e ğ ’in dediği gibi, artık “ cihan” onlarındı.
Savaş meydanında, ,sancaklara ve divân kalemi malzemesine va­
rıncaya kadar Gazneli ordusunun bütün ağırlığı kalmıştı. Selçuklular
çok sevinçli idiler, T u ğ r u l B e ğ bir tahta oturmuş ve kendisi Horasan
emîri olarak selâmlanmıştır341.

İşte Oğuz kavminin tarihî mukadderatını tayin eden Dendâne­


kan savaşı böyle vukubulmuş ve Selçuklular’a. ilk hamlede Horasan’ı
kazandırmıştır.

340 Gerdizî, 5. 86.


B e y h a k î’ den anlaşıldığına göre (s. 620-623) G a zn eli ordusunun Dendânekan yakının­
da bozguna uğrayıp kaçması 9 Ramazan olup bu da 24 Mayıs’ a tekabül etmektedir. Ahbor'da
ise (s, 12) 8 Ramazan Perşembe deniliyor.
341 Beyhakî, s. 620-629; M. K ö y m e n , B .S .İ.K ., III, s. 34-66.

91
Ç. SELÇUKLULAR DEVRİNDE OĞUZLAR
(TÜRKMENLER)
“ Selçukılar Türkmen bolub karıntaşımıs
teyib ilge ve halkğa faidesi tigmedi” ( Şece-
re-i Terâkime, s. 64).

Dendânekan savaşından soııra D â v u d Ç a ğ rı B eğ , M erv’de kal­


mış, kardeşi M u h a m m e d T u ğ r u l B e ğ Nişabur’ a ve amcaları M usa
Beyğu da Herat’ a gitmişti.
Ç ağrı B eğ , Gazneliler’e karşı başarılı savaşlar yapıb onların elini
tamamen Horasan’ dan kesti. K a r a -H a n lıla r ’ a da gâlib gelerek bu
hanedan ile başarılı bir barış yaptı, isyan eden Hârizm hâkimini ceza­
landırdığı gibi, o taraftaki Kıpçaklar’m beğini de Müslüman etti ve
onunla dünürlük kurdu. T u ğ r u l B e ğ ’in R ey’ e gitmesinden sonra,
bütün Horasan kendisine' kaldı. Bundan başka Kirman da oğullarından
Kara-Arslan ünvanlı K a v u r t B e ğ ’in elinde bulunuyordu. Ç ağrı
B eğ, görüldüğü gibi, birinci sınıf bir kumandan siyasî meselelerde isa­
betli rey ve fikre sahib dirayetli bir siyaset adamı olmasına rağmen
hükümdarlığı zamanında fazla ihtiraslı bir insan olarak görünmüyor.
Halbuki başarılarını daha ileri götürebilirdi. O, bozkırlardaki sıkıntılı
hayatlarını daima hatırlıyarak yükseldiği mevkiden duyduğu memnuni­
yeti ifade ediyordu. Devletin kurulmasından önce epeyce yağma ettiği
Horasan’ı imar etmiş ve teb asını âdilâne idaresi ile kendinden hoşnut
bırakmıştır; hattâ kardeşi T u ğ r u l B eğ ’i idare ettiği yerleri tahrib ve hal­
kını hicrete mecbur kılmakla itham etmişti. T u ğ r u l B eğ , ona verdiği
cevabta: “ A y kardaşım, sen Horasan gibi mamur bir ülkeye sahib oldu­
ğun halde onu harap ettin; şimdi elinde olduğu için orayı imar etmen
icab ediyor. Halbuki buraları, benden önce başkaları tarafından tahrib
edilmiş, yakılıp yıkılmıştır. Bu yüzden ülkemi henüz imar edemedim.
Diğer taraftan bu ülkenin çevresi düşmanlar ile dolu olduğundan y ol­
lara asker koymak zarureti hasıl olmuştur ki, bunların yaptıkları za-

92
tarlan önlemek de mümkün olmuyor4’ demişti. Ç ağ rı Beğ*in, tu
cevaba itiraz ettiğini tasavvur etmek oldukça güçtür. Oğuzlar’ ı yağ­
ma ve ganimet ümidi bulunmadan savaştırmanın zor bir iş olduğunu
şüphesiz o da çok iyi biliyordu. Çünkü, T u ğ r u l B e ğ ’in cevabında
işaret ettiği üzere, Ç a ğ rı B e ğ b ilh a s s a devletlerini kurmadan önce,
askerlerini memnun etmek için yağma hareketlerinde bulunduğu gibi,
Nişabur’un yağmalanması hususunda T u ğ r u l B e ğ ’e ısrar eden o
değil mi idi?

Mamafih, iki kardeş hayatlarının başından sonuna kadar birbir­


lerine daima bağlı kalmışlardır. Devletin gelişmesinde, onun bir impa­
ratorluk halini almasında bu bağlılığın pek mühim bir rolü olmuştur.
Her ikisi de uzun bir ömür yaşadılar. Ç ağ rı B e ğ 70 yaşlarında vefat
ettiği zaman başta A lp - A r s la n olmak üzere bir çok oğulları ve halîfe
ve hükümdarlar ile evli bir çok kızları vardı.

M û sa Beygu’ya gelince, Dendânekan savaşından sonra Her at'a


giden S e lç u k ’un hayatta kalan biricik oğlu, burayı ve Siistan bölge­
sini idare etmiştir. Devletin kurulmasında yeğenlerinden sonra gelmek
üzere, hizmeti görülmekle beraber, kuvvetli bir şahsiyet olmadığı mu­
hakkaktır. T u ğ r u l B e ğ ’ in müdahalesi olmasa idi Siistan bile elin­
den gidiyordu. Müverrihler bize onun ölüm tarihini bildirmiyorlar.
456 (1064) da A lp -A r s la n ’a karşı saltanat davasına kalkışan F a h r
u l-m u lû k B e y g u ’ııun bu şahıs olduğu sanılıyor34-2.

S e lç u k lu ailesi tarafından başları kabul edilen T u ğ r u l B eğ,


Dendânekan savaşından sonra Nişabur’ a dönmüştü. Savaş dolayısı ile
bu şehirde ortadan kalkmış olan nizâm ve âsâyişi tesis ettikten sonra,
433 (1041—1042) de Curcan ve Taberistan’ ı fethetti ve ertesi yıl (434=
1042-1043) Harizrn üzerine bir sefer yaptı. Harizm’ de Selçuklular’m
barışmaz eski düşmanı Ş a h -M e lik bulunuyordu. Buranın hâkimleri
olan A lt u n -T a ş oğullarının isyan etmeleri üzerine, S u lta n M es’ud,
vezirinin tavsiyesi ile Harizm’ i 432 de (1041), kendisini metbu tanımak
şartiyle, Cend meliki Ş a h -M e lik ’e tefviz etmişti. Ş a h -M e lik Cend’-
den gelerek H a r iz m -Ş a h A lt u n -T a ş oğlu İ s m a il’i yenib bu ül­
keye hâkim oldu. İ s m a il Selçuklular’ a sığındı ve onlardan yardım
istedi. Ç ağrı B e ğ ve İs m a il birlikte Harizm’ e yürüdüler ise de Şah-
M e lik ’e yenildiler. Fakat T u ğ r u l B e ğ aym talihsizliğe uğramadı;
ailesinin bu çetin düşmanım yendi. Ş a h -M e lik ailesi ve ağırlığı ile

342 M ûsa hakkında: İ. K a fe s o ğ lu , Selçuklun oğulları ve torunları Türkiyat M ecm u­


ası , X III, s. 119-120.

93
Dihistan’a kaçtı; oradan Tabes’i. Kirman bölgesinden e l-T îz ’i geçerek
500 fersahlık (3000 km, den fazla) bir yol gittikten sonra ıssız bir bölge
olan M ek râ n havalisine geldi. Buraya gelince artık kurtulduğuna
hükmetmişti. Ş a h -M e lik bu uzun yolu, metbûu yeni Gazne hüküm­
darı M es’ud oğlu M e v d u d ’ a sığınmak gayesi ile katetmişti. Onun
eski ülkesi Cend’ e gitmemesi orada durumun kendisi için müsaid ol­
maması ile izah edilebilir. Fakat Ş a h -M e lik ’in Mekrân’ da Selçuk-
lular’m elinden kurtulduğundan duyduğu ferahlık çok sürmedi. Onun
bulunduğu yeri öğrenen İ b r a h im Y ın a l’ın kardeşi E r -T a ş Y in al4000
atlı ile bastırarak Ş a h -M e lik ’i, çoluk çocuğunu yakaladı ve bütün
ağırlığını ele geçirdi. E r -T a ş , Ş a h -M e lik ’i Ç a ğ rı B e ğ ’ e teslim etti
ve derhal hayatına son verildi (434= 1042-1043)343. Selçuklular’ı pek
az hâdise bu kadar sevindirmiş olabilir.

T u ğ r u l B eğ , aynı yılda, İ b r a h im Y ın a l’ı R ey’e göndermiş,


kendisi de arkadan gelerek bu şehri imar edip hükümet merkezi yap­
mıştı. Bir biri arkasından gelen Oğuz kümeleri ile Horasan artık on­
lara dar geliyordu. Esasen, daha önce görüldüğü gibi, T u ğ r u l B eğ,
S u lta n M es’ud ile mücadelenin bırakılarak bu bölgeye gidilmesini,
bir avuç Kürd ve Deylem mütegallibesinin hükmünde bulunan bu
bölgenin kolayca ele geçeceği fikrini ileri sürmüştü.

T u ğ r u l B e ğ Irak’ a geldiği zaman Irak Oğuzlar’ı hâlâ burada idi­


ler. Başlarında, K ı z ı l müstesna olmak üzere, yine G ö k -T a ş , B u k a ,
M a n su r ve A n a s ı-O ğ lu bulunuyordu. T u ğ r u l B e ğ ’in eniştesi
olan K ız ı 1, I b n u l- E s îr ’e göre 432 (1040-1041) yılında ölmüştü.
T u ğ r u l B e ğ ’in Rey’e gelişinde onun ölümü de bir âmil olmuş bulu­
nabilir.
T u ğ r u l B e ğ elçi yollayıp adı geçen beğlerden, katına gelme­
lerini istedi. Onlar elçiyi Zencan çayına kadar götürdükten sonra elçi
vasıtasiyle T u ğ r u l B e ğ ’e şu haberi gönderdiler: “ çağırmaktan mak­
sadının bizi tevkif etmek olduğunu biliyoruz. Senden korktuğumuz
için uzaklaştık ve buraya konduk. Eğer bizim üzerimize gelirsen Ho~
rasan’a veya Rum ülkesine gideceğiz ve seninle hiç bir zaman bir araya
gelmiyeceğiz” 3‘H. Beğler’in, T u ğ r u l B e ğ ’in kendilerini tevkif edece­
ğinden korktukları sözleri, bir bahaneden ibaret olsa gerektir. Onlar,
bir türlü yeniden Selçuklular’m emri altına girmeye yanaşmıyorlardı.
Buna karşılık yağmacılıkla geçen sergüzeştçi hayatlarını devam ettir­

343 Beyhakî , s. 687-691; İbn ul-Esir, IX , s. 211, X , s. 3.


344 tbn ul-Esîr, IX , s. 212.

94
mek istiyorlardı. Bu sebeble, onlar, bir taraftan Azerbaycan halkına,
evvelce ettikleri işlerden, diğer taraftan İ b r a h im Y ın a l ’ın arkala­
rında bulunmasından, Güney Doğu-Anadolu’daki bugünkü Cizre
( Cezire) dolaylarına geldiler. Beğlerden M an su r burada kaldı. B u k a ,
A n a s ı-O ğ lu ve her halde G ö k -T a ş Diyarbekir’e gittiler ve orada
yağma hareketlerinde bulundular; yapılan bir savaşta, Musul hüküm­
darı U k a y l-o ğ lu K ır v â ş ve Diyarbekir hükümdarı M e r v a n -o ğ lu
N asr u d - d e v le A h m e d ’in kuvvetleri ile Beşneviyye Kürdleri’ ni boz­
guna uğrattıktan sonra, yağma ve tahrib faaliyetlerini artırdılar. D i­
yarbekir hükümdarı N a sr u d - d e v l e A h m e d , bir hiyle ile esir alın­
mış olan M a n su r B e ğ ’ i serbest bırakmak ve bir mikdar mal vermek
karşılığında ülkesinden uzaklaşmalarını onlardan istedi. Beğler bunu
kabul ettiler, fakat sonra sözlerinde durmadıkları gibi, yağma faali­
yetlerini de genişlettiler. Oğuzlar’ dan bir bölük M usul üzerine yürüdü
ve şehir hâkimi K ır v â ş ’ı yenib (435=1043) bir müddet burayı elle­
rinde tuttu. Oğuzlar, görüldüğü gibi, T u ğ r u l B e g ’in katına gitmedi­
ler ise de, zapt ettikleri M usul’ da hutbeyi onun adına okutuyorlardı.
Az sonra Musullular’ın bir hareketini Oğuzlar sert bir şekilde cezalan­
dırdılar. Bu durum karşısında Bağdad’ ta oturan B ü v e y h î hükümda­
rı C elâ l u d - d e v le ve Diyarbekir hükümdarı N asr u d -d e v le , T u ğ
ru l B e ğ ’e bu Oğuzlar’ ı şikâyet ettiler. T u ğ r u l B e ğ C elâ l u d -d e v -
le ’ye verdiği cevapta, bunların mutlaka itaat altına alınacağını va'-
dediyor, N asr u d - d e v l e ’ye gönderdiği mektupta da onları Diyar­
bekir bölgesinden uzaklaştıracağını söylüyordu. Fakat bu sırada M u ­
sul hükümdarı K ır v â ş , Hille hükümdarı D u b e y s b. M e z y e d ul-
E s e d î ile birleştikten, diğer Arablar’ dan ve Kürdler’ den yardım al­
dıktan sonra, Oğuzlar’ın üzerine yürümüştü. Bunu haber alan M usul’­
daki Oğuz beğleri, G ö k -T a ş ile M an su r, Diyarbekir bölgesinde bulu­
nan B u k a ile A n a s ı-O ğ lu ’ndan imdada gelmelerini istediler. Yapı­
lan savaşta (435 Ramazan = Nisan 1044) Oğuzlar ilk önce galib gel­
diler ise de sonra yenildiler ve Diyarbekir bölgesine gittiler. Irak Oğuz-
lar’ı bu yenilgiden sonra artık Diyarbekir bölgesinde tutunamıyacak-
larını anlıyarak Azerbaycan’ a gitmeye karar verdiler. Bu maksatla
Van gölü çevresine geldiklerinde, bu bölgenin Bizans vâlisi geçiş mü­
saadesi vermediği gibi, bil’ akis onlara hücum etti, fakat yenilerek esir
düştü. Bu savaşı müteakib Oğuzlar Azerbaycan’a geçtiler ve her halde
bu defa T u ğru l B e ğ ’ e itaat ettiler 345.

31-5 İbn ul-Esîr, IX , s. 161-163.

95
İ b n u l-E z r a k ’a göre346, T u ğ r u l B eğ , B u k a ile A n a s ı-Ö ğ İ u ,-
nu 10000 atlı ile Diyarbekir bölgesine gönderib, orayı onlara ikta et­
miştir. Onlar buralarda yine yağmalarda bulunmuşlar ve bir gece sar­
hoş iken kavga edib birbirlerini yaralamışlar ve her ikisi de aldıkları
yaralardan ölmüşlerdir. Diğer iki beğ in (G ö k -T a ş ve M an su r) âkı-
betleri hakkında hiç bir kayda sahib değiliz. İşte A r s la n Y a b g u ’nun
topluluğu olup, sonra kendilerine “ Irak Oğuzları” denilen Oğuzlar’m
tarihleri burada sona ermektedir.

T u ğ r u l B eğ , R ey’e geldikten (434=1042-1043) üç-beş yıl içinde,


etraftaki hükümdarlar tarafından metbû tanınmıştı. Mâverâ un-nehr’ -
den gelen Oğuzlar umumiyetle Bizans ucuna gönderiliyorlardı. İ b r a ­
h im Y ın a l, bunların başında Pasin ovasında bir Bizans ordusuna
karşı parlak bir zafer kazandı (1048). Bu başarı üzerine Bizans impara­
toru İstanbul’ da. IX . yüzyılda inşa edilmiş olan câmii tamir ettirerek
orada T u ğ r u l B e ğ adına hutbe okuttu, fakat vergi vermeyi kabul
etmediğinden barış yapılmadı.

447 (1055) yılında T u ğ r u l B e ğ halîfenin ısrarlı daveti üzerine


Bağdad’ a hareket etti. T u ğ r u l Beğ câzib va’dlerde bulunmasına rağmen
Bağdat’taki Türk askerleri onun gelişini hoş karşılamadılar ve bunu
açıkça izhar ettiler. Bunun sebebi, varlıklarının sona ereceği korkusu idi.
Bu Türk askerlerinin başında A r s la n u l-B e s â s ir î vardı. A r s la n
haiz olduğu bazı meziyetler ile başında bulunduğu Türkler ve Bağdad’-
ın avam halkı tarafından seviliyordu. Bu avam arasında esnaflık ya­
pan Türkler de vardı. Bir müddetten beri A r s la n u l -B e s â s ir î’nin
hâlîfe ile araları açıktı. Hattâ A r s la n ’m halîfeyi yakalayıp, Bağdad
ve Irak’ ın diğer yerlerinde hutbeyi M ısır F â t im î halîfesi adına oku­
tacağı söyleniyordu. Halîfenin T u ğ r u l B e ğ ’i davet etmesi de bu hâ­
dise ile ilgili idi.

T u ğ r u l B e ğ kalabalık bir ordunun başında Bağdad’ a geldi. Or­


dusunda 8 fil vardı. A r s la n u l-B e s â s ir î, Türkler’in çoğu ile evvelce
Bağdad’ tan çıkararak Rahbe’y e gitmiş ve M ısır’daki F â t im î halîfe­
sinin taraftarlığını gütmeye başlamıştı. Bağdad’ da kalan Türkler ile
Deylemliler ve ayak takımı, Oğuzlar’ ın gelmesi üzerine büyük bir gü­
rültü kopardılar ve Oğuzlar’ a silâh çektiler. Bunun üzerine Oğuzlar at­
lanarak bunların üzerine yürüyüp çoğunu telef ettiler. T u ğ r u l B eğ
B ü v e y h î hükümdarı el-M elik u r -r a h îm ’i yakalayarak ülkesindeki

346 Tarih M eyyafârikin , Kahire, 1959, s. 160; M.H. Y m a n ç , Türkiye tarihi, Selçuk­
lular devri, Anadolıınun feth i , İstanbul, 1944, s. 39-44.
bir kaleye gönderdi. Böylece iki asırdan beri devam eden D e y le m li
B i iv e y h - o ğ u l l a r ı ’nın devleti sona erdi. T u ğ r u l B e ğ Bağdad’ da
ayrı bir yerde bir saray ve onun yanında beğlerine mahsus konaklar,
askerleri için kışlalar ve bir câmi yaptırdı. Kendisi, emirleri ve asker­
leri orada oturdular. Bazı müellifler bunu bir şehir olarak vasıflıyor-
lar, T u ğ r u l B eğ , halîfenin armağan ettiği bir taht üzerinde oturarak
kumandanlarını, devlet adamlarını ve ziyaretçilerini burada kabul
ediyordu. Bu esnada T u ğ r u l B e ğ ’ in A r s la n üzerine gönderdiği am­
cası oğlu K u t a lm ış , M usul civarında mağlûb olmuştu. Bunun üze­
rine T u ğ r u l B e ğ Nusaybin’e kadar uzandı ve Sincar’ı tahrib ettirdi.
Çünkü, buranın halkı K u t a lm ış 'a ve onun yanındakilere pek fena
bir muamelede bulunmuşlardı. T u ğ r u l B eğ M usul’ u İ b r a h im Y ı-
n a l’a verdi ve kendisi de Bağdad’ a döndü. T u ğ r u l B eğ , bu defa ha­
lîfe ile görüştü. Halîfe Selçuklu hükümdarına üst üste 7 hil’at giydirdi
ki, bu, 7 iklimin kendisine tevcihi demekti. Halîfe ayrıca T u ğ r u l B e ğ ’ -
e “ doğunun ve batının hükümdarı” (melik ul-maşrik ve’l-mağrib) ün-
vanı ile hitab etti ve bunu ifade etmek üzere ayrıca iki kılıç kuşattı.
Bu, İslâm âleminin cismanî hâkimiyetinin resmen Türk hükümdarına
tefvizi idi ki, o zamana kadar hiç bir kimseye böyle bir şey yapıl­
mamıştı. Fakat bu sırada üzücü, kaygı verici bir haber geldi. Bu
haberde İ b r a h im Y ın a l’ın Oğuzlar’m mühim bir kısmını etrafına
toplayarak isyan ettiği bildiriliyordu. Gerçekten İ b r a h im Y ın a l, da­
ha önce de (441 = 1049-1050) ağabeyisine karşı ayaklanmış, fakat T u ğ ­
ru l B e ğ onu tedib ettikten sonra affetmişti. İ b r a h im ’in bu defaki
isyanında da muhtelif yerlerden yapılan ısrarlı teşvikler âmil olmuş­
tur. Bu teşvikleri yapanların başında Oğuzlar geliyordu. Onların mü­
him bir kısmı T u ğ r u l B e ğ ’in yerine İ b r a h im Y ın a l’m hükümdar
olmasını istiyordu. Çünkü, onlar T u ğ r u l B e ğ ’ in son zamanlarda ken­
dilerine karşı olan tutumundan şikâyetçi idiler. Gerçekten T u ğ r u l
B eğ , idaresi altındaki ele ganimet temin etmekle mükellef bir başbuğ
olmak durumundan gittikçe uzaklaşıyor, G a z n e li sultanları gibi,
hassa ordusu memlûklerden ve mülkî memurları da Iranlılar’dan mü­
teşekkil bir devletin hükümdarı vasfım alıyordu. G a z n e li d e v le t i
hükümdarlarının bu vasıfda olmaları gâyet tabiî idi. Çünkü onlar Türk
olmayan bir hânedan tarafından para ile satın alınmış bir kölenin so­
yundan geliyorlardı. M ısır’daki F â t im î halîfesi’nin veziri de kendi
halîfesinin sultan ünvanım tevcih ettiğini söyliyerek İbrahim Yınal’ı
isyana teşvi ediyordu. Teşvikçilerden biri de A r s la n u l-B e s â s ir î idi.
T u ğ r u l B e ğ , kardeşinin isyan ettiğini öğrenir öğrenmez sür’ -
atle İran’ a gitti. İ b r a h im Y ın a l onu Hemedan’ da kuşattı. T u ğ r u l

97
B e ğ bir fırsatını buİarak kendisini devlet merkezi Rey*e atabildi ise
de, orada da sıkı bir muhasara altına alındı. T u ğ r u l B e ğ pek müş-
kil bir durumda kalmıştı. Nihayet yardıma gelmeleri için Ç a ğ rı B e ğ ’ ­
in oğullan olan yeğenlerine haber gönderdi. Başta A lp -A r s la n , K ir ­
man meliki Kara-Arslan ünvanlı K a v u r d B e ğ ve Y â k u t î, asker­
leri ile yardıma koştular. R ey civarındaki Heftaze Bulan’ da yapılan
savaşta İ b r a h im Y m a l yenilerek esir düştü. T u ğ r u l B e ğ bu sefer
ana bir kardeşini affetmedi. Çünkü, kendisine sıkıntılı ve ızdıraplı gün­
ler yaşatmıştı. İ b r a h im Y ın a l, Türkler’ de asil kimselerin kanlarının
dökülmemesi geleneğine uyularak, yayının kirişi ile boğuldu. İ b r a ­
him’in kardeşi E r -T a ş ’ın oğullarından ikisi de öldürüldüler (9 Cuma-
de’l-âhire 451 = 23 Temmuz 1059). işte S e lç u k lu hânedam arasında­
ki mücadelelere ait ilk hazin hâdise budur. İ b r a h im Y ın a l, “ Y m al-
lı” denilen Oğuz bölüğünün başında, Selçuklu devletinin kuruluşunda
emeği geçmiş ve T u ğ r u l B e ğ ’ in batıdaki başarılarında mühim hiz­
metler etmiş bir beğ idi. Oğuzlar’m. T u ğ r u l B e ğ ’ e kızgınlığı ve sal­
tanat hırsı onu hiç de lâyık olmadığı bu âkıbete götürdü. İki kardeş
arasındaki bu mücadele esnasında A r s la n u l - B e s â s ir î’de yanındaki
Türkler ve Arablar ile Bağdad’ a girmiş, hâlîfe, sarayı yağmalandık­
tan sonra, yakalanıb çöle götürülmüştü. Bağdad’ ta ve Irak’m diğer
bazı yerlerinde ilk ve son defa olarak M ısır hâlifesi adına hutbe okun­
du. T u ğ r u l B eğ , ağabeyisi Ç a ğ rı B e ğ ’in ölümü üzerine (451 Beceb
= 1059 Ağustos-Eylûl) yeğenlerinin işlerini tanzim ettikten sonra Irak’ a
teveccüh etti. Halîfe makamına iade edildi ve A r s la n da ortadan kal­
dırılarak Irak’ ın işleri düzene sokuldu. Bundan sonra ülkesine dönen
T u ğ r u l B e ğ ’in, hatunu öldü. Bu hatun akıllı ve T u ğ r u l B e ğ ’ e çok
bağlı idi. Kocasına işlerinde yardım ediyordu. Bu sebeble T u ğ r u l B e ğ
çok kederlenmiş ve onun için yas tutmuştu (452 = 1060). Bir müddet
sonra T u ğ r u l B e ğ Halîfe’nin kızı ile evlenmeğe tâlib oldu. Halîfe el-
K a im B ie m r illa h T u ğ r u l B e ğ ’in isteğine ilkönce muvafakat etti ise
de sonra verdiği sözden döndü. İki taraf arasına soğukluk girdi. S e lçu k
lu hükümdarı halîfenin dirliklerine el koydurttu. Halîfe de onu. Bağ-
dad’ tan çıkıp gitmekle tehdid ediyordu. Halîfenin sonradan red­
detmesi A b b a s - o ğ u l l a r ı ’nın, Peygamberin akrabaları olmaları sı-
fatiyle, kendilerine kudsiyyet atfetmeleri ile ilgili idi. Gerçekten halî­
feler o zamana kadar, aileden olmayan bir kimseye kız vermemişlerdi.
Fazla olarak halîfe kızını çok seviyordu. T u ğ r u l B e ğ ’ e gelince, o bu
izdivaç ile sadece şereflenmek istiyordu. P e y g a m b e r ailesinin güve-
yisi olmak ona şan , şeref ve bahtiyarlık verecek idi. Kendisinin ağır
basması üzerine nihayet halife istemeye istemeye buna razı oldu. T u ğ ­

98
ru l B e ğ bu sırada 70 yaşında bulunuyordu. Bağdat’ta, muhteşem bir
düğün yapıldı. Halîfe kızının ayrılmasından keder içinde iken S e lç u k ­
lu hükümdarının sarayının avlusunda türkçe şarkılar söyleniyor ve
T u ğ r u l B eğ , yetmiş yaşında olmasına rağmen, Türk geleneğince, beğ­
leri ile birlikte millî oyun oynuyordu. Müverrihlerin tasvirine göre,
onun beğleri ile birlikte oynadığı oyun halay veya ona benzeyen bir
oyun olacaktır^ G a z n e li M e s ’ u d ’un 25-30 yıl önce bir çöl kasaba­
sını çok gördüğü bu Oğuz beği şimdi Islâm dünyasının en büyük lıü-
hümdarı ve hâlifenin güveyisi olmuştu. Fakat T u ğ r u l B e ğ ’in bu
sevinçli ve mutlu günleri çok sürmedi. Düğünden bir müddet sonra
eski hastalığı tekrar başgösterdi. Böyle olduğu halde, Bağdad’ a geli­
şinden takriben iki ay sonra, hastalığı geçmeden, ülkesine döndü. 0 -
nun böyle bir durumda iken Bağdad’ dan ayrılması, ülkesinde mühim
bir hâdisenin çıkmış olması ile ilgili idi. Bu ise K u t a lm ış ’ın
isyanıdır. Filhakika T u ğ r u l B e ğ ’in veziri A m id u l-m ü lk K ü n -
d ü r î’nin K u t a lm ış ’ı Damğan yakınındaki Gird-Kuh kalesinde
kuşattığını biliyoruz. Bu esnada, düğünden yedi ay sonra T u ğ ru l
B e ğ R ey’ de vefat etti (8 Ramazan, 455 Cum a=4 Eylül 1063) ve orada
gömüldü; kendi adıyla anılan türbesi el’ an mevcutdur.

T u ğ r u l B eğ , dirayetli, doğru sözlü, iyi kalbli, yumuşak huylu


bir insandı. Bütün bu meziyetleri ile o, çevresindeki insanlar üzerinde
müessir oluyordu. Ailesi içinde en fazla intibak kabiliyetine sahib in­
san da T u ğ r u l B e ğ idi. Bunun için Nişabur’un yağmasına engel ol­
ması bir misal olarak zikredilebilir. Ç a ğ rı B eğ , T u ğ r u l B e ğ ’e şehrin
yağma edilmesini teklif ediyordu. Çünkü bu, bir gelenek idi. Böyle
yapılmadığı takdirde Oğuzlar’ ın kendilerinden yüz çevirmeleri, bir
başkasının etrafında toplanmaları daima mümkündü. Halbuki bu yeni
âlemde bu gibi hareketler ile devlet kurmak ve idare etmek mümkün
değildi. Neticede T u ğ r u l B e ğ ’ in bıçak çekerek kendisini öldüreceğini
söylemesi üzerine Ç a ğ rı B e ğ teklifinden vazgeçmek zorunda kaldı.
T u ğ r u l B e ğ ’in icraatı bize onun gayelerinin nasıl geniş olduğunu
gösteriyor. Temsil kabiliyetine sahib oluşu, değerli insanları takdir
etmesi, başarılarının başlıca âmilleri arasında sayılabilir. Aynı zamanda
cömert ve dinî emirlere riayetkâr bir şahsiyet idi.

T u ğ r u l B eğ, kardeşi Ç ağ rı B e ğ ile birlikte Oğuz Türkleri’ nin


tarihine yön vermiş büyük bir şahsiyettir. Ağabeyisi ile birlikte bü­
yük gayretler sarfederek yabancı bir ülkede bir devlet kurmaları ve
bu devletin sınırlarının Bizans imparatorluğuna kadar götürülmesi,
Anadolu’nun fethini ve Oğuz Türkleri’ nin bu ülkeyi yurd edinmelerini

99
sağlamıştır. Kurulan büyük devlet kendisi ile ağabeyisinin eseridir.
Onlar olmasa idi, idare ettikleri Oğuz kümesi, Uzlar, Irak Oğuzlar’ı ve
S u lta n S a n c a r’ı yenen Oğuzlar gibi dağılıp gideceklerdi.
T u ğ r u l B e ğ ’in çocuğu olmamıştı. Bundan dolayı vasiyeti üze­
rine veziri, ağabeyisinin oğullarından S ü le y m a n ’ı hükümdar yap­
mış ise de, kumandanlar ve askerlerin isteği üzerine ağabeyisinin diğer
oğlu, Horasan hükümdarı A lp -A r s la n ona halef olmuştur. Fakat
Gird-Kuh kalesinde bulunan A r s l a n - Y a b g u ’nun oğlu K u ta lm ış ,
başına Türkmenler’ i toplayarak (sayılarının 50000 olduğu söyleniyor)
onun karşısına çıkmıştı. Yapılan savaşta K u t a lm ış yenildi ve savaş
meydanına yakın bir yerde ölü bulundu. A lp -A r s la n , tutsak alınan
K u t a lm ış ’ın kardeşi R e s û l T e g in ve oğlu M a n su r ile Türkmen
beğlerini öldürtmek istedi ise de vezir N iz â m u l-M ü lk buna engel
oldu. Fakat A lp -A r s la n , K u t a lm ış ’ın ölümüne ağlamış ve yas
tutmaktan da kendini alamamıştı.
A lp -A r s la n ’m hükümdar olması ile T u ğ r u l ve Ç a ğ rı beğle-
rin devletleri bir idare altında birleşti ve Selçuklu devleti kuvvetli bir
imparatorluk halini aldı. A lp - A r s la n amcasının evlendiği A b b a s î
seyyidesini armağanlar ile birlikte Bağdad’ a gönderdi. Onun bu seyyi-
de ile evlenmemesinin ve kendisinden sonra gelen Selçuklu hüküm­
darlarının da halîfelerden kız istememelerinin bir sebebi olmalıdır. Bu
sebeb de T u ğ r u l B e ğ ’in izdivaçtan 6-7 ay gibi kısa bir zaman sonra
ölmesinden, hâlifelerden baskı ile “ kız almanın uğurlu olmadığı” şek­
linde kuvvetli bir inanç meydana gelmemiş olması ile ilgili gerektir.
Meşhur B e r m e k oğullarından C a fe r’ in âkıbeti de bu hususta bir
misal olarak hâtıralarda yaşıyordu. Dikkate şâyândır ki E m e v ile r de
kendi ailelerinden olmayanlara kız vermemişlerdir.

A lp -A r s la n , 456 (1064) yılında Doğu-Anadolu ve Gürcistan’a


bir sefer yaptıktan sonra, 458 (1065-1066) yılında Ust-Yurd ve M an-
gışlak taraflarına gitti. Anlaşıldığına göre, Mangışlak ile Aral gölü ara­
sında kalabalık sayıda bir Türkmen kümesi yaşıyordu ve bunların
başında Ç a rığ (?) adlı bir beğ bulunuyordu. Bunlar Kıpçaklar ile ka­
rışmış bir halde idiler; yani onlar ile bir arada yaşıyorlardı. Türkmen­
ler Harizm-ltil boylan arasındaki çok işlek ticaret yolundan geçen ker­
vanları vuruyorlardı. A lp - A r s l a n ’m bu seferi yapmasındaki maksat
da, onların bu tecavüzlerini önliyerek bu ehemmiyetli ticaret yolunu
tekrar açmak idi. A lp -A r s la n , Harizm’ in merkezi Gürgenç’ ten çıka­
rak Ç a rığ ’m bulunduğu yere geldi. Ç a rığ askerinin çokluğuna (30
000 deniliyor) güvenerek karşı koymağa çalıştı ise de bozguna uğradı.

100
Türkmenler, çoluk çocuklarını, göçkünlerini ve davarlarını bırakarak
Mangışlak’ a kaçtılar. Burada K a f şu t adlı bir beğ vardı ki, onun da
Türkmen olması icab eder. Çünkü, Mangışlak X . yüzyıldan beri Oğuz-
lar’m en tanınmış yurdlarından biri idi. K a fş u t , A lp - A r s la n ’m
elçisine çok iyi muamele ettiği için onun ülkesine girilmeyerek Harizm’e
dönüldü. A lp -A r s la n , buradan Sir-Derya kıyısındaki Cend şehrine
uzandı. Bunun da gayesi sadece büyük dedesi S e lç u k ’un kabrini zi­
yaret etmek idi. Bu şehrin hâkimi (C en d H an) annesini göndererek
tabiiyyetini bildirmişti. Dedesinin kabrini ziyaret eden A lp -A r s la n ,
buradan tekrar Harizm’e, oradan da Horasan’a, döndü347. A lp -A r ş ­
la n’m altı ay kadar devam eden bu seferleri ana yurtta kalmış olan
O ğ u z la r ’da S e lç u k lu ülkesine göç etmek arzusunu doğurmuş veya
kuvvetlendirmiş olabilir. Meselâ, 1070-1071 de Suriye’y e giderek bura­
da fetihlerde bulunan Oğuzlar’ ın beğlerinden Atsız, Harizmi lâkabını
taşıyordu ki, bu, onun Harizm’den bu sıralarda geldiği fikrini veriyor.
A lp - A r s la n ’ın büyük dedesi S e lç u k ’un kabrini ziyaret için Cend’e
kadar gitmesi, onun atalarına karşı duyduğu sevgi ve bağlılığı gös­
terir.
A lp - A r s la n devrinde, Bizans topraklarına yapılan akınlar sık­
laşmış ve şiddetlenmişti. 462 (1070) yılında A lp -A r s la n F â tim î
halîfesinin veziri tarafından yapılan bir davet üzerine Diyarbekir tari­
kiyle Suriye’y e gitti. Bunu haber alan Haleb hükümdarı M ir d a s -o ğ -
lu M a h m u d , Haleb kadısını S u lta n ’ a karşılayıcı gönderdi; Fırat’ı
geçtiği esnada zeki Arab, A lp -A r s l a n ’ı memnun eden şu sözleri söy­
lemişti: s£ey efendimiz, U lu T a n r ı’nın bu teveccühüne şükrediniz.
Çünkü bu ırmağı bir Türk hükümdarı olarak ilk defa siz geçiyorsunuz348

A lp - A r s la n Halep önüne kondu. Şehrin hâkimi M ir d a s -o ğ lu


M a h m u d korkusundan S u lta n ’m huzuruna gelemediği için Halep
bir müddet muhasara edildi. Güç bir duruma düşen M ir d a s -o ğ lu
en sonunda Oğuzlar gibi giyinerek A lp - A r s la n ’m katına geldi; affa
nâil olup Haleb yine kendisine verildi. A lp - A r sİ an buradan Dimaşk’ a.
(Şam ) doğru harekeletm iş ve bir günlük y ol gitmiş idi ki, Bizans
imparatoru R o m a n o s D io g e n e s ’in muazzam bir ordu ile sefere çık­
tığı haberi geldi. Bunun üzerine A lp -A r s la n imparatoru karşılamak

347 S ıb t t b n u l-C e v z î, M ir ’ at uz-zunıân. Türk-İslâm Eserleri M üzesi kip., nr. 2134,


yap. 242 b; Ahbar ud~devlet-is~Selcukiyyel) s. 40; M irh on d , Kavzat us-sa/a, III, s. 98-99.
348 K e m â l u d -d in t b n u l-a d îm , Zubdetu Haleb , yay. Sam ı e d -D e h h â n , Dimaşk>
1954, II, s. 20; metinde: “ bu ırmağı ancak memlûk olan Türkler geçmiştir. Sen ise onu hüküm­
dar olarak geçiyorsun” şeklindedir.

101
için sür’ atle geri döndü. İki hükümdar 26 Ağustos 1071 de Malazgird’te
Rahva ovasında karşılaştılar. Bizans ordusunun sayısı Türk ordusunun-
kinden çok fazla idi. A lp - A r s la n Türk savaş usullerinden birini
tatbik ederek Bizans ordusunu görülmemiş bir yenilgiye uğrattı.
Savaş esnasında Bizans ordusunda bulunan Peçenekler’ in ve Oğuzlar’ m
(U z = G u z z ), bir kısmı veya hepsi soydaşlarının tarafına geçtiler. Bu
geçmede, kavm iyet duygusu âmil olmuş bulunabilir.
Malazgird savaşı 349 Anadolu’nun Türkler tarafından fethini sağ­
lamış ve burası Oğuz Türkleri’ nin yurdu haline gelmiştir. A lp -A r s la n
ertesi yıl, doğuda, Ceyhun taraflarında beklenmeyen bir ölümün kur­
banı oldu (1072). Çağdaşları, A l p -A r s la n ’a tarihte gelip geçmiş en
büyük hükümdarlardan biri nazariyle bakmışlar, onu kudret, haşmet
ve debdebenin en büyük mümessili saymışlardır. Asıl adı M u h a m m e d
olup, Alp-Arslan, her halde, onun ünvanıdır. Esasen kardeşlerinden
K a v u r t B e ğ ’in de “ Kara-Arslan” , halîfe e l-K a im B ie m r illa h ’ın
karısı olan kız kardeşlerinden H a t ic e ’nin de Arslan-Hâtun ünvanını
taşıdığını biliyoruz. A lp - A r s la n ’ da, birinci sınıf insanlara mahsus
büyük meziyelerden başka mensup bulunduğu kavmin davranışları
hâkim olduğu gibi, kavmî şuura sahip bir hükümdar olarak da görü­
nüyor.
A lp - A r s la n ’ın oğlu M e lik -Ş a h devri (1072-1092) Selçuklu
imparatorluğunun en fazla genişlediği bir devirdir. Selçuklu hudutları
bu devirde Adalar Denizi kıyılarından Ceyhun’ a, kadar uzanıyordu;
Kara-Hanlılar ve Gazneliler de imparatorluğa tâbi bulunuyorlardı.
Bu devirde, bilhassa K u t a lm ış ’ın oğulları (M a n su r ve S ü le y m a n ) ile
birçok Oğuzheğle ri Anadolu’nun fethine girişerek 10 yıl içinde, bu ülkenin
Adalar Denizi ve Boğaziçi’ne kadar olan yerlerini fethetmişlerdi.

M e lik -Ş a h devri Müslim ve gayri Müslim müelliflerce bir âdalet


devri olarak vasıflanır. 1092 de M e lik - Şah’ın ölümü üzerine bu devir
sona erdi. Selçuklu ailesi arasında başlayan ve uzun bir zaman devam eden
saltanat mücadeleleri, devleti zayıf bir duruma düşürdüğü gibi, Haçhlar’-
m gayelerine ulaşmalarına ve Bizans’ın, Gürcülerin ve Bâtinîler' n kuv­
vetlenmelerine de sebeb oldu. Selçuklu devleti eski kudretini bir daha
kazanamadı. S u lta n S a n ca r bile, müellifler tarafından pek yüksek
vasıflar ile öğülmesine rağmen, imparatorluğa, babası zamanındaki eski
kudretini iade etmek şöyle dursun hatalı hareketleri ile impara­
torluğun yıkılmasında âmil olmuştur.

349 Malazgird savaşı hakkında tafsilât için: M.H. Y ın a u ç , Türkiye tarihi, Anadolu’nun
feth i , s. 71; t. K a fe s o ğ lu , Malazgird muharebesi, Î.A., V II, s. 242-248.

102
Selçuklular, kendi devletleri için birçok İslâmî müesseseleri al­
dıkları halde pek mühim bir hususta yani verâset meselesinde Türk
âdetine bağlı kaldılar. Buna göre, sultan, memleketin muhtelif yerle­
rini kendi akrabalarına veriyordu. Böylece Selçuklu devleti de, bu
bakımdan, Gök-Türk ve Kara-Hanlı devletleri gibi, feodal bir mahiyeti
haiz idi. Saltanat mücadeleleri ve zayıf şahsiyetli hükümdarlar zama­
nında çoğu memlûk yani kölelikten gelme emirlerin nüfuzları artmış
ve bunlardarf kuvvetli hânedanlar meydana gelmiştir. Öyle ki, bu
memlûk hânedanlarından biri ( I l - D e n i z l il e r ) devletin iktidarını
elinde tutmuş, diğer biri de (H a r iz m -Ş a h la r ) efendilerinin devleti­
ne son vermiştir. Irak Selçuklu devletinin ilk hükümdarı gibi, son hü­
kümdarı da T u ğ r u l adını taşımakta olup, R ey yakınında H a rizm -
Şah T e k iş ile yaptığı savaşta kahramanca çarpışarak ölmüştür (590
= 1194). Bu çok genç olan son Selçuklu hükümdarının başını Memlûk
I l - D e n i z ’in torunu kesmiş, M e lik -Ş a h ’m, ibrikdar başısı memlûk
A n u ş -T e g in ’in torunu da onu Bağdad’& göndermiştir. Bu hareket
Batı-İran’ m maruz kalacağı korkunç bir zulüm ve tahribatın işareti
idi.

Selçuklular, zamanlarında olduğu gibi, daha sonraki nesillerce de


büyük, hattâ gelib geçmiş bütün sülâlelerin en büyüğü olarak vasıf­
lanmıştır. Bununla ilgili, muhtelif eserlerde hikâyeler ve fıkralar
anlatılır. Müellifler Selçuklular’ m halka karşı şefkatli, âdil ve imarcı
hükümdarlar olduklarım belirtirler. Gerçekten, Selçuklular hâkim bu­
lundukları her yerde, yani İran, Anadolu ve Suriye’ de dinî veya dinî
olmayan eserler vücuda getirmişlerdir ki, bunu Selçuklu devrinin baş­
lıca hususiyetlerinden biri olarak kabul etmek lâzımdır. Onlardaki
bu İçtimaî hizmet anlayışının millî bir menşei olduğu muhakkaktır.

İr a n S e lç u k lu d e v le t in in mülkî teşkilâtında vezirlikten tah­


sildarlığa kadar bütün hizmetlerde İranlılar kullanılıyordu. Esasen
Türk unsuru, yerli unsura nazaran sayıca az idi. Bu sebeble,
hükümdarlar farsça öğreniyorlar ve mülkî devlet memurları ile
daha ziyade bu dilde konuşuyorlardı. Bununla beraber hâne-
dan mensuplarının kendi ana dillerini unutmuş olduklarını düşün­
mek mümkün olmadığı gibi, Türk geleneklerini de devam ettirmişler­
dir. Esasen birçoğunun annesi Türk olduğu gibi, kendilerini büyütüp
terbiye eden atabeyleri de Türk idi. Orduları ise, yeni katılan unsur­
lar ile daima Türk kalıyordu. Selçuklu devri Türkleri dahil bulundukları
İslâm medeniyetinin tesiri altında kalmış olmakla beraber, işaret edil­
diği gibi, dillerini muhafaza etmekte ve geleneklerini yaşatmakta idi­

103
ler. Bunlar ve diğer birçok hususlarda, onlar, Arab ve Acemler’ den
ayrılıyorlardı. Türkler’m bu unsurlar ile birlikte yaşamaları onlardaki
kavmiyyet şuurunu zayıflatmamış, belki de kuvvetlendirmişti.

.Bağdat’taki Türk askerleri, T u ğ r u l B e ğ ’in bu şehre gelmek is­


temesinden büyük bir hoşnutsuzluk duydukları halde, kavmî hislerinin
saikiyle M usul Arab hükümdarı tarafından gönderilen Oğuzlar’ dan
bazılarının kesilmiş başlarının teşhir edilmesini önlemişlerdi. A Ip -
A r s la n ’ın Türklük şuuruna sahip bulunduğunu ve Türklüğü öğdüğü-
nü biliyoruz. Bazı avrupalı müelliflerin eserlerinde yarı arablaşmış bir
hükümdar olarak vasıflanan Suriye hükümdarı N u r e d d in M a h m u d ,
M ısır F â t im î halifesine gönderdiği bir mektubta Müslümanlığın
Haçlılar’ & karşı ancak Türkler’m okları sayesinde müdafaa edildiğini
bildirmiştir. Bu büyük hükümdar aynı zamanda, sık sık yağmalı toy ­
lar vermek suretiyle bu Türk geleneğini de devam ettiriyordu. Çağdaş
şâir ve muharrirler de onu bir Türk olarak vasıflarlar. Her haliyle eski
büyük sahâbelere benzetilen N u r e d d in M a h m u d , aynı zamanda
ülkesi dahilinde pek çok hayır eserleri vücuda getirmiş bir hükümdar­
dı.
Selçuklu hükümdarı S u lta n M es’ud 1135 yılında Halîfe el-M üs-
t e r ş id ile yaptığı bir savaşta, halîfenin ordusundaki bütün Türkler,
M e s’ u d ’un tarafına geçmiş ve halîfe Arab ve Kürdler ile kalmıştı. Bir
müverrih halîfenin ordusundaki Türkler’ in M es’ud tarafına geçişinin
kavmiyetçilik duygusundan ileri geldiğini söylüyor. Aynı hükümdar
halîfeden bundan sonra hizmetinde Türk memlûku kullanmıyacağına
dâir söz almıştı. M e lik -Ş a h ’m hassa ordusundaki 7000 kadar Ermeni
askerin, vezir N iz â m ü l-M ü lk ’ün muhalefetine rağmen ordudan
kovulmasını Türk hassa askerinin bir başarısı olarak izah etmek ica-
beder. Bu bahse son vermeden tekrar edelim ki, S e lç u k lu la r millî
teşkilât, müessese ve geleneklerini, hülâsa neleri var ise hepsini bera­
berlerinde getirmişler ve onları devletlerinin sonuna kadar muhafaza
etmişlerdir. Yağmalı toylar, yas törenleri anayurtda olduğu gibi devam
ettiriliyor, millî yemek tutmaç da yeniliyordu. S e lç u k lu hükümdar­
ları da, Moğol hanları gibi bir kimseyi şereflendirmek için ona içki su­
nuyorlardı.
Gazneli müverrihleri B e y h a k î ve G e r d iz î, Selçuklu Oğuzları’ nı
Türkmen adiyle zikrederler. Buna karşılık Yakın Doğu müellifleri onları
Ğuzz (Oğuz) olarak anarlar. T u ğ r u l B e ğ ’in ordusu da böyle yani
Oğuz olarak vasıflandığı gibi, 463 (1070-71) de Suriye’y e giren Oğuzlar­
dan da yine kendi isimleriyle bahsedilir. M e lik -Ş a h devrinden iti­

104
baren eserlerde, buralardaki Oğuzlar için de Türkmen deniliyor. Bu
tarihten sonra Oğuz adı ancak, bir defa S a n e a r’ı mağlûp ve esir eden
Oğuzlar için kullanılmıştır. Fakat, Oğuzlar kendi adlarını uzun bir zaman
unutmamışlar ve Türkmen adını da benimsememişlerdir. X III. yüz­
yıldan itibaren Oğuzlar’ a artık her yerde Türkmen denilmiştir.
S e lç u k lu devletini kurdukları gibi, onun hudutlarını da geniş­
leten Oğuzlar oldular. Devletin kurulması üzerine anayurttan bölük
bölük, küme küme gelen Oğuzlar, devlet tarafından Bizans ucuna sevk
olunuyorlardı. Bu, bilhassa onların karışıklık çıkarmalarını önlemek
için yapılıyordu. Ayrıca bu tedbirde otlak sıkıntısına meydan verme­
mek de bahis konusu idi. 440 (1048) yılında Mavera un-nehr’den ka­
labalık. bir Oğuz kümesi Irak-1 Acem ’ e gelmişti. İ b r a h im Y ın a l, on­
lara ikametleri yüzünden sıkıntı çekildiğini, gazâ etmek için Rum sınırı­
na gitmelerini, kendisinin de arkadan geleceğini söylemişti. Gerçekten
İ b r a h im Y ın a l, az sonra onların başına geçerek Bizans’ a karşı mü­
him bir zafer kazanmıştır 350. T u ğ r u l B e ğ , Oğuzlar sayesinde Batı
İran’da başarılar kazanmış, B ü v e y h o ğ u lla r ı devletini ortadan
kaldırarak halifeliğe ve Irak-1 Arab’ a hâkim olmuş, Oğuzlar’ ın faali­
yetleri neticesinde kudretini Bizans imparatorluğuna tanıtmıştı. İ b ­
ra h im Y ın a l’m emrindeki İs h a k o ğ lu İ b r a h im ve Saht Kemân
ünvanlı Oğuz beğleri Hemedan bölgesi ve Kürdistan’ m fethinde mühim
hizmetler ifa etmişlerdi351. Buna rağmen T u ğ r u l B eğ ile kavimdaşla-
rınm arası açılmağa başladı ki, bu, devletin gelişme çağının başla­
rında mühim buhranların çıkmasına sebep oldu.
Anlaşıldığına göre, T u ğ r u l B e ğ ve A lp -A r s la n , eldaşları olan
Oğuzlar’ın, buyruklarına arzu ettikleri derecede itaat etmemeleri ve
bu arada bilhassa yağmacılık geleneğinden vazgeçmemelerinden şi­
kâyetçi idiler. Hattâ kendilerine Gazneli ve D eylemliler’den intikal
eden, iyi yetiştirilmiş Türk memlûkleri karşısında eldaşlarım küçüm­
semeye başlamış olmaları bile mümkündür. Oğuzlar’ m başbuğlarına
saygıları ve itaatları ise sınırsız ve karşılıksız değildi. Başbuğ da türe­
nin gerektirdiği bazı vazifeleri yapmakla mükellefti. Bunlar yerine
getirilmediği zaman saygı ve itaat da ortadan kalkıyor ve öfkeyle atla­
rına binen Oğuzlar aynı aileye mensup bir başkasının etrafında topla­
nıyorlardı. Oğuzlar, T u ğ r u l B e ğ ’e kendilerine istedikleri gibi yağma
yaptırmadığı -halbuki onun sık sık yağmalı toylar verdiği anlaşılıyor-

350 İb n u l-C e v z î, el-Mıınıazam , V III, s. 137; îb n ul-Esîr , IX , s. 226-227.


351 İbn ul-Esîr, IX , s. 224, 248. Saht Kem ân 'm burada iinvan olduğu anlaşılıyor. Bu
hangi türkçe kelimenin tercümesidir’ , “ K a tı-Y a y h ” miL m ı?

105
ve Iranh vezirinin tesiri altında bulunduğu ve memlûk emirlerini en
mühim mevkilere çıkardığı için kızıyorlardı. T u ğ r u l B eğ , A lp -A r s -
lan ve başkaları, daima yanlarında ve buyrukları altında bulunacak
»sâdık ve itaatkâr bir kuvvete sahip olabilmek için, Türkistan’ dan E n ­
dülüs’ e kadar olmak üzere, İslâm âleminin her ülkesinde hânedanlar
tarafından kabul edilmiş olan memlûk usûlunu benimsediler. Daha
Gazneliler ile mücadele esnasında birçok Türk memlûkunun Selçuklu­
ların tarafına geçtiğini biliyoruz. Devletin kurulmasından sonra gerek
Gazneliler’ den, gerek Deylemliler’ den mühim sayıda Türk memlûk’ü nün
Selçuklu hizmetine girdiği muhakkaktır. T u ğ r u l B eğ, A lp -A r s la n
itaatli, terbiyeli, muhite intibak etmiş olan bu memlûkleri çabuk kı­
zan, sert mizaçlı, eldaşlarına tercih ederek onların ileri gelenlerini mü­
him mevkilere getirdiler. M.H. Y ın a n ç ’ın dediği gibi 352, T u ğ r u l B eğ
ve A lp - A r s la n ’ın memlûk sistemini benimsemelerinde başta vezir­
ler olmak üzere, İranlı devlet erkânının mühim bir rolü olmuştur. 1058
yılında T u ğ r u l B e ğ ’ e isyan eden İ b r a h im Y ın a l ’ın başına Oğuz­
lar’m. mühim bir kısmı toplanmıştı. Onlar İ b r a h im Y ın a l ’ a -hüküm­
dar olursa- şu ;stediklerini yerine getirmeyi kabul ettirmişlerdi:

1 - Irak-1 Arab’ a, sefer yapmamak. Oğuzlar T u ğ r u l B e ğ ’ in ku­


mandasında Irak’ a yaptıkları seferlerde çok sıkıntı çekmişler, buna
karşılık ellerine hiçbir şey geçmemişti.
2 - S u lta n , yani T u ğ r u l B eğ ile hiç barışmamak. Bu ikiııei is­
tek, Oğuzlar’m T u ğ r u l B e ğ ’ e karşı nasıl bir kızgınlık içinde bulun­
duklarını gösteriyor. T u ğ r u l B e ğ gibi dirayetli bir hükümdarın ba­
şarılarının tek âmili olan öz kavmini kendinden nefret -ettirmesi ger­
çekten hayret verici bir husustur.

3 - Kendilerinin fikrini almadan bir kimseyi vezir yapmamak.


Bu husus vezirlerin T u ğ r u l B e ğ ’ in Oğuzlar’ a karşı davranışlarında
mühim bir âmil olduklarını göstermektedir. Halîfenin doğunun ve
batının hükümdarı ilân ettiği T u ğ r u l B eğ , İ b r a h im Y m a l karşı­
sında tehlikeli günler geçirdi. İlk önce, Hemedan’ da, sonra da hükümet
merkezi R ey’ de sıkıntılı durumlara düştü. Yeğenleri A lp -A r s la n ,
K a v u r d ve Y â k u t î, kuvvetleri ile yardıma gelmeselerdi, hükümdar­
lığını kaybetmesi de pek muhtemeldi. T u ğ r u l B e ğ ’in tutsak alınan
İb r a h im Y m a l ’ı öldürtmesinde memlûk emirlerinden H u m a r -T e
g in de âmil olmuştu. Bir müddet sonra Y ın a l’m oğulları amcalarının
başka bir meseleden kızgın bulunduğu bu emîri onun müsaadesiyle

352 Anadolu’nun Fethi, s. 99.

106
öldürdüler. T u ğ r u l B e ğ ’in son yıllarında onun başlıca emirleri ola­
rak E rd e m , G e v h e r -Â y în , H u m a r -T e g ın , A y - T e g i n - i S ü le y ­
m a n ! görülüyor ki, bunların hepsi memlûk menşeli idiler. Bu emirler­
den G e v h e r -Â y în , Selçuklular’ zl Buveyhiler’Aen intikal etmişti.

T u ğ r u l B e ğ eldaşlarını memnun edecek esaslı bir tedbir alma­


mış görünüyor. Çünkü Türkmenler’in memnuniyetsizliği devam edi­
yordu. Nitekim- A r s la n Y a b g u ’nun oğlu K u ta lm ış da isyan ede­
rek 10000 atlı ile Damğan yakınındaki Gird-Kuh kalesine kapanmıştı.

T u ğ r u l B e ğ ’in ölümü üzerine kaleden inen K u t a lm ış ’ın başına


Türkmenler’ den pek kalabalık bir ordu (50 000 atlı deniliyor) toplandı.
Bu Türkmenler’in çoğu R ey ile Hemedan arasındaki bölgede oturuyor­
lardı. K u t a lm ış böyle büyük bir orduya sahip olduğu halde A lp -A r ş ­
la n’ a karşı yaptığı savaşı kazanamadı. (456-Muharrem=1064 Ocak)
yaptığı savaşı ve kendisi de davaş meydanından kaçarken öldü. A lp -
A r s la n , bir kaynağımıza göre, eldaşlarmdan yani Türkmenler’ den çok
adam öldürmüştür. Bu savaşta A lp -A r s la n ’ın yanında K ü l-S a r ığ ,
P e h liv a n , A lt u n -T a h , S a v -T e g ın , B u ld a c ı, S u n k u rc a , A ğ a c ı
gibi emirler vardı ki, bunlardan hepsi veya çoğu memlûk menşeli idiler.
Gerek T u ğ r u l B e ğ ’in, gerek A l p - A r s la n ’ın büyük emirleri arasında
bir kaç Türkmen beğinin görülmemesi gerçekten hayret verici bir
husustur. Bu isimler memlûk sisteminin daha kurucular devrinde nasıl
kuvvetle benimsenmiş olduğunu gösteriyor.

A lp -A s la n her nekadar Türklüğü övüyorsa da eldaşları Türk-


menler’i memnun edecek esaslı bir tedbir almamıştır. Anlaşıldığına
göre, ne T u ğ r u l B eğ , ne A lp - A r s la n ve ne de onun halefleri mese­
lenin ehemmiyetini kavrayamamış görünüyorlar. Onların icraatında
lranlı vezirler ile memlûk emirlerin fikirlerinin çok defa hâkim bir rol
oynadığı açık bir hakikattir.

A lp - A r s la n memlûk emirleri mühim mevkilere çıkarırken öz


kavminden olan beğler Suriye’ de Arab hükümdarlarının hizmetine
girmeğe başlamışlardı ki, böyle bir hâdise gâliba hiç bir kavmin tari­
hinde görülmez. Türkmenler için yapılan şey onları Bizans ucuna sevk-
etmek ve orada başlarına ya bir Selçuklu şehzadesi geçirmek veya on­
ları bir memlûk emîrin buyruğuna vermekti. İşte bunlardan biri olan
G ü m ü ş -T e g in 1069 da Türkmen beğlerinden B e k ç i-o ğ lu A fş in
tarafından öldürmüştü. Ertesi yıl, S e lç u k lu h â n e d a n ın d a n oldu­
ğu anlaşılan ve aynı zamanda A lp -A r s la n ’ın eniştesi E r -B a s g a n ’m,
Azerbaycan’ daki hudud bölgesinde yaşayan Nâvekiyye TürkmenlerV-

107
niıı bir kısmı ile Bizans imparatorluğuna iltica ettiğini biliyoruz. Er-
B a sg a n ’ m niçin A lp -A r s la n ’ a âsi olduğu malûm değildir. Halbuki
E r -B a sg a n , T u ğ r u l B e ğ öldüğü zaman A lp -A r s la n ın tahta geç­
mesini isteyen onun en hararetli taraflarından biri idi. Bu husus
ne olursa olsun, bu misaller halledilemiyen Türkmen meselesinin doğur­
duğu yeni buhranlardır. E r -B a s g a n ile birlikte Bizans topraklarına
giden Nâvekiyyeler aynı yılda bu ülkeden ayrılarak Suriye’’ye inmişler
ve orada fetih hareketlerine girişmişlerdir. Malazgiıd zaferi Türkmen
meselesinin devlet için kısmen de olsa yeni buhranlar doğurmasını
önledi. Türkmenler bilhassa K u t a lm ış o ğ u lla r ’nın idaresinde ola­
rak Anadolu’ya yayıldılar. Anayurddan İran’a, gelen Türkmen küme­
leri sonra buradan Anadolu’ya geçiyorlardı.

A lp -A r s la n ’m 1072 yılında ölmesi üzerine kardeşi Kirman nie-


liki Kavurd, büyük sultav olmak için harekete geçmişti. Bunu haber
alan M e lik -Ş a h ve veziri N iz â m ü l-m ü lk ’ün ilk işi Rey-Hemedan
arasındaki büyük düzlükte yaşayan Türkmenler’ in yanına gitmek ol­
muştu. Bu suretle onlar epeyce para sarf ederek Türkmenler’ in K a -
v u r d ’un etrafına toplanmalarını önlediler. Bu tebbir K a v u r d ’un
yenilmesinde mühim bir âmil oldu ise, de, Türkmenler zaferin netice­
sinden esaslı bir kazanç elde edemediler.

M e lik -Ş a h devrinde devlet hizmetindeki Türkmen beğleri an­


cak bir kaç kişi olup, bunlara da mühim mevkiler verilmiyordu. Bu
beğlerin en tanınmışları da asîl bir aileden gelen ve aynı zamanda dirayet­
li bir kumandan olan A r t u k B eğ ile Ç a b u k (Ç u b u k ) ve Antakya
hâkimi A lp o ğ lu Y a ğ ı S ıy a n idiler. Fakat bunlardan A r t u k B e ğ ’ e
de hizmeti ve değeri ile mütenasib bir mevki verilmemiş ve neticede bu
beğ, M e lik -Ş a h ’ın hizmetinden ayrılarak Suriye meliki T u t u ş ’un
emrine girmiş ve son günlerini Kudüs vâlisi olarak geçirmiştir 353.

Bilhassa M e lik -Ş a h devrinde devlete hâkim olan İranlı vezir


N iz â m ü l-M ü lk ’ün Türkmen meselesine, büsbütün kayıtsız kal­
madığı anlaşılıyor. N iz â m ü l-M ü lk eserinde devletin Türkmenler’
den sıkıntı çektiğine işaret ettikten sonra Türkmenler’ in kalababk olup,
bu devletin ilk yıllarında çok hizmet ettikleri, zahmetlere katlandık­
ları devlette hakları olduğunu belirtiyor ve bu sebeble hükümdarın
akrabalarından ve diğer Türkmen gençlerinden bin veya daha fazla­
sının, memlûkler gibi, terbiye edilerek devlet hizmetine alınmalarını

353 A rtu k B eğ hakkında: A li S evim , Artuklular'm soyu ve Artuk B eğ'in siyasî fa a ­


liyetleri^ Belleten, X X V I, s. 101.

108
tavsiye ediyor. Böylece onların devlete karşı duydukları nefretin orta­
dan kalkacağını ve gerektiği zaman 5000-10000 kişilik bir kuvvetle
istenilen hizmeti göreceklerini ve devletin nimetlerinden faydalanacak­
larını yazıyor354. Fakat Iranlı vezirin, bu çok isabetli tavsiyesi hiç bir
zaman tatbik edilmemiştir. M. H. Y ı n a n ç 355, N iz â m ü l-M ü lk ’ün
Türkmenler'i imparatorluğun en fesatçı ve en belâlı unsuru sayıb on­
ların beğlerini işbaşından attırmakla itham etmektedir.

Selçuklular’ın Oğuz olmayan Karluk , Kıpçak gibi diğer Türk ka-


vimlerine mensup memlûkler yani kullardan müteşekkil hassa ordu­
larının en kadar kuvvetli ve devlete nasıl hâkim bulunduğunu M e l i k -
Ş ah ’ın ölümünden sonraki hâdiseler açıkça göstermektedir. Daha M elik -
Şah zamanında hassa ordusunda bulunan 7000 kadar Ermeni memlûk
askeri, N iz â m ü l-M ü lk ’ün muhalefetine rağmen, ordudan kovul­
muştu ki, bunu Türk memlûk askerinin yaptırdığından şüphe edilmez.
Türkmenler de dahil olmak üzere, bütün kavmî zümreleri çekemeyen
ve onları küçük gören, bu Türk memlûk askeri, Osmanlılar’ daki Yeni­
çeriler gibi kuvvetli bir tesanüt şuuruna ve bunun verdiği taşkın bir
gurura sahip idiler356. Türk memlûk emirlerinin de, sultanlar gibi, şahıs­
larına bağlı mühim sayıda askerî kuvvetleri vardı. Bu emîrler atabeyi
bulundukları Selçuklu şehzadeleri adına hareket eder görünerek, ik­
tidarı elde etmek için sık sık meydana atılıyorlardı. Hattâ daha Me-
lik -Ş a h ’ın ölümünü müteakip başlayan saltanat mücadeleleri esna­
sında M e lik -Ş a h ’ın çok sevdiği emirlerinden Bilge Beğ ünvanlı
ö n ü r , N iz â m ü l-M ü lk ’ün oğullarından birinin teşvikiyle İsfahan’ ­
da. padişahlığım bile ilân etmişti.

Memlûk sistemi, yalmz İran Selçuklularında değil, Anadolu Sel­


çuklularında, çok kısa süren Suriye Selçuklular’mda da kabul edilmiş­
ti. El-Ceztre ve Suriye’nin hâkimleri olan Z e n g ile r de esasen bir Türk
memlûk ailesi idi. Z e n g ile r ’e Suriye’de halef olan K ür d menşeli E y-
y u b lu la r da bu sistemi devam ettirdiler, öy le ki Eyyubîler’in memlûk-
leri, 1250 yılında efendilerinin hâkimiyetine son verip Mısır ve sonra
Suriye’de kendilerininkini ikame ettiler. Gazneliler’ in yerine geçen
Gûrlular’m da hassa ordularını Türkler’ den meydana getirdiklerini bili­
yoruz. G û rlu hânedanına mensub Türk Memlûkleri de Hindistan’ da
bir memlûk sultanlığı kurdular. Hattâ Mavera ün-nelır’deki K a r a -

354 Siyasel-nâme , H a lh a li yay., 1311, s. 73.


355 Türkiye Tarihi, Anadolu’ nun Fethi , s. 99.
356 M.H. Y ın a n ç ’m, O sm a n lı d e v le t adamlarından ekserisinin devşirmelerden çık­
tığı sözü (Anadolu'nun Fethi , s. 92) şüphesiz çok mübalâğalıdır.

109
H a n lı lıânedanının dahi hu sistemi benimsediği görülüyor. Meselâ
S u lta n S a n c a r ’m çağdaşlarından A h m e d -H a n ’ın 12000 Türk
memlûkü olduğunu biliyoruz. Bu- misallerden anlaşılıyor ki hânedan-
lar varlıklarını emniyet altına almak ve hâkimiyetlerini devam ettire­
bilmek için bu sistemi kabul etmeyi bir zaruret olarak görüyorlardı.
Bu sistem karşısında kabilevî askerî sistemin başarısı kolay olmuyordu.

İslâm hânedanlarının hassa ordularını Türk memlûklerinden teşkil


etmeleri meselesine gelince, bu, onların, kolayca tedarik edilebilmelerin­
den değil, askerliğin gerektirdiği başlıca vasıfları hâiz olmalarından
ileri geliyor. Nitekim M ısır’ da en pahalı satın alınan memlûklerin
Türk ırkından olduklarını bilyoruz. Türkler mükemmel biniciler olup,
at üstünde maharetle ok atmakta ve kargı kullanmakta idiler; fazla
olarak iklim şartlarına mütehammil, disipline alışkın, cesûr ve soğuk
kanlı insanlardı. Biricik kusurları olarak gece savaşlarında, diğer bazı
lcavimlere nazaran, daha az başarılı oldukları söylenir.

Türk Memlûk askerinin, başında hangi hânedan bulunursa bulun­


sun, kavmî şuurdan mahrum olmadığına dâir elimizde bir çok deliller
vardır. Esasen yad ellerde Arab ve Acemler arasında yaşamaları on-
lardaki kavmî şuuru kuvvetlendiriyordu. Nitekim F a t im î halîfesi,
N u r e d d in M a h m u d ’ dan M ısır’daki Türk askerlerini çekmesini rica
edince, bu hükümdar ona, Frenkler’ in kargılarına karşı ancak Türk­
ler’ in oklarının karşı koyabileceği ve Frenkler’ in yalnız Türkler’ den
korktukları cevabını vermişti.
Memlûk sistemi, bilhassa, İran ve Suriye’ de, Türkmenler’ i yük­
sek devlet hizmetlerinden mahrum bırakmış ise, de, buna karşılık
onların, Arablar gibi, zaâfa uğramalarını önlemiştir.
Bütün bunlarla beraber Türkmenler büsbütün bir tarafa atılmış
değillerdi. Esasen kalabalık ve savaşçı olan bu kavme karşı bu şekilde
bir harekette bulunmak da imkânsızdı. Bu sebeble Türkmenler her
yerde ve hattâ Mavera un-nehr’ de bile devletlerin askerî kuvvetleri
arasında yer aldılar ve G ö k -T ü r k le r devrinde olduğu gibi, Anadolu-
da, İran’da, hattâ Suriye’de devletin dayandığı ikinci mühim bir unsur,
bitmez tükenmez bir yedek kuvvet rolünü oynadılar ve Arab, Kürd ve
diğer kavimlerin baş kaldırmalarına da engel oldular.

Türkmenler, Yakın-Doğu’ da, umumiyetle uç bölgelerinde yurd


tutmuşlardı. Bundan hem kendileri, hem de tâbi oldukları sülâleler
memnundu. Türkmenler, düşman memleketlerine akınlar yapmak ve
oralardan yapılan hücumlara karşı koymak sureti ile bağlı bulunduk-

110
lan hanedanlara hizmette bulunuyorlar ve kendileri için de “ doyum­
luk" elde ediyorlardı. Onlar uçlar için o kadar lüzumlu bir unsur idiler
ki, Im â d d u d -d in Z e n g i, Şehrizor bölgesindeki Yıva Türkmenleri'ıı-
den bir kısmım, Suriye’ deki Haçlı hududuna getirerek, orada onlara
yurd vermişti. Uçlardaki Türkmenler’ den. en kalabalığı Anadolu’da
Bizans hududundakiler olup, şöhretleri her tarafa yayılmıştı. Türk­
menler’ den bazı ^zümreler de kıyı vilâyetlerinde ve kuytu yörelerde
oturuyorlardı. Türkmen beğlerinden bir çokları, doğrudan doğruya
yörelerin hâkimi oldukları gibi, bir çokları da dirlik sahibi bulunuyor­
lardı. Birçok Türkmen zümreleri de devlete vergi veren “ raiyyet” du­
rumunda idiler. Türkmen beğleri de Memlûk vâlileı- gibi, şartları mü­
sait buldukça, oturdukları bölgelerde veya bizzat kendilerinin fethet­
tikleri yerlerde beğlikler kurmuşlardır.

Netice olarak şunu belirtelim ki, başta kendi öz kavimlerine alâ­


kasız kalmalarının da âmil olması ile S e lç u k lu hânedanları ve on­
ların Memlûkleri kaybolub gittiler. Halbuki Türkmenler - öz temsil­
cileri olarak - Türklüğün varlığını devam ettirdiler.

Türkmenler’ in, Selçuklu devrindeki durumlarına dâir bu müşte­


rek hususları belirttikten sonra, şimdi onları, anayurddakiler de dahil
olmak üzere, ayrı ayrı incelemeye çalışalım.

1 - Mâvera un-nehr:

Oğuz veya Türkmenler, Selçuklular idaresinde ve sonra dalgalar ha­


linde, Yakın - Doğu ülkelerine gelmiş olmakla beraber, X II. yüzyılın ikin­
ci yarısı ile Moğol istilâsı zamanında yine onlardan mühim hir kısmının
Buhara yakınlarından, Cend ve Yeni-K ent’e kadar uzanan sahada yaşa­
dıkları görülüyor. Sir-Derya’ nin sağ kıyısındaki topraklar, K a fili-K ıp-
çaklar’m elinde idi. O tarafa Türkmenler’ in bulunup bulunmadığı iyice
bilinemiyor. X II. yüzyılda Mâverâ un-nehr’ de kalabalık bir Karluk
kümesi de vardı. Bu Korluklar K a r a - H a n lıla r ’ a itaat etmiyorlardı.
Buna karşılık hanların Türkmenler ile münasebetlerinin “ iyi” olduğu
görülüyor. 1156 yılında Korluklar T a m g a ç İ b r a h im H a n ’ı öldür­
müşler, buna karşılık yeni han C e lâ le d d in Ç ağrı da (K ö k -S a ğ u n )
Karluk başbuğu B e y g u - H a n ’ı öldürmüş ve diğerlerini de ortadan
kaldırmaya kastetmişti. Bunun üzerine B e y g u -H a n ’ın oğulları ve
diğer Karluk beğleri H a r iz m -Ş a h I l - A r s l a n ’a sığındılar. K ö k -
S a ğ u n , î l - A r s l a n ’m, Karluklar’a yardım için mühim bir ordu ile
yürüdüğünü öğrenince, Kora-Göl’ den Cend’e kadar uzanan bölgedeki

111
Türkmenler’ i toplayıp Semerkand’ da müdafaaya hazırlandığı gibi, bir
taraftan da Kara-Hıtaylar’ dan yardım istem işti3^7.
1220 yılında Moğollar, Cend, Özkent, Barçmlığ-Kent ve Yeni-Kent’i
aldıktan sonra, bu bölgedeki Türkmenler’den, 10000 kişilik bir kuvvet
teşkil ederek bu kuvveti T a y n a l N o y a n ’ın emrine verdiler. T a y
n al, bunlar da buyruğunda olduğu halde, Sir-Derya kıyısında Harizm’e
yürüdü. Fakat Türkmenler yolda isyan ettiler ve başlarına konmuş
olan Moğol’ u öldürdüler. T a y n a l önde gidiyordu; isyan ettiklerini
haber alınca geri döndü ve onlardan çoğunu öldürdü. Geri kalanları
diğer Türkmenler ile Merv ve A m ûye taraflarına kaçtılar. Böylece Moğol
istilâsı sebebiyle Türkmenler’ in eski yurdlarmda kalmış olanlarının pek
çoğu da buradan ayrılarak Horasan'da toplandılar 358. Bununla bera­
ber, 1273-1274 yıllarında Barçmlığ-Kent’i ziyaret eden C em al K a r ş ı,
bu şehirde Terâkime yani Türkmenler’ in yaşadığını haber veriyor 359.
X IV . yüzyıldan itibaren, kaynaklarda, artık Sir-Derya boylarında
Türkmenler’ in yaşadığından bahsedilmez.

2 - Mangışlak:

Türkmenler’ den mühim bir küme daha X . yüzyıldan beri bu bölgede


yaşamakta idi. Mangışlak’ ın coğrafî durumu sebebiyle buradaki Türk-
menler’ in Moğol istilâsından dahi müteessir olmadıkları anlaşılıyor.
Türkmenler burada ilk önce A lt ın - O r d u hanlarına, sonra da H a r iz m
hükümdarlarına tâbi olarak X V II. yüzyıla kadar oturmuşlardır.

3 - Balhan:

Burası Türkmenler’ in en sâlim yurdlarından biri idi. Öyle ki on­


lar, devamlı olarak ancak bu bölgede tutunabilmişlerdir. S e lç u k lu
devrinde bu bölgedeki Türkmenler’ in Mangışlak’taküere nazaran sa­
yıca daha az olduğu anlaşılıyor.

4 - Horasan:

Selçuklular her ne kadar devletlerini burada kurmuş iseler de,


bu bölgede, aşağıda bahsedilecek Oğuzlar’ dan önce, az ve ehemmiyet­

357 C u veyn î, Tarih-i Cihân-guşâ , yay, M irza M u h a m m ed -i K a z v in î, (G.M.S.),


Leiden , 1916, II, s. 15; İb ra h im K a fe s o ğ lu , Harizm-Şahlor devleti tarihi, (T.T.K.), 1956,
s. 80-81.
358 C ü v eyn î, ayru eser, 1911, I, s. 70.
359 B a r th o ld , Turkestan, metinler, s. 151; Four studies on the history o f central A sia ,
Leiden, 1962, III, s. 130. P la n o C a rp in i 1246 yılında Barçm lığ K enl'i tahrib edilmiş halde gör­
müştü.

112
siz bir Türkmen unsurunun yaşadığı anlaşılıyor. 553 (1158) yılında,
Kuhistan bölgesinde yaşayan Türkmenler’ den bir topluluk bu sıralar­
da Horasan’da, faaliyette bulunan Oğuzlar’a dahil değil idi. Bu Türk-
menler’ in obalarına, kendileri olmadığı bir esnada, lsmaililer hücum
ederek davarlarını yağmalamışlar, çoluk ve çocuklarını tutsak almış­
lardı. Fakat Türkmenler, lsmaililer’ in arkasından yetişerek, çoluk,
çocuklarını, göçkünlerini ve davarlarını kurtardıkları gibi, lsmaililer’ i
de, 9 kişi müstesna olmak üzere, tamamiyle yok ettiler 360.

Sancar’ı tu tsak alan O ğuzlar

Bu Oğuzlar, Horasan’a gelmeden önce Mavera ün-nehr’ de yaşıyor­


lar ve Karluklar gibi, K a r a - H a n lı hükümdarı M u h a m m ed A rs­
la n H a n ’ın (1101-1132) hizmetinde bulunuyorlardı. Bunların Sir-
Derya boylarından Mâvera un-nefir’e inmeleri, yine Kanlı-Kıpçaklar’ m
sıkıştırması ile ilgili olabilir. Bu Oğuzlar Üç-Ok ve Boz-Ok adiyle iki
kola ayrılmakta idiler. Üç-Oklar’ ın başında Dad Beğ ünvanlı Is h a k
o ğ lu T û ti (D u d u ), Boz-Oklar’ınkinde de A b d u l -H a m i d o ğ lu K o r ­
k u t B e ğ vardı. Oğuzlar’ın, hizmetinde bulundukları K a r a -H a n lı
hükümdarları ile iyi geçindikleri anlaşılıyor. Buna karşılık Karluklar,
daha sonraları da olduğu gibi, serkeşlik yapıyorlardı. 1122 de Çin’den
kovulan Kıtaylar, Moğolistan’a, gidecekleri yerde, müsait buldukları Türk
ülkesine gelip kısa bir zamanda, Balasagun merkez olmak üzere, kuv­
vetli bir devlet kurmuşlardı. İslâm tarihlerinde bunlara K a r a-H ı t a y la r
denilir ki, buradaki kara sıfatı onlara Çin’ den kovularak itibarlarım kay­
betmiş olmalarından dolayı verilmiş olsa gerektir. Karluklar K a r a -H ı-
t a y la r nezdinde, kendileri için kuvvetli bir hânıi buldular. 1141 yılında
Semerkand yakınındaki Katvan çölünde K a r a - H ı t a y hükümdarı ile
S u lta n S a n c a r arasında yapılan savaşta K a r a - H ı t a y ordusunda
yer almış olan Karluklar, S u lta n S a n ca r ordusunun ağır bir şekilde
bozguna uğramasında mühim bir âmil oldular. Bu savaş sonucunda,
Mâvera un-nehr’deki K a r a -H a n lı hânedanı, K a r a - H ı t a y la r ’ın
hâkimiyeti altına girdiği gibi, Karluklar’da Kara-Hıtaylar’ın desteği
ile Oğuzlar’ı buradan kovdular. Oğuzlar Belh ve Huttelân bölgesine
gelib yurd tuttular. Onların sayılarının 40000 çadıra yakın olduğu
söylenmekte ise d e 361 bu, bize göre oldukça mübalağalı bir rakamdır.
Oğuzlar, Selçuklu Sultanı S a n c a r tarafından devlet hizmetine alın­
mayıp, “ raiyyet” (halk zümresinden) sayıldılar; vergileri San-

360 tbn ul-Esîr , X I , s. 107.


361 M irh on d , Ravzat us-safâ, IV, s. 113.

113
Car’ın haslarına dahil edilmişti. Bu vergi yılda 24000 koyun idi. Bu ra.'
kam dahi Oğuzlar’m 40,000 çadır olamıyacağmı gösterebilir Yukarıda
söylendiği gibi, Oğuzlar, Üç-Ok ve Boz-Ok adlan ile iki kola aynlıyor-
lardı. Üç-Oklar’ ın başında T u t i (D u d u ), Boz-Oklar’ınkinde de K o r ­
k u t B e ğ vardı. T û t i B e ğ ’in babası İ s h a k ’ııı Dâd Beğ ünvanını
taşımış olduğu görülüyor ki bu, onun oldukça nüfuzlü ve ünlü bir
şahsiyet olduğunu gösterir. Bu kol beğlerinden sonra, D in a r , B a h ­
t iy a r , A r sla n , Ç a k ır ve M a h m u d gibi, boy beğleri geliyordu. Bun­
lardan başka K o r k u t ’un kardeşi M u h a m m ed , S a n ca r, B ü y ü k
D â v u d ve .S elm e n eci ( ) gibi beğlerin olduğunu da bili­
yoruz. Kaynaklarda bildirildiği üzere, bu beğler varlıklı insanlardı.
S a n c a r’m Belh valisi K ım a c , Oğuzlar’ m kendi idare bölgesinden
çıkıb gitmelerini istedi. Oğuzlar onun bu isteğini yerine getirmediler;
K ım a c ’ın âni bir hücumu karşısında gâfil bulunmamak için bir araya
geldikleri gibi, başka yerlerde oturanlar da onlara katıldılar. T ü rk -
A r s la n B u k a , Oğuzlar’ a katılanlardan biri idi. K ım a c ’ın bu iste­
ğinde, metbûu S a n c a r ’ın muvafakatini aldığı muhakkaktır. Sebebine
gelince bu, K ı m a c’m Oğuzlar’dan gördüğü -vefasızlıkla vasıflanan- bir
hareket idi. Gerçekten 547 (1152) yılında Gûr devletinin kurucusu A lâ -
u d d in H ü s e y in C ih â n sû z, Belh’ı kuşatmış, K ım a c da yanında Oğuz­
lar’dan bir bölük olduğu halde, ona karşı çıkmıştı. Fakat Oğuzlar Gur-
lular’m tarafına geçtiler. Bu yüzden şehir düştü. Bereket versin S an ­
ca r yetişerek A lâ u d -d in C ih â n s û z ’u yenip, tutsak alarak duru­
mu düzeltti. C u z c a n î’ye göre 362, Gûr hükümdarının yenilmesinde
ordusunun sağ kolunda bulunan Oğuz, Türk ve Halaclar’ ın savaş es­
nasında S a n c a r ’m tarafına geçmeleri mühim bir âmil olmuştur.
Oğuzlar’ ın kendi dirlik bölgesinden göçüp gitmeyi reddetmelerin­
den dolayı K ım a c , her halde S a n c a r ’ın müsaadesini alarak, 10000
atlı ile onların üzerine yürüdü. Bunu haber alan Oğuz beğleri yanına
gelerek, yerlerinde kalmalarına rıza göstermesi mukabilinde her evden
200 dirhem vereceklerini söyledilerse de K ım a c bunu reddettiği gibi,
onlara şiddetli muamelede de bulundu. Öfke ile geri dönen beğler at­
landılar ve K ım a c ’ın karşısına çıktılar. Yapılan savaşta Oğuzlar par­
lak bir zafer kazandılar. K ım a c ve oğlu da tutsak alınarak öldürül­
d ü 363. Oğuzlar bu galibiyeti muteakib Belh yörelerini yağmaladılar.
K ım a c ’ın 364 mağlûbiyeti haberi M erv’e gelince, S u lta n S a n ca r ka­

362 I, s. 408.
363 İbn ul-Esîr , X I, s. 38, 74, 79-81.
364 Metinlerde bu kelime şeklinde yazılıyor. Biz bunun Şecere-i Terâkime1deki
(s. 80) ile aynı olduğunu tahmin ediyoruz.

114
labalık bir ordu toplayarak (İ 0000Û deniliyor) Oğuzlar*ın üzerine yürü­
dü. Oğuzlar bu defa daha büyük bir kaygıya kapıldılar ve S a n c a r ’a
gönderdikleri elçiler ona şu sözleri söylediler: “ Biz sultan’ a daima sâ­
dık kullar idik. K ım a c ocağımıza kasd etti, onunla çoluk çocuğu­
muz için zarurî olarak savaştık, 100000 dinar ile 100 Türk delikanlısı365
verelim de sultan bizi bağışlasın” 366. S an ea r, bazı emirlerinin tesiri
altında kalarak, Oğuzlar’m ricasını yerine getirmedi. Hattâ onlara yak­
laştığında Oğuzlar, kadın ve çocuklarını önlerine katıb af dilediler ve
daha önceki tekliflerine ilâve olarak, her evden yedi batman gümüş
vermeyi taahhüd ettiler ise de 367 S a n ea r, yine emirlerinin ısrarı ile bu
teklifi de reddetti. S a n e a r ne yapmak istiyordu? Kendi öz kavmini
yok etmek, onların servetlerini, kız ve oğlanlarım ele geçirmek m i?
Halbuki, bir yıl önce ülkesine tecavüzlerde bulunub yağmalayan ve
K ım a c ’ı yenen Gûr hükümdarı A lâ u d -d in C ih a n sû z ’u tutsak al­
dığında hil’at giydirib ülkesine göndermişti.
Çoluk çocukları ile yalvarmalarının S u lta n S a n c a r ’ın acıma
duygusunu fiilen harekete getirmediğini gören Oğuzlar’ m, çok defa
olduğu gibi, ruhlarındaki korkunun yerini kızgınlık almıştı. Bu se­
beble ancak 100 atlının geçebileceği bir boğazdan girilen bir yerde azim
le savaşa hazırlandılar; boğazdaki yol üzerine targan yaptılar 368. Oğuz­
lar burada S a n e a r ordusunu bir hamlede bozguna uğrattılar (548
Muharrem=1153 Mart-Nisan). S a n ea r bir kısım askeri ile perişan
bir halde Belh’e doğru kaçtı. Oğuzlar’ m arkadan yetişmesi üzerine ye­
niden savaşıldı ve S a n e a r yine yenilerek Safer ayında (Nisan-Mayıs)
M erv’ e gitti. Oğuzlar Merv üzerine yürüdüler. Onların yaklaştığını ha­
ber alan S a n e a r ve askerleri karşılaşmaya cesaret edemiyerek oradan
uzaklaştılar. Oğuzlar M erv’e girib burayı görülmemiş bir şekilde yağ­
ma ettiler (Cumâd el-ulâ). Az sonra S u lta n S a n c a r ’ı ellerine geçi­
ren Oğuzlar tahta oturup ona tazimde bulundular ve itaat edecekleri­
ni söylediler 369. Gerçekte S a n e a r bir tutsaktan başka bir şey değildi.

365 R a v e n d î’ de (Râhaı us-sudûr, M u h a rn m e d ik b a l y a y ., (GMNS), Leiden, 1921,


s. 178) 1000 Türk delikanlısı deniliyor ki bu, çok az muhtemeldir.
366 R e ş id u d d in , Câmi ut-tevârih, Zikr-i tarih-i âl-i Selçuk, s. 94.
367 Buradaki “ her evden” sözü şüphesiz beğler ve ikinci derecedeki reisler içindir.
368 Targan : Oğuzlarım savunma savaşlarında, düşmanın yürüyüşünü ve saldırışını zor­
laştırmak için ağaç kütükleri ve saireden yaptıkları mânialara ve tahkimatı denilmektedir.
369 İbn ul-Esîr , X I, s. 81. Zâhir-i Nişaburî (R e ş id u d d in , Câmi ut-tevârih, Z ikr-i tarih-i
âl-i Selçuk, s. 95) ve ib n u l-E s îr ’ in naklettiği diğer bir rivayet de (X I, s. 79-80) S a n ca r’ın
yapılan ilk savaşta tutsak alındığı söylenir ise de biz i b n u l-E s îr ’ in ikinci rivayetinin
doğru olduğu fikrindeyiz. Çünkü, burada hâdiselerin ay, ay tarihleri verilmektedir. Ayrıca
Ahbar ud-devlet-is-Selcukiyye’ deki ifadeler de (s. 123) bu ikinci rivayeti teyid ediyor.

115
Oğuzlar*ın mevcud düzeni korumak ve dış müdahaleleri önlemek için
S a n c a r ’ı muhafaza etmeyi ve onu hükümdar gibi göstermeyi siyaset­
lerine uygun buldukları görülüyor.

Oğuzlar, S an ca r da yanlarında olduğu halde, M erv’e döndüler


(Receb ayında) ve şehri evvelkisinden daha korkunç bir şekilde yağ­
maladılar. Bu yağmada halkın kendilerini tahrik etmiş olması da müm­
kündür. Denildiğine göre, birinci veya bu ikinci gelişlerinde şehir üç gün
üst üste yağmalanmıştı. Oğuzlar, bu yağma esnasında ilk gün altun,
gümüş ve ipekten olan eşyayı, ikinci gün pirinç, tunç, bakır ve demir
eşyayı, üçüncü gün de, yatak yastık içlerini, küpleri, çömlekleri, kapı
ve çerçeveleri alıp götürmüşlerdi. Bu, gerçekten yağmalı toy gelene­
ğinin geniş çapta bir tatbikinden başka bir şey değildi. Oğuzlar, boz­
kırlarda her zaman mevcut olan bu geleneğin bu yerleşik âlemde de
yapılmasında hiç bir fark görmüyorlardı. Bu esnada Nişabur’a kaç­
mış olan S u lta n S a n c a r ’ın erkân ve ümerası orada S a n c a r ’ın ye­
ğeni S u lta n M u h a m m ed T a p a r oğlu S ü le y m a n - Şah’ı hüküm­
dar yaptılar. S ü le y m a n -Ş a h Merv üzerine yürüdü ise de, askerleri
Oğuzlar’dem. o denlü yılmışlardı ki, Oğuzlar’ı görür görmez arkalarına
dahi bakmadan kaçtılar. Onları kovalayan Oğuzlar, yolları üzerindeki
Tus’u yağmaladıktan sonra Nişabur’ a geldiler (Şevval 548=Aralık-
Ocak 1153—1154). Bu şehir de Merv gibi korkunç bir şekilde yağmalan­
dı. Bu yağmalar esnasında bir çok insan da ölüyordu. Isferâyin ve
Cuveyn’e kadar yağmalarını uzatan Oğuzlar, Nişabur’u yeniden yağma­
ladıktan sonra oradan uzaklaştılar. Bütün bu yürüyüş esnasında San-
ca r da yanlarında idi. Kaçmaması için onû demir bir kafeste muha­
faza ediyorlardı. O zamanlarda Islâm âleminde bu gibi hallerde bu
usule baş vuruluyordu. Sancar’ ın şuraya, buraya dağılmış olan emir­
leri Nişabur’da. toplanarak, K a r a -H a n lı M u h a m m ed H a n ’ın oğlu
ve Sa.ncar’m yeğeni M a h m u d ’u hükümdar yaptılar. S u lta n M ah-
m u d, bu esnada Herat’ı kuşatmakta olan Oğuzlar’ın üzerine yürüdü.
İki taraf arasında bir çok savaşlar oldu ki, bunların çoğunu Oğuzlar
kazanmışlardı. 550 yılı Cumâd el-ulâsmda (1155 Temmuz-Ağustos)
Oğuzlar M erv’e döndüler ve oradan M a h m u d ’ a elçi göndererek onunla
barış yaptılar. M a h m u d da selefi S ü le y m a n - Şah gibi, zayıf bir
şahsiyet olup, bütün kudret E m ir M ü e y y e d A y - A b a ’nın elinde
idi. A y -A b a , Nişabur’ dan başka Tus, Nesâ ve Abîverd’i de eline
geçirdi. S a n c a r ’ın diğer bir emîri olan A y t a k da, R ey bölgesine
hâkim olmuş ve başına 10 000 atlı toplamıştı 370.

370 lbn ul-Esîr, X I, s. 81-83.

116
Oğuzlar’m. elinde olan yerler ise, Belh, Merv ve Serahs bölgeleri idi.
Anlaşıldığına göre bu yerler onlara yetişiyordu; obaları da eskisi gibi
Belh çevresinde bulunuyordu. H a n M a h m u d ile barışın yapılmasın­
dan sonra S a n c a r ’ın emirleri M erv’e gidip, onu ziyaret edebiliyorlardı.
Yalnız bu ziyaret esnasında Oğuz beğlerinden T û ti B eğ , K o r k u t ve ya
S e lm e n e c i (?) ve B ü y ü k D â v u d mutlaka hazır bulunuyorlardı. 551
yılında (Ram azan=1156 Ekim-Kasım) M ü e y y e d A y -A b a, nöbetçi
bulunan Oğuzlar’ı kandırarak S a n c a r ’ı Belh’ten Tirmiz’e kaçırdı. San-
car-bir müddet kaldıktan sonra-oradan M erv’e geldi. Belh bölgesinde
bulunan Oğuzlar San ca r’ın ne yapacağını merak ve kaygı ile beklediler.
72 yaşında, ruhen çökmüş, hâzinesi boş, ülkesi harab, askerleri dağıl­
mış bir insan ne yapabilirdi? Gerçekten S a ııca r hiç bir harekette bu­
lunmadan kurtuluşundan 7 ay sonra ye’s içinde M erv’ de öldü (14 Rebi
ul-evvel 551 = 7 Mayıs 1156) ve gök çinili kubbesinin bir günlük yoldan
görüldüğü söylenen muhteşem türbesine gömüldü. İşte kudret ve haş­
meti şâir ve muharrirler tarafından göklere çıkarılan S u lta n San-
c a r ’ın âkibeti, böyle beklenmiyen bir şekilde sona erdi. Bu, hiç şüphe
yok ki bir hânedanın kendi öz kavmine karşı çevresindeki 1ranlıların’-
kinden farksız bir zihniyetle hareket etmesinin mukadder bir sonucu
idi. S a n c a r ’ın yaşlılığı onu mazur gösteremez. Oğuzlar’m bütün yal­
varmalarını ve müsaid tekliflerini reddetmesi, onun eldaşlarını yok
etmek düşüncesinde olduğunda pek şüphe bırakmıyor. Halbuki G az­
n e li S u lta n M es’ud bile, S a n c a r ’m, bu Oğuzlar’ dan daha az yağ­
macı ve daha az tehlikeli olmayan Oğuz dedeleri hakkında bu kadar
müsamahasız bir davranışta bulunmamıştı.

Selçuklular’ m kendi eldaşlarına karşı kayıtsız ve ilgisiz kalma­


ları, onları devlet hizmetinden mahrum etmeleri ve kendilerine âdeta
yabancı bir kavim nazarı ile bakmaları, Türkmenler’e o kadar tesir et­
mişti ki, bunun acı hâtırası X V II. yüzyılda, Harizm Türkmenleri ara­
sında hâlâ yaşamakta idi. Netice itibariyle bu ihmal ve yanlış hareket,
yani Selçuklular’m gerek İran’ da, gerek Anadolu’da kendi kavimlerine
karşı olan bu davranışları devletlerinin yıkılmasında pek mühim bir
âmil olmuştur.

S u lta n S a n c a r ’ın ölümü, Oğuzlar’ı ferahlatmış olmalıdır. Şim­


di onlar Belh dolaylarını yurd edinmişler, hattâ yağmacılıktan vaz­
geçerek S u lta n M a h m u d ’ a itaat etmeye karar vermişlerdi. Oğuzlar
bunu müteakip M erv’ e geldiler (553 Şaban=1158 Ağustos-Eylûl).
S u lta n M a h m u d ve asıl iktidarı elinde tutan A y - A b a Serahs’ ta
bulunuyorlardı. A y - A b a askeri ile Oğuzlar’ın üzerine yürüyerek on-

117
Iardan bir bölük ile karşılaşıb gâlib geldi ve hattâ onları M erv’ e kadar
kovaladı; bu galibiyet cür’etini artırmış ve ona Oğuzlar’ ı tamamen
ortadan kaldıracağı ümidini vermişti; bu sebeble yanında S u lta n M ah-
m u d olduğu halde, Oğuzlar’m. üzerine gitti. Fakat A y - A b a ’nm bu
ümidi boşa çıktı. Vakıa üç gün devam eden savaşta Oğuzlar üç defa
geri çekildiler ise de, en sonunda A y - A b a ’yı ağır bir bozguna uğrat­
tılar (9 Ş evval=3 Kasım). Bu galibiyet Oğuzlar’m kuvvetlerini kay­
betmediklerini gösterdi. Onlar bu defa Mervliler’ e iyi davrandılar ise
de Serahs ve Tus şehirlerini yağmalamayı ihmal etmediler. Oğuzlar
bozgundan sonra Curcan’a gitmiş olan S u lta n M a h m u d ’ a ertesi yıl
(5 5 4 = 1 1 5 9 )'elçiler göndererek, hükümdarları olması için onu M erv’ e
davet ettiler. Fakat M a h m u d , güvenemediği ve korktuğu için, müs-
bet bir cevap vermedi. Bu durum karşısında Oğuzlar ondan oğlunu
göndermesini rica ettiler; o da bunu kabul etti. Oğuzlar hükümdarlarını
Nişabur’ da. karşıladılar ve ona saygı ve tazimde bulundular. Oğuzlar’ -
ın, başlarında bir hükümdar bulunmasını zarurî görmelerinin, hâki­
miyetlerini meşru kılmak hususu ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Diğer
taraftan başlarına geçecek bir hükümdar, beğler arasındaki anlaşmaz-
hkları da gidererek birliği devam ettirecek idi.

Oğuzlar meşhur Tus şehrini bir defa daha yağmaladılar. Çünkü,


Tuşlular onların hâkimiyetini tanımayı reddetmişlerdi. Oğuzlar Tus’ -
dan Nesâ ve Abiverd taraflarına gittiler; burada S u lta n M a h m u d
ile buluşub onun hükümdarlığı üzerinde anlaştılar; sonra birlikte N i-
şabur ve Serahs yolu ile M erv’e döndüler. Onlara itaat etmeyen A y -
A b a Nişabur’ a döndü ve o bölgeye hâkim oldu.

Nesâ bölgesinde Yazır boyu oturuyor ve 555 (1160) yılında baş­


larında Ö d e k (ii>_j1) H a n oğlu Y a ğ m u r -H a n bulunuyordu. Bu
Yazırlar, bahis konusu Oğuz kümesine mensup olmayıb, buraya Bal­
han yolu ile Mangışlak’ tan gelmişlerdi. Mezkûr yılda, H a r iz m - Şah
İ l-A r s la n ’ın askerlerinden bir birlik bu Yazırlar’ ın üzerine hücum
ederek onları bozguna uğrattı. Y a ğ m u r -H a n Oğuzlar’m. yanına gi­
derek onlardan yardım istedi. Ona göre, Harizm askerlerinin kendi-
disine hücumu, S a n c a r ’m emirlerinden olup, R ey bölgesine tegallüb
etmiş olan A y t a k ’ın tahriki neticesi idi. Oğuzlar Y a ğ m u r -H a n ’ın
A y t a k ’ a karşı yardım isteğini kabul ettiler. Bunu öğrenen A y t a k
da, Mâzenderan emîrini yardıma çağırdı. Dihistan yakınında yapılan
savaşta A y t a k ve Mâzenderan emtri ağır bir yenilgiye uğradılar. 556
yılı başında (1161) Dihistan ve Curcan’ı yağmalayan Oğuzlar, Hora­

118
san’ a döndüler371. Nişabur ve yörelerine hâkim olan A y - A b a, S u lta n
M a h m u d ’ un hükümdarlığını tanımıyordu. Bu yüzden Oğuzlar yan­
larında S u lta n M a h m u d olduğu halde, A y -A b a üzerine yürüdüler.
A y - A b a Şâdiyah’ta kuşatıldı. Bu esnada S u lta n M a h m u d , Oğuz­
lar’ dan kaçarak Nişabur hisarına sığındı. Onun Oğuzlar’ m tahakkümü­
ne tahammül edemediği anlaşılıyor. Fakat az sonra yaptığı bu hareket
için derin bir pişmanlık duymuş olmalıdır. Çünkü, A y - A b a onu ve
oğlunu yakalayarak gözlerine mil çektirdi ve baba-oğul bir birini taki­
ben ızdırablar içinde vefat ettiler (557=1162).
Oğuzlar’ a gelince, onlar S u lta n M a h m u d ’un kaçmasından sonra
M erv’ e dönmüşlerdi. Merv, Belh ve Serahs doğrudan doğruya idareleri
altında idi. Herat hâkimi A y - T e g in de onlar ile dostça geçiniyordu.
Oğuzlar hâkim bulundukları yerlerde S a n c a r ’ın adına hutbe okutu­
yorlardı ki, böyle bir gelenek hiç bir yerde ve hiç bir zaman görül­
memişti. Hutbede S a n c a r ’dan sonra o yerin hâkimi olan beğin adı
okunuyordu. A y - A b a ’ya gelince, kendisi, Nişabur bölgesi ile Tus,
Nesâ ve K û m is’e hâkim bulunuyor ve hutbede I r a k S e lç u k lu sul­
tanı A r s la n Şah ’ın adını okutuyordu. Dihistan ve Curcan ise A y -
t a k ’m elinde idi. O da buralarda hutbeyi H a r iz m -Ş a h İ l - A r s l a n ’m
adına okutuyordu 372.
558 (1162) yılında Gûr hükümdarı S e y fu d d in M u h a m m ed ,
Oğuzlar’m üzerine yürüdü ise de onlar tarafından yenildi ve öldürül­
dü; ertesi yıl (559=1163) bu zaferlerinden istifade ederek Gazne’ yi
aldılar ve burayı epeyce bir müddet ellerinde tuttular. Böylece Oğuzlar’-
m doğrudan doğruya idareleri altında bulunan bölgelere (M erv, Serahs,
Belh, Nesâ ve Abîverd) ünlü Gazne şehri ve bölgesi de katılmıştı 373.
Bu bölgelerden her biri beğlerden birisi tarafından idare olunuyordu.
Herat hâkimi A y - T e g i n de Oğuzlar’m tâbii durumunda olduğu gibi,
559 yılında Talikan ve Gürcistan’ı fethetmiş bulunan S a n c a r ’ın emir­
lerinden S u n g u r da onlara vergi vermekte idi. 560 (1164—1165) yılın­
da Oğuzlar Herat’ı kuşattılar. Çünkü buranın hâkimi olan tâbileri A y -
T e g in , bir yıl önce Gûrlular ile yaptığı bir savaşta ölmüş ve Heratlı-
lar şehirlerinin muhkem surlarına ve kuvveti gittikçe artan A y - A b a’ -
nm desteğine güvenerek onlara itaat etmemişlerdi. Fakat Oğuzlar,
A y -A b a n ın da Serahs taraflarına yaptığı akınlar ile kendilerini tâciz
etmesi üzerine, muhasarayı bırakıb geri dönmeğe mecbur kaldılar 374.

371 İbn ul-Esîr, X I, s. 103-105, 116, 117.


372 İbn ul-Esîr , X I, s. 130-131.
373 îb n ul-Esîr, X I, s. 131.
374 İbn ul-Esîr, X I, s. 140, 141, 142; C u zcanî, Tabakat-i N âsirt , A b d u l-H a y y H a-
b îb ı yay., I, s. 278, 415, 466.

119
Oğuzlar’ m 560 (1164-1165) tarihlerinden sonra yavaş yavaş siyasî
ehemmiyetlerini kaybetmeğe başladıkları görülüyor. Bu husus şüp­
hesiz onların müşterek bir başa sahip olmamaları ve bu yüzden çözül­
meğe doğru gitmeleri ile ilgilidir.

568 (1172-1173) yılında Merv ve Serahs eski beğlerden D in a r ’ ­


ın elinde idi. T û t i, K o r k u t gibi beğlerin bu tarihten önce öldükleri
anlaşılıyor. Bu esnada Horasan a bitişik iki ülkede iki devlet sür’ atle
yükseliyordu. Bunlardan biri, kurulduğu yer Herat ile Gazne arasın­
daki dağlık bölge olan G ûr d e v le t i; öbürü .de Harizm ülkesindeki
H a r iz m -Ş a h la r idi. 567 (1172) yılında H a r iz m -Ş a h İ l - A r s l a n ’ın
ölümü üzerine yerine geçen S u lta n -Ş a h , Kara-Hıtaylar’ın yardımı
ile ağabeyisi T e k iş tarafından tahtdan uzaklaştırılmıştı. Horasan’a.
gelen S u lta n -Ş a h , görüldüğü gibi, bu bölgenin mühim bir kıs­
mına hâkim olan M ü e y y e d A y - A b a ’nın yardımı ile Harizm tahtını
ele geçirmek istedi ise de muvaffak olamadı. Yukubulan savaşta A y -
A b a yenilerek öldürüldü (569=1174) ve S u lta n -Ş a h da Gûrlular’ a
sığındı. Fakat çok geçmeden T e k iş ile metbûu Kara-Hıtaylar’ ın arası
açıldı. Durumu dikkatle takib etmekte olan Sultan-Şah, müsait bir
fırsatın geldiğini görerek Kara-Hıtaylar’ın yanma gitti. Kara-Hıtay
kıraliçesi mühim bir ordunun başında, kocasını S u lta n -Ş a h ile gön­
derdi. Fakat halkın ve ordunun T e k iş ’ e sadâkati ve alınan tedbirler­
den savaş gücü eşsiz olan Kara-Hıtay ordusu hiç bir şey yapamadan
geri döndü. Ancak S u lta n -Ş a h , her halde bazı taahhütler karşılığın­
da, Kara-Hıtay kuvvetlerinden bir miktar asker alarak Serahs’ ta bulu­
nan D in a r üzerine baskın yaptı. Bu baskın sonucunda D in a r ’ın adam­
larının eskerisi öldürüldü. D in a r ’ a gelince, o da kendisini kalenin hen­
değine atmıştı. Bereket versin oradan kurtarıldı. D in a r geri kalan
Oğuzlar ile hisara kapandı. S u lt a n -Ş a h daha fazla bir şey yapamıya-
cağını anlayarak M erv’e döndü ve orada oturdu. S u lta n -Ş a h çok
faal ve cesur bir insandı; M erv’ den Serahs üzerine ardı kesilmeyen
akmlarda bulundu. D in a r bu akınlara mukabele edemiyordu. Bu
sebeble buyruğunda bulunan Oğuzlar’m çoğu ondan yüz çevirerek da­
ğıldılar. Serahs’ ı S u lt a n -Ş a h ’m hücumlarına karşı daha fazla muha­
faza edemiyeceğini anlıyan D in a r, başta Nişabur olmak üzere, Hora­
san’ın mühim bir kısmına hâkim olan A y - A b a oğlu T o ğ a n -Ş a h ’ a,
Serahs’ ı Bistam ile değişmek teklifinde bulundu. T o ğ a n -Ş a h bu tek­
lifi kabul etti. Fakat T o ğ â n -Ş a h da şehri muhafaza edemedi. 576

120
yılında (1181) yapılan bir savaşta S u lt a n -Ş a h T o ğ a n -Ş a h ’ı yendi;
Serahs’ ı ve müteakiben Tus’ u elde etti 375.

S u lt a n -Ş a h ’ın M erv'i ele geçirip Serahs’a. akınlarda bulunması


ve bu şehrin onun tarafından T o ğ a n -Ş a h ’ a teslimi, Oğuzlar’ m tari­
hinde mühim bir dönüm noktasıdır. Tarihleri iyice bilinmeyen (569-
576 arası) bu hâdiseler üzerine Oğuzlar, tamamen denebilecek bir şekil­
de dağıldılar. Yine bu tarihler arasında Gazne şehri de onların elinden
çıktı. Oğuzlar, Gazne’ de targan yaparak Gûrlular’ a karşı şiddetli bir
müdafaada bulunmuşlar ve ilk önce galib gelmişlerse de sonra bozgu­
na uğramışlardı 376. Belh’ e gelince, burasının Oğuzlar’m elinden ne za­
man çıktığını bilmiyoruz. Bu hususta bilinen, şehri 594 (1197-1198)
yılında Gûrlular’ın, ö z -A b a ? ( *4Jl ) adlı bir Türk’ü n elinden aldık­
larıdır. Ö z -A b a Kara-Hıtaylaı’ı metbû tanıyor ve onlara vergi veri­
yordu 377.
Merv ve Serahs’m düşmesi üzerine dağılan ve Horasandaki siyasî
tarihleri sona eren Oğuzlar’ dan mühim bir küme Kirman’ a, daha az
kalabalık bir küme de Fars’ a, eldaşlan S alg urlulardın yanma gitti.
Bunlardan mühim bir kümenin de Anadolu’ya gitmiş olması muhte­
meldir. Bistam’ da bulunan D in a r ’ a gelince o, H a r iz m -Ş a h T e k iş ’ -
in Irak’ a yürümesi esnasında burayı da terkederek Nişabur’ a, T o-
ğ a n -Ş a h ’m yanına geldi. D in a r , T o ğ a n -Ş a h ’m kız kardeşi ile ev­
lendi ve onun 581 Muharreminde (Nisan 1185) ölümüne değin yanında
kaldı. D in a r aynı yıl içinde Kirman’ a giderek bu ülkeyi eline geçirdi
ki, bundan aşağıda bahsedilecektir.

Horasan’ın mühim bir kısmına hâkim olan Oğuzlar’m sadece cesur


muharibler değil, savaş usullerini bilen ve onları maharetle tatbik e-
den insanlar oldukları görülüyor. Ancak başlarında S e lç u k lu ailesi

375 îbn ul-Esîr , X I, s. 169; Ctıveynî, II, s. 20-21 (her ikisi de Meşârib ut-tecârib'den),
jtbn ul-Esîr (X I, s. 170). başka bir müverrihin sözlerini de naklediyor. Buna göre T ek iş tara­
fından Harism9den çıkarılan S u lta n -Ş a h , Merv*i zaptetmiş ve Oğuzlar'ı buradan uzaklaştır-
mıştır. Fakat Oğuzlar geri dönerek S u lta n -Ş a h ’ ı M erv' den kaçırmışlar, hâzinesini yağma
edip adamlarının çoğunu öldürmüşlerdir. Bunun üzerine S u lta n -Ş a h , va’ dlerde bulunarak
K a r a -H ıt a y la r ’ dan mühim bir kuvvetle geri dönüp Oğuzlar'ı Merv, Sercths, Nesâ ve A bî-
verd'den çıkarmıştır.
376 C u zcâ n î (Tabakat-i Nâsirî, I, s. 422), bu hadisenin 569 (1173-1174) yılında oldu­
ğunu söylüyor. Fakat kendisi iki yerde (s. 287, 466), Oğuzlar'ın Gazne'ye on iki yıl hâkim olduk­
larını yazdığı gibi, îb n u l-E s îr de bunun 15 yıl sürdüğünü kaydediyor (X I, s. 75). Bu rakam­
lara göre, Gazne'nin Oğuzlar tarafından 558 yılından önce fethedilmesi veya 569 dan sonra el­
lerinden çıkmış olması gerekir.
377 îbn ul-Esîr, X II, s. 63.

121
gibi dirayetli bir aile olmadığı veya aralarından devlet adamı vasıfları­
nı haiz bir kimse çıkmadığı için zaferlerinden gerektiği gibi faydalana­
mamışlar ve bir devlet kuramamışlardır. Oğuzlar’ ın başlarında bulu­
nan asilzâdelerden H ız ır o ğ lu İs h a k o ğ lu Ş e m s e d d in E b û Ş u ca
T û t i B e ğ en nüfuzlu beğ gibi görünüyor. Fakat onun bütün beğlerin
başı olduğuna dâir hiç bir delil yoktur. Bu hususta bilinen şey Tuti’nin
kol beği olduğudur. Onlar, bilhassa hâkimiyetlerini meşru kılmak için
başlarında sadece ismen hükümdarlık yapacak birisinin bulunmasını
lüzumlu görmüşlerdir. S u lta n M a h m u d bu vasıfları haiz bir kimse
gibi görünmesine rağmen onların tahakkümüne tahammül edememişti.
Beğleri, yapı'lan geniş çaptaki yağmalar için fazla muahezeye hakkımız
olmasa gerektir. Çünkü buyruklarındaki Oğuzlar’ ın kendilerine bağlılık­
ları bilhassa bu husus ile yakından ilgilidir. Beğlerin başlarında bulu­
nan topluluklar üzerindeki nüfuzları hudutsuz değildi.

Oğuzlar’m, S u lta n M a h m u d ’un kendilerinden ayrılmasından


sonra, zaptettikleri yerleri aralarında bölerek idare ettikleri görülü­
yor. Anlaşıldığına göre, ileri gelen beğlerden her biri Merv, Serahs,
Belh, Gazne gibi bölgelerden birini idare etmiş ve melik unvanını al­
mıştır. Bu ünvanı D in a r ’ın, daha Horasan’ da iken kullandığını gör­
düğümüz gibi, Boz-Oklar’ m başı K o r k u t ’un da melik ünvanını ta­
şıdığını biliyoruz. K o r k u t ’un kızı H a r iz m -Ş a h T e k iş ’in hatun­
larından idi. Oğuzlar’m bir kısmı da, göç etmeyerek küçük topluluklar
halinde Horasan’da kalmıştı 378.

Moğollar’ın Mâvera un-nehr’ı istilâları üzerine, oradaki Türkmeıı-


ler’ den pek çokları başta Merv olmak üzere Horasan’ a geldiler. Bun­
ların yalnız Merv, Nesâ bölgesinde olanlarının 70000 den fazla asker­
leri olduğu söyleniyor 379. Moğollar’ ın Horasan’ı kat’i olarak zaptetme­
leri üzerine oradaki Türkmenler’ in pek çoğu selâmeti batıya kaçmakta
buldular ve Anadolu’ya geldiler. O sm a n lı hânedanmın Moğol istilâsı
üzerine Merv bölgesindeki Mâhân’ dan çok Türkmen ile Anadolu’ya
geldiği hakkmdaki rivayet, bu bakımdan da tarihî bir kıymet taşımak­
tadır. Türkiye’ de Horasan’ dan gelişin hâtırası, yüzyıllar boyunca unu-
tulmayarak zamanımıza kadar gelmiştir. Bu hâtıradaki Horasan
sözü şüphesiz sadece bu bölgeyi değil, aynı zamanda Türkistan ve H a-
rizm’ i de ifade etmektedir.

378 İkinci Bölümde “ Yazır ” boyu kısmına bk.


3i9 j

(C u v e y n î, C ih a n -G û ş â y , I, s. 125).

122
5- Kirman

Kirman bölgesinde, S e lç u k lu Ç a ğ rı B e ğ ’in oğullarından K a-


v u r d K a r a -A r s la n B e ğ ’in oğulları büküm sürüyorlardı. Hâneda-
nın bu kolu da diğerleri gibi, başlıca Türk memlûklerine dayanıyor­
du. Bu bölgede, Oğuzlar gelmeden önce, zikredilmeye değer mühim bir
Türkmen topluluğu mevcut değildi.

H a r iz m -Ş a h h â n e d a n ın d a n S u lt a n -Ş a h ’ın Serahs’ı fet­


hetmesi üzerine dağılan Oğuzlar’ dan bir küme 575 (1179) yılında K ir­
man topraklarına ayak bastı. Bu küme 5000 atlıdan müteşekkil olup,
yanlarında çoluk çocukları, göçkünleri ve davarları da vardı; oldukça
yoksul ve yorgun görünüyorlardı. 2-3 gün sınır şehirlerinden Kobnân’ı
kuşatan Oğuzlar, bu şehir ile Kirman melikinin oturduğu ve bölgenin
baş şehri Berdestr arasındaki Zerend şehrine geldiler. Onların ne
maksatla geldiklerini anlamak için Kirman meliki tarafından S u n g u r
isiminde biri gönderildi. S u n g u r Oğuz/ar’ dan K a y s e r B eğ adlı bir elçi
ile geri geldi. K a y s e r B e ğ , nüfuslarının 10 bin ev olup, hükümdarın
hizmetine girmek için Kirman’ a geldiklerini, 5000 kişilik diğer bir kü­
menin Fars tarafına gittiğini söyledi. Bunun üzerine, kümenin başında
bulunan S a m sâ m ve B u la k ’ın hükümdarın yanına gelmelerine, O-
ğuzlar’ a. dirlik verilmesine karar verildi. Fakat iki taraf da birbirlerine
itimat telkin etmemişti. Anlaşıldığına göre, Oğuzlar dirlik bahanesiyle
kendilerinin dağıtılmak istendiği kanaatına varmışlardı. Bu sebeble
Oğuzlar baş şehir Berdesir’ in az güney doğusundaki Bâgin şehrine gel­
dilerse de herhangi bir yağma hareketinde bulunmadılar. Oğuzlar’m
bu şekilde hareketleri itaat etmiyecekleri şeklinde tefsir edildi ve mem­
leketten uzaklaştırılmaları için Fars hâkimi S a lğ u r lu T ik le ’ den
yardım istendi. Fakat Oğuzlar Bâgin’ de Kirman-Fars kuvvetlerini
ağır bir bozguna uğrattılar (575=1179). Oğuzlar bu mühim galibiyete
rağmen baş şehir Berdesîr’ e yürümeyerek güneye indiler ve Ciruft şeh­
rini yağma ettiler. Ertesi yıl Kirman’ da görülmemiş bir kıtlık baş gös­
terdi. insanlar kedi ve köpekleri yediler. Ancak köpekleri yemek için
mücadele etmek gerekiyordu. Bazan bu mücadelede köpek galip gele­
rek hasmı olan insanı yiyordu.
Aynı yılda Oğuzlar baş şehire yöneldiler. Fakat maksatları barış
yapmak idi. Onlar T û r a n -Ş a h ’ tan kendi pâhişahları olmasını ve
hattâ kendi aralarında yaşamasını istiyorlardı; istekleri kabul edildi
ve beğlere hil’ at, giydirildi. Hattâ pâdişâh T û r a n -Ş a h şehrin önün­
deki yazıya inerek el arasında göründü. Oğuzlar’m, Horasan’da olduğu
gibi, başlarında bir hükümdar görmek istemelerinde samimî bulunduk-

123
larmda şüphe yoktur. Fakat T û r a n -Ş a h zayıf bir şahsiyetti. Bu se­
beble, kavimdaşlarını memnun edecek bir dirayet gösteremediği gibi,
devlet ricali de ona yardım etmediler. Bunlar her arzularını yerine
getiren köleleri kullanmaya alışık olduklarından, sert mizaçlı Oğuzlar’ ­
dan hoşlanmıyorlar ve hattâ çok defa onlardan nefret ediyorlardı.
Bundan dolayı Oğuzlar baş şehirden tatmin edilmemiş (ve belki de kız­
gın) olarak ayrıldılar. Onlar pâdişâhın başlarına geçmesini ve kendileri­
ni idare etmesini istiyorlardı. Oğuzlar güney doğudaki Nesâ ve Ner-
maşîr taraflarına gittiler. İlk önce buralarda yağmalarda bulundular.
Bu arada, varlıklı kimselere, Horasan’da yaptıkları gibi, sakladıkları
paraları çıkarmaları için, ağızlarına toprak doldurmak şeklindeki meş­
hur usullerini tatbik ediyorlardı. Kirmanlılar ağızlara doldurulan top­
rağa “ Oğuz kavudu” adını vermişlerdi 380. Fakat bu, geçici bir hareket
idi. Çünkü onlar Kirman’ ın Germsir denilen bu güney doğu bölgesini
imar etmeye ve toprakları ektirmeğe başladıkları gibi, ticareti de can­
landırmak yolunda tedbirler aldılar. 579 (1183-1184) yılında T û ra n -
Şah kendi adamlarından M u h a m m e d Z â fir adlı biri tarafından
öldürüldü ve yerine B e h r a m -Ş a h oğlu M u h a m m e d -Ş a h geçti ki
bu, K ir m a n S e lç u k lu la r ın ın son hükümdarıdır.
Nişabur merkez olmak üzere Horasan’ın bir kısmına hâkim bu­
lunan A y - A b a o ğ lu T o ğ a n -Ş a h 581 (1185) yılında ölmüştü. Yerine
oğlu S a n c a r -Ş a h geçti ise de, iktidar, emirlerden M e n li-T egin’in
elinde idi. Bu emirin dirayetsiz hareketleri yüzünden diğer emirlerden
bir çokları -gerçekten kabiliyetli bir hükümdar olan - S u lta n - Ş ah’ın
hizmetine girdiler. T o ğ a n -Ş a h ’ın eniştesi olan D in a r ’ a gelince, o
da, Nişabur’ dan ayrılarak Kirman’ a ayak bastı (21 Ramazan 581 = 16
Aralık 1185). D in a r, S u lta n S a n c a r ’ı yenen Oğuzlar’ ın başındaki
beğlerden biri olarak zikrolunuyoı-381. Buna göre, D in a r ’ın bu esnada
yaşının 50 den fazla olması gerekir, babasının adı M u h a m m e d idi.
Aynı adda Boz-Oklar’ ın başı M e lik -K o r k u t ’ un bir kardeşi olduğunu
biliyoruz 382.

380 “ Kağut (kavut) darıdan yapılan bir yemektir. Bu, şu suretle yapılır: darı kaynatılır,
kurutulur, sonra döğüliir, un gibi inceltilir, yağla ve şekerle karıştırılır. Böylelikle yeni doğur­
muş olan kadınlara verilen yemek olur” (K âşgarh, A talay , I, s. 406, III, 163). Kavut bugün de
Anadolu9da bilinmektedir. Benim gördüğüm kavut kavrulmuş arpa (veya buğday) ile ahlat
armudu kurusunun (kak) öğütülmesinden yapılmıştı. Yenildiği zaman iıısan boğulacak gibi
oluyor. Bu bakımdan benzetme yerindedir.
381 îbn ul-Esîr , X I, s. 79.
382 Acaba D in ar, K o r k u t’un kardeşi Muhammed’ in mi oğlu idi? Bunu hâtıra getiren
diğer bir ihtimal, D in a r’ın oğullarından A ce m -Ş a h K irm an’ dan H ar izni e götürüldüğünde
kendisinin terbiyesi ile K o r k u t’un kızı olan H a rizm -Ş a h T e k iş ’in hatunu meşgul olmuştu.

124
D in a r ’ın Kirman*a. gelmesinin bir davet ile İlgili bulunması pek
muhtemeldir. Bunu da oradaki Oğuzlar yapmış olacaklardır. Ayrıca
Kobnârı vâlisi M ü c â h id u d - d în ’in de bir kaç defa Gürgen’e giderek
D in a r ’ı Kirman’ a davet ettiği söylenmektedir. Esasen, D in a r ’ın
Kirman’a. 80 atlı ile gelmesi, böyle bir davet ihtimalini kuvvetlendir­
mektedir. D in a r doğruca Oğuzlar’m bulunduğu Nermâşîı’ e gitti. 0 -
rada Oğuzlar ile buluşan D in a r, Bam valisini itaat altına aldıktan
sonra, kuzey batıya yönelerek Zerend’i zapetti. Bu durum karşısında
Kirman hükümdarı S e lç u k lu M u h a m m e d -Ş a h yardım dilemek
üzere Irak’ a. gitti ve oradan bir daha dönmedi. D in a r ertesi yıl hükü­
met merkezi Berdesîr’i de fethedib orada oturdu. Böylece M e lik -D i-
n a r hiç bir güçlük çekmeden Kirman hükümdarı oldu.
D in a r, ICirman’ı, uzun bir zamandan beri mahrum kaldığı hu­
zur ve sükûna kavuşturdu; orayı âdalet ile idare etti. Kendi kavmine
karşı da mülayim davrandı. Onlar yine eskisi gibi, Nermâşîr, Nesâ ve
Reyhan’ da oturuyorlardı. Burası Kirman’ ın en iyi hububat yetiştiren
bölgesi idi. D in a r hâkimiyetini denize kadar uzatmış, eski zaman-
lardanberi Hind, Afrika ve Arabistan ticareti ile zengin bir gelire sahib
bulunan K a y s adasının hükümdarım da vergiye bağlamıştı. Ayrıca
Mekrân da tabiiyyet altına alındı. Türkler’ı ve bilhassa Oğuzlar’ı hiç
sevmeyen müverrih E f d a l - i K ir m a n î (D in a r ’ın divanında mühim
bir mevkie sahihti) D in a r ’ı göklere çıkarır. Im a d u d -d in D in a r
8 yıllık bir hükümdarlıktan sonra vefat etti (9 Zilkade 591 = 15 Ekim
1195). Yerine oğlu F e r r u h -Ş a h geçirildi. F e r r u h -Ş a h , kabiliyetsiz
ve aynı zamanda içkiye mübtelâ, eğlenceye düşkün bir gençti. M ü v e r ­
rih E f d â l - i K ir m a n î’nin F e r r u h -Ş a h ’da beğendiği tek husus,
onun Oğuzlar’ dan nefretidir. Halbuki M e lik D in a r nizam ve âsâyişi
Oğuzlar’ a dayanarak temin etmişti. E f d a l - i K ir m a n ı 383, bir eserinde
bu Oğuzlar’ a. Kara-Ğuzz (Kara-Oğuz) diyor ki, onlara bu “ kara” sıfatı­
nın Horasan’ da siyasî ehemmiyetlerini kaybederek kovulmaları sonu­
cunda verilmiş olduğu anlaşılıyor.
F e r r u h -Ş a h ’ın tahta çıkmasından sonra ondan emin olmayan
Oğuz beğlerinden S e y fu d d in A lp -A r s la n . ve M e n d e k (ii-^-*) hü­
kümet merkezinden ayrılıp Germsîr’ de bulunan eldaşlarının yanına
gittiler. F e r r u h -Ş a h , memlûk veya memlûk oğlu subayların tahak­
kümü altına düştü. Oğuzlar’ a gelince, onlar da F e r r u h -Ş a h ’ın ken­
dilerine karşı duyduğu nefrete cevab vermekte gecikmediler. Eldaş-
lan ile başa çıkamayacağını anlayan F e r r u h -Ş a h H a r iz im -Ş a h

383 tkdu*l uîâ IVl-m evkif il-â’ lâ, Tahran , 1311 ş., s. 13, 18.

125
T e k iş ’e tabiiyetini bildirerek yardım istedi. Tekiş de torunu A rsla n -
H a n kumandasında bir ordu gönderdi. A r s la n Kirman sınırına gel­
diğinde F e rr u h - Ş alı’ın öldüğünü haber aldığı gibi, Oğuzlar’ı da kar­
şısında buldu. Bu sebebden geri döndü. A lâ u d -d in F e r r u h -Ş a h
592 (1195-1196) yılında öldü. Oğuzlar, Berdesîr, yörelerini hiç bir şey
kalmayacak şekilde yağmaladıktan sonra obalarının bulunduğu Germ-
sîr bölgesine döndüler. F e r r u h -Ş a h ’ın kardeşi A c e m -Ş a h , çocuk
yaşta olduğu için Harizm’e T e k iş ’in sarayına götürülmüştü. A c e m -
Şah orada T e k iş ’in ölümüne kadar kaldı. Oğuzlar’ a gelince hüküm-
darsız olduklarından Gür ülkesinden Z îr e k B e lc e k ( i ^ i ) adlı
birini getirib başlarına geçirdiler. Bu şahsın hüviyeti hakkında hiç
bir şey bilinmiyor. Fakat Z îr e k ile beğlerin ileri gelenlerinden A lp -
A r s la n geçinemediler. A lp - A r s la n bir fırsatını bulub onu öldürdü
ve kendisi pâdişahlığa seçildi ise de başarı kazanamadı. A c e m -Ş a h ,
T e k iş ’in ölümünden sonra Kirm an’ a geldi ve Oğuzlar’ın başına geçti.
Fakat Oğuzlar’ın eski kuvveti kalmamıştı. Bu sebeble Kirman, Sal-
g u r lu la r ’m hâkimiyeti altına girdi. A c e m -Ş a h bir kısım Oğuzlar
ile Siistan’ a gitti (609 yılı sonları=1213). A c e m -Ş a h ’ın âkibeti hak­
kında hiç bir kayda sahib değiliz 384. Moğol devrinde Kirm an’da. Türk-
menler’ in yaşadığı görülüyor3B5. Bu Türkmenler’in, hiç olmaz ise bir
kısmı, şüphesiz bu Oğuzlar’ın torunlarıdır.

6- Fars ve Huzistan:

S e lç u k lu hükümdarları anayurtdan göçüb gelen Türkmen kü­


melerinin uçlara gitmelerini teşvik ettikleri gibi, devlet hâkimiyetinin
kuvvetle yerleşemediği, Kürd, Lur gibi savaşçı unsurların yaşadığı, dağ­
lık, kapalı, kıyı bölgelerinde yurd tutmalarını da müsamaha ve belki
memnunlukla karşılamakta idiler. X II. yüzyılda, Türkmenler umumi­
yetle ya uçlarda ya da bu gibi yerlerde görülmektedir. 1135 yıllarında
Fars ülkesinde Salgurlar, Huzistan’ da da Avşarlar yaşamakta idiler.
Bunların buraya yakın zamanlarda Sir-Derya boylarından kopan bir

384 Oğuzlar1m K irm a n d a ki hayatları hakkında: E fd a l-i K irm a n ı, B edâyi ul~ezmân


f i vekâyi K irm an , yay. M eh di B ey â n ı, Tahran 1326; aynı müellif, Ikd ul-ulâ lıl-m ev k if il-â'ld,
yay. A.K M u h a m m ed E m ir î-i N a im î, Tahran 1311; aynı müellif el-M uzaf ilâ bedâyi'l-
ezmân f i vekâyi K irm an , yay. A b b a s İk b a l, Tahran , 1331; M u ham m ed b. İb ra h im , Te-
vârih-i âl-i Selçuk , yay. M. Th. H ou tsm a , Recueil de textes relatifs âVhistoire des Seljoucides , I,
Leiden , 1886, eserin yeni neşri, Selcûkiyân ve Guzz der K irm an , yay. B â s ta n î P â riz î, Tahran ,
1964.
385 N â sir u d -d în M ü n ş î-i K irm a n î, Sımt ul-ulâ IVl-hazrel iUulyâ , yay. A b b a s t İt­
h a l, 1328, s. 76, 82, 85-86.

126
Türkmen dalgası içinde geldikleri anlaşılıyor 386. Yine bu esnada Yıva
boyundan pek mühim bir kısmın da Şehrizor taraflarında yaşadığını
biliyoruz ki, bunların da bu yeni gelen kümeye mensub olmaları muh­
temeldir.
Fars ’ daki S a lg u r la r , yukarıda zikredilen tarihten bir kaç yıl
sonra, bir ata-beğ devleti kurdular387. Avşarlar’ a. gelince, onlar da A rs-
l a n -o ğ lu Y a k u b ile Ş u m la lâkabı ile tanınmış G ü ç -T o ğ a n o ğ lu
A y - D o ğ d u ve onun oğulları idaresinde Huzistan ’ a bir müddet hâkim
oldular388.

7- Kürdistan:

Başlıca Şehrizor, Hulvan, Kirmanşah, Dinever yörelerinden mü­


teşekkil olan bu bölgede eskiden beri kalabalık Türkmen toplulukları
yaşıyordu. Hulvan ve yöresi M e lik -Ş a h devrinde ünlü Türkmen ku­
mandanı A r t u k B e ğ ’in dirliği idi. Burada 495 (1101) yılında S alu r-
la r ’ dan K a r a - B e li adlı bir beğin Kürd A n n â z o ğ u lla r ın d a n
S u h râ b b. B e dr b. M u h e lh il’i mağlûb etmesi sonucunda Şehrizor
ve Dakuka (Taûk) müstesna olmak üzere, Türkmenler bölgenin her
yöresini ellerine geçirmişlerdi. K a r a - B e li hakkında daha fazla bir
bilgiye sahib değiliz. Yalnız, Bağdad’tan Meraga ’ya giden ana yolda
Dinever ile Meraga arasındaki bir geçit Moğol devrine kadar onun adiy­
le anılmıştır. Şehrizor şehri de bir müddet sonra Türkmenler’in hâki­
miyetine geçti. Bu şehir ve bölgesi 525 (1130) yılında Türkmen beğ-
lerinden A r s la n -T a ş o ğ lu E m ir K ı f ç a k ’ın (Kıpçak) elinde bulu­
nuyordu. E m îr K ı f ç a k ’ın uzak yakın bütün Türkmenler üzerinde
büyük bir nüfuzu vardı; her taraftan koşub gelen Türkmenler onun
etrafında toplanıyorlardı. 525 (1130) yılında I r a k S e lç u k lu la r ı
sultanı M a h m u d ’un ölümü üzerine, 526 (1131)’ da kardeşlerinden Mes’ ­
ud saltanatı ele geçirmek maksadiyle asker toplamak için E m îr K ıf-

386 ,_J—>j j ^ j ^9 j - J.I


jf I j ^1^*1 ^ ^ üI jj <— 1 J J T
£_i) jl ( Yassaf : ^ jU-iî \
O İ j> L . J co O-alâl jjf j\ lj 4^22

J * > \3 I Jİ J t-Uİ ^ J ûL».l'5"*

(Z e r k û b -i Ş ira zî, Şiraz-nâme , yay. B e h m e n -i K e rim î, Tahran , 1310, s. 48; ayrıca Vassâf[
Bombay , 1269, II, s. 149). 530 (1135) da Huzistan'da kalabalık bir Türkmen zümresi yaşamak­
ta idi ( îb n ul-Esîr , X I, s. 20).
387 Bu hususta Salûr bahsine bk.
388 Huzistan’ daki Avşarlar için, Avşar bahsine bk.

127
ça k ’m yanına gelmişti. Burada 10 000 atlı toplayan Mes^ud Bağdad
üzerine yürüdü389, daha önceleri, 516 yılının sonlarında (1123) A b ­
b a s î halîfesi e l-M ü s te r ş id Hille Arab emîri D u b e y s b. S a d a k a ’ -
nın tecavüzlerini önlemek için, etraftaki emirlerden yardım is­
temiş ve bunlardan Bidlis emîri T o ğ a n -A r s la n , S a lt u k -o ğ u lla r ı,
B u k a -o ğ u lla r ı ve K ı f ç a k ile kardeşleri Bağdad’ a gelmişlerdi.
M usul hâkimi A k -S u n g u r o ğ lu İm a d u d -d in Z e n g i, komşu
emirleri itaat altına almadan Haçlılar’ a karşı başarı ile mücadele
edilemiyeceğini anlamıştı. Bu sebeble 534 (1139-1140) yılında
Z e n g i, K ı f ç a k ’ın elinden Şehrizor’ u almış ve K ı f ç a k ’ı ken­
dine tâbi kılmıştı 390. Bununla beraber Şehrizor bölgesinde mühim
bir yöre K ı f ç a k ’ın elinde kalmış ve bu yöre uzun bir zaman onun
adiyle (vilâyet ul-Kıfcakiyye) anılmıştı. K ı f ç a k ’m iki oğlunu tanı­
yoruz: M es’ud ve Y a k u b . M es’ u d ’un Z iy â u d -d in ve Y a k u b ’un
da Iz z u d -d in H a şa n adlı oğulları vardı. M usul’ un kuzeyindeki M a ­
latya kasabasının hâkimi olan Z iy â u d - d in 569 (1173) yılında Suriye
hükümdarı N u r u d -d in M a h m u d ’un hizmetine gelmişti. S el ah
u d - d in - i E y y û b î, 585 (1189) yılında büyük emirlerinden F â ris
u d -d in K ü ş - T o ğ d ı (Güç-Doğdu)’yı Şehrizor ve bölgesine tayin etti.
K ü ş - T o ğ d ı, K ı f ç a k ’ın torunu I z z u d -d in H a s a n ’ın kız kardeşi
ile evli idi. Sultan da K ü ş - T o ğ d ı ’yı bilhassa bu hısımlık dolayısı ile
Şehrizor vâliliğine göndermişti391.

Son S e lç u k lu sultanı T u ğ r u l’un Atabey K ız ı l - A r s la n ile


arası açılmış ve onunla mücadele edebilmek için Iz z u d -d in H a s a n ’m
yanına gelmişti. I z z u d -d in H a şa n , pek genç yaşta olan S u lta n
T u ğ r u l’a elinden gelen yardımı yaptı. T u ğ r u l onun kız kardeşi ile
evlenmişti. Beraberce Azerbaycan’ a gidib oradaki Türkmenler’ den de.
mühim bir kuvvet topladılar ise de, K ı z ı l - A r s la n ’ a karşı mücade­
lede muvaffak olamadılar 3,2f
İ b n u l- E s îr ’in bir kaydından 393, T ü r k m e n K ı f ç a k - o ğ u l la -
rı’mn X III . yüzyılın ilk yıllarına kadar Şehrizor bölgesinde varlıklarını
devam ettirdikleri anlaşılıyor.

389 İb n u l-E s îr , et Tarih ul- bahir f i devlet il-Atabekiyye , yay. A.A. T a le y m â t, K a ­


hire, 1963, s. 43.
390 A y n ı eser , s. 57, aynı müellif, el-KâmiU X I, s. 34-35.
391 E b û Şâm e, er-Ravzateyn f i ahbâr id-devleteyn , Kahire , 1288, II, s. 60, 64, 138.
392 R e ş id u d -d în , Câmi üt-tevârih , yay. A. A te ş, 179, 187; A h b a r u d -d e v le t is-Sel-
cukiyye , s. 178-180.; İ m a d u d d in -i îs fa lıa n ı, Nusret ul-fılre (B u n d a r î kısaltması), türkçe
tercümesi, s. 268-269; aynı müellif. Kitab ul-feth il-kussî , yay. C arlo L a n d b e rg , Leyden 1888,
s. 234-235.
393 Biraz aşağıya, Suriye Türkmenleri bahsine bk.

128
Kürdistan bölgesinde kalabalık bir Yıva topluluğu da yaşıyordu.
İm a d u d -d iıı Z e n g i bu Yıvalar’ dan bir kısmını Y a r u k adk beğ-
leri ile beraber Ku zey Suriye’y e getirib Haçlı ucunda yerleştirmişti.
Kürdistan bölgesinde kalan Yıvalar ise, B e r ç e m ve oğullarının ida­
resinde, siyasî bir kuvvet olarak varlıklarını Moğol devrine kadar de­
vam ettirmişlerdir 394.

8 - Âzebaycan ve Errân:

S e lç u k lu fethinden itibaren bu bölgelerde pek kalabalık sayıda


Oğuz ( Türkmen) toplulukları yaşıyordu. Anadolu’yu fetheden ve ora­
daki Türklüğü uzun bir zaman besleyenler bilhassa buradaki Oğuz
toplulukları olmuştur. A l p - A r s la n devrinde bu Oğuzlar arasında
Nâvekiyye adlı mühim bir topluluk vardı. Bu kelimenin menşei bugü­
ne kadar aydmlatılamamıştır. Nâvekiyyeler de, oralardaki Oğuz top­
lulukları gibi, sık sık B iz a n s topraklarına akınlar da bulunuyorlardı.
A lp - A r s la n ’m akrabasından ve aynı zamanda eniştesi olan E r -B a s -
g an onunla bozuştu ve Nâvekiyyeler’ in bir bölüğü ile B iz a n s ’ a iltica
etti (1069). Bu Nâvekiyyeler 1070-71’ de E r -B a s g an’ dan ayrılarak
Suriye’y e inmişler ve orada kendi başlarına fetihlerde bulunmuşlar­
d ır 395. Nâvekiyyeler’ in Azerbaycan’ da, kalanları eskisi gibi B iz a n s ’a
akınlarda bulunmakta devam ediyorlardı. Hattâ K ı lı ç - A r s l a n Iran-’
dan Anadolu’ya giderken maiyyetinde Nâvekiyye askerleri vardı. K ı-
l ıç - A r s l a n ’ın babası ve T ü r k iy e S e lç u k lu la r ı devletinin kurucu­
su S ü le y m a n -Ş a h ’ın da Nâvekiyyeler’ den olduğunun rivayet edil­
mesi, bu topluluğun adının aslı üzerindeki merakımızı arttırmaktadır.
Fakat maalesef Nâvekiyyeler’e dâir daha fazla bir bilgiye sahib değiliz.
Bu topluluk hakkında verilebilecek son hüküm onun, Suriye’nin oldu­
ğu gibi, Anadolu’nun fethinde de oynadığı pek mühim roldür.
Azerbaycan ve Errân’a ilk zamanlarda melik ünvanı ile S e lç u k lu
şehzâdeleri gönderiliyordu. Azerbaycan melikleri, T u ğ r u l B e ğ ’den
itibaren, A lp - A r s la n ’ın katdeşi Y â k u t î, sonra onun oğlu İs m a il
ve torunu K u t b u d - d in M e v d u d idiler. K u t b u d - d in M e v d u d ’-
un ölümünden sonra Azerbaycan’a başka S e lç u k lu şehzadeleri gön­
derilmiş ise de, buranın hakikî sahihleri S e lç u k lu vâlileri olmuştur.
Sınır bölgesi Errân’ a gelince, merkezi Gence olan bu bölgede ilk zaman­
larda M u h a m m e d T a p a r , oğulları T u ğ r u l ve M es’ud meliklik et­
mişlerdir. Bunlardan sonra burası da memlûk valiler tarafından idare

394 Yıva boyu bahsine bk.


395 Aşağıya bk.

129
olunmuştur. Bu vâliler aynı zamanda Azerbaycan*ın bir kısmını da ida­
releri altına almışlardı. Bunların geniş ve zengin bir bölgenin sahibi
olmaları ve hudud vâlileri sıfatiyle, kalabalık orduları vardı. Bu sebeb­
le I r a k S e lç u k lu d e v l e t in i n en kudretli vâlileri onlar olup, sul­
tanlara her zaman sözlerini geçirmişler ve hattâ onlara tahakküm et­
mişlerdir. K a r a -S u n g u r (ölümü: 535 = 1140-1141), Ç a v lı C a n d a r
(ölümü: 541 = 1146) ve I l - D e n i z (571 = 1175) bu vâlilerin en tanın­
mışları idiler. I l - D e n iz ve oğulları, atabey sıfatı ile S e lç u k lu dev­
letine hâkim olmuşlardır.
Azerbaycan ve Errân’ daki Türkmen beğlerinin çoğu dirlik sahibi
idiler. Bunlar oraların vâlilerine tâbi bulunuyorlardı; Gürcüler ile ya­
pılan savaşlara daima katılıyorlardı. Azerbaycan’ daki Türkmenler
bilhassa Erdebil, H oy, Urmiye ve Nahçivan yörelerinde yaşıyorlardı.
Son büyük Ir a k S e lç u k lu h ü k ü m d a r ı M es’ud (1134-1152), Azer­
baycan’da. rastgeldiği B e ğ -A r s la n adlı çok yakışıklı bir geııci, hiz­
metine alarak kısa bir zamanda yükseltmiş ve ona H as-Beğ ünvanını
vermişti. H a s - B e ğ Azerbaycan’da Serav ve Erdebil taraflarında bu­
lunan Oğuz beğlerinden veya ileri gelenlerinden birinin oğlu idi. Mem­
lûk emirler, hükümdarın H a s -B e ğ ’e gösterdiği bu teveccühü çeke­
memişler, onu sultanın yanından uzaklaştırmak için her çareye baş­
vurmuşlar ise de muvaffak olamamışlardır. H a s -B e ğ hâcib, yani
bütün emirlerin başı oldu. S u lta n M es’ ud 547 yılında (1152) öldü­
ğünde H a s -B e ğ yine hâciblik mevkiini muhafaza ediyordu. Sevgili
hükümdarlarının ölümü üzerine, H a s -B e ğ , S u lta n M e s ’ u d ’un ye­
ğeni M e lik -Ş a h ’ı S e lç u k lu t a h t ın a çıkardı. Fakat, M e lik -Ş a h ,
hükümdarlık yapacak ehliyette bir insan değildi. Bu sebeble M u h a m ­
m e d’i, tahta geçmek üzere, davet etti. Fakat davet için gönderdiği kim­
ler, M u h a m m e d ’i H a s -B e ğ ’in öldürülmesi hususunda kandırdılar.
H a s -B e ğ , yakın dostları olan emirlerden Z e n g i C a n d a r ile birlikte
öldürüldü. Diğer yakın dostlarından E m îr Ş u m la ise kaçıp kurtul­
du.396 Bir kaynağımıza göre, H a s -B e ğ ile birlikte öldürülen onun ya­
kın arkadaşı Emîr Z e n g i C a n d a r da Türkmen’ dir397. Z e n g i C an­
d ar, bazı emirler ile birleşerek S u lta n M e s’ u d ’a tahakküm eden
T o ğ a - Y ü r e k o ğ lu 398 A b d u r r a h m a n ’m ortadan kaldırılmasında

396 İbn ıd-Esîr, s. 73.


397 î b n H am d û n , Tezkire , T op-K apu Sarayı k t p nr. 2948, yap. 180 a.
398 Yani Tonga-Yürek. Tunga , bilindiği gibi kaplan cinsinden bir hayvanın adı olup,
şahıslara da verilmektedir ( Kâşgarh , Atalay , III. s. 368): T u n g a T iğ in , A lp -E r T u nga.
Yukardaki isim metinlerde ily U \» şeklinda geçmektedir ki bu, “ ng” nin “ ğ” şeklinde te­
lâffuzundan başka bir şey değildir: Tangrı=Tağrı gibi.

130
mühim bir rol oynamıştı. Emir Ş u m la ’ya gelince, o Avşarlar’ dan olup,
kendisinden ayrıca bahsedilecektir. Böylece, H a s -B e ğ ’in iki yakın
arkadaşının kendisi gibi Türkmen olması, her halde bir tesadüf neticesi
değildir. Bu husus onun memlûk emirlere karşı kendi kavimdaş-
ları olan beğleri etrafına toplamak siyasetini gütmüş olduğunu gös-
rebilir. Hattâ H a s -B e ğ ’in Melik M u h a m m e d ’i Huzistan’ dan getir­
mesi için gönderdiği E m îr C em a l u d -d in K a fş u t da, başka bir
kaynağa göre, Türkmen idi399. H a s -B e ğ ’in öldürülmesinde baş rolü
oynayan K a fş u t , S u lta n M u h a m m e d ’in hâcib’i (beğlerbeği) ol­
muş ve kendisinden sonra oğulları bir müddet Zencan’ı idare etmişler­
dir. S u lta n M e s’ u d ’un ölümü ve ertesi yıl S u lta n S a n c a r ’ın kendi
kavmi olan Oğuzlar’ & esir düşmesi, S e lç u k lu hânedanının kudret ve
şevketinin kırılmasına sebeb olmuştur.
Son S e lç u k lu sultanı T u ğ r u l 586 (1190) yılında K ız ıl-A r s -
la n tarafından yakalanarak, Azerbaycan’ daki Beylekan civarında
Kihran adlı bir kaleye hapsedilmişti. K ı z ı l - A r s la n ’m iki yıl sonra
öldürülmesi üzerine Azerbaycan’ daki Türkmen beğlerinden A n a sı-
O ğ lu b. M a h m u d , emirlerden B e d r u d -d in D iz m a r î ile birleşerek
T u ğ r u l’u kaleden çıkardı. B e d r u d -d in ordu kumandanı, A n a sı-
O ğ lu da emîr bâr oldu. Bu iki emîr 3 000 kişilik bir ordu hazırlayıb
Irak’ a yürüdüler. Kazvin civarında K ı z ı l - A r s la n ’ın yeğeni K u t-
l u ğ - I n a n ç ile yapılan bir savaşta K u t l u ğ - İ n a n ç ’m 12 000 kişilik
ordusu bozuldu ve kendisi de kaçtı (588=1192). Bu zafer üzerine S u l­
ta n T u ğ r u l Hemedan’ a. geldi ve tekrar S e lç u k lu tahtına geçti. Mü­
verrih R â v e n d î T u ğ r u l’un o zaman şu rübâiyi söylediğini yazar:

“ Kimsenin bana yardım ettiğini sanma


Kılıç zafer kazandı, talih uyanmıştı
Etrafımdaki kullardan yalnız vefayı
■Anası-Oğlu Mahmud ve Dizmarî gösterdi” .400

E m îr A n a s ı-O ğ lu b. M a h m u d hakkında başka hiç bir bilgi


yoktur. Onun Irak Oğuzları beğlerinden A n a s ı-O ğ lu ’nun soyundan
geldiğine dâir de bir delile sahib değiliz.
C elâ l u d -d in H a r iz m -Ş a h Azerbaycan’a, geldiğinde (1225),
Errân’ daki Türkmenler pek kalabahk bir halde yaşıyorlardı. Öyle ki
onların çokluğunu göstermek için “ karınca sürüsü” veya “ çekirge bu­

399 Ahbâr ud-devlet is-Selcukiyye , s. 182.


400 Rahat ussudur, s. 369, türkçe tercümesi A. A teş, II, s. 339; ayrıca R e ş id u d d in ,
Selçuklular kısm ı., yay. A. A te ş , s. 189; Ahbar ud-devlet is~Selcukiyye, s. 182.

131
lutu" sözleri kullanılmıştır401. Bu esnada jErrcm’ daki Türkmenler’ in
mühim bir kısmının başında E m ir H u sa m u d - d in K ı lı ç - A r s l a n
bulunuyordu 402. Fakat az sonra gelen Moğollar, Muğan ve Eırân’ dakı
Türkmenleri buradan çıkardılar 403. Türkmenler Anadolu’ya, gittiler.
Moğollar’ ın gelişinden C e lâ y ir lile r devrine kadar olan zamanda
Azerbaycan ve Errân’ da Türkmenler’in yaşadığına dâir bir kayda rast-
gelinmemesi, buralardaki Türkmenler’ den pek çoğunun Türkiye’y e
göçmüş olduğunu gösteriyor.

9- Irak ve el-Cezîre:

Bu ülkede de Türkmenler bilhassa M usul bölgesinde yaşıyorlardı.


S u lta n M u h a m m e d T a p a r ve o ğ lu S u lta n M a h m u d zaman­
larında Basra’ da büyük emirlerden A k -S u n g u r u l-B u h a r î’nin
vekili olarak S u n g u r u l - B a y â t î adlı bir emir vardı. Mutadın hilâ­
fına bu emîrin kavmî hüviyeti belirtilmemiş olduğundan e l-B a y â ti
nisbesinin bizim Bayat boyundan geldiği hususunda şüphe etmek câ-
izdir. Fakat bu kelimenin başka bir şekilde izahı da pek mümkün ol­
muyor. Bağdad’ın güney doğusunda Badaraya vilâyetine bağlı Beyat
kasabasının adı ancak X III . yüzyıldan itibaren görülebiliyor. Bah­
sedilen emîr zamanında Basra’ da Ismailiyye Türkleri ve Bulduklu
Türkleri ( v-'M gibi askerî zümreler vardı. İsmailli Türkleri’ -
nin başı G ız -O ğ lu ? (Ji j i ) ve Bulduklu Türkleri’n\n başı da Sun-
g u r -A lp adlı bir emîr idi.. Bu devir kaynaklarında G ız -O ğ lu ismi
sık sık geçmektedir. Meselâ M u h a m m ed T a p a r ’ın büyük emirlerin­
den ve oğlu M a h m u d ’un atabeyi olarak başka bir G ız -O ğ lu vardı.
Bunlara S u lta n M es’ud devri emirlerinden diğer bir G ız -O ğ lu ’nu
da ilâve edebiliriz. Bu kelimenin Ğ -u zz-O ğlu , yani O ğ u z -O ğ lu şek­
linde izah edilmesi şüpheli gibi görünmektedir. Bağdad’ ta aynı devirde
Bekçiyye emirleri ( >1 ) vardı. Bunlar pek muhtemel olarak,
şehirdeki sultanlara ve büyük emirlere ait sarayların, köşklerin, kışla­
ların muhafazasına memur askerlerin (bekçi) emirleri olsalar gerektir.

Musul bölgesinde dirliği olan Türkmen beğlerinden biri olarak


K ü r - Y a v i adlı bir emîri tanıyoruz. K ü r - Y a v ı ’nın H o r a s a n adlı
bir emîrin oğlu olduğu biliniyor. K ü r - Y a v ı, S u lta n M u h a m m e d
T a p a r ve oğlu S u lta n M a h m u d zamanında aşağı Zâb kıyısındaki
Bevâzic kalesi ve yöresinin sahibiydi. S u lta n M es’ud devrinde aynı

401 N e se v î, s. 374.
402 Aynı eser, s. 375, ayrıca s. 383.
403 Z e k e r iy y a e l-K a z v in î, Â sar uî-bilâd, B eyrut , 1380, s. 564.

132
yörenin K ü r - Y a v ı ’nın adım bilmediğimiz oğlunun elinde olduğu
görülüyor.
Z e n g ile r devletinin Türkmen emirlerinden biri de Z e y n ud-
d in A l i - i K ü ç ü k idi. Z e y n u d - d in A li uzun yıllar M usul atabeğ
devletinin işlerini dirayetle idare ettikten sonra (1167-1168’ de) Erbil’ e
çekilmişti. Z e y n u d -d in A li, B e g -T e g in ’ 404 in, o da M u h a m m ed
adlı birisinin oğludur. Z e y n u d -d in A li’nin büyük oğlu ve ikinci
halefi meşhur M u z a ffe r u d -d in G ö k -B ö r ü (bozkurt) idi. S ela h
u d - d in - i E y y u b î ’nin eniştesi olan G ö k -B ö r ü bu devirdeki haçlı
savaşlarının en yiğit emirlerinden birisi olduğu gibi, yaptırdığı pek çok
İçtimaî eserler ve halka karşı gösterdiği şefkat ve yardımlar ile ünü her
tarafa yayılm ıştı405.

10- Suriye:

463 (1070—71) yılında Suriye’y e Nâvekiyye Türkmerıleri geldiler.


Bunların E r -B a s g a n ile Anadolu’ya giden Nâvekiyyeler olduğu anla­
şılıyor. Bu Nâvekiyyeler’ in başbuğu K ız lı (?) idi. K ı z l ı ’ dan sonra
U v a k -o ğ lu A t s ız ve Ş ö k lü adh beğler geliyordu. K ız lı, F â tim î-
le r ’in Akkâ valisi B e dr u l-C e m a lî’nin isteği üzerine Suriye’ de yağ­
macılık yapan Arablar’ ı kovdu. Bu Nâvekiyyeler davranışlariyle San-
c a r ’ı yenib tutsak olan Oğuzlar’ dan oldukça farklı görünüyorlar. On­
lar yerlilerden çiftçiler temin ederek göçebe Arablar yüzünden harab
olan Remle’ deki toprakları işletmişlerdi. Satılan zeytin mahsülünden
300 000 dinar elde eden çiftçiler bundan, mirî hakkı olarak, Nâvekiy-
yeler’e 30 000 dinarını verdiler. Diğer taraftan Nâvekiyyeler şehirleri
yağma etmekten ziyade hâkimiyetleri altına almak için zaptediyor-
lardı. Böylece K ı z l ı ’ dan sonra Nâvekiyyeler’ın. başı olan A ts ız , K u ­
düs, Dimaşk (Şam) ve diğer yerleri fethedip buralarının hâkimi oldu.
X II. yüzyılın başlarından itibaren Nâvekiyyeler’ den bir daha bahse­
dilmiyor.
S e lç u k lu hükümdarı M e lik -Ş a h , 470 (1077) yılında kardeşi
T u t u ş ’u Suriye melikliğine tayin ettiğinde maiyyetine B e k ç i- o ğ l u
A fş in , S a n d a k , D i m la c - o ğ l u M u h a m m ed , T u t u - o ğ lu ve ( j j j )
oğlu gibi değerli beğleri vermişti. Bunlar aynı zamanda Anadolu’nun
fethinde mühim hizmetler görmüş beğlerden idiler. Büyük emîr A f­
şin ’in âkibeti hakkında bir kayda rastgeliuemiyor.

404 İLm H a llik â n , (Vefayât ul-â'yan , K ahire , 1948, III, s. 277) bu ismin B ü k -T ig in
okunması gerektiğini söylüyor.
405 Gök-Börü hakkında bk. î. K a fe s o ğ lu , K ök -B ö ri , î, A., VI, s. 885-892.

133
X II. yüzyılda, İ m a d e d d in Z e n g i Haleb emîri olduktan sonra
Şehrizor-Erbil bölgesindeki Yıvalar’ ın mühim bir kısmını Haleb böl­
gesine getirmiş ve onlara haçlı ucunda dirlik vermişti. Bu Suriye Y ı-
vaları başlan Y a r u k ’ a nisbetle Yarukiyye (Yaruklu) adiyle anılmış­
lardır. E m îr B a h a u d -d in Y a r u k 564 (1168) yılında ölmüş ve ken­
disine oğlu B e d r u d -d in D o l d u r u m ( ^ ) halef olmuştur. B ed -
r u d -d in D o ld u r u m , N u r e d d in M a h m u d ve S e lâ h u d -d in dev­
rinin en seçkin emirlerinden birisi idi. Tell-Bâşir ve Tell-Hâlid emîri
olan B e d r u d -d in D o ld u r u m , 611 (1214-1215) yılında ölmüş ve
onun içiıı Haleb’ de “ yas merasimi” yapılmıştır. Kendisinden sonra
oğlu F e th ü d -d in , Tell-Bâşir emîri olmuştur. 615 (1218) yılında Tell-
Bâşir, S e lç u k lu sultanı İ z z u d - d i n K e y k â v u s ’un ordusu tarafın­
dan zaptolunmuştur. Fakat S e lç u k lu ordusu, öncü kuvvetinin yenil­
mesi üzerine, geriye dönünce burası da M e lik u l - E ş r e f tarafından
geri alınmış, fakat Yaruklular’ a değil, Haleb hükümdarı e l-A z iz ’in
adamlarına verilmiştir. Bundan sonra Yaruklular, siyasî ehemmiyet­
lerini kaybetmişler ve Haleb şehrinde oturarak kendilerine tahsis edi­
len dirlikler ile geçinmişlerdir.
X III. yüzyılın birinci yansında Haleb bölgesinde yaşayan Tiirk-
menler’ in başında D u d u -O ğ lu
ve K o n g u r (Kangar) adlı beğleri gö­
rüyoruz. Moğollar’ m Anadolu’yu hâkimiyetleri altına almalan üzerine
Suriye’y e kalabalık bir Türkmen kümesi göç etti ki, aşağıda bu
küme hakkında bilgi verilecektir.

11- Anadolu:

Malazgird savaşını takib eden 10 yıl içinde Türkler Adalar Denizi


ve Marmara’ya, kadar olan yerleri fethettiler. Fakat asrın sonlarında
başlayan Haçlı seferleri' sebebiyle başta Batı-Anadolu ve Marmara
bölgeleri olmak üzere fethettikleri yerlerin mühim bir kısmını kaybe-
dib Orta-Anadolu’ya çekilmek zorunda kaldılar. Haçlı seferleri dolayı-
siyle kuvvetlenen B iz a n s , Türkleri Orta-Anadolu’ dan da atmak ümi­
dine kapılmıştı. Ancak II. K ı lı ç - A r s l a n (1155-1192) 1176’da B i-
z a n s lıla r ’ı ağır bir bozguna uğratarak bu ümidi suya düşürdü. Türk­
ler bu zaferden sonra yavaş yavaş B iz a n s aleyhine topraklanın ge­
nişletmeye başladılar. 1243 yılındaki Köse-Dağ bozgunundan önce
kuzeyde ve güneyde denize ulaşılmış ve batıda da Denizli ve Kütahya
ötesine kadar gidilmişti. Güney’de Çukur-Ova’ daki E r m e n i k ır a l l ığ ı
ise vergi ve asker vermeye mecbur edilmiş olmakla beraber, bu kırallık,
Haçlılar’ m desteği ile, yine Tarsus’tan Gâvur-dağlarma kadar uzanan
bölgeyi elinde tutabilmiştir.

134
S e lç u k lu ailesinin atası A r s la n , yukarıda görüldüğü gibi, Oğuz­
lardın kıralı idi. Oğlu K u t a lm ış da onlara dayanarak saltanat dava­
sına girişmiş ve K u t a lm ış ’ın oğulları ise Anadolu’daki fetihler ini Oğuz-
lar’ a dayanarak yapmışlardı. Bununla beraber bânedanın bu kolu da,
diğerleri gibi, memlûk sistemini kabul etti. Çünkü, o zamanlar da bir
hânedan için bu sistemin kabulü âdeta bir zaruret olarak görünüyor.
Hânedanların bekası ve kuvveti buna bağlı idi. Her yerde önüne gele­
ni mahveden Moğol kasırgası bu sistemi tam olarak tatbik eden bir
devlet karşısında durmak zorunda kalmıştır.

Bununla beraber, Türkiye Selçuklular’inda yine devletin asıl dayan­


dığı askerî kuvvet, hânedanın kendi kavmi, yani Türkmenler idi. Türk­
menler bu ülkede göçebeliği bırakarak oturak yaşayışa geçmeye başla­
dılar. Bunlar daha ziyade köyler kurarak veya çoğu metrûk eski köy­
lerde sâkin olmak suretiyle yerleşiyorlardı. S e lç u k lu ordusuna dir-
likli sipahi askerini verenler de bu yerleşenlerdir. Yerleşik hayata
geçen Türkmenler’e bir müddet sonra artık Türkmen denilmiyerek
Türk adı veriliyordu. Göçebe yaşayışını devam ettirenlerin her zaman
fazla olmasına gelince, bunun en mühim sebebi Âzerbaycan-Errân ve
Orta-Asya’ dan bu ülkeye arkası kesilmeden vuku bulan göçlerdir. Bu
keyfiyet yani devamlı göçler aynı zamanda S e lç u k lu devletinin Haç­
lı seferlerinin başlamasından sonra Anadolu’ da, varlığını devam ettir­
mesinde ve sonra Yakm -D oğu’ nun en kuvvetli devleti durumuna yük­
selmesinde pek mühim bir âmil olmuştur. Türk göçebe unsuru, yani
Türkmenler bilhassa uçlarda bulunuyorlardı; oralarda akıncı ve mu­
hafız kuvveti olarak vazife gördükleri gibi, düşman topraklarında yurd
tutmak suretiyle fetihleri kolaylaştırıyorlar ve bazan da kendileri fetih­
lerde bulunuyorlardı. Bizans ucunda yaşayan Uç- Türkmenler’ inin
ünü Horasan a. kadar yayılmış ve onlar Rumlar’ a karşı yaptıkları ba­
şarılı savaşlar ile Müslim ve gayri Müslim bütün eserlerde yankılar
yapmışlardır. Hattâ uç (sınır, hudud) kelimesinin anlamını bilmeyen
bazı müverrihler bunu onların adı sanmışlardır. Moğol istilâsı üzerine
çok sayıda gelen yeni unsurlar ile kuvvetlenen Uç-Türkmenleri, kendi
başlarına, S e lç u k lu devletinin yeniden zapt edemediği, Batı-Ana­
dolu ve Marmara bölgelerini açarak buralarda yerleşmişlerdir.

