Professional Documents
Culture Documents
Dİ L VE T A R İ H —C O Ğ H A F Y A F A K Ü L T E S İ V A Y I K 1 A H I : 170
OĞUZLAR
(T Ü R K M E N L E R)
TARİHLERİ-BOY TEŞKİLATI-DESTANLARI
İKİNCİ BASKI
Bu nâçiz eserimi Anadolu’yu açan ve onu ebedî bir
Türk yurdu haline getiren Oğuz Türkleri'nin
ruhlarına armağan ediyorum.
A N K A R A Ü N İ V E R S İ T E S İ B A S I M E V İ . 1 9 7 2 - A N K A R A
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ V-VII
G İR İŞ ......................................................................................................................................... IX -X X V
B İR İN C İ BÖLÜM
O Ğ U Z L A R IN T A R İ H İ ............................................................................................................ 1-199
ÎK lN C İ BÖLÜM
B O Y T E Ş K İL Â T I V E B O Y L A R ........................................................................................ 201-372
Oğuz Boylarına ait A nadolu’ da yer adları (211-215), 1. K ayı (216—
221), 2. B ayat (222-237), 3. A lka-B ölük (A lka-E vli) (238), 4. K ara-
Bölük (K ara-E vli) (239-240), 5. Y azır (241-243), 6. Döğer (244-255), 7. D o-
durğa (256-258)} 8. Yaparlı (259), 9. Avşar (Afşar) (260-294), 10. K ızık (2 9 5 -
III
aurğa (253—254), 8. Yaparlı (255), 9. Avşar (Afşar) (256-
288), 10. Kısık (289-290), 11. Beğ-Dili (291-304), 12.
Karkm (305-307), 13. Bayındır (Baymdur) (308-312),
14. Peçenek (312—314), 15. Çavııldur (Çavundur) (315-
317), 16. Çepni (318-326), 17. Salur (327-335), 18. Ey-
mür (Eymir) (336-340), 19. Ala-Yuntlu (341-343),
20. Yüregir (344-346), 21. İğdir (347-349), 22. Büğdüz
(350), 23. Yıva (351-358), 24. Kmık. (359— 362).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM (Destanları) ..................................... 363— 411
1. Destanların Yazıldığı Zaman (367-370), 2. Destan
Kahramanları Nerede ve Ne Zaman Yaşadılar (371-376),
3. Kahramanların Müslümanlığı (376-377), 4. Destan
ların Konusu (377-381), 5. Kahramanlar (381), 6. İk
tisadî Hayatları (381-383), 7. Siyasî Teşkilât (384-391),
8. Ordalar (391-392), 9. Aile Hayatı (391-395), 10. Or
du (395-396), 11. Binicilik (396-398), 12. Kıyafet (398-
399), 13. Avcılık (400), 14. Eğlenceler (400-401), 15.
Davranışları (401-407), 16. Destanların Ehemmiyeti
(407-408), 17. Destanların Özeti (408— 411).
X V I. Y Ü Z Y IL D A ANADOLU’ D A OĞUZ B O Y L A
R IN A A İT Y E R A D L A R I ............................................. ... 412—449
Y E R A D L A R I SIRASIN A GÖRE OGUZ B O Y L A R I .. 450
R E SİM LE R ................................................................................ 451— 455
B İB L İY O G R A F Y A ............................................................... 456— 472
D İZİN .................................................................................. ... 473— 520
IV
ÖNSÖZ
y
ğer taraftan O sm a n lı hânedamnın gerek Marmara bölgesinin fethin
de, gerek Rumeli'nin ele geçirilmesinde mensup bulunduğu göçebe un
surdan geniş ölçüde faydalanmış olduğu da bir vâkıadır.
VI
Eser, kısa bir girişle üç bölümden meydana gelmiştir.
V II
Giriş
IX
V III. yüzyılın birinci yarısında Tula ırmağı boylarında yaşıyorlardı.
Dokuz-Oğuzlar, Türk budununun yanında G ö k -T ü r k d e v le t in in
dayandığı ikinci bir unsur olarak görünüyorlar. Bunlar Gök-Türkler'-
in siyasî halefleri olan Uygurlar devrinde de aynı mahiyette bir rol oy
namışlardır. Dokuz-Oğuzlar’ın âkıbeti meçhuldur. X . yüzyılda Sir-Der-
ya (Seyhun) kıyılarında yaşıyan Oğuzlar'm doğrudan doğruya bu D o
kuz-Oğuzlar'm torunları, olmaları pek az muhtemeldir. Buna karşılık
Sir-Derya Oğuzları'mzı evvelce Batı-Gök-Türk birliğine mensup olduk
larını ileri sürmek, daha isabetli bir mütalaa gibi görünüyor.
Sir-Derya Oğuzları, başka bir Türk elinin kendisiyle mukayese
edilemiyeceği derecede cihan tarihinde pek mühim bir rol oynamışlar
dır. Bunun için, Önsözde de işaret edildiği gibi, S e lç u k lu ve O sm an-
lı im p a r a t o r lu k la r ın ı onların kurduğunu söylemek elverir. Diğer
taraftan Oğuzlar, Moğol istilâsından sonra kavmî varlığını, tarihî hâ
tıralarını ve harsını korumak suretiyle Türk âlemini temsil eden biricik
kavim olmak vasfım da taşımaktadır,
Uygur, Karluk, Kıpçak ve bunlar gibi diğer bazı Türk kavimleri
Moğol istilâsı üzerine varlıklarını devam ettirememişler, Moğol boylan
ile karışıp kaynaşarak yeni kavimler meydana getirmişlerdi. Bu yeni
kavimlerin dili türkçe ise de tarihî hâtıraları, askerî teşkilât ve gelenek
leri Moğol vasıflarını taşıyordu. Bugünkü Doğu-Türkistan Türkleri,
Özbekistan, Kazakistan, Kara-Kalpak halkları ve İdil boyu Türkleri,
kısaca Orta-Asya'daki Türkler'in ezici çoğunluğu işte bu Türk-Moğol
karışmasından meydana gelmiş yeni kavimlerin torunlarıdır.
Bilhassa ticarî münasebetler sebebi ile X . yüzyıldan itibaren ara
larında yayılmaya başladığını bildiğimiz İslâmlığın, X I . yüzyılda Oğuz
lar' dan ezici çoğunluğun dini haline geldiği görülüyor. Bunun sonu
cunda Oğuzlar'a X I. yüzyılda Türkmen adı verilmiştir ki, bu ad aşağı
yukarı iki asır sonra her yerde Oğuz'un yerini almıştır. Ancak Oğuz sözü,
destanlar ile hâtıraları yaşatılan atalarının adı olarak, Türkmenler ara
sında uzun müddet yaşamıştır.
Oğuzlar'dan, 15-20 bin kişilik ordu çıkarabilecek bir küme 1035
yılında Horasan'a, geçmek zorunda kalmıştı. Bu bölge ise zenginliği,
askerî ve mülkî teşkilatının mükemmelliği ile yalnız Islâm âleminin
değil, dünyanın en kudretli devletlerinden biri olan G a z n e li im p a r a
t o r lu ğ u n a ait idi. Bu Oğuzlar, S e lç u k lu ailesinin idaresi altında beş
yıl süren devamlı ve çetin bir mücadele sonucunda G a z n e li im p a
r a t o r lu ğ u n u yenerek Horasan'da devletlerini kurdular (1040 tari
hinde ve 16.000 atlı ile). Ancak fevkalâde kelimesi ile vasıflanabilecek
X
olan bu hâdisenin baş kahramanı, fikirleri ve icraatiyle S e lç u k ’un to
runu Ç a ğ rı B e ğ idi. S e lç u k lu d e v le t in in hâkimiyeti çok kısa za
manda B iz a n s im p a r a t o r lu ğ u hudutlarına kadar uzandı. Bu ba
şarıda Sir-Derya boyundaki büyük ana Oğuz kümesinden birbirini iz
leyen dalgalar halindeki bölüklerin İran'a, gelmeleri pek mühim bir
âmil olmuştur.
XI
mülkî teşkilâtında vazife görebilecek yeter derecede eleman bulamı
yorlardı. Devletlerini kendi yurdlarmda kurup gelmiş olan Arablar
ve Moğollar da her yerde yerlilerden geniş ölçüde faydalanmışlardı.
Hattâ Emevî teşkilâtını arablaştıran, H a lîfe A b d u l- M e lik ’in: “ I-
ranlılar bin yıl hüküm sürdüler bir an bize muhtaç olmadılar, biz ise
bir asır devlet idare ettik bir aıı olsun onlardan müstağni kalamadık”
dediği söylenir.
S e lç u k lu h â n e d a n ı, tebaalarını âdalet ve şefkatle idare etmek,
ülkelerinin imarı hususunda da büyük gayretler göstermek sureti ile
her yerde unutulmaz hâtıralar bırakmışlardır. Öyle ki, onlar tarih sah
nesinden çekildikten sonra, X IV . yüzyılda, tanınmış îranlı bir müver
rih, Emevî ve Abbasîleı- de dahil olmak, üzere, bütün İslâm hânedan-
larının birkaç ayıbla mülevves olmalarına mukabil S e lç u k lu la r ın
bu ayıblardan münezzeh, imanlı, hayırsever, halka karşı şefkatli hü
kümdarlar idiklerini söyliyerek onları örnek bir hânedan olarak gös
terir.
Gerçekten bugün, Anadolu'yu dolaşan tarih ve san’ at eserlerine
meraklı alelâde bir Türk veya yabancı bile S e lç u k lu sultanlarının,
iyi niyetin olduğu kadar aklın ve bilginin de ışığı altında, Türkiye'yi
mamur ve halkını müreffeh kılmak için nasıl çalışmış olduklarım kolay
ca anlıyabilir. Kervansaraylar, hastahâneler v.e köprüler gibi, dinî ol-
mıyanların da geniş ölçüde yer aldığı bu eserleri yaptıranlar arasında
S e lç u k lu hânedamna mensup hâtûnların da bulunması kayda değer.
Hattâ İran’da kervansarayların münhasıran veya daha çok S e lç u k lu
sultanlarının kızları tarafından yaptırıldığı sanılıyordu.
X II
hattâ t u sonuncu yerde, I. H a ç lı s e fe r in d e n de faydalanarak, bîr
kırallılc dahi kurabilmişlerdi. Yine bu sebeple, Oğuz Türkleri az bir
kuvvetle Orta ve Batı-Anadolu’yu çok kısa bir zamanda ve ciddî bir
mukavemet de görmeden kolayca açabilmişlerdi. Yerli halkın nüfusça
çok az olduğunu gösteren delillerden biri de şudur ki, Türk sultanları
ve beğleri yaptıkları akınlarda ele geçirdikleri yerli halkı göçürerek
kendi ülkelerinde yerleştiriyorlardı; çünkü, nüfus azlığından hâkim
bulundukları ferlerde ekilmemiş geniş topraklar vardı. S e lç u k lu
hükümdarlarının Doğu ve Güney-Doğu-Anadolu'ya karşı devamlı bir
fetih siyaseti gütmelerine karşılık, en müsait zamanlarda bile, Batı-
Anadolu, ve Marmara bölgelerini almak hususunda istekli görünme
meleri de ancak oraların iktisaden geri kalmış, nüfusu seyrek, az ma
mur yerler olmaları ile izah edilebilir. Hattâ Anadolu’nun, işaret edi
len durumundan dolayı, Türk fatihlerince o kadar câzib bir ülke sayıl
madığını da söylemek mümkündür. Malazgirt savaşının galibi A lp -
A r s la n ’ın da, davranışlarına bakılırsa, aynı düşüncede olduğuna
hükmedilebilir.
Arablar'm hem E m e v île r , hem de A b b a s île r devrinde, bir çok
defalar bizzat halîfelerin kumandasında muazzam ordular halinde
gelip de bir türlü alamadıkları Anadolu, 1071 yılındaki Malazgirt sa
vaşını takip eden 8-10 yıl içinde baştan başa açılmıştı. Halbuki fetih
tek bir kumanda altında ve muntazam bir plân dahilinde de yapılma
mıştı. Fethi müteakib ülkenin her tarafı Oğuz kümeleri ile doldu. Bun
lar Türkistan ve İran'da, yaşıyan eldaşlan tarafından daima besleniyor
ve yeni gelenler ile sayıları daima artıyordu. Fetihten sonra Anadolu
ile Türkistan arasında bir göç kanalı meydana gelmişti. X III . yüzyılın
birinci yansının ortalarına doğru Türkistan, Horasan ve Azerbaycan'
dan Anadolu'ya, birbiri arkasından kalabalık Türkmen kümeleri gel
meye başladı. Bunlar 1220 de başlıyan Moğol kasırgasından kaçıyor
lardı. Böylece Oğuzlar'm ezici çoğunluğu Anadolu'da, toplanmıştı. Os-
m a n lı hânedanının mensup bulunduğu oymağın da, rivayet edildiği
gibi, Moğollar'ın önünden kaçıp Anadolu'ya gelen Türkmen kümeleri
arasında olması, bize göre en kuvvetli ihtimaldir. Bu arada Sir-Derya
boylarındaki şehirlerde ve köylerde yaşıyan oturak Oğuzlar'ın da bil
hassa, Moğol kılıcı altında can vermemek, onlara tutsak düşmemek,
Moğol istilâsını takiben Türkistan'da baş gösteren korkunç açlıktan
ölmemek ve nihayet eldaşlarınm yaşadığı emin bir ülke olması gibi
sebepler yüzünden Anadolu'ya geldikleri anlaşılıyor. Sonuç olarak,
Anadolu'nun pek büyük bir kısmı X I. yüzyıldan başbyarak X IV . yüz
yıla kadar süren yoğun göçler ile her bakımdan bir Oğuz (Türkmen)
X III
ülkesi vasfını aldı ki, bu hususu X IV . yüzyıldaki yabancı müellifler de
fark etmişlerdi. Oğuzlar Anadolu'ya, gelirken maddî ve manevî hars
larını da beraberinde getirdiler. Mezarı Sir-Derya boylarında bulunan
D e d e K o r k u t ’un manevî şahsiyeti bile, destanların yanında, A na
dolu’ya. geldi. Oğuz türkçesi, bir çoklarının sandığı gibi, Anadolu veya
İstanbul'da, değil, daha buraya gelmeden önce, Türkistan’da iken
bugünkü hususiyetlerini taşıyor ve orada da Türk lehçelerinin en in
cesi ve en zarifi şeklinde vasıflanıyordu. Bu vesile ile şu keyfiyeti çok
kesin bir gerçek olarak söyliyelim ki, Oğuzlar'ın Anadolu'ya getirdik
leri harsları ve bu arada her türlü gelenekleri bütün hususiyetleri ile
zamanımıza kadar kuvvetle yaşayıp gelmiştir. Günümüzdeki Ana
dolu Türkleri’nde ataları olan Oğuzlar'ın harsları, ruhî davranışları
ve antropolojik vasıfları hâkimdir1. Bugün her hangi bir kimse A na
dolu'nun Türkler ile meskûn bir bölgesinde, K â ş g a r lı’nın Oğuzlar'a
dair söylediklerini bu bölgedeki Türkler'in dil ve davranışlarında, ge
lenek ve göreneklerinde açıkça müşahade edebilir. Hattâ bu kimse
D e d e K o r k u t destanlarından bazılarının Anadolu'da hâlâ yaşadığım
görmekle hayretler içinde kalabilir. Oysaki Türkistan'daki Türkmen-
ler bunları çoktan unutmuşlardı. Şu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Oğuz
Türkleri'nin asıl ve gerçek mümessillerini görmek için Türkistan'ı de
ğil Anadolu'yu dolaşmak lâzımdır.
Fâtihler ve ondan sonra gelen Oğuz kümeleri, umumiyetle Sivas
bölgesinden batıdaki S e lç u k lu ucuna kadar olan geniş bölgede yerleş-
X IV
inişlerdi. Bu husus, bu bölgenin onların hayat tarzlarına uygun bir yer
olması ve bir de, işaret edildiği gibi yerli nüfusunun orada şaşılacak
derecede az bulunması ile ilgilidir. Moğol istilâsından kaçan kalabalık
Türkmen kümelerinin mühim bir kısmı da yine batı uçlarına gelmiş
lerdi. Bir Arab coğrafyacısı (X III. yüzyılın ikinci yarısında) batı
uçlarındaki Türkmenler' den yalnız Antalya'nın kuzeyinde, Denizli
çevresinde yaşıyanların nüfuslarının 200.000 çadıra yakın olduğunu
söylüyor. Batı uçlarındaki Türkmeııler, S e lç u k lu la r ’ın fethinde
istekli görünmedikleri. Batı-Anadolu ve Marmara bölgesini kolayca
aldılar. Tüıkmenler savaşlarda ellerine geçirdikleri Hıristiyanları köle
gibi kullandıklarından bunu çok iyi bilen Hıristiyanlar, onların hare
kete geçtiklerini görünce Adalara ve Rumeli yakasına kaçıyorlardı.
Türkmenler aldıkları Hıristiyan tutsakların çoğunu Mısırlı, Suriyeli
ve tranlı tâcirlere satıyorlardı, işte, Batı-Anadolu ve Marmara böl
gelerinin, X V . yüzyılda Hıristiyan nüfusunun en az bulunduğu yer
ler arasında olmasının diğer bir sebebi de budur. X I X . yüzyılda o
bölgelerde, eskisine nisbetle Hıristiyan nüfusun daha fazla olması,
O sm a n lı devrinde başka sebeblerden ileri gelmiştir. Güneydeki Çu-
kur-Ova bölgesi de, bir asırdan fazla olarak yapılan Memlûk-TürA:-
men akınları ile Hıristiyan nüfusu son derece az bir duruma geldikten
sonra, X IV . yüzyılda çoğu Üç-Ok koluna mensup Türkmenler tarafin-
dan iskân edildi. X V . ve X V I. yüzyılda görülen yoğun Türk nüfusu
ve yer adları, bugün de olduğu gibi, Anadolu’daki Türk yerleşmesinin
mâhiyetine dâir tarihî kaynaklardan çıkarılan neticeleri tamamiyle
teyid etmektedir. Diğer taraftan Anadolu’da, 1.000 evlik de olsa, kitle
halinde herhangi bir İslâmlaşmanın vukubulduğu üzerinde, Türk,
Bizans, Ermeni, ve Arap kaynaklarında bugüne değin herhangi bir
habere rastgelinmediği gibi, en ehemmiyetsiz İçtimaî olaylardan dahi
bahsedildiğini gördüğümüz pek zengin O sm a n lı arşiv vesikalarında
da bu hususta bir kayıd elde edilememiştir. Nitekim, Anadolu'da
Müslüman Ispanya'daki Mozarablar (Müsta’rib) gibi ve kudretini var
lığım uzun müddet devam ettiren bir dönme sınıfı da mevcut olma
mıştır. Esasen buna hayret etmemelidir. Çünkü, gerek halk ve
gerekse devlet olsun pek açık İslâm geleneğine uyarak Hıristiyan-
lara Müslüman olmaları için telkin ve teşvikte bulunmuyordu. A y
rıca Türk ve daha doğru bir ifade ile İslâm devletlerinde, Hıristi-
yanlar’ın Müslüman olmaları halinde gelirlerinde mühim bir yeri
olan haraç ve cizyenin ortadan kalkacağı kaygısı da vardı. Öte yandan
eğer toplu halde dönmeler olsa idi, Müslüman olan bu yerli toplulukları
XV
Bulgaristan''daki Poınaklar, Girit’teki Müslümanlar, Arnavudlar ve
Boşııaklar gibi, kendi ana dillerini konuşur görecektik.
Doğu ve Güney Doğu-Anadolu1ya geçmeden önce şu umumî kai
deyi hatırlamamız yerinde olacaktır. Bu da bir kavmin bir yerdeki
siyasî hâkimiyeti ne kadar uzun sürerse ve o yerdeki yerli halkın me
denî seviyesi de ne kadar geri bulunursa bulunsun, eğer o kavim yeteri
kadar nüfus fazlalığına sahip değilse, başta dili olmak üzere, millî harsının
o yerde hâkim bir duruma gelmesi mümkün olamıyor. Bugün dokuz
asırlık pek uzun bir siyasî hâkimiyete rağmen Doğu ve Güney-Doğu-
Anadolu bölgelerinin bazı yörelerinde halkın türkçe konuşmaması
bununla ilgilidir, Doğu-Anadolu ile Güney-Anadolu2 coğrafî durumu ve
iklim hususiyetleri ile Anadolu mm Orta ve Batı bölgelerine nazaran
Türk oymaklarının yerleşmesine daha az elverişli idi. Diğer taraftan
bu bölgelerde şehir hayatının epeyce geliştiğini ve vergi kaygısı ile yerli
halk üzerine titreyen devletin de kısa bir zamanda istikrarlı hâkimi
yet kurmuş olduğunu biliyoruz. Bu sebepler ile Türk nüfusu adı geçen
bölgelerin ancak Erzurum, Ahlat ve Harput gibi bazı yörelerinde ve
diğer bazı şehir ve kasabalarında kuvvetle tesirini gösterebilmiştir. Bu
nunla beraber Moğol istilâsı sebebiyle gelen Türkmenler’’ in kalabalık
bir kısmı da bu bölgelerde yurd tutmuştu. Bu Türkmen kümesini baş
lıca Kara-Koyunlular ve Ak-Koyunlular temsil ediyorlardı. Ayrıca
yine aynı bölgelere Uyratlar, Sutay'lılar ve saire gibi Moğollar da gel
mişlerdi. Bu Türk ve Moğol nüfusu bölgelerin kavmî çehresini değiş
tirebilecek bir yoğunlukta olup, tesirini de göstermeye başlamıştı.
Fakat, iç çekişmeler yüzünden Moğol unsurunun çoğu buradan ayrıl
dı. Çok geçmeden X V . yüzyılda yaptıkları fetihler ile Kara-Koyun-
lular’ dan da kalabalık topluluk İran'a göçetti. Ak-Koyunlular’ a. gelin
ce, onlar Doğu ve Güney-Doğu-Anadolu'daki bütün yerli hâkim ve
emirlerin siyasî faaliyetlerine son vermek gayesini şuurlu bir şekilde
taşımakta idiler. U zu n H a şa n B eğ zamanında yılmadan uygulanan
bu gayeye ulaşılmıştı. Ancak Ak-Koyunlularım Kara-Koyunlular'ı
ortadan kaldırıp onların topraklarını ellerine geçirmeleri, önemli sayı
da Ak-Koyunlu Türkü’ nün de İran’a gitmesine yol açmıştır. Bunu da
mezhebce S a f e v ile r ’e bağlanmış olan veya onların hizmetinde bu
lunmak istiyen Türk oymaklarının gidişi takib etti. Bölgelerin bugün
kü kavmî durumunu ise O sm a n lı hâkimiyeti hazırlamıştır. E ğer bu
bölgeler S a f e v ile r ’in elinde kalsa idi, türkçenin oralarda rakibsiz bir
dil haline gelmesi pek muhtemeldi.
2 Güney-Doğu-Anadolu sözü ile UV/a’ dan Hakkâri’ye kadar olan bölgeyi kasdediyoiuz.
XVI
S e lç u k lu kudreti en yüksek noktasına 1240 tarihinde ulaşmıştı.
Bu esnada onların batı sının, umumiyetle, Muğla vilâyetindeki Da
laman çayından başhyarak Denizli ve Kütahya önlerinden geçip Sa
karya'ya. ulaşıyordu. Güneyde, Çukur-Ova bölgesi de S e lç u k lu sınırı
nın dışında kalıyordu. Ancak buradaki Ermeni kıralhğı S e lç u k lu -
lar’ a vergi veriyor ve harb zamanında da asker gönderiyordu. S e lç u k
lu hududu Doğuda Erzurum ve Diyarbekir bölgesini içine ahyordu.
Trabzon bölgesindeki R u m d e v l e t i de S e lç u k lu la r ’ın tâbileri ara
sında idi. Ayrıca Haleb ve Şam Eyyubluları'nın S elçu k lu la rd ı metbu
tanımış olduklarını biliyoruz.
Yukarıda işaret edilen zamanda Türkiye mamur ve müreffeh bir
ülke halinde idi. S e lç u k lu hânedanı, şuurlu bir iktisad siyaseti güde
rek birinci derecedeki milletlerarası ticaret yollarını Türkiye'den geçir
meye muvaffak olmuştu. Bu maksatla, ülkelerini, içlerinde tabib, bay
tar, hamam ve hattâ çalgı takımı bile bulunan bir kervansaray ağı ile
örmüşler ve ırmaklar üzerine taştan büyük köprüler yapmışlardı, ö te
yandan sağlık işlerine de önem vererek başlıca S e lç u k lu şehirlerinde
hastahâneler inşa edilmiş ve pek çok medrese ile de süslenmişti. İşte
edebî türkçeyi bu medreselerden yetişenler yaratmışlardır. Tabiî
bunlardan bahsederken S e lç u k lu devrinin aşağı yukarı 230 yıl kadar
sürdüğünü, bunun bir asrının B iz a n s la devamlı mücadele, 50 yılının
da Moğol hâkimiyeti ile geçtiğini unutmamalıyız. Böylece S e lç u k
lu la r , Türkiye'nin kurucuları oldukları, ülkelerini mamur ve halk
larını müreffeh kıldıkları ve bir çok bakımlardan orijinal sayılabilecek
bir kültür yarattıkları için Türk milletinin hayranlık ve minnettarlığım
kazanmışlardır. Araştırmalar ilerledikçe onların siyasî, İktisadî ve kül
türel sahalarda gösterdikleri gayretin ehemmiyeti, şüphesiz daha iyi
anlaşılacaktır.
Yukarda işaret edilen zamanda Anadolu’ daki Hıristiyanlar’m pek
çoğu şehirlerde yaşıyordu. Çünkü, kendilerini devlet en emin bir şekilde
oralarda koruyabilirdi. Bunların ehemmiyetleri ancak devlete munta
zam vergi veren müstahsil insanlar olmalarından ileri geliyordu; değil
ise siyasî hayatta hiç bir rolleri olmamıştır; İçtimaî hayattaki mevki
lerine gelince, bu, Irak ve Suriye’deki Hıristiyanlarınkinden farksızdı.
Büyük S e lç u k lu şehirlerinde iğdişler denilen ve başlarında iğdiş
başılar bulunan zümreler görülüyor. Bu zümrelerin, yaşadıkları şehrin
düşmana karşı savunulmasmda hizmet etmek gibi, bilhassa askerî bir
vazife ile mükellef oldukları anlaşılıyor; fakat bu sahada da o kadar
ehemmiyetleri yoktu. Bu zümreler X I I I . yüzyılın sonlarında tamamen
ortadan kalkmışlardır, iğdişler'in kavmî menşeleri iyice bilinemiyor.
XVII
Türkçe bir kelime olan iğdiş, melez demektir. Yâni anası ve babasın
dan biri Türk olmayan kimse anlamına geliyor ve arabçaya muvelled
(anası arab olmıyan) kelimesi ile tercüme ediliyor. Gerçekten X II.
yüzyılda İran’da yerli kadınlardan doğmuş Türkler'e de arabça eserler
de Etrâk ul-Muvelledîn (yâni melez Türkler) deniliyordu. Acaba Anado
lu'daki iğdişler de böyle mi idiler? Fakat, böyle bir ihtimali teyid eden
deliller henüz ele geçirilememiştir. Muhakkak olan bir husus var ise,
onların, siyasi ve askerî sahada olduğu gibi, diğer bakımlardan da e-
hemmiyetli bir zümre olmadıklarıdır. Kaynaklarda, kendilerinden na
diren ve mübhem bir şekilde bahsedilmeleri de bu husus ile ilgilidir.
Mamafih iğdişlerin dönmeler olmaları mümkündür. S e lç u k lu şehir
lerinde Türkler'den başka çoğunlukla İran'dan gelmiş san’ atkâr,
tüccar ve okumuş kimselerden mürekkep başka Müslümanların da
yaşadıklarını biliyoruz.
Köylere gelince, bunların ezici çoğunluğu Türkler ile meskûn idi.
Köylülere X III . yüzyılın ikinci yarısında Türk (arabça cemi Etrâk) de
deniliyordu. Bu isim onlara Irak, Suriye ve Mısır şehirlerindeki halkm-
arabça konuştukları halde- arab sözünü sadece göçebe arablar için kul
lanmalarına bakılarak- devletin mülkî teşkilâtında vazife gören Iranlı
memurlar tarafından verilmiş gibi görünüyor. Bu suretle Türk sözü
köylü anlamına da geldi ki, O s m a n lı devrinde de bilhassa X V II.
yüzyıldan itibaren, daha yaygın olarak ve aynı anlamda O sm a n lı
memur ve aydınlan tarafından kullanılmıştır. S e lç u k lu la r devrinde
üçüncü unsuru Türkmenler, yâni Türk göçebe topluluğu meydana ge
tiriyordu. Bunlar çok defa kendi kavim adları ile, yani Türkmen sözü
ile anılıyorlardı. Türkmenler nüfus bakımından olduğu kadar siyasî
bakımdan da pek mühim bir unsur idiler.
Türkmenler yani Türk göçebe unsuru Anadolu'da Moğol hâki
miyetine karşı heryerde yılmadan mücadele etmişlerdir. Çünkü, onlar
yerleşik Türk unsurunun aksine mücadele için gereken teşkilâta, inzibat
ve savaşçılık ruhuna sahip idiler. Yerleşik Türk halkına gelince, bunla
rın aralarında birleşip kuvvetli bir mücadele cephesi vücuda getirmeleri
mümkün olamıyordu. Şayet Türkmenler olmasa idi Anadolu'daki M o
ğol hâkimiyetinin çok daha uzun süreceği muhakkak olduğu gibi, mem
leket haricî istilâ ve fetihlere de her zaman açık kalabilecekti.
XVIII
memlûk, yani kullardan hassa orduları teşkil etmeleri ve devletin yük
sek askerî memuriyetlerini onlara vermeleridir. Hânedan bu hassa
ordusuna sahip olduktan sonra kavimdaşlan olan Türkmenler’i ta-
mamiyle denilebilecek bir şekilde ihmal etmiş ve âdeta onları unut
muştur. Vakıa S e lç u k lu la r ın ve sonra O s m a n lıla r ’m kullardan
müteşekkil hassa orduları kullanmalarına Türk unsurunun zaafa uğra
masını önliyen âmillerden biri nazarı ile bakmak belki mümkündür.