Doğu ve Güney Doğu-Anadolu’nun her bir bölgesi veya yöresi bir


Türk hânedanmın hâkimiyetinde idi. Bunların birbirleri ile münase­
betleri umumiyetle dostça olmuş ve birbirlerinin hak ve hukukuna
riayet etmişlerdir. Nitekim bu hânedanları içlerinden biri değil Sel-
ç u k la r ve E y y u b l u l a r gibi, komşu devletler ortadan kaldırmışlar­

135
dır. Bu lıânedanlara ait ikinci bir hususiyet de onların faaliyetlerinin
mühim bir kısmını memleketlerinin imarına sarfetmiş olmalarıdır.
Onların vücuda getirmiş oldukları İçtimaî eserlerin bir çoğu zamanı­
mıza kadar gelmiştir. S e lç u k lu devrinde Doğu ve Güney Doğu-Ana­
dolu’daki Türk hânedanları hâkim bulundukları bölgenin türkleşmesin-
de ne derecede rol oynamışlardır, bu husus iyice bilinemiyor. Bu hâ-
nedanlarm başlıcaları şunlardı: Erzurum bölgesinde S a ltu k lu la r ,
Erzincan bölgesinde M e n g ü c ü k lü le r , Ahlat’ da E r m e n -Ş a h la r,
Mardin, Hısn - K eyfâ, Meyyafârikin (bugünkü Silvan) de A r t u k lu la r ,
Âm id (Diyarbekir)’de İn a l ( Y ı n a l ) o ğ u lla r ı, Bitlis-Erzen’ de T o ğ a n -
A r s la n o ğ u lla r ı Harput’ da ve M u ş’ da Ç u b u k ve oğlu. Bunlardan
A r t u k -o ğ u lla r ı, T o ğ a n -A r s la n o ğ u lla r ı, İ n a l - o ğ u ll a r ı ve
Ç u b u k ’un kat’i olarak Türkmen olduklarını bildiğimiz gibi, S a ltu k -
lu la r ’ın ve M e n g ü c ü k lü le r ’in de aynı kavme mensup bulundukları
şüphesizdir. E r m e n -Ş a h la r ’a gelince, bunlar bir Türk memlûk
sülâlesi idi. Bu Türkmen hanedanları içinde en ünlüsünün A r t u k lu ­
la r olduğunu biliyoruz. A r t u k lu la r M e lik -Ş a h devrinin büyük
kumandanlarından A r t u k Beğ’ den gelmişlerdir. A r t u k B e ğ ’in ba­
bası E k s ü k ’ün sâlâr (kumandan) ünvanını taşıması, onun âlelâde bir
şahıs olmadığını gösteriyor. A r t u k lu la r ailesi Türkmenler arasında
mümtaz bir mevkie sahib idiler. A r t u k B e ğ ’in oğullarından S ö k m e n
Türk geleneğince Türkmenler’ i davet için oklar gönderdiğinde onlar
bu davete büyük bir sevinç ile icabet ediyorlardı 405. A r t u k lu la r ’ın
Türkmenler arasında asil ve mümtaz bir aile sayılmasında, onların
A r tu k ve E k s ü k beğlerden önceki atalarının da payı olsa gerektir.
Bir müverrih, A r t u k lu la r ’ı iki büyük Türkmen hânedanından (diğeri
Selçuklular) biri olarak vasıflıyor. Bu hâııedandan İ l - G a z i ve S ö k ­
m en kardeşler ile yeğenleri B e le k Haçlı savaşlarının tanınmış sima-
larındandır. E y y u b l u devletinin kuruluşu Kürdler’e bir derecede
ehemmiyet kazandırdı. Bu devletin Doğu ve Güney Doğu-Anadolu’ da
bazı yerlere hâkim olması bölgenin kavmî çehresine tesir yapmaktan
hâli kalmamış ve Kürdler bu bölgelerde eskisine nisbetle daha geniş
bir sahaya yayılmışlardır. E y y u b lu ordusundaki Türkler ile Kürdler
birbirlerinden hoşlanmamakta idiler. Bu hûsumet zamanla “ Ekrâd” m
tasfiyesine yol açtı. S e lâ h u d d in -i E y y u b î tarafından Kudüs’ün
fethi dolayısı ile yazılan manzumelerde Kürdler değil, fakat Türkler
öğülmektedir. 1185 yılında Güney Doğu-Anadolu’ da kalabalık bir Türk­
men kümesi zuhur etti. Bu Türkmenler umumiyetle Musul-Rakka ve

406 Buradan okumak: davet etmek, okuntu: davet hediyesi.

136
Uıfa dolaylarında kışlıyorlardı. Bu Türkmenler'in birden bire mey­
dana çıkmış gibi görünmeleri onların buraya bu esnada Horasan'dan
gelmiş oldukları kanaatini veriyor. Gerçekten yukarıda görüldüğü gibi,
H a r iz m -Ş a h la r ’ dan S u lt a n -Ş a h ’ın 568 (1173)’ de Oğuzlar’ın elinde
bulunan Serahs’ ı ele geçirmesi üzerine Merv-Serahs bölgesinde kala­
balık sayıda yaşayan Oğuzlar dağılmışlardı. Bu sebeble bu Türkmen­
ler dağılan Horasan Oğuzları’ nin batıya gelmiş bir kolu olabilir. Bu
Türkmenler sayıca kalabalık olup, yaylak ve kışlak için geniş bir böl­
gede gidib geldiklerinden tesirlerini lıer tarafda hissetirmekte idiler.
Bunların başında R ü s te m adlı bir beğ vardı. Mezkûr yılda (1185) bu
Türkmenler ile Kürdler arasında, Kürdler’ in yol kesiciliği veya bir Türk­
men düğününe katılmak istemelerinden kıyasıya bir vuruşma başladı.
Kartallar ile leyleklerin çarpışmalarını andıran bu vuruşma, bilhassa
Cezîret ibn Umar (bugünkü Cizre) yöresinde başlamak; Musul, Diyar-
bekir, Ahlat, Suriye, Malatya bölgelerine ve hâttâ Azerbaycan’a kadar
yayılmak üzere, geniş bir sahada cereyan etti. Daima görüldüğü
gibi, birinci sınıf savaşçılar oldukları söz götürmeyen Türkmenler, her
yerde Kürdler’ i ağır yenilgilere uğrattılar. Öyle ki S ü r y a n î M ihaiF e
göre, Suriye ve Irak’ ta Kür d ırkı tamamiyle ortadan kalktı. Kürdler’ e
yataklık eden ve Türkmenler’ e tutsak düşen 20 000 Hıristiyan da para
ile satıldı. Bu Türkmenler, yaylağa çıktıklarında Gürcistan’ a da akınlar
yapıyorlardı. Onlardan mühim bir kısmm sonra S e lç u k lu hükümdarı
II. K ı lı ç A r s la n ’ın oğlu Sivas vâlisi K u t b u d -d in M e lik -Ş a h ’ -
ın hizmetine girdiği ve F r e d e r ik B a r b a r o s ’un Almanları ile savaş­
tığı anlaşılıyor. S e lç u k lu d e v r in d e k i Türkmenler’ in tarihine aid
verilen bu geniş hülasa burada sona ermektedir. Bu hülâsadan şu so­
nuçlar çıkarılabilir:
Oğuzlar veya Türkmenler, S e lç u k lu devletini kurdukları gibi,
bu devletin genişlemesinde de başlıca rolü oynamışlardır. Daha dev­
letin kuruluşuyla başlayan ve sonuna kadar devam eden hânedan âza­
sı arasındaki saltanat mücadelesine, emirlerin isyanlarına, hükümdar­
lar ile kendi kavmi arasındaki anlaşmazlıklara ve savaşlara rağmen,
Türk hâkimiyetinin devamlı olmasında onlar pek mühim bir âmil ol­
muşlardır. Orta-Asya’ dan gelen göç dalgaları Türkmenler’i daima tak­
viye ediyordu. S e lç u k lu la r ’ dan başka, Fars’taki S a lg u r lu la r ,
B e r ç e m o ğ u lla r ı, K ı f ç a k o ğ u lla r ı, K a r a -B e lilile r , Y a r u k -
lu la r, Ş u m la o ğ u lla r ı, B e ğ - T ig in lile r , A r t u k lu la r , t n a l-
o ğ u lla r ı, T o ğ a n - A r s la n lıla r , S a lt u k lu la r ve M e n g ü c ü k lü le r
onlara mensup idiler. İran’ da S e lç u k lu hanedanının ortadan kalk­
ması onların siyasî ehemmiyetini gölgelememiş, belki de arttırmıştır.

137
12- Mısır, Kuzey Afrika ve Yemen’de Türkmenler:
“ Oğuz ili köçüb yürümedük yol barmu
İvin tutub olturmadık yurt barmu”
( Şecere-i Terâkime, s. 62)

Suriye hükümdarı N u r e d d in M a h m u d ’un., Emir E s e d ud-


d in Ş îr -K u h kumandasında M ısır’a, gönderdiği kuvvetler arasında
mühim sayıda Türkmenler de vardı. Bilhassa 564 (1169) yılındaki üçün­
cü seferinde Şîr-Kuh’un kumandasındaki orduda 6 000 Türkmen’in
bulunduğu görülüyor. Mısırlılar bu Türkmenlere Ğuzz demekte idi­
le r407. Bu nereden gelmektedir? Bunlar Yakm -Doğu’ya yeni geldik­
leri için mi, bu adla anıldılar, yoksa eski bir gelenekle, yani A t s ız ’m
kavminden oldukları için mi onlara Oğuz denildi, bu husus bilinemi­
yor. Anlaşıldığına göre bunlardan bir kısmı 568 (1172-1173) yılında
S e la h u d - d in - i E y y u b î ’nin kardeşi T a k i y u d -d i n Ö m e r’in mem-
lûku K a r a -K u ş kumandasında M ısır’dan Tarablus’a gelerek burayı
ve M ehdiyye’den mâda, İfrikiyye’ yi göçebe Arablar’ m yardımı ile fet­
hettiler. Sonra bunlardan bir bölüğün, K u zey Afrika ve Güney Ispan­
y a ’ya hâkim olan M u v a h h id le r ’den E b û Y u s u f Y a k u b ’un hiz­
metine girdiği görülüyor. Gerek bu hükümdar, gerek halefleri zama­
nında onlardan bazıları mühim mevkilere çıkarılmışlardır. Meselâ
Oğuz emirlerinden, Ş.aban’ a Ispanya’ da bir dirlik verilmişti ki, bu
dirlik 7 000 dinar gelir getiriyordu 408.
M ısır’ a gelen Türkmenler arasında R e s u l lâkabı ile anılan M u­
h a m m e d o ğ lu H â ru n adlı bir Türkmen beği de vardı. R e s u l, Biçek
( ) adlı bir Türkmen oymağına mensup idi. Bu Türkmen oymağı
hakkında hiç bir bilgiye sahib değiliz. S e la h u d - d in - i E y y û b î kar­
deşi T û r a n -Ş a h ’ı 569 (1173-1174)’ da Yemen’ e gönderdiğinde R e-
sû l’un oğulları da onun maiyyetine verildiler. R e s û l oğullan Yemen’ -
de mühim hizmetlerde bulundular ve gitgide daha büyük mevkilere
yükseldiler. Bunlardan N u r e d d in , E y y u b î hükümdarı M e lik M es’­
ud 626 (1228-1229) yılında Mekke’ de ölünce, Yemen’ de hükümdarlı­
ğını ilân etti. Bu ülke 859 (1455) yılına kadar onun oğullarının elinde
kaldı. R e s û l o ğ u lla r ı’nın baş şehri Zebîd idi. Bu Türkmen hânedanı
halka karşı şefkat göstermeleri ve imar faaliyetlerinde bulunmaları ile
Yemen tarihinde iyi bir hâtıra bırakmışlardır 409.

407 E b û Şâm e, Ravzateyn f i ahbârı devleteyn, I, s. 158.


408 îb n ul E sîrt X I, s. 174-175, 211, 234-235; Abd u l-V a h id - el M erra k u şî, yayın­
layan Dozy, Leyden, 1881, s. 210.
409 El-Hazrecî, Kitabu’l- ukûd il- l u lıı 'y y e f i tarih-id-devlet is-R esûliyye , (GMS), Leyden,
1906, s. 27, 74; M üneccim -Başı , II, s. 655-660.

138
D. MOĞÖL İSTİLÂSINDAN SONRA TÜRKMENLER

Moğol istilâsının en mühim sonuçlarından biri de Orta A sya Türk


etnografyasını değiştirmiş olmasıdır. Uygur, Karluk, Kıpçak ve diğer
bazı Türk kavimleri, bu istilâ neticesinde çözülerek kavmî hüviyet­
lerini kaybettiler. Bunlar ile Moğol teşekküllerinin birleşmesinden
yeni kavimler meydana geldi ki, bunların dili Türk ve siyasî mâzileri
Moğol idi. Meşhur T im u r bunun tam bir örneğidir. Böylece bugün
Orta-Asya’daki Özbek, Kazak, Kara-Kalpak, Doğu-Türkistan Türkleri,
bu karışma ve kaynaşmadan meydana gelmiş yeni kavimlerdir.

Moğol istilâsı, Islâm âleminin çehresini de tamamiyle değiştirdi.


Halîfesiyle, memlûk ordusuyla, parlak kültürü ve zengin ticarî haya­
tiyle eski âlem ortadan kalktı. Moğol istilâsından sonra meydana gelen
yeni âlemde Türk kültürü mühim bir mevki aldı. Bu ise, Anadolu’ da
olduğu gibi, Mâvera un-nehr’de, Azerbaycan’da. Türk nüfusunun es­
kisine nisbetle çok yoğunlaşmış bulunması ile ilgilidir. Yalnız bu hususta
Anadolu diğer Türk ülkeleri arasında en başta geliyordu. Türk dili,
O sm a n lı im p a r a t o r lu ğ u n d a X V I. yüzyılda rakibsiz bir duruma
gelmişken, artık Türkistan denilen Mâvera un-nehr’ de X X . yüzyılın
başlarında dahi farsça halâ resmi dil olarak kullanılıyordu.

1 - Hazar - Ötesi Tiirkmenleri:

Moğol istilâsı üzerine Mâvera un-nehr, Horasan ve Azerbaycan’ da


yaşayan Türkmenler’in pek çoğu Anadolu’ya geldiler. Bunlar istilânın
önünden kaçmışlardı. MangışlcCk’ ta X . yüzyıldan beri yaşamakta olan
Oğuzlar bu istilâdan pek müteessir olmadılar. Çünkü, yurdları M an-
gışlak istilâ sahası üzerinde olmayıp kenarda kalıyordu. Bununla be­
raber, onlar ilk önce A l t ın -O r d u hanlarına, sonra da H ive’ de oturan
hanlara tâbi oldular. Mangışlak’takî Türkmenler’ in mühim bir kısmı
Salur boyundan idi. E b û ’ 1-G a z i H a n ’ın Şecere-i Ter akime’ sindeki
bir kayda göre, Ş a h -M e lik ’in öldürülmesinden dolayı başgösteren

139
dağılma üzerine410 Oğuzlar’ dan pek önemli bir küme Mangışlak’ a git­
miştir. Bu Oğuz kümesinin içinde her boydan olmakla beraber, çoğun­
luğunu Eymür, Döğer, İğdir, Çavuldur, Karlan, Solur ve Ağar boyla­
rına mensup kollar meydana getiriyordu. Mangışlak’ a giden bu Oğuz
kümesinin başında yine aynı müellife göre, K ı lı k ( jLS ) B eğ , K a ­
zan B e ğ ve K a r a m a n B e ğ vardı411. Mangışlak’taki Salurlar’m İçki
(İ ç ) Salur ve Taşkı (D ış) Salur olmak üzere iki kola ayrıldıkları bi­
liniyor. Türkmenler, X V II. yüzyılda Y o m u t , E rs a rı, T e k e ve S a rık
gil>i büyük Türkmen topluluklarının Solurlar’ dan çıktığına inanı­
yorlardı412. Eğer bu iddia doğru ise, bugünkü Türkmenistan Türk­
menlerinin ezici çoğunluğunun aslında Salurlar’ dan olduğunu kabul
etmek icab eder413. Halbuki Salurlar’ dan önemli kolların da batıya göç
etmiş olduklarını biliyoruz414.

Mangışlak’ ta Çavuldur (Çavundur) ’lardan da pek mühim bir kol


bulunuyordu. Bu Çavuldurlar ile İğdir ve Soynacılar’ a mensup bir
zümre R u s Ç arı P e t r o zamanında Kalmuklar tarafından Kuzey
Kafkasya’ya götürüldüler. Bunların nüfusları 1912’de 15 534 olarak
hesab edilmiştir. Kafkasya’ya götürülen bu türkmenler uzun müddet
Orta Asya’ daki eldaşları ile münasebetlerini kesmemişler ve M a h d u m
K u lu ’yu onlar da büyük şâirleri olarak tanımışlardır.415 Yaşadıkları
bölgenin adiyle “ Stavrapol Türkmenleri” denilen bu Türkmenler
varlıklarını zamanımıza kadar muhafaza etmişlerdir. X . yüzyıldan
beri Mangışlak yarımadasında yaşıyan Türkmenler, bilhassa Nogay-
lar ve Kalmuklar’ ın saldırışları sonucunda bu yurdlanndan göç
edip, Balhan ve Horasan’ a, gelmişlerdir. X I X . yüzyılda artık orada
hiç bir Türkmen’ e rastgelinmiyordu. Balhan ve Horasan bölgelerin­
deki Türkmenler seyyahlara asıl yurdlarının Mangışlak olduğunu

410 Şecere-i Terâkime , s. 61.


411 E b û ’ l-G a z i bu kaydı da Câmi ut-levârih?ten almış görünüyorsa da elimizdeki nüs­
halarda böyle bir ifade yoktur. Bu nüshalarda yeri boş bırakılmış bir beğin 1000 atlı ile
Ceyhun'un orta yatağında yurd tuttuğu, K u t lu ğ B eğ, K a z a n B eğ ve K a ra m a n B eğ’ in
onun oğullan olduğu söylenmektedir.
412 A y n ı eser , s. 69, 72, 73.
413 1863 de Türkmenler arasında bir seyahat yapan meşhur T ü r k o lo g A. V â m b ery,
196500 çadır olarak hesap ettiği bütün Türkmenler9den Salurlar4’ı 10000, E r Sarıları 50000,
Sarıklar’ı 10000 ve Tekeler’ i, 60000 ve Yomutlar*ı 40000 çadır olarak gösterir ki (Travels in
Central A sia , s. 309), bunların toplamı 170000 ediyor.

414 ikinci Bölümde Salur boyu bahsine bk.


415 Bu Türkmenler hakkında, V. B a r th o ld , a History o f the Turkman people , Four stum
âies on the history o f ccntra} A sia , tercüme eden V. ve T. M in orsk y , Leiden , 1962, s. 157-159.

140
söylemişlerdir ki,416 onların ezici çoğunluğu için bu söz bir gerçektir.
Şecer-i Terâkime’de Balhan dağlarında eskiden beri oturan Türkmen­
ler olarak Oklu, Göklü, ve Sultanlı oymakları zikrediliyor.417 KOklu
Türkmeni X V I. yüzyıla ait S a fe v î kaynaklarında Eymür (E ym ir),
Salur ve Göklenler ile birlikte geçer. Bunların hepsine birden Yaka
Türkmeni veya Sayın Hanlı Türkmenleri deniliyordu. Türkmenler’in
büyük şâiri M a h d u m K u lu ’yu çıkarmış olan Göklenler, Gürgen
( Curcan) ırmağının yukarı yatağında yaşıyorlardı. Bunların kabilevî
bir birlik teşkil etmedikleri görülüyor. Bu kümede ( V â m b e r y ’ye
göre 12 000 çadır), az nüfuzlu Beğ-Dili, Bayındır, K a yı ve Eymür
gibi boylara mensup oymaklar görülmektedir.418 Buradaki K a yı
obası O sm a n lı lıâ n e d a n ın ın kendi boylarından olduğunu biliyor­
d u 419.
Şecere-i Ter akime’ de,420 Belh’in batısında, Aııdhoy çevresinde
yaşayan A li-E li Türkmenleri’ nin aslı kul, yani köle olan bir yaban­
cının oğlundan geldikleri söyleniyor. Halbuki X IV . yüzyılın ikinci
yarısında M erv civarındaki Mâhâ n’da A li B e ğ adlı oldukça kudretli
bir beğ vardı.421 Yine Şecere-i Terâkime’y e göre,422 H ızır-E li, A li’nin
kardeşi H ız ır ’dan, Kullar oymağı A l i ’nin diğer kardeşi Ik (yahut)
Eyik)'den, Kara-lvli (E v li) 1er de yine A l i ’nnı kardeşlerinden Kaşğa’-
dan inmişlerdir. Bu durumda burada geçen Kara-Ivliler’ in bu addaki
Oğuz boyunun bir kalıntısı olduğu düşüncesi zayıflıyor. Gerçekten
Anadolu’ da da zamanımızda Kara-Evli adh bir oymağa rastgelinmiş
ise de, bunun da menşei şüphelidir.423

Kara-lvliler, yine Şecere-i Terâkime’ye göre,424 A m u -S u yu ’ nun


kıyısında ve Acı-Deniz (Hazar D enizi)’ in yakınında oturmakta olup,
toprakları verimsiz ve sayıları da azdı. Aynı eserde Balkan’daki “ Te-
veciler” , “ Eski Halk” oymaklarının da Türkmen olmayan kimselerden
türedikleri yazılıyor. Bütün bunlar ve diğer tarihî bazı deliller Hazar-
ötesi Türkmenleri arasına zamanla, Çağatay, Özbek ve sair uluslara

416 V â m b e ry , aynı eser, s. 325.


417 s. 61.
418 Vâmb&ry, aynı eser, s. 306; M es’ ud K e y h a n , Tarihli coğrafya-i mufassalcı İran ,
1311 şM II, s. 102-103, 309; R .R . A ra t, Göklen maddesi, I.A., IV, s. 809-811.
419 A. B u rn es, aynı eser, III, s. 199.
420 s. 75.
421 B a r th o ld , a History o f ıhe Turkman people , s. 131.
422 s. 74-76.
423 Kara-Evli bahsine bk.
424 s. 76.

141
mensup oymakların, ailelerin ve şahısların girmiş olduklarını gösteri­
yor. Biz X V I. yüzyıhn ikinci yarısında hu Türkmenler arasında Celâyir
oymağımn bulunduğunu biliyoruz ki, bu oymak aslen Moğol olup,
evvelce Çağatay ulusuna dahildi.
Hazar - Ötesi Türkmenlerinin başlıca hangi boylardan geldikleri
sorusuna gelince, bu hususta, ehemmiyetlerine göre şu isimleri zikre­
debiliriz: Salur, Çavuldur (Çavdur=Çavundur), İğdir , Yazır, Eym ür
(E ym ir), Kar km. Bunlar Balhan ve Horasan bölgelerine Mangışlak’ -
tan gelmişlerdir. Onlar arasında görülmüş olan çok daha az ehemmi­
yetli diğer boylar ise Bayındır, Beğdili ve K a y i dır. Üç-Oklar’ın Boz-
Oklar’a nazaran nüfusça daha fazla oldukları da bir tahmin olarak
ileri sürülebilir.
Türkmenler, bütün seyyahlarca Orta A sya ’ daki Türk ellerinin
en savaşçısı olarak vasıflanmış olmakla beraber bir devlet kurmak
şöyle dursun, Noğay ve Kalmuklar’ a bile mukavemet edemedikleri
gibi, nefret ettikleri Özbekler’e de yüzyıllar boyunca vergi vermeğe
mecbur kalmışlardır. Halbuki Anadolu’ daki Türkmen toplulukların­
dan devlet kurmayan kalmamıştı. Hazar-ötesi Türkmenler i’ nin siyası
bir birlik meydana getirememeleri, onların yerleşik hayata geç intibak
etmelerine ve bugün parçalanmış bir duruma düşmelerine sebeb ol­
muştur. Şimdi onların büyük çoğunluğu (bir milyon kadar) Türkme­
nistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ ndc yaşamakta, bazı mühim top­
lulukları da İran ve Afganistan devletlerinin teb’ası arasında bulun­
maktadır
E b û ’ l-Gazi’nin eserinden öğrendiğimize göre, X V II. yüzyılda
Türkmenler’ in elinde birçok Oğuz-nâmeler görülmekte idi. Bu Oğuz-
nâmeler’ in muhtevaları hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü,
hiç birisi elimize geçmemiştir. Yalnız şu kadarını biliyoruz ki, bu Oğuz-
nâmeler’de de D e d e - K o r k u t ve S a lu r K a z a n ile ilgili bahisler bu­
lunmakta idi. 425. Bu Oğuz-nâmeler’e Cami’iit-Tevârih’in kaynak olup
olmadığı hususunda kati bir şey söylemek mümkün değildir.

Oğuz-nâmeler X IV . - X V II. yüzyıllar arasında Harizm’ den Rum ­


eli’ne kadar bütün Oğuz Türklüğü’ nün yaşadığı yerlerde söyleniyor ve
okunuyordu. Bu, bütün Batı Türklüğü'’nde müşterek bir gelenekti. X V II.
yüzyıldan itibaren bu Oğuz-nâmelerin yerini Kör-Oğlu destanı aldı.
K ö r -o ğ lu , X V I. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında Bolu sancağının
Gerede kazasında, buyruğunda bulunan bir kaç yüz adamla haydutluk

4-25 III. Bölüme bk.

142
yapmağa başlamış bir yiğit idi; anlaşıldığına göre müteakiben bu işi
Tokat-Sivas arasındaki Çamlı-Bel’ de devam ettirmiş ve ihtimal sonra
büyük C e lâ li hareketlerine katılmıştır. Âşıklar daha X V II. yüzyılın
başlarında onun yiğitliklerinden bahseden destanlar okumağa başla­
mışlardı. Bu destan Türkiye’ den İran’ a gitmiş ve oradaki Türkler’ in de
en çok sevdikleri destanları olmuştur. Sonra Kör-Oğlu destanı Hazar-
Ötesi Türkmenleri’ne ulaşmış ve onlar da bunu millî destan olarak be­
nimsemişlerdir. Fazla olarak, F e r h a d ile Ş irin , T â h ir ile Z ü h re,
K e r e m ile A s lı gibi halk hikâyeleri de İran ve Anadolu Türklerinde
olduğu gibi, onların da en sevdikleri hikâyelerdi. Böylece, mezhebi
münaferete rağmen, Oğuz elinin üç ayrı yerde (Anadolu, İran, Hazar-
Ötesi) bulunan toplulukları arasında yeni ortak kültür mahsûlleri mey­
dana gelmiştir ki bu, pek dikkate şâyân bir husustur. Hazar-Ötesi
Türkmenleri, siyasî bir varlık gösterememişlerse de, M a h d u m K u lu
gibi, büyük bir şâir yetiştirmişlerdir. X I X . yüzyılda Türkiye’ deki son
Türkmen oymaklarının da D a d a l-O ğ lu , E l- B e ğ l i - O ğ l u ve G ün-
d e ş li-O ğ lu gibi, tanınmış şâirleri olduğunu biliyoruz. Bu münase­
betle Türkmenler’in her zaman ve her yerde daima millî şâirler yetiş­
tirmiş olduklarını belirtmek lâzımdır.

2 - İran:
İran’a gelen Moğollar’ ın gayet iyi yetiştirilmiş ve mükemmel teş­
kilâtlı bir orduları olduğu gibi, tecrübeli memurların başında bulun­
duğu bir büroya da sahiptiler. Bu büroda Uygur yazısı ve 12 hayvanlı
Türk takvimi kullanılıyordu. İran’da Uygur yazısı Moğollar’ dan sonra
bırakıldı ise de 12 hayvanlı Türk takvimi son asra kadar kullanılmak­
ta devam etti. Çünkü bu takvim güneş yılı esasına dayandığından
malî mevzuata uygun geliyordu. Bu divanda yazı dili olarak moğolca’-
nın yanında türkçe’nin kulanıldığı hükmünü verdirebilecek bazı deliller
vardır. Devletin dayandığı el (ulus), hâkim kümeyi meydana getiren
Moğol unsuru ile onların maiyyetinde bulunan Türkler’ den müteşekkil­
di. Moğol unsuru, Celâyir, Suldus, Bisuut, Sünit, Kurulas ilh... olmak
üzere asıl moğol ulusuna mensup boyların obaları ile Tatar, Kireyit,
Uyrat ve şâire gibi moğolca konuşan kavimlerin kollarından meydana
gelmişti.
Türkler’ e gelince, bunların pek mühim bir kısmını Uygurlar teş­
kil ediyordu. Uygurlar yalnız devlet memuru ve din adamı olarak değil,
mühim sayıda asker olarak da gelmişlerdi. Uygurlar’ dan başka Kıpçak
Karluk, K üçey ve şâire gibi diğer Türk kavimlerine mensup çok sa­
yıda unsurlar da vardı. Bunların bir kısmı Moğol hanları ve beğleri-

143
nin maiyyetleri ve askerleri arasında bulunmakta idiler. Böylece Iran
Moğolları arasında başlıca iki dil konuşuluyordu: moğolca ve türkçe.
M oğolcim n, gittikçe ehemmiyetini kaybetmekle beraber, X IV . yüz­
yılın ikinci yarısına kadar konuşulduğu muhakkaktır. İlk Moğol han­
ları H u lâ g ü , A b a k a ve hattâ A r g u n ’un türkçe bildikleri şüphelidir.
G a za n ve haleflerinin bu dili öğrenmiş oldukları anlaşılıyor. Esasen,
Moğollar arasındaki Türk unsurunun ehemmiyet kazanması da bu
hükümdar ile başlar. Moğollar*m Islâmiyeti kabulleri ile tüıkleşmeleri
arasında yakın bir münasebetin mevcudiyeti görülüyor. Her halde iki­
si bir birine tesir etmiş olsa gerektir. U lc a y t u (1304-1316) zamanında
başta Uygurlar olmak üzere, Türkler mühim mevkilere geçtiler. U y­
gurlar’ dan S e v in ç A k a , E b û -S a id ’in atabeği ve beğlerin başı idi.
Onun kardeşi Ö ğ r ü n ç de, bir Uygur tümeninin başında, nüfuzlu emir­
lerden biri olarak görünüyor. Diğer büyük Uygur emirlerinden biri
de asîl bir aileye mensup bulunan E se n (İs e n ) K u t lu ğ idi. İ lh a n lı
devletinin çökmesinden sonra Anadolu’ da bir devlet kuran E r e t n a ’-
nm da Uygur Türklerinden olduğunu bunlara ilâve edebiliriz. E re t-
n a ’nın ağabeyisi T u r u m t a z da Gazan ve U1 c a y t u’nun emirleri ara§
sında bulunuyordu. Bu hükümdar zamanında A l i- K u ş ç u ve kardeşleri
B a y ıt m ış ve İ l-B a s m ış ve diğer bazı emirlerin de Kıpçaklar’ dan
olduğu göJrülüyor 426.

G a z a n H a n Müslümanlığı devletin resmî dini yapmış olmakla


beraber, kavminin mâzisine ve geleneklerine bağlı bir hükümdardı.
Moğollar’ m tarihini iyi bilen P u la t C in s a n g ’m anlattıklarını zevkle
dinliyordu. Kısa süren hanlığı esnasında devletini tensik için tedbirler
alırken, Türk ve Moğollar’m tarihlerinin yazılmasınıda emretmişti. İslâm
müellifleri, umumiyetle Moğollar’ ı Türkler’’ den bir kavim saymışlar ve
bazan onları Türk olarak vasıflamışlardır. Dış benzerlik ve Moğollar
arasında pek çok Türk bulunması onlardaki bu kanaatin başlıca sebeble-
ri olsa gerektir. G a z a n H a n ’ın sarayında da böyle bir fikir mevcut idi.
Ctt-nıi ut-tevârilıte bu fikrin tam olarak aksettirildiği görülüyor. Türk ve
Moğol ensabı, bir birinden ayrılmış olmakla beraber, Türk adı altında
aynı bölümde incelenmiş, bu arada Oğuzlar’m ensabma da geniş bir
yer verilmiştir 427.
E b u -S a id B a h a d ır H a n ’ın 1335 yılında ölümünden sonra
Moğol kudreti kırıldı. Moğollar arasında, bozkırlarda olduğu gibi kanlı

426 Bu hususta tafsilât için: F. Süm er, Azerbaycan’ın lürkleşmesi tarihine umumî bir
bakış9 Belleten, X X I , sayı 83, s. 427-447.
427 Bu hususta Üçüncü Bölüme bk.

144
ve uzun bir iç mücadele başladı. 1277 yılında Moğollar Anadolu’nun
fiilen idaresini ellerine aldıktan sonra bu ülkede mühim sayıda bir
Moğol kuvveti bırakılmıştı. Bu kuvvetin başında merkezden tayin
edilen bir emîr vardı. İkinci büyük Moğol kuvveti de merkezi M usul
olan Diyarbekir vilâyetinde bulunuyordu. Bu kuvvetin mühim bir kıs­
mını kalabalık Moğol U y rat boyu meydana getiriyordu.
E b û -S a id B a h a d ır H a n ’ın ölümü üzerine I lh a n lı tahtına
çıkarılan A r p a g a u n ’u (kısaca A r p a ), Diyarbekir vâlisi U y r a t A li
P â d iş â h tanımadı; M u sa adlı bir şehzadeyi h an ilân ederek A r p a ’-
nın üzerine yürüdü. A r p a -H a n yenilib öldürüldü ve yerine M usa
geçirildi. A li P â d iş â h devlete hâkim oldu. Fakat A li P â d iş a h ’ın
ikbal günleri çok sürmedi. Anadolu umumî vâlisi olan C e lâ y ir Ş ey h
H a şa n , mühim bir kuvvetle gelerek iktidarı A li P â d iş a h ’m elinden
aldı (1337). Böylece İran a Anadolu’ dan ikinci bir küme daha gelmiş
oldu. C e lâ y ir Ş e y h H a şa n da karşısında yaman bir rakip buldu.
Bu, U lc a y t u ve E b û -S a id ’in beğlerbeğisi meşhur S u ld u s Ç o b a n
B e ğ ’in torunu ve D e m ir -T a ş ’ın oğlu K ü ç ü k Ş ey h H a şa n idi.
K ü ç ü k Ş e y h H a şa n , Anadolu’ da bulunuyordu. Ş e y h H a sa n ’ın
ortaya çıkması ile iki büyük ve asil aile karşı karşıya gelmişlerdi. Mü­
cadeleyi K ü ç ü k Ş e y h H a şa n kazandı ve B ü y ü k Ş e y h H a sa n ’ı
Bağdad ile yetinmeğe mecbur etti (1339). Anlaşılacağı üzere artık İran’
ın siyâsî mukadderatına Anadolu hâkim olmağa başlamıştı ki bu, X V I.
yüzyıla kadar devam edecektir. Yani İran, Rum-eli gibi, kavmi bakım­
dan Anadolu’nun bir uzantısı halini aldı. Bu keyfiyet Moğol istilâsı
üzerine Anadolu’da mühim bir nüfusun yığılmış olmasından ileri ge­
liyor. K ü ç ü k -Ş e y h H a s a n ’ın ordusunda kalabalık sayıda Anadolu
Türkmenleri de vardı. Ş e y h H a s a n ’ın halefi ve kardeşi M e lik Eş-
r e f ’in gözde emirlerinden B e ğ c e g iz , Anadolu Türkmenler i’ nden
olup, babası Ç o b a n S â lâ r oğlu H a c ı M e h d i idi. Moğollar’ m gelişi
üzerine, Azerbaycan ve Errân’ da pek kalabahk bir halde yaşayan Türk-
menler’ in Anadolu’yu göç etmiş oldukları, yukarıda söylenmişti. Ni­
tekim X IV . yüzyılın ikinci yansına kadar olan zamanda ■bu bölgede
Türkmenler’ in bulunduklarına ait bugüne değin herhangi bir kayda
rasgelinemiyor. Bununla beraber, Türkmenler’ den bir çok zümrelerin
Moğollar’ m tabiiyyetini kabul ederek Errân, Muğan ve Azerbaycan’­
da., Şehrizor-Hulvan-Dinever bölgesinde ( Kürdistaıı) yaşadıkları kabul
edilebilir. Moğol devrinde Sâve ve A ve taraflarında Halaç Türkleri’ nin
yaşadıklannı biliyoruz. Bunlar oralarda varlıklarını zamanımıza kadar
devam ettirmişlerdir42S. Sâve şehri X IV . yüzyılın ortalanna doğru E-

428 Kalaclar hakkında, bk. F. K ö p r ü lü , Halac maddesi, İ.A., V, s. 109-116.

145
jmır Ş e y h H a s a n -i K a r lığ ım (>JjU) eline geçmişti ki, buradaki
Karlığ sözü, bu addaki Türk kavmini ifade etse gerektir. Yine C e lâ y ir
S u lta n A h m e d devri emirlerinden bir de P îr H ü s e y in -i K a r lu k ’u
(jJj^5) görüyoruz ki 429, bunun, E m îr Ş e y h H a s a n -i K a r lu ğ ’un
akrabası olması mümkündür.
Fars’a gelince burada S a lg u r lu hânedaıu Moğollar’ ın tâbiiyye-
tini kabul ederek varlığım 1286 yılma kadar sürdürdü. Bu bölgede
bulunan Türkler (başlıca Halaçlar ve Türkmenler) S a lg u r lu d e v l e t i ’nin
ortadan kalkmasından sonra da kavmî varlıklarını devam ettirdiler.
Yine Moğol devrinde Türkmenler’ den. bir topluluk, Kirm an’ da
(siyasî bir kuvvet olarak) yaşamakta idi. Aynı devirde başta Ya
zırlar olmak üzere Türkmenler’ den bazı oymakların da Horasan’ da
yaşadıklarını biliyoruz.
X IY . yüzyılın ikinci yarısında Errân ve Muğan’ da Türkmenler’ in
( Terâkime) yaşadığını görüyoruz 430. Bunlar arasında en varlıklı Türk­
menler Errân’ da yaşayan Çobanlı Türkmenleri i d i431.

Yukarıda bahsedilen emirler arasındaki mücadele sonucunda İl-


h a n lı im p a r a t o r l u ğ u parçalanarak bir takım küçük devletler m ey­
dana gelmişti. Bu arada Türkmen Kara-ICoyunlu oymağı da durumdan
faydalanarak gittikçe kuvvetini arttırıp Musul-Erzurum arasındaki böl­
genin mühim bir kısmına hâkim oldu. X IV . yüzyılın sonlarına doğru
onlar Nahçivan, H oy ve diğer bazı yerler olmak üzere İran’ın uç vilâ­
yetlerini ele geçirdikleri gibi, vakit vakit Tebriz’i dahi işgalleri altına
aldılar. Yine bu esnada dahilî mücadeleden çok zahmet çekmiş olaıı
Uyratlar, Erbil yöresinde yurd tuttular. M e h m e t S aru adlı bir Türk­
men beyi de Şehıizor’ a hâkim oldu. Görmüş olduğumuz gibi Şehrizor
bölgesi S e lç u k lu fethinden beri daima Türkmenler’in kalababk halde
yaşadıkları bir bölge idi. Moğollar’ ın gelişi esnasında da (1231) Şem s
u d -d in S e v in ç adlı bir Türkmen emîri Erbil-Hemedan arasındaki
yolu kontrolü altına almıştı. Bu Türkmen beği (IjJLtJ) adlı bir oym a­
ğa mensuptu. Buyruğunda epeyce mühim bir topluluk bulunan S e-
v in ç , Erbil emîri G ö k - B ö r ü ’ye ait Sârû ( j j l - ') adlı bir kaleyi de
eline geçirmişti. S e v in ç sonra 627 (1229-1230) yılında Meraga’ya
yakın bir yerdeki çok müstahkem Rûyin-dîz kalesine de hâkim oldu.

429 F. Süm er, Azerbaycan'ın türkleşmesi tarihine umumî bir bakış , s. 438-439.
430 H â fız -i E bru , Z eyl-i Câmi ut-tevârih-i Reşidi, Tahran , 1317 ş., s. 190, 245; Tarih-i
Şeyh Uveys , J.B. V a n L o o n , Lahey , 1954, s. 183.
431 C la v ijo ’nun İngilizce ve ondan yapılan türkçe tercümesinde geçen Çobanlı adının
Çepni olduğu - bir şüphe üzerine - tesbit olunmuştur.

146
Fakat kendisi aynı yılda kuşattığı Meraga fda bir ok isabetiyle öldü.
S e v in ç ’ten sonra Rûyin-dîz kalesini kardeşinin, onun da Moğo/Zor’la
yapılan bir çarpışmada ölmesi üzerine, kızkardeşinin oğlu elinde tut­
m uştur432. Yukarıda adı geçen M e h m e t S a ru ’nun ikinci adıyla aynı
addaki kale arasında bir münasebet olup olmadığı üzerinde bir şey
söylenemiyor. Yalnız M e h m e t S a ru ’nun buyruğundaki Türkmen
oymağının kendisinden sonra Sarulu adıyla anıldığını ve bu oymağın
zamanımıza kadar varlığım muhafaza ettiğini biliyoruz.
Kara-Koyunlu beği K a r a - Y u s u f X V . Yüzyılın başlarında Azer­
baycan’ı T im u r lu la r ’dan ve Arab Ira k im da C e lâ y ir S u lta n A h ­
in e d’ ten aldı. Bunun sonucunda Doğu-Anadolu’nun uc bölgesinde
oturan Türkmenler’in mühim bir kısmı Azerbaycan’ a geldiler. Gelen­
ler arasında asıl yurdu Maraş bölgesi olan Ağaç-Eri Türkmenlerinden
bir oymak da vardı ki, bu oymak İran’da zamanlınıza kadar varlığını
muhafaza etmiştir. Kara-Koyunlular sonra hâkimiyetlerini Siistan ’a
kadar uzattılar. Bu başarıları K a r a - Y u s u f ’un küçük oğlu ve ikinci
halefi C ih a n -Ş a h elde etmişti. C ih â n -Ş a h bize türkçe şiirler bırak­
mış, Türk hükümdarlarından biridir 433. Onun Tebriz’de yaptırdığı Gök-
Mescit de zamanımıza kadar gelmiştir. Kara-Koyunlu topluluğu başta
Azerbaycan olmak üzere İran’daki Türkmen ve Türk oymaklarının da
katılması ile oldukça büyük bir ulus haline geldi. Bu ulusu meydana
getiren başlıca boylar şunlardı: Sa’dlu, Baharlu, Alpağut, Duharlu,
Ağaç-Eri, Hacılu, Karamanlu, Çekürlü. Bu boylar K a r a - K o y u n lu
devleti yıkıldıktan sonra da varlıklarını uzun bir müddet devam ettir­
diler.
K a r a - K o y u n lu hânedanına Baranlu denilmekte idi ki, bu adın
nereden geldiği kesin olarak anlaşılmamıştır. Bunun gibi bu oymağın
Oğuz boylarından hangisine mensup olduğu da bilinemiyor. M in o r­
s k y Kara-Koyunlular ’m Yıva boyundan geldikleri fikrindedir ki 434,
şimdiki durumda en isabetli tahmin de bu, gibi görünüyor.
Kara-Koyunlular, kendi kavmi hususiyetlerini muhafaza etmek­
le ve millî an’ anelerine bağlı kalmakla beraber devlet teşkilâtları umu­
miyetle selefleri C e lâ y ir lile r ’inkinin aynı idi. Kar a -K oy unlular’ dan
sonra İran’ da hüküm süren diğer devletler de umumiyetle bu devletin
teşkilâtına bağlı kalmışlardır.

432 lbn ul-Esîr , X II, s. 229.


433 V. M in o rsk y , Jihan-Shoh Qaro-Qoyunlu and his poetry , BSOAS, X V I, 2 (Turkm e-
nica 9), s. 20 ve devamı.
434 The Clan o f The Qara-Qoyunlu rulers, K öprülü Armağanı, s. 391-395.

147
Kara-Koyunlu ulusunun belli başlı oymaklarından biri olan Ba-
harlu teşekkülünün mühim bir kısmı, K a r a - K o y u n lu devletinin
yıkılması üzerine, A k - K o y u n l u l a r ’ a boyun eğmiyerek Horasan’ a
göç etmişti. Bu oymak mensublarmdan bir çoğu oradan Hindistan’ a.
gidib, B e h m e n î hanedanının hizmetine girdiler. Bunlardan S u lta n
K u lu , Golkonda (Dekkân)’da 1512 yılında istiklâlini ilân ederek K u -
tu b -Ş â h ile r devletini kurdu. K u tu b -Ş â h îlerh â n ed a n ın d a n M u h a m ­
m ed K u lu ise Haydar Abâd şehrini tesis etti ve hükümet merkezini
oraya nakletti. K u t u b -Ş â h île r devleti 1098 (1687) yılma kadar sür­
dü. Bu hânedan mensuplan da idare ettikleri yerlerde İslâmlığı kuv­
vetlendirmişler, Dekkân’ ın bugün en büyük şehri olan Haydar Abâd
şehrini kurduktan başka, bir çok İçtimaî eserler vücuda getirmişlerdir
ki, bu eserleri bu gün de görmek mümkündür. Böylece Türkmen kav­
mi, diğer Islâm ülkelerindeki büyük tarihî rolünün yanında Hindis­
tan’da da hâtıralar bırakmaktan geri kalmamıştır. Yine Hindistan’­
daki B a b ü r l ü i m p a r a t o r l u ğ u n u n büyük emirlerinden bazıları
da ( B a y r a m H a n ve oğlu A b d u r r a h i m H a n gibi) Türkmen
Baharlu boyundan idiler.

Kara-Koyunlular’ın ezelî rakipleri Ak-Koyunlular, Diyarbekir böl­


gesinde yaşıyorlardı; beğlerinden K a r a - Y ü lü k O sm a n B eğ , mer­
kezi Am id olmak üzere bir beğlik kurdu. Torunu U zu n H a şa n B e ğ
ise (ölm. 1478) K a r a - K o y u n lu C ih a n -Ş a h ’ı ve Horasan-Türkis-
tan hükümdarı E b û - S a id ’i yenerek, bu beğliği bir İmparatorluk ha­
line getirdi. Bu A k - K o y u n l u İ m p a r a t o r lu ğ u Erzincan’dan Hora­
san’ a, Basra’ dan Şirvan’a kadar uzanıyordu. Böylece, beşinci defa olarak
Anadolu’ dan gelen bir kuvvet İran’ a hâkim olmuştu. U z u n -H a s a n
B e ğ az tanınmış büyük bir hükümdardır. Âdil, halka karşı şefkat ve
merhamet hisleriyle dolu, ahlâkî değerlere bağlı bir insandı; kendisin­
den önce ihdas edilmiş bazı vergileri “ bid’at” sayarak iptal etmiş ve
vergilerin âdil bir şekilde tahsil edilmesi için bir kanunnâme vücuda
getirmişti ki,bu kanun-nâme S a fe v île r devrinde de uzun bir zaman kul­
lanılmıştır. H a şa n B e ğ , aynı zamanda İran’ın bazı bölgelerindeki kötü
geleneklerin ortadan kaldırılması için de mücadele etmiştir; ilim adamla­
rına da çok itibar eder, huzurunda sık, sık İlmî mubahaseler yaptırırdı.

H asan B e ğ ’in bugüne kadar iyice bilinmeyen bir tarafı da ken


dişinde belirli bir kavmî şuurun mevcudiyetidir. H a şa n B eğ , kendi­
sini Anadolu Türkleri’ nin hükümdarı sayıyor ve O ğ u z H a n ’ın soyun­
dan gelmekle öğünüyordu. Bu arada Hazar-Ötesi Türkmenleri’nin de
kendi kavminden olduğunu biliyordu. Ak-K oyu nlu oymağı Oğuzlar’ ın

148
24 boyundan Bayındır boyuna mensuptur. Bununla ilgili olarak A k -
Koyunlular daha H a m z a B e ğ ’den itibaren paralarına, fermanlarına,
bayraklarına, Bayındır boyunun damgasını koydurmuşlardır. Osm a n ­
lı hânedanında kavmî şuurun canlanmasında A k - K o y u n l u l a r ’ın
mühim bir rolü olduğu anlaşılıyor. H a şa n B eğ , ibadet için okunmak
üzere K u r’an’ı türkçeye tercüme ettirmişti; fakat o zamanki din adam­
larının ve âlimlerin kendisini desteklememesi yüzünden bu teşebbüs
muvaffak olamamıştır. H a şa n B e ğ ’in bu hareketi gâliba Türkler
arasında C u m h u r iy e t devrine kadar yapılmış ilk ve son teşebbüs­
tür.

1 1 -IIa n h Ia r'ın başlıca Celâyir ve Suldus boylarına dayandık­


ları ve büyük emirlerin bu boylardan çıktıkları gibi, A k - K o y u n l u ­
la r da başhca Pürnek ve Musullu boylarına dayanmışlardır. Bu iki
mühim boyu Hamza-Hacılu, Kara-Hacılu, Emirlu, Izzeddin-Hacılu
gibi ikinci derecede boylar takip etmektedir. Ak-Koyunlular’ ın başa­
rıları üzerine Haleb Türkmenler’i, Dulkadırlı ulusu, Trabzon’un güney
batısındaki Çepniler’ den katılmalar olmuş ve böylece büyük A k -K o ­
yunlu eli meydana gelmiştir. Haleb Türkmenleri, A k-K oyu nlu ulusuna
M a n su r B e ğ ’in buyruğunda Avşar (A fşa r )’ dan büyük bir oymağı,
yine Avşar’ da.n Kutbeğilüler'i, Bayatlar’ dan mühim bir kolu vermişti.
S a t e v i devrinde, Pürnek v e Musullular Türkmen adı altında biri eşe­
rek varlıklarım bu devletin hizmetinde de devam ettirmişlerdir.

S a f i y u d d i n - i E r d e b i l î ’nin sünnî inançlara dayanarak kur­


muş olduğu tarikat eskiden beri Anadolu’ da bilinmekteydi. S a fe v î
ailesinden Ş ey h C ü n e y d , Er debimdeki şeyhlik postunu ele geçirmek
için amcası Ş e y h C a fe r ’e karşı giriştiği mücadelede muvaffak ola­
mayınca Anadolu’yu gitti. Kendisi şî’îliğe mütemayil bir insandı. Ş e y h
C ü n e y d , Anadolu’y u ziyareti esnasında köylüler ve göçebeler ara­
sında A li ve oğullarına karşı aşırı sevgi besleyen topluluklar gördü.
Şî’îliği bu köylü göçebe ve Türkler’e dervişler telkin etmişlerdi. Göçebe
ve köylü Türkler, batıl inançlara çok inanan ataları Oğuzlar gibi, bu
çeşit adamlara meclûb kimseler idiler. Onlar bu kimselerin gizli kuv­
vetlere sahip olduklarını sanıyorlardı. Esasen köylü ve göçebe Türkler’i
ziyaret eden, onlar ile daima temas ve münasebetlerde bulunanlar da
dervişler ve şeyhlerdi; aralarında medreseden yetişmiş olan adamlar
az olduğu gibi, şehir ve kasabalarda oturan medrese mensuplarının
onlar ile temasları da pek zayıf idi. Kısaca Türkiye’ de diğer Islâm ül­
kelerinde olduğu gibi, halkın çoğunluğunu teşkil eden köylü ve göçe­
beler medresenin tesiri dışında bulunuyorlardı. Diğer taraftan bu k öy­

149
lü ve göçebelerin pek mühim bir kısmı vergi veren halk (raiyyet) du­
rumunda idiler. Bunlar bu durumlarından memnun görünmüyorlardı.
Fazla olarak O sm a n lı devletinin devşirme teşkilâtı da gittikçe geliş
mekte idi. Bunun ileride S e l ç u k l u devrinde olduğu gibi, büyük
buhranlar meydana getirmesi mukadderdi.

Ş e y h C ü n e y d , Anadolu’ da birçok bölgelerde belki kendisinin


de ümit etmediği bir tarzda hararetle karşılandı. Yaptığı geniş bir do­
laşmadan sonra başına o kadar çok silâhlı adam topladı ki, Ş e y h -C ü ­
n e y d bunların başında Trabzon şehrini muhasara dahi etti (1456).
Bundan sonra A k - k o y u n lu H a şa n B e ğ ’in kız kardeşi ile evlenme­
mesi şöhretini ve taraftarlarının sayısını arttırdı. H a şa n B e ğ ’in ona
kız kardeşini vermesi ise rakibi K a r a - K o y u n lu C ih a n Ş ah ’ a karşı
C ü n e y d ’in, yardımını sağlamak gibi siyasî bir gaye ile ilgili idi. Ş ey h
C ü n e y d taraftarları ile Azerbaycan’ a döndükten sonra Ş ir v a n -Ş a h ’-
ın ülkesinden geçerek Çerkesler üzerine bir akın yaptı. C ü n e y d ’in bu
hareketi Ş ir v a n -Ş a h ’ı ürkütmüş ve kendisine haklı olarak C ü n e y d ’ ­
in ülkesini elinden almak gayesini güttüğü kanaatini vermişti. Ger­
çekten Cüneyd’in ülkeninden çıkıp gitmesini bildirmek üzere gön­
derdiği elçinin öldürülmesi üzerine yapılan savaşta C ü n e y d de aynı
âkibete uğradı. (1460). Cerbezeli, cesur ve faal bir insan olduğu anlaşı­
lan C ü n e y d ’in, ölümünden biraz sonra H a şa n B e ğ ’ in kız kardeşin­
den bir oğlu oldu. H a y d a r adı verilen bu çocuğu C ü n e y d ’in Anado-
Zu’lu Türk müridleri unutmadılar ve onun etrafında toplandılar. H a şa n
B e ğ ’in C ih a n -Ş a h ’ı yenerek İran’a, hâkim olmasından sonra, Ş ey h
H a y d a r da dayısının yardımı ile Erdebil’dekı şeyhlik postuna yerleşti.
Bilhassa Anadolu’ da geniş bir propaganda teşkilâtı kuruldu ve bu ül­
kenin her yerine halîfeler gönderildi. Böylece H a y d a r ’ın taraftarları­
nın sayısı gittikçe artıyoıdu. H a y d a r bunların başında babası gibi
Çerkesler’e karşı bir akında bulunduktan sonra, 1488’ de babasının ö-
cünü almak ve Şirvan’ı ele geçirmek için harekete geçti. Ş e y h H a y ­
d a r A k - K o y u n l u hükümdarı S u lta n Y a k u b 'u n müdahalesi ol­
masa idi, Ş ir v a n -Ş a h ’ı bertaraf edip ülkesini eline geçirecek idi. Er-
debil şeyhi gönderilen bir A k - K o y u n l u kuvveti tarafından yenilerek
öldürüldü (1488). H a y d a r ’ın, H a şa n B e ğ ’in kızı A le m -Ş a h Be-
g ü m ’ den doğan üç oğlu da Fars’taki muhkem İstahr kalesinde hap­
sedildiler.

A k -k o y u n lu h ü k ü m d a r ı Y a k u b B e ğ 1490 yılında genç


yaşında öldü; oğullan küçük olduğu için hânedan âzası arasında sal­
tanat mücadelesi baş gösterdi. 1492 yılında A k - K o y u n lu tahtına

150
çıkarılan H a şa n B e ğ ’in toıunlarından R ü s t e m B eğ , S u lta n Y a -
k u b ’un oğlu B a y -S u n g u r ile mücadelesinde H a y d a r ’m oğulların­
dan faydalanmak için onları hapisten çıkardı. Kısa bir zamanda silâh­
lı müridleri H a y d a r ’m oğullarının etrafında toplandılar. R ü s te m
onların yardımı ile rakibini bertarafetti. Fakat S a f e v i m ü r id le r i’nin
çokluğu A k - K o y u n l u h ü k ü m d a r ın ı ve beğlerini ürkütmüştü. Bu
sebeble üzerlerine kuvvet sevkedildi. Yapılan çarpışmada H a y d a r ’ın
büyük oğlu S u lta n A li öldürüldü. S u lta n A li’nin kardeşleri İ s ­
m a il ve diğerleri ise sâdık ve fedakâr müridleri tarafından Gilân’ a
kaçırıldı. Fakat Azerbaycan ve Anadolu’ daki müridler ile münasebet­
ler kesilmemişti. Bu esnada Ak-Koyunlular arasındaki saltanat mü­
cadelesi kesilmeksizin şiddetli bir şekilde devam ediyordu. Bu mücadele­
den memleket harab oluyor, devlet gittikçe zayıf bir duruma düşüyor
ve A k-K oyunlu eli de maddeten ve manen çöküyordu. Nihayet 905
(1499-1500) de devlet ikiye taksim edildi. Azerbaycan, Errân ve Diyar-
bekir E lv e n d B e ğ ’ e, Acem ve Arab Irakları ile Fars ve Kirman
Y a k u b B e ğ oğlu M u ra d ’ a verildi. Dahilî mücadelelerden memleket
harab ve halk perişan bir duruma düşmüştü.

Türk tarihinde, hânedana mensup şahısların vilâyetlerin idare­


sine gönderildiklerini biliyoruz. Yine tarihimizde hükümdarın ölümü­
nü müteakib hânedan azası arasında saltanat mücadelesinin çıkma­
ması nâdir görülen bir vâkıadır. Hattâ, hânedan azasından biri hüküm­
dar olduktan sonra da akrabaları tarafından rahat bırakılmıyordu.
Bu meselede Türkler’ de hâkim olan telâkki “ hak kuvvetlinin” düsturu­
dur. Bu telâkki Türkler Islâm olduktan sonra da değişmeyerek eskisi
gibi devam etti. Fâtih gibi bir hükümdarın bile bu telâkkiye bağlı kal­
dığı, ancak hükümdarlık makamını eline geçiren oğluna “ nizâm-ı âlem
için” kardeşlerini öldürmek hakkını verdiği malûmdur.

Tarihimizde saltanat veraseti işinin sıkı bir kaideye bağlanma­


ması devletin başına kuvvetli şahsiyetlerin geçmesine imkân veriyorsa
da yapılan mücadeleler Türk devletlerinin gelişmelerini önlediği gibi,
daha mühim olarak da onların zayıflama ve yıkılmalarında en baş
âmili teşkil ediyordu.

İşte, A k - K o y u n l u devletinin yıkılmasında da bu hususun pek


mühim bir âmil olduğu görülüyor.

Türkiye’y e gelince, dirayetsiz bir hükümdar olduğu şüphe götür­


mez olan II. B a y e z id , bu yıllarda devlet işlerini büsbütün paşalara
bırakmıştı. Beğlerbeğiler ve sancak beğleri ve onlardan sonra gelenler

151
bulundukları yerleri istedikleri gibi idare ediyorlar ve birçok bölgelerde
halka baskı yapıyorlardı. Harekete geçmek için bundan daha müsait
bir zaman olamazdı. Bu sebeble Gilân’ da bulunan Ş e y h -H a y d a r ’m
oğlu İs m a il, yanındaki sâdık birkaç kişi ile oradan ayrıldı ve mürid-
lerini toplamak için Erzincan yöresindeki Saru-Kaya yaylağına geldi
(905 = 1500). Şah İ s m a il Saru-Kaya’dan adamlar göndererek mürid-
lerini yanına gelmeğe davet etti. Bu davet üzerine köylü ve göçebe
Türkler, görülmemiş bir sevinçle her taraftan bölük, bölük onun katma
geldiler. Hattâ bu münasebetle Dulkadır ilinde gerdeğe girmek üze­
re bulunan bir gencin dâvet haberinin gelmesi üzerine sevinçle
Erzincan yolunu tuttuğu anlatılır. Ş ah İ s m a il her taraftan, koşup
gelen müridlerinin başında Azerbaycan’ a hareket etti. İlk hedef
Şirvan idi. Ş ir v a n Şah’ı kolayca mağlup eden Şah İs m a il, A k -
K o y u n lu h ü k ü m d a r ı E lv e n d B e ğ ile karşılaştı. Nahçivan yöre­
sinde yapılan savaşta (907 Ram azan=1502 Mart) E lv e n d ağır bir
bozguna uğradı. Şah İ s m a il zaferden sonra Tebriz’ e geldi ve orada
hutbeyi 12 imam ve sonra da kendi adına okuttu. Bu suretle şî’î mez-
hebli S a fe v î d e v le t i kuruldu (1502). Şah İs m a il bundan sonra
üstüste zaferler kazanarak 10 yıl içinde hâkimiyetinin sınırlarını Cey­
hun’ dan Fırat’ a kadar uzattı; A k - K o y u n l u devleti ortadan kalktı
ve Horasan da özbekler’in elinden çıktı. Bu devletin kurulmasında ve
bu suretle İran’ da şi’i mezhebinin hâkim olmasında en büyük ınes’ -
uliyet A k - K o y u n l u h â n e d a n ın ın , sonra da O s m a n lı h ü k ü m ­
d a r ı II . B a y e z id ’indir. II. B a y e z id , ülkesinin yanı başında Islâm
âlemini parçalayıcı şî’î mezhebli bir devlet kurulurken devrin en kuv­
vetli ordusuna sahib bulunduğu halde buna tamamen seyirci kaldığı
gibi, kendi teb’asmdan binlerce kişinin bu devletin kurulmasına ka­
tılmasını da önlememiştir. O sm a n lı müverrihlerinden İ s fa h a n lı H o ­
ca M u h a m m e d ’in torunu H o c a S a d e d d in E fe n d i:

“ Başına tâc aldı çıktı ol pelîd


İtti bîidrâk Etrâki mürîd”

diyerek sözde Şah İ s m a il’i küçük düşürmek istemiştir. Gerçekten


S a fe v î d e v le t in in kurulmasında, X V I. yüzyıldan itibaren bilhassa
menşeleri bakımından Türk olmıyan müelliflerin birçoklarınca Etrâk-i
bîidrâk (anlayışsız Türkler) denilen köylü ve göçebe Türkler’ in ihmal
edilmesi, onlara ehemmiyet verilmemesi başlıca âmil olmuştur. Bu
keyfiyet X V I. ve X V II. yüzyıllarda O s m a n lı d e v l e t in i n başına
Anadolu’ da mühim gaileler açacaktır. S e lç u k lu devrinde de bu ih­
malin ne acı sonuçlar verdiğini daha önce görmüştük.

152
S a fe v î d e v le t in in kuruluşu Türkiye’deki şi’iler arasında öyle
derin bir heyecan yaratmıştı ki, onlar birbirlerine “ şah” sözü ile selâm
veriyorlar, zahmetli yolculuğa katlanıp şahlarını ziyarete gidiyorlardı.
Kendilerine şah yerine Peygamber’ in merkadını ziyaret etmeleri tav­
siye edildiğinde: “ biz ölüyü değil, diriyi ziyarete gideriz” cevabını
veriyorlardı. Y a v u z S e lim ’in Ş a h -İ s m a il’ e karşı büyük bir azimle
giriştiği teşebbüs, şî’îliğin Türkiye’de daha fazla yayılmasını önlemiş,
Doğu-Anadolu’y u O sm a n lı d e v le t in e kazandırmış, Şah İ s m a il’in
zaferler silsilesine son vererek onu derin bir ye’se düşürmüş ise de, bil­
hassa Yeniçeriler’in itaatsizliği, devlet erkânının onu n kadar mes’ele-
nin ehemmiyetini kavramamış olmaları yüzünden kesin bir netice
vermemiştir.
Yukarıda verilen kısa bilgiden de anlaşılacağı üzere, S a fe v î d e v ­
le t in i kuran unsur tamamen Türkler’ den müteşekkildir. Bu unsurun
ezici çoğunluğunu da Anadolu’ lu göçebe ve köylü Türkler meydana
getiriyordu. Ş a h -İ s m a il, yukarıda söylendiği gibi, Erzincan yakın­
ında başına Anadolu Türkleri’ ni toplayarak, buradan Azerbaycan’a
yürüyüp devletini kurmuştur. Bu keyfiyet, S afe v î d e v l e t in in başlıca
dayanağı olan boy ve obaların yurdlarının bilinmesiyle daha iyi
anlaşılmaktadır. K ızıl-Baş ulusunu teşkil eden ilk kademedeki
oymaklar şunlardır: Ustacalı-Usta-Hacılu- ('S a fe v î eserlerinde Ustac-
lu ), Rumlu, Tekeli, Zulkadr, Şamlu, Afşar, Kaçar. Bunlardan Ustaca-
lular Sivas-Amasya bölgesinden gitmişti. Rumlular’m , Tokat-Amasya,
Çorum , Koyul-Hisar, Bayburt ve Ispir köylülerinden mürekkeb bir
teşekkül olduğu görülüyor. Tekeli, adını Teke sancağı denilen Antalya
bölgesinden almıştır. Tekeliler arasında Menteşe (Muğla bölgesi) köylü­
lerinden de bir bölük halk vardı. Zulkadr, Maraş, Elbistan, Yozgat
bölgesindeki Dulkadırlı ulusuna mensup bir boydu. Şamlu, yazın
Sivas’ın güney taraflarında ve Uzun-Yayla’ da oturan, kışın Haleb
bölgesinde yaşıyan Türkmenler’ in Beğdili, Harbendelu , İnallu gibi
oymaklarının kollarından meydanda gelmiştir. Devletin kuruluşunda
ve ilk devirlerde asıl mühim rolleri bu oymaklar oynamışlardır.
Afşar (A vşa r), Dulkadırlu (îmanlu Avşarı) , Haleb Tüıkmenler’i
( Gündüzlü ve Alplu Afşarı)ve A k-K oyunlu Afşarlar’ından (daha
önce İran’ a, gelen ve Kuh-Gilûye’de oturan Mansur Beğ Afşarları)
teşekkül etmiştir. Kaçar (K aça r)’ a gelince bu oymak X V . yüz­
yılın sonlarına doğru, A k - K o y u n l u l a r devrinde, Anadolu mm
Boz-Ok (bugünkü Yozgat) bölgesinden gelmiş ve Azerbaycan’da yurd
tutmuştu. İkinci kademede bulunan teşekkülere gelince bunlar: Var­
sak, Çepni, Cerid-Silsüpür, Turgutlu, Bayat, Bozcalu, Arabgirlu, Hınıs-

153
lu, Çemişgezeklü ve diğerleridir. Bunlardan Varsaklar ve Çepniler'in
devletin kuruluşuna katıldıklarını biliyoruz. Birincilerin yurdu Adana-
Tarsus bölgesinde, ikincilerinki de Trabzon’un güney batısında ve
Camik’de idi. Cerid-Silsüpür Dulkadırlu elinden ve Turgutlular Konya
bölgesinden gelmişlerdi. Bayat ise Haleb Türkmenleri’ne mensuptu.
Diğerlerinin yurdlarını taşıdıklatı isimler gösteriyor. S a fe v î d e v l e t i ­
n in kuruluşuna katılmış, AzerbaycanlI teşekkül olarak eskidenberi
Gence ve Berdaa bölgesinde oturan Karamanlı teşekkülü ile Tâlişler’-
den bir zümre görülüyor43S.

S a fe v î d e v le t i kurucusu Şah İs m a il, 1525 yılında vefat etti.


Onun çok cesur ve yaman bir savaşçı olduğunu biliyoruz; ana dili
türkçe idi. Kendisi farsça’ dan daha çok türkçe şiirler yazmıştır. Esasen
S a fe v î d e v le t in in ordusunda ve sarayında konuşulan mutad dilin
türkçe olduğunu biliyoruz; fa rç’a daha çok yazı dili olarak kullanılıyor­
du. Hiç şüpbe yoktur ki, S a f e v île r ’in sarayı S e lç u k lu la r ın ’kinden
daha fazla T ü r k idi. S a fe v î d e v le t in in teşkilâtı, selefi A k -
K o y u n lu la r ın k in in aynı idi. Yalnız askerî teşkilâta O sm a n lI­
lardı takliden topçu ve tüfekçi sınıfları katılmıştır. Yine O sm a n lı-
la r ’ı takliden Ş a h -A b b a s zamanında (1587-2628) Ermeni, Gürcü
ve Çerkeşler’den müteşekkil bir devşirme kuvveti de vücuda getirilmiş
ve mühim kumandanlıklar bu zümrenin mensuplarına verilmiş ise de
bu sistem, adı geçen hükümdardan sonra gelişmiyerek gittikçe ehemim-
yetini kaybetmeye başlamıştır. Kızıl-Baş ulusuna mensup Türkler,
bu devşirmelerden nefret ediyorlar ve onlara i(Kara-oğlu” adını
veriyorlardı.
S a fe v î devletinin kuruluşu başlıca şu sonuçları meydana getir­
miştir:
1 - Islâm âleminin ortasında bir şi’i dünyası vücuda gelmiş ve
Iran tecrit edilmiş bir duruma düşmüştür. Böylece bu ülkenin İslâm
dünyasında her bakımdan ( siyasî, İktisadî ve harsî) oynadığı mühim
rol da sona ermiştir. Buna karşılık S a fe v î devleti İran’ a uzun bir za­
mandan beri özlenen siyasî istikrar ve huzuru getirmiştir.
2 - S a fe v î devletinin kurulması, Türkiye ile Orta A sya arasındaki
hertürlü alâkâ ve münasebetlerin kesilmesine sebep olmuştur. Sa-
feviler’in İran’ı, Anadolu ile Türkistan arasında âdeta bir demir perde
haline gelmişti.

435 Bütün bu hususlarda, “ S a fe v î devletinin kuruluşuuda Anadolu Türkleri'niıı rolü”


adlı hazırlamakta olduğumuz bir inceleme yazısında tafsilâtlı bilgi verilmiştir.

154
3- Safevî hareketi Anadolu’ dan altıncı, fakat en devamlı ve en
kalabalık bir göç hareketine sebeb olmuştur. Bu göçler İran’daki Türk
unsurunu kuvvetlendirerek bu unsuru bilhassa Azerbaycan’ da nüfusça
da hâkim bir duruma getirmiş, buna karşılık, Doğu ve Güney Doğu-
Anadolu’ daki Türk unsurunu zayıflatmıştır. Şurası muhakkaktır ki,
Doğu-Anadolu S a f e v i idaresinde kalsaydı, bir müddet sonra burada
türkçeden başka hiçbir dil konuşulmıyaeaktı. O sm a n lı idaresi bu böl­
gedeki göçebe 'Türk unsurunu dahi yerinde tutamadı. Onların bir kıs­
mı İran’ a., bir kısmı da Orta-Anadolu’ya göç olmak zorunda kaldılar.
Bütün bunlara rağmen Anadolu ile İran’daki Türkler arasında
kültür münasebetleri yüzyıllar boyunca devam etti. Bu hususta ozan­
ların halefleri olan âşıklar, bilhassa büyük bir rol oynadılar. K e r e m
ile A slı, A r z u ile K a n b e r , Şah İs m a il, Â ş ık G a rib gibi, İran
Türkleri arasında teşekkül eden halk hikâyeleri Anadolu Türklerinin
de halk hikâyeleri oldu. Buna karşılık K ö r -O ğ lu destanı Anadolu’­
da İran’a gitti ve bu destan onların da millî destanı haline geldi. N as-
r e d d in H o c a fıkraları da, K ö r -O ğ lu destanı gibi, Anadolu’ dan
İran’ a gitmiştir.
S a fe v î devletine soıı veren N â d ir -Ş a h dikkate şâyaıı bir şah­
siyettir.
N â d ir -Ş a h (1736-1747), İran’dan Afganlılar’ı ve Osmanhlar’ı
çıkardıktan sonra Hindistan’ a kadar giden başarılı seferlerde bulun­
muştur. N â d ir -Ş a h , Afşar boyunun Kırklu oymağından idi. Kendi­
sinde kavmi duyguların çok kuvvetli olduğu görülüyor. N â d ir -Ş a h ,
Osmanlı hükümdarı I. M a h m u d ’ a gönderdiği mektuplarda, O s m an­
lı hânedanmın, kendi mensup olduğu Türkmen kavminin en büyük
ailesi olduğunu söylüyor ve sık sık kavmi akrabalıktan bahsediyordu.
Osmanlı divanından giden mektuplarda N â d ir ’in bu duygusuna ka-
tılındığını gösteren bir ifadeye rastgelinemiyor. Pek muhtemeldir ki,
ne O sm a n lı h ü k ü m d a r ı I. M a h m u d , ne de onun devlet ricali bu
akrabalığın farkında değillerdi. N â d ir aynı zamanda İran’ ın şî’i mez­
hebi ile İslâm âlemindeki tecrit edilmiş durumunu görerek meseleyi
halletmek için, samimiyetle harekete geçmişti. Onun Sünniliğe karşı
meyli açıkça görülüyor. Hattâ hayatının feci bir şekilde sona ermesin­
de ondaki bu Sünnilik temayülünün mühim bir âmil olduğu söyleniyor.
Muhakkak ki kavmt duyguları kuvvetli, inkılâpçı olan bu büyük şah­
siyeti derin bir gaflet içinde bulunan Osmanlı ricali takdir edememiştir.
İran’ da siyasî birliği, aynı asrın sonlarında Kaçar ( İran eserlerinde
Kaçar) hânedanı kurdu. 1925 yılına kadar hüküm süren bu hânedan,

155
İran’daki son Türk sülâlesidir. Kaçarlar kendilerini daima Türk hisset­
mişler, türkçe konuşmuşlar ve atalarının İran’a. H ü lâ g ü H an ile birlik­
te geldiklerine inanmışlardır. Yukarıda da yazıldığı gibi, Kaçarlar, X V .
yüzyılın sonlarına doğru A k - K o y u n l u l a r devrinde Anadolu’ dan İran’a
gelmişler ve Azerbaycan’da yurd tutmuşlardı. Onların Anadolu’daki yurd-
ları ise, Boz-Ok ( Yozgat) bölgesi idi; X V I. yüzyılda başlıca üç oymak­
tan meydana gelmişti: Şam Bayadı, Yıva ve Ağça-Koyunlu. Bu duru­
ma göre hânedan bu üç oymaktan birine (Y ıv a ? ) mensup olacaktır.
Kaçar adına gelince, bunun, bu üç oymağın başında bulunan bir beğ-
den geldiği muhakkaktır‘,3S. Kaçarlar’ ı Anadolu’ dan İran’ a getiren
belki de bu beğ idi.
Anadolu’ya Malazgirt savaşından (1071) sonra başlayan göçler,
X III. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. X IV . yüzyıldan itibaren
göç hareketleri aksi istikamette yani Anadolu dan İran’a yapılmaya
başlandı. Görmüş olduğumuz gibi, bu ülkeye X IV . yüzyıldan itibaren
Anadolu’dan gelen siyasî kuvvetler hâkim oluyorlardı. Bunlar başlıca
Uyrat A li P â d iş â h , Celâyir B ü y ü k Ş e y h H a şa n ve Ç o b a n lı K.Ü-
ç ü k -Ş e y h H a sa n ’ın başlarında bulundukları Moğollar, Kara-Ko-
yunlu, A k-K oyunlu, Safevi ailelerinin idaresinde olmak üzere, Türk-
menler’dir. Safeviler’ in devleti de, dayandıkları askerî zümre bakımın­
dan, Kara-Koyunlular ve A k-Koyunlular’ınki gibi, B a b ü r ’ün gayet
isabetli olarak vasıfladığı üzere, bir Türkmen devletidir. Afşar ve
Kaçarlar’ ın devleti de böyledir.

Bilhassa Kara-Koyunlular, Ak-Koyunlular ve Safeviler’ in faa­


liyetleri sonucunda İran’a Anadolu’ dan pek çok Türk gitti. Öyle
ki, X V I. yüzyıldan itibaren Batı-İran, Rum-eli gibi, kavmî ba­
kımdan Anadolu’nun bir uzantısı mahiyetini aldı. Böylece biz Orta,
Güney ve Doğu-Anadolu’ daki Türk oymaklarının kollarını, mezkûr
asırdan itibaren İran’da da görmekteyiz. İşte bugün Kuzey-Azerbay­
can’da ve İran’ın Güney-Azerbaycan ile diğer bazı eyâletlerinde yaşa­
yan Türk unsurunun pek mühim bir kısmını Anadolu’ dan gelmiş, bu
köylü ve göçebe oymaklar teşkil etmiştir.

3 - Moğol Devri ve Ondan Sonraki Zamanda Anadolu:

Moğol istilâsı üzerine Anadolu’ya Türkistan, Horasan ve Azer­


baycan’ dan pek çok Türkmen geldi ve memleketin her tarafı bunlar

436 Kaçar''ın, şalııs adı olarak kullanıldığım bildiğimiz K a ıa ç a r ’ın yeğnileşmiş bir şekli
olması da muhtemeldir.

156
ile doldu. X III. yüzyılın ortalarında, Selçuklu ülkesine yabancıların
“ Türkiye” ve “ Türkistan” adım vermeleri, bu husus ile ilgilidir. Fakat
Türkistan dan yalnız Türk göçebe toplulukları değil, onun yanında,
yarı göçebe ve yerleşik köylü-şehirli Türk unsurlarından da mühim
nüfusun Anadolu’ya, geldiği anlaşılıyor 437. Moğol istilâsı sonucunda
Türkistan’ın yaşanmıyacak bir duruma gelmesi bunda en mühim bir
âmil olmuştur. Hattâ İran’dan da, aydınlardan, tâcirlerden ve sanat­
kârlardan mühim bir zümrenin geldiğini biliyoruz. Anadolu’ya, gelen
Türkmenler'in bir kısmı, bu ülkede kendi yaşayışlarına uygun yerler
bulamamışlar, ormanlık ve dağlık yerlerde yurd tutmak mecburiyetin­
de kalmışlardı. Bunların Maraş bölgesindeki ormanlarda yaşayanları­
na Ağaç-Eri (Orman adamı) adı verildi 438. Bu yaşamanın sonucu olarak
Ağaç-Eriler’ in torunlarının mühim bir kısmı ağaç işçiliği ile meşgul
oldular. Bunlar Tahtacı olarak vasıflanan zümredir.

Türkmenler beraberlerinde şeyh ve dervişlerini de getirmişlerdi.


Bunların Müslümanlığı sathî olup eski Türk dinî inançlarını kuvvetle
taşıyorlardı. Bu şeyhlerden birisi, B a h a İs h a k , Malatya’nın Sumey-
sat ( Samsat) yöresindeki Türkmenler arasında yaşıyordu. Yanında
birkaç müridi ile ibadet ve riyazet ile meşgul olan B a b a İs h a k bu
yaşayışı ve sözleri ile Türkmenler üzerinde büyük bir tesir yapıyordu.
Türkmenler’in bu gibi şahsiyetlere eskiden beri korku ile karışık bir
saygı ve bağlılık duyduklarını biliyoruz. B a b a İs h a k , devrin hüküm­
darı II. G ıy a s e d d in K e y h ü s r e v ile bir kısım devlet ricalinin dinî
ve ahlâkî kaidelere aykırı bir hayat sürdüklerinden bahsederek Türk­
menler’i ayaklandırdı. İşaret edildiği gibi, durumlarından memnun
olmayan ve B a b a İ s h a k ’ın Peygamberliğine inanan Türkmenler ha­
rekete geçtiler ve üzerlerine gönderilen Selçuklu kuvvetlerini bir biri
arkasından yenilgilere uğrattılar. B a b a İs h a k Am asya yakınında
tutulup öldürüldüğü halde onlar peygamberlerinin yardım getirmek
üzere göğe çıktığını söyliyerek hareketlerine devam ettiler. Nihayet,
içinde Frank şövalyelerinden bir birliğin de bulunduğu Erzurum sını­
rındaki Selçuklu ordusu Kırşehir yöresinde, M alye ovasında B a b a
İs h a k Türkmenleri’nin çoğunu imha etti (1240). Bununla beraber
B a b a İ s h a k ’m müridleri onun bâtinî inançlarını devam ettirdiler.
Bunların ileri gelenlerinden Horasanlı H a c ı B e k ta ş , kendi adını
taşıyan tarikatı kurdu. Bu ayaklanmanın gerçek sebebi, Tiirkmenler’in

437 Bu hususta: F. Süm er, Anadolu’y a yalnız göçebe Türkler mi geldi ?, Belleten , X X I \ ,
s. 567-594.
430 Bu Türk topluluğu hakkında: F. Süm er, Ağaç-Eriler , Belleten , X X V I, s. 521-528.

157
iktisaden sıkıntı içinde bulunmaları ve onlara yalnız istismar edilen unsur
gözü ile bakılmasıdır. Bu telâkki Osmanlı devrinde de devam etmiş
ve bu devletin de başına birçok gaileler açmıştır. Bu hânedanlar siyasî
faaliyetlerinin ilk zamanlarında eldaşları Türkmenler’ den güzelce fay­
dalanıyorlar, sonra kullardan müteşekkil hassa ordusuna sahip olunca
onları hizmetlerinden ayırıyorlardı. Ancak müşkül bir duruma düş­
tükleri zaman yeniden Türk oymaklarından istifadeyi düşünüyorlar,
hattâ bazan onları “ evlâd-ı-fâtilıân” gibi sözleri ile okşuyorlardı.

1240 yılındaki B a b a İs h a k ayaklanması S e l ç u k l u devletinin


manen nekadar zayıf bir durumda olduğunu göstermişti. Bunu anla­
yan Iran’ daki Moğol kuvvetleri kumandam B a y c u , 1243 yılında Sel­
çuklu ülkesine yürüdü. Sivas’ın takriben 80 km. doğusunda bulunan
Köse Dağ’ da yapılan savaşta Selçuklu ordusu kendisinden sayıca az olan
Moğol ordusuna utanç verici bir şekilde yenildi. Bu yenilgi üzerine
Selçuklu devleti Moğollar’ ın tabiiyeti altına girdi ve bir müverrihin
ifadesiyle çöküntü, düşkünlük ve feryat devri başladı. Selçuklu tahtında
bulunan hükümdarların liyâkatsızlıkları ve bir kısmı Iranlı veya on­
ların oğulları olan devlet ricalinin hiç bir ahlâkî kaide tanımayan ih­
tirasları yüzünden Moğol tahakkümü gittikçe ağırlaşmış ve Moğollar
1277 yılında Türkiye’ nin idaresini fiilen ellerine almışlardır. Bu tarih­
ten sonra Selçuklu sultanları Moğol hanlarinın alelâde tâbileri duru­
muna düşmüşler ve gittikçe ehemmiyetlerini kaybetmişlerdir. Son
Selçuklu Sultanı II. G ı y a s e d d i n M es’ u d ’ un 1308 yılında Kayseri’-
deki ölümü memlekette her hangi bir heyecan yaratmadı. Selçuklu
hükümdarları kendi hâkimiyetleri için olduğu kadar Moğollar’ a karşı
da en mühim kuvvet olan Türkmenleri etraflarına toplamak dirayetini
gösteremediler; bilâkis, onlarla mücadeleye giriştiler ki bu da Moğol-
lar’m gittikçe hâkimiyetlerinin artmasına ve kendilerininkinin de
zayıf bir duruma düşmesine sebeb oldu.
Anadolu da Moğollar’ a karşı mücadele eden biricik unsur Türk
göçebe toplulukları yani Türkmenler idi. Daha önce de işaret edildiği
gibi, Türkmenler, toprağa bağlanıb yerleşince bir müddet sonra ken­
dilerine Türkmen denilmeyip “ Türk” adı veriliyordu. Şehirlerde X III .
yüzyılın birinci yarısında epeyce Hıristiyan nüfusu vardı. Bunlar asrın
ikinci yansından itibaren ehemmiyetlerini kaybetmeğe başlamışlar
ve X IV . yüzyılın birinci yarısında şehirlerde de azınlık durumuna düş­
müşlerdir.
Selçuklu hükümdarları ve yahut onlar adına iktidarı ellerinde tu­
tanlar, göçebe unsuru ile yerleşik unsuru birleştirip Moğollar’ a karşı

158
bir müdafaa kuvveti vücuda getiremediler. Bilâkis Türkmenler’ e karşı
Moğollar’ a dayandılar. B a b a İs h a k isyanı Türkmenler’ in devlet
idaresinden hiç memnun olmadıklarını açıkça ortaya koymuştur. Y ok ­
sul bir durumda oldukları anlaşılan bu Türkmenler, daima görüldüğü
gibi, her halde tahsildarların haksız ve haşin muamelelerine de maruz
kalmışlardır; Selçuklu sultanları nın Moğol labiiyyeti altına girmeleri
üzerine devlete karşı büsbütün itaatsizlik gösterdikleri gibi, Moğollar’a.
da baş eğmediler. X III. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklu
sultanları bunları itaat altına alacak bir kuvvete sahip değillerdi. Bu
sebeble ilk tlhanlı hükümdarı H ü lâ g ü (1256-1265), Anadolu’ daki
Moğol kumandanlarına Türkmenler’ i tenkil etmeleri buyruğunu ver­
m işti439. Moğollar bilhassa Sivas ve Kayseri bölgesindeki Türkmenler
ile Ağaç-Eriler’ e saldırdılar. Moğollar onlardan birçoklarını öldürdüler
ve Ağaç-Eriler’ e ağır bir darbe indirdiler ise de onların çoğu güney’ c
inerek Memlûk topraklarına sığındı 440. İ b n Ş e d d a d 441 S u lta n B a y -
B a rs (1260-1277) zamanında 40 000 evden ziyade Türkmen’in geldi­
ğini, bunlara Gazze’-den Antakya ve Sis’e (bugünkü Kozan) dek olan
sınır bölgesinde yurd gösterildiğini, beğlerinin çoğuna Haçlılar’ dan
alınmış yerlerde dirlikler verildiğini söylüyor. Gerçekten hiç bir zaman­
da Suriye’ de Memlûk devrinde olduğu kadar Türkmen toplanmamış­
tır. Mamafih bu Türkmenler’ in çoğu bu ülkede daimî olarak yaşamı­
yorlar, yaz gelince Anadolu’ya, çıkıp Maraş bölgesinde, Uzun-Yayla’-
da ve Sivas’ın güney taraflarında oturuyorlardı. Bu Türkmenler’ deıı
aşağıda yeniden bahsetmek üzere şimdi tekrar Anadolu’ya, dönelim.

Her nekadar Moğollar, Türkmenler’i mağlûp etmekte iseler de,


sarp yerlede yurd tutan Türkmenler’ in faaliyetlerine bir türlü son ve-
r emiyorlardı.

Türkmen beğlerinden Ş e m s e d d in M e h m ed B eğ , 1277 yılın­


dan önceleri Erzincan ve Bayburt çevresini hâkimiyeti altına almış ve
Trabzon dağlarım kendisine dayanak edinmişti. Bu Türkmen beğinin
Sinop’ tan A ym tab’ a dek uzanan bölgede geniş ölçüde yağma ve tah-
riblerde bulunduğu bildiriliyor. Moğollar bir baskın ile M eh m ed B e ğ ’i
bozguna uğratmışlar, fakat bu defa da kendileri aynı şeyi (yani yağma)

439 Cl. Calıen, Quelque textes negliges concernant les Turcomans de Rûm , Byzantion, X IV ,
s. 131-139; F. Süm er, Ağaç-Eriler, s. 524.
440 Gösterilen yerler.
441 B ay-Pars tarihi, türkçe tercümesi Ş. Y a ltk a y a , (T.T.K.), İstanbul, 1941, 155, 171.
yapmaya başlamışlardır. Nihayet A b a k a , C e lâ y ir T o k u ’yu gönderdi.
T ok u d a bu Tiirkmenleri tenkil etti 442.

1277 yılında M ısır-Suriye Türk memlûkleıi hükümdarı B a y -B a r s


başta iktidarı elinde tutan M u in u d -d în P e r v â n e olmak üzere Sel­
çuklu devleti ileri gelenlerinin daveti üzerine Anadolu’ ya yürüdü ve
Elbistan ovasında yukarıda adı geçen T o k u ve T u d a u n’un kuman­
dasındaki Moğol ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Meşhur C e lâ y ir
I lg e y N o y a n ’ın oğlu olan T o k u ile S u ld u s S o d u n N o y a n ’ın oğlu
T u d a u n da savaş meydanında kaldılar. B a y -B a r s K ayseri’ye geldi,
fakat kendisini dâvet eden P e r v â n e ve diğer devlet ricali onunla iş­
birliği yapmayarak Tokat’ a kaçtılar. B a y -B a r s böyle bir hareketi
beklememekteydi. Onu, elinden hiç bir şey gelmeyen halk ve Türk­
menler desteklediler. Bu Türkmenler’ in başında Karaman-oğulları
Tiirkmenleri geliyordu. Bu Türkmenler Ermenak yöresinde yurd tut­
muşlardı. Onların Moğol istilâsı üzerine Errân’ dan ilk önce Sivas ta­
raflarına gelmeleri ve orada B a b a İs h a k ayaklanmasına katddıktan
sonra Ermenak çevresine göç etmiş olmaları mümkündür. Aileye adını
vermiş olan N u r e d d in S û fî (Sofu) oğlu K a r a m a n , Iç-el bölgesinde
Ermeniler ile mücadele etmiş ve A k s a r a y î’ye göre 443 Konya yakınında
1261 de Selçuk kuvvetleri ile kanlı bir savaş yapmıştır. Bu ailenin A f ­
şar boyundan olduğuna dâir Y a z ı c ı o ğ l u ’ nun444 ifadesinin doğru ol­
ması mümkün ve hattâ belki muhtemeldir. B a y -B a r s ’ın Anadolu’ya
gelmesini fırsat b ile n -K a r a m a n -o ğ lu M eh m ed B e ğ Konya üzeri­
ne yürüdü (1277). M eh m e d B e ğ ’in buyruğundaki Türkmenler, za­
manın müverrihi tarafından “ kızıl börklü ve ayağı çarıklı” olarak va­
sıflanıyor445. M e h m e d B e ğ Konya’yı zaptetti ve tarihlerin C im ri
adını verdikleri bir S e lç u k lu şehzadesini tahta çıkardı. M eh m ed
B e ğ de vezir oldu. İlk alman kararlardan biri bundan sonra devlet
dairesinde, sarayda, toplantılarda türkçe’ den başka dil konuşulmama-

442 Mukâtebât'i Reşidi , yay. M u ham m ed Şefi, Lahur , 1945, X L V I mektub, s. 273-
278. Mektub M u in u d d in P e r v â n e tarafından yazılmıştır. Mektupların yayınlayıcısı rah­
metli M u ham m ed Şefî\ bu mektupta geçen Ş em su d d in M ehm ed B e ğ ’in Karaman oğlu
olduğunu söylüyorsa da, mektuptaki yer adları böyle bir hükme imkân vermemektedir.
443 Müsâmeret ul-ahbâr, yay. O sm an T u ra n , (T.T.K.), Ankara , 1944, s. 71. Çağdaş
bir Ermeni kaynağına göre Karaman Ermeniler ile yaptığı bir savaşta aldığı yaralardan, çok
geçmeden, ölmüştür (Cl. Cahen, Notes pour Vhistoire des Turcomans d'Asie M ineure au X I I I e
sikcle, J. A., 1951, s. 344).
444 Selçuk nâme, Topkapı Sarayı, Revan ktp., nr., 1390.
445 îb n B îb î, el-Evâm ir-ul-Alâiyye fıl-u m û r iI-Alâiyyc, (T.T.K.), tıpkı basım, Ankara,
1956, s. 696.

160
S ı hakkında id i446 ki hu, Türk kültür tarihi bakımından mühim bir
hâdisedir. Konuşulması istenmeyen dilin farsça olduğu muhakkaktır.
Bu karar her halde yalnız M e h m e d Beğ’in değil, o zaman sayısı epey­
ce fazlalaşmış bulunan aydın Türkler’ in de duygusunu ifade etmiş olsa
gerektir. Esasen bu esnada klâsik Türk edebiyatı da ilk mahsûllerini
vermeğe başlamıştı.
M e h m e d 'B e ğ Türkmenler’ i istihfaf eden vezir F a h r u d d i n A 1i’-
nin oğullarını da yenerek durumunu kuvvetlendirdi ise de, Moğollar’ ın
gelmesi neticesinde lç-el’ e çekilmeğe mecbur oldu. Gerçekten Bay-
Bars’ın Suriye’ ye dönmesi üzerine Moğol hanı A b aka mühim bir kuv­
vetle Anadolu’ya, geldi. Elbistan savaşında öldürülen Moğollar’ ın öcü­
nü Türk halkından aldı ve Kayseri’ den Erzurum’a kadar olan yerlerde
katliâmlar, yağmalar ve tahribler yaptırdı ki, Memlûk müverrihleri
öldürülenlerin 200 000 kişi olduğunu yazarlar 447. K a r a m a n -o ğ lu M eh­
m e d B e ğ ’e gelince onun üzerine Moğol şehzadesi K o n g u r t a y gön­
derilmişti. M e h m ed B e ğ Moğollar’ a karşı yiğitçe müdafaaya girişti;
fakat, bizzat çıktığı bir keşif hareketi esnasında Moğollar’ ın ok yağ­
muruna tutularak iki kardeşi ile birlikte şehid düştü. İşte, K on ya ’da
Türk dilinden başka hiç bir dilin konuşulmamasını isteyen M eh m ed
B e ğ ’in hayatı böyle hazin bir şekilde sona erdi. Bununla beraber M eh­
m ed B e ğ ’in ölümü acı bir kayıb olmuşsa da Karamanlılar’m kuvveti
kırılmamış ve Moğollar ile mücadele azimleri zayıflamamıştı. Onlar
Anadolu Türklüğü’nün Tatarlar’a. karşı en mücadeleci unsuru olmuş­
lardır. G a z a n H a n Karamanlılar’ı , devletinin düşmanlarından biri
sayıyor ve hâkimiyetinin batıya uzanmasında başlıca engel olarak
onları görüyordu.
M eh m ed Beğ’in hareketlerine bakılırsa, onun Selçuklu devle­
tinin idaresini eline alarak Moğollar’ ı memleketten kovmak gayesini
güttüğüne hükmedilebilir. Bilhassa Memlûkler’ den kuvvetli bir des­
tek görse idi, başarıya ulaşması her halde imkânsız değildi.
Bizans ucuna gelince, bu uzun hudud bölgesinde Türkmenler es­
kiden beri kalabalık kümeler halinde yaşıyorlardı. Moğol istilâsı ve
baskısı üzerine bu uc bölgelerindeki Türkmen kümelerinin nüfusları
pek fazlalaşmıştı, ö y le ki, coğrafyacı İ b n - S a id 448 (ölümü 1274 veya
1286), bunlardan yalnız Denizli bölgesinde yaşayan Türkmenler’ in
200 000 çadır kadar olduklarının rivayet edildiğini yazar. Bu Türkmen-

446 İbn Bibi, s. 696; H o u tsm a yay., s. 326.


447 Hattâ onlarda öldürülenlerin 500000 kişiyi bulduğu bir rivayet olarak kaydedilir.
448 Kitâb bast il-arz, T e tu a n , 1958, s. 117-118.

161
ler B iz a n s topraklarına akınlar yapıyorlar, elde ettikleri tutsakları
satıyorlardı. Bununla beraber bu Türkmenler hayatlarını yalnız akm-
cıhk yapmakla geçirmiyorlar, yaptıkları kilimleri de harice satıyorlar,
M ısır’a, ve başka yerlere kereste gönderiyorlardı449. B a r t h o ld 450 bu
Türkmenler’ in kilim imali yapma sanatını Orta A sya ’ dan getirmiş ol­
malarının pek muhtemel olduğunu yazıyor. Bu Denizli (asıl adı: Do-
nuzlu) Türkmenler’i X III. yüzyılın ikinci yarısında denize ulaşarak
bugünkü Muğla bölgesinde Menteşe beğliğini kurdular. S e lç u k lu
devletinin zayıflaması üzerinde Denizli’de î n a n ç - o ğ u l l a r ı ve İspar­
ta ile Antalya bölgesinde, yine Türkmenler tarafından H a m id -o ğ u l-
la r ı b e ğ liğ i kurulmuştur.
Kütahya dolaylarında da mühim bir Türkmen kümesi vardı. 1277
yılında bu bölgede Germiyanlılar’m yaşadığı görülüyor. Bunlar 1240
tarihinde Malatya bölgesinde bulunuyorlardı. Onlar bu tarafa Moğol
baskısı üzerine 1260 tarihinden sonra gelmiş olsalar gerektir. Batı-
Anadolu’ nun diğer bölgelerini de, A y d ı n - o ğ l u M eh m ed , S a r u -H a n
ve K a r s i adlı beğler açtılar ve A y d ı n - o ğ u l l a r ı, S a r u h a n -o ğ u l-
la r ı (M anisa bölgesinde), K a r a s i - o ğ u ll a r ı (Balıkesir bölgesinde)
beğliklerini kurdular. Bu fetihler X IV . yüzyılın ilk çeyreğinde sona
ermişti. Marmara bölgesi ise Söğüt yöresinde yaşayan O sm a n B e ğ
ve oğlu tarafından alındı. O sm a n da bir Türkmen beği idi; babası
E r t u ğ r u l, oymağı ile birlikte Söğüd’e Ankara taraflarından gelmişti.
Bunun Moğol baskısı üzerine 1277 yıhndan az sonra olması muhtemel­
dir. O sm a n lı ailesinin atalarının Anadolu’ya gelişleri meselesine ge­
lince, onların Moğol istilâsı sebebi ile -yaşamakta oldukları Merv ya­
kınındaki Mâhân’d an An-Anadolu’ya geldikleri hakkında eski O s m an­
lı tarihlerinde bulunan rivayeti reddetmek için hiçbir sebeb yoktur

Uc Türkmenleri, S e lç u k lu la r ’ın H a ç lı s e fe r le r i’uden sonra


bir daha ele geçiremedikleri Batı-Anadolu ile Marmara bölgesini ko­
layca fethettiler ve orada yerleştiler; o bölgeleri öyle türkleştirdiler
ki, oraları X V I. yüzyılda Anadolu’ da en az hıristiyan nüfusu bulunan
yerlerin başında geliyordu. Başta A y d m - o ğ u ll a r ı olmak üzere, bu
Türkmen beğleri türkçe eser yazdırmak ve tercüme ettirmek suretiyle
Türk kültürüne de hizmet ettiler. O rh a n B e ğ ’in (1326-1359) divâ­
nında türkçe’ nin resmî dil olarak kullanıldığım biliyoruz, K on ya’da
türkçe’ den başka dil konuşulmamasını isteyen K a r a m a n -o ğ lu M eh-

449 Gösterilen yer.


450 A Short history o f the Turkman people , s. 130.
451 X IV . yüzyıldan beri Mâhân^âsL mühim bir Türkmen topluluğu yaşamakta idi.

162
m e d B e ğ ’in X IV . yüzyıldaki haleflerinin divânında türkçenin yazı
dili olarak kullanıldığı üzerinde elimizde hiçbir delil yoktur.
E b û S a id B a h a d ır H a n ’ın ölümü üzerine (1335) Moğollar ara­
sında şiddetli bir iç mücedale başladı. Buııuıı sonucunda Anadolu beğ-
likleri tam bir istiklâle kavuştular. Artık Türkiye’nin güneşli günleri
başlamıştı. Memeleket bolluk içinde, halk mes’ud idi. Moğol hâkimi­
yetinin ızdırablı devri geride kalmıştı. Bütün şehir ve kasabalarda
başlarında “ ahi” isimli reisleri bulunan esnaf ve san’ atkâr dernekleri
vardı. Bunlar silâhlı olup, beledî kuvveti temsil ediyorlardı; bütün
gün çalışan dernek mensuplan geceleri dernek merkezinde toplanarak
sohbet ederler, türküler çağırıp raksederler idi. Bunların dernek mer­
kezleri aynı zamanda misafirhâne hizmetini de görüyordu. Bir A na­
dolu şehrine uzak yakın yerlerden gelen yabancılar bu ahi odalarında
pek sıcak bir konukseverlik görüyorlardı. Bu konukseverlik Türk ol­
mayan yabancıları hayretler içinde bırakıyordu. Ahiler ortadan kalk­
tıktan veya ehemmiyetlerini kaybettikten sonra şehir ve kasabaların
ileri gelenleri konuk odalan tesis ederek bu geleneği devam ettirdiler.
Köylerde ise ağalann, aynı gaye için odaları vardı. Hattâ bir ağanın
bazan iki odası olup, bunlardan biri yoksul yolcular içindi. Bu yok­
sul yolculara son zamanlarda kara misafir deniliyordu. Türkler de en
eski zamanlardan beri İçtimaî yardım duygusunun çok kuvvetli oldu­
ğu bir vâkıadır ve bu, her zaman yabancıların dikkatini çekmiştir.
Yemek üzerine gelen bir kimse mevkii, kavmiyeti ve dini ne olursa ol­
sun, samimî bir şekilde yemeğe buyur edilir, eğer aç olduğu halde ye­
mez ise bu, ayıb sayılırdı. Bu keyfiyet her halde yemek yenildiğini
gören kimsenin, o yemekte bir hakkı olduğu telâkkisi ile ilgilidir.

Ahiler aynı zamanda siyasî bakımdan da ehemmiyetli bir zümre


idiler. Yukarıda da işaret edildiği gibi, hepsinin silâhlan vardı. Bel­
lerinde ya bir yatağan, ya da bir saldırma bulunurdu. Birçok şehirle­
rin, hükümdar adma, ahiler tarafından idare edildiğini biliyoruz.
Anadolu’ ya işgal kuvvetleri olarak gönderilmiş olan Moğol’ lar
başlıca Tokat, Am asya, Çorum, Kır-Şehir, Kayseri ve Sivas çevresinde
yaşıyorlardı. Bunlara umumiyetle “ Tatar” denilmektedir; bazı eserler­
de de Kara-Tatar adı veriliyor. Bunlara kara sıfatının verilmesi, ara­
larında K u in (moğolca: kara) Tatarları’ m bulunmasından mı, yoksa
siyasî ehemmiyetlerini kaybetmiş olmalarından mı ileri gelmiştir?
Bizce ikinci ihtimal çok kuvetlidir. Tahrir defterlerinde bunlardan
bazı oymaklara “ Muğâl” da denilmektedir. Bu Tatarlar artık ta­
mamen Müslüman idiler. Bunların hepsi Moğol menşeli olmayıp,

163
aralarında Uygur ve diğer Türk kavimlerinden mühim zümreler
de vardı. 1337 yılında bu Tatarlar'ın başında E m ir E r e tn a bu­
lunuyordu. E r e t n a Uygur TurfcZer’indendi; iyi bir tahsil görmüş­
tü ve arabçayı da fasih bir şekilde konuşuyordu. E r e tn a 1343 yılın­
da, Tebriz’ deki İlhanlık tahtına oturan S ü le y m a n H a n ve asıl
iktidarı elinde tutan Ç o b a n lı E m ir Ş e y h -H a s a n ’ı yendikten
sonra, Orta ve Doğu-Anadolu nun.mühim bir kısmına müstakillen hâ­
kim oldu. İdaresi altında bulunan halkı, kendisine “ K ö s e -p e y g a m -
b e r ” dedirtecek derecede adâletle idare etti (ölümü 1352). Halefleri,
E r e tn a gibi dirayetli olmadıklarından iktidar onlara kadılık, vezirlik
ve nâiblik yapan K a d ı B u r h a n e d d in ’in eline geçti (1380). K a d ı
B u r h a n e d d in Oğuzlar’m Salur boyuna mensup olup, beşinci dedesi
M eh m ed , Moğol istilâsı üzerine Harizm’ den Anadolu’ya, gelmişti.
Buna göre M e h m e d Mangışlak’ taki Saluılar’ a mensup olmalıdır.

B u r h a n e d d in Türkiye tarihinde eşi bulunmayan dikkate şâyân


bir şahsiyettir. Tarihimizde ondan başka mülkî bir memuriyetten hü­
kümdarlık mevkiine geçen başka bir şahsa rastgelinmez. B u r h a n e d ­
d in orta ve yüksek tahsilini M ısır’da yapmıştı. Hükümdar olduktan
sonra, kış geceleri fıkha (İslâm hukuku) dâir bir kaç eser kaleme almış­
tır. Ayrıca üç dilde de şiirler yazıyordu. Bu müstesna şahsiyet, hizme­
tindeki beğlerden A k - K o y u n l u IC a r a -Y ü lü k O sm a n tarafından
bir çarpışmada öldürüldü (1397).

T im u r Anadolu seferinden dönerken, otuz-kırk bin çadır olan


Kara-Tatarlar’ı Mâveıa un-nehr’ a göçürmeye karar verdi. Kaynak­
ların ifadesinden onun bu kararında kavmî duygusunun âmil olduğu
şeklinde bir netice çıkıyor gibi isede gerçekte T im u r bunlar ile kendi
ulusunu takviye etmek ve onları Mâvera un-nehrin hudut bölgesinde
yerleştirmek gayesini düşünmüştür. T im u r, tıpkı sürek avında olduğu
gibi, bunların çoğunu ordusu ile bir yay içine alarak zorla Ana-
dolu’ dan göçürdü. Halbuki bunlar, Anadolu’ da rahat bir hayat sürü­
yorlardı; burada doğmuş ve büyümüşlerdi. Onun için bazı Timurlu
kaynaklarda onlara “ Kara Tatar Türkmenleri” deniliyordu; Kara Tatar­
lar yolda kaçmaya teşebbüs ettilerse de ağır bir şekilde cezalandırıldılar.
İspanyol elçisi Cla v ij o’nun, Damgan ın dışında gördüğü kafatası kule­
leri bu zavallılara ait idi 452. Bunların Türkistan’a götürülenleri Ti-

452 Eserin. İngilizce ve türkçe tercümelerinde Ak-koyunlular deniliyor ki, çok yanlıştır.
Eserin en son İspanyolca yayınında dalıa doğru olarak: Tartaros blancos (Ak-Tatarlar) görülü­
yor (Embajada â Tamorlân , yayınlayan F. L o p e z E s tra d a , Madrid, 1943, s. 92, 123).

164
m u ı’un ölümünü takib eden karışıklık yıllarında Anadolu’ya kaçmak
istemişlerse de bu teşebüslerinde muvaffak olamamışlardır.
Kara- Tararlar’ ın az bir kısmı sağa ve sola kaçmak suretiyle A na ­
dolu’ da kalmıştı. Bunlar arasında, S e lç u k lu devrinde Anadolu daki
Moğol vâlilerinin en âdili olarak vasıflanan K u in - T a t a r Sam ağar
N o y a n ’ın ailesi de vardı. Ç e le b i M eh m e d Samsun seferinden dö­
nerken Iskilib yöresinde bu Tatarlar’ ın bir kısmını görmüş ve onları,
başları M in n e t B e ğ oğlu ile birlikte Rum-eli’ ye göçürmüştür. Tahrir
defterlerinde bu Kara-Tatarlar’ m şurada burada kalıntılarına rastge-
linmektedir.
X III. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında kalabalık sayıda bir
Çepni kümesinin Sinob taraflarında yaşadığı görülüyor. Bunlar karı­
şıklıklardan faydalanarak Sinob’u almak isteyen T r a b z o n -R u m
i m p a r a t o r u n a karşı, şehri başarı ile müadfaa etmişlerdi. Bu Çepni-
ler’ in, Samsun’un doğusundan Giresun’ a kadar uzanan ve Canit (Ca-
nik) denilen bölgenin fethinde mühim bir rol oynamaları ve Ordu böl­
gesinde kurulmuş bulunan H a c ı - E m îr l i b e ğ li ğ i ’niıı bunlara men­
sup olması muhtemeldir. 1381 yılında Giresun, H a c ı-E m îr li S ü le y ­
m an B e ğ tarafından fethedilmiştir. Bu tarihte biz Çepniler’ i Tirebolu
önlerinde görüyoruz. C la v ij o’nun seyahat-nâmesinden, Çepniler’ in
Trabzon-Erzincan arasında da kuvvetli bir varlık gösterdikleri anla­
şılıyor453. Trabzon bölgesi, 1462 yılında F a tih tarafından açılmak su­
reti ile Kuzey Doğu-Anadolu’nun fethi tamamlanmıştır.

Daha önce de işaret edildiği gibi, X III . yüzyılda Suriye’de kala­


balık bir Türkmen kümesi yaşıyordu. Bu kümenin pek mühim bir kıs­
mı yazın Sivas’ın güney yörelerine ve Uzun-Yayla’ ya çıkıyordu. Bun­
lara Şamlu, Şam Türkleri veya Şam Türkmenleri deniliyordu. Bu Türk­
menler Boz-Ok ve Üç-Ok şeklindeki eski Oğuz ikili teşkilâtını muhafaza
ediyorlardı. Büyük siyasî hâdiselere, yer değiştirmelerine rağmen, bu
ikili teşkilâtın devam etmesine hayret edilir. Boz-Oklar, Haleb çevre­
sinde ve Am ik ovasında yaşıyorlardı. Bu Türkmen kümesindeki Boz-
Oklar başlıca şu boylar tarafından temsil ediliyordu: Bayat, Avşar,
Beğ-Dili, Döğer. Boz-Oklar’ dan birçok tanınmış aileler çıkmıştır. Bu
ailelerin başında D u lk a d ır lıla r gelmektedir. Fakat bu ailenin hangi
boydan olduğu bilinemiyor; Bayatlar’ a mensub olması muhtemeldir.

Boz-Oklar’ dan diğer bir aile de İn a l- o ğ u l l a r ı ’ dır. Bu ailenin


başında bulunduğu teşekkül İ n a l l u adını taşımaktadır. Bu teşekkül

453 Embajada a Tamorlan, s. 83.

165
Ak-K oyu nlu faaliyetine katılmış, bir oymağı Şarnlu boyu arasında
İran’ a, gitmiş, bazı kolları da Amasya, Samsun ve Çankırı taraflarında
yurd tutmuştur. K ö p e k -o ğ u I I a r ı’nın ve G ü n d ü z -o ğ lu lla r ı’nın
Avşar’ dan, B o z c a - o ğ u l l a r ı ’nın Bayat’tan oldukları anlaşılıyor. H ar-
b e n d e - o ğ u l la r ı ’mn ise hangi boya mensup bulundukları bilinemi­
yor. Bu adın Ilhanlı hükümdarı H a r b e n d e ’den alınmış olduğu gö­
rülüyor. H a r b e n d e lu teşekkülü, bilhassa Malatya bölgesinde yurd
tutmuştur. Bu teşekkülün İran’a giden kolunun adının, hükümdarınki
gibi, H ü d â b e n d e lu ’ya çevirildiğini biliyoruz. IIar bendelular’dan
bazı obalar da X V II. ve X V III. yüzyıllarda Orta ve Batı-Anadolu’ya
gelmişlerdir.

Uç-Oklar’ a gelince, bu kolda, bir b oy müstesna ( Çavundur) , diğer­


lerine mensup teşekküller görülmekle beraber, bunların nüfusça,
kalabalık olanları, Yüregir, K ınık, Bayındır, Salur ve E ym ir’ dir. Bu
kola mensup olduğunu bildiğimiz aileler, R a m a z a n -o ğ u lla r ı ve
Ö z e r -o ğ u lla r ı’ dır. Üç-Oklar Çukur-Ova’ya göçmeden önce, her halde
A m ik ovasında ve Tarablus taraflarında yaşıyorlardı.

Şam Türkmenleri, 1294 yılında Sivas’ a, girerek şehri yağmalamış­


lar ve Kayseri bölgesinde de son S e lç u k lu hükümdarı II. G ıy a s e d -
d in M e s’ u d ’u uğraştıran hâdiseler çıkarmışlardı. E b û S a id B a h a ­
d ır H a n ’ın ölümü üzerine (1335) Moğollar arasında baş gösteren mü­
cadeleden faydalanan bu Türkmenler, 1337’ de Elbistan yöresinde D u l-
k a d ır lı b e ğ liğ in i kurdular. Aynı asrın ikinci yarısında, U zun-Yay-
la’ da Kara-Tatarlar’ ı sıkıştırmaya başlayan Şam Türkmenler’ı buralar­
da yağma hareketlerinde de bulunuyorlardı. X V . yüzyıl başlarken
onlar için beklenmeyen sevindirici bir hâdise oldu ki, bu da T im u r ’un
Kar a-Tatarlar’ ın çoğunu Anadolu’ dan göçürmesi idi. Türkmenler ge­
cikmeksizin Tatarlar’ dan boşalan yerlerde, bilhassa bunlardan Yozgat
bölgesinde yurd tuttular. Bu yurd tutanlar Türkmenlcr’in Boz-Ok ko­
lundan oldukları için bu bölge Boz-Ok adını aldı. Yozgat bölgesine v e­
rilen bu Boz-Ok adı Cumhuriyet devrine kadar muhafaza edildi 454. Üç-
Oklar’a gelince onların pek çoğu Türk-Memlûk ordusunun yanında
Ermeni kıraüığının elinde bulunan Çukur-Ova bölgesinin fethinde bu­
lunmuş ve burada yurd tutmuştur.

Ankara felâketinin en mühim sonucu, bilindiği gibi, Y ıld ır ım


B a y e z id ’in tamamlamak üzere bulunduğu Türk birliğinin yeniden

454 Millî Lir hâtıra olan Boz-Ok adının kaldırılmasının sebebini anlamak gerçekten güç­
tür.

166
parçalanması idi. Y ıl d ı r ı m B a y e z i d ’in ülkesine dahil bulunan K e ­
mah kalesi ancak 1515’te tekrar O sm a n lı idaresine girebildi. Bununla
beraber, Türk halkı, X IV . yüzyılda olduğu gibi, bu yüzydda da mut­
lu bir hayat geçirmiştir. 1432 yılında Türkiye’den, geçen bir Fransız
gezgininin intibaları, bir asır önce Anadolu y\ı dolaşan İ b n B a t t û t a ’ -
nınkinden (1332) farksızdır.

X IV . yüzyılın ikinci yarısında ve X V . yüzyılın başlarında, Tür­


kiye Türkleri’ nin kıyafetleri, umumiyetle Orta Asya Türklerininkinin aynı
idi; ayaklarında -kadınlar da dahil olmak üzere- kırmızı çizmeler vebaşla-
rında da kızıl börk vardı. Ozanlar X IV . yüzyılda olduğu gibi, bu yüz­
yılda da ellerinde kopuzlar ile her tarafta dolaşıyorlar ve D e d e -K o r -
k u t destanlarını söylüyorlardı. Bu destanlar o kadar ilgi görüyordu
ki, dinî eserlerde dahi onların yankılarına rastgelinir 455. Saraylar’ a ge­
lince, durum buralarda da dışarıdakinden farksızdı. Tebriz’ deki Kara-
Koyunlu sarayında, C ih a n -Ş a h , O sm a n lı elçisine kütüphânesinde
bulunan uygurca bir Oğuz-nâme’ ye dayanarak babası K a r a - Y u s u f
B e ğ ile S u lta n M u ra d ’ın O ğ u z -H a n soyundan geldiklerini söylü­
yordu 456. Evvelce de işaret edildiği gibi, Bu Kara-Koyunlu hükümdarın­
dan bize türkçe şiirler de gelmiştir.

Diyarbekir’ deki A k-K oyu nlu hânedamna gelince, bu hânedan


O ğ u z -H a n ’ın oğullarından B a y ın d ır - H a n ’ın soyundan gelmekle
öğünüyordu. A k - K o y u n l u devletinin kurucusu K a r a - Y ü lü k Os­
m an B eğ , kendisinin S e lç u k lu hanedanı ile akraba olduğunu söy­
lüyordu; baş hanımının adı da S e lç u k H a tu n idi. Bu Ak-Koyunlu
beğinin çağdaşı olan Ç e le b i M e h m e d ’in kızının aynı ismi taşıdığını
bildiğimiz gibi, K a r a - Y ü lü k O sm a n B e ğ ’in torunu U z u n -H a s a n
B e ğ ’in hâtununun ismi de S e lç u k -Ş a h id i. Yine bu hânedana mensup
K ı lı ç - A r s l a n adlı bir beğ tanıdığımız gibi, K a r a - K o y u n 1u hâne-
danı mensuplarından biri de aynı adı taşıyordu. Ak-Koyunlular, Bayın­
dır boyunun damgasını devletlerinin resmî alâmeti olarak kabul et­
mişler ve onu paralarına, kitâbelerine ve resmî vesikalarına koydur­
muşlardır. Hânedan azasma mensup bazı beğler Bayındır adını almış­
lardır ki, Kürd beğlerinden bir kaçının da aynı adı taşıdığı görülüyor.

455 Meselâ Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâmesi'nde (hazırlayan A b d ü lb û k i G ö lp m a rlı,


İstanbul, 1958, s. 73) ve Sahuk-nâme’ de (A, E rz i, Ak-Koyunlu, ve Kara-Koyunlu tarihi hakkın­
da araştırmalar, Belleten , sayı 70, s. 193-202).
456 Ş ü k ru lla lı Behçet ut-tevârih, Nurosmaniye k t p n r . 3059, s. 307, türkçe tercümesi
N ih â i A ts ız , Dokuz B oy Türkler ve Osmanlı sultanları tarihi, İstanbul , 1939, s. 27.

167
U z u n -H a s a n B e ğ , A k-Koyunlu tarihinde, (Kitâb-ı Diyârbek-
riyye) O ğ u z -H a n ’ın torunu olarak vasıflanıyor.

K a r a m a n hânedanının da O ğ u z -H a n ’dan geldiğini iddia etti­


ğini biliyoruz. M ü v e r r ih Aynî’ye göre 457, hanedana adım vermiş olan
K a r a m a n ’ın, O ğ u z -H a n adlı bir kardeşi vardı. Ş i k â r ı de 458 ise
O ğ u z-H a n , hanedana mensup olmayan K a r a m a n d e v l e t i beğ­
lerinden biri olarak görülüyor. Biz tahrir defterlerinde, lç-iV de,
Selinti-Anamur yöresinde oturan, Oğuz-Hanlı adlı bir oymağa rast-
gelmekteyiz.

Osmanlılar’ a gelince, türkçeyi daha O rh a n B e ğ zamanında


resmî dil yapmış olan bu hânedan da Türkçülük veya Oğuzculuk ce­
reyanının tesiri altında kalmıştır. P a u l W it t e k 459, II. M u ra d dev­
rinde O sm a n lı sarayında ilk defa kendisi tarafından müşahede edi­
len bu cereyana “ milli romantizm” adını veriyor. Mamafih, A h m e d î’ -
de (ölümü 1413), E r t u ğ r u l B e ğ ’in askerlerinin O ğ u z o la r a k vasıf­
landığını görüyoruz. II. M u ra d devrinde hânedan, Reşidüddin’ de
Oğuzlarhn en şerefli boyu olarak görünen- çünkü eski Türk yabguları
en çok bu boydan çıkmıştı- K a yı boyuna bağlanmıştır. Bunda da II.
M u r a d ’m yakınlarından aydın zümreye mensup Y a c ız ı - O ğ l u Ali’nin
âmil olduğu anlaşılıyor. Y a z ı c ı - O ğ l u kavmî hisleri kuvvetli bir şah­
siyet idi. O, Reşidüddin’ deki O ğ u z l a r ens abına ait kısmı türfeçeye
tercüme ettiği gibi, R â v e n d î ve İ b n B î b î ’nin S e lç u k tarihlerini
de türkçeye çevirmişti. Y a z ı c ı - O ğ l u tercümelerine bir takım ilâveler
yaprak okuyucularını S e lç u k lu devletinde Oğuz töresinin kullanıl­
dığına ve S e lç u k lu ordusunun Oğuz boylarına dayandığına inandırmak
gayesini gütmüştür. İlk defa olarak I I . M u r a d’m bazı paralarında
K a yı boyunun damgası görülür. Her nekadar bu hükümdarın halefleri
zamanında paralara damga koymaktan vazgeçilmiş ise de, şahsî eş­
yalara, silâhlara K a yı damgası konmakta devam edilmiştir. K a n u -
n î’nin toplarında dahi bu damgaya rastgeliniyor. F â t i h’in, babası gibi,
kavmî duygulan kuvvetli bir hükümdar olmadığını ileri sürmek belki
mümkün görülebilir ise de, torunlarından birinin K o r k u t (D e d e -
K o r k u t ’tan), diğerinin de O ğ u z -H a n adlarım taşıdıklarını biliyo­

457 Ikd ul-Cumân^ Veliyuddin Efendi ktp., ur. 2374, s. 514.


458 Şikârı, Karaman oğulları tarihi, K on ya , 1946, İndeks. Orada söylendiğine göre, O-
ğuz H an adını, K a ra m a n O ğlu A lâ e d d in Beğ, Ermenek dizdarına bizzat kendisi vermiş­
tir (s. 63).
459 D e la defaite d?Ankara a la prise de Constantinople, Revue des etudes Islamiques> 1938,
s. 27-28; aynı müellif, The Rise o f the Ottoman empire , ikinci baskı, London, 1958, s. 11.

168
ruz ki, bu isimlere başka hiç bir Türk hânedanında rastgelinmez. Kav-
mî duyguların şuurlu bir şekilde canlanması millî bir tarih görüşü de
yaratmıştı. Neşrî tarihi bunun en güzel misâlidir. Bu eserde, O sm a n lı
tarihinden önce, O ğ u z -H a n ve o ğ u lla r ın a , O ğ u z b o y la r ın a ,
K a r a -H a n lıla r ’a ve S e lç u k lu la r ’a ait bahisler yer almıştır. Kavmî
duyguların canlanması cereyanı din adamları üzerinde de tesirsiz kalma­
mıştır. Hacı Bektaş vilâyet-nâmesi ve Saltuk-nâme gibi eserlerde bu
cereyan yankılat bırakmış olduğu gibi, Bayat boyuna mensup, Ş ey h
Ö m er R u ş e n î müridlerinden, M a h m u d o ğ lu H a şa n , Cem S u l­
ta n için O s m a n lıla r ’m O ğ u z -H a n ’ a kadar giden atalarına dâir bir
eser yazmış ve Gülşenî tarikatının kurucusu I b r a h im -i G ü lş e n î de
(mutad üzere) kendisini P e y g a m b e r soyuna veya onun salıâbesinden
birine değil, O ğ u z - A t a ’ya bağlamıştı. 883 (1478) yılında, R u m -Ili’n-
de ölen Bektaşî şeyhlerinden O tm a n B a b a ’mn Oğuz dilini konuştuğu
ve Oğuz-nâme usulünce şiirler okuduğunu da biliyoruz. F â tih devrin­
de, Türk’ü, diğer kavimler ile mukayese eden bir müellif, Türk’ün mu­
kayese ettiği kavimlerden üstün vasıflara sahib olduğunu söylüyor.

Hülasa, X V . yüzyılda Tıma’ dan Ceyhun’ a kadar uzanan saha­


daki Türkler, tek bir kavim idiklerini biliyor ve Oğuzlar’m torunları
olmaktan gurur duyuyorlardı. Bu kavmî şuur o kadar canlı ve kuvvet­
li idi ki, yukarıda verilen bazı misallerin de gösterdiği gibi, cemiyetin
hiç bir tabakası, zümresi ve hânedanlar, onun tesiri dışında kalmamış­
tı. Bu kavmî şuur, bilhassa Oğuzlar’m hâtıralarını ve geleneklerini ya­
şatmak ve türkçeye değer vermekle tezahür ediyordu. Bu kavmî şuu­
run canlanması, Türkmenler’ in X V . yüzyılda kazandıkları büyük si­
yasî başarılar ile yakından ilgilidir.

M ısır ve Suriye’nin hâkimi olan Memlûkler’e gelince, bunların


çoğu Çerkeş menşeli, mühim bir kısmı da Rum idi. Hattâ İn a l, H oş-
K a d e m , T e m ü r -B o ğ a gibi bazı Memlûk sultanları Rumlar’ dan
çıkmıştır. Çerkeş Memlûkleri arasında, Türk asıllı olanlar -sayısı git­
tikçe düşmek üzere- pek azdı. Türkler arasında da kâvmî duygulara
sahib bazı kimselere rastgelinir. Bu arada S u lta n P a r s - B a y ’ın (1422-
1438) teveccühünü kazanmış Doğu Türkleri’ nden bir şeyh vardı: Ş ey h
H a şa n u l-T a t a r î. Ş e y h H a şa n , izah edilmeyen bir sebebten dola­
yı, Arablar’dan öyle nefret ediyordu ki, “ C e n â b -ı H a k k H a z r e t -i
P e y g a m b e r ’ den gayri, bütün Arablar’ ı kargamıştır” diyordu. Bir
diğeri de, Türkler’ in binicilikde ve cömerlikte Çerkeşler’den üstün ol­
duğunu, Çerkeş olan sultana ve onun emirlerine açıkça söylemişti.
Çerkeş Memlûkleri, selefleri Türk-Memlûkleri’nin bütün geleneklerini,

169
sâdıkane bir şekilde devam ettirmişlerdir. Memlûk hükümdarlarından
el-M elik e l-M ü e y y e d Ş ey h , Türkler’i kavimdaşları olan Çeıkesleı’e
tercih ederdi. Halefi P a r s -B a y ise kendi kavmi Çerkesler’i daha çok
severdi. Ancak o bunu belli etmezdi. Fazla olarak P a r s - B a y ’ın Türk-
Ze/’ den de yakın dostları vardı. Müverrih A y n î, geceleri ona tarih okur
ve okuduğunu türkçe izah ederdi. Çerkeş Memlûkleri, türkçeyi kendi
ana dilleri saymışlar, Türk geleneklerine bağlı kalmışlar, Türk şeyh­
lerini, ilim adamları ve şâirlerini himaye etmişlerdir. Türkçe bilen ay­
dınlar onların katında imtiyazlı bir mevkie sahib idiler. Türkiye’ deki
edebî faaliyetler onlarca da takib olunuyordu. Son Memlûk hüküm­
darlarından’ K a n s u h u l- G a v r îd e böyle idi. Y a v u z ’un “ Koca (ih­
tiyar) Çerkeş” dediği K a n su h , F ir d e v s î ’nin Şah-nâme’ sini türkçeye
çevirtmiş olduğu gibi, kendisi de türkçe şiirler söylüyordu. Halbuki,
S e lim ’in türkçe hususunda K a n su h , gibi himmet gösterdiğini bil­
miyoruz. Hülâsa X V . yüzyılda, Osmanlı, Karaman, M ısır, Tebriz, H e­
rat ve Semerkand saraylarında türkçe konuşuluyordu. Bu asır her ba­
kımdan Türklüğün yükselişi asrı idi.

X V I. yüzyılda, İslâm âleminin siyasî çehresinde büyük değişik­


likler vukua geldi. O sm a n lı d e v le t i, elde ettiği büyük başarılar ile
tarihin sayılı imparatorluklarından biri halini aldı. Iran, K ı z ıl-B a ş
S a fe v î devleti tarafından idare edilmeye başlandı. Türkistan’ a, da
Özbekler sağlam bir şekilde yerleştiler. Fakat, Özbekler ne siyasî tarih,
ne de kültür tarihi bakımından mühim bir rol oynayabildiler. X X .
yüzyılda dahi, Türkistan’da farsça resmi dil olarak kullanılıyordu.
Hindistan’a hâkim olan Timurlular’m sarayında da X V II. yüzyılda
ve sonraları farsça konuşulduğunu biliyoruz. Halbuki, Erdebil şeyh­
lerinin torunlarının Tebriz, Kazvin ve Isfahan dahi saraylarında türkçe
konuşuluyordu. Hattâ S a fe v î hükümdarlarının türkçe anlamayan
vezirlerine tercümanlık yaptıklarını dahi biliyoruz. O s m a n lıla r ’ a
gelince, onların divanında tek bir dil kullanılıyordu ki, o da türkçe idi.
Bu divândan Fransa kiralına, İngiltere kıraliçesine olduğu gibi, İran
şahlarına, Mekke şeriflerine, Türkistan hanlarına ve Hindistan hüküm­
darlarına yalnız türkçe yazılıyordu. Buna karşılık, Türkistan hanların­
dan gelen mektupların hepsi veya pek çoğu fars dili ile yazılmış idi.

X V I. yüzyılda, imparatorluğun diğer eyâletleri sükûnet içinde


iken imparatorluğun ana vatanı ve asıl dayanağı olan Anadolu’ da,
bir birini takiben ayaklanmalar oluyordu. Bu, gerçekten hayret edi­
lecek bir keyfiyettir. Bunlardan birincisi Teke sancağında H a şa n
H a lîfe o ğ lu Ş a h -K u lu tarafından çıkarılmıştı. Tefce’nin K ızıl-Y a -

170
ka köyünden olan H a şa n H a lîfe Erdebil’e giderek, Ş e y h H a y d a r ’-
ın hizmetinde bulunmuş ve onun halîfesi olarak Teke’ ye dönmüştü.
Oğlu Ş a h -K u lu başına 10 000 kişi toplayarak ayaklandı. Teke’ yi elde
ettikten sonra, üzerine yürüyen Anadolu beğlerbeğisi K a r a -G ö z Pa-
şa’yı yenib öldürdü. Karaman beğlerbeğisi H a y d a r P a ş a ’yı da ay m
âkıbete uğratan Ş a h -K u lu , Kayseri yöresindeki Çubuk ovasında,
Vezir-i âzam H a d ım A li P a şa ile karşılaştı. Yapılan şiddetli bir sa­
vaşta her ikisi' de telef oldular. Tekeliler, hiç bir takibe uğramadan
İran’ a gittiler (1511). İran’ a, giden bu Tekeliler’ in, 15 000 atlı olduğu
haber veriliyor; yanlarında çoluk ve çocukları da vardı. O sm a n lı
tarihlerinde Ş a h -İ s m a il’in niçin isyan ettikleri sorusuna, bunların
şu cevabı verdikleri söylenir: “ B a y e z id H a n pir olup i’tilâl-i mizâcı
ihtilâl-i mülke müeddî olup, tedbir-i umurdan el çekmiştir. Tetavul-i
vüzera ile çok mezalim cereyan etti. Zulümlerine tahammül edemeyüh
bu sureti ihtiyar ettik 460” . Bu sözlerde büyük bir gerçek payı vardır.
Bu isyandan sonra, Teke ve Hamid sancaklarında bulunan Kızıl-Baş
Türkler’ den bazıları Mora taraflarına sürülmüş olduğu gibi, Y a v u z
S e lim de Şah İ s m a il’in üzerine yürümeden önce, tehlikeli gördüğü
Kızıl-Baş Türkler’ den bir kısmını öldürtmüş ve bir kısmını da hapsettir-
mişti. Bununla beraber, Çaldıran savaşındaki O sm a n lı ordusunda,
küçümsenmiyecek sayıda ICızıl-Baş Türkler’in varolduğunu biliyoruz461.
Çaldıran savaşında Ş a h -İ s m a il’in ordusu menşe bakımından en-
az S e lim ’inki kadar Türk idi ve her iki ordu da Oğuz veya Türkmen
kavminin mensupları ve hattâ pek mühim bir kısmı aynı Ülkenin ço­
cukları idiler.
1518 yılında, Boz-Ok Türkmenler’ inden C elâ l adlı dirlik sahibi
bir şahıs, başına 20 bin kişi toplayarak büyük bir isyan çıkarttı. A m as­
y a ’ya bağlı Turhal kasabası halkından olan C elâl, Mehdilik iddiasiyle
ortaya atılmış, başarı kazanamıyacağını anlayarak İran’ a, doğru yol­
lanmıştı. Fakat, D u lk a d ır b e ğ i Ş e h s u v a r -o ğ lu A li B e ğ tarafın­
dan, Erzincan Akşehiri’ nde yenilerek öldürüldü. Fakat, C elâ l’in ayak­
lanması okadar meşhur olmuştu ki, bundan sonra Anadolu’ da devlete
karşı yapılan ve dinî mahiyette olmayan ayaklanmalar da C e lâ lî sö­
zü ile vasıflanmıştır.
C e lâ l’in gâlibi D u lk a d ır b e ğ i Ş e h s u v a r -O ğ lu A li B e ğ de,
K a n u n î devrinin ilk yıllarında (1522) hiyle ile öldürülerek bu beğ-

460 S a ’ d ııd -d in , Tâc ut-tevârih, İstanbul, 1280, II, s. 181.


461 Bu hususlarda “ S a fe v î devletinin kuruluşunda Anadolu Türkler'nin rolü” adlı
hazırlamakta olduğumuz makalede tafsilâtli bilgi verilmiştir,

171
liğin de hayatına son verildi. Halbuki A li B eğ , O sm a n lı d e v le t in e
büyük hizmetlerde bulunmuştu. Kendisi, ekser D u lk a d ır lı beğleri
gibi, çok yiğit ve dirayetli bir kumandandı. Böylece Boz-Ok ( Yozgat)
ve Maraş bölgesi de doğrudan doğruya O sm a n lı memurlarının eline
geçti. Bu husus, oralarda yeniden ciddî ayaklanmalara sebeb oldu.
Bunlardan biri Boz-Ok’ taki Türkmen oymaklarından S ö k le n boy
beğisi M û sa ile D u lk a d ır lı ailesinden Z ü n n u n tarafından çıkarıl­
mıştı. M û sa ’ııın ekinliğine fazla vergi yazılmıştı. M û sa bunun 100
akçesinin indirilmesini rica etti ise de ricası kabul edilmediği gibi, ya­
nında bulunap bir dedenin de sakalı kesilerek tahkir edildi. Bu hâdise
üzerine isyan başladı. Mohaç savaşının yapıldığı gün Anadolu’ da, da
kan gövdeyi götürüyordu. M ûsa ve Z ü n n u n o gün Karaman beğler-
beğisini mağlûp edip öldürdüler. Türkmenler bunu takiben üzerlerine
gelen birkça O sm a n lı kuvvetini de yenmeğe muvaffak oldular ise de
nihayet mukavemetleri kırılıp isyan bastırıldı (1527).

Fakat ayaklanmalar birbirini takib ediyordu. Çukur-Ova bölgesin­


de D o m u z -o ğ la n , B e ğ ç e B e ğ ve M u s ta fa o ğ lu V e li H a lîfe ayrı
ayrı isyanlar çıkardılar ise de bunlardan hiç biri B e k t a ş î tarikatı­
nın başı K a le n d e r Ç e le b i’nin isyanı kadar tehlikeli olmadı. Bu ayak­
lanmanın ehemmiyeti dolayısı ile K a le n d e r Ç e le b i’nin üzerine biz­
zat Vezir-i âzam İ b r a h im P a şa gitti. K a le n d e r Ç e le b i İ b r a h im
P a şa ’nm gönderdiği kuvvetleri ağır bir bozguna uğrattı. Gerçekten
dirayetli bir devlet adamı olan İ b r a h im P aşa , ayaklanmanın asıl
sebebini araştırdı ve K a le n d e r Ç e le b i’nin başına toplananların
çoğunun dirlikleri kesilmiş, D u lk a d ır lı T ü r k m e n sipahileri olduğu
anlaşıldı. İb r a h im P a şa D u lk a d ır lı oymaklarından Karacalu ve
Dokuz boy beğilerini çağırarak dirliklerin geri verileceğini taahhüt etti.
Bu taahhüt üzerine D u lk a d ır lıla r K a le n d e r Ç e le b i’nin yanından
ayrıldılar. 300-500 kişi ile kalan K a le n d e r Ç e le b i de kolayca mağ­
lûp edilerek öldürüldü (1527).

Bu ayaklanmalar, mezhebi mahiyette gibi görünüyorlarsa da,


yukarıdaki hâdiselerden de anlaşılacağı gibi, gerçekte İktisadî sebebler
ile ilgilidir. Devşirme ocağı okadar gelişmişti ki Anadolu’daki en kü­
çük askerî hizmetler bu ocağın mensuplarının eline geçmeğe başla­
mıştı. Sünnî olsun, şî’î olsun Türk’e artık yalnız çiftçilik yapmak işi
düşüyordu. Manisa’da şehzade iken II. S e lim ’in oğlu III. M u ra d ’m
hizmetine her nasılsa girebilmiş olan iki kardeş, raiyyet yani vergi ve­
ren köylü bir Türkün oğulları oldukları için yerlerine kul oğulları alın­
mak üzere, işlerinden çıkarılmaları emredilmişti461. Devletin, askerî
hizmetleri için en gözde unsuru kul, yani devşirme veya onların oğul­
ları idi. Şayet herhangi bir hizmet için onlar bulunmaz veya kâfi gel­
mez ise o zaman Anadolu’ln Türk gençleri istihdam olunuyordu. K öy ­
lü Türkler açık kapı olarak ancak medreselerde okumak imkânına sa­
hip idiler. Daha X V I. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu medreselerin­
de o kadar çok talebe okuyordu ki, bunlar işsizlik sebebi ile bölük b ö ­
lük bayrak açarak Anadolu’ da haydutluk yapmaya ve halka zulüm
etmeğe başlamışlardı. Medrese talebelerinin bu hareketlerini önlemek
için devlet uzun bir zaman uğraşmak mecburiyetinde kalmıştır 463. A y ­
nı yüzyılın sonlarına doğru C el âlî isyanları başlamış ve ertesi yüz­
yılda da devam etmiştir. Bütün bu buhranların çıkmasında çok geliş­
miş olan devşirme sistemi pek mühim bir âmil olmuştur. S e lç u k lu ­
la r devrinde de memlûk sisteminin kabul edilmesi ve mezkûr sistemin
gelişmesinin bu mahiyette buhranlara sebeb olduğunu daha önce
görmüştük.
Konumuzla yakından ilgili olduğundan kısaca bu meselelere te­
mas ettikten sonra, şimdi bu yüzyılda Türk oymaklarının durumuna
geçebiliriz.

X V I. yüzyılda tam göçebe hayatı geçiren başlıca iki topluluk


vardı: Bunlardan biri Haleb bölgesinde yaşayan ve yazın JJzun-Yayla
ile Sivas’ın güney taraflarına çıkan Haleb Türkmenler’ı, diğer de Boz-
Ulus olup, Mardin’in güneyinde, Fırat kıyılarında kışlamakta ve E r ­
zurum-Erzincan arasında yaylamakta idi. Haleb Türkmenlerinin K a ­
n u n î devrindeki vergi nüfusu 9316 hânedir. Boz-U lus’unki ise 947
(1540)’ de, Dulkadırlı kolu da dahil olmak üzere, 668 mücerred, 7325
evli ve toplam olarak 8013 vergi nüfusundan ibaretti 464. Bunlardan
başka D u lk a d ır lı ulusundan bir kısım oymakların da henüz çiftçilik
hayatına geçmediği görülüyor. Çukur-Ova’ da yurd tutmuş olan Uç-
Oklar arasında ise çiftçilik yapmayan oymaklara nâdiren rastgelinir.
Başlıca Sivas eyaletinde yaşayan Ulu-Yörük topluluğu ile Boz-Ok’-
taki Türkmen oymakları da ziraî hayata geçmişlerdir. Kısaca bu yüz­
yılda göçebe ve yarı göçebe unsurun nüfusu yerleşik unsura nazaran
çok azdır ve nisbet farkı yerleşik unsur lehine gittikçe artmaktadır.

462 Mühimme Defteri , nr. X X I , sıra 43, s. 9.


463 Bu konu üzerinde: M u sta fa A k d a ğ , M edreseli isyanları, İktisat Fakültesi M ec­
muamı, X I, no. 1-4, s. 361-387.
464 F a ru k D e m ir ta ş (S ü m er), Boz Ulus Kakında, D il ve Tarih-Cografya Fakültesi
Dergisi, VII, sayı 10, s. 59.

173
X V I. yüzyılda, daha önceki yüzyılda olduğu gibi, göçebe anla­
mında yörük (yörümekten) sözü kullanılıyor ve bu söz Haleb Türkmen­
leri gibi teşekküllere de veriliyordu. Fakat daha sonraları Yörük ke­
limesi gerçek anlamını kaybetmiş ve Batı-Anadolu ile Güney Batı-Ana-
dolu’ daki oymakların umumî adı olmuştur. Yani Yörük bu bölgelerde
X V II. yüzyıldan önce yaşayan göçebe, yarı göçebe oymaklar anlamını
ifade etmiş ve bu, zamanımıza kadar gelmiştir 465. Buna göre Yörük
adının kavmî hiç bir mânâsı yoktur. Yörükler de Oğuz boylarından
gelmektedir. X V I. yüzyılda kavim adı olan Türkmen kelimesi ile va­
sıflanan başlıca eller: Haleb Türkmenleri, Boz-Ulus, Dulkadırlılar ile
Boz-Ok’taki oymaklardı. Daha sonraları bu ad Haleb Türkmenleri ile
Boz-Ulus’a. münhasır kaldı. Bu iki elden X V III. yüzyıldan itibaren
Orta ve Batı-Anadolu’ya gelenlere de Türkmen denilmiş, hattâ köyler­
de ve kasabalarda yerleştikten sonra da zamanımıza kadar bu adla
anılmışlardır. Bu gün Orta ve Batı-Anadolu da bazı yerlerde yan yana
Türk, Yörük ve Türkmen köylerini görmek mümkündür. Bunun izahı
şudur: Türk adıyla vasıflanan köyler, o bölge veya yörenin S e lç u k lu la r
ve beylikler devrinden beri yerleşmiş en eski Türk halkına ait olanlardır.
Yörük adıyla vasıflanan köyler, oralarda, X V II. yüzyıldan önce yaşayan
ve son asırlarda yerleşen Yörükler’in kurdukları köylerdir. Türkmen
köyleri ise X V II. yüzyıldan itibaren Orta ve sonra Batı-Anadolu ile
Marmara bölgesine göç etmiş ve son asırlarda oralarda yerleşmiş Boz-
Ulus, Haleb Türkmenleri ve Y en i-İl’e mensup oymaklar tarafından
meydana getirmiş olanlardır 466. Dikkate değer bir keyfiyettir ki O s-
m a ıılı devrinde Boz-Ulus ve Haleb Türkmenleri gibi eller bile Yörük­
ler’den daha erken yerleşik hayata geçmişlerdir. Bugün Türkmenler’- .
den hemen hemen hiçbir göçebe teşekkül görülmez. Fakat Toroslar’ da
hâlâ bu hayatı devam ettiren Yörük oymaklarına rastgelinir 467. Hüla-

465 Bu hususta tafsilat için: F a ru k Sü m er, X V I . asırda Anadolu , Suriye ve Irak'ta


yaşayan Türk aşiretlerine umumî bir bakış (İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi M ecmuası ,
X I, s. 518-522) adlı makalemize bk.
466 Tahtacı kelimesinin kavmî bir manası olmayıp bu söz davarcılılc veya çiftçilik yerine
ağaçlardan tahta biçmek ve dilme yapmak işleri ile meşgul olan bir Türk zümresine verilir. Bun­
lar Ağaç-Eri Türkm enlerinin torunları olup, Kızılbaşlık inançları taşırlar; pek çalışkan insan-'
lardır,. çoğunun köyleri orman eteklerinde bulunur; evleri de tahtadan olup, bazı yerlerde üst­
leri çinko ile örtülüdür; aralarında güzel kadınlara ve güçlü, kuvvetli erkeklere sık sık rastge­
linir.
Sakary'a ve Marmara bölgesinde M anav denilen köylülerin de aslı Yörük olup, çoğu
Antalya bölgesinden geldikleri için bu adı almışlardır. Abdallarda gelince, bunlar Anadolu1nun
yerli Çingeneleridir ve hepsi Kızılbaştır.
467 Fakat bugün Toroslar’ da görülen bu Yörükler'in yerleşecek topraklan olmadığı için,
zarurî olarak bu hayatı devam ettirdiklerini kaydetmeliyim.

174
Sa: Türk, Türkmen, Yörük, Tahtacı, Kızıl-Baş (Alevî) adları ile vasıf­
lanan topluluklar arasında kavmî hiç bir fark olmayıp, hepsi Oğuz
(Türkmen) kavminin torunlarıdır.

Bilindiği gibi, O s m a n lı askerî gücü, yükseliş devirlerinde başlıca


timar sistemi ile devşirme ocağına dayanmakta idi. Bu sebeble oymak­
lar, bu devirlerde raiyyet yani vergi veren halktan sayılmıştır. Bilhassa
Haleb Türkmenleri, Boz- Ulus, Y en i-Il tamamen bu vasfı taşırlar. Hal­
buki yukarıda görüldüğü üzere, S a fe v î devleti de, tamamen aksine
olarak, askerî bakımdan Türk oymaklarına dayanıyordu. Türkiye’de
vergi veren bir Türk, Iran a gidince kolayca askerî hizmete almıyor,
şayet oymak beği veya sipahi ise, devletin en yüksek askerî mevkile­
rine çıkabiliyordu. Bu husus göçebe, köylü ve sair Türkler’in X V I.
yüzyılda Anadolu’ dan İran’ a gitmelerine âmil olan sebeblerden biri
olarak kayda değer. Bununla beraber Dulkadırlı, Çukur-Ova oymakla­
rında, Ulu-Yörük, Boz-Ok ve At-Çekenler’de-tam yerleşik bölgelerden
farksız denilebilecek şekiIde-ehYZ'ifc sahipleri ( sipahiler ve diğerleri)
görülür. O sm a n lı devleti, yukarıda zikredilen üç topluluktan (yani
Haleb Türkmenleri, Boz-Ulus ve Y en i-İl) askerlik hususunda ancak,
devşirme ocağı ehemmiyetini kaybettiği ve asker sıkıntısı çekmeye
başladığı zamandan itibaren faydalanmak yoluna gitmiştir. Bu üç
topluluk O sm a n lı devrinde, mâlî bakımdan, hânedana bağlanmıştı.
Onlar da S a n ca r devrindeki Oğuzlar gibi, hass raiyyet idiler. Fakat
bu Türkmenler, bu (‘ hass raiyyetliğin” hiç bir faydasını görmemişler,
idarecilerin ve tahsildarların zulmüne maruz kalmışlardır.

4 - Haleb Türkmenleri:

X V I. yüzyılda Haleb Türkmenleri başlıca: Beğ-Dili, Harbendelu,


Bayat, İnallu, Köpeklu-Avşarı, Gündüzlü-Avşarı gibi, büyük teşekkül­
ler ile Kar km , Kızık, Uç, Acûrlu, Kaçılu, Peçenek, Döğer, Kınık, E y -
mür, Bahadırlu, Kara-Koyunlu ve saire gibi oymaklardan müteşek­
kil idi.
Dulkadırlı: Bu el başlıca Maraş bölgesinde yaşamaktadır. Bu
ele mensup tam göçebe oymaklar, kışın A m ik ovasına, Haleb dolay­
larına ve Çukur-Ova’ ya inerlerdi. Dulkadırlı elinden bir çok bölükler,
İran’ a gitmiş oldukları gibi, ona mensup bir kol da Diyarbekir bölge­
sindeki Boz- Ulus’ a katılmış bulunmakta idi. Ayrıca yine bu el’e men-
sub teşekküller, Haleb Türkmenleri’ne ait oymaklar ile, Yozgat bölge­
sinde yerleşmişler ve ayrıca Sivas’m güneyinde Y en i-ll’ i meydana
getirmişlerdir. Daha X V I. yüzyılın başlarında bu eFe mensup oymak­

175
ların Ankara bölgesine kadar gelmiş oldukları görülüyor. Kayseri ve
Kır-Şehir bölgeleri de bu el’in yerleşme sahaları arasında idi. Daha
sonraları onlardan mühim bir kısmının ( Cerid, Tecirli ve Ağça-Koyun-
lu) Çukur-Ova’ da oturak yaşayışa geçtiklerini biliyoruz. Bu büyük el,
başlıca şu boylardan meydana gelmişti:
I - Anamaslı öbür adı Karaçalı (bazı obaları: Yazır, Sevinçlu,
Oruç-Beğlu , Ulaşlu, Urcanlu, Kazancılu, Söylemezlu, Yol-Basanlu,
Kara-Haytalu).
2 - Dokuz , öbür adı Bişanlu (bazı obaları: Karkın, Karamanlu,
Kürd-Mihmadlu, Avcı, Demrek, Hacılar, Neccarlu, Dokuz-Koyunlu).
3 - Küreciler
4 - Cerid (bazı obaları: Bayır-Cerid, Kara-Hasanlu, Oruç-Gazilu,
Mamalu).
5 - Peçenek
6 - Kavurğalu
7 - Elçi
8- Döngelelu (? )
9- Küşne
10- Yuvalu (yahut Kara-Yuvalu)
II- Tekelu
12- Varsak

13- Ağça-Koyunlu (en önemli obaları: Çalışlu, M usa-H acilu-M u-


sacalu-, Kozanlu , Hamidlu) .
14- Eym ir
15- Çimelu
16- Kızıllu
17- İmanlu-Afşarı
18- Çağırğanlu
19- Avcı
20- Gündeşlu
21- Tecirlu (Tâcirlu)
Dulkadırlı eli’ nin Kars ( Kadirli) yöresinde yaşayan teşekkülleri
ise şunlardı: Varsak,- Demürcülu, Karamanlu, Selmanlu, Zâkirlu, K a ­
vurğalu, Geçlik, Eşkinciler. Sis (bugün Kozan) sancağında da: Savcı-
Hacılu, Eğlen-Oğlu, Ayru-Dam lu, Kavurğalı ve Avşar teşekkülleri sa­
kin idiler.

176
5 - Çukur-Öva:

Bu bölgeyi fethetmiş olan Üç-Oklar toprağa bağlanmışlar ve kıs­


men boy teşkilâtını kaybetmişlerdir. Bölgenin açılmasında mühim
roller oynamış olan Yüregirler ve Kınıklar’m X V I. yüzyılda yerleş­
tikleri yerlerde yalnız adları kalmıştır. Henüz tamamiyle çözülmiyerek
kabilevî teşkilâtlarını muhafaza edenler: Kara-lsalu, Kusun, K u ş-
Temiir, Ulaş, Gökçelu ve Elvan boylarıdır 468.

Tarablus-Şam: Bu yörede yaşayan Türkmen topluluğu da başlıca:


Salur, Eymir-Gazilu, Boğayırlu, Süleymanlu ve sair oymaklardan mü­
teşekkildi.
Boz-Ulus: Boz-Ulus. Diyarbekir Türkmenleri, Dulkadırlu oymak­
ları ve Haleb Türkmeni oymakları olmak üzere üç koldan meydana
gelmiştir. Eski Ak-K oyu nlu eli’ nin kalıntısı olan Diyarbekir Türkmen­
lerinin taşlıca oymakları şunlardı: Tabanlu, Oğul-Beğlu, Musullu,
Pürnek, Hamza-Hacılu, Koca-Hacılu, Izzeddin-Hacılu, Süleyman-Ha-
cılu, Şeyhlu, Danişmendlu, Sâlârlu, Çavundur, Dodurga, Döğer, Kar-
kın, Avşar, Beğ-Dili, Alpavut.

Dulkadırlu oymakları: Cerit Sultan-Hacılu, Kürd Mihmadlu ( Do-


kuz’ dan), Köçeklu, Küşne, Aııamaslu, A vcı, Dodurga, Cecelu, Çimelu,
Avşar, Karaca-Arablu, Eym ir, Gündeşlu, Çağırğanlu, Kızıl-Kocalu,
Şam-Bayadı, Karkm , Musacalu-Musa-Hacılu-(Ağça-Koyunlu’ da.n).

Haleb Türkmeni oymakları: Köpeklu-Avşarı, Gündüzlü-Avşarı,


Harbendelu, Beğ-Dili, Acûrlu, tnallu, Bayat, Kara-Koyunlu.

Yeni-îl: Y en i-ll Sivas’ın güneyindeki Mancılık, Gürün ve Hekim-


Han arasındaki bölgede yaşayan oymakların adıdır. Mancılık ile Gü­
rün arasındaki araziye Uzun-Yayla denilir. Hekim -Han’m kuzey do­
ğusunda ve Alaca-Han’ ın güney doğusundaki Yellüce dağı da Y en i-Il’ -
in en ünlü yaylalarından biri idi. Y en i-İl, mâlî bakımdan III. M u ra d ’ -
m anası N u r -B â n û ’nun Üsküdar’ da yaptırdığı câmiin evkafına bağ­
lanmıştı. Bu sebeble vesikalarda bu topluluğa “ Üsküdar Türkmeni”
de denilir. Bu topluluk, biri Dulkadırlu’ ya, diğeri Haleb Türkmenleri’ne
mensup olmak üzere, iki koldan meydana gelmiştir. Haleb Türkmen-
leri’ne mensup kola Yaban-Eri denilir 469. Çünkü, bu kol bölgede ancak
yazın oturmakta, kışın Haleb bölgesine inmektedir. Dulkadırlu kolu

468 Bu lıususta: F. Süm er, Çukur-Ova tarihine dâir araştırmalar, Tarih Araştırmaları
Dergisi ,1963, I, sayı: 1-98.
469 F. Süm er, Anadolu'daki Türk aşiretlerine umumî bir bakış, s. 513.

177
ise umumiyetle çiftçilik yapmaktadır. Yaban-Eriler’in çoğunun Beğ-
Dili boyuna mensup oymaklardan meydana geldiği görülüyor. Baş­
lıca Yaban-Eri teşekkülleri şunlardır: Beğ-Dili, Bayat, Avşar, Bayın­
dır, Harbendelu, Kara-Koyunlu.

Dulkadırlı: Çimelu, M usacalu-Musa-Hacılu-( Ağça-Koyunlu’ dan),


Boynu-Yoğunlu, Kürd Mihmadlu (Dokuz’ dan), İmanlu-Avşarı, Barak
(Cerid’ ten), Ağça-Koyunlu, Tatar-Alilu, Çağırğanlu, Elçi, Tecirlü,
Neccarlu (Dokuz’ dan).

Y en i-ll’in, İdarî teşkilâtı 1275 (1858-1859) yılına kadar sürmüş­


tür.
Ulu-Yörük: Ulu-Yörük, başlıca Sivas, Amasya ve Tokat bölge­
lerinde yaşamakta olup, bu topluluğun bazı oymakları batıda, Ankara
ve Kır-Şehir bölgesine kadar yayılmışlardır. Ulu-Yörük başlıca üç kü­
meye ayrılır: Yüzde-pâre, Orta-pâıe, Şark-pâre. Bu kümeleri teşkil eden
oymaklar bölük adını taşıyor. Bölüklerden her biri muayyen kışlak­
lara sahip bulunmakta ve onun üzerinde çiftçilik yapmaktadır. Bu
topluluğu meydana getiren başlıca bölükler şunlardır: Il-Beğlu, Çepni,
Kulağuzlu, Ak-Kuzulu, Ak-Salur, Tatlu, Gerâmpâ, Gökçelu, Şerefed-
dinlu, Çunğar (moğolca Ca’ ungar ? = sol), Ballu, Çapanlu, İkizlu, Ça-
vurçı, Ustacalu (Usta H a cılu = Ustaclu), Dodurğa, özlü, Kırıklu, K a -
ra-Fakihlu, Turğutlu, Ağça-Koyunlu ( Dulkadır lu’ dan), Ali-Beğlu,
Kuzu-Güllü, Kara-Keçilu, İnallu (Haleb Türkmenlerinden).

Boz-Ok: (bu günkü Yozgat bölgesi): burası daha önce de işaret edil­
diği gibi, Kara-Tatar denilen Moğollar’ m başlıca yaşadıkları bir yer
idi. T im u r ’un, bunlardan çoğunu beraberinde Türkistan’ a, götürmesi
üzerine, X V . yüzyılın ilk yıllarında Boz-Ok Türkmenleri, yani Dulka-
dırlı eli ile Haleb Türkmenler i’ne mensup teşekküller burada güçlüğe
uğramaksızın yurd tuttular. Aşağıda yörelere göre zikredilecek olan
oymaklar arasında Tatarlar’ dan başka yerli teşekküller olup olmadı­
ğını kesin bir şekilde tesbit etmek bugün için pek mümkün değildir.

Gedük: Kara-Yahyalu, Delu-Alilu, Ağçalu (en mühim obası: H a­


cılar), Ağça-Koyunlu ( Dulkadırlı’ dan), Şam Bayadı ( Dulkadırlı’ dan).

Kara-Taş: Ali-Beğlu, Ağçalu, Tecirlu ( Dulkadırlı’ dan), Kızıl-


Kocalu (başlıca oymaklarından: A li-Şarlu).

Ak-Dağ: Karalu, Kırklu, Hisar- Beğlu, Kızıl-Kocalu, Söklen (en


büyük oymağı: Saru-Halillu).
Boğazlayan: Çiçeklu, Kulağuzlu.

178
İli-Su: Tatar (Moğol), Aıslan-Beğlu, Ağçalu.
Sorgun: Zâkirlu, Kızıl-Kocalu.

6 - At-Çekenleı- ve Komşu Oymaklar:

M a rco P o l o ’ııuıı dediği gibi, Türkmenler Orta-Anadolu ’da soylu


atlar yetiştiriyorlardı. Bilhassa K onya bölgesindeki Türk oymakları,
K a r a m a n -o ğ ır ila r ı ve O s m a n lıla r devrinde de her yerde aranan
atlar yetiştirmekte devam etmişlerdir. Bunlar ilk önce vergilerini ye­
tiştirdikleri atlardan verdiklerinden kendilerine At-Çeken denilmiştir.
O sm a n lı devrinde at vergisi nakden verilmeye başlanmıştır. A t-Ç e-
kenler başlıca Lârende (Karam an), Ak-Şehir ve Koç-Hisar gölü ara­
sındaki bölgede yaşıyorlardı. Bu bölge üç yöreye yahut İdarî mınta-
kaya (kaza) ayrılmıştı: E ski-Il, Turğud ve Bayburd. E ski-Il, Koç-Hisar
gölünün güney taraflarındaki toprakları ihtiva etmektedir. Bu yöre­
nin merkezi Koçhisar gölü kıyısına yakın yerdeki E ski-Il köyü olup bu­
gün de mevcuttur. Eski S e lç u k lu anayolu üzerinde bulunan Eşm e-Kaya
köyü d i At-Çeken beğlerinin oturdukları yerlerden idi ki, bu beğlerin
nesli zamanımıza kadar gelmiştir. K onya bölgesindeki meşhur “ Eşm e-
K a ya ’nin kavakları gölgeli” türküsü de son beğlerden birisi için yakıl­
mıştır. Turğud, Ak-Şehir ’in doğu yönündeki topraklara, Bayburd ’da
Karaman’va. kuzeyindeki araziye denilmektedir. Aşağıda bu yöreler­
deki ve Karaman iline bağlı diğer bazı yerlerdeki en belli başlı oymak­
ların adı verilmiştir. Bunlar arasında geçen Tatar ve Celâyir adlı oy­
maklar Kar a -T atarlar’m. kalıntılarıııdandır. Asıl At-Çekenler’in yani
E ski-Il, Turğud ve Bayburd yörelerindeki oymakların Y a v u z S elim
devrindeki vergi nüfuslarının toplamı 1080 vergi evi idi.
E s k i-Il: Kuş-Tem ür, Sölmüşlü ( _>Lilj--), Hocandılı (K a r a m a n
o ğ u lla r ı’na mensup beğlerden birisi olan H o c a n t ı’ dan?), Dâvudlar,
Kureyş-M elik-Şah, B oynu-Yum ru, Kurulu.

Turğud: Kusunlu, Yapa, Çepni, Reyhanlu , Saruca-Ahmedlu, Şah


Beğ Nökerleri.

Bayburd: Emîr-Hacılu , Oğul-Beğlu, K a yı, Farsaklar, Peçenek,


Tatar (M oğol).

A k -S a ra y: Bektaşlu.
K oş ( K o ç )-H isa r : Boz-Kırlu, Boz-Doğan , Urunğuş, Hindlu,
Cüneydlu, Celâyir.
Urgüb: Cemallu, Yuvalu.
Niğde : . Bereketlu, Dündarlu, Bulğarlu,

179
D evelu: Benderi-Beği.

Develu Kara-H isar'ı; Yahyalu.

Ilgın : Muğal Samağarı, Elçili ( A lç i?) Tatarı.

îshaklu: Selçuklu, Kondu, Kutlu-Boğa Tatarları, Kapucu-Tatar-


ları, Muğal-Tatarları.

Bu oymaklardan bazıları İ ç -İl’ den (B oz-K ırlu, Boz-Doğan), ba­


zıları da Tarsus-Adana bölgesinden (K uş-T em ür, Kusunlu, Farsak-
Varsak-, Urunğuş, Dündarlu, Bulgarlu) gelmişlerdir.

tç-İl: Iç -ll S e lç u k lu la r zamanında fethedilmeye başlanmış ve


bu fetih K a r a m a n -o ğ u lla r ı devrinde tamamlanmıştır. Bu bakım­
dan buradaki Türkler Çukur-Ova'dakiler’den ayrı bir siyasî mâziye
sahipdirler. Bunlar hemen münhasıran K a r a m a n - o ğ u lla r ı’nm Türk­
menleri olup, onların en güvendikleri unsuru teşkil etmişler ve başlıca
dayanakları olmuşlardır. I ç -ll, II. B a y e z id devrinde altı yöreye ay­
rılmıştı: Ermenek, Selinti (bugünkü Gazi Paşa), Gülnar, Silifke, Karı-
Taş ve M ut. Buradaki Türk halkının mühim bir kısmı tam yerleşik
hayat sürmektedir; geri kalanlar da, köyleri olmak ve çiftçilik yap­
makla beraber, oymak teşkilâtını henüz muhafaza etmektedirler. Bun­
ların başbcaları şunlardır: Boz-Doğan ( Silifke’ de ), Yıvalu- yahut Yu-
valu- (Anamur’ da.), Oğuz-Hanlu ( Selinti ve Anamur’da), Boz-Kırlu
(Taşlık-Silifke’de), Hoca-Yunuslu ( Gülnar’ da), Beğ-Dili ( Gülnar’ da),
Şamlu ( Taşlık Silifke’de). Bü oymakların başında bulunan aileler, K a-
r a m a n -o ğ u lla r ı’nm emirleri arasında yer almışlardı.

Bu oymaklardan Taşlık-Silifke’de yaşayan Boz-Kırlular’m adı,


B o z - K ır adlı bir beğden geliyor. B o z - K ır da bozmak ve kırmak
mastarları ile ilgili olsa gerektir. Çünkü, o zamanlar, şimdi coğrafî mâ­
nâda kullandığımız boz-kır kelimesi mevcut değildi. Bunun gibi, K o n ­
y a kazalarından biri olan B oz-K ır da adını orayı idare etmiş olan
başka bir beğden almıştır. X V I. yüzyılda bu beğin neslinin henüz de­
vam ettiğini biliyoruz. Daha II. B a y e z id devrinde Boz-K ır kazasında,
yarı göçebe de olsa, hiç bir oymağa rastgelinmediği gibi, Hıristiyan
azınlığı da yok idi. Bir çok yerlerde olduğu üzere, bu kasabaya Rum-
lar, X I X . yüzyılda gelmişlerdir.

Iç-Il, O sm a n lı devrinde, bitmez tükenmez bir insan kaynağı


vasıfını taşır. Buradan komşu bölgelere, her asırda göçler vukubulmuş,
ve bunlar, muhtelif sebebler ile oralarda zayıf bir duruma düşen Türk
nüfusunu daima takviye etmiştir. D a h a II. B a y e z id devrinde, Boz-

180
Doğan*daıı ve Boz-Kırlu’ dan olmak üzere mühim kolların Orta A n a ­
dolu’ daki Koç-Hisar yöresine göç etmiş oldukları görülüyor. Yine aynı
devirde daha az ehemmiyetli oymakların da Teke ( Antalya) bölgesine
göç ettiklerini biliyoruz. Kıbrıs’ın fethinden sonra, Iç -Il bölgesinden
vakit, vakit bu adaya da göçmen gönderilmiştir. Böylece , bugünkü K ıb ­
rıs Türkleri’ nin mühim bir kısmı İç -İl Yürükleri’ nin torunlarıdır.

İç -İl’ den, sonraki asırlarda daha mühim göçler olmuştur. Bu göç­


ler, bilhassa komşu bölge Çukur-Ova’ ya yapılmıştır. Buraya göçen
oymakların başında Boz-Doğan ile ona mensup Melemenci, Kara-Ha-
cılu, Kürkçülü ve Tekelu obaları bulunuyordu. Bunlar, Celâli isyanları
ve diğer sebebler ile nüfusu çok azalmış bulunan Çukur-Ova’ daki fâtih
Türk halkını kuvvetlendirmişler ve ovanın yeniden iskânında mühim
bir rol oynamışlardır.
Menteşe: Menteşe (bugünkü Muğla vilâyeti) sancağında yan gö­
çebe olmak üzere, bazı oymaklar yaşamaktadır. Bu oymakları, mey­
dana getiren kollara, defterlerde tir (ok) denilmektedir ki, sadece bu
sancağa mahsus bir tâbirdir. Menteşe sancağında yaşayan oymakla­
rın başlıcaları şunlardır: K a yı, Horzum ( f j j y - her halde: den),
Barza ( » j j l ; ) Kızılca-Yalınç (?), Kızılca-Keçilu, İskender Beğ. Bu­
rada adı geçen Barza oymağı Oturak-Barza ve Göçer-Barza olmak
üzere, iki kol halinde olduğu gibi, aynca bir de Güne-Barza kolu
vardır. Hamid sancağında zikre değer bir teşekkül, Karamanlu
oymağıdır.
Aydın: Bu sancakta Karaca-Koyunlu adlı bir Yörük topluluğu
görülmektedir. Bu topluluk geniş bir sahaya yayılmış olup, çok küçük
oymaklardan meydana gelmiştir. Bu topluluk içinde Tarucular, El-
liciler, Çullular gibi bazı büyük oymaklar da vardır.

Kütahya: Bu sancağın bilhassa Denizli yöresinde, oldukça mü­


him bir Yörük topluluğu görülmektedir. Bu topluluğu meydana geti­
ren başlıca büyük oymaklar şunlardır: K a yı, A k-K oyunlu. Boz-Guş,
Kılcan, Ak-Keçilu, Kaşıkçı, Müsellemân-ı Toylı, Avşar, Ala-Yundlu. Bu
oymaklardan A k-K oyu nlu ’nun, Kara Hisar-ı Sâhib (Afyon) sancağın­
da da mühim bir kolu görülmektedir. Aynı sancağın Seyyid-Gazi yöre­
sinde de Kara-Koyunlu adlı büyük bir oymak yaşamaktadır. Gerek
A k-K oyunlu, gerek Kara-Koyunlu oymaklarının, bu adlardaki Türk­
men b oy ve ulusları ile kabilevî bir münasebetleri olup olmadığı üzerin­
de bir şey söylemek mümkün değildir.
Ankara: Ankara sancağının her tarafında yarı göçebe ve çoğu
az nüfuslu oymaklara rastgelinir. Sancağın Kasaba kazasında, Yaylalu

181
ve Aziz-Beğlu, Kara-Keçilu, Tos-Boğa ( Uj^ y ); Beğ-Pazarı, Sivri-
Hisar ve Sultan-Önü kazalarında da, mühim bir kısmını Gençlu oyma­
ğının meydana getirdiği Ulu-Yörük teşekkülü (929=1523 tarihinde:
3 985 vergi nüfusu) yaşamaktadır. Yukarıda adı geçen oymaklardan
Tos-Boğa eski O sm a n lı tarihlerinde Moğol olarak vasıflanır. Kara-
Keçililer’e gelince, bunların bugün Eski-Şehir bölgesinde yaşadığını
gördüğümüz Kar a-Keçililer’ in ataları oldukları anlaşılıyor. Ankara
sancağındaki bu Kara-Keçililer de Ulu-Yörük’ e bağlı ve Kır-Şehir
toprağında yaşayan büyük Kara-Keçili oymağının bir kolunu teşkil
ediyorlardı.
Anadolu’nun diğer bölge ve yörelerinde de X V I. yüzyılda yan
göçebe oymaklar yaşamakta iseler de, bunlar o kadar mühim olmadık­
larından burada zikredilmelerine lüzum görülmemiştir. Yalnız. Çorum
sancağına bağlı Katar ( jlU ) kazasında Tataran-ı Muğal adlı mühim
bir teşekkülün yaşadığını kaydedelim. Yine aynı asırda Bolu sanca­
ğında Horasanlu adlı bir oymak da görülmektedir.

Türkiye’nin bu yüzyıldaki kavmî durumuna gelince, elimizdeki


tahrir defterleri sayesinde bunu teferruatına kadar tesbit etmek müm­
kündür. Bu defterlere göre Türkiye’nin , Adalar Denizi’ nden Fırat’a, ve
Trabzon’ a, kadar olan kısmında Türk çoğunluğu pek hâkim olup azın­
lık olarak yalnız Rum ve Ermeniler vardır. Hıristiyan azınlığının en
az bulunduğu bölgeler Batı-Anadolu, Güney-Batı-Anadolu, Marmara
bölgesi ile Kuzey-Batı-Karadeniz bölgesidir. Bu zikredilen bölgelerde
1520-1530 yılları arasında 540 963 Türk hâne nüfusuna karşılık, yalnız
4 471 Hıristiyan hâne nüfusunun yaşamakta olduğunu biliyoruz. K on ­
y a , Niğde, Kayseri ve Iç -Il vilâyetlerinde ise Türk hâne nüfusu 143 254,
Hıristiyan hâne nüfusu ise 2 448 idi 470. Doğuya gidildikçe nisbetin azal­
makta olduğu görülüyor. Meselâ Maraş, Yozgat, Kır-Şelıir vilâyetlerin­
de 66 776 Türk hâne nüfusuna karşılık 2 687 Hıristiyan hâne nüfusu
va rd ı471. Aynı yıllarda Çukur-Ova bölgesinde de ezici Türk çoğunluğu­
na mukabil pek az bir Ermeni nüfusu görülmektedir 472. X IV . yüzyıl-
danberi Anadolu’ dan İran’a yapılan siyasî hareketler (A li Pâdşah’-
tan- Şah İsmail’ e kadar) bu ülkeden pek çok Türk nüfusunun İran’ a
gitmesine sebeb olmuştur. Hattâ X V I. ve X V II. yüzyıllarda dahi 1-
ran’ a. epeyce Türk gitmiştir. Bütün bu göçler en fazla tesirini Doğu-

470 Ö m er L ü t f i B a rk an, Tarihî demografi araştırmaları ve Osmanlı tarihi, Türkiyat


M ecm uası , İstanbul9 X , 1953, s. 11, tablo 1.
471 Gösterilen yer.
472 Çukur-Ova tarihine dâir araştırmalar, s. 20-23.