Ancak, bütün yüksek askerî memuriyetlerin bu hassa ordusu mensup
larının elinde olması, asker bir kavim olan Türkler arasında geniş tepki
ler yaratmıştır. Bu tepkiler S e lç u k lu devleti’nin zayıflama ve yıkıl
masında mühim bir âmil teşkil ettiği gibi, O sm a n lı ip m p a r a t o r lu -
ğu’ nun gücünü yitirmesine ve Türk halkının büyük felâketlere uğrama
sına ve Anadolu'da, geniş tahribatın yapılmasına da sebeb olmuştur.
Diğer taraftan saltanat verâseti işinin değişmez bir kaideye bağlanma
mış olması da iç savaşların çıkmasında ve Türk devletlerinin zayıfla
ma ve yıkılmasında diğer mühim bir âmil idi. Bunlardan başka emir
ler ve beğlerin hükümdarlarına kızıp itaatsizlik gösterdikleri ve isyan
çıkardıkları da sık, sık görülen olaylardandır. Fakat bu vâkıalara rağ
men, nasıl oluyor da Türkler bu kadar uzun bir zaman siyasî hâkimiyet
lerini devam ettirebildiler ? Şüphesiz bu husus yalnız onların askerlik ka
biliyetleri ve ana yurttan daimî surette beslenmeleri ile izah edilemez.
X IX
Beğlikler devri, S e lç u k lu ve O s m a n lı hâkimiyetleri arasındaki
devirdir. Bu devrin başlıca vasfı S e lç u k lu la r zamanında alın
mayan bölgelerin fethedilmesi, Türk nüfusunun ve kültürünün başta
şehirler olmak üzere her yerde çok kuvvetli bir hâkimiyet kurması,
türkçenin edebî ve resmî dil olarak farsçaya karşı rakipsiz bir mevkie
yükselecek surette bir gelişme göstermesidir. Diğer taraftan Anadolu'
nun büyük bir kısmı yabancıların gıptasını çekecek derecede, bolluk
içinde idi. Her biri bir bölgenin sahibi olan beğlerin, ülkelerini mamur
etmek için ellerinden gelen gayreti esirgememiş oldukları görülüyor.
XX
geçen bölge hemen her bakımdan Anadolu'nun bir uzantısı mahiyeti
ni almıştı. Burada da, Anadolu’da olduğu gibi, şehir ve köylerdeki
Türkler'ın yanında, göçebe yaşayışı sürdüren ehemmiyetli sayıda Türk-
ler de vardı ki, bunlara da Yörük denilmekte idi. Rum-eli'ndeki Yü-
rükler, türlü kollara ayrılıyor ve yaşadıkları bölgelerin adları ile anılı
yorlardı: Tanrı-Dağı Yürükleri ( Gümülcüne, Karasu Yenicesi, Drama
ve Kavala’da), Nal-Döken Yürükleri ('bugünkü Bulgaristan'da), Se
lanik Yürükleri (Makedonya ve Tesalya'da) Vize Yörük-leri (Vize,
Lüle-Burgaz-, Çorlu ve Hayra-Bolu), Kocacık Yürükleri (Edirne, K ıık-
lar-Eli, Baba-Eski ve bugünkü Bulgaristan’ın bazı yerlerinde).
XXI
da âşıklar da bulunuyordu ki, söyledikleri lürkçe şiirler zamanımıza ka
dar gelmiştir. Cezayir ocağınm reisine verilen dayı unvanı da Anadolu
Türklerinin tanımadıkları büyüklerine, annelerinin kardeşlerine olduğu
gibi, dayı demelerinden ileri geliyor. Zamanımızda Batı-Anadolu’’ da
Orta-Anadolu dan gelen işçilerin başında bulunanlara verilen dayıbaşı
sözü de ayııı telâkki ile ilgilidir. Böylece Batı ve Güney-Batı-Anadolu,
babayiğit evlâdlarının bir kısmım da, çoğu bir daha dönmemek üzere,
uzun bir zaman Kuzey-Afrika'ya, göndermiştir. Bu gün bile Anadolu'da
“ A k ş a m d a n C e z a y ir ’ e g id e n ç o k o lu r ” şeklinde bir atalar sözü
vardır.
O sm a n lı devletinin giriştiği uzun süren harblerde yenilgilere
uğraması Anadolu'daki hâkimiyetini son derecede zayıflatarak bu
ülkede irili ufaklı derebeği de denilen âyânlarm ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Bunların devri, aşağı yukarı bir asır devam etmiştir3, işte
bu âyânlar devrinde Batı-Anadolu'da Aydın, İzmir ve Manisa vilâyet
lerinde Zeybeklerin de ortaya çıktığı görülüyor. Bunlar devlet kuv
vetine karşı geliyorlar ve zenginlerden sızdırdıkları paralar ile geçini
yorlardı. Z eybek , kelimesinin nereden geldiği heııüz aydınlatılmamış
olduğu gibi, bunların zuhurunda o bölgedeki oymakların âmil olup
olmadıkları da iyice bilinemiyor. Zeybeklerin faaliyetlerine bir türlü
son veremeyen devlet, savaşçılıklarından dolayı onları ücretli asker
olarak ordusunda kullanmıştır.
X V I. yüzyılın başında Hind ticaretini eline geçiren Portekizliler
Güney ve Doğu-Arabistan için ciddî bir tehlike teşkil etmişlerdi. Os-
m a n lı hâkimiyeti bu tehlikeyi de uzaklaştırdı. X V I ve X V II. yüzyıl
larda Arabistan'da Türklere, umumiyetle, Karamanı deniliyordu. Bu
husus her halde oraya gönderilen askerlerin çoğunun Karaman eyâle
tinden olması ile ilgilidir. Anadolu Türkleri, yiğitlikleri ile Arabistan'da
-Yemen de dahil olmak üzere-büyük bir ün kazanmışlardı. Ancak Ye-
ç — \\ \ 4***» ü jj ipi 4J j \
) \ VA < j 4 J j
X X II
mere’ e gönderilen Türkler'in mühim bir kısmı vatanlarına dönemiyor
lardı. Bu, H a z r e t -i Ö m er’ i bile dehşete düşüren vahşi görü
nüş ve davranışlı Yemenli Arab boylan ile çarpışmaktan ziyade has
talıktan ve bakımsızlıktan ileri geliyordu. Yemen’den geri dönemeyen
Türk gençlerinin milletimizin bağnnda açtığı yaraları ifade eden hüzün
lü türkülerin hâlâ çağırılmakta olduğu malûmdur.
X X III
bu derin yaraları nüfus bakımından ancak Türk oymakları kapatmağa
çabşrmşlardır.
Göçebe Türk topluluklarına gelince, adı geçen olaylar onlar üze
rinde de tesirini göstermiş ve istisnasız hepsinin düzenleri bozulmuştur;
bazıları dağılmışlar veya dağılma derecesine düşmüşlerdir; bazıları da
eskiden beri yaşadıkları yurtlarından ayrılarak başka yerlere göç et
mek zorunda kalmışlardır. Bununla beraber göçebe unsur, hareket
kabiliyeti sayesinde iç karışıklıklar, harbler, salgın hastalıklar, sıtma
ve kıtlıkların tesirlerine, köylü ve şehirlilere nazaran daha az maruz
kalmıştır. Bu sebeple onlar nüfus bakımından daha çok artmışlardır.
Bu keyfiyet'ise oturak Türk halkı arasında meydana gelmiş olan geniş
boşlukların doldurulmasında pek mühim bir âmil olmuştur.
Türk göçebe toplulukları O sm a n lı devrinde de Orta-Asya’dan.
getirdikleri koyun ve at besliyorlar ve yine onlar gibi deveyi de taşı
ma vasıtası (yüklet) olarak kullanıyorlardı. O sm a n lı devleti’nin de
seferlerde askerin azığını develer ile taşıttığını biliyoruz.
Türk topluluklarının mühim bir kısmının çadırları X I X . yüzyılda
dahi, anayurttan getirilmiş olan ak keçeden yapılmış değirmi çadır
lardı. Bu Türk çadırları Yakm-Doğu’ da İslâmiyetten önce de tanınmıştı.
Hattâ H a z r e t i P e y g a m b e r in bile seferlerde Türk çadırında otur
duğu söylenir. Kıldan mamul kara çadırların kullanılması yoksullaş
ma ile ilgili görünüyor. Kıl çadırları münhasıran keçi besleyen, otur
dukları yerler sarp ve otlakları dar olan Yörükler kullanıyorlardı. Fa
kat Türkler’ in asıl millî çadırları, işaret edildiği gibi, ak keçeden yapıl
mış değirmi çadırlardır.
Anadolu’daki Türk cemiyeti bir birini izleyen uzun ve yorucu
harbler, salgın hastalıklar ve kıtlıklar sebebi ile bir daha eski kuvvetini
elde edemedi. Hattâ X I X . yüzyılda Avrupalı seyyahlar, Hıristiyan
ların aksine Türk milletinin mahvolmaya doğru gittiğini müşahade
etmişlerdir. X V I. ve X V II. yüzyıllarda çoğu Türk aslından olmayan
O sm a n lı müellifleri, Anadolu Türkleri’ne ve bilhassa köylülere
Etıâk-i bîidrâk demişlerdir. Fakat bu müellifler ve bütün O sm a n lı
idarecileri, Anadolu Türkleri’nin devletin asıl dayanağını teşkil ettik
lerini idrâk edememişlerdir. Böylece Türk cemiyetine zaaf gelince
O sm a n lı devleti de kudretini kaybetti. O sm a n lı, son asırlara kadar
Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla harcamış,
fakat ona hiç bir şey vermemiştir. Bu yüzden Anadolu Türkleri yoksul
ve geri kalmış bir cemiyet, Anadolu da harab bir memleket haline gel
miştir. Anadolu halkı arasında idarecilere O sm a n lı adı veriliyordu.
X X IV
Bu adın verilmesinde, mensuplarının saray ve ocaktan yetişmeleri ile
kavmî bakımdan Türk halkından çıkmamalarının başlıca âmiller ol
duğu muhakkaktır. Anadolu Türkleri bunlara âdeta yabancı ve müs
tevli bir zümre gözü ile bakıyorlardı. O sm a n lı sınıfının mensuplan,
Anadolu halkına bilhassa köylü ve göçebelere göre mağrur, haşin, h iy
lekâr, sözünde durmaz, vefâsız ve gayri âdil insanlardır4. Gerçekten
X I X . yüzyılda Anadolu’yu gezen Avrupalı seyyahlar Anadolu Türk-
leri’nin yoksulluklarına rağmen, asil ruhlu, namuslu insanlar olup,
kötü idareciler elinde yoksul ve geri kalmış bir duruma düştüklerini
yazarlar ki, bunun bir gerçek olduğu şüphesizdir.
XXV
1 .
Bölüm
Oğuzların Tarihi
1
tur. Bu kavim, ilim âleminde “ Türk” asılb kabul edilmiştir. Çin kay
naklarında Gök-Türkler’ in, U y g u r lav'm ve Kırgızlar’ m Hiung-nular’m
soyundan gösterilmeleri şüphesiz hu hususta en mühim delillerden
biridir. Türk devlet teşkilâtının gerçek kurucuları olan Hiung-nular,
Milâdtan önce III. yüzyılın sonlarında komşularının çekindiği kudretli
bir kavim haline geldiler. M.O. 209 yılında bu kavmin haşma Çinliler’-
in M a o -T u n (yahut M e-T e) dedikleri bir hükümdar geçti.
2
taraftan Oğuz elinin Sağ ve sol olmak üzere iki kola ayrıldığım, sağ
kola Boz-Ok, sol kola Üç-Ok denildiğini ve Oğuz elinin 24 boydan mey
dana geldiğini biliyoruz.
Bir çok müellifler, zikredilen şu benzerliklere bakarak efsanevî
O ğ u z H a n ’ın tarihî M a o -T u n olması ihtimalini ileri sürmüşlerdir.
Biz bu mesele üzerinde ancak şu hususlara dikkati çekmek istiyoruz:
Oğuzlar’ın desta.nî tarihleri, M a o -T u n ’ dan aşağı yukarı 1500 yıl sonra
yazılmış olup, bu destanı tarihin O ğ u z -H a n ’ a aid bölümünün, millî
bir gaye ile aydm bir Türkün muhayyilesinden çıktığı anlaşılıyor. Di
ğer tardftan Oğuzlar’m 24 boydan meydana geldikleri hakkındaki bil
gimiz de X I. yüzyıldan daha geriye gitmemektedir.
8 H ü s e y in N a m ık O rku n, Eski Türk yazıtları, (T. D. K..), İstanbul, 1940, III, s. 61.
3
Anlaşılacağı üzere, bu kitâbe -eğer doğru okunmuş ise- altı b oy
halinde olan Oğuzlar’m kitâbenin yazıldığı zamanda Barlık yöresinde
yaşadıklarını gösteriyor. Bu zamanın biz V II. yüzyıl (lik yansı veya
ortaları) olduğuna kaniiz. “ Altı Oğuz budunda” ibaresi de altı boydan
müteşekkil Oğuz eli (kavmi) demektir. Aynı asrın ikinci yansından
sonra Oğuzlar Tula ırmağı kıyılarında iken dokuz boy halinde idiler.
Hattâ K ü l- T e g in ve B ilg e K a ğ a n ’a ait kitâbelerde geçen “ Üç-
Oğuz süsü” (Üç-Oğuz ordusu) ibâresinden Oğuzlar’m , o zamanlar biri
“ Üç-Oğuz” , diğeri “ Altı-Oğuz” olmak üzere iki kola ayrıldıklarını tah
min etmek mümkündür. Acaba Oğuzlar, Barlık ırmağı kıyılarında iken
de dokuz boydan müteşekkil olup, kitabede bunlardan yalnız Altı-
Oğuz kolu mu ifade edilmektedir? Bize kalırsa, Oğuzlar’m kitâbe za
manında (yani V II. yüzyılın birinci yarısında veya ortalarında) alt
b oy halinde olduklarını düşünmek daha doğrudur. Kitâbedeki “ bu
dun” sözü her halde Oğuzlar’ın hepsini içine almaktadır. Oğuzlar’va.
V II. yüzyılda altı boydan müteşekkil olmaları bizim için şu bakımdan
dikkate değer. Câmi ut-tevârih’deki Oğuz ensabı kısmında 24 boyun,
müsavi sayıda olmak üzere, O ğ u z H a n ’ın altı oğlundan türedikteri
yazılmaktadır. Fakat daha ilgi çekici husus, her dört boyun (damga
ları ayrı olduğu halde) müşterek bir u n g un a sahip olmalarıdır. Bu
vâkıa yirmi dört Oğuz boyunun da eski zamanlarda altı boy halinde
yaşadığını gösterir. Bu altı u n g u n u n hepsi de ormanlık bölgelerde
yaşayan avcı kuşlardır9.
Barlık kitâbesinin Allı-Oğuzlar’ın beğinin mezar kitâbesi olduğu
görülüyor. Öz Y iğ e n A lp T u r a n adını taşıyan bu beğ 13 yaşında,
daha delikanlılık çağına basmadan vefat etmiştir T u ra n adı (bu gün
kü söylenişi ile Duran) eskiden Türkiye’ de çok konulmuş olup, bugün
de daha ziyade kadınlara verilmek üzere, köylerde kullanılmaktadır.
Barlık bölgesinde bundan başka daha üç kitâbe bulunmuştur. Bunlar
K ö n i T ir iğ , B a y n a S a n g u n oğlu K ü lü ğ Çur ve üçüncüsü de
adı okunamayan beğlerden birine aittir10. Bunlarda her hangi bir kav-
min adı geçmiyorsa da onlann da birincisi gibi, Oğuz beğlerine ait ol
ması muhtemeldir. Aşağıda görüleceği üzere K u t lu ğ , G ö k -T ü r k
devletini kurmaya giriştiği sırada, Oğuzlar T u la ırmağı kıyılarında
9 Ulu-Kem ile ana Kem (Y e n is e y )’ in yukarı yatağının T ürkleşin asıl ana yurdıı olan b ö l
geye dahil olduğu mukakaktır. Issık Göl dolayları ve Sir-Derya’nm kuzeyindeki bozkırlar şüp
hesiz Türkler1in asıl ana yurdunu teşkil eden bölgenin dışında kalıyordu. Türkler bozkır haya
tından önce orman hayatı yaşadılar m ı, yaşamadılar mı, her halde bu hususun iyice araştı
rılması icab etm ektedir.
10 E .T . yazıtları, I II, s. 62-64.
4
yaşıyor ve bir kağana sahip bulunuyorlardı. Bu sebeble Oğuzlar’m
Tula boyuna gelmelerinin G ö k -T ü r k devletinin 630 yılındaki yıkılı
şından sonra olduğu muhakkaktır. Aynı şekilde Kemçik’ e dökülen
Çirgak çayı boylarındaki Edizler de11 güney batıya inerek Oğuzlar’m
yanında yurd tutmuştur. Her iki teşekkülün bu yer değiştirmede bir
likte hareket etmiş olmaları muhtemeldir.
5
O ğu zlar-Onların başlıca Tula boylarında yaşadıkları anlaşılıyor.
K u t lu ğ harekete geçtiği esnada pek muhtemel olarak ötügen yöresi
de ellerinde idi. Oğuzlar’m bu esııada başlarında bir k a ğ a n bu
lunuyordu. Âbidelerde zikredilen “ B az K a ğ a n ” ın bu k a ğ a n olduğu
anlaşılıyor. Onların devlet teşkilâtlan ve hâkimi bulunduklan toprak
ların sınırlan hakkında bilgimiz yoktur. Oğuzlar bu zamanda dokuz
boydan müteşekkil idiler. Âbidelerde bazan onlardan bu sıfatla (D o-
kuz-Oğuz), çok defa sadece Oğuz olarak bahsedilir.
B ilg e T o n -Y u k u k yazıtından anlaşılıyor ki K u t lu ğ ’un faali
yetlerinden telâşa düşen Oğuzlar, Gök-Türkler aleyhine bir ittifak kur
mak için Çinliler’ e K u m S e n g ü n ’ ü, Kıtaylar’ a da T o n r a S em ’i
göndermişlerdi12. B ilg e K a ğ a n zamanında Oğuzlar ile yapılan savaş
lar dolayısı ile de T o n r a , yeniden geçiyor ,3. Her iki yerde bu adın bir
Oğuz boyunu ifade ettiği tahmin edilebilir. Kitâbelerde birçok misalleri ol
duğu gibi, Tonra Sem, Tonra boyundan Sem, Tonra yılpağut, Tonra bo-
yu n d a n Y ılp a g u t demek olsa gerektir u. K um da bir boy adı olabilir.
Aşağıda görüleceği üzere, Oğuzlar’m, inkıyad altına alındıktan
sonra birçok Türk kavimlerine yapıldığı gibi, başlarına bizzat kendi
lerinden veya hânedandan her hangi bir kimse geçirilmeyip, Türk bu
dun gibi, doğrudan doğruya hanlar tarafından idare edildiği anlaşı
lıyor. Oğuz budununun, kağanlar karşısında Türk budunundan az farklı
bir hukukî duruma sahip olduğu görülüyor. Bu sebeble T o n -Y u k u k :
“ T ü rk B ilg e K a ğ a n Türk sir budunıg Oğuz budunıg igidü olurur”
(T ü r k B ilg e H a k a n , Türk müttehid (?) budununu ve Oğuz budu
nunu iyi idare ediyor) dediği g ib ils, B ilg e K a ğ a n da kitâbesinde ba
zan “ Türk budunu” ile birlikte Oğuz budununa ve beğlerine hitab et
mektedir: “ Türk, Oğuz beğleri budun eşidin” (Türk ve Oğuz beğleri ve
budunu işitin) 16. Hattâ “ Tokuz-Oğuz budun kentü budunım erti” (D o
12 “ K örüg sabi andag: Tokuz Oğuz budun üze kağan olurtı tir, Tabgaçgaru K u m Senünig
idmiş, K ıtaygaru T onra Semig idmiş (habercinin sözü şöyle id i: Dokuz Oğuz kavm i üzerine
bir kağan oturdu der. Çinliler’e K u m Sengün’ü gönderm iş, K ıtaylar’ a T onra Sem ’i göndermiş
(E .T . yazıtları, III» s. 102). Çinliler’ e giden elçi K u m Sengün’ de, Scngün ünvan değil ise K u m ’
da bir boy adı olabilir.
13 V . Thom sen, Inscriptions de VOrkhon dechiffrees, H elsingfors, 1896, s. 112, 125; E .T .
yazıtları, I , s. 50, 62 ve devamı.
14 K itâbelerde bu şekilde daha birçok misaller gösterilebilir: T a b g a ç On T u tu k -Ç in li
Ong Tutuk - ( Inscriptions, s. 108; E .T . yazıtları, I, s. 44); T ü r k B ilg e K a ğ a n ; Y i r B a y ır k u
U lu g î r k e n - Y i r B a y ır k u b a ş b u ğ u U lu ğ E rk in -(Inscriptions, s. 109; E .T . yazıtları
I , s. 44).
15 E .T . yazıtları, s. 120.
16 Inscriptions, s. 105, 115, 122; E . T. yazıtları, s. 40, ayrıca bk. s. 22, 58.
6
kuz-Oğuz budunu kendi budunum idi) cümlesini de 17 kavmî (etnik) bir
akrabalık şeklinde değil, yukarıda Oğuzlar’ a dâir verilen bilgileri, Türk
ve Oğuz’un da Tabgaç, Kırgız, Kıtay gibi, budun kelimesiyle vasıf
lanmaları hususunu göz önüne alarak, hukukî bir münasebet ma
nasında anlamak icab eder. B ilg e K a ğ a n , bu söz ile, Tokuz-Oğuz
budun ( Türk budunu gibi) doğrudan doğruya bana bağh, benim ida
remde bir kavim demek istiyor ls. Bu fikri teyid eden diğer kuvvet
li bir delil d o Uygur kağanının da aynı kavim, yani Dokuz Oğuzlar
için, “ buduıum” yani “ kavm im” demesidir.
Oğuzlar’ın bir türlü Gök-Türk kağanlarına ısınamamaları da,
kötü idare edilmelerinden daha çok, ayrı bir kavmî teşekkül olma
ları ve ayrı bir siyasî mâziye sahip bulunmaları ile ilgilidir. Aşağı
da bahsedileceği gibi, devletin yıkılması ile Türk budun ortadan kalk
tığı halde, Oğuzlar’ a bir şey olmadı. Onlar Uygurlar’m devletinde de,
Türkler’inkinde olduğu gibi, bir hizmette bulundular; bu devletin de
dayandığı ikinci bir unsur oldular, hattâ, Uygur kağanlarına da vakit,
vakit isyan ettiler.
T a r rfuş-Bu küçük budunun Ötügen bölgesine yakın bir yerde ya
şadığı anlaşılıyor. Tarduşlar Gök-Türkler’ e sâdık kavimlerden biri idi;
daha sonra Uygurlarla tâbi oldular. Kağanlar bu buduna “yabgu” ün-
vanlı bir başbuğ tayin ediyorlardı. Bu yabgunun hânedan azasına men
sup olduğunu biliyoruz.
T öZis-Âbidelerde daima Tarduşlar ile birlikte geçen ve onların
kardeşi gibi görünen bu kavim de her halde Ötügen bölgesine yakın bir
yerde oturuyordu. Gök-Türk kağanları bunların üzerine, yine hânedan
azasından bir şad tayin ediyorlardı. B ilg e k a ğ a n amcası K a p a ğ a n ’ -
m hükümdarlığı devrinde Tarduşlar’ın şadı bulunuyordu. B ilg e K a
ğan zamanında ise şad olarak bunların başında K ü l-Ç u r ünvanlı bir
beğ görülmektedir.
E diz-B v. budunun daha önce, Altı Oğuzlar ile, komşu olarak
Kemcik ırmağı boylarında, başlıca Cirgak yöresinde yaşadığı görül
17 Inscriptions, s. 124, ayrıca bk. s. 112; E . T. yazıtları, s. 48. ayrıca bk. s. 62.
18 B il g e K a ğ a n bir yerde de: “ Basm ıl idikut uguşım budun erti” ( Inscriptions, s. 123,
E .T . yazıtları, I. s. 60) yan i “ Basm ıl ld i-K u t*u benim soyum dan (ailem den) id i” sözlerini söy
lüyor. Gerçekten, Basm ıl başbuğları Gök Türk hanedanından (A-se-na) sayılmışlardır (C h a -
v a n n e s , Documents, s. 86, n ot 1). Fakat y in e B i l g e K a ğ a n , “ Türgiş K ağan türkimiz budu-
m m erti” ( Inscriptions, s. 104, E .T . yazıtları, I, s. 38), sözü ile neyi ifade etm ektedir? O zaman
lar Türk kelimesi bütün tiirkçe konuşan kavim lerin adı şeklinde geniş bir anlamda kullanıl
madığı için, bunu yine kavim manasında kabul etm ek yerinde olsa gerektir. Abidelerde “ Türfc”
ün Gök-Türk hanedanı ve ya devleti hakkında kullanıldığını hiç sanmıyorum.
7
müştü. Pek şâyârn dikkattir ki, Edizler’i bu zamanda da (yani I lt e r iş
veya oğlu B ilg e K a ğ a n devrinde) Oğuzlardın komşuları olarak görü
yoruz. Edizler iki boydan müteşekkil idiler.
U yg u r-Yurdları Selenge boylarında idi. Gök-Türkler’in hâkimi
yetindeki diğer birçok Türk kavimleri gibi, onların da başlarında el-
tebir ünvanh bir başbuğları veya kırallarının olduğu görülüyor. Uy
garlar, Şine-Usu yazıtında açıkça belirtildiği gibi, on boydan müte
şekkil idiler.
B a s m ı Z-Varlıklannı Gök-Türkler’ den sonra da uzun bir zaman
muhafaza eden Basmıllar’m Beş-Balık taraflarında oturdukları anla
şılıyor; hükümdarları idi-kut ünvanını taşıyordu.
Y e r - B a y ı r k u-Â b i delerde Yer-Bayırkularhn yurdu, kuzey y ö
nünde uzak bir bölge olarak gösteriliyor. Bu bölgenin Baykal’m doğu
kıyılarında olması muhtemeldir. Âbidelerde bu kavimden bir defa
bahsolunuyor. B ilg e K a ğ a n zamanında başları U lu ğ i r k e n (Erkin)
ünvanh bir beğ idi. U lu ğ ir k e n , B ilg e K a ğ a n ’ a düşmanlık göster
diği için (yağı boldu) üzerine varılıp, Türgi Yargun gölünde yapılan
bir savaşta bozguna uğratılmış ve U luğ ir k e n az bir kişi ile kaçıb kur
tulmuştur. K ü l- T e g in ’ in Kırgız seferinde binip de savaşta uyluğu
kırılan (iBayırku” nnn ak aygın, U lu ğ I r k e n ’in savaşta ele geçiril
miş atı olmalıdır.
K â ş g a r l ı 19 Türk dünyasının doğu taraflarında yaşayan Yabakn
adlı bir kavimden bahseder. Hattâ bunların B ü k e B u d r a ç ünvanlı
bir başbuğlan vardı. B ü k e B u d r a ç Kara-Hanlı topraklarına kala
balık bir kuvvetle saldırmış ise de Kara-Hanlı hânedanmdan B e ğ e ç -
A r s la n -T e g in tarafından yenilip tutsak alınmıştır. Bu Yabakülar’m
adlannm Yer-Bayırku adının yeğnileşmiş bir şekli olduğu hâtıra ge
liyor.
K ı t ay—Tatarlar gibi Moğol menşeli olan bu kavim de çok defa
Tatabı budun ile birlikte, geçiyor. Bu Tatabı budunun Çinliler’in daima
Kıtaylar ( ICi-tan) ile birlikte zikrettikleri “ H i” kavmi olduğu anlaşıl
mıştır. Kıtaylar fâtih bir kavim olarak X . yüzyılda kuzey Çin’ e hâ
kim oldukları gibi, buradan çıkarıldıktan sonra (X II. asırda) da Türkis
tan’ a. göçedip orada kuvvetli bir imparatorluk kurdular. Islâm tarih
lerinde bunlara Kara-Hıtay denilir. Bu isim onlara Çm’ den kovulma
ları sebebi ile verilmiş olsa gerektir.
9
yet göstermişlerdir. Bu yüzden Uygur kağanı M o y u n ç u r birkaç defa
bu kavmin üzerine sefer yaparak, onlara baş eğdirip, üzerlerine bir
vâli (tutuğ) tayin etmiştir. Islâm kaynaklarında Çikler'in de adına
rastgelinemiyor.
10
lar daha zayıf bir duruma düştüler; aralarındaki bağlar gevşedi. Bu
hanlar içinde On-Oklar arasında eski siyasî birliği kurmak ve Çin hâ
kimiyetinden kurtulmak gayesi ile hareket edenler olmuş ise de bunlar
bu gayelerinde başarı gösteremediler. Bilhassa 682 tarihinden sonra
On-Oklar iyice çözüldüler. Çinliler'in tayin ettikleri kağanların ancak
ismen yetkileri vardı. Beğler onları tanımıyorlardı. Bu sebeble, asrın
son yıllarında Batı Türkleri arasında gerçek iktidar Türgişler’in beği
U - ç e -l e ’nin eline geçti. Türgişler On-Oklar’m Tu-Lu koluna mensub
bir boy id i22.
699 da Doğu Gök-Türkleri, Oıı-Oklar’ı hâkimiyetleri altına aldılar.
Böyl ece kısa bir zaman için de olsa eski Türk birliği yeniden kurul
muştu. U - ç e -1 e’niıı oğlu ve halefi S o -k o (706-711) Doğu Gök Türk
kağanının hakimiyetini tanımak istemiyerek isyan etti ise de başarı
gösteremeyip öldürüldü (711). Ancak 716 da Doğu Gök-Türk kağanı
K a p a ğ a n ’ın öldürülmesi üzerine, Türgişler’den S u -lu (717-738),
Batı Gök-Türkleri arasında birliği kurabildi. Yeni Doğu Gök-Türk hü
kümdarı B ilg e K a ğ a n ile kız alıp vermek sureti ile dünürlük tesis
eden S u -lu , Çinliler ve Arablar ile başarılı mücadelelerde bulunmuş
tur. Hattâ Arablar, savaşlardaki cesaret ve sebatkârhğından ona Ebû-
Musâhim (boğa) lâkabını verdiler. Fakat S u -lu başarılarını devam
ettiremedi; 736 da Çinliler’ e yenildiği gibi, ertesi yıl da Arablar’a karşı
yaptığı seferde muvaffak olamadı. Bu yüzden bizzat kendi boyunun
bir kısmım teşkil eden Sarı-Türgişler onun kağanlığını tanımadılar.
Çinliler’in desteğini sağlayan Çu-mu-koen boyunun kül-çur’u B a ğ a
T a r k a n Batı Gök-Türkleri’nin bu son dirayetli kağanını öldürdü
(738). F a k a t B a ğ a T a r k a n da Çinliler’ in kağan olarak gönderdik
leri G ö k -T ü r k hânedanından bir şehzadeyi öldürdüğü için 744 yılın
da onlar tarafından aynı âkibete uğratıldı. Bunun üzerine İli vâdısi
ile Issık-Göl kıyıları Çin hâkimiyeti altına girdi.
22 Yenisey'de Tuba bölgesinde bulunan bir mezar kitabesi (E .T . yazıtları, I II, s. 170),
Türgişler’ in bir zamanlar burada oturduklarım gösteriyor. Bu kitabede E z g e n e adlı bir Tür-
giş beğinin 26 yaşında öldüğü, bildiriliyor. B u kitâbe, Türgişler*in On-Oklar’ a V II. yüzyılda
dahil olduklarını hâtıra getirm ektedir. Aksi takdirde Tuba yöresindeki Türgişler'1i, bu teşekkü
lün ancak bir kısmı olarak kabul etmek icabeder.
11
mıyordu. Doğu, Batı için bir kale idi. 744 yıhnda D o ğ u G ö k -T ü r k
devleti yıkılırken Çinliler de B a ğ a T a r k a n ’ı yenib, Batı Gök-Türk
yurdunu işgal ettiler.
751 yılında Çin kumandanı K a o S ie n -Ç i’nin Talaş boylarında
İslâm kumandanı Z iy a d b. S â lih tarafmdan mağlubiyete uğratıl
ması, Batı Gök-Türkleri üzerindeki Çin hâkimiyetine son verdi. Fakat
Batı Gök-Türkleri arasında siyasî birliği yeniden kurabilecek kuvvetli
bir şahsiyet çıkmadı. On-Oklar hemen tamamen denebilecek derecede
dağılmışlardı. Korluklar bu durumdan faydalandılar. 742 yılından beri
Uygurlar ile Doğu Gök-Türk imparatorluğunun mirası için mücadele
eden Karluklar, bu mücadelede başarı gösteremeyince Batı Gök-Türk
ülkesine yönelerek buralarda fetih hareketlerinde bulundular; 766
yılına doğru Türgiş kağanlarının oturma yerleri olan Tokmak ve Ta
laş şehirlerini ele geçirip, Batı Gök-Türk yurdunun hâkimleri oldular 23.
Dikkate şâyândır ki, iki Gök-Türk devletine son veren Uygurlar ile
Karluklar Orhun âbidelerinde adları en az zikredilen Türk kavimlerin-
den idiler.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, B a t ı G ö k -T ü r k devleti baş
lıca 10 boya dayanıyordu. Orhun âbidelerinde, bu on boya On-Ok de
niliyor. Bu on b oy iki kola ayrılmıştı ki, gerek bunların, gerek bu kol
ları teşkil eden boyların adlarının ancak çince şekillerini biliyoruz.
Çinliler bu iki koldan birisine Tu-lu, diğerine de Nu-şe-pi diyorlardı.
Tu-lu kolu İli’nin orta ve yukarı yatağı ile Yulduz ırmağı ve Tarba-
gatay arasında, Nu-şe-piler de Çu ve Talaş ırmakları arasındaki saha
da yaşıyorlardı. Tu-lu kolunu teşkil eden beş boy şunlardır: Çu’ mu-
koen, Hu-lu-u (Hu-lu k iu ), Şe-Şo-t’i, Tu-k’ i-şe (T ürgiş), Şu-ni-şe.
N u-şe-piler:
A -si -kie k’ iue, Ko - şu k’ iue, Pa - sai kan t’oen- Şa-po, Asi- kie
ni-şu, Ko-şu çu’ pa n 24.
Görülüyor ki bu 10 boydan yalnız Tu-k’i-şe’lerin, Orhun âbideleri
sayesinde, Türgiş şeklinde türkçe adları bilinebiliyor. Tu-lu boyları
nın başında bulunan beğler çur ( Çuo) Nu-şe-piler’in başında bulunan
lar de erkin ( se-kin) unvanını taşıyorlardı. Bunlardan başka Batı
Gök-Türkleri arasında On-Oklar’ dan olmayan daha bir çok boylar da
vardı.
Bu On-Oklar ne oldu? On-Oklar’ın kıyım yani katliâm veya büyük
çapta dağıtılma gibi hareketlere maruz kaldıklarını bilmiyoruz. Bu se-
12
beble onların nesillerinin müteakip asırlarda varlıklarını devam ettir
diklerini düşünmek tabiidir. Yalnız Karluk fethinin On-Oklar’ı tama
men çözdüğü ve hattâ bazı yer değiştirme hâdiselerine sebeb olduğu
muhakkaktır.
On-Oklar’a mensup teşekküllerin başında Peçenekler’i saymak
mümkündür. Peçenekler’in üç asıl boyunun ( Ertim, Çur ve Yula)
müşterek adı olşn Kangar, kitâbelerde, Batı Gök-Türk ülkesindeki ha
rekât esnasında geçen ve her halde bir topluluğu ifade eden Kengeres
ile birleştirilmiştir25. Yalnız Peçenekler’in, On-Oklar’m bir boyunu değil,
belki birkaç boyuna mensup teşekkülleri içine alan bir topluluk oldu
ğunda şüphe yoktur. Yani onlar On-Oklar’m. iki kolundan birinin mü
him bir kısmından meydana gelmişlerdir.
X . yüzyılda Talaş vâdisinde “ Türkmen” adını taşıyan bir kavim
vardı k i 26, bunun Islâmiyeti kabul eden ilk Türk kavmi olduğu anla
şılıyor. Oğuzlar’dan ayrı bir kavim olan bu Türkmenler’inde On-Oklar’m
kalıntılarından olması pek muhtemeldir. Diğer taraftan M i n ö r s k y 27
X . ve X I. yüzyıllardaki Tuhsılar’ın, Türgişler’in kalıntısı olduğunu
söylemektedir ki, pek muhtemeldir.
Ban Gök-Türkler’i, gerek siyasî tarih, gerek kültür tarihi bakı
mından Doğu Gök-Türkleri ile mukayese edilemez. Onlar Doğu Gök-
Türkleri gibi ne mühim siyasi faaliyetlerde bulunabilmişler ne de onlar
gibi Türk dili, edebiyatı ve tarihi bakımından değerli kitâbeler bırak
mışlardır. Bu, her halde biraz da yaşadıkları bölgenin coğrafî husu
siyeti ile ilgili olsa gerektir. Çünkü aynı bölgelere hâkim olan Kara-
Hanlılar’m rolü de bu bakımdan ( İslâm dinini kabul ettikleri halde),
onlarınkinden pek farklı olmamıştır. Kara-Hanlılar’dan bize ancak
bir iki türkçe eser gelebilmiştir.
G ö k -T ü r k le r İd a r e s in d e O ğ u zla r
13
T o n -Y u k u k geyik ve tavşan eti yiyerek, Çuğay-Kuz’ da. ve Kara-Kum9
da oturuyorlardı. Kağanlık merkezi Ötügen henüz ele geçirilmemişti.
Burasının Oğuzlar’ın hâkimiyetinde olması muhtemeldir. Bu esnada,
başlıca T ula ırmağı kıyılarında oturan Oğuzlar, K u t lu ğ ’un faaliyet
lerinden büyük bir telâşa kapıldılar. Onların başlarında Baz Kağan
vardı; tek başına Türkler’ e hücum etmeyi göze alamadıklarından Çin
lilerce K u m S e n g ü n ’ ü, Kıtaylar’a T o n r a S em ’i elçi olarak gönde
rip Türkler’in kendileri için de tehlikeli durumlar yaratabileceklerine
işaret ile hep birlikte Türkler’in üzerine saldırmayı teklif ettiler. Fakat
Gök-Türkler Oğuzlar’m bu teşebbüsünü zamanında haber aldılar. II-
T e riş, B ilg e T o n - Y u k u k ’un teklifi üzerine, üç kuvvetin birlikte
hücumuna uğramadan Oğuzlar’m üzerine yürüdü. Gök-Türkler ve 0-
ğuzlar, Tula (Tuğla) ırmağı kıyılarında karşılaştılar. Türk ordusu 2000,
Oğuz ordusu ise 3000 idi. Savaşta Oğuzlar yenildiler; birçokları ırmakta
boğuldular ve bazıları da kaçarken öldürüldüler. Yenilgi üzerine
Oğuzlar’m geri kalanları itaat ettiler 2S. Bu başarıyı takiben imparator
luk merkezi ötüken yöresi fethedildi ve İ l- T e r iş K a ğ a n da orada
yerleşti (682). Oğuzlar’m başındaki B a z K a ğ a n ’ın bu savaş sonucun
da ne olduğu üzerinde hiç bir şey söylenmiyor. Bu hâdiseden sonra
Oğuzlar’m her hangi bir isyanından veya onlar ile yapılan bir savaştan
da bahsedilmiyor. Yalnız T o n - Y u k u k kitâbesinin sonlarında İ l- T e r i ş
K a ğ a n öğülürken onun Oğuzlar ile beş defa savaştığı yazılıyor. Bu
savaşlardan dördü anlatılan savaştan önce mi, yoksa sonra mı yapıl
mıştır? Bizce bu hususta' kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
Bununla beraber B a z K a ğ a n Tula savaşında öldürülmüş olabilir.
B ilg e K a ğ a n kitâbesinde onun İ l- T e r iş K a ğ a n için balbal dikildiği
bildiriliyor29. Bu husus ne olursa olsun, Oğuzlar İ l - T e r i ş K a ğ a n
zamanında tamamen itaat altına alınmış ve doğrudan doğruya kağa
nın idaresine bağlanmıştır. Böylece Oğuzlar, Türkler’in yanında dev
letin dayandığı ikinci bir unsur olarak yer aldılar.
28 E .T . yazıtları, I. s. 102-104.
29 E .T . yazıtları, I , s. 36.
14
T o n -Y u k u k ’un kitâbesinde belirtiliyor. Bu seferin sebebi, Kırgız-
lar’m Gök-Türkler’e karşı, Çinliler ve On-Oklar ile bir ittifak vücuda
getirmeleri idi. Bu arada müttefikler Oğuzlar’ı da isyana teşvik etmiş
lerdi. 697 yılında yapıldığı anlaşılan bu seferde Ak-Termel geçildikten
sonra Oğuzlar öncü kuvveti olarak gönderildiler. Köğmen ormanının
kargı batımı karlı yolları ve yamaçları geçilib İbar aşıldıktan ve A nı
ırmağı boylarına varıldıktan sonra gece ve gündüz yel gibi gidilerek
Songa ormanında Kırgız kağanının ordusu ile karşılaşıldı. Yapılan
savaşta Kırgız ordusu yenilmiş ve Kırgız kağanı da savaş meydanında
kalmıştı. Kitâbelerde epeyce bir zaman için Oğuzlar’m her hangi bir
isyan hareketinden bahsedilmiyor. Esasen böyle bir şey olsa idi, Gök-
Türkler’in her istikamette zaferler kazanmaları pek mümkün olmazdı.
Nitekim, onların B ilg e K a ğ a n ’ın ilk yıllarında vukubulan ayaklan
maları Gök-Türk devletinin zayıflamasında pek mühim bir âmil olmuş
tur.
15
dıkları görülüyor. Kitâbelerde onların isyanlarına sebeb olarak her ta
rafta kargaşalıklar çıkması ile kıskançlık gösteriliyor. Bu sözler olduk
ça müphemdir. Fakat şurası muhakkaktır kı Oğuzlar bir türlü kağan
lara ısınamamışlardı. Onların hiç bir zaman Tölis ve Tarduşlar’m du
rumunda olmak istemedikleri anlaşılıyor. Bunda her halde kavmî bir
sebep olduğu gibi, ayrı bir siyasî mâziye sahib bulunmaları da söz k o
nusudur. Yani onların bu isyanlarının gayesi şüphesiz istiklâllerini
elde etmek için idi.
B ilg e K a ğ a n ve kardeşi K ü l-T e g in Izgiller’i tedip ettikten
sonra Oğuzlar üzerine yürüdüler. Fakat onları, Izgiller gibi kolayca
yola getirmek kabil olmadı ve bir yılda beş defa vuruşmak icab etti.
Oğuzlar ile ilk savaş Toğu Balık’ta yapıldı. Buranın adına bakılırsa,
bir şehir olması lâzımdır. Fakat bu hususta hiç bir bilgiye sahip deği
liz. K ü l-T e g in Azman adlı atma binerek birbiri arkasından yedi eri
sançmak sureti ile büyük bir yiğitlik göstermesine rağmen Gök-Türk-
ler kesin bir sonuç alamadılar. Buna karşılık, Kuşlıgak’ta Edizler ile
yapılan karşılaşmada Edizler ağır bir yenilgiye uğradılar. Oğuzlar ile
ikinci vuruşma Urgu’ da (bugünkü Urga?) yapılmış ise de bu da kat’i
bir netice vermemiş, onun arkasından Çuş-Başı’nda yapılan savaş ise
pek çetin olmuş ve Gök-Türkler ciddî bir tehlikeye maruz kalmışlardır.
Bu sonuncu savaşta Gök-Türk ordusu Oğuzlar karşısında yılgın bir
duruma düşmüştü. Bereket versin K ü l- T e g in hücuma geçen Oğuzlar’ı
püskürtmeye ve hattâ Tongralar’dan Y ılp a g u t (A lp a g u t ) ile on
eri tutsak almaya muvaffak oldu. Bunlar, bu esnada savaşta veya
tabiî olarak ölen, Gök-Türkler’ den T u n g a -T e g in ’in yuğunda (cena
ze töreni)-ona öte dünyada hizmet etmeleri için-öldürüldüler. Fakat
savaş yine neticesiz kalmıştı. Bundan dolayı iki kardeş budun Ezgenti
Kadaz’da yeniden karşılaştılar ise de bunda da bir yenişme olmadı.
Artık kış gelmişti. Bu sebeble Gök-Türkler Amga kalesinde kışladılar.
Fakat kış da Gök-Türkler için iyi geçmedi. Çünkü “yut” çıkmış yani
hayvan kırımı olmuştu. Bahar gelince (717 yıl baharı?) B ilg e K a
ğan Oğuzlar’ a karşı asker sevk etti. Fakat. Oğuzlar’m Üç-Oğuz koluna
mensup bir ordu kağanın orduğâhını bastı. Bu baskın o kadar başarılı
yapılmıştı ki, Oğuzlar görülmemiş bir zafer kazanmak üzere idiler. H at
tâ onlardan bir bölüğü ordugâhı yağmalamaya bile başlamıştı. Fakat
yine K ü l- T e g in ’in yiğitliği ve B ilg e K a ğ a n ’ın soğuk kanlılığı sa
yesinde bu tehlike de önlendi.30 Bununla beraber Oğuz savaşlarının bir
16
türlü sonu gelmiyordu. B ilg e K a ğ a n , yukarıda anlatılan savaştan
sonra Oğuzlar üzerine tekrar yürüyerek onlara karşı bir başarı kazan
dı ise de, Oğuzlar, komşuları Dokuz Tatarlar ile birleşerek Agu da
yine Gök-Türkler’ın. karşısına çıktılar.
17
tnıllar gittikçe kuvvetleniyorlardı. Oğuzlar^ gelince bu hususta hiçbir
şey söylemek mümkün değildir. T a n r ı K a ğ a n ’ın doğu ve batı şadları
olan amcaları onun buyruklarını dinlemiyorlardı. T a n r ı K a ğ a n bu
iki şad’tan batı şadını yenmiş ise de, doğu şadına yenilerek öldürül
müştü (741). Fakat hanedan azası arasında saltanat mücadelesi devam
ediyordu. Basmıllar, Uygurlar ve Kartuklar bu durumdan fay
dalanarak harekete geçtiler. Üç tuğlu Türk budununun başında Oz-
m ış K a ğ a n vardı. Uygurlar’ın başbuğu Koyun yılında (743) O zm ış
K a ğ a n ’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Uç tuğlu Türk budun büyük bir
felâkete uğradı; bu arada Kağan’ın hatunu da tutsak alındı. Ancak
son darbeyi Basmıllar vurdular ve öldürdükleri O zm ış K a ğ a n ’m
başını Çin sarayına gönderdiler (744). Basmıllar’m başbuğu kendisini
kağan ilân etti ve hattâ Gök- Türkler’in geride kalanları da onun kağan
lığını tanıdılar. Fakat aynı yılda Uygurlar’ın başbuğu, muhtemel ola
rak Karluklar’m da yardımı ile, Basmıl hükümdarını yenip öldürerek
Ötügen’ in hâkimi oldu. Gök-Türkler’in hayatta kalanları Çin’ e göç edib
bu kavmin idaresine girdiler36. Bu tarihten sonra Gök-Türkler bir daha
tarih sahnesinde görünmediler.
18
Gök-Türkler’den sonra gelen Türk kavimleri bu devre ait edebi
gelenekleri geliştirmek şöyle dursun, zamanla onu bırakmışlardır. Uy
gurlar’m , Gök-Türk alfabesini bir müddet kullandıktan sonra yerine, Türk
dili için daha az müsaid olan başka bir alfabeyi kullandıkları malûm
dur. Gök- Türkler’ den sonra Türk kavimleri’nin siyasî mukadderatları
nın ayrılması, onların farklı medeniyet çevrelerine dahil olmalarına
sebep olmuştur. Ancak Moğol devridir ki, Türkler’den pek mühim bir
kısmım veya "hepsini tek bir medeniyet âleminde birleştirmiştir. İşte
bu kadar mühim rol oynamış olan bu Türk kavminin âkibeti böyle
olmuştur.
U y g u r la r D e v r in d e O ğ u zla r:
19
o zaman Dokuz-Öğuzlar’m başında olan müstakbel “ T anrıM a B o lm ış
İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n ’m ifadesiyle: “ anda inagaıu yok boldu (Türk
kavm i orada tamamiyle (?) m ahvoldu38. Bu zaferden sonra, Uygur
başbuğu Ötügen bölgesine yerleşti, kağan ünvanmı aldı ve K ü l-B ilg e
H a n olarak anıldı. Bundan sonra Üç-Karluk ile savaşan K ü l-B ilg e
H an , onları On-Oklar’ın ülkesine çekilmeye mecbur etti. Fakat çok
geçmeden K ü l - B il g e H a n öldü (Domuz yılında = 747)3!>. Yerine
Dokuz-Oğuzlar’m başında bulunan oğlu geçti ve “ T a n r ı’da B o lm u ş
İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n ” ünvanını aldı. Bu Uygur hükümdarı T ü rk
B ilg e K a ğ a n gibi, Dokuz-Oğuzlar için “ Dokuz-Oğuz budunum” 40demek
le beraber kağan olur olmaz Oğuzlar’ın ezici çoğunluğunu kendisine
düşman buldu. Bunlar, bizzat bu Uygur kağanı ile ilgili kitâbede
“ Sekiz-Oğuz” olarak anılıyor. Buna göre ancak bir boy Kağan’a sadık
kalmış bulunuyor. Oğuzlar’m, Gök-Türk kağanlarına olduğu gibi, Uy
gur hükümdarlarına da isyan etmelerinin istiklâllerini kazanmak ga
yesi ile ilgili olduğu söylenebilir. Oğuzlar, bu maksatla, Gök-Türkler
devrinde yaptıkları gibi, doğu komşuları “ D okuz-Tatarlar” ile birleş
mişlerdi. İ l E tm iş B ilg e K a ğ a n , müttefiklerin üzerine yürüyerek
ormanlık bir yerde, geceleyin onları yendi. Fakat kağan ertesi gün onları
yine karşısında buldu. Tekrar yapılan savaşta kağan galip geldi. İ l E t
m iş B ilg e K a ğ a n ’m eline Oğuzlar’m halk tabakasından (kara igil
budun) mühim bir kısmı tutsak düşmüş ise de, kağan onlara ve onların
göçkün ve davarlarına bir şey yapmamış, belki ancak ileri gelenlere
ceza (k ıyın ) vermişti41. Oğuzlar Kağan’m kendisine itaat etmeleri tek
lifini kabul etmediler. Bunun üzerine B ilg e K a ğ a n arkalarından
gidip Burgu’da yetişerek savaşmış ve bu sefer onları ağır bir yenilgiye
uğratmıştır (4. ayın - Haziran-dokuzuncu günü). Kağan bu savaşta
Oğuzlar’m göçkünlerini, davarlarım, kadın ve çocuklarını tutsak almış
tı. Beşinci ayın (temmuz) 29. unda Selenge kıyılarında yeniden savaş
oldu. Oğuzlar ve Tatarlar bozulup Selenge’y i geçtiler. Kağan arkalarını
bırakmadı ve onları, T a y B ilg e T u t u k ile diğer iki kişinin kötü
hareketleri yüzünden perişan ve helak olduğunu ve daha büyük felâ
ketlere uğramamaları için, yeniden kendisine itaat etmeğe çağırdı. Bu
T a y B ilg e T u t u k ’un Oğuzlar’m başbuğu olduğu anlaşılıyor. T a y B il
ge T u tu k , Kağan’m babası tarafından Oğuzlar üzerine yabgu tayin
edilmiştir. Kağan iki ay bekledi ise de onlar gelmediler. Kağan 8. ayın
38 E .T . yazıtları, I, s. 166.
39 E .T . yazıtları, If s. 166.
40 E .T . yazıtları, I , s. 164.
41 E .T . yazıtları, I , s. 168.
20
(Ekim) ikinci günü Çığıltır Gölü’nde savaşmış ve sonra da Keyre
Başı’nda Üç-Birkü’ de Tatarlar ile çetin bir vuruşma yapmıştı. Bu
vuruşma sonucunda onların bir bölüğü itaat ettiyse de, bir bölüğü
aynı şeyi yapmayarak başka bir yere çekildi. Bunu müteakip Kağan,
Ötüken’e döndü42. Bu dönüşün başarılı olmadığı anlaşılıyor.
42 E .T . yazıtları, I, s. 168-170.
43 E .T . yazıtları, I , s. 172.
44 E .T . yazıtları, I, s. 173—176.
45 E .T . yazıtları, I, s. 177-183.
46 kalm ışı bu du n On Uygur Tokuz Oğuz ü ze y ü z y ıl oluıu p” (E .T . yazıtları, I, s. 164).
47 B k. J a m e s H a m iito n , Toquz-Oguz et On-Uygur, s. 39-40.
21
yıla ait olduğu tahmin ediliyor. Böylece, Dokuz-Oğuzlar, Türk budun’ dan
olduğu gibi, On-Uygur’ dan da kavmî bakımdan tamamen ayn bir te
şekküldür. Daha önce de belirtildiği üzere, Oğuzlar II. G ö k -T ü r k
devletinde ne mahiyette bir rol oynamışlar ise, U y g u r devrindeki
rolleri de öyle olmuştur; yani bu devletlerin dayandığı ikinci bir un
sur... Yukarıda görüldüğü gibi, Oğuzlar Gök-Türk kağanlarına olduğu
gibi, Uygur kağanlarına da isyan hareketlerinde bulunmuşlardır. Yani
onların her iki devlet karşısında da değişmeyen bir durum ve davranışları
olmuştur, tıpkı Tarduş ve Tölis boyları gibi; bir farkla ki, kitabelerde
bu son iki budunun isyan hareketlerinden bahsedilmiyor.
22
gurlar’dan bir elçi geldiği bildirilmiştir. Bu husus Tien-şan Uygurlar’nm,
Kansu Uygurları gibi, siyasî bakımdan ne kadar ehemmiyetsiz bir
durumda olduklarını gösterir48.
Uygur hükümdarlarlan burada kağan değil, siyasî hüviyetlerine uy
gun olarak idi-kut gibi mütevazi bir ünvan taşıyorlardı. Uygurlar bu yeni
yurdlarında yerleşik hayata geçerek daha medenî bir kavim oldular.
X . yüzyılın ikinci yarısından itibaren her halde çoğunluğu Budda di
nini kabul ettiler. Bu Uygurlar gerek Orhun, gerek Beş-Balık bölge
sinde kendilerini Uygur adıyla anmışlardır49. Görmüş olduğumuz gibi
Dokuz-Oğuzlar onlardan tamamen ayrı bir kavim idi. Bu husus böyle
olduğuna göre İslâm coğrafyacılarının Uygurlar’ dan Toğuz Guzz (Do-
kuz-Oğuz) olarak bahsetmelerini nasıl izah etmelidir? İslâm coğraf
yacılarında “ Toğuz Ğuzz” adıyla hem Orhun, hem de Beş-Balık Uygur-
lar’ı kastedilmektedir. Bu coğrafyacılar, anlaşıldığına göre, 840 felâ
ketinden haberdar olamamışlar ve bundan dolayı da X . yüzyılda Uygur-
lar’ı eskisi gibi Türk kavimlerinin en kuvvetlisi olarak vasıflamışlardır.
Halbuki bu Uygurlar, az yukarıda işaret edildiği gibi, siyasî bakım-
okadar dan ehemmiyetsiz idiler ki, Çin kaynaklarında adları nâdiren
geçmektedir.
Islâm müelliflerinin Uygurlar’ı Toğuz Guzz olarak zikretmeleri
nin sebebi üzerinde herkesi tatmin edecek bir izah şekli bulmak güç
gibi görünüyor. Bizim düşündüğümüze göre, İslâm müellifleri her iki
adı aynı, yani bir sanmış olsalar gerektir. Her iki kavmin bir hânedanın
idaresi altında bulunması ve adlarının birbirine benzemesi (U ygur=
& u r= O ğu z= Ğuz), buna sebeb olabilir. Çinliler Uygurlar’ı dokuz
boydan müteşekkil bir kavim olarak tanımışlar ve hattâ bu boyların
adlarını da vermişlerdir50. İslâmlarm her iki adı aynı sanmalarında bel
ki bu da bir âmildir. Her halde Islâmlar bu iki eli aynı kavim sandılar.
Dikkate şâyândır ki, X IV . yüzyılda Uygurlar Orhun ve Selenge bölge
sindeki yurdlannı ve orada On-Uygur olarak Dokuz-Oğuzlar ile birlikte
yaşadıklarını, unutmamışlardı51.
23
Bu Dokuz-Oğuzlar’ın sonu ne olmuştur? Akla gelen ilk cevap bun
ların Orhun bölgesinden batıya doğru göç ettikleri ve Sir-Derya kıyı
larında sadece Oğuz adıyla karşımıza çıktıklarıdır. Filhakika bu sonun
cu Oğuzlar’m Türk ülkesinin en uzak bölgesinden Mâvera un-nehr’ e,
A b b a s î h a lîfe s i el-M eh d î zamanında (775—785) geldiklerine dâir
bir haber olduğu g ib i 57, T a b e r î de, Dokuz Oğuzlar’m 205 (820-21)
yılında Uşrusana’ya (Semerkand’m doğusunda, Soğd ve Sir-Derya ırmak
ları arasındaki bölge) bir akın yaptıklarını bildirm ektedir53. Dokuz-
Oğuzlar’m. böyle bir akında bulunabilmeleri, ancak onların batıda (evve
lâ Talaş bölgesinde) bir yerde oturmaları ile mümkündür. Yani onların
böyle bir akın yapabilmeleri için Orhun bölgesinden batıya göç etmiş
olmaları lâzımgelir. Diğer taraftan Sir-Derya’nın orta yatağı ve Aral
Gölü kıyıları ile bunun kuzeyindeki toprakların Peçenekler’ in yurdu
olup, Oğuzlar’m buraları onlardan aldıkları anlaşılıyor54. Ancak bu
görüşe şöyle itiraz edilebilir:
55 “ On ok oglım Türgiş kağanda Makaraç Tam ğaçı Oğuz Bilge Tam ğaçı kelti” (E .T .
yazıtları, I , s. 52).
56 14 numaralı haşiyeye bk.
24
mümkündür58. Halbuki bizim 24 b oy arasında Tonra adlı bir teşekkül
yoktur.
3. S ir -D e r y a boylarındaki Oğuz eli iki kola ayrılmış olup, bu
kollardan biri Boz - Ok, diğeri de Üç - Ok adlarım taşıyor. Bu adların,
On-Oklar’dan kalma hâtıralar olduğu da düşünülebilir. Hatta Sir - Derya
Oğuzları hükümdarının yabğu ünvamnı taşımaları da buna ilave edi
lebilir. On Ok kağanlarının da bir elin başına yabğu tayin ettiklerini
biliyoruz. Bu yabğu Oğuzların yabğusu olabilir.
25
B., IX. - XI. YÜZYILLARDA OĞUZLAR
(Sir-Derya Oğuzlar’ı)
26
halinde 59 Urungu, Zaysan ve Ala-Göl üçgeni arasında yaşamakta idi
ler. Onlar Uygurlar’ın yamnda G ö k -T ü r k imparatorluğunun yıkıl
masında âmil olduktan sonra Uygurlar ile hâkimiyet mücadelesine
girişip yenilince batıya yönelerek Batı Türkleri’nin yani On-Oklarhn
ülkesini ellerine geçirmişlerdi. Fakat Korluklar burada da kuvvetli bir
varlık gösteremediler. Gevşek ve tesirsiz bir hayat yaşadılar. Hattâ
bu yüzden S a m a n lı hükümdarı İ s m a il b. A h m e d , 893 de Talas’a.
kadar uzanan bir sefer yaptı; oradaki büyük kiliseyi camiye çevirdik
ten sonra, Karluk yabgusunun hatunu da dahil olmak üzere, 15000 tut
sak ile geri döndü. K a r a -H a n lı devletinin Karluklar tarafından de
ğil, Yağma adlı başka bir Türk kavmi tarafından kurulmuş olması
pek muhtemeldir. Karluklar, X . yüzyılın birinci yarısının ortalarında
tsficab’ dan Is sık-Görün güneyine kadar uzanan geniş bölgede yaşı
yorlardı60. Hudûd ul-âlem61 ve G e r d i z î 62 gibi, Türk kavimleri hakkın
da tafsilâtlı bilgiler veren ve bu hususta başta C e y h a n î olmak üzere
eski kaynaklara dayanan eserlerden, Çiğiller’in aslında Karluklar’ın
bir boyu oldukları anlaşılıyor. Uygur hükümdarı T a n r ı’da B o lm u ş
İ l-E t m iş B ilg e K a ğ a n ’ın kitâbesinde geçen “ Çiğil Tutuk” 63 ile bu
boy arasında bir münasebet olup olmadığı bilinemiyor. Hudûd ul-â-
lem’e göre64 Çiğiller, Issık-Göl’ün kuzey batısında yaşamakta idiler.