182
Anadolu’da, göstermiş ve X V . yüzyılda “ Türkmen ülkesi” olarak vasıf­
lanan bu bölgedeki Türk nüfusu acınacak bir duruma düşmüştür. Os-
m a n lı devletinin K ür d beğlerini yerlerinde bırakmasının bu hususta
mühim bir âmil olduğu anlaşılıyor.
K a n u n î ’nin Nahçivan seferinden (1548) sonra 20 000 akçelik ve
daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun
haline gelmesi ile Türk sipahilerinin terakki imkânı ortadan kalkmıştı.
En küçük askerî vazifeler için kullar veya onların oğulları tercih olunu­
yordu. Şayet bu vazifeler kullar veya onların oğulları tarafından dol-
durulmuyorsa, o zaman Anadolu Türkleri diğer bütün kavmî unsur­
lara tercih edilerek, hizmete alınmakta idiler. Arab, Lâz, Tat, Şartlı 473
gibi unsurlar ise askerî hizmetlere kabul edilmiyorlardı. Bir de Kızıl­
baş olduklarından kendilerine güvenilmeyen, Çepniler’ in askerî hizme­
te alınmaları yasaklanmış ve evvelce alınmış olanların da çıkarılma­
ları emredilmişti 474. Hulâsa X V I. yüzyılda devletin gözde askerî züm­
resini kullar ve onların oğulları teşkil ediyordu. Ondan sonra da A na ­
dolu Türkleri geliyordu. Fakat bunlara da mühim vazifeler verilmi­
yordu. Halbuki Anadolu Türkleri de Yeniçeriler gibi, maaşlı asker ol­
mak istiyorlardı. Bu sebeble babasından sonra tahta geçmeye hazır­
lanan Kanunî’nin oğullarından B a y e z id onlardan kolayca 7 000 kişi­
lik ücretli bir ordu vücuda getirmişti. Ağabeğisi S elim de, babasının
tavsiyesine uyarak aynı şekilde hareket etti ve Anadolu Türklerin’ -
den yine ücretli bir ordu teşkil etti. Ş e h z a d e Bayezid 1559 yılında
isyan hareketine giriştiği zaman etrafında mühim bir kuvvet toplan­
mıştı. Bu kuvvet Anadolu’ lu timarlı sipahiler ve onların maiyyetlerin-
de bulunan köylü gençler ile Türk oymaklarına mensup kimselerden
mürekkeb idi. Bu İkincilerin başlıca Karaman ilinde yaşayan, Boz-
Kırlı gibi oymaklar ile Dulkadırlı ve Y en i-ll Türkmenleri’ne mensub
oldukları anlaşılıyor. Boz-Kırlılar’ ın başında, teşekküle adını vermiş
olan, B o z - K ı r ’m oğullarından H ü s e y in B eğ vardı. Ş e h z a d e Ba-
y e z i d ’in başlıca emirleri olarak A k sa k S e y fe d d in , T u r g u t -O ğ lu
H ü s e y in B e ğ ile K u d u z F e r h a d ’ı görüyoruz. Anadolu zaimlerin-
den olan A k s a k S e y fe d d in , B a y e z id tarafından azab ağalığına,
T u r g u d - o ğ lu H ü s e y in B eğ , silâhdar ağalığına ve K u d u z Fer-
h a d da sipahi ağalığına tayin edilmişlerdi475. Bunlardan T u rg u d -

473 M u sta fa A k d a ğ , Yeniçeri ocak nizamının bozuluşu, D il ve Tarih-Coğrafya Fakül­


tesi, V, sayı: 3, Vesika 4.
474 Mühimme defteri, L X , s. 130.
475 Ş e r a fe ttin T u ra n , K anu ni’ nin oğlu Şehzade Bayezid vak?ası, Ankara, 1961, s. 87.

183
o ğ lu H ü s e y in B eğ, Karaman d e v le t in e mensup büyük emirler
ailesinden biri olan Turgud-oğullarmdan idi. Türkmen atlılarının ba­
şında bulunduğu anlaşılan mâhir binici ve yaman savaşçı K u d u z
Ferhad’a gelince, o Dulkadırlı veya Y en i-ll Türkmenleri’ nden olsa ge­
rektir.
Tedkikçiler tarafından 476 B a y e z id ile S e lim arasındaki müca­
deleye “ Anadolu halkı ve bilhassa timarlı sipahileri ile Kapı-kulları
ve Ocaklı rical arasında siyasî bir hak davası” nazarı ile bakılmaktadır.
Ancak S e l i m ’in de buyruğunda Anadolu halkından toplanmış mühim
bir kuvvet bulunuyordu. Hattâ bu kuvvetin mensuplarına Yeniçeri
ocağına kaydedilecekleri va’ d edilmiş ise de, S e lim hükümdar olduğu
halde, bu va’ d, Ye/ıiçeri’lerin muhalefeti sebebi ile yerine getirilme­
mişti 477.
Dirayetsiz bir şehzade olan B a y e z id , giriştiği isyan hareketi so­
nucunda, bir çok insanın ölümüne ve bir çoklarının da perişan bir du­
ruma düşmesine sebeb olduğu gibi, 12 000 kişilik bir kuvveti de İran’ a
götürmüştü. Bunların çoğu ve belki hepsi yurdlarına dönmeyerek
orada kaldılar 478 ve S a fe v î Kızıl-Baş ordusunu kuvvetlendirdiler.
Bu hâdisenin sonuçlarından biri de İstanbul’dan Anadolu’ya nizam
ve âsâyişi sağlamak için, daimî olarak ikamet üzere, yasakçı adiyle
Yeniçeriler’ in gönderilmesi oldu 479. Halk ise, bu küstah tavırlı askerden
nefret ediyor, fırsat buldukça onları öldürüyordu.
X V I. yüzyılın ikinci yansından itibaren Anadolu’da başbca iki
unsur huzursuzluk yaratıyordu: nedrese talabeleri ( suhte, softa) ve
levendler. Anadolu’ da S e lç u k lu la r devrinden beri tahsile verilen
ehemmiyet ile X V I. yüzyıldaki İktisadî sıkıntı ve devşirme ocağının
gelişmesi gibi sebeblerden, medrese talebeleri bu yüzyılda görülmemiş
bir şekilde çoğalmıştı. Bu talebeler, kendilerine münasib iş bulama­
dıklarından küçük zümreler halinde, medreselerin bulunduğu bölge
veya yörelerde harekete geçmişlerdi. Bunlar başlıca cer, nezir ve kurban
adlan ile para toplayarak geçiniyorlardı. Başlıca mücadele ettikleri
unsurlar nefret ettikleri hükümet memurları ile Yeniçeriler idi 480. Buna
karşılık umumiyetle kaddardan destek gördükleri gibi, halk içinde de
gerek akrabalık, gerek başka sebebler ile kendilerine yardımcılar bu­

476 Ş e ra fe ttin T u ra n , aynı eser, s. 100.


477 Ş e r a fe ttin T u ra n , aynı eser, s. 168.
478 M ü n eccim B a şı, Sahâyıf ul-ahbâr, İstanbul, 1285, s. 192-193.
479 Ş e r a fe tt in T u ra n , aynı eser, s. 175-177.
480 M u sta fa A k d a ğ , Celâli isyanları, s. 123.

184
luyorlardı. Medrese talebeleri bilhassa Amasya, Çorum, Kastamonu,
Kütahya, A fyon , Manisa, Balıkesir, İsparta, Alâiyye ve İç -İl bölgele­
rinde faaliyette bulunuyorlardı. Bunların faaliyetlerini önlemek için
il-eri teşkilâtı vücuda getirildi. İl-erleri halktan teşkil olunmuş ma­
halli küçük birlikler idi. Fakat bunlar da maksadı temin etmediğinden
medrese talaeblerinin hareketleri bir türlü önlenememiş ve uzun bir
zaman sürüp gitm iştir481.
Bilhassa nüfus artışı sebebi ile geçim sıkıntısı çeken Anadolu Türk
köylüsüne mensup gençlerin, birçoklan medreselere giderken bir kısmı
da toprağını bırakıp bulundukları yerlerden ayrılıyorlardı. Çift-bozan
denilen bu gençlerin bir çokları bir iş tutmak için şehirlere gittikleri
gibi, birçokları da sancak beği ve beğlerbeğilerin hizmetine giriyorlar
ve onların kapı halkını teşkil ediyorlardı 482. Bu çift bozanların bir kıs­
mı ise iş bulamadıklarından çeteler teşkil edip soygunculuk yapmakta
idiler. Bunlara levend (cemi levendât) adı veriliyordu 483. İşte meşhur
K ö r -O ğ lu R u şe n de bu çetelerden birinin başında olup, kendisinin
989 (1581) tarihinde Gerede ile Bolu arasında haydutluk yaptığı görü­
lüyor. Bu tarihte Celâli olarak vasıflanan K ö r -O ğ lu n u n 992 (1584)
tarihinde de faaliyetine devam ettiği, askerî memur (1^1) ve kadı-
lann korkularından onun yaptıklarını gizledikleri bildiriliyor 484. K ö r -
O ğ lu hakkında şimdi elimizde daha fazla vesika yoktur. Anadolu kadı
sicilleri iyice taranırsa ona dâir yeni vesikalar elde edilmesi muhtemel­
dir. K ö r -O ğ lu 'n u n tarihî şahsiyetinin ortaya çıkması ile destanların­
da geçen “ B o lu b e ğ i” nin mahallî asilzâde bir beğ yahut bir derebeği
değil, bir O sm a n lı sancak beği olduğu anlaşılıyor. K ö r -O ğ lu ihtimal
hükümet kuvvetlerinin sıkıştırması üzerine memleketinden ayrılıp
Tokat-Sivas ana yolu üzerindeki Çamlı-Bel dağına gitmiş ve burada
arkadaşları ile birlikte kervan soygunculuğu yapmıştır. Tokat-
Sivas yolunun o asırda en işlek ticaret yollarından biri olduğunu
biliyoruz. Bu yoldan İran (A cem ) kervanları da işlemekte idi. K ö r -
O ğ lu ’nun hayatı nasıl, nerede ve ne zaman sona ermiştir, bu hususta
elimizde tarihî bilgi olmadığı gibi, destanlarından da bir şey çıkarılamı-
yor. Onun K a r a - Y a z ı c ı ve K a le n d e r -O ğ lu tarafından çıkarılan
büyük Celâli ayaklanmaları zamanında hayatta olup olmadığı ve bun­

481 M edrese talebelerinin faaliyetleri hakkında : M u sta fa A k d a ğ , Medreseli isyanları,


s. 361-387; aynı müellif, B üyük Celâli karışıklıklarının başlaması, Erzurum , 1963, s. 38-55;
aynı müellif, Celâli isyanları, indeks.
482 Buradan “ kapılanmak ve kapu yoldaş ı” tâbirleri çıkmıştır.
483 M u sta fa A k d a ğ , Celâli isyanları, s. s. 122.
484 Mühimme defteri, nr. LIII, s. 132.

185
lara katılıp katılmadığı da bilinemiyor. K ö r -O ğ lu , “ Osmanlı düşma­
nı ” olması sıfatı ile, vesikalarda kendisine denildiği gibi, tam bir Ce­
lâli vasfını taşır. Onun daha büyük Celâlîler dururken unutulmayacak
bir ün kazanmasında ve nihayet destan kahramanı olmasında yiğit
insanlara has belli başlı meziyetleri yanında şairliği de mühim bir âmil
olsa gerektir. Her halde onun şâirliğinden şüphe edilmemelidir. K ö r-
O ğ lu ’nun güzel A y v a z ’a olan sevgisi de uzun yıllar dağlarda geçen
bekâr Celâlilik hayatının bir neticesi olmalıdır.

1577’de başlayan İran harbi tahminin hilafına 12 yıl sürdü. Bu


harbin sonunda gerçi Türk imparatorluğunun sınırı Hazar Denizi’nc
dayandı ise de bu, pek çok insan ve para sarfına mal olmuş ve Anado­
lu Türk halkı daha fazla bir sıkıntı içine düşmüştü. İşte, K ö r -O ğ lu ,
İspartah N e s li-O ğ lu M eh m ed Ç avu ş, K ü r d K iz ir -O ğ lu M us­
t a f a ve diğer Celâlîler’in ortaya çıkarak uzun yıllar soygunculuk ya­
pabilmeleri de, bu harbin uzun bir zaman sürüp gitmesi ile ilgilidir.
Bu arada, lıaı'bin başladığı 1577 yılında Boz-Ok’ taki Şam Bayadı oy­
mağına mensup bir Türkmen de aynı yılda ölen veya öldürüldüğü
iddia edilen İran Şahı II. İ s m a il’in kendisi olduğunu ortaya atarak
başına K ızıl-Baş Türkmenler’den pek çok adam toplayıp harekete
geçmiş ve hattâ Kır-Şehir bölgesindeki Hacı-Bektaş türbesinde büyük
bir kalabahk önünde merasimle kurban kesmişti. İran harbi esnasında
Anadolu köylüleri gibi Türkmenler ve Yörükler de hükümet mensup­
larının baskılarına maruz .kaldılar. Yukarıda bahsedilen D ü z m e c e
Ş a h -İ s m a il hareketi de şüphesiz vergi almak hususunda yapılan
başkıların bir tepkisidir. İran harbinin yorgunluğu henüz geçmeden
1593’te başlayan Avusturya seferinin uzaması büyük Celâli ayaklan­
malarını doğurdu. Bu ayaklanmaların başında çoğu kapu kulu ordu­
sunun atlı birliklerinde vazife gören veya beğlerbeği ve sancak beğlerinin
emrinde bölükbaşılık, çavuşluk, su-başılık gibi hizmetlerde bulunan
küçük rütbeli Anadolulu Türkler vardı.

İlk büyük Celâli hareketini K a r a - Y a z ı c ı lâkablı A b d ü l-H a -


Iim çıkardı. Kendisi beğlerbeği ve sancak beğilerinin maiyyetlerinde
hizmet görmüş-bir bölük-başı idi. O sm a n lı m ü v e r r ih le r in in söz­
lerine bakılırsa, K a r a - Y a z ı c ı , O sm a n lı’ nın Anadolu’ daki hâki­
miyetine son vermek gayesini taşıyordu. Ancak, yapılan araştırmalar
Kara- Y azıcim n böyle bir maksat güttüğünü teyid etmemiştir48S. K a ­
raman ilindeki A t- Çekenler’ den Turgut kazasındaki Dâvutlar oymağı­

485 M u sta fa A k d a ğ , Celâli isyanları, s. 243-248.

186
na mensup bir şahıs 1595 yılında böyle bir maksat ile ortaya atılmıştı.
Bu şahıs kendisinin S e lç u k lu h ü k ü m d a r ı A lâ e d d in ’in soyundan
geldiğini iddia ederek hükümdar olduğu takdirde halkı adalet ve hak-
kaniyyet üzerine idare edeceğini söylüyor, zulüm yoluna sapan Os-
m a n lı’nın hâkimiyetine son verilmesi gerektiğini yayıyordu 486. Fakat
Karaman halkı arasında ne onun, ne de başkalarının başlarına mühim
kuvvetler toplamaları pek mümkün olamıyordu.
K a r a - Y a z ı c ı ilk önce Urfa taraflarında harekete geçmiştir (1599).
Kendisine eski Haleb beğlerbeğisi H ü s e y in P a ş a ’mn da katıl­
dığını biliyoruz. Avusturya ile harp devam ediyordu. Bu sebeble Ce­
lâli başbuğu affedilerek önce Amasya, sonra da Çorum sancak beğ-
liğine tayin edildi. Fakat K a r a - Y a z ı c ı başına toplanmış olan levend
yahut sekbanları dağıtmıyor, onları geçindirmek için etrafa salmalar
salıyordu. Bundan dolayı Bağdat vâlisi S o k u llu -z â d e H a şa n P a­
şa onun üzerine gönderildi. K a r a - Y a z ı c ı da H a şa n P a ş a ’yı kala­
balık bir Celâli kuvveti ile karşıladı. T a v il-A h m e d , K a r a -k a ş Ah-
m ed , Y u la r - K ı r d ı , T e k e li M eh m ed , D e li- Z ü lf ik a r , D ü n d a r,
T e p e s i-T ü y lü , Y ı l d ı z l ı İ b r a h im , K â fir M u ra d , K iz ir -O ğ lu ,
A r a b a c ı S ü le y m a n gibi zamanın belli başlı bütün Celâli bölük-başı-
ları K a r a - Y a z ı c ı ’nın yanına toplanmışlardı. Bu bölük başılarının
çoğu da K a r a - Y a z ı c ı gibi, altı bölük halkından yani Kapu-kulu
hassa birliklerinden veya beğlerbeği, sancak beğlerinin maiyyet me­
murlarından idiler. K a r a - Y a z ı c ı , H a c ı İb r a h im P a şa kuman­
dasındaki bir O sm a n lı kuvvetini Kayseri yakınlarında mağlûb etti
ise de, S o k u llu -z â d e H a şa n P a şa ile Göksün yaylasında yaptığı
savaşta yenildi; Savaştan sonra yanındaki Celâlîler ile Canik ( Samsun’­
un doğu tarafları) dağlarına sığman K a r a - Y a z ı c ı orada öldü. Ken­
disine kardeşi D e li-H a s a n halef oldu. D e li H a şa n Canik dağların­
dan çıkarak Tokat’ta, bulunan H a şa n P a şa ’yı kuşattı.H aşan P a şa
kış dolayısı ile askerini dağıtmıştı. Celâlîler, H a şa n P a şa ’y ı tüfekle
öldürdüler. Celâlîler bu esnada H a şa n P a şa ’nın Bağdad’ tan gelen
ağır hâzinesini ele geçirip ileri gelenleri bu hâzineyi kalkan ile üleştiler.
Fakat yıllardan beri bekâr hayatı geçiren bu adamlar H a şa n P a ş a ’-
nın harem halkına dokunmıyarak onları Divriği’y e gönderdiler. Bunu
müteakib D e li-H a s a n kalabalık bir Celâli kümesi ile batıya doğru
hareket etti ki bu, bilhassa Orta-Anadolu köylüsüne telâfisi imkânsız
bir felâket getirdi. Kendilerinin de ezici çoğunluğu köylü olan Celâlî-
ler etrafa yayılarak köyleri yağma ve tâlân ediyorlar, köylülerin yiye-

486 M. A k d a ğ , aynı eser, s. 162-163.

187
çeklerini, davarlarını ellerinden alıyorlardı. Celâliler’in yaklaştığını
haber alan köylüler dağlara çekiliyorlar, şehirlere sığınıyorlar ve başka
yörelere gidiyorlardı. Bn arada dikkate şâyân olan husus, dağlara çe­
kilen köylülerden bir kısmının ailelerini oralarda bıraktıktan sonra
Celâlîlere katılmalarıdır. Bütün bunlar, köylüler’in uzun bir zaman­
dan beri çektikleri ızdırablı bir hayatın tepkileridir. D e li-H a s a n
maiyyetindeki kalabalık Celâli kümesi ile bir sel gibi dehşet saça saça
Kütahya’ya, kadar geldi. Ancak burada çok geçmeden devlet ile anla­
şarak buyruğunda on bin kişi olduğu halde R u m -İli’ ne geçti. Kendisi­
ne Bosna beğlerbeğliği, yedi arkadaşına da R u m -İli’ nde sancak beğ-
liği verilmiş ve 400 Celâli bölük-başısı da kapu-kulu atlı sınıfına alın­
mışlardı. D e li-H a s a n ile birlikte R u m -İli’ ne geçen Celâliler’ in kıya­
fet ve teçhizatları hakkında müverrihlerin alaycı sözleri bize onların
nasıl acınacak bir yoksulluk içinde bulunduklarını gösteriyor. Bunlar
derhal muharebeye gönderildiler. Bu yoksul adamlar orada mertçe
çarpışmak istemelerinden dolayı, ağır kayıplar verdiler. Savaş sona
erdiğinde Celâliler 6 000 şehit vermek sureti ile mevcutlarının üçte iki­
sini kaybetmişlerdi. Bu esnada Anadolu’ da kalmış olan Celâliler de
muhtelif bölüklere ayrılarak Orta-Anadolu’ da ve diğer bazı yerlerde
eskisine nisbetle daha korkunç bir yağma ve tahribe girişmişlerdi 487.
D el i - H a s a ıı’ a yapıldığı gibi diğer ileri gelen Celâli resilerine de, ehem­
miyetlerine göre, memuriyetler verildiği halde bu hareketlerin bir türlü
arkası kesilmiyor, bilâkis gittikçe daha şiddetli bir hal ahyordu. 1603
den 1607 yılına kadar Anadolu’nun birçok bölgesi Kara-Yazıcı’ dan
daha tehlikeli, yeni Celâli reislerinin hükmü altında bulunuyordu. Bun­
lardan en kuvvetlisi Kuzey-Suriye’y e hâkim olan C a n -P u la d o ğ lu
A li P a şa idi. A li P a şa eskidenberi K ilis’i yurdluk olarak idare eden
K ür d asıllı bir aileye mensuptu; 30 bin kişilik teşkilâtlı bir ordu vücu­
da getirmiş, adına para bastırıp hutbe okutmak sureti ile istiklâlini
ilân etmişti.

C a n -P u la d o ğ lu A li P a ş a ’ dan sonra K a le n d e r -O ğ lu M eh-


m e d geliyordu. Ankara'lı olan K a le n d e r -O ğ lu 1592 yılında 80 kişi
ile Celâlîlik yaptıktan sonra yoldaşlarının çoğu gibi beğlerbeğilerin ya­
nında maiyyet çavuşluğu, mütesellim ve lcethüdahk hizmetlerinde bu­
lunmuş ve C a ğ a la -Z â d e S in a n P a ş a ’nın İran seferinde kendisine
sancak beğliği verilmiş ise de sancağını elde edemediğinden tekrar Celâli
olmuştu. O İç -İl’ de bulunan diğer bir Celâli başbuğu M u slî Ç a v u ş’ a

487 K a r a -Y a z ıc ı, kardeşi D e li-H a s a n ve Diğer C elâli re is le ri hakkında, M us­


ta fa A k d a ğ ’m adı geçen Celâli isyanları adlı kitabına bk.

188
yazdığı mektupta Û sm a n İıy ı fitneci, sözünde durmaz oİarak vasıf-
lıyor ve O s m a n lı’nın zulmü bir san’ at haline getirdiğinden bahs ile
“ Üsküdar’ dan itibaren bütün Anadolu’yu O s m a n lıy a feragat ettir­
mek” kararında olduğunu bildiriyordu. Meşhur Boz-Kırlı boybeyi
ailesinden olan M u slî Ç a v u ş ise, Iç -Il ve Lârende taraflarına tegal-
lûb etmişti. Bunlardan başka Adana bölgesi C e m ş id ’in, Saru-Han
sancağı Y u s u f P a ş a ’nın, Tarablus-Şam, Dulkadırlı Türkmenler’ inden
S e y f-O ğ lu Y u s u f, Sivas tarafları meşhur T a v i l- A h m e d ’in kar­
deşi M e y m u n ’un tegallübü altında idi. Vezir-i âzam M u rad p a şa
önce C a n -P u la d O ğ lu ’nu yendikten sonra oyalamak için paşa ün-
vanı ile Ankara sancağını verdiği K a le n d e r -O ğ lu üzerine yürüdü.
Bu esnada K a le n d e r -O ğ lu M e h m ed P a şa da etrafına kalabalık
bir kuvvet toplamış, belli başlı Celâli bölükbaşıları yanına gelmişti.
Bunlar A ğ a ç t a n -P îr i, B a ld ır ı- K ıs a , D a ğ la r -D e lis i S ü le y ­
m an (Beğ-şehir’ in Kavak köyünden), K a r a -S a id (A ra b), K ü rd -
H a y d a r , A r n a v u d H ü s e y in ve diğerleri idiler. Göksün yaylasın­
da yapılan savaşta Celâlîler yiğitçe çarpıştılar ise de bilhassa top ate­
şine dayanamıyarak yenildiler (1609). Onlardan mühim bir kısmı İran’ a.
gitti. İran’ a giden Celâlîler’ in sayısı, mevcut kanaatin aksine çok fazla
olup, Tebriz’e vardıklarında sayıları 13 605 idi. İran’a bukadar çok
Celâlinin gitmesi M u ra d P a ş a ’nın Celâlîler’e karşı gösterdiği şiddet­
ten ileri gelmiştir. Filhakika Hırvat kaviminden olan M u rad P a şa
eline geçirdiği Celâlîler’e aman vermeyip öldürtüyor ve onları kuyu­
lara doldurtuyordu. Öyle ki, bu hususta çocuklara bile merhamet gös­
termiyordu. Böylece gerek savaşlarda, gerek sonradan yakalanıp öl­
dürülen Celâlîler’ in sayısı 30 000 in üstünde idi. K u y u c u -M u r a d P a ­
şa bu icraatı ile Anadolu’y u nisbî bir sükûna kavuşturmağa muvaffak
olmuştu. Ancak af ve merhamet göstermiyerek bukadar çok Celâlinin
harb halinde bulunan bir devlete gitmesine sebebiyet vermesi bazı
devlet erkânı tarafından tenkit edilmiştir. M u ra d P a ş a ’nm ölümün­
den sonra yerine geçen N a su h P a şa , afnâmeler göndererek İranda’-
daki Celâlîler’ den ekserisinin memlekete dönmesini sağlamış ve bunlar
devlet hizmetine alınmışlardır.
Celâlîliğin, Anadolu daki İktisadî sıkıntılar sonucunda zuhur et­
tiği açık bir gerçektir. Ancak bunun yanında çok gelişmiş olan dev­
şirme ocağı ile Türk kavminin mahrum bırakıldığı siyasî haklarını
elde etmek gibi bir gayenin de yer almış bulunduğu görülüyor. Türk
kavmi askerlik ruhunu ve siyasî geleneklerini kuvvetle devam ettir­
diği için onun İran ve Arab ülkelerindeki halkın durumuna düşmesi
elbette mümkün olamazdı. Neticede Celâlîler devşirme ocağının gitik-

189
çe ehemmiyetini kaybetmesine sebeb olarak kısmen olsun gayelerine
ulaştılar ve kapanmış olan yolu açtılar. Bilhassa Kapı-kulu ocağının
atlı birliklerini tamamen ellerine geçirdikleri gibi, içlerinden birçokları
da sancak beğliği ve beğlerbeğliğe kadar yükseldiler. F â t ih ’le bera­
ber iktidara geçen devşirme zümresi, X V II. yüzyılın ikinci yarısına
kadar devlete hâkim oldu. Asrın sonlarına doğru ise ehemmiyetini
tamamen kaybetti. Bu tarihten itibaren devletin başında sık sık Türk
menşeli vezir-i âzamlar görülmeğe başlandı.

Bütün bunlar ile beraber Celâlîlik Anadolu’da, telafisi kabil


olmayan derin1yaralar açmıştı. Yağma ve tahriplerden ve onun mey­
dana getirdiği açlıktan köylüler ve kasabalılar yerlerini bırakıp gittiler.
1603 yılından itibaren bu hâdise dehşet verici bir mahiyet aldı. Açlık­
tan ve soğuktan pek çok insan öldü. Bu yüzden köylerin mühim bir kısmı
uzun bir zaman yıkıntı ve ören, tarlalar da ekilmemiş bir halde kaldı. Bu
hâdise Anadolu’ da bazı hudut ve kıyı bölgeleri istisna edilirse, her yer­
de sarsıcı bir tesir göstermekle beraber, en fazla tahribatı Sivas’tan
Kütahya ve A fyo n ’ a kadar geniş Orta-Anadolu bölgesinde ve Çukur-
Ova’ da yapmıştır. Çukur-Ova bölgesinin pek mühim bir kısmında bu
hâdiseden sonra X I X . yüzyılın ikinci yarısına kadar bir daha ekim
yapılamadı. Hülâsa, Celâlî hareketleri Anadolu’ da gerek nüfusça, ge­
rek arazice büyük boşluklar meydana getirdi. Bu arada her yerde eski
büyük Türk ailelerinin de pek çoğu mahvolup gitti.

Celâlî hareketleri Ulu-Yörük ( başlıca Sivas-Amasya bölgesi), Boz-


Ok oymakları, Ankara Yürükleri, Konya bölgesinde yaşayan At-Çeken-
ler gibi Orta-Anadolu’ da yaşayan toplulukların da dağılmasına sebeb
olmuştu. Bu hareketlerin nisbeten son bulduğu zamanın hemen ake-
binde kışın Mardin’in güneyinde çölde kışlayan ve yazın Erzurum-
Erzincan arasındaki yaylalarda yaşayan eski A k-K oyu nlu elinin ka­
lıntısı Boz-Ulus da Orta-Anadolu bölgesine çıkageldi (1022=1613 ta ­
rihi). Bu elin eski yurdunda pek az bir kısmı kalmıştı. Boz-Ulus’v.n
yurdunu bırakarak Orta-Anadolu’ya gelmesinin ne gibi bir sebeb veya
sebebler ile ilgili olduğu üzerinde vesikalarda bir kayda rastgelmmi-
yor. Bununla beraber bu gelişin en başta bilhassa daimî bir nüfus artı­
şının sebebiyet verdiği yaylak sıkıntısı ile ilgili olması kuvvetle muhte­
meldir. Esasen Boz- Ulus, daha X V I. yüzyılda mahallî idarecilerin
ektirmek ve köyler kurmak sureti ile yaylaklarını daraltmakta olduk­
larından daima şikâyetçi idi. Hükümet, Boz-Ulus’ un Orta-Anadolu’ya.
gelişinden memnun olmadı. Anadolu ve Karaman beğlerbeğilerine
fermanlar göndererek Boz-Ulus’un eski yerine yollanmasını emretti.

190
Fakat bu emir hiçbir zaman tatbik edilmedi ve Boz-Ulus Orta-Anado­
lu’ da kaldı. Yalnız daha sonraları ona bağlı bazı oymaklar vergi borç­
ları yüzünden Adalar denizi kıyılarına ve Balıkesir taraflarına kadar
gittiler ve oralarda yerleşip kaldılar. Orta ve Batı-Anadolu*da Türk­
men adlı oymakların görülmesi Boz-U lus’un gelişi ile ilgilidir.

İkinci Viyana kuşatması üzerine Avusturya ve müttefikleri ile


başlayan harbin uzamasından asker sıkıntısı çekilmeğe başlanmıştı.
Evvelce Türk oymaklarına ordusunda yer vermeyen devlet, 1102 yılın­
da (1690) Avusturya’ ya karşı yapacağı sefer için Türkmenler’ den de
asker istedi. Boz-Ulus, Haleb Türkmenleri, Y en i-ll, Dulkadırlı ve di­
ğerleri bu sefere katıklılarsa da Salankamen savaşında (Zilkade 1102 =
Ağustos 1691) top ateşine dayanamayarak Kürdler ile beraber savaş
meydanından uzaklaştılar.
Aynı yılda devlet tarafından Türkmen oymaklarının tahribe uğ­
ramış bölgelerde yerleştirilmeleri işine girişildi. Orta-Anadolu’ya, gel­
miş bulunan Boz-Ulus, dört kümeye ayrılmıştı. Birinci küme Ankara’
nm güney-doğusundaki Bâlâ kazası dahilinde ve buna komşu yerlerde
yaşıyordu. Bu kolun başında Tabaıılu boyu bulunduğu için Boz-Ulus’­
un bu koluna bazan Tabanlu mukataası adı verilir. Bu kolu idare et­
miş olan beğ ailesi Bâlâ’nın Uç-Em köyünde oturmuş olup, nesli bu
güne değin devam etmiştir. Boz-Ulus beğlerinin mahallî idareciler ve
merkez ile muhaberatına dâir pek çok vesikadan müteşekkil zengin
arşivi, aile nezdinde olmak üzere, zamanımıza kadar gelmiştir.
Boz-Ulus’ a bağlı Karaca Kürd Türkmen oymağı ile yine Türkmen
Kurudlu ve diğer bazı oymaklar Kır-Şehir’de yurd tuttukları gibi, bu
ele mensup diğer birkaç oymak da Nev-Şehir ve çevresinde yerleştiler.

İkinci Boz-Ulus kolu Akşehir-Ilgııı çevresinde ve buna yakın yer­


lerde yurd tutmuştu. Bu kol başlıca Hamza-Hacılu, Avşar, Küşne,
Şereflu, Danişmendlu ve diğer oymaklardan meydana gelmiştir. Üçün­
cü Boz-Ulus kolu A fyon ve Kütahya sancaklarında yaşıyor ve başlıca
Oğul-Beğlu, Köçeklu, İzzeddinlu, Kürd-Mihmadlu ve Gündeşlu oymak­
larından müteşekkil bulunuyordu. Bunlar da bu sancaklar dahilinde,
onlardan bazı obalar da Balıkesir ve Saru-Han taraflarında oturak
hayata geçtiler.
Dördüncü Boz-Ulus kolu da A ydın sancağında sâkindi. Bunlar
da bu sancak dahilinde yerleşib kaldılar. Gerek Orta-Anadolu’ da, ge­
rek Batı-Anadolu’ da bugün Türkmen adını taşıyan köylülerin çoğu
Boz- Ulus’a mensuptur.

191
1102 (1691) yılında devlet tarafından beş bölgede iskân hareketi­
ne girişilmişti. Bunlardan biri Daııişmendlu adlı büyük Türkmen te­
şekkülünü A yd ın , Balıkesir, A fyon , İsparta ve Denizli vilâyetlerinde
yerleştirmek işi idi ki, bunda başarı gösterilmiştir. Bu büyük Daniş-
mendlu teşekkülünün bizim Boz-Ulus’ a mensup olduğu anlaşılıyor.

X V I. yüzyılın birinci yarısının ortalarında Çukur-Ova’da M isis’-


den Gâvur dağlarına kadar uzanan topraklar komşu yöreler gibi ta­
mamen ekilmekte idi. Ancak X V I. yüzyılın sonlarında ve X V II. yüz­
yılın birinci yarısındaki karışıklıklar yüzünden bu bahsedilen bölge­
nin halkı da .dağılmış ve burası tamamen gayri meskûn bir hale gel­
miştir. Bahsedilen tarihde (1102 = 1691) Dulkadırlı oymaklarından
yirmi kadarı bu bölgede ( A y a s, Berendi, K ın ık ) yerleştirildi ise de
başarılı bir sonuç vermedi. Oymaklar daimî olarak burada oturmak
istemiyorlardı. Bunda sıtmanın ve diğer salgın hastalıkların mühim bir
rolü olsa gerektir. Bu sebeble burası X I X . yüzyılın ikinci yarısında
Fırka-i lslâhiyye gelinceye kadar oymaklara sadece bir kışlak vazi­
fesi gördü.
Üçüncü iskân yeri de Haleb’in kuzeyindeki Menbiç bölgesi idi.
Buraya bir kısım Il-Beğliler iskân edildi. İl-Beğli oymağı güneyli ol­
mayıp, görüldüğü gibi, Sivas-Amasya bölgesinde yaşayan Ulu-Yörük
topluluğunun Orta-Pâre koluna mensup bir teşekkül idi; eskiden beri
o bölgede oturuyor ve çiftçilik ile meşgul bulunuyordu. Göçebe pek
çok oymak dururken eskiden beri kendisine ait yurdunda çiftçilik
yapan ve Menbiç’ e uzak bir yerde yaşayan bir oymağın bu iskân için
uygun görülmesinin sebebi iyice bilinemiyor. Hâtıralarda bu iskânın
bir sürgünden ileri geldiği söyleniyor. Başta Beğ-Dililev olmak üzere
Güneyli teşekküller tarafından Il-Beğliler’e yabancı bir oymak gözüyle
bakılması ve Türkmen sayılmaması, sadece onlarınUlu-Yörük topluluğuna
mensup olmaları ve K uzey-Suriye’y e bu iskân sonucunda gelmeleri ile
ilgilidir. ll-Beğliler bugün de yerleştirildikleri bu yerde, az bir kısmı
Türkiye’de olmak üzere ve tamamen toprağa bağlanmış bir halde,
oymak adlarını muhafaza ederek, yaşamaktadırlar. Fakat Menbiç’ e
yerleştirilenler, Il-Beğliler’in hepsi olmayıb ancak onların bir bölüğü
idi. Oymağın diğer bir bölüğü de Sivas-Amasya bölgesindeki yurdunda
eski eskiden beri köylerde yerleşmek sureti ile kalmış ve oymak adını
henüz unutmamıştır.
O sm a n lı devletinin bahsedilen yılda giriştiği iskân teşebbüslerin­
den biri de Haleb Türkmenler i’ne mensup bir kısım oymaklar ile H a­
ma, Humus ve Tarablus-Şam bölgesinde dağınık olarak yaşayan oy-

192
inakları Hama ile Humus arasındaki boş ve harap topraklara yerleş­
tirmekti. Gerçekten bu oymaklar oraya yerleştirildiler ise de bundan
müsbet bir netice elde edilemedi. Bu oymakların bir kısmı devletin
harblerle meşgul olmasından faydalanarak iskân yerlerinden ayrıldı­
lar ve Anadolu’ ya gittiler. Bir kısmı ise henüz ana dilini unutma­
yarak Suriy’de Tarabulus Şam yöresinde yaşamaktadırlar.
Eski zamanlardanberi Orta-Arabistan’ da, Necid’ teki Aca ve Sel-
ma adh ünlü dağlarında oturan Arab Tayy boyunun mühim kolu Şam-
maılar, X V II. yüzylın ortalarında kuzeye doğru ilerleyerek Suriye
çölünü işgal ettiler. İmparatorluk idaresinin, diğer birçok yerlerde ol­
duğu gibi, Suriye’de de zayıflamasından faydalanan Şammarlar Rakka
bölgesini ellerine geçirdikleri gibi, yaptıkları tecavüzlerle münakaleyi
de sekteye uğratmağa başladılar. Ancak Şammarlar’ m Suriye’ deki
bu hâkimiyetleri çok sürmedi. Bunların Kuzey-Suriye’ye gelişlerinden
20 yıl sonra yine Orta-Arabistan’ da yaşayan Anezeler harekete geçib
Şammarlar’ı kovdular ve Rakka bölgesi de dahil olmak üzere, Suriye
çölüne hâkim oldular. Aneze Arabları Şammarlar’ dan daha kalabalık
ve daha tahribci bir aşiret idi. Rakka bölgesindeki köylerin bir kısmını
harab ettikleri gibi, geri kalanlarını da haraca bağlamışlardı. Onların
tecavüzleri yüzünden kervanlar işlemez oldu. İşte, bilhassa bu Aneze
Urbam’nm akmlannı önlemek gayesi ile O sm a n lı devleti Haleb
Türkmenleri ve Y en i-Il’ e bağlı hemen bütün Beğ-Dili obalarını, Boz-
Ulus’un göç etmemiş olan kalıntısını, Haleb Türkmenleri ile Y e n i-ll’e
dahil diğer birçok oymakları Belih ırmağının Harran’ın altındaki A k -
ça-Kale’ den Rakka’ya. dek uzanan kıyısında yerleştirdi. Diğer bir çok
oymaklar da Urfa’nm doğusundaki Collab ( Colab) ırmağı kıyılarına,
Harran yöresine, Urfa’nm kuzey-batışındaki Boz-âbad ile yine Urfa’-
nın güney-b atışındaki bazı yerlere yerleştirilmişlerdi. Yerleştirilen
Türk teşekkülleri arasında Beğ-Dili obalarından başka Yeni’l l ’e bağlı
Musacalu oymağı (Ağça-Koyunlu’ dan), Barak (Cerid’ ten), Avşar ( I-
manlu Avşarı’ ndan), Çimelu, Çepni, Diyarbekir’ deki Boz-Ulus kalıntısın­
dan Izzeddinlu, Köçeklu , Avşar, tnallu, Acûrlu, Hamza-Hacılu ve diğer
oymaklar da vardı. Ayrıca Lekvanik Kürd’ü ile ona bağlı Hacılar, A k-
Baş, Kızıl-Koyunlu ve Kırıntılı oymaklarının da yerleştirilenler ara­
sında oldukları görülüyor. Bütün bu oymaklar ertesi yıl (1102=1692)
Anadolu’ya, kaçtılar ise de çoğu tekrar iskân yerlerine gönderilerek
yerleştirildi ve kaçmamaları için ciddî tedbirler alındı. Devlet bu is­
kânda muvaffak olmaya azmetmişti. Aneze Arabları’ nın saldırılarını
ancak böyle bir tedbir ile önliyebileceğine inandığı gibi, ayrıca bu Türk
oymaklarının çıkaracağı gailelerden de kurtulmuş olacaktı. Fakat bu

193
bölge Türk oymaklarının yerleşebilecekleri coğrafî şartlan hâiz
bir yer değildi; toprağı verimsiz ve susuz olduğu gibi, orada
yazın Türkmenler’e Urum (Anadolu)’ daki serin yaylalarını özleten
kavurucu sıcaklar hüküm sürüyordu. Diğer taraftan Anezeler de kış­
lamak içiıı gittikleri güneyden bu mevsimde dönmüş bulunuyorlardı.
Bu ve diğer Aıab aşiretleri ile Türkmenler arasında birçok savaşlar
yapılmıştır ki, bunlara dâir Türkmenler’ in bazı şiirleri zamanımıza
kadar gelmiştir. Rakka bölgesi devletin emirlerine boyun eğmeyen Anado­
lu’daki diğer Türk oymakları için de bir sürgün yeri haline gelmiştir.
Devlet rahat durmayan oymakları da bu bölgeye sürmek sureti ile ce­
zalandırıyordu. Fakat, devletin bu meselede gösterdiği devamlı gay­
ret ve aldığı tedbirlere rağmen Rakka ve Urfa bölgelerine yerleştiri­
len oymaklardan mühim bir kısmı ayrı ayrı zamanlarda Anadolu’ya
kaçmağa ve orada yurd tutmağa muvaffak oldu. Beğ-D ili’ nin ekser
obaları, Baraklar ve diğer bazı oymaklar ise X I X . yüzyıla kadar Rak-
ka’ da kaldılar. Mezkûr asırda onlar da bir daha dönmemek üzere orayı
terkettiler. Böylece devletin azimle giriştiği bu Rakka iskânı da başa­
rısızlıkla neticelendi; gayreti boşuna gitti ve Türk oymaklarının peri­
şan olmalarına sebeb oldu 488.
Bu iskânda en büyük ızdırabı Beğ-Dili boyu çekti. Bugün onla­
rın artık tamamen köylüleşmiş olan torunları arasında Colab adıyla
anılan bu iskânın acı hâtıraları hâlâ yaşamaktadır. Hattâ beğleri Fi-
rû z (F e r iz ) Beğ’in Rakka’ daki ızdıraplı hayata dayanamıyarak oy ­
mağın kalabalık bir kısmı ile İran’ a göçüp gittiği söylenir. Rakka’ dan
ayrılan Beğ-Dililer umumiyetle Anteb’in güney bölgesinde yurt tut­
muşlar ve orada yerleşip kalmışlardır. Şimdi onlann köylerinden bir
çoğu Suriye toprağında bulunmaktadır. Baraklar’ a gelince, onların
da çoğu Nizib’in güneyinde yerleşmişlerdir. Barak kelimesinin çok
tüylü bir cins köpeğe denildiğini ve şahıs ismi olarak kullanıldığını
biliyoruz: B a r a k H â c ib , B a r a k H an, B a r a k R e is. Bu oymağın
adının da bir şahıstan geldiğinden şüphe edilmez. Araştırmalarımı­
zın neticesine göre bu Baraklar X V I. yüzyılda Y e n i-ll’ in Dulkadırlı
koluna mensup Barak adlı bir Cerid obasından başkası değillerdir.
Beğ-Dililer’ in bunları Türkmen saymaması bu husus ile ilgili olsa

4-88 O sm a n lı d e v le tin in giriştiği Türk oymaklarından bazılarını 1102 (1691) yılında


Anadolu*da ve Suriye’de yerleştirme teşebbüsü hakkında: C en giz O rh on lu , Osmanlı impa­
ratorluğunda aşiretleri iskân teşebbüsü (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından ) ,
İstanbul, 1963. Ancak jRafcfca’ da yerleştirilen oymakların-orayı terkedinceye kadar hayatları-
nin ve onların Arab ve Kürd aşiretleri ile yaptıkları savaşların başta devlet arşivi ve kadı sicil­
lerinden elde edilecek malzemeye dayanılarak bir an önce incelenmesi gerekmektedir.

194
gerektir. Halbuki Baraklar*da X V II. yüzyılın sonlarında, Rakka’ya
iskân edilecekleri esnada Türkmen olarak vasıflanıyorlardı. Bu bakım­
dan denilebilir ki Baraklar’ ın da Il-Beğliler gibi aslında güneyli ol­
maması ve Beğ-Dili boyuna mensup bulunmaması Beğ-Dililer’ in bu
tefrikine sebebiyet vermiştir.
X I X . yüzyılda, Çukur-Ova’ da dere-beğlik idaresi devam etmek­
te idi. O sm a n lı vâlileriniıı hükmü belki çok defa Adana şehrinden
pek ileri gitmiyordu. Bu dere-beğlerinin en kuvvetlisi Kozan-Oğulları
olup, nüfuz ve hâkimiyetleri bugünkü Kozan , Kadirli ve Saim-Beğli
yörelerini içine alıyordu. Kozan-Oğulları, adlarını belki de Ormanlık dağ­
larda oturduklarından alan, Varsak Türkleri’ nden idiler. Kozan-Oğul-
ları her nekadar kudretli dere-beğleri idi iseler de, idare ettikleri halk­
tan farksız, sade bir hayat sürmüşler ve çevrenin gelenek ve görenek­
lerine riayet etmişlerdir. Onların servet toplamaya ve mal edinmeye
çalışmadıkları bilindiği gibi, Kayseri’ ye ve diğer yerlere tahsile giden
hemşerilerine de maddî yardımda bulunuyorlardı. Bugün dahi halk
arasında onlara dâir iyi hâtıralar nakledilmektedir. Diğer bir dere-
beği ailesi de Payas yöresinin hâkimleri olan Küçük Ali-Oğulları idi.
Ünlü şâir D a d a l-O ğ lu bu aileyi yörenin fâtihleri ve O s m a n lıla r ’ -
dan önceki hâkimleri olan Özer-Oğullarina bağlıyorsa da bu husus çok
şüphelidir. X V III. yüzyılda Dulkadırlı ulusuna mensup Döngelelu,
Ulaşlu, Çalışlu, Develu ve Kebelu gibi oymaklar Kurt Kulağı ile Bur­
naz köprüsü yöresinde yaşamakta idiler. Bunlar 1148 (1735) tarihin­
den bir kaç yıl önce İslâhiye taraflarında yaşayan Okçu-lzzeddinlu
Kürdle ri’nin yaylağı olan Gâvur dağına çıkıp devlete olan vergi borç­
larını ödemekten kaçınmışlardı. İşte, Fırka-i Islâhiyye’ nin te’dip edip
Osmaniye şehrinde ve civarında yerleştirdiği Gâvur dağının Türk
sâkinleri bu oymaklardan gelmektedir. Küçük-Ali Oğulları’ nin da bu
oymaklardan birine mensup olduğunu muhtemel görmekteyiz.
Ş â ir D a d a l-O ğ lu , Küçük-Ali-Oğulları’ra samur küı-lü ve ha­
nımlarını da “ İstanbul fesli” olarak vasıflamakla beraber Küçük-Ali
Oğullarimn, kudretlerine nisbetle, sade yaşadıkları bir Avrupalı kadın
seyyahı hayretler içinde bırakmıştı. Bu ailenin başlıca gelirini tüccar­
dan ve hattâ hace kafilelerinden aldıkları bac teşkil ediyordu.

X V II. yüzyılda Batı ve Güney-Batı-Anadolu’daki Y ö r ü k toplu­


luklarınızı nüfusları artmış ve yaylak sıkıntısı çekmeğe başlamışlardı.
Bunun sonucunda Menteşe Yörükleri kuzeye doğru ilerliyerek Bursa
çevresine kadar uzandıkları, gibi, Iç -ll Yörükleri de komşu bölgelere
ve bilhassa Çukur-Ova’ ya göç ettiler. Çukur-Ova’ya göç eden lç -l l ’li

195
teşekküllerin başında Boz-Doğanlar bulunuyordu. Çııkur-Öva ya ge­
len Boz-Doğanlar’m bir kısmı Adana yöresinde kaldı ki, bunlara K ü ­
tük- Bozdoğan denilir. Onlardan bir bölük de doğu’ ya ilerliyerek Kadir­
li’nin güneyinde yurt tuttu. Boz-Doğanlılar’ ın belli başlı obalarından
biri olan Melemenciler de ilk önce Kusun, sonra da Kara-İsalu y ö ­
resine göç ettiler. Böylece, anlaşılacağı üzere, Melemenci oymak ve
ailesinin İzmir vilâyetindeki Menemen kasabası ile hiçbir alâkası
yoktur. Esasen böyle olsaydı kelime Melemenli veya Menemenli şek­
linde yazılacak ve söylenecek idi. Melemen, bugün de birçok yerler­
de yapılan bir yemek olub, oymağın adı, melemen yemeğini seven
bir kimseden geliyor. Hülâsa Melemenci oymak ve ailesi İ ç -İ l’ lidir
ve elimizdeki vesikalara göre Boz-Doğanlar’ a. mensup bir obadır.
Esasen gerek Boz-Doğanlar'ın ve gerek Melemenciler’in (ailenin aydın
zümresi de dahil olmak üzere) Y ö r ü k l e r ’e ait belli başlı yüz ve
beden yapısı hususiyetlerini el’an muhafaza ettikleri görülür. M ele­
menci (Menemenci) oğulları X V III. yüzyıldan itibaren obalarına
dayanarak Kara-lsalu bölgesini nüfuz ve hâkimiyetleri altına almış­
lardır. Bu aileyi bir derebeği ailesi olarak vasıflamak doğru olmasa
gerektir. Çünkü, aile mensupları vakit vakit devlet hâkimiyetini kabul
ederek onun memurları durumuna düşmüşlerdir. Beğlerin de umumi­
yetle muvazeneli kimseler oldukları görülüyor. Fırka-i Islâhiyye ta­
rafından İstanbul’ a getirilen son Melemenci beği H a c ı A h m e t B eğ,
bize bu ailenin tarihine ait değerli bir hâtırat bırakmıştır ki bu, Türkiye
tarihinde eşine çok az rastlanan bir vâkıadır 489. Bu ailelerden sonra K e-
rim-oğulları, Gök-Veli oğulları, Sırkıntı-oğulları ve Karsandı-oğulları
gibi kıyı beğleri gelmektedir. Bunlardan Kerim-oğulları Ceyhan kıyı­
sındaki Boz-Doğanlar’ ın beğleridir. Bu aileye ait şimdiki halde en eski
bilgi 1119 (1707) yılına aittir. Bu tarihte “ envai fesat ve şekâvetle meş­
hur” oldukları söylenen Maraş bölgesindeki ailelerden Ç ob a n -o ğ lu K a ­
sım (Cerid’ den) ve B a y e z i d - o ğ l u M e h m ed ile K e r im - o ğ lu H a ­
lil, Karaman beğlerbeğisi tarafından yakalanmış ise de K o z a n - o ğ lu
ele geçirilememişti. Daha sonra devlet bu aileyi Çukur-Ova’ nin âyan
ailelerinden biri olarak tanımıştır. 1143 (1730) yılında ailenin başında
A b d ü lk e r im adlı bir beğ görülmektedir. Gök-Veli oğulları’na. gelince,
bu ailenin hangi oymaktan olduğu henüz bilinemiyor. Gök-Veli oğul-
ları’ nin yurdu Kadirli kazasında, Kadirli’ nin kuzeyinde, Kesik çayı
ile Sunbas ırmağı arasındaki topraklar idi. Gök-Veli oğulları kudretli
bir aile olup, Kozan-oğullarına dahi kafa tutmuşlardır. Sırkıııtı-oğul-

489 Bu eser gerekli haşiyelerle pek yakında taraflınızdan yayınlanacaktır.

196
ları’ nin Türkmen olduğu biliniyorsa da hangi oymaktan geldikleri
şimdilik tayin edilemiyor. Bugünkü durumda bu aileye ait en eski bilgi
1143 (1730) tarihine aittir. Bu tarihte S ır k ın t ı-o ğ lu M eh m ed ,
K a r s a n d ı-o ğ lu , K a r a N e b i-o ğ lu H a m z a ve K e r im -o ğ lu
A b d ü lk e r im ile birlikte Rakka’ ya iskânları ferman olunan Receblu
A vşa rim n kaçmasını önlemeğe memur edilmişti. Sırkmtı-oğulları ve
oymağının oturdukları yer, Kozan’ ın güneyinde, Ceyhan şehrinin kuzey
batısında, ScCrı-Çam ile Ceyhan ırmağı arasında bulunmaktadır. Şimdi
burası aynı adı taşımaktadır. K a r a s a n d ı-o ğ u lla r ın ’na gelince,
bunlar Kara-lsalu ile Kozan yöresi arasındaki ormanhk yerin hâkim­
leri idiler. Bunların Türkmen Şark-Pâre oymağına mensup olmaları
muhtemeldir. Vesikalarda bu aileye mensup bir şahsa henüz rastge-
linemedi. Çukur-Ova’ daki oymaklara gelince, Varsak ve Boz-Doğanlar’ -
dan başka başlıca Avşar , Cerid ve Tecirlu boyları da bölgenin göze
çarpan sâkinlerinden idiler. Bunlar yazın Uzun- Y a y la’ ya gidiyorlar ve
orada ellerine fırsat geçince çapulculuk yapıyorlardı, işte büyük şâir
D a d a l-O ğ lu bize bu âlemin hayat ve hissiyatını aksettirmektedir.
Bu âlem X V . ve X V I. yüzyıl Çukur-Ova’ smdan nekadar farklı idi!
Görüldüğü üzere bu âlemde başta Ramazan-oğulları, Özer-oğulları,
Kusun-oğulları ve diğerleri gibi, bölgenin fethinde rol oynamış eski ai­
lelerden hiç birisi bulunmuyor. O s m a n lı idaresi ve Türk cemiyetinin
düzenini alt üst eden büyük hareketler hemen her yerde olduğu gibi
bu eski asilzâde ailelerini ya ortadan kaldırmış veya onların ehemmi­
yetlerini azaltmıştı. Devlet kudretinin zayıfladığı zamanlarda ortaya
çıkan ailelerin çoğu ise devlet tarafından önce fesatçı ve şaki olarak
vasıflanmış, sonraları ise bölgenin âyan ve eşrafı sayılarak kendilerine
itibar edilmiştir. Yukarıda adı geçen oymaklardan Cerid ve Tecirliler,
evvelce görüldüğü gibi, Dulkadırlı ulusuna mensup boylar idiler. Bun­
lardan Ceridler Ceyhan bölgesinde, Tecirliler de bugünkü Osmaniye
yöresinde kışlıyorlardı. Bunlar X V III. yüzyılın başlarında yaptıkları
çapul hareketleri ile dirlik ve düzenliği o kadar ihlâl etmişlerdi ki, 1118
(1706) tarihinde Karaman beğlerbeğisi Haşan Paşa kumandasında
mühim bir kuvvet sevk olunarak her iki oymak ve onların yardımcı­
ları tedib edildiler. Fakat bu tedib hareketinin devamlı bir neticesi
olmadı. Her iki oymak çok geçmeden tekrar kovgunculuğa, yani köy­
lülerin ve diğer oymakların hayvanlarını sürmeye başladılar.
Fakat D a d a l-O ğ lu ’nun O s m a n lı’ya meydan okuduğu, s iv ri
c id a li A v ş a r y iğ i t le r i n i n sarı çiçekli yaylalara bir an önce var­
mak için acele ettikleri bir vakitte “ O sm a n lı, tavşan avına araba ile
gittiği” gibi, topu ve tüfeği ile ansızın çıka geldi. Gerçekten büyük

197
âlim C e v d e t P a ş a ’nın mülkî idareciliği, hemşehrisi D e r v iş P a ş a ’nm
kumandanlığını yaptığı Fırka-i İslâhiyye 1865 yılında hu âlemi bek­
lenmeyen hir sür’ atle ortadan kaldırdı. Dere-beği aileleri oradan uzak­
laştırıldı, oymaklar da yerleştirildi. Bunlardan Tecirli ve Ceridler kış­
lak yurtlarında iskân olmayı isteyerek birinciler umumiyetle Osmani­
y e , İkinciler de Ceyhan kazası dahilinde yerleştiler. Avşarlar’ a gelince
onlar Zamanlı ve S arız bölgesindeki yaylağında yerleşmeyi tercih et­
tiler 490. Fakat Avşarlar için asıl talihsizlik, asırlardan beri kendilerine ait
olan yaylak yurdlannm en iyi kısmının bu esnada Kafkasya’dan gel­
miş olan muhacir Çerkesleı’ e verilmesi oldu. Artık aynı yüzyılın son­
larında her yerde Türkmenler toprağa bağlanan Türk köylüleri arasına
katıldılar.
Hükümetin Fırka-i Islâhiyye’yi göndermekteki asıl gayesi ise Çu
kur-Ovahlar’ a daha iyi bir hayat sağlamak hususu ile değil, şiddetle çek­
mekte olduğu asker sıkıntısını gidermek maksadı ile ilgili idi. X I X .
yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar Türkler’ in devletin dayandığı
aslî unsur olduklarının O s m a n l ı hükümdarları ve devlet, adamlarınca
anlaşılmış bulunduğu hakkında elimizde hiç bir delil yoktur. Mezkûr
asrın ikinci yarısında C e v d e t P a şa , A b d ü lh a m id ’in sadrazamı
S a id P a şa ve hattâ bizzat A b d ü lh a m id ’in bu hususu müdrik bu­
lundukları görülüyor. Ancak bu asırda Anadolu yu gezen AvrupalilaT,
yoksul, fakat asil ruhlu ve namuslu olarak vasıfladıkları Türk mille­
tinin ölmekte, fena idareciler elinde mahvolmakta olduğunu söylüyor­
lardı. Yine bu seyyahlara göre, aynı ülkede yaşayan Hıristiyanlar ise
müreffeh bir hayat sürmekte, Türkler’ in nüfusunun azalmasına kar­
şılık onlarınki gittikçe çoğalmakta idi.
Filhakika Rumlar’ ın ve Ermeniler’in bilhassa X I X . yüzyılda A n a ­
dolu’da geniş bir yayılma hareketinde bulunmuş oldukları görülüyor.
Bunun sonucunda Marmara kıyılarında Ermeni köyleri tesis edilmiş,
en hücra kasabalarda bile Rum kolonileri meydana gelmiştir. Yine ay­
nı yüzyıldaki Avrupalı seyyahlar Anadolu’ da şehir ve kasabaların ek­
serisinde ticaret ve san’ atm Hıristiyanlar elinde bulunmasını Türkler’-
in bu mesleklere itibar etmemeleri ile izah ederler. Bu izah şekli bu du­
rumun eskidenberi devam edib gelen bir keyfiyet olduğu hükmünü
verdirebilir. Halbuki, bilindiği üzere, X IV . yüzyılda Anadolu şehir
ve kasabaları, reislerine ahi denilen esnaf cemiyetleri ile dolu idi. Bun­
lar ne oldu? Neden ehemmiyetlerini kaybettiler? Bu suallere henüz
tatmin edici bir cevab verilmemiştir. Muhakkak olarak bildiğimiz bir

490 Bu hususta İkinci Bölümde Avşar boyu bahsine bk.

198
husus var ise, o da X V I. yüzyılın sonlarındaki Celâli hareketlerinin
X IV . yüzyıldan beri sürüb gelmekte olan Anadolu daki İçtimaî düzeni
ortadan kaldırıldığıdır. Bu hareketlerden sonra Anadolu büyük istilâ­
lara uğramış memleketlerden daha korkunç bir manzara arzediyordu;
devlet de eski kuvvet ve kudretini kaybetti ve bunu bir daha elde ede­
medi. Müteakıb asırlarda imparatorluğun asıl dayanağı ve anavatanı
olan bu ülkede bir taraftan kıtlıklar ve salgın hastalıklar, diğer taraf­
tan da uzun sliren harbler yüzünden açılmış olan yaralar bir türlü
kapanmadı. Cezâyir, Tunus ve Tarablus gibi yerler için vakit vakit
Anadolu’nun en babayiğit gençleri devşirilib götürülüyor, binlerce
Türk genci - mühim bir kısmı veya çoğu bir daha dönmemek üzere-
Yemen’e gönderiliyordu. Hülâsa O sm a n lı, Anadolu’nun insanım ve
servetini görülmemiş bir israfla tüketti. Edirne ve Manastır’ da olmak
üzere, R u m -îli’ nde, iki, Şam ve Bağdad’ta birer askerî idadî olmasına
karşılık, Sivas’tan İzmir’ e kadar koskoca Anadolu bölgesinde bir tek
askerî idadî yoktu. Neticede Türk kavmi maddeten telâfisi imkânsız ka-
yıblar verdi; hattâ belki manevî hasletlerinden bazıları zayıfladı, yani
türesi za’fa uğradı. Bu sebebler ile imparatorluğun kaybının Türk milleti­
nin bekası için hayırlı bir netice olduğundan asla şüphe edilmemelidir.

Türk oymaklarının Anadolu’ da yerleşik bir Türk kitlesi teşekkül


etmezden önceki haiz oldukları ehemmiyet üzerinde söz söylemek şüphe­
siz fazladır: Anadolu’ yu onlar fethettiler, buradaki yerleşik Türk halkını
onlar meydana getirdiler. O sm a n lı hâkimiyeti Türk oymaklarının siyasî
rollerine son verdi. Ancak onlar, siyasî bir kuvvet olarak ehemmiyetlerini
tamamiyle kaybetmediler. Nitekim imparatorluğun çöküntü dev­
rinde Anadolu’da zuhur eden K a r a -O s m a n o ğ u lla r ı, Ç apan-
o ğ u lla r ı, K o z a n -o ğ u lla r ı, K ü ç ü k A l i- o ğ u l la r ı , M e le m e n ci
o ğ u lla r ı, Maraş’takı B a y e z it o ğ u lla r ı ve diğer birçok aileleri on­
lar çıkardılar. Eğer O sm a n lı devleti yıkılsa idi, muhtemel olarak,
Anadolu’y u oymaklardan çıkan bu aileler idare edeceklerdi, tıpkı S el­
ç u k lu devletinin zayıflaması sonucunda ortaya çıkan aileler gibi.

Ancak Türk oymaklarının O s m a n l ı devrinde asıl oynadıkları


mühim rol, imparatorluğun ağır yükünü üzerinde taşıyarak pek yıpran­
mış, bitkin bir duruma düşmüş bulunan Anadolu’ daki yerleşik Türk
halkını daima maddeten ve manen takviye etmek suretiyle onun daha
fazla za’fa uğramasını ve hattâ kendi yurdunda dahi varlığının tehlike­
li bir duruma düşmesini önlemiş olmasıdır. Tarafımızdan Türk oymak­
larının araştırma konusu olarak ele alınmasının başlıca sebebi de bu-
dur.

199
2.
Bölüm
Boy Teşkilâtı Ve Boylar

Oğuzlar kavmî ve siyasî bir teşekkül için el (il) kelimesini kullan­


makta idiler: Oğuz eli, A k-K oyu nlu eli, Dulkadırlı eli. Onların diğer
Türk kavimlerinin söyledikleri aynı anlamdaki budun sözünü bilme­
dikleri anlaşılıyor. Bu kelimenin moğolca karşılığı olan ulus sözü de
ancak Doğu-Anadolu’ daki Türkmenlerce, el kelimesi ile birlikte, kul­
lanılmıştır: Kara-Koyunlu ulusu, Boz-Ulus, Kara-Ulus. Şimdi biz el
yerine umumiyetle arabçadan aldığımız kavim (kavm) kelimesini kul­
lanmaktayız. Görüldüğü gibi, Oğuz-eli’ nin başında yabgu ünvanlı hü­
kümdarlar vardı. X II. yüzyıldan sonra bu kelime, bu anlamda, kulla-
nılmayarak unutulup gitmiştir. Türkmen ellerinin başında bulunan
hükümdarların ise türkçe yalnız beğ ünvanını taşıdıkları görülüyor.
E l’ in zamanla ülke anlamına gelmiş olduğu malûmdur. Yur d elin,
boyun, obanın ve ailenin oturduğu yerdir,

Oğuz eli’ ni meydana getiren teşekküllerden her birine boy denir


ki, K â ş g a r l ı 1 bu sözün oğuzca olduğunu bildiriyor. Orhun âbidele­
rinde geçen “ bod” sözü2, söylendiği gibi, belki hu kelimenin en eski
şeklidir. B o y , Türkiye’ de bu anlamda gerek resmî dilde, gerek halk
arasında son zamanlara kadar kullanılmıştır.

Türkiye’de boyların başında bulunanlara da boy beği deniliyor­


du. Kavim gibi arabça’ dan alarak kullandığımız kabîle kelimesi türk-
çede hususiyle boy manâsını ifade eder. Boyları irsen idare eden reisler
beğ ünvanını taşırlar. Oğuz ve Türkmen asilzâde sınıfını bu beğler mey­
dana getirir. Yabgular ve sultanlar da beğler arasından çıkmıştır.

] K ilisli yay., III, s. 103; Atalay, III, s. 141.


2 H.N. O rkun, E. T. yazıtları, I, s. 100.

201
Boylar da obalara ayrılmaktadır. K â ş g a r l ı 3 bu kelimenin de
oğuzca olduğunu söylüyor. Obalardan sonra her halde aileler geliyordu
ki, Oğuzlar’ ın bunu hangi kelime ile ifade ettikleri bilinemiyor. Böy-
lece aileden (soy?) obalar, obalardan boylar ve boylardan da Oğuz
eli meydana gelmiştir. Oğuz elinde asıl kabilevî birlik boylardır. Oymak
kitabımızda, boylar (kabile), obalar (cemâat) ve onların kollarını ifade
etmek üzere, umumî bir mânâda kullanılmıştır. Bunu evvelce aşiret
kelimesi ile ifade ediyorduk. Aşiret şimdi Güney-Anadolu’ da, hem
müfret hem cemi olarak, yörük anlamında kullanılıyor.

Oğuz boylarının Arab, K ür d ve diğer bazı kavimlerde olduğu gibi,


münferiden bir hayat yaşadıkları veya tek başına siyasî bir harekette
bulundukları nâdir bir vâkıadır. Onlar daima el halinde yaşamayı se­
verler ki, bu husus siyasî başarılarında mühim bil' âmil olmuştur.

Görüldüğü gibi, X . yüzyılın başlarından itibaren Oğuz eli’ ııden


kümeler halinde ayrılmalar başlamıştır. Bu kümelerden ilki Hazar
Denizi kıyısındaki yarım adaya giderek yurd tutmuş ve buraya M an-
gışlak adını vermişti, ikinci bir küme ise S e lç u k lu la r ’ın idaresinde
Yakın-Doğu ülkelerine geldi. Üçüncü bir küme de yine X I. yüzyılda
Kara-Deniz’ in kuzeyinden Balkanlar’a. indi. Diğer taraftan Oğuzlar’-
dan kalabalık bir nüfus da Sir-Derya’ nm orta yatağındaki şehirlerde
yerleşmişti. Göçebe Oğuzlar’ ın bu şehirli eldaşlarına istihfafla yatuk
yani teııbel adını verdiklerini biliyoruz. Fakat bütün bunlara rağmen
Oğuz eli eski yurdunun bir kısmında el teşkilâtını muhafaza ederek
yaşıyordu. Boz-Ok ve Üç-Ok adları ile iki kola ayrılan S u lta n San-
c a r ’ın gâlibi Oğuz kümesi bahsedilen bu elin asıl ana kısmı gibi görü­
nüyor. Çünkü, bu kümeden sonra Sir-Derya kıyısında onlar gibi, Oğuz
adını taşıyan teşkilâtlı bir kümeye rastgelinmiyor. Ancak derhal ilâve
edelim ki X IV . yüzyılın ikinci yarısında K uzey-Suriye’deki Türkmen-
ler’ in Boz-Ok ve Uç-Ok adlarını taşımaları bu hususta şüphe ve tered-
düd uyandırmaktadır. Çünkü S u lta n S a n c a r ’ ı yenen Oğuzlar gör­
düğümüz gibi, bir müddet soııra tamamen dağılmışlardı. İşte Oğuz.
boylarından hemen hepsinin tarihlerinin seyri de aynen meydana ge­
tirdikleri el’inki gibi olmuştur. Yani boyların herhangi bir siyasî hare­
kete bütün obaları ile katıldıkları pek görülmüyor. Meselâ Fars’ ta
siyasî hâkimiyeti eline geçiren Salurlar (Salğur) bu boyun ancak bir
obası veya bir kısmı idi. A k-K oyu nlu ailesinin buyruğunda da Bayın­
dır boyunun yalnız bir obası ( A k-K oyu nlu ) bulunuyordu. Hattâ Sel-

3 K ilisli, I, s. 81, Atalay, I, s. 86.

202
ç u k lu fethine, bu ailenin mensup bulunduğu K ınık boyunun bütün
obaları ile katılmadığını iddia etmek mümkündür. Anadolu’da. Oğuz
boylarına ait yer adlarının ve teşekküllerin muhtelif yerlerde görün­
mesi aynı sebeble ilgilidir. Yani Oğuz boylarından pek çoğunun oba­
ları ve kolları bu ülkeye farklı zamanlarda gelmişler ve bu gelenlerden
de siyasî ve İktisadî sebebler ile yeni ayrılmalar olmuştur. İleride Oğuz
boyları ayrı ayrı incelendiği zaman bu husus daha iyi anlaşılacaktır.

Birinci Bölüm’ de Kem nehrine dökülen Barlık ırmağı kıyılarındaki


Oğuzlar’m altı boydan, Tula ırmağı kıyısındaki Oğuzlar’ ın ise dokuz
boydan müteşekkil olduğunu görmüştük. Dikkate şâyân bir husustur
ki, X V I. yüzyılda O s m a n lı ailesinin yurdu olan Sultan-Önü sanca­
ğındaki Karaca-Şehir kazasına bağlı bir köy, Tokuz-Oğuz adını taşı­
makta id i4. Bu adın ne gibi bir sebeble bu köye verildiği bizce izah edi­
lememiştir.
Sir-Derya Oğuzları X I. yüzyılda 24 boydan müteşekkil bulunu­
yorlardı. Bize bunu bildiren K â ş g a r lı M a h m u d , aynı zamanda bu
boylardan 22 sine ait bir liste de vermektedir. Mamafih S e lç u k lu
fethinden bahseden bir Ermeni müverrihi de fâtih kavmin 24 boydan
meydana geldiğini kaydetm iştir5. Oğuz boylarına ait tam liste R e ş id u d -
d in tarafından verilmiştir. Bu listelerin ehemmiyeti şuradadır ki, bun­
lar olmasa idi Oğuz boylarına ait tam bir liste yapmak bizler için pek
müşkil ve hattâ imkânsız olacaktı. K â ş ğ a r lı’nm listesinden yalnız
Memlûk devri müverrihlerinden A y n î faydalanmıştır6. Diğer eserler­
de görülen listeler (H a m d u lla h -i M ü s t e v fî, Y a z ı c ı - O ğ l u , N eşrî,
E b û ’ l-G a z i ve diğerleri) doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak R e-
şid u d -d in ’ den gelmektedir.
K â ş g a r lı M a h m u d Halac adını taşıyarak bazı hususlarda di­
ğerlerinden ayrıldıkları için Oğuzlar’ dan sayılmadığını söylediği7 iki
boyu listesine almadığı gibi, bunların adlarım da vermemiştir. Diğer
taraftan K â ş g a r lı’nın, “ sayısı az ve damgalan belli değil” dediği Ça-
rukluğ boyunun adına da R e şid u d - d in ’in listesinde rastgelinemi-
yor. Orada K â ş g a r lı’ da bulunmayan şu adlar vardır: Yapaılı , Kızık,
Karkm . Bunlardan Kızık ve K arkm ’ dan birini K â ş g a r lı’nın listesine

4 Deftcr-i mufassal-ı Sultan-Önü, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi , nr. 98,
45 b.
5 U rfa lı V ahram . K ilikya kıratları tarihi; eserin türkçe basılmamış tercümesi Türk
Tarih Kurumu Kütüphanesi9nde bulunmaktadır .
6 îk d ul-cumân f i tarihi ehl-iz-zamân, Veliyuddin Efendi kip ,, ur. 2374, s. 512-516.
7 K ilisli , III, s. 307, Atalay , III, s. 414-415.

203
almadığı iki boydan biri olarak kabul etmek zarurîdir. Diğerinin de
yine bunlardan biri olduğuna ibtimal vermek mantıkîdir. Çünkü, her
iki boy yani Kızık ve Karkm aynı dalda, Y ı l d ı z - H a n ’ın oğulları arasın­
da gösterilmiştir. Halbuki Yaparlı boyu başka bir dalda, A y -H a n ’ın o-
ğulları arasında bulunmaktadır. Yaparlı, yine orada adının ne manaya
geldiği yazılmayan biricik boyudur. Diğer taraftan hiç bir yerde ne Ça-
ı uklu’ya. ne de Y aparluya ait tarihî bir kayda, bir yer adına veya bir te­
şekküle rastgelinebilmiştir. Kısaca R e ş id u d - d in ’deki Yaparlim n
K â ş g a r lı’daki Çarukluğ’nn yerini tuttuğunu ve yine aynı müellifin liste
sine almadığı iki boyun da Kızık ve Karkın olduğunu kuvvetle tahmin
ediyoruz. R e ş id u d -d in ’in listesinin bu iki boy bakımından da, vâ-
kıalara uygun olduğu görülüyor. Çünkü, her iki boya ait yer adlarına
ve teşekküllere Türkiye’ de rastgelinmiştir. K â ş g a r lı’nm listesinin
boyların o zamanki siyasî şöhretlerine göre sıralandığı anlaşılıyor. Me­
selâ S e lç u k lu h â n e d a n m ın mensub olduğu K ınık boyu orada en
başta yer almıştır. Halbuki bu boy R e ş îd u d - d in ’in listesinde en
sonda bulunmaktadır. R e ş id u d - d in ’in listesinin, Oğuz boylarının
eski siyasî ve İçtimaî mevkilerine göre tanzim edildiği görülüyor. Bura­
da 24 boy her biri müsavi sayıda olmak üzere O ğ u z H a n ’ın altı oğ­
lundan türetilmiştir. Diğer taraftan K â ş g a r lı’ nınkinde olduğu gibi,
burada da boylardan her birinin kendine mahsus damgaları olduğu
halde, her dört boyun ortak bir ungunu da vardır. Bu husus 24
boyun altı boydan meydana gelmiş olduğunun veya Oğuzlar’ın eski za­
manlarda altı boydan müteşekkil bulunduklarının hâtırası olsa gerektir.
Nitekim Barlık ırmağı kıyılarındaki Oğuzlar -eğer hatalı okunmadı
ise- altı boy halinde yaşamakta idiler.

R e ş id u d - d in ’ de 24 b oy iki kola ayrılmıştır. Bunlardan biri


Boz-Ok, öbürü de Üç-Ok adlarını taşıyor. Ne bu ikili tasnif ne de onla­
rın isimleri K â ş g a r lı’ da vardır. Ancak bunun da tarihî bir vâka ol­
duğunu biliyoruz. S a n c a r ’ı yenen Oğuzlar, bu adlar ile iki kola ayrıl­
dıkları gibi, X IV . yüzyılda Kuzey-Suriye’ deki Türkmenler de bu ad­
ları taşıyorlardı. Bu Türkmenler’ den Boz-Ok koluna mensup olanlar
Yozgat bölgesinde yurd tuttuklarından bu bölge Cumhuriyet devrine
kadar bu adla anılmıştır. Ayrıca Konya’nın kuzeyinde, Îstanbul-Haleb
ana yolu üzerinde de Boz-O k 8 adlı büyük bir köy vardı. Bugün de Ur-
fa ’ mn Birecik kazasında Boz-Ok adlı bir köy bulunmaktadır9.

8 E k rem K â m il, Gazzî-Mekki seyahal-nâmesi, Tarik Semineri Dergisi , İstanbul, 1937,


s. 30.
9 Dahiliye Vekâleti, Köylerimiz, İstanbul, 1933, s. 118.

204
R e ş id u d - d in ’de Boz-Ok kelimesi parçalamak şeklinde manâ-
landırılmıştır ki, kelimenin bozmaktan getirildiği görülüyor. Üç-Ok
da üç adet ok şeklinde izah edilmiştir. Fakat bu izah şekillerini kabul
etmeğe imkân yoktur. Ok’un, On-Ok’ta olduğu, gibi, eski zamanlarda
b oy anlamına geldiğini biliyoruz. Bu isimlerdeki ok kelimesinin de boy
manâsında olduğu muhakkaktır. Buna göre Üç-Ok üç boy demektir.

Boz-Ok ’a gelince, buradaki boz kelimesinin de, diğeri gibi, bir ra­
kamın yerini almış olması muhtemeldir.
Yine R e ş id u d - d in ’deki sözlere göre, Oğuz-eli’nde hâkim kolu
Boz-Oklar teşkil etmektedir. Bu sebeble Boz-Oklar’ın alâmeti y a y ve
tâbi kol oldukları için de Uç-Oklar’m ki o/s’tur. T u ğ r u l B e ğ 1038 yı­
lında Nişabur’ a girerken kolunda gerilmiş bir yay ve belinde de üç-ok
bulunuyordu. Bunlar her halde, kendisini Boz-Ok ve Uç-Ok’ un, yani
bütün Oğuz-eli’nin hükümdarı saydığının bir ifadesidir. Yüreğir boyu­
nun damgasının da bir yay ve üç ok şeklinde olduğu görülüyor 10. Daha
önce de söylendiği gibi, bir yay ve üç ok Oğuz yabgularımn hüküm­
darlık alâmeti olsa gerektir11.
Eski Türk ellerinde ve ordularında ikili düzenin değişmez bir kai­
de olduğu malûmdur. Oğuz elinde ve ordusunda da, görüldüğü gibi,
bu kaide hâkimdi. Böylece el ve ordu ikiye bölünmekte, bunlara kol
denilmektedir. Kollar da birbirlerinden sağ ve sol sıfatları ile tefrik
ediliyor. O sm a n lı İ m p a r a t o r lu ğ u n d a da sağ kol, sol kol adları
verilen bu ikili düzen hem askerî, hem de mülkî teşkilâtta esaslı bir
kaide olarak tatbik edilmişti. Türkler’de sağ kol, Moğollar’m aksine
olarak, daha şerefli sayılıyordu. Boz-Oklar da hâkim kolu teşkil etme­
leri itibari ile onlar sağ kol sayılmışlardır. Boz-Oklar’m hâkim kol sayıl­
ması, siyasî üstünlüğün uzun bir zaman bu kolun elinde kalması, yab-
guların daha çok bu kolun boylarına mensup olmalarından ileri geli­
yor. Denildiğine göre, Oğuz yabguları başlıca şu boylardan çıkmıştır:
K a yı, Yazır, Avşar, Beğ-Dili ve E y m ü r 12. Bunlardan yalnız Eymür
boyu Uç-Oklar’ dan idi. D e d e - K o r k u t d e s t a n la r ın d a ise siyasî
üstünlüğün Üç-Oklar’da. olduğu görülüyor. İslâm ülkelerinde de Üç-
Oklar büyük bir varlık göstermişlerdir: S e lç u k lu h â n e d a n ı (K ın ık ),
t
10 Ayrıca K â ş g a r lı’ daki Yazğır (Y a z ır ) damgası da üç ok ve bir yaya benziyor.
11 F u ad K ö p rü lü , Osmanhlar1m etnik menşei meseleleri ( Belleten , sayı 28, s. 251, ha­
şiye 1) ok ve ya y m S e lçu k lu hanedanının hukukî sembolü olduğunu söyledikten sonra, bun­
ların bütün Oğuz boylarına şâmil umumî bir hâkimiyet timsali olması ihtimalinin de düşünüle­
bileceğini kaydetmiştir.
12 Üçüncü Bölüme bk.

205
S a lg u r lu la r (S a lu r ) , B e r ç e m -o ğ u lla r ı (Y ıv a ), A k - K o y u n l u l a r
( Bayındır), R a m a z a n -o ğ u lla r ı (Yüregir) ve K a d ı B u r h a n e d -
d i n ( Salur) bu koldan idiler. Şimdiki bilgilerimize göre, Boz-Oklar’ dan
da A r t u k - o ğ u l l a r ı ’nın (Döğer), Ş u m la -o ğ u lla r ı’ nın (A vşar) ve
N â d ir Ş a h ’m Avşar hânedanının çıkmış olduğu görülüyor.

K â ş g a r lı ve R e ş id u d - d in ’de bulunan listelerdeki Oğuz b oy ­


ları zamanlarının söyleniş şekline göre yazılmıştır. F a h r u d d in M ü­
b a r e k Ş ah ’ın listesindeki Oğuz boylarının yazılış şekli K â ş g a r lı’ -
nınkinin aynıdır u .

K â ş g a r lı ve R e ş id u d -d in ’in listelerinde boyların damgaları


da verilmiştir. Bu keyfiyet damgalara verilen ehemmiyeti gösterir.
K â ş g a r lı bu damgaların davarlara, yılkılara vurulduğunu söy ler14.
R e ş id u d -d in ’ de bunlar damga kelimesi ile ifade edilmiştir. Oğuz-
lar’m damgalar için hangi kelimeyi söyledikleri bilinemiyorsa da, bu-
ıııın Anadolu’ da kullanılan im (en) sözü olduğundan şüphe edilemez.
Bazı Türk hânedanlannm, boylarının damgalarını aile alâmeti olarak
kullandıklarını biliyoruz. S a lğ u r lııla r ’m paralarında Salur dam­
gası görüldüğü g ib i15, A k - K o y u n l u paralarında Bayındır ve Os-
m a n lı h ü k ü m d a r ı II. M u ra d ’ın bazı sikkelerinde de K a yı dam­
gası bulunmaktadır. A k - K o y u n lu la r , damgalarını yalnız paralarına
değil, yaptırdıkları eserlere, resmî vesikalara, bayraklarına da k oy­
durmuşlardır. Her nekad.ar II. M u r a d ’ın haleflerinin paralarında
K a yı damgası görülmüyorsa da hükümdarlara ait şahsî eşyada,
toplar da dahil olmak üzere, silâhlarda bu damgaya sık sık rastgelin-
mektedir. Oğuz boylan damgalannın Anadolu’ da hayvanlara vurul­
duktan başka hah, kilim m otifi olarak kullanıldığını, aşı boyası ile ev­
lerin duvarlarına resmedildiğini, kap kaçağa ve nazar değmemesi, uğur
getirmesi için bazı giyim eşyasına konulduğunu ve hattâ mezar taşlan-

13 F a h ru d d in M ü b arek Şalı’ın 1206 yılında tamamladığı eserinde (T arih-i Fahrud-


din Mubarek-Şah , yay. E. D e n iss o n R oss, London , 1927, s. 47, Fotokopi X X ) . Türk kavim -
lerine dâir bir liste vardır. Bu listenin bir kısmının kitaplardan, bir kısmının da işitilerek mey­
dana getirildiği anlaşılıyor. Listede, Oğuz boylan oldukları tasrih edilmiyerek, bunlardan 15
veya 16 sının adları yazılmıştır. Bunların en tanınmış boylar oldukları görülüyor. Bu isimler
listedeki sıra ile Eym ür (metin: K ın ık , Beçenek , Üregir (metin: K a yık (K a -
yığ = K a y ı)t Salğur (S a lur), Yazğır (Y a z ır ), Döğer (metin: J f j j ^ Bayındır, A la-Y undlık ,

Bayat, Toturğa, A fşar, Bügdüz (metin: Beg-Dili , îv a ? (metin: LSI y F a h ru d ­


d in M u bârek Şah’ın bu Oğuz boylarını diniUyerek yazdığı muhakkaktır.
14 K ilisli , I, s. 57, A ıalay , I, s. 58.
15 K ö p rü lü , aynı yazı , s. 252, haşiye 1.

206
ııa bile çizildiğini biliyoruz i6. Bunlara ilâve olarak bu damgalardan
bazılarının da âbideler, yapılar ve kayalar üzerinde görülmüş olduğu­
nu söyliyelim 17.

R e ş id u d -d in ’in listesinde damgalardan başka ongunlar da gö­


rülmektedir. Bunların hepsi eti yenmiyen avcı kuşlardır. R e ş id ud-
d i n 18, ongun (onkun) 19 ittihaz edilen, hayvan veya kuşun kutlu sayıl­
dığını, incitilmediğini, etinin yenmediğini bildiriyor ve ongun (onkun)
kelimesinin türkçede kutluluk demek olan oynuk’tan geldiğini söylü­
yor. A b d ü lk a d ir İn a n 'a g öre20 ongun moğolca bir kelime olup türk-
çeci töz’ dür. Her iki kelime de bugün Türkiye’ de bilinmiyor. Görmüş
olduğumuz gibi, Oğuzlar’ m tarihinde bir totem devri bahis konusu de­
ğildir. Bu sebeble bunlar, eğer hiç şüphe etmeğe hakkımız yok ise, pek
eski zamanlarda yaşanmış bir hayatın hâtıraları olacaklardır. Nitekim,
her dört boyun bir ongunu olması da bunu gösteriyor. Ongun olarak
zikredilen avcı kuşlar başlıca, şahin, kartal, tavşancıl, sungur, uc ve
çakır’ dıı. Bunlardan şâhinin türkçe olduğuna dâir bir delil yoktur.
Kartala gelince, H o u t s m a sözlüğünde bunun Türkmenlerce akbaba’ -
ya verildiği söyleniyor21. Kartal şimdi kara-kuş için veya onun diğer
bir adı olarak kullanılmaktadır. Tavşancıl kartala benzeyen, fakat
ondan daha küçük, kara renkli bir kuştur. Sunğur ise tuğruldan küçük,
fakat doğandan daha büyük bir kuş olarak tarif edilmektedir22. Uc’ a
gelince, bu hususta bir bilgiye rastgelemedim. Yalnız T im u r ’un ku­
mandanlarından U ç -K a r a B a h a d ır ’ın 23 adındaki u c kelimesi, her
halde bizim kuşu ifade etmektedir. Bu kumandanın adına bakarak
tahmin etmek mümkün olabilir ki, u c yahut u ç -k a r a , ç a l-k a r a ,
b a y -lc a r a türünden bir kuş olacaktır. Ç a k ır da doğan soyundan bir
kuş olup şâhinden ayrıdır.

16 Damgalar hakkında yalnız Cenup'ta Türkmen oymakları müellifi rahmetli A li R ız a


Y a lg ın ’ın bir incelemesi vardır: Ulu-Dağ çevresinde Türk damgaları, III. Türk Tarih, K on ­
gresi , A nkara , 1948, s. 426-433. Aynı müellifin Anadolu'da Türk damgaları ( Bursa, 1943) adlı
eseri daha tafsilâtlıdır. Bununla beraber daha fazla vakit geçirmeden Türkiye' nin her tarafında
bu damgalar hakkında yeni araştırmalar yapılmalıdır.
17 I. K a fe s o ğ lu , Ahlat ve çevresinde 1945 te yapılan tarihî ve arkeolojik tetkik seyahati
raporu , Tarih Dergisi, I, makalenin sonundaki levhalar kısmına bk.

18 Câmi'ut-tevârih , B e r e z in y a y ., s. 30.
19 Cami ut-tevârih'in B e re z in yayınında ve İstanbul nüshalarında: Onkun.
20 Tarihte ve bugün Şamanizm. (T.T.K .), A nkara , 1954, s. 42, 44.
21 F. Süm er, Oğuzlar'a ait destanî mahiyette eserler, s. 365, not 21.
22 Bu hususlarda biraz tafsilât için aynı yazıya blc. s. 364-365.
23 N izâ m u d -d in -i Şâm î, Zafernâme , s. 97.

207
Yine R e ş id u d - d in ’in listesinden anlaşılıyor ki eski zamanlarda
boyların toylarda yiyecekleri koyun etinin kısımları da bir kaideye
bağlanmıştır. R e ş id u d - d in ’de bu kısımlara endâm-i goşt (etin bir
kısmı), Y a z ı c ı - O ğ l u ’nda sünük (kemik) deniliyor. Dikkate değer ki,
ongunlar gibi her dört boyun da müşterek bir sünükü vardır. Böylece,
K a yı, Bayat, Alkara-Evli, Kara-Evli boylarının sünükü yani koyundan
yiyecekleri kısım sağ karı yağrın, yani sağ kürek kemiği kısmıdır. Y a-
zır, Döğer, Dodurga ve Yaparlı boylarınınki sağ aşığlu, yani aşığın bu­
lunduğu et parçası (bud), Avşar, Kızık, Beğ-Dili ve Karkmlar’ ın sü­
nükü sağ umaca, yani kalça (sağrı) kemiği kısmı, Bayındır, Peçenek,
Çavundur ve Çepniler’ in sünükü sol karı yağrın, Salur, Eym ür, Ala-
Yuntlu, Yüreğirler’inki ucayla (sol umaca?), İğdir , Bügdüz, Yıva ve
K ınık boylarının sünükleri (sol?) aşığludur. S ü n ü k le r in de her dört
b oy için müşterek olması bunun da çok eski bir gelenek olduğunu ve
Oğuzlar’ m altı boy halinde yaşadıkları devirden kaldığını gösteriyor.

Bir boyun toplantılarda ve toylarda (umumî ziyafetler) oturacağı


mevki ( orun) ve yiyeceği et kısmı ( ülüş) yalnız Oğuz elinde değil, diğer
Türk kavimlerinde de kaidelere bağlanmıştır. Bu geleneklerin ehem­
miyeti şuradadır ki bunlar bir boyun kendi eli içindeki siyasî ve İçti­
maî hukukunu tayin eden başlıca müesseselerdir24.

R e ş id u d -d in ’in listesinde boylar O ğ u z H a n ’ın 24 torunundan


türetilmiştir. K â ş g a r lı da, 24 Oğuz boyunun, adlarını dip dedelerin­
den aldığını söyler25 ve bü 24 dip dedeye Z u lk a r n e y n ’in T ü r k is t a n
seferi esnasında nasd Türkmen adının verildiğine dâir bir de hikâye
anlatır. Ona göre bu boylar çok eski zamanlarda meydana gelmiş­
lerdir. Aynı müellif bu boyların oba ve oba kolları olduğunu da yazıyor.
Fakat OğuzZar’ dan hiç bir boyun obası kesin olarak bizce malûm değil­
dir. Ancak, K a r a - K o y u n lu ( Y ıv a ? ) ve A k - K o y u n l u (B ayındır)
teşekküllerinin bu obalardan olması muhtemeldir. Ayrıca Yemere’ deki
Resul-Oğülları’ nin mensup olduğu ( ) ve 1230’larda Şehrizor-Erbil
arasında faaliyette bulunan S e v in ç ’in ( I ) adlı oymağının da bu
obalardan olması düşünülebilir. X V . ve X V I. yüzyıllarda Anadolu’ da
yaşayan Ağça-Koyunlu, Kara-Keçili ve saire gibi oymaklar ile aynı
yüzyıllarda Harizm Türkmenleri arasında görülen Teke, Er-Sarı gibi
teşekküller için de aynı tahminde bulunmak mümkündür.

24 Türk kavimlerindeki bu müesseseler üzerinde: A b d ü lk a d ir (İn a n ), Orun ve ülüş


meselesi, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi M ecm uası, İstanbul, 1931, s. 121-133.
25 K ilisli, I, s. 58, Atalay, X, s. 58-59.

208
Û sm a n İı d e v l e t i teşkilâtında sağ kol, sol kol olmak üzere ikili
düzen esaslı bir kaide olarak yer aldıktan başka, 24 lü düzene ait de
bazı misaller vardır. Meselâ Rum-eli eyâleti 24 sancağa ayrıldığı gibi,
Diyarbakir eyâleti de sekizi yurtluk, beşi ocaklık olmak üzere 24 san­
cak idi2'’. Otluk-Beli savaşında (1473) A n a d o lu b e ğ le r b e ğ is i D â-
v u d P a şa ’ nın kumandasında 24 sancak beği vardı27. D e d e -K o r k u t
destanlarındaki 24 sancak beği sözü28 bunlardan çıkmış olacaktır. E v -
l iy â Ç eleE i’ye göre29, Kütahya sancağı 24 kadılık idi. Rum-elindeki
devlet hizmetinde bulunan Y ö r ü k le r 24 kişiden müteşekkil takım­
lara ayrılmıştır. 24 kişiden biri eşkinci, üçü çatal ve yirmisi de yarmak
sayılmıştı30. 1100 (1688-1689) tarihinde Konya mütesellimi bulunan
Y e ğ e n O sm an P a şa ’ nm dayısı K a r a -H a şa n B e ğ ’in maiyyetinde
24 bayrak sekban ve sarıca bölüğü vardı. Her bayrak bir bölüğü temsil
etmekte ve her bölüğün başında bir bölük-başı bulunmakta idi. K a ra -
H a sa n ’ın azli üzerine bu 24 bayrak sekban ve sarucanın başına Y e ­
ğen O sm an P a şa ’ nın kendi yeğeni, A h m e t B e ğ geçmişti31.

O sm a n lı mâlî teşkilâtında da 24 sayısı ile ilgili olarak bazı misal­


ler zikretmek mümkündür. Y ö r ü k le r ’ den birisinin koyunu 24’ten
az olur veya hiç kalmaz ise onlar kara yani yoksul sayılır ve kendile­
rinden buna göre bir vergi alınırdı32. Bundan başka Yeni-çeri ocağı
zâbitlerinden yaya-başılarm gündeliklerinin 24 akçe olduğunu biliyo­
ruz33. Türk ve Kürd oymakları arasında bazı toplulukların, Oğuz boy­
lan gibi, 24 bölük halinde teşkilâtlandıkları görülmektedir. Merv
bölgesinde yaşayan Teke adlı meşhur Türkmen oymağı, seyyahların
sözlerine göre, 24 obaya ayrılmakta idi34. S a fe v î devrinde Kara-Bağ-
da yaşayan ve 24 obadan meydana gelen bir topluluk da, teşkilâtına
uygun olarak, “ Iğirmi Dört” adını taşıyordu35. Ş e r e f H an b u top­

26 A y n A li, Kavânin~i âl-i Osman, İstanbul, 1280, s. 11; K o ç i B eğ, Risale, yay. A li
K e m a li A k s ü t, İstanbul, 1939, s. 99, 101.
27 Sa’ d ed d iıı, Tâc ut-tevârih , s. 529; Solak-zâde, İstanbul, 1298, s. 240; M ü n eccim
B a ş ı, S ahâyif ul-ahbâr, III, s. 387.
28 Orhan Şaik ya y ., b. 78, 79, 80.
29 Seyahat-nâme, İstanbul, 1935, IX , s. 26.
30 Fâtih kanun-nâmesi, Ö.L. B a rk a n , Kanunlar , İstanbul, 1943, s. 393.
31 F ın d ık l ılı M eh m ed A ğa , Silahdar tarihi , İstanbul, 1928, II, s. 412, 416-417,
32 Kanun-nâm e-i âl-i Osman, TO E M ilâveleri, s. 62,
33 I.H. U z u n ç a r şılı, Kapı-kulu ocakları, (T.T.K.), Ankara , 1943, s. 214.
34 A. B u rn es, Voyages de Vembouchure de Vlndus â Lahur , Caboul, Balkh et Boukhara ,
fransızca tercümesi, III, s. 198.
35 İ s k e n d e r B eğ, Tarih-i âlem ârâ-yi Abbâsî , Tahran , 1335 ş., II, s. 1025.

209
luluğun Kürd menşeli olduğunu söylüyor36. Yine ona göre mensup
bulunduğu Bidlis dağlarındaki Ruzegi adlı Kürd boyunun 24 oba­
dan müteşekkil olup, bunlardan 12 obanın Bilbasi ve 12 obanın da
Kovalsi adım taşıdığını söylüyor37 ki, her ikisinde de Oğuz b oy teşkilâ­
tının âmil olduğu açıkça görülüyor.
24 rakamının ok yapımında da bir değeri olduğu görülüyor. Os-
m a n lı okları 4 dirhemden 24 dirheme kadar olup, yaya kıyasen yapı­
lırdı. Bundan başka ok her dört derecesi boğaz, yedi derecesi göbek,
altı derecesi şalvar, yedi derecesi ayak olmak üzere 24 derece itibar
edilmiştir38.
Müverrih H a m m e r39 24 lü Oğuz boy teşkilâtının M ısır m em -
lû k le r i’nde 24 beğ olarak devam ettiğini söylüyorsa da böyle bir key­
fiyet ancak X V I. yüzyıl başlarında görülmektedir. Filhakika K a n -
suh u l-G a v r î devrinde mukaddem beğlerinin sayısı 24 idi40. Fakat
daha önceki sultanlar zamanında da mukaddem beğlerinin aynı sayıda
olması şüphelidir.
Ş ik â r î’nin Kar aman-oğulları tarihinde 24 vezir, 24 bin er sözü
sık sık geçtiği gibi41. E v li y â Ç e le b i’ de42 de bu mahiyette ifadeler
görülüyor. II. M u ra d da 1444 yılındaki Varna zaferi münasebeti ile
tutsak alınan Hıristiyan beğlerinden seçtiği 24 kişiyi M e m lû k le r ’e
göndermişti43. Bütün bu zikredilen misallerin bazıları bir tesadüf ile
izah edilebilir ise de, bir çoklarının 24 Oğuz boyundan gelen gelenek ve
hâtıra ile ilgili olduğu muhakkaktır.
Oğuz boylarına ait bu hususları belirttikten sonra, bilhassa Türk
oymakları hakkında araştırma yapacaklara kolaylık olmak üzere,
K â ş g a r lı’ da ve R e ş id u d - d in ’ de geçen Oğuz boyları aşağıda ayrı
listeler halinde verilmiştir. Bilindiği gibi, Y a z ı c ı - O ğ l u A li’nin ve
E b û ’ l-G â z i’nin listeleri esas itibarı ile R e ş id u d -d in ’inkinden gel­
mektedir. Ancak Y a z ıc ı-O ğ lu , R e ş id u d - d in ’in mükemmel bir
nüshasını gördüğünden ve aynı zamanda bu konuya vâkıf ve meraklı
bir Türk olduğu için listesi kaynağına en yakın olanıdır. Bu bakım­
dan onun listesi de aynen yayınlanmıştır.

36 Ş e re f H an, Şeref-nâme, K ahire , 1930, s. 424.


37 s. 467.
38 S ü le y m a n K a n i İrtem , Türk kemankeşleri, İstanbul, 1939, s. 29.
39 Osmanlı imparatorluğu tarihi, türkçe tercümesi M ehm ed A ta , İstanbul, 1329, I, s. 55.
40 Î.H. U zu n ça rşılı, Osmanlı devleti teşkilâtına medhal, 1941, s. 347.
41 s. 6, 9, 13, 18, 20, 21, 38, 62, 64, 154, 186,
42 Seyahaı-nâme, III, IV, s. 53, 103, 104.
43 Â şık Paşa Zâd e, Tevârih-i âl-i. Osman, İstanbul, 1322, s. 133.

210
OĞUZ BOYLARINA AİD ANADOLU’DA YER ADLARI

Kitabın sonlarında Oğuz boylarına ait yer adları hakkında bir


cedvel görülecektir. Bu cedvel X V I. yüzyılda yazılmış Baş-Bakanlık
Arşivi ile Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivin deki mufassal
tahrir defterleri taranarak meydana getirilmiştir. Cedvelin boylara ait
bütün yer adlarını ihtiva etmesi için elden gelen gayret gösterilmiş ol­
makla beraber, yine de tam olduğu iddia edilemez. Çünkü, defterlerde
semt ve mevki adları tesadüfen geçmektedir. Halbuki bunlar arasında
da Oğuz boylarına ait epeyce yer adının bulunduğu muhakkaktır.

Tahrir defterlerinde, sık sık Oğuz yer adına da rastgelinmektedir.


Fırat ile Adalar Denizi arasındaki sahada bulunan bu yer adının (yani
Oğuz’un) mühim bir kısmının şahıslardan geldiği anlaşılıyor. Esasen
X V . yüz yıl ile X V I. yüzyılın birinci yansında oymaklar ve köylüler
arasında Oğuz’un şahıs adı olarak kullanıldığım da biliyoruz. Diğer
Türk kavimlerinin (Kıpçak, Karluk , Çiğil, Uygur gibi) adlarına gelince,
bunlar nadiren görülmektedir. Bu hususta yapılacak bir araştırmanın
pek sevindirici bir netice vermiyeceğini emin bir şekilde söyliyebiliriz.

Tahrir defterlerinde görülen Oğuz boylarına mensup oymaklar,


24 boydan 21 inin Anadolu’ya gelmiş olduğunu ortaya koymuştu. Mey­
dana getirilen cedvel bu hususu kuvvetle teyid ettiği gibi, buna bir
boyun (Kara-Evli) daha ilâve edilmesi gerektiğini göstermiştir. Hat­
tâ Çarıklu ve Çarıklar adlı köyler, K â ş g a r lı’ daki Çarukluğ boyu ile
ilgili ise, 23. boyun Anadolu’ya geldiğini söylemek mümkün olacaktır.
Mamafih, K â ş g a r lı’nm Alka-Bölük ve R e ş id u d - d in ’in Alkaravlı
(şüphesiz Alka Evli) şeklinde zikrettiği boya ait her hangi bir yer adı
veya teşekkül görülmemesi onun Anadolu’ ya gelmemiş olduğunu ifa­
de etmez. Çünkü, bu boy Hazar-Ötesi Türkmenleri arasında da görü­
lemiyor. Esasen Hazar-Ötesi Türkmenlerinin meydana gelmesinde
birinci derecede âmil olan Salur, Çavuldur (Çavunduı), Karkm , İğdir
ve YazırZar’dan bilhassa ilk dördü, Anadolu’ da da kuvvetli bir varlık

211
göstermişlerdir. Hattâ bunlardan Salur, Eymür ve Karkmlar*ın Anado­
lu’nun iskânında birinci derecede veya ona yakın bir rol oynadıklarını
söylemek mümkündür. Yine Hazar-Ötesi Türkmenleri’ nin teşekkülün­
de âmil oldukları anlaşılan K a y ı, Bayındır ve Beğ-Dililer’e gelince,
bunlardan K a y ı’ nin Anadolu’nun feth ve iskânında en mühim rolü
oynadığı tereddüdsüzce söylenebilir. Bayındır’ın da aynı ülkedeki
yerleşmede birinci derecede âmil olduğu anlaşılıyor. Beğ-Dili boyu ise
her ne kadar cedvelde oldukça gerilerde, 16. sırada bulunmakta ise de
ona aid aynı yüzyılda Anadolu’ da göçebe ve yarı göçebe olmak üzere,
kalabalık teşekküllerin yaşamakta olduklarını göreceğiz. Hâsılı bir
boyun Hazar Ötesi Türkmenleri’ nin teşekkülünde âmil olması onun,
Anadolu’ da kuvvetli bir varlık göstermesine mâni olmuyor. Anadolu’­
da. diğer boylara nazaran daha zayıf bir durumda görünen Peçenek,
Yıva, Büğdüz, Dodurğa, Kızık ve Ala-Yundlular’a. mensup oymaklara,
Hazar Ötesi Türkmenleri arasında hiç rastgelinmemiştir. Şurası muhak­
kaktır ki eski zamanlardan beri Oğuz boylarının nüfusları arasında
farklar vardı.
Cedvelde en fazla yer adına sahip boy, Oğuzlar’ın en asil teşek­
külü olan Kayılar’ dır. Bundan başka aynı yüzyılda, bu boya mensup
kalabalık sayıda oymaklar da yaşamakta idi. K a yı’y ı, Avşar (Afşar)
tâkip etmektedir. Bu boyun da, X V I. yüzyılda Türkiye’ de ve bu ülke­
nin Türk oymakları bakımından uzantısı olan İran’da mühim oymak­
lara sahib bulunduğu ilerde görülecektir. Oğuz rivayetlerinde Avşar-
lar’m aynı zamanda K a y ın ın yanında hükümdar çıkarmış boylardan
biri olduğu da söylenir.
Avşar’ dan sonra Selçuklular’ ın Kınık boyu geliyor. Çıkardıkları
büyük hânedan idaresinde geniş bir bölgede yayılmış olması pek muh­
temel olan Km ıklar’ a ait Anadolu’ da -üçüncü sırada yer alabilecek
derecede- çok yer adına tesadüf edilmesi karşısında hayret edilebilir.

Cedvelde dördüncü sırayı Eymürler, beşinci sırayı da Karkmlar


işgal etmektedir. Halbuki, K â ş g a r lı M a h m u d bazı hususlarda diğer
boylardan ayrıldıklarını ve Kalaç adını taşıdıklarını söyliyerek Kar-
km ’ı ve diğer bir boyu listesine almamıştı.

Cedvelde altıncı sırayı Bayındır ve onu Salur takip etmektedir.

Araştırmaların bu günkü durumunda bütün Türk-Oğuz tarihinde-


bu arada Anadolu’nun fetih ve iskânında - adları sayılan boylardan
K a y ı, Kınık, Avşar, Bayındır ve Salurlar’m birinci derecede roller oy ­
namış en mühim boylar oldukları anlaşılıyor.

212
Cedveldeki yer adları umumiyetle X II., X III . ve X IV . yüzyıllar­
dan kalma hâtıralardır. Bunların kesif bir halde bulunduğu Anadolu
sahası Fırat ve Adalar denizi arasındaki yerdir. Bu saha, asıl S e lç u k ­
lu yurdu ile D a n iş m e n d ülkesini ve Uc Tiirkmenleri tarafından fet­
hedilen Batı Anadolu ve Marmara bölgesini içine alır. Boylardan her-
biri ile ilgili yer adları bu saha dahilinde serpilmiş bir durumda bulun­
maktadır. Diğer taraftan her bölgede boylardan çoğuna ait yer adları
bir arada görülmüyor. Bu husus boylara mensup obaların muhtelif za­
manlarda Anadolu’ ya gelmesi ve buraya geldikten sonra da siyasî ve
İktisadî âmiller ile yeni bölünmelere maruz kalması ile ilgilidir. Bu­
nunla beraber boylardan bazılarının bir bölgede diğerlerine nazaran
daha kalabalık bir halde yerleşmiş olduklarını, cedvele dayanarak söy­
lemek mümkündür. Şimdi bunu gösterelim.
K ayı Sivas (8 yer adı), Kütahya (8), Kengi-
ri-Çankırı- (7), Konya (6), Menteşe-
Muğla bölgesi- (6), Bolu (6), Kasta­
monu (6), Hamid-Isparta ve Burdur
bölgesi-(5), Amasya (4), Çorum (4),
Ankara (4).
Bayat Konya (7), Hüdâvendigâr- Bursa böl-
gesi- (4), Kara-Hisar-ı Sahib -Afyon-
(4), Karasi -B a lık esir- (4).
Kara-Evli Bolu (4), Kastamonu (2), Sivas -To-
kat- (2).
Yazır Hamid (5).
Dodurga Bolu (7), Kastamonu (5).
Avşar (Afşar) Bolu (17), Kastamonu (9), Konya (9),
Kütahya (5), Ankara (4), Kayseriyye
(4).
Karkm Sivas (8), Kara-Hisar-ı Sahib (6), Sa-
ru-Han-Manisa- (5), Karasi (4).
Bayındır Bolu (6), Hamid (5), Hüdâvendigâr
(5).
Peçenek Ankara (4).
Çavuldur (Çavundur) Kastamonu (4), Konya (3), Sivas (3),
Ankara (3).
Çepni Trabzon (yöre), Kastamonu (6), Bolu
(5).

213
Salur : Sivas (9), Konya (9), Saru-Han (4),
Hamid (3).
Ala-Yundlu : Ak-Saray (5), Saru-Han (3), Sivas (3),
Ankara (3).
Eymür : Hüdâvendigâr (10), Kastamonu (8),
Sivas (7), Ankara (5), Kütahya (5),
Çorum (4).
Yüreğir : Adana (yöre), Kastamonu (6), Hamid
(4), Teke-Antalya bölgesi- (4).
İğdir : Kastamonu (8), Teke (6).
Büğdüz Hamid (4), Kastamonu (3).
Kınık : Adana (yöre), Ankara (9), Kütahya
(9), Sivas (8), Konya (5), Kengiri (5),
Kara Iîisar-ı Sahib (5), Malatya (4),
Karasi (4).

Oğuz boylarına ait bu günkü yer adlarına gelince, X V I. yüzyıldan


bu yana bütün boylar yer adı kaybına uğramış olmakla beraber ara­
larında bu hususda bazen büyük nisbetler görülmektedir.

Meselâ X V I. yüzyılda 29 yer adına sahib bulunan Ala-Yundlu


boyunun, Îç-Işleri Bakanlığı’nın Türkiye’ de meskûn yerler kılavuzu
adlı kitabına göre, bu gün bir yer adı (o da Ala-Yund şeklinde) kalmış­
tır. X V I. yüzyıldaki 44 Yüreğir yer adına karşılık yine aynı kitabda,
9 veya 10 Yüreğir (Yüreğil şeklinde) yer adı görülmektedir. K a yı boyu
da X V I. yüzyıldaki 94 yer adından 2 /3 sinden fazlasını kaybetmek
sureti ile 25’ e düşmüştür. Kınık ise 81 yer adından 35 ini kaybetmiş­
tir. Avşar’ a gelince, bu boya ait X V I. yüzyılda 86 yer adı tesbit edil­
miştir. Bu gün ise, Avşar ve Afşar şeklinde olmak üzere, aynı kitaba
göre, 53 yer adı vardır. Bu sayı ile Avşar şimdi en başta gelmektedir.
Ancak bu yer adlarından bazılarının X V I. yüzyıldan sonra yerleşen
Avşarlar’ a ait olduğu anlaşılıyor.

Bugün gerçek olarak Oğuz boylarına ait ne kadar yer adı olduğu,
bu hususta yapılacak esaslı araştırmalardan sonra anlaşılabilecektir.

Aşağıda Oğuz boylarını birer birer incelemeğe geçmeden önce dik­


kati çekmek istediğimiz bir husus vardır ki, o da X V . ve X V II. yüz­
yıllarda Anadolu’ da ve hattâ İran’ da boylardan birçoklarının (Avşar,
Bayat, Döğer, Çavundur, Salur, Eym ir, Bayındır) adlarının, Oğuz gibi,
daha ziyade Türk oymakları arasında şahıs ismi olarak kullanıldığının

214
görülmüş olmasıdır. Bunun, bilhassa daha önce bahsedildiği üzere,
Türkiye’ deki Oğuzculuk cereyanı ile ilgili olduğu açıkça anlaşılıyor. Bu
keyfiyet bizi tarihî hayatını takip edemediğimiz pek az nüfuslu Oğuz
boy adını taşıyan bir oymağın adını taşıdığı boydan geldiğinde bazan
şüpheye düşürüyor. Meselâ, X III. yüzyılın ikinci yansının başlarında
Antalya-Denizli tarafındaki uç beğlerinden S a lu r B eğ g ib i56, Oğuz
boy adını taşıyan bir şahsın, adını taşıdığı boya mensup olduğuna mut­
lak olarak hükmetmemiz doğru değildir. Çünkü böyle bir şahıs o b oy ­
dan olmayabilir. Nasıl ki, B a y ın d ır adlı bazı Kürd beğleri olduğu
gibi57. Daha ziyade Boz-TJlus ve Haleb Türkmenleri gibi topluluklarda
bir Oğuz boyuna mensup bir oymakta başka bir Oğuz boyunun adını
taşıyan şahıslar görülmektedir. Meselâ Boz-Ulus ve Y en i-Il’deki Avşar
oymakları arasında Bayat , Salur adlarım taşıyan şahıslar olduğu
gibi, Çavundur oymağı arasında da Bayat adlı kimseler vardır.
Mamafih bunun incelemeleri güçleştirebilecek derecede yaygın bir
gelenek olmadığını da söyliyelim. Bilhassa meslekten olmayanlara
hatırlatmak istediğimiz diğer bir husus da O sm a n lı devrinde Anado­
lu’da. köylerde ve şehirlerdeki yerleşik Türk halkının ve Oğuz boy adını
taşımayan Türk oymaklarının da bahsedilecek bu 24 Oğuz boyuna
mensup oldukları, onlardan geldikleridir. Bizim O sm a n lı devrinde
göreceğimiz Oğuz boy adlarını taşıyan teşekküller ancak büyük ve
eski oğuz boylannın adlarını henüz değiştirmemiş veya yerleşmemiş
kalıntılarından başka bir şey değillerdir.
En son olarak her hangi bir oymağın yerleştiği bir yere kendi adı­
nı vermesinin de bir kaide olmadığına işaret etmek isteriz. Kümeler
halinde yörelere yerleşmiş Oğuz boylarına mensup büyük teşekküllerin
bile yerleştikleri yerlerde kendi adlariyle ilgili bir hâtıra bırakmamış
oldukları da görülmüştür.

56 K e rim u d -d in M ahm ud, Musâmeret uUahbâr, s. 71.


. 57 Ş e re f H an, Şeref-nâme , I, s. 133, 250, 290. I. T a h m a sb devrinde, Tâliş'lvr'den B a­
y ın d ır H an adlı bir emîr vardı (H a ş a n b e ğ -i R u m lu , A hsen ut-tevârih> Baroda , 1931, s.
4-38). Yine aynı hükümdar zamanında A fş a r A k a adlı bir saray mensubu görülüyor ki (aynı
müellif, s. 476), kendisinin A fş a r la r ’dan olduğuna dâiı bir delil yoktur. K a ra m a n -o ğ lu
İb ra h im B eğ’ in B a y ın d ır B eğ adlı bir emîri olup, İb r a h im B eğ ona Ilgın'ı vermişti (Ş i­
kârı, s. 185).

215
I.

KAYI

K a yı boyu, görüldüğü üzere, R e ş id u d - d in ’in listesinde en baş­


ta yer almıştır. Bu liste Oğuz boylarının, Islâmiyetten önceye aid tarih­
lerindeki siyasî ve İçtimaî mevkileri esas alınarak yapılmış olduğun­
dan Kayılar’ın listenin başında yer almaları, onların bu bakımlardan
(siyasî ve İçtimaî mevki itibariyle) Oğuzlar’m en mühim ve en asil boyu
sayıldığını gösterir. Nitekim Kayılar, Oğuz hükümdarlarını çıkaran
5 boyun başında zikredildiği gibi, yine R e ş id u d -d in ’in Oğuzlar’ ın
tarihi bölümünde bir Oğuz yabgu sülâlesi de bu boya mensup gösteri­
lir 1. Muhakkak ki Kayılar, Oğuzlar’m en eski, en köklü ve en şerefli
boylardan biri idi.
Yine R e ş id u d -d in ’ deki Türkler’ in tarihi bölümünde yazıldı­
ğına göre2, Müslüman Oğuz hükümdarı A li H an zamanında, A m u
suyunun (ihtimal Seyhun kasdediliyor) sol yakasında oturan ve 40 000
atlı çıkaran Oğuzlar’m başında K a y i darı K o r k u t B e ğ bulunuyordu.
Aynı bölümde S e lç u k lu ailesinin, K o r k u t B e ğ ’in reislik yaptığı
bu Oğuz kümesinden çıktığı söyleniyor.
Fakat eserlerde bu boydan hiç bahsedilmiyor. Buna karşılık X V I.
yüzyılda yazılmış O sm a n lı tahrir defterlerinde Kayılar’ a ait pek çok
yer adına ve teşekküllere rastgelinir. Öyle ki, az yukarıda yazıldığı
gibi, K a yı boyu, Oğuz boylarına ait yer adları hakkında X V I. yüzyılda
yazdmış defterler üzerinde yaptığımız araştırmaya göre meydana ge­
tirilen listede 94 yer adı ile en başta gelmektedir3. Şebin Kara-Kisar
ve Kemah’tan başlayan bu K a yı yer adlan Muğla ve Manisa’ ya kadar
yayılmış bir halde bulunmaktadır.

1 Oğuzlar'a ait destanı mahiyyetie eserler , s. 371-376.


2 A y n ı yazı, s. 378.
3 Cedvele bfc.

216
K a yı adlı oymaklara gelince, Kayılar bu hususta da en fazla te­
şekküllere sahip bulunan iki boydan (diğeri Avşar) biridir. Yer ad­
larında olduğu gibi, oymaklar hususunda da K a yı ile Avşar bir biri ile
başbaşa gitmektedir. Bu K a yı oymakları, Avşar, Bayat ve diğer bir
çok boyun aksine olarak, Yörükler arasında, yani Anadolu’nun orta
ve batı taraflarında bulunmaktadır. Şimdi bunları, yaşadıkları bölge­
lere göre tetkik edelim:
1. A t - Ç e k e n : Konya bölgesindeki K a yı oymağı, At-Çeken toplu­
luğuna mensup olup, Lârende (bugün Karaman) kasabasının kuzey ve
doğu taraflarındaki toprakları kaplayan Bayburd kazasında yaşamak­
tadır. Bu oymağın, II. B â y e z id devrinde 260 ı evli olmak üzere 343,
I. S elim zamanında, 475 i evli olmak üzere, 680 vergi nufusuna sahip
idiği görülüyor. Diğer taraftan bu K a yı oymağının hemen bütün men­
supları sipahi oğulları idiler. Oymağın bahsedilen zamanlarda elinde
bulunan ekinlikleri yani çiftçilik yaptıkları yurdları (mezrea) şunlardı:
Y assı-Ü yük, Erence, Arslanlu-Virânı, İnlu-Virânı. Bostanlu, Günü,
Karaca-Kaya, K ınık, Gencek adlı ekinlikler de Aksaklu oymağı ile eski
zamanlardan beri oturageldikleri yurdları idi. K onya Kayıları’nın 1547
de Kapanlar, Gök-K öy, İbrahim, Divâneler, Gebeciler ve belki de K ayı
Hüyüğü adlı köylerde yerleştikleri görülüyor4.
Bu K a yı oymağının yaşadığı zamanda Konya bölgesinde, K ayı
adlı 6 köy vardı5.
2. A n k a r a . Görüldüğü gibi, Ankara sancağında, K a yı adlı 4 yer
adı olmasına rağmen6, nüfusu çok bir K a yı oymağı yoktur. Bu adda
Ankara Yörükleri arasında pek küçük bir oymak vardır ki bu da K a yı-
cık adlı bir köyde yaşamaktadır7. Bu Kayıcık köyü Ankara ile Ayaş
arasındaki, Murtaza- Abâd kazasına bağlı Kayıcık köyü olsa gerektir.
X V I. yüzyıldaki bu küçük K a yı teşekkülünün eski ve oldukça büyük
bir K a yı oymağının kalıntısı olması muhtemeldir.
3. H a m i d (İsparta) : X V I. yüzyılda bir K a yı oymağı da Hamid
sancağı’m n Eğridir kazasında yaşamaktadır. Bu oymağın K a n u n î
devrinde 118 vergi nüfusu v a rd ı8. Aynı sancakta K a yı adlı 5 köy de
görülmektedir9.

4 F a ru k D e m ir ta ş (S ü m er), Osmanlı devrinde Anadolu’da K ayılar , Belleten , sayı


47, s. 576-578, 598, 604-606.
5 Cedvele bk.
6 Cedvele bk.
7 F a ru k D em irta ş, aynı makale , s. 578. 580, 606.
8 F a ru k D e m irta ş, aynı makale, s. 613-614.
9 Cedvele bk.

217
4. D e n i z l i : X V I. yüzyılda en büyük K a yı oymağı, Denizli’nin
kuzeyinde yaşamaktadır. Başlıca Kaş- Yenicesi, Aydos ve Şeyhlu ka­
zalarında yaşayan bu K a yı oymağı K a n u n î devrinde 35 köyde yurd
tutmuş bulunuyordu. Bu oymağın evli vergi nüfusunun 1123, bekâr
vergi nüfusunun 223 olduğu ve her yıl devlete 42 000 akça vergi ver­
diği görülüyor. Bu K a yı teşekkülünün oturduğu köylerden hiç biri
K a yı adım taşımıyor 10. 978 (1570-1571) tarihli bir hükümde bu K a yı
Yörükleri’ nin vergilerinin tahsiline kadıların müdahale etmemeleri em­
rediliyor 1

5. M e n t e ş e : ikinci kalabalık bir K a yı teşekkülü de bu sancakda


yaşıyor. Bu K a yı teşekkülü, adı geçen sancağın Köyceğiz-Ayasuluğ
( Selçuk) arasındaki köylerinde oturmaktadır. Y a v u z S elim dev­
rinde tir (ok) adı ile 14 kola ayrılan Menteşe K a yılan , 892 vergi evine
sahip idiler; 1553 tarihinde ise vergi evleri 1034 olarak hesap edilmiş­
tir 12. Bunların da yurd tuttukları köylerden hiç biri K a yı adını taşı­
mıyor. Lâkin aym bölgede, aynı devirde 6 köyün K a y ı adını taşıdığı13
görülmektedir ki, bunlardan hiç birinin adı zamanımıza kadar gel­
memiştir.

Menteşe K ayılan doğrudan doğruya Denizli K a yılarınm bir par­


çası olsa gerektir. Bunların da, İ b n S a id ’in (X III. yüzyılın ikinci
yarısı) nüfuslarını takriben 200 000 çadır olarak gösterdiği Denizli Uç
Türkmenlcri’ııin kalıntılarından olmaları pek muhtemeldir. Menteşe
bölgesinde Kayılar ile birlikte Kısıl-Keçili ve Hor zum adlı oymakların
da yaşadıkları görülüyor ki, bunlardan sonuncu isim Harizm’ den ge­
tirilmektedir u .

6. S a r u - H a n : Bu sancakta her hangi bir K a yı oymağının var­


lığına dâir tahrir defterlerinde bir kayda rastgelinmiyor. Ancak, X V I.
yüzyılın ortalarına ait bir vesikadan bu adda bir oymağın Çoban oy­
mağı ile Karaman-Kayası denilen yerde yaşadıkları anlaşılıyor15.

10 F a ru k D e m irta ş, aym makale , s. 598-599, 612-513; aynı müellif.\ K a yı maddesi,


İ.A., VI, s. 461.
11 M ühimme defteri, X L I, s. 80.
12 F a ru k D e m irta ş, aynı makale, s. 580-581, 609-610.
13 Cedvele bk.
14 M. F u a d K ö p rü lü , Osmanlılar'm etnik menşei meseleleri, s. 282; aynı müellif, Ha-
rizm-Şahlar, î. A., V. s. 292.
15 Ç a ğa tay U lu ça y , Saruhan-oğıılları ve eserlerine dâir vesikalar, İstanbul, 1940, s.
41-42.

218
7. K a ı a - H i s a r ( A f y o n ) : Yine başka bir vesikadan bu boya
mensup bir oymağın da Kara-Hisar sancağının Sandıklı kazasında
yaşadığı görülüyor. 967 (1559-1560) tarihini taşıyan bu vesikada San­
dıklıya bağlı K a yı oymağının yine aynı kaza dahilindeki bir köy halkı
ile Kaplan-Alanı adlı bir yaylak hususunda çekişmekte olduklarından
bahsedilmektedir16. Bu oymağa da tahrir defterlerinde rastgelineme-
miştir.
8. S is (K ozan) : Anadolu’ daki sonucu K a yı teşekkülü Sis (Kozan)
sancağı oymakları arasında görülmektedir. 29 evden (hâne) ibaret olan
bu küçük K a yı oymağı Kutlu Beğ - Hacılu adlı bir teşekküle tâbi bu­
lunmaktadır. Defterlerde bu Kutlu Beğ - Hacılu teşekkülü aynı san­
caktaki Avşar, Kavurğalu, Ayru-Dam lu, Savcı-Hacılu adlı büyük te­
şekküller gibi, tâife kelimesi ile vasıflanmakta ise de, nüfusu pek az
olup, ancak 42 vergi evidir 17. Bununla birlikte bu Kutlu Beğ-Haculu
tâifesinin Savcı Hacılular’m bir kolu olması mümkündür.
îşte X V I. yüzyıldaki Kayılar’ a dâir bilgiler bunlardan ibarettir.
Yukarıda araştırmalarımızın bir sonucu olarak, Kayılar’ ın X V I. yüz­
yılda Anadolu’da, en fazla yer adına ve hattâ oymaklara sahip bir boy
olduğunu söylemiştik. Bunlar, Oğuzlar’m islâmiyetten önceki tarihlerinde
mühim bir mevkii olan bu asil teşekkülün, aynı zamanda Anadolu’nun
fetih ve iskânında da en büyük rolü oynamış bir boy -veya bir kaç boy­
dan biri- olduğunu göstermektedir.
X V I. yüzyılda Anadolu’ da bulunan bu 94 K a yı yer adından, İç­
işleri Bakanlığı’nın Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu adlı kitabın­
da ancak 25 i görülmektedir I8. Bu K a yı adb köyden biri de Tekir-Dağ’-
mda bulunuyor.
9. H a z a r - Ö t e s i T ü r k m e n l e r i : Kayılar’dan bir kol da batıya
göç etmiyerek Hazar-Ötesi Türkmenleri arasında kalmıştır. Ebû’l-Gazi’ -
de ve diğer kaynaklarda bu Kayılar’ dan hiç bahsedilmemesi onların
nüfusça pek kalabalık olmamalarından ileri gelse gerektir. Bu Kayılar
iki küçük bölük halinde, ancak X I X . yüzyıldaki Avrupalı seyyahların
listelerinde görülebiliyor. Bu K a yı bölüğünden biri Curcan bölgesin­
deki Göklen topluluğu arasında, diğeri de Ğay adı ile Ali-eli içinde bu­
lunmaktadır 19.

16 A h m ed R e fik , Anadolu’da Türk aşiretleri, İstanbul, 1930, s. 3.


17 F a ru k D e m irta ş, aynı makale , s. 600, 614.
18 s. 653.
19 A. B u rnes, Voyages de Vembouchure de V Indus â Lahur , Caboul, Balkh et Boukhara ,
III, s. 199; V â m M r y , Travels in Central A sia , s. 306; F u a d K öprü lü ., Osmanlı imparator­
luğunun etnik menşei meseleleri, s. 282.

219
K a y ı - O s m a n l ı Mü n as eb e tl e r i :

ilk O sm a n lı müverrihi A h m e d î, O sm a n Beğ’in babası E r­


t u ğ r u l Beğ’in yoldaşlarını Oğuz olarak vasıflıyor. O zamanlar Oğuz
adının, eskisi gibi, Türkmenler hakkında kullanıldığına dâir hiç bir
bilgiye sahip değiliz. X III. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlar Anadolu’­
ya Türkiye ve Türkistan ve Türkler’ e de eskiden olduğu gibi, Türk di­
yorlar, Müslümanlar da daha ziyade Türkmen adını kullanıyorlardı.
Türkiye Türkleri ise kendilerini, çok değer verdikleri ve şerefli bir el
saydıkları Oğuzlar’m torunları sayıyorlardı. Onların Türkmen adını
uzun bir zaman benimsememiş oldukları görülüyor.

E r t u ğ r u l, bir Türkmen oymağı beği idi. Bu oymağın Söğüt y ö­


resine, bazı O sm a n lı kaynaklarında denildiği gibi, Ankara’nın aşağı
yukan 100 kilometre güneyindeki Karaca-Dağ’â an geldiği kabul edile­
bilir. Bu gelişin Moğol baskısı ile ilgili olması da muhtemeldir. Bunun
gibi, başında O sm an Beğ’iıı dedelerinin bulunduğu oymağın Hora­
san’dan Anadolu’ya Moğol istilâsı sebebi ile geldiğine dâir rivayeti de
reddetmek için kuvvetli delillerimiz yoktur.

O sm a n lı hânedanının K a yı boyundan olduğunu ilk defa söy­


leyen müellif, eserini II. M u ra d devrinde yazmış olan Y a z ı c ı - O ğ l u
A 1i’ dir. Ancak biz Y a z ı c ı O ğ l u’nu tercüme ettiği eserlere kavmî duy­
gularının tesiri ile ilâveler yapan ve onlarda tahriflerde bulunan bir
müellif olarak tanıyoruz. K a yı boyu ise, görüldüğü gibi, Oğuz elinin
en asil, en şerefli boyu idi. Bu sebeble, O sm a n lı hânedanı ile K a yı boyu
arasındaki kabilevî münasebet bize oldukça şüpheli görünmekle bera­
ber bu, imkânsız değildir20. Gerçi Y a z ı c ı - O ğ l u O sm a n Beğ’e:

“ O sm a n E r t u ğ r u l oğlusun - O ğ u z K a r a -H a n neslisin
Hakkın bir kemter kulusun - İstanbul’ u aç gülzâr yap”

manzumesini söyletir ise de hânedan arasında Oğuzlar’ a ve bu boya


mensup sayılmağa ancak II. M u ra d ’m (1421-1451) ehemmiyet ver­
diği görülüyor. Şimdiki bilgilerimize göre, K a yı damgası ilk ve son defa
olarak onun bazı paralarında bulunuyor; halefleri zamanında silâhlara
K a yı boyunun damgası daha bir müddet konulmakta devam etmiş­
tir. Fakat hânedanın, mensubiyetini iddia ettiği K a yı boyunun, Tür-

20 Bu hususta: P a u l W itte k , The R ise o f the Ottoman empire , London , 1958, s. II; F u a d
K ö p rü lü , Osmanlı imparatorluğunun etnik menşei meseleleri, s. 284—303; F. Süm er, Oğuzlara
aiı destani mahiyette eserler, s. 451-455.

220
kiye’ de henüz göçebe hayatım ve kabîle geleneğini devam ettiren boy ­
daşlarına yakın bir ilgi gösterdiği ve onlara imtiyazlı bir muamelede
bulunduğuna dâir hiç bir delile sahip değiliz. Hattâ Türkiye’ nin fetih
ve iskân tarihinda bilinci derecede rol oynadığını gördüğümüz bu
boyun X V . ve X V I. yüzyıllardaki mensuplan da, diğer oymaklar gibi
belki vegi memurları, sipahi ve diğerleri tarafından baskılara maruz
kalmışlardır. X V . ve X V I. yüzyılda kendisini, nazarî de olsa, Oğuz
elinden ve K a yı boyundan sayan hânedanın daha sonraları bunu da
unuttuğu görülüyor.

Başlangıcını kat’i bir şekilde tesbit edemediğimiz bir zamandan


beri Eski-Şehir bölgesinde yaşayan Kara-Keçili oymağı, her yıl Söğüt’-
deki E r t u ğ r u l B e ğ ’in türbesini ziyaret etmekte ve bununla ilgili
olarak şenlikler yapmakta idi. Kavmî şuura sahip olan II. A b d ul-
H a m id , Kara-Keçililer’ in bu ziyaretine resmî bir mahiyet verdirdi;
öz oymağı saydığı Kara-Keçili gençlerinin bulunduğu bir alay mey­
dana getirdi ve ona Ertuğrul alayı adını verdi. Ayrıca yine onun dev­
rinde veya daha sonra: “ E r t u ğ r u l’un ocağında uyandın, şehidlerin
kanlarıyla boyandın” beyti ile başlayan bir marş da bestelendi. A b d
u l-H a m id Kara-Keçili oymağı mensuplarını Alman imparatoruna
kendi akrabaları olarak tanıtmıştı. Söylemek mümkün olabilir ki, yüz­
yıllardan beri ilk defa olarak bir O sm a n lı hükümdarı asırlarca yalnız
ve yardımsız bırakılmış milletine karşı mânen sıcak bir alâka duymuş­
tur.

221
II

BAYAT (BAYAD)

Bayatlar, bilindiği üzere, tarihimizde manevî şahsiyetler yetiştir­


miş bir boydur. Oğuzlar’ ın devlet ve din adamı D e d e -K o r k u t B a­
yatlar’ dan olduğu gibi, ünlü şâir F u z u lî de bu boya mensup idi. Cem-
S u lta n adına O sm a n lı hânedanının O ğ u z -H a n ’ a kadar çıkan ef­
sanevî ataları hakkında Câm-ı Cem-âyin adlı bir kitap yazan M ah-
m u d o ğ lu H a sa n ’ın da yine bu boydan olduğunu biliyoruz.
S e lç u k lu devrindeki Oğuz boylan hakkında pek az bilgimiz var­
dır. Bu devir kaynaklarında ancak bir kaç Oğuz boyundan bahsediliı.
Bu arada S e lç u k lu emirlerinden A k -S u n g u r u l-B u h a r î’ nin 513
(1119) yılında Basra’daki nâibi S u n k u r ’un, el-Bayâtî nisbesini taşı­
dığını görüyoruz '. Ancak bu nisbeye ilaveten et-Türkmanî nişbesinin
olmaması, bizi, bu nisbenin Bayat boyundan geldiğinde tereddüde
düşürüyor.
Diğer taraftan Bağdad'ın güney doğusunda Tlb çayının kayna­
ğına yakın bir yerde bulunan, İran’ın Luristan eyaletindeki Bayat
kalesinin taşıdığı adın o zamanlar mevcut olmadığı anlaşılıyor. H am -
d u lla h -i K a z v in î’ d e 2 bu kale X II. yüzyıl sonlarındaki hâdiseler
münasebeti ile geçiyor. O zaman kalenin hâkimi bir Türk idi. Bu za­
manlarda söz konusu bölge ile Huzistan’ın Avşarlar’m elinde olduğunu
biliyoruz. Bu izahlar ile bu kalenin, adını Bayat boyundan almış ol­
ması bize pek muhtemel görünmektedir.
Anadolu’ya gelince, X V I. yüzyıldaki tahrir defterlerinde, Bayat-
lar’a aid 42 yer adı olup, bunların hepsi de, diğer boylannki gibi, A na ­
dolu’nun orta ve batı bölgelerinde bulunmaktadır3. Bayat yer ad-

1 lbn ul-Esîr, X , s. 236-237.


2 Tarih-i güzide , s. 553; ondan naklen Ş e re f-H a n , Şeref-nâme, s. 60.
3 Cedvele bk.

222
larından çoğu zamanımıza kadar gelmiştir 4. Bu yer adları, Bayatladın
Anadolu’nun fethine katılmış olduklarını gösteriyor. Bu yer adların­
dan başka, X IV . yüzyıldan beri Kuzey-Suriye’ deki Türkmenler arasın­
da pek mühim bir Bayat kümesinin yaşamakta olduğunu biliyoruz.
Diğer taraftan X V I. yüzyılda Batı ve Güney-Batı Anadolu’ da henüz
yerleşmemiş, bu adda bazı küçük oymaklar da görülmektedir.
Daha önce de söylendiği gibi, X IV . yüzyılda Kuzey-Suriye’de ya­
şayan büyük Türkmen topluluğunun Boz-Ok kolunu başlıca üç boy,
yani Bayat, Avşar ve Beğ-Dili boyları teşkil ediyordu. Mezkûr asırdan
itibaren kendilerinden bahsedilmeye başlanan D u lk a d ır -o ğ u lla r ı,
İ n a l- o ğ u lla r ı, K ö p e k - o ğ u ll a r ı , G ü n d ü z lü le r , K u t -B e ğ i o-
ğ u lla r ı, B o z c a - o ğ u l l a r ı gibi, ailelerin bu üç veya iki ( Bayat-Av­
şar) boydan çıktıkları anlaşılıyor. Bu ailelerin en büyüğü olan D ul-
k a d ı r - o ğ u l l a r ı ’nın, hizmetinde daima Bayatlar görülmektedir ki,
bu husus esasen Boz-Oklar’ dan olduğu kesin olarak bilinen bu hâne-
danın bu boya mensup olması ihtimalini hâtıra getiriyor. Ayrıca yine
Boz-Oklar’ dan olan 1nal-oğulları’ nin Beğ-D ili’ye değil ise, bu boya men­
sup olduğu muhakkaktır. Bayatlar’ dan geldiğini kesin olarak bildiği­
miz aile ise Bozca-oğulları’ dır. 801 (1399) yılında S u lta n B e r k u k ’un
ölümü üzerine yerine oğlu F e r e c geçmişti. F e r e c , yiğit bir genç olmak­
la beraber siyasî zekâdan mahrum bir hükümdardı. Bu sebeble F e r e c ’-
in bütün hükümdarlık devri bilhassa Şam vâlisi Ş e y h e l-M a h m u d î,
Ç ek im ve N e v r u z gibi emirlere karşı mücadele etmekle geçmiştir.
807 (1404-1405) yılında Haleb vâlisi D e m ir -T a ş , Antakya hâkimi
Türkmen D o ğ a n c ı- o ğ l u F â r is ’in üzerine yürüdüğünde yanında
müttefiki olarak R a m a z a n -o ğ lu A h m e d B eğ ile D u lk a d ır lı ai­
lesinden H a lil B e ğ o ğ lu A lâ u d -d in A li B e ğ vardı. Â lâ u d -d in
A li B e ğ ’in buyruğunda Bayatlar ve İnattılar bulunuyordu. Asi emir­
lerden Ç e k i m , Doğancı-oğlu’ nun yanına sığınmıştı. Yapılan çarpış­
mayı D e m ir -T a ş , müttefikleri A h m e d ve A li b e ğ le r sâyesinde,
kazandı5. S u lta n F e r e c ertesi yıl Ç ek im ’ e Haleb vâliliğini vermişti.
Bir kaç yıldan beri sultan olmak gayesini taşıyan Ç ekim , 809 (1406)
da “ el-Melik ul-Adil” ünvanı ile kendini sultan ilân etti ve Fırat’ tan
Gazze’ ye kadar olan yerlerde adına hutbe okuttu. Ç ek im , Türkmen­
ler’i tehlikeli bir unsur sayarak onlara karşı harekete geçti. Bunun so­
nucunda Avşar, Bayat ve İnallular’ dan mühim bir kısım A k - K o y u n ­
lu beği K a r a - Y ü lü k O sm a n ’ a sığınmak zorunda kaldı6. Ancak

4- Köylerim iz , s. 92, 764.


5 M a k rizı, Kitab ııs-sulûk, Fatih ktb.t nr. 4387, 168 a.
6 E b û B a k r-i T ih ra ııî, Kitab-i Diyârbekriyye , (T.T.K.), Ankara , 1962, I, s. 60.

223
Ç e k im in aynı yıİda K a r a -Y ü lü k ile yaptığı savaşta öldürülmesi
üzerine tunlar tekrar Haleb çevresindeki yurdlarına döndüler.

811 (1409) yılında âsi emirlerden N e v r u z ile savaşıb onu yenen


Haleb vâlisi D e m ir -T a ş ’ın yanındaki Türkmenler arasında Bayatlar
da vardı. Aynı ydın son ayında ise F e r e c tarafından affedilen N e v ­
ru z ile Ş ey h arasında A si ırmağı kıyısında yapılan savaşta Bayat-
lar’m Avşarlar ile birlikte N e v r u z ’un ordusunda bulunduğunu bili­
yoruz. Vuruşma esnasında Bayatlar’ın başında bulunan B o z c a -B e ğ ,
ırmağa düşerek boğulm uştu7. Bu tarihten sonra Bayatlar’ın başında
bulunan aile bu beğe izafeten (Bozcalu, Bozca-oğulları) anılmaya baş­
lanmıştır.

814 (1411-1412) yılında Ş ey h , F e r e c tarafından affedilip Haleb


vâliliğine tayin edilmişti. Aynı yılın Cumâde’l-âhire ayının sonunda
A m ik’ e gelen Ş eyh , burada Bayatlar’ı, Türkmen S a k a ls ız -o ğ lu ’ -
nu, D o ğ a n c ı- o ğ l u ’nu maiyyetine aldıktan sonra G ü n d ü z -o ğ lu
Ö m er B e ğ üzerine yürüyerek onu bozguna uğratmıştı8. Ertesi yıl Fe-
r e c ’in öldürülmesi üzerine Ş e y h sultan oldu. Ş e y h ’in sultan olması
ile dahilî mücadeleler sona erdi ve M e m lû k devleti eski kudretini ka­
zandı.
821 (1418) yılında K a r a -K o y u n lu hükümdarı K a r a - Y u s u f ’-
un A k - K o y u n l u beği K a r a Y ü lü k O sm a n ’ı kovalayarak Haleb’­
in kuzeyine kadar gelmesi sebebi ile orada yaşayan inalhlar, Bayatlar
ve Avşarlar Tarablus yöresinden Sâfita’ ya kaçtılar. Bunun sebebi ise
onların K a r a - Y ü lü k O sm a n B e ğ ’in K a r a Y u s u f ’ a ait Mardin
yöresinde yaptığı yağma ve tahriblere katılmış bulunmaları idi. Ba­
yatlar, Avşar ve İnallular ile birlikte Safita’da karışıklıklar çıkardılar.
Tarablus vâlisi B a r s -B a y e d -D o k m a k î, K a r a - Y u s u f ’un ülke­
sine döndüğünü söyliyerek onlardan yurtlarına gitmelerini istedi. Türk-
jnenler de bunu kabul ettiler. Fakat, B a r s -B a y onlar göçüb gitme­
den davarlarım ele geçirmek için üzerlerine saldırdı. Şaban ayının 16
sında yapılan şiddetli bir savaşta B a r s -B a y yenildi. A t a - b e y Su­
du n e l-E s en D e m ir î ile 13 memlûk askeri savaşta öldü. Perişan bir
halde geri dönen B a r s -B a y Tarablus vâliliğinden azledilerek Haç­
lılardan kalan Markob kalesinde hapsedildi. B a r s -B a y 1,5 yıla yakın
hapiste kaldıktan sonra affedilerek kendisine Dimaşk’ ta 100 erlik emîr-

7 M akrizî , 312 b - 313 a; A y n î, İkd ul-cumân , Veliyüddin Efendi nr. 2396, e, 294-
295. Bu sonuncu müellifte: îb n B ozca .
8 M akrizî , 368 b.

224
ligi verildi5. İşte bu emîr, T a t a r ’dan sonra sultan olan meşhur M elik
u l - E ş r e f B a r s -B a y ’dır (1422-1438).
Bayatlar daha sonraları da Avşarlar ile birlikte A k -K o y u n lu
faaliyetlerine katılmışlardır. 1457 yılında D u lk a d ır lı hânedanından
K a r a -B e ğ ile Bayat beğlerinden N â sır H ü s e y in B eğ ve yine Ba-
yatlar’daıı A b d i, U zu n H a şa n B e ğ ’in hizmetine girdiler. Bunlar
buyruklarındaki 800 evlik Türkmen ile  m id yakınındaki Karaca-
Dağ’ da yurt tutmuşlardı. Bu beğler K a r a - K o y u n lu hükümdarı
C ih an - Ş ah ’ın U zu n H a şa n B e ğ üzerine gönderdiği T a rh a n -
o ğ lu R ü s te m kumandasındaki bir ordunun  m id ’e yaklaştığını ha­
ber alınca korkudan Suriye’ ye gitmek üzere yerlerinden göçtüler. U-
zu n H a şa n B eğ , bunları teskin ederek geri döndürmek için oğulları
H a lil ve U ğ u r lu M eh m ed ile M u su llu E m îr B e ğ ’i gönderdi ise
de onları kararlarından vazgeçiremedi. Bunun üzerine şehzadeler on­
lardan bazılarının davarlarını yağmaladılar 10. Bununla beraber Am id
yakınında H a şa n B e ğ ile T a r h a n -o ğ lu R ü s te m arasında yapılan
ve A k - K o y u n l u l a r ’ın parlak bir zaferi ile sona eren savaşta, Avşar­
lar gibi, Bayatlar’ m da bulunduğunu biliyoruz u .

T im u r ’un Yozgat ve ona komşu bölgelerdeki Kara-Tatarlar’ ın


mühim bir kısmını Türkistan’a götürmesi üzerine K u zey Suriye’deki
bu Bayatlar’ ın bir bölüğü de Dulkadırlı oymakları ile birlikte Boz-Ok’-
ta yurd tuttu. Bayatlar’ m bu kolu Şam Bayadı adı ile tanınmıştır.
Bundan başka X V I. yüzyılda İran’ da S a fe v î hizmetinde mühim bir
Bayat kolunun yaşadığı görülüyor ki, biz bu kolun da Kuzey-Suriye’­
deki Bayatlar’ dazı olduğuna eminiz. Birinci Bölümde, muhtelif yerler­
de söylendiği gibi, A k - K o y u n l u l a r ’ın başarılan ve onun arkasından
S a fe v î devletinin kuruluşu Kuzey-Suriye’ deki Türkmenler üzerin­
de de büyük tesirler yapmış ve onlardan mühim zümrelerin bu dev­
letlerin hizmetine girmelerine âmil ölmüştür.
875 (1471) yılında D u lk a d ır -o ğ lu Ş a h -S u v a r B e ğ ile savaş­
mak üzere Haleb’ te bulunan M e m lû k kumandanı Y e ş -B e ğ ’in katına
gelen beğler arasında B o z c a - o ğ l u H a lil B e ğ de bulunuyordu12.
O sm a n lı fethinin ilk yıllarında Bayatlar’ ın başında gördüğümüz

9 M akrizî, nr. 4389, 201 a-b; ondan naklen İb n T a ğ r ı-B ir d î, en -Nucûm uz-zâlıire,
yay. W . P o p p e r, Berkeley, 1915, VI, s. 389, 557-558; aynı müellif, el-Menhel u s-sâ fî, İVuru-
Osmaniye ktb., nr. 3428, 167 a.
10 E b û B e k r -i T ib r â n î, aynı eser, s. 254, 265.
11 Aynı eser, s. 273.
12 Tarih Yeş-B eg, Topkapı Sarayı, I I I . Ahmet ktb., nr. 3057, 121 b.

225
B o z c a - o ğ l u H a lil B e ğ ’in aradaki zaman farkı dolayısı ile aynı şa­
hıs olduğu üzerinde kesin bir şey söylenemiyor. Yine adı geçen B o z ­
c a - o ğ lu H a lil B e ğ ile çağdaş aynı aileden ve S e v in d ik
b e ğ le r i de tanıyoruz ki, bunlar da D u l k a d ı r - o ğ l u Ş a h -S u v a r ’m
müttefikleri idiler13. Diğer taraftan biz B o z c a ailesinden bazı beğle­
rin de U zu n H a şa n B e ğ ’in hizmetine girmiş olduğunu biliyoruz14.
S a fe v î devrinde İranda yaşayan Bozcalular bunların torunlarından
başkası olmasalar gerektir.

1. Haleb Türkmenleri Bayadı:

926 (1520) tarihinde, eski D u l k a d ı r beği A lâ u d - d e v l e ’nin kar­


deşi A b d u r - R e z z a k ’ın Bayatlardı ve Kürdler’ i etrafına toplayarak
Dulkadır hâkimi Şah S ü v a r -o ğ lu A li B e ğ ile mücadeleye giriştiği
ve hattâ A li B e ğ ’in öldürüldüğü, Maraş ve Elbistan’ın A b d u r - R e z ­
z a k ’ın eline geçtiği hakkında Kahire’ de şâyîalar dolaşmağa başlamış
ise de bunu teyid eden bir haber alınmamıştıIS. Bu tarihlerde yazılmış
olan Haleb sancağı tahrir defterinde Bayatlar Haleb Türkmenleri’nin
üçüncü boyu (tâife) olarak zikredilmekte ve 20 obadan (cemâât) mü­
teşekkil bulunmaktadır. Bu obaların ilkini Bayatlar’ın başında bulu­
nan B o z c a ailesi mensupları meydana getiriyor. Bu sırada Bayatlar’ ın
başında B o z c a - o ğ l u H a lil B e ğ bulunuyordu. Ancak aynı yüzyılın
ikinci yarısına ait defterlerde bu boy beği ailesi obası görülemiyor. Bu
beğ ailesine ne oldu, İran’ a mı gitti? Bu ihtimal çok kuvvetlidir.

Bundan sonra Pehlivanlı obası geliyor ki bu, Bayad boyunun en


büyük obasıdır. Bahsedilen deftere göre 268 vergi nüfusundan m ey­
dana gelmiş olan bu oba o zaman adını taşıdığı P e h liv a n ’ın torunu
D â v u d K e t h ü d a tarafından idare olunuyordu. Gerek D â v u d K e t ­
h ü d a , gerek kardeşleri H a c ı S ü le y m a n ve Sen (E s e n ) T im u r
menşur sahibi olup, oğulları da sipahîzâde idiler. Bu menşurların bu
k e t h ü d a ailesine M e m lû k devleti tarafından verildiği anlaşılıyor.
Bu obanın nüfusu devamlı bir şekilde artarak K a n u n î devrinin orta­
larında 505, II. S e lim devrinde 787 vergi nüfusuna yükselmiştir. Di­
ğer taraftan yine bu zamanlarda Pehlivanlı obasının bir kolu da Yeni­
l i ’ de bulunuyordu. III. M u ra d devrinde Y eni-îl’deki bu Pehlivanlı
kolunun vergi nüfusu 407 idi. Bundan başka Bayat’ın Y en i-İV deki

13 B e k ir S ıtk ı B a y k a l, Uzun Hasan9ın Osmanlılara karşı kat1i mücadeleye hazırlıkları


ve Osmanlı A k-K oyu n lu harbinin başlaması, Belleten , sayı 82, vesika II, s. 280.
14 A y n ı yazı> vesika J, s. 276.
15 îb n îy a s , BedâyVuz-zuhur, İstanbul, 1932, V, s. 327.

226
obalarından Çalışla ve Ali-Beğlüler’ in de bu Pehlivanlı koluna bağlı
oldukları görülüyor I6. Pehlivanlı oymağı her iki kolu birleşmek ve B a ­
yat boyunun diğer birçok obalarını da etrafına toplamak sureti ile X V II.
yüzyılda büyük bir teşekkül haline gelmiştir. Bu sebeble K â t ib
Ç e le b i kendi zamanındaki Haleb Türkmenleri oymakları hakkında
tanzim ettiği listede Pehlivanlılar’ el da yer vermiştir 17. Bunda Bayad
boy beği ailesinin (Bozca-oğulları) İran’a, gitmesi veya herhangi bir
sebeble varlığını muhafaza edememesi en mühim âmildir. Teşekkülün
X V II. yüzyılda artık Haleb bölgesinde değil, Sivas’ın güney ve güney
batı taraflarında yaşadığı anlaşılıyor. Hattâ Pehlivanlılar 1100 (1688-
89) yılında diğer birçok oymaklarla beraber vilâyet vilâyet gezip yok­
sul ve zayıf halka saldıran ve yollarda soygunculuk yapan G e d ik adlı
haydudun tenkiline memur edildikleri g ib i18, ertesi yıl da, yine diğer Türk­
men oymakları ile birlikte, Avusturya’ ya yapılacak sefere çağrılmışlar­
dır. Sefere katılmaları istenen 200 Pehlivanlı askerinin başında şu beğ-
ler bulunuyordu: P e h l iv a n - o ğ lu İ s m a il B eğ, P e h liv a n -o ğ lu
H a c ı M u sa B eğ, P e h l iv a n - o ğ lu B a t t a l B eğ, P e h liv a n - o ğ lu
H a c ı A b b a s B e ğ o ğ lu , H a şa n B e ğ o ğ lu M eh m ed B eğ , A li
B e ğ o ğ lu M irza B eğ , B i b e r - o ğ l u A s s â f B eğ , Tatar-İlyaslu obası
kethüdası, Kuzu-gündenli oymağı kethüdası, Sanal (?) Bayadı kethüda­
s ı 19. Bunlardan H a şa n B e ğ -o ğ lu M e h m ed B e ğ ’ den itibaren zik­
redilenlerin P e h l iv a n - o ğ u ll a r ı ailesinden olmadıkları görülüyor.
1108 (1696) tarihinde yukarıda adı geçen P e h liv a n -o ğ u lla r ı'n d a n
İ s m a il B eğ , Y en i-İl voyvodası id i20. Y eni-İli de bu esnada başbca
Pehlivanlı oymağı ile ona bağlı obalar meydana getiriyordu. Y en i-İl’ in
vergisi ise, eskiden valide sultanların Üsküdar’da yaptırdıkları câmilerin
vakfına ait iken bu sıralarda, Mekke ve Medine’y e gönderilen Surre
akçesine tahsis edilmişti. Y en i-İl’e bağlı oymaklara haremeyn uş-şeri-
feyn aşiretleri denilmesinin sebebi de budur. 1141 (1728) tarihinde Peh-
livanlılar’ ın Boz-Ok bölgesinde yaşadıkları görülüyor.

X V III. yüzyılda Anadolu’ daki Türkmen oymaklarına dâir Sey-


y a h B u r c k h a r d t ve N ie b u h r ’un listelerinde Pehlivanlı oymağının
yurdu Boz-Ok’ ta gösterilmiştir. N ie b u h r 21, Haleb’de yaşayan P. R us-

16 F. Süm er, Bayatlar , İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk D ili ve Edebiyatı
Dergisi, 1952, IV, sayı 4, s. 374-376.
17 Cihan-nûma , s. 593.
18 A h m e d R e fik , Anadolu'da Türk aşiretleri, s. 77—79.
19 A h m ed R e fik , aynı eser, s. 85-86.
20 A h m ed R e fik , aynı eser, s. 114.
21 J. N ie b u lır, Voyage en Arabie , Amsterdam., 1776, s. 336.

227
sel’den naklen Pehlivanlıların sahip bulundukları çadır sayısına dair
15 000 rakamını vermektedir.

Burada bahsedilecek olan Bayat obalarından biri de Reyhanlı


teşekkülüdür. K a n u n î devrinde 112 vergi nüfusundan ibaret, küçük
bir oba halinde bulunan bu teşekkülün 93 evlik bir kolu da aynı devir­
de Y en i-Il’ de yaşamakta idi. Bu oba da bir taraftan nüfusunun art­
ması, diğer taraftan da Bayat boyuna mensup birçok obaların kendi­
sine katılmaları ile X V III. yüzyılda Pehlivanlı gibi, büyük bir teşek­
kül haline gelmiştir. Adı geçen yüzyılda Reyhanlı oymağı kendisine
bağlı diğer oymaklarla birlikte Sivas’ın güney taraflarında yaylamak­
ta ve Haleb çevresinde kışlamakta idi. S e y y a h B u r c k h a r d t 22 R ey­
hanlıların 3000 çadırdan müteşekkil olduklarını söylemektedir.

Reyhanlılar, yaylağa gidib gelirken rahat durmadıklarından Rak-


ka’ ya sürülmeleri hakkında bir kaç defa ferman çıkmış ise de, her
defasında bundan kurtulmuşlardır.
X IX . yüzyılın ortalarında Reyhanlıların A m ik ovasında kışla­
dıklarını biliyoruz. 1865 yılında Güney-Anadolu’ daki derebeğileri or­
tadan kaldırmak ve oymakları yerleştirmek gayesi ile teşkil edilen
Fırka-i Islâhiyye’ nin Gâvur dağları ve Kürd dağındaki harekâtında
Reyhanlılar Fırka-i Islâhiyye’y e yardımda bulunmuşlardır. Fırka-i
Islâhiyye’ nin harekâtının sona ermesini takiben C e v d e t P a ş a ’mn
teşebbüsü ile bu oymak Am ik ovasındaki kışlağında yerleştirilmiş ve
bunun sonucunda Reyhanlı kasabası meydana gelmiştir 23. Ayrıca R ey­
hanlı boy beğisi M ü r s e l-o ğ lu M u s ta fa B e ğ ’e de paşalık rütbesi
verilmiştir.

Bayat boyunun bu bahsedilenlerden başka Il-Dileklü, Beçilü,


Yabanlu, Melek-Hacılu, Güzüceklü adlı obaları da vardır.

Bayat Boyu X V I. yüzyılın ikinci yarısında bir taraftan nüfusunun


artması, diğer taraftan Haleb Türkmenler i’ne bağlı bir çok küçük oy ­
makların kendisine katılması ile Haleb Türkmenler i’ nin, Beğ-Dili b o ­
yundan sonra en büyük teşekkülü olmuştur 24. X V II. yüzyılda ise b o ­
yun obalarının mühim bir kısmı Pehlivanlı ve bir kısmı da Reyhanlı
oymaklarının etrafında toplanmışlardır. Bu tarihten itibaren Bayat­

22 H a slu ck , Christianity and İslam under the suhans , Oxford , 1929, II, s. 480
23 C e v d e t P aşa, Tezâkir yay. C a vid B a y s u n , (T.T.K.), Ankara , 1963, s. 126, 127
140, 141, 144, 147, 149, 158, 173, 174, 222, 223.
24 F. Süm er, Bayatlar , s. 377.

228
lar’ı bu iki teşekkül yani Pehlivanlılar ile Reyhanlılar temsil etmişler­
dir.
Pehlivanlı oymağının başındaki boy beği ailesinin X V III. yüz­
yılın ikinci yarısında bugün Ankara’nın K m k -K a le kazasına bağh
Beğ-Obası köyünde oturduğunu biliyoruz. Pehlivanlı beğlerinden M ah­
m u d B e ğ 1212 (1797-1798) yılında köydeki câmii yaptırmıştır. Bu
beğin 1221 (1806-1807) yılında Ç a p a n -O ğ lu S ü le y m a n B e ğ ’in
emrinde bulunduğunu görüyoruz. Aile hâtıralarında M ah m u d B e ğ ’ ­
in birçok harblere katılmış olduğu söylenir; hattâ bu harblerden birin­
de oğlu H a y d a r B e ğ ’i kaybetmiş, dönüşde kardeşini babasının yanın­
da göremeyen diğer oğlu A b d u r a h m a n B e ğ ’in: “ ay kardaşım nere­
lerde kaldın” diyerek ağlamaya başlaması üzerine, kaşlarını çatan
M a h m u d B eğ : “ kadın gibi ne ağlıyorsun, sen H a y d a r ol, sen de kal”
demiştir. Fakat hâtıralarda M a h m u d B e ğ ’in de gittiği son seferden
geri dönmiyerek Belgrad’ da şehit düştüğü anlatılır. O zamanlarda A na­
dolu Türkü’ nün kaderi böyle idi. Vergisi Mekke-Medine’y e gider, ken­
disi de, çok defa geri gelmemek üzere, imparatorluğun uzak eyâlet­
lerine gönderilirdi. M a h m u d B e ğ ’e oğlu A b d u r r a h m a n B eğ , ona
da oğlu H a şa n B e ğ halef olmuşlardır. Pehlivanlı boybeği ailesinin
nesli zamanımıza kadar gelmiştir. Ailenin M a h m u d B e ğ ’in dedesi
K o d a la k B e ğ ( ) ’ den başlayıb zamanımıza kadar gelen mu­
fassal soy kütüğü hususî kütübhânemizde mevcudtur.
Reyhanlı boy beği ailesi de zamanımıza kadar gelmiştir. Bu aile,
İskenderun’ da oturan Hatay’ın en tanınmış ailesi olan M u r sa l-O ğ u l-
l a n ’dır.

2. Şam ve Tarablus çevresinde Bayatlar:

Bayatlar’a mensup bazı küçük oymaklara da yine X V I. yüzyılda


Şam ve Tarablus çevresinde yaşayan Türkmenler arasında rastgelin-
mektedir. Bunlardan Şam yöresinde yaşayan oymak çok küçük olup,
ancak 39 ev kadardır. Tarablus yöresindeki oymak ise biri 73, diğeri
64 vergi nüfuslu iki kola ayrılmıştır ve o bölgedeki Selluriye ( Salur)
teşekkülüne bağlı bulunmaktadır25. Bu Bayat obalarının Haleb Türk­
menleri arasındaki ana boydan ayrıldıkları anlaşılıyor.

3. B oz - Ulus Bayatları:

X V I. yüzyılda Boz-Ulus arasında ancak iki Bayat oymağına rast-


gelinmektedir. Bunlardan biri asıl Boz-Ulus kümesinde, diğeri de
Boz-Ulus’ un Dulkadırlı teşekkülleri arasında bulunmaktadır.

25 F. Süm er, Bayatlar, s. 378.

229
II. S e lim devrinde yazılmış Boz-Ulus defterine göre, asıl Boz-
Ulus kolunda bulunan Bayat oymağı 206 vergi nüfusuna sahiptir. Boz-
Ulus’nn Dulkadırlı kolunda bulunan ve Şam Bayadı adını taşıyan oy­
mağın ise 341 vergi nüfusu vardır26.

4. D u l k a d ı r l ı Bayatları ( Şam -Bayadı):

Dulkadırlı eli’ne dahil bulunan Bayatlar Şam-Bayadı adını taşır­


lar, Bu Bayat kolu, adının da gösterdiği gibi, Kuzey-Suriye’ deki Bayat­
lama. mensuptur. Bu mühim Bayat kolunun büyük bir kısmının Boz-
Ok bölgesinde yurd tuttuğu görülüyor. Bundan başka Y en i-Il’ de, Ulu-
Yörükler arasında ve gördüğümüz gibi, Boz-Ulus’un Dulkadırlı kolu
içinde de bazı Şam-Bayadı oymakları bulunmaktadır.
Şam-Bayatı oymağının ilgimizi çeken bir tarafı da onun Kaçar
boyunun teşekkülünde oynamış olduğu roldür. Kaçar ( Iran kaynakla­
rında: jU-Lî) boyuna ait en eski bilgi 897 (1491-1942) yılına aittir. Bu
tarihte Kaçarlar’m Azerbaycan’da, bilhassa Kardbağ bölgesinde yaşa­
dıkları görülüyor. A k - K o y u n l u hânedanına mensup bulunan ve
I b e S u lta n adı ile tanınmış olan D a n a H a lil o ğ lu İ b r a h im B e ğ
mezkûr yılda (897) Kaçar askeri ile ( jU-Ü jS it! ) birleşerek A k - K o ­
y u n lu hânedanından M a k su t B e ğ o ğ lu R ü s t e m B e ğ ’i hüküm­
dar yapmak için onu mahbus bulunduğu Alıncak kalesinden çıkarmış
id i27. I b e S u lta n , R ü s t e m B e ğ ’i A k - K o y u n l u tahtına geçirdik­
ten sonra 898 (1492-1493)’ de yine Kaçar askeri ile birlikte Gilân’ a bir
sefer yapm ıştır28. Daha önce de işaret edildiği gibi, buradaki Kaçar
adının bir şahıstan gelmiş olması pek muhtemeldir. Kaçarlar az sonra
Şah İ s m a il’in hizmetine girerek S a fe v î devletinin kurulmasında
rol oynamışlardır. Bu teşekkül (yani Kaçar) X V I. yüzyılda Şam-Ba-
yadı, Ağca-Koyunlu, Ağçalu ve Yıva obalarından meydana gelmişti.
Bu oymakların ana kollarının Boz-Ok bölgesinde yaşadıkları görülüyor.
Bu husus Kaçar boyunun Anadolu’ daki Yozgat bölgesinden Azerbay­
can’a, A k - K o y u n l u devrinde gittiğinde hiç şüphe bırakmıyor.

a - Boz-Ok

Boz-Ok’taki Şam-Bayatları bu bölgenin Gedük yöresinde yaşamak­


tadırlar. Bu yöre Kayseri’ nin kuzey doğusunda, Gemerek ile Mancılık
arasındaki topraklan kaplamakta idi. Burada yaşayan Şam-Bayatları

26 Başbakanlık A rşivi , ur. 561, 63 a-b, 65 a.


27 K a z v in li Y a h y a , Lubb ut-tevârih , Tahran, 1314 ş., s. 225.
28 A y n ı eser, s. 226.

230
başlıca Hızırlu, Hasancılu, Kesmezlü , Şeyhlu, Şarklu, Kızıl-Donlu vc
Karaca-Koyunlu gibi obalara ayrılmıştır. Bu obalar sahip bulunduk­
ları ekinliklerde çiftçilik yapmakta ve kış gelince Suriye’ ye gitmekte­
dirler. Fakat X V I. yüzyılın ikinci yarısında Şam-Bayatlarıma, kışın
Suriye’ye gitmekten vazgeçtikleri anlaşılıyor.

b- Y en i-ll

Bu ilde yaşayan Şam-Bayadı kolu ancak 5-6 obadan ibaret bulun­


maktadır. Bunlardan Tatar-Alilu hariç olmak üzere, diğerleri Boz-Ok
yöresindeki Şam-Bayadı obalarının kollarından başkası değillerdir.
c- Ulu-Yörük

Ulu-Yörük topluluğuna bağlı teşekküllerden biri de İnallu oyma­


ğı olup, bunun Kuzey-Suriye’ deki İnallular’m bir kolu olduğu anlaşı­
lıyor. Am asya çevresinde yaşamakta olan bu inallu teşekkülü arasında
Şam-Bayadı adlı birkaç obaya rastgelinmektedir 29. Bu keyfiyet, evvel­
ce de işaret edildiği gibi, Bayatlar ile Inallular arasında kabîlevî bir
akrabalık ile ilgili olabilir.
ç - Ankara
Şam-Bayatlan’ na mensup iki küçük oymağın da 929 (1522) yı­
lından önce Ankara’nın Kalecik kazasında yurd tuttukları görülüyor.
Bunlardan biri Çuna, diğeri de Tavşancık köylerinde yerleşmişler­
di 30.
d - Maraş
Şam-Bayadı’na mensup bir oymağın da Behisni’y e tâbi Korucu
adlı köyde, 40 vergi nüfusu olan diğer birinin de Antakya’ da Hacılu
köyünde kışladıkları görülüyor31.
Boz-Ok’ ta yaşayan Şam -Bay atlarının /rtm’ dakiler gibi şî’ilik inan­
cını taşıdıkları, yani Kızıl-Baş oldukları ve hattâ İran ile dahi müna­
sebetleri bulunduğu anlaşılıyor. 986 (1578) yılında Boz-Ok’ taki Şam-
Bayatlari na mensup bir kimse 984 (1576) yılında öldürülen S a fe v î
hükümdarı II. Şah İ s m a i l ’in kendisi olduğunu iddia ederek başına
bir hayli adam toplayıp Kır-Şehri’ ndeki H a c ı B e k t a ş -i V e li tek­
kesinde taraftarlarının önünde kurban dahi kesmişti. Fakat onun ha­
reketi kısa bir zamanda bastırıldı32.

29 F. Süm er, Bayatlar , s. 379.


30 F. Süm er, aynı ya zı , s. 379.
31 F. Süm er, aynı y a zı , s. 378.
32 Mühimme defteri, X X X I I , s. 206.

231
Şam -Boyadı’ nin gerek Boz-Ulus, gerek Y en i-ll arasındaki obaları­
nın, bu topluluklara mensup diğer oymaklar gibi, 1022 (1613) tarihle­
rinde Orta-Anadolu’ya gelmiş oldukları anlaşılıyor. Bunlar da 1100
(1688-1689) yıhnda Orta-Anadolu’ da kalabalık avanesi ile haydutluk
yapan G e d i k’in tenkiline memur edilmişler ve ertesi yıl da diğer
Türkmen teşekkülleri gibi Avusturya seferine çağrılmışlardır39.