Bunlar gittikçe ehemmiyet kazanarak, X I. yüzyılda başlı başına müs
takil bir kavim sayılmışlardır. Kâşgarlı65 onlardan bir bölüğün Taraz
(Talaş) şehri yakınlarında bulunan bir kasabada, bir bölüğün Bars-
ğarı’ın ötesindeki Kuyas’ta, üçüncü bir bölüğün de Kâşgar yöresindeki
bir takım köylerde yaşadığını bildiriyor. Bu husus G e r d iz î’nin 9 boya
ayrılmış olan Karluklar’m üç boyunu Çiğiller’ in meydana getirdiği
sözlerine uygundur. Çiğiller X I. yüzyılda okadar mühim bir teşekkül
haline gelmişlerdi ki, Oğuzlar Ceyhun’ dan, Çin’ e kadar uzanan yerler
deki Türkler’ m topuna birden “ Çiğil” diyorlardı66. Çiğiller’’ın aynı
59 Çin kaynaklarına göre, bu Karluk boylarının adları şunlardır: M eu-lo, Ta-şe-li, Çe-se,
yalıut P ’ o-fiı (Chavannes, s. 78, haşiye 4).
60 Î s t a h r î , Kitâbu mesâlik il-memâlik, yay. M.J. D e G o e j e , ikinci baskı, Leyden, 1927
s. 290 Bu eserden naklen î b n H a v k a l, Kitâbu suret il-arz, yay. J.H . K r a m e r s , Leyden,
1938, I I , s, 467; Hudud ul-âlem, Tahran, 1340, s. 81-83, tercüm e V . M in o r s k y , The Regions
o f the world, (G .M .N .S .), London, 1937, s. 97-98, izahlar kısmı, s. 286-297.
61 s. 83; M i n o r s k y tercüm e s. 98-99, izahlar s. 297-300.
62 Z eyn uUahbâry y a y . B a r t h o l d , Pelersburg, 1874, s. 84.
63 E .T . yazıtları, s. 178.
64 Gösterilen yerler.
65 Divân, K ilisli, I , s. 329-330, A talay, I , s. 393-394.
66 K ilisli, s. 330, Atalay, I , s. 394.
27
asırda Mavera un-nehr’de de yaşadıklarımı biliyoruz 67.
Bugün. Anadolu'da Çiğil adb dört köy vardır k i 6S, bunlar bu Türk oy
mağından bazı zümrelerin Anadolu'ya, gelmiş olduğunu gösterebilir69.
71 j j <JLSC*-jo j d ij ) p-* s
- j J
( S h a r a f al- Z a m a n T a h ir M a r v a z i, on China, The Turks and India, y ay. ve İngilizce ter
cüme V . M in o r s k y , London, 1942, m etin 19, tercüm e, s. 31).
72 . n ı-j £İ
“ K u yas’ta oturan bir Türk e li, onlara Tuhsı Çigil de denilir” ( K ilisli, I, s. 354, Atalay, I,
s. 423).
73 The regions o f the ıvorld, izahlar kısmı, s. 300.
74 LfUp Jl Lıla^ll (J ljV öL S *'i d-lL»
,J-U^Üİ ^ (İ-IİJlI $111 0 j
“ Ordu: küçük bir kasabadır. Türkmen m eliki burada oturur. O, îsficab hüküm darına arma
ğanlar göndermekte devam etm ektedir. B u kasabanın su dolu hendekle çevrilm iş bir kalesi
vardır. M eliklin sarayı hisarda bulunur” (s. 275).
75 t |j*
“ Ordu: Balasagun yakınında bir kasabadır. Bundan alınarak Balasagun'a. da Koz-Ordu deni
lir” (K ilisli, I, s. 112, A tolay, I, s. 124).
28
( Otıar) ve Kimek sınırındaki <1>UJii dan bahsettikten sonra Bulâc
ve Burûket kasabalarını tasvir eder ve bunların Türkmenler’ e karsı
uc kasabaları olduğunu yazar 76. Bu kasabaların Isficab’m kuzey batısı
veya kuzey doğusunda olduğu anlaşılıyor. Bu son kayıt Türkmenler’in
Isficab’ın kuzey taraflarına kadar yayılmış olduklarını gösteriyor. Bu
Türkmenler, M u k a d d e s in in bildirdiğine göre, korkularından Müs
lüman olmuşlardı ve Ordu kasabasında oturan melikleri de, Isficab
hâkimine hediyeler gönderiyordu. M ukaddesimde Müslüman olmuş
tek Türk kavmi olarak bu Türkmenler zikredilir. Aynı müellif Sabran
sınır şehrinden bahsederken ve diğer vesilelerle Oğuzlar’a. ( el-Guzz)
ayrıca işaret eder ve onların Müslüman olduklarını söylemez11. Böy-
lece bu Türkmenler’in Oğuzlar’ dan tamamen ayrı kavmi bir teşekkül
olduğu görülüyor. Açıkça anlaşıldığı üzere Ordu kasabasında oturan
Türkmen meliki, Isficab hükümdarına tâbi bulunuyordu. İsficab
bölgesini idare eden hânedan hakkında pek az şey biliniyor.
B a r t h o l d 78, bu hanedanın Türk asıllı olduğunu söylüyor. Pek muh
temel olarak Türkmenler’i bu Isficab hükümdarları Müslüman etmiş
lerdir. Bu Türkmenler’in kavmi menşei nedir? Akla ilk gelen cevap
bunların Karluklar’dan olmalarıdır. Çünkü, onların ülkelerinde oturu
yorlardı. Meselâ yukarıda adı geçen M irki ve onun batısındaki Ku-
lân’m Karluklar’m ülkesinde olduğunu ve M irki’ de de Karluklar’ın
oturduğunu biliyoruz. Üstelik K â ş g a r lı, Karluklar’a da Türkmen
denildiğini haber v erir79. Bununla beraber, Türkmenler’in, Karluklar’ -
dan da ayrı, bir kavmî teşekkül olması ve Türgişler’ in veya On-Oklar’ -
ın kalıntılarınndan bulunması pek muhtemeldir80. Müslüman Oğuzlar’a
76 1 ı_^ j ^ j * jj j
“ Bııruket bü yük bir kasabadır. Burası ve Bulac korkudan Müslüman olmuş bulunan Türkmen-
ler’ e karşı uçtur. B uranın lıisarı yıkılm ıştır” (s. 274).
77 s. 274, 286, 289.
78 Türkesian doum to the M ongol invasion, (G M N S ), Londoıı, 1928, s. 172.
79 _ t^iji p-k j c J ^ J*
“ Türkler’’ den bir kavim olup, göçebedir; onlar Oğuzlar''dan ayrılır, fakat onlar gibi Türkmen~
dirler” ( K ilisli, I, s. 393, Atalay, I, s. 473).
80 1158 yılında M âverâ un-nehr'de vuku bulan bir hâdise dolayısı ile “ îlig -i Türkman”
tabiri geçiyor. Filhakika, Semerkand K a r a - H a n l ı hüküm darı K .ö k -s a ğ u n lâkablı C elâ -
lu d d in Ç a ğ r ı H a n , H a r iz m ş a h I I -A r s la n ’ m hücumu üzerine m etbuu K a r a - H ı t a y
G ü r h a n ’ından yardım istem iş o da î l i g - i T ü r k m a n kumandasında 10.000 kişilik bir kuvvet
göndermişti ( C ü v e y n î , Tarih-i Cihanğuşa, yay. M u h a m m e d -i K a z v i n î , GM S, Leyden,
1916, II, s. 15). B a r t h o l d ( Turkeslan, 233, not. 10), haklı olarak hu i i i g - i T ü r k m â n ’ın Ba-
lasaguıı’da ICara-Hıtaylar tarafından tahttan indirilen ve kendisine Ilig-i Türkman unvanı
verilen son K ara-H anlı hüküm darı olabileceğini söylüyor. Ilig-i Türkman, Türkmen m eliki de
29
Türkmen adının verilmesi de bu kavim ile ilgilidir ki, bundan ileride
ayrıca bahsolunacaktır.
30
malar pek çok toydan meydana gelmiş olup bunlardan biri Bulak
boyu du r89. X I. yüzyılda da varlığını muhafaza eden bu boyu bir ara
Kıpçaklar tutsak edip götürmüşlerse de sonra kurtulmuşlardır90. Bun
dan Bulaklar’m X I. yüzyılda Talaş veya Çu bölgesinde yaşadıklarını
söylemek mümkündür.
Daha doğuda, Beş-Balık bölgesinde Uygurlar yaşıyordu. Uygur
lar ancak 866 da bölgede yurt tutabildiler; zayıf bir devletleri vardı.
0 devirdeki Çin kaynaklan onlardan, ancak 951 de gelen bir elçi do
layısıyla kısaca bahsetmişlerdir. İslâm coğrafyacılarında ise, onlardan
Toğuz-Ğuzz olarak bahsedilir ve onlar Türkler’in en kuvvetli kavmi
olarak vasıflanır. Bu husus, evvelce işaret edildiği gibi, coğrafyacıların
840 felâketinden haberdar olmamalarından ileri gelmiştir. Uygurlar’ın
bir bölüğü de Kansu’ da yurt tutmuştu. Uygurlar’m. Beş-Balık bölge
sindekiler yerleşik hayata süratle intibak ederek medenî seviyelerini
yükselttiler ve kısa bir zaman sonra, türkçe konuşan topluluğun en
medeni kavmi haline geldiler. X . yüzyılın sonlarında onların pek mü
him bir kısmı artık Budda dininde bulunuyorlardı.
89 Hudud ul-âlem9 m etin s. 79, tercüm e IV Iinorsky, s. 96 H albuki görüldüğü gibi, M er-
v e z î , Bulaklardı Karluklar*dem gösterir (s. 28. haşiye 71).
90 Kâşgarlı, K ilisli, I, s. 116, 337, Atalay I, s. 129-379.
31
etmiş, işbaralat ve tavhanlar verm işti91. Kimekler’ın de başbuğlarının
tutuk unvanını taşıdığım biliyoruz92. Çikler’ in adına bir daha hiç bir
yerde tesadüf edilemiyor.
32
lılar da daha sonraları müstakil bir kavim sayılmış ve Oğuz destanında
da böyle gösterilmiştir.
X . yüzyıhn birinci yarısının ortalarına doğru Cem (Emba) ile
Yayık (Ural) ırmakları arasında Peçenekler yaşıyordu. Bunların asıl
ana kolu ise, bahsedilen zamanda, Kara-Deniz’ın kuzeyindeki toprak
ların hâkimi idiler. Peçenekler’ in On-Oklar’ a mensup olmaları kuvvetle
muhtemeldir.,Buna karşılık bunların Oğuzlar ile hiçbir kavmî münase
betleri yoktur. Yani, bunlar 24 Oğuz boyundan biri olan Peçenekler
ile aynı teşekkül değillerdir100. X I. Yüzyıldaki Türk kavimleri hakkm-
daki bu hülâsadan101 sonra şimdi artık asıl konumuza geçebiliriz.
1 - Oğuzlar'ın Yurdları:
33
Fakat Oğuz ülkesinin kuzey sınırı hakkında sarih bir bilgiye sa
hip değiliz. I s t a h r î’ye bakıbrsa, Oğuz ülkesinin sınırı bu yönde İtil’e
kadar gidiyordu 105. Fakat, İ b n F a d la n 921 yılında Bulgar’a, giderken
Emba’dan sonra Oğuzlar’ı görmemiş, buna karşılık Yayık’m batısında
Peçenekler’e rastgelmişti. Bu sebeble İ s t a h r î’nin sözlerinin doğru ol
ması, bize göre, oldukça şüphelidir. Hazar Denizi’ nin doğusundan
Karaçuk dağlarına kadar uzanan çöl bölgesine, B e lh î’ye bağlı müel
lifler 106 Oğuz bozkırı (mefâzet ul-Guzziyye) adını verirler. X III. yüzyılda
Türkler’in bu çöle Kara-Kum dedikleri anlaşılıyor.
Oğuz elinin toplu ve kalabalık bir halde oturdukları yer, Sir ır
mağının ağzından orta yatağına kadar olan saha ile ırmağın her iki
yanındaki ve bilhassa kuzeye doğru uzanan topraklardı. Oğuz yabgusu
yani kiralının kışlağı olan şehir, ırmağın ağzından iki günlük mesafede
ve ırmağa bir fersahlık yerde bulunuyordu. Bu şehir arabça eserlerde
el-Medînet ul-cedide veya el-Karyet ul-hadise 107, farça Hudûd ul-âlem’-
d e 108 Difı-i nev olarak geçer.
X III. yüzyıla ait eserlerde şehrin Yâfii Kent (Yeni Kent) şeklin
de türkçe adı görülür109. Bununla beraber şehrin X . yüzyılda da bu
türkçe adı taşımış olması imkânsız değildir. Yine aynı ırmağın kıyı
sındaki Cend ve Huvâre şehirleri de yabgunun hâkimiyetinde olup, bu
şehirlerde Müslümanlar da oturuyorlardı.
34
kesinin adı olduğunu söylediği gibi, haritasında da Karaçuk dağını
Oğuz yurdu olarak göstermiştir111. E b u ’ l- G â z i’nin Şecere-i Terâki-
me'sindeki Türkmen rivayetleri arasında Oğuzlar’ın yurdu olarak Kaz-
gurd ile birlikte Karaçuk’tan bahsedilir112. T im u r ’ un zafernâmelerin-
de de bu dağın adı geçiyor113.
Oğuzlar bu yurdlarında çok eskiden beri oturmamakta idiler. Ib n
H u r d a d b ih 114, Horasan valisi A b d u lla h b. T â h ir (vâlilik zamanı
828-844), zamanında Oğuzlar’dan alman 1000 tutsağın 600. 000 dirhem
tuttuğunu bildiriyor. Bu 1000 Oğuz tutsağının, A b d u lla h b. T â h ir'-
in, oğlu T â h ir kumandasında Oğuzlar’a karşı gönderdiği bir ordu ta
rafından alındığı, B e la z u r î’nin bir kaydından anlaşılıyor115. Ancak
her iki kayıtta da Oğuzlar’ın yurdu hakkında hiçbir açıklamada bulu
nulmuyor.
Oğuzlar ister Orhun bölgesindeki Dokuz-Oğuzlar, ister On-Oklar’ a
mensup bir teşekkül olsun onlar bu yurdlarına doğudan gelmişlerdi.
j\ ji j**
^*1?* ^ T Jİ «AÎJL--J jl _ /tj J ^ İJJ jSL-İ JL İ3 jl olijl j
35
Eğer Oğuzlar, On-Oklar’dan iseler, -ki bu, çok daha muhtemeldir- onların
aşağıSir-Derya kıyılarına gelmeleri Korluklar’m On-Ok ülkesindeki fetih
hareketleri ile ilgili olabilir. Aşağı Sir-Derya boylarının ve Aral kıyılarım
Oğuzlar’ dan önceki sâhiblerinin ise Peçenekler olduğu anlaşılıyor. Daha
önce söylendiği gibi, Peçenekler’ den üç asil boyun adı Kenger idi. Bunun
Gök-Türkler’in 701 yılındaki Suğdak seferi dolayısı ile geçen ve Kara
çuk dağlan ile onun kuzeyindeki bozkırlarda yaşadığı anlaşılan Ken-
geres teşekkülünün adı ile aynı olduğu kabul edilmiştir116. Buna ilâve
olarak, e l-B ir u n î’deki bir kayıtda Peçenekler’in Aral Gölü çevresinde,
Harizm’e komşu olarak yaşadıkları görülmektedir117. Diğer taraftan
elimizde, Peçenekler’ in bir zamanlar Kaıluklar ile komşu yaşadıkla
rını ifade eden yine aynı müellifin diğer bir eserinde başka bir kayıd da
vardırî,s. Bu komşuluk her halde Isficab ve Talaş taraflarında olsa
gerektir II9.
Peçenekler, Sir-Derya boyları ile Aral Gölü çevresinde iken Oğuz
lar nerede bulunuyorlardı ? Bu hususta kat’ i bir şey söylemek müm
kün değildir. B e ş id ü d d in ’ deki Türkler’ in destanı tarihlerinde Talaş
bölgesinden başka doğudaki Almalık bölgesi de Oğuzlar’m yurdlarm-
dan sayılmaktadır l2°. Eğer Oğuzlar On-Oklar’ a mensup idiler ise on
ların, Çu ve Talaş vâdilerinde yaşayan, Çinlilerin Nu-şe-pi dedikleri
koldan olmaları en kuvvetli ihtimaldir. Anlaşıldığına göre, Oğuzlar
doğudan Peçenekler’e saldırdılar. Her halde iki komşu kavim arasında
çetin savaşlar vukubuldu ve en sonunda Oğuzlar, Peçenekler’i Emba
ırmağının ötesine attılar. Oğuzlar’m Peçenekler’in yurdlarını ne uzman
ele geçirdikleri de bilinemiyor. Yurdlarmdan atılan Peçenekler, Emba
ile İtil arasında yerleşmişlerdi. Fakat burada da 883-893 yılları ara
sında Oğuzlar ile Hazarlar’m müşterek hücumlarına uğradılar. Mağ-
lûb olan Peçenekler’ in mühim bir kısmı, İtil’ i geçerek Kara-Deniz’ in
kuzeyindeki topraklara gittiler121. Peçenekler’ in bu yeni yurdlannda
36
talihleri yâver gitti. Onlar kısa bir zamanda Don ırmağından Tuna’ya
kadar olan yerleri fethettiler. Peçenekler, Balkanlar’ da da mühim bir
siyasî kuvvet olarak X I. yüzyılm sonlarına kadar kaldılar. Bizanslılar
ile ittifak eden Kıpçaklar bu kavmin ortadan kalkmasında mühim
bir âmil olmuşlardır122. Peçenekler’in bir kısmı ana kümeyi takib et
meyerek Yayık’m batısında kalm ıştı123.
E b u ’ l-G a z i’nin naklettiği Türkmen rivayetlerinde, Oğuz-Peçe-
nek mücadelelerine ait bazı hâtıralar da yer almıştır. Bu hâtıraların
birinde Peçenek elinin T o y m a d u k adlı pâdişâhının S a lu r K azan c
ın babası E n k iş ’ i yenerek hatununu tutsak aldığından bahsedilir.
Uç yıl sonra E n k iş naibini mal ile T o y m a d u k ’ a göndererek
karısını kurtarmıştır’ 24. Yine orada bulunan bir manzumede S a lu r
K a z a n ’ın otuz kırk bin çeri ile Becene ellerine yürüyüb onları kırdığı,
bir nicesinin çok yalvararak kurtulduğu bildiriliyor125. E b u ’ l-G a z i
bu rivayetleri Türkmenler’ in ellerindeki Oğuz-nâmeler’ den nakletmişdir.
Aksi takdirde, bu rivayetlerin X V II. yüzyıla kadar hâfızalarda sak
lanması imkânsız idi. Fakat Türkmenler’ in ellerindeki bu Oğuz-nâme-
lerden hiç birisi galiba bize kadar gelmemiş olduğu gibi, ne zaman ya
zıldıklarını da bilmiyoruz.
37
u d î’nin bu kaydı oldukça müphemdir. Bu kelimeler, Oğuz eli ara
sındaki İçtimaî bir seviye farkım mı belirtiyor, yani asilleri (beğ), hür
insanları (el) ve köleleri (k ü n ? )no mi kasdediyor, yoksa sadece siyasî
bir gruplaşmayı yani onların büyük orta ve küçük olmak, üzere, üç
küme halinde mi olduklarım ifade ediyor? Biz yayınlayanların aksine
olarak, cümlenin asıl mânasına bağlı kalarak birinci şıkkı kabul edi
yoruz. Fakat Oğuzlar’ın siyasî bakımdan üç kümeye ayrılmış olmaları
da imkânsız değildir.
130 Türkiye'de hâlâ kullanılan tâbirlerden: “ ele güne karşı” ; “ el gün ne der” .
132 tstahrî, s. 346; Îbn Havkal, 511; Hudud ul-âlem , s. 118, M inorsky , 119; Mukaddesi,
s. 274.
133 110 numaralı haşiyeye bk.
134 Îstahrî, s. 346; İbn Havkal, s. 510, 511.
135 s. 273.
136 Gösterilen yer.
38
Bu durum karşısında, B a r t h o ld ’un dediği g ib i137, Fârâb’ı yeni bir
şehir kabul etmek yerinde olacaktır. Anlaşıldığına göre Oğuzlar Fâ
râb’a Karaçük adını vermişlerdir. Fakat şehrin bu adı şimdiye kadar
başka hiç bir eserde görülmemiştir.
Oğuz şehirlerinden biri olan Karnak hakkında başka hiç bir yerde
bir kayda rastgelmedik. Z.V. T o g a n 139, Türk ili haritasında Kaı-
nak’ı Yesi’nin az kuzey batısında, ondan bir konak mesafede gös
termiştir. Diğer taraftan Sabran’ ın yakınındaki Sâdık Ata Tepe’ nin
Karnak olduğu ileri sürülmektedir 140. Her halde Karnak’ı Savran ta
raflarında aramak gerekir.
39
ları daha bazı veya bir çok şehir, kasaba ve köyler de v a rd ı143. Diğer
taraftan, onların K â ş g a r lr m n bahsettiği devirden sonra da yeni şe
hirlere sahib oldukları anlaşılıyor. Bunlardan biri olarak Barçınlığ-
Kent zikredilebilir. Gerçekten bu şehrin adına, X II. yüzyıldan önceki
eserlerde rastgelinmez. Barçmlığ-Kent, Sir-Derya boylarının Moğollar
tarafından fethi esnasında Sığnak ve Öz-Kent’ ten sonra zikredilen
üçüncü şehirdir. Ondan sonra sıra ile Eşnas, Cend ve Şehir (Yeni) Kent’-
in fethi anlatılıyor144. Zamanımızda Cirik kale harabelerinin altında
Yeni-Derya ile birleşen Barşin-Derya adlı bir kuru çay veya eski bir
kanal bulunmaktadır ki, bunun Barçmlığ-Kent ile ilgili olduğu mu
hakkaktır. Bu kuru çay’va. kıyısında Uz-Kent ve Sırlı-Tam şehirlerinin
harâbeleıi görülmektedir145. Buradaki Uz-Kent’in C ü v e y n î’deki Sığ-
nak’ tan sonra zikredilen şehir olduğunda şüphe yoktur. Bu kuruçay
veya kanalın kıyısında daha bazı şehir ve kale harabeleri de bulunmak
tadır. Kök-Kesene ve Barşin-Derya hakkında bundan 64 yıl önce ilk
defa esaslıca bilgi veren arkeolog Y.A. K a lla u r haklı olarak Barçın-
lığ-Kent’ in de bu Barşin-Derya üzerinde olacağı sonucuna varmıştır14S.
K a lla u r , bu kuruçay yatağının (Sir-Derya’ nın eski yatağı mı?) Çar-
dar’ dan Uz-Kent’ e kadar olan kısmının da Uguz Jilgası (Oğuz deresi)
adını taşıdığını bildiriyor147. Sığnak şehri harâbelerinden on üç fersah
lık bir mesafede, Kök-Kesene harâbeleri vardır. Kök-Kesene’ yi ilk defa
ziyaret eden K a lla u r , burada tuğladan yapılmış ve mavi renkli (gök)
süslemeleri olan harab bir kümbet görmüştü. Bu türbenin güney batı
tarafında, henüz bazı duvarları tamamen yıkılmamış olan daha küçük
bir türbe meydana çıkarılmıştır. K a lla u r bu türbelerin etrafında da
bir çok tepe ve tepecikler görmüş olup, bunların eski mezar kalıntıları
mı, yoksa meskûn sahayı mı teşkil ettiğini anlayamamıştı. 1927 yılında
burayı ziyaret eden A. Y a k u b o v s k iy , türbenin çökmüş olduğunu
görmekle beraber bu türbe ve çevresinde yaptığı araştırmalardan son
ra Kök-Kesene’ nin çini işleme bakımından şâheser bir âbide olduğunu
143 Anlaşıldığına göre, Sir-Derya kıyılarında pek çok harabe vardır. Bunlardan bazıları
üzerinde yapılan hafriyatın sonuçlan hakkında: S.P. T o ls t o v , Goroda Guzov, Sovetskaya E t -
nografiya , 1947, nr., 3, s. 55-102 (Dr. İs m a il K a y n a k ’ın türkçe tercümesinden faydalanıl-
mıştır). Ayrıca B. ö g e l aynı eser, s. 333-341.
144 Cuveynî, I. 64, 67, 72, 79.
145 V.M. J irm u n sk iy , Sir-derya boyunda Oğuzlarca dâir izler, türkçe tercümes iîs m a il
K a y n a k , Belleten , sayı 99, s. 480-481.
146 A y n ı yazı, s. 482.
147 A y n ı yazı , s. 480-481.
40
söylediği gibi, buralarda bir zamanlar yüksek bir medeniyetin mevcut
olduğu hükmüne de varm ıştır148.
E b û ’ l-G a z i B a h a d ır H an , Türkmenler’in tarih bilen bahşı-
lanndan, 7 kızın Oğuz eli’ni “ ağızlarına baktınb” çok yıllar beğlik yap
tıklarını anlatmaktadır. Bunlardan biri, K a r m ış B a y ’m kızı ve Ma-
m ış B e ğ ’in karısı B a r ç ın S a lu r (Salur Barçın?) idi. “ Onun türbesi
Sir-Derya’ mn yakasında olup, halkça meşhurdur ve Özbekler ona “ B ar-
ç ın ’ın Kök kâşâne” si derler149. E b u ’l-G a z i’nin bu sözlerinden Kök-
Kesene (Kök-Kâşane - Gök çinili) türbesinin Oğuzlar’Asm B a r ç ın
H a tu n ’ a izafe edildiği ve bunun halkça bilinen bir şey olduğu anlaşılı
yor. Bütün bunlardan, pek muhtemel olarak şu hükme varmak müm
kündür: X II. yüzyıl’da Sir-Derya boylarında Salur boyu’ndan B ar-
çın H a tu n bir kısım Oğuzlar üzerinde nüfuz ve hâkimiyet kazanmıştı.
Akıllı olduğu kadar varlıklı olan bu hatunun hâkim bulunduğu Sir-
Derya bölgesinde yeni bir şehir kuruldu ve bu, “ Barçmlığ-Kent” adını
âldı, yani B a r ç ın ’ a ait şehir. Bu hatun kendisi için, Mem’ deki S u l
ta n S a n ca r ve Ürgenç’teki H a r iz m -Ş a h T e k iş ’in türbelerine ben
zeyen kubbesi gök çiniler ile süslü muhteşem bir türbe yaptırdı. Şeh
rin bu türbenin yapımından sonra kurulmuş olması da muhtemeldir.
Barçmlığ Kent ile birlikte geçen Öz-Kent ve Aşnas’ın da yeni şehirler
olduğu anlaşılıyor. Çünkü, daha önceki eserlerde bu şehirlerin adları
geçmiyor. Şimdiki bilgimize göre, Barçmlığ - Kent’ in adı, X I I . yüzyılın
ikinci yansından itibaren geçmektedir.
Oğuz şehirlerinde yapılan kazılar buralarda yüksek bir kültür
hayatının varlığını göstermiştir. K a lla u r , Y a k u b o v s k i y ve T o l s t o v
gibi arkeologlar bu hususu gayet açık bir şekilde belirtmişlerdir 15°.
Oğuzlar’dan mühim bir kısmının oturak yaşayışa geçmelerinde
en mühim âmil, onların İslâmlığı kabulleridir. Onlar arasında İslâ
miyet yayıldıkça ve kuvvetlendikçe oturak hayat da gelişmiştir. Gö
rüldüğü gibi, bu şehirlerin mühim bir kısmı X . yüzyılın ilk çeyreğinde
Oğuzlar’m idaresinde değildi. Her halde onlar Müslüman olduktan
sonra bu şehirleri ellerine geçirmişlerdir. K â ş g a r lı’ dan başka, Oğuz-
lar’ın şehirleri olduğunu bildiren diğer bir müellif de I d r is î’ dir (eseri-
41
ııin yazılış tarihi 1154). î dr i sî, “ Oğuzlar’ın şehirleri çoktur, bunlar
kuzeye ve batıya doğru uzanmaktadır” dem ektedir151.
Göçebe Oğuzlar, bu şehirlerde yaşayan oturak eldaşlanna, istih
fafla, Yatuk (yani tembel) diyorlardı. Çünkü onlara göre bu oturak
eldaşları savaş yapmayarak tembel tembel şehirlerinde otururlardı152.
Oğuz şehirlerinin çoğunda Mâvera-un-nchr'in yerli unsurları da bulu
nuyordu ki, Oğuzlar bunlara Sukak diyorlardı153.
Moğol istilâsı esnasında bir kısım Göçebe Türkmenler’in aşağı Sir-
Deıya boylarında oturduklarını biliyoruz I54.
3 - İktisadî Hayatları:
42
l â n 157 “ Türk develeri” ( _^Jİ JU- ) sözü ile bugün Anadolu’ da
“ buhur” denilen iki hörgüçlü develeri kast etmiş olsa gerektir. Yine
aynı müellif Bulgarlar’ m at eti yediklerini kayd etmekte, fakat Oğuz
lar için böyle bir söz söylememektedir. Oğuz sü-başısı E tr e k , Îbn
F a d lâ n ve arkadaşlarına olduğu gibi, kendi akrabaları için de koyun
kestirmişti. Fakat Oğuzlar’ dan ölenlerin atlarının yenildiğini aynı
müellif kaydetmektedir. Diğer taraftan Oğuz destanları da Oğuzlar’ın
diğer Türk elleri gibi, at eti ve hattâ deve eti yedilderini göstermek
tedir. At eti, belki de, onlarca âdi zamanlarda değil, müstesna gün
lerde yenilmekte idi. Oğuzlar’ın Müslüman oldukltan sonra, umumiyet
le at eti yemekten vazgeçtikleri anlaşılıyor. Çünkü, dahil oldukları
Hanefi mezhebi at eti yenmesini mübah kalmamıştı.
Oğuzlar ile komşu İslâm kavimleri arasında canlı bir ticarî faali
yetin mevcut olduğu görülüyor. Oğuz yurdundan geçen en mühim
ticaret yolu Harizm’ den İtil bölgesine giden yol idi. Bu yolun pek
işlek bir yol olduğunu biliyoruz. Coğrafyacılar müştereken, Oğuzlar’ın
tâeirlerinin çok olduğunu belirtiyorlar158. î b n F a d lâ n 159 5000 kişilik
muazzam bir kervan içinde Oğuz yurdundan geçmişti. Oğuzlar, ba
rış zamanlarında ticaret maksadı ile Harizm’ de Curcaniye ve Bara-
tegin şehirlerine, Mavera un-nehr’de de Sabran şehrine geliyorlardı160.
Oğuzlar’ın başlıca ticaret malı koyun idi. Horasan ve Mâvera un-nehr
halkı et ihtiyacını Oğuzlar ve Karluklar’ dan temin ediyordu161. Türk
koyununun Mâvera un-nehr ve Horasan koyunlarından ayrı bir soy
olup, makbul tutulduğu anlaşılıyorsa da162 başlıca vasıflan iyice bi
linemiyor.
Oğuzlar’ın ayrıca İslâm âleminde meşhur olan Türk keçesi sattık
larına163 da ihtimal verilebilir164.
Oğuzlar ise, komşu Islâm memleketlerinden bilhassa dokuma ma
mulleri satın alıyorlardı.
43
4 - Dini İnanışları:
165 İbn Fadlân, Z.V. T o g a n yay., s. 10; S. ed-D eh h â n yay, s. 92; M a k d isı, Kitâb ul-
bed1 ve't-tarih, yay. ve tercüme eden Cl. H u a rt, Paris, 1907, IV, metin s, 63, tercüme s. 57.
166 M a k d isî, gösterilen yer. F a h ru d d in M u b â r e k -Ş a h ’ da (T arikk-i Fakkurud'd -
din Mubarakshah , yay. E. D e n iso n R o s s , London , 1927, s. 43) Bayat, Tanri’nın adı olarak
geçiyor.
167 Z .V . Togan yay., s. 11, S. ed-Dehhân yay., s. 93.
168 s. 44. Fakat bu seyahatnâmedeki bilgilerden çoğunun inanılmağa değer bir mahi
yette olmadığı malumdur.
170 Aynı eser, gösterilen yerler. B e y h a k î’nin anlattığına göre (T a rik-i Beyhakî , yay.
G ani ve F e y y â z , Tahran , 1324 ş., s. 627-628), S elçu k lu beylerinin yaıunda yıldızlar ilmini
( ilm~i nucûm) bilen bir mevlana-zâde vardı. Bunun söylediği bazı sözler doğru çıkmıştı. Bu
mevlanâ^zâde Dendanâkan savaşı esnasında Selçuklularda vakit, vakit “ b ira z dayanınız zafer
sizin olacaktır” demiş ve öğle vaktinde G a zn eli ordusu bozulunca T u ğ ru l. Ç ağrı b e ğ le r
ile Beygu (M usa) atlarından inerek ona secde etmişler, yani yükünmüşlerdi.
44
hakimlerden biri idi. Tabiblik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan,
yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup olmıyacağına hükmeden, dinî
törenlere başkanlık eden bu manevî şahsiyetlere Oğuzlar’ın kam mı
dedikleri, yoksa başka bir ad mı (meselâ ata) verdikleri bilinemiyor.
Ata kelimesi bunlar hakkında saygı ifade eden bir söz mü idi, yoksa
onlar için hususî bir ad mı idi, bu husus da kat’i olarak malûm
değildir.
171 Kaynak Ib n F a d lâ n ’ da (Z.V. T o g a n yay., s. 14, S. ed-D ehh ân yay., s. 99): nebiz
(bilhassa hurma veya kuru üzüm rakısı) deniliyor. Ib n F a d lâ n kımızı her halde bu mahiyette
bir içki sandı.
172 E. D ie z, Türk san'atı, türkçe tercümesi O. A rs la n a p a , İstanbul, 1946, s. 84.
173 A. V â m b e ry , Travels in Central A sia , London , 1864, s. 56, 71, 71, 324.
174 îb n Fadlân Z. V. T o g a n yay., s. 63, S. ed-D eh h â n y a y ., s. 99.
175 A b d ü lk a d ir tn a n , Tarihte ve bugün şamanizm , (T.T.K .), A nkara , 1954, s. 189 ve
devamı, ayrıca Üçüncü Bölüme bk.
176 Ib n F a d lâ n Z .V . Togan yay., s. 14, S. ed-Dehhân, s. 100.
177 A b d ü lk a d ir in a n , aynı eser, s. 178, 180.
45
larım ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asıyorlardı178.
Onların inanışına göre, ölen cennete etleri yenilen ve derileri sırıklara
asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde ölen, yorucu cennet
yolculuğunu yayan yapmak mecburiyetinde kalacaktı m . Oğuzlar, yine
dinî inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlar, yabancıların da yıkanma
larına engel oluyorlardı. Çünkü, suya girmekle onların, kendilerini
büyüleyeceğinden korkarlar ve böyle yapanları para cezasına çarptırır-
lardı1S0. Bütün Türkler’ deki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır.
Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük bir günah
işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felâkete sebeb olur. Onlar
yine dinî inanışları ile ilgili olarak, giyimlerini eskiyinceye dek üzer
lerinden çıkarmıyorlardı181. Yine Oğuzlar, Müslümanların aksine ola
rak, başına vurarak koyunu, öldürüyorlardı182.
Oğuzlar, hastalanan kimselerin (yakın akrabaları da olsa) yan
larına yaklaşmazlardı. Hasta onlara kul ve karavaşlar (câriye) hizmet
lerdi. Yoksullar ise tamamen kaderleri ile başbaşa bırakılırdı183. Bu
husus, şüphesiz bulaşıcı ve salgın hastalıklara yakalanmaktan kork
maları ile ilgili idi.
46
baba ölünce oğlu üvey annesi ile evlenebiliyordu. İ b n F a d lâ n lrl
gördüğü Oğuz sü-başısı E tr e k , babası öldükten sonra üvey annesi
ile evlenm işti187.
Evlenme geleneğinde kalın veya başlık verme usulu y a yg ın d ılss.
Düğünleri ve oyunlarına dâir bilgimiz yoktur. Yalnız T u ğ r u l B e ğ ’
in, 1063 yılında Halîfe e l-K â im B ie m r illâ h ’ın kızı ile evlendiği za
man, bir odada kürsü üzerinde oturan gelini ziyaret ettikten sonra
avluya çıktığını ve orada beğleri ile birlikte sevinç içinde raksettiğini
ve bu esnada türkçe şarkılar çağırıldığını biliyoruz189. T u ğ r u l B eğ
bu düğün esnasında 70 yaşında bulunuyordu. E b û ’l-F e r e c vasıtası ile
bu bilgiden haberdar olan B a r t h o ld 190, Ruslar’da “ pliaska prisiadki”
denilen raksın Türkler’ den alınmış olacağı ihtimalini ileri sürmüştür.
Bizim kanaatımıza göre, T u ğ r u l B e ğ ’in oynadığı bu oyun, bugün
Anadolu da toplu bir halde oynanan ve adına halay denilen oyun ol
malıdır.
Oğuzlar’ın millî yemekleri, diğer bazı Türk ellerinde olduğu gibi,
tutmaç idi. Tutmaç, tarih boyunca birçok kaynaklarda Türkler’in millî
yemeği olarak geçer. T u ğ r u l B e ğ ’in Horasan’ da iken bir davette
yediği badem helvası için “ iyi tutmaç imiş, lâkin sarımsağı eksik” 191 de
diği söylenir 192. Bu yemeğin T ü r k iy e S e lç u k lu la r ı ve O sm a n lı sa-
187 İbn Fadlân, Z.V. T o g a n yay., s. 15, S. ed-D ehh ân yay., s. 102.
188 Aynı eser, Z.V. T o g a n yay., s. 11, S. ed-D ehh ân yay., s. 93-94.
189 «u J^ JI j j J -İi [ «mJıiJI o l <j;l ] LjJI oL L L Jl j
oir j c
1j j j <.* j j l- ll i £ ü j £İI j V l j s
47
raylarında da yenildiğini biliyoruz. Tutmaç, Türkler’ in hâkimiyet sür
dükleri Iran ve Aıab ülkelerinde de tanınmıştı193.
Oğuzlar’ın X . yüzyılda yüz şekillerinin öteki Türk kavimlerinin-
kinden ne derecede farklı olduğu bilinemiyor. Bildiğimize göre, bu mese
le ile ilgili en eski kayıd Câmi üt-tevârih’tedh. Bu eserde, Oğuzlar’ın yüz
şekillerinin evvelce öteki Türkler gibi olduğu, Mâvera ün-nehr’e geldik
ten sonra buradaki hava ve suyun tesiri ile yüzlerinin tedricen Tâcik-
Zer’inkine, yani Iranhlar’ırdiine benzediği söyleniyor m . Bu ifadeden,
Türkmenler’in yüz şekillerinin X IV . yüzyılda başlıca Türk kavimleri
ve Moğollar’vaki gibi olmayıp, Iranlılar’ınki gibi düz olduğu, yani
moğolluk vasıflarını haiz bulunmadığı vâkıası meydana çıkıyor. Avru
palI seyyahlardan Türkmenler’ i görenler bilhassa kadınlarının çok
güzel olduklarını belirtirler.
Oğuzlar sakallarını tıraş etmekte ve yalnız bıyık bırakmakta idi
le r195. Türkiye’de de bu geleneğin uzun bir müddet devam ettiğini, din
adamlarından başka halkın ve askerlerin sakallarını yülüdüklerini,
yani tıraş ettiklerini biliyoruz. Kızıl-baş Türkler’ın bugün dahi sakal
larını istinasız tıraş etmeleri, bu çok eski geleneğin devamıdır. Buna
karşılık Oğuzlar, bütün Türkler gibi, saçlarını kesmiyorlardı. X I. yüz
yılda Ermeniler, Oğuzlar ile karşılaştıklarında dikkatlerini en fazla on
ların uzun saçları ile yayları çekm işti196.
-kLiJS' j 1 ^ j '
Oğuz eli yurtlarından çıkıp Mâverâ un nehr şehirlerine ve tran ülkesine gelerek burada doğup
büyüyünce su ve hava sebebi ile şekilleri yavaş yavaş Tâcik şekline benzedi. Onlar hâlis Tacik
olmadıklarından Tâcikler onlara “ Tiirkman ” yani “ Türke benzer” dediler. Bu sebeble bu ad
bütün Oğuz boylarına verilmiş ve bununla tanınmışlardır (Câmi ut-tevârih9 B e re z in yay,, Pe-
tersburgy 1861, s. 26). B e rtra n d o n de la B r o q u ie r e (le Voyage douiremere, yay, S ch e fe r,
Paris , 1892, s. 92) Çukur-Ova’’ da gördüğü Türkmenler için: “ güzelinsanlar’ * diyor. B a b u r ( H â -
tirat, türkiye türkçesi, R.R. A ra t, T.T.K., Ankara , 1943, s. 72), S u lta n M ah m u d oğlu B ay-
Sungur M irza hakkında: “ büyük gözlü, yuvarlak yüzlü, orta boylu ve Türkmen çehreli, gü
zel bir yiğit idi’ * sözlerini söylüyor. B a b u r ’ un bu sözleri, Türkmenler'ın Çağatay TÜTklerVnden
farklı bir yüz şekline sahip olduklarım gösteriyor. B a y -Ş u n g u r Miirza’ nın “ Türkmen çehrelİ>',
olması ise gayet tabiî idi. Çünkü aynı müellif bize B a y -S u n g u r M irza ’ nın anasının ünlü
Kara-Koyunlu Türkmen boyu Baharlular’’m başı A li Şeker B eğ’in kızı olduğunu bildiriyor
(s. 29).
195 îb n Fadlân , Z.V. T o g a n yay., s. 15, S. ed-D eh h â n yay-, s. 100—101.
196 Chronique de M attieu d'Edesse , fransızca tercüme E. D u la u rie r, P aris , 1858, s. 41.
Oğuzlar’m kıyafetlerine gelince, bu hususta hemen hiç bir şey bil
miyoruz. 1038 yılında Nişabur’ a giren T u ğ r u l Be.ğ’in kıyafetine dâir
yapılan tasvir bu hususta belki bize faydalı olabilir: onun başında ke
tenden bir sarık (asâbe-i-tûzi), sırtında bir cins kumaştan yapılmış
uzun kollu, uzun etekli ve önden ilikli bir elbise (kabâ-yi mulham) ve
ayağında keçe çizmeler, kolunda gerilmiş bir yay, kemerinde üç ok var
d ı 197.
E b û D u le f, seyahatnâmesi’ııde Oğuzlar’m kürk ve keten elbise
ler giydiklerini yazıyosa da İkincisini kabul etmek imkânsızdır. İslâm
ülkelerinde imal edilen giyim eşyaları onlarca makbul armağanlardan
dı. Oğuzlar, umumiyetle yün ve keçe elbiseler giymiş olsalar gerektir.
T u ğ r u l B e ğ ’in İran’a, hâkim olduktan sonra pamuktan ak renkli el
biseler giydiği bildiriliyor19S.
Oğuzlar’m mizaç ve seciyelerine gelince, bilgi azlığından bu hu
suslarda tam ve kesin hükümler vermek pek kolay olmuyor; ancak
şunları söylemek mümkün olabilir ki, Oğuzlar yaşadıkları hayat tarzı
ve muhitin çetin şartlarının tesiri ile oldukça sert mizaçlı kimseler idiler.
Savaşçı olmak başlıca faziletlerden biri idi. Buna karşılık onlar, na
muslu, doğru ve konuk sever i n s a n l a r d ı Türkler’m son zamanlara
kadar bu hasletlerini muhafaza ettikleri görülüyor. X I X . yüzyılda
dahi Anadolu Tüıkleri, gezginler tarafından bu hasletleri ile vasıflan
mışlardır. Oğuzlar, büyüklerine (dini ve siyasî) son derece bağlı ve
saygılı insanlar idiler. Boş inançlara inandıkları ve hislerinin de olduk
ça tesiri altında kaldıkları görülüyor.
Oğuzlar’ın konuştuğu türkçe, daha Anadolu’ya gelmeden, Türkis
tan’da iken Türk lehçelerinin en incesi ve en kibarı (zarif) sayılıyordu.
K â ş g a r lı bu hususu bilhassa belirtir 200. Yine aym müellif, yalnız Oğuz
lehçesinde bulunan birçok kelimeleri de bildirir201. Bu hususun ne gibi
bir vâkıadan ileri geldiği ancak bu kelimelerin menşelerinin araştırıl
masından sonra anlaşılabilir.
Oğuzlar aynı zamanda Sir-Derya kıyılarındaki şehirlerde birlikte
yaşadıkları Soğdlar’ dan ( Sukak) da bir çok kelimeler almışlardır. On
ların bu kelimelerin çoğunu Anadolu’ya getirmiş oldukları görülüyor.
49
6 - Oğuzların Islâmiyete Girişi:
202 Îbn Havkal, s. 511; Hudud ul-âlem, s. 117, M inorsky, s. 118 (şüphesiz Belhî'den).
203 Îbn Havkal, gösterilen yer; Hudud ul-âlem, s. 118, M inorsky, s. 119.
204 Z .V . Togan yay., s. 13, S. ed-Dehhân yay., s. 97-98.
205 B a r t h o ld , Türkestan, s. 211, 224, 256.
206 B a r th o ld , aynı eser, s. 256.
207 B a r th o ld , aynı eser, s. 255.
50
hanedanının hâk;m bulunduğu yerlerdeki Türk kavimleri (Yağma,
Karluk, Çiğil, Tuhsı) olduğundan şüphe edilmez.
51
(mânend) ekinden meydana gelmiş olup, (ttürk*e benzer” demektir.
Bundan önceki haşiyede büyük âlim e l-B ir u n î’riin bu fikirde olduğu
görüldüğü gibi, K â ş g a r lı’ da 210 Türkmen, adının bu şekilde izahı ile
ilgili bir hikâye anlatmaktadır. Bu misaller, X I. yüzyılda Türkmen
adının Türk- mân (mânend) dan meydana geldiğinin oldukça yaygın
bir fikir olduğunu gösteriyor. X IV . yüzyılda da İran’da Türkmen’in
bu izah şekli üzerinde durulduğunu biliyoruz211.
ikinci fikre göre, Türkmen, Türk-i îmân’ dan gelmektedir. Bunu
da l b n K e s î r 212 ve bizim müverrih M e h m e d N e ş r i 213 veya onun
dayandığı kaynağın müellifi ileri sürmüşlerdir.
Zamanımızda ise, Türkmen sözünün sonundaki meıı’ in türkçe mü
balağa eki olduğu (kocaman, azman değirmen ilh...) söylenerek bu adın
Öz-Türk anlamına geldiği üzerinde durulmaktadır214.
52
lardan birçoklarının adı zikredilir. Yabgular kışm Sir-Derya suyunun
ağzına yakın bir yerde bulunan Yeni-Kenf te oturuyorlardı. Yabgu-
larm bilebildiğimiz şu memurları vardı: sü-başız15, yani ordu kuman
danı. Sü-başı bir kişi mi idi yoksa bir kaç kişi mi idi, bilinemiyor. Sel
çuklular bu memuriyeti ve bu kelimeyi Anadolu’ya, da getirdiler. Sel
ç u k lu devrinde sü-başı unvanı bölgelerin askeri vâlilerine veriliyor
du. O sm a n lı devrinde ise, su-başı, şehirlerdeki zâbıta âmirleri anla
mına geldi. Yabgular’m diğer yüksek bir memuru da Kül-erkin’ d i 216.
Kül-erkin yabgunun nâibi veya vekili dem ektir2^7. Bu tâbirin Türkiye’
ye geldiğine dâir hiç bir delile sahib değiliz. Ancak memuriyetin gelmiş
olabileceğine ihtimal verilebilir. Türkiye Selçukluları’nda bir saltanat
nâibliği memuriyeti v a rd ı218. Fazla olarak Türkmen hükümdarlarının,
beğlerinin de nâibleri olduğunu görüyoruz.
O ğ u z y a b g u devletinde tarhan ve ymal ünvanlarım taşıyan
şahıslar da görülmektedir219. Ancak bunlar sadece asillik ünvanları mı
dır, yoksa aynı zamanda memuriyet unvanları olarak da kullanılmak
ta mıdır, bilinemiyor 220. Yabgular devletinde Türkiye Selçukluların’da.
gördüğümüz beğlerbeği memuriyetinin bulunub bulunmadığı malûm
değildir.
Yabgularm mühürlerine ve fermanlarına tuğrağ (tuğra) denilmek
te olup, bu kelime öteki Türklerce tanınmamakta id i221. Oğuzlar, bu ke
limeyi İran ve Anadolu’ya, da getirdiler. S e lç u k lu devletlerinde tuğ-
railik ( nişancılık) memuriyetinin bulunduğunu biliyoruz.
215 İ b n F a d lâ n , Z .V . Togan yay., s. 10, 16, S. ed-Dehhân yay., s. 91, 103. X V III. ve
X IX . yüzyıllarda bu terkibteki sü kelimesinin aslında su olduğu sanılmış ve batta bunun “ 5 er
çeşme” şeklinde farsça tuhaf bir tercümesi bile yapılmıştır.
216 î b n F a d lâ n , Togan , s, 13, 15, S. ed-Dehhân, 97, 101; metinde: Türkler'de
bu şekilde bir ünvana rastgelinmemiştir. Buna karşılık Kül-E rhin ünvanı vardır. Reşidiiddin’ dG
d e J 'jl J ş e k l i olduğu için, îb n Fadlân’daki bu {j& 'jijS 'nin J£ olduğu kanaatma
varılmıştır.
217 Gösterilen yerler.
218 İ.H. U z u n ç a r ş ılı, Osmanlı devleti teşkilâtına medhal, s. 97, 101, 102.
219 î b n F a d lâ n , Z .V . Togan yay., s. 13, 16, S. ed-Dehhân yay., s. 97-103.
220 İ b n F a d iâ n ’ da (Z .V . Togan yay., s. 16) j j j j veya ( S . ed-Dekhân , s. 103) j^jj\
olarak bir kelime daha geçmektedir. Bu ünvan mıdır, yoksa isim midir, bilinmiyor.
53
smda mektub getirip götüren anlamına geliyordu 223. Bütün bunlar
Oğuz yabgularınm bir divânları ( büro) olduğu fikrini telkin ediyor.
Esasen onların, şehirlerden vergi toplayan tahsildarları olduğunu bili
yoruz. Fakat bu divânda hangi alfabe ve hattâ hangi dil ile yazı yazılı
yordu, bu hususta hiç bir şey söylemek mümkün değildir. Yabguların
ordalarında, avcı-başı, emlr-i âhur, gibi memurların, çavuşların (teşri-
fât memurları), bekçiler (muhafızlar) in bulunduğu şüphesizdir.
54
Oğuzlar’ dan, Hazarlar nezdinde tutsakları bulunduğunu işitmişti 230.
M es’ u d î 231 Oğuzlar’ın İtil’ in ağzına yakın yerlerine gelib kışladıklarını,
ırmağın suyu donunca buz tutmuş ırmağın üzerinden geçerek Hazar
ülkesine akınlar yaptıklarını, Hazar kuvvetlerinin bu akınları durdu
ramaması sebebi ile bizzat Hazar kiralının Oğuzlar’ ın karşısına çıkmak
zorunda kaldığını yazıyor.
Oğuzlar’ın güney komşuları Müslümanlar, bu zamanda tarihle
rinin en mutlu devirlerinden birini yaşıyorlardı. Mâvera un-nehr,
verimli topraklara sahib bir ülke olmakla beraber, müstesna mevkii
dolayısı ile orada ticaret ve sanayi de pek gelişmişti. Bu ülke Sâmân-
lılar’ın idaresi altında siyasî istikrara kavuşunca, maddeten ve manen
İslâm âleminin en gelişmiş bölgelerinden biri haline geldi. Mâvera un-
nehr’li ticaret kervanları Türk âleminin en uzak yerlerine kadar
gidiyorlardı. Harizmliler de onlardan geri kalmıyorlardı. Her iki ülke
nin sanayi mamulleri için en büyük pazar, İtil’ den Çin şeddine kadar
uzanan geniş Türk âlemi idi. Hattâ bu iki memleket halkı eski zaman
lardan beri, Türk âleminde koloniler meydana getirmişler, Türk kâ-
ğanlarınm hizmetlerinde bulunarak onların şehir kurmalarında ve
diğer medenî faaliyetlerinde yardımcı olmuşlardır. Bu ülkelerde tica
ret ve sanayinin gelişmesi, ora halklarının manevî gelişmelerini de sağ
ladı, İslâm coğrafyacıları, Mâvera un-nehr halkının haiz olduğu ma
nevi hasletleri birer birer sayarlar. îşte bunun neticesinde I X -X I. yüz
yıllarda bu iki ülkeden İslâm’ın en büyük ilim adamları yetişmiştir.
55
lar ile berkitildi. Fakat, bölge ve yöreleri korumak için duvar yapmak
tedbirinden, bir müddet sonra vazgeçildi. Karluklar o kadar zayıf
bir durumda idiler ki, Sâmânlılar’ dan İ s m a il b. A k m e d , Sir-Derya
ötesine bir sefer yaparak Talaş şahrini zapt etti ve Karluk yabgusunun
hatunu da dahil olmak üzere, çok sayıda esir ve mühim bir ganimetle geri
döndü.Daha önce söylendiği gibi, Talaş’m epeyce doğusunda, Balasagun’-
un batısındaki Ordu şehrinde oturan Türkmen meliki korkudan Müslü
man olmuş ve Isficab melikine vergi vermeye başlamıştı. Anlaşıldığına
göre, Isficab bölgesinin hâkimi olan Müslüman Türk sülâlesi uzun bir
zaman A h m e d b . İ s m a il’in fethettiği bölgeyi elinde tutmaya muvaffak
olduğu gibi, belki fethedilen bölgenin hududlarmı daha da ileriye gö
türdü ve söylendiği gibi, hâkimiyetini Türkmenler’e tanıttı. Bu zaman
larda Sir-Derya’ daki Müslüman şehirlerinde kalabalık sayıda gönüllü
mücahitler vardı. Mâvera un-nehr’ deki başlıca şehirlerin halkı ve bü
yük kumandanlar bu hudud şehirlerinde mücahidlerin oturmaları için
ribatlar yaptırıyorlar ve onların diğer ihtiyaçlarını da temin ediyorlar
dı. Bunlar için zengin vakıflar tahsis edilmişti. Bu mücahitlerin en
fazla toplanmış olduğu yer, Isficab şehri idi. M u k a d d e s î’ye göre233
bu şehirde 1700 ribat (!) vardı. Bu husus Isficab melikinin kuvvetinin
nereden geldiğini gösteriyor. Isficab’daki Türk hânedanının S âm ân -
o ğ u lla r ın a ismen tâbi olması da bununla ilgilidir. Bununla beraber,
bu mücahidler arasında mühim sayıda Türkler’in de bulunduğunu
biliyoruz.
942 yılında bir Müslüman şehri olup, Isficab meliklerine ait bu
lunan Balasagun şehri gayri Müslim Türkler tarafından fethedildi234.
Bu mühim hâdise, K a r a - H a n lıla r devletinin yükselişini gösteren
bir vakıadır. Daha önce de zikredildiği üzere, bu gayri Müslim Türk
ler’in, başlarında K a r a -H a n lı hânedanının bulunduğu ve başlıca
Kâşgar bölgesinde oturan Yağmalar olduğunda şüphe yoktur. Bala-
sağun’un fethinin, S â m â n lı başşehrinde tepkisiz kalmadığı görülü
yor. Kâğan’m oğlunun tutsak alındığına bakılırsa235 bir sefer yapılmış
olduğuna kuvvetle ihtimal verilebilir. Bununla beraber şehrin geri
alınmadığı muhakkaktır. Böylece K a r a -H a n lıla r , yükselmeğe baş
larken S â m â n lıla r ’m kudreti de N u h b. N asr (934-954) dan itiba
ren çökmeye doğru gidiyordu. S â m â n lı tahtına birbirinden zayıf şah
siyetler geçtiği için, Türk hassa ordusunun kumandanları nüfuz ve ik-
56
tidarlaımı gittikçe arttırdılar. Bu kumandanlar ile hükümdarların
mücadelesi devletin yıkılmasında en mühim âmil oldu. Türk kuman
danlarından biri olan A lp -T e g in 962 de Gazne’yi fethetti. Bu suretle
G a z n e lile r devleti kuruldu.
K a r a -H a n lı hükümdarı B u ğ r a -H a n H a r u n b. M usa, aldığı
davetler üzerine, 992 yılında Mavera un-nehr’ı istilâ etti ve 999 yılında
S a m a n lı devleti sona erdi. Mavera un-nehr’de K a r a -H a n lıla r hâ
kimiyeti başladı. Horasan’a gelince, burası bir kaç yıl önce Gazneliler
in eline geçmişti.
Mâvera un-nehr’ in batı komşusu Harizm’e gelince, burada eski
den beri yerli bir hanedan hüküm sürüyordu. Â f r i ğ - o ğ u ll a r ı deni
len bu hânedan mensupları S â m â n lıla r ’ a tâbi idiler. Â fr iğ -o ğ u l-
la rı, Oğuzlar’ m kuzeyden yaptıkları akınlara karşı daima hazırlıklı
bulunuyorlardı236. Bu hânedanm yerini 995 te M e m u n -o ğ u lla r ı
Harizm şahları aldı ki, bunların hâkimiyeti de 1117 yılına kadar sürdü.
Bu tarihte Harizm, G a z n e li M a h m u d ’ un eline geçti ve bu hüküm
dar oraya kumandanlarından A l t u n - T a ş ’ı vâli yaptı A lt u n -T a ş
ve oğulları 1040 yılma değin Harizm’ i idare ettiler.
Oğuzlar doğu komşuları olan Kartuklar ile de savaşmışlardır. Hat
tâ bu savaşlardan birinde Oğuz yabgusu ölmüştür 237. Bu hâdise X .
yüzyılın başlarında veya ondan daha önce vukubulmuş olabilir. K â ş-
g a r lı 238, Oğuzlar ile Çiğiller arasında eskiden beri sürüp gelen köklü
bir düşmanlığın bulunduğunu söyler.
Oğuzlar’m kuzey komşularına gelince, bunlar Kimekler ve bilhas
sa bu kavimin gittikçe kuvvetini artıran Kıpçak boyu idi. Kıpçaklar’•
ın daha IX . yüzyılda ICimek elinden ayrılarak müstakillen hereket
ettiği anlaşılıyor. Kimekler çok soğuk mevsimlerde, Oğuzlar ile barış
halinde bulundukları zamanlar sürüleri ile güneye göç ederlerdi 239.
57
adı, destanda olduğu üzere, A li olarak gösterildiği gibi, e l-B e râ n î
şeklinde nisbesi de verilmektedir240. Fakat bugüne kadar bu nisbeyi
izah etmek mümkün olmamıştır. Kaynaklarda Şah-Melik’ in Oğuz men
şeli olduğuna dâir de hiç bir ifade yoktur. Bu sebeble, teyit edici tarihî
bir delil elde edilmedikçe Câmi üt-tevârih’teki rivayete bir kıymet izafe
etmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz241.
243 K a y kabilesi hakkında y en i notlar, Belleten , sayı 33, s. 442. Küçetler ile Cugraklar
üzerinde aynı yazıda toplu malûmat vardır (s. 435—444).
244 Ahbâr ud-devlet is-Selcukiyye , yay. M u ham m ed îk b a l, Lahur , 1933, s. 28.
245 M in orsk y, Hudud ul-âlem haşiyeleri, s. 316, 317.
58
işgal ettikleri görülüyor 246. N â sır-ı H u s r e v ’in (ölm. 1060) bir şiirin
den de Kıpçaklar’m Oğuzlar ile yanyana yaşadıkları anlaşılıyor247. A lp
A r s la n ’ın Mangışlak seferi dolayısı ile Türkmenler”in Kıpçaklar ile
karışmış bir halde yaşadıkları (şüphesiz Üst Yurd’ da) ve tâcirleri yağ
ma ettikleri söyleniyor248. Bütün bu kayıtlar, Kıpçaklar’ın Oğuzlar’ı
sıkıştırarak onların topraklarından mühim bir kısmını ellerine geçir
miş olduklarını açıkça gösteriyor. O ğ u z y a b g u d e v le t in in de bu
Kıpçak hücumları sonucunda yıkıldığını düşünmek gayet tabiîdir.
Kıpçaklar’ın bu başarılarının da Oğuzlar'm dahilî mücadeleler neticesin
de parçalanarak zayıf bir duruma düşmüş bulunmaları ile ilgili olduğu
muhakkaktır. Oğuzlar arasında eskiden beri çekişmelerin olduğunu ve
bunun göçlere sebebiyet verdiğini biliyoruz. Bu hâdisenin ne zaman
vukubulduğu meselesine gelince, bu hususta kat’i bir hükümde bulun
mak mümkün olmamakla beraber, bunun, 392=1002 tarihinden önce
olduğunu en kuvvetli ihtimalle söyliyebiliriz. Çünkü bu tarihte
S e lç u k ’un oğullarından İ s r a il yabgu unvanım taşıyordu219.