Orta-Anadolu’ya gelen ve işaret edildiği gibi, Y en i-ll ile Boz-Ulus’a


mensup bulunan Şam-Boyadı oymaklarının nerelerde yerleştikleri
hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Bunlardan bir veya birkaç o-
banm Çukur-Ova’ ya indikleri ve Kara-lsalı kazasında bugün kendi
adları ile anılan köyde yerleştikleri anlaşılıyor34. Yine onlardan bir
obanın Karaman kasabasında yerleştiğini biliyoruz. Orada ayrı bir
mahalle teşkil eden bu oba mensupları bugün de kabilevî menşelerini
unutmamışlardır.

5. Kütahya:

X V I. yüzyılda Bayat adını taşıyan bir oymağa da Kütahya Y ö ­


rükleri arasında tesadüf edilmektedir. Kütahya’nın Geyikler yöresinde
yaşayan bu Bayat adlı oymak II. B a y e z id devrinde 53 vergi nüfusu­
na sahip idi. Diğer taraftan aynı yüzyılda Uşak yöresinde yaşayan
Boz-Guş adlı büyük b if oymağın obaları arasında da 25 vergi nüfuslu
Kara-Bayat adlı bir oymak görülmektedir35.

Aynı yüzyılda Bayat adlı diğer bir oymağın da Antalya (T eke)


sancağında yaşamakta olduğunu biliyoruz36.

işte Anadolu Bayatları hakkında elde edilen bilgiler bunlardan


ibarettir.

6. Irak ve el-Ceztre Bayatları:

S e lç u k lu la r zamanında S e lç u k lu emirlerinden A k s u n k u r u l-
B u h a r î ’nin Basra’ daki nâibi S u n k u r ’un, el-Bayatî nisbesini taşıdı­
ğından ve X II. yüzyılın sonlarına doğru Bağdad’ m güney doğusunda,
Tîb çayının kaynağına yakın yerdeki bir kalenin de Bayat adı ile anıl­
dığından ve bu kalenin hâkiminin Türk olduğundan daha önce bah­
sedilmişti.

33 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 78, 82.


34 A h m e d R e fik , s. 215, 216.
35 F. Süm er, aynı ya zı, s. 382.
36 Başbakanlık A rşivi, Teke sancağı defteri, nr. 14, s. 398, 400, 423.

232
X V I. yüzyıla gelinceye kadar gerek Irak ve gerek el-Cezire’ de Ba-
yatlar’m yaşadığına dâir her hangi bir tarihî kayda rast gelinemiyor.
X V I. yüzyıla ait O sm a n lı tahrir defterlerinde de ancak Karaca-Ba-
yat adlı çok küçük bir oymak görülmektedir. Bu oymak Kerkük yöre­
sinde yaşamakta ve 24 vergi nüfusuna sahip bulunmakta id i37.

Bağdad’lı M ü n şî M u h a m m ed b. A h m e d ’ e göre38, Bağdad’ taki


son K ö le m e n vâlisi D â v u d P a şa zamanında vâliye bağlı oymak
kuvvetleri arasında 1 000 atlı Bayat, T ayy (Arab) ve Milli ( Kürd)
oymaklarına mensup idi. Ayni müellif, (eserini 1822’de yazmıştır) Kir-
man-Şah bölgesindeki Bayatları m 2 000 çadır olduğunu kaydettikten
sonra Tâvuk bölgesinde de onlardan 2 000 eve yakın bir küme bulun­
duğunu, türkçe ve arabça konuştuklarını söylüyor. Yine bu müellif bu
Bayatlar’m beğenilen ve aranan atlar yetiştirdiklerini ve bunların Iıak-ı
Arab’ ta ünleri olduğunu da yazar39.

Zamanımızın Iraklı tarihçisi A b ba s u 1- A z z â v î’nin Bayatlar’ a.


dâir verdiği bilgilere göre40, Bayatlar’ m pek mühim bir kısmı şimdi
Kerkük bölgesinde yerleşik hayata geçmiştir. Göçebe yaşayışı devam
ettirenler az olup, bunlar 13 obadan müteşekkil bulunmakta ve bu
obalar da birçok kollara ayrılmaktadır. Aynı müellife göre, göçebe
Bayatlar’ dan bazı oymaklar Arablar ile karışmışlardır. Lâkin bunların
hepsi ana dilleri, türkçeyi unutmamışlardır. Bu Bayatlar eskiden beri
Kerkük ve komşu bölgelerde mi yaşamakta idiler, yoksa buralara X V I.
yüzyıldan sonra Iran’ dan mı geldiler, bu husus henüz aydınlanma­
mıştı?.
Şüphesiz Irak Bayatları Türk edebiyatının en büyük üstadlann-
dan biri olan Fuzûli’ nin kendi hemşehrileri olması dolayısı ile de dik­
kat ve alâkamızı üzerlerine çekmektedir. Lâkin S a fe v î hükümdarı
Şah A b b a s ’ın kitapçıbaşısı, şâir, muharrir ve nakkaş A fş a r S â d ık î’ -
nin (aslında Şamlu’ ya bağlı Harbeııdelu-Hüdabendelu- adlı Türkmen
obasından idi) sözlerine bakılırsa F u z û lî Irak Bayatları’na değil Iran
Bayatları’na mensuptur. Ona göre Bayat’ tan (şüphesiz müellif burada
kendi ülkesindeki Bayatları kastediyor) olan F u z û lî S a fe v î emir­
lerinden İ b r a h im H a n ’ın maiyyetinde Bağdad’a. gitmiş ve adı geçen
hanın K a n u n î S u lta n S ü le y m a n ’ın gelişi ile İran’ a dönmesi üzeri­

37 F. Süm er, aynı yazı , s. 383.


38 Rihlet ul-M ünşi el-Bağdadî, farsçadan arabcaya çeviren A b b a s u l-A z z â v î, B a ğ ­
dad, 1948, s. 34.
39 A y n ı müellif\ s. 47, 54.
40 Tarih ul-Irak , Bağdad , 1939, III, s. 368, 370.

233
ne Hille’ de yerleşmiştir41. Burada adı geçen İ b r a h im H a n Musullu
oymağından olup, Bağdad vâlisi iken 934 (1527)’ de yeğeni Z ü lfik a r
S u lta n tarafından öldürülmüştür42. Bu sebeble İ b r a h im H a n ’ın
K a n u n î S u lta n S ü le y m a n karşısında bozguna uğradığı şeklindeki
S â d ık î’nin sözleri doğru değildir.

7. Iran Bayatları:

a - Öz Bayatlar ( Ak- Bayatlar)

S a fe v î devrinden önce İran’ da Bayatlar\n yaşadığına dair her


hangi bir bilgiye sahip değiliz. X V I. yüzyılda İran’da yaşayan Bayat­
lar tek bir teşekkül olarak değil, muhtelif bölgelerde olmak üzere, üç
kol halinde bulunuyorlar. Bu husus onların birbirinden farklı siyasî
maziye sahip olmalarından ileri geliyor. Bunlardan yalnız Bayat adını
taşıyanlar Hemedan’ın güney doğusundaki Kezzâz ve Girih-Rûd bölge­
sinde sâkin olanlardır.
Şah A b b a s ’ın tarihçisi Türkmen İ s k e n d e r B e ğ ’ e göre43 bu
Bayatlarım nüfusu daha T a h m a s b devrinde 10 000 çadır idi. T ah -
m a sb devrinde bunlar E m îr Şah B eğ , S ü le y m a n B eğ , H a c ı
U v e y s B e ğ ve S e y f B eğ gibi emirler tarafından idare olunmuşlar­
d ır44. Bu sonuncusu ile beraber A li S u lta n adlı diğer bir Bayat beği,
K a n u n î’nin Iran seferleri münasebeti ile bizim tarihlerde de zikro-
lonmuştur45. Bütün bu Bayat beğleri hükümdarları T a h m a s b ’m baş­
lıca seferlerine katılmışlardır. R u m lu H a şa n B e ğ ’in ve meçhul bir
müellifin kaydettiklerine nazaran 46 adı geçen İran hükümdarının ölü­
mü esnasında saray korucuları arasında Bayatlar da bulunmakta idi.
Bayatlar ile Lıtr’lar arasında Nihâvend yöresindeki Burucird kasabası
hususunda eski bir düşmanlık vardı ki, bu düşmanlık Şah A b b a s ’m
ilk saltanat yıllarında Bayat emîri U ğ u r lu B e ğ ’in öldürülmesi ile had
bir safhaya girmişti47. Şah A b b a s 1002 (1593) yılında U ğ u r lu B e ğ ’i

41 Mecma' ul-havâss , yay. ve farsçaya çeviren A b d u rre s u l H a y y a m p û r, Tebriz , 1327


ş., s. 107.
42 H a s a n -i R u m lu , A hsen ut-tevârih , s. 208.
43 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî , Tahran , 1314, s. 139, yeııi basım, Tahran , 1334 ş., s. 196.
44 Hasan-i Rumlu , s. 360, 387, 401, 479, 483.
45 C e lâ l-zâ d e M u sta fa , Tabâkat uUmemâlik f i derecât il-mesâlik , Fatih ktb., nr. 4423,
yp. 379 b; bundan naklen  li, Künh ul-ahbâr, Üniversite k t p nr. 5219, yap. 293 a ve Peçevî,
Târih, I, s. 315.
46 S. 466; Taıih-i Şah İsm ail-i sâni , Bayezid Umumi ktb., nr. 5162, 6 b.
47 Şeref-Hân, K ahire , s. 81, 82; Tarih-i âlem âra-yi Abbasî , s. 289, 321, yeni basım, s.
471, 472.

234
öldüren Luristan hâkimi Ş a h -V e r d i’nin üzerine bir sefer yaptı. Şah-
Y e r d i bir kaç yıldan beri Şah A b b a s ’m hâkimiyetini tanımayarak
müstakillen hareket etmeğe başlamıştı. Şa h - V e r d i’yi itaate mecbur
eden Şah A b b a s , Burucird’ e uğrayıp burada U ğ u r lu B e ğ ’i destekle­
mediklerinden dolayı Bayatlar’m ileri gelenlerini tekdir etti. U ğ u rlu
B e ğ ’in kardeşi Ş a h -K u lu S u lta n 'm ricası ile Şah onların kusurlarını
bağışladı. Bayatlar da buna karşılık hükümda rlarına Kızıl-Başlar arasın­
da güzellikleri ile tanınmış olan ve kendi adları ile anılan ( Beyâti nejâd)
atlarından 3 000 aygır ve kısrak takdim ettikleri gibi, pişkeş olarak da
3 000 tuman vermişlerdir48. Şah A b b a s ’ın Bayatlar’ dan H ü s e y in
A li B e ğ ’i 1598’de elçilikle Ispanya’ ya göndermiş olduğunu biliyoruz49.
Aynı hükümdar zamanında Y â r A li S u lta n , G ed â A li S u lta n ve
B e d ir S u lta n adlı beğler de Bayatlar’dan idiler. Bunlardan G ed â
A li S u lta n ’ın Makû hâkimi, Y â r A li S u lta n ’m Erivan bölgesin­
deki Bayezid kalesinin ve B e d ir S u lta n ’m da yine o bölgedeki bir
yerin hâkimi olduklarını biliyoruz so. Şah S a fi devrinde aynı yerlerde
bu Bayat beğlerine oğulları halef olmuşlardır51. Bu tayinler dolayısı ile
Bayatlar’ ın mühim bir kısmı Azerbaycan’a, gitmişler ve orada yerleş­
mişlerdir. Bu Bayatlar daha sonra Bayat-i mutlak yahut Ak-Bayat
adları ile İran’ daki diğer Bayat kollarından tefrik edilmişlerdir. On­
ların Kuzey-Suriye’ deki Bayatlar’m bir kolu olup A k - K o y u n l u fethi
neticesinde veya S a fe v î devletinin kurulması ile ilgili olarak İran’ a
geldikleri anlaşılıyor.

b- Kara-Bayatlar ( Horasan Bayatları)

S a fe v î devrinde Iran’ daki ikinci Bayat kolu Horasan’ da bulunu­


yordu ki, bunlara Kara-Bayat da denilmektedir. Kara- Bayatlar’in
Harizm Türkmeııleri’ne mensup oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar
Şah İ s m a il’in Horasan’ı fethetmesi üzerine S a fe v î hâkimiyetine
girmişler ve tâbilik alâmeti olarak kara sıfatını almışlardır. Kara-Ba­
yatlar Nişâbur bölgesinde ve bilhassa bu bölgenin Maden denilen y ö­
resinde oturuyorlardı52. X V I. yüzyılın sonlarına doğru Horasan’ın bir

48 Tarih-i âlem âra-yi A bbasî , s. 322, yeni basım, s. 472, 473. Şah A b b a s ’m 1006 (1598)
yılında Hindistan hükümdarı E k b e r H a n ’a ve oğlu M u ham m ed S elim Şah ’ a gönderdiği
armağanlar arasında bulunan atlardan bir kısmı Bayat atlarından idi (A lem ârâ-yi Abbasî , ş.
552, yeni basım S. 543).
49 Y a d ig â r (m ecm uası), Tahran 1947, nr. 4. s. 33.
50 Âlem âra-yi Abbasî , s. 762, yeni basım, s. 1086.
51 İs k e n d e r B ey T ü rk m en ve M u ham m ed Y u s u f, Z eyl-i iarih‘ i âlem âra , Tahran ,
1317 ş., s. 246.
52 Âlem âra-yi Abbasî , s. 302, 585-586, yeni basım, s. 295, 444, 445, 510.

235
kısım vilâyetlerini eline geçirmiş olan Özbek hükümdarı A b d u lla h
H a n buraları oğlu A b d u l-m u ’ m in H a n ’ a vermişti. A b d u l-m u ’ -
m in H a n ’ın 159i’de Nişâbur’ u geri almak isteyen S a fe v î kuman­
dam K a r a m a n lı F e r h a t H a n ’ı geri çekilmeğe mecbur etmesi üze­
rine Kara-Bayatlar onun tâbiiyyetini kabul ettiler. Lâkin bunlar daha
önce Çağataylar’ dan pek çok adam öldürdüklerinden B a b a I ly a s
oğlu M a h m u d S u lta n ve diğer Bayat ileri gelenleri mezkûr Han’ın
katma gelerek ona itaatlerini bildirmiş oldukları halde esirgenmiyerek
öldürüldüler53. M a h m u d S u lta n ’ın kardeşi M u h a m m e d S u lta n
periaşn bir halde etrafa dağılmış bulunan Kaıa-Bayatlar’ ı başına top­
layarak Ş â h -A b b a s ’a büyük hizmetler ifa etmiştir. Hattâ bu sebeble
adı geçen hükümdar tarafından bütün Kara-Bayat boyu vergiden
muaf tutulmuştur54. 12 yıl Nişabur vâliliğinde bulunan M u h a m m e d
S u lta n ’ın ölümü üzerine yerine oğlu B a y r a m A li S u lta n geçmiş­
t ir 55. Bu tarihten itibaren Nişâbur uzun bir zaman Kara-Bayatlar’ ın
elinde kalmıştır. N â d ir Şah zamanında ve onun ölümünden sonra
da Nişabur yine Kara-Bayat beğleri tarafından idare olunuyordu56.

c - Şam Bayadı ( Kaçar boyu Bayatları)

İran'daki üçüncü Bayat teşekkülü bizim Şam-Bayadı oymağının


bir koludur. Bu Şam- Bayadı kolu, daha önce de söylendiği gibi, Yıva,
Ağçalı ve Ağça-Koyunlu teşekküllerine mensup kollarla birlikte Kaçar
boyunu meydana getirmiştir. Kaçarlar X V I. yüzyılda Azerbaycan’da
bilhassa Gence ve Bardea bölgesinde yaşamakta idiler. Fakat bu ve
ertesi yüzyılda Kaçar beğlerinden hangilerinin Şam -Bay adı’ na men­
sup oldukları bilinemiyor. X V III. yüzyılın birinci yansında Gence’j e
bağlı köylerden birinin Şam-Bayadı adını taşıdığını görüyoruz57.
N â d ir Şah’ın öldürülmesi üzerine yerine geçen  d il Ş a h ’m büyük
emirlerinden M u h a m m e d A li H an Ş a m - B a y a d ı ’ n d a n id i58. Kaçar
hükümdarı F e t h A li H a n ( B a b a H a n 1797-1834) devri emirlerin­
den M u h a m m e d A li H an, kardeşi İs m a il H an , P ir K u lu H a n

53 Gösterilen yerler*
54 Âlem âra-yi Abbasî, s. 586.
55 Alem âra-yi Abbasî , s. 586, yeni basım, s. 1087; Z eyl-i tarih-iâlem âra-yi Abbasî , s. 22.
56 M irza M eh di H an, Tarih-i Nâdiri , Tebriz , 1260, s. 45; E b û ’ l-H a s a n M uham -
m e d -i G n listâ n e , Mücmel ut-tevarih , Rezavî y a y T a h r a n , 1330 ş., s. 66.
57 Gence Tahrir defteri, Başbakanlık A rşivi , I I I . Ahmed devri, nı\ 903, 19 a.
58 E b u l Haşan Muhammed-i Gulistâne, s. 21, 22.

236
ve oğlu M u h a m m e d B â k ır H a n ’ın da bu oymaktan olduğunu bi­
liyoruz 59.
İran ’ daki Bayatlar şimdi tamamen yerleşmiş olup mühim bir
kısmı Hamse (başlıca Zencan bölgesi) vilâyetinde oturmakta ve Kaş-
kailer arasında da bir kaç küçük Bayat oymağına rastgelinmektedir60.

Doğu musikisindeki Bey âti makamının Iran Bayatları’mn musikî


ezgilerinden alındığından şüphe edilmez.

59 M irza E b û ’ I-K a sım , M ecm ua, Tebriz , 1294, s. 412.


60 M es’ ud K e y h a n , Coğrafya~i mufassal-i îran , Tahran, 1311 ş., s. 80, 86, 376.

237
III.

ALKA BÖLÜK

( Alka-Evli)

Gördüğü gibi, K â ş g a r lı M a h m u d ’ da Alka-Bölük, R e ş id


u d - d in ’ de Alkaravlı, Y a z ı c ı - o ğ l u ve E b û ’ l -G a z i’ de Alka-Evli
(ivli) şeklinde yazılan bu Oğuz boyuna mensup bir oymağa veya bir
yer adına hiç bir yerde rastgelinememiştir. Bunun sebebi nedir? Bu
hususta kesin bir şey söylemek mümkün olmuyor. Bugün Türkiye’ de
Zonguldak’la Safranbolu kazasına bağlı Halka-Evli 1 köyü ile yine aynı
ülkede görülen Halka Avlu hattâ Halkalu şeklindeki yer adlarının2
bu boyla ilgili olup olmadığı üzerinde kesin bir şey söylenemiyor.

1 Bk. Köylerim iz , s. 316.


2 Bunlar için de aynı kitaba bakınız.

238
IV.

KARA-BÖLÜK

( Kar a-Evli)

Bu boya ait Türkiye’de S e lç u k lu la r ve O s m a n lıla r devrinde


mühim bir oymağa rastgelinmediği gibi, Suriye, Irak ve İran’da da
bu adda bir teşekkül görülemiyor. Yalnız Harizm Türkmenleri arasın­
da X V I. ve X V II. yüzyıllarda Kara-Evli adlı bir oymağın mevcudi­
yetini biliyoruz ki, bundan aşağıda ayrıca bahsedilecektir.

Daha önce (I. Bölümde) söylendiği gibi, Dulkadırlı eline mensub


olan büyük Ağça-ICoyunlu boyunu meydana getiren belli başlı obalar­
dan biri de Musa-Hacılu (bazan bunun kısalmış şekli ile: Musacalu)
idi. Musa-Hacılu’ nun Y e n i-ll’ de yaşayan kolu X V I. yüzyılın ikinci
yarısında birtakım kollara ayrılmış olup, bu kollar defterlerde mahal­
le (obanın yurdu) kelimesi ile gösteriliyor. İşte bu mahallelerden biri­
nin de Kara-Evlu ( _>Ijl « y ) olduğu görülüyor (86 vergi nüfuslu). Def­
terlerde mahalle, oymağın veya obanın kolları anlamında da kullanıl­
dığı için, buradaki Kara-Evlu’mın Musa-Hacılu kolunun oturduğu
yerin değil, doğrudan doğruya kendi adı olması muhtemeldir. Nitekim
mahalle kelimesi ile zikredilen adlar incelendiğinde bunların yer adları
olmadığı görülüyor. Bununla beraber bu Kara-Evlu obasının Kara-
Evlu boyu ile ilgili olduğu kesin bir şekilde ileri sürülemez. Çünkü Kara-
Evlu kelimesi, bu addaki boy ile münasebeti olmayan herhangi bir oy­
mağa her zaman ve her yerde verilebilecek isimlerden biridir. Nitekim
Hazar-Ötesi Türkmenleri arasındaki Kara-Evlu oymağı için de aynı
ihtimal vârid olduğu gibi, zamanımızda İç -ll’de yaşayan Kara-Evli
oymaklarının da adlarını sonradan aldıkları anlaşılıyor.

239
X V I. yüzyılda Türkiye’ de Kara-Evlu şeklinde bazı yer adları gö­
rülmekte ise de bunların sayısı sekizi geçmemektedir '. Bunlar da Bolu
sancağında, Tokat ve Kastamonu bölgesinde bulunmakta idi.
Türkiye’ de Meskûn yerler kılavuzu’ na göre2, biri Kara-Evliler ol­
mak üzere Türkiye’de 10 Kara-Evli adlı köy bulunmaktadır. Bu yer
adlarından çoğunun bu boyla ilgili olduğundan şüphe edilmez.

E b û ’ l-G a zi'n in bahsettiği Kar a-Evliler’e gelince, bunlar A m u-


Sıtyu'nun ( Ceyhun) kıyısında ve Acı-Deniz’ in (Hazar) yakınında otur­
makta idiler. Yine aym müellife göre, bu Kara-Evliler K a ş ğ a -Ç u r a
adlı birinden türemişlerdir. K a ş ğ a -Ç u r a ’ya gelince, yine orada onun
dışardan getirilmiş bir kölenin oğullarından olduğu söyleniyor3. Bu
rivayet doğru ise bu teşekkülün aynı addaki Oğuz boyundan gelmedi­
ğine hükmetmek lâzımdır.
Zamanımızda yarı göçebe hayatlarına veda etmek üzere bulunan
Toros dağlarındaki Yörükler arasında da Kara-Evli adında birkaç kü­
çük oymak görülmektedir. Fakat bu oymakların taşıdıkları adı daha
sonra aldıkları anlaşılıyor4.

1 Cedvele bakınız.
2 Türkiye'de meskûn yerler kılavuzu s. 606.
3 Şecere-i Tcrakime , s. 76, 77, 78.
4 Bu hususta: F. Süm er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir , D.T.C.F. Dergisi, X I, sayı 1.
1953, s. 67, not. 1.

240
V.

Y A Z I R

R e ş id u d -d in ’ deki Türkler’ in destanî tarihinde D i b - Y a v k u ’ -


nun beğleri arasında A la y , oğlu B u la n ve hattâ D ib C en k şu ve
oğlu D ü r k e ş ’in bu boydan olduğu bildiriliyor1. Yine orada Oğuzlar’ın
dağılışı ve Ş a h -M e lik ’in bozgunluğu esnasında Yazır’ dan bir beğ ile
A li H a n oğullarının Yazır yöresine gittikleri ve Hisar-Tak’ da yurt
tuttukları ve onların oğullarının ve neslinin el’ an orada yaşadığı bil­
dirilir2. Fakat biz Yazırlar’ı Horasan’da ancak 555 (1160) yılında gö-
yoruz. Mezkûr yılda H a r iz m -Ş a h t l - A r s l a n ’ın askerleri (*^-1)3 ye
yürüyerek Yazırlar’ıiı başında bulunan ö d e k ( ita_>l) H a n oğlu
Y a ğ m u r H a n ’ a saldırıp onu bozguna uğrattılar. Y a ğ m u r H a n
H a r iz ın -Ş a h ’m kendi üzerine asker sevketmesinin S a n ca r ’ın emir­
lerinden Dihistan hâkimi İ h t i y a r u d -d in - A y t a k ’ın tahrikinden
ileri geldiğini sanıyordu; bu sebeble A y t a k ’ a karşı, başlarında S u l­
ta n M a h m u d ’un bulunduğu Oğuzlar’ dan yardım istedi. Oğuzlar, Ya-
zır beğinin isteğini kabul ettiler. Birinci Bölümde tafsilâtla anlatıldığı
üzere, Y a ğ m u r H a n ve Oğuzlar, A y t a k ve müttefiki Mâzenderan
hükümdarını vukubulan şiddetli bir savaşta yendiler4.
Yazırlar’ ın kendi adları ile anılan yurtlan Nesâ şehrinin batısında
bulunuyordu. Buradaki bir kasaba da Yazır adını almıştır. Bu şehir
X IV . yüzyılın birinci yarısında orta derecede bir şehirdi. Yazırlar,
S a n c a r ’ın devletine son veren Oğuz kümesine dahil değillerdi. Bun­
lar ilk önce Marıgışlak’ tan Balkan’ a inmişler ve oradan da buraya gel­
mişlerdi 5.

1 Oğuzlarca ait destanî mahiyette eserler , s. 369.


2 A y n ı ya zı , s, 385.-
3 Burası bir yer adı olmalı.
4 îbn ul-Esîrt Tornberg yay., X I, s. 171, Mısır basımı, X I, s. 97.
5 Birinci Bölüme bk. (s. 117).

241
H a r iz m -Ş a h S u lta n M u h a m m e d ’in Kara-Hıtaylar karşı­
sında başarısızlığa uğraması üzerine isyan eden Nişâbur emîri K e z lik
H an yenildikten sonra yanında bulunan bir Türkmen’ in teklifi üzerine
Yazırlar’ ın bulunduğu yere gitmek istemişse de oraya 3rolladığı adam­
ları Yazırlar tarafından yakalanıp H a r iz m -Ş a h ’a teslim edilmişti6.
Bu sıralarda veya az sonra Yazırlar’m başında H in d u H an adlı bir
beğ vardı. 11 yıl Yazır beği olarak kalan H in d u H a n ’ dan sonra Ya-
zır yurdu tamamen H a r iz m -Ş a h la r ’ın eline geçmiştir. H in d u H a n ’­
ın kardeşi Ö m er H an , H a r iz m -Ş a h la r ’ın başşehri Urgenç’te Yazır
beğliğinin kendisine tevcih edilmesi hususunda devamh bir gayret
göstermiş•ise de bu gayreti ona ancak S a b û r H a n lâkabını kazan­
dırmaktan başka bir sonuç vermemiştir. H a r iz m -ş a h S u lta n M u­
h a m m e d ’in anası T e r k e n H a tu n , Moğol hücumu üzerine Urgenç’-
ten ayrılarak Mâzenderan’ a gitmek üzere yola çıktığında yanında ge­
çilecek yerleri iyi bilen S a b û r H an da vardı. Seyahat esnasında Sa­
b û r H a n vâlide sultana sadakatle hizmet etmiş olduğu halde, T e r ­
k en H a tu n , Yazır yurduna gelince kendisini terkedeceğinden şüp
heye düşerek, onu gizlice öldürttü7.
Moğol devrinden sonra onlara Kara-Daş (T a ş)lı deniliyordu8.
Bunlar Şah A b b a s zamanında diğer bazı Türkmen oymakları gibi,
S a fe v î hâkimiyetini kabul etmişlerdi. 1038 (1628-1629) yılında Kara-
Daşhlar’va. başında R a h m a n K u lu S u lta n bulunuyordu. Fakat
R a h m a n K u lu S u lta n aynı yılda Harizm hükümdarı î s f e n d i y â r
H an ve kardeşi müellif E b û ’ l-G a z i ile birleşerek S a fe v île r ’ den
yüz çevirmiş ise de bunlar S a fe v î kuvvetleri karşısında başarı gös­
terememişlerdir 9.
Yazırlar, görüldüğü üzere, âdeta müstakil bir kavim gibi X II.
yüzyıldan X V II. yüzyda kadar Horasan’da varlıklarını muhafaza
ederek yaşamışlardır. Bu böyle olmakla beraber onlar Anadolu’nun
fetih ve iskânında da oldukça mühim rol oynamışlardır. X V I. yüzyılda
bu ülkede 24 Yazır adlı köy görüldüğü g ib i10, onlara mensup bazı oy ­
maklar da vardı. Bu oymakların Dulkadırlı ulusu ile Hamid, Teke ve
Ankara sancaklarında yaşamakta oldukları görülüyor.

6 Cuveynî, II, s. 71-72.


7 Nesev î, s. 39, fransızca tercümesi, s. 67-68.
8 E b û ’ l-G a z i, Şecere-i Terâkime , s. 61-62.
9 İs k e n d e r B e g -i T ü rk m en ve M u ham m ed Y u s u f-i M ü verrih , Z eyl-i tarih-i
âlem-ârâ-yi Abbasî, s. 2, 21, 22, 23.
10 Cedvele bk. Bu Yazır köylerinden pek çoğu -adlarını muhafaza ederek- zamanımıza
kadar gelmiştir ( Köylerim iz , s. 774J.

242
1. Dulkadırlı Ulusu:

Bu ulus arasındaki Yazırlar, Karacalu, öteki adı ile Anamaslu


boyu obaları arasında görülüyor. Bu husus Yazırlar ile Karacalu boyu
arasında kabilevî bir münasebetle ilgili olabilir. Biri 46, diğeri 49 vergi
nüfusu kadar olan Yazır obaları Antakya bölgesindeki Bağras kaza­
sında kışlamakta idiler. Müstakil olarak zikredilen ve 99 vergi nüfusuna
sahip olan üçüncü Yazır obasının da Birecik çevresinde kışladığı ve
Elbistan’ da yayladığı bildiriliyor n.

2. Boz-Ok:

Boz-Ok sancağındaki Yazır obaları da küçük olup, bunlardan


biri 29, ötekisi de 51 vergi evine sahiptir12.

3. Hamid Sancağı:

Bu sancakta Yazır adlı üç köy bulunduğu görülmüştü. Aynı de­


virde bu sancakta yaşayan Yazırlar 95 yergi evinden müteşekkildir
ve A li Fahruddin adlı bir oymağa bağlı bulunmaktadır13.

4. Teke Sancağı:

Teke sancağında Yazır obası sarı ve kara sıfatları ile iki kola ay­
rılmıştır. Ayrıca Öz-Kent adlı bir köyde de bu oymağın diğer bir kolu
yaşamaktadır14. Bunlardan başka, bu bölgede Yazır adlı iki köy de
bulunmaktadır. Bütün bunlar Teke sancağında da, Hamid sancağında
olduğu gibi, oldukça mühim bir Yazır topluluğunun yerleşmiş oldu­
ğunu göstermektedir.

5. A n k a r a :
Bu sancaktaki Yörük topluluğu arasında yaşayan Yazırlar da
küçük bir oymaktır. 42 vergi evi kadar olan bu oymak Çukurcak adlı
bir köyde oturmakta i d i 15.

11 F. Süm er, Bozoklu Oğuz boylarına dâir , s. 68.


12 F. Süm er, aynı yazı , s. 69.
13 A y n ı yazı , gösterilen yer.
14 A y n ı yazı , gösterilen, yer.
15 A y n ı yazı, gösterilen yer.

243
VI.

D Ö e E R

R e ş id u d -d in ’ deki Türkler’in tarihi bölümüne göre Oğuz hü­


kümdarı D i b - Y a v k u ’nun beğlerinden T a ş -B e ğ ve oğlu Y a lg u ?
B e ğ bu boydan oldukları gibi, A la A t l ı - K i ş i D o n lu K a y ı İ n a lın
veziri A y ıld u r da Döğer’ den i d i1. R e ş id u d - d i n’ deki bu rivayetlere
bir değer vermek icabederse denilebilir ki, Döğerler, Oğuzlar’m İslâmi­
yet’ten önceki tarihlerinde mühim bir mevkie sahip idiler. Bununla
beraber onların S e lç u k lu fethinde de mühim bir rol oynadıklarım
söylemek mümkündür. Çünkü, X I I I -X I V . yüzyıl müverrihlerinden
Cezire’ li (bugünkü Cizre) Şem s u d -d in M u h a m m e d b. İ b r a h im
(1260-1339), A r t u k lu h a n e d a n ın ın bu boydan olduğunu bize bil­
dirir2. A r t u k B e ğ ve oğullarının ise X I. ve X II. yüzyıllarda Türkmen­
ler arasında büyük bir nüfuza sahip bulunduğunu ve asil bir aile sayıl­
dıklarını biliyoruz.
Bütün bunlarla beraber tahrir defterlerinde bu boya ait 19 yer
adına rastgelinmiştir. Bu yer adları, diğer boylarınki gibi, Orta ve Batı-
Anadolu’ da görülmektedir3.

Döğer Sâlim Beğ ve Oğulları

Bir çok Oğuz boylan gibi, Döğerler’ in de X IV . yüzyılın ikinci ya­


rısından itibaren kaynaklarda kendilerinden bahsettirmeğe başladık­
ları görülüyor. Moğol hâkimiyetinin sona ermesi, M e m lû k emirleri-

1 Oğuzlarca ait destanı mahiyette eserler, s. 370, 371.

2 ı> ^ J J î= - Ö" ^ J ( £ * ) ıiır ~ ı>* * :&

(Cevahir us-sulûk, Paris Biblioteque Nationale, mamıscrites arabs, nr. 6739,


s. 377).
3 Cedvele bk.

244
nin birbirleri ile mücadeleleri, esasen nüfusları çoğalmış olan Türkmen
boylarına faaliyete geçmek imkânını vermişti. Döğerler bu esnada
S â lim adlı bir beğin idaresinde, Ca’ber yöresinde yaşıyorlardı. Onların
Suriye’deki Türkmen kümesine mi mensup bulundukları, yoksa Ak-
K o y u n lu la r ’ı ve K a r a - K o y u u lu l a r ’ı içine alan ve M em lû k mü­
verrihlerinin Doğu Türkmenleri dedikleri topluluktan mı oldukları
iyice bilinemiyor.
773 (1371) yılında D ö ğ e r S â lim B eğ , Beşiri’ ye gelmiş ve Hısn
Keyfa E y y u b î h ü k ü m d a r ı M e lik e l-E ş r e f’e elçi göndererek ondan
kendisine sığınacak bir yer göstermesini ve ihtiyaçları hususunda yar­
dımda bulunmasını istemiş ve arkasından da karısı ile yanındaki diğer
beğleriıı karılarını göndererek bu hususta tekrar ricada bulunmuştur.
S â lim B e ğ ’in bu şekilde hareketine sebeb Dimaşk (Şam ) ve Haleb
kuvvetlerinden müteşekkil bir M e m lû k ordusunun kendisini şiddetle
takip etmesi idi. S â lim B eğ , M e m lû k ordusunun önünden kaçarak
Beşiri’y e kadar gelmişti. Fakat M e m lû lcler onu adım adım takibedi-
yorlardı. Döğer beğinin M e m lû k le r ’i bu kadar kızdıran hareketinin
ne olduğu bilinemiyor. Bununla beraber bunun ticaret ve belki de hacc
kafilelerini soymak hususu ile ilgili olması muhtemeldir. Çünkü Sâ­
lim B e ğ ’in bu mahiyetteki bir hareketinden dolayı K a r a -K o y u n -
lu K a r a M e h m e d ’in hücumuna uğradığını aşağıda göreceğiz.
Hısn K eyfa hükümdarı, S â lim adına kendisinden yardım iste­
mek için gelenlere bir şey yapamıyacağını söyleyib onların üzgün ola­
rak geri dönmelerine sebeb olmuş ise de, S â lim ’in güveyisi olan kendi
kardeşi Ö m er’i gizlice Döğer beğine göndermiş ve ona ülkesinde iste­
diği yere sığınmasını ve elinden gelen her yardımı yapacağını bildire­
rek S â lim B e ğ ’i sevindirmişti. S a lim B e ğ Hısn K eyfa çevresindeki
sarp bir dağa yerleşmiş ve E y y u b î hükümdarından da her türlü yar­
dımı görmüştür. M em lû k ordusu S â lim ’i bu dağda bir müddet ku­
şattı ise de, hiçbir şey elde edemeden geri döndü. S â lim , M em lû k
ordusunun uzaklaşmasından sonra maiyyeti ile sığındığı dağın yakının­
da sevinç içinde bir gezinti yaparken Türlmenler’ den bir bölüğün sal­
dırısına uğradı. M e m lû k le r ’in yakalayamadığı Döğer beğini Türk­
menler tutsak alıp, A m id ’e doğru götürdüler. Bereket versin S â lim
B e ğ ’in amcası olan E b u ’l G â d ir ’in, oğlu H a şa n B e ğ yetişerek onu
Türkmenler’in elinden kurtarmıştı4. Bu Türkmenler’ in A k -K o y u n -
lu la r ’ dan olması muhtemeldir. Bu hâdiseden sonra S â lim B eğ yurdu
Ca’ber’e döndü.

4 H ısn Keyfa, vekayinâmesi, Viyana Bibliotheque Nationale , (Mxt. 355), 103 b, 104 a.

245
776 (1374-1375) yılında S â lim B e ğ Irak tacirlerini öldürerek
mallarını yağmalayan Y a h m u ı ( ^ ) oğlu (bir Anadolu kaynağın­
da: veled-i Umur) Ş ih â b u d -d in A h m e d ’in affedilmesi için anne­
sini bu Türkmen beği ile Kahire’ ye göndermişti. Bundan S â lim B e ğ ’ ­
in M e m lû k S u lta n ı ile arasını düzeltmiş olduğu anlaşılıyor. M em ­
lû k S u lt a n ı M e lik e l-E ş r e f Ş a b a n çok kızgın olduğu Y a b m u r
oğlunu affetmiş ve ona M ısır’ da dirlik tahsis etmiştir. Bu suretle va­
zifesini başarı ile ifa eden ve S u lt a n ’dan ikram gören S â lim B e ğ ’in
annesi oğlunun yanma dönmüştür5. Y a h m u r (U m u r) O ğ lu ’na ge­
lince, o sonra B e r k u k ’un yakın adamları arasına girmiş, D u lk a d ır
o ğ lu H a lil B e ğ ’i öldürmek sureti ile B e r k u k ’a mühim bir hizmet-
de bulunmuştur.

785 (1383) yılında K a r a -K o y u n lu beği K a r a -M e h m e d , tâbi


beğlerinden B o z d o ğ a n - o ğ l u Z i y a ’ u l-M ü lk ’ü yanma alarak Sâ­
lim B e ğ ’in üzerine yürüdü. Bunun sebebi K a r a -M e h m e d ’e ait olan
M usul şehri ve bölgesi hacılarının S a lim B e ğ tarafından soyulmuş
olması idi. T im u r tarafından aynı işle itham edilen K a r a -M e h m e d
12 000 den fazla bir kuvvetle yıldırım gibi Döğer beğinin üzerine yürü­
yüp onu bozguna uğrattıktan sonra Döğer obalarını yağmalayarak
pek çok ganimet eline geçirdi. S â lim B eğ K a l’at ul-Müslimin’ e doğru
kaçmıştı. K a r a -M e h m e d etrafı yağmalıyarak S â lim B e ğ ’i şiddetle
takibetmekte idi. S â lim bu takipten güçlükle kurtulup, kefeni boy­
nunda olduğu halde, hâdiseyi uzaktan takip etmekte olan. M em lû k -
le r’in Haleb vâlisi Y e l B u ğ a (yahut Yol) e n -N â siri’ye dehalet etti.
Döğer beğine iyi bir kabul gösteren Y e l B o ğ a onu s u lt a n ’m buyruğu
üzerine Kahire’ ye yollad ı 6. Aynı yılın Rebi ul-âhir ayının 19 unda
(21 Haziran 1383) Kahire’ ye gelen Emîr S â lim , S u lta n B e r k u k ’tan
ikram görmüş, hil’at giydirilerek kendisine Haleb tablhâne emirliği
tevcih edilmiştir7.
791 (1389) yılında K a r a -M e h m e d ’in, kendisi ve amcası B a y ­
ra m H o c a ’ dan önce Doğu Türkmenleri’ nin başı olan H ü s e y in B e ğ ’­
in oğlu P îr H a şa n tarafından öldürülmesinden itibaren iki aile ara­
sında kanlı bir mücadele başlamıştı. S â lim B e ğ araya girerek bunları
barıştırmak sureti ile bu iki aile arasındaki mücadele bir müddet için
durmuştur.

5 M akrizî , Nr. 4SB6, 186 a; A y n î , nr. 2395, s. 183, 184; İbn Hacer , Y en i Câmi ktb.. n-
814, 11 b-12 a.
6 M akrizî. nr. 4385, 11 a-b.
7 M a k rizi , 12 a; İbn Hacer , 77 a.

246
1390’ da ikinci defa olarak M em lû k tahtına geçen B e rk u k , ken­
disinin haU’ ediImesinde en mühim rolü oynayan Türk Memlûk emir­
lerinden M in ta ş ’ın, S â li m B e ğ ’in yanında olduğunu öğrenince Ha­
leb’e vardığında K a r a - D e m ir t a ş ’ı, M in ta ş ’ı teslim almak üzere
Döğer beğinin yanına göndermişti. K a r a -D e m ir t a ş dört gün beklediği
halde S âli m, M in ta ş ’ı teslim etmiyor, bir takım bahanelerle vakit
geçiriyordu. S â lim ’in bu şekildeki davranışına öfkelenen K a r a -D e -
m ir ta ş , Döğkr beğinin obasını yağmalatmış ve bazı adamlarını da
öldürtmüştü. S â lim yanında M in ta ş olduğu halde Sincar’ a kaçtı.
Az sonra S â lim ’in obasına gelen M in ta ş ’ın eski arkadaşı Y e l- B o ğ a
e n -N â s ir ı hâdiseyi öğrenince yaptığı hareketten dolayı K a r a -D e -
m ir ta ş ’ı azaılamış ve hattâ münakaşa esnasında elindeki topuzu ona
vurmak için, kaldırmıştı. Lâkin bu hâdise, B e r k u k da Y e l-B o -
ğa’nın eski arkadaşı Mintaş’ı koruduğu yolunda kendisine anlatılan­
ların doğru olduğu kanaatini doğurdu. Fazla olarak az sonra S â lim
B e ğ gönderdiği bir mektupta M in ta ş ’ı Y e l- B o ğ a ’nm isteği üzerine
kaçırdığını bildiriyordu. Bunun.üzerine B e r k u k , Haleb’e dönen Y e l-
B o ğ a ’yı öldürttü8. Fakat S â lim , M in ta ş’ı B e r k u k ’ a teslim etmi-
yerek serbest bıraktı. Halbuki zengin bir beğ olmadığı için vakit vakit
kervan soygunculuğu dahi yapaıı S â lim B eğ, M in ta ş ’ı teslim etme­
si karşıhğında B c r k u k ’ tan büyük bir meblağ alabilirdi.

796 (1393/94) yılında S â lim B e ğ , T im u r ’un adamlarından


D u la t ( D e v le t ) H o c a ’yı tutsak alarak Haleb vâlisine göndermiş,
o da onu M ısır’a yollam ıştır9. Aynı yılda B e r k u k , T im u r ile savaş­
mak için Dimaşk’ da bulunuyorken Döğer S â lim B eğ katma gelmişti.
B e r k u k , çadırına giren Döğer beğini ayağa kalkarak karşılamış, Türk
kumaşından elbise ve hil’ at giydirmek sureti ile ona görülmemiş bir
itibarda bulunmuştu 10. Fakat S â lim B e ğ ’in üç yıl sonra (799=1396-
1397), bilinemiyen bir sebebden Dimaşk vâlisi tarafından tevkif edil­
miş olduğunu görüyoruz 11.
Kaynaklarda bir daha S â lim B e ğ ’ den bahsedilmiyor. Onun bir
müddet sonra serbest bırakılmış olması muhtemeldir. E b û ’ l - F e r e c
tarihine yapılan ilâvelerden birisinde K a r a - Y u s u f ’un 1399 yılında
Döğerler’ in yurdlarına girib, göçkünlerini ele geçirdikten sonra onları

8 İbn ul-F ıraı , Beyrut , 1936, IX , s. 269, 270, 271; M dkrizî , yap. 218 b, 219 a; T a k iy u d -
din tb n K a d ı Ş u h b e, Zeylu D üvel il-Islâm , Paris , Bibi. Nat., nr. 1599, yap. 62 a.
9 M akrizî , 256 b, 257 a.
10 İbn ul-Fıtrat, IX , s. 382.
11 İbn K adı Şuhbe, nr. 1599.

247
reisleri ile birlikte Ca’ber’ de kuşattığı bildiriliyor n . Bu hâdisede söz
konusu olan Döğer emîri S â lim B e ğ midir, yoksa oğlu D im a ş k H o ­
ca mıdır, bu hususta şimdi bir şey söylemek mümkün olmuyor. Çün­
kü 801 ŞevvaFinde (1399 haziran) babasının yerine sultan olan F e r e c ,
D im a ş k H o c a ’nın Ca’ber nâibliği beratını (menşur) yenilemişti13.

S â lim B e ğ ’e ait şu bilgiler, bu Döğer beğinin cesur, faal, dira­


yetli bir şahsiyet olduğunu gösteriyor. Hattâ, M in ta ş ’ı teslim etme­
mesinden onun asil bir ruha sahib bulunduğu dahi söylenebilir.

Babasının ölümünden sonra Döğerler’ in başına geçen D im a ş k


H o c a , T im u r istilâsının Yakm -Doğu’da meydana getirdiği karga­
şalıklardan ve bu arada F e r e c ’in zayıf bir şahsiyet olmasından fay­
dalanarak bir çok yerleri de idaresi altına almış ve yağmacılık hare­
ketlerinde de bulunmuştur. A k - K o y u n lu müverrihi E b û B e k r -i
T i h r a n ı 14 D im a ş k H o c a nın 20 000 çadırhkbir elin başında bulun­
duğunu, Benû Kilâb , Berıû Şâdi adlı A r ab oymaklarından 10 000 çadı­
rın da ona tâbi olduğunu, Ruha ( Urfa) , Siverek, Süruc, Harran , Ca’ber
ve Cemlim şehir ve kasabalarına tasarruf ettiğini yazıyor. 806 (1403-4)
yılında Haleb vâlisi T o k m a k 'a karşı ayaklanan bir emîre yardım mak­
sadı ile bu şehrin dolaylarına gelen ve Haleb çevresinde yağmacılık ya­
pan D im a ş k H o c a , Ca’ber’e dönerken meşhur A r ab emîri N u a y r
b . H a y y âr’ın hücumuna uğradı. Ca’ ber ile onun kuzey batısında bir
gün devam eden muharebede D im a ş k H o c a yenilerek öldürüldü
(29 Mart 1404) ve başı N u a y r tarafından M ısır’a gönderildi15. î b n
T a ğ r ı - B i r d i 16 D im a ş k H o c a ’nın, çok defa devlete itaatsizlik gös­
terdiğini, soyguncu gibi hareket ettiğini yazıyor.

S e y f u d - d in D im a ş k H o c a ’ dan sonra Döğerler’ in başına G ö k ­


çe M usa geçti. D im a ş k H o c a ’nın öldürüldüğünü haber alan A k-
K o y u n lu beği K a r a -Y ü lü k harekete geçerek Urfa’ yı savaşla al­
mış ve bu şehri hizmetinde bulunan G ö k ç e M u sa’nın amcası oğlu
Y a ğ m u r ’ a verm iştir17. Y a ğ m u r B eğ , K a r a -Y ü lü k ’ü metbû ta­
nıyarak bir müddet Urfa’ya sahip olmuştur.

12 The Chronography o f GregorV A b u l-F a ra j, London , 1932, II, ekler kısmı, s. X X X V .


13 M akrizî , nr. 4387, 7 b.
14 Kitab-i Diyârbekriyye , s. 51-52.
15 İbn İfacer, 130 a; M akrizî , nr. 4387, 152 a; A y n î , nr. 2396, s. 204; İbn Tağrı-Birdi ,
VI. s. 167; aynı müellif, el Menhel us-Sâfi9 I, 324 a.
16 Gösterilen yer.
17 Kitab~i Diyârbekriyye , s. 66-67.

248
1405 yılında K a r a - K o y u n lu Beği K a r a - Y u s u f Dimaşk’tan
ülkesine dönerken Ca’ ber’ de G ö k ç e M u sa’ya misafir olmuştur18. Bu
tarihten itibaren gittikçe artan A k - K o y u n l u tehlikesi karşısında
Döğerler K a r a - K o y u n lu la r’ı metbu tanımışlardır. Nitekim, G ö k ç e
M usa, K a r a - Y u s u f ’un 1406 yılında T im u r ’un torunu E b û B e ­
k ir b. M ira n şa h ile Aras Çayı kıyısında yaptığı, galibiyetle sona eren
savaşta ve ertesi yıl Şenb-i Gazan yakınında yine ona karşı kazandığı
muharebede bulunmuştur19. Hattâ bu ikinci savaşta M ira n -ş a h ’ı
G ö k ç e M u sa’nın bir kölesi öldürmüştü. G ö k ç e M usa daha sonra,
1410’ da K a r a - Y u s u f ’un C e lâ y ir S u lta n A h m e d ’i Tebriz dolay­
larında yendiği savaşa da katılmıştır20. Yine aynı K a r a -K o y u n lu
hükümdarının emirleri arasında Ily a s -ı D ö ğ e r de vardı ki, bunun
S â lim ailesi ile akraba olduğu bilinemiyor. D ö ğ e r I ly a s Beğ, G ö k ­
çe M u sa gibi K a r a - Y u s u f ’un, E b u B e k ir ile yaptığı savaşlara
katılmış ve K a r a -K o y u n lu hükümdarı tarafından P ir Ö m er ile
birlikte 1409’da Şeki hâkimi S e y y id î A h m e d ’in üzerine gönderil­
miştir21. E m îr I ly a s , K a r a - Y u s u f ’un daha sonra yaptığı seferlere
de katılmış ve onun 1420 yılında Ucan yakınında ölümü üzerine Diyar­
bekir taraflarına gitmiştir 22.

Urfa hâkimi, G ö k ç e M u sa’nın amcası B a h a d ır H o c a ’nın oğlu


Y a ğ m u r B e ğ ’e gelince, onun 807 yılında Süruc’ a da sahip olduğu
anlaşılıyor. Mezkûr yılda B iıe’yi kuşatan Y a ğ m u r B eğ M em lû k
emirlerinden S u d u n e l-C e le b ’in karısını tutsak aldıktan sonra Süruc
yöresine dönmüştür. Bunu haber alan Haleb vâlisi meşhur Ç ek im ,
Bire’ ye geldikten sonra S u d u n ile birlikte Y a ğ m u r ’u yenmişler ise de
takip esnasında S u d u n , Döğer beğine tutsak olmuştur. Fakat Y a ğ m u r
B e ğ çok geçmeden S u d u n ’ u serbest bırakmıştır23. 813 (1410-1411)
yılında S u d u n , K a r a - K o y u n lu Beği K a r a - Y u s u f ’a giderken
Y a ğ m u r B e ğ ’ e uğramıştı24. A k - K o y u n l u beği K a r a -Y ü lü k her
ne kadar D i m aşk H o c a ’mn ölümü üzerine Urfa’j ı zaptederek Y a ğ ­
m u r B e ğ’ e vermiş ise de bilinmeyen bir tarihte şehri onun elinden alıp
çok sevdiği yeğeni N u r A li B e ğ ’ e teslim etmiştir25. Y a ğ m u r B e ğ ’e

18 Kitab-i Diyârbekriyye , s. 57.


19 H â fız -i E b ru , Zubdet ut-tevârih , Fatilı ktp., nr. 4371, 406 b, 422 a,
20 H â fız -i E b ru , gösterilen yer.
21 H âfız-i Ebrû, 456 b.
22 Hâfız-i Ebru , 556 a.
23 M akrizî , 174 a, 179 a.
24 M akrizî , 346 a.
25 Diyârbekriyye , s. 91.

249
gelince, o da M usul’da. K a r a - K o y u n lu l a r ’ dan yardım temin ettik­
ten sonra Urfa’y ı geri almak istemişse de O sm a n B e ğ tarafından
bozguna uğratılmıştır26. Y a ğ m u r B e ğ 817 (1414) yılında oğlu ile be­
raber vebaya yakalanarak ölmüştür27. Öldüğü esnada kendisi Süruc’ un
mu, yoksa başka bir yerin mi emîri idi, bilinemiyor.

K a r a - Y ü lü k O sm a n ’ın K a r a - K o y u n lu l a r ’ a ait Mardin’e


saldırması üzerine yeni hükümdar olan K a r a - Y u s u f ’un oğlu İ s k e n ­
d er harekete geçmiş ve iki Türkmen beği Nuseybin ile Hatuniy’ye
arasındaki Şeyh-Kendi’ nde karşılaşmışlardır. E b û B e k r -i T ih r a n î’ye
göre28, Döğer Beği G ö k ç e M usa, oğlu M ısır ile birlikte A k -K o y u n -
lu saflarında bulunuyordu. İki taraf arasındaki vuruşma 21 gün sürdü.
Vuruşmanın 21. günü G ö k ç e M usa askerleri ile birlikte A k -K o y u n -
lu saflarını terkederek K a r a - K o y u n lu l a r ’ın tarafına geçmek su­
reti ile K a r a Y ü lü k ’ün bozguna uğramasında âmil olmuştur. Bazı
Döğer beğleri de Kerkük ve Tâuk emîri C e n e k lü H a s a n ’ın buyru-.
ğunda olmak üzere, 824 yılı Rebi ul-âhir’inde (1421 Nisan) iki Türk­
men ulusu arasında yapılan bu savaşta bulunmuşlardır29. Fakat Ce­
n e k lü H a şa n ve onun maiyettindeki Döğer beğleri hakkında daha
fazla bilgiye sahip değiliz.
Anlaşıldığına göre, İ s k e n d e r babasına olduğu gibi kendisine de
hizmet eden ve kaynatası olan G ö k ç e M u sa’ya M usul’u vermiştir.
829 (1425) yılında G ö k ç e M usa M usul ve adını bilmediğimiz kardeşi
de Ca’ber hâkimi idiler.

G ö k ç e M u sa 832 (1429) yılında güveyisi K a r a - K o y u n lu İ s ­


k e n d e r ’in Ş a h -R u h ile Selmas ovasında yaptığı savaşta bulunduk­
tan sonra M usul’ a dönmüş ise de Irak’ ı Arab yörelerini ağabeyisi Şah
M e h m e d ’in elinden birer birer almağa başlayan K a r a - K o y u n lu
I s p e n d ’e (I s fa h a n ) mukavemet edemeyerek şehri ona bırakmıştır.
Bu hâdiseyi müteakip G ö k ç e M usa nökerleri ile birlikte M em lû k
sultanı B a r s - B a y ’ın katına gelmiştir. B a r s -B a y da Döğer beğine
itibar edip ona atlar, kumaşlar vermiş ve yiyecek ihtiyacını da temin
etmiştir30. G ö k ç e M u sa’ nın az sonra yeniden Ca’ber hâkimi olduğu
anlaşılıyor.

26 Gösterilen yer.
27 A y n î , s. 400; îb n Tccğrı-Birdi, VI, s. 342.
28 Diyârbekriyye, s. 79.
29 Diyârbekriyye , s. 78.
30 A y n î, s. 642.

250
K a r a - Y ü lü k O sm an B e ğ ’in ölümü üzerine Döğerler, A k - K o ­
y u n lu şehzadeleri arasında çıkan mücadeleleri fırsat bilerek Am id
yöresine bir akında bulunmuşlardır. E b û B e k r -i T i h r a n î 31 bu akı­
nın M ısır sultanının teşviki ile yapıldığını söylüyor. Bu akını haber
alan A li B e ğ ’in oğlu C ih a n g ir M irz a A m id ’ ten çıkarak Döğerler’in
üzerine yürüdü. Genç şehzâde tecrübeli kimselerin iyi hazırlanmadan
düşmanın üzerine gidilmemesi şeklindeki tavsiyesini dinlememişti.
Bu yüzden yapılan çetin bir vuruşmada A k - K o y u n l u l a r ’ dan çok
kimseler ölmüş ve C ih a n g ir M irz a da nökerlerinden bazıları ile tut­
sak düşmüştür32. G ö k ç e M usa, C ih a n g ir ’e bukağı vurarak Kahi-
ıe’ye gönderdi. C ih a n g ir 840 yılının 17 Muharrem’inde (1 Ağustos
1436) Kahire’y e getirildi. Fakat S u lta n B a r s -B a y , A k - K o y u n ­
lu şehzadesine şefkat gösterdi ve daha önce babası tarafından -bağ­
lılığının teminatı olarak- gönderilmiş olan kardeşi H ü s e y in B e ğ ile
birlikte oturmalarına müsaade e tti33. B a r s -B a y , G ö k ç e M u sa’ ­
ya 1000 dinar göndermiş ise de bu para varmadan Döğer beği ölmüştü.
G ö k ç e M u sa’nın yerine kimin geçtiği bilinemiyor.

S â lim B e ğ ’in üçüncü oğlu H a şa n B e ğ ’ dir. H a şa n B eğ , K a ­


r a - Y ü lü k O sm an B e ğ ’in kızkardeşinden doğmuştu O ve oğlu M em ­
lû k hizmetinde bulunmuşlardır. H a şa n B eğ 836 yılı Safer ayında
(1432 Ekim) hil’at giyerek Buhayra vâliliğine tayin edilmiş ve kendi­
sine sultan tarafından 100 kaftan, 100 yay, 100 sadak ve 30 at veril­
miştir34. H a şa n B e ğ Demenhur’ da oturarak 4 yıl bu vazifede kalmış
840 (1436) yılında azledilmiştir; sonra oğlu da burada vazife görmüş­
tür. Müverrih İ b n T a ğ r ı- B e r d i, S u lta n B a r s -B a y ’ın, selefi Şeyh’ -
in Türkler’ i daha çok sevmesine karşılık, içinden Çerkesler’ i daha çok
sevdiğini söylemesine rağmen, bu hükümdar devrinde Türkmen men­
şeli iki vali görülüyor ki, bunlardan birisi kendisinden bahsettiğimiz
Döğer H a şa n B eğ , diğeri de Haleb vâlisi Behisnili T a n r ı-V e r m iş
idi. Buna karşılık Memlûk tarihinde galiba Arab menşeli hiç bir vâliye
tesadüf edilmez.
853 (1449) de Humus vâlisi olan H a şa n B e ğ ’i, 5 yıl sonra (1454)
Aclûn vâliliğinde görüyoruz35. Hattâ bu tarihte K a r a -K o y u n lu
hükümdarı C ih a n -Ş a h M e m lû k s u lt a n ın a yazdığı bir mektupta

31 Diyârbekriyye , s. 120.
32 Diyârbekriyye , s. 120-123.
33 A y n î , s. 678-679.
34 M akrizî , A yasofya ktb., nr. 3372, 149 a; İbn Tağrı-Birdi, VI, s. 682.
35 İb n T a ğ r ı-B ir d i, Havadis ud-duhur, Popper yay., Berkeley , 1942, s. 55. 279-280.

251
kendisine elçi olarak Aclûn vâlisi H a şa n B e ğ ’in gönderilmesini iste­
miş ise de B a r s -B a y verdiği cevapta bunun büyük emirlerden Arab-
Şah'ı yolladığı takdirde mümkün olabileceğini bildirmişti36. İ b n T ağ­
rı B e r d i’nin biraz müphem olan kaydından H a şa n B e ğ ’in müelli­
fin eserini yazdığı esnada (1454-1464) ata yurdu Ca’ber’ de hâkim bu­
lunduğu anlaşılıyor. H a şa n B e ğ ’in ölümü ve Ca’ber’ e kendisinden
sonra kimin hâkim olduğu bilinemiyor. H a şa n B e ğ ’in E m ir z e (E -
m irza ) adlı bir oğlunu tanıyoruz ki, bu da M em lû k hizmetinde bu­
lunmuştur. E m ir z e (1453 yılında) M ısır’ daki üç vâlilikten biri olan
K e ş f ul-vechi’l-kibelî ye tayin edilmiş ve aynı yıl içinde vazifesi mer­
kezi Demenhur olan K e ş f ul-vechi’l-bahri’ye nakledilmiştir37. Onun 869
(1464)’ da hâlâ orada bulunduğu görülüyor38, i b n I y a s ’ın bir kaydına
göre39 E m ir z e 1485’de Kerek vâliliğine tayin edilmiştir.

İ b n T a ğ r ı-B ir d i, Y a r A li, M a h m u d , K a t ı ( yahut


belki de K u tlu ) adlı Döğer emirlerinden de bahsetmektedir. Lâkin
bunların S â lim B e ğ ailesi ile akraba olup olmadıkları, akraba iseler
bunun mahiyeti hakkında hiç bir bilgiye sahip değiliz. Bu emirlerden
Y â r A li Şam vâlisi İ n a l el-Ç e ki mî’nin ayaklanmasına katıldığın­
dan 842 (1439) de Dimaşk (Ş a m )’ da yakalanarak öldürülmüştür40.
E m îr D ö ğ e r M a h m u d ’a gelince, o da yine Türkmen beğlerinden
S a k a ls ız -o ğ lu T u r A li, İ n a l - o ğ lu E m ir A li Y â r , Türkmen S a v ­
cı B e ğ o ğ u lla r ı E m îr F e r e c ve İ b r a h im , Arab emîri N u a y r-
o ğ lu G â d ir ve diğer beğler ile 1439 yılında Haleb vâlisi T ü rk m e n
T a n r ı-V e r m iş ’in, B a irs-B a y ’ın yerine sultan olan Ç a k m a k ’ a kar­
şı isyanına katılmıştır 41. E m îr M a h m u d ’un âkibeti hakkında hiç bir
bilgiye sahip değiliz. Yine Döğerler’ den K a t ı ise 857 (1453) yılı başın­
da Buhayra vâlisi id i42.

İşte bu Döğer boy beği ailesine dâir elde edilebilen bilgiler bun­
lardan ibarettir. Bunlara göre, Döğer boy beği ailesine ait şöyle bir
soy kütüğü yapılabilir.

36 Gösterilen yer.
37 İ b n T a ğ r ı-B ir d î, en-Nûcum uz-zâhire , VII, s. 427; aym müellif Havâdis ud~duhûr,
s. 191.
38 İb n T a ğ rı B ird î, Havâdis-ud-duhûr, s. 191.
39 BedâyV uz-zuhur, III, s. 211.
40 İb n T a ğ r ı-B ir d î, en-Nucûm uz-zâhire, VII, s. 91-95.
41 İb n T a ğ r ı-B ir d î, en-Nucûm uz-zâhire, VII, s. 95-96.
42 Aynı eser, VII, s. 398.

252
Ebû’l ul- Gadir

Haşan Beğ

Bahadır Hacı Sâlim

Yağmur Beğ Haşan Beğ Gökçe Musa Dimaşk Hoca


(ölümü 1415) (ölümü 1436) (ölümü 1405)

Oğlu E mir z e Mısır


(ölümü 1415)

Osmanlı Devrinde Döğerler

Haydar Çelebi Ruz-nâmesi 43 ve tahrir defterindeki kayıtlara


nazaran Suriye’ yi kendi topraklarına katan O sm a n lı devleti bu ül-
de dirlik sahibi olan Türkmen ve Arab emirlerini yerlerinde bırakmış­
tır. K e m a l P aş a -Z â d e ’nin bir kaydına göre44, O sm a n lı fethi sıra­
sında Ca’ber yine Döğerler’ in elinde bulunuyordu. Fakat bunu teyid
eden başka bir delile sahip değiliz. Bundan başka bu Döğer beğliği nasıl
sona ermiştir, bu hususta da kesin bir bilgimiz yoktur.
Bununla beraber tahmin etmek mümkün olabilir ki, Döğerler,
G ö k ç e M u sa’nın ölümünden sonra, belki de Urban’ m baskısı ile Ca’-
ber’de tutunamadılar. Burası 1440-1445 yıllan arasında A k - K o y u n ­
lu la r ın elinde bulunuyordu.
X V I. yüzyılda Haleb Türkmenleri, Boz-Ulus ile Kerkük ve Sis
(K ozan) yöresinde yaşayan Türkmenler arasında bu boya mensup
oymaklar görülüyor.

1. Haleb Türkmenleri:

Haleb Türkmenleri arasında bulunan Döğer oymağı K a n u n î dev­


rinin ilk yıllarında Haleb Döğer’ i ve Hama Döğer’ i olmak üzere iki kola
ayrılmıştır. Bunlardan K o r k m a z ve M a h m u d kethüdaların idare­

43 F e r id u n B eğ, M ünşâaı us-selâlîn, İstanbul, 12T4, I, s. 498.


44 Tevârih-i A l-i Osman, Nuruosmaniye ktb., nr. 3078, 8 b.

253
sinde bulunan. Haleb Döğeri oymağı 230 vergi evinden müteşekkildir.
Hama Döğeri ise iki kola ayrılmış olup, bunlardan biri 163, diğeri de
36 vergi evidir. X V I. yüzyılın ikinci yarısında, diğer Türkmen oymak­
ları gibi, bu Döğerler’in de nüfuslarının arttığı görülüyor45.
Bu Döğerler X V II. yüzyılın sonlarında Hama-Humus taraflarına
iskâıı edilmek istenen oymaklar arasında bulunmaktadır46. Lâkin bu
iskân teşebbüsünün tam bir başarı ile sonuçlanmadığını biliyoruz.
Bu sebeble bu Döğerler’ in bir müddet daha eski yaşayışlarım devam
ettirdikleri ve sonra tam oturak yaşayışa geçtikleri söylenebilir.
2. Dimaşk:

Dimaşk çevresinde yaşayan Türkmen topluluğu arasındaki D ö­


ğer varlığı küçük bir oymak olup, K a n u n î devrinde ancak 50 vergi
nüfusuna sahip id i47.

3. Ruha (U r fa ):

X V I. yüzyılda bu bölgede yaşayan büyük oymaklardan biri de


Döğerlü adını taşıyor. Bu büyük oymak Kürd olarak vasıflanmaktadır.
Ancak bu oymağı meydana getirenler arasında: B a y r a m , G ü n d o ğ ­
m uş, B u d a k , Y a ğ m u r, K a y a , T a n r ı-V e r d i, D u rm u ş, D ü n ­
dar, S a t ılm ış ve hattâ K a r k ın gibi türkçe adlar taşıyan şahıslar
görülmektedir48. Bu husus onların aslen Türk oldukları ihtimalini kuv­
vetle ortaya koymaktadır. Döğerlü (mahallî telâffuz Düğerlü) oymağı
Urfa’mn kuzey doğusunda yaşamakta olup oturdukları yer şimdi ken­
di adları ile anılmaktadır. 1747 yılında bu Döğerlüler, M illi adlı kalaba­
lık ve yağmacı Kürd oymağının hücumuna uğramış ise de Haleb vâlisi
R a g ıb P a şa ’nın vaktinde yaptığı müdahele ile Döğerler’in büyük bir
kayba uğramaları önlenmiştir49. Urfa bölgesindeki bu Döğerliler S â-
lim B e ğ ailesine mensup bulunuyorlardı.
4. Boz-Ulus :

Boz-Ulus arasındaki Döğer varlığı K a n u n î devrinde 195 vergi


nüfusu id i50. Boz-Ulus arasındaki bu Döğer varlığı A k - K o y u n l u l a r ’ -
ın yükselişi devirlerinde Döğerler’ den bir bölüğün A k - K o y u n l u faa­
liyetine katılmış olduğunu gösterebilir.

45 F. Süm er, Düğerlere dâir , s. 152, 155-157.


46 A h m e d R e fik , Anadolu'da Türk aşiretleri, s. 107.
47 F. Süm er, Döğerler'e dâir , s. 152, 157.
48 Ruha Sancağı defteri, Başbakanlık A rşivi , nr. 965, 165 a ve devamı
49 İzzî, Tarih , İstanbul, 1299, s. 271.
50 F. Süm er, Döğerlere dâir, s. 154.

254
5. Kerkük:

Kerkük yöresinde yaşayan Döğer oymağı, gerçi defterde bir tâife


olarak vasıflanmışsa da, nüfusu 45 evden fazla değildir51. Bu oy­
mağa, K a r a - K o y u n lu la r zamanında bu bölgede yaşadığı yukarıda
verdiğimiz bilgiden anlaşılan kuvvetli bir Döğer varlığının kalıntısı
nazarı ile bakılabilir.

6. S is ( K o z a n ) :
X V I. yüzyılda Sis (şimdi Kozan) sancağında sakin olan Savcı
-Hacılu obaları arasında Döğerlü adlı bir teşekkül görülmekte ve 64
vergi nüfusuna sahip bulunmaktadır52.

7. îr an :

Şah A b b a s ’ın kitapçıbaşısı A fş a r S â d ık î, tezkiresinde53 bu


boya mensup P ir i B e ğ ’ den bahsetmekte ve onun Türkmen olduğunu
söylemektedir. P ir i B eğ, S â d ık î’ye göre, şâir, musiki hakkında bil­
gili ve çok telifatı olan bir kimse idi. Her ne kadar teyid edici bir delile
sahip olmamakla beraber, S â d ık î’nin sözlerinden Döğerler’ den, pek
o kadar mühim olmayan bir zümrenin (belki de Türkmen boyu ile
birlikte) İran’ daki Türk teşekkülleri arasında yaşadığına inanılabilir.

51 F. Süm er, Döğerlere dâir , s. 154, 158.


52 F. Süm er, Döğerlere dâir, s. 154, 158.
53 s. 120-121.

255
VII.

D ODU R Ğ A

Tahrir defterlerinde Dodurğa, Doturğa, Todurğa ve Toturğa gibi


muhtelif imlâlarda yazılan bu Oğuz boyuna ait Anadolu’ da. 24 yer adı­
na rastgelinmektedir. Bu yer adlarından birini Bolu’ ya bağlı yöreler­
den (nâhiye) biri taşıyor1. X III. yüzyılın ikinci yarısında Tebrize’ e git­
mekte olan İtalyan seyyahlarından P e g o l o t t i 2 Sivas’ tan sonra Dud-
riaga denilen bir yere geliyor ki, bunun Dodurğa olduğunda şüphe yok­
tur. Bezin u Rezm’ de de3 Zâra ile birlikte Dodurga adlı bir bölgeden
bahsedilir. Burası, Osmanlı devrinde Sivas’ın doğusunda, Zâra’dan
bir konak mesafede, ana yol üzerinde bulunan bir köy idi.

Bu yer adlarından başka X V I. yüzyılda Anadolu’ nun muhtelif


yerlerinde olmak üzere bu boya mensup bazı teşekküller görülmek­
tedir.

1. Ulu-Yörük:

Bu Türk topluluğu arasında yaşayan Dodurğalar II. B a y e z id


devrinin ilk yıllarında 202 vergi nüfusundan ibaret olup, 7 kola ayrıl­
mıştı. Turhal Türkleri de denilen Dodurğa teşekkülü, X V I. yüzyılın
ikinci yarısında birçok kışlaklara sahip bulunuyordu. Onlar bu kış­
laklarda diğer Ulu-Yörük oymakları gibi, çiftçilik yapmaktadırlar.
Bu Dodurğa oymağının bir kolu X V I. yüzyılın ikinci yarısında Am as­
y a ’daki Sarı-Kurşun köyünde yerleşmiştir. Bu Dodurğalar şüphesiz
daha büyük, eski bir Dodurğa topluluğunun kalıntısıdır4.

1 Cedvele bk.
2 W. H e y d , Histoire du commerce du Levant au moyen-âge, Paris , 1959, II, s. 114, 115.
3 İstanbul, 1928, s. 276.
4 F. Sü m er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir, s. 71.

256
2. Tarsus:

Bu bölgede yaşayan ve kaynaklarda Varsak olarak anılan Türk­


men oymakları arasında mühim bir Dodurğa oymağı daha vardır. Bu
oymak kendisini idare etmiş olan E se n B e ğ ’ e nisbetle Esenlü adını
da taşıyor. E sen B e ğ ’in ordasının bulunduğu yer Tarsus’un kuzeyin­
deki Esenlu köyü idi. Doduığalar’ dan meydana gelmiş olan bu Esenlu
boyu iki kola ayrılmış olup, bunlardan biri Bozca-Dodurğa, diğer de
Ertene (Erdene) Beğ Dodurğası adlarını taşıyor. Burada geçen B o z c a
ve E r t e n e ’nin E se n B e ğ ’in oğulları olduğu şüphesizdir.
Çukurova bölgesine ait 925 (1519) tarihli en eski defterde bu Do-
durğalar 34 obaya ayrılmıştır. Bu obalardan her biri bir ekinliğe sahip
bulunmaktadır. Ayrıca Uzamış ve Kuzu adlı köylerin de Dodurğalar’ a
ait olduğu anlaşılıyor. Dodurğa obalarından defterde B eş-Aşık ve Dâ-
vud obalarına mensup bazı şahısların “ ulemadan ve sulehadan” ol­
maları dolayısı ile avârız-ı divâniyye ve tekâlif-i örfiyye’ den kadimden
muaf oldukları kaydedilmiştir3.

3. Boz-Ulus:

II. S e lim devrine ait Boz-Ulus defterine göre6, bu topluluk ara­


sındaki Dodurğa varlığı 6 küçük kola ayrılmış bir oymaktır. H a m z a
ve kardeşi A b d i K e t h ü d a la r ile Y e li ve Ş â h in K e t h ü d a la r tara­
fından idare olunan Dodurğa oymağının aslında Dulkadırlı eline men­
sup olduğu anlaşılıyor.

4. Ankara:

Ankara sancağına bağlı H aym âna 7 tâifesi arasında küçük bir D o­


durğa oymağı görülmektedir. Bu oymak K a n u n î devrinde aynı adı
taşıyan bir köyde oturmaktadır ki, bu köy bugün de m evcuttur8. Bun­
dan başka II. B a y e z id devrinde Aksaray yöresinde de Dodurğa adlı
çok küçük 'b ir oymağa rastgelinmektedir9.

X I X . yüzyılın başında Oğuz ensabma dâir İran’da, yazılmış bir


risalede, Dodurğalar’ dan mühim bir zümrenin Türkmen çölünde (yani
Harizm Türkmenleri yurdunda) yaşadığı söylendikten sonra bu Do-

5 F. Süm er, aynı ya zı , s. 72, 91-92.


6 F. Süm er, aynı ya zı , s. 72, 93.
7 Şimdiki Haymana adı buradan geliyor.
8 Köylerim iz , s. 219.
9 F. Süm er, aynı ya zı , s. 72, 73, 93, 94.

257
durğalaT’m o kadar zarif değil, fakat dayanıklı ve iyi koşucu soy at­
lara sahip bulundukları yazılmaktadır10. Fakat Harizm Türkmenler’i
arasında Dodurğalar’va. bulunduğuna dâir bunu teyid eden başka bir
kayda sahip değiliz.

10 M irza E b û ’ l-K a s ım , Mecmua, s. 144.

258
V III.

Y APARLI

K â ş g a r lı’nın listesinde adı görülmeyen bu boy R e ş id u d -d in


yazmalarında Yaparlı şeklinde geçmektedir. Hiç bir kaynakta ve tah­
rir defterlerinde bu boya ait ne bir teşekkül, ne de bir yer adı görülebil-
miştir. Bu husus belki de bu boyun adını değiştirmiş olması ile izah
edilebilir.
Bugün Anadolu’ da Çarıklı adlı 5 köy olduğu gibi, Çarıklar şek­
linde köyler de görülmektedir. Bu köylerin Kâşgarlı’ da geçen Çaruk-
luğ boyu ile ilgili olup olmadığı üzerinde kesin bir şey söylenemez. A -
dana bölgesinden Niğde’y e göç ederek Y a v u z S e lim devrinde orada
yaşayan Dündarlu oymağının obaları arasında 9 vergi nüfuslu Çarıklı
( JijU ) adlı çok küçük bir teşekkül görüldüğü gibi, Kütahya’ya bağ­
lı Şeyhlu kazasında J îj U- şeklinde yazılmış 142 vergi nüfuslu bir
oymak da vardı. X I X . yüzyılda A ydın sancağındaki Sobuca kazasında
Çarık ( Ji jW-) adlı, çadırlarda yaşayan bir oymağın da olduğunu bili­
yoruz. Bunların Çarukluğ boyundan olmaları pek az muhtemeldir.

259
IX .

AVŞAR (AFŞAR)

Avşarlar X I. yüzyıldan itibaren mühim roller oynamak sureti ile


adlarını zamanımıza kadar yaşatmış biricik Oğuz boyudur. Avşarlar,
R e ş id u d - d in ’de hükümdar çıkarmış Oğuz boylarından biri ola­
rak zikrediliyor. Bu keyfiyet Avşar’ın, Oğuzlar’ın Islâmiyetten önceki
tarihinde de ehemmiyetli bir boy olduğunu gösterebilir.

XII. Yüzyılda Huzistan’da Avşarlar

530 (1135-1136) yıllarında Huzistan’da kalabalık sayıda bir Türk­


men topluluğunun yaşadığım biliyoruz1. Y a s s â f ’ın bildirdiği2, Avşar
ve Salurlar’ın Deşt-i Kıpçak’ tan, yani Sir-Derya boylarından Huzistan
ve Kuh-Gilûye’ ye gelişleri bu tarihten az önceye ait olmalıdır. V as-
s a f’m bahsedilen kaydına göre, Avşarlar’m başında A r s la n - o ğ lu
Y a k u b bulunuyordu. Y a k u b B e ğ Huzistan kasabasında oturuyor­
du. Salur Beğ’ i M e v d u d o ğ lu S u n g u r ise B o z - A b a ’nın S u lta n
M es’ud ile yaptığı savaşta öldürülmesi üzerine Fars’a hâkim olmuştu.
Y â k u b B e ğ Fars’ı elde etmek veya S u n ğ u r ’u tabiiyyeti altına al­
mak için birkaç defa S a lu r b e ğ i ’nin üzerine yürümüş ise de bozguna
uğramıştır. Kendisinin ölüm tarihi bilinemiyor. Bunun 547 (1152-
1153) tarihinden önce olduğu muhakkaktır. Y a k u b B e ğ ’den sonra
Huzistan’ daki Avşarlar’m. başında Ş u m la görülmektedir. Ş u m la
bu Avşar beği’ nin adı olmayıp lâkabı idi. Bu kelimenin anlamı ve aslı
bence meçhuldur. Ş u m la ’nın asıl adı A y - D o ğ d u ve babasımnki de
K ü ş -D o ğ a n (G ü ç -D o ğ a n ) idi. Ş u m la ’nın Y a k u b B e ğ ile akraba
olup olmadığı da bilinemiyor. Anlaşıldığına göre Ş u m la onun zama-

X Îbn ul-Esîr , X I, s. 20.


2 Birinci Bölümde 386 numaralı haşiyeye bk.

260
jıında Huzistan’ın bir kısmı ile Luristan’ in bazı yerlerini idare ediyor­
du. Ş u m la ’yı ilk önce S u lta n M e s’ u d ’un son hâcibi, yani beğlerbe-
ğisi H as B e ğ ’in yakınlarından bir emîr olarak görüyoruz. Eğer bir
kaynağımız bizi yanıltmıyorsa H as B e ğ’ e taraftar emirlerden Z e n g î
C an d a r da Türkmen idi. Birinci Bölümde söylendiği gibi, bunlara
bakarak H as B e ğ ’in, rakipleri olan Memluk menşeli emirler ile mü­
cadele edebilmek için, kendisi gibi Türkmen olan beğleri başına topla­
mak gayesini taşıdığına hükmedilebilir. H as B e ğ 547 (1152) yılında
S u lta n M u h a m m e d tarafından hile ile öldürüldüğü zaman Ş u m la
zekâsı sayesinde canım kurtarmıştı. Ş u m la hâdiseden sonra Huzis-
tan’a geldi. Bu esnada burası S e lç u k lu la r ’ dan M e lik -Ş a h b. Mu-
h a m m e d ’in eline geçmiş idi. Ş u m la Huzistan’ a döner dönmez der­
hal faaliyete geçti Küçük Luristan emirlerini de hâkimiyeti altına al­
d ı 3. Bu zamanda Bağdad Abbasî halifeliği de durumdan faydalanarak
topraklarını genişletmeğe çalışıyordu. Bu cümleden zayıf bir şahsiyet
olan M e lik -Ş a h ’ın elinden Huzistan’ ı almak için 550 (1155) yılında
buraya bir ordu yollandı, ise de Ş u m la askerleri ile karşı çıkarak halîfe
kuvvetlerini bozguna uğrattı ve kumandanlarını da tutsak aldı (Re-
ceb= E ylü l). Fakat Ş u m la bunları Bağdad’ a göndererek halîfeden
özür diledi; az sonra da M e lik -Ş a h ’ı çıkararak müstakillen Huzis­
tan’ a hâkim oldu 4.

551 (1156) tarihinde S e lç u k lu hükümdarı S u lta n M u h a m m ed


halîfeye hâkimiyetini tanıtmak için, Bağdad’ ı kuşattığı sırada, halî­
fenin de tahrikiyle Azerbaycan hâkimi I l - D e n iz ve diğer bazı emirler
tarafından M e lik -Ş a h , s u lta n ilân edilmiş ve baş şehir Hemedan
elegeçirilmişti. Bu arada Ş u m la da M e lik -Ş a h ’ın taraftarı olarak
Hemedan’a gelmiştir5. Ertesi yıl Ş u m İa’nın halîfenin emirlerinden
K a y m a z ’ı yenip tutsak alarak onu S u lta n M u h a m m e d ’ e gönder­
mesi sebebi ile halifelik Avşar beği üzerine büyük bir ordu yollamış ise
de Ş u m la bir kenara çekilerek bu ordu ile savaşmamıştı6. 554 (1159)
de ülkesiz kalan M e lik -Ş a h , maiyyetinde Hemedanlı S u n ğ u r ve
K o v d a n gibi büyük emirler olduğu halde Huzistan’ a girdi. Ş u m la
karşısına çıktı ise de yenildi ve bir kaleye kapandı. Huzistan’ ı ele geçi­
ren M e lik -Ş a h Fars’ı da idaresi altına almak için harekete g eçti7.
Neticede Ş u m la gibi, Fars hâkimi Z e n g î’de M e lik -Ş a h ’ı metbû

3 H a m d u lla h -i M u s te v fî, Tarih-i güzide , s. 547.


4 îbn ul-Esîr , X I, s. 90.
5 s. 95, 97.
6 İbn ul-Esîr, X I, s. 103.
7 İbn ul-Esû\ X I, s. 106-107.

261
tanıyıp her ikisi onun en yakın emirlerinden oldular. Hattâ aynı yılda
(554) S u lta n M u h a m m e d ’in ölümü üzerine S e lç u k lu tahtına ge­
çirmek için bazı emirler M e lik -Ş a h ’ı davet ettiler. M e lik -Ş a h bu
maksatla yanında Ş u m la ve Z e n g î olduğu halde İsfahan’ a geldi.
Burada başka emirlerin de katılması ile kuvveti artmış olan M elik -
Şah halîfeden adına hutbe okunmasını istemişti. Fakat M e lik -Ş a h
az sonra zehirlenerek öldü. Kendisinin, halîfenin bir tertibi ile zehirlen­
diği söylenmişse de bunun aslı olmasa gerektir8.

555 (1160)’ de S e lç u k lu tahtına A r s la n -Ş a h geçti. Fakat bütün


iktidar kendisini tahta çıkaran I l - D e n i z ’ in elinde bulunuyordu. İlk
yıllar Rey hâkimi emîr I n a n ç ’ın muhalefeti ile karşılaşılmış ise de o
da çok geçmeden bir tertib ile ortadan kaldırıldı. Ş u m la da, Fars hâ­
kimi Z e n g î gibi, A r s la n -Ş a h ’ı metbu tanıdı ve M e lik -Ş a h ’ın oğlu­
nun da atabeği oldu. 561 (1166) yılında Ş u m la ’nın yeğeni yani Şen-
k â -O ğ lu ( ISoi ^1) aralarında dünürlük kurulmuş olan Basra vâlisi
M e n g ü -B a r s ’ı halîfenin öldürtmesine kızarak Basra çevresinde yağ­
malarda bulunmuş ve Vâsıt taraflarında da aynı şeyi yapmıştı. Bunun
üzerine halîfe’nin Vâsıt vâlisi H u t lu -B a r s askerlerini toplayarak
Ş e n k â -O ğ lu ’nun karşısına çıktı ise de yapılan çarpışmada bozguna
uğrayıp öldürüldü9. Ş e n k a -O ğ lu , ertesi yıl Basra taraflarını yeniden
yağmaladı. Aynı yılda Ş u m la da harekete geçerek Bağdad yörelerin­
den el-Mahki’ ye geldi ve Halîfe’ den bir miktar toprak talebetti. Ş um ­
la Halîfe’ ye S u lta n A r s la n -Ş a h ’ın, M e lik -Ş a h ’ın oğluna Vâsıt
ve Basra’y ı dirlik olarak verdiğini ve kendisinin de bu şehzâdenin ata­
beyi sıfatı ile harekete geçtiğini bildirdi. Fakat yeğeni K ı l ı c ’ın H a l î f e
kuvvetlerine mağlûb ve esir olması üzerine Ş u m la da Hüzistan’ a. dön­
d ü 10.

564 (1169) yılında Fars hâkimi S a lg u r lu Z e n g î’nin askerleri


Ş u m la ’yı Fars’a, davet ettiler. Bunun sebebi Z e n g î’nin, askerlerine
kötü muamelede bulunması idi. Fars’a, gelen Ş u m la savaşta asker­
lerinin hıyanetine uğrayan Z e n g î’yi kolayca yendi. Z e n g î Şebankâre
Kürdleri’ne sığındı. Onlar Z e n g î’ye iyi bir konukseverlik gösterdi­
ler. Ş u m la ’ya gelince, halka karşı iyi davranmadığı gibi, yeğeni Şen-
k â -O ğ lu da ülkeyi yağmalamıştı. Bu sebeble askerler onu çağırdık­
larından büyük bir pişmanlık duydular. Neticede Z e n g î Şebankâre’-

8 İbn ul-Esîr, X I, s. 112, 113, 118.


9 İbn ul-Esîr, X I, s. 144-145.
10 İbn ul-Esîr, X I, s. 147.

262
den gelerek kolayca ülkesine hâkim o ld u n. Belki mühim bir fırsatı
kaçırmış olan Şu mİ a da Huzistan’ a döndü.
Şu mİ a sadece Huzistan’ı değil ona komşu olan Ahvaz bölgesini
de elinde tutuyordu. Fakat o, bunlarla yetinmiyor, Nihavend’i de ül­
kesine katmak istiyordu. Bu maksatla Atabeğ Î l - D e n i z ’ den, mütead­
dit defalar büyük bir meblâğ karşılığında, Nihavend’i istemişse de
maksadına nâil olamamıştı. Fakat İ l - D e n i z ’in 571 (1175) yılındaki
ölümünü iyi bif fırsat sanan Şu mİ a yeğeni Ş e n k â -O ğ lu ’nu göndererek
şehri ele geçirdi12. Ertesi yıl yine Ş u m la ’nın yeğeni Ş e n k â -O ğ lu
Bağdad’ a. bağlı el-Mahki yöresinde bir kale inşasına girişmişti, Fakat
halîfenin gönderdiği bir kuvvetle yaptığı savaşta öldürüldü ve başı Bağ-
dad’a götürüldü13. Yiğit bir savaşı olan Ş e n k a -O ğ lu ’nun ölümü üze­
rine Ş u m la kuvvetli bir destekten mahrum kalmıştı. Esasen kendisi
de çok yaşamadı; 571 yılında idaresi altında olmayan Türkmenler’den
bir zümrenin üzerine yürüdü; fakat hiç beklemediği halde karşısında
Atabeğ P e h liv a n ’ın ordusunu buldu. Gerçekten onun maksadını
anlamış bulunan Türkmenler Atabeğ P e h liv a n ’ dan yardım istemiş­
ler, bazı sebeblerden dolayı esasen Avşar beğine kızgın bulunan P eh ­
liv a n da bir ordu göndermişti. Yapılan çarpışmada Ş u m la atılan
bir okla ağır surette yaralanıp tutsak alındı. Kardeşi ile yeğeni de esir
edilmişlerdi. Fakat kendisi aldığı yaradan iki gün sonra ö ld ü 14.
Emîr Ş u m la cesur, zeki ve dirayetli bir şahsiyet idi. Sırf bu me­
ziyetleri ile Huzistan ve komşu bazı yöreleri içine alan bir beğlik kur­
muştu. Ş u m la ’nın yerine oğullarından biri geçti ki, bunun Ş e r e f
u d -d in E m îr â n olduğu anlaşılıyor. Selçuklu hükümdarı A rs la n -
Şah’ın 572 (1177) yıhnda ölümü üzerine onun Huzistan’ da Ş u m la ’nm
oğlu Ş e r e f u d -d in E m îr â n ’ın yanında bulunan kardeşi M u h am ­
m e d saltanatı elegeçirmek maksadı ile Ş u m la ’nm oğlunun tavsiye­
sine uyarak Isfahan’ a gitti. Orada K a y m a z o ğ lu K a v ş u t ve diğer
bazı emîrler M u lıa m m e d ’in etrafına toplandılar. Fakat P e h liv a n
süratle yetişerek M u h a m m e d ’i bozguna uğrattı. M u h a m m e d H u -
zistan’ a kaçtı ise de Ş u m la ’nın oğlu, P e h liv a n ’ dan korktuğu için,
onu ülkesine sokmadı. M u h a m m e d de Vâsıt Taraflarına g itti15. Bu

11 îb n ul-Esîr , X I, s. 156.
12 îb n ul-Esîr , İ I -D e n iz ’ in ölümünü ve Nihavend’in Ş u m la’nın yeğeni Ş en k a -O ğlu
tarafından zaptını yanlış olarak 568 yılı olayları arasında zikreder (X I, s. 174, 175). îb n u l-
Esîr’ın Şum la’nm faaliyetlerine dâir verdiği diğer tarihlerde de hatalar olması mümkündür.
13 îbn ul-Esîr , X I, s. 184, İb n u l-E s îr , bu hadiseyi 569 yılında zikreder.
14 îb n ul-Esîr , X I, s. 191, î b n u l-E s îr bunu 570 yılı olayları arasında anlatıyor.
15 Ahbâr ud-devht is-Selcukiyy‘et s. 169-170.

263
tarihten sonra eserlerde Ş u m la ’nın oğulları hakkında uzuıı bir müd­
det her hangi bir kayda rastgelinemiyor. Anlaşıldığına göre, Ş e r e f
u d -d in E m îr â n ’ın yılı bilinemiyen bir zamanda ölümünden sonra
kardeşi M u z a ffe r u d -d in S ü -S ıy a n yerine geçmiştir. S ü -S ıy a n ’ -
ın da 590 (1194)’da ölümü üzerine oğullan arasında ihtilâf çıktı. Bun­
lardan biri Bağdad halîfesinden yardım istedi. Eskiden beri Huzistan’ı
ele geçirmek isteyen ve bunun için vakit vakit bazı teşebbüslerde bulun­
muş olan A b b a s î halîfesi e n -N â sır li-d in illâ h veziri İ b n u l-K a s -
sab kumandasında bir ordu gönderdi. İ b n u l-K a s s a b 591 Muhar­
reminde (1194 aralık) Huzistan’ ın başşehri olan Tuster (Şuster)’ i ve
birçok kaleleri zaptettikten sonra Ş u m la ’nııı ailesini toplayıp Bağ­
dad’a. götürdü. Böylece Huzistan’daki Avşar Şu mİ a ve oğullannm
hâkimiyeti son bularak bu ülke H a 1î f e’nin toprakları arasına katıldı.
Ş u m la ve oğullan hakkında elde edilebilen bilgilere göre şöyle bir soy
kütüğü yapılabilir.:

Küş (Küç) Doğan kardeşi Şenkâ

Kılıç oğlu
Şumla (Ay-Doğdu) (İbn Şenkâ)

Şeref ud-din Emîrân Gars ud-din

Muzaffer ud-din Sü-sıyan

Anadolu

Bu ülkeye gelince, X V I. yüzyıla ait tahrir defterlerinde Avşar


adlı pek çok yer adı görülmektedir ki, bunların sayısı birinci sırada
bulunan JCayıiar’ınkinden sonra geliyor. Bu yer adları da, diğerleri
gibi, Anadolu’nun Orta ve Batı bölgelerinde bulunmaktadır. Hattâ
Rum-eli’nde dahi bu boya ait birkaç yer adı görülmektedir. Bu yer
adları Avşarlar’ ın Türkiye’nin fetih ve iskânında K a yı ve Kmıklar gibi,
birinci derecede bir rol oynadıklarını göstermektedir.
Y a z ı c ı - O ğ l u ’na göre K a r a m a n -o ğ u lla r ı Avşar boyuna men­
sup bulunmaktadır. Gerçekten 1300 yılma doğru yazılmış anonim bir
Ermeni tarihinde Avşar oymağı beği İs lâ m B e ğ ’in 1254’te Isorya
sahilindeki Cracca şehrini yağma ettiğinden bahsedilir. Bu Cracca şeh­
rinin Silifke -M ersin arasında, deniz kıyısındaki Corycos (bugünkü

264
K ız-K ulesi)olması kuvvetle muhtemeldir. Aynı esere göre Is lâ m
B eğ az sonra ölmüş ve bu şehir S âru m adlı diğer bir Türkmen beği
tarafından yağmalanmıştır 16. Bu beğlerin K a r a m a n -o ğ u lla r ı’ na
bağlı olmaları pek muhtemeldir.

Kuzey-Suriye Arşarları (X II-X V . yüzyıl)

X IV ve X V . yüzyıllarda başlıca Haleb, Aym tab ve Antakya böl­


gesinde yaşayan Türkmenler in Boz-Ok kolunu teşkil eden boyların ba­
şında Avşarlar ve onu takiben de Bayatlar geliyordu. Yani Avşarlar
Boz-Ok kolunun en büyük ve en kuvvetli boyu olarak görülmektedir.
Aşağıda Türkiye’de ve İran’ da kendilerinden bahsedilecek olan Avşar
oymaklarının, Orta ve Jiatı-Anadolu’ daki bazı küçük oymaklar müs­
tesna olmak üzere, hepsi bu ana koldan ayrılmışlardır. Yine aşağıda
görüleceği üzere, Dulkadırlı ulusu arasında İmanlı Avşarı adlı mühim
bir Avşar kolu olduğu gibi Sis (K ozan ) yöresinde de kuvvetli bir A v ­
şar oymağı vardı. Bunların D u lk a d ır lı beğliğinin kurulması ve Sis’ in
Memlûkler tarafından fethi sonucunda Kuzey-Suriye’ deki Avşarlar’ -
dan ayrılmış kollar oldukları muhakkaktır.
XV. yüzyılın başlarında Avşarlar, Bayat ve İnattılar, Memlûk
emirleri arasındaki mücadeleden faydalanarak yağmacılık yaptıkların­
dan Memlûk emîri Ç ek im onlara karşı şiddetle harekete geçmişti.
Hattâ bu yüzden onlardan bir kısmı A k -K o y u n lu K a r a Y ü lü k ’ e
sığınmışlardır. Fakat Ç ek im ’in öldürülmesinden sonra onlar yurtları­
na döndüler ve Memlûkler arasındaki dahilî mücadelelere katıldılar.
Avşarlar’ ın daha sonra yine Bayat ve İnallılar ile birlikte K a ra Y ü -
lü k ’ün müttefiki olarak K a r a - K o y u n lu K a r a Y u s u f ’a tâbi M ar­
din bölgesinde yağma ve tahriblerde bulunduklarını biliyoruz. Hattâ
bu olayı müteakip K a r a - Y u s u f ’un 821 (1418)’ de K a r a - Y ü lü k ’ü
kovalıyarak Aııteb’e gelmesi üzerine bu boylar da K a r a - K o y u n lu l a r ’-
ın intikamlarına hedef olmamak için yurtlarını bırakıp Tarablus yöre­
lerinden Sâfita’ya. gitmişlerdi. Onlar hurada da bazı yağmacılık hare­
ketinde bulundular. Tarablus vâlisi B a r s -B a y onların bu hareket­
lerini önlemeğe çalıştığı gibi, K a r a - Y u s u f ’un dönmüş olduğunu sö-
liyerek yurtlarına gitmelerini bildirdi. Avşarlar ve diğerleri göçmeğe
hazırlandıkları bir sırada B a r s -B a y davarlarına göz koyarak onlara
saldırdı ise de ağır bir bozguna uğradı17.

16 C. Cahen, Quelques texLes negliges concernanl les Turcomans de Rûm au moment de


Vinvasion M ongole , Byzantion , X IV , s. 131.
17 Bu bilgilerin kaynakları Bayatlar bahsinde gösterilmiştir.

265
Avşarlar, Bayatlar ile birlikte Ak-Koyunlular ile dostça münase­
betlerini devam ettirdiler. U zu n H a şa n B e ğ ’in ilk zamanlarında
yakın nöklerleri (yoldaş) arasında bu boya mensup M a n su r B e ğ ’i
görüyoruz18. Mansur B e ğ ’in Kuzey Suriye’deki Avşarlar’ dan olduğun­
da şüphe yoktur. H a şa n B e ğ ’in K a r a - K o y u n lu C ih a n -Ş a h ’ı
yenerek İran’ a, hâkim olması üzerine M a n su r B eğ buyruğundaki
Avşarlar ile İran’ a gitmiştir ki, bundan aşağıda ayrıca bahsedilecektir.

Kuzey-Suriye Avşarları başlıca üç aile tarafından idare olunmuş­


lardır. Bunlar Köpek-oğulları, Gündüz-oğulları ve Kut-Beği oğulları­
dır. Bu üç, ailenin idaresi dışında kalan bir Avşar zümresinin olup ol­
madığı bilinemiyor. Bu ailelerden Köpek-oğulları’ nin Anteb bölgesinde,
Gündüz oğullarının A m ik ovasında, K ut-Beği oğullarının da Haleb
dolaylarında yaşadıkları anlaşılıyor.

A. Köpek-Oğulları:

Bu aileye adım vermiş olan Köpek hakkında hiç bir bilgimiz yok­
tur. Yezd’li Ş e r e f u d - d in ’in verdiği bilgiye g öre19, T im u r ’un 1401
de Dimaşk’ tan dönüşü esnasında Köpeklu Türkmenleri Fırat kıyısında
Çağatay ordusunun yolunu kapatmışlardı. H um us’ a gelindiğinde or­
dunun merkez kolundan ayrılan 5000 kişilik bir kuvvet H a lil S u l­
ta n’m kumandasında bunların üzerine gönderilmiştir. Bu kuvvet
yolda Antakya çevresini yağmaladıktan sonra Haleb dolaylarına gelen
sol kol ile birleşerek Rum -Kale’de Türkmenler’e hücum etmişlerdir.
Türkmenler müdafaaya kalkışmışlar ise de bozguna uğratılmışlar, beğ­
leri Ş e y h H ü s e y in öldürülmüş, Ş e y h H ü s e y in ’in kardeşleri de
çöle kaçmışlardır. Çağataylar pek çok ganimet ellerine geçirmişlerdir.
Fakat K ö p e k - o ğ lu H ü s e y in ’in öldürüldüğü yolundaki Ş e r e f ud-
d in ’in sözleri doğru olmasa gerektir. Çünkü, şimdi bahsedilecek olan
hâdiselerde Köpeklu Türkmenler’ inin başında H ü s e y in adlı bir beğ
görülecektir.
Bahsedilen hâdiseleden bir kaç yıl sonra K ö p e k - o ğ lu H ü s e y in
B eğ Ankara savaşı sonucunda meydana gelen karışıklığı fırsat bilip
Artuk-Ova’ya. konarak Tokat bölgesinde yağma ve tahriblerde bulun­
muş ise de Ç e le b i M e h m e d ’e yenilerek o bölgeden ayrılmıştır20. Fa­
kat H ü s e y in B e ğ ’ in talihi güneyde yâver gitti. 807 (1404) yıhnda

18 Ebû Bekr-i Tihranî, indeks.


19 Zafer-nâme , I. s. 446-448.
20 N eşrî , I, s. 401-403.

266
D u lk a d ır - o ğ lu M eh m ed Dârende ve K a r a Y ü lü k Ruha’yı zapte-
derken K ö p e k - o ğ lu M eh m e d de Malatya’ yı ele geçirmişti21. 811
(1409) yılında Haleb vâlisi D e m ir -T a ş , S u lta n F c r e c ’e âsi olan
emirlerden N e v r u z ’un üzerine yürüdüğünde maiyyetindeki Türk­
men beğleri arasında Köpek-oğulları’ ndan A y -D o ğ m u ş da vardı.
Hattâ D e m ir -T a ş ’ın ordusunun öncü kuvvetini Köpekliler teşkil
ediyordu. Köpekli Avşarları’ nin N e v r u z ’un öncülerini yenmeleri,
N e v r u z ’un da bozguna uğramasına sebeb old u 22.
812 (1410) yılında Sultan tarafından affedilip Dimaşk vâliliğine
getirilen N e v r u z ile âsi em ir Ş e y h arasında A si ırmağı kıyısında
yapılan savaşta Köpekliler de bulunmuş ise de hangi emîrin ordusunda
yer aldıkları hakkında müverrihler arasında ihtilâf vardır. Yalnız bu
savaşta Avşarlar’ ın N e v r u z ordusunda bulundukları bilindiğinden
Köpekliler’ in de aynı emîrin safında olmaları muhtemeldir. M a k r iz î’-
nin bildird;ğine göre23 savaşın çetin bir anında Ş e y h ’in galip geleceğini
gören Avşarlar Ş e y h ’in tarafına geçmişler ve bu N e v r u z ile D em ir-
T a ş’ın bozguna uğramalarında mühim bir âmil olmuşlardır.

813 (1410) yılında Haleb vâlisi K o r k m a z , Dulkadırlı ulusunun


en büyük boylarından Dokuz boyunun başında bulunan B iş a n -o ğ u l-
lan ile savaşmak için Köpek-oğulları’m ve Gündüz-oğlu G ö rd ü B e ğ ’i
askerleri ile yanına çağırmıştı. Fakat bu beğler geciktiler. K o r k m a z
B i ş a n -o ğ u lla r ı’na Maraş ile Göynük arasındaki yurdlarında baskın
yaptı. Savaşın sonuna doğru Köpek-oğulları A y -D o ğ m u ş ve H ü se ­
y in B e ğ 200 atlı ile göründüler. Fakat A y -D o ğ m u ş , K o r k m a z ’ın
yüzüne ok attı. Bu sebeble K o r k m a z da A ym tab’ a geldiğinde H ü se ­
y in B e ğ ’i ve onun ileri gelen adamlarını tevkif ederek Haleb’ e gön­
derdi. Fakat yolda Türkmenler beğlerini ve onunla birlikte tevkif edi­
lenleri kurtardılar u .
H ü s e y in B e ğ ’in bu olaydan sonra Malatya’y ı eline geçirdiğini
görüyoruz. 815 (1412) yılında sultan olan Ş e y h 817 (1414) yılında
Haleb’ ten Dârende’ ye, oradan da Malatya’ ya gelmiş ve buraya kendi
memlûklerinden G ü z e l’i vâli tayin etmişti. H ü s e y in B e ğ ’ e gelince
o, Ş e y h ’in geldiğini öğrenince şehirden çıkıp gitm işti25. Fakat H ü ­
s e y in B e ğ iki yıl sonra Malatya vâlisi G ü z e l’i yenerek şehri ele ge­

21 M akrizî , nr, 4387, 191 b.


22 A y n ı eser, 277 a.
23 A y n ı eser , 312 b-313 a.
24 A y n ı eser, 342 a - 343 a.
25 A y n î , nr. 2396, s. 393.

267
çird i26. Ertesi yıl M em lû k S u lta n ı Ş e y h elden çıkan yerleri geri
almak ve Türkmenleri itaat altına sokmak için bizzat sefere çıktı; H a ­
leb’ e geldiğinde H ü s e y in B e ğ ’i Malatya’ dan çıkarmak için Dimaşk
vâlisinin kumandasında bir ordu gönderdi. Bu orduda Avşar ve Inal-
lular’ dan 500 kişilik bir yaya kuvveti de vardı. Bu Avşarlar Kut-Beği
oğulları Avşarı veya müstakil bir oymak idiler. Ş e y h M aıaş’ ın güne­
yindeki Göynük’te iken Dimaşk vâlisinden gelen bir mektupta Köpek-
oğlu H ü s e y in B e ğ ’in Malatya’y ı yakıp Divriği tarafına gittiği bil­
diriliyordu. Sonra onun Divriği yöresinden O sm a n lı ülkesine geç­
tiği öğrenildi27. Fakat Ş e y h M ısır’a döner dönmez H ü s e y in B eğ
tekrar M e m lû k topraklarında göründü. Dârende vâlisi ona karşı çıktı
ise de tutsak alınıp öldürüldü28. Bunu müteakip H ü s e y in B e ğ M a ­
latya’y ı kuşattı. Fakat az sonra muhasarayı kaldırarak K a r a - K o ­
y u n lu la r ın Erzincan valisi P ır Ö m er’in yanma gitti. Burada bir
gece uyurken T a ğ r ı- B i r d i adlı bir memlûk emîri tarafından öldürül­
dü (3 Cumadel ulâ 821 = 8 Haziran 1418). Bu T a ğ r ı- B i r d i Malatya
kuşatması esnasında şehirden çıkarak ona sığınmıştı. Fakat bu, bir
hile idi. T a ğ r ı- B i r d i Malatya vâlisinin de tasvibiyle bir fırsatını bu­
lup H ü s e y in B e ğ ’i öldürmek için böyle hareket etm işti29. Bu suretle
Ş ey h kendisini epeyce rahatsız etmiş olan H ü s e y in B e ğ ’den kur­
tuldu. Çerkeş Memlûkleri’ nin, mağlûp edemedikleri Türkmen beğlerini
suikastçılar ile oltadan kaldırmayı öteden beri âdet edinmiş olduk­
ları görülüyor. Halbuki Türkmenler bu gibi usullere başvurmuyorlardı.
Gerçekten cesur, faal ve iyi bir savaşçı olan H ü s e y in B e ğ ’in âkibeti
böyle oldu. Anlaşıldığına göre, o, Malatya bölgesinde bir beğlik kurmak
gayesini taşıyordu. H ü s e y in B e ğ ’den sonra Köpekli Avşarları’ nm
başı E s le m e z olmuştur ki, bu beğ H ü s e y in B e ğ ’in kardeşi idi.
E s le m e z 839 (1435-1436) yılında diğer bir Avşar beği olan K u t-
B e ğ i o ğ lu M eh m e d ile S u lta n B a r s - B a y ’ın hasmı, Can B e ğ
S u fî’nin yanma gidip onunla birlikte Malatya’y ı kuşatmışlardı30. Fa­
kat E s le m e z sonra Can B e ğ ’den ayrılarak Kahire’ ye geldi ve B a rs-
B a y ’ın in’ am ve iltifatlarına mazhar old u 31.
E m îr Y e ş -B e ğ , D u lk a d ır o ğ lu Ş a h -S ü v a r B e ğ ile savaş­
mak için Haleb’ de bulunuyorken (875 Zilhicce = Mayıs-Haziran 1471)

26 M akrizî, nr. 4389, 62 b; 97 b; Aynî, s. 430.


27 A y n ı eser , 141a - 145a.
28 A y n ı eser, 171a; Aynî, s. 464.
29 A y n ı eser , 209a-b; Ayni, s. 465.
30 A y n ı eser , 163b, 166a.
31 A y n ı eser, nr. 3372, 169b.

268
Türkmen beğleri katına gelmişlerdi. Bunlar arasında E s le m e z o ğ lu
M e h m e d ’in de bulunduğu görülüyor32.
İşte Köpek-oğulları na dâir M e m lû k tarihlerindeki kayıtlar bun­
lardan ibarettir. Bu ailenin sonu hakkında bilgiye sahip değiliz. Os-
m a n lı devrinin ilk yıllarında Köpekli Avşarı’ nin başında T u r ak B eğ
o ğ lu E m e n lik B eğ bulunuyordu. Fakat bu beğler ile yukarıda ad­
ları geçen beğlçrin akrabalık münasebetleri hakkında bir şey söylemek
mümkün olmuyor.

A vşar-K öpek Oğullan Soy Kütüğü


Köpek

Hüseyin Beğ Eslemez Ay-Doğmuş Sülü

Mehmed

B. Gündüz-Oğulları:

Avşarlar’ ın bu ikinci ailesinin yurdu Am ik ovasında idi. Bugün


Kırık-H an’dan Hassa’ya giderken 12. kilometrede, yoldan takriben
800 metre solda, değirmenlerin bulunduğu sulak ve yeşillikli sahanın,
bu ailenin oturduğu yer olduğu anlaşılıyor. Bu yer bugün dahi Gün­
düzlü adım taşıyor. Burası, Çukur-Ova’ ya giden kestirme boğaz yolu­
nun başında bulunduğu için ulaştırma bakımından eskiden beri mü­
him bir yer sayılıyordu. Hacc kafileleri ve ticaret kervanları kısalığın­
dan ötürü daha ziyade bu yolu tercih ederlerdi. Gündüzlü’ den sonra
şu konaklar ile doğruca P ay as’ a iniliyordu: Alan-Yaylası, Katır-Olu-
ğu, Buz-Bonduran, Paç ( Bac) , Payas. Kırık-H an’m kuzeyinde, Gün­
düzlü’nün güney batısındaki Derbsak kalesinin de çok zaman bu aile­
nin elinde olduğunu biliyoruz.

Giindüz-oğulları’ ndan ilk tanıdığımız beğ, G ö r d ü B e ğ ’ dir. G ö r­


dü B e ğ aynı zamanda bu ailenin en ünlü şahsiyetidir. M em lû k emir­
lerinden Ç ek im ’in, K a r a - Y ü lü k üzerine yaptığı bir sefer sonucunda
ölmesi sebebi ile (17 Zilkade 809=25 Nisan 1407) Haleb yine M em lû k
emirlerinden T e m ü r B o ğ a e l-M e ş t û b ’un eline geçmişti. T e m ü r
B o ğ a da Ç ek im gibi Haleb bölgesindeki Türkmenler’i itaat altına

32 Tarih Y eş-B eg, 120 a.

269
almak istedi ve t u maksatla G ö r d ü B e ğ üzerine yürüdü. G ö rd ü
B e ğ bu esnada A m ik ovasını tamamiyle hâkimiyeti altında tutuyor­
du. A m ik ovasında yapılan bir vuruşmada T e m ü r B o ğ a ağır bir y e­
nilgiye uğradı. Bozgun bir halde Haleb’ e dönen T e m ü r B o ğ a ’nın
yanında pek az adam kalmıştı (810= 14 08)33. Ertesi yıl (811=1409)
G ö r d ü B e ğ ’i âsi emirlerden N e v r u z ile karşılaşmağa giden Haleb
vâlisi D e m ir -T a ş ’ın yanında görüyoruz. Esasen G ö r d ü B e ğ ’in D e-
m ir -T a ş ile aralarında samimî bir dostluk vardı. Ertesi yıl D e m ir-
T a ş’ın tavsiyesi ile Sultan tarafdarı N e v r u z , âsi emirlerden Ş ey h
ile A si ırmağı kıyısında karşılaştı. N e v r u z ’un ordusunda Haleb vâ­
lisi D e m i f - T a ş ’tan başka D u lk a d ır - o ğ lu A li B eğ , G ü n d ü z-
o ğ lu G ö r d ü B eğ , K ö p e k - o ğ lu (?), yine Avşar’dan K u t - B e ğ i
o ğ lu M eh m ed , B a y a t B o z c a B eğ bulunuyorlardı. Yapılan savaşı
Ş e y h kazandı. N e v r u z mağlûbiyetten sonra Hama şehrine kapandı.
Yanında D e m ir -T a ş , D u l k a d ır -o ğ lu A li B eğ ile Gördü B e ğ var­
lardı.
814 Rebi ul-âhirinde (Temmuz-Ağustos 1411) G ü n d ü z -o ğ lu
G ö r d ü b e ğ Antakya’y ı Ö z e r -o ğ lu ’nun elinden almıştı34.
Ş e y h ’in sultan olmasını kabul etmeyen N e v r u z 816 (1413) y ı­
lında Haleb üzerine yürüdü. Bunu haber alan şehrin vâlisi D em ir-
T aş Haleb’ ten çıkarak A m ik’e gitti; orada dostu G ö r d ü B e ğ ve
onun kardeşi Ö m er B e ğ ile buluştu35.
817 Zilkadesinde (1415 Ocak-Şubat) Haleb vâlisi İ n a l e l-S ü s-
la n î G ö r d ü B e ğ ’in üzerine yürüdü. Bunun sebebi bilinemiyor. İ n a l
ile karşılaşmağa cesaret edemeyen G ö r d ü B e ğ kaçmış ve Haleb vâlisi
Gündüzlüler’ in epeyce koyunlannı eline geçirmişti. G ö r d ü B e ğ D u l-
k a d ır - o ğ lu A li B e ğ ’in yanma giderek ondan Haleb vâlisi ile araları­
nı bulmasını rica etti. D u l k a d ı r - o ğ l u ’nun araya girmesi ile barış
yapıldı ve G ö r d ü B e ğ A m ik ’e dön d ü 36. Fakat az sonra (818 Rebiul-
âhir=1415 Haziran-Temmuz) Haleb vâlisi İ n a l’ın tekrar G ö r d ü B eğ
üzerine yürüdüğünü görüyoruz. İ n a l’m yanında Tarablus vâlisi Su­
du n m in A b d u r r a h m a n da vardı. G ö r d ü B e ğ onların geldiğini
görünce Gâvur dağlarına sığındı. İn a l, Türkmenler’ in koyun ve sığır­
larının çoğunu zaptettikten sonra Gündüz oğullan’ nin elinde bulunan

33 îb n T a ğ u - B ir d i, el-M cnhel us-sâfî , 220 a ( î b n H a tîb u n -N â s ir iy y e ’ nin ese­


rinden naklen).
34 M akrizî , nr. 4387, 362 b.
35 A y n ı eser, nr. 4389, 16 a.
36 A y n ı eser, 49 a.

270
Derbsak kalesini kuşattı ve orayı kuşatmanın üçüncü günü vire ile aldı.
G ö r d ü B e ğ ve oymağının çoğu kaçtılar. Kendisi Maraş’ a gitti, Gün­
düzlü Avşarları ise G ü n d ü z ’ ün torunu D e m ir -H a n o ğ lu F â r is ’in
etrafında toplandılar 37. Haleb vâlisinin G ö r d ü B e ğ ’ e hücumu, şüphe­
siz M e m lû k h ü k ü m d a r ı Ş e y h ’in buyruğu üzerine yapılıyordu.
Ş ey h , Türkmenler’ in M e m lû k d e v l e t i için tehlikeli bir unsur oldu­
ğunu bildiğinden onların kuvvetlerini kırmak siyasetini takip ediyor­
du. Hattâ Türkmenler'in eline geçmiş bulunan bazı yerleri geri almak
ve onları sıkı bir itaat altına sokmak için 820 (1417) yılında M ısır’ dan
Suriye’y e hareket etmiş ve yolda D u lk a d ır - o ğ lu A li B eğ, Gün-
d ü z - o ğ lu G ö r d ü B e ğ ve Sakalsız oğlu T u ğ r u l’ dan affedilmelerini
isteyen ve itaatlerini bildiren mektublar almıştı38.

G ö r d ü B e ğ ile ilgili son bilgimiz onun 824 (1421) yılında, Haleb’-


te T a t a r ’ın emri ile öldürülmesidir. e l-M e lik u ’l-M ü e y y e d Ş e y h ’in
824 yılında ölmesi üzerine devlete hâkim olan T a ta r , muhaliflerini
tedip etmek maksadı ile Dimaşk’ a ve oradan da Haleb’ e gelmişti. Ken­
disi burada iken katma etraftaki Türkmen beğleri de gelmişti. Bunlar
arasında G ö rd ü B e ğ ’ de vardı. Fakat diğer Türkmen beğlerine hil’ at
giydirildiği halde, G ö r d ü B e ğ T a t a r ’ın buyruğu üzerine asılmak sure­
ti ile öldürüldü. T a t a r bunu sırf T e m ü r -B o ğ a e l-M e ş d û b ’un 810
yılındaki yenilgisinin öcünü almak için yapmıştı. Çünkü, mağlubiyeti
müteakip T e m ü r -B o ğ a ile Haleb’ e kaçanlar arasında kendisi de var­
dı. Adının aksine Çerkeş olan T a ta r , ne kadar kindar bir insan olmalı
ki, itaatini bildirmek için huzuruna gelmiş bir emirden çok eski ve
âlelâde sayılabilecek bir hâdisenin intikamını almakta tereddüd et­
memiştir. Halbuki G ö r d ü B e ğ m e m lû k müverrihleri üzerinde iyi
tesir bırakmış bir emir idi. î b n T a ğ r ı- B ir d i, onun büyük bir emîr
olduğunu ve zamanında yolun emin bulunduğunu söylüyor39.

G ö r d ü B e ğ ’ den sonra yerine kimin geçtiği bilinemiyor. 875 (14-


71) yılında Gündüzlü Avşarları’ nın başında Ö m er B e ğ vardı. Ö m er
B e ğ de oymağı ile birlikte A m ik ovasında yaşıyordu 40. 887 (1482) y ı­
lında ise Gündüz-oğulları’ ndan M e h m ed B e ğ ’i görüyoruz. Mezkûr
yılda Çukur-Ova’ yı istilâ eden O sm a n lı ordusu ile Türkmenler arasın­
da yapılan savaşta Türkmenler yenildiler. R a m a z a n -o ğ lu Ö m er

37 A y n ı eser , 62 a; Aynî, s. 417.


38 M akrizî ? 138 a.
39 İb n T a ğ r ı-B ir d i, el-Menhel us-sâfi, 220 a-b.
40 Tarih Y eş-B eg , 137 a, 137 b.

271
B e ğ tutsak alındı, G ü n d ü z -o ğ lu M eh m e d B e ğ savaş meydanında
kaldı. Ö z e r -o ğ lu da kaçıp kurtuldu41.
Gündüzlü Avşarı’ ndan bir kol İran’ a, gitmiştir ki, bundan aşağıda
ayrıca bahsedilecektir.

Gündüz-Oğulları Soy Kütüğü


Gündüz

Gördü Beğ Ömer Beğ Demir-Han


(ölümü 1421)

Ömer Beğ Mehmed Beğ Fâris


(1482)

C. K.ut-Beği Oğulları:

Bu Avşar ailesinin Haleb dolaylarındaki Avşarlaı’ııi başında bu­


lunduğu anlaşılıyor. Bu Avşarlar ICut-Beğilu adı ile tanınmışlardır.
Bu aileden M e h m e d B e ğ 812 (1410) yılında N e v r u z ile Ş e y h ara­
sında yapılan savaşta Ş e y h ’in askerleri tarafından tutsak alınmıştı42.
839 (1435-1436) yılında Can B e ğ S u fî ile birleşip onunla birlikte
Malatya’y ı kuşatan IC u t-B eğ i o ğ lu M e h m e d 43 aynı şahıs ola­
bilir. Kut-Beğililer’in U zu n H a şa n B e ğ ile K a r a - K o y u n lu
C ih a n -Ş a h M irz a ’ nın kumandanı T a r h a n -o ğ lu R ü s t em arasında
1457 yılında yapılan savaşta A k - K o y u n l u ordusunda yer aldıkları
görülüyor44. Bu aileye ait başka hiç bir bilgiye sahip değiliz.

XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Avşarlar

1. Haleb Türkmenleri:

Bilhassa Birinci Bölümde belirtildiği üzere, A k - K o y u n l u ve


S a fe v î devletlerinin askerî bakımdan O sm a n lı ve M e m lû k dev­
letlerinin aksine olarak, Türk göçebe teşekküllerine dayanması Güney -
Doğu Anadolu ve K uzey-Suriye’ deki Türk topluluklarından mühim

41 Â şık Paşazade 216.


42 îb n T a ğ r ı-B ir d i, en Nucûm uz-zâhire, VI. s. 225.
43 M a k rizî, 163 b, 166 a; E b û B e k r -i T ih ra n î, I, s. 110.
44 E b û B ekr-i T ih ra n î, I. s. 273.

272
kümelerin İran'a, gitmelerine sebep olmuştur ki, bunlar arasında A v ­
şarlar'a. mensup olan oymaklar da vardır. Bundan dolayı O s m a n lı
hâkimiyetinin başlarında Halep Türkmenleri arasındaki Avşarlar aynı
topluluktaki diğer oymaklar gibi fazla bir nüfusa sahip bulunmuyor­
lar. Yani İran'a, yapılan göçler sebebi ile onların nüfusları azalmıştır.
K a n u n î S ü l e y m a n devrinin ilk yıllarında Halep Türkmenleri ara­
sında Köpekli-Avşarı ve Gündüzlü-Avşarı kolları (taife) ile bir de müs­
takil A vşar ' oymağı görülmektedir.
Köpekli-Avşarları zikredilen zamanda D u r a k B eğ o ğ lu E m en -
ik B e ğ ( dil j.1 )’in idaresinde olup, bu beğin yukarıda bahsedilen K ö -
pek-oğulları ailesinden olduğu anlaşılıyor. Bu zamanda onlar 15 obaya
ayrılmışlardı. Bunlar arasında Köçeklu, Sekiz, Alplu ve Deluler, A y -
Doğmuş-Beğlü gibi obalar kayda değer. Bunlardan Ay-Doğm uş Beğlu
obasının adı, şüphesiz Köpek-oğulları’ ndan A y - D o ğ m u ş ’ tan gelmek­
tedir. Sekiz, X V I. yüzyılın ortalarında Süruc’ un Şeyh Çoban köyünde
yerleşmişti. Alplu’j a gelince, bu obadan mühim bir kolun İran’ a git­
tiği anlaşılıyor. Delüler’ in ise son yıllara kadar varlığını devam ettir­
diği görülüyor. Köpeklu Avşarı’ mn Y en i-İl ve Boz-Ulus’ ta da bazı
kolları vardır ki, bunlardan aşağıda ayrıca bahsedilecektir.
Gündüzlü Avşarı ise daha az nüfuslu olup 8 obadan müteşekkil­
dir. Bu husus Gündüzlü Avşarı ndan pek mühim bir kısmın İran’a git­
miş olması ile izah edilebilir.
Müstakil Avşar oymağına gelince, bu oymak X V I. yüzyılın ikinci
yansında 158 vergi evinden ibaret idi. Defterlerdeki kayda göre, M em ­
lû k devrinde dirlik tasarruf eden bu oymak O sm a n lı devrinde de
bu dirliğini muhafaza etmiştir45. X V I. yüzyılda Türkiye’de göçebe
ve oturak halk arasındaki nüfus artışına uygun olarak bu Avşarlar’m
nüfusları da artmıştır. Aynı yüzyılın ikinci yarısında gerek yerleşik
halka mensup ve gerek göçebe oymakların başlarındaki eski beğ aile­
lerinin ortadan kalkmış oldukları görülüyor. Bu vâkıanının emin bir
izahı yapılamıyor. Bununla beraber oymaklara mensup ailelerden bir
çoğunun veya bazılarının İran’a gitmiş olduğu düşünülebilir. Bunun
sonucunda oymakların başındaki beğ ailelerinin yerini obaları idare
eden ve ağa ünvanını taşıyan kethüda aileleri almıştır 46. Avşarlar’ da da
aynı değişme görülüyor. 989 (1579—1580) yılında Avşarlar’ m başında

45 Haleb Sancağı tahrir defteri, Baş Bakanlık A rşivi , (K a n u n î), nr, 1040, s. 59-66, 88,
92; F. Süm er, Avşarlar'a dâir , K öprülü Arm ağanı, (D .T .C . F ak . yayınlarından) , İstanbul,
1953, s. 454-458.
46 A h m ed R e fik , Anadolu’da Türk aşiretleri, s. 47.

273
R e c e b , B a h r i ve K ü ç ü k M in n e t adlı kethüdalar bulunuyordu.
Bunlardan Receb ve oğulları öyle bir nüfuz ve kudrete sahip olmuşlar­
dı ki, X V II. yüzyılda Avşarlar çok defa Receblii Afşarı adı ile de tanın­
mışlardır47. Bu Avşarlar’m daha X V I. yüzyılın ikinci yarısında K a yse­
rinin doğusunda, Zamarıtı çayı boylarına yaylağa çıktıkları biliniyor.

Avşarlar, Receb-oğullan’ nın reisliğinde 1098 (1687) yılında A vu s­


turya’ ya yapılan sefere katıldıkları g ib i48, 1101 (1690) yılında yapıla­
cak sefere de çağrılmışlardır. Bu son sefere Avşarlar şu beğlerin ida­
resinde 200 atlı ile katılacaklardı49:

R eceb o ğ lu H a lil B eğ
R eceb o ğ lu D ana M u ra d B eğ
Ç erk ez o ğ lu H acı M u s ta fa B eğ
Ç erk ez o ğ lu Ö m er B eğ
D e li Seyf o ğ lu M ire M uam m er B eğ
B a h ri o ğ lu H im m e t B eğ
K a r a -G ü n d ü z o ğ lu K ara H a lil K eth ü d a
K ör A li o ğ lu G ündüz K eth ü d a
H acı iv a z o ğ lu D okuz İ b r a h im B eğ
H a cı İv a z o ğ lu A b a z a B eğ
K ara G ündüz o ğ lu M u ra d B eğ.

Şu isimlere bakarak Avşarlar’ ın başlıca beş ailenin (yani R e c e b ,


Ç erk ez, B a h ri, K a r a -G ü n d ü z , H a c ı İv a z ) idaresinde bulun­
dukları ve hattâ onların adlarına nisbetle anıldıkları anlaşılıyor: Re-
ceblu Afşarı, Bahrili Afşarı, Kara Gündüzlü Afşarı. Yukarıdaki Avşar
beğlerinin isimleri arasında Çerkez ve Abaza adları dikkati çekiyor.
X V I. yüzyılın ikinci yarısında Boz-Ok’ ta uzun müddet sancak beğliği
yapan Türk soyundan İ s a B e ğ o ğ l u Ç erk ez adlı bir beğ vardı.
Avşarlar bu Ç e rk e z adını o beğin hâtırasından almış olabilirler. Yahut
ellerindeki Çerkeş ve Abaza köleleri buna sebeb olabilir. Bu husus ne
olursa olsun bu Avşar beğ ailesinin zamanımıza kadar gelen torunları
arasında Ç erk ez adlı şahıslara rastgelinir. Hattâ bu Ç erk ez adlı
Avşar beğlerinin şöhretlerinden dolayı Çukur-Ova’ daki Avşar olmayan
başka boy beği aileleri arasında da bu isimi taşıyan şahıslar görülüyor.

47 K â t ib Ç eleb i, Cihan - nûmâ9 s. 593.


48 F ın d ık lı l ı M ehm ed A ğa, Silâhdar tarihi, II, s. 271.
49 A hroed R e fik , aynı eser, s. 82.

274
Fakat ne tuhaf bir tesadüftür ki, Avşar beğlerinin adlarını taşıdıkları
kavim yani Çerkeş ve Abaşolar X I X . yüzyılın ikinci yarısında K a f­
kasya’ dan Türkiye’y e geldiklerinde onlardan mühim bir kısmı Avşar-
lar’m yaylaklarına yerleştirilmişti.

2. Boz-Ulus:

Boz-Ulus arasındaki Avşarlar bu elin üç topluluğu arasında bu­


lunmakla beraber bunların en kalabalık olanları Şam, Türkmenleri
arasında görülmektedir. Daha önce de işaret edildiği gibi, Boz-Ulus’un
bu Şam Türkmenleri kümesi Haleb Türkmenleri oymaklarından meydana
gelmiştir. II. S e lim devrinde Şam Türkmenleri arasındaki Avşarlar
muhtelif kollara ayrılmış olup, bunlardan M e h m e d K e t h ü d a ’ya
tâbi oba 804 vergi nüfusuna sahip kalabalık bir teşekküldür. Bundan
sonra gelen Kazıklı Avşarı adlı oba 130, K a r a -M a h m u d K e t h ü d a ’ ­
ya bağlı oba 131, H a c ı K e t h ü d a ’nın başında bulunduğu 57, D u y ­
m uş K e t h ü d a ’nınki ise 41 vergi nüfusludur. Yine bu Şam-Türkmen-
leri kümesinde biri 367, diğeri 109 vergi nüfuslu Köpekli Avşarı ’na
mensup iki oba da görülmektedir50. Asıl Boz-Ulus ile Dulkadırlı küme­
sindeki Avşar varlığı ise zayıf olup, küçük obalara ayrılmıştır.
996 (1588) yılında Boz-Ulus A v şarlan’ mn ilerigelenlerine ve bun­
lardan C ih a n -Ş a h K e t h ü d a ’ya gönderilen bir hükümdesı, yanında
bulunan birçok adam ile şakilik yapan eski Deyr Rahbe beği A b d u r -
rahman’m bundan böyle sözüne kanılmaması, asker isterse verilme­
mesi yazıldıktan sonra onun yakalanması hususunda gayret gösteril­
mesi emredilmektedir.
Avşarlar’ ın, Boz-Ulus’un her üç kümesindeki obalarından bazı­
ları Boz-U lus’un Orta-Anadolu’ya göç eden teşekkülleri arasında bu­
lunmuşlar ve ekseriyetle Karaman eyalatinde yurt tutmuşlardır52.
Daha ziyade Şam Türkmenleri’ne mensup bazı Avşar obaları ise top­
luluğun bir kısmı ile eski yerlerinde kalmıştır. Vesikalarda Boz-Ulus
mândesi adı verilen bu topluluk X V II. yüzyılın sonlarında Rakka böl­
gesine iskân edilmişse d e 53 bu topluluğa mensup obalar birer ikişer
Anadolu’nun batı taraflarına gitmişlerdir. 1128 (1716) yılında Balı­
kesir vilâyetinin Mifıaliç kazasında görülen Köpekli Avşarı obası54,

50 Boz Ulus defteri, Başbakanlık A rşivi , (II. Selim ), ur. 561, 15 b- 23 a, 58 b.


51 Mühimme defteri , Başbakanlık A rşivi, nr. X X IV , s. 62.
52 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 219.
53 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 100; C en giz O rh on lu , aynı eser, s. 57.
54 K â m il Su, Balıkesir ve civarında Yörük ve Türkmenler , İstanbul, 1938, s. 65—66.

275
Y en i-ll’e değil de Boz-Ulus’a. bağlı olan Köpekli Avşarı’ ndan olsa ge­
rektir.

3. Dulkadırlı Avşarları:

Bu Avşarlar’ ın ashnda Kuzey-Suriye Avşarları nin bir kolu ol­


duğuna daha önce işaret edilmişti. Dulkadırlı Ulusu arasındaki A v ­
şarlar Maraş , Kars (K adirli),
Y en i-ll ve hattâ Boz-Ok bölgesine
dağılmış bir halde bulunuyorlar. Bunların en mühimi Imanlu Afşarı
olup, başlıca Maraş bölgesinde yaşamakta idi.

a - Maraş (Imanlu Afşarı). Imanlu Afşarı X V I. yüzyılın birinci


yarısında 27 obadan meydana gelmiştir. Umumiyetle şahıs adları taşı­
yan ve kethüdalar tarafından idare edilen bu obaların yaylak ve kış­
lakları muhtelif yerlerde bulunuyor. Imanlu Afşarı’ nin Bedii Afşarı
ile diğer birçok obaları beriyye yani Suriye çölünde kışlamakta ve M a ­
raş sancağına ait muhtelif yerlerde yaylamakta idi. Diğer Imanlu A f-
şarı obalarının kışlaklarının ise Çukur-Ova’mn Kınık, özer yörelerinde
ve hattâ Lâttakiyye (Lazikiye) çevresinde olduğu görülüyor. Yine bazı
Imanlu Afşarı obalarının Diyarbekir bölgesinde sâkin olduklarını bi­
liyoruz 5S. X V I. yüzyılın ikinci yarısında Imanlu A fşarı obalarının bir
kısmı kışlak ve yaylaklarında yerleşmek sureti ile göçebe hayata veda
etmiştir. 971 (1563-1564) tarihli bir defterden56 bazı İmatılı Afşarı
obalarının Anteb şehri dolaylarındaki köylerde yerleşmiş olduğunu
öğreniyoruz. Bu Imanlu A fşarı’ ndan mühim bir kol da İran’ a gitmiştir.

b - Kars. Kars (Kadirli) sancağındaki Avşar varlığı iki küçük oba­


ya inhisar ed iyor57. Bunlardan 41 vergi evlik Avşar obası Andırın’ da
kışlayarak çiftçilik yapmaktadır. 41 evlik diğer Avşar obası ise bu san­
caktaki Geçlik adlı bir teşekküle bağlı bir halde bulunuyor.

c - Boz-Ok. Bu bölgeye ait en eski tahrir defteri eksik olduğundan


X V I. yüzyılda burada yaşayan Avşarlar hakkında tam bir bilgiye sa­
hip değiliz. Bu defterden adı geçen bölgedeki Avşar koluna mensup an­
cak bir kaç obanın vergi nüfusu ve yurdlarını öğrenmek kabil oluyor58.

55 Dulkadırlı tahrir defteri, (K a n u n î), nr. 402, 337 b- 345 b.


56 Maraş sancağı defteri, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi, nr. 116, 197 b 201 a.
57 Kars sancağı defteri, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi , nr. 168, 126 a-b,
285 a.
58 Boz-Ok sancağı defteri, Baş Bakanlık A rşiv i , nr. 448, 10 b.

276
4. Yeni-İl:

Y en i-îl ’ deki Avşarlar ’dan üç oba (B oyn u Kısalu, Deliller, Sekiz)


Köpeklü Avşarı’na.59, diğeri de (B id il Afşarı, Tâifi Afşarı, K ızıl Sü­
leyman v.s.) tmanlu Afşarı ’na mensup bulunuyorlardı60. Bu İmanlu
Afşarı obalarından kalabalık nüfuslu Bidil Afşarı teşekkülü Y en i-İl’in
çözülmesi üzerine batıya göç etmiş ve Ankara’nın Bâlâ kazası dahi­
linde yurt tutmuştur. Ankara ’ da Muğan gölü yakınındaki bir yer de
bu oymağın adını taşımaktadır.

5. S is (Kozan):

X V I. yüzyılda Sis yöresinde kalabalık bir Avşar kolu yaşamak­


tadır. 925 (1519) tarihinde Sis yöresindeki Avşarlar 28 obaya ayrıl­
mıştır. Bu obaların bir kaçı müstesna olmak üzere hepsi muhtelif e-
kinliklerde çiftçilik yapm aktadır61. Sis Avşarları’nın buraya 1375 y ı­
lındaki Memlûk fethi neticesinde gelmiş oldukları kanaatinde bulunuyo­
ruz. Bu fethe Memlûk ordusunun yanında Boz-Oklu ve Üç-Oklu Türkmen­
ler de katılmış idiler. Bu Avşarları X V III. yüzyıldan itibaren Haleb böl­
gesine gitmeyip Çukur-Ova’da kışlamağa başlayan ve Zamantı bölge­
sinde yaylayan Avşarlar ile karıştırmamalıdır. Bu sonuncular, yukarı­
da anlatıldığı gibi, Haleb Türkmeni Avşarları idiler. Biraz aşağıda on­
lardan yeniden bahsedilecektir.

Avşarlar ’m Orta ve Batı-Anadolu ’ da yer adlarına sahip Oğuz boy­


ları arasında en başta gelen teşekküllerden biri olduğuna daha önce
işaret edilmişti. Bunun yanı sıra o bölgedeki Yörük toplulukları ara­
sında da bu boyun adını taşıyan bazı oymaklar görülmektedir.

6. Uşak:

Uşak bölgesi X V I. yüzyılda oldukça mühim bir Yörük topluluğu­


nun yaşadığı bir yer idi. II. S e lim devrinde bu Yörük topluluğu ara­
sında oldukça büyük bir Avşar oymağı da görülmektedir. Bu oymak,
Hoca Fakihlu (54 vergi nüfuslu), Öksüzler (102 vergi nüfuslu), M usa-
calu (56 vergi nüfuslu), Avşar (56 vergi nüfuslu), Avşar (65 vergi nüfus­
lu) olmak üzere beş obaya ayrılmıştır62.

59 Y en i-îl defteri, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi, nr. 137, 29 b. 93 a, 97 a.


60 A y n ı defter , 23 a-b, 29 b, 30 a, 35 a, 90 b.
61 Çukur-Ova defteri , Başbakanlık A rşivi, nr. 69, 381 a 393 a.
62 Kütahya sancağı defteri , Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi, nr. 16, 326 a-
327 b, 374 a.

277
7. Aydın:

A yd ın ’ m Boz-Doğan kazası dahilinde Çullular adlı bir oymak


arasında 28 vergi nüfuslu Avşar adlı bir oba bulunduğu gibi, Birgi
çevresinde de nüfusu bunun kadar olan Avşarlu ve Balabanla adlı baş­
ka bir oymak da vardı63.
Bunlardan başka Ankara’nın güney batısında yaşayan Haymana
adlı topluluğu mensub Sivri Hisar toprağındaki Safilu oymağının oba­
ları arasında da 35 vergi evli Afşar adlı bir oymak görülmektedir64.

XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Avşarlar

Bu bahiste yalnız Haleb Tiirkmenleri Avşarları’ nm torunları söz


konusu edilecektir. Ana boyun asıl kalıntısı olan bu Avşarlar’ ın da,
İran’ a, giden boydaşları gibi, kuvvetli bir tesanüt duygusuna sahip
bulundukları görülüyor. Bu sebeble, türlü âmillere rağmen, onlar Fır-
ka-i İslâhiyye gelinceye kadar güçlü ve mağrur bir oymak olarak var­
lıklarını muhafaza etmişlerdir.
1102 (1691) yılında Rakka bölgesine iskânları emredilen Türk­
menler arasında bazı Avşar oymakları da görülmektedir. Bunlar Boz-
Ulus’un eski yurdunda kalmış olan kısmına bağlı Avşarlar ile Y en i-İl’e
mensub Avşar oymakları idiler. Ancak Boz-Ulus kalıntısına (B oz-U lus
mândesi) bağlı Avşarlar’ ın Rakka’da yerleşmiş olduklarına dâir bir
kayda sahip değiliz. Buna karşılık Y en i-İl’e bağlı Avşar ve torunları­
nın Rakka bölgesindeki Tell-Şammar ve Tell-Zivan (?) çevresinde yer­
leştirildiklerini biliyoruz65. Rakka bölgesinde sonradan Avşar-Bucağı
denilen yer bunların yerleştirildikleri yöre olsa gerektir. Y en i-İl’e bağlı
olduğunu söylediğimiz Avşar ve torunları oymağı Haleb Türkmeni
Avşarları’ ndan mı yoksa Dulkadırlı (İmanlu A f şan J’ dan mı idiler,
bilinemiyor. Bir de 1104 (1693) tarihinde Hama ve Humus sancakla­
rında yerleştirilen oymaklar arasında Kara-Avşar ile Genceli Avşarı
oymakları görülüyor. Bu sonuncusu Azerbaycan’ daki Gence’ den geldi­
ği için, bu adı almış olabilir. Yerleştirilen bu Avşar oymaklarının nü­
fuslarının fazla olmadığı anlaşılıyor66.
Bu bahisin asıl konusunu teşkil eden Haleb Türkmenleri’ne men­
sup, kalabalık Avşar oymağına gelince, bu oymak, daha önce söylen­

63 A yd ın sancağı defteri Başbakanlık A rşivi , nr. 270, 50 b-51 a.


64 Ankara sancağı defteri, Başbakanlık A rşivi , nr. 117, 308 a.
65 C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 57, 59.
66 C en giz O rh on lu , aynı eser, s. 64.

278
diği gibi, Receblu Afşarı, Kara-Gündüzlü Afşarı ve Bahrili Afşarı ve
diğerleri olmak üzere 4-5 obaya ayrılmış olup, bunların en ünlüsü Re­
ceblu Afşarı idi. Receblu Afşarı’ nin ekseriyetle Köpekli Avşarı’ ndan
geldiği anlaşıkyor. Bu Avşarlar’ ın X V III. yüzyıldan itibaren kışlamak
için Haleb dolaylarını bırakıp Çukur-Ova’ ya inmeğe başladıkları an­
laşılıyor.

Bu Avşarlar ilk zamanlarda Rakka bölgesinde yerleşmek gibi,


bir talihsizlikle karşılaşmadılar. Onlar devleti Zamarıtı çayı kıyılarında
yerleşeceklerine inandırmış idiler; halbuki yerleşmek şöyle dursun
orada sâkin bir şekilde de yaşamıyorlardı. Onlar sık sık komşu oymak­
lar ve köylerin hayvanlarını sürüyorlardı ki, buna kovguıı denilmek­
tedir; bazan da tüccar kafilelerinin önüne çıktıkları görülüyor. Onlar
bu işleri o kadar sık ve yaygın hale getirdiler ki, nihayet 1115 (1703)
yılından az önce Rakka’ ya sürüldüler ise de67 fazla kalmayıp oradan
kaçtılar. Fakat onların, yine yaylaklarında rahat durmadıklarından
1124 (1712)’ de tekrar Rakka’ya. gönderilmelerine karar verildi68. 1141
(1728-1729) tarihinde devletin Receblu Afşarı’ nin Zamarıtı yöresinde
yerleşmesine yeniden razı olduğu anlaşılıyor69. Fakat onlar eskisi gibi
kovgunlar yaptıkları ve soygunculuklarda bulundukları için 1143
(1730) yılında yeniden Rakka’ya sürüldüler ise d e 70, az bir müddet son­
ra oradan yine kaçtılar: yağmacıhk ve soygunculuk hareketlerinde
daha ileri gittiler. Öyle ki onların ileri gelenlerinden çoğunun idam edil­
melerine karar verildi (1155 = 1742) 71. Fakat bu kararın ne derecede
yerine getirildiğini şimdilik bilemiyoruz. Bilinen husus Avşarlar’ m
Rakka iskânından kurtuldukları ve Çukur-Ova’ ya inip çıkmağa baş­
ladıklarıdır. Hattâ 1167 (1754) tarihli bir vesikada Avşarlar’m Tecirli
ile birlikte Zeynebli ve Boz-Doğanlar’ a hücum ederek 80 000 kuruşluk
davarlarım, at ve develerini yağmaladıkları, ileri gelenlerden K a ra -
N e b i-O ğ lu ile 15 kişiyi öldürdükleri bildiriliyor72.

X V III. yüzyılın ikinci yarısında çıkan harbler sebebi ile devletin


Anadolu’ daki idaresi daha çok gevşek ve daha zayıf bir duruma düş­
müştü. Bunun sonucunda her yerde irili ufaklı derebeği aileleri türedi,
Avşar ve onun gibi büyük ve kuvvetli olan oymaklar da daha serbest

67 C en giz O rh on iu , aynı eser , s. 92.


68 A h m e d R e fik , aynı eser, s. 145-147.
69 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 170, 176-177.
70 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 186-187.
71 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 209-210.
72 A h m ed R e fik , s. 214-215.

279
hareket etmeğe başladılar. Avşarlar’ a. artık gün doğmuş, kendi bakım­
larından mutlu günleri başlamıştı. Kayseıi-Elbistan-M alatya yolu
yazın onların kontrolü altında idi. 1838 yılında Avşarlar posta tatar­
larına saldırmışlar, yolcuları soymuşlar ve bir köy de basmışlardı. A v ­
şarlar bu hareketleri ile öyle bir korku yaratmışlardı ki Malatya’ ya
gitmek isteyen müstakbel Alman feld mareşah M o lt k e ’ye, yolun A v ­
şarlar yüzünden, kuvvetli bir muhafız birliği olmadan geçilemiyecek
derecede emniyetsiz bulunduğu söylenmişti73. 1262-1263 (1846-1847)
yıllarına ait vesikalarda Avşarlar’ m Kuzu-Güdenlü oymağı ile birlikte
Kayseri bölgesinde sık sık yağmacılık hareketlerinde bulundukların­
dan bahsediliyor.
Avşarlar, işaret edildiği gibi, yazın Zamaııtı Çayı kıyılarında, kı­
şın da Çukur-Ova’ da Ceyhan’ın sol kıyısında yaşıyorlardı. Her iki yurd-
larmda da kovgunlar yapılıyor, ticaret kafileleri soyuluyor, diğer oy ­
maklar ile savaşılıyor ve derebeğlerin mücadelelerine katılmıyordu.
Bu gün dahi onların torunları arasında bunlara dâir hâtıralar anlatılır
ve bu devir Avşar’ın “ al-vur devri” olarak vasıflanır. Bu devir onların
asr-ı saadeti’dir. Aslen Avşarlar’ a. mensup bulunan veya onlar ile yakın
bir karabeti olan büyük şâir D a d a l-O ğ lu ’nun en güzel şiirlerinden
bir kaçı bu oymağa aittir. Bu şiirlerden birinde Avşar yiğitleri ile Ca­
d ı-O ğ lu ve adamları arasındaki vuruşma anlatılmaktadır ki, bu man­
zume bugün de onlar arasında makamla okunur. C a d ı-O ğ lu ’na gelin­
ce, bu şahıs da tanınmış bir aileden idi. Bu aile şimdi Gemerek’ te otur­
maktadır. Yine hâtıralarda C in g ö z -O ğ lu lakablı, kervan soyguncu­
luğu yapan bir Avşar yiğidinden de bahsedilir. C in g ö z -O ğ lu , K ö f-
O ğ lu gibi, şâir bir hayduttu. Hattâ söylendiğine göre, Maraş vâlisi
A b d u r r a h m a n P a ş a ’mn elinden şâirliği sayesinde kurtulmuştur.
Son Avşar obalarından birinin onun adını taşıması, C in g ö z -O ğ lu ’nun
aynı zamanda alelâde bir şahıs olmadığını da gösteriyor. Avşarlar’m
Boz-Ok’ taki Pehlivanlı oymağı ile de vakit vakit vuruştukları görülüyor.
Hattâ bu vuruşmalardan birinde, Pehlivanlı beğlerinden  b i d in
B e ğ öldürülüyor ve H a şa n B e ğ de yaralanıyor. Fakat Tomaıza’-
daki Ermeni piskoposunun M o lt k e ’ye söylediği g ib i74, Avşarlar da
baştan başa haydutlardan mürekkep bir oymak değil idi. Aralarındaki
ipsiz ve sapsızlar kendi oymak halkının da düşmanı olup onlar tarafın­
dan da takip olunuyorlardı. Cevdet Paşa d a 75 Avşar ve Sırkmtılı oy-

73 T ürkiye’deki durum ve olaylar üzerine mektuplar, türkçeye çeviren , H a y ru lla h Örs,


Ankara, 1960, s. 244-245.
74 B. 255.
75 Tezâkir, s. 117.

280
inakları hakkında: “ bunlarda dahi hırsızlık âdeti var ise de Kürdler’e
nisbetle pek ehven ve ehl-i ırz âdemlerdir” , demektedir. Esasen Türk­
menler, Küıdler ve göçebe Arablar gibi hiç bir zaman hırsızlık ve soy­
gunculuğu bir meslek haline getirmemişlerdir. C e v d e t P a şa ’nın işa­
ret ettiği Küıdler Lek-Vanik Ekradı olup bunlar Hacılar, Kırıntılı,
A k-B a ş, Kızıl-Koyunlu gibi kendisine tâbi obalar ile Rakka’ ya iskân
edilen oymaklardan idi; sonraları Rakka’ daki yerleştirildiği yerden
kaçıp Avşar’m ' arkasına takılarak Kayseri taraflarına gelmiş ve Avşar
ile birlikte Çukur-Ova’ ya inip çıkmaya başlamıştı.
Yukarıda adı geçen obalardan Hacılar, Kırıntılı, A k-B a ş ve Kızıl
Koyunlu’ nun Lek-Vânik oymağına sonradan bağlandığı anlaşılıyor.
Bunlar, adlarının da gösterdiği gibi, hâlis Türk olup, bugün onların
torunları baba ve dedeleri gibi sadece türkçe konuşmakta ve Kürdlük
ile hiç bir ilgileri bulunmamaktadır; mezhebleri de Hanefîdir.
Avşarlar 1273 (1856) yılında tekrar yerleştirilmeğe çalışıldı ise
de yine de başarısızlığa uğranıldı. O zamanlar büyük beğleri olarak
başlarında Ç e rk e z B e ğ ile İ s m a il B e ğ bulunuyordu ” 16. Bundan
4 yıl önce onlaT Boz-Doğanlar ile yeniden bir savaşa tutuşmuşlardı77.
Avşarlar 1273 yılında Devlet tarafından yaylak yurtlarında yerleşti­
rilmek teşebbüsüne direnmekle son fırsatı da ellerinden kaçırmış ol-
dulalr. Gerçekten 1282 (1865) yılında F ır k a -i î s l â h i y y e onları yay­
lak veya kışlaklarından birinde yerleşmeğe mecbur edince Avşarlar,
Tecirli ve Cerid oymaklarının aksine olarak, yaylaklarında yerleşmek
istemişler ve bu da F ır k a -i I s lâ h i y y e ’ nin ileri gelenlerince kabul
edilmişti. Fakat hayret edilir ki bu esnada onların yaylaklarına K a f­
kasya’ dan muhacir olarak gelen Çerkesler yerleştirilmekte idi. Bu se­
beble Avşarlar perişan oldular ve mühim bir kısmı dağlık, verimsiz ve
dar topraklarda yerleşmek mecburiyetinde bırakıldılar. Böylece kom ­
şuları muhacir Çerkesler verimli ve geniş toprakları sayesinde müreffeh
bir hayat sürerken onlar, ağıtlarında da anlatılan, sıkıntılı ve hüzün
verici bir yaşayışın mahkûmu oldular. Nüfus artışı dolayısı ile şimdi
durumları daha fena olup onlar en yoksul Türk köylüleri arasında sayıla­
bilir. Bununla beraber Avşarlar güler yüzlü, iyimser ve hayatiyet do­
lu ve İran’ daki soydaşları gibi sakin ve terbiyeli adamlardır. Sorul­
duğunda, gülümseyerek “ Avşar’ın al-vur devrine” ait kovgunlardan
ve vuruşmalardan bahsederler. Kadınlarının çalışkanlığı karşısında

76 A fşar aşiretinin iskânına dâir, Meclis~i Vâlâ, Başbakanlık A rşivi , nr. 8103, 11 Safer
1273.
77 V ic t o r L a n g lo is , Voyage dans la Cilicie el dans les montagnes du Taurus » s. 132.

281
derin bir takdir hissi duymamak mümkün değildir. Ünlü Avşar kilim­
lerini de bu dinlenme nedir bilmeyen Avşar kadınları dokurlar.

Kayserinin Pm ar-Başı kazasının merkez nâhiyesine bağlı bir


kısım köyler ile aynı kazanın Pazar-Ören nâhiyesi köylerinden epey-
cesi, Sarız kazası köylerinin yarısından fazlası, Tomarza’ nin Toklar
nâhiyesi köylerinden pek çoğu Avşarlar’a. aittir. Ayrıca Adana’ ya bağlı
Mağara kazası köylerinden Ayvad ve Ağdaş-Alanı köyleri de Avşarlar
tarafından iskân edildiği gibi, Çukur-Ova’da mevcut bazı Avşar k öy­
lerinden başka, yine aynı bölgedeki pek çok köylerde de onlara men­
sup ailelere rastgelinir. Bunlar bir asırdan beri köylerde yaşamakta
olmakla beraber en son oba teşkilâtını henüz unutmamışlardır. Bu
obaların adları ve yerleştikleri köylere ait liste şudur 7 8 .
Avşar Obaları ve Yerleştikleri Köyler

Obanın adı Oturduğu K öy Kazası Nâhiyesi


1. K a r a -Ş e y h li: Haıı-köyü P m ar-B aşı , Pazar-Ören
99 99 99 99
Gül-Tepe
Kaman Tomarza Toklar
99 99
Şabanlı
99 99
Ala
99 99
Arslan-Beğli

2. K o c a - N a llı: Solaklar Pm ar-Başı Merkez


Emir- Uşağı Tomarza Toklar
99 99
Kara-Pınar
99 99
Arslan-Taş
99 99
Çanak-Konağı
Sarız Sarız Merkez
99 99
Yalak
99 99
Kemer
99 99
Kızıl- Pınar
99 ?9
Kuşçu

78 Bana bu bilgileri veren Toklar’ın Karamuklu köyünden Ç erkez A ğ a ’ya. (B a y A h­


m e t Y ıld ır ım ) ve arkadaşım P r o f. A h m e t U y s a l ile beni yaylaya kadar götürüp getirerek
zahmetlere katlanan H an köyünden B a y C e v d e t C erde’ ye teşekkürlerimi sunarım.

282
Obanın adı Oturduğu K öy Kazası Nâhiyesi
Kara-Yurd
Oğlak-Kayası
Ayranlık
Molla-Hüseyinler
Altı-Söğüt (kısmen)
Hacı- Veliler
Day-Oluk

3. H a l i l - O ğ l u 79: Karamanlı Pm ar-Başı, Merkez


Kadılı ” Pazar Ören
Kızıl-Ören
Demircili ” Merkez
Hasırcı 9 9

4. K a ra R e c e b 80:

a- Arab-Hasanlar Karamuklu Tomarza Toklar


İcâdiye
Tahta-Kemer
Zelhin
Pazaı-Ören Pm ar-Başı Pazaı-Ören
(nâhiye merkezi)
b- Hacı M ustafa 81 Hasssa ”
Tözgün ”

c- İbrahim B e ğ sl Söğütlü (kışmen) Tomarza Merkez


T a f (kısmen) ” Toklar
Toklar (kısmen) ”
(nâhiye merkezi)
Madrasan (kısmen) ”
Kesir (kısmen) ”

79 Bu obanın adı 1101 (1690) yılında Avusturya seferine çağrılan Avşar beğlerindeıı R e ­
ceb oğ lu H a lil Beğ’ den gelebilir.
80 Bu Kara Receb ile Recebli A vşa rın a adını veren R e c e b K e th ü d a mı yoksa bu ad­
daki her hangi bir torunu mu kastediliyor? Bu husus bilinemiyor.
81 Bu da mezkûr tarihte Avusturya seferine çağrılan Ç erkez oğlu H a c ı M u sta fa
B eğ olsa gerektir.
82 Bu da aynı sefere çağrılan H a c ı İ v a z oğlu İb r a h im B eğ olabilir.

283
Obanın adı Oturduğu K öy Kazası Nâhiyesi
C in -G ö z O ğ lu 83: Sindal Pınar-Başı, Pazar-Ören
99 99
ÇördükM
A k -în Tomarza Toklar
99 99
H a lil-P a ş a O ğ lu : Güzelce
99 99
Melik- Virân
99 99
Canlılı

T o r u n 85: Potuklu Pınar-Başı Merkez


Altı- Parmak ?
99
Yere-Geçen Pazar-Ören
Oruç-Oğlu
Damızlık Sarız
99
Kara- Pınar
99
Söbe-Çimen
99
Deştiya
99 99
Çavdar
99
Yedi-Oluk
99
Kızkaçlı
99
Çimen

D e lle r ( D e lile r )86: İğdeli Pınar-Başı Merkez


99 99
Kızıl-Dere
99 99
Emegil
99 99
Bahçecik
99 99
Gürleyen
99 99
Tahtalı
99
Kilıç-kışla Pazar-Ören
99 ?
Onguncular

T ü r k m e n A lile r : Sarız Sarız


(Kaza merkezi)
99
İnce Dere
99
Esirlik

83 Daha önce de işaret edildiği gibi, bu adda Avşarlar haydut bir şâirden bahsederler.
84 Ç erkez A ğ a ’ya göre ünlü şair D a d a l-O ğ lu Sindal veya Çorduk1ten idi.
85 Avşarlar1m en yigid obası sayılıyor.
86 Bunun Köpeklu A vşarı1nin Delüler obası olduğu şüphesizdir.

284
Avşar Beğlerine ait Soy kütüğü
Kara - Receb

Arab Haşan Hacı Mustafa Beğ İbrahim Beğ

A sıl beğ kolu

„I
Ali Beğ Bekir Beğ Murad Beğ Mikdad Beğ Ömer Beğ Duran Beğ

Osman Beğ
I
Mehmed

Çerkez Beğ87 Halil Ağa

Hacı Beğ88 Battal


Çerkez Ağa89
(Ahmed Yıldırım)

Bu soy kütüğündeki K a r a - R e c e b ile 989 (1581) tarihinde ken­


disinden bahsedilen R e c e b K e t h ü d a kastedilmiş olsa gerektir. R e ­
ce b K e t h ü d a ’ya bağlı Avşarlar da daha sonraki asırlarda Receblu-
Afşarı adı ile anıldılar. Yine soy kütüğünde R e c e b ’in torunu olarak
gösterilen H a c ı M u s ta fa B e ğ de 1101 (1690) tarihinde Avusturya’­
ya. çağırılan Ç e rk e z oğlu H a c ı M u s ta fa B eğ olabilir. Yalnız H a c ı
M u s ta fa B eğ , görüldüğü gibi, R e c e b ’in torunu ve A ra b H a sa n ’ın
oğlu değil, Ç erk ez adında birinin oğludur. Bahis konusu soy kütüğün­
deki İ b r a h im B eğ , Avusturya seferine çağrılan D o k u z İb r a h im
B e ğ olabilir. B e k ir B e ğ de, 1124 (1712) yılında İstanbul’a gelen Re­
cebin—Avşarı boy beğisi B e k ir B eğ olsa gerektir. Soy kütüğünde asıl
beğ ailesi kolunda, üçüncü sırada geçen Ç erk ez B e ğ ’e gelince, bunun
1273 (1856) yılında geçen Avşar beği olduğu ve oğlu H a c ı B e ğ ’in de
Fırka-i Islâhiyye’ nin gelişi esnasında (1281 = 1865) Avşarlar’m başın­
da bulunduğunu biliyoruz.
Avşarlar’a. dâir arşivlerde ele geçirilecek yeni vesikalar bu soy
kütüğünün ne derecede doğru olduğunu meydana koyacağı gibi, yine

87 1273 (1856) tarihli hükümde adı geçiyor. Fırka-i İslâhiye geldiğinde (1282 = 1865)
Çerkez B eğ hayatta değildi.
88 Soy kütüğünde gösterildiği gibi, Ç erkez B e ğ ’ in oğlu olan H a c ı B eğ Avşarlar ’m
iskânı sırasında onların başında bulunuyordu (C e v d e t Paşa, Tezâkir , s. 157).
89 Bana bu bilgileri veren Ç erkez A ğa. '

285
onlar sayesinde Avşarlar’ m vuruşmalarından bahseden bazı şiirlerin
izahını da yapmak mümkün olacaktır.

İran Avşar (Afşar) lan

Bu bahsin başında X II. yüzyılda İran’ın Huzistan eyâletinde


A r s la n -o ğ lu Y a k u h , sonra Ş u m la ve oğullan idaresinde Avşar-
lar’m yaşadıklarını görmüştük. X V . yüzyılın sonlanna doğru tekrar
bu ülkede Avşarlar’ a rastgeliyoruz ki, bunlar A k - K o y u n l u fethi neti­
cesinde Anadolu’ dan gelmiş Avşarlar idiler. Bu Avşarlar’m başında
M an su r B e ğ vardı. S a fe v î devletinin kuruluşu üzerine Haleb Türk-
menleri’ nden ve Dulkadırlı ulusundan olmak üzere İran’a yeni Avşar
oymakları geldi. İran’ daki büyük Avşar varlığını işte Anadolu’ dan
gelen bu Avşar oymakları meydana getirdiler. Bu Avşarlar muhtelif
bölgelerde yaşamakta ve ayrı beğlerin idaresinde bulunmakta idüer.
Bu da daha ziyade onların İran’ a farklı zamanlarda göç etmiş olma­
larından ileri gelmiştir.

1. Mansur Beğ ( Kuh-Gilûye) Avşarları:

Daha önce de işaret edildiği gibi, A v ş a r M a n su r B eğ , U zu n


H a şa n B e ğ henüz A k - K o y u n l u l a r ’ın başı olmadan önce onun
yakın nöklerleri arasında bulunuyordu90. M an su r B e ğ çok kuvvetli
bir ihtimal ile Suriye Avşarları na mensup idi. H a şa n B e ğ ’ e sada­
katle hizmet ettikten sonra İran’ın fethi üzerine buyruğundaki A v ­
şarlar ile bu ülkeye gelmiş ve anlaşıldığına göre, kendisine Kuh-Gilûye
vâliliği verilmiştir. U zu n H a şa n B eğ oğlu Fars vâlisi H a lil M ir-
za’nın 1476’da yaptırdığı geçit resminde M an su r B e ğ de kendi as­
kerî birliği ile bulunmuştu91. R u m i u H a şa n B e ğ ’in 92 M a n su r B e ğ ’­
in Otluk-Beli (Başkent) savaşına katıldığı hakkmdaki sözlerine pek
inanılmaz. 1497 yılında A k -k o y u n lu tahtını ele geçirmek için hare­
kete geçen M u h a m m e d i M irz a Şiraz’ı P ü r n e k K a s ım B e ğ ’in
elinden alarak A v ş a r M a n su r B e ğ ’ e verm işti93. P ü r n e k K a s ım
B e ğ Azerbaycan’a hâkim olan A k - K o y u n l u E lv e n d ve beğlerbe-
ğisi İb e S u lta n tarafından Fars’ a gönderilmiş ise de Avşarlar Pür-
nekleı’i yenmişler ve hattâ K a s ım B e ğ ’i de tutsak almışlardır 94. Yine
M u h a m m e d i M irz a ’ nm emirlerinden P îr î B e ğ adlı bir Avşar beği

90 E b û B e k r -i T ih ra n î, indeks.
91 Celâl u d -d in -i D e v v â n î, Arz-nâm e , M illi Tetebbular M ecm uası , V, s. 289; İngilizce
tercümesi, V. Minorsky, A . Civil and military revieıv in Fars in 881 (1476), BSOAS, X , I, s. 157.
92 E b û B e k r -i T ih ra n î, II, s. 577.
93 H a sa n -i R u m la , s. 21.
94 A yn ı eser, s. 22.

286
vardı ki, bu beğ adı geçen M u h a m m e d i M irza ile S u lta n M u rad
arasında yapılan bir savaşta ölm üştür95.

M an su r B e ğ ’in sonra Irak-ı Acem ve Fars’ a hâkim olan Ak-


K o y u n lu S u lta n M u r a d ’ın ve 907’ de Fars’ı idare eden yine Ak-
K o y u n lu la r ’ dan E b û ’ l - F e t h B e ğ ’in hizmetinde bulunduğunu
görüyoruz96. Az sonra Ş a h -İ s m a il Kızıl-Baş Türk oymaklarının
başında A k - K o y u n l u hâkimiyetine son vererek S a fe v î devletini
kurmuştur. M a n su r B eğ de diğer birçok A k - K o y u n lu beğleri gibi,
genç Kızıl-Baş hükümdarına itaatim arzetmiş ve onun tarafından 911
(1505)’ de Fars valisi tayin edilmiştir97. Fakat M an su r B e ğ ’in bu
hâkimliği pek az bir müddet devam etmiş ve yeri H a lil-S u lt a n ün-
vanı ile Zulkadr (Dulkadır) boyundan Saru-Şeyhlu obası reisi E m et
B e ğ’ e verilmiştir.

A k - K o y u n l u l a r ’ın yükseliş, çöküş ve nihayet yıkılışına şahit


olan ve eıı sonunda Kızıl-Baş tacını giyen A v ş a r M an su r B e ğ ’in
ölüm tarihi bilinemiyor. 941 (1534) yılından önce Kuh-Gilûye vâlisi bu­
lunan E lv e n d H a n her halde, M a n su r B e ğ ’in oğlu idi. Mezkûr ta­
rihte öldürülen E lv e n d H a n ’ın yerine Ş a h -R u h S u lta n ünvanı
ile Kuh-Gilûye vâlisi olan M u h a m m e d i M irz a ’nın, M a n su r B e ğ ’ın
torunu olduğunu biliyoruz 98. Ş a h -R u h S u lta n ’ dan sonra Kuh-Gilûye’-
ye 965’ de R ü ş te m H an tayin edilmiştir99. Ondan sonra burada H a­
l il H a n ’ı görüyoruz ki, o da M a n su r B e ğ ’in soyundan idi. H a lil
H an 10000 Avşar’ a kumanda ediyordu. H a lil H a n ve oğlu R ü s ­
te m B e ğ ’in 988 (1580)’de D ü z m e c e İs m a il (K a le n d e r ) tarafın­
dan öldürülmesi üzerine Kûh-Gilûye vâliliğine H a lil H a n ’ın yeğeni
İs k e n d e r H a n getirilmiştir100. İ s k e n d e r H an Fars’taki Dulkadır
boyunun yardımı ile D ü z m e c e İ s m a il’i tepelemiş ise de kendisi de
H a lil H a n ’ın küçük oğlu Ş a h -K u lu tarafından öldürülmüştür.
Fakat o da akrabasından A b d u l l â t i f B e ğ oğlu H a şa n B e ğ ’in mu­
halefeti ile karşılaşmış ve bir müddet her ikisi Kuh-Gilûye’ de bir bir­
lerine hasım olarak yaşamışlar ve en sonunda Şah K u lu H an , 998

95 A y n ı eser, s. 24.
96 A y n ı eser, s. 25, 69.
97 G a ffa rı, s. 269.
98 A y n ı eser, s. 289-290; Ş e re f Haı-ı, Şerefnâme , yay, V e ly a m in o v Z e rn o v , Peters-
burg, 1860, II, s. 187.
99 Gaffarı, s. 303.
100 Tarih~i Âlem -ârâ-yi Abbasî , I, s. 273-274.

287
(1590) yılında Şiraz’ da lıasmı H a sâ n H an tarafından öldürülmüş*
t ü r 101. H a şa n H an, dahilî karışıklıklardan dolayı Kuh-Gilûye’yi biı
müddet başına buyruk bir halde idare ettikten sonra 1003 (1594-1595)
yıhnda Ş a h ’ın emriyle F e r h a d H a n tarafından kardeşi ve oğulları
ile birlikte tevkif edilmiş ve Kuh-Gilûye vâliliğine Kâzerûn hâkimi yine
Avşarlar’dan E m îr H a n tayin edilmiştir102. H a şa n H a n ’dan bir
daha bahsedilmemesine bakılırsa onun Şah A b b a s tarafından öldür-
tülmüş olduğuna hükmedilebilir. Nitekim kardeşi ve oğulları da Kah­
kaha kalesinde hapsedilmişlerdi. H a şa n H a n ’ın oğulları ve kardeşi
1018 (1609-1610) yılına kadar Kahkaha kalesinde mahbus kaldılar.
Mezkûr yılda orada çıkan bir hâdisede Ş a h a sadakat, gösterdiklerin­
den affedilip korucular arasına sokuldular103. Fakat Avşarlar E m îr
H a n ’ı vâli tanımayarak H a lil H a n ’ın torunu E b û l ’ l - F e t h B e ğ ’i
başlarına geçirdiler. Şah A b b a s da Avşarlar’m itaatsızlıklanna kı­
zarak Fars eyâletine kul takımından A lla h Y e r d i H a n ’ı gönderdi.
A l la h - Y e r d i H a n Fars’a gelerek itaatsizlik gösteren Avşarlaı’ı ce­
zalandırdı ve Kuh-Gilûye’ ye kendisi gibi kul cinsinden birini tayin
ettikten sonra geri d ön d ü 104.