(S ıb t î b n u l-C e v z î, Mir'atfuz-zamân, Türk Islâm eserleri müzesi ktp. nr. 2134, yp., 242 b,
Topkapı sarayı, III, Ahmet ktp. nr. 2907, X II, yap. 228a). Anlaşılacağı üzere, burada Türk -
menler*in karıştıklarının söylendiği “ küffar ” Kıpçaklar"1âıv. Türkmenler9in göçkünleri, çoluk ço
cuklarını ve davarlarını bırakıp kaçtıkları söylenen ada da (cezire) Mangışlak yarım adasıdır.
Bu seferden aşağıda bahsedilecektir.
249 Az aşağıda bu meseleye temas edilecektir.
59
8 - Uzlar ın Macerası:
250 M in orsk y, Hudud ul-âlem haşiyeleri, s. 316-317; aym müellif, M ervezî haşiyeleri,
s. 102. Fakat A.N. K u r a t Has kinazı St. V la d im ir ’in Uzlar ile birlikte Kam a Bulgarları üze
rine 985 yıknda bir sefer yaptığından bahsediyor ve Uzların bu tarihte (yani 985de) Don boy
larında oturduğunu söylüyor (P eçen ek tariki, İstanbul, 1937, s. 128).
251 A.N. K u ra t, Peçenek tarihis s. 150-152, 187-188.
252 A.N. K u ra t, aynı eser, 154-155. Urfalı Mateos (türkçe tercümesi, H ra n t D. A n d-
rea sya n , T.T.K., 1962, s. 143) Bizans ordusunun sağ kolunda bulunan Uzlar ile sol kolunda
bulunan Peçenekler9in ( Padzunak) , savaşın kızıştığı bir sırada Selçuklular tarafına geçtiğini
söylüyor.E. D u la u rie r (bk. aynı eser, s. 142 not), Malazgird savaşında bulunan büyük Bizans
kumandanlarından T a rh a n ’m (T a rk h a n ia t) Oğuz başbuğlarından olduğunu yazar.
60
C. SELÇUKLU DEVLETİNİN KURULUŞU
253 Ahbâr ud-devlet is-Selcukiyyet yay., s. 3 (M elik nâme*den m i?); Kâşgarh> K ilis li , I
s. 56, A talay , I, s. 55; H a m d u lla h M ü s te v fî-i K a z v in î, Tarih-i Guzîde, Tahran, 1339 ş., s.
426; R e ş id u d -d in , Câmi ut-tevârih , B e re z ın , s. 39.
254 Km ıklar hakkında îkinci Bölüme bk.
255 Selçuklulardın ilk devirlerinden bahseden bu eser ile Selçuklularda dâir diğer
kaynaklar Cl. C ahen tarafından vukufla incelenmiştir: le Malik-nâmeh et Vhistoire des origines
Seljukides, Oriens , II, nr. 1, s. 31-65; The historiography o f Seljuqid period , s. 59-78.
Bize kadar gelmemiş olan Melik-namemden eski müellifler birbirinden farklı iktibaslarda
bulunmuşlardır. Eserin arabça tercümesi de vardır. Bu eserden naklen verilen bilgileri ancak
sıkı bir tenkide tâbi tutmak sureti ile kullanmak icabeder.
256 K ilisli , I, 397, A talay , I, s. 478.
257 M irh o n d ’ da (Kavzat us-safâ, L u k n o v , 1332, IV, s. 84) yabgunun Hazar meliki
olduğu söylendiği gibi, T u k a k da Hazar halkından birisi gibi gösteriliyor. Buna göre hüküm
61
olup, “ Temir-yalığ’* (Demir yaylı) lakabım taşıyordu. Yayın Türkler
arasında hâkimiyet alâmeti olduğunu biliyoruz. Muhakkak ki S e lç u k
ve babası D u k a k , Oğuzlar arasında gerek asâlet ve gerek şahsiyet
leri bakımından tanınmış kimseler idiler. S e lç u k ’un ve oğullarının
başlarına mühim bir Oğuz kümesini toplayabibnelerinde ve yabgu ün-
vanını almalarında şüphesiz bu hususlar başlıca âmillerdir.
62
S e lç u k ’un Cend’e kaçışı bu sonuncu ihtimal ile daha iyi izah edilebilir
gibi görünüyor. Selçuklular’m bu yöreye gelişlerinin X . yüzyılın son çeyre
ğinde olduğunu tahmin ediyoruz. E b û ’ l a 1â'ya a t fe n A h v a l ’e a tfe n
H a m d u lla h -ı K a z v i n î ’nin verdiği 375 (985) y ılı259 uygunbir tarihtir.
63
Diğer üç oğlunun adı, İs r a il, M ik â il ve M usa idi. İ s r a il her halde
hepsinin başı olmalıdır 264. İs r a il'in , bir çok eserlerde ikinci bir adı
olarak A r s la n zikredilir ki bu, onun yabgu olduktan sonra aldığı ün-
vandan başka bir şey değildir. Türkler’ de bunun yaygın bir gelenek
olduğunu biliyoruz. Hattâ T u ğ r u l ve Ç a ğ rı adlarının da ünvanlar
olduğundan biz şüphe etmiyoruz. T u ğ r u l B e ğ ’in adının M u h a m m ed ,
Ç a ğrı B e ğ ’inkinin de D â v u d olduğu m alûm dur265.
A r sla n , S â m â n lı şehzadesi E b û İ b r a h im M u n t a s ıı’ a yardım
etmeyi kabul ederek birlikte Semerkand dolaylarına geldiler; Semer-
kand’a 7 fersah (42 km.) mesafedeki Kühek’te K a r a -H a n lı S ü -b a ş ı
T e g in ile karşılaştılar ve onu yendiler 26'î. Bunun üzerine İ l iğ - H a n
oturduğu Öz-ICent’ den Semerkand’a. geldi. Oğuzlar İ l i ğ - H a n ’ın or
dusunu, bir dün baskım yaparak, bozguna uğrattılar ve ağırlıklarını
yağmaladıkları gibi, 18 kumandan dahil olmak üzere, bir çoklarını
tutsak aldılar 267. Oğuzlar’m eline pek çok ganimet geçmişti. Bu hâdise
393 yılı Şevval ayında (Ağustos 1003) vukubuldu. Fakat geriye dö
nüldükten sonra, Oğuzlar’ın İ l i ğ - H a n ile yaptıkları muharebeden
nâdim olarak, handan özür dileyecekleri ve tutsakları serbest bırak
mak sureti ile onun gönlünü alacakları şâyiası yayıldı. S â m â n lı şeh-
zâdesi bu söylentiden çok müteessir oldu; 600 atlı ve 400 yaya ile Oğuz-
lar’dan ayrılarak buz tutmuş Ceyhun’u geçip tekrar Horasan’a geldi.
Oğuzlar onu yakalamak için arkasından gittiler ise de Ceyhun’u geçe
mediler268. Oğuzlar’ın, anlaşıldığına göre, gayeleri yalnız ganimet elde
etmekti; İ li ğ - H a n ’m bilâhare kuvvet toplayıp kendilerini perişan
etmesinden kaygılanarak tutsakları salıvermek ve özür dilemek su
reti ile onunla uzlaşma yoluna gitmeyi düşünmüşlerdir.
Oğuzlar’dan korkusundan Ceyhun kıyısındaki Amul’ da fazla kala
mayan E b û İb r a h im , Horasan’ın şurasında burasında tutunmak
için boş yere bir müddet uğraştıktan sonra tekrar Mâvera un-nehr’e
döndü ve Buhara vâlisini Debusiye’ de bozguna uğrattı. Bu galebe üze
rine E b û İ b r a h im ’in etrafına kalabalık bir kuvvet toplandı ki, bun
64
lar arasında Öğuzlaı’dan da mühim bir zümre vardı. Bu Oğuz zümresinin
Selçuklular olduğunda şüphe yoktur. E b û İ b r a h im Oğuzlar’m yardı
mı ile kuvvetlendi. K a r a -H a n lı hükümdarı, S â m â n lı şehzâdesinin
yeniden kuvvetlendiğini ve yıldızının parlamakta olduğunu görerek hare
kete geçti. İki ordu Semerkarıd dolaylarında bir köyde karşılaştılar (394
şevvâl’inde = mayıs 1004) IIiğ H a n yine yenildi ve ülkesine döndü. Oğuz
lar’m eline pek çok ganimet ve azık geçti. Savaşdan sonra Oğuzlar, E b û
İ b r a h im ’den ayrılarak yurdlarına döndüler ve ellerine geçirdikleri
ganimeti üleşmekle meşgul oldular.
65
Mavera un-nehr’deki K a r a -H a n lı hükümdarı İ liğ -H a n , E b u
İ b r a h im gailesinin ortadan, kalkmasından sonra Horasan’ı da ülkesine
katmayı tasarlamıştı. Bu maksatla, G a z n e li M a h m u d ’ un Hindis
tan’da bulunmasını fırsat bilerek 1006 yılında S ü -b a ş ı T e g in ku
mandasında bir ordu gönderdi. S ü -b a ş ı T e g in S u lta n M a h m u d ’un
yetişmesi üzerine muvaffak olamadı; Mavera un-nehr’e dönmek için
Serahs yolunu tuttu. Fakat burada, Oğuz emîri A lh a m a s b. T a k
( JIL> j ) yolunu kesti; iki taraf arasında çok çetin bir çarpışma ya
pıldı ve iki taraftan pek çok kimseler ölmekle beraber neticede Sü-
b a ş ı T e g in galip geldi. Oğuz emîri de tutsak alındı ve iki parça edil
mek suretiyle öldürüldü 270. Bu Oğuz beği e l-U tb î’nin farsça tercüme
sinde M u h sin b. T a k olarak geçiyor271. O, Ebû İ b r a h im ’in son defa
İ l i ğ - H a n ’la yaptığı savaşta 5000 kadar askeriyle K a r a -H a n lı saf
larına geçen E b u ’ l-H a s a n T a k ile aynı şahıs mıdır, yoksa onun oğln
mudur, bilinemiyor. İki yıl sonra G a z n e lile r ile K a r a -H a n lıla r
arasında yapılan ve G a z n e lile r ’in galebesiyle neticelenen Belh sa
vaşında S u lta n M a h m u d ’un ordusunda Oğuzlar’ dan bir zümre var
dı 272. Bunlar şüphesiz yukarıda adı geçen Oğuz beğine mensup idiler.
Bu kayıtların asıl bizim için mühim olan ciheti, Selçuklular’ dan önce,
Oğuzlar’ dan, pek fazla olmasa da, bir zümrenin Horasan’a geçmiş
ve orada yaşamaya başlamış olmasıdır.
66
emin bir şekilde söylemek mümkündür ki, Selçuklulardı Cend’den aşa*
ğıya Nur bölgesine inmeye mecbur eden Şah-Melik olmuştur. Selçuk-
lular’m Cend ile ilgisi yalnız babaları S e lç u k ’un mezarının orada bu
lunması gibi manevî bir bağlantıya münhasır kaldı. S e lç u k ’un ölü
münün hangi tarihte olduğunu bilemiyoruz 274. Onun 100 yahut 107
yaşında öldüğü, Melik-nâme’ den faydalanan eserlerde görülüyor 275.
Aynı eserlere şöre M ik â il, babası S e lç u k ’tan önce, bir savaşta vuru
larak ölmüş (ihtimal Kıpçaklar’ a karşı), onun oğullan olan T u ğ r u l
b e ğ ve Ç a ğ rı beğ’ i S e lç u k büyütmüştür.
274 Cl. Cahen ( M elik-nâm e , s. 45) onun ölümünün 400 (1009/1010) tarihlerinde ol
duğunu teklif etmektedir.
275 Ahbar ud-devlet is-Selcukiyye , s. 2; îbn uI-E sİt, IX , s. 197.
276 Kara-Hanhlar , s. 256.
67
m u d ’un ordugâhına geldi. Burada, A r s la n - Y a b g u ’nun hâkim ol
duğu kuvvetin sayısını öğrenmek istiyen S u lta n M a h m u d ’un sor
duğu sualle ilgili meşhur konuşma yapıldı. Bu mülâkatı tafsilâtlı bir
şekilde anlatan Z â h ir -i N iş a b u r î’nin sözlerinden 277 belki tahmin
etmek mümkün olabilir ki, A r s la n Y a b g u ’nun üzerinde bir yay ve
üç de ok vardı. 1038 yılında Nişabur’ a giren T u ğ r u l B e ğ ’ in kolunda
gerilmiş bir yay ve belinde üç ok bulunuyordu ki 278, bunun yabguluk
alâmeti olduğu muhakkaktır. Yine bu konuşmaya, göre, Harizm’ deki,
Hazar denizine çok yakın olan Balhan dağları yöresinde mühim bir
Türkmen kümesi oturmaktadır 279. Halbuki X . yüzyılda bu bölgede
Oğuzlar’m yaşadığına ait hiçbir kayda rastgelinmez.
68
A r s la n Y a b g u ’nun G a z n e li M a h m u d tarafından tevkifi
nin Selçuklular tarafından fiilî bir tepki ile karşılandığına dâir her han
gi bir bilgiye rastlanmıyor. Bu husus Z â h ir -i N iş a b u r î’nin dediği
gibi 283, girişecekleri bir hareketin âkibetinden korkmalarından ziyade,
aralarında birlik bulunmaması ile ilgili olsa gerektir. Her halde A r ş
la n’ın oğulları da bu esnada henüz yetişkin bir çağda değillerdi. Çünkü
ne onlar, ne de amcaları oğulları, A r s la n Y a b g u ’nun buyruğunda
bulunan Oğuz' bölüğüne veya bunlardan mühim bir kısmına hâkim
olabilmişlerdir. Oğuzlar’'dan A r s la n Y a b g u ’ya bağlı 4000 çadırlık
bir kümenin ileri gelenleri onun tevkifinden sonra G a z n e li M ah-
m u d ’a beğlerinden yani Selçuklular’dan, zulüm görmekte ve eziyet
çekmekte olduklarını söyliyerek, Horasan’a, geçmelerine müsaade
etmesi ricasında bulundular. Onlar, Horasan’da yurt tuttukları
takdirde, kendileri orada rahat edecekleri gibi, bunun Sultan için de,
Horasan için de faydalar sağlayacağını, ordusunun kuvvetini arttıra
cağını da söylemeyi ihmal etmemişlerdir. Göçebe unsura, yerleşik halk
ve hassa askerine dayanan başlıca İslâm devletlerinde, zengin bir gelir
kaynağı gözü ile bakılıyordu. İşte G a z n e li M a h m u d da bu maksat
ile vezir ve emirlerinin itirazlarına aldırmayarak onların Horasan’a.
geçmelerine müsaade etti. 4000 çadırdan müteşekkil olan bu Oğuz kü
mesi, çoluk çocukları, göçkünleri ve davarları ile Horasan’a geçerek
Serahs, Ferâve ve Abîverd çölünde yurd tuttular. Bunların başında:
Y a ğ m u r, B u k a , G ö k -T a ş ve K ız ıl adlı beğler vardı284. Bu Oğuz-
lar’ın, söylendiği üzere Horasan’a kendi arzuları ile göçtükleri muhak
kak olduğu gibi, A r s la n ’ııı ölümünden sonra S e lç u k lu la r ’ a bağlı
kalmak istemedikleri de bir gerçektir. Çünkü, onlardan mühim bir
kısmının, daha sonraları da, S e lç u k la r ’ a tâbi olmaktan kaçındıkları
görülecektir. Bunun sebebi nedir? Gerdizi’ de yazıldığı gibi, onlar
S e lç u k lu ailesinden, hâtırası hâfızalardan silinmeyecek derecede bir
zulüm mu gördüler? Yoksa sadece müstakillen yaşamak için mi böyle
hareket ettiler, bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün olmuyor.
4000 çadırlık bir Oğuz kümesinin Horasan’a gitmesi şüphesiz S e lç u k
lu la r ın kuvvetini azalttı ve onları zayıf bir duruma düşürdü.Onların
tarihine geçmeden önce, Horasan’a göçeden bu 4000 çadırlık Oğuz
kümesinden bahsetmek daha münasib olacaktır.
283 s. 10.
284 Gerdizi, s. 67; îb n ul-Esîr , IX , s. 157, 197; Cuzcanî (B eyhakV den naklen), Tabakat-i
N âsirî , yayınlayan A b d u l H a y y H a b ib î-i K a n d a h a rî, I, s. 290-292.
69
G a z n e li M a h m u d ’un A r s la n Y a b g u ’ya bağlı 4000 çadırlık
Oğuz kümesinin Horasan’a geçmesine müsaade etmesi başta, vezir ol
mak üzere, devlet erkânı ve kumandanların itirazına uğramıştı285. Hat
tâ bunlardan Tus vâlisi A rsla n -ı C â z ib , M a h m u d ’a, ok atamama
ları için onların baş parmaklarının kesilmesi tavsiyesinde bulunmuştu.
S u lta n , Tus vâlisinin bu sözlerine hayret ederek ona: “ sen merha
metsiz, katı yürekli bir adam imişsin” cevabını verm işti286.
285 t j ** j J ^ J J J ^ J
70
lemek sureti ile 288 Oğuzlar’ın halka yaptıkları tecavüzlerin sebebini
açıklıyor. Devlete itaat edib vergi veren göçebe unsurun her yerde,
çok defa vergi memurları ve o bölgenin idarecileri tarafından, -sırf
kendi çıkarları için- baskıya maruz kaldıklarını biliyoruz. Buna karşı
lık göçebelerin de en küçük bir fırsat ellerine geçince yerleşik halkın
ekinlerini davarlarına yedirdikleri, hayvanlarını gasbettikleri ve hattâ
onlara saldırdıkları da bir vâkıadır.
71
vasıflanmıştır291. M es’ud, tahta çıkar çıkmaz Mekrân hâkimi âsi İ s â ’-
mn yerine kardeşi E b û ’ I -A s k e r ’i geçirmek için, oraya bir ordu gön
derdi ki, bu ordunun içinde H u m a r -T a ş idaresinde ve K ız ıl, B u k a
ve G ö k -T ü r k kumandasında Oğuzlar (Türkmenler) da vardı. Gaz-
n e li ordusu, İs a ’nın kuvvetlerini yenerek kendisini öldürdü ve E b û ’
1-A s k e r Mekrân hâkimi yapıldı (421 yılı sonları = 1030)292.
G e r d iz î’ye göre293, ertesi yıl (422 = 1031) Oğuzlar’ın ( Türkmen
ler) halka zulüm yaptıkları hakkında Serahs ve Abiverd’den şikâyet
çiler gelmiştir. M e s’ ud, E b û S a ’ d A b d u s kumandasında bir ordu
yolladı. Oğuzlar ( Türkmenler) Ferâve’ de bu ordu ile savaştılar. Bir çok
adam öldü. Oğuzlar ( Türkmenler) çoluk, çocuklarını Balkan’a, gönde
rerek savaşa devam ettiler. Her gün bölük bölük gelir ve G a z n e li
ordusu ile savaşırlardı. G e r d iz î bu çarpışmaların neticesi hakkında
hiç bir şey söylemiyor. B e y h a k î ise bu hâdiseden hiç bahsetmez.
Bu Türkmenler’ in büyük beğlerden Y a ğ m u r ’unkiler olması pek
muhtemeldir. Zira, aşağıda bahsedileceği üzere, Nişabur’da adlarım
bildiğimiz büyük beğlerden yalnız o öldürülmüştür. Üstelik Y a ğ m u r ’ -
un Mekrân’a giden beğler arasında da adı geçmiyor.
S u lta n M es’ud 423 (1031-1032) yılında emirlerinden T aş-ı F er-
râ ş’ı Rey vâliliğine tayin etmişti. Ona verdiği buyruklar arasında O-
ğuzlar’m başında bulunan Y a ğ m u r , K ız ıl, B u k a ve G ö k -T a ş ’ın
yakalanması da vardı. Oğuzlar’ı yine H u m a r -T a ş idare edecek ve
onlar Rey’ de yine devlet hizmetinde bulunacaklardı. Fakat gerçekten
çok akıllı ve dirayetli bir vezir olan H â c e E b û n -N a s r A h m e d , hü
kümdarın bu kararma açık bir şekilde itiraz etti ise de, M es’ud din
lemedi ve Türkmenler’in de bizzat kendi beğleri hakkında bu şekilde
hareket edilmesini istediklerini iddia etti. Fakat bu hususta kendisine
karar verdiren asıl sebeb, bu beğlerin kafalarında fesat taşıdıkları
fikrinde bulunması idi 294.
Gerek B e y h a k î’nin, gerek İ b n u l- E s îr ’in sözlerinden anlaşıl
dığına göre 295 bu beğlerden ancak Y a ğ m u r öldürülmüş, K ız ıl, B u
k a ve G ö k -T a ş hakkındaki emir, bilmediğimiz bir sebepten dolayı,
tatbik edilmemiştir. Y a ğ m u r Nişabur’da diğer elli kadar ileri gelenle
birlikte öldürülmüştü (423=1031-1032). Bunlar’m Y a ğ m u r ’un maiy-
72
yeti ve diğer ikinci ve üçüncü derecede reisler oldukları anlaşılıyor;
öldürülmeleri ise, Oğuzlar’m 422 (1031) yılında Serahs ve Bâverd hal
kına yaptıkları hücumlar ve E b û S a ’ d A b d u s kumandasındaki
G a z n e li ordusuna karşı savaşmalarından ileri gelmiş olsa gerektir.
M e s’ ud, anlaşıldığına göre, sonra vezirinin muhalefetini göz önüne
alarak kararının, Mekrân seferinde iyi hizmetler görmüş olan K ız ıl,
B u k a ve G ö k -T a ş hakkında tatbik edilmesinden vazgeçmiştir.
•<r
Y a ğ m u r ’un öldürülmesinin bu beğler üzerinde şiddetli bir tepki
yapmadığı anlaşılıyor. Çünkü onlardan bir kısmı, yine H u m a r-
T aş "m idaresinde ve T a ş-ı F e r r â ş ’m maiyyetinde olmak üzere, Rey’e
gittiler. Bunların başında her halde ayrılmaz dostlar olan B u k a
ve G ö k -T a ş beğler bulunuyorlardı. Öldürülen Y a ğ m u r ’un oğlu ve
hattâ K ız ıl, verimsiz fakat Oğuzlar için bugüne kadar emin bir yurt
vazifesini görmüş olan Balhan bölgesinde idiler. Bu esnada bir bölük
Türkmen de G a z n e lile r ’in Hindistan kumandanı Y ın a l - T e g i n ’in
ordusunda bulunuyordu 196.
73
bildirmiş idi 300. Fakat vezir ve sâhib-i divân-ı risâlet E b û N asr-i Z e v -
zen î, M es’ud’un, ciddî gaileler çıkmasına sebebiyet verecek yanlış
bir tedbire başvurduğu fikrinde idiler. Bu fikir E b û N asr-i Z e v z e n î’ -
nin zihnine o kadar kuvvetle yerleşmiş idi ki, Türkmenler tarafından
yağma edileceği korkusu ile Guzgân (Cuzcan)’ da bulunan 10000 ko-
yununu derhal sattırmıştı301. Fakat M e s’ u d ’un bu emri de tatbik edil
medi. Çünkü, Balhan Oğuzlar’ı bu esnada (425 = 1034) Horasan’ı istilâ
ettiler. Merv, Serahs, Bûverd’ deki G a z n e li kumandanları onlara hiç bir
şey yapamıyorlardı. Horasan D iv a n ı r e is i S û rî de Büst şehrinde
bulunan hükümdara acele Horasan’ a, gelmeyi tavsiye etti. Sû ri, Türk-
menler’in Mavera un-nehr hükümdarı A l i- T e g i n ’ den yardım ve H a
r iz m -Ş a h H â ru n ’ dan da teşvik gördüklerini bildiriyordu 302. Mes’ud
aldığı bu haberden çok müteessir oldu; Herat’a. vardığında Türkmen-
ler’ in yaptıkları işler hakkında yeni haberler alınca Serahs’a doğru
hareket etti. M e s ’ u d ’un Serahs’a gelmesi üzerine Türkmenler’in ço
ğunun geçici olarak Balkan’a doğru çekildikleri anlaşılıyor. Fakat
M es’ud oraya eriştiğinde bu sefer de Mavera un-nehr Türkmenleri’nin
Tirmiz ve Kubâdiyân’a akınlar yaptıkları ve Tirmiz vâlisi B e g -T e -
ğ in ’i öldürdükleri haberini aldı. Böylece Oğuzlar üç taraftan G a z n e li
devletine gaileler çıkarmakta idiler. Mes’ud’un S e ra h s’ a gelmesi üze
rine Türkmenler’in bir bölüğü Merv , bir bölüğü de Ferâve taraflarına
gitmişlerdi. Merv tarafına giden Türkmenler oranın vâlisi olan A n u ş-
T e g in ile savaştılar ise de yenildiler ve çöle kaçtılar. Savaşta Oğuz’
lar’ dan 200 kişi ölmüş ve 24 kişi de tutsak alınmıştı. Bu zaferden çok
sevinen M es’ud, kendisine gönderilen tutsakları fillere ezdirmek vah
şetini göstererek sevincini artırdı303 (426 Safer=Aralık 1034). Ferâve’-
de bulunan Türkmenler’e gelince, onların üzerine de e m îr  h u r
P îrî, A b d u s ve diğer bazı emirler kumandasında mühim bir ordu
gönderilmişti. Bu ordunun vazifesi Türkmenler’ı Balkan’a kadar ko
valamaktı 304.
S e lç u k lu la r ın H o r a s a n ’ a G e liş i
74
A s la n Y a b g u ’nun G a z n e li M a h m u d tarafından 1025 yılında
yakalanması üzerine, ona hnğlı 4000 çadırlık oğuz kümesi G a z n e li
M a h m u d ’un müsaadesi ile Horasan’ a geçmişlerdi. Bunlar A rsla n
Y a b g u ’dan sonra S e lç u k lu ailesine tâbi olmak istememişler, Balkan
Oğuzları ile Irak Oğuzları’ nın bir kısmını teşkil etmişlerdir. S e lç u k
lu la r bu Oğuzlar’a daima kendi itaatsiz tâbileri nazarı ile bakmışlar
dır.
Mâvera un-nehr’ de kalan S e lç u k lu ailesi, A r s la n Y a b g u ’nun
Mâvera un-nehr hükümdarı A l i- T e g i n ile kurduğu dostluğu devam
ettirdiler 305. Oldukça dirayetli bir hükümdar olan A li-T e g in , B ey -
h a k î’de 306 açıkça belirtildiği gibi, S e lç u k lu la r ’ın kendisi için kü-
çümsenmiyecek bir destek olduğunu biliyordu. Meselâ, H a rizm -
Şah A lt u n -T a ş ile Mâvera un-nehr’de Debûsiyye’de yapılan savaşta
(423 = 1032), A l i- T e g i n ’in ordusunda S e lç u k lu la r da bulunmuş
lardı307. S e l ç u k l u l a r ’a gelince onlar da düşmanlarına karşı bu K a -
r a - H a n l ı hükümdarının yardımına güvenmekte idiler. Yabguluğun
yani Oğuz devleti reisliğinin A r s la n ’dan sonra S e lç u k o ğ lu M u sa’-
75
nın oğlu Y u s u f ’a geçtiği anlaşılıyor. Bu husus Y u s u f’un şahsî me
ziyetleri ile ilgili olsa gerektir; çünkü babası M usa hayatta idi. Y u
s u f yabguluk ünvanı olarak İ n a n ç ismini taşıyordu.
Fakat A li T e g in ’in 426 (1034-1035) kışında ölümü üzerine du
rum değişti. A li-T e g in , çocuk yaşta iki oğul bırakmıştı, iktidar A li-
T e g in ’in kumandanı K o n u ş (yahut T o n u ş )’un eline geçmişti. Bu
kumandan ile S e lç u k lu la r ın arasında husumet başgösterdi30B. Bu
sebeble S e lç u k lu la r Nûr yöresinde kalamıyacaklarını anlıyarak,
dostları H a r iz m -Ş a h H â r u n ’un ülkesine yollandılar. Esasen onlar
H a r u n ’un babası A lt u n -T a ş zamanından beri kışı geçirmek için
her yıl Harizm’e giderlerdi. Bu defa artık geri dönmemek üzere gidiyor
lardı. S u lta n M es’ud’a karşı tâbilik bağlarını koparmış olan H a riz m
Şah H â ru n da Horasan’ı elde etmek için S e lç u k lu la r ’ dan fayda
lanmak istiyordu..
S e lç u k lu la r ’ın Mâvera' un-nehr' den Harizm’e göç ettiklerini
Cend hükümdarı Ş a h -M e lik haber almıştı. Daha önce geçtiği gibi,
ne Beyhakî, ne de diğer eserlerde Ş a h -M e lik ’in kavmî menşei hak
kında bir kayıt vardır. Ancak, Cami ut-tevârih’te, Ş a h -M e lik , son
Oğuz yabgusunun oğlu olarak gösterilir ise de biz bu hususta müte
reddidiz. Ş a h -M e lik ile S e lç u k lu la r arasında derin bir düşmanlık
vardı. Hattâ S e lç u k lu la r ’ı Cend’ den Ş a h -M e lik ’in uzaklaştırdığı
fikrinde olduğumuzu yukarıda kaydetmiştik. Fakat S e lç u k lu la r ’ın
da ona çok acı günler yaşattıkları anlaşılıyor. Bu sebeble S e lç u k lu
lardın Harizm topraklarına girib konduklarını haber alan Ş a h -M e lik ,
kalabalık bir ordu ile çöl yolundan sür’atle H a r iz m ’e geldi ve tan atarken
S e lç u k lu la r ’ a baskın yaptı (Zilhicce 425=E kim -K asım 1034). S el
ç u k lu la r pek gafil avlanmışlardı; bu sebeble ağır bir kayba uğradılar.
Kaynakta bu baskın sonucunda S e lç u k lu la r ’ dan 7-8 bin kişinin
öldürüldüğü, çok kadın, çocuk ve atın tutsak alındığı söyleniyor 309.
S e lç u k lu la r acınacak bir halde Ceyhun’un öbür tarafına geçtiler ve
Ribat-ı Nemek’te kondular310. Onların atlarının bile eğerleri yoktu;
308 Beyhakî , s. 470, 682. S e lçu k lu la r ile A li-T e g iu ’ in oğullan arasında çarpışmalar
olduğu hakkında kaynakta bir şey söylenmiyor. M elik-nam e'âe geçen İn a n ç B e y g u ’ nun
yani Y u s u f b. Musa'nın bu esnada öldürülmüş olması gerekir. Bu hâdise üzerine bu ünvan
babası M usa’ ya geçmiştir. Yine orada S e lç u k lu la r ın öldürdükleri iddia edilen A lp -K a r a
BeyhakV de geçen K o n u ş (T o n u ş ) olabilir. A lp -K a r a her halde onun ünvanı idi.