Kuh-Gilûye Avşarlan’nm mühim bir kısmını Gündüzlü ve Araşlu


oymakları teşkil ediyordu. Araşlu bir yer adı ile ilgili olsa gerektir.
Zamanımızda Şuşter yöresinde yaşayan Gündüzlüler, Kuh-Gilûye’ deki
Gündüzlü Avşarı’ mn toıunlarıdır.

Huzistan’a gelince, ■T a h m a s b devrinde Avşarlar’ dan M e h d î


K u lu H a n Şuşter hâkimi idi. Bu Avşar emîri yukarıda adı geçen Kuh-
Gilûye vâlisi E lv e n d H a n gibi merkezin emirlerini dinlemediğinden
tedibine lüzum görülmüş ve bunun icrasına yine Avşarlar’ dan H a y ­
d a r Kulu S u lta n memur edilmiştir105. 949 (1542-1543)’ da Şuşter ve
Dizful vâlisi yine Avşarlar’ dan E b û ’ l - F e t h B eğ i d i106. 1003 (1594-
1595) yılında ise orada Avşarlar’ dan Şah Y e r d i H a n ’ı görüyoruz
ki, aynı yılda Şah A b b a s tarafından tahkikat için gönderilen yularcı
başı M u ra d B e ğ tarafından öldürülmüştür107.

101 A y n ı eser , I, s. 274-275.


102 A y n ı eser , I, s. 502-503.
103 A y n ı eser , II, s. 819-820.
103 A y n ı eser , II, s. 819-820.
104 A y n ı eser, I, s. 524^525.
105 H a s a n -i R u m lu , s. 294.
106 Gaffarı, s. 295; Ş e re f-H a ıı, II, s. 194.
107 Tarih-i Âlem ârâ-yi A bbasî„ I, s. 500.

288
Kuh-Gilûye’ deki Gündüzlü Afşarı’ nin bir bölüğü sonları Horasan’­
da. Abiverd dolaylarına, bir bölüğü de, Araşlular’dan bir bölük ile bera­
ber, Urmiye bölgesine gönderilmiştir.

2. Imanlu Afşarı:

İran’daki İmanlu Afşarları, Dulkadırlı eli arasındaki İmanlu A f-


şarı’nin bir koludur. Bu Avşarlar’m İran’ a A k - K o y u n l u l a r zama­
nında değil de S a fe v île r devrinde gelmiş olması en kuvvetli ihtimal
dir. Bu Avşarlar’ a. dâir ilk bilgimiz şimdilik Ş ah A b b a s devrinden
önceye pek gitmiyor. Bu oymağa mensub K a s ım S u lta n 1002 (15-
93-1594) tarihlerinde Hemedan bölgesindeki emirlerden biri idi. Ken­
disi 1019 (1610-1611)’ da ve müteakip yıllarda o bölgede hâkimlik yap­
tıktan sonra 1032 (1623)’de M usul’un fethinde bulunmuş ve h a n lık
ünvanı ile bu şehrin valiliğine tayin edilmiştir 108. Ancak ertesi yıl bir
O sm a n lı ordusunun yaklaşması üzerine K a s ım H an , İ s k e n d e r
B eğ’e göre, yanındaki askerin azlığından ve veba salgınından şehri
tahliye etmek zorunda kalm ıştır109, ertesi yıl M usul’un geri alınması
için gönderilen S a fe v î kuvvetleri arasında oğlu K e l b - i A li S u lta n ’ı
görüyoruz110. Bundan K a s ım B eğ’in M usul’u tahliye ettiği için az-
ledildiği veya öldürüldüğü anlaşılıyor. Şah A b b a s ’ın ölümü esnasın­
da 1037 (1627) K e l b - i A li H a n Urmiye hâkimi id i111. İşte daha son­
raki yüzyıllarda Urmiye’de gördüğümüz Avşarlar’m mühim bir kısmı
bu İmanlu Afşarı’ ndan ve Urmiye hâkimleri de adı geçen K a s ım
H a n ’ın soyundan idiler112.
Burada işaret etmek istediğimiz bir husus vardır ki, o da İmanlu
Afşarı ile İnallu’ nun bir birine karıştırılmaması gerektiğidir. Kuzey-
Suriye Türkmenleri’ne mensup olan İnallular’m İran’ daki kolu Şamlu
boyu obalarından idi. Bu oba sonraları birçok eserlerde İnanlu ( )
olarak yazılmıştır.

3. A l p l u :

Alplu’ nun Köpeklü Avşarı’ nin bir obası olduğunu evvelce gör­
müştük. Bu obadan İ s m a il H a n (1003 = 1594-1595) yılında Kâzerun

108 A y n ı eser , II, s. 661-662, 764, 925, 1006-1007.


109 A y n ı eser , II, s. 1018—1019, 1033.
110 A y n ı eser, II, s. 1035.
111 A y n ı eser, II, s. 1085.
112 Urmiye bölgesindeki A vşar beğleri hakkında : B. N ik itın , Les A fşar D'Ourmiyeh .
Journal asiatique, 1929, CCXIV, s. 71 ve devamı.

289
hâkimliğine tayin edilmişti113. Şah A h b a s ’m ölümü esnasmda vazi­
fede bulunan üç Avşar beğinden biri olan ve Siistan’ da Ferah ve Is-
fizar hâkimi bulunan E r - D o ğ d u H a n da Alplu’ dan idi. Iramdaki
Alplu Avşarı’nın. Gündüzlü Avşarı ve hattâ îmanlu Avşarı kadar ka­
labalık olmadığı anlaşılıyor. İs m a il Han’ı 1011-1013 (1602-1605)
yıllarında Ferah hâkimi olarak görüyoruzU4.

4. Us al u (>IUjl):

Bu Avşar obasının taşıdığı adın mânası ve menşei bence meçhul-


dur. Şah A b b a s ’m ölümü esnasında Kürdistan’ daki Gâverûd hâkimi
im a m K ıllu S u lt a n ’ın Usalu’ dan olduğunu biliyoruz115.

5. Eberlu (_>Jj ) ):

X V I. yüzyılda Eberlu’ların Kazvin bölgesinde yaşadıkları anla­


şılıyor. Şah S a fi’nin tahta geçtiği yılda (1037=1628) Âbîverd hâkimi
bulunan C em şid S u lta n Eberlu’ dan olduğu g ib i116, N â d ir Ş ah ’m
ölümü esnasındaki beğlerden M usa B e ğ de bu boya mensup id i117.
X V III. yüzyılda Eberlu obasından bazı kolların Târim ve Halhal’ da
yaşadıkları anlaşılıyor118.
Şah İ s m a il ve T a h m a s b devrinde hangi Avşar obasına men­
sup oldukları bilinemeyen daha birçok Avşar beğleri görülmektedir.
Bunlardan biri Şah İ s m a il’in 916 (1510-1511) yılındaki Horasan se­
ferine katılan D a n a M u h a m m e d B e ğ id i119. , A h m e d S u lta n adın­
daki diğer bir Avşar emîri de yine Şah İ s m a il tarafından Ferah hâ­
kimliğine tayin edilmiştir 12°. 953 (1546) yılında Tebriz’ de Afşar ve Zul-
kadr (Dulkadır), lılar arasında çıkan bir ihtilâf silâhlı çarpışmaya gi-
deyazmıştı. Bu hâdisede Avşarlar’m başında S e v in d ik B eğ , Şah
K u lu S u lta n ve M a h m u d H a n bulunuyorlardı121. Bunlardan ko-
rucubaşı S e v in d ik B e ğ 969 (1561-1562) yılındaki ölümünde 90 y a ­
şını geçmiş bulunuyordu122. Oğlu H ü s e y in B eğ , T a h m a s b ve halefi

113 Tarih-i Âlem ârâ-yi Abbasî , I, s. 437, 455, 503.


114 A y n ı eser, XI, s. 620, 674.
115 A y n ı eser, II, s. 1085.
116 Z eyl-i Tarih-i âlem-ârâ , s. 22.
117 M u h a m m e d -i G ü listâ n e , M ücmel ut-tevârih , s. 12.
118 Tarih-i giti-guşâ Tahran 1317 ş., s. 266; M u h a m m ed -i G ü listâ n e, s. 12.
119 H a s a n -i R u m lu , s. 116.
120 A y n ı eser , s. 176.
121 A y n ı eser, s. 315—316.
122 G a ffa rı, s. 307.

290
İ s m a il devirlerinde Horasan’da, muhtelif sancaklarda vâliliklerde bul­
unmuş ve S u lta n M u h a m m e d zamanında vâli olduğu Sebzevar’ da
isyan ettiğinden yakalanıp öldürülmüştür123.

977 (1569-1570) yılında Kirman vâlisi bulunan Y a k u b S u lta n


ve kardeşi Y u s u f K u lu S u lta n , K ö r -O ğ lu H ü s r e v S u lta n ve
D a n a B e ğ o ğ lu A l la h - K u l u B e ğ de T a h m a s b devri Avşar emir­
lerinden idiler.. Şah S u lta n M u h a m m e d zamanında Ferah hâkimi
H ü s e y in S u lta n ve kardeşi A l i- H a n S u lta n da hangi obadan
oldukları bilinmeyen Avşar beğlerindendir 124. Bunlar Ferah vilâyetinde
ortaya çıkan D ü z m e c e İ s m a ille r ’ den biri ile savaşarak ölmüşler­
dir. Ferah’ a ve ısfizar’ a bunların akrabaları Y e ğ e n S u lta n vâli tayin
edilmiştir125. 997 (1588-1589) yıhnda korucu başı Avşar’dan B e d ir
H a n idi. Onun aynı yılda Ester-Âbâd vâliliğine tayin edilmesi üzerine
korucu başlığa yine bu boydan Kirman hâkimi V e li-H a n getirilmiş
ve Kirman da V e li H a n ’ın oğlu B e k t a ş H a n ’ a verilmiştir. Aynı
yılda A v ş a r Ç o b a n -O ğ lu M e h d i K u lu H a n ’ın Horasan seferine
katılması emredilmiştir126.

İşte X V I. yüzyıldaki S a fe v î hizmetinde muhtelif yerlerde vazi­


felerde bulunan başlıca Avşar emirleri bunlardan ibarettir. Bu misal­
ler onların devletin dayandığı en başta gelen boylardan biri olduğu­
nu açıkça gösteriyor. Bununla beraber Şah İ s m a il ve T a h m a s b
devirlerinde Uslacalu ve Tekelu gibi yine Anadolu’ lu boyların diğer­
lerine nazaran daha fazla bir nüfuza sahip oldukları görülüyor. Hattâ
bu iki boy aralarında nüfuz ve iktidar mücadelesine girişerek birbir­
lerine bir hayli zarar vermişlerdir. Şah A b b a s Avşarları, bilhassa
Kuh-Gilûye’ de yaşayan en kalabalık kolunun itaatsızlığından dolayı
cezalandırmış ve onlara itibar etmemiştir. Nitekim onun ölümü es­
nasında ancak 3 Avşar emîri vâlilik yapıyordu. Bunlar da, yukarıda
işaret edildiği gibi, Urmiye hâkimi K e l b - i A li S u lta n (Imanlu
Afşarı’ ndan), Ferah v e Isfizar hâkimi E r - D o ğ d u H a n (A lplu’ dan) ve
Kâverud hâkimi İm a m K u lu S u lta n (Usalu’dan) idiler127. Avşarlar’m
en kalabalık bir halde bulundukları Kun-Gilûye ise kul sınıfından emir­
ler tarafından idare ediliyordu. Buna karşıhk aynı hükümdar zama­
nında Şamlular*ın büyük bir itibar sahibi oldukları görülüyor ki, on­

123 Torih-i âletti ârâ-yi Abbasî , I, s. 291.


124 A y n ı eser, I, s. 140.
125 A y n ı eser , I, s. 275.
126 A y n ı eser , I, s. 402.
127 A y n ı eser , II, s. 1085.

291
lardan vâlilik yapan 8 kişi vardı. Şamlular’ı Zulkadr boyu takibetmek-
tedir. Bu sebeble müverrih T ü r k m e n İ s k e n d e r B e ğ Şamlular için:
tâife-i celîle, Zulkadr ( Dulkadır) hakkında da: tâife-i refîe sözlerini
kullanıyor 12S. Bu devirde Kaçarlar’ m da pek gözde olmadıkları anla­
şılıyor. Onlardan da ancak iki emir vardı. Bunlardan biri de Kaçar
boyuna sonradan katılmış, bazı müelliflere göre, Kürd menşeli olan
Îgirmi-Dört ( Yirm i Dört) obasından id i129.

X V III. yüzyılda ise vaziyet değişmiştir. Bu yüzyılın başlarında


Şamlu, Zulkadr ve diğerleri parçalanmış ve zayıf bir durumda bulunduk­
ları halde Avşar ve Kaçarlar kalabalık ve kuvvetli idiler. N â d ir Şalı
Horasan’dsi Ablverd'te yaşayan Avşar’ın Kırklu obasından idi. X V I.
yüzyıldaki Avşarlar arasında bu adda bir oba görülemiyor. Y al­
nız aynı yüzyılda Türkiye’de Boz-Ok’ ta Kırklu adlı bir oymak vardı.
X V II. yüzyıldan itibaren, Kırklu gibi, Köse-Ahmedlu, Kasımlu, Kutu­
lu ve Begeşlü adlı yeni Avşar obaları da meydana çıkmıştır. Bunlardan
Kasımlu, adını İmanlu Afşar ı’ndan, K a s ım H a n ’dan almış olabilir.

N â d ir Şah, memleketi müstevli Afganlılar’ dan kurtardığı gibi,


aynı zamanda fâtih bir hükümdardı. Yüreğinde sıcak bir Türkmenlik
duygusu taşıyordu. Diğer taraftan Iran Türklüğünü, Türkiye ve Orta-
A sya Türklüğüne yaklaştırmak için mezhebi bir İslahata girişmişti.
Maalesef ölümü bu gayenin tahakkukuna engel oldu.

Kaçarlar’ a gelince onlar İran’ da, iktidarın Türkler’ den başka bir
kavme geçmesine mani oldular. Kaçarlar da, kavmî şuura sahip bir
Türk hanedanı idi. Onların da eski Türkmen hânedanları gibi, Oğuz
eli’ ne ve Oğuz boylarına ilgi gösterdikleri görülüyor.

X I X . yüzylm birinci yansına ait M a lte B r u n ’ un coğrafyasındalja


Avşarlar 90 000 kişi kabul ediliyor ve başta Urmiye olmak üzere, onla­
rın Huzistan, Fars ve Mâzenderan’ da yaşadıkları yazılıyor. Zamanı­
mızda İran’daki Avşarlar’m pek çoğu oturak yaşayışa geçmiştir. On­
lara İran’ın hemen her yerinde tesadüf edilmekle beraber toplu olarak
Avşarlar başlıca Urmiye ve Hamse (Zeııcan), Hemedan ile Kirman-
Şah arasındaki Esed-Abâd yöresinde, Huzistan, Fars ve Kirm an’ da
yaşarlar. Bunlardan Urmiye, Hamse ve Esed-Âbâd yöresindekiler artık
tamamen yerleşmiş bir halde bulunuyorlar. .Fars'taki İnanlu ( İnallu)
kümesi arasında görülen Afşar-Uşağı oymağı da yerleşik hayata geç­

128 II, s. 1084-1085.


129 A y n ı eser , II, s. 1085.
130 Geographie ımiverselle, Paris, II, s. 20.

292
miştir. Huzistan daki Gündüzlü Afşarları, Kuh-Gilûye’ deki Akaceri
( Ağaç-Eri) kümesi arasındaki Avşar oymağı ile Kirman’daki 5000
çadırlık Afşar teşekkülü henüz göçebe hayatlarını devam ettiriyorlar.
Bunlardan başka Kazvin’in güney-batışında 97 köylük Afşar adlı bir
kaza (bölük) da vardır131.
Avşarlar, verilmiş olan şu bilgilerden anlaşılacağı üzere, tarihi­
mizde en devamlı rol oynamış büyük bir boydur. Bu bakımdan hiçbir
Oğuz boyu kendisi ile mukayese edilemez. Burada onlara dâir verilmiş
olan bilgilerin bir hülâsasını yapmak yerinde olacaktır.
1 - R e ş id u d -d in ’in Türkler’ in tarihi bölümünde Avşarlar’m
hükümdar çıkarmış 5 boydan biri olduğu söyleniyor. Bundan Avşar­
lar’m , Oğuzlar’ m lslâmiyetten önceki tarihlerinde en mühim roller oy­
namış boylardan biri olduğu neticesi çıkar.
2 - S e lç u k lu devrinde faaliyetleri ile kaynaklarda akisler yap­
mış, ancak 3—4 b oy vardır ki, onlardan biri de Avşarlar’ dır. Görül­
düğü gibi, Avşarlar, X II. yüzyılın ikinci yarısında Huzistan ve ona
komşu yerlerde 40 yıldan fazla süren bir beğlik kurmuşlardır.

3 - Avşarlar, X V I. yüzyılda, Anadolu’da, K a y ı’ dan sonra olmak


üzere, en fazla yer adına sahib bir boydur. Bu husus Avşarlar’m A na­
dolu’nun fetih ve iskânında da en mühim rolleri oynamış boylardan
birisi olduğunu ifade eder.
4 - Y a z ı c ı - O ğ l u A li’ye göre, K a r a m a n -o ğ u lla r ı Avşarlar’ a
mensubdur ki bu, imkânsız değildir.
5 - Avşarlar, oynadıkları bu büyük tarihî rollere rağmen X IV .
yüzyılda Haleb bölgesindeki kalabalık Türkmen topluluğunu meydana
getiren 3 büyük boydan biri idi. X IV . yüzyıldan son zamanlara ka­
dar Anadolu ve İran’da faaliyetlerde bulunan Avşarlar bunlardır. Bu
Avşarlar X IV . yüzyılda D u lk a d ır lı beğliğinin kuruluşunda bulun­
dukları gibi ( îmaulu Afşarı) onların Sis’ in (Kozan)- fetih ve iskânına
da katıldıkları anlaşılıyor.
6 - X V . yüzyılda Avşarlar’m A k - K o y u n l u faaliyetlerine katıl­
dıkları görülüyor. Bunun sonucunda onlardan bir bölüğü İran’a git­
miştir. S a fe v î devletinin kurulması üzerine Anadolu’ dan İran’ a yeni
Avşar zümreleri göç etti. Böylece İran’da kuvvetli bir Avşar varlığı
meydana geldi. Bu Avşarlar’ a mensub olan N â d ir, kazandığı başarı­
lardan sonra S a f e v î hâkimiyeti yerine kendisininkini koydu. Avşarlar,

131 M es’ ud K e y h a n , aynı eser, II, indeks.

293
siyasî hâkimiyetlerini kaybetmelerinden sonra da varlıklarını kuvvet­
le devam ettirdiler. Bugün İran’ daki kalabahk Türk unsurunun mü­
him bir kısmı Avşarlar’ ın torunlarıdır.

7- Anadolu’daki Avşarlar’a. gelince, bunlardan bazı obalât daha


X V I. yüzyıldan itibaren şurada burada yerleşmeğe başlamışlardır.
Onların büyük kümesi ise, X I X . yüzyılın ikinci yarısına kadar göçebe
hayatını sürdürdükten sonra bilhassa Kayseri"nin Pınar-Başı, Sarız
ve Tomarza kazalarında yerleştiler.

294
X.

KIZIK

Bu boyun adı tarihî kaynaklarda geçmemekle beraber tahrir def­


terlerinde ve diğer arşiv vesikalarında K ızık’dan bahsedilmektedir.
Tahrir defterlerinde Kızıklar’ a ait 28 yer adı görülmektedir k i 1, bun­
lardan pek çoğu şimdi de m evcuttur2. Bu Kızık yer adlarından beşi­
nin Ankara’nın Çubuk ve A ya ş kazalarında görülmesi, bu bölgeye Kı-
zık boyuna mensup oldukça mühim bir zümrenin yerleştiğini gösteri­
yor.
X V I. yüzyılda Kızıklar’ a ait ancak bir oymağa rastgelinebilmiş-
tir ki, bu da Haleb Türkmenleri arasında bulunmaktadır. K a n u n î
devrine ait eski defterlerde bu K ızık oymağı biri 162, diğeri de 16 vergi
evi olan iki kola ayrılmıştır. Oymağın nüfusu zamanla artmış ve 987
tarihinde 667 vergi nüfusuna, yani 468 evli ve 232 bekâra yükselmiş­
t ir 3. Nüfusu gittikçe artmakta devam eden bu K ızık oymağının mü­
him bir kısmı X V II. yüzyılda Anteb bölgesinde yerleşmiş ve yerleşen
bu kısım Oturak-Kızık adı ile anılmıştır. Oturak-Kızıklar S u lta n İ b ­
ra h im (1639-1648) devrinde Anteb bölgesindeki Oğurca, Damlaluca,
Ç ay-K u yu, Sakal, Kara-Dinek, Yalan-Kaz, Üç-Kilise ve Taşlıca adlı
köyler ile Anteb şehrinde ve yine Anteb’e bağlı diğer bazı köy ve ka­
sabalarda yaşıyorlardı. Bunlardan başka Mihmadlu ve Boz-Atlu oba­
larının da Kızıklar’ a ait olduğunu biliyoruz4. Oturak-Kızıklar’m yer­
leşmiş oldukları yerler X I X . yüzyılın sonlarına kadar kendi adları ile
anılan İdarî bir yöre (nahiye) halinde kalmıştır. Bugün onların yer­
leştikleri köylerin birçoğu eski adları ile mevcudiyetini muhafaza
etmektedir.

1 Cedvele hk.
2 Köylerimiz. 467-468; Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu , s. 694.
3 F. Sü m er, Bozoklu Oğuz boylarına dâir , s. 73, 75, 76, 94, 95.
4 F. Sü m er, aynı ya zı , s. 76, 94.

295
S u lta n İ b r a h im devrinde Kızıklar’m yerleşik hayata geçme­
miş olanları Göçer-Kızık adını taşımakta ve 149 vergi nüfusuna sahip
bulunmaktadır. Gerek Otur ak-Kızıklar’ m, gerek Göçer-Kızıklar’m 1101
(1690) yılında Avusturya seferine çağırıldıklarını görüyoruz. Sefere
çağırılan Oturak-Kızıklar’m başında K a r a - K e t h ü d a oğlu B e k ir
B e ğ , Göçer-Kızıklar’ m ise H a c ı Z e k e r iy y a oğlu A s s â f B e ğ ve
K ız ık M e h m e d O ğ lu gibi beğler bulunuyorlardı5.

X V III. yüzyıla ait vesikalarda Kızıklar Pehlivanlular’m başında


bulunduğu Haremeyn uş-şerifeyn aşiretlerinden biri olarak zikredil­
mektedir 6. Bunlar Göçer-Kızıklar idi. Yine Kızıklar’ dan bir kolun
X V II. yüzyıl başlarında Orta-Anadolu’ya, geldiği anlaşılmakta ise d e 7
bunun âkibeti hakkında şimdilik hiç bir bilgiye sahip değiliz.
X V I. yüzyılda Kızıklar’ m bir kolu da Dimşak ( Şam) bölgesinde
yaşamakta idi. K a n u n î devrinde bu Kızık kolu 66 vergi evi olarak
gösterilmiştir s.

5 A hm ed R e fik , Anadolu'da Türk aşiretleri, s. 83.


6 Ah m ed R e fik , aynı eser, s. 203.
7 A hm ed R e fik , aynı eser , s. 68.
3 F. Süm er, aynı yası, s. 76, 95.

296
X I.

BEĞ-DİLİ

Bu boy, R e ş id u d -d in Oğuz - nâmesinde hükümdar çıkaran beş


boydan biri olarak zikredilir. Yine R e ş id u d -d in ’ de H a r iz m -Ş a h -
lar hânedanının bu boydan çıktığı söylenir ise de 1 bunu kabul etmeğe
imkân yoktur.
X V I. yüzyılda Beğ-Dili’ ye ait tahrir defterlerinde 23 yer adına
rastgelinmiştir. Bunlar ile bu boy 16. sırada yer almaktadır2. Şimdi
bu yer adlarından ancak yarısı kalm ıştır3.
Beğ-Dililer Kuzey-Suriye’ deki Türkmenler’in Boz-Ok kolunu mey­
dana getiren boylardan biri idi. X IV . yüzyılın ikinci yansında yazıl­
mış inşa kitabındaki Türkmen boyları ve ailelerine ait listede4 Beğ-
Dililer’in adı geçtiği gibi, H a lil e l-Z â h ir î d e 5 onları zikreder.

Beğ-Dililer S a fe v î devletinin kuruluşuna da katılmışlardır. Bu­


nunla ilgili olarak onlardan mühim bir kol İran’ a, gitmiştir. Bundan
başka X V I. yüzyılda Boz-Ulus ve Y en i-İl arasında Kuzey-Suriye’ deki
ana koldan aynlmış Beğ-Dili kolları görüldüğü gibi, İç -İl bölgesinde
de müstakil bir Beğ-Dili kolu vardır.

1. H a l e b Türkmenleri:

K a n u n î devrinin ilk yıllannda Haleb Türkmenleri arasında bulu­


nan ana Beğ-Dili kolu bu Türkmen topluluğunun en büyük teşekkü­
lüdür. Bu sebeble Haleb Türkmenleri’ne dâir defterlerde bu boy daima
ilk önce zikredilir.

1 Oğuzlar'a aid destanı mahiyette eserler, s. 384.


2 Cedvele bk.
3 Türkiye'de M eskûn yerler kılavuzu, s. 155.
4 Kitab icabet is~sâil ilâ ma'rifet ir-resâil , Paris Bibliotheque Na-tionale, manuscripts arabs,
nr. 4437, yap. 47.
5 Zubdat k e ş f il-memâlik , yay., P a u l R a v a is s e , Paris , 1894, s. 105.

297
Adı geçen zamanda Beğ-Dili boyu 40 obadan müteşekkil idi. Bun­
lardan birinci oba boyun adını taşımakta ve 260 vergi nüfusuna sahip
bulunmaktadır. Aynı obanın 20 evlik ufak bir kolu da Haleb vilâyeti­
nin doğu taraflarında yaşamakta idi. Küçük-Karacalu ve Büyük-Kara-
calu obalarından sonra Kürtler obası geliyor ki, bu obanın mühim bir
kolunun da Boz-Ulus arasında yaşadığı görülmektedir. Daha önce de
işaret edildiği üzere, o zamanlarda Türkmenler arasında bazı inançlar
ile ilgili olarak Arab, Tatar, Kürd ve Çerkeş gibi kavim adları erkek
çocuklara konulmakta veya lâkab olarak verilmekte idi. B a y ra m
o ğ lu V e li K e t h ü d a ve Bozlu obalarını müteakip Beğ-Dili boyunun
Boz-Koyunlu adlı en mühim obası zikrolunuyor. Bu oba 1520-1525
yıllarında birkaç kola ayrılmış olup, bunların başında beğ ünvanlı şa­
hıslar görülmektedir. Bunlardan 25 vergi evi kadar olan birinci Boz-
Koyunlu kolu tamamiyle beğ ünvanlı şahıslardan meydana gelmiştir.
Bu kolun başında o zaman A t -G ü d e n B e ğ o ğ lu K a r a m a n B eğ
vardı. Aynı obanın ikinci kolu da M a h m u d B e ğ ’in idaresi altında
idi. Boz-Koyunlu obasının asıl büyük kolu ise Haleb Türkmenleri’ nin
Y e»/’i/’deki Yaban-Eri denilen kolu arasında yaşıyor ki, bundan bi­
raz aşağıda ayrıca bahsedilecektir. Boz-Koyunlu obasının Beğ-Dili
boyunun boy beği ailesini teşkil ettiği anlaşılıyor. Rakka iskânında
Beğ-Dili boyunun başında bulunan F ir u z B e ğ o ğ lu Ş â h in B e ğ de
bu b oy beği obasından yani Boz-Koyunlu’dan id i 6.

Beğ-Dili obasının 5. sıradaki Kuzucaklu (45 vergi evi), 13. sıra­


daki Balabanlu (100 vergi vei), 15. sıradaki Taş-Baş (76 vergi evi), 19.
sıradaki Dimleklu (96 vergi evi), 22. sıradaki Ulaşlu (39 vergi evi), 25.
sıradaki Tatalu (177 vergi evi) obaları da kayda değer. Burada geçen
Ulaşlu obası ile Gâvur dağlarındaki Ulaşlular arasında hiç bir müna­
sebet yoktur.

26. ve 27. sıradaki Beğ-Dili obalarına gelince, bunların din ve


tarikat adamlarından meydana geldiği görülüyor. Bu obalardan b i­
rincisi Hoca A li Şeyh adını taşımakta ve dört şeyh ailesinden müte­
şekkil bulunmaktadır. Defterde bu şeyhlerin: “ kadimden er ocağı olup,
bir senede üç kelâmullah hatmedüp sevabın hazret-i hüdâvendigâr ’ a ( K a ­
n u n î) edâ ettikleri, duaları makbul kimesneler” oldukları kaydedilmiş­
tir. Yine şeyhlerden müteşekkil bulunan ikinci oba Boz-Geyiklu adını
taşıyor. 17 kişi olan bu oba mensuplarının: “ kadimden vâcib ur-riâye
kimesneler” oldukları evlerine “ kurban, çırak gelür dervişler idikleri”

6 F. Süm er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir, s. 79-80, 95-97.

298
ve “ hem mezkûr Beğ-Dili cemâatinin uluları oldukları” söyleniyor7.
Bu kayıtlardan bugün dahi Gazi-Antep ve Suriye’deki Türkmenler’in
biricik velîsi sayılan B o z - G e y ik lu D e d e'Yıin hangi boya mensup
bulunduğunu ve bu dedenin oğulları olduğunu öğrenmekteyiz. Yine
bu kayıtlara göre, B o z - G e y i k lu D e d e ’nin X V . yüzyılda yaşamış
olduğuna ihtimal verilebilir.
Beğ-Dili boyunun nüfusu X V I. yüzyıl boyunca daimî bir artış
göstermiştir. 984 (1577) yılında Haleb Türkmenleri sancağı beğine gön­
derilen bir hükümde Beğ-Dili boyunun devlete isyan etmiş olan Arab
emirlerinden E b û - R iş oğluna yardım etmek üzere olduğunun du­
yulduğu yazıldığı gibi, aynı tarihli diğer bir hükümde de yine Beğ-Di-
li’ den Sincan, Kara-Şeyhli ve Çoplu obalarının yol kesicilik ve yağ­
macılık yaptıkları bildirilmektedirs.
M ü v e r r ih N a im a 9 Beğ-Dili Türkmenlerinin Haleb’ ten Diyar­
bekir’e kadar uzanan sahanın en güzel yaylaklarına sehip olduklarını
yazıyor. Fakat yine aynı müverrihin sözlerine göre, Beğ-Dili Türkmen­
leri bu güzel yaylaklarında rahat durmıyarak çiftçilerin ekinlerini da­
varlarına çiğnettikleri gibi, vergilerini vermekten de kaçınmışlardı.
Bu sebeble 1039 (1630) yılında Bağdad’ ın geri alınmasına memur edil­
miş olan Vezir-i Âzam H ü s r e v P a şa Haleb’ den hareket etmeden
önce kuvvet göndererek bu boyu yola getirmiş, vergi borçlarına mu­
kabil de 10 000 koyun ve yüz kadar develerini zaptettirmiştir.
Beğ-Dili boyu hakkında aynı yüzyılın sonlarına ait mühim haber­
ler vardır. Lâkin bunlardan bahsetmeden önce onun Y en i-ll’ deki kolu­
nu tanıtmak gerekiyor.

2. Yeni-ll:

Y e n i-ll’ de yaşayan Beğ Dili oymağı, biraz yukarıda söylendiği


gibi, Haleb Türkmenleri arasındaki ana koldan yeni ayrılmış ve onunla

7 A li R ız a (Y a lg ın ) mn Türkmenler9den dinlediğine göre (Cenubta Türkmen oymakları,


İstanbul, 1931-1932, 1, s. 25, haşiye), B o z -G e y ik lü D ed e’ nin tü rb e s i M ü n b iç (Membiç)
kazasında, Kuru-Dere* ye bir saat mesafede olan bir yerde bulunmaktadır. Yine aynı müellfin
anlattığına göre her yıl Türkmenler bu türbenin etrafında toplanıp şenlik yapmaktadırlar. Türk­
men rivayetlerinde B o z -G e y ik lü D e d e ’ nin A b m e d -i Y e s e v î torunlarından olduğu ve
H a cı B e k t a ş -ı Y e li ile münasebeti bulunduğu söyleniyor. R a h m e tli A li R ız a B e y , Türk­
menler9in en büyük andlannda B o z -G e y ik lu D ed e’ nin adını kullandıklarını ve en büyük
yeminlerini B o z - G e y ik lü D edelerinin hayzurân çubuklarından atlamak suretiyle ettiklerini
de anlatmaktadır (s. 44). Bu sonuncusu eskiden Anadolu9da her yerde bilinen bir yemin şekli
olup adına “ değnek atlama” deniliyordu.
8 Mühimme defleri, nr. X V III, s. 13.
9 Tarih , İstanbul, 1280, III, s. 7-8.

299
daimî temas ve münasebette bulunan bir koldur. Bu kol K a n u n î dev­
rinde üç obaya ayrılmıştı. Bunlardan 75 veıgi nüfuslu birinci oba De-
ve-Taş adlı bir yerde, 62 vergi nüfuslu olan İkincisi B oz-Ü yü k ’ te, 70
vergi evi kadar olan üçüncüsü de Yellüce’ ye bağlı Alaca-Han’ da ya­
şamakta idi. Bunlardan ilk ikisi boyun adını, üçüncüsü de Güneş adı­
nı taşımaktadır.
III. M u ra d (1574-1595) devrinde bu Beğ-Dili kolunun kalabalık
bir teşekkül haline gelmiş olduğu görülüyor. Bu devirdeki Beğ-Dili
obalarının en büyüğü Emtileklu olup, 61 vergi nüfuslu Bekmişlu, 26
vergi nüfuslu Arablu , 22 vergi nüfuslu Fakihlu ( Fakılu) , 56 vergi nü­
fuslu Sincan, 80 vergi nüfuslu Güneş, 93 vergi nüfuslu Kazlu kolların­
dan meydana gelmiştir. Emtilek’ in bir şahıs adı olması muhtemeldir.
Emtileklu’ dan sonra bu Beğ-Dili kolunun şu obaları da zikre değer:
Kara-Hasanlu (38 vergi evi), Karacalu (82 vergi evi), Süleyman K et­
hüda (128 vergi evi), Topaklu (50 vergi evi), Gün (83 vergi evi), Ota-
mışlu (49 vergi evi), Kara-Şeyhlu (97 vergi evi), Çoban-Beğlu 10 (24 ver­
gi evi), Boz-Koyunlu (86 vergi evi), U ğ u r lu B e ğ ’ e tâbi diğer Boz-
Koyunlu (47 vergi evi), Ş e fa a t B e g ’e tâbi Boz-Koyunlu (32 vergi
evi) ve Kuzucaklu (15 vergi evi) n. Y en i-İl’ deki bu Beğ-Dili kolu kış
gelince Haleb bölgesine inerek kışlamakta idi.
1100 (1698) yılında Beğ-Dili boyunun yukarıda adları geçen Boz-
Koyunlu ve Kara-Şeyhlu obaları Elbistan kasabasına yürüyerek bura­
yı 40 gün kuşatmışlardır n . Bu, sadece yağma maksadı ile mi ilgilidir,
yoksa buna başka bir sebeb mi âmil olmuştur bu hususta bir tahmin­
de bulunmak mümkün olmuyor.
Ertesi yıl Beğ-Dili beğleri 150 atlı ile Avusturya’ ya yapılacak se­
fere çağrılmışlardıu. Bu beğler şunlardır:

F ir u z B eğ o ğ lu Ş â h in B eğ
Ş e d id o ğ lu T opal  s s a f B eğ
B e k m iş lu G â n im B eğ
K ö r N â sır B eğ
Y ü z H â tim A ğ a o ğ lu H a şa n B eğ
S e y f H a n B eğ

10 Suriye sınırındaki Ç oban B eğ tren istasyonu adını bu obadan almış olsa gerektir.
11 F. Sü m er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir , s. 99-100.
.12 A h m ed R e fik , Anadolu’da Türk aşiretleri, s. 79; vesikalardaki K a ra E şm eli, K a ­
ra-Şey hlu olacaktır.
13 A y n ı eser, s. 84.

300
Ebu S e y f o ğ lu M irz a İ s m a il B eğ
K a r a -Ş e y h lü K ız ıl İ d r is o ğ lu M usa B eğ
Şeyh M u sa K e th ü d a
Şah İ s m a il o ğ lu M ehm ed B eğ
B o z -K o y u n lu A hm ed K e th ü d a
K a r a -Ş e y h lu e l-İy s O ğ u lla r ı: K e n ’ an ve K essâl B eğ
K ır g ıl Y ^hya o ğ lu
B o z -K o y u n lu M u r ta z a K eth ü d a
D ö ğ e r lü Y edi B eğ.

1102 (1690-1691) yılında ise Beğ-Dili boyu bütün obaları ile bir­
likte Ağça-Kale’ den Rakka’ya varıncaya kadar olan yerde, Belih çayı
kıyısında iskân olmak emrini a ld ıu. Böylece Beğ-D ili’nin güzel gün­
leri sona ermiş, acı ve hüzünlü günleri başlamıştı. Rakka’y a iskânları
emredilen Beğ-Dili obaları Haleb Türkmenleri arasındaki, o zamana
kadar başka yerlerde yerleşmemiş obalar ile Y en i-Il’ deki bütün oba­
lar idi. Bunlar Y en i-İl’ den Bekmişlu obası başlarında kethüdaları
H a c ı A li o ğ lu G â n im B e ğ olduğu halde 500 vergi evi, Kara-Şeyhlu
kethüdaları (Topal A ssa f) 600 vergi evi, F ir u z B e ğ o ğ lu Ş âlıiıı
B e ğ idaresindeki Boz-Koyunlu 600 vergi evi, S e y f H a n idaresindeki
diğer Boz-Koyunlu 200 vergi evi, Dimleklu , kethüdaları P ir -B u d a k
o ğ l u M e h m e d ve S a t ılm ış idaresinde 500 vergi evi idiler ki, hepsi
3200 vergi evi ediyor. Haleb Türkmenleri arasındaki Beğ-D ili’ den de
iskânları emredilen obalar Tatalu, Kazlu, Balabanla, Arablu, Taş-Baş,
Sincan, Güneş ve diğerleri idiler15. Bunların bir kısmı yerleştirildikleri
yerlerde yol kesicilik yapmağa başladıkları gibi, birçoğu da çok sev­
dikleri Urum’ a kaçmışlardır. Fakat bunlar şiddetle takip olunarak tek­
rar iskân yerlerine getirildiler. Diğer Türkmen oymakları zamanla
birer birer fırsat bulup iskân yerlerinden kaçtılar ise de kalabalık ve
boy tesanüdünü muhafaza eden Beğ-Dililer Rakka’ da kaldılar16. İs­
kânın icrasına K a d ı-z â d e H ü s e y in P a şa başlamış ve Y u s u f P a ­
şa tamamlamıştır. Beğ-Dili boyunun iskânına ait bir şiirde her iki­
sinin de adı geçiyor:

14 A h m e d R e fik , aynı eser , s. 100—101, 108, 109; C eııgiz O rh on lu , Osmanlı impa­


ratorluğunda aşiretleri iskân teşebbüsü, s. 55-59.
15 Gösterilen yerler.
16 B eğ-D ili obalarının' Rakka bölgesinde yerleştirildikleri yerler hakkında: C en giz Or-
h o n lu ’ nun adı geçen eserine bk. (s. 58-59).

301
<£K a d ı-Û ğ lu Y u s u f P a ş a 15 gelende
Yalaıı dünya benim derdi Beğ-Dili
Seksen bin evle Rakka’ ya iskân olanda
Tayı, M uvâli’y i 28 kırdı Beğ-Dili
*

Döğülür davullar, iniler dağlar


Harbiler çağrışır analar ağlar
Gürleyip Fiyahan’a. konduğu çağlar
Şemseddin den ubur etti Beğ-Dili
*

Döğülür davullar, çekildi sancak


K oç yiğit atma takındı poncak
H a m e d i l- A b b a s bu işi tuttu ancak
Göç ile düşmana vardı Beğ-Dili
*

Ş e y h E fe n d i böyle çaldı kalemi


Namı tuttu Beğ-Dili’ nin âlemi
 n n e k S ü d d o ğ lu H ü s e y in Ç e le b i
Çarhacmız C a fer olsun Beğ-Dili
*

Kara bayrak salsak Şark Evi yırak


Kara gün olanda aşiret gerek
Şunda eyi bir nam kazandı S o y b a n B arak
Binde birin oma dikti Beğ-Dili
*

T a ş -D e m ir ’im de söyler özünden


Methedelim Beğ-Dili’ nin yazından
Ala Bucak Ket tele’nin düzünde (n?)
H a m e d ’in sancağın bastı B eğ -D ili19” .

Beğ-Dililer iskân edildikleri yere Colab diyorlardı. Colab ( Cullab)


aslında Urfa’ nın doğusunda bir köyün ve ırmağın adıdır20. E v liy a

17 Burada K a d ı-O ğ lu (H ü s e y in P aşa) ve Y u s u f P a şa olmak üzere iki ayrı şahıs


kastedilmiş olsa gerektir.
18 Buradaki Tay ünlü Arab Tayy boyudur. M uvâîı (her halde M evâ li) da Tayylar'a men­
sup başlıca obalardan biri idi.
19 Ö m er Ö zbaş, Gaziantep dolaylarında Türkmenler ve Baraklar (Gaziantep Kültür
Derneği yayınlarından ) , Gaziantep , 1958, s. 6.
20 Y a k u t, M u'cem ul buldan, II, s. 96.

302
Ç e l e b i 21 Colab’ tan bir kasaba olarak bahseder. Beğ-Dili boyu, Har­
ran’ın altındaki A y n Arûs ve Ağça-Kale’ den Rakka’ ya varıncaya değin,
Belifı çayı boylarında yerleştirildiklerinde başlarında ulu beğleri ola­
rak Boz-Koyunlu’ dan F ir û z B e ğ o ğ lu Ş âlıin B eğ, kardeşi K e n ’ an
B eğ ve K u r t B e ğ va rd ı22. Ş â h in B e ğ bütün Beğ-Dili’nin başı gibi
görünüyor. Ş a h in B e ğ aynı zamanda Rakka’ ya gönderilen bütün
oymakların iskân başısı idi. iskân başıhk devlet tarafından ihdas edil­
miş olup, vazifesi oymakların iskân yerlerinde oturmalarına dikkat
etmek ve aralarında nizam ve âsâyişi sağlamaktı. Buna karşılık onlara
Bâlis 23 sancak beğliği veriliyordu, iskân başılar oymak beğlerinden
tayin ediliyordu. Ş a h in B e ğ ’ den sonra kardeşi K e n ’an B e ğ ’in is-
kânbaşı tayin edildiğini biliyoruz24.
Rakka bölgesine yerleştirilen Beğ-Dili ve diğer oymakların hâ­
tıralarında Ş â h in B e ğ ’in yerine babası F ir û z B e ğ geçiyor:

“ Toplandık aşiret geldik Colab’&


Baş bend de F ir û z B e ğ ’in değil mi?
Emretti beğler konduk yan yana
H a c ı A l i ’ nin yurdu Seylân değil mi?
*

Ondan aşağı Budak düzüldü


Bend sahibi ismi ismine yazıldı
Orda B e r k A ğ a ’nın keyfi bozuldu
Torunların yurdu Şirvan değil mi ?
*

Yurd verildi Ulaşlı’nın beğine


O da kondu B e r k A ğ a ’nın sağma
Firkat geldi Ağça-Kale dağına
Bayındır’ ın yurdu Goncan değil m i?
*

Dedem-Oğlu, haymaların kurulsun


Çekilsin bayraklar mehter vurulsun
Döğülsün kahven harbin çağrılsın
Abdalların yurdu Ören değil m i?” 25.

21 Seyahat-nâme , İstanbul, 1314, III, s. 166.


22 C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 55, haşiye 10.
23 Haleb'in doğusunda, Fırat kıyısındaki Bâlis.
24 C en giz O rhonJu, aynı eser , s. 50, haşiye 95.
25 Ö m er ö z b a ş , aynı eser , s. 7-8; A li Şahin, aynı eser, s. 28-29.

303
Hâtıralara göre Beğ-Dili boyunun beği iskân başı F ir û z B eğ
(hâtıralarda: F e riz ) bu fena yerlerde yaşanmaz diyerek bir kısım oba
lar ile beraber İran’ a gitmiştir26. Oymakların başında bulunan beğ-
lerin O sm a n lı devletinin kendilerine itibar göstermemesi, mevki ver­
memesi ve bilhassa devlet memurlarının haksız muameleleri karşısın­
da İran’ a, gittikleri bir vakıadır. X V . yüzyıl ile X V I. yüzyıhn ilk çey­
reğindeki göçebe beğ ailelerinin daha sonra görülmemesinde onların
İran’ a gitmiş olmaları mühim bir âmil olsa gerektir. İran’da ise onlar
Türk asilzâdesi arasına dahil ediliyorlar ve yüksek memuriyetlere ge-
çiriliyorlardı. Bu sebeble Ş â h in B e ğ ’in (hâtıralarda F ir û z B eğ)
İran’a gitmiş olduğu kabul edilebilir. Nitekim şu şiir F ir û z B e ğ ’in
İran’a gittiğini açıkça anlatıyor:

“ Seherden avazm bağrımı deler


Dumanın kanadı köz gibi yanar
Kaldırmış kanadın yavru baş sanar
F ir û z Beğ Acem ’ e gitti durnalar.
*

Yedi atlı ile bindik A lla h emanet


Yetmiş bin evliya eylesin himmet
Yurdumu beklesin oğlum M u h a m m e d
F ir û z B e ğ Acem ’ e gitti durnalar
*

Çağrışı çağrışı yayladan, inin


İnin A y n E lize 27 bir semah28 dönün
Beğden izin oldu koruya konun
F ir û z B e ğ Acem ’ e gitti durnalar
*

Benden selâm eyle H a z n a hatuna29


Çıkarsın alları kara bağlasın
Küçük oğlu ile gönül eğlesin
F ir û z B eğ Acem’ e gitti durnalar30” .

26 A li K ıza Y a lg ın , Cenupta Türkmen oymakları , I, s. 35; A li Ş ah in, Giiney-Ana -


dolu?da B eğ-D ili Türkmenleri ve Baraklar , Ankara , 1962, s. 30-35.
27 Burası Akça-kale’nin az güney batısındaki A y n ul-Arûs denilen yer olacaktır. (K iia b-i
Diyârbekiriyye , I, s. 249).
26 Bu kelime her halde Semâ olacaktır.
29 İhtimal F ir û z B eğ’in karısı.
30 Ö m er Ö zb a ş, aynı eser, s. 9-10; A li Ş ah in, aynı eser , s. 33.

304
Beğ-Dililer kendilerini yakıcı Rakka çöllerinde bırakıp Acem*e
giden beğlerini bir türlü unutamamışlar ve çocuklarına onun adını
(F e r iz şeklinde) koymak sureti ile batırasım zamanımıza kadar ya­
şatmışlardır. Bu F ir û z B e ğ ’in iskân başı Ş â h in B e ğ olması muh­
temeldir. Şahin B ey’in Firûz Bey adında bir oğlunun mevcudiyeti de
düşünülebilir.
Beğ-Dililer ve diğer Türk oymakları sonraları devlet tarafından
da bir sürgün yeri olarak kabul edilen Rakka bölgesinde yalnız susuz­
luk ve kavurucu sıcaklar ile değil, Arab boyları ile de mücadele etmek
zorunda kalmışlardır. Mücadele bilhassa pek kalabalık olan T ayy ve
Aneze Arabları ile yapılıyordu. Çok nüfuslu ve gayet vahşi olan bu
kabileler ile sayıca onlardan çok daha az olan Beğ-Dili’ nin ve diğer
oymakların yiğitçe savaştıkları görülüyor31. Rakka iskânı Türkmenleri­
nin A r ablar, Kürdler ve bilhassa bu sonuncuların Rişvan ve M illi aşi­
retleri ile yaptıkları savaşlara dâir birçok şiirleri zamanımıza kadar
gelmiştir. Şu güzel şiir bu mücadelelerle ilgili görünüyor:
“ Rakka çöllerinden gelen gaziler
Rakka’m n da konca gülü soldu m u?
Yeniden bir haber duydum oradan
Cerid B e k ir öldü derler öldü m ü?
*

Cerid B e k ir öldü ise kırıldı kilit


Yolumuza çöktü bir kara bulut
Kürdülü K e r im ’le Bayındır H a lit
Kolu bağlı cellâtlara vardı mı?
*

K u l S a ’ d u n ’um der ki bulamadık vefa


Hükmümüz geçerdi şol K a f tan K a f’a.
Ulaşlu o ğ lu H a c ı M u s ta fa
Alayları bölük bölük böldü m ü?” 32
Şiirde görüldüğü üzere, bu savaşlarda ün almış yiğitlerin adları
geçiyor ve C e rid B e k ir ’in ölümünden duyulan teessür anlatılıyor.
Ceridler’den bir oymağın da Beğ-Dililer’e komşu olarak Belih Çayı
kıyısına yerleştirildiklerini biliyoruz33. Bu, Boz-Ulus Cerid’i idi. Ba-

31 Niebuhr (V oyage en  rabie , s. 336). 1764 yılında bu Beğ-Dililer'in 12000 çadır oldu­
ğunu yazıyor.
32 A li Şahin, aynı eser, s. 19; Ö m er ö z b a ş , aynı eser, s. 26.
33 C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 54, 57, 59, 78, 94.

305
Taklar*ın da aslında Lir Cerid obası olduğu fikrinde bulunduğumuzu
evvelce söylemiştik. Beğ-Dili boyu Rakka bölgesine alıştı ve hattâ
hâtıralara bakılır ise kendisini, tehlikeli düşmanları Arab boylarına say­
dırdı, Hâtıralara göre bir kervan soygunundan dolayı Haleb vâlisi A b -
b a s P a şa Rakka’ daki Türk oymaklarının üzerine yürüyerek onların
dağılmalarına sebeb olmuştur. Şu şiir Türkmenler’ in A b b a s P a şa
ile savaştığını gösteriyor:
“ Evvelce gelmişiz iskân olanda
Dağıttın Culab’ı sen A b b a s P a şa
Aşiret! siz de bakın böyle zamana
Dağıttın Culab’ ı sen A b b a s P a şa
*

H a y d a r lı,
Ç e le b i çıksın bir yana
Arablı, Kadirlidöndü aslana
Dört çevremiz döndü kana dumana
Dağıttın Culab’ı hey A b b a s P a şa
*

Güneçle, Ulaşlı dövüşe insin


Bayındırlı, Kazlı arkada dursun
Torunla, Şark-Evli hazırlık görsün
Dağıttın Culab’ı hey A bbas P a şa
*

M e h m e d B e ğ ’im derki belim büküldü


Gözüm yaşı sinelere döküldü
Dağıldı aşiretim, bendim, söküldü
Dağıttın Culab’ı sen A b b a s P a ş a ” . 34

Böylece A b b a s P a ş a ’ya yenilen Beğ-Dili, Barak ve diğer oy­


maklar Culab’ı terkederek dağılıyorlar. Bu hâdisenin X I X . yüzyılda
olduğu anlaşılıyor. Rakka’ dan ayrılan Beğ-Dililer’ in mihim bir kısmı
Anteb’ in güney yöresine yerleşmişlerdir. Onlardan altı obanın köyleri
Suriye toprağında bulunmaktadır. Arablı obasına mensup köylerin
çoğu Türkiye’de, üç köy de ( Çörten-Hüyüğü, Teleyli, Ağdaş) Suriye’ de­
dir. Kara-Şeyhli obası köyleri de tamamen Türkiye’de ise de, Bekmişli
obası köyleri Suriye’ de kalmıştır. Bekmişli’den başka Kazlı, Güneç-
Bayraktar (eski Güneş obası), Kadirli, Hacı-Mahlı, Haydarlı, Çelebi
obalarının köyleri de Suriye toprağında bulunmaktadır.

34 A li Şahin, aynı eser, s. 55.

306
Beğ-Dililer toprağa yerleşeli uzun bir zaman olduğu Iıalde son
boy teşkilâtlarını unutmamışlardır. Rakka bölgesine yerleşme ve onu
takib eden olaylara dâir hâtıralar hâlâ canlı bir şekilde yaşatılmaktadır.
Avşarlar’m nasıl kovgunlara dâir şiirleri var ise onlar da, bazılarını
yukarıda dercettiğimiz iskâna, Arab ve Kürd oymakları ile savaşlara
dâir şiirlere sahiptirler35.

3. Boz- U l u s :

Boz-Ulus arasındaki Beğ-Dili kolunun Kuzey-Suriye’ He yaşayan


ana Beğ-Dili boyundan ayrılmış bir oymak olduğu evvelce söylenmişti.
K a n u n î devrindeki Boz-Ulus arasında yaşayan Beğ-Dili oymağı
200 vergi evi kadardır. II. S e lim zamanında bu Beğ-Dili oymağı da­
ha kuvvetli bir teşekkül haline gelmiştir. D o ğ a n ve diğer kethüda­
ların idaresinde bulunan bu Beğ-Dili oymağı o zaman (II. S e lim dev­
rinde) 615 vergi evi id i36.
996 (1587-1588) tarihinde bu Beğ-Dili oymağının başında bulu­
nan U şak, M e h m ed ve D o ğ a n -O ğ lu ’na bir hüküm yazılmıştır37.
Bu hükümde adı geçen kethüdalardan devlete isyan etmiş olan ve soy­
gunculuk yapmağa başlayan Rahbe Beği A b d u r r a h m a n ile Ruha
(U rfa ) beği Z ü h r a b ’ı yakalamaya memur edilen eski Rakka beğler­
beğisi M e h m e d P aş a’ya yardımda bulunmaları istenmiştir.

4. Tarsus:

Bu bölgedeki Varsak boylarının en büyüklerinden biri olan K u ­


sun teşekkülü arasında 54 vergi nüfuslu Beğ-Dili adlı bir oymak gö­
rülmektedir. Bu Beğ-Dili oymağı K a n u n î devrinde sahip bulunduğu
bazı ekinliklerde çiftçilik yapmakta id i3S.

5. İ ç - t l :
Bu bölgedeki belli başlı oymaklardan biri de Beğ-Dili boyuna
mensup bulunmaktadır. Bu Beğ-Dili oymağının daha II. B a y e z id
devrinde umumiyetle Gülnar kazasına bağlı olan köylerde yerleşmiş
olduğu görülüyor. Sayısı 14’ü bulan bu köylerden bir kısmı adlarını
bugüne kadar muhafaza etmişlerdir. Bu Beğ-Dili köyleri şunlardır:

35 Rakka bölgesindeki Türkmenler 9in tarihine dâir maalesef elimizde bir inceleme yazısı
yoktur. Böyle bir incelemenin yapılması zamanı gelmiştir.
36 F. Süm er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir, s. 85, 100.
37 Mühimme defteri, nr. L X IV , s. 62.
38 F. Süm er, aynı yazı , s. 86-100.

307
Kara-Ağaç (46 vergi nüfuslu), Ulu-Kaşağı (39 vergi nüfuslu), Incircek
(32 vergi nüfuslu), Berçem (25 vergi nüfuslu), Emir Hacı (22 vergi nü­
fuslu), Karaca-Virân (52 vergi nüfuslu), Kuru-Dere (19 vergi nüfuslu),
Lapa (62 vergi nüfuslu), Dırnaklu (33 vergi nüfuslu), Gerçelik (7 vergi
nüfuslu), TJlu-Çir (95 vergi nüfuslu), Y as-P m a rı (8 vergi nüfuslu).

Bunlardan başka bu Beğ-Dili oymağının henüz yerleşmemiş bir


kolu da görülmektedir. 56 vergi evinden müteşekkil bulunan bu yer­
leşmemiş Beğ-Dili kolu Iç -ll sancağı dahilinde dağınık bir halde ya­
şamakta id i39.
Iç -ll sancağında yaşayan Beğ-Dililer ’in başındaki aile defterlerde
E v lâ d - ı B e ğ -D ili, yani B e ğ - D il i o ğ u lla r ı olarak anılıyor.

6. İran Beğ-Dilileri:

Kuzey-Suriye Türkmenleri*nin S a fe v î devletinin kuruluşuna bil­


hassa Şamlu adı altında katılmış bulunduklarını evvelce söylemiştik.
Daha Şah İ s m a il’in babası Ş e y h H a y d a r zamanındaki S a fe v î
müridleri arasında Şamlular’ın kalabalık bir halde bulundukları gö-
lüyor.
S a fe v î devletinin dayandığı en başta gelen Türk boylarından
biri olan Şamlu boyu başlıca Beğ-Dili, İnallu (daha sonraları İnanlu)
ve Hudâbendelu (Harbendelu) obalarından meydana gelmişti. Daha
sonra bu boya Avcı, Balabanlu, Biçerlu, Arabgirlu ve Kerâmetlu gibi
obalar da katılmıştır.
Şamlular, daha önce de işaret edildiği gibi, Şah A b b a s devrinde
diğer bütün Kızıl-Baş boylarım geçerek birinci mevkii almışlardır. Bu
devirde en fazla emîr bu boydan çıkmıştır. Şamlular Şah A b b a s m
halefî Şah S a fî zamanında da bu mevkilerini muhafaza etmişlerdir.

Şamlular arasındaki Beğ-Dili kolunun bu boyun hâkim ve sevke-


dici obası olduğu anlaşılıyor. S a fe v î devletinin kuruluşuna katılmış
bulunan Ş a m lu A b d i B e ğ ve oğlu meşhur D u rm u ş H a n ’ın Beğ-
Dili* nden olması muhtemeldir.

Şah T a h m a s b ’ a karşı saltanat davasına kalkışan kardeşi E l-


kas M irz a ’nın adamlarından olup sonra ondan ayrılarak T a h m a s b
tarafına geçen B e r e k e t H a lîfe ’nin Beğ-D ili *den idiğini biliyoruz40.
S u lta n M u h a m m e d devrindeki emirlerden A h m e d B e ğ de Beğ-

39 F. Süm er, Boz-OMu Oğuz boylarınna dâir , s. 85. 100-101.


40 H a s a n -i R u m lu , s. 315.

308
Dili’ den idi. A h m e d B e ğ 1002 (1593-1594) tarihinde Şah A b b a s
tarafından Lâhican darugalığma tayin edilmiştir41.
Biraz yukarida işaret edildiği gibi, Şah A b b a s ’ın Şamlu boyu
beğlerine karşı yakın bir teveccühü olduğu görülüyor; devrinde bu
boydan büyük emirler yetişmiştir. Şamlu emirlerinden Beğ-Dili oba­
sına mensup olduklarım bildiğimiz (yukarıda adı geçen A h m e d B e ğ ’­
den başka) beş kardeş vardır ki, bunlar Şah A b b a s ’ ın mukarrebleri
arasında idiler. Bu beş kardeş şunlardı: M u h a m m ed B eğ, H a y d a r
B eğ , S aru B eğ , K a p a n B e ğ (di^ ölji), Z e y n e l B eğ. Bunlar­
dan Şah A b b a s ’ın yakınlarından olan M u h a m m e d B eğ 1022 (1613-
1614) yılında ölmüş ve malı ana bir kardeşi, harem eşik ağası başı H a y ­
dar S u lt a n ’ a kalm ıştır42. H a y d a r S u lta n da 1028 (1618-1619)
de öldü ve zengin serveti oğlu N u r u d -d e h r ’e kaldı. Bu, sevilen bir
genç id i43. N u r u d -d e h r bu devirdeki bazı seferlere katılmıştır44. Sa­
ru B e ğ ’ e gelince, o, 1011 (1602-1603) yılında O sm a n lı ordusu ile
yapılan savaşta yararlık göstermiştir. Kendisi 1021 (1612-1613)’ de
Saru-Gurkan ve Gâve-Rûd (Kirman-Şah bölgesinde) hâkimi olup, 1033
(1623-1624)’ de Hille hâkimliğine tayin edilmiştir45. Kardeşlerinden
K a p a n S u lt a n ’a 1018 (1609-1610)’ de O s m a n lıla r ’dan geri alınan
Urmiye kalesi hâkimliği verilmişse de 1024 (1615)’de gafleti yüzünden
kalenin Kürdler’ in eline geçmesi sebebi ile kardeşlerine riayeten yal­
nız vazifesinden azledilmekle yetinilmiştir46. Z e y n e l B e ğ ’e gelince
o da Şah A b b a s ’m mukarreblerinden olup Tuşmal başı idi. Hüküm­
darı tarafından sevilen Z e y n e l B e ğ ’in A b b a s ’ın ölümünde eşik ağası
başı ve aynı zamanda R ey hâkimi bulunduğunu biliyoruz47.

Şah A b b a s devrindeki Beğ-Dili Yeğlerinden biri de G ü n -D o ğ -


m uş S u lta n idi. G ü n -D o ğ m u ş S u lta n Şah A b b a s ’m birinci
Bağdad seferinde Kerkük yöresindeki Tâuk’ ta bulunuyordu. Buradan
Şah’m katma gelen bu Beğ-Dili emîri Şah’ ın hizmetine girerek ondan
sultanlık ünvamnı almıştır. G ü n -D o ğ m u ş S u lta n Azerbaycan’ da.,
muhtelif yerlerde olmak üzere, dirliklere (tiyulât) sahip bulunuyordu 48.
O sm a n lı ülkesinde Şah A b b a s ’ın hizmetine giren bu G ü n -D o ğ -

41 Tarih'i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 369, 459, 461—462.


42 A y n ı eser , II, s. 553, 697, 716, 718, 810-811, 860, 889.
43 A y n ı eser , II, s. 860, 929.
44 A y n ı eser , II, s. 929, 1032, 1035.
45 A y n ı eser , II, s. 614, 856-857, 906, 1011, 1019.
46 A y n ı eser , II, s. 782, 797, 800, 811, 889, 890.
47 A y n ı eser, II, s. 1084.
48 A y n ı eser, II, s. 1084-1085.

309
m uş S u lta n ile buyruğundaki Beğ-Dililer’ in Boz-Ulus arasındaki
Beğ-Dili oymağından olması muhtemeldir. Şah A b b a s ’ın halefi ve
oğlu Şah S a fî zamanında (1628-1642) yukarıda kendisinden bahsetti­
ğimiz Z e y n e l B e ğ saltanat vekilliğine kadar yükselmiştir. Fakat,
onun 1039 (1630) yılında S a d r a z a m H ü s r e v P a ş a ’ ya yenilmesi
üzerine hayatına son verilmiştir49. Bu devirdeki Beğ-Dili emirlerinden
biri de N a k d î B e ğ idi. Bu emîrin Z e y n e l H a n ile akraba olup ol­
madığı bilinemiyor. Şah S a fî’niıı hükümdarlığının ilk yılında Fer-
raşhâne daruğası olan N a k d î B eğ , hanlık rütbesi ile 1042 (1633-1634)
yılında M erv ve aynı yıl içinde Kûh-Gilûye hâkimliğine tayin edilmiş­
tir. Kendisi Bağdad’ın IV. Murad tarafından 1637 de istirdadı üzerine
O sm a n lı ordusuna esir düşmüştür. Bundan dolayı Kûh-Gilûye vâli-
liğine Ferraşhâne darugası oğlu Z e y n e l B e ğ tayin edilmiş, Ferraş-
hâne darugalığı da merhum Z e y n e l H a n ’ın oğlu H a y d a r B e ğ ’ e
verilmiştir 50.

II. A b b a s ’m (1642-1667) hükümdarlığının ilk yıllarında yuka­


rıda adı geçen S aru B e ğ ’in oğlu S a fî K u lu B e ğ Sultaniye ve Zen-
can hâkimi olmuştur51. Daha önce de işaret edildiği gibi, X V III. yüz­
yılda Şamlu boyu diğer birçok boylar gibi zayıf bir duruma düşmüş,
bu sebeble bu yüzyılda Şamlu dan pek az emîr çıkmıştır. Bunlar ara­
sında Beğ-Dili’ den, Avşar Ş a h -R u h S u lt a n ’m hizmetinde M u h a m ­
m ed Z a m a n H a n ve M u s ta fa H an kayda değer52. Aynı yüzyıla
mensup tezkire sahibi L u t f A li B e ğ ’in de Beğ-Dili’ den olduğunu
kaydedelim. Yukarıda adı geçen M u s ta fa H a n ,L u t f A li B e ğ ’in
amcası veya amcasının oğlu id i53.

Şamlu boyunun inallu (İnanlu) obası Şahı-Seven olarak varlığını


zamanımıza kadar devam ettirmiştir. Bugün, Hemedan bölgesinde
tamamen yerleşmiş bir halde köylerde yaşayan Kara-Gözlü oymağının
Şamlu boyunun bir kalıntısı olmakla beraber, bu boyun hangi oba­
sından veya obalarından geldiği henüz tayin edilememiştir. Şimdi İran’­
da. Beğ-Dili adında ehemmiyetli bir teşekküle rastgelinemediğine göre
Kar a-Gözlüler’ in Beğ-D ili’ nin torunları olmaları muhtemeldir.

49 Z eyl-i tarih-i âlem drâ, s. 31.


50 A y n ı eser , s. 32, 107, 117, 227, 278.
51 M u ham m ed T a h ir -i V a h îd -i K a z v in î, Abbâs-nâme , Tahran , 1329 ş., s. 28, 62.
52 M irza M u h a m m ed -i M a*raşî, M ecma’ ut-levârih, yay. A b b a s îk b a l, Tahran ,
1328 ş., s. 139.
53 T a h sin Y a z ıc ı, L u tf A li Beg , îslâm Ansiklopedisi, VII, s. 94.

310
Bu bahse son verirken, Etrek ve Gürgen çayları arasında yaşayan
Türkmen Göklen topluluğuna mensup oymaklardan (tâife) birinin
de Beğ-Dili olduğunu söyliyelim. Bu Beğ-Dili oymağı 1863 yıhnda şu
kollara ayrılmakta idi: Pank, Aman-Hoca , Boran, Karışmaz. Fakat
Göklen Beğ-Dili oymağının nüfusu pek fazla değildi. 1840 tarihinde
bu oymağın 400 aileden müteşekkil bulunduğu söyleniyor. Bu oymağa
Çaku Beğ-Dili de deniliyor54.

54 Burn.es, Vayages .... III, s. 199; V â m b e ry , Travels, s. 306; R. R a h m e ti A ra t,


Göklen , İ. A., IV, s. 809-811.

311
X II.

K A R K I N

Kar kınlar, K â ş g a r lı’nın bazı hususlarda diğer boylara uyma­


dıkları ve Halac şeklinde ayrı bir ad taşıdıklarını söyliyerek listesine'
almadığı iki boydan biri görünüyor. Fakat bu husus ne olursa olsun
Karkın boyu Oğuzlar’ m tarihinde mühim rol oynamış bir teşekküldür.
X V I. yüzyılda Anadolu’ da bu boya ait 62 yer adı tesbit edilmiştir ki,
bunlar He Karkın boyu, listede beşinci sırada yer alm aktadır1. Bu boy
defterlerde Karkın’ dan başka Garkın, Karkun ve Kargun gibi imlâlar­
la da yazılıyor.
X V I. yüzyılda Anadolu’daki Karkın oymakları başlıca Haleb
Türkmenleri, Boz-Ulus, Dulkadırlı ulusu ile Hamid ( İsparta) sancağın­
da yaşamaktadır.

1. H a le b Türkmenleri:

Haleb Türkmenleri arasındaki Karkın oymağı 193, 71 ve 41 vergi


nüfusu olmak üzere üç kola ayrılmıştır. Bunlardan sonuncu kolun De­
veciler adını taşıdığı da kaydedilmiştir. 978 (1570) tarihinde bu oyma­
ğın asıl büyük kolunun Aym tab ve Rum-Kale taraflarında yaşamak­
ta olduğu görülüyor. X V II. yüzyılın ortalarına doğru Karkınlar, Otu-
rak-Karkm, Göçer-Karkm olmak üzere, hayat tarzlarına göre, iki kıs­
ma ayrılmıştır. Bahsedilen devirde Göçer-Karkınlar 218 vergi evine
sahip bulunmaktadır. Oturak-Karkınlar ise 74 evli, 23 bekârdan mü­
teşekkildir. Bunlardan başka 6 evli küçük bir Karkın oymağı Haleb
şehrinde, üç evlik küçük bir Karkın zümresi de Ivegi oymağına ait bir
köyde yerleşmiştir. 11 evlik diğer bir Karkın zümresinin de Şam vi­
lâyetinde Aralık-Evi adını taşıyan bir yerde yaşadığı bildiriliyorz.

1 Cedvele bakınız.
2 F. Süm er, Bozoklu Oğuz boylarına dâir , s. 86-87, 101, 102.

312
2. Boz-Ulus:

Boz-Ulus ’taki Karlan oymağı da üç kol halinde olup, ikisi asıl


Boz-Ulus topluluğunda, hiri de onun Dulkadırlı teşekkülleri küme­
sinde bulunmaktadır3.

3. D u l d a k ı r l ı :

Bu il arasındaki Karkın oymağı Haleb Türkmenleri arasındaki


Karkmlar ’ dan nüfusça biraz daha kalabalıktır. Fakat bu Karkın oy­
mağı toplu bir halde değil, dağınık bir durumda bulunmaktadır. Bu
oymağın kollarından en büyüğü, Dulkadırlı ulusunun büyük oymak­
larından biri olan Dokuz, diğer adı ile Bişanlu boyunun bir obasını
meydana getirmektedir. Bu oba boyun diğer bir çok obaları gibi gü­
neydeki Kargılık yöresinde yaşamakta id i4. Dokuz boyu arasında Kar-
kın adlı bir obanın bulunması bu iki teşekkül arasındaki kabîlevî bir
akrabalıkla ilgili olabilir. Dulkadırlı-lli içindeki Karkın oymağının bir
kolu da D e d e -K a r g ın adındaki bir Şeyh’ in, Göksün ’da bulunan za­
viyesine hizmet etmektedir. Bu D e d e -K a r g ın ’ın X III . yüzyılda
yaşamış olması muhtemeldir. H a c ı B e k t a ş ı- ı V e lî Vilâyeinâmesi’ne
göre5 H a c ı B e k t a ş -ı V e lî Boz-Ok ’ta Türkmen içinde Kır-Şehir’e
giderken kendi kerâmetine şâhit olduğu H a c ı İ b r a h im adlı bir ço­
banı erenlik mertebesine eriştirerek onu Boz-Ok ve Üç-Ok arasına gön­
deriyor. H a c ı - İ b r a h i m Boi-Ok ve Üç-Ok arasında ünlü bir şeyh
olarak tanındı. Bu tarikat adamının Niğdeli K a d ı A h m e d ’te geçen
H a c ı İ b r a h im olması muhtemeldir6. Yine Vilâyetnâme’y e göre7 Ha-
c ı - İ b r a h i m ’in ölümünden sonra D e d e - K a r g ın oğulları ile H a c ı
İ b r a h im ’in oğullan arasında geyik derisi tac üzerinde ihtilâf çıktı.
Neticede dâvayı D e d e - K a r g ın oğulları kazandılar ve geyik derisi
tac giymek onlara ve onların müridlerine mahsus oldu. İşte Göksün’da
zâviyesi olan D e d e - K a r g ın bu D e d e -K a r g ın olacaktır. Fakat
mezarının nerede olduğu hakkında her hangi bir kayda rastgelinmedi.
Fazla olarak Birecik yöresinde ve Mardin’in güneyinde de Dede-Kargın
adlı köyler görülmektedir.

3 F. Süm er, aynı yazı , s. 88.


4 F. Sü m er, aynı ya zı , 87-88.
5 Ankara M illi Eğittim Bakanlığı ktp. nr. 230, 46 b-47 a, Vilâyetnâme , hazırlayan A b d ü l-
baki G ö lp ın a r lı, İstanbul, 1958, s. 21-22.
6 el-Veled uş-şefîk , Fâtih ktp., nr. 4519.
7 Gösterilen yerler.

313
4. Ç u k u r -0 va:

Tarsus bölgesinde yurt tutmuş ünlü Kusun boyu arasında da 24


evlik Karkm adlı bir oba bulunduğu gibi, Adana.’ mn kuzeyinde yurt
tutmuş olan Dündarlu boyu arasında da bu adda bir Oba görülmekte­
dir.

5. İç-İl:

II. B a y e z id devrinde Silifke yöresinde yaşayan büyük Boz-Do-


ğan boyu obaları arasında 48 vergi nüfuslu Karkm adlı bir oba da ya­
şamakta idi \

6. H a m id ve Teke Sancakları:

Hamid sancağının Eğridir yöresinde yaşayan Yörükler arasında


250 vergi nüfuslu bir Karkm oymağı vardır. Fakat bu Karkm oymağı
bu yöredeki büyük Karamanlı boyuna bağlı olarak gösterilmektedir9.

Yine X V I. yüzyılda aynı adda bir oymağın da Teke’ de yaşadığı


görülmektedir.
1102 (1691) yılında Rakka eyâletinde yerleştirilen Beğ-Dili oba­
ları arasında Karkm adlı bir obanın da adı geçiyor10; bu, yukarıda bah­
sedilen Göçer-Karkmlar olabilir. S e y y a h N i e b u h r 11, A ym tab böl­
gesinde olmak üzere, Dede-Karkm ( Dade-Kirkan) adlı bir oymağın
adım zikreder.
Bu bahse son vermeden önce T im u r lu la r ’dan B a b u r M irz a ’-
nın (ölümü: 861 = 1456) Ester-Âbâd vâlisi olan B a b a -H a s a n ’ın
Karkm nisbesini taşıdığı görülüyor k i 12 bu, B a b a -H a s a n ’ın bizim
Karkm boyuna mensup olduğunu gösterse gerektir.

8 F. Süm er, A y n ı ya zı , s. 88-89.


9 H am id sancağı tahrir defteri, Başbakanlık A rşivi , nr. 121, s. 535-537.
10 C en giz O rh on lu , Osmanlı imparatorluğunda aşiretleri iskân teşebbüsü s. 56,
11 Voyage en A rabie , s. 137.
12 Diyârbekriyye , s. 327, 344, 348, 350, 359.
X III.

BAYINDIR
(Bayın dur)

Reşid ud-din Oğuz-nâmesinde yazıldığına göre O ğ u z H a n ’ın


torunu D i b - Y a v k u H a n ’ın beğlerinden T ü lü H o c a bu boya men­
sup olduğu gibi, A la - A t lu K i ş i - D o n lu K a y ı İ n a l Y a b g u ’ nun
nâibi D ö n g ü r oğlu E r k i de Bayındır’ dan idi. E rk i, K ö l E r k i H an
ünvanı ile, K a y ı İn a l Y a b g u ’nun oğlu T u m a n büyüyünceye ka­
dar hükümdarlık yapmıştı, sonra Oğuz tahtını T u m a n ’ a bırakmıştır.
T u m a n da yüz gün yabguluk yaptıktan sonra kendi isteği ile tahtını
K ü l-E r k in ’in kızından doğan oğluna vermiştir. Bu da T ik e n B ile
E r - B iç e g e n K a y ı Y a b g u lâkab ve ünvanı ile hükümdarlık etmiş­
tir
Reşid ud-din Oğuz-nâmesi’ ndeki bu sözler Üç-Oklar’m en asil boyu
olan Baymdırlar’m Oğuzlar’ın eski tarihlerinde mühim bir rol oyna­
dıklarını gösterebilir.
Bilindiği üzere Dede-ICorkut Destanları’ ndaki Oğuzlar’ ın başında
da K a m ğ a n o ğ lu B a y ın d ır H a n görülmektedir. Bunun ozanlar
tarafından A k - K o y u n l u hânedamnı yükseltmek için destanlara son­
radan sokulmuş olması muhtemeldir. Fakat B a y ın d ır H a n ’ın babası
olarak G ö k -H a n değil de K a m ğ a n gibi bir ismin verilmesi izah edi­
lemiyor.
Tahrir defterlerinde 52 köy ve ekinliğin Bayındır adını taşıdığı
görülüyor2. Bunlar da diğerleri gibi, Anadolu’nun orta ve batı bölge­
lerinde bulunuyor. Bu yer adlarından başka Adana’ nın Hâruniye ka­
sabasının batısındaki bir yöre de Bayındır adını taşıyor. O zamanlar

1 Oğuzlarca ait destani mahiyette eserler , s. 371-372.


2 Cedvele bk.

315
bir yörenin (nâbiye) bir oymağını adını taşıması, çok defa o yörede
oturanların hepsinin veya çoğunun yörenin adını taşıdığı oymağa
mensup olduğunu gösterir. Bu Bayındır yöresi adını zamanımıza kadar
devam ettirmiştir.
Şimdi İzmir’e bağlı Bayındır kasabası X V II. yüzyılda da vardı.
E v liy a Ç e l e b i 3, bu kasabanın adının O rh a n G a z i’nin oraya Ba­
yındır kavmini yerleştirmesinden aldığını söylemektedir. Bu bir halk
rivayeti mi, yoksa E v liy a Ç e le b i’nin kendisine mahsus izahların­
dan biri midir, bilinemez.
X V I. yüzyılda Anadolu’ daki bu yer adlarından başka, aynı ül­
kede bu boya mensup bazı oymaklar da görülmektedir ki, bunların en
mühimleri Haleb Türkmenleri arasında ve Tarsus bölgesinde yaşamak­
tadır.

1. Tarablus-Şam:

Tarablus-Şam yöresinde yaşayan Türkmen oymakları arasında


az nüfuslu bir Bayındır oymağına rastgelinmektedir. 25 vergi evi ka­
dar olan bu oymaktan başka H m s ul-Ekrâd çevresinde de 15 vergi ev­
lik yine Bayındır adlı bir oymak görülüyor.

2. Hal eb Türkmenleri:

Haleb Türkmenleri arasındaki Bayındırlar II. S e lim devrinde


250 vergi nüfusuna sahip bulunuyor. H ü s e y in K e t h ü d a ’nın ida­
resinde bulunan bu oymağın ufak bir kolu da, aynı devirde Anteb böl­
gesinde yaşamakta id i4.

3. Yeni-İl:

Yeni-İV de görülen Bayındırlar, Haleb Türkmenler’ indeki Bayın­


dırların bir koludur. Bu kol da iki kola ayrılmıştır. Birinci kol 125
vergi nüfuslu olup, B a y - K o c a adlı bir kethüdanın buyruğunda, 111
vergi nüfuslu olan diğer kol da Haleb Türkmenleri Bayındırlarının
başındaki H ü s e y in K e t h ü d a ’nın oğlu S a v c ı idaresinde bulunmak­
tadır5. Y e n i-ll’ deki Bayındırlar’ın 1688 yılında Barak ve diğer bazı
oymaklar ile birlikte Sivas eyâletine tâbi bir yerin ekinliklerini davar­

3 Seyahat-nâme, IX , s. 173.
4 F. Süm er, Bayındır , Peçenek ve Yüreğirler, D il ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi ,
X I, 2-4, s. 320, 334.
5 F. Süm er, aynı ya zı , s. 320, 334-335.

316
larına yedirdikleri ve evleri yakmakta oldukları haber veriliyor6. Öıi'
ların az sonra R ü s t e m K e t h ü d a oğlu H â lid B e ğ idaresinde olmak
üzere, 1101 (I690)’ de Avusturya’ya yapılacak sefere çağrıldıkları gö­
rülüyor 7. Ertesi yıl ise Bayındırlar Rakka bölgesine iskân olmak emrini
almışlardır8. Fakat onlar da çok geçmeden yerleştirildikleri yerden
kaçmışlar ise d e 9 yakalanıp tekrar Rakka’ya gönderilmişlerdir. Bun­
dan sonra Rakka bölgesinde kalan Bayındırlar Beğ-Dili, Cerid ve diğer­
leri ile birlikte' Arab ve Kürd aşiretlerine karşı savaşmışlardır. Şiirler­
de geçen “ B a y ın d ır H a lid ” 10, yukarıda gördüğümüz R ü s te m o ğ ­
lu H â lid B eğ değil ise onun bir torunundan başkası olamaz.

Bayındırlar X I X . yüzyılda, Beğ-Dili ve Baraklar gibi Anteb böl­


gesine gelip burada köyler kurarak yerleşmişlerdir. Zamanımızda on­
lar beş obaya ayrılmıştır. Bunlardan eski beğleri H â lid B e ğ ’in adını
almış olan Halidli obası Suriye’deki Çoban-Beğli köyünde oturmakta­
dır. Bu Bayındırlar dedelerinin Sivas’tan Rakka’ya sürülmüş olduk­
larım hâlâ unutmamışlardır11.

4. Boz-Ok:

Bu bölgede de bir Bayındır oymağı yaşıyorsa da bu oymak hak­


kında fazla bir bilgiye sahip değiliz.

5. Tarsus:

Tarsus bölgesinde yaşayan ve kendilerine X IV .- X V I. yüzyıllarda


Varsak denilen Türkmen topluluğu b oy adı ile Kusun, Ulaş, K u ş-T e-
mür, Gökçelu ve Elvanlu gibi, bir takım teşekküllere ayrılmıştı. Adı
geçen teşekküllerden Ulaş boyu yedi obadan meydana gelmiştir ki,
bunlardan biri de Bayındır obası idi. Bu Bayındırlar’ m daha 925
(1519) tarihinde kırk obacığa ayrıldığı görülüyor 12. Her biri müstakil
ekinliklere sahip olan bu obacıkların vergi nüfuslarının toplamı 828
dir. Bu, 5 ile çarpıldığı takdirde Bayındırlar’ ın umumî nüfusları hak­
kında 4140 tahminî rakamı elde edilir.

6 C en giz O rh on lu , aynı eser, 38, haşiye 47.


7 A hm ed R e fik , aynı eser, s. 84.
8 C en giz O rh o n lu , aynı eser, s. 56.
9 A ynı eser , s.
90, haşiye 14.
10 A li Şahin, aynı eser, s. 19.
11 A li R ız a , Cenup'ta Türkmen oymakları , I, s. 47; A b d ü lk a d ir İn a n , Gaziantep*de
Türkmenler , Halk Bilgisi Haberleri, sayı 102, s. 138.
12 F. Süm er, aynı yazı , s. 320-321, 336-339.

317
6. îg-îl:

II. B a y e z id devrinde Silifke’y e bağlı Teke köyünde 112 vergi


evlik bir Bayındır oymağı oturmakta i d i 13.

7. Te ke , Hamid, Menteşe:

Bu bölgelerdeki Yörükler arasında Bayındır adını taşıyan bazı


küçük oymaklara rastgeliniyor. Teke’ deki Bayındır adlı oymaklardan
37 vergi nüfuslusu Bayındır Elsüz-Pîrî, 25 nüfuslu olanı ise Tülü-Ba­
yındır şeklinde zikrediliyor. Hamid sancağındaki Bayındır adlı 41 ver­
gi nüfuslu oymağın diğer adı da II-Arslan’ dır. Menteşe sancağındaki
Bayındır adlı oymak ise Teke-Saru adlı bir oymak ile birlikte yazılmış­
tır. Bu sonuncusu Menteşe’ deki büyük Hor zum oymağına tâbi bulun­
makta id i14.
Teke, Hamid ve Menteşe ’ de gördüğümüz Bayındır adlı bu küçük
oymakların adlarını şahıslardan almaları da muhtemeldir. Bayındır
adının X V -X V I . yüzyıllarda şahıs adı olarak kullanıldığına evvelce
işaret edilmişti.

8. Hazar-Ötesi Türkmenleri:

Bayındırlar’ dan bir oymak da Göklen ulusu arasında yaşamakta


idi. V â m b e r y ’ye g ö re ıs, bu Bayındır oymağı: Kalaycı, Körük, Ya­
pağı, Yadcı, Keszir (?), Yasağalık-Töreng gibi kollara ayrılıyordu.
Şimdi Bayındırlar’m yurdu İran kesiminde bulunmaktadır 16.
Bayındır boyunun Türk tarihindeki en mühim rolü, Anadolu’n un
fetih ve iskânına katılmasından sonra, A k - K o y u n l u devletini kur­
masıdır. Bunun için A k - K o y u n l u hânedanına Türk kaynaklarında
“ Baymdırlu” Farsça eserlerde “ Baym dıriyye” adı verilir. A k - K o y u n ­
lu hânedanı da B a y ın d ır - H a n ’ın torunları olmakla öğünüyorlardı.
Bu hânedamn, A k - K o y u n l u devletinin son zamanlarında hayli ka­
labalık olduğu görülüyor. Bunların mühim bir kısmı hükümdarlık
mücadelelerinde ölmüşlerdir. Türkiye’ de, A k - K o y u n l u hânedanı
azasma mensup olanlardan bazılarının nesli zamanımıza kadar gel­
miştir.

13 Gösterilen yer.
14 F. Süm er, aynı ya zı , s. 321, 339-340.
15 Travels in central A sia , s. 306.
16 M es’ ud R eyhan, aynı eser , II, s. 103.

318
T ü rk m e n İ s k e n d e r B e ğ ’in sözlerinden anlaşılıyor ki, hane­
dan azasından bir kısmı da S a fe v île r zamanında İran’ da, yaşamış­
tır. S a f e v î hükümdarlarının bunları sağ bırakmış olmalarına hayret
edilir. S a f e v î devrindeki A k - K o y u n l u ailesine mensup olanlardan
M^urad B eğ -i B a y m d ı r i y y e - i T ü r k m â n ile M u h a m m ed Z a ­
m an S u lt a n -i B a y ı n d ı r i y y e - i T ü r k m â n ’ ı tanıyoruz. Ş ah -A b-
b as’ın en itibarlı hatunu bunlardan M u ra d B e ğ ’in kızı idi. M u h am ­
m ed Z a m a n S u lta n ’a gelince, kendisi ve ailesi Yezd’li olup iyi bir
tahsil gördüğü bildiriliyor. Ş a h -A b b a s ’ın yakınlarından olan M u­
h a m m e d Z a m a n S u lta n 1015 (1606-1607) yılında ölm üştür17.

17 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbâsî, II, s. 611, 804, 1009.

319
X IV .

P E Ç E N E K

Bu adda X . ve X I. yüzyıllarda Kara-Deniz’ in kuzeyinde ve Bal­


kanlarda mühim siyasî roller oynamış bir Türk kavminin bulunduğunu
biliyoruz. Bundan başka X I. yüzyılda Peçenek adında bir Oğuz boyu
da vardı. K â ş g a r lı, Türk Peçenek kavmi ile Oğuz Peçenek boyunu ay­
rı ayrı zikrediyor1. Bu ad ayniliği ancak iki şekilde izah edüebilir:

1. Her iki teşekkülün aynı adı taşıması sadece bir tesadüftür.

2. Oğuz Peçenek boyu, Türk Peçenek kavminin bir parçası olup,


Oğuzlar’ m tâbiiyyeti altına girmiş ve zamanla Oğuzlar’ m bir boyu ha­
line gelmiştir. Fakat ne Kâşgarlı da, ne de Reşid ud-din’ deki hâtıralarda
bu ikinci ihtimale ait bir delil görülebiliyor ve bu b oy da Bayındır, Çepni
ve Çavuldurlar gibi O ğ u z -H a n ’ın dördüncü oğlu G ö k -H a n ’ a bağ­
lanıyor. Peçenek boyuna ait tahrir defterlerinde ancak 4 köy adı gö-
rülebildi ki2, bunlardan dördü de, diğer boylara ait pek çok yer adları
gibi, Ankara sancağında bulunmaktadır. Bu münasebetle Ankara böl­
gesinde S e lç u k lu fethinden beri çok yoğun bir Türkmen kümesinin
yaşamış olduğuna bir defa daha dikkati çekelim. X II. yüzyılda A n ­
kara Türkmenleri’ nin ünü Horasan’ a, kadar gitmişti.

Ankara sancağındaki Peçenek köyleri Yaban-Ova, Murtaza-Ova


ve Kasaba kazalarında bulunmaktadır ki, bu köyler adlarını zamanı­
mıza kadar devam ettirmişlerdir3. Bunlardan başka yine Ankara’ya.
bağlı Şerefli Koç-Hisar yakınındaki bir vâdi de Peçenek-Özü (Peçenek
vadisi) adını taşıyor. Yalnız şimdi bu Peçenek-Özü’ nde Y en i-İl’e bağlı

(K ilisli, I, s. 404, Atalay, I, s. 488).


2 Cedvele bk.
S Türkiye'ae M eskûn yerler kılavuzu , s. 905.

320
Türkmenler’in köyleri bulunmaktadır. Zamanımızdaki Peçenek yer
adlarından diğer ikisi Maraş’ m Elbistan kazasında, dördü de Konya
bölgesinde bulunmaktadır. Bunlardan başka Beçenek adında Aksaray
(K on ya ) kazasında bir çiftliğin, İsparta bölgesinde de iki yer adının
var olduğunu biliyoruz4.

Fazla olarak Peçene şeklinde biri Su-Şehri’ ne (S ivas), diğeri de


Emir-Dağina. (A fy o n ) tâbi iki köy görülmektedir ki5, bunların da bizim
boydan geldiklerinde şüphe yoktur. Reşid ud-din’ de Peçenek boyunun
adının Biçene şeklinde yazıldığını biliyoruz.

X V I. yüzyıldaki Peçenek adlı oymaklara gelince, bunlar Haleb


Türkmenleri, Tarsus Var saklar’ ı ve At-Çekenler arasında bulunmak­
tadır.

1. Haleb Türkmenleri:

K a n u n î S ü le y m a n ’ın ilk saltanat yıllarında bu topluluk ara­


sında yaşayan Peçenekler ayrı ayrı kethüdaların buyruğunda olmak
üzere dört kola ayrılmışlardır. Bunlardan S ü le y m a n K e t h ü d a ’ya
tâbi Peçenek kolu 34 vergi evi, A h m e d , M u s ta fa ve A li kethüda­
ların idaresindeki Peçenek kollarının da 57, 67 ve 109 vergi nüfusları
vardır. Bu Peçenekler her nekadar Haleb Türkmenlerinden iseler de
yurdları o zamanlar Maraş’ a, şimdi Adana’ya. bağlı olan Hâruniye
kazasındaki Bayındır yöresinde bulunuyordu. Bununla beraber on­
lara ait ekinliklerin Bulanık (Bahçe) ve güneyde Kınık toprağındaki
Yarpuz’ a kadar uzandığı görülüyor. Peçenekler bu ekinliklerinde çift­
çilik yapmakta ve çeltik (pirinç) dahi ekmekte idiler. Bu ekinliklerin
başhcaları şunlardır: Kene Güneş, Pürnek (?), Sisca, Sakızcık, Kuzu
Deresi, Tekfur Burcu (Hudu dağında), Taşhca-İniş, Çanak-Alanı, U-
şacuk Pınarı, Fındık, Büyük Sakız, Incûgez, Berkeşlik, Ovacık Pınarı,
Gök-Pmar, Yarpuz, Hüseyinler (Sarvandı-Kaypak- kalesi yakınında).
Peçenekler’ in Hızır-Hacı, Şah-Melik (öteki adı Ali-Kethüdalu, yukarı­
daki Ahmed Kethüda’mn oğlu), Ekiz ve Yad-Beğlü kolları Hâruniye’ -
nin kuzey doğusundaki Hudu Dağı’ nda yaylamaktadır. Yalnız bu kol­
lardan Yad-Beğlü, aynı zamanda Hudu Dağı’ndaki Tekfur Burcu’ nda
kışlayıb yine orada yaylamaktadır. Diğer taraftan Şah-Melik’in bir
kolunun da Sarvandı dağında yayladığı görülüyor.

4 Türkiye’de M eskûn yerler kılavuzu , s. 140; F. A ksu , İsparta ili yer adları, İsparta , 1936,
s. 37, 81.
5 Türkiye'de M eskun yerler kılavuzu , aynı sahife.

321
1530-1540 yılları arasında Peçenekler’ in vergi nüfusları 473’ e,
978 (1570) yılında ise 722’ye yükselmiştir. Onlar bu son tarihte şu kol­
lara ayrılmışlardı. Isâ-Hacılu (82 vergi evi), Boyacılu (9 vergi nüfuslu),
Ekizler (97 vergi nüfuslu) Piri-Beğlü (142 vergi nüfuslu), Şah-Meliklu
(31 vergi nüfuslu), Hâbillu (3 vergi nüfuslu) Eküz (5 vergi nüfuslu),
diğer Boyacılu (7 vergi nüfuslu), Sipahiler (39 vergi nüfuslu). Bunlar­
dan 9 vergi nüfuslu Boyacılu, Güvercinlik’te (Elbistan’ a bağlı) yerleş­
miştir. Peçenekler’ in zamanla yeni kethüdalarının adlarını aldıkları
görülüyor.
993 (1585) yılında Maraş ve Güvercinlik kadılarına yazılan bir
hüküm de6 Peçenek tâifesinden S e y y id î G a z i ve K a n lu M e h m e d ’in
yol kesici olup yine Peçenek tâifesinden H a şa n A li F a k ih ’i öldür­
dükleri, aynı taifeden K a r a A h m e d oğlu M u s ta fa ’nın da S e y y id î
V a k k a s ’ın evini bastığı yazılarak bunların yakalanıp muhakemele­
rinin yapılması emrediliyor. Bu Peçenekler yukarıda Güvercinlik’te
yerleştirildiklerini söylediğimiz Peçenekler’ dir.

S u lta n İ b r a h im devrinde (1639-1648) yine Haleb Türkmenleri’ -


ne bağlı olan Peçenekler G e b e o ğ lu A li B e ğ ’in idaresinde olmak
üzere, beş oba halinde idiler: Berayirlu (40 vergi nüfuslu), Ekizler (13
vergi nüfuslu), Hızır-Hacılu (29 vergi nüfuslu), Hamudlu (12 vergi
nüfuslu), Bayırlu (13 vergi nüfuslu ) 1. Şu son durum Peçenekler’ den
çoğunun tamamiyle yerleşmiş olduğunu veya tahrire girmediğini gös­
teriyor. Bunlar nereye yerleştiler? Bu sualin cevabını vermek için Pe-
çenekler’ in yaylak yurdlarında (Hudu Dağı’ nda) ve Güvercinlik yöre­
sinde araştırma yapmak lâzımdır. Mamafih onlardan mühim bir kıs­
mın, bahsedilen yaylaklarda yerleşmiş oldukları kesin bir şekilde söy­
lenebilir. Peçenekler’ in Bayındır’ daki kışlak yurdları bugün de Peçe­
nek adını taşıyorsa da orada ancak Tecirliler’ e mensup köylüler görüle­
biliyor.

2. Tarsus:

Bu bölgedeki Peçenek varlığı çok ehemmiyetsiz olup, ancak 9 ver­


gi evinden müteşekkildir. Bu Peçenekler Tarsus’un büyük boylarından
Kuş-Tem ür boyu obaları arasında bulunuyor. Bu husus bu iki teşek­
kül arasında kabilevî bir münasebetin mevcudiyetini ifade edebilir8.

6 Mühimme defteri, nr, L X , s. 54.


7 F. S ü m er, Bayındır , Peçenek ve Yüregirleı\ s. 327-328.
8 F. Süm er, aynı ya zı , 328.

322
3. At-Çeken:

Sonuncu Peçenek varlığı da A t- Çekerler arasında görülüyor. I. S e-


lim devrinde Akşehir’in doğusundaki Turgut kazasında yaşayan bu
Peçenek oymağının vergi nüfusu 34 id i9. Bu Peçenek oymağının kala­
balık bir Peçenek varlığının kalıntısı olduğu anlaşılıyor. Çünkü, yine
Turgut kazasında Peçenek adlı bir köy olduğu gibi, bu kazaya yakın
yörelerde de £jynı adda bazı yer adları vardır.

9 F. Süm er, aynı yazı, s. 328.

323
XV.

Ç A V U L D U R
(Çavundur)

Bu boyun adı X V I. yüzyılda Anadolu’da, umumiyetle Çavundur


şeklinde söyleniyor. Bunun yanında kelimenin eski şekli ile (yani Ça­
vuldur) birçok köyler olduğu gibi, Çavdur şeklinde de bazı köylere rast-
gelinmektedir. Mezkûr yüzyılda bu adlarda Anadolu da 21 yer adı
görülebiliyor 1.
Danişmend-nâme’ d e 2 D a n iş m e n d G a z i’nin silâh arkadaşların­
dan Ç a v u ld u r Ç aka adlı bir emirden bahsediliyor. Z â h ir - i N işa-
b u r î’nin3 Selçuklu tarihi’nde, Anadolu’y u fetheden S u lta n A lp -A r s -
la n ’m kumandanları arasında E m îr Ç a v u ld u r adı da geçiyor3. Bu
müellife göre, E m îr Ç a v u ld u r , A r tu k , S a ltu k , M e n g ü c ü k ve
D a n iş m e n d ile Malazgird savaşında bulunmuş ve Anadolu’da Maraş
ile Sarus (Sarız) bölgelerini fethetmiştir. Bu kayıtlara dayanarak Ça­
vuldur boyuna mensup Ç aka adlı bir beğin Anadolu’nun fethinde mü­
him bir rol oynamış olduğunu kabul edebiliriz. Hattâ, mezkûr eserler­
de ondan bahsedilmesi Ç a v u ld u r Ç ak a’nın adı unutulmayan ünlü
beğlerden biri olduğunu gösteriyor.

Bununla beraber Çavuldurlar, bizim Oğuz boylarına ait yer ad­


ları cedvelinde 18. sırada yer aldıkları gibi, yine Anadolu’ da onlara
mensup kalabalık nüfuslu oymaklar da görülemiyor. Bu husus bu boya
mensup mühim bir kolun batıya göç etmiyerek Mangışlak yarımada­
sında kalmış olması ile de izah edilebilir.

1 Cedvele bk.
2 Danişmcmi-ndme, Millet ktb., A li E m irî > nr, 571, s. 17, 18; Â li , M irkad ul-cihâd, aynı
kütüphane , Reşid E fendi, nr. 678, 17 b, 22 b.
3 Z ikr-i iarih-i âl-i Selçuk, s. 33, 39.

324
X V I. yüzyılda bu boya mensup bir oymak Boz-Ulus arasında
görülmektedir. Bundan başka aynı adda çok küçük bir oymak da Ço­
rum sancağında yaşamaktadır.

1. B o z - U l u s :

Defterlerde adı Çavundur imlâsı ile yazılan bu oymak II. S elim


devrinde iki kola ayrılmıştır. D u y a r K e t h ü d a ’ya bağlı birinci Ça­
vundur kolu 174 vergi nüfuslu, P ir A h m e d K e t h ü d a ’nm idaresin­
deki ikinci kol da 50 vergi evli id i4. Bundan başka Boz-Ulus ’un büyük
oymaklarından biri olan Oğul-Beğlu obaları arasında da Çavundur adlı
bir oba vardır. Bu obanın adını, kethüdası V e li’nin babası Çavundur’ -
dan aldığı anlaşılıyor. Mamafih bu husus Oğul-Beğlu oymağının Ça­
vundur boyu ile kabîlevî bir rabıtası olduğunu gösterebilir.

2. Çorum:

Çorum ’da yaşayan küçük Çavundur oymağına gelince bu oymağın


Osmancık kazasına bağlı Akça-Su köyünde yerleştiği görülüyor*. Bu
Çavundur oymağı ile birlikte aynı köyde oturan Adil ve Hâbil adlı oy­
makların da bu Çavundur oymağı ile akraba olmaları mümkündür.

Aynı yüzyılda Menteşe bölgesindeki Köyceğiz kazasında Çandır


adlı küçük bir oymak da vardır. Fakat bu ismin Çavundur’dan gelip
gelemiyeceğini bilemiyorum.

3. Hazar-ötesi Türkmenleri:

Yukarıda kalabalık bir Çavuldur kolunun Mangışlak yarımada­


sında kaldığını söylemiştik. E b û ’l G a z i’ye g öre6 Ş a h -M e lik ’in öl­
dürülmesinden sonra Oğuzlar arasında kavgalar olmuş ve bunun so­
nucunda onlardan bir küme K ılık (j-L»), K a z a n ve K a r a m a n
b e ğ le r in başlığında Mangışlak’a gitmiştir. Bu küme arasında her
boydan oymaklar vardı. Fakat çoğu (köpregi) Eymur, Döğer, İğdir,
Çavuldur, Karkın, Salur’ dan idi.

Birinci Bölümde Sir-Derya boylarındaki Oğuz elinden bahseder­


ken X . yüzyılın başlarında yine bir kardeş kavgası yüzünden Oğuzlar’ -
dan bir kümenin o zamana kadar gayr-i meskûn, ıssız bir yer olan Si­
yah-Kûh (Mangışlak) yarımadasına göç ederek orada yurd tuttuğu

4 F. Sü m er, Anadolu’da Üç-Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller , s. 439.


5 Gösterilen yer.
6 Şecere-i Terâkime , s. 61.

325
söylenmişti. Bu vakıa E b û ’ l-G a z i’nin anlattığı rivayetin esası ola­
bilir.
Mangışlak,’tâki Çavuldurlar’ a son asırlarda Çavdur denilmekte­
dir. Bunlann diğer Türkmen boylarına mensup kollar ile birlikte Man-
gışlak’ ta rahat bir hayat sürmedikleri görülüyor. X V I. yüzyılda yarım
ada Mangıtlar tarafından istilâ edildi ve kalabahk Salur boyu oradan
çıkarıldı. Daha sonra burası Kalmuklar’m hücumuna uğradı. Kalmuk-
lar Çavdur, İğdir ve Soynacılar’ m bir bölüğünü Kuzey-K afkasya’ ya
götürdüler. Bunlar orada varlıklarını zamanımıza kadar devam ettir­
mişlerdir. Mangışlak’ta kalan Çavdur, İğdir ve diğer oymaklara men­
sup kollar' ise X I X . yüzyılda Kazaklar tarafından buradan çıkarıldılar 7.
1863 yılında Çavuldurlar, Aral gölünün güney kıyısı ile Kara-Boğaz
arasında oturuyorlardı. O zaman 12 000 çadır tahmin edilen Çavdurlar
şu obalardan meydana gelmişti: Abdal, İğdir, Esenlu, Kara-Çavdur,
Bozacu, Buruncuk, Ş eyh 8.

7 B a r th o ld , A history o f the Türkman people , s. 137, 157-159; aynı müellif, Mangışlak,


î. A., VII, s. 283-284.
8 V â m b ery , Travels in cenlral A sia , s. 303.

326
X V I.

ÇE P N I

Çepni, Avşar gibi, adı zamanımıza kadar gelmiş bir boydur.

Vilâyet-nâmeye göre1 Kır-Şehir’in Suluca Kara-Hüyük köyüne


gelen H a c ı B e k t a ş -ı Y e li ’nin ilk müridleri Çepni’ den idiler. Bu husus
aynı zamanda bu boyun mensuplarından mühim bir kısmının niçin
Kızıl-Baş olduğunu da izah edebilir. Çepniler’ in mühim bir kısmı her
halde 1240’ daki Baba İshak Türkmenleri’ nin isyanına katılmıştır.

Onlardan mühim bir kümenin 1277 yılında Sinop yöresinde yaşa­


dığı görülüyor. Aynı yılda Çepni Türkleri Sinop şehrine denizden
hücum eden Trabzon Rum imparatorunu mağlûp ederek şehrin onun
eline geçmesini önlemişlerdir2. Çepniler’ in bu tarihten sonra, Canit
( Canik) denilen Samsun’ un doğusundan Giresun yöresine kadar uza­
nan sık ormanlık bölgeye girerek orayı yavaş yavaş fethettikleri an­
laşılıyor. X IV . yüzyılın ortalarında bugünkü Ordu vilâyeti’ne B a y -
r a m -o ğ lu H a c ı-E m îr adlı bir Türk beğinin hâkim bulunduğunu
görüyoruz. H a c ı- E m îr 1358 yılında kalabalık bir asker ile Trabzon’ un
batısındaki Maçka’ya gelerek bu bölgede yağma ve tahriblerde bulun­
duktan sonra bol ganimet (doyumluk) ile ülkesine dönmüştü3. Bugün
Ordu’nun merkez köylerinden Bayramlı eskiden yörenin merkezi olup,
bu ad aynı zamanda bütün yöreyi de ifade ediyordu. Bayramlı adı
H a c ı-E m îr B e ğ ’in babası B a y r a m ’ dan gelmiş olabilir.

1 Hazırlayan A b d ü lb a k i G ö lp ın a rlı, s. 26.


2 l b n B ib î, el-evâmir ul-alâiyye, tıp k ı b a sım , s. 729; H ou tsm a yay., Leyden , 1902,
IV, s. 399.
3 M ich e l P a n a re te s , Chronique de Trebisonde, L eb ea u , Histoire du Bas-Em pire, X X .
cilde ilâve, s. 494-495.

327
Aynı yılda Trabzon imparatoru, I l a c ı - E m îr ’in akınlarını önle­
mek için diğer Türk beğlerine yaptığı gibi, kızını onunla evlendirdi4.
A le k s is daba sonra (1381’ de) bir kızını da Niksar beği T a e u d - d in ’e
vermiş ve böylece üç Türk beğini kendisine güveyi edinmişti. H a c ı-
E m îr 1361 yılında Trabzon imparatorlarının elinde olan Giresun’a bir
hücumda bulunmuştu3. 1380 yılında ise Trabzon Rum imparatorunun
Çepniler üzerine yürüdüğünü görüyoruz. Trabzon vekâyinâmecisi Pa-
n a r e te s ’ e göre6, İmparator 1000 kişilik bir yaya kuvvetini Tirebolu
şehrine gönderdikten sonra atlılar ile de kendisi hareket etmiştir. İmpa­
rator Philabonite ırmağı yatağını takibederek Cfıeimasiae’y e dek Çep-
nileri kovalamış ve yurdlarını yakıp yıkmış, ayrıca Çepniler’ in zap­
tettiği bazı hafif gemileri de kurtarmıştı. İmparator bundan sonra Sthla-
bopiastis denilen yere gelmişti. Tirebolu’ya, gönderilmiş olan yayalara
gelince, onlar Cotzanta’ ya kadar her yeri yakıp yıkmışlardı. Fakat dö­
nerken Çepniler tarafından kovalandılar 7. Panaretes’ in bu sözleri, batı­
dan Tirebolu’ya kadar kıyı bölgesi ile bu kıyı bölgesinin güneyindeki
toprakların Çepniler’ in elinde bulunduğunu gösteriyor.

H a c ı-E m îr B e ğ i’n ölümü üzerine yerine oğlu S ü le y m a n B e ğ


geçti. S ü le y m a n B e ğ 798 veya 799’ da (1396-1397) Giresun şehrini
zaptetti8.
1404 yılında T im u r’ a giden İspanyol elçisi C l a v i jo 9 Ordu ve
Giresun’un, 10 000 kişilik bir orduya sahib, H a c ı-E m îr ’in elinde oldu­
ğunu söyler.
Anlaşılacağı üzere bu beğlik Canik bölgesinin fethinde mühim bir
rol oynamış ve H a c ı- E m îr ailesinin buyruğunda bulunan Türkler
de bu bölgedeki Türk halkanın esasım teşkil etmişlerdir. Bunlar ara­
sında Çepniler’in ehemmiyetli bir yer tuttukları, yukarıda kaydedilen
olaylardan anlaşılıyor. Esasen Canik halkından bir kısmını Çepniler’ in
teşkil ettiği X V I. yüzyıla ait vesikalardan anlaşıldığı gibi, Trabzon’ un
güney ve batısındaki yörenin de Çepniler ile meskûn bulunduğunu
biliyoruz.

4 A y n ı eser, s. 495.
5 A y n ı eser, s. 496.
6 Metinde: les Tzapnides (s. 504). Le B ea u bunun Lazık bölgesi balkının ismi olduğunu
söylüyorsa da (aynı sabife, haşiye 2), biz bunun Çepni adından başka bir şey olmadığı fikrin­
deyiz.
7 S. 504-505.
8 Bezm u rezm , s. 529-530.
9 Embajada â Tamorlân , s. 73.

328
Birinci Bölümde de spylendiği gibi, Ispanyol elçisi C la v ijo 10 Trab­
zon’dan Erzincan’a gelirken yolda Çepniler’e ait bir kale görmüştü.

Çepniler’ den bir bölük U zu n H a şa n B e ğ zamanında A k - K o ­


y u n lu hizmetine girmiştir. Bu Çepniler’ in başında I I - A ld ı B e ğ bu­
lunuyordu. Haşan B e ğ ’in 873 (1468-1469) yılında Bidlis’ in fethine
gönderdiği emirler arasında İ l - A l d ı B e ğ de va rd ı11. I l - A l d ı B e ğ ’in
dirliğinin Doğu-Anadolu’ da olduğu anlaşılıyor. 883 (1478) yılında Y a -
k u b B e ğ U zu n H a şa n B e ğ ’in ölümünden sonra A k -K o y u n lu
tahtına geçen ağabeği S u lta n H a lil’in üzerine yürüdüğü zaman II-
A ld ı B e ğ de ona katılmıştı. İki kardeş H oy yakınında birbirlerine
yaklaştıklarında Y a k u b B e ğ maiyyetindeki emirlerden B a y ın d ır
B eğ , I s fe n d iy a r o ğ lu K ız ıl A h m e d B e ğ ile Î l - A l d ı B e ğ i sava­
şın yapılacağı yeri seçmeğe memur etm işti12. İ l - A l d ı B e ğ Çepnileri’ -
nin Trabzon bölgesi Çepnileri’ nden olmaları en kuvvetli ihtimaldir.
A k - K o y u n l u l a r ’ın halefleri S a fe v île r ’in hizmetinde de Çepniler
vardı ki, bundan aşağıda ayrıca bahsedilecektir.

X V I. yüzyılda Anadolu’ da Çepniler’ e ait 43 yer adı görülebilmiş-


tir. Bunlara göre Çepniler bizim cetvelde 9. sırada yer almışlardır13.
Bu yer adlarından biri Çorum,’d a bulunan bir yöreye (nahiye) veril­
miştir. Aynı yüzyılda bu boya mensup oymaklar da şunlardır:

1. Ha l e b Türkmenleri:

K anunî S ü le y m a n ’ın hükümdarlığının ilk yıllarında Haleb


Türkmenleri arasında üç kola ayrılmış, bir Çepni oymağı görülmekte­
dir. Bunlardan 53 vergi evi olan birinci kol Anteb’ in kuzey doğusundaki
Rum-Kale yöresinde oturuyor, D o n r u l (T u ğ r u l) K e t h ü d a ’nın
idaresindeki ikinci kol da Antakya’nın kuzeyindeki Gündüzlü kazasında,
nüfusu en az olan üçüncü kol ise doğuda bir yerde yaşıyordu. 978 (1570)
tarihinde yine üç kol halinde olan Çepniler’ in nüfusları çok artmış bu­
lunuyor. K a n u n î devrinin ilk yıllarında 53 vergi evi olan birinci kol
bu yılda 397 vergi nüfusuna yükselmiştir. İkinci ve üçüncü Çepni kol­
larının ise 29 ve 16 vergi nüfusları vardır. Bu iki kolun “ Başım -Kız-
dılu” yahut “ Başıtn-Kızdılu Çepni” adiyle anıldıkları görülüyor.

10 S. 83.
11 Diyârbekriyye , s. 543.
12 F a zlullab. b. R û z b ih a n , Tarih-i âlem ; ârâ-yi E m ini , Fatih ktp. nr. 4431, 71 b,
78 b, İngilizce tercümesi V. M in o rsk y , Persia in a.d. 1478-1490, s. 32-35.
13 Cedvel bk.

329
X V II. yüzyılın ortalarına doğru Çepniler’ in ana kolu yine Runı-
Kale yöresinde sâkin bulunuyordu. S u lta n İ b r a h im devrinde D e­
n iz K e t h ü d a tarafından idare edilen Çepniler Rum -Kale yöresinde
Kasabalar, Korkmazlu, Sarılu, Karalar, Köseler ve Şuayyiblu adındaki
obalara ayrılmışlardır. Başım-Kızdılu adını taşıyan diğer iki kolun ise
o devirde Adana, A ydın ve Saru-Han vilâyetlerinde yaşadığı bildiri­
liyor 14.

Çepniler’in 1687-1689 yıllarında Pazarcık ve Keferdiz yörelerini


yağmaladıkları görülüyor )5. Bu yıllarda Rum-Kale’ de yaşayan Çepni­
ler “ Oturak Çepni” olarak anılmışlardır. Bunlar 1101 (1690) yılında
Avusturya seferine çağırıldılar. 20 atlı ile sefere katılacak olan Çepni-
ler’ in başında H a c ı M a h m u d , R â d if, A li P a ş a -O ğ lu , S âm i ve
D ö ğ e r -O ğ lu adlı kethüdalar bulunuyordu16.

Ertesi yıl Çepniler, Rakka bölgesine yerleşmeleri emredilen oy­


maklar arasında görülüyor. Bunlar birbirinden ayrı iki oymak idiler.
Bu iki Çepni oymağından biri şimdi meşgul olduğumuz, Haleb Türk­
menleri arasındaki Çepni oym ağıdır11. Ancak bu oymak Rum-Kale
yöresindeki Oturak Çepniler mi, yoksa onların yerleşmemiş bir kolu-
mudur, bilinemiyor. Bu Çepniler en sonunda R um -K ale’de yerleşmiş­
ler ve adlarını bugüne kadar muhafaza etmişlerdir.

Diğer Çepni oymağının ise Ankara’ mn Keskin kazasında yaşayan


Boz-Ulus kümesine bağlı olduğu görülüyor18. Rakka iskânı ile ilgili
vesikalarda adı geçen Kan-Tem ir (Tem ür) Çepnisi işte bu, Boz-Ulus’ a.
bağlı ikinci oymaktır. Rakka bölgesinde yerleştirilen Kantemir Çepni-
leri diğer bazı oymaklar ile beraber iki defa kaçtılar19; ikinci kaçışla­
rında Turgutlu ve Bergama taraflarına gitmişlerdi ki (1141=1728 y ı­
lında), oradan bir daha sürgün yerlerine dönmediler. Bu suretle X V II.
yüzyılda batıya gelen Başım-Kızdılu Çepnileri ile yine oraya X V III.
yüzyılda gelen Kantemir Çepnileri bugün Balıkesir20, İzmir (Berga­

14 F. Süm er, Anadolu'da Üç-Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller , s. 443—445, 482-
483.
15 C en giz O rlıon lu , aynı eser, s. 40.
16 A h m ed R e fik , aynı eser, s. 95.
17 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 96; C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 56.
18 C en giz O rh o n lu , aynı eser, s. 57, 60.
19 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 135, 171-172; C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 93.
20 Balıkesir bölgesindeki Çepni köyleri hakkında: İs m a il K a d ıo ğ lu , Balıkesir9de
Çepniler , Balıkesir , 1935, s. 22-23; K a m il Su, Balıkesir ve civarında Yörük ve Türkmenler , s.
65, 129-130, 149-151.

330
ma) , M a nisa 21 ve A y d ın 22 vilâyetlerinde yerleşmiş bir halde bulunan
Çepniler’den başkası değillerdir. X V I. yüzyıldan önce adı geçen vilâ­
yetlerde Çepni adlı hiç bir teşekkül yaşamıyordu.

2. Ulu-Yörük:

Ulu-Yörük topluluğunun ihtimal Şark-ı Pâre kolu arasında yaşa­


yan Çepni oymağı ,926 (1520) tarihinde 17 kışlakta sâkin bulunuyordu.
Çepniler bu kışlaklarında çiftçilik yapmakta idiler; vergi nüfuslarının
da 432 olduğu görülüyor. 982 (1574-1575) tarihinde Çepniler’in vergi
nüfusları 4 mislinden fazla bir artış kaydederek 1884’ e yükselmiştir.
Bu zamanda onların 32 kışlakları vardı23.

3. Trabzon Bölgesi Çepnileri:

Osmanlı coğrafyacılarından M e h m e d  ş ık ’ın X V I. yüzyılın


sonlarında yazdığı Menâzir ul-evâlim adlı eserinde Trabzon yöresinde
yaşayan Türk halkından ehemmiyetli bir kısmın Çepniler’ den mey­
dana geldiği, yörenin batı ve güney taraflarındaki dağların da Çepni
dağları adım taşıdığı yolunda bir kaydın bulunduğu malûmdur24. Tah­
rir defterlerinde bu Çepniler’le ilgili mühim kayıtlar elde edilmektedir.

I. S e lim devrine ait (921 = 1515-1516 tarihli) bir defterde Çep-


niler’in yoğun bir şekilde yaşadıkları yer, “ vilâyet-i Çepni” adı ile ayrı
bir İdarî yöre olarak gösterilmiştir. Bu yörenin, defterdeki yer adlarından,
başlıca Giresun, Torul ve Görele arasındaki saha olduğu anlaşılıyor.
Bilhassa Kürtün kazası tamamen Çepniler ile meskûndu. Bununla
beraber Çepniler Trabzon-Torul-Vafk-ı Kebir arasındaki sahada da
yaşamaktadırlar. Çepni yöresinde Ozgur, Kaya-D ibi, Kurtulmuş, Y e-
nice-Hisar, Seyyid, Çandarlu, A lın ı-Y u m a, Engezlü, Firuzlu, Halkalu,
Yakalkan, Kilise, Kul-Çukuru, Şaban, Dikmeci, Yamğurca, Emürlü,
Sarban, Uzun-Dere, Kara-Göncü, Mürsellü, Tana-Deresi, Derelü, A k -
Yuma, Karınca gibi büyük bir kısmı türkçe adlar taşıyan kalabalık
nüfuslu köyler görülmektedir. Buradaki Çepniler tamamiyle toprağa
bağlanmışlardır. Hristiyanlar ise sahil şehirlerinde oturuyorlar. Çep­
ni yöresi de timar sistemine tâbi olup dirlikler de umumiyetle Çepni
beğlerine verilmiştir. Meselâ Busatlu (her halde Ebû-Saidlu’ dan) adlı

21 Bunlar Manisa* nin merkez kazasına bağlı M uradiye , Harmandalı, Tirkeş köyleri ile
Turgutlu'nun Hamza-Baba, Bekdaş , Gök-Gedik ve Zeamet köyleridir.
22 Bunlar Söke'ye bağlı, Sofular , Terziler , Helvacılar köyü ile Tire’ nin Çayırlar köyüdür.
23 F. S ü m er, aynı ya sı , s. 447, 484-485.
24 M eh m ed A şık , M enâzir ul-evâlim , Nurosmaniye k t b nr. 3426, 229 a.

331
hir zeamet Çepni beğlerinden M e h m e d B eğ o ğ lu A li Y â r B e ğ ’ in
tasarrufunda idi. M eh m ed B e ğ ’in H a lil, A li H an , H im m e t ve
N a su h adlı oğulları da timar sahibi idiler. Yine Çepni beğlerinden
A y d ın B eğ o ğ lu İb r a h im , M e h m ed B e ğ o ğ lu H â b il, P ir î B e ğ
o ğ lu B u s a d da timara tasarruf ediyorlardı. Defterde timar sahibi
daha birçok Çepni beğlerinin adı geçmektedir. Bu Çepni beğlerinin
yanında, bilhassa eski zamanlarda din ve tarikat adamlarının bulun­
duğu görülüyor. Mezkûr defterde Y a k u b H a lîfe adlı bir tarikat ada­
mının câmi, zâviye ve sarp yerlerde köprüler yaptırmış “ elıl-i velâyet
ve sâhib-i kerâmet” bir kimse olduğu ve Çepni beğlerinden S ü le y m a n
B e ğ ’in önün yaptırdığı câmi ve ailesi için dört parça köy vakfettiği
yazılıyor. S ü le y m a n H a lîfe adlı diğer bir Çepni tarikat adamının
da sarp bir boğazda köprü yaptırmış olduğu aynı defterde kaydedili­
yor. Yine Çepniler’e. mensup bazı şahısların da Giresun, Ordu ve Tire­
bolu câmilerinde imamlık, hatiplik ve cüzhanlık vazifelerinde bulun­
dukları anlaşılıyor. Trabzon’ un doğusunda bulunan yerlerdeki dirlikr
lerden bazılarının da Çepniler’in elinde olduğu görülüyor 25.
Bu Çepniler’ in pek mühim bir kısmı şi’i idiler. Bunun bir sonucu
olarak da S a fe v î hükümdarlarına bağlı bulunuyorlardı. 973 (1565)
tarihli Trabzon sancağı beğine yazılan bir hüküm de 26 yukarı Cânible
(yani İran’la) münasebette bulunanların gizlice tutulup gönderilmesi
isteniyordu. Şüphesiz S a fe v île r in müridleri arasında bu Çepniler’ den
de epeyce adam vardı.
Yine K a n u n î devrinde Doğu-Anadolu’da., hattâ Irak’ taki kale­
lerde gönüllü gediğinde vazife gören epeyce Çepni bulunduğu anlaşı­
lıyor. Bunların çoğu Trabzon ve Canik Çepnileri’ nden idi. Bu Çepniler’-
in bazıları İran harplerinde S a f e v île r için casusluk yaptıklarından
ve hattâ çokluk bulundukları Erciş kalesini düşmana teslim etmek su­
reti ile hiyanet ettiklerinden, 976 (1568) yılında Van beğlerbeğişine
hüküm gönderilerek Van, Erciş, Ahlat ve Bidlis kalelerinde, bir adam
kalmamak üzere, bütün Çepniler’ in çıkarılması emredilmiştir 21. Ayrıca
994 (1585)’de Anadolu’daki bütün beğlerbeğiler ile Şam, Bağdad ve
Revan beğlerbeğiliklerine hükümler gönderilerek Çepni, Tat ve Kızıl-
Başlar’ a. dirlik verilmemesi yazılmıştır28. 975 (1567) yılında Bayburd
alaybeğisinin de Çepniler’ den olduğunu biliyoruz 29.

25 Trabzon sancağı defteri, Başbakanlık ArşivU nr. 52, 313 b ve devamı.


26 M ühimm e defteri, nr. V. s. 513.
27 M ühimme defteri, nr. V II, s. 757, 832.
28 Mühimme defteri, nr. LX, s. 130.
29 Mühimme defteri , nr. V. s. 291.

332
4. Dulkadırlı:

Dulkadırlı Ulusu arasındaki Çepni varlığı ehemmiyetsiz olup,


34 vergi nüfuslu küçük bir oymaktır. Aynı bölgede bu adda bir de ka­
le vardı.

5. Boz-Ok:

X V I. yüzyılda küçük (42 vergi evi) bir Çepni oymağı da Boz-Ok’ -


ta yaşıyordu. Aynı bölgede Çepni adlı bir köy de görülmektedir ki, bu
köy Kızıl-Koca boy beğisi İs a B e ğ ’in yurtlarından biri id i30.

X V III. yüzyılda Y en i-İl teşekkülleri arasında görülen Dil-Çepni


adlı bir oym ağın31 eskiden hangi topluluk arasında bulunduğu bizce
meçhuldur.

6. Adana:

925 (1519) yılında Adana’ nin Sarı-Çam yöresinde küçük bir Çepni
oymağı yaşamaktadır32.

7. A t - Ç e k e n :

At-Çekenler arasında, E ski-İl ve Turgut yörelerinde de bu boya


mensup bazı oymakların yaşadığı görülüyor.

I. S e lim devrinde E sk i-İl’ deki Çepniler’ in mühim bir kısmı Ça­


nak, Düzmüş, Arık-Ardı, Girmasun, Elgen-Argı ve A li-H an Argı adlı
köylerde yerleşmiş bir halde bulunuyor. O zaman bunlardan ancak
27 vergi evli bir obanın eski yaşayışını devam ettirdiği görülüyor. Bu
oba Bezirci ve Karı Taş ekinliklerine sahib idi. III. M u rad devrinde
(1574-1595) de bu oba hâlâ eski yaşayışını bırakmamıştı.

Turgud yöresindeki Çepni oymağına gelince, bu oymak I. S e lim


devrinde 44 vergi evine sahip idi. Bayırca -K u yu , Çukur-Hisar ve D u ­
raklı adlı ekinliklerin bu oymağın yurdu olduğu kaydediliyor. Bu ekin­
liklerden Bayırca-Kuyu X V I. yüzyılın sonlarına doğru bir köy haline
gelmiştir.

Yine bu zamanda yukarıdaki oymaktan ayrı mühim bir Çepni


oymağı görülmektedir. Bu oymak Turgut kazasından ifraz edilmiş

30 F. Süm er, aynı y a zı , s. 446, 484.


31 A h m e d R e fik , aynı eser , s. 121.
32 F. Süm er, aynı ya zı , s. 445, 483,

333
Mahmudlar adlı yöredeki Abbas, İblis ( ?)-Hisarı, Pazarcık ve Susuzca
köylerinde oturmaktadır 3-\

8. Koç-Hisar (Şerefli):

Bugün Ankara’ya bağlı Koç-Hisar kazasında X V I. yüzyılın baş­


larında yaşayan oymakların bazıları İç -İl’ den, bazıları da Adana böl­
gesinden gelmişlerdir. Bunlardan biri de Run-Guş ( Urun-Guş) oy­
mağı olup, Adana7nın Saru-Çam yöresinden geldiği anlaşılıyor. İşte
bu oymak arasında 133 vergi nüfuslu bir Çepni teşekkülü görülmek­
tedir 34. Biraz yukarıda Adana’ nın Saru-Çam yöresinde küçük bir Çep­
ni oymağınin yaşadığı söylenmişti.

9. H a m i d :

Yine X V I. yüzyılda Hamid sancağının Göl-Hisar kazasında da


70 vergi nüfuslu bu adda bir oymak yaşamakta id i35.

10. Çorum:

X V I. yüzyılda Çorum’ a bağlı Alp-Oğuz adlı bir köyde Çepni-özü


adlı bir cemâat, yani bir oymak görülmektedir3e. Bu çok küçük cemâatin
adını Çepni-özü ( Çepni vâdisi) adlı bir yerden almış olması muhte­
meldir.
İşte Türkiye’ deki Çepniler’e, dâir elde edilebilen bilgiler bunlar­
dan ibarettir. Gerek yer adları, gerek bu oymaklar Çepııiler’in en kala­
balık Oğus boylarından biri olduğunu ve onların Türkiye’ nin fetih ve
iskânında birinci derecede rol oynamış boylar arasında sayılabileceği­
ni göstermektedir.

11. İran Çepnileri:

Yukarıda İ l - A l d ı B e ğ’in buyruğunda A k - K o y u n l u hizme­


tinde bulunan Çepniler’ den bahsedilmişti. A k - K o y u n l u l a r ’ın ha­
lefi olan S a f e v île r ’in dayandığı Türk teşekkülleri arasında da Çep­
niler görülmektedir. Ancak bunlar kalabalık olmayıp ikinci derecedeki
oymaklar arasında sayılabilir.
T a h m a s b devrinde korucular, yani S a fe v î hassa askeri arasın­
da Çepniler de bulunmakta id i37. Yine T a h m a s b 'ııı ilk hükümdarlık

33 F. Süm er, aynı ya zı , s. 442-443, 480-482.


34 F. Sü m er, aynı ya zı , s. 443, 481.
35 Hamid sancağı defleri , Başbakanlık A rşivi , nr. 121, 155 a.
36 Çorum sancağı defteri, nr. 444, 38 a-b.
37 H a s a n -i R u m lu , s. 316.

334
yıllarında Çepniler*den M a k su d B e ğ ’i tanıyoruz38. R u m lu H aşan
B e ğ 953 (1546) yılında Gürcistan’a, yapılan bir sefere Ç ep n i korucu­
larının başı Ş a h -K u lu ile bizzat kendisinin yaptıkları bir baskını
anlatmaktadır39. Yine Çepniler’e mensup Şah A li S u lta n adında
bir b e ğ ’in 955 (1548) yılında Van hâkimi bulunduğunu ve K a n u n î’-
niıı burayj kuşatması üzerine şehri ona teslim ettiğini aynı müelliften
öğreniyoruz40. Yine bu hükümdar devrinde Çepniler’ den S ü le y m a n
Ç e l e b i Urmiye hâkimi idi. S ü le y m a n Ç e le b i aynı yılda (955) K ü r­
distan üzerine yaptığı bir akında başarısızlığa uğramış ve kendisi de
Kürdler tarafından öldürülmüştür41. Kara-Bağ beğlerbeğisi K a ç a r
Z i y a d - o ğ l u Ş a h -V e r d i S u lta n ile Gürcü beğlerinden birisi arasında
963 (1556)’de yapılan bir vuruşmada Ç ep n i M u h a m m e d B eğ de
bulunmuş ve yararlık göstermiştir42. Şah T a h m a s b ’ın ölümünden
sonra tahta geçirilecek hükümdar hususunda emirler arasında çıkan
ihtilâf ve münazaada yine Çepniler’e mensup C elâl A li Şah’ın da
adı geçmektedir43.
Şah A b b a s devrinde Çepniler’ den U ğ u r lu S u lta n ile M u rad
H a n S u lta n ’ı tanıyoruz. U ğ u rlu S u lta n 1014 (1605-1606) yılında
Fümen hâkimi id i44. M u ra d H a n S u lt a n ’ a gelince, o 1017 (1608-
1609) yılında Urmiye kalesinin zaptına memur edilen beğler arasında
görülmektedir45.
S a fe v î hizmetindeki Çepniler buraya Anadolu’ dan gelmişlerdir.
Bunların mühim bir kısmının Trabzon Çepniler’ inden olduğunu da
söyliyelim.

38 A y n ı eser, s. 119.
39 A y n ı eset\ s. 316.
40 A y n ı eser, s. 330.
41 A y n ı ese r, s. 339.
42 A y n ı eser, s. 393; Tarih-i âlem ârâ-yî Abbasî, I, s. 88.
43 A y n ı eser, s. 476.
44 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 514.
45 A y n ı eser, s 797.

335
Mahmudlar adlı yöredeki Abbas, İblis ( ?)-Hisarı , Pazarcık ve Susuzca
köylerinde oturmaktadır33.

8. Koç-Hisar (Şerefli):

Bugün Ankara’ya bağlı Koç-Hisar kazasında X V I. yüzyılın baş­


larında yaşayan oymakların bazıları İç -İl’ den, bazıları da Adana böl­
gesinden gelmişlerdir. Bunlardan biri de Run-Guş ( Urun-Guş) oy­
mağı olup, Adana ’nııı Saru-Çam yöresinden geldiği anlaşılıyor. İşte
bu oymak arasında 133 vergi nüfuslu bir Çepni teşekkülü görülmek­
tedir 34. Biraz yukarıda Adana ’nin Saru-Çam yöresinde küçük bir Çep­
ni oymağının yaşadığı söylenmişti.

9. H a m i d :

Yine X V I. yüzydda Hamid sancağının Göl-Hisar kazasında da


70 vergi nüfuslu bu adda bir oymak yaşamakta id i3S.

10. Çorum:

X V I. yüzyılda Çor um’& bağlı Alp-Oğuz adlı bir köyde Çepni-Özü


adlı bir cemâat, yani bir oymak görülmektedir36. Bu çok küçük cemâatin,
adını Çepni-Özü ( Çepni vadisi) adlı bir yerden almış olması muhte­
meldir.
İşte Türkiye’ deki Çepniler’ e dâir elde edilebilen bilgiler bunlar­
dan ibarettir. Gerek yer adları, gerek bu oymaklar Çepniler’in en kala­
balık Oğuz boylarından biri olduğunu ve onların Türkiye’nin fetih ve
iskânında birinci derecede rol oynamış boylar arasında sayılabileceği­
ni göstermektedir.

11. İran Çepnileri:

Yukarıda İ l - A l d ı B e ğ ’in buyruğunda A k - K o y u n l u hizme­


tinde bulunan Çepniler’ den bahsedilmişti. A k - K o y u n l u l a r ’ın ha­
lefi olan S a f e v île r ’in dayandığı Türk teşekkülleri arasında da Çep­
niler görülmektedir. Ancak bunlar kalabalık olmayıp ikinci derecedeki
oymaklar arasında sayılabilir.
T a h m a s b devrinde korucular, yani S a fe v î hassa askeri arasın­
da Çepniler de bulunmakta id i37. Yine T a h m a s b ’m ilk hükümdarlık

33 F. S ü m er, aynı y a zı, s. 442-443, 480-482.


34 F. S ü m er, aynı ya zı, s. 443, 481.
35 Hamid sancağı defleri, Başbakanlık A rşivi, nr. 121, 155 a,
36 Çorum sancağı defteri, nr. 444, 38 a-b.
37 H a s a n - i R u m lu , s. 316.

334
yıllarında Çepniler’ den M a k su d B e ğ ’i tanıyoruz38. R u m lu H a şa n
B e ğ 953 (1546) yılında Gürcistan’a, yapılan bir sefere Ç ep n i korucu­
larının başı Ş a b -K u lu ile bizzat kendisinin yaptıkları bir baskım
anlatmaktadır39. Yine Çepniler’e mensup Şah A li S u lta n adında
bir b e ğ ’in 955 (1548) yılında Van hâkimi bulunduğunu ve K a n u n î’-
nin burayj kuşatması üzerine şehri ona teslim ettiğini aynı müelliften
öğreniyoruz40. Yine bu hükümdar devrinde Çepniler’den S ü le y m a n
Ç e le b i Urmiye îıâkimi idi. S ü le y m a n Ç e le b i aynı yılda (955) K ür-
distan üzerine yaptığı bir akında başarısızlığa uğramış ve kendisi de
Kürdler tarafından öldürülmüştür41. Kara-Bağ beğleı-beğisi K a ç a r
Z i y a d - o ğ l u Ş a h -V e r d i S u lta n ile Gürcü beğlerinden birisi arasında
963 (1556)’ de yapılan bir vuruşmada Ç e p n i M u h a m m e d B eğ de
bulunmuş ve yararlık göstermiştir42. Şah T a h m a s b ’m ölümünden
sonra tahta geçirilecek hükümdar hususunda emirler arasında çıkan
ihtilâf ve münazaada yine Çepniler’ e mensup C elâl A li Şah’ın da
adı geçmektedir43.
Ş ah A b b a s devrinde Çepniler’ den U ğ u rlu S u lta n ile M u ra d
H a n S u lta n ’ı tanıyoruz. U ğ u r lu S u lta n 1014 (1605-1606) yıhnda
Fümen hâkimi id i44. M u ra d H a n S u lt a n ’ a gelince, o 1017 (1608-
1609) yılında Urmiye kalesinin zaptına memur edilen beğler arasında
görülmektedir45.
S a fe v î hizmetindeki Çepniler buraya Anadolu’ dan gelmişlerdir.
Bunların mühim bir kısmının Trabzon Çepniler’inden olduğunu da
söyliyelim.

38 A y n ı eser, s. 119.
39 A y n ı eser, s. 316.
40 A y n ı eser, s. 330.
41 A y n ı eser, s. 339.
42 A y n ı eser, s. 393; Tarih-i âlem ârâ-yî Abbasî, I, s. 88.
43 A y n ı eser, s. 476.
44 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 514.
45 A y n ı eser, s 797.

335
X V II.

S A L U R

Oğuzlar’m tarihinde mühim roller oynamış boylardan biri de


Solurlar’ dır.

Moğol devrine kadar adı Salğur şeklinde yazılan bu boy R e ş id -


u d- d in ’deki destanî-tarih’e göre, Oğuz hükümdarlarından D ib - Y a v -
k u ’nun büyük beğlerinden U la ş ve oğlu U la t Solurlar’dan olduğu
gibi, I n a l-H a n in veziri ile nâibi de yine bu boydan idiler. Yine orada
i n a l- H a n i n oğlu I n a l- S o y r a m Y a v k u ’nun vezirinin de Salur’ -
dan olduğu yazılıyor.

D e d e - K o r k u t destanlarına gelince, bu destanlardaki Oğuz elin­


de Solurlar en şerefli mevkii işgal ediyorlardı. Gerçekten bu Oğuz elinin
kudretli hâkimi K a z a n B e ğ ’in Solurlar’ dan olduğunu biliyoruz.

Aşağıda bahsedileceği gibi, Hazar-Ötesi Türkmenleri arasında


Solurlar pek kalabalık bir halde bulunuyorlardı. Bu husus boyun mü­
him bir kısmının batıya göç etmemiş olduğunu gösteriyor. Hazar-Ötesi
Türkmenleri, aralarındaki en asil teşekkülün Solurlar olduğunu
söylüyorlardı. Halbuki onlar belki de Solurlar’ın S e lç u k lu fethine
katıldıklarım, Fars’ta kendi adlariyle anılan bir devlet kurduklarını,
Anadolu’nun iskânında da geniş ölçüde rol oynadıklarını ve K adı
B u r h a n e d d in gibi büyük şahsiyetler yetiştirdiklerini bilmiyorlardı.
Bütün bunlar Solurlar’m Oğuz elinin, Kınık, K a yı ve Avşar gibi en
büyük boylarından biri olduğunu gösteriyor.

S e lç u k lu la r Batı-îran’ a geldiklerinde Şefırizor, Kirman-Şah


ve Dakuko yöreleri, yani daha sonraları Kürdistan denilen bölge, Kürd
A n n a z o ğ u lla r ı’nın elinde idi. 495 (1101) yılında bu beğliğin henüz
zaptedilmemiş topraklarından mühim bir kısmı, çağdaşları olan birçok

336
Türkmen beğleri gibi, kendi hesabına faaliyette bulunan K a r a -B e li
adlı (yahut lâkablı) bir Salur beği tarafından fethedildil.

Bu Salur beğinden bir daha bahsedilmediği gibi, oğullarına dâir her


hangi bir haber de yoktur. Ancak K a r a - B e li hânedanımn (i-LI j i I )
mezkur asrın sonlarına kadar varlığını muhafaza ettiği anlaşılıyor.
K a r a - B e li hânedanımn elinde bulunan yer de K a r a -B e li ülkesi
olarak vasıflandığı gibi, Bağdad’tan Merağa’ ya giden ana yolda,
Dinever ile Merağa arasındaki bir geçit de yine X II. yüzyılın sonlarına
kadar Kara-Beli’ nin adı ile anılmıştır.

Fakat Solurlar’ ın S e lç u k lu devrindeki rolleri K a r a -B e li’nin


faaliyetine münhasır kalmamıştır. Aynı yüzyılda Sir-Derya boyların­
dan gelen yeni bir Oğuz kümesi arasındaki Solurlar, Kara-Beli Salur-
lar’ından daha mühim bir rol oynamağa muvaffak olmuşlardır.

Salğurlu Fars Atabeğleri

İran’ın büyük güney eyâleti Fars, A lp -A r s la n tarafından fet­


hedilmişti. S u lta n M u h a m m e d T a p a r zamanında bu bölgeye E-
mîr Ç a v lı’nın vâli tayin edildiğini görüyoruz. Ç a v lı Fars’ ta S el­
ç u k lu hâkimiyetini kuvvetlendirdi. S u lta n M a h m u d hükümdar
olunca (1117 yılında) kardeşlerinden S e lç u k ’ u (yahut S e lç u k -Ş a h )
melik olarak bu ülkeye gönderdi ve emirlerden K a r a c a ’yı da ona
atabeğ tayin etti. Fakat S e lç u k , kardeşi M es’ud ile amcaları S u l­
ta n S a n c a r ’ a karşı yaptıkları bir savaşta yenilmeleri üzerine, ülkesini
kaybetti. S u lta n T u ğ r u l burayı çocuk yaşta olan oğlu A lp -A r s -
la n ’ a verdi. Meşhur emirlerden M e n g ü -B a rs da ona atabeğ oldu.
M e n g ü -B a rs , A lp - A r s la n ’m çocuk yaşta olması ve bir türlü sonu
gelmeyen saltanat mücadeleleri yüzünden Fars’ı keyfine göre idare
etmiş ve Türk Memlûkleri’ nden müteşekkil şahısına bağlı kuvvetli bir
ordu vücuda getirmişti. M e n g ü -B a r s 1138’de I r a k S e lç u k lu la r ’ı
hükümdarı M e s’ u d ’ a karşı yaptığı bir isyanda ölünce Fars, adamla­
rından B o z - A b a ’nın elinde kaldı. İşte muhtemel olarak bu M engü-
B a rs zamannmda (1132-1138) Sir-Derya boylarından kopan bir Türk­
men dalgasının Huzistan’ a kadar geldiği anlaşılıyor. Bu kümeden Avşar
beği A r s la n -O ğ lu Y a k u b Huzistan kasabasında yurt tutmuş, aynı
kümeden Salğurlarhn başında bulunan M e v d u d da Kendumân yazı­
sından Kuh-Gilûye yazısına kadar olan yerde çadırlarını kurmuştu. Yi-

1 îb n u l-E s îr , X , s. 144,

337
jıe bu esnada mühim bir Yıva kolunun da Şehrizor taraflarında yaşa­
dığını biliyoruz. Bu Yıvalar’m da bu kümeye mensup olması muhte­
meldir.
S a lğ u r lu M e v d u d , A t a b e ğ B o z - A b a ’nın yakın emirlerinden
birisi oldu. Hattâ B o z -A b a 542 (1147) yılında S u lta n M e s ’ u d ’un
üzerine yürüdüğü zaman, S a lğ u r lu M e v d u d ’u Şiraz’ da kendi nâibi
olarak bırakmıştı. B o z - A b a ’nm Hemedan civarında öldürülmesi se­
bebi ile Fars’a. S e lç u k lu la r ’dan S u lta n M a h m u d oğlu M elik -
Şah hâkim olmuştur. Bu esnada (542-543=1147-1148) M e v d u d
Kendumâıı’da ölmüş ve yerine oğlu S u n g u r geçmiştir. S u n g u r Me-
lik -Ş a h ’ın atabeği oldu; kendisi dirayetli bir insan olup aynı zaman­
da kalabalık bir oymağı vardı. M e lik -Ş a h ’m, akrabasından birini
öldürmesi üzerine S u n g u r eğlenceye düşkün, pehlivan güreştirmeğe
meraklı, kabiliyetsiz bir insan olan M e lik -Ş a h ’ı Fars’tan çıkardı
(543 = 1148); hâkimiyetini meşru kılmak için, âdet olduğu üzere, S u l­
ta n T u ğ r u l’un oğlu M u h a m m e d ’i melik yaptı; iktidar tamamiyle
kendi elinde idi. A t a b e ğ S u n g u r Ş ır -B â r ik (şîr bar beğ m i?) ün-
vanını taşıyordu.
Huzistan’da bulunan Avşarlar’ m başı A r s la n -o ğ lu Y a k u b ,
ihtimal Atabeğ S u n g u r ’un elinden Fars’ı almak için Şiraz’ a yürümüş
ve iki Oğuz beği arasında yapılan birçok savaşlardan sonra Y a k u b
B e ğ yenilerek Huzistan’ a çekilmişti. S u n g u r Fars’ı 14 yıl âdalet için­
de idare ettikten sonra 555 (1160) yılında öldü ve yerine kardeşi Z e n ­
gî geçti.
S e lç u k lu hükümdarı A r s la n -Ş a h ’ın 571 (1175-6) yılında
vefatı üzerine Huzistan’ da bulunan kardeşi S u lta n M u h a m m e d
harekete geçti ise de P e h liv a n ’ a yenilerek Vâsıt’ a, oradan da Fars’a
Z e n g î’nin yanına gitmişti. P e h liv a n ile tek başına mücadele ede-
miyeceğini anlayan Z e n g î, M u h a m m e d ’i P e h liv a n ’ a teslim etmek
mecburiyetinde kaldı.
571 (1176) yıhnda Z e n g î’ye oğlu T ik le ( i < ) halef ol­
du. T ik le , amcasının oğlu ( A t a - B e ğ S u n g u r’un oğlu) M u z a ffe -
r u d -d in T u ğ r u l’un isyanı ile karşılaştı ise de T u ğ r u l fazla bir güç­
lük çekilmeden bertaraf edildi. 591 (1195)sde T ik le öldü ve yerine
kardeşi Sa’d geçti. Sa’d da selefleri gibi dirayetli bir hükümdardı;
Kirman’ı ülkesine kattı. Ünlü şâir Ş e y h S a ’dî mahlasını bu S a lğ u r
hükümdarının adından almıştır.
A t a -B e ğ S a ’ d ’ın 628 (1230-1231) yılında ölümü üzerine oğlu
E b û -B e k ir , S a lğ u r hükümdarı oldu. E b û B e k ir de kabiliyetli

338
bir hükümdardı. Eski zamanlardan beri mühim bir ticaret merkezi
olan K ays adasını, sonra da Kâtif, Bahreyn ve Umman kıyılarını zap­
tetti. E b û B e k ir bu fetihlerini ticareti geliştirmek gayesi ile yapı­
yordu. Ticarete ne kadar ehemmiyet verdiği şuradan anlaşılıyor ki
yaptırdığı eserlerin pek çoğunu ribatflar teşkil etmiştir. Bu büyük Sal-
ğ u rlu h ü k ü m d a r ı ayrıca ^iraz’ da bir de hastahâne yaptırmıştı. Ş ey h
S a d î’nin meşhur Gülistan’ ını ithaf ettiği S a lğ u r lu h ü k ü m d a r ı da
bu zattır.
E b û B e k ir, Moğollar’ ı metbu tanımak suretiyle ülkesinin kan
ve ateş içinde kalmasını önlemişti. Bununla ilgili olarak Moğol kağanı
Ö g e d e y ’in ona K u t lu ğ -H a n ünvanını verdiğini biliyoruz.
E b û B e k ir son büyük S a lğ u r lu h ü k ü m d a r ıd ır . 658 (1259-
1260) yılında vukubulan ölümü üzerine S a lğ u r lu la r ’ın parlak devri
sona erdi. Yerine hasta olan oğlu S a ’ d geçti ise de hükümdarlığının
17. günü öldü ve oğlu M u h a m m e d hükümdar ilân edildi. M u h am ­
m e d henüz bir çocuk olduğundan annesi T e r k e n H a tu n ona nâib-
lik yaptı. Fakat M u h a m m e d de çok yaşamadı; 661 yılında ölümü
üzerine Z e n g î o ğ lu S ’ ad o ğ lu S a lğ u r -Ş a h o ğ lu M u h a m m e d
Ş ah hükümdar oldu. M u h a m m e d Şah zayıf bir şahsiyet idi;
8 ay hükümdarlık ettikten sonra T e r k e n H a tu n tarafından öl­
dürüldü. Kendisine kardeşi S e lç u k -Ş a h halef oldu. S e lç u k -Ş a h
da T e r k e n H â t u n ’u öldürdüğünden, H ü lâ g ü , T e r k e n H a tu n ’un
kardeşi olan Yezd atabeğinin yalvarması üzerine Fars’ a bir ordu gön­
derdi. Moğollar S e lç u k -Ş a h ’ı yakalayıp katlettiler (663=1264-1265)
S a lğ u r lu tahtına S a ’ d’m kızı A b a ş H â tû n geçirildi. Fakat A b a ş-
H â tu n bir yıl sonra Fars’tan getirilerek H ü lâ g ü ’nün oğlu M en g ü
T e m ü ı ile evlendirilip, Fars onun adına Moğollar’m tayin ettiği me­
murlar tarafından idare edildi. A b a ş H a tu n 685 (1286-1287) yılında
öldü ve Moğol geleneğine göre defnedildi2.
S a lğ u r la r âdil idareleri ve imar faaliyetleri, âlim ve şâirleri hi­
maye etmek sureti ile iyi hâtıralara bırakmış bir Türk hanedanıdır. On­
ların Fars ülkesine, İslâm devrindeki en mes’ud devrini yaşattıkları
tereddüdsüzce söylenebilir. Türk hânenanlarının çoğu gibi, onlar da
ülkelerinde pek çok İçtimaî eşeler vücuda getirmişlerdi. Ş ey h S a ’ dî

2 Fars atabeğleri lıakkmda : E f d a l - i K i r m a n ı , Bedâyi'ul-ezmân, in d ek s; ayn ı m üellif


el-M uzâf ilâ bedâyVUezmân, s. 29—30, 32, 33, 44 -4 8 ; R e ş id u d - d i n , Cami ut-tevârih, S e lç u k ­
l u la r bölüm ü, s. 166; Ahbar ud devlet is-Selcukiyye, s. 145-146, 153, 154-156, 170-171; K ad ı
B eyzavî, Nizâm ut-tevârih, Tahran ş., s.v 85-91, V a s s â f, Tahran, 1338 ş., s. 146-190; Zerkub-i
Şirazî, Şirazenâme, s. 4 8 -6 4 ; H a m d u l l a l ı - i M ü s t e v f î , Tarih-i güzide, s. 501-507.

339
eserlerini bu hanedanın teşvik ve himayesi sayesinde meydana getir­
miştir.
S a lğ u r la r kavmî menşelerini de unutmamışlardı. Paralarına
mensup oldukları boyun damgasını koydurmaları3 bunun en büyük
delilidir. Bundan başka hânedan azası arasında daima türkçe adlar taşı­
yan şahıslar görülmektedir.
S a îğ u r hânedanmın ortadan kalkmasından sonra onların başlıca
dayanağını teşkil eden Türkmenler varlıklarını muhafaza ederek Fars
bölgesinde yaşadılar. X IV . yüzyılın ortalarına doğru Fars’taki bu
Tüıkmenler’in başında C elâl u d -d in T a y y ib Şah ile S a lğ u r -Ş a h
bulunmakta idi. Bunlardan başka M u z a ffe r île r ’ den Ş a h -Ş u c a
Tebriz’i zapt ettiği zaman (1282’ de) E m ir M u z a ffe r u d - d în - i S a l-
ğ u r ’u vezir yapmıştı.

Anadolu

Salurlar’ ın çok ehemmiyetli bir kümesi batıya göç etmeyerek


eski yurdunda kalmıştı. Görüldüğü gibi, onlardan ayrı ayrı kollar İran’­
da Kürdistan ve Fars bölgelerinde yurd tutarak siyasî faaliyetlerde
bulundular. Bütün bunlara rağmen bazı tarihî bilgiler, yer adları ve
oymaklar, Salurlar’ ın Anadolu’nun fetih ve iskânında mühim roller
oynayan boylardan biri olduğuna şüphe bırakmıyor.
Gerçekten tarihimizde müstesna bir şahsiyet olan âlim, şâir, muha-
rib, Sivas-Kayseri ve diğer bazı yerlerin hükümdarı olan K a d ı B u rh a -
n e d d in ’in Salular’ dan olduğundan evvelce bahsedilmişti. X III.yüzyılda
M ısır’ a giderek M em lû k s u lt a n la r ı katında büyük bir itibara sahip
bulunan fa k ih ve üç dilde şiir yazan D i v r i ğ il ’i M u h a m m e d b. M us­
t a fa b. Z e k e r iy y a b. H o c a H a ş a n 4 da aynı boya mensup idi.
Bunlardan başka daha X III. yüzyılın ikinci yarısında Denizli kesimin­
deki uc beğlerinden S a lu r B e ğ ’in de s Salurlar’a mensup olduğu için,
bu adı almış olması pek muhtemeldir.
Yer adlarına gelince, Salurlar cetvelimizde yedinci sırada yer al­
maktadır6. Yalnız bu keyfiyet Salurlar’m. Anadolu’y a da ne kadar ka­
labalık kümeler halinde geldiklarini göstermeğe elverir sanırız. Bundan

3 Buna ilk defa dikkati çeken F. K ö p r ü l ü olmuştur. Osmanlı imparatorluğunun etnik


mrnşei mes'eleleri, s. 252-253.
4 îb n T a ğ r ı-B ir d i, el-Menhel us-sâ/i, 385 a-b.
.5 A ksaT ayi, M üsamerel ul-ahbâr, s. 71.
6 Cedvel bk.

340
başka aynı yüzyılda yine Anadolu’ da bu boya mensup oldukça ehem­
miyetli oymaklar da görülmektedir.

1. Tarablus-Şam:

X V I. yüzyılda Tarablus-Şam yöresinde oldukça kalabalık bir


Türkmen kümesi yaşıyordu. Bu Türkmen kümesi Tarablus-Şam dağ­
larında yaylamakta ve kışm da umumiyetle çöldeki Tedmur vahasına
gitmekte idi. Bu Türkmen kümesi çoğu Çukur-Ova’ da. yerleşmiş olan
Üç-Oklu Türkmenler’ in bir kalıntısı gibi görünüyor. Bu kümenin pek
büyük bir kısmını iki oymak meydana getiriyordu: Selluriye ve Çoğu-
niyye. Bu isimlerin Salur ve Çoğunlu kelimelerinin arabça şekilleri ol­
dukları şüphesizdir. K a n u n î devrinde bu Salur oymağı 25 obadan
meydana gelmiştir. II. S e lim zamanında Salurlar’ıa nüfuslarının art­
mış olduğu görülüyor7. Bu Salurlar’ a ait son haber onların X V II. yüz­
yıl sonlarında Hama-Humus arasındaki topraklarda yerleştirilen Türk­
men oymakları arasında bulunduklarıdır.

2. Tarsus:

Bu bölgedeki büyük boylardan biri de Ulaş boyu idi. Ulaş, boyu


idare etmiş olan beğin adıdır. U la ş -o ğ u lla r ı en tanınmış Varsak
beğleri arasında sayılmaktadır. F â t ih ’in vezirlerinden R um M eh-
m ed P a ş a ’yı 874 (1469) yılında perişan eden Varsak beğlerinin başı
U y u z B e ğ (asıl adı H ü s e y in )’in Ulaş ailesinden olduğunu biliyoruz.
Ulaş boyunun yurdu, Tarsus’ un kuzey batısından başlayıp, Bulgar
dağına dek uzanıyordu. Ulaş boyu büyük bir teşekkül olup, Bayındır
(41 cemâat), Salur (10 cemâat), Orhan Beğlu ve saire gibi obalara ay-
rdmıştır8.
925 (1519) yılında Ulaş boyuna bağlı Salur obası az yukarıda işa­
ret edildiği gibi on kala (cemâata) ayrdmıştır. Bunlardan her birinin
bir ekinlikte çiftçilik yaptığı görülüyor9.
Ulaş ailesinin boyun hangi obasından çıktığı hususuna gelince,
akla ilk gelen ihtimal onların Bayındırlar’dan olduğudur. Çünkü bo­
yun en büyük obasını Bayındırlar meydana getirmektedir. Ulaş adı ise
ailenin Salurlar’ dan geldiği ihtimalini telkin ediyor. Bu bahsin başında

7 Mühimme defleri, nr. I, s. 1281, nr. I I I , s. 47; F. S ü m e r , Ü ç - O k l u O ğ u z b o y l a r ı n a


m en su p t e ş e k k ü ll e r , s. 457, 488-491.
8 Varsaklar v e Ulaş b oy u hakkında b ilgi için : F. S ü m e r , Çukur-Ova tarihi hakkında
araştırmalar, s. 70 ve devamı.
9 F . S ü m e r , Üç-Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller, s. 454-55, 486-487.

341
görüldüğü üzere, D i b - Y a v k u ’nun beğleri arasında Salur’dan U laş
B e ğ olduğu gibi, Dede-Korkut destanları baş kahramanı S a lu r K a z a n
B eğ’in babasının adının da U laş olduğunu biliyoruz.

Aynı tarihte (925 = 1519) yine Adana bölgesindeki Kara-lsalu te­


şekkülü arasında Salur (28 vergi evli), Hacılu yöresinde Şeyh Salur
(48 vergi nüfuslu) adlı oymaklar görülüyor10.

3. K a r s (K a d ir li):

Bu sancak da 39 vergi nüfuslu Salurlu adlı bir oymağa rastgeli-


niyor. Bu1 oymağın diğer bir adı da Çörmük id i11.

4. Koç-Hisar:

Bu yörede I. S e lim (1512-1520) devrinde Salihler ve Salur adlı


81 vergi evlik bir oymak yaşıyordu12

5. Konya:

II. B a y e z id devrinde Ereğli'nin kuzeyindeki Karaca-Dağ yöre­


sinde Güneli ( £ ) ile Salur oymaklarının yaşadığını görüyoruz.
Mezkûr devirde bu oymakların vergi nüfusu 428 olup, başlarında Si­
p a h i z â d e le r olan K e r e m - o ğ u lla r ı v a rd ı13. Konya bölgesi, Salur
yer adlarının en çok bulunduğu bölgelerden biridir.

6. Niğde:

Bu sancağın Kara-Hisar kazasında X V I. yüzyılda Solurlar’dan


bir oymağın yaşadığı anlaşılıyor. Bu Salur oymağı Yahyalu, Akbaşlu,
Gayır-Hanlu ve saire gibi oymaklar ile Ala-Dağ’ da yaylağa çıkıyor­
d u 14.

7. Hamid Sancağı:

Bu sancaktaki Yürükler arasında da X V I. yüzyılda 130 vergi nü­


fuslu Salur adlı bir oymağın yaşadığını biliyoruz ıs. Esasen bu sancak­
ta Solurlar’ a ait epeyce yer adı da görülmektedir.

10 F. S ü m er, aynı ya zı, s. 455-456, 487


11 K ars sancağı defteriy Tapu Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi, nr. 168, s. 29 1>.
12 F. Süm er, aynı yazı, s. 487.
İS F. S ü m er, aynı ya zı, s. 455-56, 487.
14 F. S ü m er, aynı yası, s. 487.
15 F. Süm er, aynı yazı, s. 456, 488.

342
8. Boz-Ok:

Bu yöredeki mühim teşekküllerden biri olan Söklen boyu ara­


sında Salur adlı çok küçük bir oba da görülmektedir.

9. Ulu-Yörük:

En son bahsedeceğimiz Salur oymağı oldukça mühim bir teşek­


küldür. Bu teşekkül Ulu-Yörük’ün Orta-pâre koluna mensup olup,
Am asya ’nin güney yöresinde yaşıyordu. Bu Salurlar, Ak-Salur adını
taşıyor. Y a v u z S elim devrinde: Mehmed Kethüda (95 vergi nüfuslu),
Hacı-Kaya (27 vergi nüfuslu), Akm cılu (32 vergi nüfuslu), Emet-Ket-
hüda (25 vergi nüfuslu), Ala-Bozlu yahut ll-Değen ( * J;.' ) Kethüda
(33 vergi nüfuslu) olmak üzere beş kola ayrılmıştı. 982 tarihinde A k -
Salurlar’m vergi nüfuslarının 803 olduğu görülüyor15.

İşte X V I. yüzyılda Anadolu daki Salur adlı teşekküller bunlar­


dan ibarettir. Şimdi bu boyun Hazar-Ötesi Türkmenleri arasındaki
varlığından bahsedelim.

10. Hazar-Ötesi Türkmenleri:

Salurlar, Hazar-Ötesi Türkmenlerinin meydana gelmesinde birin­


ci derecede âmil olan Çavuldur, İğdir, Eym ir, Karkm gibi boylardan
biridir. Hattâ eldeki bilgilere göre onları en başta saymak gerekiyor.

Salurlar eski zamanlardan beri Mangışlak ’ta oturuyorlardı. On­


ların buraya Eym ir, Döğer, Çavuldur, Karkm boylarına mensup büyük
kollar ile Ş a h - M e 1ik'in öldürülmesi üzerine Oğuz eli arasında başla­
yan kardeş kavgaları sonucunda geldikleri söyleniyor. Biz X . yüzyıl­
dan beri Mangışlak yarımadasında Türkmenler’in yaşadıklarını bili­
yoruz.
X V I. yüzyılda Salurlar’m Mangışlak’ta kalabalık bir halde yaşa­
dıkları görülüyor. Bunlar orada İçki (İç) Salur ve T aşkı (dış) Salur
olmak üzere iki kola ayrılmış idiler. Salurlar aynı yüzyılın sonlarına
doğru Mangıtlar ( Noğaylar) tarafından buradan tamamen çıkarıldı­
lar. Bunun neticesinde Salurlar’ın bir kısmı, Etrek ve Gürgen çayları
bölgesinde, asıl mühim kümesi de Horasan’da yurt tuttu. Etrek ve
Gürgen çayları bölgesine gelen Salurlar, Ohlu (Oklu) ve Eymürler ile
birlikte yaşıyorlardı. Bu kümeye Saym-Hanlı yahut Yaka Türkmen­
leri denilmektedir.

16 F. Süm er, aynı yazı, s. 453, 486.

343
1007 (1598-1599) yılında Ş a h -A b b a s ’m Ester-Âbâd bölgesine
yaptığı bir sefer neticesinde diğer Sayın-Hanlı Türkmenleri gibi, Salur-
lar da S a f e v î hükümdarına itaatlerini bildirmişlerdir17.
E b û ’ l- G a z i’nin naklettiği rivayetlere g öre18, Er-Sarı adlı Türk­
men topluluğu Salıırlar’dan (Içki-Salur) olduğu gibi, Yom ut, Teke,
Sarık adlı Türkmen toplulukları da yine bu boydan ( Taşkı-Salur)
çıkmışlardır. Bu rivayetler doğru ise bugünkü Hazar-Ötesi Türkmen­
lerinin belki yarısından fazlasının Solurlar’ dan geldiğini kabul etmek
gerekir.
X IX . yüzyılın ortalarında doğrudan doğruya Salur adını taşıyan
Türkmen kümesi Merv ile Herat arasında, Mürgab boylarında yaşıyor­
du. Rivayetlerde kendilerinden çıktığı söylenen Sarıklar da onların
en yakın komşuları idiler. V â m b e r y (1863) Salurlar’m 8000 çadır ol­
duğunu söylüyor ve aşağıdaki obalardan meydana geldiğini yazıyor

1 - Yalavaç (Y a z, Tizi, Sakar, Ordu-Hoca obacıklarma ayrılıyor­


du).
2 - Karaman (A lam , Görcikli, Beğ-Böleği).
3 - Ana-Böleği (Yadçı, Buhara, Bekeşli-Töre ?, Timur).

17 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, s. 580, 583, 588.


18 Şecere-i Ter akime, s. 69-72.
19 Travels in central A sia , s. 304.

344
X V III.

E Y M Ü R
(Eymir)

X V I. yüzyılda bu boya ait Anadolu’ da 71 yer adına rastgelinmek-


te d ir1. Bu sayı ile Eymürler dördüncü sırada yer almaktadırlar. Ey-
mür yer adlarından birçoğu Sivas-Tokat bölgesinde bulunmaktadır.
Yine aynı yüzyılda Anadolu’ da muhtelif yerlerde olmak üzere Eym ir
adlı oymaklar görülmektedir. Bu boyun adı Anadolu’ da, daha ziyade
Eym ir (ve hatta bazan belki de İmir) , İran ve Harizm Türkmenleri
arasında da Eymür şeklinde söylenmektedir.

1. Ha l e b Türkmenleri;

Haleb Türkmenleri arasındaki Eymür oymağı K a n u n î devrinin


ilk yıllarında 4 kola ayrılmıştır. Birinci kol A ffa n K e t h ü d a ’mn ida­
resinde ve 177 vergi nüfuslu idi. İkinci kol ise Kara-Gözlü adını taşıyor.
Bu kolun da vergi nüfusu 55 idi. 3. Eym ür kolu Ç a r ık -o ğ lu A h m e d
K e t h ü d a ’nın buyruğunda gösteriliyor ve 86 vergi nüfusuna sahip
bulunuyor. 4. Eymür kolu da llyas adım taşımakta ve diğer kollardan
ayrı bir yerde yaşamaktadır. Mamafih bu sonuncu kolun vergi nüfusu
diğerlerine nazaran çok az olup, 19 idi.

978 (1570-1571) tarihinde bu Eymür oymağının vergi nüfusunun


453 'e yükselmiş olduğu görülüyor. Eymürler X V II. yüzyılda da eski
yaşayışlarını devam ettirmişlerdir 2. Bu Eymürler de 1101 (1690 yılın­
da yapılacak Avusturya seferine çağırılmışlardır. 100 atlı ile bu sefere
katılmaları istenen, Eymürler’ın başında H a c ı K a d ir B eğ ve diğer-

1 Cedvele bk.
2 F. S ü m e r , Üç-'Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller5 s. 460-461, 492-493.

315
leri bulunuyorlardı3. Bu esnada Eymür oymağı başlıca şu kollara ay­
rılmıştı: Bunsuzlu Eymürü, Dündarlu Eymürü, Tosun Eymürü, Kara-
Gözlü Eymürü, Çarık Eymürü, Affan Eymürü, Sancaklu Eym ürü, Y u ­
suf Eymürü, Hacı Bayram Eym ürü, Afşarlı Eymürü.

Bu Eymürler 1104 (1692-1693) yılında Humus sancağında yerleş­


tirilmişlerdir. Fakat 1124 (1713) tarihinde Eymürler’ in buradan kal­
dırılarak A m ik gölü yakınındaki Murad Paşa köprüsü derbendine
nakledilmeleri emredilmiş ise de bu karar lâyıkiyle tatbik edilememiş
ve Eymürler’ in tekrar ilk iskân mahallerinde yerleşmelerine karar ve-
rümiştir 4.
Mamafih bu Eymürler X V III. yüzyılın ikinci yarısında da var­
lıklarını devam ettirmekte idiler. N ie b u h r ’un Türkmen oymakları
listesinde Eymürler’ in çadır sayısı hakkında 500 rakamı verilmekte­
d ir5.

2. D u l k a d ı r l ı :

a. Maraş-Dulkadırh ulusu arasında bulunan Eym ir oymağı büyük


bir teşekküldür. 1525 yıllarında bu Eymirler’in 48 obadan meydana
geldiği görülmektedir. Bu obaların çoğu Maraş ve ona bağlı olan Pa­
zarcık, Kuru-Pınar ile Haruniye yörelerinde kışlamakta, Ahır ve San­
dık dağlarında da yaylamakta idi. Bu obalardan büyük bir kısmının
kışlaklarda çiftçilik yaptığı ve hattâ bunlardan bazılarının çeltik dahi
ektikleri anlaşılıyor. Maraş bölgesindeki Eymirler X V I. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Maraş ve Anteb köylerinde yerleşmeğe başlamış­
lardır.
Yine Dulkadırlı ulusunun başlıca boylarından biri olan Küşne
boyunun birinci oymağı da Eymir-Oğlu adını taşımaktadır. Bu obanın
adım E y m ir adlı şahıstan aldığı anlaşılıyor.
b. Kars (Kadirli)-Kadirli bölgesinde yaşayan Eymirler 971 (1563-
1564) ydında onüç kola ayrılmış idiler. Bu Eymirler de Maraş yöresindeki
kardeşleri gibi kışlak ve yaylaklarda iki cepheli bir hayat yaşamakta,
kışlaklarda çiftçilik, yaylaklarda da hayvancılık yapmaktadırlar. Bu
Eymirler’ in adının Eym ir adlı bir beğden geldiği görülüyor. Mezkûr
yılda (971) hepsi de S ip a h î ve S ip a h î-z a d e g â n olmak üzere E y -
m ir’in oğullarını da görmekteyiz.