309 Beyhakî, s. 682.
310 M. K ö y m e n ’ in ( B .S .t .K . , s. 19, not. 3 ve 4) X . yüzyıl coğrafyacılarının eserlerinde,
Seyhun (S ir-D erya) kıyısında geçen H u v â re ’ nin S e lç u k lu la r ın Ş a h -M elik ’in baskını se
bebi ile kaçarken Ceyhun'u ( A m u-D erya) geçtikleri yer olduğunu sanmasının, yine Ceyhun’un
öbür tarafında kondukları Ribât-i Nemek9in de, Ceyhun’dan yüzlerce kilometre ötede Kûm is
eyaletindeki Dih-i Nemek olmasını mümkün görmesinin delilleri bence,, meçhuldur.
76
okadar perişan bir durumda idiler ki, yakındaki bir köyün gençleri
onları öldürmeyi bile düşünmüşlerdi. Dostları H a r iz im -Ş a h bu hâ
diseden çok müteessir olmakla beraber onları teselli etti.
311 Bunlar ya daha önce Horasan *a geçtiğini gördüğümüz A rsla n YabgıTnun Türk -
mert/er’ inden, ya da Balkan *dan gelmiş Türkmenler idiler.
312 Beyhakî , s. 470.
313 Beyhakî, indeks.
77
lardan bazılarında da Y ın a l’ın yine Tuğrul Bey’in amcası oğlu olduğu
söylenir314. Şu halde Y ın a llıla r , İ b r a h im Y ın a l ’ın buyruğunda
bulunan Oğuz zümresi demektir.
314 îm ad ud-dirı el- İsfahani (Bıındarî kısaltması,), s. 6; İbn ul-Esîr , IX , s. 211. S e lçu k
lu la r ın neseb ve haseblerinin en yetkili mütehassısı olarak takdim edilen M elik-nâme müel-
lifinin, İb ra h im Y ın a l’m S elçu k lu ailesine mensup olduğunu söylememesi dikkate şâyân
değil midir?
315 Bu Unvan bütün İslâmî eserlerde beygu ( ) şeklinde görülür ki, bunun doğru
luğundan şüphe edilmemelidir. Bu ünvan kitabelerde de, aynı imlâ ile yazılmaktadır. Kelime
nin bir kuşun adı olması tabiî mümkündür.
316 Tuğrul ve Çağrı kelimelerinin unvanlar olduğundan evvelce bahsedilmişti.
317 Beyhnkî, s. 470-471. Mektubun türkçe tercümesi: M. K ö y m e n , B.S.t.K., II, s. 50.
78
da ve Sir-Deıya boylarındaki Oğuz kümeleri ile de kolayca temas ve
münasebet sağlanmış olacaktı.
S e lç u k lu la r ’ın Horasan’a gelmeleri büyük bir heyecan ve kay
gı yarattı. Bir G a z n e li devlet adamı haberi duyunca, “ Horasan elden
gitti” diye bağırmış, vezir “ A h m e d b . A b d u s -S a m e d ise, Irak
Türkmenleri’ni kastederek, bugüne değin işimiz çobanlar ile idi; şimdi
ülke zapteden eînîrler geldiler” demiştir '8. S u lta n M es’ u d ’a gelince,
o da bu gelişin küçümsenecek bir hâdise olmadığını çok iyi takdir et
mişti. Sık sık söylediği “ 10000 Türk atlısı” sözü319 ile onlara ne bakım
dan ehemmiyet verdiğini gösteriyordu.
M es’ud, vezirin durumun iyice anlaşılması için biraz beklenil
mesi teklifini, çok defa yaptığı gibi, reddederek kumandanların da
kendisini desteklemesiyle H â c ib B e g -D o ğ d u kumandasında 17000
kişilik gayet iyi teçhiz edilmiş bir orduyu S e lç u k lu la r ın üzerine
yolladı. Bu ordu S e lç u k lu la r ’ı Horasan’ dan çıkaracak idi. S e lç u k
lu la r G a z n e li ordusunun üzerlerine geldiğini duyduklarında her
hangi bir heyecan ve telâşa kapılmadılar. Çünkü müracaatlarına boyla
bir cevapla mukabele edileceğini de düşünmüşlerdi; bu sebeble ihtiyat
lı ve hazırlıklı idiler; silâhları iyi olmamakla beraber maneviyatları
yüksek idi. Her bakımdan mükemmel bir surette donatılmış olan
G a z n e li ordusunda filler de vardı. Bu kuvvete, başkumandan B eğ-
D o ğ d u da dahil olmak üzere, lıerkes Türkistan’ı fethetmeğe mukte
dir bir ordu gözü ile bakıyordu. Fakat, Nesâ yöresinde yapılan karşı
laşmada bu şekilde vasıflandırılan G a z n e li ordusu ağır bir bozguna
uğradı ve bütün ağırlıklarım da kaybetti (19 Şaban 426= 29 Haziran
1035) S e lç u k lu la r G a z n e li ordusunu bozkırlarda çok tatbik edilen
pusu kurmak usulü ile yenmişlerdi. Bu savaşta, bundan sonrakilerde
olduğu gibi, en mühim rolü Ç ağ rı B e ğ (D â v u d ) oynamıştı.
Nesâ savaşı S e lç u k lu la r için maddeten ve manen mühim ka
zançlar sağladı. G a z n e li devleti Dihistan’ı Ç ağrı B e ğ ’ e, Nesâ’ yı
T u ğ r u l B e ğ ’ e ve Ferâve’ y i de M usa B e y g u ’ya veriyordu. Buna
karşılık onlar S u lt a n ’ a tâbi olacaklar ve hattâ içlerinden biri daima
S u lta n ’m katında bulunacaktı. Fakat S e lç u k lu la r bu barışa ehem
miyet vermediler ve onu ciddiye almadılar. Hattâ yapılan barışla il
gili olarak S e lç u k lu la r ’ a hil’at, menşur, sancak, külâh ve Türk ge-
79
İeneğine göre, eğerli at ve altın kemer getiren G a z n e li elçisi, onların
G a z n e li d e v le t i hakkında alaycı konuşmalar yaptıklarını ve hil’ -
atları yere attıklarını duymuştu 320. Gerçekten hu yenilginin öcü alına
cağı yerde, hemen harışa yanaşılması G a z n e li d e v le t in in şeref ve
itibarım kırmış ve S u lta n M e s’ u d ’un zayıf bir şahsiyet olduğunu
iyice meydana koymuştu.
S e lç u k lu la r ’ın bu zaferden sonra idareleri altında bulunan Oğuz
kümesinin muhtelif yerlerden gelen oymakların katılması ile çoğaldığı
muhakkaktır. Nitekim Irak Oğuzları ndan bir bölüğün onlara katılmış
olduğunu biliyoruz321. Buna karşılık, Yağmurlu ve Kızıllı Oğuzlar’ı ile
Balhan Türkmenlerinden bir bölük S elçu k lu lard a tâbi olmamak
fikrinde inat ve İsrar ederek göçüp İsfahan hâkimi K â k û y e oğlu A lâ
u d - d e v le ’nin hizmetine girmişler 322, fakat çok geçmeden ondan
ayrılarak soydaşları, Irak Oğuzları na katılmışlardır. Bu suretle maddî
kuvvetleri artan ve S e lç u k lu la r ın başarısından cesaret kazanan
Irak Türkmenleri de Rey bölgesine hâkim olmuşlardır ki, bundan biraz
aşağıda bahsedilecektir. S e lç u k lu la r ’ın Horasan’a gelmeleri ve bir
kısım sınır bölgelerini işgal etmeleri ile Balhan ve Ceyhun yolları açıl
mış ve buradan Horasan’a. Türkmenler gelmeye başlamıştı 323.
Barışın yapılmasından üç-dört ay soııra Türkmenler yeniden yağ
ma hareketlerinde bulunmaya başladılar. Bunun arkasının kesilme
mesi üzerine Sü-Başı kumandasında 15000 kişilik bir ordu hazırlana
rak gönderildi (427 Bebi’ul-âhir= Şubat 1036). Bu ordunun vazi
fesi Horasan vilâyetini S e lç u k lu la r ’ın akınlanna karşı korumak idi.
Aradan dokuz ay geçtiği halde mühim hiç bir hâdise olmadı. 428 yılı
Muharreminde (Kasım 1036) S e lç u k lu la r elçiler göndererek yeni
bir istekde bulundular. Bu da Merv, Serahs ve Bâverd şehirlerinin ken
dilerine verilmesi idi. Onlar sebeb olarak evvelce kendilerine verilen
yerlerin dar olup idareleri altındaki insanlara kâfi gelmediğini ileri
sürüyorlardı 324 ki, bunun doğruluğuna inanılabilir. Çünkü, geriden
gelen yeni katılmalar ile idareleri altındaki küme gittikçe çoğalıyordu.
80
iıız tedafüi bir şekilde hareket ediyor ve bu maksatla vilâyet vilâyet
dolaşıyordu. M es’ud S e lç u k lu akınlarmm tamamen önlenmesi için
devlet erkânının tavsiyesine uyarak Horasan’a gideceği yerde gazâ
niyetiyle, Hindistan’a, yollandı (Zilhicce 428= E k im 1037). Halbuki,
bu esnada R ey’ de iforasara’dakilerden daha mühim bir hâdise cereyan
etmişti. Daha önce de söylendiği gibi, S u lta n M es’ud tarafından
G a z n e li d e v le t i hizmetine alınan A r s la n Y a b g u ’nun Oğuzları’-
nın mühim bir kısmı Rey’e vâli tayin edilmiş olan T aş-ı F e rrâ ş ile
birlikte gönderilmişlerdi. Bunları oraya göndermekten başlıca maksat
Rey bölgesinin korunmasında onlardan faydalanmak idi. Fakat Oğuz-
lar’a pek itimat edilmiyor ve bu yüzden sıkı bir göz altında tutuluyor
lardı; esasen bir kaç defa itaatsizlik göstererek karışıklık çıkarmışlar
ise de bunlar fazla büyümeden uzlaşma sureti ile yatıştırılmıştı32S.
81
tan da durumu S u lta n M e s ’ u d ’a ve sultanın tâbilerinden olan Cut-
can ve Taberistarı hâkimine bildirib yardım istemişlerdi. T a ş 3000
atlı ve filler ile Oğuzlar'ın karşısına çıktı. Ordusunda S u lta n M e s’ u d ’-
un asker olarak değer vermediği Kürdler’ den de bir miktar kuvvet
vardı. Oğuzlar ise 5000 atlı idiler. Yapılan savaşta T a ş ağır bir yenil
giye uğradı. Bizzat T a ş da, altındaki fil telef edilerek yere düşürül
müş, evvelce M e s’ u d ’un emri üzerine öldürdüğü Y a ğ m u r ve baş
kalarının öcünü almak için parça parça edilmişti. Adının da göstere
bileceği gibi, Türk olduğu anlaşılan M e s’ u d ’un Rey vâlisi T a ş’m
âkibeti de böyle oldu. Bu savaşta, diğer bazı kumandanlar ve Hora
sanlılardan da bir çok memurlar ölmüş, ağırlık ve filler Oğuzlar’-
m eline geçmişti. Oğuzlar E b û S e h l-i H a m d a v î ve Reyliler’i de ye
nerek şehre girib orayı - hiç bir şey bırakmıyacak derecede - yağmala
dılar.
E b û S e h l bir kısım asker ile şehir yakınındaki Taberek kalesine
sığındı. E b û S eh l yapılan bir çarpışmada Y a ğ m u r ’un kız kardeşi
nin oğlu ve büyük kumandanlardan olan birini de tutsak almıştı. Oğuz
lar, bu kumandanı salıvermek için, pek çok şey vereceklerini teklif
ettilerse de E b û S eh l, hükümdarı S u lta n M es’ u d ’a danışmadan
bunu yapamayacağını söylemişti. Bu esnada Curcan askerinin E b û
S eh l’e yardım için gelmiş olduğunu öğrenen Oğuzlar, Rey civarında
bir baskın yaparak bu orduyu da bozguna uğratmışlar, kumandan
da dahil olmak üzere 2000 kişiyi tutsak almışlardır 327.
327 lb n ul-Esîr, I, s. 158. Bu müellif bu hâdisenin 427 (1035-1036) yılında olduğunu söy-
lüyorsa da bunu kabul etmek imkânsızdır. B e y h a k î R ey bölgesinde cereyan eden bu olaylar
üzerinde bize bilgi vermemektedir. Yalnız eserindeki bazı kayıtlardan bu hâdiselerin 429 (1037-
1038) yılının ilk altı ayında vukubulduğu anlaşılıyor (s. 534, 535). îb n u l-E s îr ’in Irak Oğuz
ları ile ilgili olarak verdiği tarihlerin çoğunun doğru olmadığı görülüyor.
82
T aş, B u k a ve diğerleri yollarına devam ettiler. K ı z ı l ’ın buyruğun*
da 1500 kişi vardı. Fakat az sonra Oğuzlar’m A lâ u d -d e v le ile araları
açıldı ve onlar tekrar yağma hareketlerine başladılar.
83
G ö k -T a ş Hemedan’ı kuşattı. Şehrin vâlisi İsfahan hâkimi A lâ-
u d - d e v l e ’nin oğlu E b û K â lic â r idi. Kuşatma uzun sürdü. Fakat
E b û K â lic â r , daha fazla dayanamıyacağını görerek G ö k -T a ş ile
anlaştı ve onun yakın bir akrabası ile evlendi. Rey’e giden B u k a ise
K ız ıl ile birlikte bu şehri kuşatmıştı. Şehir’de A l â u d - d e v l e bulu
nuyordu. B u v e y h o ğ u lla r ın d a n F e n â H u s r e v b. M e cd u d -
d e v le ve D e y le m li emirlerinden Sâve hâkimi K â m r û y e de Oğuz-
lar’ a katıldı. Güç bir duruma düştüğünü gören A lâ u d - d e v l e gecele
yin lîey’ den çıkarak İsfahan’a, gitti. Bunun üzerine Oğuzlar Rey’e girib
burayı görülmemiş bir surette yağma ettiler. Öyle ki, bazı mahallerde
a n ca k '50 kadar adam kalmıştı. Rey şehrinin K ı z ı l ’ın hâkimiyetinde
kaldığı anlaşılıyor 330. Onlardan bir zümre Kereç taraflarını yağma ve
tâlân ettiği gib’, A n a s ı-O ğ lu da Kazvin’e gitti. Kazvinliler, ilk önce
A n a s ı-O ğ lu ile savaştılar ise de, sonra 7000 altın vermek ve onun
hâkimiyetini kabul etmek şartı ile barış yapıldı. Bu hâdiselerin 430
(1037-1038) yılında olduğu anlaşılıyor. Aynı yılda D a n a ’nın buyru
ğunda Azerbaycan’ da (Urmiye’ de) kaldığını söylediğimiz Oğuzlar Ur-
miye’ den çıkarak Ermenileı’in üzerine yürüyüb onlardan pek çokla
rını öldürmüşler, esir ve ganimet almışlardı. Ermeniler, at üstünde
büyük yayları ile gayet iyi ok atan ve süratle manevra yapan Oğuzlar’ a
karşı başarı ile savaşamıyorlardı. Urmiye yörelerinde yaşayan E b û ’ l-
H e y c â ’nın idaresindeki Hezebâniyye Kürdler’ı Oğuzlar’m. komşulu
ğundan bizâr oldukları için onlar ile vuruşmaya başladılar. Kürdler’ in
köylerini yağma eden Oğuzlar onlardan çok kimseleri de öldürmüşlerdi.
Bu Oğuzlar’m Urmiye’ de bulunması Azerbaycan hâkimi V a h s u d a n ’-
m, yakın akrabasını (kızkardeşi veya kızı) aldığı Oğuz beğine ( D a n a ? )331,
Urmiye’yı dirlik olarak vermesi ile ilgili olacaktır. Çünkü, bu bölgede
oturan Kürd reisi E b û ’ l- H e y c â e l-H e z e b â n î, V a h s u d a n ’m düş
manlarından idi.
Şimdi Oğuzlar, gözlerini büyük ve zengin bir şehir olan Hemedan’ a
dikmişlerdi. Filhakika üç büyük başbuğ yani G ö k -T a ş , B u k a ve
K ı z ı l birleşerek şehri ele geçirdiler. Maiyyetinde D e y le m lile r ’in
bulunduğu B ü v e y h (Boye) o ğ u lla r ın d a n M ecd u d - d e v l e oğlu
F e n â H ü s r e v de bu beğlerin yanında idi. Şehrin vâlisi A lâ u d -d e v
le oğlu E b û K â lic â r Oğuzlar’ a bu defa dayanamayacağını anlayıp
büyük tâcirler ve şehrin ileri gelenleri ile Hemedan’ dan çıkıb civardaki
bir kaleye kapandı. Oğuzlar şehri aldılaT ve orayı korkunç bir şekilde
84
yağmaladılar. Dinever ve Esed-Abâd köyleri de aynı şekilde yağma
landı. Bu yağmalarda bilhassa D e y le m lile r daha merhametsizce
hareket etmişlerdi. Oğuzlar, az sonra hiyle ile kapandığı kaleden indir
dikleri E b û K â lic â r ’ın bütün malını da elinden aldılar 332.
85
bur’ a geldi. Nişaburlular, elbisesi yırtık ve eski, fakat çok yakışıklı
bir genç olan İ b r a h im Y ın a l ’ı ve yine yoksul giyimli askerlerini
dostça karşıladılar. T u ğ r u l B e ğ adına melik ul-mulûk (melikler me
liki) ünvanı ile hutbe okundu ki bu, o zamanlar hükümdarlık alâmet
lerinden biri idi. Bir kaç gün sonra, şehre çoğu zırhlı 3000 atlı ile T u ğ
ru l B e ğ geldi; kolunda gerilmiş bir yay ve kemerinde üç ok bulunu
yordu ki 335, bunun Oğuzlar’da - ve belki de diğer Türk kavimlerinde-
hükümdarlık alâmeti olduğu anlaşılıyor; her halde deri çizmeye naza
ran daha kullanışlı olmalı ki, ayağında keçe çizmeler vardı. T u ğ r u l
B eğ, S u lta n M e s’ u d ’un tahtına oturarak şehrin ileri gelenleri ile
görüştü. Şehrin en büyük manevî şahsiyeti K a d ı S â id ’ in öğütlerine
karşı: “ biz yabancı kimseleriz, Acemler’ in (Tâzikân) geleneklerini bil
miyoruz, kadı, öğütlerini benden esirgemesin” cevabım verm işti336.
Nişabur’ da Muhammed T u ğ r u l B e ğ ’ e olduğu gibi, Merv’de de D â-
v u d Ç ağrı B e ğ adına hutbe okunmuştur.
86
S u lta n M es’ ud, 430 C u m a d e ’l uhra’sında (Mart 1039) Belh’de
bulunuyorken 10 Türkmen atlısı onun oturduğu köşke kadar sokul
muşlar ve orada bulunan, fillerden birisini sürüb götürmüşlerdi. Ertesi
gün Türkmenler’in bu cür’etkârlığmı öğrenen S u lta n pek müteessir
oldu 337; fakat bir ay sonra (Receb 430=N isan 1039) Ulyâ-Âbâd yazı
sında Ç a ğrı B e ğ ile yaptığı karşılaşmada onu bozguna uğratmak
sureti ile kuvve-i manaviyesini düzeltmiş ve bu galebe Selçuklular’ın
üzerine yürümek hususunda ona cesaret vermiştir. Selçuklular, M es’ -
u d ’un, Gazneli ordusunun 6000 kişilik en seçkin hassa birliği de dahil
olmak üzere, kuvvetli bir ordu ile gelmekte olduğunu öğrenince, bü
tün kuvvetlerini topladılar. S u lt a n ’ a Selçukluların ordusunun 20000
atlıdan ibaret olduğu söylenmişti. Yine Gazneli casusların getirdikleri
habere göre, yapılan bir toplantıda T u ğ r u l ve Y ın a llıla r , ordusu
kuvvetli ve kalabalık olan S u lta n M es’ud ile mücadelede muvaffak
olmanın güçlüğüne işaret ederek Irak-1 Acem (başlıca Rey, Kazvin,
Hemedan ve İsfahan bölgeleri) ve Curcan’ a gidildiği takdirde, bir avuç
Deylem ve Kürd müteggallibesi elinde bulunan bu yerlerin kolayca el
de edileceği ve Rum ülkesine de akınlar yapmak mümkün olabileceği
fikrini savunmuşlardı. Fakat Ç a ğ rı B eğ , Horasan’ dan gidildiği tak
dirde, gerek M e s’ u d ’un ve gerek onun teşviki ile diğer düşmanların
yapacakları hücumlardan, hiç bir yerde tutunmanın kabil olamıyaca-
ğını söyliyerek bu fikrin çok yanlış olduğunu ifade etmiş ve Gazneli
ordusunun da zayıf taraflarını anlatarak savaş yapılmasını istemiştir.
Neticede Ç a ğ rı B e ğ ’in fikri isabetli görülerek savaşa karar verildi.
Serahs çölünde yapılan savaşta (Ramazan-Şevval 4 3 0 = Haziran 1039)
Gazneliler galib geldiler ise de bu, kesin bir zafer değildi. M es’ud bu
galebesinin kesin bir zafer olduğuna inanıyor, Selçuklular’m Balhan
dağına ve Ceyhun boylarına kaçtıklarını sanıyordu; savaştan pek az
bir müddet sonra Selçuklular’ ı yine karşısında görünce hayretler içinde
kalmış, onların metanet ve cesaretlerini takdir etmişti. Gerçekte, Sel-
çuklular’m kaybı, zikre değmeyecek kadar az olduğu gibi, ağırlıkları
da emin bir yerde idi. Hattâ onların savaş meydanını terk etmelerini bir
bozgun olarak değil, bir geri çekilmek olarak vasıflamak daha doğru
olur. Selçuklular, Gazneli ordusunun kullandığı çayın yatağını değiş
tirmek ve kuyuların bulunduğu yerlere hücum etmek sureti ile Gaz-
neliler’ i susuz bırakmaya çalışıyorlardı. Yapılan çarpışmalar çok defa
Selçuklular’ın galebesi ile sona eriyordu. Gazneli ordusu bitkin bir du
rumda idi. Bu sebeble, vezirin mütalâasına uyularak Selçuklular’a.
87
barış teklif edildi. Böylece Gazneli ordusu sıkıntıdan kurtularak sali
men Herat’ a dönebilecekti. Selçuklular’a gelince, onlar da sayıca ve
teçhizatça çok üstün bir kuvvete sahib olan S u lta n M es’ud ile sava
şabilmek için, dinlenmeye ve iyice hazırlanmaya ihtiyaçları olduğunu
anlamışlardı; bu sebeble kendileri için hiç te kazançlı olmayan bu ba
rış teklifini kabul ettiler. Bununla beraber, onların asıl gayelerinden
hiç bir şey kaybetmediklerini, Gazneli elçisi açıkça müşahade etmiş
olduğu gibi, anlaşma gereğince, barış şartlarının tesbiti için Herat’ a
elçiler gönderecekleri, Nişabur, Serahs ve Merv’ i tahliye edecekleri
yerde, tekrar eski yağma akınlarına başlamışlardı. Esasen S u lta n
M es’ud ve devlet erkânı da Selçuklular’m barışı samimiyetle kabul etme
diklerini biliyorlardı. Onların da maksadı düşmüş oldukları şu sıkıntılı
durumdan kurtularak Herat’ da dinlenmek ve yeniden hazırlanmak
idi. Hülâsa bu geçici barış veya mütareke her iki tarafın işine gelmişti;
88
orada kalınıp hazırlandıktan sonra Selçuklular’ın üzerine gidilmesini
ısrarla teklif ettiler ise de M es’ud, çok defa yaptığı gibi, kararından
dönmedi ve Merv’e doğru hareket etti. Yolda askerlerinin perişan hali
ni görüb “ bu ordu mahvolmuştur” dediği halde yoluna devam etti.
Az sonra yiyecek ve yem sıkıntısına, sıcağa ve susuzluğa bir de Sel-
çuklular’ın hücumları katıldı. Gazneli ordusu savaş düzeninde gittiği
halde, Selçuklular uzaktan bölük, bölük gelib saldırıyorlar, sürüden
koyun kapan kurtlar gibi, ellerine geçirdikleri develeri ve kumaşları
alıp götürüyorlardı. Bu hali gören M es’ud, Merv üzerine yürüme ka
rarının isabetsizliğini anladı ise de iş işten geçmişti. Vezir, buraya ka
dar gelindikten sonra asla geri dönülemiyeceği fikrini müdafaa edi
yordu. Fakat orduda, bilhassa Türk hassa askerleri arasında hoşnut
suzluk ve itaatsizlik baş göstermişti. Atlarım zâyi ettiklerinden bir
çokları develere binmiş olan bu askerlerin savaşmak için ordudaki
lranhlar’ın (Tâzik) atlarını ellerinden alacakları söyleniyordu. Işte-
bu esnada Selçuklular’a dâir haberler geldi. Bunlara göre S u lta n ’ın
Serahs’ tan hareket ettiğini duyan Selçuklular büyük bir korkuya ka
pılmışlardı. Yapılan bir toplantıda en büyük başları saydıkları T u ğ
ru l B eğ, Horasan’dan Curcan’a göçülmesini, orada tutunulmaz ise
Rey’e gidilmesini, zira Rey, Cibâl (Hemedan bölgesi) ve İsfahan’ın
kendilerine ait olduğunu, böyle yapıldığı takdirde, S u lta n M es’ u d ’
un arkalarından gelmiyeceğini söyliyerek eski fikrini tekrar ileri sür
müş ve bu mütalaa toplantıda bulunanların çoğu tarafından kabul
edilmişti. Fakat Ç a ğ rı B eğ , daha önce yaptığı gibi, bu defa da, kar
deşinin fikrine itiraz etmiş ve başlanılmış olan bu işden geri dönmenin
doğru olmayacağını belirtmiştir. Sözlerine devam eden Ç a ğ rı B e ğ
Horasan’dan gidilse dahi S u lta n M e s’ u d ’un yakalarını bırakmaya
cağı gibi, başkalarını da üzerlerine saldırtacağını, halbuki S u lta n M es’-
u d ’u yendikleri takdirde cihanın ellerine geçeceğini, kendileri sıkıntı
içinde iseler de Gazneliler’ in daha çok sıkıntı içinde bulunduklarını,
şimdi kendilerinin ve hayvanlarının dinlenik olup ot sıkıntısı çekilme
diğini, halbuki Gazııeliler’in çölü geçmek zorunda idiklerini söyledik
ten sonra, korkulacak bir husus olmadığım ifade ederek sözlerine son
vermiştir 339. Ç a ğ rı B e ğ ’in bu mütalaası, başta T u ğ r u l B e ğ olmak
üzere, M usa ve Y ın a l l ı la r tarafından daha doğru bir fikir ola
rak vasıflanmıştır. Bunu müteakib üzerine titredikler ağırlığı yaşı kü
çük ve atı arık 2000 atlının nezaretinde gerilere gönderdikten sonra
bir geçit resmi yapılmış ve 16000 athya sahih oldukları görülmüştür.
89
Selçuklular’ m mühim işler arefesinde toplantılar tertib etmeleri,
müelliflerin, Oğuzlar’m. işlerini istişare (keneş) yolu ile hallettikleri
sözlerine uygundur.
Ç a ğrı B e ğ ’in görüşlerinin 11e kadar doğru olduğunu, yalnız hâ
disenin neticesi teyit etmiyor. Eğer, T u ğ r u l B e ğ ’in fikrine uyulub,
Irak-1 Acem ’e gidilse idi, Ç a ğ rı B e ğ ’in çok isabetli olarak söylediği
gibi, M es’ud onları orada da rahat bırakmıyacakdı. Çünkü orası da
kendisine ait bulunuyordu. T u ğ r u l B e ğ ’in R ey , Hemedan ve Isfahan
için bizim demesi, buralarda Irak Oğuzları’ nin bir hâkimiyet kurmuş
olmalarından ileri geliyor. Bu durumda Selçuklular’ m R e v v â d î ve
Ş e d d â d î gibi zayıf ailelerin elinde bulunan Azerbaycan ve Errân’ da
tutunmaları mümkün olabilirdi. Fakat bu takdirde de, B iz a n s ve
G ü r c ü le r ile savaşa savaşa azalacaklar ve nihayet varlıklarını koru-
yamıyarak yok olup gideceklerdi. Çünkü, ana yurtla temas ve müna
sebetleri olmayacak, oradan devamlı olarak beslenemiyeceklerdi.
90
Ertesi gün (8 Ramazan 431 Cum a=23 Mayıs 1040 Cum a)34Q. Gazne
ordusu yakında bulunan Dendânekan kalesine doğru ilerlerken Selçuk
lular yine dört taraftan hücuma geçtiler. Buna rağmen Gazne ordusu
öğleye doğru Dendânekan kalesine ulaşabildi. Bu kale M erv’in güney
batısında olup, ona bir konak mesafede idi. Burada iki ordu savaş dü
zeninde karşı karşıya yer aldı. Bilhassa Gazne ordusu susuzluktan sı
kıntı çekiyordu. Selçuklular, kendi millî savaş usûllerine göre savaşı
yorlardı. Bu ü£ûl ordunun kollara ayrılarak savaşması idi. Bazan bir
kol savaştıktan sonra çekiliyor ve yerini bir başka kola terkediyordu.
E m e v île r devrinde Arablar bunu Bizanslılar’ dan öğrenerek tatbik
etmişlerdi. Buna k u r d û s (cemi kerâdîs) deniliyordu.
91
Ç. SELÇUKLULAR DEVRİNDE OĞUZLAR
(TÜRKMENLER)
“ Selçukılar Türkmen bolub karıntaşımıs
teyib ilge ve halkğa faidesi tigmedi” ( Şece-
re-i Terâkime, s. 64).
92
tarlan önlemek de mümkün olmuyor4’ demişti. Ç ağ rı Beğ*in, tu
cevaba itiraz ettiğini tasavvur etmek oldukça güçtür. Oğuzlar’ ı yağ
ma ve ganimet ümidi bulunmadan savaştırmanın zor bir iş olduğunu
şüphesiz o da çok iyi biliyordu. Çünkü, T u ğ r u l B e ğ ’in cevabında
işaret ettiği üzere, Ç a ğ rı B e ğ b ilh a s s a devletlerini kurmadan önce,
askerlerini memnun etmek için yağma hareketlerinde bulunduğu gibi,
Nişabur’un yağmalanması hususunda T u ğ r u l B e ğ ’e ısrar eden o
değil mi idi?