3 A h m et R e fik , Anadolu'da Türk aşiretleri, s. 82.


4 A h m et R e fik , aynı eser , s. 106; C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 64-65, 68, 94.
5 Voyages en Arabie , s. 338.

346
c. Bozok-Bu bölgedeki Eym ir teşekkülü Gündeşlu den bir kol ile
birlikte Kara-Yuvacılı oymağını meydana getirmektedir. Bu Eym ir
teşekkülü, Maraş Eymirleri’ nin bir kolunu teşkil ediyordu 6.

3. Yeni-îl:

Y e n i-ll’ deki Eym ir


varlığı Haleb Türkmenleri arasındaki Eym ir­
ler’ in bir kolundan meydana gelmiştir III. Murad devrinde Yeni­
li Eymirleri başlıca: Ahmed Kethüda (110 vergi nüfuslu), Avşarlu
E ym ir’ı (27 vergi nüfuslu) Sancarlı Eym ir’i (44 vergi nüfuslu),
Polat kethüda Eym ir’i (34 vergi nüfuslu), Mehmed Kethüda Eym ir’i
(11 vergi nüfuslu) olmak üzere yeni kollara ayrılmışlardır7. Yeni- İl’ deki
E y m ir l e r hakkında son olarak bildiğimiz şey onlardan 50 evlik bir
cemâatin 1102 (1690-1691) yılında Kırşehir’deki Tokat mukataasma
bağh Nusretlu köyüne yerleştikleridir8.
Bunlardan ayrı olarak Dulkadırlı Eymirleri’ne mensup 45 vergi
nüfuslu bir Eym ir obasının da Y e n i-ll’de yaşadığım ve çiftçilik yap­
tığım görüyoruz.
4. Boz- U l u s :

II. S e lim devrinde Boz-Ulus arasında H a c ı S ü le y m a n K e t-


lıü d a ’nın idaresinde olmak üzere 148 vergi nüfuslu bir Eym ir oymağı
görülmektedir9. Bu oymak Haleb Türkmenleri veya Dulkadırlı ulusu
arasındaki Eymirler’ in bir kolu idi.
5. A d a n a :
X V I. yüzyılda bu bölgede yaşayan Kara-lsalu boyu arasında
Eym ir Ilyaslı adlı çok küçük bir teşekküle rastgelinmektedir.

6. Söğüt:

X V I. yüzyılda Söğüt Yörükleri arasında Eymirlü adlı bir oymak


görülmektedir. Bu oymak 59, 13, 13 vergi evi olmak üzere üç kola ay­
rılmıştı 10.

7. A y d ı n :
A ydın yöresindeki Karaca-Koyunlular arasında Eymirler ve Sarı
Eymir-Oğlu İsa adlı iki oymak bulunmaktadır. Bunlardan Eymirler

6 F. Süm er, aynı ya sı , s. 462—464, 494-498.


7 F. Süm er, aynı yazı , s. 464, 498.
8 A hm ed R e fik , aynı eser , s. 95.
9 F. Süm er, aynı ya zı , s. 464—465, 499.
10 F. Süm er, aynı yazı , s. 466, 499.

347
yahut Imirler ( J y _\) adım taşıyan oymak 111, Sarı-Eym ir Oğlu,
İsa adlı oymak da 71 vergi nüfusundan meydana gelm iştin.

8. İ r a n Eymürleı i ;

S a fe v î devrindeki belli başlı Kızılbaş boylarından birinin de Zul-


kadr (Dulkadır) boyu olduğu malûmdur. Bu boyun ismi onun Türki­
y e ’deki Dulkadr ulusundan ayrılmış bir kol olduğunu açıkça gösterir.
Zulkadr boyunu meydana getiren obalardan biri de Eym ür obası
idi. Buna göre bu Eym ür obası Dulkadırlı ulusu arasında gördüğümüz
büyük Eym ür teşekkülünün İran’a, gitmiş bir koludur. T a h m a s b
devrindeki Zulkadr emirlerinden Ş îr H ü s e y in B e ğ ’in Eym ür oba­
sına mensup olduğunu biliyoruz. K a n u n î 942 (1535-1536) yılında
Azerbaycan’dan İstanbul’ a dönerken Van’ı zaptetmeğe gelen Şah
T a h m a s b , K a ç a r K a y a B eğ ile E y m ü r Şîr H ü s e y in B e ğ ’i
haber almak üzere ileriye gönderm işti12. Ş a h -A b b a s zamanında Zul­
kadr emirlerinden K e l b - i A li S u lta n ile oğlu H a lil S u lta n ’m da
Eymürler’ den olduğunu biliyoruz 13.

9. Hazar-Ötesi Türkmenleri:

Eymürler ’in mühim bir kolu da batıya göç etmiyerek Mangışlak’-


ta kalmıştı. Bunlar da her halde Mangıtlar’m istüâsı yüzünden bu es­
ki yurtlarını bırakıp güneye indiler. X V I. yüzyılın sonlarına doğru biz
Eymirler ’i Gürgen ve Etrek boylarında yaşıyan “ Yaka Türkmenleri”
arasında görüyoruz. O sm a n lı vesikalarında da onlara “ Yaka Türk-
meni” deniliyor. Yaka Türkmenlerinin, başlıca Göklen, Ohlu (Oklu)
ve Salurlar’ dan müteşekkil olduğu görülüyor. Eymirler nüfusça Ohlu
ve Göklenler’ den daha az idiler. Bunların bir kısmı Gürgen boyunda
çiftçilik yapıyordu. Şah T a h m a s b ’m ölümü neticesinde baş gösteren
dahilî ihtilaf ve mücadeleler sebebiyle Ester-Abâd bölgesi S a f e v île r ’in
kontrolünden çıkmıştı. Bu sırada Eymirler ’in başı A li Y â r B e ğ dira­
yeti sayesinde kendisini Yaka Türkmenleri’nin diğer kollarına da say-
dırmıştı. A b b a s hükümdar olunca Çağataylar’m Ester-Abâd bölgesini
de ellerine geçirmemeleri için E y m ü r A li Y â r B e ğ ’i han ünvaniyle
Ester-Âbâd vâliliğine tayin etti.

11 F. Sü m er, aynı yazı , s. 466, 500.


12 Ş e re f-H a n , aynı eser, II, s. 186.
13 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, II, s. 1085. İran'daki Eymürler veya onların bir bölüğü
995 (1587) yılında Rey ve onun yakınındaki R ûd-B âr'dz oturuyorlardı; o zaman başlarında
M u ham m ed H ü s e y in S u lta n vardı (Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 335, metindeki
jjL I t jjxJ olacaktır.)

34-8
A li Y â r H a n 1005 (1596) yılında öldü ve Ester-Âbâd valiliği
oğlu M u h a m m e d Y â r ’a verildi. Fakat Oklu Türkmenleri M u h a m ­
m e d Y â r H a n ’ı tanımadılar ve yapılan bir çarpışmada daha 20 yaşı­
na basmamış olan bu genci öldürdüler (1007=1598). Bunun üzerine
Ş a h -A b b a s M u h a m m e d Y â r ’ın kardeşi K ı lı ç B e ğ ’ i Ester-Âbâd
vâlisi yaptı ise de o da Ohlulaıa hâkim olamadı. Bu sebeble Şah A b-
b a s K a ç a r Z iy a d o ğ lu H ü s e y in H a n ’ı vâli olarak Ester-Âbâd’ a
gönderdiği gibi, kendisi de aynı yıl içinde Gürgen’e kadar uzandı. Bu
bölgede dirlik ve düzenliği kuran S a fe v î hükümdarı dönüşte E y m ü r
K ı l ı ç H a n ’ı ailesi ve nöklerleri ile birlikte hükümet merkezine götür­
dü. Eymürler ve Salurlar’m ileri gelenleri de Ester-Abâd hâkimi H ü ­
s e y in H an’ın maiyyetine girdiler14. Zamanımızda yine Gürgen kıyı­
sında bu Eymürler’ in boy adı altında 200 evlik bir kalıntısının yaşa­
makta olduğu görülüyor15.

14 Tarihli âlem ârâ-yi Abbasî, s. 530, 545, 546, 580-581, 587-588.


15 M es’ ud K ey h a n , aynı eser, II, s. 106.

349
X IX .

ALA.YUNTLU

Bu boya ait X V I. yüzyılda 44 yer adına rastgeliniyor ’ . Bunlardan


başka aynı yüzyılda, bilhassa Orta ve Batı-Anadolu’da bazı A la-Yunt-
lu oymakları görülmektedir.

1- A t-Ç ek en : At-Çekenler arasındaki Ala-Yuntlular Turgut ka­


zasında sâkin bulunuyorlar. Bunlar II. B â y e z id ve I. S elim devir­
lerinde iki kol halinde olup, vergi nüfusu 228 kişi olan birinci kol Koz-
Virân, Kozancalı-Yazısı (?), Arıklar-Deresi ve Böğrü-Delük adlarım
taşıyan ekinliklerde çiftçilik yapıyor. Ayrıca bu kola mensub 5 kişi­
nin de sipahi olduğu görülüyor. Bu sipahiler, A y-Doğdu oymağı ile bir­
likte Elgen-Virânı adlı bir ekinliğe sahib idiler.
Diğer Ala-Yuntlu koluna gelince, Divâne Kışlası adlı ekinlikte
oturan bu kol (41 vergi nüfuslu) yine aynı kazada oturan At-Çeken­
ler’ in büyük teşekküllerinden Yapa ( bL ) oymağının obaları ara­
sında görülüyor. Yapa oymağının başında Y a p a - o ğ u l la r ı vardı.
Y a p a ’nm ne zaman yaşadığı bilinemiyor. II. M u ra d ve F â tih devir­
lerinde bu aileden A li B e ğ ’i görüyoruz. II. B â y e z id zamanında ise
A li B e ğ ’in oğulları A h m e d B e ğ ve V e y s B e ğ ölmüşler ve ailenin
başında V e y s B e ğ ’in oğulları A li, Şah V e li ve P îr î kalmışlardır.
Y a p a - o ğ u l la r ı X V I. yüzyıldaki bazı dahilî hâdiselere karışmışlar­
dır.
At-Çekenler arasındaki Ala-Yuntlular'a. ilâve olarak bu boya men­
sub 5 vergi nüfuslu bir oymağın da Ak-Saray bölgesinde yaşadığını
söyliyelim. X V I. yüzyılın sonlarına doğru bu A la-Yuntlu oymağının
ekinliklerinin birer köy haline geldiği görülüyor. Bu köylerdeki A la-
Yuntlu vergi nüfusu şöyle idi: Kozancalı-Yazısı (?) 33, Elgen-Virânı

1 Cedvele bk. Hayret edilir ki T ürkiye'de M eskûn yerler kılavuzunda (s. 44) şimdi bunlar­
dan yalnız bir tanesi görülmektedir.

350
99, Koz-Viran 69, Aralık-Dere 15, Böğrü-Delik 42, Yağar 69. Bunlar­
dan başka bazı Ala-Yuntlular da İlgın’va. Çavurçu köyü ile Çakmak
ve Deli-Dinar (?) gibi köylerinde yerleşmişlerdir2.
Bu bilgiler, Konya bölgesine Ala-Yuntlular’ dan mühim bir kolun
yerleşmiş olduğunu göstermektedir. Aynı devirde Aksaray’a, bağlı Ala-
Yuntlu adlı 5 köyün de bulunması bunu teyid ediyor.

2 - A nkara: '
Anlaşılacağı üzere, Orta-Anadolu’ da Oğuz boy adlarının en fazla
bulunduğu bölgeden biri de Ankara sancağıdır. Oğuz h o y adlarından
çoğuna ait yer adlarına bu bölgede rastlamak mümkündür. Nitekim
Ankara sancağında bu boyun adını taşıyan 3 köy görülmektedir. Bun­
dan başka aynı bölgede bu adda küçük bir oymak da vardır. 19 vergi
evi olan bıı oymak Kureyş-Özü adlı bir ekinlikte çiftçilik yapmakta­
d ır3.

3 - Kastamonu:
Bu bölgedeki Ala-Yuntlu oymağı Kastamonu sancağının Boy-
Ovası ( Boy-Abad) kazasında yaşamaktadır. Bu oymak da, Ankara
Yörükleri arasındaki Ala-Yuntlu oymağı gibi, çok küçük olup, ancak
20 vergi nüfusludur4.

4- Uş ak;

Uşak yöresindeki Ala-Yuntlular 169 vergi nüfuslu bir oymaktır.


Bu oymağın bir kolu da dağınık bir halde yaşamaktadırs.

5 - M en teşe:
Bu bölgede iki Ala-Yuntlu oymağına rastgeliniyor. Bunlardan
biri Muğla’nın Balat (M ilet) kazasında sâkin olup, vergi nüfüsu X V I.
yüzyılın ortalarında 100 evden fazla idi. Aynı yüzyılın sonlarında bu
Ala-Yutlun oymağı Muğla’nın Dadya, Balat’m Baran ve Bayındır
adını taşıyan köylerinde yerleşmiştir6.

Aynı sancaktaki diğer Ala-Yuntlu oymağı ise sancağın Muğla


kazasında yaşamaktadır. Bu Ala-Yuntlu oymağı da 146 vergi evi i d i 7.

2 F. Süm er, Üç-Oklu Oğuz boylarıma: mensup teşekküller, s. 467.


3 A y n ı yazı , s. 468.
4 A y n ı yazı , gösterilen yer.
5 A y n ı ya zı , s. 468-469.
6 A y n ı yazı, gösterilen yer.
7 M enteşe defteri, Başbakanlık A rşivi , nr. 47, s. 180-181.

351
6 - Haleb Türkmenleri:

Haleb Türkmenleri’ nin İnallu boyu arasında da Ala-yuntlu adlı


bir oba vardır. İki kola ayrılmış bulunan bu obanın 37 evlik kolu
Kilis’’ in Râvendan nâhiyesine bağlı bazı köylerde yerleşmiştir. Diğer kol
ise daha küçük olup, 15 vergi evid ir8.

inallu boyu Oğuzlar’m Boz-Ok koluna mensup bir teşekkül idi.


Bu sebeble Ala-Yuntlu adlı bir oymağın İnallu obaları arasında bulun­
masını Ala-Yuntlular ile İnallular arasında kavmî bir münasebetin
varlığı ile izah etmek mümkün değildir.

8 A ynı yazı, gösterilen yer,

352
XX.

Y Ü R E Ğ İ R

Bu boyun adı tahrir defterlerinde Yüreğir ( Ij ) ve Uregir


( _rTl jjl) şeklinde yazılıyor. Yüregirler’e ait aynı defterlerde 44 yer adı
görülüyor1. Şimdi Türkiye’de her yerde Yüreğir ve Üregir yer adlan
Yuregil ve Üregil şeklinde söylenmektedir. Bu yer adlarına dahil ol­
mayan Adana’ nin güneyinde, Seyhan-Ceyhan ırmakları arasındaki
verimli yörenin adı da Yüreğir olup, burası aşağıda bahsedileceği gibi,
Yüreğir boyunun kışlağı idi. Bugün burası da Yüregil şeklinde söyle­
nir. Şimdi Türkiye’de , bu yöre adından başka 10 yer adı kalm ıştır2.
Bunların hepsi de Üregil ve Yüregil şeklinde telâffuz ediliyor. Yukarı
daki 44 yer adından dördü Ankara sancağında bulunmaktadır. Şimdi
Ankara’ nın bir mahallesi olan Yüregil, bunlara dahil değildir. X V I.
yüzyıldaki Yüreğir yer adlarından biri de Trabzon’ un güneyindeki
Kürtün kazasına bağlı bir yöreye aittir. Bu Üregir ( _/"(jjl) yöresinde
Buğalu, Kara-Kaya, Mürted-Çukuru. Kara-Keşiş, Ak-Elm a, Boynu-
Yoğun, İm an-Asarı ve sair köyler vardır.

Ermeni kıratlarının idare ettiği Kilikya’ nin M e m lû k le r tarafın­


dan fethine kalabalık sayıda Türkmenler de katılmıştı. Bu Türkmenler’in
çoğunun Üç-Ok koluna mensup olduğunu biliyoruz. Üç-Oklar’m
hâkim boyu da Yüregirler idi. X IV . yüzyılın ortasında Yüregir-
ler ve onunla birlikte Çukur-Ova’ nin fethine katılmış olan Kınık, B a ­
yındır ve Salurlar artık bu bölgede yaşıyorlardı. Bu zamanda Yüre-
girler’ in başında R a m a z a n B e ğ bulunuyordu. D u lk a d ır -o ğ lu
K a r a c a B e ğ ’in bazı Memlûk emirleri ile birlikte 753 (1352-1353) de
M em lû k s u lt a n ın a isyan etmesi üzerine kendisi azledilerek Türk­
men emirliği Ü ç -O k lu R a m a z a n B e ğ ’ e verilmişti. 755 (1354) yılın-

1 Ccdvele bk.
2 Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu, s. 1098, 1170.

353
da R a m a z a n B e ğ ’in oğlunun Kahire’ ye gelerek sultana ve büyük
emirlere 1000 Türk atı takdim ettiğini görüyoruz. R a m a z a n ’ın oğ­
luna dirlikten başka Türkmen emirliği tevcih edildiği gibi, maiyyetin-
dekilere de onlar ve tablhâne emirlikleri verilmiştir. R a m a z a n -o ğ -
lu ’nun Kahire’ ye gelmesi ve ona Türkmen emirliğinin tevcih edilmesi
R am azan B eğ’in az önce vefat etmiş olduğunu gösterse gerektir,

761 (1360) yılında Adana ve Tarsus şehirleri M e m lû k le r tarafın­


dan Ermeniler’ den alındı. 783 (1381) yılında R a m a z a n B e ğ ’in oğlu
İ b r a h im B eğ yalnız Yüregirler’ in değil, Çukur-Ova’ dahi bütün Türk-
menler’ in başbuğu olarak vasıflanıyor. Onu iki yıl sonra Adana vâlisi
olarak görüyoruz. Böylece Adana bölgesini uzun bir zaman idare eden
R a m a z a n -o ğ u lla r ı beğliği kuruldu. Yüregirler’ in kışlak yurdlan,
yukarıda da söylendiği gibi, Adana’ nin güneyinde, Seyhan ile Ceyhan
ırmakları arasındaki yöre idi; yaylaklarının da kuzeyde Kızıl-Dağ ve
Üç-Kapılu yaylası olduğu anlaşılıyor. Yüregirler’in doğusunda, Ceyhan
kasabasının bulunduğu yerden doğudaki Gâvur dağlarına dek uzanan
topraklarda da Kınıklar yaşıyorlardı.

İ b r a h im B eğ, Çukur-Ova’ daki M e m lû k hâkimiyetine son ver­


mek, bu bölgeye müstakillen hâkim olmak gayesini taşıyordu. Daha
780 (1378) yılında eski M isis-Payas yolu üzerindeki Dem ir-Kapu (K a -
ranlık-Kapu), da pusu kurarak T e m ü r -B a y kumandasındaki bir
M e m lû k ordusunu bozguna uğratan Türkmenler’in başında onun
bulundnğu anlaşıhyor.

783 (1381-1382) yılında Haleb vâlisi olan Y e l- B o ğ a , Kınıklar


ile Yüregiıler’in arasını açmış ve hattâ Kınıklar’ ı Yüregirler’ in üzerine
saldırtmıştı. Fakat bundan beklediği gibi bir neticenin çıkmadığı ve
İ b r a h im B e ğ ’in duruma hâkim olduğu görülüyor. İ b r a h im B eğ
K a r a m a n -o ğ lu A lâ u d d in A li B e ğ ile ittifak ederek M em lû k -
le r ’in Sis (K ozan) vâlisini de sıkıştırmağa başlamıştı. Bunun üzerine
Y e l-B o ğ a mühim bir kuvvetle Çukur-Ova’ ya girdi. Bu esnada İ b r a ­
h im B e ğ bir talihsizlik neticesi Sis vâlisinin eline düştü. İb r a h im
B e ğ ’i, kardeşini ve hattâ anasını Sis’ te öldürten Y e l - B o ğ a dönüşte
Saru-Çam’ da Yüregirler’ in baskınına uğradı. Bu baskın sonunda M em ­
lû k ordusu bozuldu. Askerin bir kısmı Ayaş’a kadar gidebildi. Y e l-
B o ğ a gözünden yaralanmıştı. Biri onu ölüler arasında tanıyarak güç
hal ile A ya ş’ a indirdi. M e m lû k le r , Haleb’e dönmek için Dem ir-Kapı’ -
ya vardıklarında yeniden Türkmenler’ in saldırısına uğradılar; Haleb’-

354
den yardımcı kuvvetler tam zamanında yetişmeselerdi, Türkmenler’ in
elinden kurtulamıyacaklardı3.

I b r a h im B eğ’ den sonra yerine geçen A hm e d B e ğ devrinde


(ölümü 819=1417) Yüregirler ve Çukur-Ova’ daki diğer Üç-Oklu boylar
mutlu bir hayat geçirdiler. Ondan sonra Çukur-Ovo’da M em lû k hâ­
kimiyeti kuvvetle yerleşti ve bu, O sm a n lı d e v r in e kadar sürdü.
Yüregir, K ınık ve Özerli Türkmenler arasında bilhassa X V . yüzyıldan
itibaren çiftçiliğin geliştiği anlaşılıyor. O sm a n lı hâkimiyeti (1517)
başladığı esnada, Yüregir ve Kınıklar kabile teşkilâtını kaybetmiş
bulunuyor, Yüregir ve K ınık adları da artık o zaman onlann o-
turduklan yerleri ifade ediyordu. Her ne kadar K ınık adı şimdi unu­
tulmuş ise de Yüregir adı, bu boyun Çukur-Ova’ daki mühim siyasî ro­
lünün bir hâtırası olarak zamanımıza kadar gelmiştir.

X V I. yüzyılda ancak Haleb Türkmenleri ve Dulkadırlı ulusu ara­


sında çok küçük Yüregir oymaklarına rastgelinebiliyor. Bu husus şüp­
hesiz en başta Yüreğirler’in bütün obaları ile Çukur-Ova’da yerleşme­
leri ile ilgili olmalıdır. Haleb Türkmenleri arasındaki Yüregir oymağı 29
vergi nüfuslu olup, bu oymağın S u lt a n İ b r a h im devrinde A ’zaz*a
bağh Kara-Köprü adlı köyde yerleşmiş olduğu görülüyor. Bu Kara-
Köprü köyü K ilis’in doğusunda bulunan aynı addaki köy olacaktır.

Dulkadırlı ulusuna bağh bulunan diğer Yüregir oymağı ise 33


vergi nüfusludur. Bu oymak kışın Suriye çölünde, yazın Bin-Boğa’ da
yaşamakta id i4. Bu oymağın Haleb Türkmenleri arasındaki oymağın
bir kolu olması pek muhtemeldir.

3 Bu hususlarda: F. S ü m er, Çukur-Ova tarihine dâir araştırmalar, s. 37-40.


4 F. Süm er, Bayındır , Peçenek ve Yüregirler , s, 344.

355
X X I,

î Ğ D I R

Tarihî ve coğrafî kaynaklarda adı geçmeyen boylardan biri de


İğdirler’dir. Yer adlarına gelince, X V I. yüzyılda bu boya ait 43 koy ve
ekinlik g örü leb ilm iştirB u n lard an başka aynı yüzydda, muhtelif
bölgelerde olmak üzere, bazı İğdir oymakları da bulunmaktadır.

1. Tarsus:

Bu bölgedeki Gökçelü adlı boy arasında bulunan İğdir obası iki


kol halinde olup, ayrı ayrı ekinliklerde çiftçilik yapmaktadır. Bunlar­
dan başka Adana çevresinde de aynı adda iki küçük oymak yaşadığı
gibi, yine bu bölgedeki Sarı-Hamzah oymağının da bir iğdir teşekkü­
lü olduğu anlaşılıyor2.

2. İ ç- İ l :

İğdirler’den mühim bir kolun da bu bölgede yerleştikleri anlaşılı­


yor. Hattâ söylemek mümkün olabilir ki İç -İl bölgesindeki Türk halkı
başhca Beğ-Dili, Yıva ve iğdirler’ den meydana gelmiştir. Bu bölge­
deki İğdir’ler Karı-Taş, Gülnar ve M ut yöresinde yaşıyorlardı. K a n -
T af’da yaşıyan İğdirler iki kola ayrılmış olup, bu kollardan biri Biçer
İğdiri adını taşıyor. Biçer İğdiri K a n u n î devrinde A k-V irân (169
vergi nüfuslu), Kördüzlü (? 86 vergi nüfuslu), Tezeklü (33 vergi nüfus­
lu), Üç-Ayaklu (41 vergi nüfuslu), Argıd-ICaş (46 vergi nüfuslu) köy­
lerinde oturuyorlardı. Öteki kol olan Oturak İğdirler’in ise Gani (?)
Divân (103 vergi nüfuslu), Nerun ( ? 149 vergi nüfuslu) ve Sandavi (?
40 vergi nüfuslu) köylerinde yaşadıkları görülüyor.

1 Ccdvele bk.
2 F. Süm er, Anadolu'da Üç-Oklu Oğuz boylarına mensub teşekküller, s. 470-471, 502-503.

356
İğdirler’ in Gülnar’ da yalmz Üç-Başlu adlı köyde oturdukları an­
laşılıyor. Bu köydeki İğdirler’ in II. B a y e z id devrindeki vergi nüfus­
ları 178 idi. Sipahi olan i ğ d i r O ğ u lla r ı’ mn nesli de (30 vergi nüfus­
lu) aynı köyde veya ona yakın bir yerde yaşıyor. II. B a y e z id dev­
rindeki O s m a n lı-M e m lû k harbi dolayısiyle Varsak beğleri arasında
geçen t g d i r - O ğ l u 3 bu ailenin başındaki beği ifade ediyor.
İç -İl’ deki bu İğdirler’in bir obası da aynı devirde Orta-Anadolu’­
daki Koç-Hisar yöresinde yaşayan mühim bir Boz-Doğan oymağı ara­
sında görülmektedir ki, şimdi ondan bahsedilecektir.

3. K oç-H isa r:
Iç -ll bölgesindeki ünlü boylardan biri olup, Silifke bölgesinde
oturan büyük Boz-Doğan boyunun bir kolu Orta-Anadolu'daki Koç-
Hisar bölgesinde yurt tutmuştur. II. B a y e z id devrinde bu Boz-D o­
ğan kolunun obaları arasında 93 vergi nüfuslu bir İğdir teşekkülü gö­
rülmektedir. Bu keyfiyet Boz-Doğan teşekkülünün İğdir boyuna men­
sup bulunduğunu gösterebilir. İ ç - // bölgesinde de her iki teşekkülün
yan yana ya şaması bunu teyid etmektedir4.

4. Teke Sancağı:

X V I. yüzyılda bu sancağın Kara-Hisar kazasında 272 vergi nü­


fuslu bir İğdir oymağı yaşadığı gibi, yine aynı sancakta bir yöre ve
6 köy de bu boyun adım taşımaktadır. Bilhassa bu yer adları Iğdir-
ler’ in Teke sancağında kalabalık bir surette yerleşmiş olduğunu ifade
etmektedir. Y a z ı c ı - O ğ l u A l i 5 Antalya’nın G ıy a s e d d in K e y h ü s -
r e v tarafından fethini anlatırken “ ol memleketin sahraları ve bîşeleri
İğdir’ den yörük evi ile doldu5' demektedir ki, bu söz müellifin zamanın­
da İğdirler’ in Teke’ de kalabalık bir halde yaşadıklarını göstermesi ba­
kımından bir değer taşımaktadır.

5. Hamid Sancağı:
Bu sancağın Eğridir kazasındaki Yürükler arasında bu boya men­
sup bir oymak görülmektedir ki bu, 72 vergi nüfusuna sahiptir.

6. Menteşe Sancağı:

Menteşe sancağı’ nda yaşayan İğdir oymağı bu sancaktaki büyük


teşekküllerden -biri olan Horzumlu obaları arasında bulunmaktadır.

3 Â ş ık -P a ş a -z â d e , Tevârih-i âl~i Osman, s. 233.


4 F. Süm er, aynı ya zı , s. 471, 504.
5 Y a z ıc ı oğ lu A li, yay. H ou tsm a , s. 88.

357
İğdir İsa gibi bir ad taşıyan bu obanın K a n u n î devrinde 99 vergi
nüfusu v a rd ı6.

7. A t-Ç eken :

II. B a y e z id devrinde Ak-Saray bölgesindeki teşekküller ara­


sında 5 vergi nüfuslu bu adda çok küçük bir oymak görülmektedir.

8. İr a n :

Fars’ daki Kaşgaî adlı büyük Türk topluluğu arasında 500 evlik
bir İğdir oymağı görülmektedir7.

9. Hazar-Ötesi Türkmenleri:

İğdir boyundan mühim bir kol da eskiden beri Eym ür, Döğer,
Çavuldur, Karkm ve Salur boyuna mensup kollar ile birlikte Mangış-
lak yarımadasında yaşıyordu8. X I X . yüzyılın ikinci yansında bu İğ­
dirler Çavdur ( Çavuldur, Çavundur) ’lara tâbi bulunuyorlar ve Çav-
durlar’m diğer obaları gibi Aral ile Hazar denizi arasındaki bölgede ya­
şıyorlardı9. Zamanımızda Göklen Türkmenleri arasındaki 150 evlik
Çarvar İğdir adlı obanın10 bu İğdirler’in güneye göç etmiş bir kısmı
olduğu muhakkaktır. Mangışlak’takı İğdirler’ den bir bölüğün de Ça­
vuldur ve Soynacılar’a mensup bölükler ile beraber X V III. yüzyılda
K u zey-K afkasya’ya göç ettiklerinden ve sonra bunların Stavropol Türk­
menleri adı ile anıldıklarından daha önce bahsedilmişti.

6 F. Süm er, aynı ya zı , s. 472, 504.


7 M es’ u d K e y h a n , Coğrafya-i mufassaUi /ran, II, s. 79.
8 E b û ’ l-G a z i, Şecere-i Terâkime , s. 66; a y n ı m ü e llif, Şecere-i Türk , Türkiye türk-
çesi R ız a N ur, s. 220; B a r th o ld , A History o f the Turkman people , s. 137.
9 A. V â m b e r y , Travels in central A sia , s. 303.
10 M es’ ud K e y h a n , aynı eser, II, s. 102.

358
X X II.

B Ü Ğ D Ü Z

Reşid ud-din’ deki bölümde bu boya mensup K u z u c u adh bir


beğden bahsedilir. K u z u c u aynı yerde son O ğ u z y a b g u s u A li -
H a n ’ın oğlu Ş a h -M e lik 'in atabeği olarak geçer1.
Dede-Korkut destanlarındaki “ bıyığı kanlı” olarak vasıflanan E m en
B e ğ de Büğdüz’ den gösterilir. Bunlar Büğdüz boyunun Oğuzlar’m
İslâmiyet’ten önceki tarihlerinde ve İslâmiyeti kabul ettikleri devrin
ilk zamanlarında destanlarda yankılar yapacak derecede bir rol oyna­
dığını gösterilebilir.
Büğdüzler’ e ait Anadolu’ da 22 yer adı tesbit edilebilmiştir2. Buna
göre Büğdüzler R e ş id u d - d in ’in listesinde olduğu gibi, bizim bu yer
adları cedvelinde de sonlarda (17.) bulunmaktadır. Bununla beraber
bu yer adları Büğdüzler’ in de Anadolu’nun fetih ve iskânında diğer
kardeş boyların yanında oldukça mühim bir rol oynadıklarım gösteri­
yor. Fakat aynı boya ait X V I. yüzyılda ancak küçük bir Büğdüz
oymağı bulunmaktadır. Haleb Türkmenleri arasında görülen bu Büğdüz
oymağı 65 vergi evi kadardır. Defterde bu Büğdüzler’ in Hama
taraflarında yaşadıkları yazılıyor3.
X V I. yüzyıldaki bu 22 Büğdüz yer adından bugün ancak üçü kal­
mıştır 4.

1 Oğuzlarca ait destanî mahiyelde eserler, s. 378-379.


2 Cedvele bk.
3 F. Siim cr, Anadolu'da Üç-Oklu Oğuz boylarına mensub teşekküller, s. 473—474, 505.
4 Türkiye’ de M eskûn yerler kılavuzu , s. 184.

359
X X I II.

Y I y A

S e lç u k lu la r devrinde adı sık sık geçen boylardan biri de Yıua-


lar’ dır. K â ş g a r l ı 1, bu boyun adının lwa, Yawa, Yıva, Yava (1^;) ve
Awa gibi beş söyleniş şeklini tesbit etmişti. X II. yüzyılda onlardan
el-İvâiyye ( İ J İ ) veya İva ( \y\ t • ) şeklinde bahsediliyor.
Tahrir defterlerinde ise iva ve Yıva ( «_y_ t Ijj ) imlâları görülmekte­
dir.

Selçuklular Devrinde Yıvalar

1. Berçem-Oğulları:

Yıvalar’ a ait en eski bilgi 553 (1158) yılında başlıyor. Yıvalar bu


tarihte Hemedan’m bitısm da yaşamaktadırlar; hâkimiyetleri altında
bulunan yer İran’ da Kürdistan denilen bölgeyi içine alıyordu. Yıvalar
bu bölgede pek kalabalık bir halde yaşıyorlardı. Hattâ M usul atabeği
Im a d u d -d in Z e n g î onların bir bölüğünü Suriye’y e getirerek Haleb
bölgesine yerleştirmişti.

Yıvalar’ ın Sir-Derya boylarından İran’ a. Avşar ve Salğurlar ile


birlikte 1130 tarihlerinde geldikleri kuvvetli bir ihtimal ile söylenebilir.

553 (1158) yılında İ v a B e rçe m ’ e mensup Türkmenler’ in Cebel


( Kürdistan bölgesi) bölgesinde yağma faaliyetlerini arttırmaları üzerine
Bağdad h a lîfe hükümeti M e n g ü -B a rs kumandasında, bunların
üzerine kuvvet göndermişti. M e n g ü -B a rs Türkmenler’i ağır bir boz­
guna uğrattıktan sonra kesilmiş başlar ve tutsaklar ile Bağdad’a dön­
d ü 2.

1 K ilis li, I, s. 56, III, s. 18-20, A ta la y , I, s. 56, III, s. 24-27.


2 t b n u l-E s îr, X I, s. 107.

360
568 (1172) yılında B erçem , buyruğundaki Türkmenler ile He-
medan bölgesine akın ederek Dinever’ i yağmalamıştı. Bunu Nahçi-
vari&dL haber alan I l-D e n iz , atlı asker ile sür'atle B e r ç e m ’in üzerine
yürüyerek onu Bağdad yakınma kadar kovaladı. Hattâ I l - D e n i z ’ in
Bağdad yakınına kadar gelmesi onun Bağdad’ a gireceği zannını uyan­
dırdığından h a lîfe bir yandan asker toplamağa, diğer yandan da sur­
ları berkitmeye başladı. Fakat I l - D e n i z h a lîfe d e n özür dileyerek
maksadının yalnız B er^ em ’i ülkesinde yağmalarda bulunmaktan
vazgeçirmek olduğunu söyledi3. Anlaşıldığına göre B e r ç e m h a lîfe ’yi
metbu tanıyordu ki, oğullarının da bunu sadakatle devam ettirdikleri­
ni görüyoruz. Hattâ B e r ç e m ’in bu hareketi h a lîfe ’nin gizli emriyle
yapmış olması da muhtemeldir.
583 (1187) yılında son S e lç u k lu S u lt a n ı T u ğ r u l ile h â l if e ­
nin veziri C e lâ le d d in b. Y u n u s arasında Hemedan dolaylarında
yapılan savaşta Yıvalar da h a lîfe ordusunda yer almışlardı. R â v e n -
dî’ye g ö re 4 savaş esnasında S e lçu k lu ordusunun sol kolunda bulu­
nan A y -A b a kumandasındaki a ta b e ğ ’li askerler (yani P e h liv a n ­
ın m em lû k leri) bozguna uğrayarak kaçmışlar ve Yıvalar tarafından
kovalanmışlardır. Fakat atabeğli askerler ağırlıklarını bırakarak Türk-
menler’ in takibinden kurtuldular. Esasen Türkmenler’ in asıl maksadı
da ganimet (doyumluk) ele geçirmekti. Onların ağırlıkları ellerine ge­
çince savaş meydanına dönmiyerek ülkelerinin yolunu tuttular. Hal­
buki savaş S u lta n T u ğ ru l tarafından kazanılmıştı. Bu savaşta Y ı-
valar’ m başında B e r ç e m ’in oğlu M ah m u d va rd ı5.

I r a k S e lç u k lu s u lt a n lığ ın a son veren H a r iz m -Ş a h T e k iş


Irak-1 Acem’ deki bazı yöreleri S e lç u k lu emirlerine bırakmıştı. Bun­
lar h a lîfe ’nin tahriki ile çok geçmeden H a r iz m -Ş a h ’ a isyan ettiler
ise de H a r iz m -Ş a h ’m oğlu R ey vâlisi Y u n u s H a n tarafından boz­
guna uğratıldılar. Bu bozgundan kaçıp kurtulan emirler Yıva beğine
sığındlar6. Bu münasebetle R a v e n d î 7, Y ı v a b e ğ in i m e lik (k ıra l)
kelimesiyle vasıfJıyor.
Bu hâdiseden sonra h a lîfe askeriyle H a r iz m -Ş a h T e k iş ’in
Hemedan vâlisi M a y a ç ık ’m ordusu arasında yapılan ve Bağdad kuv­
vetlerinin yenilgisiyle sona eren savaşta Yıvalar’ ın da h a lîfe ordusu

3 A y n ı eser, X I, s. 177.
4 s. 345-346.
5 Ahbâr ud-devlet-is-Selcukiyye , s. 177.
6 R a v e n d i, s. 377.
7 Gösterilen yer.

361
arasında yer almış olduklarını biliyoruz8.

B e r ç e m -o ğ lu M a b m u d ’ dan sonra Yıvalar’m başına F ahr-


u d -d in İ b r a h i m ’in geçtiği anlaşikyor. 593 (1196) yılında A t a -B e ğ
Ö z b e k adına Hemedan’ da vâlilik yapmağa başlayan N u r u d -d in
G ö k ç e , Yıva beğliğini de ortadan kaldırmayı düşünerek bu beğliğin.
topraklarına yağma akınları yapmağa başlamıştı; fakat G ö k ç e , Yıva
beğinin mukabeleye hazırlanması üzerine Hemedan’a. dönmeğe mec­
bur kaldı9.

F a h r u d -d in İ b r a h im ’ den sonra Ş ih a b u d -d in S ü le y m a n
Şah Yıva beği olmuştur ki bu, Yıvalar’ın en meşhur emîridir.

S ü le y m a n Şah, 610 (1213) yılından önce bilinmeyen bir sebep­


ten ötürü H a lîfe en -N âsir li d in illa h tarafından azledilerek yerine
kardeşi geçirilmiştir10. Fakat bunun fiilen yerine getirilip getirilmediği
bilinemiyor.

C e lâ l u d -d in H a r iz m -Ş a h 621 (1224) yılında halifelik ülke­


sine yaptığı bir seferden dönerken Hemedan yakınındaki Bahar kale­
sinde oturan S ü le y m a n Şah’ın yanına uğramış ve hattâ orada onun
kızkardeşi ile evlenmiştir11. S ü ley m a n Şah, Bağdad h a lîfe s in i ol­
duğu gibi, C e lâ l u d - d in ’i de metbu tanımıştır12.

Tarih-ı Güzide’ deki Luristan m e lik le r in e ait bahiste S ü le y m a n


Şah’ a dâir bazı bilgiler de bulunmaktadır. Bunlara göre Küçük Lur
emîri Ş e r e f u d -d in E b u B e k ir, S ü le y m a n Şah’ın, M e lik e H â­
tûn adlı kızkardeşi ile evli id i13. Bu L u r e m îr in in ölümünden sonra
yerine geçen kardeşi İz z u d -d in , M e lik e H â tû n ile evlenmiş ve on­
dan iki oğlu dünyaya gelmiştir. Fakat İ z z u d -d in ’in, amcası oğlu
H ü sa m u d -d in H a lil tarafından öldürülmesi üzerine İ z z u d -d in ’ -
in küçük yaştaki oğulları dayılarının yanma kaçtılar14. Bundan sonra
S ü le y m a n Şah ile yeni L u r e m îr i arasında sürekli bir mücadele
başladı. Vukubulan birçok çarpışmalardan sonra Şapur ovasında ya­
pılan bir savaşta Lur ordusu bozuldu ve H ü sa m u d -d in H a lil de

8 A y n ı eser, s. 382.
9 A y n ı eser, s. 392.
10 îb n u l-E s îr, X II, s. 139.
11 N e sev î, metin, s. 186, fransızca tercüme s. 308.
12 A y n ı eser , s. 210.
13 Tarih-i Güzide, s. 555.
14 A y n ı eser, s. 556.

362
öldürüldü (1246). S ü le y m a n Şah. düşmanı H ü sa m u d -d in H a lil’ ­
in ölümüne üzülmüş ve onun hakkında o anda bir rübaî söylemiştir 15.

S ü le y m a n Şah halifelik hükümetine samimî bir şekilde bağlan­


mıştı. Komşu Lur emirleri, Fars’taki S a lğ u r lu la r , M u su l h ü k ü m ­
d a r ı H ü lâ g ü ’yü metbu tanıdıkları halde S ü le y m a n Şah H a lîfe ­
den ayrılmadı. Hattâ, 1258 yılında Moğollar Bağdad’ ı kuşattıklarında
şehri müdafaa edenlerden biri de S ü le y m a n Şah idi. Bağdad’ın düş­
mesi üzerine S ü le y m a n Şah da h a lîfe ve diğer Türk kumandan­
ları ile birlikte şehit edildi16. Kendisi bu sırada epeyce yaşlı olmalıdır.
H a m d u lla h -ı M ü s t e v fî’ye g ö re 17, H ü lâ g ü ’nün Bağdad seferine
katılan L u r e m îri B e d r u d -d in M es’ud S ü le y m a n Ş a h ’m öldü-
rülmemesi için H ü lâ g ü ’ye ricada bulunmuş ise de, ricasını kabul et-
tirememiştir. Bununla beraber S ü leym an . Ş ah ’m aile ve maiyyetini
himaye etmeğe muvaffak olan L u r em îri, onları Luristan’ a götür­
müştür. Bunların bir kısmı ortalık yatıştıktan sonra Bağdad’ a dön­
müşlerdir.

S ü le y m a n Ş ah ’m oldukça kültür sahibi bir insan olduğu anla­


şılıyor. Yukarıda onun bir rübâisinden bahsedilmişti. H a m d u lla h -ı
M ü s t e v f î 18, Süleyman Şah’m meddahı olan bir şâirden de bahset­
mektedir. R e ş id u d -d in ise Yıva beğinin yıldızlar ilmine vâkıf oldu­
ğunu bildiriyorI9.
Yine H a m d u lla h -ı M iis t e v fî’ye göre20, Kürdistan bölgesi 15
İdarî yöreye ayrılmakta olup, S ü le y m a n Şah zamanında bölgenin
geliri 200 tumana yakın idi. Halbuki müellifin zamanında aynı böl­
geden ancak 20 tuman, 1500 dinar elde edebiliyordu. Bu mukayese,
S ü le y m a n Şah zamanında Kürdistan vilâyetinin nasıl mamur oldu­
ğunu açık bir şekilde gösterir.

15 Bu rubainin tiirkçe tercümesi şudur:


“ Zavallı Bedr oğlu H alil şaşkınlaşıp
Baharın (kale) arzusu tohumunu ruhuna ekmiş
Hırsının şeytanı Süleyman’ın mülkünü (almayı) arıyordu.
(Fakat) Süleyman'ın (Hzt) devlerinin elinde mahvoldu”
(a yn ı eser, s. 557).
16 R e ş id u d -d in , Câmi ut-tevârih> Q u a trem ere yay., P aris , 1836, s. 232, 244, 246,
274, 294; E b û ’ I-F e re c, el-Muhtarasar ud-duvelt B eyrut , 1890, s. 472, 474.
17 A y n ı eser , s. 557.
18 A y n ı eser, s. 552.
19 s. 296.
20 Nuzhet ul-kulûb, s. 107.

363
S ü le y m a n Şah Yıvarları’mn âkibeti hakkında bilgimiz yoktur.
M i n o r s k y 21, K a r a - K o y u n lu ulusuna mensup Baharlu oymağının
adının S ü le y m a n Şah’ ın oturduğu Bahar kalesinden geldiğini kabul
edeı'ek K a r a - K o y u n lu l a r i n Yıvalar’m nesli olduklarım düşünmek­
tedir.

2. Urmiye Yıvaları:

X II. yüzyılın ilk çeyreğinde kalabalık bir Yıva kümesinin de Ur­


mi ye yöresinde yaşadığı görülüyor. Kuvvetle muhtemeldir ki bunlar
Moğol istilâsı sonucunda gelmiş, S ü le y m a n Şah Yıvalarindan ayrı
bir koldu.
Bu Yıvalar kalabalık olup 10 000 atlı çıkarıyorlardı. M uham -
m e d -i N e s e v î’ye g öre22, bunlar S u lta n C elâ l u d -d in ’i hiçe saya­
rak yollara korku salmakta ve uç ülkelerine akınlar yapmakta idiler.
Bu sebeble C e lâ l u d -d in , A h la t ’tan dönerek bunların üzerine yü­
rümüştür. Yıvalar’dan birçokları öldürülerek çok ganimet ele geçiril­
miştir. Koyun sürülerinden ibaret olan ve M uğan’ a sevkolunan bu
ganimetin hâzineye ait olan kısmı 30 000 dinar kıymetinde id i23.

Bu hâdiseden 623 (1226) yılında bahseden İ b n u l - E s î r 24, Y ı-


vaların yağma faaliyetlerine dâir tafsilât vermektedir. Ona göre Uşnu
ve Urmiye şehirleri Yıvalar’ ın elinde olduğu gibi, onlar H oy şehrinden
de haraç alıyorlardı. Yıvalar C elâ l u d -d in ’in ilk önce Gürcüler ve
sonra da Ahlat’ın zaptı ile uğraşmasını fırsat sayıp ticaret kervanlarını
vurarak yolların emniyetini ortadan kaldırmışlardır. Bu arada Tebriz
tâcirlerinin Erzurum’dan Tebriz’e getirmekte oldukları 20 000 koyu­
nu da Tebriz yakınında ellerine geçirip götürmüşlerdi. Yıvalar’ ın işi
ileri vardırmaları üzerine son S e lç u k lu S u lta n ı T u ğ r u l’un kızı
olan z e v c e s i h a tu n ’un ricası üzerine C elâ l u d -d în Ahlat kuşat­
masını bırakarak onların üzerine yürüdü. Y u >o’lar Celâl ud-din’in A h ­
lat’tan ayrılmıyacağma emin oldukları için sarp dağlarına çıkmıyarak
yurtlarında kaygısızca oturuyorlardı. İşte bu sırada C e l a l u d - d i n
onları çevirdi, çoğunu öldürüp, çoluk ve çocuklarını tutsak aldı ve
davarlarının pek çoğunu da eline geçirdi25. Bu hâdiseden 6 yıl sonra

21 The Clan o f the Qara-Qoyuıılu rulers, K ö p r ü lü A rm a ğ a n ı, s. 292-293, 294.


22 s. 126, tercüme, 210,
23 Gösterilen yer.
24 X I I , s. 313.
25 Gösterilen yer.

364
Moğollar’ ın gelmesi üzerine onlar da Azerbaycan’ daki Türkmenler gibi
batıya gitmiş olmalıdırlar.

3. Yaruklular:

A k -S u n g u r o ğ lu Z e n g î M usul’ dan sonra Haleb’ e hâkim olup


Haçlılar ile mücadeleye girişince Iran Kürdislan mdaki Yıvalar’ııı
bir bölüğüne Haleb bölgesinde yurd vererek onlara Haçlılar ile savaş­
malarını, zaptedecekleri toprakların kendilerinin olacağını söylemişti.
Bu Yıvalar’m başında Y a r u k adlı bir beğ vardı. Gerçekten bunlar
Haçlılar ile savaşmışlar ve onlardan epeyce toprak ellerine geçirmiş­
lerdir. Bu Yıvalar ve Y a r u k ’un oğulları Y a r u k lu (Y a r u k iy y e )
olarak anıldılar. Y a r u k 564 (1168) yılında öldü.

Y a r u k ’dan sonra oğulları A y n u d - d e v le ve B e d r u d -d in


D o ld u r u m ’u görüyoruz. A y n u d - d e v le Ş îr -K u h ’un aynı yıldaki
564 (1169) sonuncu M ısır seferine katılmıştı. Ş îr -K u h ’ un orada ölümü
üzerine ordunun kumandanlığını yeğeni S a lâ h u d -d in aldı. Fakat
A y n u d -d e v le , S a lâ h u d - d in ’e hiç bir zaman itaat etmiyeceğini
söyliyerek N u r u d -d in ’nin yanına döndü 26. B e d r u d -d in D o ld u -
ru m ’ a gelince, onu Tell-Bâşir ve Tell-Hâlid hâkimi olarak tanıyoruz.
B e d r u d -d in D o ld u r u m , S elâ h u d - d in - i E y y u b î ’nin belli başlı
savaşlarına katılarak bu savaşlarda büyük yararlıklar göstermiştir.
Kendisi yiğit ve iyi ahlâklı bir beğ idi. D o ld u r ıım ’ dan sonra oğullan
S e lç u k lu hükümdarı İ z z u d -d in K e y - K â v u s ’un 1218’ deki Suri­
ye seferine kadar Tell-Bâşir’i ve Tell-Hâlid’i ellerinde tutmuşlardır ki,
bundan daha önce bahsedilmişti.

Osmanlı Devrinde Yıvalar

S e lç u k lu devrinde (X III. yüzyılda) Anadolu’ da Yıvalar’ ın yaşa­


dıklarına dâir İbn Bibi’ de bir kayda rastgeliniyor. Bu kayda göre27,
jRukn u d -d in K ı l ı ç A r s Jan’m, ağabeyi II. İ z z u d -d in K e y k â -
v u s’ a karşı saltanat davasına kalkışması üzerine vezir K a d ı İ z z ud-
d in hâzinede bulunan paraları sarfederek asker toplamağa başlamış
ve kısa bir zamanda Arab, Gurbet (? ), İva ( « ) , Gence, Kiird ve K ıp ­
çak (K ıbçak)’dan asker devşirilmiştir. Bu Yıvalar’ ın Urmiye’ den A n a ­
dolu’ya gelmiş Yıvalar olması mümkündür.

26 İb n V â sıl, Muferric ul-kurııb , Kahire , 1953, I, s. 160, 168, 180.


^ j o j j c^ı\ j j w * j l j l —.j (tıbkı basım, s. 613).

365
XVI. yüzyılda Yıvalar’ a ait 20 yer adına rastgelinebiliyorî8. Bu
devirde gerek yer adlan, gerek oymaklar ( ) ve ( l_*> ) imlâlan
ile yazılmıştır. Bu kelimeleri belki Yuva şeklinde okumak da müm­
kün ise de bunları Yıva olarak kabul etmekten başka çare yoktur. An­
cak ( j ı ) şeklindeki yer ve oymak adlarının Yıvalı olarak okun­
masında şüphe etmenin yerinde olduğunu ilâve etmeliyiz.

O sm anlı devrinde gerek Yıva ( l'ji<-‘j i ) gerek ( jI\j j ) şeklinde


yazılan bazı oymaklar vardır ki, aşağıda bunların en belli başlıların­
dan bahsedilmiştir.
1. H a l e b T ü r k m e n l e r i : Bu Türkmen topluluğu arasında Hayl-
Yıva ( J~*-) şeklinde bir oymak görülüyor. Buradaki ilk kelimenin
aslı ve manası bence meçhuldur. Bu kelimenin arabça atlar ve atlı sı­
nıfı demek olan hayl kelimesi olup olamıyacağını bilemiyoruz. K anu-
nı’nin ilk hükümdarlık yıllarında bu Yıva oymağı E m et K e th ü d a ­
nın emrinde olup, 200 çadırdan müteşekkildir. II. S elim devrinde
nüfusu bir hayli artan Yıva oymağı beş kola aynlmıştır. Bu kollardan
birinin Yağmur ve Yellüce adlı ekinliklerde yerleştiği görülüyor.
X V II. yüzyılın ortalarına doğru bu Yıvalar’ dan ancak 150 çadırlık bir
kol eski yaşayışını sürdürmekte id i 29.
2. D u l k a d ı r l ı : X V I. yüzyılda bu topluluk arasında da Yıvalu
(yahut Yuvalu) adh bir oymak vardı. Bu oymak Durmuş Hacılu , Der-
geç, Esencelu , Yahşi-Hanlu, Sufyanlu ve Yıvalu adlı obalara aynlmış-
tır. Bu obalardan bazıları güneyde, Gündüzlü ve K ınık kazalarındaki
kışlaklarında çiftçilik yapmaktadır. II. Selim devrinden itibaren bu
oymaklardan Kara-Yıvalu (veya Yuvalu) şeklinde bahsediliyor30.
Dulkadırlı ulusu arasında ayrıca Yıva ( “ j;. ) adh 35 vergi evlik bir
oymak görülmektedir.
3. Y e n i - l l : Y en i-ll’de 156 vergi nüfuslu Yıva ( * j i ) adlı bir
oymağa rastgeliniyor. Bu oymağın Dulkadırlu ulusu arasındaki Yıva-
laı’m bir kolu olması pek muhtemeldir31.

4. K a y s e r i : Kayseri çevresinde yaşayan Türkmen oymaklann-


dan biri de Yıvalu (veya Yuvalu) adh 183 vergi nüfuslu bir teşek­
küldür. Bundan başka tJrgüb dolaylarında da Yıva adlı bir oymak
yaşamakta idi. I. S elim devrinde bu oymak üç kola ayrılmış olup,

28 Cedvele bk.
29 F. Süm er, Yıva Oğuz boyuna dâir, s. 161-162.
30 A y n ı yası, s. 162-163.
31 A ynı yazı, s. 163-164.

366
tunlardan 46 vergi nüfuslu birinci kol Kışlacık, 48 vergi nüfuslu ikinci
kol Kara-Yıvalu (yahut Yuvalu), 41 vergi nüfuslu olan üçüncü kol da
Ağ-lshaklu ekinliğinde çiftçilik yapmaktadır32.

5. T a r s u s : Bu yörede II. S elim devrinde Yıva adlı, iki kola


ayrılmış (birincisi 31 vergi evi, diğeri 11) bir oymak yaşamakta id i33.

6. I ç - t l : II. B a y e z id devrinde İç -İl’deki büyük teşekküllerden


biri de Yıva oymağı idi. Bu oymak İç -İl’deki diğer birçok teşekkül­
ler gibi tamamen köylerde yerleşmiş olmakla beraber oymak teşkilâ­
tım henüz muhafaza etmektedir. Bu oymağın adı bazan Yıvalı olarak
da yazılıyor. Iç-Il Yıvaları’m n B ü yü k-Yıva ( i l ) ve K üçük-Yıva
( tji J.lr-jS') olmak üzere iki büyük kola ayrıldığı görülüyor. B üyük-Yıva
kolu eski Gülnar ile Anamur arasındaki Ak-Saz adlı yörede toplu bir
halde yerleşmişlerdir. Küçük-Yıva kolu da yine toplu bir halde A n a ­
mur’un kuzey ve batısındaki topraklarda yurt tutumuştur. Bu ikinci
kola mensup bazı oymaklar Anamur kasabasında da yerleşmişlerdir.
Ayrıca B ü yü k-Yıva ve K üçük-Yıva adlı iki köy olup, bu köylerin her
ikisi de Küçük-Yıva toprağında bulunuyordu. Bu köylerin, kolların
başında bulunan ailelerin oturdukları yerler olduğu anlaşılıyor. II.
B a y e z id devrinde B ü yü k-Y ıva koluna ait kırk kadar köy gösterili­
yor ki, bunların bir kısmı adlarım zamanımıza kadar muhafaza etmiş­
lerdir. Küçük-Yıvalar ise Anamur kasabasından başka 14 köyde yer­
leşmişlerdi.

II. B a y e zid devrinde İç -İl bölgesindeki başlıca oymakların ta­


şıdıkları adlar bu oymakların başında bulunan ailelerin de adları idi.
B o z -D o ğ a n o ğ u lla rı, T u r g u t-o ğ u lla r ı, H o c a -Y u n u s-o ğ u l-
ları, îğ d ir -o ğ u lla r ı, B e ğ -D ili o ğ u lla r ı ve nihayet Y ıv a -o ğ u l-
ları. Y ıv a -o ğ u lla r ı’ndan adları tesbit edilebilen şahıslar şunlardır:
H ü sey in Beğ, A li Beğ, M ehm ed Beğ, Alâ u d -d in B eğ ve Pa­
şa Beğ. Bunlardan H ü sey in B eğ, B üyük-Yıva köyünde bir câmi
yaptırmış ve bunun için de bir vakıf tesis etmişti. A li B eğ’in Kızılca
köyünde bir mescidi olduğunu biliyoruz. Yine bunlardan P aşa B eğ
Kazancılar köyünde A h î S e y y id î adlı bir şeyh adına bir zâviye yap­
tırmıştır. A lâ u d -d in ve M ehm ed adlı Yıva beğleri de II. B a y e z id
devrinde tımar sahibi idiler. P îr A li adlı bir kimsenin de Yıva oğul-

32 A y n ı yazı , s. 164.
33 A ynı yazı s. 165.

367
ları’nın atadan dededen (eben an cedd) kethüdası olduğu, için avânz-ı
divâniyye ve tekâlifi örfiyye’den muaf olduğunu da biliyoruz34.

7. İran Yıvaları:

İran’ da Moğol devrinden sonra bu adda büyük bir oymak görü­


lemiyor. Ancak S a fev î devrindeki Kaçar boyunun obaları arasında
Yıva (»_>;) adlı bir oba da bulunmaktadır. Kaçar boyunun aslında
Anadolulu ( Boz-Ok bölgesinden) olduğu daha önce birkaç defa söy­
lenmişti. XVI. yüzyılın sonlarında İm am K u lu H an gibi ünlü Kaçar
beğlerinin Kaçar’m. Yıva obasına mensup olduklarını biliyoruz35.

34 A y n ı yazı, s. 165 -1 6 6.

35 j ^j ^ tJLc j 1 j I j A* J

«-Lİ £İ j I Js (Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 385).

368
X X IV .

KINIK
Kmıklar, bilindiği üzere, S elçu k lu h â n ed a n ın ı çıkarmış olan
boydur. Halbuki bu boy Oğuz boylarının Islâmiyetten önceki siyasî
ve İçtimaî mevkilerine göre tanzim edilmiş olan R e şid u d -d in ’in
listesinde en sonuncu sırada bulunmaktadır.
Km ıklar , bizim yer adları cetvelinde 81 köy ile K a yı ve Avşar'-
dan sonra üçüncü sırada yer a lm ışla rd ırB u yer adlarından pek mü­
him bir kısmının Anadolu’nun fethine katılmış Kıniklar’ a ait olduğu
şüphesizdir. Fakat bu boyun tarihi, S elçu k lu h a n ed a n ın ı çıkar­
mak ve Anadolu’nun fethinde büyük bir rol oynamakla sona ermemiş­
tir. X III. yüzyılda Suriye’ deki kalabalık Türkmen kümesi arasında
yine bu boydan ehemmiyetli bir kolun bulunduğu görülüyor. Filhaki­
ka bu Türkmen kümesinin Üç-Ok kolunu başlıca Yüregir, K ınık, Ba­
yındır ve Salurlar teşkil ediyordu. Bu Üç-Oklar, daha önce söylendiği
gibi, M em lûk ordusunun yanında Çukur-Ova’ mu fethine katıldılar
ve orada yurd tuttular. Bu suretle Çukur-Ova’ daki en eski Türk hal­
kının esası bu Üç-Oklu boylarından meydana gelmişktir.
Kmıklar, Yüregirler gibi, Çukur-Ova’da. geniş bir yerde yurd tut­
tular. Burası batıda Ceyhan ırmağından doğuda Gâvur dağlarına dek
uzanıyordu. Yani Kım klar’ı n yurdu bugünkü Ceyhan kazasımn bir-
kısım topraklan ile Osmaniye kazasım içine alıyordu. Kmıklar, Y ü ­
regirler gibi, Üç-Oklar’ ın ve Çukur-Ova bölgesinin en kuvvetli teşek­
küllerinden biri idi. Fakat onların başındaki aileye dâir bugüne kadar
hiç bir bilgi edinilememiştir.
1375 yılında Ermeni kiralını Sis’ te muhasara eden Türkmen beğ­
lerinden E b û B ek ir pek muhtemel olarak Kınıklar’m beği idi.

1 Cedvele bk. K ın ık yer adlarının çoğu zamanımıza kadar gelmiştir (Türkiyede M eskûn
yerler kılavuzu, 8. 681-682). Bunlardan başka İzm ir’ e bağlı K ınık adlı bir kasaba da vardır.

369
Başta Ramazan-oğulları
tuk Yüregirleri olmak üzere Üç-Oklu
Türkmenler, Boz-Oklar gibi
M em lûk emirleri arasındaki mevki ve
ihtiras mücadelelerini fırsat bilerek kendi gayelerine göre hareket et­
meğe başladılar. Bunlar 1378’de üzerlerine gönderilen T em ü r-B a y
kumandasındaki M em lûk ordusunu perişan ettikten sonra M em lûk
hâkimiyetini büsbütün üzerlerinden attılar.

783 (1381-1382) yılında Hâleb valisi olan Y e l-B o ğ a Üç-Oklar’ı


yeniden tabiiyyet altına alabilmek için ilk tedbir olarak onlar arasında
tefrika çıkarmağa girişti. Gerçekten Y e l-B o ğ a bu tedbirinde mu­
vaffak olmuş ve 785 (1383)’de Kınıklar Yüregirler’ e saldırmışlardı2.

Kınıklar bu hâdiseden birkaç yıl sonra yanlarında Üç-Oklar’ a


mensup diğer bazı teşekküller olduğu halde K a d ı B urhan u d -d in ’in
ülkesinde kargaşalıklar çıkardılar.
Fakat XVI. yüzyıldan itibaren bu Kınıklar'da.ı\ bir daha bahse­
dilmiyor. Onlar ne gibi bir sebeble siyasî ehemmiyetlerini kaybettiler?
Şimdiki durumda bu sorunun cevabını vermek mümkün olmuyor.

O sm an lı fethinin ilk yıllarında K ınık yöresi beği K ü ç -E r i oğ ­


lu H anıza B eğ idi. Bu beğin Kınıklar’ dan olduğuna dâir hiçbir bilgi
yok ise de buna ihtimal verilebilir. O sm anlı h â k im iy e tin in ilk yıl­
larında Kınıklar’ ın toprağa bağlandıkları görülüyor. Aralarında pek
az göçer ev vardı ki, bunların da sonradan başka yerlerden gelmiş ol­
maları muhtemeldir.
Kımklar’m oturdukları yer X IX . yüzyılın ikinci yarısına kadar
kendi adları ile anılan bir kaza idi. Fakat hayret edilir ki bugün Çukur-
Ova’ da hiç kimse K ınık kazasının yerini bilmemektedir. Kınık sadece
yörenin değil aynı zamanda bir kale ve kasabanın da adı idi.

K ınık kalesinin, Toprak-Kalesi olduğu anlaşılıyor. Kasabaya ge­


lince onun da kalenin kuzey ve doğusundaki yer olduğunu tahmin et­
mekteyiz. Bu kasaba 928 (1522) yıhnda iki mahalleden müteşekkil
idi. Zamanla gelişen kasabanın mahalleleri 954 (1547) yılında beşe
çıkmıştı. Hülasa XVI. yüzyılda 75 köy ve ekinliği olan K ınık kazası
pek mamur bir halde idi. Fakat X V II. yüzyılda bu K ınık kazası, kasa­
bası, köyleri ve ekinlikleri ile birlikte tahrib edildi, öyle ki bugün ne
Kınık kazasının, ne de K ınık köylerinden pek çoğunun yeri bilinme­
mektedir *.

2 Bu hususlarda: F. Süm er, Çukur-Ova tarihine dâir araştırmalar, s. 24-25, 38.


3 F. Süm er, aynı yazı , gösterilen yer.

370
XVI. Yüzyılda Kııuk Oymakları

X V I. yüzyılda Haleb Türkmenleri, Ankara Yörükleri ile A ydın ’-


daki Karaca-Koyunlu topluluğu arasında bu adda bazı küçük oymak­
lar görülmektedir ki, bunların en ehemmiyetlisi Haleb Türkmenleri
arasında bulunan oymaktır.

1. Haleb Türkmenleri:
Bu Türkmen topluluğu arasında yaşayan Kınık oymağı biraz ön­
ce kendisinden bahsettiğimiz Kınıklar’m Kuzey-Suriye’ de kalmış bir
bakiyesidir. Bu Kınık topluluğu K an unî’nin ilk saltanat yıllarında
üç kola ayrılmıştı. Bunlardan K ırım K e th ü d a ’nın buyruğundaki
birinci kolun 51, H aşan K e th ü d a ’nın idaresindeki ikinci kolun 40,
k e th ü d a sı söylenmeyen üçüncü kolun da yine 40 vergi nüfuslu ol­
duğu görülüyor. II. Selim devrinde Kınıklar’ ın nüfusu bir misline
yakın artarak 254'"e çıkmıştır. Mezkûr devride onlar tek bir kethüda­
ya tâbi idiler ki bu da yukarıda adı geçen K ırım k eth ü d a idi.

Kınıklar X VII. yüzyılın ortalatına kadar eski yaşayışlarını devam


ettirmişlerdir. S u ltan İb ra h im devrinde onların Rum (Sivas) vi­
lâyetinde Aralik-Evi adlı bir yerde yaşadıkları görülüyor4.

1104 (1692-1693) tarihinde Hama ve Humus sancaklarında yer­


leştirilen Türkmen oymakları arasında Kınık-Uşak adlı bir oymak
da vardır. Bu oymak bahsini ettiğimiz Kınıklar’m yerleşmemiş bir ka­
lıntısı veyahut başka bir oymak id is. Esasen Hama yöresine yerleş­
tirilen bu oymağın 60 vergi nüfuslu küçük bir oymak olduğu anlaşılıyor6.

2. Ankara:

Ankara Yörükleri arasındaki Kınık oymağı 123 vergi nüfuslu bir


oymaktır. Bu K ınık oymağı Seferi-Hisar ( Sivri-Hisar) yöresinde ya­
şamakta idi7. Daha önce de birkaç defa işaret edildiği gibi, Ankara
bölgesi Oğuz boylarına ait en fazla yer adları bulunan bölgelerin başın­
da gelir. Bu yer adlan X II. yüzyılda şöhretleri Horasan'a dek gitmiş
kalabalık bir Türkmen kümesinin hâtıraları idi. İşte bu hâtıralar ara­
sında K ınık boyuna ait 9 köy bulunmaktadır.

4 F. Sümer* Üç-Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller, s. 475-476, 505-506.


5 F. Süm er, gösterilen yer.
6 C en giz O rh on lu , aynı eser, s. 67.
7 F. Süm er, aynı yazı , s. 477, 506.

371
3. Karaca'Koyunlu ( A y d ı n ) :

A ydın sancağındaki Karaca-Koyunlu topluluğu arasındaki Kınık


oymağı, nüfusu çok az bir teşekküldür. 37 vergi evi olan bu oymak
Kınıklar adını taşıyor. Onun 11 evlik Alalar adlı küçük bir obası da
vardı.
Yine aynı topluluk arasında Ji jS adlı bir oymağa da rastgelini-
yor. Bunun en doğru okunuş şekli Konuklar olsa gerektir. Fakat def­
terlerin birinde sarih olarak “ k” esre ile hareketlenmiştir. Buna göre
Kınık kelimesi bir şive hususiyeti neticesinde bu şekli almış oluyor.
Ben bu hususta yalnız “ k” nin harekelenmesini göz önüne aldım.
F âtih devrinde bu Kınıklar biri 217, diğeri de 65 vergi nüfuslu
olmak üzere iki kol halinde yaşıyorlardı. X V I. yüzyılda ise Kınıklar’m
yeni kollara ayrıldığı ve bunların da muhtelif yerlerde yaşadığı görülü­
yor. Bu kollardan biri (56 ev) Tire çevresinde, diğer bir kol da Tire’y e
bağlı Meskenci köyünde oturmaktadır. Kınık'laı’m öbür kolları ise
Ayasuluğ yöresindeki Karcılar , Beğlik-Dere , Uzunluca, Kilise, Boz-
Alan, Küçük-Kedfiye, Yedi-Berguş gibi köylerde yerleşmişlerdir8.

X V I. Yüzyılda Anadolu’ da Selçuklu ( ) adlı bazı oymak­


lara ve Selçuk ve Selçik ( Û t dL^-U j) şeklinde yer adları ve şahıslara
da rastgeliyor. Selçüklü adlı oymaklardan biri Tarsus bölgesindeki
Kusun boyunun obaları arasında bulunmaktadır. 925 (1519) yılında
bu oba 45 vergi evinden müteşekkil idi. Aynı adda bir oymağa da A fyon -
Karahisar bölgesinde rastgelinmektedir. Bu da 30 evden müteşekkil
idi. Üçüncü bir oymak da At-Çekenler arasında görülüyor. Bu oymağın
ismi Selçuklu şeklinde yazılıyor. Bu oymakların da adlarını
şahıslardan aldıkları muhakkaktır.

8 F . Sü m er, aynı yazı , s. 478-479, 597


9 F. Siim er, aynı ya sı , s. 479, 598.

372
3.
Bölüm
Destanları

Oğuzlar’ın kendi dillerinde yazılmış biricik millî destanları Dede


Korkut destanları’dır. Bu destanlar son asırlara kadar Anadolu ve İran
Türkleri arasında sevilerek dinlenmiş, okunmuş ve Anadolu Türkleri’-
nin, ataları Oğuzlar’a karşı daha derin bir bağhlık duymalarında âmil
olmuştur, öyle ki XV. yüzyılda Türkiye’de yaygın bir Oğuzculuk ce­
reyanının mevcudiyeti bile görülmektedir.

Fakat X VII. yüzyıldan itibaren bu destanlar Türkiye’de ehemmi­


yetlerini kaybetmeğe başladılar. Ozanların yerini âşıklar aldı. Bunlar
ise yeni bir destan terennüm ediyorlardı. Bu yeni destan haydud veya
Celâli K ö r -O ğ lu ’nun mâceralanm anlatıyordu. Bunun eski İçtimaî
düzenin XVI. yüzyılın sonlarında yıkılması ile yakından ilgili olduğu
muhakkaktır. Eski İçtimaî düzenin yıkılması ile yalnız D ede K ork u t
destanları ehemmiyetten düşmekle kalmamış, devlet de kudretini kay­
betmiş ve Türk halkı da zayıf, yoksul ve muzdarip bir cemiyet haline
gelmiştir, işte Kör-Oğlu bu cemiyetin destanıdır.

K ö r-O ğ lu destanı daha X V II. yüzyılda İran Türkleri arasında


da yayıldı ve onlar tarafından da alâka ile karşılandı. O derecede ki on­
ların da millî destanı haline geldi. Mezhebi ayrılık, kanlı harbler A n a ­
dolu ve İran Türkleri’ nin ortak kavmı hars birliği geleneğini devam
ettirmelerine engel olamamıştı. K ö r -O ğ lu ’na karşılık, oradan da
Türkiye’ y e Kerem ile A slı, Arzu ile Kanber, Aşık Garib gibi halk roman­
ları gelmiştir.

Hazar-Ötesi Türkmenleri’ne gelince, onlar arasında eskiden beri


Oğuz-nâmeler bulunduğu ve bunlarda D ede K o r k u t ile Salur Ka-
zan’a ait mühim bahislerin yer aldığı bilinmekte ise de elimizdeki
D ede K o rk u t destanlarının bu Türkmenlerce tanınmadığı anlaşılı­

373
yor. Buna karşılık K ö r-O ğ lu destanı Türkmenler arasında da kısa
bir zamanda yayılmış ve onlarca da -millî destanları olarak- benim­
senmiştir. Böylece, Geredeli Celâli K ö r-O ğ lu A li R u şen ’in şahsi­
yeti etrafında teşekkül eden bu destan, Dede Korkut destanları gibi,'
Oğuz Türkleri’ nin, diğer bir deyimle Batı Türkleri’nin üç ayrı ülkede
yaşayan torunlarının müşterek millî destanları vasfını kazanmıştır.
Burada Câmi ut-tevârih’teki Türkler’ in tarihi ve Oğuz’ un cihangir­
liğinin hikâyesi ile uygurca Oğuz Kağan Destanı yeniden ele almmayıb,
onlar hakkında umumî mahiyette birkaç söz söylenmekle yetinilecek-
tir.
Önce şu hususu belirtelim ki uygurca Oğuz Kağan destanı’mn da
Jrara’da, Ilh a n lı devrinde, G azan H an veya halefi zamanında ya­
zıldığından hiç şüphe etmiyoruz. Bu eserin başka bir yerde, hele U y­
gur ülkesinde yazılmış olması mümkün değildir. Çünkü onun yazıl­
masına sebep olan manevî hava ancak İran’daki Ilh a n lı sarayı ve
çevresinde görülmektedir. Bu manevî havayı kuvvetli bir Türkçülük
şuuru parlatıyordu. İşte her iki eserin meydana getirilmesine âmil olan
bu Türkçülük şuurudur. Esasen her iki eserin ehemmiyeti de, bize gö­
re, burada, yani böyle bir şuurun mevcudiyetini göstermiş olmalarm-
dadır. Değilse onlar ne hakikî bir destanın vasıflarım taşırlar, ne de
tarihî kaynak olmak bakımından değerli sayılabilirler.
Bunlardan Câmi ut-tevârih’ teki Türkler’in tarihi ve Oğuz’un cihan­
girliğinin hikâyesi, uygurca destanın islâmi bir görüş ile işlenmiş bir
versiyonundan başka bir şey değildirla. Bu sebeble uygurca Oğuz
Kağan-destanı, ötekine nazaran birkaç yıl daha önce yazılmış olsa ge­
rektir. Uygurca Oğuz destanı ile ilgili olarak bizim asıl merak ettiğimiz
husus, destanın nerede son bulduğudur. Şimdiki durumda bu soruyu
cevaplandırmak mümkün olmuyor.
Her iki eser bize bu Türkçülük şuurunun mahiyeti hakkında ol­
dukça vazıh bir fikir vermektedir. Anlaşıldığına göre bu şuurun esas­
ları şunlardır:
a) O ğuz H an’dan eserin yazıldığı devre kadar Türk âlemini, ad­
lan zikredilen şu kavimler temsil etmektedir: Oğuz (Türkm en), Uygur,
Kıpçak, Kanlı, Karluk, Kalaç.
b) Türkler’in de eski zamanlarda yaşamış, Moğollar’ın C engiz
Han’ı gibi, cihangir bir hükümdarları vardır. Bu cihangir hükümda­
rın adı O ğuz K ağan (veya Han) dır.

1 a BunlaT hakkında: F. Süm er, Oğuzlarca ait destanı mahiyette eserler, s. 359-389.

374
c) Türk dünyası, O ğuz H an’ın yaptığı büyük fetihler netice­
sinde meydana gelmiştir. Yani Türk kavimlerinin Beş-Balık bölgesin­
den Kara-Deniz’ in kuzeyine ve Adalar Denizi’ne kadar yayılmış ol­
maları Oğuz H an’ın fetihleri ile ilgilidir.
ç) Oğuzlar O ğuz H an’m 24 torunundan inmişlerdir. Uygurlar
Oğuz H an’ın öz kavmi veya ona itaat eden Türkler’ diı. Kıpçak, K an­
lı, Karluk ve Kalaçlar da O ğuz H an’ın beğlerinden türemişlerdir.

d) Türkler’ in tarihi bölümü’nde, O ğuz Han, kavmini hak dinine


sokmak için T an rı tarafından gönderilmiş bir p e y g a m b e r hüküm­
dar olarak gösterilir. Böylece hem kavmine Allah’ın dinini getirmiş,
hem de büyük fetihler yapmış bir peygamber hükümdara salıip olmak­
la Türkler’ in hem Moğollar, hem de Arablar kadar şerefli veya onlar­
dan da şerefli ve üstün bir kavim oldukları ifade edilmek istenmiştir.

Her iki eserde ve Türk-Moğol ensabı bahsinde Türkmenler’ e en


şerefli mevkiin verilmesi bu çalışmalara en fazla onların katılmış ol­
duğu şeklinde izah edilemez. Esasen Türkmenler’e mensup şahısların,
Uygur bahşıları gibi, bu çalışmalara katıldıklarını da kesin olarak bil­
miyoruz. Diğer taraftan Türkmenler’in Moğollar katında Uygurlar
gibi itibarlı mevkie sahip olmadıkları da bir gerçektir. Ancak o zaman­
lar açıkça görülen vâkıa şu idi ki, Türkmenler Mangışlak’ tan Adalar
Denizi’ ne kadar uzanan geniş sahada kavmi varlıklarını kuvvetle mu­
hafaza ederek yaşıyorlardı. Diğer taraftan yakın bir mâzide S elçu k lu
hânedanı idaresinde büyük bir imparatorluk da kurmuşlardı. Halbu­
ki diğer Türk kavimleri ne varlıklarını koruyabilmişler, ne de Türk­
menler gibi parlak bir maziye sahip olabilmişlerdi. Nitekim Türkmen­
ler, varlıklarını kuvvetle muhafaza etmelerinin neticesi olarak ve bu
eserlerde kendilerine verilen en şerefli mevkie lâyık bir şekilde, dünya
tarihi" çapında büyük roller oynamakta devam etmişlerdir.

Ilh a n lı sarayı ve çevresinde başlıyan Türkçülük şuuru, Anadolu’­


da Oğuzculuk şuuru şeklinde X VII. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu şuu­
run O sm anlı hânedanımn siyasî başarılarında rol oynayan başlıca
manevî âmillerinden biri olduğunu söylemek her halde yanlış bir görüş
sayılmaz. Y a z ıc ı O ğlu’nıın O sm an G azi’ye isnat ettiği:
“ Os m a n , Ertuğrul oğlusun”
Oğuz, Kara-Han neslisin
Hakkın bir kemter kulusun
İstanbul’ u aç gülzar yap !”
şiirinde bu şuur manevî bir âmil olarak görünmüyor mu?

375
Esasen daha önceleri belirtildiği gibi, O sm anlı hânedam O ğuz H an’
ın soyundan gelmeğe ve kendisini K a yı boyundan saymaya çok ehem­
miyet vermiştir; K a yı damgasını ailenin resmî alâmeti kabul etmiş,
Şehzadelere O ğuz H an ve K o rk u t gibi adlar koymuştur. Bu husus,
yalnız hanedanın ataları olan Oğuzlar’ a karşı duyduğu bağlılık ile değil,
halkın bu husustaki hassasiyeti, doğudaki K a r a -K o y u n lu ve bil­
hassa A k -K o y u n lu hânedam ile meydana gelen siyasî rekabet ile de
ilgili idi. Çünkü, evvelce söylendiği gibi, bu sonuncu hânedanın hüküm­
darları da O ğuz H an’ın torunları olduklaıını söylüyor ve bunların
en büyüğü, F â tih ’in rakibi, U zun H aşan B eğ kendisini Anadolu
Türkleri’nm. biricik hükümdarı sayıyordu. Oğuzlar’ ul veya Türkler’in
hükümdarlığının K a yı boyu beğler'inin eline geçerek bunun kıyamete
değin süreceğine dâir Oğuzlar’ m büyük velisi K o r k u t A ta ’ya kehâ­
net isnad edilmesi, O sm an G azi’nin, Oğuz beğleri tarafından hüküm­
dar seçildiği iddiası ve Kara-Koyunlu C ihan-Ş ah’ a, II. M urad’m
nesebinin kendisininkinden daha şerefli olduğunun söyletilmesi, bah­
sedilen bu hususlardan ileri geliyor. Y a v u z S elim de M em lûk hü­
kümdarı T u m a n -B a y ’a yolladığı bir mektupta 20. göbeğe kadar
ata ve dededen hükümdar olduğunu yazmıştı. Böylece kendisini O ğuz
H an’ın soyundan saymakla O sm an lı hânedam, tabileri, fakat Cen­
giz neslinden olan Kırım hanlanna karşı da her hangi bir küçüklük
hissi duymuyordu.
Netice itibariyle bahis konusu destanlar, ensab bahsi ve Dede K or­
kut destanları ile birlikte Oğuzculuk şuurunun canlı bir şekilde yaşa­
tılmasında âmil olmaları bakımından da dikkat ve alâkamıza lâyık­
tırlar.
O sm anlı müelliflerinden Y a z ıc ı-O ğ lu , bilindiği üzere, Câmi
ut-tevârih’teki Oğuzlar’u dâir ensab bahsini türkçeye çevirdiği gibi,
muhtemel olarak, K o rk u t A ta ’ya ait bazı bilgileri de, Türkler’in ta­
rihi bölümünden almıştır. Y a z ıc ı-O ğ lu ’nun bu tercümesinden M ev­
lâ n a R u h î’nin geniş bir şekilde faydalandığını biliyoruz. Yine Y a ­
z ıc ı Oğlu uygurca bir Oğuz-nâme’ den bahseder ki bu, elimizdeki Oğuz
Kağan destanı olsa gerektir. Aynı müellifle çağdaş, Ş ü k ru lla h da II.
M urad devrinde elçilikle gittiği Kara-Koyunlu hükümdarı Cihan-
Şah’ın Tebriz’deki sarayında uygur yazısıyla yazılmış bir Oğuz tarihi
görmüştür. A k -K o y u n lu müverrihi E b û B e k T - i T ih ra n î ise U -
zun H aşan B eğ’in O ğuz H an ve N uh aleyh is-selâma değin çıkar­
dığı soy kütüğünü yazarken Câmi ut-tevârih’ teki ensab bahsinden fay­
dalanmıştır.

376
İran’ daki son Türk hânedanı olan K a ça rla r’ın da ataları say­
dıkları Oğuzlar’ a ilgi gösterdikleri anlaşılıyor. Bu münasebetle M irza
E b û ’ l-K a sım , ensab bahsini kaynak yapıp kendi zamanında Iran
ve Hazar-Ötesi Türkmenleri arasındaki Oğuz boylarına mensup oy­
maklardan bahseden bir risale kaleme almıştırlb.

Uygurca Oğuz Kağan destanı ile Türkler’in tarihi ve Oğuz Han’ın


cihangirliği’ nin hikâyesi bölümleri Üzerindeki bu mülâhazalardan son­
ra asıl bizim için mühim olan Dede Korkut destanları’ na geçebiliriz.

1 - Destanların Yazıldığı Zaman:

Dede Korkut destanları hakkında en eski tarihî bilgiyi M ısır T ü r k


M e m l û k l e r i devri müverrihlerinden E b û B ekr b. A b d u lla h b.
A y -B e ğ e d -D e v â d a rî (ölümü 1331-32) vermektedir. Bu bilgi ay­
nen şöyledir:
“ Ben derim ki burada bu kavmin zuhur, huruç ve işlerinin baş­
langıcım anlatalım. Bu, melik büyük baba anlamına gelen (?) Ulu Han
Ata Bitikçi adlı kitapta, onların yaradılışlarının başlangıcı ve ataları
üzerindeki-ank şeriatın cevaz vermediği-sözlerin kısa bir özetidir. Bu
kitabı ilk Türkler’ den Moğol ve Kıpçaklar yanlarından ayırmazlar ve
bunun onların katında büyük bir değeri vardır; nasıl ki diğer Türkler’in
Oğuz-nâme adını verdikleri bir kitablan olduğu gibi. Onlar bu kitabı
elden ele dolaştırırlar; orada Oğuzlar’m işlerinin (tarihlerinin) başlan­
gıcından ve onların ortaya çıkışlarından itibaren gelen hükümdarları­
nın ilki ve büyüğü O ğuz’dan bahsedilir. Oğuz-nâme’ de onlarca De-
pe -G öz denilen bir şahsın ahvali (de) anlatılır. Bu D e p e -G ö z on­
ların yurdlannı yıkmış ve eski Türkler’ in ulularını da öldürmüştür. On­
ların inandıklarına göre D e p e -G ö z çirkin yaradışlı idi; başının or­
tasında bir gözü vardı; kendisine kılıç ve kargı işlemezdi; annesi ulu
denizin perilerinden olup, babasının külâhı da ancak on keçi derisinden
yapılmıştı. Onların buna dâir günümüze değin aralarında söylenen bir
çok sözleri ve ünlü hikâyeleri vardır. Bunları, onlar arasında zeki ve ko­
puz çalmasını bilenler ezberlerler. Nihâyet bu D e p e -G ö z, Türkler
arasında şerefli ve yiğit olarak tanınmış, Ur us oğlu B a sat adlı bir
genç tarafından öldürülmüştür. Buna da yine onlardan bir kızın koş­
tuğu şart âmil olmuştur. Bu kızı binicilikte U rus oğlu B a sa t’dan
başka kimse yenememişti. B a sa t bu kızı yenerek onunla evlendi.
B a sa t’ın babası U rus’ a gelib oğlunun kızı yendiğini müjdeledik-

1 b Mecmua , Tebriz, 1294, s, 396-423. Fakat bu risale eksiktir.

377
Ierinde: “ sanki oğlum D e p e -G ö z ’ü öldürmüş gibi konuşuyorsunuz”
dedi. B a sat adlı genç bunu duyunca bir tedbir ile D e p e -G ö z ü öl­
dürdü. B asat ile D e p e-G öz arasında akbn almıyacağı bir çok hâ­
diseler geçmiştir. Bunlar Türkler’ in hurâfelerindendir10
İbn Devâdarî’nin bu sözlerinden bahsettiği Oğuz-nâme’ nin bizim
Dede Korkut destanları’m içine alan bir kitab olduğu anlaşılıyor. Bu
Oğuz-nâme nerde yazılmıştır? Hiç sanmıyorum ki bu kitab Türkistan’­
da. yazılmış ve Oğuzlar tarafından Yakın Doğu’ ya getirilmiş olsun. Bi­
zim kanaatımıza göre, Oğuz-nâme Doğu- Anadolu’ da veya Azer­
baycan’ da yazılmıştır, yazıldığı tarih de XIV. yüzyılın başları olsa
gerektir. Çünkü söylendiği gibi, bu esnada İlh a n lı sarayı ve çevresi­
ne uygurca Oğuz-nâme (Oğuz Kağan destanı) ile R eşid u d -d in ’in
Oğuz-nâmesi’nin yazılmasına âmil olmuş bir Türkçülük şuuı'u hâkim
idi. Diğer taraftan biz bu destanları kopuzları ile okuyan ozanların,
vazifeli olarak Moğol hanları ve noyanlarmın kapı halkı arasında yer
almış bulunduklarını biliyoruz.
Ancak, elimizdeki Dede Korkut destanları kitabının, İbn u d-D e-
v â d â rî’nin bahsettiği Oğuz-nâme olmadığı anlaşılıyor. Adı geçen müel­
lifin T e p e -G ö z ’ü öldüren B a sa t’ın destam hakkında verdiği haber­
ler, elimizdeki Basat destanı’ nda görülemiyor. Hattâ bizim destanda
Bas a tin sevgilisine ait tek bir söz bile yoktur. Diğer taraftan şimdi
bahsedileceği gibi, bizim destanlarda bir takım kelimeler görülmekte­
dir ki, bunların da bu Oğuz-nâme’ de bulunması mümkün değildir. îbn
ud D e v â d a r î’nin bildirdiği bu en orijinal Oğuz-nâme’ nin bize kadar
gelmemiş olmasına nekadar teessüf edilse yeridir.
Elimizdeki destanlara gelince, bunların biri tam, diğeri eksik iki
yazma nüshası vardır. Bu nüshaların her ikisi de aynı nüshaya dayan­
makta veya eksik nüsha tanı nüshadan kopye edilmiş bulunmaktadır2.
Elimizdeki Dede Korkut destanları’ nm XV. yüzyılın ikinci yarı­
sında tesbit edilmiş, yani yazılmış olduğu umumiyetle kabul edilmişti.

1 c Durer ut-ticân ve gureru tevârih iUezmân, Süleymaniye, Damad İbrahim Paşa ktp ., nr
913, 202 a-b.
2 M u harrem E rgin , Dede Korkul kitabı, giriş, s. 68. Her iki nüshanın tavsifi hakkında
yine buraya bk. (s. 64-70). Dede Korkut destanlarının bizde üç yayını yapılmıştır:
1 K ilis li F ifa t, K itab-ı Dede Korkut alâ lisan-ı tâife-i Oğuzun. İstanbul, 1332.
2 O rhan Şaik G ö k y a y , Dede Korkul, İstanbul, 1938 (eserimizde kısaltma: Gök-
Yay.).
3 Dr. M u harrem E rg in , Dede Korkut kitabı, I, Giriş-metiu-faksimile, (T .D .K .),
Ankara, 1958, II, indeks, gramer, ( T .D .K .), Ankara, 1963 (eserimizde kısaltma:
E rgin).

378
Biz de vaktiyle çıkan küçük bir yazımızda3 aynı görüşü müdafaa etmiş­
tik. Ancak, şimdi zikredeceğimiz deliller ile biz bunların XVI. yüzyılın
ikinci yarısında bir ozanın ağzından tesbit edilmiş olduğu fikrine, ke­
sin bir şekilde, varmış bulunuyoruz.
a. IV. destanda “ Başı Açuk Tatyarı kalasından” bahsediliyor.
XVI. yüzyılın S a fev î müverrihi R u m lu H aşan Beğ Başı Açuk'un,
çağdaşı olan Güvcü kıralı Bakrat’m lakabı olduğunu söylüyor4. B aşı
A çu k ’un üç, beş yıl sonra K a n u n in in tâbiiyyetini kabul etmiş ol­
duğu görülüyor5. B aşı A çu k sözüne daha eski eserlerde rastgeline-
miyor.
b. Yine destanlarda, O sm anlı devleti teşkilâtındaki anlamı ile,
paşa, sancak beği kelimeleri de geçiyor. Paşa6 ve sancak beği7 deyim­
lerinin Osmanlılar’ dan başka Türk devletlerinde, bu arada Kara-Ko-
yunlular’m ve Ak-Koyunlularım askerî teşkilâtlarında kullanılmadığı
malûmdur.
c. Bunlardan başka alay ve gönder (kargı) kelimeleri de görülmek­
tedir. Bunlardan alay O sm anlı devleti teşkilâtındaki anlamı ile kul­
lanılıyor8. Sonuncu kelimeyi de yanlız O sm an lıla r’ın kullandıkları
anlaşılıyor. A lay ve gönder kelimelerinin rumca olduğu söylenmekte­
dir.

3 Dede Korkul kitabına dair bazı mülâhazalar, Türk folklor araştırmaları, 1952, sayı 30,
s. 467-472.
4 •S' I j Lilj jH aL- [1543 = 950 İj j *

OL jb ■_- — j O U jj (JU- j i j l "—» - çjj ı

^ a Ij ^Jjl j I ^ ^
j ^ L f I j j o l j j Ij j l
(s. 306). Aynı müellif Şah T a lım a sb ’ııı Gürcistan’a bir sefer yapması üzerine Baş A ç u k ’un
S a fe v î hükümdarının huzuruna gelerek hil’ at giydiğini yazıyor (s. 316). B aş A çu k Kara-
Deniz kıyısında Faş ile înger çayları arasındaki baş şehri Kutatis olan bölgenin hâkimi idi. Baş
A çuk aynı yüzyılın sonlarında B a k ra t’m idare ettiği yerin adı olmuştur (Tarih-i alem ârâ-yi
Abbasî, II, îndeks).
5 “ Hususan tâife-i hâife-i Gürci''den V erze nâm lâîn ki ajıın gibi bîdin daima muharrik-i
silsile-i fesad u isyan ve âheng-i inad u tuğyandan hâli olmayub pirâye-i fazl-ı nâmütenâhi olan
ümerâ kullarımdan Baş A ç u k M elik in vilâyetinden nice nâlıiyeleri nelıb u. gâret ve ehalisini
kati u hasâret eyleyüb” ... (F e r id u n Beğ, Münşeat us-selâtin , I, s. 625-626).
6 “ Çün inayet Tanrı’ dan oldu, beğun paşanun himmeti K a n T u ra lı’ya oldu (G ö k -Y a y
s. 70, Ergin, s. 191).
7 “ B a y ın d ır H an yirmi dört bahadır sancak beğini Y ig e n e g ’ e yoldaşlığa bile koştu
(Ergin s. 201, 204).
8 E rgin , s. 230, 240, 141.

379
ç. Destanlardan birinde “ beş akçalu ulûfeciler” sözü de geçiyor
k i9, buna da İran’ daki Türk devletleri teşkilatında rastgelinemedi.
Bu zikredilen hususlar, destanların yalnız X V I. yüzyılın ikinci
yarısında yazılmış olmayıp, bu yazılmanın aynı zamanda O sm anlı
hakimiyeti devrinde yapıldığım da göstermektedir.
Bu destanlar, şüphesiz Erzurum’da, Kuzey-Azerbaycan’da veya
Şirvan’ da yazılmış olabilir. Kuzey-Azerbaycan (güneyi de) ve Şirvan,
999-1012 (1590-1603) yılları arasında olmak üzere, 13 yıl O sm anlı
hâkimiyetinde kalmıştı. Şirvan ülkesinde X V II. yüzyılın ikinci yan­
sında bil e. Dede Korkut destanları’ nin canlı bir şekilde yaşadığını bi­
liyoruz I0.
Bununla beraber, biz destanların Erzurum bölgesinde yazılmış
olduğu kanaatındayız. Çünkü:
a. Destanlarda, az önce söylendiği gibi, O sm anlı devleti teşki­
lâtına ait bazı kelimeler vardır: Paşa, sancak beği, alay, gönder, beş
akçalu ulûfeciler.

b. Elimizdeki nüshalar, O sm anlı devri Anadolu lürkçesi imlâsı


ile yazılmışlardır.
c. X V I. yüzyılda Azerbaycan ve Şirvan’ da bu destanların yazı­
labileceği böyle bir türkçe nesir edebiyatının mevcudiyetine dâir kâfi
delillere sahib değiliz.
ç. Bu destanların X V I. yüzyılın ikinci yansında Erzurum bölge­
sinde kuvvetli bir şekilde yaşadığını biliyoruz.
d. Destanlarda Erzurum bölgesi ile ilgili yer adları az değildir:
Bayburd, Avnik, Pasin, Kara-Dervend. Bunlara, eskiden beri Erzu­
rum bölgesinde yaşayan Duharlu oymağının adını da ilâve edelim.
Bu oymağın adı, III. destanda bir şiirde geçmektedir.
e. Zamanımızda bile bu destanlardan bazısının henüz bu bölgede
yaşadığını biliyoruz.
f. Destanlarda açık bir şî’îlik tesiri görülmüyor. Hattâ destanların
başında, D ede K o ı'k u t’ a atfedilen sözler arasında H a lîfe Osm an
b. A ffâ n ile P e y g a m b e r’in zevcesi A işe’nin adı geçtiği gibi, II.
destanda da yine A i ş e’nin ismine rastgeliııiyor.

9 E rg in , s. 203.
10 Destanlarda bu mesele ile iJgili diğer bazı hususlar için, “ Oğuzlar’ a ait destanı mahi­
yette eserler” adlı yazımıza bk. (s. 397-398).

380
Görüldüğü üzere destanlar “ hanım hey5’ lıitâbı ile başlamakta
ve hitâb edilen hana yöm (iyi dileklerde bulunma, onun için dua) veri­
lerek sona ermektedir. Bu husus destanların bir hana anlatılırken yazıl­
mış olduğunu açıkça gösteriyor. Bunu teyid eden başka bir delil de an­
latanın bir ozan olmasıdır. Gerçekten D eli D u m ru l destammn son­
larında şöyle bir ifade vardır: “ D edem K o rk u t gelüben boy boyladı,
soy soyladı. Bu boy D eli D u m ru l’ un olsun, menden sonra alp ozan­
lar söylesin, ahu açık cömert erenler dinlesin dedi” 11.

2 - Destan Kahramanları Nerede ve Ne Zaman Yaşadılar?

Destanlarda görülen yer adlarından çoğu insana ilk bakışta kah­


ramanların Doğu-Anadolu veya Azerbaycan’ da yaşadıkları fikrini ve­
rebilir.

Destanlarda kahramanların mensup bulundukları Oğuz eli’nin va­


sıfları ise şunlardır: a) Tam göçebe, b) İç Oğuz ve D ış Oğuz olmak üzere
iki küme halinde yaşamakta yahut Üç-Ok, Boz-Ok adlarıyle iki kola
ayrılmaktadır, c) Oğuz eli, ülkesinde toplu olarak yaylağa ve kışlağa
gidip gelmemektedir. Her boy kendisine ait bir yurtta oturmakta,
oradaki dağda yaylamaktadır, ç) Oğuz eli’nin siyasî bir düzeni vardır,
ve eli feodal bir asilzade sınıfı idare etmektedir, d) Oğuz eli’nin koyun
etinden başka at eti yediği ve hattâ kımız dahi içtiği görülmektedir.

Doğu-Anadolu’ da, ve Azerbaycan’ da hiç bir zaman bu vasıfları


haiz bir Oğuz eli yaşamamıştır u. 0 halde bu Oğuz eli nerede yaşamış­
tır? Orta çağ Türk tarihi ile meşgul olan bir kimse bunun cevabını
kolayca verebilir: Sir-Derya boylarında. Filhakika destanlar Birinci
Bölümde tarihlerini, kaynakların verdiği imkân nisbetinde, incelemiş
bulunduğumuz Oğuzlar’a aittir. Doğu - Anadolu’ nun ve Azerbaycan’ın
tarihi hakkındaki bilgilerimiz zarurî olarak bizi böyle bir hükme gö­
türmektedir. Bu destanlar X . yüzyıldaki Oğuz eli’nin mi, yoksa muh­
telif göçler ile nüfusu azalıp başlıca Karaçuk dağlarında yaşayan X I.
yüzyddaki Oğuz eli’ nin midir ? Biz ikinci ihtimale büyük bir yer ver­
mekteyiz. Oğuzlar bu hâtıralarını veya onlann destanlaşmış şekillerini
Yakın Doğu’ ya getirdiler. Bunlar bu sırada Oğuz-nâme adı altında
yazıldı ki bu, ibn ud D e v â d a r î ’ nin bildirdiği kitaptır. Destanlar ozan­
lar vasıtasiyle halk arasında yaşatılıyordu. Bunlar, zamanın zarurî

11 G ö k -Y a y , s. 64, Ergin, s. 184.


12 Bu hususta daha fazla izahat için: F. Süm er, ay m yası, s. 403-406.

381
olarak getirdiği bazı tesirlere uğradıktan sonra yeniden yazıldı ki,
şimdi elimizde olanlar bunlardır.
Destanların Sir-Derya boylarındaki Oğuz eli’ ne ait olduğu o ka­
dar şüphe götürmez bir hakikattir ki, bunu teyid edecek başka deliller
aramaya bile lüzum yoktur. Bununla beraber sırf tecessüs maksadiyle
başka yerlerde ve destanların kendisinde bu husus ile ilgili bazı delil­
leri kaydedelim.
a) Destanlarda büyük bir manevî şahsiyet olarak görünen Dede
Korkut, bilindiği gibi, XIV. yüzyılın başlarında Ilh a n lı sarayında
yazılmış Câmi ut-tevârih’ deki Türkler’ in tarihi ve Oğuz’ un cihangirli­
ğinin hikâyesi bölümünde de geçmektedir. K o rk u t A ta orada T ü r ­
k is ta n ’ da. yaşam ış Oğuz y a b g u l a r ı n m m u k te d ir b ir d e v le t
adam ı ola ra k vasıflanmakta ve kendisinin keramet ıssı (sahibi) ol­
duğu da belirtilmektedir13. K o rk u t A ta ’nın mezarı da, iki yerde ol­
mak üzere, Sir-Derya boylarında gösteriliyor14.
b) Destanlarda, B a y ın d ır H an sayılmaz ise, feodal merdivenin
birinci basamağında bulunan, yani bütün Oğuz beğlerinin metbuu o-
lan S alur K aza n B eğ’ e, E b û ’ l-G a z i’nin Şecere-i T erakime’sinin.
başlıca kaynaklarından biri olan Oğuz-nâmeler’ de ehemmiyetle yer
verildiği görülüyor. Daha önce de işaret edildiği gibi, bu Oğuz-nâme­
ler bizim destanlardan ayrı bir hüviyete sahip idiler. Bununla beraber
her ikisinde de ana unsurları aynı olan bazı müşterek olaylar anlatılı­
yor. Meselâ bu Oğuz-nâmeler’ de Becene (Peçenek) eli başbuğu D oy-
m adu k’un Salur K aza n ’m babası E n k iş’in ordasmı bastığına,
K aza n ’ın kaçıp anası C ica k lı H a t u n ’un düşman tarafından götü­
rüldüğüne, E n k iş’in üç yıl sonra D o y m a d u k ’a nâibi ile mal gönde-
rib karısını kurtardığına dâir bir parça vardır. Hattâ bu hatunun, koca­
sının yanına döndükten altı ay sonra bir çocuk doğurması üzerine son
derecede öfkelenen Salur K aza n “ bu çocuğu nereden aldın?” diyerek
bir değnekle annesinin başını yarmıştı15. Bizim destanlarda da Kâfir
beği Ş öklü M elik, Salur K a za n ’m ordasmı basarak anasını, karı­
sını ve oğlunu tutsak alıp götürür.
Yine E b û ’ l-G a z i’nin bu Oğuz-nâmeler’ den naklettiği, K aza n
Beğ’in başarılarını ve cömertliğini anlatarak onu öğen, dikkate değer
bir manzume vardır ki, aynen şöyledirls:

13 F. Süm er, aynı yazı , s. 371-373.


14 G ö k -Y a y , g i r iş , s. V IIM X .
15 Şecere-i Tcrâkime , s. 70.
16 s. 65-66.

382
<(Kaz-Gurt tağdm Öfiür11 ( j \) taşnı yuğaıiattl.
Salur K a z a n ötrü barıb karbab tutdı
İt Becene görüb anı issi gitti
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*

Bir kazanga kırk bir alnın etin saldı.


Ol kazannı sol eliği birlen aldı
Sağ eliği birlen ilge üleştürdi
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*

K ök asmandm inib keldi tinli yılan


Her âdemni yutar irdi görgen zaman
Salur K a z a n başın kesti birmedi aman
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*

Otuz kırk min leşker birlen Kazan barıb


İt Becene illerini keldi kırıp
Bir nicesi kutuldular köb yalbarub
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*

Türk ve Türkmen, Arab, Acem raiyetler


K a z a n kıldı Müslümanğa terbiyetler
Kâfirlerni kırdı uşal köb fursatlar
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*

Andın hüner kriterdiler barça evli


Bazılarga orun birdi sağlı sollu
Bizge buldu kamuğ ilin om u dinli
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*

Seyyah Korkut ular buldun imdi bilgil


Ol Kazanhn devletine dua kılgil
Kervan gitti köb kiç kaldın yolga girgil
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.”

17 Bunun ne anlama geldiği kesin bir şekilde anlaşılmıyor.

383
Bu manzumede geçeıı Kaz - Gurt dağının Sir - Derya boylarındaki
Karaçuk dağlarının bir kısmı olduğu daha önce söylenmişti. Manzu­
mede K aza n B eğ’in gökten inen ve her gördüğünü yiyen canlı (az­
gın) bir yılanı öldürdüğü bildiriliyor. Bizim destanlardaki bir şiirde de
bu yılan öldürme hâdisesine işaret ediliyor:

“ Yidi başlu ejderhaya yetüp vardum


Heybetinden sol gözüm yaşardı
H ey gözüm nâmert gözüm muhannes gözüm
Bir yılandan ne var ki koıhtun didim
Anda dahi erüm, beğim deyu öğünmedim
Öğünenleri hoş görmedim 18” .

Bunlardan başka yine Şecere-i Terâkime’ de S alur K a za n ’m


hatununun adı ve vasfı bizim destanlardakinin aynıdır, yani “ boyu
uzun B urla H âtûn, Salur K aza n ’m oğlunun adı da böyledir: U-
ruz (Urus).
c) Destanlar bize Oğuz elinin yurdu üzerinde açık bir fikir vermi­
yor. Destanı okuyan herhangi bir kimse Oğuzlar’m oturdukları yere
dâir kesin bir fikre sahip olamaz. Hattâ Kan-Abkaza, Gence, Berde,
Tatyan, Başı Açuk, Gürcistan, Sürmelu, Ağça-Kale, Kara-Dere ve A lın ­
ca gibi yer adları dahi bu hususta ona yardım etmez. Öyle ki orada hiç
bir zaman Gürcüler’in eline düşmemiş olan Alınca (Alıncak) kalesi bile
bir kafir kalesi gibi gösterilir. Hülâsa destanlarda Oğuz eZi’nin belli bir
yurdu görülemiyor.
Destanlarda iki yerde Salur K azan, bir yerde B a y ın d ır H an
için söylenmiş bir öğme vardır. Bu öğmede onlar: “ Türkistan’ın direği,
Karacuk’un arslanı, Emet Suyu nun kaplanı” olarak vasıflanıyorlarI9.
Bunlar işaret edildiği gibi, yalnız bir öğmede geçmekte olup, olaylar
ile ilgili yer adlarından değildir. Buradaki Türkistan hiç şüphesiz bu
addaki ülkedir ve başka bir yeri ifade etmemektedir. Karaçuk’ a. ge­
lince her nekadar bu ad da Cizre (Cezîre)’nin güneyinde, Dicle’nin batı­
sında ve Irak ’ta Altun-Köprü ’nün batısında dağlar var ise de destan­
larda bunların değil, Oğuzlar’m Sir-Derya boylarındaki ünlü sıra dağ­
larının kastedildiği muhakkaktır. Emet Suyu ’na gelince, bazı müellif­
ler 20 bunun A m id suyu demek olduğunu ileri sürmüşler ise de bu id­
diayı hiç bir surette kabul etmeğe imkân yoktur. Çünkü bir defa des­

18 G ö k -Y a y , s. 108, E rg in s. 237.
19 G ö k -Y a y , s. 13, 41, 78.
20 Meselâ E. R o s s i, II Kitâb-ı Dede Qorqut, Vaticüno, 1952, s. 33.

384
tanlarda Am id, Hamid ( V -) olarak geçmektedir k i21, XV. ve X VII.
yüzyıllardaki Anadolu ve tran Türkleri de şehrin adını aynı şekilde
telaffuz ediyorlardı22, ikinci olarak Türkler’ in Dicle’y e  m id suyu
dediklerine dâir hiç bir delil yoktur. Diğer taraftan Emet’in X V. ve
X V I. yüzyıllarda Anadolu ve tran Türkleri arasında şahi9 adı olarak
kullanıldığını da biliyoruz23.
Bu hususu böylece bertaraf ettikten sonra Emet Suyu’ nun Türkis­
tan ve Karacuk adları ile birlikte zikredilmesini göz önüne alarak, bu­
nunla Oğuzlar’m Sir-Derya’ da bulunan yurtlarındaki bir ırmağın kas-
dedilmiş olduğuna hükmedilebilir. Birinci destanda Kazdık dağı adlı
bir dağdan da bahsediliyor24. Bunun da Oğuz yurdunda olduğundan
şüphe edilmez. Nitekim bu adda Manas destanında bir yer adı geçi­
y o r25.
ç) Destanlarda geçen şahıs adlarından çoğu X I. yüzyıl ve daha
önceki zamanlarda kullanılmış eski (arkaik) isimlerdir. Bunlar: D irse
Han, B u rla, D uha (Duka)26 K oca , D um rul, B asat, Bamsı Bey-
rek, B a y Büre, Y ig e n e k , K a z ılık K oca , B ü ğd ü z Em en, Ma­
mak, E liğ K o ca , U şun K o ca , E ğrek, Seğrek, hattâ belki de
K a z a n 27 ve K ıy a n S e lç u k 23.
d) Destanlarda, Oğuzlar’ın düşmanları kâfir adı ile anılıyor. Ka­
vim olarak da yalnız Çerkez adı-o da bir manzumede olmak üzere-bir
defa geçiyor29 ve ülke olarak Gürcistan zikrediliyor.

21 G ö k -Y a y , s. 23, E rg in , s. 112.
22 Bu hususta birçok kaynak gösterilebilir ise de biz yalnız bir ikisinin adım zikredece­
ğiz: Â şık P a şa Z ad e, s. 248; H a s a n -i R u m lu , s. 306-307; Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s.
34, II, s. 1064.
23 S a fe v î Türk beğlerinin bu adı kullandıkları üzerinde: Tarih*i âlem ârâ-yi Abbasî ,
II, îndeks.
24 G ö k -Y a y , s. 9, 10, E rg in , s. 88, 89.
25 G ö k -Y a y , giriş X X X V II; R o s s i, s. 37 ve haşiye 2.
26 Bu kelime S e lçu k ’ un babasının adı, Dukak sözü ile mi ilgilidir?
27 X II-X V . yüzyıllarda Anadolu'da K a z a n (G aza n ) adının kullanıldığına dâir misal­
ler görülemiyor. Yalnız, K a r a -K o y u n lu la r ’ dan M ısır H o ca ’ nın oğlu G azan S u lta n
vardır ki, adını M oğol hükümdarı K a za n ’ dan almıştır.
28 Anadolu9da X V. yüzyılda şahıslara konan S elçu k , adı şimdi de olduğu gibi, S e lçu k ­
lu la r ın hâtırasından gelmiş olsa gerektir.
29 K a za n B eğ, Toma’nun kalesi tekfuruna tutsak düştüğünde kâfirler ondan kendilerini
övmelerini istiyorlar. K a za n B eğ ise şu sözler ile başlıyan bir deyiş söyleyip onları yeriyor:
“ İt kibi kuv küv eden Çerkez hırslı
Küçücük tonuz şölenli
Bir torba saman döşeklü
Yarım kerpiç yasdıklu”
(Ergin, s. 238),

385
Destanlar da Oğuz alplarının yağı (düşman) lan olan kâfir beğleri
şunlardır: Ş öklü M elik, B u ğ a cık M elik, K a ra T ü k en M elik,
K ara A rsla n M elik, D em ir Y a y lı K ıp ça k M elik, Sunu San­
dal M elik, A ğ M elik Çeşme, A rşın O ğlu D irek T ekür, K ara
Tekür. Bunlardan son ikisi yani A rşın O ğlu D irek T ek ü r destan­
da Kara Deniz kıyısında olduğu söylenen Düzmürd kalesinin, K ara
T ekü r de Alınca (Alıncak) kalesinin beğleridir. Diğerlerinin ise her
hangi bir kaleleri olmadığı gibi, kavmiyetleri de belirtilmiyor. Ş öklü
M elik destanların başlıca ve aslî unsurlarından biridir. Destanların
dördünde de düşmanı temsil eder ve her defasında arkadaşları Bu-
ğ a cık M elik ve K ara T ü ken (y a h u t tök en ) M elik ile birlikte
ölür. K ıp ça k M elik’e gelince o, Selçuklun babası D u k a k gibi,
demir ya ylı lâkabını taşımaktadır. K ıp ça k M elik ’in olaylar sahne­
sinde bir rolü yoktur. Yalnız K aza n B eğ’in yeğeni ve güveyisi K a­
ra B u d a k ’m ona kan kusturduğu söylenir. Buradaki Kıpçak adının
bu beğin mensup bulunduğu eli ifade ettiğinde şüphe yoktur.
Başta Ş ök lü M elik olmak üzere, Oğuzlar’m düşmanlan olan
bütün kâfir beğlerinin adları, görüldüğü gibi, türkçedir. Şük (Şök)
türkçede sükûnet, ağır başlılık demek olup, Şöklü, sakin, ağır başlı
anlamlarına gelse gerektir. Fakat bu husus ne olursa olsun kesin ola­
rak bildiğimiz şey Ş öklü ’ nün Türkler arasında ad olarak kullanıldığı­
dır. 1071-1072 yılında Suriye’yi açan Oğuz ( Türkmen) beğleıinden
biri bu adı taşıyordu30.
Netice olarak, Oğuzlar’m destanlarda kâfir olarak vasıflanan düş­
manlan onların tarihî düşmanlan olan Kıpçaklar’dan başkaları de­
ğillerdir. Yukarıda geçen D em ir Y a y lı K ıp ça k M elik sözü de bu­
nun için mühim bir delildir. Türkçe adlar taşıyan ve bazılan melik
ünvanı ile zikredilen kâfir beğleri de Kıpçaklar’ m başbuğlarıdır. K ıp -
çaklar’ ın Oğuzlar’ dan çok sonra, ancak X II. yüzyıhn ikinci yarısından
itibaren Islâm dinine girmeye başladıklarını biliyoruz.
e) Destanları anlatan ve onun çevresince Oğuz eli çok eski zaman­
larda yaşamış bir kavimdir. Onlar galiba, kahramanlann Peygamber
çağında yaşadıklannı sanıyorlardı31. E b û ’ l-G a z i’nin eserinden öğ­
reniyoruz ki, Türkmenler’ in Oğuz-nâmelerinde de bu şekilde bir sanma

30 ISCe ü i r Ji\ J jV I £-Jj J j (S ıb t ib n u l-C e v z î, M ir'at uz-


zamân , Türk İslâm eserleri müzesi htp ., nr. 2134, 21 a).
31 Bunu gösteren bazı ifadeler şunlardır: “ O ğuz zamanında bir yiğit ki evlense oh (o t)
atardı; O ğuz zamanında U şun K o c a dirler bir er var idi” (G ö k -Y a y , s. 32, 93, E rg in s.
184, 225).

386
vardı. Fakat onlar da asıl hâkim olan kanaat, K o rk u t A ta ve Salur
K aza n ’ın Peygamber’ den 300 yıl sonra yani X . yüzyılda yaşadıkları
rivayeti idi. R e şid u d -d in ’de ki bölümde K o rk u t A ta veya onun
babası K e z e n ç ü k ’ün Mekke’ye gidip Peygamber’i ziyaret ettiği söy­
lenir 32.

3 - Kahramanların Müslümanlığı:

Destanlarda kahramanlar bize müslüman olarak tanıtılmaktadır.


Ş ecere-i T erâ k im e’deki O ğ u z-n â m eler’den alınmış parçalarda
da Salur Kazan Müslüman görünüyor ve onun bu dine hizmet ettiği
de belirtiliyor. Destanlarda sahnede görülen şahıslardan ancak üçü
türkçe adlar taşımıyor. Bunlar “ destursuzca B a y ın d ır H an’ın çe­
risin basan” G a fle t K o ca oğlu Şîr Ş em seddîn, İkincisi “ iki kar-
daş bebeğin öldürüp zelil gezen” D ü zen oğlu A lp R üstem , üçün-
cüsü de “ kırk oynaşlı” B o ğ a z c a F atm a. Bu üç isimden ilk ikisinin
ayıl destanları olmamakla beraber adları sık sık geçer; ikisinin de baba
adları veriliyor. Hattâ D ü zen oğlu A lp R ü stem ’in Boz-Oklar’ dan
olduğu dahi biliniyor. Bu sebeble bilhassa hu son iki ismin destanlara
sonradan sokulduğunu iddia etmek bize güç gibi görünmektedir. Her
halde destanların X I. yüzyıldaki Oğuzlar’a ait olduğunu kabul eder­
sek bu mesele de halledilmiş olur. Yani bu takdirde kahramanların
Müslüman olduklarına inanılabilir.

4 - Destanların Konusu:

Bilindiği üzere elimizdeki Dede-Korkut kitabında 12 destan var­


dır. Bu 12 destandan ikisinin yani Deli Dumrul ve Basat destanlarının
konusu kahramanların tabiat üstü varlıklar ile mücadelesidir. Diğer
bir destanda kahraman (Kanturah) silâhsız olarak boğa, arslan ve
buğra gibi hayvanlar ile savaşır. Öteki destanların bazılarında da masal
unsurları var ise de bunlar hem az, hem de olayların seyrinde önemli
sayılabilecek tesirleri görülmez.
Bu on iki destandan I., IY. ve VI. destanlarda, yani D irse Han
oğlu Buğaç, Deli Dumrul ve Kanturah destanlarında, olaylar sah­
nesinde yalnız kahramanlar ve onların yakınları (aile efradı ve yol­
daşları) vardır. Diğer destanlarda ise sahnede kahramanla birlikte ad-
ve sanları belli, siyasî mevkileri değişmeyen bir beğler topluluğu görü-

3*2 F. Süm er, aynı yazı, s. 371. Destanlar da alplardan B ü ğ d ü z E m en hakkında: “ va-
ruben peygamberin yüzünü gören, gelübcn Oğuz'da sahabesi olan” denilmektedir (G ö k -Y a y ,
s. 23, E rg in 113).

387
lür. Bu sebeble bu destanlarda sabne kalabahk, dekor daba zengindir.
Destanlardan her birinin kahramanı bu ad ve sanları belli, siyasî mev­
kileri değişmeyen beğlerden biridir.
Tabiat üstü varlıklar ile savaşan kahramanlardan biri D eli Dum-
ru l’ dur D um rul, D uha (D uka) K o c a ’mn oğludur; yani bütün
kahramanlar gibi babasının adı bellidir ve yine onlar gibi bir beğdir.
O, yüreği pek, atılgan ve çabuk parlayan bir kimse olduğu için kendisi­
ne destanlardaki bazı kahramanlar gibi deli lâkabı verilmiştir33. Nite­
kim D u m ru l bir kuru çayın üstüne kurduğu bir köprüden geçenler­
den bileğinin gücüne güvenerek bac almaktadır. Hattâ köprüsünden
geçmek istemeyenleri dahi haraç almak için geçmeğe zorlamaktadır.
İşte tarihî D eli D u m ru l’un şahsiyeti bu olup, eldaşları arasındaki
ünü ve hâtıralarda yaşaması da buradan yani köprüsü başında veya
kendi yurdu (toprakları)ndan gelip geçenden haraç almasından geli­
yor. Aradan zaman geçince D uha K o ca nın oğlunun hâtırası muhay­
yilede işlenmiş kendisinden başka yiğit, alp bir kimsenin olmadığını
sanan D eli D um rul’un karşısına onun hakkından gelebilecek olan
Azrail çıkarılmış ve böylece Deli Dumrul destanı meydana gelmiştir.

İb n F a d lâ n 34 921 yılında büyük bir kervanın arasında Oğuz


yurdunu geçerken bir Oğuz önlerini kesmiş, ancak istediği verildikten
sonra kervanın hareketine müsaade etmişti.
T e p e -G ö z adlı korkunç ve olağanüstü yaratık ile savaşan Ba-
sat’ a gelince o, Oğuz eli’ nin Boz-Ok, yahut Dış Oğuz kolunun başı,
U ruz K o c a ’mn küçük oğludur; K ıy a n S elçu k da ağabeyidir. Ba-
sat’m rolü sadece kendi destanına münhasır kalmıyor. Onun adı so­
nuncu destanda da geçiyor. Basat bu kardeş kavgasında, yani Uç-Ok
(Iç-Oğuz) ve Boz-Ok (Dış Oğuz) arasında düşmanlık çıktığı, babası
U r u z K o c a ’nın metbûu ICazan’ a ayaklandığı esnada kendisinden
korkulan bir şahsiyet olarak bahsediliyor. Beğlerbeği Salur K aza n ’-
ın inakı boz aygırb B eyrek , çıkan bu düşmanlık sebebiyle B a sa t’m
ordasını basıp her şeyini eline geçireceğinden kaygılanmış ve korkmuş­
tur35. B asat’ın Oğuzlar’ ın düşmanlarına karşı da başarıları var mıdır,
bilemiyoruz. Ağabeyi K ıy a n S elçu k ’un T e p e -G ö z ile yapılan sa­

33 Destanlarda korku nedir bilmez, atılgan, fakat mert kimselere deli denilmektedir.
O sm an lı devrinde de bu gibi şahıslar için aynı deyim kullanılmış ve akıncılar gibi sınırlarda
oturan, gözü pek gençlerden müteşekkil askerî atlı sınıfına deli adı verilmiştir. Bu askeri sınıf
hakkında: Î.H. U zu n ç a r şılı, Osmanlı tarihi, A nkara , 1949, (T.T.K.), II, s. 564.
34 T o g a n y a y ., s. 14, ed-Dehhân yay., s. 98.
35 G ö k -Y a y , s. 117, E rgin , s. 249.

388
vaşlarda ödü sıdıb öldüğü söyleniyor36. B asat da esasen ağabeğisinin
öcünü almak için T ep e-G öz ile savaşmaya karar vermişti. Tasavvur
etmek mümkün olabilir ki T ep e-G öz belki de aslında Oğuzlar’ a bü­
yük acılar çektirmiş ve kayıplar verdirmiş bir düşmanı temsil etmek­
tedir. Yani T e p e -G ö z bu lâkabla anılan Kıpçaklar’ dan bir düşman
başbuğu olabilir37. O, üstü yaptığı baskınlar ile Oğuzlar’ ı ve bil­
hassa Boz-Okları korkunç yenilgilere uğratmış, B a sa t’ın ağabeyi K ı­
yan S elçu k, A ruk Candan (iki kardeşi ile), D em ir D on lu Ma­
mak, D üzen O ğlu A lp R ü stem ve Uşun K o c a gibi beğjer yapı­
lan savaşlarda ölmüşlerdir. B a sat sonra T e p e -G ö z ’ü yenip öldüre­
rek ihtimal kardeşinin ve eldaşlarınm öcünü aldı. Aradan zaman ge­
çince T e p e -G ö z bu lâkabla anılmasından ve belki dış bir tesir ile de
tabiat üstü bir varlık olarak tasavvur edildi.
Birinci destan yani D irse H an oğlu B u ğa ç boyuna gelince, bu­
rada ana konu yoldaşlarının hiyanetine uğramış, onlar tarafından ken­
disi ve aile efradı tutularak kâfir ellerine götürülen bir beğin (D irse
Han) oğlu B u ğa ç tarafından kurtarılışını anlatmaktadır. Görülü­
yor ki bu destanın ana konusu her yerde her zaman görülebilen bir
olaydır; olağanüstü bir tarafı yoktur.
Şimdiye kadar kendilerinden bahsedilmiyen destanlardan bizim
için dikkate lâyık ve üzerinde durulmaya değer görünenleri sonuncu
ve ikinci destanlardır. Sonuncu destanda konunun gerçekliği o kadar
belirlidir ki, insan kendisini bir tarihî eserin sahifeleri karşısında sanı­
yor, Konunun anlatılışı da pek güzel ve canlıdır. Bu destanın konusu
kısaca şudur: Beğlerbeği K aza n tâbileri olan Uç-Ok ve Boz-Ok beğ­
leri yığınak olunca evini yağmalatırdı. Fakat son defa evini Boz-Ok
(Dış Oğuz) beğlerinin bulunmadığı bir zamanda yalnız Üç-Ok (İç Oğuz)
lara yani kendi öz koluna yağmalatmıştı. Bu şekilde hareket edişinin
sebebi açıklanmıyor. K a za n ’m evini kendilerinin bulunmadığı bir
zamanda yalnız Üç-Oklar’ a yağmalatması Boz-Oklar’ m başı ve Ka-
zan’ın dayısı U ruz K o c a ’nın ve onun tâbiî olan öteki Boz-Ok beğ­
lerinin ağırına gitti. K a z a n ’m ordasma gitmiyerek tâbilik vazifesini
ifa etmediler. U ruz K o ca , K a za n ’a düşmanlığını açıkça bildirdikten
sonra tâbiî olan jBoz-Oklu beğleri katına okuyup bundan böyle kendisi­
ne baş eğmiyecekleri (asi oldukları) yolunda K a za n ’ a haber gönder­
diğini söyliyerek bu hususta ne düşündüklerini sordu. Onlar “ ne di­

36 G ö k -Y a y , s. 84, E rg in , s. 209-210.
37 M em lûk emirlerinden birinin Teli e - 1, ü z e t - T u ğ n lî ( J.^ıLII Lj ) adını
taşıdığını biliyoruz (M a k rizî, Kitab us-sulûh, Kahire , s. 940).

389
yelim, çün sen K a za n ’a düşman oldun, biz de düşmanız” dediler.
U ruz K o ca , K a za n ’ın inağı B e y re k ’in, Boz-Oklar’ dan kız aldığı
için güveyileri olduğunu, bu sebeble de ondan kendi saflarında yer
almasını istemelerini, kabul etmez ise öldürülmesini teklif etmişti.
B ey rek bir bile ile çağırılmış, ona kendileri ile birlik olması söylen­
miş, şiddetle reddi üzerine U ruz K o c a tarafından kılıçlanmıştır.
B ey re k ordasma götürülmüş ise de aldığı yaradan ölmüştür. Bunu
öğrenen K azan pek üzülmüş, günlerce divana çıkmamış, sonra sev­
gili inakının öcünü almak ve onları yeniden itaat altına sokmak için
harekete geçmiştir. K azan, U ruz K oca ile yaptığı teke tek bir çar­
pışmada onu 'yenerek öldürdü. Bunun üzerine öteki Boz-Ok beğleri
K azan’ın elini öpüp kendisine baş eğdiler. K aza n onların suçlarım
bağışlamış, Uruz Koca’nm ordasım çaptırmış ve elini gününü (yani
orda halkı ve boyunu) yağmalatmıştı. Görülüyor ki bu destanın konu­
su hazindir. Çünkü kardeş kavgasını anlatıyor. Bu kavgada yakışık­
lılığı, yiğitliği ve iyi ahlâkı ile “ Oğuz’un imrencesi” lâkabını almış olan
B ey ra k ölmüş, Boz-OMar'ın başı Uruz da yeğeni tarafından öldürül­
müş ve her şeyi çapılıp yağma edilmiştir.

Burada B e y re k ’in kendileri ile birlik olması gerektiği hakkında


gösterilen sebep, -yani onun Boz-Oklar’dan kız alması- bizi doğruluğun­
dan şüphe ettiriyor. Çünkü iki kol da birbirinden kız alıp vermekte
idi. B ey rek yaralanıp da ordasına döndükten sonra U ruz K o c a ’nm
oğlu B a sa t’m ordasım basacağından çok korkmaktadır. Fakat olay­
da B a sa t’m her hangi bir hareketinden bahsedilmiyor.

Bu sonuncu destan belki ikinci destandan önce konmalıydı. Çün­


kü ikinci destanda Boz-Oklar’m başı artık Uruz K o ca değil torunu
K ıy a n S elçu k oğlu D eli D ü n d a r’dır. Öteki destanlarda da daima
D e li D ü n d a r’ın adı geçiyor. Bunun gibi K a za n ’m nâibi K ılb a ş da
bu olayda sağdır. Fakat o, ikinci destanda Ş öklü M elik ’in, K aza n ’-
m ordasma yaptığı baskında ölmüştür83.
İkinci destanın konusu ise kısaca şöyledir. K aza n beğleri ile ava
gittiği esnada düşman Ş ök lü M elik yaptığı bir baskın ile K a za n ’ın
büyük ordasım çapmış, nâibi E liğ K o ca oğlu K ılb a ş ölmüş, oğlu
Uruz, karısı B u rla H a tu n ve anası tutsak ahmp götürülmüştür.
Bunu öğrenen K azan, Ş ök lü M elik’in üzerine yürüyerek beğlerin
yardımı ile düşmanı yenmiş, oğlunu, hatununu, anasını, hâzinesini
geri almıştır. Bu destanın da bize olmuş bir olayı anlattığını sanıyoruz.

38 G ö k - Y a y , s. 14, E r g in s. 97.

390
Yani düşman başbuğlarından Ş öklü M elik’in, K aza n ’ın ordasını
basıp yağmalaması bir gerçek olacaktır. Fakat K aza n baskında
ordasında mı idi, değil mi idi, bu hususta bir şey söylenemez.
Yukarıda da bahsedildiği gibi, Şecere-i Terâkime’de Peçenek eli
başbuğu D oy m a d u k ’ un S alur K a za n ’ın babası E n k i ş’in ordasını
bastığını E nkiş ve K a za n ’ın kaçtıklarını, K aza n ’ın anasının tutsak
alınıp götürüldüğünü, E n k iş’in, nâibi ile mal göndererek karısını kur­
tardığını anlatan bir rivayet bulunmaktadır. Bu rivayette, olduğu
gibi, K a za n ’ın mal göndererek yakınlarını kurtarmış olması da muh­
temeldir. Ancak K aza n Beğ sonra parlak bir zafer kazanarak bu
baskının öcünü almıştır. Bu destan ile Şecere-i Terâkime’ den naklet­
tiğimiz manzume, işte Salur K aza n B eğ’in bu şanlı galibiyetini
aksettirmektedir.
Destanların kahramanları asilzâde tabakasına mensup kim­
seler, yani beğlerdir. Sahnedeki şahıslar arasında halktan kimse­
ler görünmezler. Yalnız ikinci destanda K aza n ’ın K a ra çu k adlı
çobanı belki bir istisna teşkil eder. Bu çoban efendisinin sürüsünü düş­
mana karşı fedâkârca korumuş ve hattâ kardeşleri K ıy a n G ücü,
D em ir G ücü bu uğurda ölmüşlerdir. Fazla olarak K a ra çu k Ç oban
K aza n B eğ’in Ş öklü M elik ile yaptığı savaşlarda da yararlık gös­
termiştir. K aza n da K a ra çu k Ç oban ’ın gösterdiği vefakârlık ve
yiğitliğe kayıtsız kalmıyarak onu emîr-alıur’u yapmıştır. Bu yiğit ço­
banın taşıdığı adm ünlü Karaçuk dağlarından gelmiş olması çok muh­
temeldir. Türkler’m. coğrafî isimleri çocuklarına ad alarak koymaları,
İslâm müelliflerince de bilinen, yaygın bir gelenek idi.

5 - Kahramanlar:
Destanların kahramanları Oğuz eline mensupturlar. Bu el çok de­
fa kalın (kalabalık, güçlü), bazan da kanlı (ihtimal savaşçı, yahut
öcünü alan) sözleriyle vasıflanır.
Oğuz eli’ nin daima üzerinde yaşadığı bir yurdu vardı. Yani bu el
yurd değiştirmemektedir. O bu yurdunda tam göçebe bir hayat sürmek­
tedir; fakat toplu bir halde göçüp konmamakta, yani el halinde yaylak­
tan kışlağa gidip gelmemektedir. Açıkça anlaşılıyor ki beğlerden her
birinin boyu ile beraber oturduğu bir yurdu vardı. Beğ boyu ile birlik-
de bu yurdunun dağ veya dağlarında yaylamakta, ırmak, çay boyu
gibi engin ve alçak yerlerinde de kışlamaktadır.
Bu el Üç-Ok ve Boz-Ok adlanyle iki kola ayrılmaktadır. Üç-Ok-
lar’a aynı zamanda İç Oğuz, Boz-Oklar’a. da Taş (D ış ) Oğuz deniliyor.

391
Bu sonuncu sözlerden de anlaşılacağı üzere, her iki kol birbirine karış­
mayarak ayrı iki küme halinde yaşamakta idiler. Hattâ İç Oğuzlar ile
D ış Oğuzlar’m yurdlan arasında epeyce bir mesafenin bulunduğunu
tasavvur etmek mümkündür. Üç-Oklar’ ın Boz-Oklar üzerine gece gün­
düz demeyip yürüdükleri söyleniyor39. Üç-Oklar’a. İç Oğuz denilmesi
siyasi hâkimiyetin onların elinde bulunması ile ilgili olmalıdır.

6 - İktisadî Hayatları:

Feodal Oğuz asilzâdesi olan kahramanların çok zengin insanlar


oldukları görülüyor. B a y B içen , B ay B üre gibi bazı beğlerin ad­
larının başında bay kelimesi vardır ki bu, belki onların servet sahibi
olmaları ile ilgili bir sıfattır. Göçebe bir hayat sürdükleri için Oğuzlar’-
m başlıca servetlerini hayvan sürüleri teşkil ediyordu. Yetiştirdikleri
başlıca hayvanlar, koyun, at ve devedir. Her nekadar verilen toylar dola-
yısiyle at ve deve eti yenildiği anlaşılıyorsa da mutad yedikleri et koyun
eti idi. Koyunları da pek çok olup, bunlar hakkında tümen yani on bin
sayısı sık sık zikrediliyor. Deveye sadece bir nakil vasıtası (yüklet)
gözü ile bakılıyordu. At ise, onların destanlardaki tabirle binit’leri idi.
Destanlarda beğlerin zenginliği üzerinde söylenen sözleri mübalâğalı
bulmamalıdır. İb n F a d lâ n ’m Oğuzlar’m zengin olup, aralarında
100.000 koyun ve 10.000 bineğe sahip olanlarını gördüğünü söyledi­
ğinden daha önce bahsedilmişti.
Göçebe bir hayat geçiren kahramanlar başlıca koyun eti yemek­
tedirler. Koyunun da dğça koyun cinsinin makbul olduğu anlaşılıyor.
Koyun için şişlik sözü kullanılıyor40. Bu sözle koyunun çevirmesi kas-
dedilmiş olsa gerektir. Koyun etinden yapılan bir yemek olarak yahni
adı da geçiyor41. Yahni bugün de Türkiye’de bilinmektedir. Yine des­
tanlarda ekmek (etmek) den başka gömeç kelimesi de geçmektedir42.
Gömeç, küle gömülerek yapılan çörek veya yumuşak ekmeğe denili­
yor. Gömeç aynı anlamda K â şg a rlı’ da43 görüldüğü gibi, farsça eser­
lerde de bulunmaktadır. Bugün Anadolu’ da halâ bilinen ve yapılan
gömeçe bazı yerlerde kömme ve kömbe de denilmektedir.
Destanlarda Oğuz beğlerinin muhtelif vesilelerle verdikleri toy­
larda attan ayğır, deveden buğra ve koyundan koç kesilerek tepe gibi

39 G ö k -Y a y , s. 114, E rg in s. 250.
40 Gök-Yay, s. 7, 11, 12.
41 Ergin, s, 78, 145, 203.
42 Ergin, s. 141.
43 Atalay, X, s. 360.

392
et yığılıyor ve göl gibi kımız sağılıyordu44. İşte buradaki at eti, hattâ
deve eti yenmesi ve kımız içilmesini biz ancak Sir-Derya Oğuzları için
düşünebiliriz. Anadolu ve İran’ a gelen Oğuzlar’ın. burada eskisi gibi at
eti yemeğe ve kımız içmeğe devam ettiklerine dâir elimizde sarih de­
liller yoktur. Anlaşıldığına göre Türkmenler’ in mensub bulunduğu
Hanefî mezhebinin at eti yenmesine cevaz yermemesi45, komşu Müs­
lüman kavimlerin at eti yememeleri ve nihayet eskisi gibi sayısı pek çok
yılkılara sahip olmamalarından onlar at eti yemek ve kımız içmek gelenek­
lerini bırakmışlardır. Görüldüğü üzere Oğuzlar adı geçen hayvanların er­
kek ve aynı zamanda genç olanlarını yemektedirler. Sığır etinden ise hiç
bahsedilmiyor. Halbuki bazı eserlerde onların sığır besledikleri de ya­
zılıyor. Destanlarda Türkler’in millî yemekleri olan tutmaç’m adı geç­
memektedir. Halbuki bu yemeği Oğuzlar da biliyorlardı. S elçu k lu
T u ğ ru l B eğ’in Horasan’ da iken bir davette yediği badem helvası
için: “ iyi tutmaç imiş, ancak sarmısağı eksik” dediğinden evvelce bah­
sedilmişti. Tutmac’m Türkiye Selçukluları’ nda46 ve O sm anlı sarayın­
da da yenildiğini gördüğümüz gibi47, bugün Anadolu’ nun pek çok yer­
lerinde yapılmakta olduğunu da biliyoruz.

Kâşgârlı48 tutmaç’m herkesçe yani (başka kavimlerce de) bilinen


bir Türk yemeği olduğunu söylüyor. Bu yemek Oğuzlar ve diğer Türk­
ler tarafından Yakın Doğu ülkelerine getirilmiş, İr anlılar ve Arablarca
da tanınmıştır. Oyleki başlıca farsça ve arabça liigât kitablai'ma bile
geçmiştir49. Ş ira zlı E b u İs h a k -ı H a lla c’m Divan-i et’ime’ sinde,
Türkler’e ait birçok yemeklerin adı geçiyor: tutmaç, gömeç, güllâç, çörek,
buğra, kıyma, umaç katık, çağır, kavud. Ayrıca börek ve mantı (man-
tu) ile tanınmış içki bozadan da bahsediliyor. Buğra da ünlü bir Türk
yemeği olup, bunu B u ğra H an adlı bir Türk hükümdarının icad et­
tiği söylenir50. Yine oradaki gömeç, güllâç, çörek, umaç, bulamaç ve

44 Ergin, s. 80, 81, 86.


45 H anefî fıkıh kitaplarına göre (meselâ: Muhtasar ut-Tahavî, Kahire, 1370, s. 432-434)
at eti yenmesi mekruhtur. Ş âfiî mezhebi ise at eti yenmesini mubah saymıştır (H a m d u lla h -i
M u sta v fî, The Zooîogical section o f the Nuzhat ul-qulûb, yay. J. Stephenson, Loııdon, 1928, s.
141).
46 îb n Bibî, yay. Houtsma, s. 306. Burada tutmac’ ııı, sarhoşluğu gidermek hususunda
da âmil olduğu söyleniyor.
47 Süheyl Ünver, Fatih devri yemekleri, İstanbul, 1952, s. 27.
48 Atalay, I, s. 452.
49 Yâddaştha-yi K azvinî , yay. îrec-i Efşâr, Tahran, 1334 ş., s. 37-39.
50 Bu yemek hakkında: F. Sümer, Oğuzlar’ a ait destanî mahiyette eserler, s. 376 ve ha­
şiye 64.

393
diğerlerinin bugün Türkiye’de yapılmakta olduğununu biliyoruz.
Tutmaç, en sevilen ve en meşhur yemeklerden biri olarak E b û İsh a k ’ -
m divanında çok geçiyor. Hatta orada tutmaç’a dâir müstakil bir man­
zume de vardır51.
K â şg a rlı’nın ve E b û İsh a k ’ın tutmaç hakkındaki sözleri ye­
meğin yapılışının umumî vasıfları itibariyle değişmiyerek zamanımıza
kadar geldiğini gösteriyor. Tutmaç bugün Tokat, Sivas, Am asya, Çorum,
Ankara, Yozgat bölgelerinde ve Avşarlar arasında şöyle yapılmaktadır:
Hamur yufka biçiminde, fakat biraz kalınca (bir buçuk milimetre ka­
dar) açılır, saç üzerinde hafifçe pişirildikten sonra üçgen veya baklava
şeklinde kesilir, hasıl olan parçalar sıcak suda haşlanır; pişirilmiş yeşil
mercimek ile karıştırılır ve bunun içine sarımsaklı yoğurt katılır; bu iş­
ler yapıldıktan sonra üzerine içinde kıyma bulunan kızarmış yağ dökü­
lür. Onun üzerine de yeşil veya kuru nane ekilir. Yemek, K â ş g a rlı’mn
da söylediği gibi, sulu olur. Görülüyor ki tutmaç’ın teferruatlı bir yapı­
lışı vardır; gerçekten lezzetli ve besleyicidir. Yalnız tutmaç, K âşgar-
lı’nın da işaret ettiği ve yukarıdaki tarifeden de anlaşılacağı üzere,
hazmı oldukça güç bir yemektir.

7 - Siyasî Teşkilât:

Destanlardaki Oğuz elinde feodal vasıfları haiz bir siyasî düzen


görülmektedir. Her beğin kendisine ait ve üzerinde yalnız kendisinin
hâkim bulunduğu bir arazisi vardı. Beğler, yurdlarmdaki ordalarında
yaşayarak başında bulunduğu boyu idare ediyordu. Onların en yakın
tâbilerini oğul, kardeş gibi akrabaları teşkil ediyor. Destanlarda, savaş­
larda yararlık gösterenlere çuldu (armağan) dan başka kalaba ülke (dir­
lik) verildiği söyleniyor. Oğuzlar’da timar sistemi veya ona benzer bir
sistemin bulunduğunu tasavvur etmek güçtür. Bu sebeble “ kalaba
ülke” deyimi destanların yazıldığı devre ait bir husus olsa gerektir.

Beğlerin metbuları kendi kol beğleridir. Üç-Oklar’m kol beğisi


aynı zamanda Boz-Ok kolu beğinin de metbuudur. O bu sıfatla beğ-
lerbeği ünvamnı taşıyor. Beğlerbeğinin de metbuu han, yani hüküm­
dardır. Tâbilerin vazifeleri metbularını ziyaret ve onların çağırmala­
rına icabet etmek idi. B a y ın d ır H an’ın uç beği olan B eğil, her yıl
B a y ın d ır H an’ın divanına gelir ve ona getirdiği armağanları sunar­
d ı52. Boz-Ok başbuğu U ruz maiyyetinde kendi kolunun beğleri olduğu

51 E b û İsh a k H a llâ c, D ivan-i et'ime , İstanbul, 1303, s. 10, 22-23, 44, 57, 58, 74.
52 G ök-Yay, s. 91, Ergin s. 216.

394
halde, beğlerbeği Salur K a za n ’ı ziyaret ederdi. Metbuların vazife­
lerine gelince tabilerini kayırmak ve onları, kendilerini ziyaret ettik­
leri yahut yanlarına çağırdıkları zaman gelenekler gereğince ağırlamak,
aynı seviyede olan tabilere eşit muamele etmek ve en son olarak onların
gurur ve haysiyetlerine dokunacak, güçlerine giderecek her hangi bir
davranışta bulunmamaktı. Hanlar ham B a y ın d ır H an yılda bir de­
fa toy verip bütün Oğuz beğlerini konuklardı53. Salur K aza n da ga­
liba yılda bir yol, bütün tâbileri yığmak oldukları yani divanına gel­
dikleri zaman, yağmalı bir toy verir, toydan sonra beğler onu selâmlayıp
yurdlarına dönerlerdi. Fakat beğlerbeği K aza n son defa, açıklan­
mayan bir sebebten dolayı, yağmalı toyunu, Boz-Oklar bulunmadığı
bir zaman da, yalnız Üç-Oklar*a yani kendi öz kolunun beğlerine ver­
mişti. K azan B eğ’ in bu h a rek eti, Boz-Ok b e ğ le rin in ve b ilh a s­
sa bu kolun başı U ruz’un ağırına ve gücüne gitmiş ve hattâ ona düş­
man olmuştu. Beğlerbeği K aza n ’ın da, dayısı, fakat tâbiî olan U ruz’­
un beğleri ile ırnıtad olan ziyareti yapmamasına canı sıkılmıştı. Du­
rumu anlamak için U ruz’un yanma giden nâibi Sarı K ılb a ş, U ruz’­
un K a za n ’ı metbu tanıyıp, tanımadığını öğrenmek maksadiyle beğler-
beğinin düşmanların saldırışına uğradığı için kendisinden yardıma
gelmesini istediğini bildirmişti. Fakat Uruz, K a z a n ’m evini, muta­
dın hilâfına, yalnız Üç-Oklar’ a yağma ettirmiş olmasından ötürü yar­
dıma gelmeyeceği gibi, ona beğleri ile birlikte düşman olduğunu da
söylemişti. K ı l b a ş , K a z a n ’m düşmanların saldırışına uğramadığını,
bunu sadece kendisinin K a za n ’ a dost mu, düşman mı olduğunu anla­
mak için söylediği cevabını verip gitmişti. Bunun üzerine U ruz, beğ­
lerini katma okumuş, toy verip ağırladıktan sonra onlara şöyle de­
mişti:
“ Beyler men sizi niye kığırdum, bilür misiz? Ayıttılar: Bilmezüz.
Uruz aydur: K aza n bize K ılb a ş’ı göndermiş, elüm güııüm çapıldı,
kara başım bunlu oldu, tayım U ruz mana gelsin dimiş. Emen aydur:
ya sen ne cevap virdun? Uruz aydur ki: K ı l b aş’a ayıttum ki, kaçan
ki K aza n evin yağmaladur idi Taş Oğuz beğleri bile yağmalandı, beğ­
ler gelür, K a za n ’ı selâmlar gider idi, şimdi suçumuz ne oldu kim bile
bulunmaduk, mere kavat biz K a za n ’ a düşmenüz didüm: Emen ay­
dur: eyü dimişsiıı, U ruz aydur: beğler ya siz ne dirsiz?
Beğler aydur: ne diyelüm, çün. sen K a za n ’a düşmen oldun, biz
de düşmenüz didiler. U ruz araya Mushaf getürdü hep beğler el urub
and içtiler. Senün dostuna dost, düşmenine düşmeniz didiler. Uruz

53 Gök-Yay, s. 3, Ergin s. 77.

395
cümle beğleri bil’ atladı54” . Sonuncu destandan aldığımız bu parça Oğuz
asilzâde sınıfındaki tâbilik ve metbuluk münasebetlerini pek güzel
ifade ediyor. Görülüyor ki Boz-Oklu beğlerin tâbilik hususunda doğ­
rudan doğruya K aza n ile bir münasebetleri yoktur. Onların metbuu
kendi kol başları U ruz K o c a ’dır. K aza n da yardımı yalnız ondan
istemektedir. Metbuun tâbiinden yardım istemesi tabiî bir hak idi.
Nitekim B ey rek U ruz K o ca oğlu B a s a tin ordasına saldırma­
sından kaygılanarak K a za n ’dan yardım istediği gibi, kendisine kılıç
çalarak ölümüne sebeb olan U ruz K o c a ’daıı öcünün alınmasını da
beğlerbeğiye vasiyet etmişti. Oğuz elinin uç beği B e g il de, düşmanın
saldıracağını öğrenerek K a za ıı’ daıı yardıma gelmesini istemeyi dü­
şünmüştü. U ruz K o c a ’dan sonra Boz-Oklar'm başında torunu K ı­
yan S elçu k oğlu D elü D ündar görülüyor. D elü D ü n dar için:
“ K aza n gibi pehlivanı bir savaşta üç kez atından yıkan” denilmesi55
iki büyük beğ arasında da bir çarpışmanın yapılmış olduğunu göster­
mektedir.
K a z ılık K o ca oğlu Y igen ek ’in de büyük beğlerden biri ol­
duğu görülüyor. Y iğ e n e k ’in destanında babası K a z ılık K o c a ’mn
B a y ın d ır H a n in veziri olduğu söylendiği gibi56, kendisi de bazan
beğler başı olarak vasıflanıyor ve kalın Oğuz beğlerini bir bir atından
yıktığı57, K a za n ’ a “ keşiş” dediği de yazılıyor58. Bu sözler Y ig e n e k
ile K aza n arasında da bir mücadelenin yapılmış olduğunu haber ve­
riyor. Kısaca büyük feodallerin vakit vakit birbirleriyle mücadelelere
girişmiş oldukları, beğler arasında sık sık çekişmeler, anlaşmazhk, tar­
tışma ve atışmaların vukubulduğu anlaşılıyor. Tâbiler metbularına
karşı saygılı olmakla beraber, hareketleri bir kölenin efendisine karşı
davranışından pek uzak idi. Onlar son derecede izzet-i nefis sahibi,
mağrur insanlardı; metbularınm en ehemmiyetsiz söz veya hareket­
lerine sert bir tepki gösteriyorlardı. B a y ın d ır H an veya K azan,
beğlerden B e ğ il’in avcılıktaki mahareti için: “ bu hüner atın mıdır,
erin midir?’ diye sormuş, beğler de kendisine “ hanım erindür” ceva­
bını vermişlerdi. Fakat K az anin: “ yok at işlemese er öğünmez, hü­
ner atındır” demesi üzerine B egil: “ alplar içinde bizi kuskunumuz­
dan balçığa batırdun” sözlerini söyliyerek B a y ın d ır H an’a (yahut

54 G ök-Y ay , s. 114-119, Ergin, s. 245-246.


55 G ök-Y ay : s. 157, Ergin , s. 174.
56 Gö/c-Yay, s. 77, Ergin , s. 199.
56 G ök-Yay , s. 77, Ergin , s. 199.
57 Gök- Yay, s. 2, 40, 57, Ergin,, s. 113, 142, 175.
58 G<ü/c- Yay, s. 13, Ergin, s. 96.

396
K a za n ’ a) küsüp ordasma gelmişti. Fazla olarak B e g il’in Oğuz’ a, âsi
olup eli ve gününü göçürerek Gürcistan’ a gitmek istediği ve hatununun
buna engel olduğu söyleniyor59. Bunun gibi U ruz da babası K a za n ’ın
bir hareketine canı sıkılarak onu: “ K an Abkaza ” eline gidip Hıristi­
yan olmakla tehdid etmişti60. Bütün aristokratik cemiyetlerde olduğu
gibi, Oğuzlar’ds. da orun yani mevkie büyük bir önem verildiği görülü­
yor. Siyasî ve İçtimaî toplantılarda bu toplantılara katılanların otura­
cakları yerler'belli idi. B a y ın d ır veya Beğlerbeği K a za n ’ın divanın­
da sağ kola mensup beğler sağda, sol kola mensup beğler solda, has
beğler dipte, inaklar eşikte oturmakta idiler61.

Divandaki toplantılarda büyük beğ çocukları han veya beğler-


beğinin sağ ve solunda veya karşısında ayakta dururlar ve yay söykü-
nürlerdi. yani yaya dayanırlardı. B a y ın d ır H an’ın divanında, B a­
y ın d ır H an’ın karşısında K ara Güne oğlu K ara B u d a k yaya
dayanıp durur, Hanın sağ yanında beğlerbeği K aza n ’ın oğlu Uruz
ve sol yanında da K a z ılık K o c a ’nın oğlu Y ig e n e k ayakta dururdu.
K a z a n ’ın divanında ise oğlu U ruz karşısında yay söykünürdü62.

Eğer divanda beğ yalnız ise, o zaman oğlu yanına oturabilirdi63.


Divan’ da söz söylemek isteyen diz çökerek konuşurdu64.
II. destanda, ava çıkan beğlerin adlarının, onların feodal basa­
maktaki yerlerine göre sayıldığı anlaşılıyor.

Beğler ava çıkarken ilk önce beğlerbeği K azan, sonra Boz-Ok-


lar başı K ıy a n S elçu k oğlu D elü D ü n dar ve sonra da sıra ile Ka-
zan’ın kardeşi K ara Güne, Şir Ş em seddin, B eyrek , Y ig e n e k
ve diğer beğler atlarına binmişlerdi.
Şimdi feodal basamakta yer alan şahısları birer birer gözden ge­
çirelim:
B a y ın d ır Han: Oğuz eli’ nin hükümdarıdır. Babasının adı K am -
ğan’dır Beğlerbeği K aza n onun güveyisidir; oğlu veya her hangi bir
erkek akrabası yoktur. Divanından ve ordasından dışarı çıkmaz; ora­
da bile kendisi iyi teşhis edilmiyor. Şahsiyeti beğlerbeği K aza n B eğ’ -

59 Gök- Y a y , s. 91-92, Ergin , s. 217-218.


60 Gök- Y ay , s. 46, Ergin , 155.
61 “ Sağda oturan sağ beğler, sol kolda oturan sol beğler, eşikteki inaklar, dibinde lıass
beğler, kutlu olsun devletünüz” (Gök- Y a y , s. 41, Ergin s. 144-145).
62 Ergin , s. 116, 154.
63 Gök- Y a y , s. 27, Ergin , s. 120.
64 Ergin , s. 95, 131, 154, 199.

397
inki ile karıştırılıyor. A k -K oyu n lu lardın kendilerini B a y ın d ır
H an’ın torunları saydıklarını biliyoruz. Diğer taraftan hükümdarın
boy adını taşıması onun destanlara A k -K o y u n lu hanedanına yaran­
mak maksadiyle sonradan sokulduğu ihtimalini kuvvetlendirmekte­
dir. Ancak B a y ın d ır H an’ın babası olarak Gök H an değil, K anı­
ğa n adı veriliyor. Bunu nasıl izah etmelidir? Eğer destanlardaki Oğuz
eli X I. yüzyıldaki Oğuzlar ise, onların başlarında bir yabgu ailesinin
bulunmuş olması oldukça zayıf bir ihtimaldir. Her halde B a y ın d ır
H an unsurunun destanlara sonradan katılmış olduğu fikri isabetsiz
değildir.
Salur K a za n Beğ: Beğlerin başı ve onların metbuudur. Bu se­
beble destanlarda Salur -K a za n Beğ, bazan beğlerbeği üııvanı ile de anı­
lır. Bu deyim yani, beğlerbeği, O s m a n l ı l a r ’ da olduğu gibi, daha önce
T ü rk iy e S elçu k lu la rın d a da vardır. Ancak Oğuzlar’ da bir memu­
riyet adı olarak beğlerbeğinin kullanılıp kullanılmadığını bilmiyoruz.
K azan B eğ’in babasının adının U laş olduğu söyleniyor; Şerece-i
Terâkime’de ise E nkiş ( ^tSvil) deniliyor. Salur K azan, destanlarda
şöyle öğülüyor: “ tülü kuşun yavrısı, beze (?) miskün umudu, Emet
suyu’nun aslanı, Karaçuk’ un kaplanı, konur atun iyesi, H an U ruz’un
ağası, B a y ın d ır H an’ın güveysi, kalın Oğuz’un devleti, kalmış yiğit
arkası65 ” .
Salur K aza n B eğ kendi kavmi üzerinde unutulmaz hâtıralar
bırakmıştır. Türkmenler’ in her yerde ataları arasında hiç unutmadıkları
iki şahsiyetten biri de odur (diğeri D e d e K o r k u t ) . Oğuz elinin baş­
buğu beğlerbeği K aza n Beğ dirayetli, cesur, kendisinden emin, affe­
dici, cömert, halka karşı şefkatli, beğlere karşı nezaketli, öğünmekten
hoşlanmayan bir şahsiyet olarak görünür. Şecere-i Terâkime’ deki man­
zumede de onun düşmana karşı kazandığı başarılar ve el’e yani halka
gösterdiği iyilikler anlatılıyor.
Beğlerbeği K a za n ’ın karısı Bur la H atu n idi. M ısır’ da Mem-
lû k l er devrinde yazılmış T ü rk diline dâir eserlerin bazılarında bur-
lanm üzüm anlamında olduğu söyleniyor66. Bu kelimenin kıpçakça
olduğu anlaşılıyor. Buna göre ortada iki ihtimal var: ya B u r la H a tu n
bir Kıpçak beğinin kızı idi, ya da bu addaki bir Kıpçak prensesinin
ismini aldı. Şecere-i Terâkime’ d e67 B u rla H atun, S ündün B a y ’ın

65 Gök- Yay, s. 13, 41, Ergin, s. 95, 144.


66 Tercüman Turkî ve Arabî, yay- H ou tsn ıa , Leyden , 1894, s. 7; E b û Iîa y y â n , Kitdb
ul idrâk lilisân il-Etrâk , yay. A h m e t C a feroğ lu , İstanbul, 1931, s. 30.
67 burada isim Bular olarak geçiyor (s. 79).

398
kızı olarak gösteriliyor. Fakat bu Sündün B ay hakkında hiç bir bilgi
verilmiyor. Yine orada B u rla H atun, bizim destanda olduğu gibi,
“ boyu uzun” olarak vasıflanıyor. Çok yukarıda Şecere-i Terâkime’ye
kaynak olan Oğuz-nâmelerin bizim destanlardan ayrı bir hususiyete
sahip oldukları belirtilmişti. Yine Şecere-i Terakime’de B u rla H atu n
altın közgülii (aynalı) olarak da vasıflanıyor63. S alur K aza n ve B u r­
la H a tu n ’un tek bir oğullan vardı ki bu, U ruz (Urus) dur. Bu isim
her halde kaviıü adı olan Rus ile aynıdır. XIV. yüzyılda M em lûk
emirlerinden bazılarının aynı adı taşıdıklarım bildiğimiz gibi, A ltın
O rdu hanı T o k a ta m ış’ın Urus K o ca adlı bir emirini de tanıyoruz 69
K azan B eğ ne sebeble oğluna bu adı koydu? Buna tatmin edici bir
cevap bulmak her halde kolay değildir. K aza n ’ın dayısı Boz-Oklar’m
başı da aynı ismi taşıyordu: U ruz K oca . Şecere-i Terâkime’ de70 Urus
ot (ateş) gözlü olarak vasıflanıyor.
K ara Güne: K aza n B eğ ’in kardeşi, beğlerin toplantısında
daima ağabeyisinin sağında oturuyor. K ara G üne’nin de bir oğlu olup
adı K ara B u dak idi. Ona hazan D eli B u dak da deniliyor. Şah
A b b a s devrindeki Çuhr-ı Sa’d (Sa’ d Ç u k uru = başlıca Erivan bölgesi)
beğlerbeğişi E m ir-G ü n e’nin, bu Oğuz beği gibi aynı adı taşıdığı görü­
lüyor. E m îr-G ü n e, Kaçar B o yu ’nun Ağça-Koyunlu obasına men­
sup olup, Saru Arslan lâkabını taşıyordu. Boğaz-lçi’ndeki Emirgân
semti bu beğin adından gelmektedir. Fakat daha ilgi çekici olan misal
yine Şah A b b a s ’ın hükümdarlığının ilk yıllannda, bir emîrin Budak,
babasının da K ara Güne adını taşımasıdır. Bu isimlerin destanların
tesiri ile konduğu âşikârdır71.
Uruz K oca : Boz-Ok kolunun en büyük beğidir. Uruz K o c a ’ -
nın çok uzun boylu, kollarının ve bacaklarının ince ve arık olduğu söy­
leniyor; lâkabı da “ at ağızlı” idi. U ruz’un iki oğlu olduğunu görüyo­
ruz: K ıy a n S elçu k ve B asat. Bunlardan K ıy a n S elçu k ’un Te­
p e -G ö z ile yapılan mücadelelerde ödünün sıdarak öldüğü bildiriliyor.
K ıy a n S elçu k ’ daki birinci kelime bir oymak adı mı yoksa bir lâkab
mı? Her halde ikinci ihtimal daha kuvvetli olsa gerektir.
T e p e -G ö z ’ün yenicisi B a sa t’a gelince, onun adı Üç-Ok, Boz-Ok
çekişmesine ait destanda da geçiyor; fakat âkibeti hakkında bir şey

68 Şecer-i Terâkime9de (s. 79-80) B u rla H a tu n ’un Oğuz eW nde beğlik yapan yedi kız­
dan biri olduğu da söyleniyor.
69 Diğer bazı misaller için: F. Süm er, Oğuzlarca âit destanî mahiyette eserler, s. 426, ha­
şiye 264.
70 S. 65.
71 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî , I, s. 431, 436.

399
söylenmiyor. Acaba o da babası U ruz K o ca gibi kardeş kavgasında
mı öldürüldü? Uruz Koca’dan sonra Boz-Oklar'm başında torunu K ı­
y a n S elçu k oğlu D eli D ü n d a r’ı görüyoruz. D eli D ündar, orım’ da
bazan K a za n ’ı takiben ikinci, bazan da K aza n ’m kardeşi K a ıa -
G üne’den sonra olmak üzere, üçüncü sırada zikrediliyor. Onun hak­
kında söylenen: “ bir savaşta üç kez K a z an’ı attan yıkan ” ifadesi diğer
bir Uç-Ok, Boz-Ok mücadelesine işaret etse gerektir.

Şir Ş em seddin : Babasının adı G a fle t K o c a olarak yazılıyor;


Müslüman adı taşıyan iki beğden biri de budur. Şir Şemseddin, “ des­
tursuzca B a y ı n d ı r H a n ’ ın yağısın basan” sözü ile öğülüyoı-72.

B eyrek : K a za n ’ın inakıdır; İç Oğuz’dandır. Kendisi çok yakı­


şıklı bir genç idi; bu yüzden çok defa peçe ile gezerdi. B e y re k gerek
yakışıklılığı, gerek iyi ahlâkı ile “ kalın Oğuz’un imrencesi” lâkabını
almıştı. Yine onun hakkında: “ ap alaca gerdeğine karşı gelen, yedi
kızın umudu” sözleri de söyleniyor. Sonuncu destana göre U ruz ta­
rafından öldürülmüştür.

Y iğ e n e k : K a z ılık K o c a ’nın oğlu d u r. K a z ılık K o c a ’nın Ba­


y ın d ır Han’ın veziri olduğu söyleniyor. K a z ılık K o c a ’nın ismini, bu
addaki dağdan almış olduğu görülüyor. Y i ğ e n e k’iıı, babası K a z ılık
K o c a ’yı tutsaklıktan kurtardığına dâir bir destanı vardır. O bir yerde
beğler başı olarak vasıflanır. Bundan Y i ğ e ıı e k’in bir zamanlar beğler-
beğilik yaptığı anlamı çıkarılmasa bile bu, onun mevkii yüksek bir beğ
olduğunu gösterir. Y iğ e n e k ’in K azan’a, “ keşiş” dediği ve “ kalın
Oğuz beğleri’ ni bir bir atlarından yıktığı” da söyleniyor. Bunlar Y iğ e ­
nek ile K aza n arasında sebeb ve tafsilâtını bilmediğimiz bir müca­
delenin yapılmış olduğunu ifade ediyor. Y iğ e n e k ailesinin en asil ve
en kudretli ailelerden biri olduğu muhakkaktır. Bu ailenin Üç-Oklar’-
dan olması muhtemeldir. Bu beğ için ayrıca: “ kur kurma kuşaklu, ku­
lağı altun küpeli” de deniliyor.

B ü ğdü z Emen: Boz-Ok kolundan gösterilmektedir. Halbuki


B ü ğ d ü z boyu Üç-Oklu bir boydu. Boz-Oklar’ın U ruz’ dan sonra gelen
en nüfuzlu beği gibi görünüyor. Lâkabı “ bıyığı kanlı” dır; bundan önce
adı geçen Y i ğ e n e k’in dayısıdır. Peygamber’in yüzünü gören, Oğuz
beğinin yalnız olduğu söylenir. U ruz ile K aza n arasındaki düşman­
lık ve mücadelede B ü ğ d ü z E m en’in de adı geçiyor73.

72 G ök-Yay , s. 13, 23, Ergin , s. 96, 112.


73 Gök- Y a y , s. 23, 78-80, 113-114, Ergin , s. 113, 245, 246, 250.

400
D ü lek E v ren : E y lik K o c a ’mn oğludur; lâkabı “ dönebilmez”
dir. Bu lâkabı ne gibi bir sebeble aldığı anlaşılmıyor. Onun Ağ M elik
Çeşme (?) kızı ile nikâhlandığı ve S o fi Sandal (?) M elik’ e kan kus­
turduğu söylendiği gibi, “ öz adına horlayıp el’ den çıktığımda yazılıyor.
Bu ibarenin emin bir izahını yapamıyoruz. Bu ibare D ü lek E v ren ’in
kendisine değer vermeyerek ailesini, boyunu ve elini bırakıp gittiğini
mi anlatmak istemektedir? D ü lek E v ren Boz-Oklar’ dan idi. Son
destanda U ruz’un tâbileri arasında adı geçiyor74.
A lp R ü stem : Oğuz beğlerinden türkçe ad taşımayan iki beğden
(ötekisi Şir Ş em sed d in ) biridir; babasının adı D üzen olup, Boz-Ok
beğlerindendir; sonuncu destanda adı geçer. Orada A lp R ü stem Üç-
Oklar’ dan Ense K o c a oğlu O kçu ile savaşacağım söylemişti75. A lp
R ü ste m ’in T e p e -G ö z ile savaşta öldüğü söyleniyor76. Bu, T e p e -G ö z 5
ün Üç-Oklar’ dan ziyade Boz-Oklar’ın düşmanı olduğu hususunu teyid
ediyor. A lp R ü stem kendi kendini: “ iki kardeş bebeğin öldürüp zelil
gezen” olarak tanıtıyor77. Bu acıklı olay ne şekilde ve nasıl olmuştur,
bu hususta tafsilât yoktur.
T ers U zam ış: Üç-Oklar’ demdir. Sonuncu destanda B ü ğ d ü z
Em en, onunla teke tek döğüşmeyi istediğini söylemiştir78. Ters Uza­
mış her zamanki gibi lâubali bir hareket ile K a z a n ’ın önüne oturmak
isteyen Uşun K o ca oğ lu E ğ rek ’e: “ inere U şun K o ca oğ lu bu
oturan beğlerin her biri oturduğu yeri kılıcı etmeğiyle alubdur, inere
baş mı kestin, kan mı döktün, aç mı doyurdun, yalıncak mı donattın”
demişti 79.
İşte Salur K aza n ile birlikte adları ve sanları zikredilen Üç-
Oklu ve Boz-Oklu beğlerin başlıcaları bunlardır. Yine Salur K aza n
zamanında yaşamış gibi gösterilen birçok şahıslar da vardır ki .onlar­
dan burada bahsedilmemiştir..

8 - Ordalar:

Han, beğlerbeği ve beğler orda (ordu) larda yaşarlardı. Ordalar


pek çok çadır ve otağdan meydana gelmiş büyük karargâhlardır. Or-
dalarda kalabalık bir halk vardı: orda sahibi ve ailesi, nöklerler, uşak­

74 Gök- Yay, e. 23, 112, 115, Ergin, s. 113-114, 245.


75 Gök- Y ay, s, 115, Ergin , s. 245, 250,
76 Gök- Y a y , s. 84, Ergin, s. 208.
77 Gök- Y a y , s. 113, Ergin , s. 242.
78 Gök- Y a y , s. 118, E rgin , s. 250.
79 Gök- Y a y , s. 98, Ergin , 8. 224.

401
lar, çobanlar. Ordalarda feodallerin umumî işleri gördükleri divanları
vardı. Onların en yakın adamları nâibler id i80. Beğlerbeği K az anin
nâibinin adı E liğ K o ca oğlu Sarı K ılb a ş idi ki, Ş ök lü M elik in
K az anin ordasına yaptığı baskında ölmüştür. Oğuz yabgularinın
nâiblerine kül-erkin (küzerkin) denildiğini biliyoruz. Oğuzlar İslâm
ülkelerine geldikten sonra, kül-erkin kelimesini kullanmamışlar ve bu
sebebten zamanla bu söz unutulup gitmiştir. Büyük feodallerin en yakın
adamları arasında inaklar da görülmektedir, inaklar hükümdar ve bü­
yük beğlerin daima yanlarında bulunan, hususî hayatlarına girmiş
kimselerdi. İnak kelimesi K â şg a rlı ve diğer eski eserlerimizde görülemi­
yor. S elçu k ltıla r’da hükümdara çok yakın kimselere bazan has beğ
deniliyordu, inak sözü İlh a n lıla r devrinden itibaren geçmektedir.
Beğlerin, beğ çocuklarının hiç bir zaman yanlarından ayrılmayan
arkadaşları vardı ki, bunlara umumî olarak yoldaş denildiği görülüyor 81.
Yoldaş kelimesi deyim olarak moğolca nöker sözünün karşılığıdır. Nitekim
destanlarda nöker sözü yoldaş’m müteradifi olarak kullanılmaktadır82.
Tarihte de yoldaş kelimesinin bu anlamda kullanıldığına dâir bazı
misaller vardır. Sivas-Kayseri ve diğer bazı şehirlerin hükümdarı K a d ı
B u rh a n ed d in bir savaşta kendisine sadakatla hizmet eden H a lil
adlı Dulkadırlı bir askere hil’at giydirmiş, dirlik vermiş ve ona “ yol­
daş H a lil” demiştir83. İran’ da S a fe v île r’ den S u ltan M uham m ed
d ev ri Şamlu beğlerinden İsm a il K u lu Beğ (sonra Han), hükümda­
rın maiyyetinde yararlıklar göstermiş olduğundan kendisine yoldaş ve
yoldaş başı ünvanı verilmişti84. O s m a n lı devrinde Yeniçerilere yoldaş
sözü ile hitab edildiği malûmdur.
K aza n B eğİn yoldaşlarının sayısının 300 olduğu görülüyor85.
R eşid u d -d in ’ deki bölümde anlatıldığına göre, T um an babasının
tahtına geçmek istediği zaman maiyyetine 300 kişi almıştı86. S elçu k ­
lu tarihçisi Z a h îr-i N işa b u rî de, S elçu k oğlu İs r a il (Arslan)’in
G azn eli M ahm udiın katına giderken yanında 300 yakışıklı yiğit
olduğunu söylüyor 87. Bu kayıtlar bize belki el beğlerinin yoldaşlarının
sayısının 300 olduğu fikrini verebilir. Fakat beğlerin yoldaşlarının sa­

80 Ergin, s. 129, 130, 232.


81 Gök- Y ay, s. 11, 30, 32, 67, 68, 72, 95, E rgin , s. 125, 129, 135, 187, 189, 190, 191, 222.
82 Gök- Yay, s. 7, 24, 51, Ergin, s. 84, 114, 164.
83 Bezm-u rezm. s. 277.
84 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 251, 301.
85 Gök- Yay, s. 47, Ergin , s. 157.
86 F. Süm er, Oğuzlar9a ait destanî mahiyette eserler, s. 372.
87 Z ikr-i tarih-i âl-i Selçuk, A. A te ş yay. s. 7.

402
yısı 40 idi. Bunlardan birisinin beğ veya şehzadenin nâibi olduğu an*
laşıhyor. Beğlerin yoldaşlarının sayısının 40 olmasının sembolik bir
mahiyeti bulunmadığı, gerek destanlardaki açık ifadelerden, gerek bazı
tarihî misallerden iyice anlaşılıyor. K aram an h ü k ü m d a rı I. M eh­
m ed Beğ, S ü leym an B eğ ve A lâ e d d in B eğ’in maiyyetlerindeki
yiğitlerin sayısı 40 id i88. A z iz -i E ster âb â d î’nin bir ifadesinden89
K a d ı B u rh a n ed d in ’in nöker, yani yoldaşlarının 40 kişi olduğunu
iddia etmek mümkündür. A k -K o y u n lu la r ’ın başı olmadan önce
U zun H aşan Beğ’in de yoldaşlarının 40 kişi olduğuna dâir bazı de-
deliller vardır90.

Beğlerin ve oğullarının 40 yoldaşı olduğu gibi hâtûnların da kırk


ince belli kızdan müteşekkil yoldaşları vardı91.

9 - Aile Hayatı:

Hepsi beğlerden olan kahramanların tek kadınla evli oldukları


görülüyor. Destanlarda ne kumadan, ne de ortaktan bahsediliyor.
Kahramanların tek karıları vardır. Bu husus pek dikkate değer.

Beğlerbeği K aza n ’ın bile tek bir karısının (boyu uzun Burla
H atun) adı geçiyor. Gerçekten Oğuzlar’da ikinci bir kadınla evlenmek
geleneği yok mu idi ? Bunu tekzib eden bir misale şahsen rastgelemedi-
ğimi söylemeliyim, lb n F ad lâ n , Oğuz sübaşısının ve misafir kaldığı
bir Oğuz’un tek karıları olduğunu görmüştü. Onların kadınlara karşı
saygı ve sevgi ile davrandıkları görülüyor. Kahramanlar birçok husus­
larda kadınlarının tavsiyelerine göre hareket ediyorlardı. Kahraman­
lar karılarına “görklüm (güzelim) sözü ile hitap ediyorlar. Kadınlar
kocalarına kızdıkları zaman acı ve sert sözler söylemektedirler. Ev­
lenmede kız evinin oğlan evinden kalın veya başbk istemesi (mal talep
etmesi) geleneği vardı92. X . yüzyılda Oğuzlar’da aynı geleneğin var
olduğunu görmüştük. Birbirini seven aileler daha beşikte iken çocuk­
larını birbirine nişanlamakta idiler93. Erkek nişanlandığı kızın parma­
ğına kendi yüzüğünü takmaktadır94. Kız da nişanlısına kendi diktiği

88 ŞikâH tarihî, s. 34, 35, 36, 59, 96.


89 Bezm-u Rezm , s. 283.
90 Kitab-i Diyârbekriyye , I, s. 164, 223. Diğer bazı misaller için: F. Süm er, aynı yazı,
s. 431, haşiye 292.
91 Gök- Y a y , s. 9, 10, 14, 17, 19, 56, Ergin , s. 88, 96, 98, 103, 106, 107, 173.
92 Gök- Y ay , s. 31, Ergin, s. 128.
93 Gök- Y a y , s. 25, Ergin , s. 117.
94 Gök- Y a y , s. 29, Ergin, s. 123.

403
kırmızı renkte kaftan göndermekte ve oğlan gerdeğe bu kaftanı giyerek
girmektedir. Nişanlandıktan bir müddet sonra düğün yapılmaktadır.
Düğünde güveyinin yüzüğüne arkadaşları tarafından ok atma gelene­
ği vardı95. Güveyi gerdeğe gireceği yeri ok atarak tayin ederdi9S.

Destanlarda beğlerden birçoklarının birbirleri ile dünürlük kur­


muş oldukları görülüyor. Beğlerbeği K azan, B a y ın d ır H an’ın gü-
veyisi olduğu gibi; anası da Boz-Ok başbuğu U ruz K o c a ’mn kardeşi
idi. Yine Üç-Oklar'da.n B ay B üre Beğ oğ lu B ey rek , Boz-Oklar’ dan
B a y B içen Beğ’in kızı ile evlenmiş idi. Yine İç Oğuz’dan olması muh­
temel bulunan K a z ılık K oca, Boz-Oklar’ dan sayılan B ü ğ d ü z E m en ’-
in kardeşi ile evlenmiş ve bu evlenmeden oğlu Y ig e n e k doğmuştu.
Şu misaller, Oğuzlar arasında dış evlenme geleneğinin bulunduğu hük­
münü belki verdirebilir ise de bu hususta kesin bir şey söylemek müm­
kün değildir. Çünkü, bu evlenmelerde sadece siyasî ve İçtimaî bir gaye
güdülmüş olabilir. Üstelik, K ara G üne’nin oğlu K a r a -B u d a k ’ın
amcasının (yani K a za n ’ın) kızı ile evli olduğunu biliyoruz97.

Destan kahramanlarından bazılarının kendileri gibi iyi ata binen,


kılıç kuşanan eş istedikleri görülüyor ki, bunun bir masal unsuru olma­
yıp Türk el ve boylarında her zaman bu gibi kız ve kadmlar bulunmak­
ta idi. XV. Yüzyılda Anadolu’dan geçen Avrupalı bir seyyah Türkmen
kadınlarının yiğit kadınlar olup, erkekler gibi savaştıklarını işittiğini
ve buna hayret ettiğini yazıyor98. Bu sebeble B e y re k ’in adaklusu
(nişanlısı) B ânu Ç içek ile güreşmesine şaşmamalıdır. Çünkü, Kaş-
garlı99: “ kız birle küreşme kısrak birle yarışma” şeklinde bir atalar sözü
naklediliyor. Bu atalar sözünü bilmeyen veya ona riayet etmeyen B e y ­
rek, sevgilisine yenilmekten güç kurtulmuştu.
Kısaca destanlarda kadınlara yüksek ve değerli bir yer verilmek­
tedir. D eli D um rul, fedâkârlık sözünü anasından değil, ummadığı
karısından işitiyor I0°. Oğuz eli’ nde kadınların cemiyet içinde ne kadar
şerefli ve yüksek bir mevkii olduğunu şundan da anlamak mümkün­
dür ki, E b u ’ l-G a zi’nin Şecere-i Terâkime’ sine kaynak olan Oğuz-
nâmeler’ de birçok kadınların Oğuz eli’ nde beğlik yaptıkları bildiriliyor.

95 G ök-Yay , e. 40, Ergin , s. 143.


96 Gök- Y a y , s. 32, Ergin , s, 129.
97 Gök- Y a y , s. 23, Ergin , s. 112.
98 B e r tr a n d o n de la B r o q u ie re , Le Voyage d’outremer , s. 81-82. Diğer bazı misaller
için: F. Süm er, aynı y&zı, s. 439, haşiye 362.
99 K ilisli , I, s. 394, Atalay, I, s. 474.
100 Ergin , s. 183.

404
Beğlerin yeni doğmuş çocukları, “ dolaması altın beşiklerde” uyu­
tuluyor ve dâyelere (dadı) verilerek büyütülüyordu. Kız çocuklara sahip
olmak onlarda, Arablar’da olduğu gibi, zillet değildir. B a y B i ç e n
B e ğ kız çocuğu olması için kalın Oğuz beğlerinden alkışda yani duada
bulunmalarını rica etmişti101. Beğlerin yetişkin, delikanlı oğullarına
karşı davranışları şefkat ve sevgi ifade ediyor ve baba ile oğul arasında­
ki münasebetler resmiyetten uzak gibi görünüyor. Destanlarda, anaya
karşı saygı her vesile ile belirtiliyor, “ ana hakkı, Tanrı hakkıdır” de­
niliyor I02.

Destanlarda kardeş sevgisi ve kardeşe sahip olmanın ehemmiyeti


türlü vesileler ile belirtiliyor. Hattâ destanlardan bazılarının konusu,
tutsak düşmüş kardeşin kurtarılışı veya öcünün alınmasına dâirdir.

U şun K o ca oğlu Seğrek kâfirlerin Alınca kale’sinde tutsak


bulunan kardeşini kurtarmak teşebbüsünü önlemek isteyen baba ve
anasına şöyle demişti103:

“ Üç yü z altmış altı alp ava binse


Kanlı geyik üzerine gavga kopsa
Kardaşlı yiğitler kalkar kopar olur
Kardaşsız miskin yiğit ensesine yumruk tokunsa
Ağlayuban dört yanm a bakar olur
Ala gözden acı yaşın döker olur” .

B a sat da ağabeyi K ıy a n S elçu k ’un T e p e -G ö z tarafından


öldürüldüğünü öğrenince ağabeyi için hüzün verici bir ağıt söyliyerek
uzun uzun ağlamıştı.
Destanlarda saygı davranışları arasında selâm verme ve el öpme­
den bahsediliyor. Selâm şekli “ baş indirip, bağır basmak” t ı 104 Bu, A na ­
dolu Türkleri’ndç son zamanlara kadar başlıca selâm şekli olup bugün
Türkiye'nin taşra vilâyetlerinde görülür. Bu selâm şeklinin millî bir
vasfı olup olmadığı üzerinde henüz kesin bir hüküm veıilemiyor. Yine
destanlarda bir yerde “ el kavşurup o yiğite selâm virgil” deniliyor.

Ib n Fadlân İtil b o yu Bulgarları’ mu, hükümdarlarına kalpak­


larını koltuk altına koyduktan sonra başları ile selâm verdiklerini söy­

101 Gök- Y a y , s. 25, Ergin , s. 117.


102 Gök- Yay, s. 20, 100.
103 Ergin , s. 227-228.
104 “ Dedem Korkut öteden beri geldi, başın indirdi, bağır bastı, ağız dilden görklü selâm
verdi (Ergin, s. 125, ayrıca şu sahifelere de bk. s. 120, 144, 227).

405
lüyor. Kirman hükümdarı A lp -A rs la n ’ın kardeşi K a v u rd B eg y e ğ e ­
ni M elik -Ş ah ile savaşıp tutsak alındığı zaman, M elik -Ş ah am­
casının yanma gittiğinde, atından inmiş ve külâhını da başından çı­
karmıştı105. K â şg a rlı’da yükünç sözü geçiyor106. Yükünç baş eğerek
selâmlama anlamına geliyor. Moğollar’ın büyüklerini diz yere vurmak
(farsça tercümesi: zânu zeden) suretiyle selâmladıklarını biliyoruz.

Oturuş şekli hakkında sarih bir ifade yoktur. Her halde mutad
oturuş şekli bağdaş kurma olsa gerektir. Söz söyliyecek bir kimse bü­
yüklerin önünde diz çökerdi. Bu gün Türkiye’de bu gelenek henüz ya­
şamaktadır. Küçükler büyüklerin ellerini öperler, büyükler de onların
boyunlarını öperlerdi. Uzun zaman ayrı kalıp buluştuklarında birbir­
lerine sarılmakta idiler.

10- Ordu:

Destanlarda ordu ve asker sözleri için türkçe çeri ve farsça leşker


kelimeleri kullanılıyor. Ordu ve asker anlamında eski türkçedeki sü
kelimesi hiç geçmemektedir. Oğuz ordusu tamamen atlı askerden müte­
şekkil olup, sağ ve sol olmak üzere başlıca iki kola ayrılmaktadır. Des­
tanlardaki Oğuz eli’ nde siyasî üstünlük Üç-Oklar’ da. olduğu için, onlar,
daha şerefli sayılan sağ kol sayılıyorlardı.

Ş öklü M elik ile Salur K aza n arasında yapılan savaşta Oğuz


ordusu şöyle mevki almıştı: göğüs yani merkezde Salur K azan, sağ
kolda ise K aza n B eğ’in kardeşi K ara Güne, sol kolda Boz-Oklar’ m
başı D eli D ündar. B e ğ l e r yakın döğüşlerde at üstünde, döne döne
savaşmakta idiler.

Destanlarda Oğuzlar’ ın başlıca silâhları olarak ok, kılıç, kargı,


(süngü, cıda) ve çomak (topuz, gürz) zikrediliyor. Savunma silâhları
ise kalkan, sırt zırhı ve Işuk (tuğulga) idi.

Ok’un Türkler’in millî silâhı olduğu malûmdur. Tarihde bu silâhı,


Türkler ve Moğollar gibi, maharetle kullanmış pek az kavim görülür.
Destanlarda okun kayın ağacından yapıldığı söyleniyor. O sm anlı
okları ise çamdan yapılmakta idi. Okların ucundaki demir parçasına
temren, arkasındaki üç tüy parçasına da yülek (yelek) adı veriliyor.
Yülekin okun hedefe isabetini sağlamakta mühim bir hizmeti vardı.
Okların konduğu kaba beliğ, bazan da sadak deniliyor ve 80-90 ok al­

105 Sıbt İbn ul-Cevzî, Top-Kapu sarayı, III, Ahmed ktb., nr. 2907, X III, 11 b.
106 Kilisli, III, s. 277, Atalay, III, s. 375.

406
dığı söyleniyor. Destanlarda kahramanların ağça tozlu katı yayların­
dan da sık sık bahsediliyor. Toz, yaylara sarılan sırıma deniliyor. Yay­
lar umumiyetle sığır sinirinden yapılıyordu. Fakat kahramanlardan
bazılarının yaylarının kirişlerinin kurt sinirli olduğu söyleniyorI07.
Yayların kabları yoktur; karuya (bileğe) asılarak taşınırdı. Oğuzlar
ve umumiyetle Türkler, galiba pratik olmadığından çoğu zaman yay
kabı kullanmamış olsalar gerektir. Kahramanlar hem meharetlerini
artırmak hem de eğlenmek için puta, yani amaçlara ok atarlardı.

Kargı, destanlarda müteradifi olan şu adlar ile de zikrolunuyor:


süngü, cida, gönder. Bunlardan süngü eski türkçe bir kelimedir. Cida
moğolca olmalıdır. Bu üç kelime de XV. yüzyıl Osmanlı tarihlerinde
geçiyor. Kargı, koltuk kısılarak dürtmek ve sançmak için kullanılırdı.
Saldırış silâhlarından biri de çomakdır. Çomak, Türkler arasında her
yerde her zaman kullanılmış bir silâh olup ağaçtan ve demirden yapı­
lıyordu. Ağaç çomağa Türkiye’ de bozdoğan da denildiği anlaşılıyor.
Savunma silâhları, söylendiği gibi, kalkan, zırh ve ışuk yani tuğulga
idi. Işuk, Kâşgarlı’ da da geçtiği gibi, türkçe bir kelimedir ve miğfer
anlamına geliyor. Bunun müteradifi olarak zikredilen tuğulga ise mo­
ğolca olsa gerektir.

11- Binicilik:

Atm eski Türkler’in hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğu


malûmdur. Devenin Arab için ehemmiyeti ne ise atın da Türk için öne­
mi, hemen hemen aynı idi. Engin bozkırları onunla aşar, etinden yer,
sütünden içkisini (kımız) yapar, derisinden ve kılından da faydalanır­
dı. Destanlarda Oğuz elinin ve kahramanlarının hayatında atın ehem­
miyeti açıkça görülüyor. Onlar “ yayan erin umudu olmaz; at işler er
öğünür” gibi sözleri sık sık söylüyorlardı. Kahramanların atları pek
çok idi ki bu, tarihî bilgimize de uygundur. Islâm müelliflerince Türk­
ler atları sayısız bir kavim olarak tanındıkları gibi, X . yüzyılda Türk ha­
kanı da binekleri çok bir hükümdar olarak vasıflanmıştır 108. Destan­
larda kahramanların atlarının isimlerinden bahsedilmiyor. Onlar don­
ları ile anılıyorlar 109. Bunu tabiî bulmak lâzımdır. Çünkü, atlarının pek
çok olduğunu söylemiştik. Zamanımızda Türkiye’ de de atlara isim
vermek geleneği yoktur. Kahramanlar aygırlara biniyorlar. Çünkü,
Türk atlarının ayğırları makbuldu. Halbuki Arab atlarında kısraklar

107 Gök- Yay, s. 8, Ergin , s. 85.


108 îb n u l-F a k ih , Kiıab ul-memâlik , Leiden , 1885, V, s. 316.
109 Misal olarak II. destana bk. Gök-Yay s. 13, Ergin s. 96.

407
tercih edilirdi. Aygır olmayan atı Türkler iğdiş ederlerdi. Bu suretle
atlar daha dayanıklı oluyorlardı. Türkler’ in bu iğdiş edilmiş atları Arab
ülkelerinde de ün salmıştı.

Atların başlan çok defa koç ve toklu başlarına benzetiliyor110.


At türünü anlatmak için de yund sözü kullanılıyor m. İyi at için kul­
lanılan deyim, eskiden ve şimdi de kullanıldığı gibi, yüğrük sözüdür,
fakat atların yürüyüş tarzları üzerinde açık bir şey söylenmiyor.
Destanlarda soy ve makbul atlar olarak bidevî atlardan bahsedi­
liyor. Bu atlar “ bidevî atlar ıssını görüb okradıkta” sözü ile öğülüyor.
Bu bidevî atlar sözü ile Arab atları kasdediliyor. Nitekim bir yerde
“ Arabî atlar” ibaresi geçiyor112. Bidevî at sözünün A k -K o y u n lu la r -
ca da kullanıldığını ve onlann bu atları pek makbul tuttuklarım bili­
yoruz. Bizzat U zun H aşan Beğ bidevî atın (esb-i bedevî) değerini
çok iyi takdir ediliyordu113. Arab atını yalnız Yakın Doğu’daki Türk­
ler’in değil Hazar-Ötesi Türkmenleri’ nin de yakından tanımış olduk­
ları görülüyor. Onların deyişlerinde de Arab atı öğülmektedirlu.
Mamafih S e lçu k lu devrinden beri Anadolu’da., her yerde ara­
nan soy atlar yetiştirilmekte olduğunu biliyoruz. Bu atlar bilhassa K a ­
raman bölgesinde yetiştiriliyordu. M arco P o lo ’n u n 115. Türkmenler’ in
yetiştirdiklerini söylediği güzel Türkmen atları bunlardır. X IV . yüz­
yılda bir Arab müverrihi de 116 Germiyan ve Kastomonu atlarım öğüyor.
Fakat son asırlardaki uzun savaşlar ve diğer sebebler ile Türk
köylüsünün yoksullaşması Anadolu’da atçılığı da yok etmiştir.

12- Kıyafet:
Destanlarda kahramanların giyimi hakkında açık bir fikir edini-
lemiyor. Elbiseye destanlarda da ton (don) denilmekte ve gömleğin
(kömlek=könlek) de adı geçmektedir. Ayrıca Boz-Oklar’m başı at
ağızlu U ruz K o c a ’mn erkeç derisinden kürk ve külâh giydiğinden
bahsediliyor U7.

110 Gök- Yay, s. 30, Ergin, s. 125.


111 Gök- Y a y , s. 101, Ergin , s. 229.
112 Gök- Y a y , s. 20, Ergin , s. 108.
113 Kitab-i Diyârbekriyye , I, s. 201, 244. A k -K o y u n lu la r Arab atlarını koyun vermek
suretiyle Suriye’den kolayca temin ediyorlardı. Bedevî atlar sözünün S a fe v î devrindeki Türk -
ler arasında da kullanıldığı anlaşılıyor.
114 A. B u rn es, Voyages de Vembouchure de Vlndus â Lahour 1835, III, s. 23.
115 La description du M onde , fransızcası L. H a m b is, P aris , 1955, s. 21.
116 e l-ö m e r î, M esâlik ul-ebsârt yay. F. T a e s cb n e r, L eipzig , 1929, s. 35, 40.
117 G ö k -Y a y , s. 23, E rg in , s. 113.

408
X. Yüzyılda Oğuzlar’dan ileri gelenlerinin, bilhassa komşu İslâm
ülkelerinde imal edilmiş olan gömlek ve kaftanlar giydiklerini biliyoruz.
Halk ise herhalde kendilerinin dokuduğu ince yün ve ince keçeden el­
biseler giymekte idiler. Destanlarda da kahramanların günlük giyim­
leri arasında ak kaftan zikrediliyorm. Kızıl renkli kaftanı ise ancak
evlenecek olanlar giymekte id i119.

Destanlarda, baş kabı olarak börk ve sarık adları geçiyor. Börk


Türkler’in millî baş kabıdır. Börkün X III-X IV . yüzyıllarda kızıl renk­
te olduğunu biliyoruz 12°. Anadolu’da, ilk defa ak renkli börk giymeyi
X III. yüzyılın ikinci yarısındaki Denizli uc bölgesi beğlerinden Meh­
m ed B eğ gelenek haline getirmişti121. Bugün Türkiye’ nin birçok yer­
lerinde iki türlü baş kabına börk denilmektedir.

Sarığa gelince, T u ğru l B eğ ’in 1038 yıhnda Nişabur’ a geldiğinde


başında sarık bulunduğunu biliyoruz. X IV . ve XV. yüzyıllarda A na ­
dolu’da hükümdar ve beğleri de sarık kullanmakta idiler. Türk sarığı
orta büyüklükte ve kıvrımlı olup güzel bir görünüşü vardı. Bu sarık
M ısır’ da Türkmen sarığı olarak tanınmıştı122.

Destanlarda ayak kabı olarak edik ve sokman adları geçiyor123.


Edik124 son 15-20 yıla kadar Maraş, Adana Anteb ve Hatay vilâyet­
lerinde giyilmekte idi. Bu, konçları takriben 40 santim uzunluğunda,
ökçesiz, uçları kıvrık, san ve kırmızı renkli çizmelerdir. Edik bir kaç
asır önce, hemen bütün Anadolu Türkleri tarafından giyilmekte idi.
Hattâ kadınların bile edik giydiğini biliyoruz 125. Sokmana gelince bu

118 G ö k -Y a y , s. 32, 33, 34, E rg in , 129, 130, 131, 134.


119 G ö k -Y a y , s. 32, E rg in , s. 129.
120 lb n B ib î (tıbkı basım, T.T.K., Ankara, 1956, s, 696), 1277 yılında Konya üzerine
yürüyen Karaman - oğlu Türkmenleri1nin kızıl börklü olduğunu söylüyor. O rhan B e ğ ’in kar­
deşi A li P aşa, O rhan B e ğ ’e onun has kullarının börklcrinin rengi hakkında şöyle demişdi:
“ etraftaki beğlerin börkleri kızıldır. Senün bendelerinin böılderi ak olsun” , O rhan G azi bu
sözü kabul idüb buyurdu: “ Bilecük ’ de ak börkler büktüriib, âdem gönderüb Am asya1da H a cı
B e k ta ş -ı H o ra sa n î’den icâzet alub, evvel kendü giyüb andan tevâbii giydiler” (N eşrî, s.
154-155)*
121 E flâ k î, M enâkıb ul-ârifin , yay. T. Y a z ıc ı, (T.T.K.), Ankara, 1959, I, s. 485; türk­
çe tercümesi aynı müellif, Ariflerin menkıbeleri, Ankara , 1953, s. 525.
122 l b n îy a s , V, s. 47, 75.
123 G ö k -Y a y , s. 51, 81, 86, Ergin, s. 165, 205, 212.
124 Edik K a ş g a r lı’ da ( K ilis li, 1, s. 64) da aym anlamda geçiyor.
125 Yalnız kadınlannkinin konçları aynı uzunlukta mıdır, bu husus iyice bilinemiyor.
Bugün M araş bölgesinde kadınların giydiği ediklerin konçlan çok kısadır.

409
da çizme anlamında ise de edikten farklı olup olmadığı iyice anlaşıla­
mıyor 126.
XV. Yüzyılda Osmanlılar da dahil olmak üzere, Türkiye Türkleri­
nin kıyafetleri Çağatay Tür/cZeri’ninkinin aynı idi. M ısırlı müverrih
ib n Iyas, Anadolu Türklerinin kıyafetlerini Türkmen kıyafeti ola­
rak vasıflıyor. Destan kahramanlarının kıyafetlerinin de Türkiye Türk­
lerinin kıyafetinin aynı olduğu anlaşılıyor.

Oğuzlar’ın saçlarını uzattıkları, buna mukabil yüzlerini tıraş et­


tikleri evvelce söylenmişti. Türkiye’ de de halkm ve askerlerin yüzle­
rini tıraş ettikleri görülüyor. Mısır’ın fethi üzerine O sm anlı hizmetine
giren Çerkeş Memlûkleri’ nin ilk işi sakallarını kestirmek ve Türkmen
kılığına (yani O sm anlı kıyafetine) girmek olmuştu127. Yalnız bizim
destan kahramanlan gibi Anadolu Türkleri de bıyık bırakmakta idiler.

Kahramanlardan K a z ılık K o ca oğlu Y iğ e n e k “ kulağı altun


küpeli” olarak vasıflanıyor128. X IV .-X V . yüzyıllarda bazı Türk hü­
kümdar ve beğlerinin de Y iğ e n e k gibi kulaklarına küpeler taktık­
larını biliyoruz 129.

Yine destanlarda Oğuz elind e bazı yiğitlerin yüzlerinin peçeli


olduğu söyleniyor ki, bunlar başlıca: K an T u ra lı, K ara Çekür
ve oğlu K ırk K ın u k ve b o z a y g ırlı B am sı B ey rek idiler130. Bu
gençlerin çok yakışıklı oldukları için yüzlerini peçe ile örttükleri an­
laşılıyor. Bu sonuncu keyfiyetin nazar değme inancı ile ilgili olması
muhtemeldir.

13- Avcılık:

Beğler zümresine mensup olan kahramanlann vakitlerini savaş


yapmak, avlanmak ve toy vermekle geçirdikleri görülüyor. Beğlerin
avcı başıları vardı. Beğler bazan yurtlarındaki avlakda yahut koruda
tek başına avlanırlar, bazan da içlerinden birinin davetlisi olarak top­
lu bir halde ava çıkarlardı. Başlıca av hayvanları yürürden geyik, sığın

126 Mısır’ın fethi üzerine O sm a n lı hizmetine alman Çerkeş memlûkleri, müverrih İ b n


îy as’ m ifadesi ile Türk kılığını bırakıp Türkmen kıyafetine girmişler ve bu arada ayaklarına
da sokman geçirmişlerdi (V, s. 75, 216).
127 îb n Iy a s, Gösterilen yer.
128 G ö k -Y a y , s. 23, 57, E rg in , s. 113, 175.
129 Bu hususta: F. K ö p r ü lü , A hun küpeli Oğuz beyleri, Azerbaycan Yurt Bilgisi , jfs-
tanbul, 1932, sayı 1, s. 17-21.
130 G ö k -Y a y , s. 28, 68, E rg in , s. 122, 188.

410
ve uçardan da kaz, ördek, keklik ve güvercin idi. Beslenen avcı kuşlar
olarak da doğan, şâhin ve sungur’un adları geçiyor131.
O sm anlı av teşkilâtında başlıca atmacacılar, doğancılar, çakırcı­
lar ve şâhinciler vardı132. Türkiye’de son zamanlarda atmaca, doğan ve
şâhin ile av yapılıyordu. Atmaca, üveyik ve bıldırcın gibi küçük kuş­
lar, doğan başlıca keklik, şâhin de keklik ile beraber kaz ve ördek için
kullanılıyordu. ^Destanların birinde av ile ilgili bir gelenekten bahse­
diliyor. Buna göre bir kimse kendi topraklan içinde başkası tarafından
avlanmış hayvandan pay dilemek hakkına sahip id i133. Diğer Türk
kavimlerinde de bulunan bu geleneğin 134 esası henüz Anadolu’ da ya­
şamaktadır.
Kısaca avcılığın Oğuz beğlerinin hayatında mühim bir yeri vardı.

14- Eğlenceler:

Destanlarda belirli zamanlarda yapılan bayram ve şenliklere dâir


v hiç bir şey söylenmediği gibi, tarihî eserlerde de bu konu ile ilgili her
hangi bir bilgiye rastgelinemiyor. Bizim destanlarda gördüğümüz,
beğlerin sık sık toylar verdikleridir. Toy ziyafet demektir. Toylar do­
ğum, beğ oğlunun ilk avı, bir dilekte bulunma, bir felâketten kurtul­
ma, kısaca her hangi bir sevinç vesilesi ile verilmekte idi. Toyların di­
ğer Türk kavimlerinde olduğu gibi, Oğuzlar’m İçtimaî hayatında da
mühim bir yeri vardı. Toylar yalnız beğlere değil, halka da veriliyordu.
Bu, o kadar esaslı bir gelenek idi ki, Oğuzlar’ da ve diğer Türk kavim­
lerinde siyasî ve İçtimaî düzenin muhafazası toylar ile pek yakından
ilgili idi. Beğlerbeği Salur K aza n Beğ Üç-Ok ve Boz-Ok beğleri or-
dasma geldiklerinde (yılda bir defa) onlar için büyük bir toy verirdi.
Toyda yenilip içildikten sonra K azan, hatununun elinden tutarak
dışarı çıkar, davetliler toyun, verildiği yerdeki bütün eşyayı yağmalar­
lardı. Yağmadan sonra beğler metbuları Salur ICazan’ı selâmlarlar
ve atlarına binip yurdlarına dönerlerdi. Fakat Salur K aza n son de­
fa, açıklanmayan bir sebebten, evini, yani otağını mutadın hilâfına,
yalnız Üç-Ok beğlerine yağmalatmış ve bu, Boz-Oklar’m başı Uruz
K o c a ’nın isyan etmesine ve bir iç savaşın çıkmasına sebeb olmuştu.

131 E rgin , s. 85, 122, 179, 216, 218.


132 İ.H. U z u n ç a r şılı, Osmanlı devletinin saray teşkilâtı, ( T .T .K .) , Ankara , 1945, s.
420-425.
133 E rgin , s. 122.
134 H. E ren , Dede Korkut kitabına ait notlar, Pay dilemek, pay vermek, Türk dili ve
tarihi hakkında araştırmalar, (T.T.K.), 1950, s. 33-37.

411
Türkler, Yakın Doğu ülkelerine geldiklerinde diğer gelenekleri
arasında bu yağmalı toy geleneğini de getirmişlerdi. Farsça manzum
ve mensur eserlerde görülen hân-i yağma (yağma sofrası) sözü bu
yağmalı toyu ifade etmektedir. S elçu k lu la r’dan başka S u riye A ta
b e ğ le ri devletinde (Zengiler) ve O sm an lıla r’ da da bu geleneğin
devam ettiği görülmektedir 13S.
Destanlarda çocuk ve delikanlıların oynadıkları aşık oyunundan
da bahsediliyor ki, millî bir oyundur. G ö k -T ü r k le r devrinde bu o-
yunun oynandığını bildiğimiz gibi, bugün de hâlâ Türkiye’de oynan­
maktadır. Kürek kemiği ile olduğu gibi aşıkla da eskiden beri fala bak­
mak Türkler’in geleneklerindendiI36.

15- Davranışları:
Destan kahramanlan soğukkanlı insanlar olarak görünmüyorlar.
Onlar, karşılaştıkları vak’ alar karşısında taşkın ve coşkun tepkiler
gösteriyorlar. Böylece “ açığı tutduklarında” , yani öfkelendiklerinde
bıyıklarından kan çıktığı, yahut kara taşı kül eyledikleri söylenen alp­
ların, sevdiklerinin tutsaklığı veya ölümü karşısında “ böğürü böğürü”
ağladıkları görülüyor. Beğler, her kavmin asilzadeleri gibi, mağrur,
şeref ve hasiyetlerine son derece düşkün insanlardır; haklarında yapı­
lacak en küçük bir dedikoduya tahammülleri yoktur; bu gibi anlarda
belki ölümü tercih ederler. D irse Han, çocuğu olmadığı için kara ota­
ğa oturtulup, önüne kara koyun yahnisi getirilmesine üzülerek B a y ı n ­
d ı r H a n ’ın ordasını terketmişti137. Yine beğlerden B eg il avcılıktaki
maharetinin kendisinden değil de atından geldiğini söyleyen B a y ın ­
dır Han veya K azan’a: “ alplar içinde bizi kuskunumuzdan balçığa
batırdun” diyerek kızgın bir halde ordasına gitmişti138. Bizzat Salur-
K azan, beğlerin: “ çoban bile olmasa K aza n kâfiri alamazdı” sözü
ile başına kakınç kakacaklarından korkarak K a ra çu k Ç ob a n ’ın
yardımım reddetmiş 139( K an T u r a lıd a 140 deve ile güreşirken sevgilisi

135 Bu hususta bazı misaller için: F. S ü m er, aynı yazı, s. 442, haşiye 379.
136 Aşık ile fala bakmak geleneği ile ilgili bir iki tarihî misal için: F. Süm er, aynı yazı,
s. 442—443, haşiye 384.
137 G ö k -Y a y , s. 4. E rg in , s. 79.
138 G ö k -Y a y , s. 91, E rgin , s. 217-218.
139 G ö k -Y a y , s. 18, E rg in , s. 105.
140 Eski hadîs kitablannda ve tanınmış arapça sözlüklerde K a n -T u ra o ğ u lla r ı
nın Türkler veya onlardan bir kavim olduğu söylenir (metiniçin: F. Sü m er, aynı
yazı, s. 400).
X IV . yüzyılda A ydın bölgesindeki Yürükler arasında Kan-Tura ^ a 015 ) adlı bir oy-

412
S elcen H atun/daıı: “ devenin burnuna yapış5* sözünü duyunca kendi
kendine şöyle demişti: “ mere ben bu devenin burnuna yapışacak ol­
sam kız söziyle yapıştı dirler. Yarın Oğuz eli’ne haber vara, deve elinde
kalmışdı kız kurtardı diyeler” I41.
Destanlarda “ destursuzca” yani izin almadan bir kimsenin yağı­
sına girmenin, yani düşmanına saldırmanın ayıb olduğu ısrarla belir-
tililiyor. Hattâ, beğlerden Şir Ş em sed d in “ destursuzca B a y ın d ır
H an’ın yağısın” basmakla ün almıştı142. Bu husus yani izin alınmadan
bir kimsenin, bir boyun, bir elin yağısına saldırmanın ayıp oluşu baş­
langıçta elde edilecek doyumluğa (ganimete) ortak olmak kaygısı ile
ilgili olsa gerektir. Çünkü Türkler’de de, her kavimde olduğu gibi, sa­
vaşın asıl gayesi doyumluk elde etmekti. Daha sonraları bu telâkki
(destursuzca yağıya girmenin ayıb oluşu) şeref ve haysiyeti koruma
duygusuna dönmüş olabilir.
Kahramanların sevinç davranışlarından biri de kas kas gülmek­
ti I43. Bugün Anadolu ’da bu söz hâlâ kullanılmaktadır.
Sevinçli bir haber, “ muştuluk ve gözün aydm” sözleri ile bildi­
riliyordu 144.

mak görülmektedir.
Kan Tura1nin süslü bir elbise veya kaftan gibi bir giyimin adı olduğu da anlaşılıyor; “kan-
luıamn simin, saçakların dizine dökmüş” (Tanıklariyle tarama sözlüğü, T.D .K ., Ankara, 1954,
III, s. 406, X IV . yüzyıla ait olduğa sanılan Ebû M üslim kitabından). Şayet bu okunuş şekli
doğru ise, bize göre, destan kahramanın adı veya lâkabı buradan gelmektedir. Fakat muhak­
kak olan bir şey var ise o da Kan Turalı’ nm E. R o s s i’nin ileri sürdüğü gibi (aynıeşer,
s. 33, 63) A k -K o y u n lu T u r -A li B eğ ile kat’iyen ilgisi olmadığıdır.
141 G ö k -Y a y , s. 71-75, E rgin» s. 192. 196.
142 G ö k -Y a y , s. 13, 23, 57, E rg in , s. 96, 112, 177, K a n T u ra lı düşmanla çarpışırken
kendisine yardıma gelen meçhul bir yiğit sandığı sevgilisi S elcen H a tu n ’ a şöyle söylüyor:
“ Kalkubanı yerinden turan
Y iğit ne yiğitsin
Yelesi kara kazılık atma biııen
Yiğit ne yiğitsin
Gafillüce başlar kesen
Destursuzca menüm yağıma giren
Yiğit ne yiğitsin
Destursuzca yağıya girmek
Bizim elde ayıp olur” .)
(E rg in , s. 195).
143 G ö k -Y a y , s. 31, 46; E rgin , 128, 146. Bu söz eski O sm a n lı tarihlerinde de geçer
(meselâ Neşrî, I, s. 303).
14 4 G ö k -Y a y , s. 43, 44, 85, 104, 105.

413
Savaşlarda düşmanlarını yendikleri veya her hangi hır tehlikeyi
atlattıkları zaman kul ve karavaş (erkek ve kadın köle) âzad ederlerdi.
Salur K aza n Beğ, Ş öklü M elik ’i yendikten sonra 40 kul ve 40
kırnak (karavaş = câriye) âzad eylemiş, yani onları hürriyetlerine
kavuşturmuştu145. F â tih S u ltan M ehm ed’in de Otluk-Beli savaşını
kazanması üzerine 40 000 den fazla kul ve karavaş âzad ettiğini müver­
rihler yazarlar 146.
Oğuzlar hayretlerini çok defa bir ellerini diğerine vurmak sure­
tiyle ifade ediyorlardı147. Bu davranış beklenilmiyen sevindirici veya
üzüntü verici, kızdırıcı bir olay ve haberin âni tepkisi idi. Bu davranış
şekli şimdi de Türkiye’de görülmektedir148.

Başlıca derin üzüntü davranışları ise ağlamaktı. Tutsaklık, ölüm


gibi hâdiseler sonucunda ordulara kara şiven girer 149, yani ordalar de­
rin bir yasa bürünür, cesur beğleı- böğürü böğürü ağlarlar, kadınlar
saçlarını yolar, yüzlerini ve yakalarım yırtarlar ve ayaklarından ayak­
kabılarını çıkarırlardı150. G ö k -T ü r k le r’ den O sm anlı h â n ed a n ın a
kadar değişmeden devam edip gelen geleneklerden biri de budur. Ağ­
lamak ile duyulan derin ızdırap hafifletilmiş oluyordu. Türkler’de bu
gibi hallerde ağlamak tabiî bir tepki kabul ediliyor, ağlamamak ayıp
sayılıyordu. Bu yiğit, cesur, sert mizaçlı adamların günlerce ağlama­
ları, bazan ipekli elbiseleri çıkarıp çıplak bir halde kara kepenek
giymeleri ve daha bazı yas gelenekleri İslâm âleminin okumuş sınıfı
tarafından hayret ve taaccüple karşılanıyordu.

Destan kahramanlarında derin üzüntünün bir tezahürü de börk


veya sarıklarını yere vurmaktı k i151, O sm aıılılar da da aynı gelenek
vardı152.

145 G ö k -Y a y , s. 24, 58, E rg in , s. 115, 176.


14-6 S a ’ d u d -d in , Tâc ut-tevârih, İstanbul, 1279,. I, s. 542.
147 G ö k -Y a y , s. 40, 46, E rg in , s. 143, 157.
148 Bununla ilgili bir iki tarihî misal için: F: Süm er, aynı yazı, s. 444, haşiye 399.
149 E rgin , 130, 133, 135, 165, 167, 177.
150 E rg in , 116, 130, 131, 132, 134, 135, 165.
151 G ö k -Y a y , s. 35, Ergin, s. 130-135.
152 1488 yılında A k -K o y u n lu C ih a n g ir’ in oğlu İb ra h im B e ğ ’in ölümü sebebiyle
başta hükümdar Y a k u b B eğ olmak üzere bütün A k -IC oyu n lu h â n ed a n ı mensuplan, beğ-
ler ve devlet ricali yakalarını yırtıp sarıklarını yere vurmuşlar ve gök renkli elbiseler giyerek
günlerce ağlaşmışlardı (F a z lu lla h b. R u z b e h a n , Tarih-i âlem ârâ-yi Emînî, F a t i h k t b nr.
4431, 170 a-171 b).
K a n u n î’nin ölümünü duyan Solakların kethüdaları ve odabaşıları üsküflerini (bir çeşit
başlık) yere vurub başlarına toprak saçmışlardır (Solak-Zâde, Tarih, İstanbul, 1298, s. 422-423).

414
Oğuz e/ı’nin başlıca yas alâmeti giydikleri mutad ak renkteki el­
biseleri çıkarıp karalar giymekti. Bu geleneği de S elçu k lu devrindeki
Türkmenler arasında, Iran M o ğ o lla n ’nda, T im u rlu la r’ da, K ara-
K o y u n lu la r ’da, A k -K o y u n lu la r ’da, Anadolu beğliklerinde ve
nihayet O sm a n lıla r’ da görmekteyiz153.
Destanlarda görülen diğer bir gelenek de kahramanların öldükleri
takdirde atlarının boğazlanıp yuğ aşlarının verilmesini vasiyet etmeleri­
d ir154. Bu çok eski bir Türk geleneği idi. G ö k -T ü rk le r çağında ölü­
nün atlarının kendisi ile birlikte gömüldüğünü veya kesildiğini bildi­
ğimiz gibi155, X . yüzyıldaki Oğuzlar’da da ölenin atlarının kesilip etinin
yendiğini görmüştük.
Bugün de Türkiye’ de ölen bir kimsenin arkasından yemek pişiri­
lip dağıtılmaktadır 156.

Oğlu M urad gelinceye kadar Ç eleb i M eh m ed’in ölümü gizlenmişti. Cesed oturlulub arkası»
na bir oğlan konarak canlı imiş gibi silâhdarlara gösterildiği esnada saray hekimi paşaların
yanına gelib, danışıklı olarak dülbendini yere vurub: “ komazsız pâdşahı ki eyü ola, bizim bu
kadar çalıştığımız zayi idersuz” demişti (Â ş ık P a ş a -Z â d e , Tevârih-i âl-i Osman, s. 95).
İran’ a kaçan K a n u n î’ nin oğlu B a y e z id ’in adamlarından A ra b M ehm ed, îr a n Şahı
T a h m a s b ’ a şehzadenin İran'da iktidarı ele geçirmek için bir tertib hazırladığını söylemişti.
Bunu duyan B a y e z id ’ in kölelerinden biri onun yanına koşarak üsküfünü yere vurmuş ve
duyduklarını anlatmıştı (P e ç e v î, Tariht İstanbul , 1283, I, s. 405).
153 K a n u n î’nin vezir-i âzamlarmdan İb r a h im P a şa M ısır’ da bulunduğu esnada Ye­
niçerilerdin kendi aleyhine ayaklandıklarını duyunca derin bir teessüre kapılarak kara elbise
giymişti. Yine K a n u n î devrinde İstanbul'a, gelen A v u s tu r y a e lç is i B u sb ek , Türkler'in
kara renge karşı duydukları nefreti açık bir surette anlatıyor: “ Türkler siyah rengi bayağı ve
'uğursuz sayarlar. Bir adamın siyah esvab giymesi iyi nazarla görünmez. O derecede ki paşalar
bizi siyah esvabla görünce çok defalar hayretlerini bildirmişler, hattâ ciddî surette şikâyet et­
mişlerdir. Türkiye'de hiç kimse siyah esvabla meydana çıkmaz, meğer ki mühim bir para zi­
yanına uğramış yahut bazı ağır hastalıklara maruz kalmış olsun. Yeşil renk kibarlık alâmeti
telâkki ediliyor. Fakat harb zamanında ölüm işareti diye kabul olunmuştur. Beyaz, san, mor,
kurşunî ve saire daha uğurlu addedilir (T ü rk mektupları, tü rk çe te r cü m e s i H ü s e y in Ca­
h it Y a lç ın , İstanbul, 1939, s. 163-170).
B üyük Türkmen şairi D a d a l-O ğ lu ’ nun bir şiirindeki: “ Karalar giydik de attık alları”
mısraı (Taha Toros, D a d a l-O ğ lu , Adana , 1940, s. 15) bu geleneğin X I X . yüzyıldaki Türk­
menler arasında yaşamakta olduğunu gösteriyor. Yas geleneği hakkındaki diğer bazı misaller
için: F. Süm er, aynı yazı, s. 445-446, haşiye 407.
154 E rg in , 170, 228.
155 S. J u lie n , Documents sur les Tou-kieu (T u rc s ), Journal Asiatique, 1864, s. 241; Ab-
d ü lk a d ir în a n , Şamanizm, 1954, s. 177-178; aynı müellif, Altay dağlarında bulunan eski
Türk mezarları, Belleten , sayı 43, s. 569—570.
156 ö lü için verilen yemeğe dâir bazı tarihî misaller için: F. Süm er, adı geçen yazı, s.
447, haşiye 411.

415
X I. destanda ölülere aş (yemek) verildiğinden de bahsediliyor lS?.
Türkler de ve Moğollar* da böyle bir geleneğin de var olduğunu bili­
yoruz 158.
Uç-Ok, Boz-Ok arasındaki kardeş kavgasını anlatan sonuncu des­
tanda, ölmek üzere bulunan B eyrek , atının kuyruğunun kesilmesini
söylemiş ve yoldaşları da bunu yerine getirmişlerdi169. Bu da pek eski
bir Türk geleneği idi. Altay ve Pazırık kazılarında bulunan atlann-ki
bizim kahramanlarınki gibi aygırdır- kuyrukları kesikti i6°. Buraya
kadar yazdıklarımızdan, O sm anlı hânedanımn pek eski Türk gele­
neklerini yaşattığı anlaşılmış bulunuyor, işte Hunlar devrinden ge­
len, ölenin atının kuyruğunun kesilmesi geleneği de bunlardan biri
idi.
Y a v u z S elim ’in ağabeyisi A h m ed B eğ ’in oğlu S ü leym an
B eğ genç yaşında 919 (1513) yılında Mısır* da taûndan vefat etmişti.
Yakışıklı bir genç olan S ü leym an B eğ’in cenaze töreni Anadolu
Türkleri’ nin geleneğine göre yapılmıştı. Yani merhum şehzadenin ta­
butunun önünde kuyrukları kesilmiş, eğerleri ters çevrilmiş olan atları
götürülmüş, kırılmış olan yayları ile sarığı da tabutunun üzerine kon­
muştu ’61.
Destan kahramanlarının fazilet telâkkilerine gelince, bunlar baş­
lıca cesur ve merhametli olmak, güçsüzleri korumak, yoksullara yar-

157 X I. destanda S alu r K.azan’ın Tornanın kalesi tekürü taralından tutsak alınması
anlatılmaktadır. S a lu r K a z a n kaledeki bir kuyuda hapsedilmişti. T e k ü riin karısı adını
çok duyduğu K a za n ’ın yanma gider ve ona: “ K a z a n B eğ nedür halün, dirliğin yir altında
mu hoştur, yoksa yir yüzünde mi hoştur, hem şimdi ne yirsün, ne içersün neye binersin’ Mer.
K a za n da: “ ölülerine aş virdügin vakit ellerinden alıram, hem ölülerinüzün yorgasına bine-
rem, kâhillerin yederem” cevabım verİT (Ergin, s. 235).
158 W. B a r th o ld , Türkler'de ve Moğollar'da defin merasimi, türkçe tercümesi A b d ü l-
k a d ir în a n , Belleten , sayı 43, s. 530; A b d ü lk a d ir İn a n , aynı CBer, s. 192-193.
159 G ö k -Y a y , s. 117-118, E rg in , s. 248.
160 A b d ü lk a d ir în a n , Altay'da Pazırık hafriyatında çıkarılan atların vasiyetinin Türk -
ler'in defin merasimi bakımından izahı, (II. Türk Tarih Kongresi, T.T.K ., İstanbul, 1943, s.
142-151).
161 jj~\ ^ dLj o y * - t ÇJt â J

I j>-\ j 4J j Uc»- pl SjU T ülkLJİ . . .Ç dil* Jj j ülk U ! ci-Lj

4-İ.iÖ İaLf" 1 J J Jİ <*9 J ^ ^

^p ûJa j ^p j j 1j j*mS*j ( î b n îy a s , IV, s. 303).

S e lçu k lu hükümdarı M e lik -Ş a h ’ın oğlu D a v u d ’ un ölümü üzerine memleketin dört


bir yanından hükümet merkezi İsfahan *a toplanıp yas tutan Türkler de, M ısırlı müverrihin
bildirdiği gibi, atlarının eğerlerini ters çevirmişlerdi.

416
elim etmektir. Zayıflara, yaşlılara sataşan ve yolculara, çobanlara sal­
dıranlar onlar katında kötü insanlardır. Destanların dili ile Alınca
kalesinin kâfirleri tutsak bulunan Oğuz eii’ nden U şun K o ca oğlu
E ğrek’i kendisini kurtarmağa gelen kardeşi S eğrek ile döğüştürmek
için ona kardeşi hakkında: “ şunda bir delü yiğit, yolcunun, yolakcının,
çobanın, çoluğun etmeğin alır162 ” demişlerdi.
D irse H an’ın yoldaşları D irse H an’ı oğlu n d a n nefret ettir­
mek için oğlunun güzel kızları çekip aldığı, ihtiyarlara hakarette bu­
lunduğu iftirasını ortaya atmışlardıI63.
Az yukarıda destan kahramanlarının çabuk öfkelenen insanlar
olduklarını söylemiştik. Fakat onlar sevdiklerine karşı şefketli, tatlı
dilli oldukları gibi, düşmanlarına karşı bile merhametli davranıyorlar,
savaşlarda aman diyeni öldürmüyorlardı164. B e y re k kendisinin öl­
düğünü söyliyerek sevgilisi ile evlenmek üzere bulunan Y a la n cı Oğ­
lu Y a r t a c u k ’ın ayağına düşmesi ve kılıcının altından geçmesi üzeri­
ne onu affetmiştiI6S.
Destanlarda alp, cesur, ağır başlı, merhametli, zayıfları koruyan
(kalmış yiğit arkası), öğünmeyi sevmeyen bir insandır ki, bugünkü
milletlerin kahraman tipinin aymdır. Alplar birbirlerinin adlarını sor­
mazlardı; bu, nezâketsizlik sayılırdı166. Bu gün bile köylüler arasında
birinin ismi nezâket ifade eden bir kelime ile sorulur167.
Alplara korku vermek, yani cesaretlerini kıracak sözler söylemek
de onlar katında ayıp bir davranış id i168.
Bütün tarihleri boyunca Türkler üzerinde cemiyetçi bir Tuh hâ­
kim olmuştur. Onlar sevinci de, felâketi de hep birlikte karşılıyorlardı.
VIII. yüzyıldaki G ö k -T ü r k kağanının: “ Türk budunu için gündüz
uyumadım, gecfc uyumadım” demesi bu ruhun güzel bir ifadesidir.
Hakan, sultan ve beğin vazifesi halkı kendilerinden hoşnut etmek
ve onlara sıkıntısız bir hayat sağlamak idi. Destanlarda açları
doyurmak, yalıncaklan giydirmek, borçluyu borcundan kurtarmak
başhca faziletli hareketlerden sayılıyor. Salur K a za n ’a dâir Şecere-i
Terâkime’ deki manzumede onun 41 atın etini bir kazana salarak bu eti

162 G ö k -Y a y , s. 102, E rg in , s. 230.


163 G ö k -Y a y , s. 6-7, E rg in , s. 83-84.
164 G ö k -Y a y , s. 24, E rg in , s. 115.
165 G ö k -Y a y , s. 44, E rg in , s. 151.
166 T e p e -G ö z bile bu nezâket kaidesine riayet ediyor (E r g in s. 214, 241).
167 Meselâ: “ adını bağışlar mısın?” denir.
168 E rg in , s. 187, 223.

417
eli ile halka üleştirdiğinin söylendiği görülmüştü. O sm an lı m ü ver­
rih leri de O sm an ve Orhan beğlerin kendi elleri ile yoksullara aş
dağıttıklarını yazarlar m .
Yine destanlarda kuru çaylar üzerine köprü yaptırmak, ulu yollar
kenarında imâretler kurdurmaktan bahsediliyor 17°. Birinci Bölümde
Türk hükümdarlarının ve beğlerinin idare ettikleri yerleri câmi, med­
rese, hastahâne, imâret, kervansaray, hamam ve köprüler ile süsledik­
lerine kısaca temas edilmişti. Bugün bu âbidelerin bir kısmı onların bu
hususta gösterdikleri büyük himmet ve gayretin hâtıraları olarak za­
manımıza kadar gelmiştir. Fakat bu eserleri vücuda getiren sultan ve
beğlerin oturdukları binalar öyle mütevazi şeyler idi ki, şimdi çoğunun
yeri dahi bilinmemektedir.

16- Destanların Ehemmiyeti:

“ Yiğitleri mürüvvetlû.
Kocaları taatlu ve hürmetlû Oğuz”
(meçhul bir ozanın sözleri)

Dede Korkut destanları, daima tekrar ettiğimiz gibi, Türkiye, Â -


zerbaycan, İran ve Türkmenistan Türkleri’ nin yahut umumî bir deyim­
le Batı Türkleri’ nin bizce malûm en eski destanlarıdır. Bu destanlar,
okuyanların tasdik edecekleri üzere, kır çiçekleri kadar güzeldir. Hat­
tâ bu destanların, millî edebiyat bakımından nesir sahasında, Oğuz
türkçesi’ nin eşsiz bir şaheseri olduğunu söylemek bile mümkündür. Bu
destanlarda türkçe, Y u n u s E m re’nin şiirlerinde olduğu gibi, nekadar
akıcı, nekadar tatlı ve hattâ nekadar parlaktır.
Destanların mahiyetlerine gelince, onlar -en mühimleri tarihî
olaylara dayanan- orijinal, alâka ve zevkle okunan konulardır.
Biliyoruz ki, destan kahramanları savaşçı bir ruha sahiptirler.
Hattâ onlar arasında böyle bir ruhla yetiştirilmiş kadınlar bile görü­
lür. Fakat tasdik etmek yerinde olur ki bozkırlarda böyle bir ruh taşı­
madan hayatın idâmesi mümkün olamıyor. Orada şiddetli kışlar ve
yut denilen hayvan kırımı yüzünden sık sık açlık felâketiyle karşıla­
şılıyor, her an düşman hücumları bekleniyordu. Bu husus böyle olmak­
la beraber kahramanlar umumiyetle mütecaviz insanlar olarak görün­

169 “ Ve Osman Gazi gayet sâlih, Müslüman kişiydi ve âdetiydi kim üç günde bir taam
pişirib, fukarayı ve sulehayı cemedub it’ am iderdi ve hem yalıncaklan giyürüb tonadırdı ve
dul avretlere daim sadaka virirdi (N eşrît I, s. 72, 73, s. 163).
170 G ö k -Y a y , s. 64, E rg in , s. 184.

418
müyorlar. Onlar nefislerini korumak, yakınlanm kurtarmak, kendi­
lerine veya yakınlarına yapılmış fena bir hareketin öcünü almak için
harekete geçiyorlar. Kahramanlarımız göçebe bir cemiyetin mensup­
lan olmakla beraber, bu yiğitlerde zamanımız telâkkilerinin tasvib
etmiyeceği bir davranış görülmez. Onlar kötü yürekli ve hiyleci kim­
seler olmayıp, bilâkis yoksullara yardımcı, zayıfları koruyan, bağış­
layıcı, vefalı, büyüklerine saygılı, fakat şeref ve haysiyet duygusuna
sahip, kadınları hor görmiyen mert insanlardır. Bütün bunlar Oğuz­
lardaki faziletli insan tipinin vasıflarıdır. Her halde alplar, bütün bu
vasıfları taşıyan insanlar olmalı idiler. Alplık ruhu şüphesiz, sadece
cesaretten gelen basit bir davranış değildi.

X IV -X V I. yüzyıllarda Anadolu ve Azerbaycan ’ daki Türk topluluk­


larınca bu destanlara, atalara ait en değerli hâtıralar gözüyle bakılmıştır.
Onlar atalarını, yaptıkları büyük fetih hareketlerinden ziyade, bu des­
tanlar ile sevmişlerdir. Yine bu destanların tesiri iledir ki, o asırlardaki
Türkler nazarında Oğuzlar cesur ve iyi yürekli insanlardır. Bugün bile
Türkiye’nin bazı bölgelerinde Oğuz, hiyle bilmez, kötülük yapmaz
anlamında bir sıfat olarak kullanılır.

Böyle olmakla beraber yüksek tahsilli eski O sm anlı müellifleri


bu destanlara ehemmiyet vermemişler, hattâ onları okuyan ozanlar ile
alay etmişlerdir. Fakat ozanların bu eseri şüphesiz gittikçe yayılmak
ve hattâ diğer milletlerce de tanınmak suretiyle ebediyen okunacaktır.
Buna karşılık O sm an lı müelliflerinin eserleri unutulmaya mahkûm
olmasalar bile, sayısı çok az bir mütehassıslar heyetince bilinecektir. Bu
keyfiyet onların, bilhassa türkçeyi tabiî yolundan çıkararak eserlerini
sun’i bir dille yazmalannın mukadder bir neticesidir. Fakat itiraf et­
mek lâzımdır ki, destanlar bugün bile Türk aydınlannca iyice bilinme­
mekte ve okullarda da okutulmamaktadır. Bu da şüphesiz onların
gerektiği gibi tanıtılmamış bulunmasından ileri geliyor. Bu iş yapıldığı
takdirde bu millî ve değerli esere lâyık olduğu ehemmiyetin verileceği
ve okullarda bütün Türk çocuklanna okutulacağı muhakkaktır.

419
Ö Z E T

Burada destanlar hakkında yapmış olduğumuz bu araştırmanın


kısa bir hülâsasını vermek her halde faydasız olmıyacaktır.

Destanlar X . ve X I. yüzyıllarda Sir-Derya boylarında yaşayan


Oğuz eli’ne aittir. Destanların kahramanları da bu Oğuz eli’ nin beğ-
leridir. Bu beğlerin komşu Kıpçak beğleri ile savaşlarına ve kendi ara­
larındaki çekişmelere dâir hâtıralar onların torunları tarafından Yakın
Doğu’ya getirildi (en kuvvetli ihtimal ile X III. yüzyılın birinci yan­
sında). Hâtıralar, pek muhtemel olarak, burada destanîleşti; XIV.
yüzyılın başlarında yazıldı ve Oğuz-nâme adı altında bir kitapta top­
landı. Bu Oğuz-nâme’nin teferruat bakımından elimizdekinden epeyce
farklı olup, hâtıraları daha sâdıkane bir şekilde aksettirdiği muhak­
kaktır. Fakat ne yazık ki bu Oğuz-nâme bugüne kadar elimize geçme­
miştir. Bereket versin destanlar, sayısı hiç de az olmayan ozanların
hâfızalarında yaşıyordu. Onlar destanları her tarafa yaydılar ve her­
kese sevdirdiler. Öyle ki hükümdar sarayları ve şeyhlerin tekkeleri
bile bunların tesir sahası dışında kalamadı. II. M u r a d’ın sarayında bu
destanları okuyan ozanlar bulunmakta olduğu gibi, yine bununla il­
gili olarak F â tih ’in torunlarına da O ğuz H an ve K o rk u t adlan
verilmişti. Daha önce de söylendiği üzere, O sm a n lıla r’dan başka
hiç bir Türk hânedamnda Türk destanlarının bu ünlü isimlerine rast-
gelinmez.

En eski Türk geleneklerini yaşatan Bektaşî tarikatının kurucusu


Hacı B e k ta ş -i V e li’nin menkıbelerine ait olan Velayet-nâme’ de bi­
zim destan kahramanlarının da adları geçer, Bundan başka adı geçen
tarikatın ulularından O tm an B aha’nın ise Oğuz-nâme dili ile konuş­
tuğunu ve şiirler söylediğini biliyoruz. Mamafih o zamanlarda O tm an
Baba’nın bir istisna olmadığım söyliyelim. Gülşenî tarikatının kuru­
cusu tb r a h im -i G ü lşen î’de (ölm. 1510) kendisini pek çok şeyhlerin
yaptıkları gibi, Peygamber ailesine veya Peygamber’in yakın bir sahâ-

420
besine değil O ğuz A ta ’yabağlar; menakıb-nâmesi’nde de Oğuz H an’ ­
dan gelen sülâlelerden bahsedilir.
XVI. yüzyılda, ozanların Türk cemiyetinin manevî hayatında
oynadıkları rol yine kuvvetle devam ediyordu. 1526 yılındaki Mohaç
savaşından bir gece önce yapılan şenlikte ozanların da kopuzları ile
destanları okumuş olduklarını biliyoruz171.
Aynı yüzyılın ikinci yarısında, evvelce söylediğimiz gibi, elimiz­
deki destanlar yazılmıştır. Böylece bu destanlar Oğuz-eli’ nin yaşadığı
tarihten aşağı yukarı beş asır sonra yazılmış oluyor. Destanların
yine X V I. yüzyılın ikinci yarısında eskiden beri Türk kültürünü
benimsemiş ve sevmiş olan Kürdler arasında da çok yayılmış
olduğu görülüyor. O ğuz Han’ın, destanlarda adı geçen, “ bıyığı
kanlı B ü ğd ü z E m en’i elçilikle Peygamber’ e gönderdiği ve B ü ğdü z
E m en ’in Kürd olduğu hakkında Kürdler arasında dolaşan bir riva­
yet I72, bu destanları Kürdler’ in nasıl benimsemiş olduğunu açık bir
şekilde gösterir. X V . yüzyılın ikinci yarısında veya XVI. yüzyılın baş­
larında İran’ a giden ve kaynaklarda Kürd menşeli olduğu söylenen
■Hınıslı oymağının beğlerinden birinin destan kahramanlarından Sa­
lur K a za n ’ın kardeşi K ara G üne’nin admı taşıdığı, bu beğin oğlu­
nun da K a r a G üne’nin oğlu B u d a k ’ın ismi ile anıldığı yukarıda
yazılmıştı. Bunun gibi, X V I. yüzyılın ikinci yarısındaki Erdelân Kürd
beğlerinden birinin de adının B a sa t (.kl—j) olduğunu biliyoruz173.

Söylendiği gibi, destanların ana konusunu Oğuzlar’ m komşuları


Kıpçaklar ile savaşları ve kendi aralarında yaptıkları kardeş kavgası
teşkil ediyor. Bunlar. II. ve X II. destanlarda anlatılır. II. destandan
anlaşıldığına göre başlarında Ş öklü M elik’in bulunduğu Kıpçaklar,
Salur K a za n ’ın Oğuzları’na. karşı galebe elde etmişler ise de Salur
K aza n parlak bir zafer ile bu yenilginin acısını çıkarmıştır. Salur
K aza n ’m büyük şöhretinin ve Oğ uz beğlerinin başı mevkiine yük­
selmesinin bu başarı ile sıkı bir ilgisi olduğu şüphesizdir. Destanlarda
geçen Ş ök lü M elik, B u ğ a cık M elik, K ara T ü ken M elik ve
D em ir Y a y lı K ıp ç a k M elik ise Oğuz beğlerinin düşmanları olan
Kıpçak beğleridir.

171 “ Câbeca kösler, nefirler tabi ve surnalar neyler çalınub din yolunun serbazları ruey-
dan-ı gaza kurbanları Rum ilinin delûleri ve divâneleri şeştarlar, tanburlar, kopuzlar nevaht
idüb, Oğuz gazalarının hikâyet efrûzlan ozanlar çalub çağırıp şenlikler ve şadılikler iderlerdi
(Celâl-Zâde, Tabakât ul-memâlik fî derecât il-mesâlik, Millet ktb., nr. 779, 254 a).
172 Şeref Han, Şeref-nâme, s. 32.
173 Aynı eser, s. 123-124.

421
Kardeş kavgasını anlatan X II. destana gelince, burada daha ön­
ce de söylendiği gibi, Üç-Oklar ( Iç-Oğuz) ile Boz-Oklar ( Dış Oğuz)
arasında yapılan savaşta Boz-Oklar yenilmişler ve Boz-Oklar’m başı
U ruz K o ca da öld ü rü lm ü ştü r. Yakışıklılığı, kibarlığı ve iyi kalp­
liliğiyle. “ Oğuz'un imrencesi” lâkabını almış olan Bam sı B e y re k ’in
de bu kardeş kavgasının kurbanı olduğunu biliyoruz.
B a sa t’m T e p e -G ö z ’ü öldürdüğü boyunda (destanı), bize göre,
olmuş bir olay saklıdır. Yani T e p e -G ö z, sandığımıza göre, bir Kıpçak
beğini temsil etmektedir. Bu Kıpçak beği karşısında Oğuzlar’m daha
ziyade yahut münhasıran Boz-Ok kolu ( Dış Oğuz) yenilgilere uğramış
ve onların birçok ünlü beğleri hayatlarını kaybetmişlerdir. Bunlar
Boz-Oklar’ın başı U ruz K o ca ’nm oğlu K ıy a n S elçük, D ü z e n oğlu
R üstem , D em ir D on lu (yani zırhlı) M am ak ve iki kardeşi ile bir­
likte A ru k Candan idiler. U ruz K o c a ’nm küçük oğlu B a sat sonra
T e p e -G ö z ’ü yenerek onun Boz-Oklar’ a çektirdiği ızdırapların öcünü
almıştır.
Diğer geri kalan destanlardan bir çoğu kahramanların tutsaklığı­
nı anlatır. Bu da yapılan akınlar ve baskınlar ile engin bozkırlarda her
zaman vukua gelen bir olaydır.
Elimizdeki destanlar çok geç yazılmış olmakla beraber onlarda
pek eski Türk gelenekleri görülmektedir.

422
X V I. YÜ ZYILD A ANADOLU’ DA
OĞUZ BOYLARINA A İT Y E R ADLARI
I. KAYI

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası* Vergi nüfusu

Kayı-Mahmud Ekinlik Ak-Saray Bekir —

Kayıcık K öy Ak-Saray Ak-Saray 27


Kjzıl-Kayı K öy Ak-Saray Eyyııb-ÎIi 54
Kayıcık Köy Ak-Şehir İshaklu 66
Kayı Köy Amasya Geldigelen 24
Kayı K öy Amasya Yavaş 52
Kayı K öy Amasya Yavaş 20
Kayı Ekinlik Amasya Simre-i Lâdik —
Kayı (öbür adı: K öy Ankara Ayaş 12
Yusuf-Şeyh)
Kayı Ekinlik Ankara Kasaba 18
Kayıcık K öy Ankara Kasaba 39
Kayıcık K öy Ajıkara Mürtaza-Âbâd 5
Kayı (öbür adı: K öy Aydın Yeni-Şehir —
Karaca-Kaya)
Kayı (öbür adı: K öy Aydın Birgi 28
Kayılu)
Kayı K öy Beğ-Şehri Göçü 39
Kayılu K öy Beğ-Şehri Göçü 33
Kayı K öy Biga Çan 6
Kayı K öy Bolu Gerede 34
Kayı K öy Bolu Gerede 12
Kayı K öy Bolu Gerede 3
Karandı ve Kayı K öy Bolu Taraklı-Borlu 36
Kayı K öy Bolu Taraklı-Borlu 17
Kayı K öy Bolu Kıbrus 188
Kayı Ekinlik Boz-Ok Sorgun 45
Kayı Köy Canik Kavak 34
Kayı K öy Canik Satılmış ve 16
BayTamlu
Kayı K öy Çorum Divân-ı Emlâk 24
Kayı K öy Çorum Divân-ı Halfi 6

* Bir çok kaza adlarının okunuşu şüphelidir.

423
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Kayı K öy Çorum Iskilib 4


Kayıcuk K öy Çorum îskilib 29
Kayı K öy Erzurum Kemah 51
K ayıcık Köy Erzurum Kemah 5
Kayı-Yayla K öy Hamid Göl-Hisar Kara-Ağac’ı 132
Kayı K öy Hamid Doyran 9
Kayı K öy Hamid Siroz 72
Kayılu K öy Hamid Ulu-Borlu 40
Kayı K öy Hamid İsparta 123
Kayıcuk Köy Hamid Göl-Hisar 44
Kayı K öy Hüdâvendigâr înegöl 12
Kayı Köy Hüdâvendigâr Kara-Hisar-ı Nallu 38
Kayı Köy Kara-Hisar-ı Sahib Barçınlu 58
Kayı-Han K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Şemseddin 56
Kayı K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Bökmen 10
Kayı K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Su-Şehri —
Kayı K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Akşehir-Abâd 11
Kayı Köy Kastamonu Kastamonu 27
Kayı Köy Kastamonu Boy-Ovası 19
Kayı K öy Kastamonu Taş-Köprü 9
Kayı K öy Kastamonu Daday 203
Kayı K öy Kastamonu Sinob 4
Kayı K öy Kastamonu Sinob 15
Kayı Köy ICarasi Boğaz-Hisar 10
Kayı K öy Karası Ayazmend 13
Kayı K öy Rengin (Çankırı) Tosya 95
Yaka-Kayı K öy Kengırı Koç-Hisar 15
Yaka-Kayı K öy Kengın Koç-Hisar 10
Bozar-Kayı K öy Kengııı — —
Hatun-Kayısı Köy Kengın Kurşunlu 28
Aşga-Kayı K öy Kengırı Kan-Pazarı 45
Yukan-Kayı K öy Kengın Karı-Pazan 60
Kayı K öy ICır-Şehri — 6
Kayı K öy Konya Kaş 58
Kayı-Üyüğü K öy Konya Sahra 1
Kayı K öy Konya Hatun-Saray 17
Kayı K öy Konya Lârende 18
Kayı K öy Konya tn-Suyu 51
Yenice*Kayı K öy Konya Saîd-Îli 71
Ulu-Kayı K öy Kütahya Uşak (Banaz) 13
Kiçik-Kayı Köy Kütahya Uşak (Banaz) 3
Kayı K öy Kütahya Eğri-Göz 56
Y avı-Kayı K öy Kütahya Geyikler 19
Kayı K öy Kütahya Şeyhlu 29
Kayı K öy Kütahya Sazanos 24
Kayı ve Ko& Deresi K öy Kütahya Tavşanlu 18

424
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Kayıcuk K öy Kütahya Şeyhlu 10


Kayı K öy Menteşe Balat 10
Kayı K öy Menteşe Balat —
Kayı ve Taş-Kayı K öy Menteşe Köycüğez 468
Kayı Köy Menteşe Mekri —
Kayılu K öy Menteşe Çine 6
Kayılu K öy Menteşe Burnaz 9
Kayı K öy Niğde — 306
Kayı Köy Saru-Han Ak-Hisar 12
Kayılu K öy Saru-Han — 8
Kayıcık Köy Sivas Sivas 39
Kayı Ekinlik Sivas Koç-Hisar —
Kayı Ekinlik Sivas Sivas —

Kayıcık Ekinlik Sivas Sivas —


Beğ-Kayı K öy Sivas Zile 94
Kayı-Kolan? K öy Sivas Taş-Âbâd 108
Kayı K öy Sivas Tokat (Gelmufad) 9
Kayıcık Köy Sivas Tokat (Tozanlu) 9
Kayı K öy Sultan-Önü Karaca-Şehir 30
Kayı Köy Sultan-Önü Karaca-Şehir 36

425
n . BAYAD (BAYAT)

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Bay ad Köy Ak-Şehir Ilgun 22


Bay ad Köy Amasya Yavaş 34
Bayad Köy Amasya Simre-i Lâdik 41
Bayad K öy Amasya Simre-i Lâdik 80
Bayad Köy Ankara Y aban-Âbâd 12
Bayad Ekinlik Ankara Kasaba —
Karaca-Bayad Köy Beğ-Şehri Göçü 60
Yağlu-Bayad . Köy Beğ-Şehri Göçü 53
Bayad-Üyüğü Köy Beğ-Şehri K ır-tli 58
Bayad Köy Biga Avine 45
Bayad Ekinlik Boz-Ok Hüseyin-Ova —
Bayad Ekinlik Hamid Avşar —
Bayad Köy Hüdâvendigâr Söğüt 9
Bayad Köy Hüdâvendigâr Tarhala 30
Bayad K öy Hüdâvendigâr Bergama 57
Bayad K öy Hüdâvendigâr Behram 86
Ulu-Bayad K öy Kara-Hisar-ı Sahib Kara-Hisar-ı Sahib 26
Bayad K öy Kara-Hisar-ı Sahib Baıçınlı 64
Bayad K öy Kara-Hisar-ı Sahib Ulu Sicanlu 5
Bayad K öy Kara-Hisar-ı Sahib Şuhut 6
Bayad (öbür adı: K öy Karasi Sındırgı 29
Yaycılar)
Bayad Köy Karasi Baş 19
Bayad (öbür adı: Köy Karasi Sındırgı 17
Yaycılar)
Bayad K öy Karasi Manyas 11
Bayad Köy Kastamonu Koz-Yaka 14
Bayad Köy Kastamonu Daday 51
Yazı-Bayad Köy Kayseriyye Kara-Hisar 10
Balum-Bayad Ekinlik Kengırı Kengırı —
Bayad Köy Kengırı Tosya 34
Bayad Ekinlik K oca-îli Yalak-Âbâd —
Bayad K öy Konya Hatun-Saray 25
Bayad-Üyüğü K öy Konya — 42
Yağlu-Bayad K öy Konya Sahra 61
Bayad K öy Kütahya Şeylılu 44

426
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Bay ad Köy Kütahya Kütahya 37


Bay ad K öy Kütahya Uşak 31
Bayad Ekinlik Malatya Ergavun —
Bayatlu K öy MaJatya îç-İI 56
Bayad Köy Menteşe Mekri —
Bayad Köy Saru-Han Güzel-Hisar —
Bayad K öy Saru-Han Gördüs 62
Bayad Köy Sivas — —

427
m . ALKA-BÖLÜK (ALKA - EVLİ)

Bu boya ait hiç hır yer adma rastgelinemedi.

428
IV. KARA - BÖLÜK (KARA - EVLİ)

Boyan adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Kara-Evlu Köy Bolu On ik i Divân 49


Kara-Evlu Köy Bolu On îk i Divân 28
Kara-Evlu Köy Bolu On îki Divân 6
Kara-Evlu K öy Bolu On îk i Divân 3
Kara-Evlu Köy Kastamonu Kastamonu 57
Kara-Evlu Köy Kastamonu Kastamonu 21
Kara-Evlu Köy Sivas Tokat (Turhal) 57

429
V. YAZJR

Boyun, adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Yazır Köy Ak-Saray E yyub-îli 53


Yazır Köy Ak-Saray E yyub-îli 54
Yazır Köy Ak-Şehir Doğan-Hisarı 7
Yazır Köy Ankara Çubuk 51
Yazırlu K öy Aydın Ala-Şehır 40
Yazırlu Köy Aydın Yeni-Şehiı* 48
Yazır Ekinlik Erzurum Kemah —

Yazır ve Dere Köy Hamid îsparta 80


Yazır Köy Hamid Göl-Hisar Kara-Ağac’ı 110
Yazır K öy Hamid Irla 37
Yazır Köy Hamid Farnas 246
Yazır-Basat Köy Hamid Farnas 42
Yazır K öy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 175
Yazır Ekinlik Kara-Hisar*ı Sahib Bolvadin 34
Yazır K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Koyle-Hisar 5
Yazır K öy Kayseriyye Meşhed 37'
Yazır Ekinlik Kayseriyye Cebel-i Âli —
Yazır K öy Kengın Kurşunlu 29
Yazır K öy Kır-Şehri Dinek 53
Yazır Köy K oca-lli Gekboza 35
Yazır K öy Kütahya Şeyhlu 49
Yazır K öy Menteşe Peçin —
Yazır K öy Sivas Budak-Özü 27
Yazır K öy Teke Antalya 53

430
VI. DÖĞER

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Döğer Köy Ak-Saray Eyyub-îli 11


Döğer Köy Ak-Şelıir Ilgım 214
Döğer Köy Ankara Murtaza-Âbâd 17
Döğer Köy Boz-Ok Emlâk 55
Döğer-Deresi Ekinlik Boz-Ok Çubuk —
Döğer K öy Çorum Osmancık 85
Döğer (öbür adı: İli Köy Hamid Irla 35
Pınar)
Döğer K öy Hamid İsparta 161
Döğer Nâhiye (yöre) Kara-Hisar-ı Sahib — —
Döğer K öy Karası Balıkesir 13
Kara-Döğer Ekinlik Konya Sahra —
Döğer-Oğlu (Diğer K öy Mardin Dıraçlu 17
adı: Yenice)
Döğer Ekinlik Kayseriyye Islâmlu —
Döğer-İli K öy Kütahya Şeylılü 25
Döğer K öy Sivas Tokat (Kaz-Âbâd) 13
Döğer Köy Sivas Artuk-Âbâd 12
Döğer K öy Sultan-önü İn-önü 65

431
Vn. DODURGA

Boyun adı Vasfı Saııcağı Kazası Vergi nüfı

Todurga ve Kemah Köy Ankara Kasaba —


Todurga Nahiye Bolu — —
Aşğa Todurga Köy Bolu Todurga 27
Todurga Köy Bolu Virân-Şehir S
Todurga Köy Bolu Virân-Şehir 26
Todurga K öy Bolu Virân-Şehir 16
Todurga K öy Bolu Virân-Şehir 22
Todurga Köy Bolu Ulus 19
Todurga Köy Çorum Osmancık 188
Todurga Köy Hamid Göl-Hisar Kara-Ağac’ ı 69
Todurga K öy Hüd&vendigâr Kepsut 38
Todurga Köy Kara-Hisar-ı Sahib Sandıklı 16
Todurga K öy Kara-Hisar-ı Sahib Ulu-Sicanlu 55
Dodurga Köy Kastamonu Boy-Ovası 13
Dodurga Nahiye Kastamonu Taş-Köprü
Kiçi-Dodurga Köy Kastamonu Boy-Ovası 18
Dodurga Köy Kastamonu Sinob 25
Dodurga K öy Kastamonu Sinob 3
Todurga Köy Kengırı Milan 105
Dodurga Köy Menteşe Peçin 16
Dodurga Köy Menteşe Mekri 111
Dodurga K öy Sivas Koç-Hisar 248
Dodurga Köy Sivas Artuk-Âbâd 34
Todurga Köy Teke Muslu 21

432
VIII. YAPARLI

Bu boya ait bir yer adına rastgelinemedi. Elbistan’ a bağlı Esen-Dere nahiyesinde
adlı bir köy vardır ki (v e rg i nüfusu 56 dır), bu kelime Çanıklu şeklinde okunabilir.

433
IX . AVŞAR (AFŞAR)

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfı

Avşar Ekinlik Ak-Saray Ak-Saray —

Avşar K öy Ak-Şehir Ilgun 45


Avşar Ekinlik Ak-Şehir Ilgun —
Bucak-Avşar K öy Alâiyye Çönkeri 48
Avşar K öy Amasya Ergoma 75
Avşar K öy Amasya Yavaş 50
Avşar Köy Ankara Bacı 14
Yarımca-Avşar K öy Ankara Ayaş 25
Boyalu-Avşar Köy Ankara Ayaş 71
Avşar Ekinlik Ankara Bacı —
Avşarlu Köy Aydın Ala-Şehir 144
Afşar K öy Beğ-Şelıri Göçü 56
Bay-Afşar K öy Beğ-Şehri Göçü 77
Afşar-Virâm Köy Beğ-Şehri Gurgurum 86
Avşar K öy Biga Balya 38
Avşar (Sultanlı adı K öy Biga Balya 31
ile tanınmış)
Avşar K öy Bolu Konur-Pa 87
Avşar K öy Bolu — 34
Avşar K öy Bolu Bolu 14
Avşar Köy Bolu Gerede 12
Avşar K öy Bolu Gerede 2
Avşar K öy Bolu Gerede 7
Afşar K öy Bolu Taraklı-Borlu 8
Afşar K öy Bolu Taraklı-Borlu 18
Afşar Köy Bolu Taraklı-Borlu 66
Afşar K öy Bolu Taraklı-Borlu 15
Afşar ve Kara-Ağaç Köy Bolu Taraklı 8
Avşar K öy Bolu Virân-Şehır 17
Bebe-Afşar K öy Bolu Virân-Şehir 15
Afşar K öy Bolu Virân-Şehir 22
Afşar Köy Bolu Virân-Şehir 23
Afşar K öy Bolu Virân-Şehir 6
Afşar K öy Bolu Virân-Şehir 7
Avşar K öy Erzurum Kemah (Kuru-Çay) 8

434
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Afşar Kaza Hamid — —


Afşar K öy (kaza Hamid Afşar, iki mahalle:
merkezi) 1. Firdevs-Oğlu 6
2. Şeyh-Çakıl 119
Kutluca-Afşar K öy Hamid Göl-Hisar Kara-Ağac’ ı 109
Afşar K öy Hamid Kara-Hisar 43
Narlıca-Avşar Köy Hüdâvendigâr Beğ-Pazarı 28
Afşar Köy Hüdâvendigâr Kepsut 23
Afşar K öy Hüdâvendigâr Sifri-Sivri-Hisar 50
Avşar K öy îç -îl Mut 60
Avşar Köy Kara-Hisar-ı Sahib Bolvadin —
Çayır-Afşar Ekinlik Kara-Hisar-ı Sâhib Hula —
Avşar Köy Kara-Hisar-ı Şarkî Su-Şehri 31
Avşar K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Firuz 2
Avşar K öy Karasi Temrezler —
Avşar K öy Karasi Ayazmend 21
Afşar-özü Köy Kastamonu Koz-Yaka 56
Afşar K öy Kastamonu Devrekâni 65
Kara-Degin Afşar K öy Kastamonu Daday 33
Avşar-Ovacuğu K öy Kastamonu Küre 59
Afşar K öy Kastamonu Sinob (Kara-Göl Divanı) 7
Afşar K öy Kastamonu Taş-Köprü 37
Afşar K öy Kastamonu Taş-Köprü 21
Afşar ve Virancık Köy Kastamonu Taş-Köprü 19
Afşar K öy Kastamonu Araç 69
Avşar K öy Kayseriyye Koramaz 13
Avşar Ekinlik Kayseriyye Kara-Taş —
Avşar Ekinlik Kayseriyye tslamlu —
Kale-i Avşar Ekinlik Kayseriyye îslâmlu —
Avşar Ekinlik Kayseriyye Malye —
Afşar K öy Kengırı Kargu 18
Afşar K öy Kengırı Kengırı 12
Afşar K öy Kengırı Tosya 33
Yukarı-Avşar K öy Kır-Şehri Keskin —
Ağaçlu-Avşar K öy Konya Sahra 36
Avşarcık Ekinlik Konya Lârende —
Avşar-Virâm K öy Konya Bel-Virân 52
Eyûluca-Afşar K öy Konya Bel-Virân 40
Afşar Ekinlik Konya Bel-Virân —
Alan-Afşar K öy Konya Bel-Virân 21
Afşar K öy Konya Ala-Dağ 80
Avşar Ekinlik Konya Kureyş —
Avşarcık Ekinlik Konya Eski-ll —
Avşar Ekinlik Kütahya Altun-Taş 12
Yukarı Avşar Köy Kütahya Sazanos 15
Buyanlu-Avşar K öy Kütahya Sazanos 5

435
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi uüfı

Avşar K öy Kütahya Uşak 44


Avşar Ekinlik Malatya Pağnik —
Avşar K öy Malatya Ergavun 10
Avşar Ömer K öy Maraş Hısm-ı Mansur 41
Afşar K öy Menteşe Balat 23
Avşar K öy Menteşe Kula 38
Avşar Köy Saru-Han Atala 24
Avşar K öy Saru-Han Temurcu 50

436
X . K1ZIK

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

K öy Amasya Gedeğra 55
J ij
Çay-Kızık K öy Ankara Çubuk 26
Aşğa-Kızık (öbür Köy Ankara Çubuk 32
adı: Kösre-Kızık)
Algır-Kızık K öy Ankara Çubuk 49
Billüce-Kızık K öy Ankara Ayaş 57
Kızık K öy Ankara Ayaş 26
Kızık K öy Bolu Kıbrus 74
Kızık K öy Bolu Kıbrus 11
Kızık K öy Bolu Virân-Şehir 10
Kızık ^ j ) K öy Bolu Virân-Şehir 15
Kızık ( ? J j y ) K öy Bolu — 6
Kızık ( f j , j ) K öy Bolu — 22
Kızık Ekinlik Divriği Toyluca
Kızık K öy Hamid Afşar 30
Kızık K öy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 5
Börlüce ve Kızık K öy Hüdâvendigâr Göynük 22
Yaka-Kızık K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 17
Kızık K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 73
Kızık K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Gezevid 7
Kızık ( ? ) K öy Kayseriyye — 81

K1* * ^ J ) K öy Kayseriyye Develi 9


Kızık Yenicesi K öy Kengırı Kengırı 37
Kızık ■ K öy K oca-îli Gekboza 20
Kızık K öy Kütahya Sazanos 131
Kızık K öy Malatya Ergavun 87
Şeyh-Kızık K öy Sivas Artuk-Abâd
Kızık (Ç ^ y ) K öy Sivas Artuk-Âbâd 46
Kızık Ekinlik Sultan-Önü Karaca-Şehir

437
XI. BEĞ - DİLİ

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfus

Beğ-DiJi K öy Amasya Yavaş 14


Beğ-Dili K öy Bolu Virân-Şehir 32
Beğ-Dili Köy Bolu Virân-Şehir —
Beğ-Dili Köy Boz-Ok — 169
Beğ-Dili Köy Çorum Çorumlu 59
Beğ-Dili K öy Çorum İskilib 186
Beğ-Dili K öy Çorum îskilib 21
Beğ-Dili Köy Çorum Katar 38
Beğ-Dili K öy Çorum Eğirdür 52
Beğ-Dili K öy Divriği — 16
Beğ-Dili K öy Hamid Yuva 155
Beğ-Dili K öy Hüdâvendigâr Tul-Hisar —
Beğ-Dili K öy Hüdâvendigâr Kara-Hisar-ı Nallu 7
Beğ-Dili K öy Karasi Manyas 16
Beğ-Dili K öy Kastamonu — 2
Beğ-Dili K öy Kengın Kargu 45
Beğ-Dili K öy Konya Kaş 53
Beğ-Dili K öy Kütahya — 12
Beğ-Dili K öy Malatya Behisni (Keysun) 3
Beğ-Dili Ekinlik Malatya Behisni (Keysun) —
Beğ-Dili Ekinlik Sivas Sivas 7
Beğ-Dili Köy Sivas Sivas 84
Beğ-Dili K öy Sivas Zile (Kale-i Hass) 42

438
XII. KARKIN

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Karkın K öy Ak-Şehir Ak-Şehir İS


Karkın Ekinlik Amasya Ergoma —
Karkın K öy Amasya Azioe Pazarı —
Karkın Köy Ankara Çubuk 233
Karkın K öy Ankara Ayaş 29
Karkın Köy Beğ-Şehri Göçü 16
Karkın Köy Bolu Virân-Şehir 13
Karkın K öy Bolu Virân-Şehir 16
Karkın Köy Boz-Ok Ak-Dağ —
Karkın Köy Boz-Ok Çubuk 101
Karkınlu Köy Canik Bayramlu 24
Ulu-Karkın Köy Çorum Iskilib (Ulu-Divân) 32
Dere-i Karkın Köy Çorum Iskilib (Ulu-Divân) 13
Karkın-Dere (öbür K öy Diyarbekir ■— 12
adı: Bayram Beğ)
Karkın K öy Erzurum Yukan-Tercan 15
Karkın K öy Erzurum Bayburt 5
Karkın ve Dere Köy Hamid Kara-Ağaç 90
Karkın K öy Hamid Göl-Hisar Kara-Ağac’ı 99
Karkın ve Sığırlık K öy Hamid Yuva 144
Karkm-Bükü Ekinlik Hamid Yuva 39
Karkın K öy Hüdavendigâr Sifri-Hisar 61
Ulu-Karkın Köy Kara-Hisar-ı Sahib Şuhut 30
Kiçi-Karkın K öy Kara-Hisar-ı Sahib Şuhut 30
Sivri-Karkun Köy Kara-Hisar-ı Sahib Barçınlu 9
Karkıncık Köy Kara-Hisar-ı Sabib Barçınlu —
Korkun K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 15
Yassı-Karkun K öy Kara-Hisar-ı Sahib Bolvadin 17
Karkın Köy Kara-Hisar-ı Şarkî Bederlu 92
Karkın Ekinlik Kara-Hisar-ı Şarkî Kara-Hisar —
Karkın K öy Kara-Hisar-ı Şarki Nayiblu 94
Karkın (öbür adı: K öy Karasi Sındırgı 20
Koca-Beğlü)
Karkın Köy Karasi Temrezler 3
Karkın (öbür adı: Köy Karasi Sındırgı 8
Çınarcık)

43
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Karkun Yaylak Karasi Boğaz-Hisarı —


Karkın Ekinlik Kayseriyye Kibar-Ezmak —
Karlan Ekinlik Kayseriyye — —
Karkın Köy Kengırı Tosya 25
Kinikçik Kargın K öy Kengırı Kengırı 64
(öbür adı: Îl-Düzen)
Kargun Kayası Köy Kır-Şehri Süleymanlu 35
Kargım Kayası Ekinlik Kır-Şehri Gün-Yüzü —
KaTguncuk K öy Kır-Şehri Hacı-Bektaş —
Karkın Köy Konya Lârende 15
Karkın Köy Konya Eski-îl 147
Karkın Köy Konya Sahra 96
Karkın Ekinlik Malatya Subadra —
Kargun K öy Mardin — —
Küçük Karkın (öbür Ekinlik Saru-Han Yund-Dağı —
adı: Eskiler)
Karkın Köy Saru-Han Temürcü 11
Karkın Köy Saru-Han Marmara 31
Karkın K öy Saru-Han Ak-Hisar 10
Karkın (öbür adı: Köy Saru-Han — 22
Kösem)
Küçük Karkın Köy Saru-Han Doğan-Hisan , —
Karkın Ekinlik Sivas Sivas —
Karkın K öy Sivas Sûnisa (Frenk-Hisarı) 70
Karkun K öy Sivas Artuk-Âbâd 15
Karkuncuk Köy Sivas Artuk-Âbâd 44
Karkın Köy Sivas Turhal 39
Karkın K öy Sivas Tokat (Tozanlu) 12
Karkın K öy Sivas Tokat (Yılduz) 34
Karkun K öy Sivas Mecit-özü 74
Karkın Köy Sultan-Önü Karaca-Şehir 45
Karkın Köy Teke — —

440
XHI. BAYINDIR

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

B ayındır K öy Ak-Saray Ak-Saray 15


Bayındır K öy Ak-Saray Eyyub-Ili 25
Bayındır (Öbür adı: Köy Ak-Şehir — 68
Şeydi)
Bayındır Köy Amasya Yavaş 72
Ece ve Bayındır K öy Ankara Yaban-Âbâd 56
Bayındır K öy Ankara Kasaba 44
Bayındırlu K öy Aydın Sart 78
Güllü-Bayındır K öy Beğ-Şehri Göçü (4 Mahalle)
Bayındır K öy Beğ-Şehri Göçü (Kaşaklu) 47
Bayındır Ekinlik Biga Balya —
Bayındır K öy Bolu Bolu 7
Bayındır K öy Bolu Virân-Şehir 40
Bayındır K öy Bolu Virân-Şehir 12
Bayındır K öy Bolu Virân-Şehir 30
Bayındır K öy Bolu Virân-Şehir 4
Bayındır K öy Bolu Gerede 13
Bayındır Ekinlik Boz-Ok — —
Bayındır K öy Canik Bayraznlu 9
Bayındır K öy Canik Samsun (Kavak) 27
Bayındır K öy Çorum Osmancık 56
Bayındır Köy Diyar-Bekir — 48
Bayındır Ekinlik Erzurum Kemah —
Bayındır K öy Haznid — 24
Bayındır K öy Hamid Burdur 33
Bayındır K öy Hamid Doyran 25
Bayındır K öy Hamid Irla 28
Bayındır K öy Hamid Göl-Hisar 23
Bayındır K öy Hüdâvendigâr Bursa 27
Bayındır K öy Hüdavendigâr Göynük 33
Bayındır K öy Hüdâvendigâr Göynük 19
Bayındır K öy Hüdâvendigâr Kara-Hisar-ı Nallu 55
Bayındır K öy Hüdavendigâr Atranos 19
Bayındır K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 18
Bayındır Ekinlik Kara-Hisar-ı Sahib Barçınlu —
Bayındır K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Elmalu 59

441
B oyun adı Vasfı Sancağı Kazası V ergi nüfusu

Bayındır K öy Karasi Manyas 12


Bayındır K öy Karasi Manyas —
Bayındır K öy Karasi Terör ez! er 3
Bayındır Köy Kastamonu Koz-Yaka 41
Bayındır Köy Kastamonu Sinob (Kızılca Divanı) 51
Bayındır Köy Kastamonu Sinob 13
Bayındır Köy Kayseriyye Kara-Hisar 12
Bayındır Köy Kengırı Kengırı 101
Bayındır Köy K oca-îli Kandın 15
Bayındır Ekinlik Konya Hatun-Saray —
Bayındır Ekinlik Malatya Ergavun —
Bayındır Nahiye (Yöre) Maraş Haruniyye —
Bayındır Köy Menteşe — 5
Bayındır Köy Menteşe Balat 9
Bayındır-Şeyhlu Köy Saru-Han Ilıca 51
Bayındır Köy Sivas (Tokat) Kaz-Âbâd 31
Kızılca Bayındır Köy Sultan-önü Karaca-Şehir 34

442
XIV. PEÇENEK

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Beçenek K öy Ankara Murtaza-Âbâd 40


Beçenek K öy Ankara Çubuk 40
Beçenek K öy Ankara Kasaba 44
Beçenek K öy Ankara Yaban- Abâd 96

443
XV. ÇAVULDUR (ÇAVUNDUR)

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Çavundur Köy Amasya Gedağra 46


Çavundur Köy Ankara Kasaba 26
Yukan-Çavundur K öy Ankara Çubuk 95
Aşğa-Çavundur K öy Ankara Çubuk 80
Çavdur Köy Aydın Boz-Doğan 19
Çavuldur K öy Canik Simre-i Taşan 35
Çavundur K öy Hamid Kara-Ağaç 47
Çavdur K öy Hamid Göl-Hisar 38
Çavundur Köy Kastamonu Kastamonu 36
Çavundur K öy Kastamonu Kastamonu 19
Çavundur K öy Kastamonu Kastamonu —
Çavundur K öy Kastamonu Kastamonu —
Çavundur K öy Kengın Kurşunlu 27
Çavundur Köy Konya Lârende 12
Çavundur K öy Konya Ala-Dağ 7
Çavundur Ekinlik Konya Ala-Dağ —
Çavdur K öy Kütahya Simav 35
Çavuldur K öy Sivas (Tokat) Kaz-Âbâd 76
Çavuldur K öy Sivas Artuk-Âbâd 51
Çavundur K öy Sivas Sûnisa 103
Çavundur K öy Teke îstanos 31

444
XVI. ÇEPNt

Boyun adı. Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Çepni K öy Ak-Şehir Doğan-Hisarı 54


Çepni K öy Amasya Lâdik 41
Çepni K öy Ankaıa Yaban-Âbâd 31
Çepni Köy Beğ-Şehri Göçü (Kaşaklu) 45
Çepni Köy Bolu Bolu 129
Çepni K öy Bolu Gerede 24
Çepni K öy Bolu Mudurnu 54
Çepni Köy Bolu Mudurnu 49
Çepni K öy Bolu Mudurnu 7
Çepni K öy Boz-Ok Emlâk 26
Çepni K öy Canik Bayramlu-Satılmış 8
Çepni Köy Canik — —
Çepnilü K öy Canik Ordu 7
Çepni Nahiye Çorum — —
Çepni* Özü K öy Çorum — 20
Çepni K öy Çorum Osmancık 23
Çepni K öy Hüdâvendigâr Kete 24
Çepni Köy Hüdâvendigâr Aydıncık 13
Çepni K öy Hüdâvendiğar Temrezlcr —
Büyük-Çepni K öy Hüdâvendigâr Behram 38
Küçük-Çepni K öy Hüdâverdigâr Behram 25
Çepni Köy Iç-îl Mut 51
Çepni K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sandıklı 11
Çepni K öy Kara-Hisar-ı Sahib Bolvadin 34
Çepni (öbür adı: K öy Karasi Giresun 11
Ağaç)
Çepni K öy Kastamonu Aynedon 34
Çepni K öy Kastamonu Aynedon 37
Çepni K öy Kastamonu Aynedon 14
Çepni K öy Kastamonu Aynedon 48
Çepııi K öy Kastamonu Aynedon 37
Çepni K öy Kastamonu Durağan 116
Yazı-Çepni Ekinlik Kayseriyye Kibar-Ezmak —
Çepni Köy Kengırı Tosya 41
Çepni Ekinlik K oca-tli Kandın 13
Çepni K öy Konya Ala-Dağ 14

445
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazâsi Vergi nüfusu

Çepni Köy Konya Ala-Dağ 58


Çepni Köy Maraş Elbistan —
Yenice*Çepni Köy Sivas Sivas 142
Baş-Çepni Ekinlik Sivas Sivas —
Alan-Çepni K öy Sivas Sûnisa (Kara*Kuş Dağı) 80
Çepni K öy Sultan-önü în -ön ü 47
Çepni Nahiye Trabzon — —
Çepni-Giinü K öy Trabzon Kültün 16

446
XVII. SALUR

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nül

Salur Köy Ak-Saray Eyyub-îli 51


Bayat-Salur Ekinlik Ak-Saray Hasan-Dağı —
Salur K öy Ak-Şehir îshaklu 23
Salur K öy Alâiyye Manavgat Sekiz mahalleli
büyük bir köydür:
Okçular 28
Nasuhlar 21
Çilingirler 19
Hâyyat 22
Havzalar 12
Uçarlar 14
Döktüler 20
Keller 29
Salur Köy Amasya Lâdik 91
Salur Köy Amasya Gaziler Ovacığı 89
Salur Köy Beğ-Şehri — 39'
Salur Köy Bolu On-îki Divan 23
Salur Köy Bolu Gerede 7
Salur K öy Canik Simre-i Taşan
(Kazanlı Ovacığı) 36
Salur Köy Canik Bafra 72
Salur Köy Çorum Osmancık 53
Salur-Oğlan Köy Divriği Ayvalı 18
Salur K öy Erzurum Kemah 75
Salur Köy Hamid Irla 31
Salur K öy Hamid Yalvaç 56
Salur Köy Hamid Kara-Ağaç 46
Salur-Oğlu K öy Hüdâvendigâr Tul-Hisar —
Salur Ark Karasi Sındırgı —
Salur K öy Kastamonu Küre 11
Salur Beği Köy Kastamonu Sinob 6
Salur Köy Kayseriyye Sahra 147
Salur Ekinlik Kayseriyye Ürgüp
Salur K öy Kengırı Karı-Pazarı 66
Salur K öy Konya Kaş 60

447
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfi

Mescitlu-Salur Köy Konya Sahra 37


Salurcuk K öy Konya Sahra 12
Mürsellu-Salur K öy Konya Sahra 20
Virânlu-Salur K öy Konya Sahra 7
Yaka-Salur K öy Konya Ilgun 16
SaJur Köy Konya Ereğli 7
Salur-Kışla Ekinlik Konya Turgud —
Salurcuk Köy Konya Eski-tl 34
Salur K öy Kütahya — —
Salur K öy Kütahya Şeyhlu 24
Salur Ekinlik Malatya Kâhta —
Salurcuk K öy Malatya Ergavun 7
Salur K öy Saru-Han Atala 28
Salur K öy Saru-Han Ak-Hisar 16
Salur K öy Saru-Han Gedüs 53
Salur K öy Saru-Han Ak-Hisar —
Salur K öy Sivas Sivas 71
Salur (öbür adı: K öy Sivas Sivas 24
Ycnice)
Salur Köy Sivas Sivas 16
Salur K öy Sivas Koç-Hisar 35
Salur Köy Sivas Zile (Meşhed Âbâd) 37
Salur K öy Sivas Zile (Frenk-Hisan) —
Salur K öy Sivas Aıtuk-Âbâd 22
Salur-Saray K öy Sivas Artuk-Abâd 92
Salur Ekinlik Sivas Zile (Kaleci Hass) —
Salur Köy Teke Elmalu 10

448
XVH. EYMÜR (EYMİR)

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Yergi nüfusu

Eymür K öy Ak-Şehir îshaklu 183


Eymür K öy Ak-Şehir Çimen 28
Eymür K öy Amasya Ergoma 28
Eymür Köy Amasya Simre-i Lâdik 34
Eymürcek Köy Amasya Simre-i Lâdik 30
Eymür K öy Ankara Kasaba 19
Eymür K öy Ankara Murtaza-Abâd 34
Eymür K öy Ankara Murtaza-Abâd 25
Eymür Tayı ve K öy Ankara Murtaza-Âbâd 34
încücek
Eymür K öy Ankara Çubuk 50
Eymüt K öy Aydın Güzel-Hisar 40
Eymür K öy Aydın Yeni-Şehir 85
Eymür K öy Aydın Boz-Doğan 36
Eymür (öbür adı: K öy Bolu Mudurnu 19
Dinek)
Eymür K öy Canik UIu-Beğ 31
Eymür K öy Canik — 21
Büyük Eymür K öy Çorum Osmancık 44
Küçük Eymür K öy Çorum Osmancık 5
Eymür K öy Çorum Osmancık 110
Eymür K öy Çorum Çorumlu 57
Eymür K öy Erzurum Bayburd 66
Eymür-Virân K öy Erzurum Kelkit 13
Eymür K öy Erzurum Kelkit —
Yaka-Eymir K öy Hamid Yalvaç Kara-Ağac’ ı 52
Uşak-Eymir K öy Hamid Yalvaç Kara-Ağac’ ı 52
Eymür K öy Hüdâvendigâr Beğ-Pazarı —
Eymirlü K öy Hüdâvendigâr Beğ-Pazarı —
Eymür K öy Hüdâvendigâr Tul-Hisar 5
Eyjnir K öy Hüdâvendigâr Atranos 45
Eymür K öy Hüdâvendigâr Kirmastı 17
Eymir K öy Hüdâvendigâr Îne-Göl 11
Eymür Köy Hüdâvendigâr Kara-Hisar-ı Naibi 176
Eymirler K öy Hüdâvendigâr Belir am 21
Eymir K öy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 33

449
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfı

Eymir-Hanlu K öy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 132


Eymür Köy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 14
Eymür Köy Kara-Hisar-ı Sahib Kara-Hisar 53
Eymir-Hisar Köy Kara-Hisar-ı Sahib Sandıklu 79
Eymür Köy Kara-Hisar-ı Şarkî Su-Şehri 10
Eymü r Köy Karasi Edremit 27
Eymür K öy Karasi Sındırgı . 12
Eymür Köy Kastamonu Daday 60
Eymür K öy Kastamonu Daday 11
Eymür Köy Kastamonu Daday 2
Eymür (öbür adı: Köy Kastamonu Daday
Kayı) “
Eymür K öy Kastamonu Sinob 33
Eymür Köy Kastamonu Sinob 8
Eymür ve Boyaluca ICöy Kastamonu Sinob 14
Eymür Köy Kastamonu Sinob —
Eymür K öy Kayseriyye Kibar-Eznıak 203
Eymür Köy Kengırı Çerkeş 15
Eymür Köy K engin Çerkeş 29
Eymür Köy Kütahya Altun-Taş 70
Eymür K öy Kütahya Arslan-Ap a 10
Eymür Köy Kütahya Yalak 60
Eymür Köy Kütahya Şeyhlu 31
Eymür Köy Kütahya Homa 74
Eymir Köy Menteşe ICöycüğez 11
Eymür K öy Menteşe Tavas —
Eymür K öy Menteşe Şeyhlu 33
Eymür Köy Malatya Ergavun 14
Eymür K öy Sivas Sivas 21
Eymür K öy Sivas Sivas —
Eymir-Bağı K öy Sivas Mecit-Özü —
Eymür Köy Sivas Zile (Kızıl Kümbet) 14
Eymür K öy Sivas Yılduz 10
Eynıirlu Kışlası K öy Sivas Budak-Özü 49
Eymirlıı ICöy . Sivas Budak-Özü 61
Eymür Köy Sultan-önü Karaca-Şehir 20
Eymür Köy Teke Muslu 16
Eymür K öy Teke Elmalu 46

450
X IX . ALA-YUNDLU

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Ala-Yundlu Köy Ak-Saray Bekir 108


Yakacık Ala-Yundlu K öy Ak-Saıay Bekir 40
Ala-Yundlu K öy Ak-Saray Eyyub-lli 5
Ala-Yundlu K öy Ak-Saray Koç-Hisar 27
Ala-Yundlu Ekinlik Ak-Saray Koç-Hisar
Ala-Yundlu K6y Amasya Lâdik 73
Ala-Yundlu Köy Amasya Lâdik 2
Ala-Yundlu K öy Ankara Çubuk 35
Ala-Yundlu K öy Ankara Kasaba 58
Ala-Yundlu K öy AnkaTa Kasaba 27
Ala-Yundlu Köy Ayıntab — 19
Ala-Yundlu Köy Çorum Çorumlu 12
Ala-Yundlu Köy Canik — 15
Ala-Yundlu K öy Canik — 25
Ala-Yundlu K öy Erzurum Kemah (Kuru-Çay)
Ala-Yundlu K öy Hüdâvendigâr Ak-Hisar 13
Ala-Yundlu Köy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 13
Ala-Yundlu Köy Kara-Hisar-ı Sahib Barçınlı 18
Ala-Yundlu K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Koyle-Hisar 35
Ala-Yundlu K öy Kengırı Çerkeş 22
Ala-Yundlu Köy Kır-Şehri Gün-Yüzü
Ala-Yundlu K öy Kütahya Uşak (Banaz) 151
Ala-Yund Ekinlik Malatya Kâhta
Ala-Yundlu K öy Saru-Han Emlâk 16
Ala-Yundlu K öy Saru-Han Gördük 18
Ala-Yundlu K öy Saru-Han Gördük 5
Ala-Yundlu Köy Sivas Tokat (Gelmufat) 9
Ala-Yundlu K öy Sivas Artuk-Abâd 2
Ala-Yund K öy Sivas Tokat (YUduz)

451
X X . YÜREĞİR (ÜREĞİR)

Boyun adı Vasfı Sancağı ICazapı Vergi nüfusu

Yüreğir Nahiye (yöre) Adana — —


Üregir K öy Amasya Simre-i Lâdik 17
Üreğir K öy Amasya ICoca-Kayası —
Yüreğir K öy Ankara Ayaş 55
Yüreğir K öy Ankara Yaban-Âbâd 31
Yüreğir K öy Ankara Kasaba 8
Yüreğir K öy Ayıntab Tell-Bâşir 14
Büyük-Yüreğir K öy Boz-Ok Gedük 145
ICüçük-Yüreğir K öy Boz-Ok Gedük 56
Yüreğir Ekinlik Boz-Ok Emlâk —
Üreğir K öy Canik Satılmış 42
Yüreğir K öy Canik Samsun 28
Üreğir Ekinlik Divriği Toyluca —
Yüreğir K öy Hamid Yalvaç 24
Yüreğir K öy Hamid Gönen 7
Yüreğir K öy Hamid Irla 12
Yüreğir K öy Hamid Göl-Hisar 37
Yüreğir K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sandıklu 18
Yüreğir K öy Kara-Hisar-ı Sahib Barçınlu 38
Üreğir K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Gezevit 11
Üreğir K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Yemişlu 4
Üreğir K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Şahne-Çimeni 4
Yüreğir K öy Karasi Sındırgı 20
Çayırcık ve Yüreğir K öy Kastamonu Taş-Köprü 13
Üreğir K öy Kastamonu Taş-Köprü (Dodurga) 25
Üreğir K öy Kastamonu Taş-Köprü 5
Üreğir (öbür adı: K öy Kastamonu Taş-Köprü 51
Kaba-ICulak)
Üreğir K öy Kastamonu Araç 46
Üreğir . K öy Kastamonu Araç 15
Yüreğir K öy Kayseriyye Kara-Kaya 31
Üreğir K öy Kengırı Koç-Hisar 40
Yüreğir K öy Kütahya Homa 50
Üreğir K öy Menteşe Burnaz 68
Yüreğir K öy Menteşe Köycüğez 155
Yüreğir K öy Sivas Tokat (Gelmufad) 32

452
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Üreğir (öbür adı: K öy Sivas Tokat (Gelmufad) 37


Kadı-Köyü)
Üreğir K öy Sivas Sivas 73
Büyük Yüreğir K öy Sultan-Önü İn-Önü 64
Küçük Yüreğir K öy Sultan-önü İn-Önü 24
Yüreğir K öy Teke Antalya 9
Yüreğir K öy Teke Kürt 72
Yüreğir Ekinlik Teke İstanos —
Yüreğir EkinJik Teke Mükerrem Köyü —
Üreğir Nâhiye (yöre) Trabzon Kürtün —

453
X X I. İĞDİR

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

îğdir Ekinlik Ak-Saray Ak-Saray _


iğdir K öy Ankara Çubuk 16
İğdir K öy Beğ-Şehri Göçü 46
İğdirlü K öy Biga Çan 26
İğdir K öy Canik — 5
İğdir K öy Canik Bafra 26
İğdir Köy Erzurum Kemah (Kunı-Çay) 12
İğdir Köy Erzurum Kelkit 27
İğdir K öy Erzurum Bayburt 37
İğdir Ekinlik Erzunım Erzincan —
İğdir K öy Hamid Kara-Ağaç 20
İğdir K öy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 18
İğdir Köy Hüdâvendigâr Göl-Pazarı 38
İğdirlü K öy Iç-ÎI Mut 113
İğdir-Virâm K öy Kara-Hisar-ı Saiıib Barçınlu 9
İğdir K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sandıklu 26
İğdir K öy Karası Manyas 62
İğdir K öy Kastamonu Küre 62
İğdir K öy Kastamonu Küre 33
İğdir K öy Kastamonu Devrekani 19
Kuyucak ve İğdirler K öy Kastamonu Taş-Köprü (Kuyucak) 50
Baş-lğdir K öy Kastamonu Daday 1
İğdir K öy Kastamonu Daday 63
Bezi ve İğdir K öy Kastamonu Araç 132
İğdir K öy Kastamonu Araç 29
İğdir Ekinlik Kayseriyye Kibar-Ezmak —
tğdir (öbür adı: Köy Kayseriyye Gün-Yüzü 14
Mevlâna-Kışlası)
Sortuk (?) İğdir K öy Kengın Kurşunlu 176
İğdircik Köy Kengın Kurşunlu 56
İğdir K öy K oca-lli Kara-Su —
İğdir Ekinlik Konya — —
Eken-lğdir K öy Konya Ereğli —
İğdir K öy Kütahya Şeyhlu 58
İğdir K öy Malatya Ergavun r.

454
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

İğdir K öy Sivas Zile (Koç-Taş) 56


İğdir K öy Sivas Artuk-Âbâd 49
İğdir Nahiye (yöre) Teke — —
İğdir-Hisan Köy Teke İğdir 163
İğdir K öy Teke Kalkanlu —
İğdir Köy Teke Istanos 21
İğdir ✓ K öy Teke Muslu 36
İğdir K öy Teke Muslu 77
İğdir Köy Teke Kaş 64

455
x x n . BÜĞDÜZ

Boyun adı Vasfi. Sancağı Kazası Yergi nüfusu

Büğdüz (öbür adı: K öy Biga Çan 26


Yahşi Beğ)
Büğdüz Köy Bolu Virân-Şehir 24
Büğdüz Köy Bolu Virân-Şehir 23
Büğdüz K öy Çorum Divân-ı Emlâk 9
Büğdüz Köy Divriği Zengi —
Büğdüz K öy Hamid İsparta 15
Büğdüz Köy Hamid Kara-Ağaç 8
Büğdüz K öy Hamid Yalvaç 19
Büğdüz K öy Hamid Burdur 51
Büğdüz Köy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 26
Büğdüz Köy Kastamonu Küre 4
Büğdüz ve Înce-Su K öy Kastamonu Devrekani 11
Büğdüz K öy Kastamonu Küre —
Biiğdüz K öy Kengırı Karı-Pazarı 48
Büğdüz K öy Kengırı Kalecik 35
Büğdüz K öy Kır-Şehri Kır-Şehri 77
Büğdüz Ekinlik Malatya Ergavun —
Büğdüz K öy Niğde — 35
Büğdüz Ekinlik Sivas Sivas —
Büğdüz K öy Sivas Artuk-Âhâd 15
Büğdüz (öbür adı: K öy Teke Mükerrem-Köyü 40
Güllü-Köy)
Büğdüz Ekinlik Teke Mükerrem-Köyü —

456
X X in . YIVA

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

K öy Ak-Saray Koç-Hisar —
‘ Ji
„j\\ K öy Ak-Saray Hasan-Dağı 73
K öy Amasya Ergoma 68
‘ Ji
K öy Ankara Çubuk 19
‘ Ji
K öy Bolu Kıbrus 18
>y..
K öy Boz-Ok Boğazlıyan —
‘ Ji
K öy Çorum Divân-ı Emlâk 11
‘ Ji
K öy Çorum Kara-Hisar-ı Demirlü —
‘ S.
Ekinlik Divriği — —
j ^ ‘ jt.
Nahiye (yöre) Hamid Ergirdür —
‘ji
K öy Hamid Göl-Hisar 91
‘j i
K öy Hamid Yalvaç 42
‘ji
K öy Kastamonu Koz-Yaka 31
U
K öy Kengırı Koç-Hisar 106
lj i
K öy Konya Ereğli 48
4j i
K öy Malatya Kara-Hisar 20
'ji
Ekinlik Malatya Behisni —
K öy Sivas — 29
*j i
K öy Teke — —
‘ji

457
XXIV. KINIK

Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Kınık Kaza Adana — —


Kınık Köy Ak-Şelıir İslıakJu 27
Kınık Köy Amasya Taş-Âbâd 18
Kınık K öy Ankara Bacı 14
Kınık Köy Ankara Çubuk 80
K öy Ankara Yaban-Âbâd 27
Kınık Köy Ankara Yabaıı-Âbâd 110
Kıııık-Özü Köy Ankara Yaban-Âbâd 22
K ım k-özü K öy Ankara Murtaza-Abâd 8
Kınık K öy Ankara Murtaza-Abâd 24
Kınık K öy Ankara Ayaş 16
Kınık K öy Ankara Çubuk 10
Kınık K öy Beğ-Şehri Kır-tli '45
Kınık Köy Biga Çan 9
Kınık K öy Bolu Mengen 88
Kınık Köy Bolu — —
Divân-ı Kınık Köy Bolu On-Iki Divân 3
Kınık K öy Çorum Osmancık —
Kınık K öy Çorum Çorumlu 20
Kınık K öy Hamid Irla 24
Kınık K öy Hamid Gönen 30
Kınık Köy Hüdâvendigâr Gönen 11
Kınık Köy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 13
Kınık K öy Hüdâvendigâr Mihalıç 27
Kınık K öy Hüdâvendigâr Göynük 15
Kınık K öy Hüdâvendigâr Bergama 54
Kınık K öy Hüdâvendigâr Atranos 24
Kınık K öy Kara-Hisar-ı Sahib Şehir-Âbâd 45
Kınık K öy Kara-Hisar-ı Sahib — 23
Kınık K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sandıklu 13,
Nısıf-Kımk Ekinlik Kara-Hisar-ı Sahib Huia 1
Kınık Köy Kara-Hisar-ı Sahib Hula 8
Yukarı-Kuıık K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Gezevid 13
Aşağı-Kınık K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Gezevid 9
Kınık K öy Karasi İvrindi 25

458
Boyun adı Vasfi Sancağı Kazası Vergi nüfı

Kınık K öy Karasi Taş-Gerdek 43


Kınık K öy Karasi Sındırgı 12
Kınık Alanı Ekinlik Karasi Sındırgı —
Kınık Köy Kastamonu Devrekani 20
Kınık K öy Kastamonu Sinob (Karasu) 39
Kınık ve Hatun Koy Kastamonu Daday 68
Saray ve Avcılar
Kınık (öbür adı: K öy Kastamonu Sinob 11
Ekin-Başı)
Kınıkcık-Kargın K öy Kengın Kengın 64
(öbür adı: Îl-Düzen)
Kınık K öy Kengırı Koç-Hisar 70
Sevinç Virânı ve K oy Kengın Tosya 56
Kınık
Kara-Kmık K öy Kengırı Çerkeş 229
Bağ Özü-Virancık K oy Kengın Kavgu 60
ve Kınık özü
Kınık (öbür adı: K öy Koca-Ili Kandın 18
Kara-Ağaç)
Kınık K öy Konya Bel-Virân 59
Kınık K öy Konya Sahra 40
Kınık K öy Konya Sahra 5
Yazı-Kmık Kınık Konya Sahra —
Kınık K öy Konya Lârende
Yaka-Kımk K öy Kütahya Yolak 64
Bostan-Kınık K oy Kütahya Yolak 11
Kınık K öy Kütahya Yolak 25
Yukarı-Kınık K öy Kütahya Kaim-Viran 20
Aşğa-Kımk K öy Kütahya Kalm-Virân 10
Kınık K öy Kütahya Eğri-Göz 18
Dere-Kınık K öy Kütahya Eğri-Göz 18
Kınık K öy Kütahya Simav 64
Toyca-Kınık K öy Kütahya Selinti 24
Kınık K öy Malatya Kara-Hisar 64
Ağçe-Kınık K öy Malatya Ergavun 11
Kınık Ekinlik Malatya Ayvalu —
Kınık Ekinlik Malatya Kâhta —
Kınık Kuzu Ekinlik Maraş Zeytun —
Büyük-Kınık K öy Maraş Hısn-ı Mansur 23
Küçük-Kınık K öy Maraş Hısn-ı Mansur 14
Kınık K öy Menteşe Balat 5
Kınık K öy Saru-Han Temürcü 60
Kınık K öy Sivas Sivas 18
Kımk-Virâm Ekinlik Sivas Sivas —
Kınık Köy Sivas Sivas —
Kınık K öy Sivas Sivas —

459
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu

Kınık Köy Sivas Tokat (Kâfir-ÎIi) 30


Kımk ve Ak-Virân Ekinlik Sivas Tokat —
Kınık — Sivas Zile (Meşhed-Âbâd) 17
Kara-Kınık Sivas Zile (Meşhed-Âbâd) —
Kınık Teke Kalkanlu 61
Ak-Yaka ve Kınık Teke Kaş 27

460
Y E R ADLARI SIRASINA GÖRE OĞUZ BOYLARI

Boyun Adı X V I. Yüzyıl Bugün1

1- Kayı 94 25
2 - Avşar (Afşar) 86 53
3- Kınık 81 46*
4- Eymür 71 28
5- Karkm 62 34
6- Bayındır 52 28**
7- Salur 51 22
8- Yüreğir 44 9
9- Çepni 43 36
10- İğdir 43 14
11- Bayat 42 32
12- Ala-Yuntlu 29 1
13- Kızık 28 21
14- Yazır 24 19
15- Dodurga 24 12
16- Beğ-Dili 23 9
17- Büğdüz 22 6
18- Çavuldur (Çavundur) 21 17
19- Yıva 19 (?) —
20- Döğer 19 6
21- Kara-Evli 8 6
22- Peçenek 4 10***
23- Alka Bölük (Alkaravlı) — —
24- Yaparlu — —

1) îç-lşleri Bakanlığı’mn Türkiye’ de meskun yerler kılavuzu adlı kitabına göre.


*) Bu adda ayrıca İzmir’e bağlı bir kasaba vardır.
**) Yine bu adda İzmir’e bağlı bir kasaba görülmektedir.
***) Şerefli Koç-Hisar yakınında “ Peçenek ö z ü ” adlı bir yöre de vardır.

461
Resim— 1 Genç Avşar Kadınları ( Kayseri, Pınar-Başı, Han köyü)

Resim— 2 Boz-Ulus b oy beği ailesİDden Abdı Beğ ve boydaşları ( Ankara , Bâlâ , Üçem köyü )

463
Resim— 3 Bey-Dili’den Ali Oğuz ve akrabası ( Gaziantep, Oğuzeli)

Resim— 4 İki Çepni delikanlısı ( M anisa , Harmandalı köyü)


ilesim—6 Bir Avşar ninesi ( K ayseri , Pınar-Başı, Han köyü)
Resim— 7 Bir Avşar ailesi ( K ayseri , P ınar-B aşı köyü)

Resim— 8 Çepni’ lerden Emin Dede (M anisa, Hacı-Hamzalı köyü)

467
BİBLİYOGRAFYA

A. KİTABELER

O rk u tı, H ü se y in N am ık, Eski Türk Yazıtları, (T. D. K.), İstanbul,


1936 - 1941, I - IV.
T h o m s e n , W ilh elm , Inscription de I ’Orkhon dechiffrees, Helsingfors,
1896.

B. MESKÛKÂT

A h m ed T evhid, M esk u k â t-ı kadime - i tslâm iyye katalogu, İstan­


bul, 1321.
G alib Edhem , Takvim - i meskukât - ı Selcukiyye, İstanbul, 1309.
---------------------- , Meskukât - 1 Selcukiyye katalogu, İstanbul, 1311.
H a lil Edhem , Meskukât - 1 Osmaniyye, İstanbul, 1334.
P o ol, Lan e, The Coins o f the Turkman houses in the British Museum,
London, 1877.

C. TAHRÎR DEFTERLERİ

A lâiyye, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 172.


Am asya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 98.
Ankara, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr, 117.
A ydın, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 8, 270, 414.
A ym tab, Tapu ve Kadostro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 161.
Biga, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 59.
Birecik , Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr, 184.
Bolu , Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr, 51.
Boz - Ok, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 289, 315, 448.
Boz - Ulus, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 561.

468
Canik , Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 13, 37.
Çorum, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 444.
Çukur - Ova Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 69. (Adana,
Tarsus, Sis, Kınık, Özer - İli)
Diyarbekir, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 200.
Erzurum, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 205.
Gence, Başbakânlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 903.
Haleb Türkmenleri, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 1040,
493, 397, 773.
Hamid (İsparta - Burdur), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr.
121 .
Hüdâvendigâr (Bursa), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 23,
111.
İç - İl, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 1, 183, 272.
Kangırı (Çankırı), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 100.
Karaman, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 40.
Karasi (Balıkesir), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 153.
Kars-ı Zülkadriyye (Kadirli), Tapu ve Kadostro Umum Müdürlüğü,
Arşivi, nr. 168.
Kastamonu, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 327.
Kara - Hisar - 1 Sahib (Afyon), Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü
Arşivi, nr. 147.
Kara - Hisar - 1 Şarki (Şebin), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü,
nr. 225.
Kemah, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 168, 540.
Kayseri, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 33, 38.
K ır - Şehri, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 139.
Koca - İli, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 436, 733.
Konya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 63.
Kütahya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 49.
Malatya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 408.
Maraş, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 402, 116.

Menteşe (Muğla), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 47, 61, 337.

Niğde, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 42, 371.

Ruha (Urfa), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 965.

469
Saru - Han (Manisa), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 165.
Sivas, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 79, 98; Tapu ve Ka­
dastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 10, 12.
Sultan - Önü (Eskişehir - Söğüt), Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü
Arşivi, nr. 145.
Teke, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 163.
Tokat, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 2.
Trabzon, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 52.
Yeni - II, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 262; Tapu ve Ka­
dastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 138.

Ç. MÜHİMME DEFTERLERİ

Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. I - VIII, X X I, X X IV ,


X X X II, LIII.
A h m ed R e fik , Anadolu’da Türk aşiretleri, Türkiyat Enstitüsü, İs­
tanbul, 1930.

D. KADI SİCİLLERİ

G ökçen, 1., Saruhan’da Yörük ve Türkmenler, İstanbul, 1946.


Su, K., Balıkesir ve civarında Yörük ve Türkmenler, İstanbul, 1938.
U lu ça y, Ç., Saru - Han oğulları ve eserlerine dâir vesikalar, İstanbul,
1940.
---------------------- , Saru - H an’da eşkiyalık ve halk hareketlen, X VII.
asır, İstanbul, 1944.

E. HATTI HÜMAYUNLAR

Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü.

F. DAĞINIK VESİKALAR

Başbakanlık Arşiv Um um Müdürlüğü, Cevded, Dahiliyye, I - IV

G. TARİHÎ KAYNAKLAR

1 - Arabca Eserler

A yn î, B ed r ud - dîn, Ikd ul - Cumân f i tarihi ehl iz - zamân, Ve-


liyuddin Efendi kütüphanesi, nr. 2374, 2395 - 2396.

470
B elâzurî, Futûh ul - buldân, Kahire, 1350.
Cezerî, Şems ud - din, Cevâhir us - sulûk. Paris Bibliotheque Nati-
onale, manuscrits arabs, nr. 6739.
E bû Şâme, Şilıâb ud - dîn, Kitab ur - ravzateyn f i ahbâr id - devle-
teyn, Kahire, 1278 - 1288, I - II.
Ib n D ev â d â rî, E b û B ekr, Durer ut - ticân ve gurer ut - tevârih il -
ezmân, Süleymaniye, Damad İbrahim Paşa ktp., nr. 913.
İb n Acâ, Tarih Yeş Beg, Topkapı Sarayı, III. Ahmed ktp., nr. 3057.
îb n H acer, Inbâ ul - gumr, Süleymaniye, Yeni Câmi ktp., nr. 814.
îb n H assûl, Tafdil ul - Etrâk, yay. ve türkçe tercümesi, Ş. Yaltkaya,
Belleten, IY, sayı 14 - 15.
Ib n İy a s, Bedâyi’ uz - zuhur, yay. P. Kahle - M. Mustafa, (B. I), İs­
tanbul, 1932 - 1936, III - Y.
İb n K a d ı Şuhbe, Zeyl düvel il - Islâm, Paris Bibliotheque Nati-
onale, manuscrits arabs, nr. 1598 - 1599.
İb n Ş eddâd, B ay - Bars tarihi, türkçe tercümesi, Ş. Yaltkaya, (T.
T. K.), İstanbul, 1941.
İb n T a ğ rı - B ird i, Havâdis ud - duhûr, yay. W. Popper, Berkeley,
1930 - 1932.
---------------------- , en - Nucûm uz - zâhire, yay. W. Popper, Berkeley,
1915 - 1929, YI - VII.
---------------------- , el Menhel - us - sâfi , Nuruosmaniye ktp., nr. 3428 -
3429.
İb n V â s ıl, Muferric ul - kurûb, yay. C. Şeyyâl, Kahire, 1953 - 1960,
I - III.
İb n ul - A dîm , K em âl ud - dîn, Zubdet ul - Haleb, yay. S. ed -
Dehhân, Dimaşk, 1951 - 1954, I - II.
İb n ul - C evzî, el - Munzatam f i tarih il - umem, Haydar Abâd,
1358 - 1359, V III - X.
İb n - ul - Esîr, el - Kâm il f i ’t - târih, Kahire, 1301, IX - X I I .
---------------------- , et - Tarih ul - bâhir f i devlet il - Atabegiyye, yay.
A. A. Taleymat, Kahire, 1963.
İb n ul - E zrak, Tarih Meyyâfârikin, British Museum, Or. 5803.
İm âd ud - din el - İsfa h a n ı, (B u n d a rî k ısa ltm a sı), Zubdet
un - nusra, yay. M. Th. Houtsma, Recueil de textes relatifs â l’his-

471
toire des Seldjoucides, Leiden, 1889, II, türkçe tercümesi K. Burs-
lan, Irak ve Horasan Selçukluları tarihi, (T. T. K.), İstanbul, 1943.

---------------------- , Kitab ul feth il-kussi, yay. C. de Landberg, Leiden,
1888.
M akrizî, T a k iy ud - dîn, Kitâb us - sulûk, Fatih ktp., nr. 4385 -
4387.
---------------------- , Kitab us - sulûk, yay. M. Ziyade, Kahire, 1943 -
1956, I - III.
M ü n eccim - Başı, Câmi ud - düvel, Süleymaniye, Es’ ad Efendi ktp.,
nr. 2101 - 2102; türkçe tercümesi, İstanbul, III, 1285.
N esevî, Siyret us - Sultan Celâl ud - din Mengüberti, yay. ve fransızca
tercümesi, O. Houdas, Paris, 1891 - 1895, I - II.
Nuzhet un - nâzir (Hısn - Keyfa Eyyubileri tarihi), Yiyana Biblio-
theque Nationale, Mxt. 355.
Sadr ud - dîn E b û ’l H aşan A li, Ahbar ud - devlet is - Selcukiyye,
yay. M. İkbal, Lahor, 1933.
S ıbt ib n ul - C evzî, M ir’ at uz - zamân, Türk - İslâm Eserleri Mü­
zesi ktp., nr. 2134 - 2135, 2141.
T ab eri, Tarih-ul-mulûk v’er - rusûl, yay. M. De. Goeje, Leiden, 1879.
1901, III.
el - U tbî, E bu N asr M uham m ed, Tarih ul - Yem înt, Meninî
şerhi kenarında, Kahire, 1286, I - II; farsça tercümesi, Carbadâ-
kanî Tercüme - i tarih - i Yem ini, Tahran, 1272.

2 - Farsça Eserler:

A k sa ra y î, K erim ud- dîn, Musâmeret ul - ahbâr, yay. O. Turan,


(T. T. K.), Ankara, 1944.
Anonim Selçuk - nâme, tıpkı basım ve türkçe tercümesi F. N. Uzluk,
Ankara, 1952.
A ziz b. E rd e şir - i Ester  b â d î, Bezm u rezm, yay. K. Rifat, İstan­
bul, 1928.
C u veyn î, Tarih - i cihânguşây, yay. M. Kazvinî, (GMS), Leiden, 1912 -
1937, I - III.
C uzcanî, Tabâkat - i Nâsirî, yay. Abdulhayy Habibî - i Kandaharî,
Kâbil - Lahur, 1949 - 1954, I - II.
E bû B e k r - i T ih ra n î, K ita b -i Diyârbekriyye, yay N. Lugal - F.
Sümer, (T. T. K.), Ankara, 1962 - 1964, I - II.

472
E b û ’l - F a z l - i B ey h a k î, T a r i h -i Beyhaki , yay. Gani - Feyyaz,
Tahran, 1324 ş.
E bû ’l H a s a n -i G ü listâ n e, Mücmel ut - tevârih, yay. Rezavî, Tah­
ran, 1320 ş.
E f d a l - i K irm â n î, Bedâyi'ul - ezmân f i vekâyi’ Kirmân, yay. M.
Beyânı, Tahran, 1326 ş.
—---------------------, İkd ul - ula li’l - mevkif il - â’lâ, yay. A. N. Emîrî,
Tahran, 1311 ş.
---------------------- , el - M u za f ilâ Bedâyi’ ul - ezmân f i vekâyi’ Kirm ân,
yay. A. İkbal, Tahran, 1331 ş.
E flâ k î, Menâkib ul ârifin, yay. T. Yazıcı, (T. T.K.), 1959 - 1961, I -
II.
Fahr ud - dîn M u bârek - Şah, T a r i h - i Fahr ud - din Mubâ-
rek - Şah, yay. E. Denison Ross, London, 1927.

F a z lu lla h b. R u zb ih â n , T a r i h -i âlem ârâ - y i Eminî, Fatih ktp,


nr. 4431, İngilizce tercümesi, V. Minorsky, Persia in a. d. 1478 -
1490, London, 1957.
G erd izî, Zeyn ul - ahbar, yay. M. Kazvinî, Tahran, 1327 ş.
G a ffa rı, T a r ih -i cihan ârâ, Tahran, 1342 ş.
H â fız - i Ejbrû, Zeyl - i câmi - ut tevârih - i Reşidi, ya y. H. Beyânî,
Tahran. 1317 ş.
H a m d u lla h -i M u stev fî, T a r i h -i güzide, tıpkı basım. (G. M. S.),
Leiden, 1914, yay. A. Nevâî, Tahran, 1339 ş.
H a s a n -i R um lu, Alisen ut-tevârih, yay. G. N. Seddon, Baroda,
1931.
îb n B îb î, el - Evâmir u l-A lâ iy y e , (T. T. K.), tıpkı basım, Ankara,
1956; eserin muhtasarı M. Th. Houtsma tarafından yayınlanmış­
tır: Recueil de textes relatifs â l’histoire Seldjoucides, Leiden, 1902,
IV.
îb n F ın d ık , T a r ih -i Beyhak , yay. A. Behmenyâr, Tahran, 1317 ş.
İsk e n d e r B e ğ - i T ü rk m en , T a r ih -i âlem ârâ - y i Abbâsi, Tahran,
1314; yeni basım, Tahran, 1334-1335 ş. I - II.
İsk en d e r B eğ - i T ü rk m en ve M uham m ed Y u su f, Zeyl - i tarih - i
âlem ârâ - y i Abbâsi, yay. S. Hansarî, Tahran, 1317 ş.

K a d ı A h m e d - i N egid î, el - Veled uş - şefik, Fatih ktp., nr. 4519.


M irhond, Ravzat us - safâ, Luknov, 1332.

473
M irza E b û ’l - K asım , Mecmua, Tebriz, 1294.
M irza M ehdi Han, Tarih - i Nâdiri, Tebriz, 1277.
M irza M u h a m m e d -i Mer’ aşî, Mecma’ ut - tevârih, yay. A. îkbal,
Tahran, 1328 ş.
N izâm ul - Mülk, Siyâset - nâme, yay. Halhali, Tahran, 1310 ş.
N izâm ud - dîn - i Şâm i, Zafer - nâme, yay. F. Tauer, Praha, 1937.
M uham m ed b. İb ra h im , Tevârih - i âl - i Selçuk, M. Th. Houtsma,
yay., Recueil de textes relatifs â l’histoire des Seldjoucides, Leiden,
1886, I; B. Pârizî yay. Selcukiyân ve Guzz der Kirmân, Tahran,
1343 ş.
M uham m ed T â h i r - i K a z v in î, Abbâs - nâme, Tahran, 1329 ş.
Mücmel ut - tevârih ve’l - kısas. Tahran, 1318 ş.

N âsir ud - din - i Münşi, Sımt ul - ula, yay. A. İkbal, Tahran, 1328 ş.


R â v en d î, Rahat us - sudûr, yay. M. İkbal, (GMNS), Leiden, 1921,
türkçe tercümesi A. A teş, Gönüllerin rahatı ve sevinç alâmeti, (T.
T. K.), 1957 - 1960, I - II.
R eşid ud - din. Cami ut - tevârih, yay. Q u a trem ere, P aris, 1834,
yay. B erezin , Petersburg, 1861, yay. E. B lo ch e t, P aris, 1911,
yay. K. Jahn, 1940 - 1941, yay. A. A teş, (T. T. K.), A nkara,
1954 - 1960.
Ş eref u d - d i n A li - i Y e zd î, Zafer - nâme, Calcutta, 1887 - 1888,
I - II.
Ş e ref H an - 1 B id lisî, Şeref - nâme, yay. V. Zernof, Petersburg, 1860,
I - II, Kahire, 1930.
Şükr u llah , Behçet ut - tevârih, Nurosmaniye ktp., nr. 3059, türkçe
tercümesi N. Atsız, İstanbul, 1939.
Tarih - i Şah İsmail - i sâni, Bayezid Umumî ktp., nr. 1562.

Tarih - i Şeyh Uveys, tıpkı basım ve İngilizce tercümesi, Yan Loon,


Lahey, 1954.
V assâf, Tecziyet ul - emsâr, tıpkı basım, Tahran, 1338 ş.
Zerk ûb - i Ş irâzî, Şiraz - nâme, yay. B. Kerimî, Tahran, 1310 ş.

3 . Türkçe Eserler:
A hm edî, İskender - nâme, yay. N. S. Banarlı, Türkiyat Mecmuası,
VI, s. 49-176, yay. N. Atsız, Osmanlı tarihleri, İstanbul, 1949, s.
3 -3 5 .

474
Anonim tevâı ih - i âl - i Osman, yay. F. Giese, Breslau, 1922.

 şık Paşa Z âde, T e v â rih -i âl - i Osman, Ali Bey yay., İstanbul,


1332, N. Atsız yay. Osmanlı tarihleri, 1947. s. 79 - 317.
B abûr, Vekâyi, (T. T. K.), Ankara, 1943 - 1948, I - II.
Celâl Z âd e M ustafa, Tabâkat - ul memâlik, Millet ktp., nr. 779.
C ev d et Paşa, JTezâkir, yay. Cavid Baysun, (T. T. K.), Ankara, 1963.
E n v erî, Düstûr - nâme, yay. M. Halil, İstanbul, 1928.
K â tib Ç elebi, Fezleke, İstabul, 1287.
Kenz ul - vekâyi, Millet. Ali Emirî ktp., nr. 490.

L û tfî Paşa, Tevarih - i âl - i Osman, İstanbul, 1341.


F ın d ık lılı M ehm ed A ğa, Silâhdar tarihi, yay. A. Refik, İstanbul,
1928, I - II.
N aim a, Tarih, İstanbul, 1280, I - VI.
N eşrî, Cihân - nûma, yay. M. A. Köymen - F. R. Unat, (T. T. K.),
Ankara, 1949 - 1957, I - II.
Osman, Tevârih-i cedtd-i mir’at-ı cihan, yay. N. Atsız, İstanbul, 1961.
P e çe v î, Tarih, İstanbul, 1283.
R uhî, Tevârih - i âl - i Osman, T. T. K. kütüphanesindeki fotokopi.
Ş ikârî, Karaman oğulları tarihi, Konya, 1946.
Y a z ıc ı-o ğ lu , Selçuk - nâme, Topkapı Sarayı, Revan Köşk, ktp., nr.
1390.

4 - Başka dillerdeki eserler

A nna Com nena, Alexiade, Paris, 1937 - 1940, I - II.


Arakel de Tavriz, yay. M. Brosset. Collection d'historiens Armeniens, Pe-
tersburg, 1874.
A rista g es, Histoire d’Armenie, fransızca tercümesi Ev. Prudhome,
Paris, 1864.
B rosse t M., Histoire de la Georgie, Petersburg, 1847 - 1858, I - V.
E bûl - F erec, Tarih, türkçe tercümesi O. R. Doğrul, (T. T. K.),
Ankara, 1945; The chronography o f Gregory Abul - Faraj, London,
1932, II, ilâveler kısmı.
Mathieu, d’Chronique de Mathie d’Edesse,, fransızca tercümesi

475
E. Dulaurier, Paris, 1858, türkçe tercümesi H. D. Andreasyan, (T. T. K),
Ankara, 1962.
M ich el le S yrien , Chronique, fraıısızca tercümesi J. B. Chabot, Paris,
1903, III,
M ich el P an ar etes, Chronique de Trebisond, Lebeau, Histoire du Bas -
Empire, Paris, 1836, X X .
U rfa lı Vahram, Kilikya kıralları tarihi, türkçe tercümesi, H.D. And,
reasyan, T. T. K. kütüphanesi (henüz basılmamıştır).
Y ardan , Vekâyi - nâme, türkçe tercümesi H. D. Andreasyan Türk
fütuhat tarihi, Taıih Semineri Dergisi, 1 /2, İstanbul, 1937.

Ğ. COĞRAFÎ KAYNAKLAR

el - B irû n î, Commemoration Volüme, İran society, Calcutta, 1951.


---------------------- , el-Asâr ul bakiye, yay. E. Sachau, Leipzig, 1878.
---------------------- , Kitab ul - Cumahir, yay. Krenkov, Haydar - Âbad,
I - II.
---------------------- , el - Kanun ul - M es’udi, Haydar - Âbad, 1374, I -
II.
---------------------- , Tahdid - nihayât - il emâkin, Fatih ktp., nr. 3386.
---------------------- , Kitab ul - tefhim, farsça tercümesi, Tahran, 1318 ş.
el - Ömerl, Mesâlik ul - ebsâr, yay. F. Taeschner, Leipzig, 1929.
G erdizî, Zeyn ul - ahbâr, yay. V. Barthold, Petersburg, 1894.
H a lil el - Z â h irî, Zubdet ul - keşf il - memâlik, yay. P. Ravaisse,
Paris, 1899.
H am d u lla h - ı M u stev fî, Nuzhet ul - kulûb, yay. G. le Strange,
(GMS), Leiden, 1915.
Hudûd ul - âlem, Tahran, 1340 ş., İngilizce tercümesi Y. Minorsky, The
Regions o f the ıvorld, (GMNS), London, 1937.

İb n H a v k al, Kitab suret il - arz, yay. J. H. Kramers, Leiden, 1938,


I - II.
İb n H u rd a d b ih , Kitab ul - mesâlik ve’l-memâlik, yay. M. J. De
Goeje, (BGA), Leiden, 1889.
İb n Sâid, Kitab bast il - arz, Tetuan, 1958.
İb n ul Fakih, Muhtasar kitab il - buldân, yay. M. J. De Goeje,
(BGA), Leiden, 1885.

476
İ drisî, Nuzhet ul - müştak, Köprülü ktp., nr. 955, fransızca tercü­
mesi A. Jaubert, Paris 1840, I - II.
Îsta h rî, Kitabu mesâlik il - memâlik, yay. M. J. De Geoje, (BGA),
ikinci basım, Leiden, 1929.
K â tip Ç elebi, Cihan - numâ, İstanbul, 1145.
M ehm et  şık , Menâzır ul - evâlim, Nurosmaniye ktp., nr. 2326.
M ervezî, Ş e re f uz - zam ân, TabâyVul-hayavân, yay. ve İngilizce
tercümesi Y. Minorsky, London, 1942.
Mes’ udî, Murûc uz - zcheb, yay. ve fransızca tercümesi Barbier de
Maynard - Pavet de Courteille, Paris, 1891. -I - VIII.
---------------------- , Kitâb ut-tenbih ve’l işrâf, yay M. J. De Goeje, (BGA),
Leiden, 1894.
M uham m ed N ecib B ek rân, Cihân - nâme, M osk ova , 1960.
M ukaddesi, Kitâbu ahsen il - tekasim, yay. M. J. De Goeje, (BGA),
Leiden, 1906.
Y a k u b î, Kitâb ul buldan, yay. M. J. De Goeje, (B G A), Leiden,
Y a k u t, M u ’ cem ul - buldân, yay. F. Wustenfeld, Leipzig, 1942, I - VI.
Z e k e riy a el - K a z v in î, Asâr ul - bilâd, Beyrut, 1380.

H- SEYAHAT - NÂMELER:
B e rtra n d o n de la B r o q u ie re , Levoyage d’outremer, yay. Ch. Schefer,
Paris, 1892.
B u sb eck , Türk mektupları, türkçe tercümesi H. C. Yalçın, İstanbul,
1939.
E v liy a Ç elebi, Seyahat-nâme, İstanbul, 1314, II - V, IX.
B urnes, A., Voyages de Fembouchure de VIndus âLahour, Caboul, Balkh
et Boukhara, fransızca tercümesi, Paris, 1835, III.
G a z zi - Mekki Seyahat - nâmesi, türkçe tercümesi E. Kâmil, Tarih
Semineri Dergisi, İstanbul, 1937, 1 /2.
H a m ilto n , Researches in A sia M inör, London, 1842, I - II.
İb n B a ttu ta , Tuhfet un - nuzzâr, Kahire, 1322, türkçe tercümesi
M. Şerif, İstanbul, 1335, I - II.
İb n F ad lân , Rıhle, yay. Z. V. Togan, Leipzig, 1939, yay. S. ed - Deh-
hân, Dimaşk, 1959.
C la v ijo , R. G., Embajada â Tamorlân, yay. F. Lopez Estrada, Madrid,
1943.

477
L a n g lois V., Voyage dans la Cilicie et dans les montagnes du Taurus,
Paris, 1861.
M arco P o lo, La description du monde, fransızca tercümesi L. Hambis,
Paris, 1955.
M oltke, Türkiye’deki durum ve olaylar üzerine mektuplar, türkçe tercü­
mesi H. Örs, Ankara, 1960.
N iebuh r, J., Voyage en Arabie, Amsterdam, 1776, I - II.
R u b ru k W., The journey o f William o f Rubruck, İngilizce tercümesi
W. W. Rockhill, Loııdon, 1900.
V âmb ery, A., Travels in central A sia, London, 1864.

I. DESTANLAR:

Danişmend - nâme, Millet, Ali Emirî ktp., nr. 571.


Dede Korkut, yay. O. Ş. Gökyay, İstanbul, 1938.
Dede Korkut kitabı, yay. M. Ergin, (T. D. K.), Ankara, 1958 - 19t)J,
I - II.
I I - Kitab - ı Dede Qorqut, tıpkı basım ve İtalyanca tercümesi E. Rossi,
Vatikan, 1952.
Kitab - 1 Dede Korkut, yay. K. Rifat, İstanbul, 1332.

E b û ’l G azi, Şecere - i Terâkime, yay. A. N. Kononof, Moskova - Le­


ningrad, 1958. .
Oğuz Kağan destanı, yay. W. Bang ve G. R. Rahmeti, İstanbul, 1936.

Orkun, H ü seyin N am ık, Oğuzlar’a dâir, Ankara, 1935 (kitabın so­


nunda eksik bir Oğuz Kağan destanı vardır).
P e rte v N âili, Kör - Oğlu destanı, (Türkiyat Enstitüsü), İstanbul,
1931.
R e şid ud - dîn, Câmi ut tevârih, T a r ih -i Türkân u Oğuz ve hikâyet-i
cihangir-i û (Türkler’in ve Oğuzun tarihi ve onun cihangirliği­
nin hikâyesi) bölümü, Topkapı Sarayı, Hazine ktp., nr. 1653, 375
b - 391 a; bu bölümün geniş bir tanıtması için: F. Sümer, Oğuzlar’a
ait destanî mahiyette eserler, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Der­
gisi, X V II, sayı 3 - 4, 1959, s. 359 - 389.

t. DİĞER KAYNAKLAR:

Baha ud - din M uham m ed el - B a ğ d a d î, et-T ev e ssü l il’et - te-


ressul, yay. A. Behmenyâr, Tahran, 1315 ş.

478
B ark an, O. L,, Osmanlı imparatorluğunda zirai ekonominin hukuki ve
mali esasları, I. Kanunlar, İstanbul, 1943.
C havannes, E., Documents sur les Tou - kieu ( Turcs) Occidentaux,
Paris, 1941.
Devvânî, Celâl ud - dîn, Arz - nâme, Millî Tetebbular Mecmuası, V,
İn g ilizce te rcü m e si M in orsk y, A Civil and military revievo
in Fars in 881, / 1476, BSOAS, X . 1.
E bû İsh âk H allâc, Divan - i et’ ime, İstanbul, 1303.
E bû H a y y â n , Kitab ul-idrâk lilisâıı il - Etrâk, yay. A. Caferoğlu,
(Türkiyat Enstitüsü), İstanbul, 1931.
F erid u n Beğ, Münşeat us • selâtin, İstanbul, 1274, I - II.
İb n H a llik â n , Vefayât u l - â ’yan, Kahire, 1948, I - IV.
Julien, S., Documents sur les Tou - kieu (Turcs), Journal Asiatique,
1864.
Kanun - nâme - i âl - i Osman, yay. M. Arif, Tarih - i Osmanî Encümeni
Mecmuası ilâveleri.
K â şg â rlı M ahm ud, Divanu lügat it - Türk, yay. K. Rifat, İstanbul,
1333 - 1 3 3 5 , III, türkçe tesümesi B. Atalay, (T. D. K.), 1939 -
1941, I - III.
Kitabu icâbet is - sâil, Paris Bibliothegue Nationale, manuscrits arabs,
nr. 4437.
K o ç i Beğ, Risale, yay, A. K. Aksüt, İstanbul, 1939.
K ü çü k A bdal, Vilâyet - nâme-i Şâhi, (Otman Baba vilâyetnâmesi),
Ankara Millî Eğitim Bakanlığı ktp., nr. 5 A. 3 /41.
Muktasar ut - Tahavi, Kahire, 1370.
N â s ı r - i H usrev, Divân, Tahran, 1307. ş.
S â d i k î - i K ita b d â r, Mecma’ ul - havass, yay. A. Hayyampûr, Tebriz,
1327 ş.
Salnâme - i umumî, sene 1272.
Vilâyet - nâme - i Hacı - Bektaş - 1 Veli, hazırlayan A. Gölpınarlı, İs­
tanbul, 1958.

J. TEDKİKLER

A k d ağ M., Celâli İsyanları, Ankara, 1963.


---------------------- , Büyük Celâli karışıklıklarının başlaması, (Atatürk
Üniversitesi yayınları), Erzurum, 1963.

479
---------------------- , Medreseli isyanları, İktisad Fakültesi Mecmuası,
X I, s. 361 - 387.
---------------------- , Yeniçeri ocak nizamının bozuluşu, Dil ve Tarih - Coğ­
rafya Fakültesi Dergisi, V, sayı 3, s. 291 - 313.
Aksu. F., İsparta ili yer adlan, İsparta, 1936.
A li R ıza (Y a lm a n - Y algın ), Cenub’ta Türkmen oymakları, İstanbul
- Adana, 1931 - 1937, I - V.
Arat, R. R., Göklen, İslâm Ansiklopedisi, IV, s. 809 - 811.
B a n gu oğlu , T., Oğuz lehçesi üzerine, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı,
(T. D. K.), 1960, s. 23 - 48.
B arkan, Ö. L., Tarihi demogıafya araştırmaları ve Osmanlı tarihi,
Türkiyat Mecmuası, İstanbul, 1953, X , s. 1 - 26.
B a rth old , V., A History o f the Türkman people. İngilizce tercümesi
Y. ve T. M in orsk y, Four studies on the history o f central Asia,
Leiden, 1962, III., s. 73 - 170.
---------------------- , Orta A sya Türk tarihi hakkında dersler, (Türkiyat
Enstitüsü), İstanbul, 1927.
---------------------- , Türkler’de ve Moğollar’da defin merasimi meselesine
dair, türkçe tercümesi A. İnan, Belleten, sayı 43, s. 514 - 532.

---------------------- , Türkestan douın to the Mongol invasioıı, (GMNS),


London, 1928.
B a y k a l, B. S., Uzun Hasan’m Osmanlılar’ a karşı kat’ i mücadeleye ha­
zırlıkları ve Osmanlı - A k - Koyunlu harbinin başlaması, Belleten,
X X I, sayı 83, s. 261 - 284.
B azin, M., Notes sur les mots “ Oğuz” et “ Türk” , Oriens, 1953, VI, s.
315 - 322.
B o sw orth , C. E., The Ghaznavids, Edinburgh, 1963.
Cahen, Cl., Quelques textes negliges concernant les Turcoman de Rûm
au moment de l’ invasion Mongle, Byzantion, X IV , s. 131 — 139.

---------------------- , Le Malik - nâmeh et l’histoire des origines Seljukides,


Oriens II, nr. 1, s. 31 - 65.
D a h iliy e V e k â le ti, Köylerimiz, İstanbul, 1933.
De G root, Die Hunnen der vorchristlichen Zeit, Berlin - Leipzig, 1921.
D em irtaş, (Süm er) F., Boz Ulus hakkında, Dil ve Tarih - Coğrafya
Fakültesi Dergisi, VII., sayı 1, s. 29 - 60.

480
---------------------- , Osmanlı devrinde Anadolu’da K a y ı’lar, Belleten, XII.
sayı 47, s. 575 - 615.
D en y, J., Grammaire de la langue Turque, Paris, 1921.
D iez, E., Türk sanatı, türkçe tercümesi O. Arslanapa, (İstanbul Üiver-
sitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından), İstanbul, 1946.
E rzi, A., A k ~ Koyunlu ve Kara - Koyunlu tarihi hakkında araştırmalar,
Belleten, X V III, sayı 70, s. 179 - 221.
G ab riel, A., Voyages archeologiques dans la Turquie orientale, Paris, 1940.
G e o g ra p h ie ü n iv e rse lle , P aris, 1842, II.
G overn , W. H. Mc., The Early empire o f central A sia , Chpel Hill, 1939.
G ö k b ilg in , T., Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd - 1 Fâtihan,
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından), İstanbul,
1957.
H a m ilto n J., Toquz - Oğuz et O n -U y g u r , Journal Asiatique, 1962,
s. 23 - 63.
---------------------- , Les Ouighours a l’epoque des cinq dynasties d ’apres les
documents chinois, Paris, 1955.
H a slu ck , F. W., Christianity and İslam under the sultans. Oxford,
1929, I - II.
H e y d , W., Histoire du commerce du Levant, Paris, 1959, I - II.
Iç - iş le r i B a k a n lığ ı, Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu, Ankara,
1946, I - II.
in a n , A., Altay dağlarında bulunan eski Türk mezarları, Bellten sayı 43,
s. 569 - 570.
---------------------- , Altay’da Pazırık harfiyatmda çıkarılan atların vaziye­
tinin Türkler’in defin merasimi bakımından izahı, T. T. K. Kongre­
si, İstanbul, 1943.
-----------------------, Gazi Antep’te Elbeyliler, Halk Bilgisi Haberleri, sayı
40, s. 73 - 75.
---------------------- , Gazi Antep’te Türkmenler, Halk Bilgisi Haberleri,
sayı 102, s. 137 - 151.
------ ---------------- , Orun ve ülüş meselesi, Türk Hukuk ve iktisat Tarihi
Mecmuası, İstanbul, 1931, s. 121 — 133.
------ ;---------------- , Tarihte ve bugün Şamanizm, Ankara, (T. T.K.), 1945.
Irtem , S. K., Türk kemankeşleri, İstanbul, 1939.
J irm u n sk iy, V. M., Sirderya boyunda Oğuzlar’a dair izler, türkçe ter­
cümesi I. K a y n a k , Belleten, X X V , sayı 99, s. 471 - 483.

481
Kadıoğlu, î., Bahkesirde Çepniler, Balıkesir, 1935.
K a fesoğ lu , I., Ahlat ve çevresinde 1945 de yapılan tarihi ve arkeolojik
tetkik seyahati raporu, Tarih Dergisi, I, sayı 1, s. 168 - 190.
---------------------- , Doğu Anadolu’ya ilk Selçuklu akını ve tarihi ehemmiyeti,
Köprülü Armağanı, s. 259 - 274.
---------------------- , Harizmşahlar devleti tarihi, (T. T. K.), Ankai'a, 1956.
---------------------- , Selçuklular, İslâm Ansiklopedisi, X . s. 353 - 416.
---------------------- , Selçuk’ un oğulları ve torunları, Türkiyat Mecmuası,
X III, s. 117 - 130.
---------------- ------, Sultan Melik - Şah devrinde büyük Selçuklu impara­
torluğu, İstanbul, 1953.
K esrevî, A., Şehryâran - i gumnâm, Tahran, 1308 s., I - III.
K eyhan, M., Coğrafya - i mufassal - i Iran, Tahran, 1311 ş., III.
K Iy a ş to rn ıy , S. G., Orhun âbidelerinde Kengü’ nün kavmi yer adı,
türkçe tercümesi I. Kaynak. Belleten, sayı 69.
K öp rü lü , M. F., Altın küpeli Oğuz beğleri, Azerbaycan Yurt Bilgisi,
İstanbul, 1932, II, s. 10 - 21.
---------------------- , Azeri , İslâm Ansiklopedisi, II, s. 118 — 151.
---------------------- , Avşar, İslâm Ansiklopedisi, II, s. 28 - 38.
---------------------- , Oğuz etnolojisine ait tarihi notlar, Türkiyat Mecmuası,
I, 1925, s. 185 - 211.
---------------------- , Halac, İslâm Ansiklopedisi, Y. s. 109 - 116.
---------------------- , Les origines de Vempire Ottoman, Paris, 1935, türkçe
tercümesi, Osmanlı imparatorluğunun kuruluşu, (T. T. K.), Ankara,
1959.
---------------------- , Osmanlı impaıatorluğu’ nun etnik menşei mes’eleleri,
Belleten, VII, s. 219 - 313.
---------------------- , Ozan, Azerbaycan Yurt Bilgisi, 1932, II, s. 133 - 140.
K u ra t, A. N., Peçenek tarihi, İstanbul, 1937.
K öym en , M. A., Büyük Selçuklu imparatorluğu’ nun kuruluşu, Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, X V ., sayı 1 - 3, s. 98 - 191,
sayı 4, s. 106, X V I, sayı 3 - 4, s. 1 - 65.
— ------------------- , Büyük Selçuklu imparatorluğunda Oğuz İsyanı, Dil ve
tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi, V. sayı 2, s. 159 - 466.
---------------------- , Büyük Selçuklu imparatorluğu tarihinde Oğuz istilası,
aynı dergi, V. sayı 5, s. 621 - 660.
---------------------- , Selçuklu devri türk tarihi, Ankara, 1963.
L au ren t, J., Byzances et les Turcs Seljoucides, Nancy, 1913.

482
Le S tran ge, G., The Lands o f the eastern caliphate, Cambriclge, 1930.
M in orsk y, V., The Clan o f the Qara - Çoyunlu rulers, Köprülü Arma­
ğanı, s. 391 - 395.
---------------------- , Jihânshâh Çara - Qoyurılu and his poetry, BS O A S ,
X V I, s. 271 - 297.
---------------------- , Hudud al - âlem (The Regions o f the World G M N S ),
London, 1937, izahlar kısmı.
N ik itin e, B., Les afşar D ’ urumiyeh, Journal Asiatique, 1929, s. 67 -
123.
O rh onlu, C., Osmanlı imparatorluğu’nun aşiretleri iskân teşebbüsü,
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından), İstan­
bul, 1963.
Ö gel, B. îslâmiyetten önce Türk kültür tarihi, (T. T. K.), Ankara, 1962.
---------------------- , Şine - Usu yazıtının tarihî önemi, Belleten, X V , sayı,
59, s. 361 - 379.
O zbaş, O., Gazi Antep dolaylarında Türkmenler ve Baraklar, (Gazi An-,
tep Kültür Demeği yayınlarından), Gazi Antep, 1958.
P ritsak, O., K a ra -H a n lıla r, İslâm Ansiklopedisi, VI, s. 251 — 272.
P u lle y b la n k , E. G., Some remarks on the Toquzoghuz problem , Ural
Altaische Jahrbücher, 1956, X X V III, s. 35 - 42.
R en e, G., L ’ Empire des Turcs celestes,.Paris, 1960.
R en e, G., L ’empire des steppes, Paris, 1948.
Sinor, D., Oğuz Kağan destanı üzerine bazı mülâhazalar, türkçe tercü­
mesi, A. Ateş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Dergisi, VI, sayı: 1 - 2, s. 1 — 14.
Sümer, F., Ağaç - Eriler, Belleten, X X V I, sayı: 103, s. 521 - 528.
---------------------- , Anadolu’ya yalnız göçebe Türkler mi geldi?, Belleten,
X X IV , s. 567 - 594.
---------------------- , Avşarlara dâir, Köprülü Armağanı, s. 453 - 478.
---------------------- , Azerbaycan’ın türkleşmesi tarihine umumi bir bakış
Belleten X X II, s. 429 - 447.
-----------------------, Bayatlar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, IV, s. 373 - 389.
---------------------- , Bayındır, Peçenek ve Yüregirler, Dil ve Tarih — Coğ­
rafya Fakültesi Dergisi, X I, s. 317 - 344.
---------------------- , Boz - Oklu Oğuz boylarına dâir, Dil ve Tarih — Coğ­
rafya Fakültesi Dergisi, X I, s. 65 - 103.
---------------------- , Çukur - ova Tarihine dâir araştırmalar, Tarih Araş­
tırmaları Dergisi, 1963, I, s. 1 - 108.

483
----------------------- , Döğerler'e dâir, Türkiyat Mecmuası, X , s. 139 — 158.
Oğuzlar’a ait destani mahiyette eserler, Dil ve Tarih -
------------------------------------------------- ,

Coğrafya Fakültesi, Dergisi, XV II, sayı s. 359 - 455.


---------------------- , X V I . asırda Anadolu, Suriye ve Irak’ta yaşayan Türk
aşiretlerine umumi bir bakış, iktisat Fakültesi Mecmuası, X I, no.
1 - 4, s. 509 - 522.
---------------------- , Osmanlı devrinde Anadolu’da yaşayan Üç - Oklu Oğuz
boylarına mensup teşekküller, iktisat Fakültesi Mecmuası, X I,
no. 1 - 4, s. 437 — 508.
------------- -------- , Yıva Oğuz boyuna dâir, Türkiyat Mecmuası, IX , s.
151 - 168.
Şahin, A., Güney Anadolu’da Beğ Dili Türkmenleri ve Baraklar, Anka­
ra, 1962.
Tanıkları ile tarama sözlüğü, (T. D. K.), Ankara, 1943 - 1957, 1 - IV,
Ş ölen, H., A ydın ili ve Yürükler., Aydın, 1945.
Toros, T., Dadal - Oğlu, Adana, 1940.
T uran, Ş., Kanuni’ nin oğlu şehzâde Bayezid vak’ası, Ankara, 1961.
U zu n ça rşılı, İ. H., Anadolu beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu dev­
letleri, (T. T. K.), Ankara, 1937.
---------------------- •, Kapıkulu ocakları, (T. T. K.), Ankara, 1943.
---------------------- , Osmanlı devletinin saray teşkilâtı, (T. T. K.), Ankara,
1945.
—--------------------, Osmanlı devleti teşkilâtına medhal, (T. T. K.), İstanbul,
1941.
Ünver, S., Fâtih devri yemekleri, (İstanbul Üiversitesi Tıb Tarihi Ens­
titüsü yayınlarından), İstanbul, 1952.
Ü lk ü taşır, M. Ş., Cerabulus çevresinde Türkmen aşiretleri, Halk Bilgisi
Haberleri, sayı 121, s. 12 - 14.
W ittek , P., De la defaite d’Ankara â la prise de Constaııtinople, Revue
des etudes Islamiques, 1938,1, türkçe tercümesi H. İnalcık, Belleten,
VII, sayı 27, s. 557 - 589.
---------------------- , The Rise o f the Ottoman empire, London, 1958.
---------------------- , Osmanlı impratorluğu’nda Türk aşiretlerinin rolü,
türkçe tercümesi E. Kuran, Tarih Dergisi, X III, sayı 17 - 18,
s. 257 - 268.
Yalgın, A. R., Anadoluda Türk damgaları, Bursa, 1943.
Yinanç, M. H., A k - Koyunlular, Islâm Ansiklopedisi, I, s. 251 - 270.
---------------------- , Cihan - Şah, Islâm Ansiklopedisi, III, s. 173 - 189.
---------------------- , Türkiye tarihi, Selçuklular devri, Anadolu’ nun fethi,
I, İstanbul, 1944.

484
D İ Z İ N *

I- K İ Ş İ ADLARI

A Ağ Melik Çeşme, 386, 401.


Ahi Seyyidi (Şeyh), 367.
Abaka, 144, 160, 161. Ahmed (Kara-Hanlı), 67.
Abaş Hatun, 339. Ahmed (ICarakaş), 187.
Abaza, 274. Ahmed (Tavil), 187, 189.
İL Abbas (1642-1667), 310. Ahmed b. Abd us-Samed, 79.
Abaza Beğ (Hacı İvaz-oğlu), 274. Ahmed Beğ (I. Selim’in kardeşi), 416.
Abbas Beğ (Pehlivan-oğlu), 227. Ahmed Beğ (Ramazan-oğlu), 223.
Abbas Paşa (Haleb vâlisi), 306. Ahmed Beğ (Yapa’ dan), 350.
Abbasî seyyidesi, 201. Ahmed Beğ (Beğ-Dili’ den), 308,
Abdi Beğ (Bayat’ dan), 225. Ahmed Beğ (Yüreğir’ den), 355.
Abdi Beğ (Şamlu), 308. Ahmed Beğ (Melemenci beği), 196.
Abdi Kethüda (Dodurğa’ dan), 257. Ahmed Beğ (Yeğen Osman Paşa’ nm yeğeni),
Âbidin Beğ (Pehlivanlı), 281. 209. ,
Abdullah b. T âhir, 35. Ahmed Han, 110.
Abdullah Han, 236. Ahmedî, 168, 220.
Abd ul-Mü’miıı Han, 236. Ahmed (Niğde’ Ii kadı), 313.
Abdurrahim Han, 148. Ahmed Kethüda (Eymür’ den), 347.
Abdurrahman (Toğa-Yürek-oğlu), 130. Ahmed Kethüda (Boz-Koyunlu), 301.
Abdurrahman (Rahbe beği), 275, 307. Ahmed Kethüda (Çank-oğlu Eymür’ den),
Abdurrahman Beğ (Pehlivanlı), 229. 345.
Abdurrahman Paşa (Maraş valisi), 280. Ahmed Kethüda (Peçenek’ den), 321.
Abd ur-Rezzak (Dülkadıroğlu), 226. Ahmed, Sultan (Celâyir), 146, 147, 249.
Abdus, 72, 73, 74. Ahmed Sultan (Avşar’ dan), 290.
Abdülhamid, II, 198, 221. Ahmed Ycsevî, 299 h. 7.
Acem-Şah, 124 lı 282, 126, 135 Aişe (Hz. Muhammed’in zevcesi), 380.
Âdil-Şah (Afşar hanedanından), 236. Aksarayî, 160.
Âdil-Şah-ı Celâyir, 35 h 113. Ak-Sunguı* ul-Buhârî, 128, 132, 222, 232.
Affan Kethüda (Eymür’den), 345. Ala Atlı-Kişi Donlu Kayı înal, 244.
Afşar Aka, 215 h 57. Alâeddin (Selçuklu hükümdarı), 187.
Afşar Sâdikı, 255. Alâeddin Beğ (Karaman-oğlu), 168, 4-03.
Afşin (Bekçi-oğlu), 107, 133. Ala ud-Devle (Kâkuye-oğlu), 71h290, 80,
Ağacı, 107. 81, 82, 84,
Ağaçtan Pîrî, 189. Alâ ud-Devle (Dulkadır beği), 224, 265, 266.

* Önsöz ve Giriş’ deki isimler D ÎZÎN ’e alınmamıştır.

485
Ala ud-Din Beğ (Yıva), 367. Altun-Taş, 57, 58, 70h285, 75, 76.
Ala ud-Din A lî Beğ (Dulkadır-oğlu), 223. Anası-oğlu, 81, 84, 94, 95.
Ala ud-Din Ali Beğ (Karaman-oğiıı), 354. Anası-oğlu, 131.
Ala ud-Din Hüseyin Cihansûz, 114, 115. Annek (Süddoğlu Hüseyin Çelebi), 302 bk.
Alay (Dib Yavku’ nun beği), 241. Hüseyin Çelebi.
Aleksis, 328. Anuş-Teğin, 74, 103.
Alem-Şalı Begüm, 150. Arab, 128.
Alhamas b. Tak ( JlJ* ^ \^ 66. Arab Haşan, 285.
Al (Hz.), 149. Arab ibn Buheyc, 65.
A! Beğ (Mâlıân’da), 141. Arab Melımed, 414 h 152.
Al Beğ (Ak-Koyunlu), 251. Arab-Şah, 252.
Al Beğ (Avşar), 285. Argun, 144.
Al Beğ (Yıva), 367. Aristagues, 54.
Al Beğ (Şeh. Suvar-oğlu), 171, 226. Arpagaun (Arpa), 145.
Al Beğ (Gebc-oğlu), 322. Arslan (Üç-Oklar’dan), 114.
Al Beğ (Yapa’ dan), 350. Arslan Balu, 63.
Al Dâye, 73. Arslan Buğa (Tüık), 114.
Al Han (Oğuz yabgusu), 57, 216, 359. Arslan-ı Câzib, 70.
Al Han (Çepni’den), 332. Arslan Han (Mansur b. Ali), 67.
Al -Han Sultan, 291. Arslan Han (Tekiş’ in toTunu), 126.
Al Kethüda (Peçenek’ den), 321. Arslan-Hatun, 102.
Al Kuşçu, 144. Arslan îliğ, 85.
Al Pâdişâh, 145, 156, 182. Arslan-Şah (Selçuklu Sultanı), 119, 262, 263,
Al Paşa (Can Pulad-oğlu), 188, 189. 338.
Al Paşa, Hadım, Veziriazam, 171. Arslan ul-Besâsirî, 96, 97, 98.
Al Paşa (Orhan Gazi’nin kardeşi), 409İIİ20. Arslan Yabgu, 64, 66, 67, 68, 69, 70, 75, 77,
Al Paşa-oğlu (Çepni), 330. 81, 96, 100, 134, bk. İsrail.
Al Rıza (Yalgın), 299h7. Artuk Beğ, 108, 127, 136, 244, 324.
Al Seyyidî, Şeyh, 367. Axuk Candan, 389, 422.
Al Sultan, 151. Assaf Beğ (Biber-oğlu), 227.
Al Sultan (Bayat’ dan), 234. Assaf Beğ, Topal (Şedid-oğlu), 300.
Al Şeker Beğ, 48. Assaf Beğ (Hacı Zekeriya oğlu), 296.
Al Teğin, 66, 67, 68, 74, 75, 76, 79. Âşık Garib, 155, 373.
Al Yâr, Emîr (înal-oğlu), 252. Atsız Beğ, 101, 133, 138.
Al Yâr Beğ (Çepni’ den), 332, 349. Ay-Aba, Emîr Müeyyed, 116, 117, 118, 119,
Allah-Kulu Beğ (Dana Beğ-oğlu), 291. 120, 124.
Allalı-Verdi Han, 288. Ay-Aba, 361.
Alp-Arslan, 59, 93, 100, 101, 102, 104, 105, 106 Ay-Beğ ed-Devâdarî, 377.
107, 108, 129, 319, 327, 406. Ay-Doğdu, 127, 350.
Alp-Arslan (Seyfuddîn, Oğuz beğlerinden), Ay-Doğmuş (Köpek-oğullarıudan), 267, 269,
125, 126. 273.
Alp-Arslan (Sultan Tuğrul’un oğlu), 337. Ay-Han, 204.
Alp-Er Tunga, 130 lı 398. Ayıldur (Döğeı’ den), 244.
Alp-Kara, 76 h 308. Aynî, 167, 168, 203.
Alp-Rüsteza (Düzen-oğlu), 387, 389, 401, Ayn ud-Devle, 365.
422. Aytak, 116, 118, 119, 241.
Alp-Teğin, 57. Ay-Tegin (Herat hâkimi), 119.
Altun-Tah, 107. Ay-Tegin-i Süleymânî, 107.

486
Ayvaz, 186. Bayram Hoca, 246.
el-Aziz (Halel) hükümdarı), 134. Bay-Sungur (Sultan Yakub’ un oğlu), 151,
Aziz-i Esterâbâdî, 403. Bay-Sungur Mirza (Sultan Mahmud’un oğlu),
48hl94.
Baz Kağan, 6, 14.
B
Bedir Han, 291.
Baba-Hasan, 314. Bedir Sultan, 235.
Baba îshak, 157, 158, 159. Bednıddin Dizmarî, 131.
Bâbür, 4B h 194, 156, 314. Bedrüddin Doldurum s 134, 365.
Bağa Tarkan, 11, 12. Bedrüddin Mes’ud, 363.
Bahadır Hacı (Döğer’ den), 249, 253. Bedrülcemâlî, 133.
Bahri Kethüda (Avşar), 274, Beğ-Arslan, I3Ö, bk. Has Beğ.
Bahtiyar, 114. Beğceğiz, 145.
Bakrat (Gürcü kıralı), 379. Beğçe Beğ, 172.
Baldın-Kısa, 189. Beğ-Doğdu (hâcib), 79.
Bamsı Beyrek, 385, 390, 397, 400, 404, 410, Beğeç-Arslan Tegin, 8.
416, 417. Beğ Tegin, 74, 133.
Banı Çiçek, 417. Beğil (Bayındır Han’ın uc beği), 394, 396,
Barak Hâcib, 194*. 397, 412.
Barak Han, 194. Behram Şah, 124.
Barak Reis, 194. Bekir Beğ (Avşar’ dan), 285.
B ar çın Salur, 41. Bekir Beğ (Kızık’ dan), 296.
Bars-Bay (Sultan), 169, 224, 250, 251, 252, Bektaş Han, 291.
265, 268. Belâzurî, 35.
Bars-Bay ed-Dokmakî, 224. Belek, 136.
Basat (Uruz Koca-oğlu), 377, 378, 385, 388, Belhî, 34.
389, 390, 399, 405, 421, 422. Berçem Beğ, 129, 361.
Başı Açuk, 379, 384, 35 k 113.
Battal Beğ (Pehiivan—oğlu), 227. Bereket Halîfe, 308.
Bay-Bars (Sultan), 159, 160. Berk Ağa, 303.
Bay Biçen, 392, 404, 405. Berkuk (Sultan), 223, 246, 247.
Bay Büre, 385, 392. Bertraııdon de la Broguiere, 48hl94.
Baycu, 158. oğlu, 133.
Bâyezîd (Yıldırım), 166, 167. Beyhakî, 44hl70, 51, 70h286, 72, 73h296, 75,
II. Bâyezîd, 151, 152, 171, 180, 217, 232, 76, 77h312, 79h318, 80h321, 811x326,
256, 257, 307, 314, 318, 342, 350, 357, 82h327, 91h340, 104.
358, 367, Beyrek, bk. Bamsı Beyrek.
Bâyezîd (Kamınî’ m n oğlu), 183, 184, 415 Bilge Kağan, 4, 6, 7, 8, 11, 15, 17, 19, 20.
Bayındır Beğ, 215 h 57, 329. Bilge Tegin (hâcib), 67, 73.
Bayındır Han, 167, 215, 315, 318, 379lı7, Bilge Ton-Yukuk, 13, 14, 15, 17.
382, 384, 387, 394, 396, 397, 398, 400, el-Bîrûnî, 36, 39^ 51, 52.
4-04, 412, 413. Boğazca Fatma, 387.
Bayıtmış, 144. Boz-Aba, 260, 337, 338.
Bay-Koca Kethüda (Bayındır’ dan), 316. Bozca Beğ (Bayat’ dan), 224, 270.
Bayram (Düğerden’ ), 254. Bozca Beğ (Esen Beğ’ in oğlu), 257.
Bayram (Çepni’ den), 327. Boz-Geyüklü Dede, 299h7.
Bayram A li Sultan, 236. Boz-Kır Beğ, 180.
Bayram Han, 148. Böğü Han, 15.

487
Budak (Kara güne-oğlu), 386, 397, 399, 404, Cihan-Şah Kethüda, 275.
421. Cimri, 160.
Budak, (Safevî emirlerinden), 399, 421. Cingöz-Oğlu, 280.
Budak (Döğer’ den), 254. Clavijo, 146h431, 164, 165, 328, 329.
Buğacık Melik, 380, 421. Cuveynî, 40.
Buğaç Han, 389. Cuzcanî, 114.
Buğra Han, 30, 57, 75h305, 393.
Buka, 69, 71, 72, 73, 81, 82, 94, 95. ç
Bulak, 123.
Çabuk (Çubuk) Beğ, 108, 136.
Bulan (Alay’m oğlu), 241.
Çaça (Çin. kumandam), 15.
Buldacı, 107.
Çağrı Beğ, 44hl70, 58, 64, 67, 77h305, 78, 79,
Bilinip. Kağan, 10.
85, 86, 87, 89, 90, 91, 92, 93, 98, 99,
Burckhard,1 227, 228.
100, 123.
Burhaneddin, Kadı, 164, 206, 336, 340, 370,
Çaka Beğ, 324.
402, 403.
Çakır, 114.
Burla Hatun, 384, 385, 398, 403.
Çakmak (Memlûk sultanı), 252.
Busad (Pîrî Beğ-oğlu), 332.
Çarığ, 100.
Büğdüz Emen, 385, 387h32, 400, 401, 404,
Çavlı Candar, 130.
421.
Çavuldur Çaka, 324.
C Çekim, 223, 224, 249, 265, 269.
Çelebi Mehmed, 165, 167, 266, 415hl52.
Cadı-oğlu, 280. Çerkez (Bozok sancak beği), 274.
Cafer, 302. Çerkez Ağa (Ahmed Yıldırım), 282h78, 284h
Cafer (Bermek oğullarından), 100. 84, 285.
Can Beğ Sufî, 268, 272. Çerkez Beğ (Avşar’ dan), 281, 285.
Celâl (Bozoklu), 171. Çoban Beğ (Suldus), 145.
Celâl Ali Şah, 335. Çoban Sâlâr, 145.
Celâlüddevle (Büveyhî hükümdarı), 95.
Celâlüddin Çağrı Han (Kara-Hanlı hüküm­ D
darı), 29h80, 111.
Celâlüddin Harizmşah, 131^ 362, 364. Dadal-Oğlu, 143, 195, 197, 280, 284h84, 415h
Celâlüddin Tayyib Şah, 340. 153.
Celâlüddin b. Yunus, 361. Dana ( Üİ j ) , 81, 83, 84.
Cem Sultan, 169, 222. Dana Muhammed Beğ (Avşar’ dan), 290.
Cemâl Karşı, 112. Dana Murad Beğ (Receb-oğlu), 274.
Cemâlüddin Kafşut (Emîr), 131. Dânişmend Gâzî, 324.
Cemşîd (Celâlîlerden), 189. Dâvud (Melikşah’m oğlu), 416hl61.
Cemşîd Sultan. 290. Dâvud (Büyük), 114, 117,
Cend Han, 101. Dâvud Kethüda, 226.
Cengiz Han, 374, 376. Dâvud Paşa (Anadolu beğlerbeğisi), 209.
Cerid Bekir, 305. Dâvud Paşa (Bağdad’ da son Kölemen valisi),
Cevdet Çerde, 282h78. 233.
Cevdet Paşa, 198, 228, 280. Dede Kargın, 313.
Ceyhânî, 27, 32. Dede-Korkut, 44, 142, 168, 222, 373, 376,
Cieaklu Hatun, 382. 378h2, 380, 381, 382, 383, 398, 405hl04.
Cihangir Mirza, 251, 414hl52. Dedem-Oğlu (Şâir), 303.
Cihan-Şah, 147, 148, 150, 167, 225, 251, 266, Deli Dumrul, 381, 385, 387, 404.
272, 376. Deli Dündar, 390, 396, 397, 400, 406.

488
Deli Haşan (Celâli), 187, 188. Ebû-Kâlicâr, 84, 85.
Demir Gücü, 391. Ebû-Muzâhim (Sulu), 11.
Demir-Han (Gündüz-oğlu), 272. Ebû-Nasr-i Zevzenî, 74.
Demir-Taş, 145, 223, 224, 247, 267, 270, Ebû-Rîş oğlu (Arab emirlerinden), 299.
Deniz Kethüda, 330. Ebû-Said (Timurlu), 148.
Derviş Paşa, 198. Ebû-Said Bahadır Han, 144, 145, 163, 166.
Dib-Cenkşu, 241. Ebû-Sehl-i Hamdavî (amîd), 73, 81, 82.
Dib-Yavku, 241, 244, 315, 336, 342. Ebû-Yusuf Yâkub, 138.
Dimaşk Koca, 248, ^249, 253. Ebû’ l âlâ Ahval, 67.
Dinar, 114, 120, 121, 122, 124, 125. Ebû’ l-Asker, 72.
Direk Tekür, Arşm-oğlu, 386. Ebû’ l-Ferec, 47, 247.
Dirse Han, 385, 386, 412, 417. Ebû’l-Feth Beğ (Ak-Koyunlu), 287, 288.
Dizek, 65. Ebû’ l-Gadir, 245, 253.
Doğaıı Kethüda, 307. Ebû’l-Gazi, 35, 37, 41, 139, 142, 203, 210‘
Doğan-Oğlu (Beğ-Dili’ den), 307. 219, 238, 240, 242, 325, 326, 344, 382,
Dokuz İbrahim Beğ, 274, 285. 386, 404.
Domuz-Oğlan, 172. Ebû’ l-Hasan Tak, 65, 66.
Donrul (Tuğrul) Kethüda, 329. Ebû’ I-Heycâ el-Hezebânî, 83, 84.
Doymaduk, 382, 391. Ebû’I-Kasım (Mirza), 377.
Döğcr-Oğlu (Çepni), 330. Ebû’ tı-Nasr Ahmed (Hâce), 72, 86.
Dubeys b. Mezyed ul-Esedî (Hille hüküm­ Efdal-i Kirmanı, 125.
darı) 95. Eğrek (Uşun Koca-oğlu), 385, 401, 417.
Dubeys b. Sadaka, 128. Ekber Han (Hindistan hükümdarı), 235h48.
Dudu-oğlu, 134. Eksük, 136.
Duba, Koca, 385, 388. El-Beğli-Oğlu, 143.
Dukak, 61, 62, 386. Eliğ Koca, 385.
Dulat (Devlet) Hoca, 247, Elkas Mirza, 308.
Duran Beğ, 285. Elvend Beğ (Ak-Koyunlu), 152, 286.
Durmuş (Döğer’den), 254. Elvend Han (Kuh Gilûye vâlisi), 287, 288.
Durmuş Han, 308. Emen Beğ, 359.
Duyar Kethüda, 325. Emenlik Beğ, 269, 273.
Duymuş Kethüda, 275. Emet Beğ, 287.
Dülek Evren, 401. Emet Kethüda, 366.
Dündar (Döğer’ den), 254. Emir Beğ (Musullu), 225.
Dündar (Celâlî), 187. Emîr Çavlı, 337.
Dürkeş, 241. Emîr Çavuldur, 324.
Düzen, 401. Emîr Han (Avşar’ dan), 288.
Emiıze (Emiıza), 252, 253.
E Enkiş, 37, 382, 391, 398.
Er-Basgan, 107, 108, 129, 133.
Ebû-Bekr (Sa’ d’m oğlu), 338, 339. Erdem, 107.
Ebû-Bekr (Salgur’lu), 339. Er-Doğdu Han» 290, 291.
Ebû-Bekr (Türkmen), 369. Eretna (Emîr), 144, 164.
Ebû-Bekr h. Miran-Şah, 249. Eretna (Dodurga’ dan), 257,
Ebû-Bekr-i Tihrânî, 248, 250, 376. Erki (Döngür-oğlu), 315.
Ebû-Dulef, 44, 49. Er-Taş, 94, 93.
Ebû-îbrahim (Muntasır), 51, 63, 64, 65, 66. Ertuğrul Gâzi, 162, 168, 220, 221, 375.
Ebû-îshak-ı Hallaç (Şiraz’ lı), 393. Esen Beğ, 257.

489
Esen (îsen) Kutluğ, 144. Gız-Oğlu Mansur bk. Mansur.
Eslemez, 268, 269. Gök-Böru, 146.
Etrek, 43, 47, 54. Gökçe, 362.
Evliya Çelebi, 209, 210, 302, 316. Gökçe, Musa, 248, 249, 250, 251, 253.
Eylik Koca, 401. Gök-Han, 315, 319, 395.
Eymir, 345. Gök-Taş, 69, 71, 72, 73, 81, 82, 83, 84, 94,
Ezgene, 111x22. 95, 96.
Gördü Beğ (Gündüz-oğlu), 267, 269, 270,
F 271.
Gümüş-Tegin, 107.
Fahruddin Ali. 161.
Gündeşli-Oğlu, 143.
Fahruddin İbrahim (Yıva’ dan), 362.
Gündoğmuş (Döğer’ den), 254.
Falıruddin-i Râzî, 41hl48.
Giin-Doğmuş Sultan (Beğ-Dili emirlerinden),
Fahruddin Mübarek Şah, 206.
Fârâbı, 38. 309.
Gündüz, 271.
Fâris (Demir-Han-oğlu), 271.
Gündüz Kethüda (Kör Ali-oğlu), 274.
Fâris (Doğancı-oğlu), 223, 224.
Gündüz-oğlu, 224, 270.
Fenâ Hüsrev b. Mecdüddevle, 84.
Güzel, 267.
Ferec, Sultan, 223, 224, 248, 267.
Ferec (Türkmen, Savcı Beğ-oğlu), 252. H
Ferhad (Kuduz), 183, 184.
Hâbil (Mehmed Beğ-oğlu), 332.
Ferhad Han (Safevî kumandanı), 236, 288.
Hacı Ali, 303.
Ferruh-Şah, 125.
Feth Ali Han, 236. Hacı Beğ, 285,

Fethuddin, 134. Hacı Bektaş-ı Veli, 157, 299h7, 313, 327,


409hl20, 420.
Firdevsî, 170.
Fırûz (Feriz) Beğ, 194. Hacı-Emîr (Bayram-oğlu), 328.
Frederik Barbaros, 137. Hacı İbrahim, 313.
Fuzulî, 222, 233, Hacı İbrahim Paşa, 187.
Hacı tvaz, 274.
G Hacı Kethüda, 275.
Hacı Mahmud (Çepni’ den), 330.
Gadir (Nuayr oğlu), 252. Hacı Süleyman, 226.
Gaflet Koca, 400. Hacı Uveys Beğ, 234.
Gâmm Beğ (Bekmişlu), 300, 301. Hâlid Beğ (Bayındır’ dan), 305, 317.
Gars ud-Din, 264. Halil (Çepni’ den), 332.
Gazan (îlhanlı hükümdarı), 144, 161, Halil (Yoldaş), 402.
374. Halil (Kerim-oğlu), 196.
Gazan Sultan (Kara-Koyunlu), 385h27. Halil Ağa, 285.
Gedâ Ali Sultan, 235. Halil Beğ (Receb-oğlu), 274, 283 h 79.
Gedik, 227, 232. Halil Beğ (Ak-Koyunlu), 225.
Gerdizî, 27, 51, 63, 69, 70, 72, 104. Halil Beğ (Bozca-oğlu), 225, 226.
Gevlıez-Âyin, 107. Halil Beğ (Dulkadırlı), 223, 246,
II. Gıyaseddiu Keyhüsrev, 157, 357. Halil Han, 287, 288.
Gıyaseddin Mes’ud, 158. Halil Kethüda (Kara-Gündüz-oğlu), 274.
Gız-Oğlu (îsmailiyye Türkleri’nin başı jp. Halil Mirza (Haşan Beğ-oğlu), 286.
132. Halil Sultan (Tiınurlu), 266.
Gız-Oğlu (Tapar’m emirlerinden), 132. Halil Sultan (Dulkadırlı), 348.
Gız-Oğlu (Mes’ud’un emirlerinden), 132. Halil, Sultan (Ak-Koyunlu), 329.

490
Halil el-Zâhirî, 297. Humar-Tegin, 106.
Hamdullah-ı Kazvinî, 63, 203, 222, 363, Hüsameddin Halil, 363.
Hamed il-Abbas, 302. Hüsameddin Kılıç-Arslan, 132.
Hammer, 210. Hüseyin (Arnavud), 189.
Hamza (Kara Nebi-oğlu), 197. Hüseyin Ali Beğ, 235.
Hamza Beğ (Ak-Koyunlu), 149. Hüseyin Beğ (Ak-Koyunlu), 251.
Hamza Beğ (Kliç-Eri-oğlu), 370. Hüseyin Beğ (Doğu Türkmenleri'nin baş­
Hamza Kethüda (Dodurga’dan), 257. buğu), 246.
Handan, bk. İsmail (Altun-Taş-oğlu). Hüseyin Beğ (Boz-Kır’ın oğlu), 183.
Hârun (Harizm-Şah), 74, 76, 77, Hüseyin Beğ (Köpek-oğlu), 263, 267, 268,
Harun (Resul), 138. 269.
Has Beğ, 261. Hüseyin Beğ (Sevindik Beğ’in oğlu), 290.
Haşan (Ceneklü), 250. Hüseyin Beğ (Turgut-oğlu), 183, 184.
Haşan (Malımud-oğlu), 169, 222. Hüseyin Beğ (Yıva’ dan), 367.
Haşan Ali Fakih, 322. Hüseyin Beğ, (Uyuz Beğ Yarsak), 341.
Hasaıı Beğ (EbûT-Gâdir’ in oğlu), 245, 253. Hüseyin Çelebi, 302.
Haşan Beğ (Döğer’ den), 252, 253. Hüseyin Han (Kaçar Ziyad-oğlu), 349.
Haşan Beğ (Pehlivanlı), 227, 280. Hüseyin Kethüda (Bayındır’ dan), 316.
Haşan Beğ-i Rumlu, 234, 285, 335, 379. Hüseyin Paşa (Haleb beğlerbeğisi), 187.
Haşan Beğ (Yüz Hatim Ağa-oğlu), 300. Hüseyin Paşa (Kadı-zâde), 301, 302hl7.
Haşan Beğ (AbduIİâtıf Beğ-oğlu), 282. Hüseyin Sultan (Ferah hâkimi), 291.
Haşan Beğ (Uzun), 148, 149, 150, 168, 225, Hüsrev Paşa (Veziriazam), 299, 310.
226, 266, 272, 286, 329, 376, 403, Hüsrev Sultan (Köroğlu), 291.
408.
Haşan Han, 288.
İ
Haşan Kethüda, 371. İbe Sultan, 230, 286.
Haşan Paşa (Karaman beğlerbeğisi), 197. îb n Battuta, 167.
Haşan Paşa (Sokulluzâde), 187. îb n Bibî, 168, 365.
Hatice (el-Kaim’ in karısı), 102. îb n Devâdârî, 378, 381.
Haydar (Kürd), 189. îb n Fadlan, 34, 37, 42, 43, 44, 47, 52, 531ı216;
Haydar Beğ (Pehlivanlı), 229. 54, 388, 392, 403, 405.
Haydar Beğ-Sultan (Şamlu), 309. îb n Hurdadbih, 30, 35.
Haydar Beğ (Zeynel Beğ-oğlu), 310. îb n îyas, 252, 410.
Haydar Paşa, 171. îb n Kesîr, 52.
Haydar Sultan (Harem eşik ağası başı), 309. îb n Sa’ id, 161, 218.
Hazna Hatun, 304. îb n Şeddâd, 159.
Hızır, 141. îbn Tağn-Birdi, 248, 2S1, 252, 271.
Hızır İlyas (Eymir’ den), 345. İbn ul-Esîr, 62h257, 70, 72, 75h305, 81h326,
Himmet Beğ (Çepni’ den), 332. 82h327, 85, 94, 115h369, İ2lh376,
Hindu Han, 242. 128, 263hl2, 364.
Hoca Muhammed (Hoca Sadeddin’in dede­ îb n ul-Ezrâk, 96.
si), 152. İbn ul-Kassab, 264.
Hocantı (Karaman-oğulları beğlerinden), 179. İbrahim (Osmanlı Sultanı), 295, 322, 330,
Horasan (Türkmen beğlerinden), 132. 371.
Hoş-Kadem, 169. İbrahim (Savcı Beğ oğullarından), 252.
Hulâgu, 149, 156, 159, 339, 363. İbrahim (Aydın Beğ-oğlu), 332.
Hu-Lu, 10. İbrahim (Yıldızlı), 187.
Humar-Taş, 71, 72, 73. İbrahim Beğ, 285.

491
İbrahim Beğ (Ak-Koyunlu), 414hl52. İsmail Beğ (Ebû Seyf-oğlu)- 301.
İbrahim Beğ (Hacı-İvaz-oğlu), 283h82. İsmail b. Ahmed (Samanlı hükümdarı), 27,
İbrahim Beğ (Karaman-oğlu), 215h57. 50, 56.
İbrahim Beğ (Ramazan-oğlu), 354. İsmail Hans 236, 289.
İbrahim Beğ (İshak-oğlu), 105. İsmail Kulu Beğ, 402.
İbrahim Gülşenî, 169, 420. \ jju J ^ IH , 368h35,
İbrahim Han (Safevî emirlerinden). 233. İspend (İsfahan), 250.
İbrahim Paşa (Veziriazam), 171, 415hl53. İsraii, 58, 59, 63, 64, 402.
İbrahim Ym al, 63, 77, 85, 86, 94, 95, 97, 98, Îstahrî, 33, 43hl58.
105, 106. İstemi, 10.
İdrisî, 42. İzzuddin (Lûr emîri), 362.
İğdir-Oğlu, 357. İzzuddin Haşan, 128.
İk (Eyik), 141.- I. İzzuddin Keykâvus, 134, 366.
İI-Aldı B eğ, 329, 334. II. İzzuddin Keykâvus, 356.
İI-Arslan (Harizm-Şah), 29h80, 111, 118,
119, 120, 241. K
İl-Basraış, 144. Kaçar, 156h436.
İI-Deniz, 130, 26i, 262, 263, 361. Kadir Beğ (Eymür’ den), 345.
İl-Gazi, 136. Kadir Han, 67.
îlgey Noyan (Celâyir), 160. Kafşut Beğ, 101.
İliğ-Han (Nasr b. Ali), 63, 64, 65, 66, el-Kaim bi-EmrÜlah, 47, 98, 193.
75h305. Kalender Çelebi, 172.
İI-Terış, 8, 14, 15. Kalender-Oğlu, 185.
İlyas-ı Döğer, 249. Kamgan, 397.
İmaduddin Zengî, 111, 128, 12.9, 134, 360. Kâmrûye (Sâve hâkimi), 84.
İmam Kulu Han, 368. Kanlı, 32.
İmam Kulu Sultan, 290, 291. Kanlu Mehmed, 322.
İnal, 169. Kansuh ul-Gavrî, 170, 210.
İnal el-Çekimî, 252. KantuTalı, 379h6, 387, 410, 412.
İnal el-Süslanî, 270. Kao Sien-Çi, 12.
İnal-Haıı, 336. Kapağan, 7, 11, 14, 15.
İnal-Soyram Yavku, 336. Kapan Beğ Sultan, 309,
İnal Yabgu (Kayı), 315. Kara Ahmed, 322,
İnanç, Emîr, 262. Kara Arslan Melik, 386.
İnanç Yabgu, 76h308. Kara Beğ, 225.
İsa, 72. Kara-Beli (Salur Beği), 127, 337.
İsa (Sarı Eymir-Oğlu), 347. Karaca (atabeğ), 337.
Isa Beğ (Kızıl Koca boy beğisi), 333, Karaca Beğ (Dulkadır-oğlu), 353,
İsfendiyar Han (Harizm hükümdarı), 242. Karaçar, 156h436.
İshak (Tuti Beğ’in babası), 113. Kara Çekür, 410.
İskender (Kara-Koyunlu), 250. Karaçuk Çoban, 391, 412.
İskender Beğ-i Türkmen, 234, 289, 292, 319. Kara Demir-Taş, 247.
İskender Han, 287. Kara-Gündüz, 274.
İslâm Beğ, 264. Kara Güne, 397, 399, 400, 404, 406, 421.
İsmail (Yâkutî’nin oğlu), 129. Kara-Göz Paşa, 171.
İsmail (Altun-Taş-oğlu), 77, 93. Kara-Yazıcı Abdulhalim, 186, 187, 188.
İsmail Beğ (Avşar’ dan), 281. ICara-Han, 2, 220, 375.
İsmail Beğ (Pehlivan-oğlu), 227. Kara-Hasan Beğ, 209.

492
Kara-Kuş, 138. Kessâl Beğ (el-îys-oğ/u), 301.
Kara-Mahmud Kethüda. 275. Kezençuk, 387.
Karaman, 160, 168. Kezlik Han, 242.
Karaman Beğ (At-Güden Beğ-oğlu), 298. Kıfçak (ArsIan-Taş-oğlu, emîr), 127, 128.
Karaman Beğ (Mangışlak’ taki Oğuz beğ­ Kılbaş, 390, 395, 402.
lerinden), 140, 325. K ılıç (Şumla ailesinden), 262, 264.
Kara Mehmed 245, 246. Kılıç-Arslan (Ali Han’ ın oğlu), 57, bk. Şah-
K ara - N ebi -oğl u , 279. Melik.
Kara-Receb, 285. I. Kıhç-Arslaıı, 129.
Kara-Said, 1Ö9. II. Kılıç-Arslan, 134, 137.
Kara-Sunguı*, 130. Kılıç Arslan (IV, Ruknuddin), 367.
Kara Tekür, 386. KılıÇ'Arslan Beğ (Ak-Koyunlu), 167.
Kara Tüken. Melik, 386, 421. Kılıç-Arslan (Kara-Koyunlu), 167.
Kara-Yusuf (Kara-Koyunlu), 147, 167, 224. Kılıç Beğ-Han-(Esterâbâd vâlisi), 349-
247, 249, 250, 265. Kılık Beğ ( j i l ) 140, 325.
Kara-Yülîik Osman Beğ, 148, 164, 167, 223, Kımac, 114, 115.
224, 248, 249, 250, 251, 265, 269. Kzpçak Melik (Demir yayh), 386, 421.
Karesi Beğ, 162. Kırgıl Yahya-oğlu, 301.
Karkm, 254. Kırım Kethüda, 371.
Karmış Bay, 41. Kırk Kmuk, 410.
Karsandı-oğlu, 197. Kırvâş (Ukayl-oğlu), 95.
Kasım (Çoban-oğlu), 196. Kızık (Mehmed-oğlu), 296.
Kasım Beğ (Pürnek’ den), 286. Kızıl, 69, 71, 72, 73, 81, 82, 83, 84,85, 94.
Kasım Sultan (Han), 289. KızıKArslan, 128, 131.
Kaşğa, 141. K ızıl Ahmed Beğ (İsfendiyar-oğlu), 329.
Kaşğa-Çura, 240. Kızlı, 133.
Katı ( U J veya Kutlu, 252. Kıyan Gücü, 391.
Kâtib Çelebi, 227. Kıyan Selçuk, 385, 388, 399, 405, 422.
Katran (şâir), 83. K oca, 385.
Kavşut (Kaymaz’m oğlu), 263. Kodalak Beğ ( Jj 229,
Kavurd Beğ, 92, 98, 102, 106, 108, 123, 406. Kozîgurtay, 161.
Kaya (Döğer’den), 254. Konuş (Tonuş), 76.
Kaya Beğ (Kaçar’ dan), 348. Korkmaz (Haleb vâlisi), 263.
Kaymaz (hâlifenin emîri), 261. Korkmaz Kethüda, 253.
Kayser Beğ, 123. Korkut (Fâtih’in torunu), 168, 376, 420.
Kazan Beğ, 140. Korkut Ata, 376, 380, 381, 382, 383, 387.
Kazan Beğ (Salur), 37, 142, 325, 336, 342, bk. Dede Korkut.
373, 382, 383, 384, 385, 387, 388, 389, Korkut Beğ (Boz-Ok’ lu), 113, 114, 120.
390, 395, 396, 397, 398, 399, 400, 401, 122,124,216.
402, 403, 404, 406, 411, 412, 414, Korkut Beğ, 216.
416hl57, 417, 421. Kovdan, 261.
Kazılık Koca, 385, 393, 399. Kozan-oğlu, 196.
Kelb-i Ali Sultan, 289, 291, 348. K oni Tiriğ, 4.
Kemal Paşa-zâde, 253. Köpek, 266, 269,
Ken’ an Beğ (Boz-Koyunlu), 303. Köpek-oğlu, 270.
Ken’an Beğ (el-îys-oğiu), 301. Kör-Oğlu, 142. 185, 186, 280, 373, 374.
Kenger-oğlu, 13h25, 134. K um Sengün, 6hl2, 14.
Kerim (Kürdülü), 305. Kul Sa’ dun, 305.

493
Kurt Beğ (Boz-Koyunlu), 303. Mansur (Gız-oğlu), 81, 83, 95, 96.
Kutalmzş, 68, 97, 99, 100, 107, 135. Mansur (Kutalmış’m oğlu), 101, 193.
Kutbuddin Melik-Şah, 137. Mansur Beğ (Avşar), 149. 266, 286, 287.
Kutbuddin Mevdûd, 129. Mao-Tun (Mete), 2, 3.
Kutluğ Beğ, 140 h 411. Marco Polo, 179, 408.
Kutluğ Han (Salgur’ lu), 339. Mayaçık, 361.
Kutlu ğ-înanç, 131. el-Mehdî (Abbasî halifesi), 24.
Kuzucu Beğ, 359. Mehdî Hacı, 145.
Küç-Doğan (Güç-Doğau), 260, 264-. Mehdi Kulu Han (Avşar’ dan), 288, 291.
Kül Bilge Han, 19, 20. Mehmed (Kadı Burhaneddin’in beşinci dede­
ICül-Sarığ, 107. si), 164.
Kül-Tegin, 4, 8, 10, 15, 16, 17, 24. Mehmed (Bayezid-oğlu), 196.
Külüğ Çur (Bayna Sanguıı-oğlu), 4. Mehmed, Fâtih Sultan, 165, 168, 190, 350,
Kündürî, 99. 376, 414, 420.
Kür-Yavı, 132. Mehmed, Çelebi Sultan, 165, 167, 196, 266,
Küş-Toğdı (Şehrizor vâlisi), 128. 415İ1İ52.
Mehmed Beğ (Karaman-oğiu), 160, 161, 162,
L
403.
Lutf Ali Beğ, 310. Mehmed Beğ (Beğdili’ deıı Şah tsmail-oğlü),
301.
M
Mehmed (Teke’li), 187.
Mahdum Kulu, 140, 141, 143. Mehmed Paşa (Kalender-oğlu), 188, 189.
I. Mahmud, 155. Mehmed (Sırkıııtı-oğlu), 197.
Mahmud Beğ (Pehlivanlı), 229. Mehmed Beğ (Yıva’ dan), 367.
Mahmud, Emîr (Döğer’ den), 252. Mehmed Beğ (Aydm-oğlu), 162.
Mahmud (Tapar’m oğlu), 132. Mehmed Çavuş (Nesli-Oğlu), 186.
Mahmud (Kaşgarlı), 8, 27, 28, 29, 30, 32, 34, Mehmed (Kut-Beği-oğlu), 268, 270, 272.
38, 39, 40, 41, 49, 52, 57, 58, 61, 201, Mehmed Beğ (Gundüz-oğullarından), 271.
202, 204, 206, 208, 210, 211, 238, Mehmed Beğ (Denizli uc beği), 409.
259, 320, 360, 392, 393, 394, 402, Mehmed (Köpek-oğlu), 267, 269.
407. Mehmed Paşa (Rakka beğlerbeğisi), 307.
Mahmud (Oğuz boy-beğlerinden), 114. Mehmed Paşa, Rum, 341.
Mahmud (Berçem’in oğlu), 362. Mehmed (Beğ-Dili’den Pir Budak-oğlu), 301,
Mahmud (Mirdas-oğlu), 101. Mehmed Beğ (Haşan Beğ-oğlu), 227.
Mahmut Beğ (Boz-Koyunlu’ dan), 298. Mehmed (Beğ-Dili’den), 307.
Mahmud, Sultan (Sancar’m yeğeni), 116, Mehmed Kethüda, 275,
117, 118, 119, 121, 128, 241, 337. Mehmed Beğ (Avşar’dan), 285.
Mahmud, Sultan (Gazneli), 57, 65, 66, 67, Mehmet Beğ (şâir), 306.
68, 69, 70, 71, 75, 81h326, 402. Mehmed Beğ (Dulkadırlı), 267.
Mahmud Sultan (Baba îlyas-oğlu), 236. Mehmed Saru, 146, 147.
Mahmud Han (Avşar’ dan), 290. Mehmed Âşık (Osmanlı coğrafyacısı), 331.
Mahmud Kethüda, 253. Mehmed Neşrî (müverrih), 52, 203.
Mah-Bûy, 65. Melike Hatun, 35,
Makaraç Tamğaçı, 24. Melik uI-Âdil, 223.
Makrizî, 267. Melik ul'Eşref, (Eyyublu) 134.
Maksud Beğ (Çepni), 335. Melik Eşref (Çobanlı), 145.
Mamak (Demir Donlu), 385, 389, 422. Melik ul-Eşref (Memlûk sultanı), 245, 246.
Mamış Beğ, 41. Melik Mes’ ud (Eyyûbî hükümdarı), 138.

494
Melik-Şah, 102, 104, 108, 109, İ27h386, Muhammed Beğ (Çepni), 335.
133, 136, 261, 262. Muhammed (Dimlaç-oğlu), 133.
Melik-Şah {Irak Selçuklu hükümdarı), 130, Muhammed (Harizm-Şah), 242.
261, 338. Muhammed Sultan (Kara-Bayat beği), 236.
el-Melikür-Rahim (Büveyhî hükümdarı,) 96. Muhammed Bakır Han, 237.
Mendek ( ) 125. Muhammed (Avşar beği), 261.
Mengü-Bars, 337, 360. Muhammedi Mirza, 286, 287.
Mengücük, 324. Muhammed-i Nesevî, 364.
Mengü-Temür, 339. Muhammed Hüseyin Sultan, (Eymür beği),
Meninî, 65. 348hl3.
Menli-Tegin, 124.
Muhammed Yâr, 349.
Mervezî, 28.
Muhammed b. Mustafa b. Zekeriyya es-Sal-
Mes’ud (Kıfcak-oğlu), 129.
ğurî (Divriğili), 340.
Mes’ud (Irak Selçuklu hükümdarı), 104, 128,
Muhammed b. Ahmed, 233.
129, 130, 131, 337.
Muhammed Ali Han, 236.
Mes’ud (Gazneli), 71, 72, 73, 74, 79, 80, 81,
Muhammed Zaman Han, 310.
82, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 93,
Muhammed Beğ (Şamlu emirlerinden), 309.
99, 117.
Muhammed (Safevî hükümdarı), 291, 308,
Mes’udî, 37, 38, 54, 55.
402.
Mevdud (Gazneli Mes’ud’un oğlu), 93.
Muhammed Selim-Şah, 235h48.
Mevdud (Salgurlu), 125K386, 337, 33B.
Muhammed Kulu, 148.
Meymuıı (Celâli), 189.
Muhammed Zaman Sultan-ı Bayındjriyye-j
Mısır Hoca (Kara-Koyunlu), 375h27.
Türkman, 319.
Mısır (Döğer’ den), 250, 253.
Mikâil, 64, 67. Muhsin b. Tak, 66.
Mikdad Beğ (Avşar), 285. Muinuddin Pervane, 160.
Minnet Beğ, 165. Mukaddesi, 28, 29, 38, 56.
Minnet, Küçük, (Avşar), 274. II. Murad, 167, 168, 206, 210, 220, 350, 376,
Mintaş, 247, 248. 4l5hl52, 420.
Mirza Beğ (Ali Beğ-oğlu), 227. III. Murad, 172, 177, 226, 300, 347.
Mong-li, 22. IV. Murad, 310.
Moyunçur, 10, 20, 21, 27, 31. Murad Beğ-i Bayındıriyye-i Türkman, 319.
Muammer Beğ (Deli Seyf-oğlu), 274. Murad Beğ (Kara Gündüz-oğlu), 274.
Muhammed (Hz.), 169, 375, 400. Murad Beğ (Avşar), 285.
Muhammed (Sultan Tuğrul’ un oğlu), 338. Murad Beğ (Yularcı başı), 288.
Muhammed (Gazneli Mahmud’un oğlu), 71. Murad Han Sultan (Çepni), 335.
Muhammed (Dinar’ın bahası), 124. Murad (Kâfir), 187.
Muhammed Şah (Salgur’lu), 339. Murad Paşa (Kuyucu), 189.
Muhammed Şah (Behram Şairin oğlu), 124. Murad Sultan, (Ak-Koyunlu), 151, 287.
Muhammed Tapar, 116, 129, 132, 261, 262, Murtaza Kethüda (Boz-Koyunlu), 301.
337. Musa Beğ (Eberlu), 290.
Muhammed Zâfir, 124. Musa Beğ (Kara şeyhlu Kızıl İdris-oğlu),
Muhammed (Irak Selçuklu hükümdarı), 130. 301.
Muhammed bk. Tuğrul. Musa Beğ (Pehlivan-oğlu), 227.
Muhammed Şah (Kirman hükiioıdan), 124. Musa (Söklen boy beği), 172.
Muhammed (Oğuz beğlerinden), 114. Musa (îlhanlı şehzadelerinden), 145.
Muhammed Arslan Han (Kara-Hanlı hü­ Musa Kethüda, 301.
kümdarı), 113, 116. Musa Paşa (İsfendiyar oğlu), 379k4.

495
Musa Yabgu, 44hl70, 64, 76. 78. 79, 85, 89, Oğuz-Han, 2, 3, 4, 148, 168, 169, 204, 208,
93. 220, 222, 315, 320, 374, 375, 376, 377,
Muslî Çavuş (Celâlî), 189. 420, 421.
Mustafa, (Ulaşlı-oğlu), 305. Oğuz-Han (Fâtih’ in torunu), 169, 376, 420.
Mustafa Beğ (Çeıkes-oğlu), 274, 283h81. Okçı (Ense Koca-oğlu), 390.
Mustafa Beğ (Mürsel-oğlu), 228. Orhan Beğ, 162, 168, 316, 409İ1İ20, 418.
Mustafa Han, 310. Osman Beğ, 162, 220, 375, 376, 418.
Mustafa Beğ (Avşar’ dan), 285. Osman b. Affan (Halîfe), 380.
Mustafa (Kara Ahmed-oğlu), 322. Osman Paşa (Yeğen), 209.
Muslafa (Kürd Kizir-oğlu), 186, 187. Otman Baba, 167, 420.
Mustafa Kethüda' (Peçenek’ ten), 321. Ozmış Kağan, 18, 19, 20.
Muzaffer ud-din Gök-Börü, 133.
Muzaffer ud-din Tuğrul, 338. Ö
Muzaffer ud-diıı-i Salğıır, 340. ödek Han ( iLijl 118.
Muzaffer ud-din Sii-Sıyan, 264.
Ögedey, 339.
Mücahiduddin (Kobnân vâlisi), 125.
öğrünç, 144.
el-Miisterşîd (Halîfe), 104, 128.
Ömer (Melik-Şah’ın emirlerinden), 109.
Ömer Beğ (Avşar’ dan), 285.
N Ömer Beğ (Çerkez-oğlu), 274.
Ömer Beğ (Gündüz-oğlu), 224, 270, 272.
Nâdir-Şah, 155, 206, 236, 290, 292, 293.
Ömer (Hısn Keyfa Eyyublulanndan), 245.
Nakdî Beğ (Beğ-Dili’ den), 310.
Ömer Beğ (Ramazan-oğlu), 271.
Nâsır Beğ (Kör), 300.
Ömer Han (Yazır’ dan Hindu Han’ın kar­
Nâsır Hüseyin Beğ (Bayatlardan), 225.
deşi), 242.
Nâsır-i Husrev, 59.
Öz-Aba ^ 121.
Nasr b. îliğ, 66.
Özbek (Atabeğ), 362.
en-Nâsir li-Dinillâh, 260, 362.
Özer-oğlu, 270, 272.
Nasr ud-devle Ahmed (Meıvaıı-oğlu), 95.
Öz Yiğen Alp Turan, 3, 4.
Nasuh (Çepni’ den), 332.
Nasuh Paşa, 189.
P
Nevruz (Emîr), 223, 224, 267, 270, 272.
Niebuhr, 227, 314, 346. Paşa Beğ (Yıva’ dan), 367.
Nizâmü’ l-Mülk, 100, 104, 108, 109. Pegolotti, 256.
Nuayr b. Hayyâr. 248. Pehlivan (Alp-Arslan’ın emîrî), 107.
Nuh (Hz.), 376. Pehlivan (Pehlivanlı obası reisi), 226.
Nuh b. Esed, 50. Pehlivan (Atabeğ), 263, 338, 361.
Nuh b. Mansur, 63. Petro (Rus çarı), 140.
Nuh b. Nasr, 56. Pir Ahmed Kethüda, 325.
Nur Ali Beğ, 249. Pir Ali (Yıva’ dan), 367.
Nur-Bânu, 177, Pir Haşan, 246.
Nureddin (Resul-oğullarından), 138. Pir Hüseyin-i Karluk ( ^ 146.
Nureddin Gökçe, 362. Pir Kulu Han, 236.
Nureddin Mahmud, 104, 110, 128, 134, 138, Pir Ömer, 249, 268.
365. Pirî (Emir-i ahûr), 74,
Nur ud-Dehr, 309. Pîrî Beğ (Döğer’ den), 255.
Pîrî Beğ (Ak-Koyunhı Muhammedi Mirza’ nın
O
emirlerinden), 286.
Oğuz Bilge Tamğaçı, 24. Pîrî (Yapa’ dan), 351.

496
P ’ukutsran (Uygur Kağanı), 22. Saru Beğ (Şamlu emirlerinden), 309, 310.
Pulat Cinsang, 144. Saru-Han, 162.
Sanım Beğ, 265.
R
Satılmış (Döğer’ den), 254.
R âdif (Çepni’ den), 330. Satılmış (Dimleklu), 301.
Ragıp Paşa, 254. Savcı (Bayındır’ dan), 316.
Rahman Kulu Sultan, 242. Sav-Tegin, 106.
Ramazan Beğ (Yüregir beği), 353, 354. Seğrek, 385, 405, 417.
Râvendî, 131, 168, 361. Selâhuddin-i Eyyubî, 128, 133, 136, 138, 365.
Receb (Avşar’ dan), 274, 283h80, 285. Selcen Hatun, 413.
Resul-Tegin (Arslan Yabgu’nun oğlu), 67, 99. Selçuk (Selçuklular’m atası), 58, 59, 61, 62,
Reşidüddin, 36, 53h216, 168, 204, 205, 206, 63, 66, 67, 78, 93, 101, 386.
207, 208, 210, 211, 216, 238, 241, 244, Selçuk Hâtûn, 167.
259, 260, 293, 297, 320, 321, 336, 360, Selçuk-Şah (Uzun. Haşan Beğ’in zevcesi),
363, 369, 378, 387, 402. 167.
Romanos Diogenes, 101. Selçuk-Şah (Salğur’ lu), 337, 339.
Russel, P., 227.
Selim, Yavuz Sultan, 153, 170, 171, 179, 218,
Rüstem (Tarhan-oğlu), 225, 272.
259, 323, 331, 333, 343, 350, 366, 376,
Rüstem (Türkmen beği), 137.
416.
Rüstem Beğ (Ak-Koyunlu), 151, 230.
II. Selim, 172, 183, 184, 226, 230, 257, 275,
Rüstem Han (Kûh-Gilûye vâlisi), 287.
277, 307, 316, 325, 341, 347, 366,
Rüstem Kethüda (Bayındır’ dan), 317.
371.
S Selmeneci ^ 114, 117.
Sabûr Han, bk. Ömer Han. Sen Timur (Esen), 226.
Sa’ d (Salğur’ lu), 338, 339. Sevinç, (Şems ud-din), 146, 208.
Sadeddin, Hoca, 152. Sevinç Aka, 144.
Sâdikî (Avşar), 233. Sevindik Beğ (Avşar’ dan), 290.
Sadî (şâir), 338, 339. Sevindik Beğ (Bayat’ dan), 225.
Safi Kulu Beğ (Saru Beğin oğlu), 310. Seyf Beğ (Bayat’ dan), 234.
Safiyuddin-i Eıdebilî, 149. Seyfeddin (aksak), 183, 184.
Sâid (Kadı), 86. Seyf Han Beğ (Beğ-Dili’ den), 300, 301.
Said Paşa (sadrazam), 198. Seyyidî Ahmed, 249.
Sakalsız-oğlu, 224. Seyyidî Gâzi (Peçenek’ ten), 322.
Salğur-Şah, 340. Seyyidî Vakkas (Pecenek’ ten), 322.
Sâlim, Beğ (Döğer’ den), 245, 246, 247, 248, Seyfuddin Muhammed (Gur hükümdarı), 119.
251, 252, 253. Sinan Paşa (Cağala zâde), 189.
Saltuk Beğ, 324. So-ko, 11.
Salur Beğ, 215, 340. Sodun Noyan, (Suldus), 158.
Sâmağar Noyan (Kuin Tatar), 165. Sofi Sunu Sandal Melik, 385 401.
Sami (Çepni’den), 330. Soyban Barak, 302.
Samsam, 123. Sökmen, 136.
Sancar (Sultan), 41, 100, 102, 105, 110, 113, Sudun el-Esendemirî, Atabek, 224.
114, 115, 116, 117, 118, 119, 124, 131, Sudun mîn Abdurrahman, 270.
175, 202, 204, 241, 337. Sudun ul-Celeb, 249.
Sancar (Oğuz beğlerinden), 114. Suhrab b. Bedr. b. Muhelhil, 127.
Sancar-Şah (Toğan Şah’ in oğlu), 124. Sultan Kulu (Behmenî), 148.
Saru Arslan, 399. Sultan-Şah, 120, 121, 124, 137.

497
Su-lu. 11, 15, 24. Şah İsmail, 151, 152, 153, 154, 155, 171, 182,
Sunduk, 133. 230, 235, 287, 289, 308.
Sungur (Hemedanlı), 261, II. Şah İsmail, 186, 231, 291.
Sungur (Kirman melikinin elçisi), 123. Şah İsmail (düzmece). 186, 287.
Sungur (Sancar’ ın emirlerinden), 119. Şah Kulu (Hasan-hâlîfe-oğlu), 170.
Sungur (Salgurlu Mevdud’un oğlu), 260, 338. Şah-Kulu (Çepni korucularının başı), 335.
Sungur-AIp, 132. Şah-Kulu (Halil Han’ın oğlu), 287.
Sungur ul-Beyâtî, 132, 232. Şah Kulu Sultan (Avşat’ dan), 290.
Sunkur, 222, Şah Kulu Sultan (Bayat Uğurlu Beğ’ in kar­
Sunkurca, 107. deşi), 234.
Sûrî, 74» 78. Şah Mehmed, 250.
( d L U 226. Şah-Melik, 66, 67, 76, 77, 93, 94, 139, 241,
Sü-başı Tegin, 64, 66. 325, 343, 359.
Süleyman (Kutalmış’m oğlu), 99, 102, 129. Şah-Ruh, 250.
Süleyman (arabacı), 187. Şah-Ruh Sultan (Avşar’ dan Muhammedi
Süleyman Beğ (Bayat’ tan), 234. Mirza), 287.
Süleyman Beğ (Karaman hükümdarı), 403. Şah-Ruh Sultan (Avşar’ dan), 310.
Süleyman Beğ (Osmanîılat’ dan), 416. Şah Safi, 235, 290, 310.
Süleyman Beğ (Çepni’ den), 332. Şah-Suvar Beğ (Dulkadır-oğlu), 226, 268.
Süleyman Beğ (Çapan-oğlu), 229. Şah-Şüca, 340.
Süleyman Çelebi (Çepni’den), 335. Sah Veli (Yapa’ dan), 350.
Süleyman (Dağlar Delisi), 189. Şeh-Verdi (Luristan hâkimi), 235.
Süleyman Han (İlhanlı), 164. Şah-Verdi Han (Avşar’ dan), 288.
Süleyman (Hacı Emîr’ Ii), 165, 328. Şah-Verdi Sultan (Kaçar Ziyad-oğlu), 335.
Süleyman Halîfe (Çepni tarikat adamı), 332. Şefaat Beğ (Boz-Koyunlu), 300.
Süleyman (Hz.), 362 h 15. Şemseddin Mehmed Beğ, 159.
Süleyman, Kanunî Sultan, 168, 171, 173, Şemsuddin Muhammed b. İbrahim, 143.
183, 218, 226, 228, 233, 234, 253, 254, Şenka-Oğlu (Şumla’ m n yeğeni), 262, 263,
257, 273, 295, 296, 297, 321','324, 335, 264,
348, 356, 358, 366, 371, 379, 414M52, Şeref Han, 209.
415hl53. Şeref ud-Din Ebû Bekir, 362.
Süleyman Kethüda (Peçenek’ ten), 321. Şeref ud-D2n Emîrân, 264.
Süleyman Kethüda (Hacı)» 347. Şeref ud-Din-i Yezdî, 266.
Süleyman-Şah (Muhammed Tapar’m oğlu), Şeyh (el Melik ul-Müeyyed, Memlûk sultam),
116. 223, 224, 267, 268, 270, 271, 272.
Süleyman Şah (Şihab ud-dîn), 363, 364. Şeyh Cafer 149.
Sülü (Köpekli Avşarı’ ndan), 269. Şeyh Cüueyd, 149, 150.
Şeyh Efendi, 302.
Şeyh Haşan, Celâyir (Büyük), 155..
ş Şeyh Haşan (Küçük), 145, 164.
Şaban (Oğuz beğlerinden), 138. Şeyh Hasan-i Karlığ ( ^jJ jU 146.
Şah-Abbas, 154, 236, 242, 255, 288, 289, 290, Şeyh Haşan ul-Tatarî, 169.
308, 309, 319, 335, 344, 349, 399. Şeyh Haydar, 150, 171, 308.
Şah Ali Sultan (Çepni’ den), 335. Şeyh Ömer Ruşenî, 169.
Şah Beğ (Emîr), 234. Şihab ud-din Ahmed (veled-i Umur),
Şahin Beğ (Firuz Beğ-oğlu), 298, 300, 301, 246.
303, 305. Şikârı, 168, 210.
Şahin Kethüda (Dodurga’ dan), 257. Şir Hüseyin Beğ, 348,

498
Şîr-Kuh (Emîr), 138, 365. Tiken Bile Er-Bıçgen Kayı Yabgu, 315.
Şîr Şemseddin (Gaflet Koca-oğlu), 387, 397, Tikle ( S' j «siSC" J Zengı’nin oğlu), 123,
400, 401, 413. 338.
Şirvan-Şah, 150. Timur, 35h ll3, 139, 164, 166, 178, 225, 246,
Şöklii, 133, 386h 30. 247, 248, , 266.
Şöklü Melik (Kâfir beği), 382, 386, 391, 402, Toğan-Arsîan, 127.
406, 414, 421. Toğan-Şah, 120, 121, 124.
Şuınla (Aydoğdu), 130. 261, 262, 263, 264. Tokmak, 248.
286. Toktamış, 34hll3, 399.
ŞükruIIah, 376. Toku (Celâyir), 160.
Tonra Sem, 6, 13.
T
Tou-çe. 10.
Taberî, 24. Toymaduk, 37, 38.
Tac ud-din, 328. Tudaun (Moğol kumandanı), 160.
Tağn-Birdî (Memlûk emirî), 268. Tuğrul (Sakalsız-oğlu), 271.
Tâhir (Rey şehri kethüdası), 73. Tuğrul (Irak Selçuklu devletinin son hüküm­
Tâhir (Abdullah b. Tâhiı’ in oğlu), 35. darı), 103, 128, 131, 338, 361, 364.
I. Tahmasb, 2151ı57, 234, 288, 290, 291, 308, Tuğrul Beğ, 44hl70, 47, 49, 64, 67, 68,
334, 335, 348, 379h4, 415hl52. 75h305, 78, 79, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 92,
Takiyud-din Ömer, 138. 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100,
Tamgaç İbrahim Han, 111. 105, 106, 107, 108, 205, 393, 409.
Tann Kağan, 17, 19- Tukak, 61h257.
Tanrı-Verdi (Döğer’den), 254. Tuman, 315, 402.
Tann-Yermiş (Türkmen), 251, 252. Tuman-Bay, 376.
Tardu, 10. Tunga Tigin, 16, 130h398.
Tarhan, 59h252. Turak Beğ, 269.
Taş, 82. Tur A li (Sakalsız-oğlu), 252.
Taş-Beğ, 244. Tur Ali Beğ (Ak-Koyunlu), 402hl40.
Taş-Demir (şâir), 302. Tûran-Şah, 123, 124, 138.
Taş-ı Ferraş, 72, 73, 81. Turumtaz, 144.
Tatar (Memlûk sultanı), 225, 271. Tutî Beğ (îshak-oğlu). 113, 117, 120, 122,
Tay Bilge Tutuk, 20. 133.
Taynal Noyan, 112. Tutuş, 108, 133.
Tekiş (Harizm-Şah), 4lhl48, 103, 121, 122, Tülü Hoca, 315.
124h382, 126, 361,
Temür-Bay (Memlûk kumandanı), 354, 370. U
Temür-Boğa, 169.
Temür Boğa el-Meştûb, 269, 271. Uc-Kara Bahadır, 207.
Teoman, 2. U-çe-le, 11.
Tepe (Depe)-Göz, 377, 378, 388, 389, 399, Uğurlu Beğ (Boz-Koyunlu), 300.
401, 405, 417hl66, 4-22. Uğurlu Mehmed Beğ (Bayat’dan), 225, 235.
Tepe-Göz et-Tuğrılî (Memlûk emirlerinden), Uğurlu Sultan (Çepni’ den), 335.
389h 37. Ulaş (Dib Yavku’nun beğlerinden), 336, 341.
Tepesi-Tüylü, 187. Ulaş (Salur Kazan’m babası), 336, 398.
Terken Hatun (Harizm-Şah Tekiş’ in kansı), Ulat (Ulaşsın oğlu), 336.
242. Ulcaytu, 144, 145, 166.
Terken Hatun (Salğur’Iu), 339. Ulu-Han Ata Bitikçi, 377.
Ters Uzamış, 401. Uşak (Beğ-Dili’ den), 308.

499
Urus Koca (Toktamış’ın emîri), 396. Yazıcı-oğlu, 160, 168, 203, 208, 210, 220,
Uruz, 377, 397. 238, 264, 293, 347, 375, 376.
Uruz Koca, 377, 389, 390, 395, 396, 397, 398, Yedi Beğ (Döğer1den), 301.
399, 400, 401, 404, 408, 411, 422. Yeğen Sultan, 291.
Uşun Koca, 385, 386h31, 389. Yel-Buğa en-ATâsirî, 246, 247, 264.
el-Utbî, 66. Yeş-Beğ, 225, 268.
Yıldız Han, 204.
V Yılpagut, 6, 16.
Vahsudan, 83, 84. Yınal (tbn FadJan’m gördüğü Oğuz beği),
Yâmbery, A., 5, 140h413, 144, 318, 344. 50.
Yassaf, 127h386, 260. Ymal-Tegin, 73.
Yeli (Çavundurdan), 325. Yigenek, 379h7, 385, 396, 397, 400, 404,
Yeli Halîfe (Mustafa-oğlu), 172. 410.
Veli Han (Kirman hâkimi), 291.
Yi-Han, 17.
Veli Kethüda (Dodurga’ dan), 257, 298.
Yular-Kııdı (Celâlî), 187.
Verze (Gürcü), 379h5.
Yunus Emre, 418.
Veys Beğ (Yapa’ dan), 350.
Yunus Han, 361.
Y Yusuf (Seyf-oğlu), 189.
Yusuf (İbrahim Ym al’ın babası), 63,
Yabgu Han (Karluk başbuğu), 111.
Yusuf (Musa’ nın oğlu), 76,
Yağı Sıyan, 107.
Yusuf b. Hârun, 67.
Oğıız boy Teşkilâtı, 31.
Yusuf ICulu Sultan, 291.
Yağmur, 69, 71, 72, 73, 82.
Yusuf Paşa, 301, 302.
Yağmur (Döğer’den), 248, 249, 250, 253, 254.
Yusuf Paşa, 189.
Yağmıır-Han (Ödek Han’ ın oğlu), 118, 238.
Yahmur (Umur j j j £ 246. z
Yakub b. Arslan, 127h386, 128, 260, 286,
337, 338. Zâhir-i Nişâburî, 68, 69, 324, 402.
Yakub (Kıfcak-oğlu), 128. Zengî (Ak-Sungur-oğlu), 365.
Yakub Beğ (Ak-Koyunlu), 150, 151, 329, Zengî (Salğur’Iu Sungur’un kardeşi), 338.
414hl52. Zengî Candar, 130, 261, 262.
Yakub Halîfe (Çepni’ den), 332. Zeynel Beğ-Ifan-(Beğ-Dili’den), 309, 310,
Yakub Sultan (Kirman vâlisi), 291- Zeynuddin Ali-i Küçük, 133.
Yakutî, 98, 106, 129. Zîrek Belcek ( 126.
Yalgu (?) Beğ, 244. Ziyad b. Salih, 11.
Yattacuk (Yalancı-oğlu), 417. Ziyâ ud-din (Kıfcak-oğlu), 128.
Yapa (Yapa oymağına ad veren), 350. Ziya ul-Mülk (Boz-Doğan-oğlu), 246.
Yar Ali (Döğer emıri), 252. Zührab (Ruha beği), 307.
Yar Ali Sultan (Bayat’ dan), 235. Zülfikâr Sultan (Bayat’ dan), 234.
Yanık Beğ (Yıva’ dan), 129, 134, 365. Zünnûıı, 172.

500
II - EL' (KAVİM) OYMAK, BOY, DEVLET VE
HÂNEDAN ADLARI

A Ak-Koyunlu İmparatorluğu, 148.


Ak-Koyunlu Ulusu, 150.
Abbas oğullan, 98. Ak-Kuzulu, 178,
Abbasî halifeliği, 261. Aksaklu, 217.
Abdal, 326. Ak-Salur, 178, 343.
Abdallar, İ74h466. Ala-Bozlu, 343.
Acem(ler), 86, 104, 110, 383. Alalar, 372.
Acûrlu, 175, 177, 193. Alam, 344.
Adil, 325. Ala-Yundlu (lar), 181, 206IıI3, 206, 212, 214,
Affan Eymürü, 345. 350, 351, 352.
Afganlılar, 155, 292. Âl Arslan ( ü j i jT ), 127h386.
Afriğ oğullan, 57. AIi-Beğlu, 178.
Afşarlı Eymürü, 346, 347. A li Beğlu (Bayat’ tan), 226.
Afşar-Uşağı, 292. Ali-Eli Türkmenleri, 141, 219.
Ağaç-Eri(Ier), 147, 157, 159. A li Fahruddin, 243.
Ağaç-Eri Türkmenleri, 174h466. A li Han oğullan, 241.
Ağar, 140. AJi-Şarlu, 177.
Ağça-Koyıınlu, 156, 176, 177, 178, 193, 208, Alka-Evli (bölük), 208, 211, 238.
230, 236, 239, 399. Almanlar, 137.
Ağçalu, 179, 230, 236. Alpağut (Alpavut), 147, 177.
Akaç-Eri (Ağaç-Eri), 293, bk. Ağaç-Eri. Alplu, 273, 289, 291.
Ak-Baş, 193, 281. Alplu Afşarı, 153, 290.
Akıncılu, 343. Altı-Oğuz (lar), 3, 4, 7.
Ak-Keçilu, 181. Altın Ordu, 112, 399.
Ak-Koyunlu(lar), 148, 151, 153, 154, 156, Altun-Taş Oğullan, 93.
164h452, 166, 167, 177, 190, 201, Aman-Hoca, 311.
206, 208, 223, 224, 225, 245, 248, Ana-Böleği, 344.
249, 250, 251, 253, 255, 264, 285, 289, Anadolu Bayatları, 232.
293, 319, 329, 334, 376, 379, 391, 392, Anadolu Selçukluları, 109.
408, 415. Anadolu Türkleri, 49, 143, 148, 153, 155,
Ak-Koyunlu (oymak), 149, 171, 181. 171, 183, 229, 373, 376, 385, 405, 410,
Ak-Koyunlu Afşarları, 153. 416.
Ak-Koyunlu devleti, 151, 152, 272, 311. Anadolu Türkmenleri, 145.
Ak-Koyunlu hanedanı 152, 156, 202s 230, Anamadı (lu), 176, 177, 243.
315, 318, 414hl52. Anezeler, 193, 194, 305.

501
Ankara Türkmenleri, 320. Barak (Cerid’den), 178.
Ankara Yürükleri, 190, 217, 351, 371. Barak (1ar), 193, 194, 195, 305, 306, 316, 317.
Annâz-Oğullan, 127, 336. Baranlu, 147.
Arab (oymak), 365. Barza (ojjlj)* 181.
Arab (lar), 1 1 ,47İ1İ92, 65, 91, 95, 98, 104, B asınıl (1ar), 7hl8, 8, 17, 18, 21.
110, 133, 138, 169, 183, 190, 194, 202, Başım-Kızdılu Çepni, 329, 330.
233, 248, 252, 253, 281, 298, 305, Batı Gök-Türk Devleti, 1, 10, 12.
306, 317, 365h27, 375, 383, 393, 405, Batı Gök-Türk Kağanlığı, 55.
407. Batı Gök-Türkleri, 10, 11, 13.
Arabgirlu, 153, 308. Batı Türkleri 11, 15, 26, 27, 418.
Arablu, 300, 301, 306. Bayandur (Kimek boyu), 32.
Aralık-Evi, 312. Bayat (1ar), 44hl66, 149, 153, 165, 169, 175,
Araşlu. 288. 177, 178, 206hl3, 208, 213, 214, 215,
Arslan-Beğlu, 179. 217, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 228,
el-Artukiyye ( )ı 244h2. 229, 230, 231, 232, '233, 234, 235, 236,
Artuklular, 136, İST, 206, 244. 237, 265.
A-Se-na, 7hl8. Bayat Boy beği ailesi, 227.
A-si-kie k’iue, 12. Bayat-i Mutlak (Ak Bayat), 235.
Asi-kie ni-şu, 12. Bayaud, 32.
Assinler, 9. Bâyezid Oğullan, 199.
At-Çeken (1er), 175, 179, 186, 190, 217, 321, Bayındır (1ar), 141, 142, 149, 166, 167,
323, 333, 350, 372. 178‘ 202, 206, 208, 213, 214, 215
Avcı, 176, 302. * 303, 315, 316, 317, 318, 320, 341,
Avşar (lar)-Afşar (1ar), 126, 127, 131, 149, 354, 369.
153, 155, 156, 160, 166, 176, 178, 181, Bayındır Elsüz-Pirî, 318.
191, 193, 197, 198, 205, 206hl3, 207, Bayındırlı, 306.
212, 213, 214, 215, 217, 219, 222, Bayır-Cerid, 176.
223, 224, 225, 260, 264, 26Ş, 266, 267, Bayırkular, 15.
269, 270, 273, 274, 275, 276, 277, 278, Becni, 36hll9.
279, 280, 281, 282, 284h83, 285, 286, Beçilü, 228.
288, 289, 290, 291, 292, 293, 294, 306, Bedii (Bidil) Afşarı, 276, 277.
327, 336, 338, 360, 369, 393. Begeşlu, 292.
Aydın-Oğulları, 162. Beğ-Böleği, 344.
Ay-Doğmuş Beğlu, 273. Beğ-Dili (1er), 141, 142, 153, 165, 175, 177,
Ayru-Damlu, 176, 219. 178, 180, 193, 194, 195, 205, 206K13,
Az, 9. 208, 212, 223, 228, 297, 298, 299, 300,
301, 302, 303, 304, 306, 307, 308,
B
309, 310, 314, 317, 356.
Baba îshak Türkmenleri, 157, 327. Beğ Dili oğulları, 307, 367.
Babürlü İmparatorluğu, 148. Beğ-Dili Türkmenleri, 299.
Bacgerd, 36hll9. Behmenî hanedanı, 148.
Bahadırlu, 175. Bekeşli-Töre, 344.
Baharlu, 147, 148, 364. Bekznişlu, 300, 301, 306.
Bahrili Afşarı, 274, 279. Bektaşlu, 179.
Balabanlu, 278, 298, 301, 308. Bek-Tiginliler, 137.
Balhan Oğuzları (Türkmenleri), 74, 75, 80, Beni Kilâb, 248.
81. Beni Şâdi, 248.
Ballu, 178. Berayirlu, 322.

502
Berçem-OğulJarı, 137, 206, 361. Boz-Ulus Bayatları, 229.
Beıeketlu, 179. Boz-Ulus Ceridi, 232.
Beş-Aşık, 257. Boz-Ulus Mândesi, 276.
Beş Balık Uygurları, 28. Boz-Ulus Türkmenleri, 175.
Beşneviyye Kültleri, 95. BuIıara (oba), 344.
Bicek ( ), 138, 208. Buka-Oğulları, 127.
Biçer iğdiri, 356. Bulak, 31.
Biçerlu, 308. Bulduklu Türkleri ( 4JLUJİ 132.
Bısuut, 143. Bulğarlar, 43, 395.
Bişan-oğulları, 267. Bulğarlu, 179.
Bizans, 61, 75h305, 90, 95, 101, 105, 129, 133, Bunsuzlu Eymürü, 345.
134. Buruncuk, 326.
Bizans İmparatorluğu, 99, 105, 108. Büğdüz (1er), 206hl3, 208, 212, 359, 400.
Bizanslılar, 37, 91, 134. Büveylı Oğulları, 71, 84, 96, 105.
Boğayırlu, 177. Büyük Karacalu, 29B.
Boran, 311. Büyük-Yıva ( 0j j ^ 367, 368.
Boyacılu, 322.
Boynu Kısalu, 277. C
Boynu-Yoğunlu, 178.
Cahiliye Devri Arabları, 46, 47.
Boynu-Yumru, 179.
Canik Çepnileri, 332.
Bozacu, S26.
Çarık ( j i j U y 259.
Boz-Atlu, 295.
Bozca ailesi, 226. Çarıklar (jJ ijU - j, 259.
Bozca-Dodurğa, 257. Çarıklı ( J ; j U y 259.
Bozca-Oğulları, 166, 223, 225, 227. Caruklu (ğ), 203, 204.
Bozcalu (1ar), 153, 226. Cecelu, 177,
Boz-Doğan (1ar), 179, 180, 196, 197, 279, Celâyir (liler), 132, 142, 143, 147, 149, 179,
281, 313, 357.
Cemallu, 179.
Boz-Doğan Oğullan, 367.
Cengiz imparatorluğu, 26.
Boz-Geyiklu, 298.
Cerid (Ier), 176, 193, 194, 196, 197, 198, 281,
Boz-Guş, 199, 232.
305, 317.
Boz-Kırlu, 180, 181, 183, 189.
Cerid-Silsüpür, 153.
Boz-Koyunlu, 298, 300, 301, 303.
Cerid Sultan-Hacılu, 177.
Bozlu, 298,
el-Cezîre Bayatları, 232.
Boz-Ok ()ar), 1, 2, 24, 113, 1 2 2 , 124, 153, 165,
Cin-Göz Oğlu, 284.
166, 175, 202, 204, 205, 223, 265, 292,
Cuğrak (1ar), 58L.242, 59.
297, 310, 352, 369, 381, 387, 388, 390,
Cüneydlu, 179.
391, 394, 398, 399, 400, 401, 404, 406,
408, 412, 416, 421, 422.
Ç
Boz-Oklu boylar, 396.
Boz-Oklu oymaklar, 190. Çağataylar, 166, 236.
Boz-Ok Türkmenleri, 172. Çağatay ordusu, 266.
Boz-Oklu Türkmenler, 277. Çağatay Türkleri, 48İ1İ94, 410.
Boz-Ulus, 175, 177, 190, 191, 192, 193, 201, Çağatay Ulusu, 141.
215, 229, 232, 253, 254, 273, 275, 276, Çağırğanlu, 177, 178.
278, 297, 298, 307, 312, 324, 325, 331, Çaku Beğ-Dili, 311.
347. Çalışlu, 176, 195, 226.
Boz-Ulus Avşarlan, 275. Çapanlu, 178.

503
Çapan-oğulları, 199. Denizli Uç Türkmenleri, 218.
Çarık Eymiri, 345. Dergeç, 366.
Çarukluğ, 211, 259. Deveciler, 312.
Çarvar İğdir, 358. Develu, 195.
Çavdur, 325, 326. Deylemli (ler), 82, 84, 86, 96? 105, 106.
Çavuldur (Iar)-Çavundur (1ar), 140, 142, Dimleklu, 298, 301.
177, 206, 211, 213, 214, 215, 312, 324, Dışkı (dış) Salur, 140.
325, 326, 343, 358. Dış-Oğuz, 381, 389, 391.
Çekürlü, 147. Dil-Çepni, 333.
Çelebi (oba), 306. Diyarbekir Türkmenleri, 177.
Çemişgezekiu, 154. Dodurğa (1ar), 177, 208, 212, 213, 256, 257.
Çepni (1er), 146h431, 149, 153, 165, 178, Doğu Gök-Türk imparatorluğu, 11, 12.
183, 193,* 208, 213, 320, 327, 328, 330, Doğu Gök-Türk kağanlığı, 10.
331, 332, 333, 334, 335. Doğu Gök-Tiirkleri, 11, 13.
Çepni-Özü (oymak), 334. Doğu Türkistan Türkleri, 139.
Çepni Türkleri, 327. Doğu Türkleri, 24, 169.
Çerkeş (1er), 150, 154, 169, 198, 251, 270, Doğu Türkmenleri, 245, 246.
281, 282, 298, 385. Dokuz (Bişanlu), 172, 176, 313.
Çerkeş Memlûkleri, 169, 268, 409. Dokuz-Koyunlu, 176.
Çe’ se, 26h59. Dokuz-Oğuz (Jar), 5, 19, 21, 23, 24, 25, 35.
Çiçeklu, 179. Dokuz-Tatarlar, 5, 16, 20.
Çiği] (ler), 27, 28, 51, 57, 211. Döğer (ler), 140, 165, 176, 177, 205, 206,
Çik (ler), 9, 20, 21, 31. 214, 244, 245, 246, 247, 248, 249,
Çimehı, 176, 177, 178, 193. 251, 252, 253, 254, 255, 325, 343,
Çingeneler, 174h466. 358.
Çinliler, 1, 2, 6hl2, 8, 9, 10, II, 12, 13, 17, 21, Döğerlu, 255.
22, 23, 36. Döngelelu j] )* 176, 195.
Çoban (oymak), 218.
Duharlu, 147, 380.
Çoban-Beğli, 300, 317.
Dulkadırlı (1ar), 165, 174, 175, 177, 176, İ78,
Çobanlı, 146h431.
183, 191, 194, 195, 196, 257, 265, 268,
Çobanlı Türkmenleri, 146.
275, 346, 402.
Çoğuniyye, 341.
Dulkadırlı ailesi, 172.
Çoplu, 299.
Dulkadırlı Avşarları, 276.
Çönnük, 342.
Dulkadırlı Bayatları (Şam Bayadı), 230.
Çukur-Ova oymakları, 174.
DulkadiTİı beğliği, 166, 265, 293.
Çullular, 181, 278.
Dulkadırlı eli, 153, 178, 201, 230, 239, 289,
Çu-mu-koen, 11, 12.
313.
D Dulkadırlı Eymirieri, 347.

Dânişmendlu, 177, 191, 192. Dulkanlı oymağı (oymaklan), 175, 176, 192,
Dâvud (oba), 257. 231, 278.
Dâvudlar, 179, 187. Dulkadırlı Türkmenleri, 184, 189.
Dede-Karkın, 314. Dulkadırlı ulusu, 149, 242, 267, 278, 286, 312,
Delu-Alilu, 179. 333, 346, 347, 348, 356, 366.
Deluler, 273, 275, 284, Dulkadır-Oğullan, 223, 225, 226.
Demircülü, 177. Durmuş Hacılu, 366.
Demrek, 176. Dündarlu, 179, 259, 313.
Denizli Kayılan, 218. Dündarlu Eymürü, 345.

504
E Gazneli devleti, 57, 74, 79, 80, 81, 97.
Geçlik, 176, 276.
Eberlu, 290. Genceli Avşarı, 278.
Ecled, 32. Gençlu, 182.
Ediz (ler), 4, 7, 16. Gerâmpâ, 177.
Eğlen-Oğlu, 176. Germiyanlılar, 162.
Ekiz (1er), 321, 322. Göçer-Baıza, 181.
Elçi, 176. 178. Göçer-Karkınlar, 312, 314.
Elçili (Alçi ?) Tatarı, 180. Göçer-Kızık (1ar), 295, 296.
Elliciler, 181. Gökçelu, 176, 177, 317, 356.
Elvan, 176. Göklen (1er), 141, 219, 311, 348.
Emevî devleti, 55. Göklen Türkmenleri, 358.
Emevîler, 91, 100. Göklen-ulusu, 318.
Emîr-Hacılu, 180. Göklii, 140.
Ennrlu, 149. Gök-Türk devleti, 4, 5, 9, 10, 21, 26, 103.
Emtileklu, 300. Gök-Türk imparatorluğu, 3, 10, 14, 15, 27.
Ermeni (1er), 48, 55, 83, 84, 104, 109, 154, Gök-Türk kağanlığı, 19.
160, 182, 183, 198, 203, 354. Gök-Türkler, I, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 13, 14, 15,
Ermeni kırallığı, 134, 166. 16, 17, 18, 20, 26, 30, 36, 45, 110, 412,
Ermen-Şahlar, 135, 136. 414, 415.
Er-Sarı, 140, 208, 344. Gök-Veli Oğulları, 196.
Ertene Beğ Dodurğası, 257. Görcikli, 344.
Ertim, 12. Gurbet 365h27.
Esenlu, 256, 326.
Gûr devleti, 114, 120.
Esencelu, 366.
Gurlular, 109, 114, 118, 120, 121.
Eski Halk (oymak), 141.
el-Ğuzz, 26.
Eşkinciler, 176.
( ) 244h2, 320hl.
Evlâd-ı Beğ Dili, 307.
Gün, 300.
Eymür-Eyndr-(ler), 140, 141, 142, 166, 176,
Gündeşlu, 176, 191, 347.
205, 206, 208, 210, 212, 213, 214, 325,
Gündüzlü (1er), 153, 223, 269, 288.
343, 345, 346, 347, 348, 349, 358.
Gündüzlü-Avşarı (Avşarları), 175, 176, 269,
Eymüı-Gazilu, 176.
272, 273, 288, 290.
Eymür îlyaslı, 347.
Oğuz boy, Teşkilâtı 41.
Eymüı-Oğlu, 346.
Gündüz-oğulları, 166, 266, 269, 270, 271.
Eyyublu devleti, 136.
Güne-Barza, 199.
Eyyublular, 109, 135, 245.
Güneş (Günec), 300, 301, 306.
Ezgiş, 30.
Günelu (^JU jS* 342.

F Gürcü (Ier), 90, 130, 154, 156, 384.


Güzüceklu, 228.
Fakihlu (Fakılu), 300.
Fâtımiler, 133. Ğ
Fırka-! Isiâhiyye, 192, 195, 196, 198, 228,
Ğay, 219.
278, 281, 285.
Ğuzz, bk. Oğuz.

G H

Gazneliler, 66, 67, 78, 88, 89, 90, 91, 92, 102, Hâbil, 325.
105, 106, 109. Hâbillu, 322.

505
Hacı Bayram Eymürü, 345. Hızır-Hacılu, 322.
Hacı Emîrli beğliği, 165. Hızırlu, 231.
Hacı-Kaya, 343. H i, 8.
Hacılar, 176, 179, 193, 281. Hind, 91.
Hacılu, 147. Hindlu, 180.
Hacı-Mahlı, 306. Hisar-Beğlu, 179.
Hacı Mustafa, .283. Hiung-nu (1ar), 1, 2, 3, 18, 25h58.
Haiac (1ar), 146, 155, 203, 312. Hoca Ali Şeyh, 298.
Haleb Döğeri, 253. Hoca Fakihlu, 278.
Haleb Türkmenleri, 149, 153, 173, 174, 176, Hocandılı, 179.
177, 191, 192, 193, 215, 226, 227, Hoca-Yunuslu, 180.
228, 229, 253, 272, 275, 279, 286, 295,
Hoca-Yunus Oğulları, 367.
297, 298, 30İ, 305, 309, 321, 322, 329, Horasanlılar, 82.
330, 345, 346, 347, 352, 355, 359, 370. Horasanlu, 182.
Haleb Türkmenleri Avşarlan, 277, 278. Horasan Oğuzları, 137.
Haleb Türkmenleri Bayındırlan, 316. Horzum (lu), 181, 318, 357.
Hâlidli obası, 317. Houen, 25h58.
Halil-Oğlu, 283, 284. Huey-hu, bk. Uygurlar.
Halka-Evli, bk. Alka-Evli. Hu-lu-u, 12.
Halkalu, bk. Alka-Evli.
I
Hama Döğeri, 253.
Hamidlu, 176. Irak Bayatları, 232, 233.
Hamid-Oğullan beğliği, 161. Irak Oğuzları, 73, 75, 81, 82h327, 85, 89, 94,
Hamudlu, 322. 95, 96, 100, 131.
Hamza-Hacılu, 149, 177, 191, 193. Irak Selçuklu devleti, 103, 129.
Harbendelu (lar)-Hüdabendelü, 153, 166, Irak Selçukluları, 127, 337.
175, 176, 177, 233, 308. Irak Türkmenleri, 78, 79, 80, 88.
Harluh, bk. K.arluklar.
İ
Haremeyn uş-Şerifeyn aşiretleri, 227, 296.
Harizmliler, 55. İbrahim Beğ (oba), 283.
Harizm-Şahlar, 103, 120, 137, 242, 297. îç -îl Yıvaları, 367.
Harizm Türkmenleri, 78, 117, 208, 235, 239, Iç-îl Yörük]eri, 180, 195.
258, 345. îçk i (iç) Salur, 140, 344.
Hasancılu, 231. Îç-Oğuz, 381, 388, 391, 400, 403.
Haydarlı, 306. îğdir (1er), 140, 142, 208, 325, 326, 344, 356,
Hayl-Yıva ( 365. 357, 358.
Hazar (1ar), 36, 55, 61h257. İğdir-Oğullan, 356, 367.
Hazar Oğuzlan, 61h257. îğimri Dört, 209, 291.
Hazar-Ötesi Türkmenleri, 45, 139, 141, 142, Îl-Arslan, 319.
143, 148, 211, 212, 219, 239, 319, 336, Îl-Beğli (1er), 177, 192, 195.
344, 348, 373, 377, 407. Îl-Değen ( j Jj| ) Kethüda, 343.
Heıatlılar, 119. îl'Denizliler, 103.
Hezabaniyye .Kürdleri, 83, 84. Îl-Dileklu, 228.
Hıfcak, bk. Kıpçak. İlhanlı devleti, 144.
Hmıslu, 153, 421. Ilhanlı İmparatorluğu, 146.
Hırvat, 188. llhanhlar, 149, 402.
Hızır-Eli, 141. îmanlu A f (v) şan, 153, 176, 178, 193, 265,
Hızır-Hacı, 321. 276, 277, 278, 289, 290, 291, 292, 293.

506
İmek, 32. Kan-Temir Çepnisi, 330.
İmi, 32. Kan-Tura 412hl40.
İmirler ^ |y 347. Kan-Tura oğulları, ^ IjJ L '* j * y 412hl40
İnallu (lar), 153, 175, 176, 177, 193, 223, 224, Kapucu-Tatarlan, 180.
231, 265, 268, 289; 292, 308, 310, 351, Kara, 243.
352. Kara-Avşar. 278.
İnal Oğullan, 136, 137, 165, 223. Kara-Bayat, 232, 235, 236.
İnanç-Oğulları, 162. Kara-Beli Sabırları, 337.
İnanlu, bk. İnallu. Kara-Beli hanedanı ^ a M j 337.
İran Avşarları, 286. Karaca-Ar ablu, 176.
İran Bayatları, 234, 237, Karaca-Koyunlu, 175, 181, 230, 241, 371
İran Beğ-Dilileri, 308. 372.
Iran Çepnileri, 334. Karaca Kürd Türkmenleri, 191.
İran Eymürleri, 348. Karacalu, 172, 242, 300.
İranlılar, 47, 89, 103, 117, 159, 185. Kara-Çavdur, 327.
İran MoğoIIarı, 143, 415. ICara-Daş (taş)lı, 242.
İran Selçuklu devleti, 103. Kara-Eşmeli, 300hl2.
İran Selçukluları, 109. Kara-Evli. 213, 239, 240.
İran Türkleri, 143, 155, 373, 385. Kara-Fakihlu, 178.
İran Türkmenleri, 377- Kara-Gözlü, 310.
İsa-Hacılu, 321. Kara-Gözlü Eymürü, 345.
İskender Beğ, 180. Kara-Gündüzlü Afşarı, 274, 278.
İsmailîler, 112, 113. Kara-&uzz (Kara-Oğuz), 125.
Ismailiyye Türkleri, 132. ICara-Hacılu, 149, 181.
İvegi, 311. Kara-Hanlı Devleti, 27, 30, 56, 102.
îzgil (1er), 9, 10, 15. Kara-Hanlı Hanedanı, 50, 56, 109, 113.
İzzeddin-Hacılu, 149, 176. Kara-Hanlılar, 13, 50, 56, 63, 66, 67, 68, 92,
İzzeddinlu, 191, 193. 102, 111, 169.
Kara-Hasanhı, 175, 300.
J Kara-Haytalu, 175.
Juan-Juanlar, 3. Kara-Hıtaylar, 8, 9, 29h80, 111, 113, 120,
121, 241.
K
Kara-İsalu, 176, 341, 347.
Kaçar-ICaçar- (lar), 153, 155, 156, 230, 236, Kara-İvli (Evli), 141, 207, 211.
292, 367h35, 377. ICara-Kalpak, 139.
Kaçar Boyu, 400. Kara-Keçili (1er), 178, 182, 208, 221.
Kaçar hanedanı, 155. Kara-Koyunlu ailesi, 156.
Kaçılu, 175. Kara-Koyunlu Devleti, 147.
Kadirli (oba), 306. Kara-Koyunlu. Hanedanı, 147.
Kâkuye oğullan, 7lh290, 82. Kara-Koyunlular, 47hl94, 146, 147, 148, 156,
Kalaç (lar), 374, 375. 167, 168, 176, 178, 189, 201, 208, 224,
Kalaycı, 318. 225, 245, 246, 248, 249, 250, 251, 253,
Kalmıklar, 140, 326. 265, 268, 272, 364, 376, 379, 385h27,
Kama Bulgarları, 60h250. 415.
Kangar, 12. Karalar, 329.
Kanlı (lar), 32, 374, 375. Karalu, 179.
Kanlı-Kıpçaklar, 111, 113. Karaman (oba), 344.
Kansu Uygarları, 22. Karaman Devleti, 168, 184.

507
Karaınarılı-Karamanlu-, 147, 153, 176, 177, Kıfçak oğulları, 137.
181, 314. Kılcan, 181.
Karaman-oğulları, 161, 170, 179, 180. 264, Kınık (1ar), 60, 166, 175, 177, 202, 204, 205.
293. 206hl3, 208, 212, 214, 244h2, 264, 336,
Karaman-oğulları Türkmenleri, 160, 409hl20. 353, 354, 355, 369, 371, 372, 373.
Kara-Osman. oğııllatı, 199. Kınık-Uşak, 371.
Kara-Receb, 283. Kıpçak (1ar), 30, 32, 39, 58, 59, 60, 62, 67,
Kara-Şeyhli, 282, 299, 300, 306. 92, 100, 109, 127iı386, 139, 144, 374,
Kara-Tatar (1ar), 163, 164, 166, 178, 179, 375, 377, 386, 389, 398, 421.
225. Kıreyit, 144.
Kara-Ulus, 201. Kırgız (1ar), 1, 5, 6, 9, 14, 21, 22, 26, 32.
Kara-Yahyalu, 179. Kırıklu, 178.
Kara-Yıvacılu, 946. Kırıntılı, 193, 281.
Kara-Yıvalu, 366. Kırklu, 154, 179, 292.
Karasi-Oğu]]arı, 162. ( IjllJ u ; ), 146, 208.
Karışmaz, 310. Kıtay (1ar), 5, 6, 8, 13, 26, 31, 113.
Karkm (1ar), 140, 142, 176, 177, 203, 204, Kızık (1ar), 176, 202, 203, 207, 212, 295, 296.
208, 211, 212, 213, 311, 313, 314, 325, Kızılbaş boyları, 348.
343, 358. Kızılbaş Türkmenler, 186.
Karluk (1ar), 9, 10, 12, 17, 18, 21, 22, 26, 27, Kızılbaş Türk oymakları, 287.
28, 29, 30, 36, 39, 43, 50, 51, 52, 55, Kızılbaş ulusu, 153, 154.
57, 109, 111, 113, 139, 142, 143, 211, Kızılca-Keçilu, 181.
375. Kızılca-Yalmc?, 181.
Karsandı-oğullan, 196, 197. Kızıl-Donlu, 231.
Kasımlu, 292. Kızıl-Keçili, 218.
Kaşıkçı, 181. Kızıl-Kocalu, 177, 179, 328.
Kaşkaî (1er), 237, 358. Kızıl-Koyunlu, 193, 201.
Kavurğalu, 176, 177, 219. K ızıllı Oğuzlar, 80, 81.
K ayı (Iar), 141, 142, 167, 180, 181; 205, 206h Kızıllu, 177.
13, 208, 212, 213, 214, 216 , 217, 218,K ızıl Süleyman (Avşar’ dan), 277.
219, 220, 221, 264, 293, 336, 369, 376.
Kimek (Ier), 26, 28, 31, 32, 36hll9, 57.
K ayı YörükJeri, 218. Kirman Selçukluları, 124.
Kazak, 139. Koca-Hacılı, 177.
Kazaklar, 326, Koca-Nallı, 282.
Kazancılu, 176, Kondu, 180.
Kazıklı Avşarı, 275. Konya Kayılan, 217.
Kazlu, 300, 301, 306. Korkmazla, 330.
Kebelu, 195. Ko-şu çu-pan, 12.
Kenger, 36. Ko-şu Viue, 12.
Kengeres, 36. Kovalsî, 210.
Kengerin, İ3lı25. Kozanlu, 176.
Kerâmetlu, 308. Kozan-oğulları, 195, 199.
ICerem-oğulları, 342. Köçeklu, 177, 191, 193, 273.
Kerim-oğulları, 196. KüpekK-Köpeklü-Avşarları, 176, 177, 267,
K esm ezin, 231. 269, 273, 275, 277, 279, 284k68,
Keszir ?9 318. 289.
Kıbrıs Türkleri, 181. Köpekliler, 267, 268.
^ (J ö* 365h27. Köpeklu Türkmenleri, 266.

508
Köpek-oğulları, 165, 223, 266, 267, 268, 269, L
273.
Körük, 318. Lâz, 183.
Köse-Ahmedlu, 292. Lekvânik Kürdü, 193, 281.
Köseler, 330. Lur, 126, 234.
Kuh-Gilûye Avşarları, 288.
Kulağuzlu, 178, 179. M
Kullar oymağı, 141.
Macar, 1.
Kum, 6, 24.
Mamalu, 176.
Kureyş-Melik-Şah, 179.
Manav, 174h466.
Kurlas, 143.
Mangıtlar, 325, 343, 348.
Kurulu, 179.
Mansur Beğ Afşarları, 153, 286.
Kusun, 177. 307, 317,
Maraş Eymirleri, 346.
Kusunlu, 179, 180.
Mehmed Kethüda, 343.
Kusun-oğulları, 197.
Mehmed Kethüda Eymürü, 347.
Kuş-Temür, 177, 179,. 180, 317, 322.
Melek-Hacılu, 228.
Kutalmış-oğulları, 108.
Melemenci (oymak), 181.
Kutbeğilüler, 149. Melemenciler, 196.
Kut-Beği oğullan, 223, 266, 272.
Melemenci-oğulları, 196, 199.
Kut-Beği oğulları, Avşarı, 267.
Memlûk devleti, 224, 268, 272.
Kutlu Beğ-Hacılu, 219.
Memlûk (1er), 161, 169, 210, 225, 245, 246,
ICutlu-Boğa Tatarları, 180.
251, 260, 268, 353, 354, 376, 398.
Kutub-Şahiler, 148.
Memun oğulları Harizm-Şahları, 57.
Kutulu, 292.
Mengücüklüler, 136, 137.
Kuzey Suriye Avşarları, 265, 266, 276.
Menteşe beğliği, 162.
Kuzey Suriye Türkmenleri, 289, 308.
Menteşe Kayılan, 218.
Kuzucaklu, 298, 300.
Menteşe Yörükleri, 195.
Kuzu-Güdenlu, 280.
Meu-lo, 26h59.
Kuzu-Güllü, 178.
Mısır Memlûkleri, 210, 377.
Küçet, 58h242.
Mihmadlu, 295.
Küçey, 143.
Millî, 233, 305.
Küçük Ali-oğulları, 195, 199.
Moğol (lar). 8, 9, 26, 32, 40, 48, 112, 122, 126,
Küçük-Karacalu, 298.
131, 135, 141, 143, 144, 146, 156, 157,
Küçük-Yıva 367. 158, 159, 161, 162, 163, 16-7, 168, 182,
Kürd (ier), 82, 86, 91, 94, 95, 104, 110, 126, 205, 339, 363, 364, 374, 375, 377, 406,
127, 137, 167, 188, 191, 194h488, 202, 415.
209, 210, 215, 226, 254, 281, 292, 298, Muğal, 163.
305, 309, 317, 335, 421. Muğal Samağarı, 180.
( ) , 365h27. Muğal Tatarları, 180.
Kürd-Milımadlu, 176, 177, 178, 191. Mursal-oğulları, 229.
Kürdler (oba), 298. Musa Hacılu-Musacalu-, 176, 177, 178, 193,
Kürd oymakları, 306. 239, 278.
Kürd Revvadî hanedanı, 83. Muaullu, 149, 177, 233.
Küreciler, 176. Musul Atabeğ devleti, 133.
Kürkçülü, 181. Muvahhidler, 138.
Küşne, 176, 177, 191, 346. Muvâlî, 302.
Kütahya Yürükleri, 230. Muzafferîler, 340.
Kütük-Bozdoğan, 196. Müsellemân-ı Toylı, 181.

509
N Otamışlu, 300.
Oturak Barza, 181.
Nâvekiyye Türkmenleri. 107. 108, 130, 133.
Oturak Çepni, 330.
Neccarlu, 176, 178.
Oturak İğdirler, 356.
Nilhaz (?), 32.
Oturak-Karkm, 312.
Noğay (1ar), 140, 142.
Oturak-Kızık (1ar), 295, 297.
Nukerde, 36hll9.
Otuz Tatar, 8.
INEu-şe-pi, 10, 12. 36.
Ö
O
öksüzler, 277.
Oğul-Beğlu, 177, 179, 191, 325. Öz-Bayatlaı- (Ak Bayatlar), 234.
Oğuz boy Teşkilâtı, 50. Özbek (ler), 41, 139, 142, 152, 170.
Oğuz-Oğuz-eli-, 14, 16, 23, 24, 25, 34, 37, 38, Özbek ulusu, 141,
39, 40, 41, 44, 47hl94, 82, 85, 91, 94, 98, özerli Türkmenler, 355.
99, 109, 111, 143, 147, 201, 202, 205, Özer-oğuIIarı, 166, 195, 197.
203, 220, 221, 238, 240, 292, 325, 336,
P
343, 374,381, 384, 386, 388, 391, 394,
413, 415, 417, 418, 420. Panlt, 311,
Oğuz boylan, 169, 277, 320, 324, 334, 369, Pa-sai kan t’oen-Şa-po, 12.
371, 377. Peçenek (-ler-), (Türk kavimi erinden), 12, 13,
Oğuz budun, 5, 6, 17. 24, 26, 33, 36, 37, 54, 60, 102, 320,
Oğuz Hanlı, 168, 179. 382, 383, 391.
Oğuz Peçenek boyu, 320. Peçenek(ler) (Oğuz boylarından), 175, 180,
Oğuz Türkleri ( i j i J l £İ'^Jİ 5lh209, 99, 206hl3, 208, 212, 213, 320, 321, 322.
102 . Pehlivanlı (1ar), 226, 228, 280, 296.
Oğuz Yabgu devleti, 53, 57, 58, 59, 63, 77. Pehlivanlı boy beği ailesi, 229.
Oğuz Yabgu sülâlesi, 216. Pehlivanlı oğulları, 227.
Okçu-İzzeddunlu Kürdleri, 195. Polat Kethüda Eymürü, 347.
Oklu, 141, 237, 348. Polovtsi, 58. bk. Kıpçaklar.
Osmanlı Devleti, 150,152, 170, 171, 183, 192, Püırnek (ler), 149, 177, 286.
193, 194h488, 199, 209, 253, 272, 304, R
379, 380.
Hakka İskânı Türkmenleri, 305.
Osmanlı Hanedanı, 53, 109, 122, 147, 149,
Ramazan-oğulları, 166, 197, 206, 354, 369,
155, 167, 168, 169, 170, 179, 185,
Receblu Afşarı, 197, 274, 279, 283h80,
186, 187, 189, 195, 197, 199, 203, 209,
285.
215, 216, 220, 222, 309, 375, 376,
Resul-oğulları, 138, 208.
379, 398, 410, 412, 414, 415, 416, 420.
Revvâdî, 90.
Osmanlı İmparatorluğu 139, 205.
Reyhanlı, 179, 228,
Osmanlı Türkleri, 171.
Reyhanlı boy beği ailesi, 229.
On-Ok (1ar), 1, 10, 11, 12, 13, 15, 20, 24,
Rişvân, 305.
25, 27, 29, 32, 33, 35, 36, 204.
Rumi ar, 135, 169, 180, 182, 198.
On-Uygur, 21, 23.
Rumlu, 153.
Ordu-Hoca, 344.
Rum-Guş, bk. Urun-Guş.
Orhan Beğlu, 341.
Ruslar, 47, 60.
Orhun Uygurları, 23.
Ruzegî, 210.
Orta-Pare, 178, 192, 342.
Oruç-Beglu, 176. S
Oruç-Gazilu, 176. Sa’ dlu, 147.

510
Safevî (îer), I3h25, 141, 14Ö, 154, 156, 226, 154, 162, 168, 173, 174, 180, 202, 212,
242, 291, 319, 329, 332, 334, 349, 368, 244h2, 261, 263, 336, 338, 361, 366,
402, 401, 403, 412.
Safevî ailesi, 156. Selçuklu ailesi, 69, 75, 90, 93, 102, 121, 127h
Safevî Devleti, 152, 153, 154, 155, 171, 175, 386, 135, 219.
225, 230, 235, 272, 286, 287, 293, 297, Selçuklu devlet (ler)i, 54, 61, 98,101,102, 105,
308. 129, 135, 136, 150, 158, 160, 162, 168,
199.
Sakar, 344.
Selçuklu hanedanı, 107, 131, 137, 204, 205,
Sâlârlu, 177.
369, 375.
Salğut, bk. Salur.
Selçuklu Oğuzlan, 73, 104.
Salğurlu devleti, 146.
Selluriye, 229, 234.
Salğurlu hanedanı, 146, 340.
Selmanlu, 177.
Salğurluîar, 121, 126, 137, 206, 339, 363.
Sevinçli, 176.
Salihler, 342.
Sırkıntılı, 260.
Saltuk-oğulları, 127.
Sırkıntı-oğulları, 196, 197.
Saltuklular, 136, 137.
Sieu-Piler, 3.
Salur-Salğur- (1ar), 40, 127, 139, 140, 141,1.42,
Sincan, 299, 300, 301.
164, 166, 177, 202, 206, 208, 211, 212,
Sipahiler, 321.
214, 215, 260, 325, 336, 337, 339,
Sir-Derya Oğuzlan, 24, 25, 26, 203, 392.
340, 341, 343, 344, 349, 353, 358, 360,
Sis Avşarları, 277.
369.
Soğdlar, 50.
Samanlılar, 50, 55, 56, 57, 64.
Soynacılar, 140, 358.
Sâmân-oğulları, 56.
Söğiid Yörükleıi, 347.
Sâmânlı devleti, 57, 63.
Söklen, 172, 178, 342.
Sancaklu Eyıniri, 345.
Sölmüşlü, 179.
Sancarlu Eymiri, 347.
Söylemezlü, 176.
Sanlu, 278.
Stavrapol Türkmenleri, 140, 358.
Sarı, 252.
Sufyanlu, 366.
San-Hamzalı, 356. •
Suldus, 143, 150.
Sarık, 140, 344.
Sultanlı, 141.
Sarılu, 147, 329.
Sünit, 143.
Şartlı, 183.
Suriye atabeğleri devleti, 412.
S an-Türgişler, 11.
Suriye Avşarları, 286.
Saruca-Alımedhı, 179.
Suriye Selçukluları, 109.
Saru-HaliIIu, 178.
Suriye Türkmenleri, 128h393.
Saruhau-oğuIIarı, 162.
Suriye Yıvaları, 133.
Saru'Şeyhlu, 287,
Süleyman-Hacılu, 177.
Sayın-Hanlı, 344,
Süleyman Kethüda, 300.
Savxn-Hanh Türkmenleri, 14 l? 344.
Süleymanlu, 177.
Savcı Beğ oğulları, 252.
Savcı-Hacılu, 177, 219, 255. ş
Sekiz, 268, 273. Şah-Beğ Nökerleri, 179.
Sekiz-Oğuz, 20. Şahı-Seven, 310.
Selçuklu (oymak), 180, 372. Şah-Meliklu, 321.
Selçuklular, 44hl70, 53, 59, 61, 62, 63, 65, 66, Şam Bayadı, 155, 177, 178, 186, 230, 231,
68, 69, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 85, 236.
86, 87, 88, 89, 90, 91,92,94,102,103,104, Şamlu, 153, 165, 180, 233, 289, 291, 308, 310,
106, 109, 111, 117, 127h386, 136, 137, 402.

511
Şammarlar, İ93. Tieu-Şaıı Uygurları, 22.
Şam Türkmenleri, 165, 166, 275. Timur (oba), 344.
Şark-Evli, 306. Timurlular, 147, 170, 314, 415.
Şarklu, 231. Tizi, 344.
Şark-Pâre, 178, 331. Toğan Arslanlılar, 137, bk. Toğan Arslan
Şebankâre Kürdleri, 262. Oğulları.
Şeddâdî, (hânedan) 90. Toğan Arslan Oğulları, 136.
Şerefeddinlu, 178. Tokuz-Ğuzz (Oğuz), 23, 26, 30, 31, 68, bk.
Şereflu, 191. Dokuz-Oğuz.
Şe-Şo-T’i, 12. T ’ onglo, 25h58.
Şeyh, 326. Tongra (1ar), 16, 25.
Şeyhlu, 177, 231, Topaklu, 300.
Şeyh Salur, 342. Tork, 60.
Şuayyiblu, 330. Torun, 284, 306.
Şumla-oğulları, 137, 206. Tos-Bağa, 182.
Şu-ni-şe, 12. Tosun Eymürü, 345.
Toturğa, 206hl3.
T
Tölis, 7, 15, 20, 21.
Tabanlu, 177, 191. Trabzon Çepnileri, 331, 335.
Tabgaç, 5, 6. Tuhsılar, 13, 301ı88, 51.
Tacikler, 48. Tuhsı-Çigil, 281ı72.
Tahtacı, 174h466, bk. Ağaç-Eriler. Tu-k’ i-şe, 12.
Tâifî Avşarı, 277. Tu'lu, 10, 11, 12.
Tâlişler, 154, 215h57. Turğutlu, 178.
Tarduş (1ar), 7, 15, 20, 21. Turgutlular, 154.
Tartaros Blancos (Ak-Tatarlaı), 164h452. Turğut-oğullan, 184, 367.
Tanıcılar, 181. Turhal Türkleri, 256.
Ta-şe-li, 26h59. Tülü Bayındır, 320.
Taş-Baş, 298, 301. Tüıgiş (Ier), 11, 12, 13, 15, 28, 29.
Taşkı (Dış) Salur, 344. Türk (1er), 1, 2, 3, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 12, 13, 14,
Tat, 183, 332. 15, 18, 19, 21, 27, 30, 31, 32, 34, 36, 39,
Tatabı, 8. 44, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55,
Tatalu, 298, 301. 56, 59, 62, 63, 64, 88, 89, 91, 96, 98, 99,
Tatar-AIiIu, 178, 231. 101, 102, 103, 104, 109, 110, 114, 115,
Tataran-ı Muğal, 182. 121, 125, 134, 135, 139, 142, 143, 144,
Tatar (1ar), 8, 9, 20, 21, 143, 161, 164, 165, 145, 146, 148, 149, 151, 152, 153, 154,
178, 179, 180, 298. 155, 156, 157, 158, 159, 162, 163, 168,
Tatar (Kimek boyu), 31, 32. 169, 171, 172, 174, 178, 179, 180, 181,
Tatlu, 178. 183, 185, 186, 189, 190, 193, 194, 196,
Tayy, 193, 233, 302, 305, 198, 199, 201, 205, 206, 208, 209, 210,
Tecirlu 176, 177, 178, 197, 198, 279, 211, 215, 220, 222, 232, 247, 251, 253,
281, 322. 255, 256,; 271, 281, 293, 304, 305,
Teke, 140, 208, 209, 344. 308, 318, 320hl, 327, 328, 331, 334,
Tekelu (1er), 153, 170, 291. 340, 358, 363, 369, 374, 375, 376, 377,
Tekelu, 176. 378, 379, 383, 385, 386, 391, 392, 393,
Tekelu, 181. 398, 403, 407, 408, 409, 412, 413, 414,
Teke-Saru, 318. 415, 416, 417, 419, 420, 422.
Teveciler, 141. Türk hanedanları, 135, 136.

512
Türk kavimleri, 109. 144, 163, 211, 374, 375.
Türk Memlûkleri, 169. Uygur devleti, 30.
Türkmen (Ier), 13, 28, 29, 35, 36, 37, 41, 46, Uygur kağanlığı, 26.
48, 51, 52, 53, 56, 59, 68, 70, 71, 72, Uyrat, 143, 145, 146.
73, 74, 75k305, 77, 86, 88, 90, 92, 100, Uz (lar), 60, 100.
104, 107, 108, 109, 111, 112, 113, Üç-karluk, 5.
123, 126, 127, 128, 129, 130, 131, Üç-Oğuz, 9, 16.
134, 135, 137, 138, 140, 143, 145, Üç-Ok (lar), 1, 2, 24, 113, 142, 165, 166, 173,
147, 148, 153, 155; 156, 157, 158, 177, 202, 204, 205, 313, 315, 353, 369,
160, 161, 162, 165, 166, 169, 171, 370, 381, 388, 389, 392, 394, 395, 399,
174, 177, 179, 180, 184, 186, 191, 400, 401, 404, 406, 416, 422.
194, 196, 198, 201, 202, 204, 208, Üç-Oklu boylar, 354.
220, 223, 224, 225, 227, 229, 232, Üç-Oklu Türkmenler, 277, 340.
242, 244, 245, 246, 250, 251, 252, Üç Tuğlu Türk budunu, 17, 19.
255, 256, 260, 261, 263, 264, 265, Üregir, 206İ1İ3, bk. Yüregir.
267, 268, 269, 270, 271, 278, 281, Üsküdar Türkmeni, 177.
297, 298, 299, 301, 305, 306, 313,
V
317, 320, 336, 337, 340, 341, 343,
353, 354, 360, 361, 365, 366, 367, Yarsak (lar), 153, 175, 177, 180, 195, 197,
371, 373, 375, 383, 386, 393, 398, 256, 307, 317, 341h8.
408, 415
Aliler,. 284. Y
Türkmen
Türkmenistan Türkleri, 418. Yabaku, 8,
Türkmenistan Türkmenleri, 140. Yaban-Eri, 178, 194.
Türkmen Kıfçak oğulları, 128. Yabanlu, 228.
Türkmen Kurudlu, 191. Yabgu devleti, 53, 59, 62.
Türkmen Şark-Pâre oymağı, 197. Yad Beğlu, 321.
Türkiye Selçukluları, 47, 53, 68, 129, 134, Yadcı, 318, 344.
393, 398. Yağma (lar), 27, 30, 50, 56.
Türkiye Türkleri, 166, 220, 410. Yağmurlu Oğuzları (Türkmenleri), 80, 81
Yahşı-Hanlı, 366.
U Yahyalu, 180.
Uç (oymak), 175. Yaka Türkmeni (leri), 141, 343, 348.
Uç Türkmenleri, 135, 162, 213. Yalavaç, 344.
Ulaş, 177, 317, 341. Yapa, 350.
Ulaşlu, 175, 195, 298. Yapağı, 318.
Ulaşlu, 298, 303, 306. Yapa-oğulları, 350.
Ulaş-oğulları, 341. Yaparlı, 204, 207, 259.
Ulu-Yörük, 173, 174, 178, 182, 190, 192, 228, Yaruldular, 134, 137, 365.
231, 256, 330, 343. Yasağalık-Töreng, 318.
Urcanlu, 176. Yaylalu, 181.
Urmiye Yıvaları, 364. Y az (oba), 344.
Urun-ğuş, 179, 334. Yazır (lar), 118, 1221ı378, 142, 146, 176, 205,
Usalu ( ^JU j\ y 290, 291. 206Ü13, 208, 211, 213, 241, 242.
Ustacalu-Usta-Hacılı-(Ustaclu), 13h25, 153, Yeni-İl, 175, 176, 177, 178, 191, 193, 194,
291. 215, 226, 227, 228, 231, 232, 239, 273,
Uygur (lar), 1, 7, 8, 9, 12, 16, 17, 18, 19, 20, 276, 277, 278, 297, 298, 299, 300, 801,
21, 22, 23, 25, 26, 27, 31, 44, 139, 143, 316, 320, 342, 366.

513
Yeni-ÎI Eymirleri, 347. Yörük (1er), 174, 181, 186, 195, 196, 209, 217,
Y eni-îl teşekkülleri, 333. 240, 243, 314, 318, 412hl40.
Yeni-ÎI Türkmenleri, 183, 184. Yörük oymakları. 174.
Yer-Bayırku, 8. Yula, 12.
Ymallılar, 77, 78, 91, 98. Yusuf Eymürü, 346.
Yıva (1ar), 127, 129, 134, 147, 156, 205, 2061ı Yuvalu, 176, 179.
13, 208, 212, 230, 236, 338, 356, 360, Yüe-çi (1er), 2.
361, 362, 363, 364, 365, 366, 367. Yüregir (1er), 166, 176, 205, 208, 214, 353,
Yıva beğliği, 362. 354, 355, 369, 370.
Yıvalu, 179, 180. Yüzde-Pâre, 178.
Y ıvalu-Y u valu, 366.
Z
Yıva-oğullan, 367.
Yıva Türkmenleri, 111. Zâkirlu, 176, 179.
Yimek (îmek), 32. Zengîler, 109, 133.
Yol-Basanlu, 176. Zeynebli, 279.
Yomut, 140, 344. Zulkadr (îran’ a giden Dulkadırlı bölüğü),
153, 287, 290, 292, 348.

514
III-YER ADLARI

A Ak-Şehir (Erzincan), 171.


Ak-Şehir (Konya), 177, 191,
Abakan ırmağı, 9. Ak-Viran, 356.
Abbas (köy), 334. Ak-Yuma, 331.
Abîverd, 69, 70, 72, 74, 79, 116, 118, 119, Ak-Termel, 15.
121h375, 289, 290, 292. Ala, 282.
Aca Dağı, 193. Ala-Bucak, 302.
Acı-Deniz, bk. Hazar Denizi. Alaca-Han, 177, 300.
Aclûn, 251. Ala-Göl, 27.
238. Alaiyye, 185.
Adalar Denizi, 101, 134, 182, 191, 213, Alan Yaylası, 269.
375. Alınca (k) kalesi, 230, 384, 386, 405, 417.
Adana, 154, 180, 189, 193, 194, 214, 259, Almı-yuma, 331.
282, 313, 315, 321, 330, 333, 342, 347, A li Han Argı, 333.
353, 354, 356, 409. Almalık, 35hll2, 36.
Afganistan, 142. Alp-Oğuz, 334.
Afyon-Karahisar, 185, 190, 191, 192, 219, Altay dağları, 21.
372. Altı-Parmak, 284.
Afrika, 125. Altı-Söğüt, 283.
Ağdaş, 306. Altun-Köprü, 384.
Ağdaş-Alam, 282. Amasya, 153, 157, 163, 166, 171, 178, 185,
Ağ-îshaklu, 367. 187, 190, 192, 213, 231, 256, 343, 394,
Ahır Dağı, 346. 409hl20.
Ahlat, 136, 137, 364. Amga, 16.
Ahlat Kalesi, 332. Âmid, bk. Diyarbekir.
Ahvaz, 263. Amid suyu, 384.
Akça (Ağça)-Kale, 193, 301, 303, 304. Amik gölü, 346.
Ağça-Kale, 384. Amik ovası, 165, 175, 224, 228, 266, 270,
Akça-Su, 325. 270, 271.
Ak-Dağ, 179. Amul, 64.
Ak-Elma, 353. Amu Suyu, 141, 216, 240.
Ak-İn, 303. Amûye, 112.
Akkâ, 133, 386h30. Anadolu, 28, 42, 46, 49, 53, 61, 102, 103, 108,
Ak-Saray, 179, 214, 257, 321, 350, 351, 352. 110, 111, 117, 121, 122, 124h382, 129,
Ak-Saz, 367. 133, 134, 135, 138, 139, 140, 141, 142,
(L_^jT), 35hll3. 143, 144, 145, 148, 149, 151, 152, 153,

515
154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, Ayaş, 217, 295.
162, 163, 164, 165, 166, 167, 170, 171, Aydın, 181, 191, 192, 259, 278, 330, 331, 347,
172, 173, 174, 175, 179, 181, 182, 183, 371, 372, 412hl40.
184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, Aydos, 218.
193, 194, 195, 198, 199, 201, 202, 203, A yn Ârûs, 303, 304.
206, 208, 209, 211, 212, 213, 217, 219, Ayn Elize, bk. Ayn Ârus.
220, 222, 223, 227, 230, 256, 259, 264, Ayranlık, 283.
293, 312, 316, 318, 329, 332, 335, 340, Ayvad, 282.
345, 368, 372, 385h27, 392, 393, 404, A ’ zaz, 355.
409, 411, 413. Azerbaycan, 71h290, 82, 83, 90, 95, 107,
Anamur, 168, 180, 367. 128, 129, 130, 135, 137, 139, 145,
Andırın, 276. 147, 150, 151, 152, 153, 154, 156, 230,
Andhoy, 141. 234, 235, 236, 261, 278, 286, 309, 348,
Anı ırmağı, 14. 365, 378, 380, 381, 419.
Ankara, 162, 176, 178, 182, 188, 190, 191, Aziz-Beğlu, 182.
213, 214, 217, 218, 220, 240, 243, 254,
257, 272, 273, 277, 278, 289, 295, 312, B
320, 321, 324, 330, 334, 342, 344, 351, Badaraya, 132.
353, 361, 371.
Bağdad, 54, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 103,
Antakya, 159, 223, 231, 242, 265, 266, 270,
127, 132, 145, 187, 199, 222, 232, 233,
329.
261, 262, 263, 264, 299, 310, 332, 337,
Antalya, 154, 162, 174 214, 232, 357.
360, 361, 362, 363.
Arabistan, 125.
Bâgin, 123.
Aralık Dere, 350.
Bağras, 243.
Aralık-Evi, 371.
Bahar kalesi, 362, 364.
Aral gölü, 24, 33, 36, 58, 100, 326, 358.
Bahçecik, 284.
Aral kıyıları, 35.
Bahreyn, 339.
Aras çayı, 249.
Bâlâ, 191,277.
Argıd-Kaş, 356.
Balasagun, 28, 29h80, 50, 56 113.
Arık-Ardı, 333.
Balat, 351.
Arıklar Deresi, 350.
Balhan, 68, 71, 72, 73, 77, 78, 87, 112, 118,
Aris çayı, 38.
140, 141, 241.
Arslan-Beğli, 282.
Balıkesir, 162, 185, 191, 192, 275, 330.
Arslanlı Virânı, 217.
Balkanlar, 36, 60, 202, 320.
Arslan-Taş. 282.
Bam, 125.
Artuk-Ova, 266.
Baran, 351.
Âsi ırmağı, 224, 267, 270.
Barategin (tekin), 33, 43.
Aşağı Sir-Derya boyları, 36, 42.
Barçınlığ-Kent, 40, 41, 112.
Aşnas, 41.
Barlık ırmağı, 3, 4, 203, 204.
Âve, 145.
Barsgan, 27.
Avnik, 380.
Barşin-Derya, 39, 40.
Avnıpa, 219, 404.
Basra, 132, 148, 222, 262.
Avşar-Bucağı, 278.
Batı-Anadolu, 134, 162, 166, 174, 175,
Avusturya, 187, 191, 227, 274, 285, 300, 317.
182, 191, 195, 213, 217, 244, 264, 277,
Ayıntab (Anteb), 159, 194, 265, 266, 267,
276, 295, 299, 306, 312, 314, 316, 317, 350.
329, 346, 409. Batı Gök-Türk Ülkesi, 12.
Ayas, 192, 354. Batı-lran, 82, 103, 105, 156, 336.
Ayasluğ (Selçuk), 218, 372. Bâverd bk. Âbiverd.

516
Bayat kalesi, 132, 220, 232. Boz-Abad, 193.
Bayburt (d), 153, 160, 380. Boz-Alan, 372.
Bayburd, 179, 180, 217. Boz-Doğan, 278.
Bayezid kalesi, 235. Boz-Kır, 180.
Bayındır, 315, 321, 322. Boz-Ok, 155, 174, 178, 186, 227, 230, 231,
Bayındır, 351. 243, 275, 276, 277, 280, 313, 317, 332,
Bayırca-Kuyu, 333. 342, 368.
Baykal, 8, 21. Boz-Ok (Birecik kazası köylerinden), 204.
Bayramlu, 327". Boz-Ok (Konya yöresinden bir köy), 204.
Beçenek-özü, 320. Boz-Üyük, 300.
Beğlik Dere, 372. Böğrü-Delük, 350.
Beğ-Obası, 228. Buğalu, 353.
Beğ-Pazarı, 182. Buhara, 33, 55, 59, 63, 64, 66, 67, 111.
Beğ-Şehir, 189. Buhayra, 251, 252.
Behisni, 231, 251. Bulac. 29, 29h76.
Bekdaş, 331h21. Bulanık, 321.
Belgrad, 229. Bulgar dağı, 341.
Belh, 66, 86, 113, 114, 115, 117, 119, 121, Burgu, 20.
122, 141. Burnaz köprüsü, 195.
Belih çayı, 193, 197, 303, 305. Bursa, 195.
Berçem, 307. Burucird, 234.
Berdaa, 153, 236, 384. Buruket, 29, 29h76,
Berdesîr, 123, 126. Busatlu, 332.
Berendi, 192. Büst, 70, 74.
Bergama, 331. Buz-Donduran, 269.
Berkeşlik, 321. Büyük Altaylar, 10.
Beş-Balık, 8, 17, 21, 23, 31, 374. Büyük-Sakız 321.
Beşiri, 244. Büyük Yıva köyü, 368.
Bevâzic, 132.
Beyat, 132. C
Beylekan, 131.
Bezirci, 333. Ca’ber, 243, 245, 247, 248, 250, 251, 253.
Bidlıs, 127, 136, 329. Canik (Canit), 165, 327, 328.
Bidlis dağları, 210. Canik dağlan, 187.
Bidlis kalesi, 332. CanlıİL, 284.
Bin-Boğa dağlan, 355. Cebel, 360.
Binhas, 66. Cem (Emba), 33.
Bire (cik), 204, 243, 249. Cemlim, 248.
Birgi, 278. Cend, 34, 38, 40, 52, 57, 59, 62, 63, 66, 67,
Bistam, 120, 121. 76, 94, 100, 101, 111, 112.
Boğaz-îçi, 102, 399. Ceyhan, 197, 198, 280, 354, 369.
Boğazlayan, 179. Ceyhan nehri, 196, 197, 353, 354, 369.
Bolu, 142, 185, 213, 256. Ceyhun, 10, 27, 59h247, 64, 65, 67, 76, 77, 78,
Bolu sancağı, 182, 239. 80, 87, 102, 140h411, 152, 169.
Bosna, 188. Cezayir, 199-
Bostanlu, 217. el-Cezîre, 109, 131, 232.
Boynu-Yoğun, 353. Cezîret ibn Umar, bk. Cizre.
Boy-Ovası (Boy-Âbad), 351. Cheimasiae, 328.

517
Cibâ], 89. Çukur-Ova, 48hl94, 134, 166, 172, 175,
Cirgak, 4, 7. 177, 180, 181, 182, 190, 192, 195, 196,
Cirik kale, 40. 197, 232, 257, 269, 271, 274, 275, 276,
Ciruft, 123. 279, 280, 281, 282, 314, 341, 353, 354,
Cît (jit), 33. 355, 369, 370.
Cizre (Cezire), 95, 137, 244, 384. Çuna, 231.
Colab (Culab), 194, 302, 303, 306. Çuş-Başı, 16.
Colab ırmağı, 193.
D
Corycos (Cracca), 264.
Cotzanta, 328. Dadyan, 351.
Curcan, 74, 81, 82, 87, 89, 93, 118, 119, 219. Dakuka (Tauk), 127, 336.
Curcaniye (Gürgenç), 33, 43. Damğan, 81, 99, 107, 164.
Cuveyn, 116. Damızlık, 284.
Damlaluca, 295.
ç Dânişmend ülkesi, 213.
Çakmak, 350. Dârende, 267, 268, 269.
Çamlı-Bel, 142, 185. Day-Oluk, 283.
Çanak, 333. Debûsiyye, 64, 75.
Çanak-Alam, 321. Dede-Kargın, 314.
Çanak-Konağı, 282. Dekkân, 148.
Çandarlu, 331. Deli-Dinar, 350.
Çandır, 325. Demenhur, 251, 252.
Çankırı, 166. Demircili, 283.
Çardar, 40. Demir-Kapu, 354.
Çarıklar, 211, 259. Dendânekan, 91, 93.
Çanklıı, 211, 259. Denizli, 134, 161, 162, 181, 192, 214, 217,
Çavdar, 284. 341, 399.
Çavdur, 324. Derbsak, 271.
ÇavuTcu, 350. Derbsak kalesi, 270.
Çayırlar, 331h22. Derelü, 331.
Çay-Kuyu, 295. ( jy - ), 61h257.
Çepni dağları, 331. Deşt-i Kıpçak ^ j, 3 5 h ll3 , 260.
Çığıl tır golü, 20. Deştiya, 284*
Çimen, 284. Develu Karahisar, 180.
Çin, 1, 8, 10, 11, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 22, 26, Deve-Taş, 300.
27, 31, 48hl58, 113. Deylem, 7lh290, 81, 94.
Çoban Beğ, 300bl0. Deyr Rahbe, 275.
Çorum, 153, 163, 182, 185, 213, 325, 329, Dırnaklu, 307. .
334, 394. Dicle, 384.
Çördük, 284. Dilı-i Nemek, 761ı310.
Çörten Hüyüğü, 306. Dih-i Nev, 34.
Çu, 12, 28, 31, 36* Dihistan, 70, 78, 79, 93, 118, 119.
Çubuk, 295. Dikmeci, 331.
Çubuk ovası, 170. Dimaşk (Şam), 101, 133, 224, 245, 247, 248,
Çuğay-Kuz, 13. 252, 254, 267, 268, 271, 296.
Çuhr-ı Sa’d, 399. Diuever, 84, 127, 144, 337, 360.
Çukurcak, 243. Divân, 356.
Çukur-Hisar, 333. Divâne Kışlası, 350.

518
Divâneler, 217. Esed-Âbad, 85, 291, 292.
Divriği, 187, 263. Ester-Âbâd, 314, 343, 348, 349.
Diyarbekir, 95, 101, 136, 145, 146, 147, 151, Esenlu, 257.
167, 175, 193, 209, 225, 245, 249, 250, Esirlik, 284.
251, 276, 299, 384. Eski-ÎI, 179, 333.
Dizful, 288. Eski-Şehir, 182, 221.
Dodurga, 256. Etrek, 348.
Doğu-Anadolu, 100, 135, 136, 147, 153, 155, Etrek çayı, 311, 343.
156, 164, -183, 201, 332, 378, 381. Eşme-Kaya, 179.
Don ırmağı, 36, 59h250. Eşnas, 40.
Dudriağa, 256. Ezgenti Kadaz, 16.
Duraklu, 333.
F
Düzmürd kalesi, 385.
Düzmüş, 333. Farab (Karaçuk), 33, 38, 39, 62.
Fars, 121, 123, 126, 127, 137, 146, 150, 151,
E
202, 260, 261, 262, 287, 288, 292,
Edirne, 199. 336, 337, 388, 339, 340, 358, 363.
Eğridir, 217, 314, 357. Faş çayı, 379h4.
Elbistan, 153, 161, 166, 226, 243, 280, 300, Ferah, 289, 290, 291.
320, 321. Ferâve, 69, 74, 78, 79.
Elbistan ovası, 160. Ferâve çölü, 88.
Elgen-Argı, 333. Fergana, 30, 66, 67.
Elgen-Virânı, 350. Fındık, 321.
Emba, bk. Cem. Fırat, 101, 153, 174, 182, 210, 213, 223, 266,
Emegil, 284. 303U23.
Emet suyu, 384, 398. Firuzlu, 331.
Emir-Dağı, 321. Fiyahan, 302.
Emirgân, 399. Fümen, 335.
Emir Hacı, 306.
G
Emir-Uşağı, 282.
Emirlü, 331. Gani?, 356.
Endülüs, 105. Garcistan, 119.
Engezlu, 331. Gâverûd, 290, 309.
Erbil, 133, 134, 146, 209. Gâvur dağlan, 134, 192, 195, 228, 273, 298,
Erciş kalesi, 332. 354, 369.
Erdebil, 130, 150, 170. Gâzi Anteb, bk. Ayıntab.
Erdelan, 421. Gazne, 57, 68, 70, 119, 120, 121, 122.
Ereğli, 342. Gazze, 159, 223.
Erivan, 236, 399. Gebeciler, 217.
Erence, 217. Gedük, 179, 230.
Ermenek, 161, 168, 180. Gemerek, 230, 280.
Errân, 90, 128, 129, 131, 135, 145, 146, 151, Gence, 129, 153, 236, 279, 384.
161. Gencek, 217.
Erzen, 135. Gerçelik, 307.
Erzincan, 148, 151, 152, 153, 165, 173, 190, Gerede, 142, 185.
264, 328. Germiyan, 408.
Erzurum, 135, 146, 157, 161, 172, 190, 364, Germsîr, 124, 126.
379, 380. Geyikler, 232.

519
Gîlân, 152, 230. Hami, 10.
Gird-Kuh kalesi, 99, 100, 107. Hamid (sancak), 171, 181, 213, 214, 217,
Giresun, 165, 324, 325, 331, 332. 242, 243, 312, 314, 319, 333, 357.
Girih-Rûd, 234. Hamid ( -U»-), 384, bk. Âmid.
Girmasun, 333. Hamse, 237, 292.
Golkonda, 148. Hamza-Baba, 331h21.
Gök-Gedik, 331h21. Han-Köyü, 282.
Gök-Köy, 217. Harizm, 33, 36, 43, 44, 52, 57, 58, 63, 68, 76
Gök-Pınar, 321. 77, 78, 92, 93, 100, 101, 118, 122,
Göksün, 313. 124h382, 125, 142, 164, 218.
Göksün yaylası, 187, 189. Harmandalı, 331h21.
Göl-Hisar, 334. Harput, 136.
Görele, 331. Harran, 193, 248, 302.
Göynük, 268. Haruniye, 315, 321, 346.
Gûr, 119, 126. Hasırcı, 283.
Güzgân (Cuzcan), 74. Hassa, 269, 283.
Gülnar, 178, 308, 356, 366. Hatay, 229, 409.
Gül-Tepe, 282. Hatuniye, 250.
Gündüzlü, 269, 329, 366. Haydar Âbad, 148.
Güney-Anadolu, 46, 156, 202, 228. Haymana, 257, 278.
Güney Azerbaycan, 156. Hazar Denizi, 33, 68, 141, 186, 202, 240, 358.
Güney-Batı Anadolu, 173, 182, 195, 223. Hazar ülkesi, 55.
Güney-Doğu Anadolu, 95, 135, 136, 155, Heftaze Bıilan, 98.
272. Hekim-Han, 177, 178.
Güney Ispanya, 138. Helvacılar, 331h22.
Günü, 217. Hemedan, 81, 82, 83, 84, 87, 90, 98, 105, 106,
Gürcistan, 100, 137, 335, 379h4, 384, 385, 397. 107, 108, 131, 146, 234, 261, 289, 292,
Gürgen, 124, 243. 311, 337, 360, 361, 362.
Gürgen çayı, 141, 311, 343. Herat, 74, 87, 88, 92, 93, 116, 119, 120, 170,
Gürgenç, 100. 344.
Gürleyen, 284. Hısn-Keyfâ, 136, 245.
Gürün, 177, 178. Hısn ul-Ekrad, 316.
Güvercinlik, 322. HİIIe, 126, 234, 309.
Güzelce, 284. Hind, 43hl58, 70, 125.
Hindistan, 66, 68, 72, 81, 109, 148, 149, 155,
H
170.
Hacılu, 231, 234. Hisar-Tak, 241.
Hacı-Veliler, 283. Hive, 139.
Haleb, 13h25, 134, 135, 153, 165, 173, 175, Hocend, 66, 67.
178, 192, 204, 223, 224, 226, 227, 228, Horasan, 24b52, 42, 43, 47, 57, 58, 64, 65, 66,
245, 246, 247, 248, 249, 251, 252, 254, 68, 69, 71, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81,
265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 273, 85, 86, 87, 88, 89, 91, 92, 94, 100, 101,
277, 278, 294, 298, 299, 303h23, 306, 112, 113, 118, 120, 121, 122, 123, 124,
312, 354, 360, 365, 370. 125, 135, 136, 139, 140, 142, 146, 147,
Halhal, 290. 148, 152, 156, 220, 235, 241, 242, 288,
Halkalu, 331. 290, 291, 292, 320, 371, 393.
Hama, 192, 253, 271, 279, 341, 359, 371. Horzum, 218.
Hamed, 302. Hotamış, 28h68.

520
Hoy, 130, 146, 329, 364. 227, 231, 233, 324, 235, 236, 237, 239,
Hudu dağı, 321, 322. 255, 257, 265, 272, 273, 274, 277, 278,
Hulvan, 127, 145. 281, 286, 288, 289, 292, 293, 297, 303,
Humus, 192, 251, 254, 266, 278, 341, 371. 304, 310, 318, 332, 337, 340, 345, 348,
Humus sancağı, 345. 358, 360, 368, 374, 377, 380, 393, 402,
Huttelân, 113. 414h 152, 418, 421.
Huvâr, 81. Iran Kürdistanı, 365.
Huvâre, 34, 38, 52, 76h310. Irtiş, 32.
Huzistan, 126, 'l27, 131, 222, 260, 261, 262, İsfahan, 71, 81, 82, 84, 87, 89, 90, 109, 170,
263, 264, 286, 288, 292, 293, 337, 171, 261, 262, 416hl61.
338. İsferâyin, 70, 116.
Hüdâvendigâr, 213. İsficab, 27, 28h74, 29, 33, 34, 36, 50, 51,
Hüseyinler, 321. 56.
Isfizar, 289, 291.
I îshaklu, 180.
Ilgın, 28h68, 180, 191, 213h57, 341. İskenderun, 281.
Irak-! Acem, 83, 87, 88, 89, 94, 105, 124, İskilip, 165,
151, 282, 362. İslâhiye, 195.
Irak-ı Arab, 96, 98, 105, 106, 131, 137, 147, Isorya, 264.
151, 232, 233, 239, 245, 250, 332, 386. İspanya, 138, 234.
İsparta, 162, 185, 192, 215, 320. Ispir, 153.
Issık Göl, 4h9, 10, 11, 27, 28, 35hll2. Istahr, 150.
İstanbul, 96, 196, 204, 220, 285, 375, 415
1 h 153.
îbar, 119. İtil, 34, 36, 43, 55, 58, 61h257, 100, 405.
tblis-Hisarı, 334. İzmir, 196, 199, 307, 330, 369hl.
İbrahim, 217.
K
îcâdiye, 283.
tç-Il (el), 160, 168, 180, 181, 182, 185, 189, Kadılı, 278.
196, 239, 297, 307, 314, 318, 334, 356, Kadirli (Kars), 176, 195, 196, 276, 277, 342,
357, 366, 367. 346.
îç -tl Sancağı, 307. Kafkasya, 198, 275, 281.
İfrikiyye, 138. Kahire, 226, 246, 251, 268, 353, 354.
tğdeli, 284. Kahkaha kalesi, 288.
İki Imek, 32. Kal’ atül-Müslimin, 246.
Iklu-Virânu, 217. Kalecik, 231.
îli, 11, 12. Kâlincar, 68.
Îli-Su, 179. Kaman, 281.
İman-Asarı, 353. Kansu, 22, 31.
ince Dere, 284. Kapanlar, 217.
încircek, 307. Kaplan Alanı, 219.
Incügez, 321. Kara-Ağaç, 307.
Inger çayı, 379h4. Kara-Bağ ( J y 219, 230, 335, 368h35.
İran, 42, 48, 49, 53, 75h305, 97, 103, 108, Kara-Beli ülkesi, 337.
110, 117, 129, 137, 142, 143, 145, 146, Kara-Boğaz, 326.
147, 148, 150, 152, 153, 154, 155, 156, Karaca-Dağ, 220, 225, 342.
158, 166, 170, 171, 175, 176, 183, Karaca-Kaya, 217.
184, 188, 190, 194, 212, 214, 222,'226, Karaca-Şehir, 203.

521
Karaca-Virân, 308. Kaypak-kalesi, 321.
Karaçuk dağları, 34, 36, 39, 59, 381, 384, Kays adası, 125, 339.
391, 398.
Kayseri, 159, 160, 161, 163, 166, 171, 176,
Kara-Deniz, 26, 33, 36, 58, 59, 202, 320, 374,
182, 187, 195, 213, 230, 273, 280, 281,
379h4, 385.
282, 294, 340, 366, 402.
Kara-Dere, 384.
Kazancılar, 367.
Kara-Dervend, 380.
Kazancalı Yazısı, 350,
Kara-Dinek, 400.
Kâzerun, 287, 289.
Kara-Göl, 111.
Kazılık dağı, 384.
Kara-Göncü, 331.
Kazvin, 73, 84, 87, 131, 170, 290, 292.
Kara-Hisar, 342.
Keder, 39.
Kara-Hisar, 3S7.
Keferdiz, 330.
Kara-Hisar-ı Sahib, 181, 213, 214, 219.
Kem, 9, 20, 22, 203.
Kara-Irtiş, 9.
Kemah, 167, 216.
Kara-Isalu, 196, 197, 232.
Kemçik, 4, 7.
Kara-Kaya, 353.
Kemer, 283.
Kara-Keçilu, 182.
Kencede, 39.
Kara-Keşiş, 353.
Kendumân, 338, 339.
Kara-Köprü, 355.
Kene Güneş, 321.
Kara-Kum, 13, 34, 35hll2, 59.
Kengiri, 213, 214.
Karaman (ili, bölgesi, eyâleti), 187, 275, 408.
Kereç, 84.
Karaman Kayası, 218.
Kerek, 221.
Karamanlı, 283.
Kerkük, 233, 250, 253, 254, 309.
Karamuklu, 282h78, 283.
Kesik çayı, 196.
Kara-Pınar, 281ı68, 282, 284.
Kesir, 283.
Karasi, 213, 214.
Keskin, 330.
Kara-Şar, 10.
Keşf ul-vechil-bahrî, 252.
Kara-Ta;, 178.
Keşf ul-vechi’ l-kibelt, 252.
Kara-Tav, 34hll3.
Kettele, 302.
Kara-Yurd, 283.
Keyre Başı, 20.
Karcılar, 372.
Kezzâz, 234.
Kargılık, 313.
Kıbrıs, 180.
Karınca, 331.
Kılıç-Kışla, 284.
Karı-Taş, 180, 333, 356.
Kınık, 192, 276, 321, 366, 370.
Karnak, 39.
Kınık, 369hl.
el-Karyetü’ l-Hadîse, bk. Yeni Kent.
Kırık-Han, 269.
Kasaba, 182, 320.
Kırık-Kale, 229.
Kastamonu, 28h68, 185, 213, 214, 351, 408.
*' Kâşgar, 27, 30, 50, 56, 67. Kır-Şehir, 158, 163, 176, 178, 182, 186, 191,
Kaş-Yenicesi, 217. 231, 313, 327, 347.
Katar, 182. Kızıl-Avrat (Kızıl Ribat), 78.
Katır-Oluğu, 269. Kızılca, 367.
Kâtif, 339. Kızıl-Dağ, 354.
Katvan çölü, 113. Kızıl-Dere, 284.
Kavak köyü, 189. K ızıl-ören, 283.
Kaya-Dibi, 331. Kızıl-Pmar, 283.
Kayıcık, 217. Kızıl-Yaka, 170.
Kayı Hüyüğü, 217. Kızkaçlı, 284.

522
Kız-Kulesi, 265. Kuzey-Suriye, 129, 188, 192, 193, 202, 223,
Kiçik Tağ, 35hll2. 230, 231, 235, 265, 272, 297, 307,
Kihran, 131, 371.
Kilikya, 353. Kuzu, 257.
Kilis, 188, 352, 355. Kuzu-Deresi, 321,
Kilise, 331. Küçük Asya, 61.
Kilise, 372. Küçük Kedfiye, 372.
Kirman, 92, 121, 123, 124, 125, 146, 151, 291, Kühek, 64.
292 293, -338, 406. Kürd dağı, 228.
Kirman-Şah, 127, 233, 292, 336. Kürdistan, 105, 127, 144, 290, 335, 336, 340,
Kobnan, 123. 360, 363.
Koç-Hisar, 179, 324, 342, 357. Kürtün, 331, 353.
Koç-Hisar gölü, 178. Kütahya, 134, 162, 181, 185, 188, 191, 209,
K oç, 21. 214, 232, 259.
Konya, 154, 160, 161, 179, 180, 190, 204,
213, 214, 217, 321, 342, 409hl20. L
Korucu, 231.
Lapa, 308.
Koyul-Hisar, 153.
Lârende, 179, 189, 217.
Kozan, 195.
Lâttakiyye (Lâzıkiye), 276.
Koz-Ordu, 28h75.
Luristan, 222, 261, 362, 363.
Koz-Virân, 350.
Köğmen, 9, 15.
M
Kök-Kesene, 40.
Kördüzlü, 356. Maçka, 327.
Köse-Dağ, 134, 158. Maden, 235.
Köyceğiz, 218, 325. Madrasan, 283.
Kudüs, 108, 133, 136. Mağara, 282.
Kûh-Gilûye, 127h386, 154, 260, 286, 287, Mâhân, 122, 141, 162.
310, 337. el-Mahkî, 262, 263.
Kûhistan, 113. Mahmudlar, 334.
Kulan, 29. Makedonya, 60.
Kul-Çukuru, 331. Mâkû, 235.
Kumis, 76h310, 119. Malatya, 137, 157, 162, 166, 214, 267, 268,
Kureyş-özü, 351. 275.
Kurt-Kulağı, 195. Malatya, 128.
Kurtulmuş, 331. Malazgird, 60h252, 102, 134, 324.
Kuru-Dere, 196h7, 308. Malye ovası, 157.
Kuru-Pınar, 346. Manastır, 199.
Kusun, 196. Mancılık, 177.
Kuşçu, 282. Mançurya, 10.
Kuşlıgak, 16. Mangışlak, 33, 59, 78, 100, 112, 118, 139,
Kutatis, 379h4. 142, 164, 202, 241, 324, 325, 326, 343,
Kuyas, 27. 348, 358, 375.
Kuzey Afrika, 138. Manisa, 28h68, 162, 172, 185, 216, 331.
Kuzey Azerbaycan, 156, 380. Maraş, 147, 153, 157, 159, 172, 175, 182, 196,
Kuzey-Batı Karadeniz bölgesi, 182. 199, 226, 231, 263, 267, 276, 321, 322,
Kuzey-Doğu Anadolu, 165. 324, 346, 409.
Kuzey Kafkasya, 36hll9, 140, 326, 358. Mardin, 136, 173, 190, 224, 250, 265, 313.

523
Markab kalesi, 224. Mut, 180, 356.
Marmara (Denizi), 134. Mürsellü. 322.
Marmara bölgesi, 162, 174, 182, 211. Müşkûye, 81.
Marmara kıyıları, 198.
Mavera un-Nehr, 15, 24, 28, 29h80, 33, 42, 43, N
48hl94, 51, 52, 55, 56, 64, 65, 66, 74,
Nahçivan, 130, 145, 361.
75, 96, 105, 109, 110, 122, 139,
Necid, 193.
164.
Nermâşîr, 124.
Mâzendran, 118, 241, 242, 292.
Nerun?, 356.
Medâin, 47hl92.
Nesâ, 70, 77, 78, 116, 118, 121, 122, 124,
Medine, 227.
241.
Mehdiyye, 138.
Nev-Şehir, 191.
Mekke, 227, 387.’
Niğde, 179, 182, 259, 342.
Mekrâfl, 72, 94, 125.
Nihâvend, 234, 263.
Melik-Virân, 284.
Niksar, 320.
Menbiç, 296h7.
Nişabur, 49, 68, 72, 85, 88, 92, 99, 116, 118,
Menbiç bölgesi, 192.
119, 120, 124, 205, 236, 409.
Menemen, 196.
Nizib, 194.
Menteşe, 153, 181, 213, 218, 318, 325, 351,
Nûr, 66, 76.
357.
Nusaybin, 97, 250.
Merağa, 83, 127, 146, 337.
Nusretlu, 347.
Mersin, 200.
Merv, 41, 47hl92, 74, 77, 80, 85, 88, 89,
90, 91, 112, 114, 115, 116, 119,
O
120, 121, 137, 141, 162, 209, 310, 344. Oğlak-Kayası, 283.
Meskenci, 372. Oğurca, 295.
Meyyâfarikîn, 136. Oğuz çölü, 33, 58.
Mısır, 96, 110, 138, 160, 164, 169, 246, 251, Oğuz ülkesi, 33, 34.
268, 271, 340, 365, 398, 409, 414K153, Oğuz yurdu, 35, 43, 388.
415. Onguncular, 284.
Mihaliç, 275. On-Ok ülkesi, 21, 35.
Mirki, 28, 29, 50. Ordu, 28, 29, 50, 56.
Misis, 192, 354. Ordu, 327, 328, 332.
Moğolistan, 113. Ordu Baliğ, 22.
Molla Hüseyinler, 283. Orhun, 9, 22.
Mora, 171. Orhun bölgesi, 3, 19, 21, 22, 24, 26, 31, 35.
Muğaıl, 132, 145, 364. Orhun-Selenga bölgesi, 23.
Muğan gölü, 277. Ornas (Eşnas), 42hl55.
Muğla, 153, 162, 181, 216, 351. Orta-Anadolu, 134, 155, 164, 174, 179, 184,
Multan, 68. 186, 187, 217, 232, 244, 264, 275, 277,
Muradiye, 331h21. 296, 350, 351, 357.
Murad Paşa köprüsü, 346. Orta-Arabistan, 193.
Murgab, 344. Orta-Asya, 1, 3, 5, 18, 26, 51, 135, 137, 139,
Murtaza-Âbâd (ova), 217, 320. 142, 154, 162.
Murted-Çukuru, 353. Orta-İran, 82.
Musul, 95, 97, 104, 128, 132, 136, 145, 246, Oruç-Oğlu, 284.
250, 289, 360, 365. Osmancık, 322.
Muş, 136. Osmaniye, 195, 198.

524
Otrar ( j l ^ l ), 29, 35hll3. Rûyindîz, kalesi, 146.
Ovacık-Pmarı. 321.
S
Ozgur, 331.
Sabran (Savran), 29, 33, 35hl 13, 39, 43.
Ö
Sâdık Ata Tepe, 39.
Ötüken, 6, 7, 10, 14, 18, 20. Sâfita, 224, 265.
Özer, 276. Safranbolu, 238.
Öz-Keııd, 30, 40, 41, 64, 66, 111, 243. ( j * ) 127h386.
Saim-Beğli, 195.
P
Sakal, 295.
Paç, 269. Sakarya bölgesi, 1741ı466.
Pasin, 96, 380. Sakızcık, 321.
Payas, 195, 269, 354. Samsun, 165, 166, 327.
Pazarcık, 330, 334, 346. Sandavi?, 356.
Pazar-ören, 282, 283, 284. Sandık dağı, 346.
Pazııık, 416. Sandıklı, 219.
Peçenek, 323. Sarban, 331.
Peçenek-özü, 320. Sacız, 198, 282, 283, 284, 294, 324.
Flıilalıonite, 328. Sâru, 146.
Pınar-Başı, 282, 283, 284, 294. Saru-Çam, 197, 333, 354.
Potuklu, 284. Saru-Gurkan, 309.
Pürnek, 321. Saru-Han, 191, 213, 218, 330.
Saru-Han sancağı, 189.
R
Saru-Kaya, 152.
Rahbe, 96, 307. Sanı-Kurşun, 256.
Rahva ovası, 102. Sarvandı dağı, 321.
Rakka, 136, 193, 194, 197, 226, 275, 278, 279, Sâve, 145.
281, 295, 302, 303, 305, 306, 307, 317, Sayram, 35hll2.
330. Sebzvâr, 291.
Rakka çölleri, 305. Selânik, 60.
Râvendân, 352. Selçik ('iU J L - ), 372.
Remle, 133. Selçiik ( 372.
Revan, 332. Selenge, 8, 17, 19, 20, 21.
Rey, 71, 72, 80, 81, 82, 83, 87, 89, 92, 94, 98, Selinti, 168, 180.
103, 106, 107, 116, 118, 262, 309, Sehna dağı, 193.
348hl3, 361. Selmas, 250.
Reyhan, 125. Semerkand, 24, 29h80, 35hll3, 64, 65, 112,
Reyhanlı, 229. 170.
Ribat-ı Nemek, 76. Sepren, 38, bk. Sabran.
Rûd-Bâr, 348hl3. Serahs, 66, 69, 72, 74, 80, 85, 88, 117, 119,
Ruha, bk. Urfa. 120, 121, 137.
( ç j J \ ) 3201ıl. Serahs çölü, 87.
Rum-eli (ili), 141, 145, 156, 165, 169, 188, Serav, 130.
199, 209, 264, 421U171. Seyhan ırmağı, 353, 354.
Rum-Kale, 266, 312, 329, 330. Seylan, 303.
Rum ülkesi, 87, 94. Seyyid, 331.
Rusya, 59. Seyyid-Gazi, 181.

525
Sırh-Tam. 40. Suriye sının, 300hl0.
Siistan, 93, 126, 147, 290. Susuzca, 334.
Silifke, 180, 264, 314, 318, 357. Su-Şehri, 321.
Silvan, 136. Sürmelu, 384.
Simnan, 81. Süruc, 248, 249, 250, 273.
Sincar, 97, 247. Süt-Kend, 39, 50, 62.
Sindal, 284.
Sinop, 159, 165, 327. ş
Sir-Derya (Seyhun), 4h9, 24, 33, 34, 36,
Şaban, 331.
38, 39, 40, 49, 53, 56, 59, 76h3l0,
Şabanlı, 282.
79, 101, 111, 112, 126, 202, 216,
Şâdiyah, 119.
260, 325, 337, 360, 381, 382, 384, 385,
Şam, 199, 223, 229, 252, 312, 332.
420.
Şantung, 14.
Sis (Kozan), 159, 176, 219, 253, 255, 265,
Şapur ovası, 362.
277, 293, 354, 369.
Şaş (Taş-Kend), 39, 50, 55, 66.
Sisca, 321.
Şebin Kara-Hisar, 216.
Sitgiin, 38, 39.
Şehir (Yeni) Kent, bk. Yeni Kent.
Sivas, 137, 143, 153, 157, 158, 159, 163, 165,
Şehrizor, 111, 127, 134, 145, 208, 336,
173, 175, 178, 185, 1B9, 190, 199, 213,
338.
214, 227, 228, 256, 316, 317, 340, 345,
Şeki, 249.
371, 394, 402.
Şemseddin, 302.
Siverek, 248.
Şenb-i Gâzân, 249.
Sivri-Hisar, 182, 278, 371.
Şereflu Koç-Hisar, 320.
Siyah-Kûh, 33, 62, 325.
Şeyh Çoban, 273.
Sobuca, 259.
Şeyh Kendi, 250.
Sofular, 331h22.
Şeyhlu, 218, 259.
Soğd, 24.
( ÛUJiA ), 28.
Solaklar, 282.
Şiraz, 286, 288, 338, 339.
Songa ormanı, 15.
Şirvan, 148, 303, 380.
Sorgun, 179.
Şuşter, 264, 288.
Söbe-Çimen, 284.
Söğüt, 161, 220, 221, 347.
T
Söğütlü, 283.
Söke, 331h22. Tâberek kalesi, 82.
Sthlabopiastis, 328. Taberistan, 82, 93.
Suğdak, 21. Tâbee, 94.
Suğnak (Sığnak), 38, 39, 40. Taf, 283.
Sultaniye, 310. Tahta-Kemer, 283.
Sultan-Önü, 182, 203. Tahtalı, 284.
Sulucu Kara-Hüyük, 327. Talaş, 10, 11, 12, 13, 24, 27, 31, 36, 50, 56, 66,
Sumeysat, 157. 75h305.
Sunak, bk. Suğnak. Tâlikan, 119.
Sunbas ırmağı, 196. Tana-Deresi, 331.
Suriye, 101, 103, 107, 108, 109, 110, 129, 133, Tarbagatay, 12, 17.
137, 159, 165, 169, 193, 194h488, 225, Tarablus Şam, 138, 166, 177, 189, 192, 224,
231, 239, 253, 271, 299, 306, 317, 360, 229, 265, 270, 316, 341.
365, 369, 386, 408hll3. Tarablus (Libya), 199.
Suriye çölü, 276, 355. Târim, 290.

526
Tarsus, 134-, 150, 180, 257, 307, 316, 317, Tuna, 37, 60, 169.
317, 341, 354, 356, 367, 372. Tunus, 199.
Taşlıca, 295. Turar, bk. Otrar.
Taşlıca-îniş, 321. Turgud, 179, 186, 323, 333, 350.
Taşlık-Silifke, 180. Turgutlu, 330.
Tatyan, 384. Turhal, 171.
Tâuk (Tavuk), 233, 250, 309. Turuhan, 9.
Tavşancık, 231. Tus, 70, 116, 118, 119.
Tebriz, 146, *152, 164, 167, 170, 189, 249, Tünhas, 66.
256, 290, 340, 364, 376. Türgi, Yargun, 8.
Tedmur vahası, 341. Türkmen çölü, 257.
Teke sancağı, 153, 170, 181, 214, 242, 243, Türkistan, 8, 31, 42, 49, 79, 106, 122, 139,
314, 318, 357. 142, 148, 154, 157, 164, 170, 178, 220,
Tekfur Burcu, 321. 225, 384.
Tekir-Dağ, 219. Türkiye, 4, 45, 48, 53, 122, 132, 143, 149,
Teleyli, 306. 151, 153, 157, 163, 167, 175, 182,
Telh-Âb, 85. 192, 196, 201, 204, 207hl6, 207, 212,
Tell-Bâşir, 134, 365. 220, 238, 240, 264, 265, 273, 275, 292,
Tell-Hâlid, 134, 365. 306, 318, 334, 348, 353, 373, 392, 406,
Tell-Şammar, 278. 409, 410, 411, 412, 414, 415hl53, 416,
Tell-Zivan, 278. 418, 419.
Terziler, 331h22.
Tezeklü, 356. U
Tîb çayı, 222, 232.
Tibet, 22. Ucan, 249.
Tien-Şan bölgesi, 22. Uğuz jilgası (Oğuz-Deresi), 40.
Tiflis, 83. Ulu-Çir, 308.
Tire, 331h22, 372. UIuğ-Tağ, 351x112.
Tirebolu, 165, 328, 332. Ulu-ICaşağı, 308.
Tirkeş, 331H21. Ulu-Kem,3, 4h9.
Tirmiz, 74, 117. Ulyâ-Âbâd yazısı, 87.
el-Tîz, 94. Umman, 339.
Toğu Balık, 16. Urfa (Ruha), 137, 187, 193, 194, 204, 248,
Tokat, 143, 153, 163, 178, 185, 213, 240, 266, 249, 254, 302, 307.
345, 347, 394. Urgu, 16.
Toklar, 282, 283, 284. Urmiye, 83, 130, 289, 292, 335, 364,
Tokmak, 12. 365.
Tokuz-Oğuz (köy), 203. Urmiye kalesi, 309, 335,
Tomarza, 280, 282, 283, 284, 293. Urum (Rum), 301.
Toprak-kale, 370. Urungu, 9, 27.
Toroslar, 174, 237. Uşacık Pınarı, 321.
Torul, 331. Uşak, 232, 277, 351.
Tözgün, 283. Uşnu, 364,
Trabzon, 149, 154, 159, 165, 182, 213, 327, Uşrusana, 24, 65.
328, 329, 331, 332, 354. Uzamış, 257.
Trakya, 60. Uz-Kent, 40.
Tuba, llh22. Uzun-Dere, 331.
Tula, 4, 5, 14, 203. Uzunluca, 372.

527
Uzun-Yayla, 153, 159, 165, 173, 177, 197. Yayık (Ural), 34, 37.
Yazır, 240.
Ü Yedi-Berguş, 372.
Üç-Ayaklu, 356. Yedi-Oluk, 284.
Üç-Başlu, 357. Yellüce, 177, 300, 366.
Üç-Birkü, 21. Yemen, 138, 199, 208.
Üç-Em, 191. Yenice-Hisar, 331.
Üç-Kapılu yaylası, 354. Yeni-Derya, 40.
Üç-Kilise, 295. Yeni-Kent, 34, 38, 40, 42hl55, 53, 62, 111.
Ürgenç, 41', 242. Yenisey, 3, 9, llh 22.
Ürgüb, 179, 366. Yenisey bölgesi, 26.
Üsküdar, 177, 189, 227. Yere-Geçen, 284.
Üst-Yurd 59, 100. ’ Yesi 33, 35hll3, 39.
Yezd, 266, 319, 339.
V Yozgat, 153, 166, 172, 175, 182, 204, 225,
230, 394.
Yakf-ı Kebir, 331.
Yukarı îrtiş, 31.
Van, 335, 348.
Yukarı Yenisey, 31.
Van Gölü, 95.
Yulduz ırmağı, 10, 12.
Van kalesi, 332.
Yüregil (Ankara’ nın, bir mahallesi), 247.
Vâsıt, 262, 263, 338.
Yüreğir - Yüregil - (Seyhan - Ceyhan ırmak­
Vesic, 38.
ları arası), 353.
Vilâyet-i Çepni, 331.
Vilâyet ul-Kıfcakiyye, 128.
Z
Y
Zab, 132.
Yaban-Ova, 320. Zamantı bölgesi, 198, 277, 279.
Yağar, 351. Zamantı çayı, 274, 280.
Yağmur, 366. Zâra, 256.
Yakalkan, 331. Zaysan gölü, 9, 27.
Yakın-Doğu, 46, 110, 135, 138, 245, 378, Zeamet, 32h21.
381, 393, 408, 412, 420. Zebîd, 138.
Yalak, 282. Zelhin, 283.
Yalan-Kaz, 295. Zencan, 131, 237, 310.
Yamğurca, 331. Zencan çayı, 94.
Yarpuz, 321. Zerend, 123.
Yas-Pmarı, 308. Zile, 193.
Yassı-Üyük, 217. Zonguldak, 238.

528
IV - MADDELER

A Bektaşî, 169.
Bektaşî tarikatı, 172, 420.
Abaza köleleri, 274. Beş akçeli ulûfecilcr, 379, 380.
Adaklu, 405. Beyatî makamı, 237.
Ad sormamak geleneği, 417. Beyatî Nijad (at), 235.
Ağça koyun, 392. Beygu ( j i j y 78h315.
Ahi(ler), 163.
Bidevi at, 408.
Alay, 379, 380.
Binicilik, 406, 408.
Alplar, 396.
Bod, 201.
Al vur devri (Avşar’ın), 280, 281.
Bolgak (karışıklık), 15.
Âmil, 70.
Boy, 201, 202.
Anadolu Türklüğü, 161.
Boybeği, 201.
Arab atı, 407.
Bozdoğan, 407.
Aşığlu, 208.
Börk, 409.
Aşık, 412.
Budun, 5, 201.
Aşîret, ,202.
Buğra (yemek), 393.
A t, 42, bk. binicilik.
Buhur, 43.
Ata, 44.
Atın kuyruğunun kesilmesi, 416. C
Avadanlık, 54.
Avcılık, 411. Celâlî bölük başılan, 187.
Avcı-başı, 54. Celâli hareketleri, 142, 196.
Avşar kilimi, 281. Celâlî isyanları, 173, 181, 186.
Aygucu, 14. Celalîler, 189, 190.
Cemâat, 202.
B

Bağdaş kurmak, 406.


ç
Balbal, 14. Çağrı (kuş adı), 78h315.
Barçm’m kök kâşanesi, 40. Çakır (kuş adı), 207.
Baş indirip bağır basmak, 405. Çavuşlar, 54.
Bayındır damğası, 206. Çeri, 406.
Beğ, 201. Çerkeş köleleri, 274.
Beliğ, 406. Çift-bozan, 185.
Beğlerbaşı, 397, 400. Çomak, 406.
Beğlerbcği, 53, 397, 398. Çuldu, 394.
Bekçiler (muhafızlar), 54. Çur (Çuo), 12.

529
t> i
Damğa, 206, 207. Idi-Kut, 8, 22.
Dâye (dadı), 4-05. İğdiş, 408.
Destursuzca yağıya girmek, 400. İl eri, 185.
Devşirme ocağı, 175. İlig-i Türkman, 29h80.
Diz yere vurmak, 406. İnaklar, 397, 402.
Don (giyim), 405. İran (Acem), kervanları, 186.
Doyumluk, 220. İran Türklüğü, 292.
Döne döne savaşmak, 406. İşbara, 31.

E
K
Edik, 409.
Eğlenceler, 411, 412- Kabîle, 201.
El (il), 201, 202. Kaftan, 409.
El gün, 38. Kağan, 9, 10, 15.
Elini eline vurmak, 414. Kâğut (kavut), 124h380.

Eltebir, 7, 9. Kalaba ülke, 394.


Emîr-i âhur, 54. Kalın, 402,
Kapı-kulları, 184.
Endâra-i goşt, 207, bk. Sünük.
Kara-kuş, 207.
Erkin (Se-kin), 12.
Ertuğrul alayı, 221. Karalar giymek, 415.
Kara müsafir, 163.
Etrâk-i bî idrâk, 152.
Kara-oğlu, 154.
Evlâd-ı Fâtihan, 158.
Kargı (süngü, çıda), 54, 407.
G Kartal (ongun), 207.
Kas kas gülmek, 413.
Goncan, 303.
Kavim, 201, 202.
Göğüs (ordunun), 406.
Keneşme, 54.
Gök-Mescit (Cihanşah’ın yaptırdığı), 147.
Keşiş, 397, 400.
Gök-Türk Âbideleri, 19.
Kılıç, 407.
Gömeç, 392.
Kımız, 44, 381, 392.
Gönder, 379, 380.
Kıyafet (destanlarda), 408, 410.
Gözü aydın, 414.
Kovgun(lar), 177, 279, 281.
Gülşenî tarikatı, 169, 420.
Kovgunculuk, 197.
Gün bk. El gün.
Kömlek (könlek), 409.
H Kul, 172.
Kül-Çur, 7, 11.
Hâcib, 131.
Kül-Erkin, 53, 402.
Hakanlı, türkçesi, 30.
Küpe takmak geleneği, 400, 410.
Halay, 47.
Hanefî mezhebi, 43, 392.
M
Has-beğ, 131.
Has-beğler, 397. Mantı, 393.
Hass raiyyetlik, 175. Mehdilik, 171.
Hwan»i yağma, 412. Memlûk sistemi, 106, 107, 109, 110.
Millî romantizm, 168.
I Moğol geleneği, 339.
Işık (tuğulğa), 407. Muştuluk, 415.

530
N Salur damgası, 206.
Ser çeşme, 52Iı215.
Naibler, 402.
Sırt zırhı, 406.
Nökerler, 401, 402.
Sipahi, 346.
O Sipahi-oğulları, 217.
Sipahi zâdegân, 346.
Oba, 201, 202.
Sokman, 409.
Oğuz alpları, 386.
Solaklar, 414hl52.
Oğuz boylan, 202, 203, 204, 206.
Sol aşığlu, 208.
Oğuzculuk cereyanı, 164, 215, 373, 374.
Sol karı yağrın, 208.
Oğuzculuk, şuuru, 375, 376.
Sol kol. 406.
Oğuz kavudu, 124.
Sukak, 42.
Oğuz şehirleri, 39, 41.
Sungur, 207.
Oğuz türesi, 168.
Surre akçesi, 227.
Oğuz yabğusu, 34, 51, 57, 76, 205.
Sü-başı, 53, 61, 85, 403.
Oğuz yurdu, 384.
Sünük, 206, 207, 208.
Ok 1, 54, 406.
Ok atmak geleneği (gerdek için), 404.
ş
Ongun, 207.
On iki hayvanlı Türk takvimi, 143. Şad, 7, 20.
Orda, 401. Şafiî mezhebi, 393h4-5.
Ordu, 406. Şâhin, 207.
Orhun Âbideleri, 12, 13h25, 201, bk. Gök- Şine Usu Yazıtı, 7, 21.
Türk Âbideleri. Şişlik, 392.
Orun, 208, 400. Şiven, 414.
Osmanlı av teşkilâtı, 411.
Oymak, 202. T

Targan, 115, 121.


Ö
Tarhan, 32.
Ölülere aş vermek, 415, 416. Tavşancıl, 207.
Tegin, 67.
P
Temir-yalığ, 62.
Paşa, 379,. 380. Tır, 218.
Pliaska prisiadki, 47. Toy, 116, 410.
Puta, 406. Töz, 207, 406.
Tuğrağ, 53.
R Tuğraîlik, 53.
Ribat, 70. Tuğrul, 78h315.
Tutmaç, 47, 104, 393, 394.
S Tutuğ, 9.
Sadak, 406. Türk atı, 353, 402.
Sağ aşığlu, 207. Türkçülük, 168.
Sağ karı yağnn, 207. Türkçülük şuuru, 374, 375, 378.
Sağ umaca, 208. Türk develeri, 43.
Sağ kol, 406. Türk memlûkü (memlûkleri), 104, 105, 109,
Saht keman, 105. 110, 122.
Sâlâr, 136. Türkmen atları, 407.
Saltanat nâibliği, 53. Türkmen kıyafeti, 410.

531
u Yatuk, 42, 202.
Y ay söykünmek, 397.
Uc (kuş adı), 207.
Y ay ve üç ok (hâkimiyet alâmeti), 85, 205.
Ucayla, 208.
Yazığçı, 53.
Uç, 135.
Yınal, 53, 77.'
Ulus, 201.
Yirmi dört Oğuz boyu, 215.
Uşaklar, 401.
Yirmi dörtlü düzen, 208, 209, 210.
Yoldaş, 37, 402, 403.
ü
Yoldaş başı, 402.
ÜIüş, 208. Yörük, 172, 173, 174, 357.
Yuğ aşı, 415, 416.
Y Yurd, 201.
Yağmalı toy, 104, 105, 395, 412. Yut, 16, 417, 418.
Yahni, 392. Yükünç, 406.
Yas merasimi, 133, 414. Yülek, 407.

532

You might also like