93
Dihistan’a kaçtı; oradan Tabes’i. Kirman bölgesinden e l-T îz ’i geçerek
500 fersahlık (3000 km, den fazla) bir yol gittikten sonra ıssız bir bölge
olan M ek râ n havalisine geldi. Buraya gelince artık kurtulduğuna
hükmetmişti. Ş a h -M e lik bu uzun yolu, metbûu yeni Gazne hüküm
darı M es’ud oğlu M e v d u d ’ a sığınmak gayesi ile katetmişti. Onun
eski ülkesi Cend’ e gitmemesi orada durumun kendisi için müsaid ol
maması ile izah edilebilir. Fakat Ş a h -M e lik ’in Mekrân’ da Selçuk-
lular’m elinden kurtulduğundan duyduğu ferahlık çok sürmedi. Onun
bulunduğu yeri öğrenen İ b r a h im Y ın a l’ın kardeşi E r -T a ş Y in al4000
atlı ile bastırarak Ş a h -M e lik ’i, çoluk çocuğunu yakaladı ve bütün
ağırlığını ele geçirdi. E r -T a ş , Ş a h -M e lik ’i Ç a ğ rı B e ğ ’ e teslim etti
ve derhal hayatına son verildi (434= 1042-1043)343. Selçuklular’ı pek
az hâdise bu kadar sevindirmiş olabilir.
94
mek istiyorlardı. Bu sebeble, onlar, bir taraftan Azerbaycan halkına,
evvelce ettikleri işlerden, diğer taraftan İ b r a h im Y ın a l ’ın arkala
rında bulunmasından, Güney Doğu-Anadolu’daki bugünkü Cizre
( Cezire) dolaylarına geldiler. Beğlerden M an su r burada kaldı. B u k a ,
A n a s ı-O ğ lu ve her halde G ö k -T a ş Diyarbekir’e gittiler ve orada
yağma hareketlerinde bulundular; yapılan bir savaşta, Musul hüküm
darı U k a y l-o ğ lu K ır v â ş ve Diyarbekir hükümdarı M e r v a n -o ğ lu
N asr u d - d e v le A h m e d ’in kuvvetleri ile Beşneviyye Kürdleri’ ni boz
guna uğrattıktan sonra, yağma ve tahrib faaliyetlerini artırdılar. D i
yarbekir hükümdarı N a sr u d - d e v l e A h m e d , bir hiyle ile esir alın
mış olan M a n su r B e ğ ’ i serbest bırakmak ve bir mikdar mal vermek
karşılığında ülkesinden uzaklaşmalarını onlardan istedi. Beğler bunu
kabul ettiler, fakat sonra sözlerinde durmadıkları gibi, yağma faali
yetlerini de genişlettiler. Oğuzlar’ dan bir bölük M usul üzerine yürüdü
ve şehir hâkimi K ır v â ş ’ı yenib (435=1043) bir müddet burayı elle
rinde tuttu. Oğuzlar, görüldüğü gibi, T u ğ r u l B e g ’in katına gitmedi
ler ise de, zapt ettikleri M usul’ da hutbeyi onun adına okutuyorlardı.
Az sonra Musullular’ın bir hareketini Oğuzlar sert bir şekilde cezalan
dırdılar. Bu durum karşısında Bağdad’ ta oturan B ü v e y h î hükümda
rı C elâ l u d - d e v le ve Diyarbekir hükümdarı N asr u d -d e v le , T u ğ
ru l B e ğ ’e bu Oğuzlar’ ı şikâyet ettiler. T u ğ r u l B e ğ C elâ l u d -d e v -
le ’ye verdiği cevapta, bunların mutlaka itaat altına alınacağını va'-
dediyor, N asr u d - d e v l e ’ye gönderdiği mektupta da onları Diyar
bekir bölgesinden uzaklaştıracağını söylüyordu. Fakat bu sırada M u
sul hükümdarı K ır v â ş , Hille hükümdarı D u b e y s b. M e z y e d ul-
E s e d î ile birleştikten, diğer Arablar’ dan ve Kürdler’ den yardım al
dıktan sonra, Oğuzlar’ın üzerine yürümüştü. Bunu haber alan M usul’
daki Oğuz beğleri, G ö k -T a ş ile M an su r, Diyarbekir bölgesinde bulu
nan B u k a ile A n a s ı-O ğ lu ’ndan imdada gelmelerini istediler. Yapı
lan savaşta (435 Ramazan = Nisan 1044) Oğuzlar ilk önce galib gel
diler ise de sonra yenildiler ve Diyarbekir bölgesine gittiler. Irak Oğuz-
lar’ı bu yenilgiden sonra artık Diyarbekir bölgesinde tutunamıyacak-
larını anlıyarak Azerbaycan’ a gitmeye karar verdiler. Bu maksatla
Van gölü çevresine geldiklerinde, bu bölgenin Bizans vâlisi geçiş mü
saadesi vermediği gibi, bil’ akis onlara hücum etti, fakat yenilerek esir
düştü. Bu savaşı müteakib Oğuzlar Azerbaycan’a geçtiler ve her halde
bu defa T u ğru l B e ğ ’ e itaat ettiler 345.
95
İ b n u l-E z r a k ’a göre346, T u ğ r u l B eğ , B u k a ile A n a s ı-Ö ğ İ u ,-
nu 10000 atlı ile Diyarbekir bölgesine gönderib, orayı onlara ikta et
miştir. Onlar buralarda yine yağmalarda bulunmuşlar ve bir gece sar
hoş iken kavga edib birbirlerini yaralamışlar ve her ikisi de aldıkları
yaralardan ölmüşlerdir. Diğer iki beğ in (G ö k -T a ş ve M an su r) âkı-
betleri hakkında hiç bir kayda sahib değiliz. İşte A r s la n Y a b g u ’nun
topluluğu olup, sonra kendilerine “ Irak Oğuzları” denilen Oğuzlar’m
tarihleri burada sona ermektedir.
346 Tarih M eyyafârikin , Kahire, 1959, s. 160; M.H. Y m a n ç , Türkiye tarihi, Selçuk
lular devri, Anadolıınun feth i , İstanbul, 1944, s. 39-44.
bir kaleye gönderdi. Böylece iki asırdan beri devam eden D e y le m li
B i iv e y h - o ğ u l l a r ı ’nın devleti sona erdi. T u ğ r u l B e ğ Bağdad’ da
ayrı bir yerde bir saray ve onun yanında beğlerine mahsus konaklar,
askerleri için kışlalar ve bir câmi yaptırdı. Kendisi, emirleri ve asker
leri orada oturdular. Bazı müellifler bunu bir şehir olarak vasıflıyor-
lar, T u ğ r u l B eğ , halîfenin armağan ettiği bir taht üzerinde oturarak
kumandanlarını, devlet adamlarını ve ziyaretçilerini burada kabul
ediyordu. Bu esnada T u ğ r u l B e ğ ’ in A r s la n üzerine gönderdiği am
cası oğlu K u t a lm ış , M usul civarında mağlûb olmuştu. Bunun üze
rine T u ğ r u l B e ğ Nusaybin’e kadar uzandı ve Sincar’ı tahrib ettirdi.
Çünkü, buranın halkı K u t a lm ış 'a ve onun yanındakilere pek fena
bir muamelede bulunmuşlardı. T u ğ r u l B eğ M usul’ u İ b r a h im Y ı-
n a l’a verdi ve kendisi de Bağdad’ a döndü. T u ğ r u l B eğ , bu defa ha
lîfe ile görüştü. Halîfe Selçuklu hükümdarına üst üste 7 hil’at giydirdi
ki, bu, 7 iklimin kendisine tevcihi demekti. Halîfe ayrıca T u ğ r u l B e ğ ’ -
e “ doğunun ve batının hükümdarı” (melik ul-maşrik ve’l-mağrib) ün-
vanı ile hitab etti ve bunu ifade etmek üzere ayrıca iki kılıç kuşattı.
Bu, İslâm âleminin cismanî hâkimiyetinin resmen Türk hükümdarına
tefvizi idi ki, o zamana kadar hiç bir kimseye böyle bir şey yapıl
mamıştı. Fakat bu sırada üzücü, kaygı verici bir haber geldi. Bu
haberde İ b r a h im Y ın a l’ın Oğuzlar’m mühim bir kısmını etrafına
toplayarak isyan ettiği bildiriliyordu. Gerçekten İ b r a h im Y ın a l, da
ha önce de (441 = 1049-1050) ağabeyisine karşı ayaklanmış, fakat T u ğ
ru l B e ğ onu tedib ettikten sonra affetmişti. İ b r a h im ’in bu defaki
isyanında da muhtelif yerlerden yapılan ısrarlı teşvikler âmil olmuş
tur. Bu teşvikleri yapanların başında Oğuzlar geliyordu. Onların mü
him bir kısmı T u ğ r u l B e ğ ’in yerine İ b r a h im Y ın a l’m hükümdar
olmasını istiyordu. Çünkü, onlar T u ğ r u l B e ğ ’ in son zamanlarda ken
dilerine karşı olan tutumundan şikâyetçi idiler. Gerçekten T u ğ r u l
B eğ , idaresi altındaki ele ganimet temin etmekle mükellef bir başbuğ
olmak durumundan gittikçe uzaklaşıyor, G a z n e li sultanları gibi,
hassa ordusu memlûklerden ve mülkî memurları da Iranlılar’dan mü
teşekkil bir devletin hükümdarı vasfım alıyordu. G a z n e li d e v le t i
hükümdarlarının bu vasıfda olmaları gâyet tabiî idi. Çünkü onlar Türk
olmayan bir hânedan tarafından para ile satın alınmış bir kölenin so
yundan geliyorlardı. M ısır’daki F â t im î halîfesi’nin veziri de kendi
halîfesinin sultan ünvanım tevcih ettiğini söyliyerek İbrahim Yınal’ı
isyana teşvi ediyordu. Teşvikçilerden biri de A r s la n u l-B e s â s ir î idi.
T u ğ r u l B e ğ , kardeşinin isyan ettiğini öğrenir öğrenmez sür’ -
atle İran’ a gitti. İ b r a h im Y ın a l onu Hemedan’ da kuşattı. T u ğ r u l
97
B e ğ bir fırsatını buİarak kendisini devlet merkezi Rey*e atabildi ise
de, orada da sıkı bir muhasara altına alındı. T u ğ r u l B e ğ pek müş-
kil bir durumda kalmıştı. Nihayet yardıma gelmeleri için Ç a ğ rı B e ğ ’
in oğullan olan yeğenlerine haber gönderdi. Başta A lp -A r s la n , K ir
man meliki Kara-Arslan ünvanlı K a v u r d B e ğ ve Y â k u t î, asker
leri ile yardıma koştular. R ey civarındaki Heftaze Bulan’ da yapılan
savaşta İ b r a h im Y m a l yenilerek esir düştü. T u ğ r u l B e ğ bu sefer
ana bir kardeşini affetmedi. Çünkü, kendisine sıkıntılı ve ızdıraplı gün
ler yaşatmıştı. İ b r a h im Y ın a l, Türkler’ de asil kimselerin kanlarının
dökülmemesi geleneğine uyularak, yayının kirişi ile boğuldu. İ b r a
him’in kardeşi E r -T a ş ’ın oğullarından ikisi de öldürüldüler (9 Cuma-
de’l-âhire 451 = 23 Temmuz 1059). işte S e lç u k lu hânedam arasında
ki mücadelelere ait ilk hazin hâdise budur. İ b r a h im Y ın a l, “ Y m al-
lı” denilen Oğuz bölüğünün başında, Selçuklu devletinin kuruluşunda
emeği geçmiş ve T u ğ r u l B e ğ ’ in batıdaki başarılarında mühim hiz
metler etmiş bir beğ idi. Oğuzlar’m. T u ğ r u l B e ğ ’ e kızgınlığı ve sal
tanat hırsı onu hiç de lâyık olmadığı bu âkıbete götürdü. İki kardeş
arasındaki bu mücadele esnasında A r s la n u l - B e s â s ir î’de yanındaki
Türkler ve Arablar ile Bağdad’ a girmiş, hâlîfe, sarayı yağmalandık
tan sonra, yakalanıb çöle götürülmüştü. Bağdad’ ta ve Irak’m diğer
bazı yerlerinde ilk ve son defa olarak M ısır hâlifesi adına hutbe okun
du. T u ğ r u l B eğ , ağabeyisi Ç a ğ rı B e ğ ’in ölümü üzerine (451 Beceb
= 1059 Ağustos-Eylûl) yeğenlerinin işlerini tanzim ettikten sonra Irak’ a
teveccüh etti. Halîfe makamına iade edildi ve A r s la n da ortadan kal
dırılarak Irak’ ın işleri düzene sokuldu. Bundan sonra ülkesine dönen
T u ğ r u l B e ğ ’in, hatunu öldü. Bu hatun akıllı ve T u ğ r u l B e ğ ’ e çok
bağlı idi. Kocasına işlerinde yardım ediyordu. Bu sebeble T u ğ r u l B e ğ
çok kederlenmiş ve onun için yas tutmuştu (452 = 1060). Bir müddet
sonra T u ğ r u l B e ğ Halîfe’nin kızı ile evlenmeğe tâlib oldu. Halîfe el-
K a im B ie m r illa h T u ğ r u l B e ğ ’in isteğine ilkönce muvafakat etti ise
de sonra verdiği sözden döndü. İki taraf arasına soğukluk girdi. S e lçu k
lu hükümdarı halîfenin dirliklerine el koydurttu. Halîfe de onu. Bağ-
dad’ tan çıkıp gitmekle tehdid ediyordu. Halîfenin sonradan red
detmesi A b b a s - o ğ u l l a r ı ’nın, Peygamberin akrabaları olmaları sı-
fatiyle, kendilerine kudsiyyet atfetmeleri ile ilgili idi. Gerçekten halî
feler o zamana kadar, aileden olmayan bir kimseye kız vermemişlerdi.
Fazla olarak halîfe kızını çok seviyordu. T u ğ r u l B e ğ ’ e gelince, o bu
izdivaç ile sadece şereflenmek istiyordu. P e y g a m b e r ailesinin güve-
yisi olmak ona şan , şeref ve bahtiyarlık verecek idi. Kendisinin ağır
basması üzerine nihayet halife istemeye istemeye buna razı oldu. T u ğ
98
ru l B e ğ bu sırada 70 yaşında bulunuyordu. Bağdat’ta, muhteşem bir
düğün yapıldı. Halîfe kızının ayrılmasından keder içinde iken S e lç u k
lu hükümdarının sarayının avlusunda türkçe şarkılar söyleniyor ve
T u ğ r u l B eğ , yetmiş yaşında olmasına rağmen, Türk geleneğince, beğ
leri ile birlikte millî oyun oynuyordu. Müverrihlerin tasvirine göre,
onun beğleri ile birlikte oynadığı oyun halay veya ona benzeyen bir
oyun olacaktır^ G a z n e li M e s ’ u d ’un 25-30 yıl önce bir çöl kasaba
sını çok gördüğü bu Oğuz beği şimdi Islâm dünyasının en büyük lıü-
hümdarı ve hâlifenin güveyisi olmuştu. Fakat T u ğ r u l B e ğ ’in bu
sevinçli ve mutlu günleri çok sürmedi. Düğünden bir müddet sonra
eski hastalığı tekrar başgösterdi. Böyle olduğu halde, Bağdad’ a geli
şinden takriben iki ay sonra, hastalığı geçmeden, ülkesine döndü. 0 -
nun böyle bir durumda iken Bağdad’ dan ayrılması, ülkesinde mühim
bir hâdisenin çıkmış olması ile ilgili idi. Bu ise K u t a lm ış ’ın
isyanıdır. Filhakika T u ğ r u l B e ğ ’in veziri A m id u l-m ü lk K ü n -
d ü r î’nin K u t a lm ış ’ı Damğan yakınındaki Gird-Kuh kalesinde
kuşattığını biliyoruz. Bu esnada, düğünden yedi ay sonra T u ğ ru l
B e ğ R ey’ de vefat etti (8 Ramazan, 455 Cum a=4 Eylül 1063) ve orada
gömüldü; kendi adıyla anılan türbesi el’ an mevcutdur.
99
sağlamıştır. Kurulan büyük devlet kendisi ile ağabeyisinin eseridir.
Onlar olmasa idi, idare ettikleri Oğuz kümesi, Uzlar, Irak Oğuzlar’ı ve
S u lta n S a n c a r’ı yenen Oğuzlar gibi dağılıp gideceklerdi.
T u ğ r u l B e ğ ’in çocuğu olmamıştı. Bundan dolayı vasiyeti üze
rine veziri, ağabeyisinin oğullarından S ü le y m a n ’ı hükümdar yap
mış ise de, kumandanlar ve askerlerin isteği üzerine ağabeyisinin diğer
oğlu, Horasan hükümdarı A lp -A r s la n ona halef olmuştur. Fakat
Gird-Kuh kalesinde bulunan A r s l a n - Y a b g u ’nun oğlu K u ta lm ış ,
başına Türkmenler’ i toplayarak (sayılarının 50000 olduğu söyleniyor)
onun karşısına çıkmıştı. Yapılan savaşta K u t a lm ış yenildi ve savaş
meydanına yakın bir yerde ölü bulundu. A lp -A r s la n , tutsak alınan
K u t a lm ış ’ın kardeşi R e s û l T e g in ve oğlu M a n su r ile Türkmen
beğlerini öldürtmek istedi ise de vezir N iz â m u l-M ü lk buna engel
oldu. Fakat A lp -A r s la n , K u t a lm ış ’ın ölümüne ağlamış ve yas
tutmaktan da kendini alamamıştı.
A lp -A r s la n ’m hükümdar olması ile T u ğ r u l ve Ç a ğ rı beğle-
rin devletleri bir idare altında birleşti ve Selçuklu devleti kuvvetli bir
imparatorluk halini aldı. A lp - A r s la n amcasının evlendiği A b b a s î
seyyidesini armağanlar ile birlikte Bağdad’ a gönderdi. Onun bu seyyi-
de ile evlenmemesinin ve kendisinden sonra gelen Selçuklu hüküm
darlarının da halîfelerden kız istememelerinin bir sebebi olmalıdır. Bu
sebeb de T u ğ r u l B e ğ ’in izdivaçtan 6-7 ay gibi kısa bir zaman sonra
ölmesinden, hâlifelerden baskı ile “ kız almanın uğurlu olmadığı” şek
linde kuvvetli bir inanç meydana gelmemiş olması ile ilgili gerektir.
Meşhur B e r m e k oğullarından C a fe r’ in âkıbeti de bu hususta bir
misal olarak hâtıralarda yaşıyordu. Dikkate şâyândır ki E m e v ile r de
kendi ailelerinden olmayanlara kız vermemişlerdir.
100
Türkmenler, çoluk çocuklarını, göçkünlerini ve davarlarını bırakarak
Mangışlak’ a kaçtılar. Burada K a f şu t adlı bir beğ vardı ki, onun da
Türkmen olması icab eder. Çünkü, Mangışlak X . yüzyıldan beri Oğuz-
lar’m en tanınmış yurdlarından biri idi. K a fş u t , A lp - A r s la n ’m
elçisine çok iyi muamele ettiği için onun ülkesine girilmeyerek Harizm’e
dönüldü. A lp -A r s la n , buradan Sir-Derya kıyısındaki Cend şehrine
uzandı. Bunun da gayesi sadece büyük dedesi S e lç u k ’un kabrini zi
yaret etmek idi. Bu şehrin hâkimi (C en d H an) annesini göndererek
tabiiyyetini bildirmişti. Dedesinin kabrini ziyaret eden A lp -A r s la n ,
buradan tekrar Harizm’e, oradan da Horasan’a, döndü347. A lp -A r ş
la n’m altı ay kadar devam eden bu seferleri ana yurtta kalmış olan
O ğ u z la r ’da S e lç u k lu ülkesine göç etmek arzusunu doğurmuş veya
kuvvetlendirmiş olabilir. Meselâ, 1070-1071 de Suriye’y e giderek bura
da fetihlerde bulunan Oğuzlar’ ın beğlerinden Atsız, Harizmi lâkabını
taşıyordu ki, bu, onun Harizm’den bu sıralarda geldiği fikrini veriyor.
A lp - A r s la n ’ın büyük dedesi S e lç u k ’un kabrini ziyaret için Cend’e
kadar gitmesi, onun atalarına karşı duyduğu sevgi ve bağlılığı gös
terir.
A lp - A r s la n devrinde, Bizans topraklarına yapılan akınlar sık
laşmış ve şiddetlenmişti. 462 (1070) yılında A lp -A r s la n F â tim î
halîfesinin veziri tarafından yapılan bir davet üzerine Diyarbekir tari
kiyle Suriye’y e gitti. Bunu haber alan Haleb hükümdarı M ir d a s -o ğ -
lu M a h m u d , Haleb kadısını S u lta n ’ a karşılayıcı gönderdi; Fırat’ı
geçtiği esnada zeki Arab, A lp -A r s l a n ’ı memnun eden şu sözleri söy
lemişti: s£ey efendimiz, U lu T a n r ı’nın bu teveccühüne şükrediniz.
Çünkü bu ırmağı bir Türk hükümdarı olarak ilk defa siz geçiyorsunuz348
101
için sür’ atle geri döndü. İki hükümdar 26 Ağustos 1071 de Malazgird’te
Rahva ovasında karşılaştılar. Bizans ordusunun sayısı Türk ordusunun-
kinden çok fazla idi. A lp - A r s la n Türk savaş usullerinden birini
tatbik ederek Bizans ordusunu görülmemiş bir yenilgiye uğrattı.
Savaş esnasında Bizans ordusunda bulunan Peçenekler’ in ve Oğuzlar’ m
(U z = G u z z ), bir kısmı veya hepsi soydaşlarının tarafına geçtiler. Bu
geçmede, kavm iyet duygusu âmil olmuş bulunabilir.
Malazgird savaşı 349 Anadolu’nun Türkler tarafından fethini sağ
lamış ve burası Oğuz Türkleri’ nin yurdu haline gelmiştir. A lp -A r s la n
ertesi yıl, doğuda, Ceyhun taraflarında beklenmeyen bir ölümün kur
banı oldu (1072). Çağdaşları, A l p -A r s la n ’a tarihte gelip geçmiş en
büyük hükümdarlardan biri nazariyle bakmışlar, onu kudret, haşmet
ve debdebenin en büyük mümessili saymışlardır. Asıl adı M u h a m m e d
olup, Alp-Arslan, her halde, onun ünvanıdır. Esasen kardeşlerinden
K a v u r t B e ğ ’in de “ Kara-Arslan” , halîfe e l-K a im B ie m r illa h ’ın
karısı olan kız kardeşlerinden H a t ic e ’nin de Arslan-Hâtun ünvanını
taşıdığını biliyoruz. A lp - A r s la n ’ da, birinci sınıf insanlara mahsus
büyük meziyelerden başka mensup bulunduğu kavmin davranışları
hâkim olduğu gibi, kavmî şuura sahip bir hükümdar olarak da görü
nüyor.
A lp - A r s la n ’ın oğlu M e lik -Ş a h devri (1072-1092) Selçuklu
imparatorluğunun en fazla genişlediği bir devirdir. Selçuklu hudutları
bu devirde Adalar Denizi kıyılarından Ceyhun’ a, kadar uzanıyordu;
Kara-Hanlılar ve Gazneliler de imparatorluğa tâbi bulunuyorlardı.
Bu devirde, bilhassa K u t a lm ış ’ın oğulları (M a n su r ve S ü le y m a n ) ile
birçok Oğuzheğle ri Anadolu’nun fethine girişerek 10 yıl içinde, bu ülkenin
Adalar Denizi ve Boğaziçi’ne kadar olan yerlerini fethetmişlerdi.
349 Malazgird savaşı hakkında tafsilât için: M.H. Y ın a u ç , Türkiye tarihi, Anadolu’nun
feth i , s. 71; t. K a fe s o ğ lu , Malazgird muharebesi, Î.A., V II, s. 242-248.
102
Selçuklular, kendi devletleri için birçok İslâmî müesseseleri al
dıkları halde pek mühim bir hususta yani verâset meselesinde Türk
âdetine bağlı kaldılar. Buna göre, sultan, memleketin muhtelif yerle
rini kendi akrabalarına veriyordu. Böylece Selçuklu devleti de, bu
bakımdan, Gök-Türk ve Kara-Hanlı devletleri gibi, feodal bir mahiyeti
haiz idi. Saltanat mücadeleleri ve zayıf şahsiyetli hükümdarlar zama
nında çoğu memlûk yani kölelikten gelme emirlerin nüfuzları artmış
ve bunlardarf kuvvetli hânedanlar meydana gelmiştir. Öyle ki, bu
memlûk hânedanlarından biri ( I l - D e n i z l il e r ) devletin iktidarını
elinde tutmuş, diğer biri de (H a r iz m -Ş a h la r ) efendilerinin devleti
ne son vermiştir. Irak Selçuklu devletinin ilk hükümdarı gibi, son hü
kümdarı da T u ğ r u l adını taşımakta olup, R ey yakınında H a rizm -
Şah T e k iş ile yaptığı savaşta kahramanca çarpışarak ölmüştür (590
= 1194). Bu çok genç olan son Selçuklu hükümdarının başını Memlûk
I l - D e n i z ’in torunu kesmiş, M e lik -Ş a h ’m, ibrikdar başısı memlûk
A n u ş -T e g in ’in torunu da onu Bağdad’& göndermiştir. Bu hareket
Batı-İran’ m maruz kalacağı korkunç bir zulüm ve tahribatın işareti
idi.
103
ler. Bunlar ve diğer birçok hususlarda, onlar, Arab ve Acemler’ den
ayrılıyorlardı. Türkler’m bu unsurlar ile birlikte yaşamaları onlardaki
kavmiyyet şuurunu zayıflatmamış, belki de kuvvetlendirmişti.
104
baren eserlerde, buralardaki Oğuzlar için de Türkmen deniliyor. Bu
tarihten sonra Oğuz adı ancak, bir defa S a n e a r’ı mağlûp ve esir eden
Oğuzlar için kullanılmıştır. Fakat, Oğuzlar kendi adlarını uzun bir zaman
unutmamışlar ve Türkmen adını da benimsememişlerdir. X III. yüz
yıldan itibaren Oğuzlar’ a artık her yerde Türkmen denilmiştir.
S e lç u k lu devletini kurdukları gibi, onun hudutlarını da geniş
leten Oğuzlar oldular. Devletin kurulması üzerine anayurttan bölük
bölük, küme küme gelen Oğuzlar, devlet tarafından Bizans ucuna sevk
olunuyorlardı. Bu, bilhassa onların karışıklık çıkarmalarını önlemek
için yapılıyordu. Ayrıca bu tedbirde otlak sıkıntısına meydan verme
mek de bahis konusu idi. 440 (1048) yılında Mavera un-nehr’den ka
labalık. bir Oğuz kümesi Irak-1 Acem ’ e gelmişti. İ b r a h im Y ın a l, on
lara ikametleri yüzünden sıkıntı çekildiğini, gazâ etmek için Rum sınırı
na gitmelerini, kendisinin de arkadan geleceğini söylemişti. Gerçekten
İ b r a h im Y ın a l, az sonra onların başına geçerek Bizans’ a karşı mü
him bir zafer kazanmıştır 350. T u ğ r u l B e ğ , Oğuzlar sayesinde Batı
İran’da başarılar kazanmış, B ü v e y h o ğ u lla r ı devletini ortadan
kaldırarak halifeliğe ve Irak-1 Arab’ a hâkim olmuş, Oğuzlar’ ın faali
yetleri neticesinde kudretini Bizans imparatorluğuna tanıtmıştı. İ b
ra h im Y ın a l’m emrindeki İs h a k o ğ lu İ b r a h im ve Saht Kemân
ünvanlı Oğuz beğleri Hemedan bölgesi ve Kürdistan’ m fethinde mühim
hizmetler ifa etmişlerdi351. Buna rağmen T u ğ r u l B eğ ile kavimdaşla-
rınm arası açılmağa başladı ki, bu, devletin gelişme çağının başla
rında mühim buhranların çıkmasına sebep oldu.
Anlaşıldığına göre, T u ğ r u l B e ğ ve A lp -A r s la n , eldaşları olan
Oğuzlar’ın, buyruklarına arzu ettikleri derecede itaat etmemeleri ve
bu arada bilhassa yağmacılık geleneğinden vazgeçmemelerinden şi
kâyetçi idiler. Hattâ kendilerine Gazneli ve D eylemliler’den intikal
eden, iyi yetiştirilmiş Türk memlûkleri karşısında eldaşlarım küçüm
semeye başlamış olmaları bile mümkündür. Oğuzlar’ m başbuğlarına
saygıları ve itaatları ise sınırsız ve karşılıksız değildi. Başbuğ da türe
nin gerektirdiği bazı vazifeleri yapmakla mükellefti. Bunlar yerine
getirilmediği zaman saygı ve itaat da ortadan kalkıyor ve öfkeyle atla
rına binen Oğuzlar aynı aileye mensup bir başkasının etrafında topla
nıyorlardı. Oğuzlar, T u ğ r u l B e ğ ’e kendilerine istedikleri gibi yağma
yaptırmadığı -halbuki onun sık sık yağmalı toylar verdiği anlaşılıyor-
105
ve Iranh vezirinin tesiri altında bulunduğu ve memlûk emirlerini en
mühim mevkilere çıkardığı için kızıyorlardı. T u ğ r u l B eğ , A lp -A r s -
lan ve başkaları, daima yanlarında ve buyrukları altında bulunacak
»sâdık ve itaatkâr bir kuvvete sahip olabilmek için, Türkistan’ dan E n
dülüs’ e kadar olmak üzere, İslâm âleminin her ülkesinde hânedanlar
tarafından kabul edilmiş olan memlûk usûlunu benimsediler. Daha
Gazneliler ile mücadele esnasında birçok Türk memlûkunun Selçuklu
ların tarafına geçtiğini biliyoruz. Devletin kurulmasından sonra gerek
Gazneliler’ den, gerek Deylemliler’ den mühim sayıda Türk memlûk’ü nün
Selçuklu hizmetine girdiği muhakkaktır. T u ğ r u l B eğ, A lp -A r s la n
itaatli, terbiyeli, muhite intibak etmiş olan bu memlûkleri çabuk kı
zan, sert mizaçlı, eldaşlarına tercih ederek onların ileri gelenlerini mü
him mevkilere getirdiler. M.H. Y ın a n ç ’ın dediği gibi 352, T u ğ r u l B eğ
ve A lp - A r s la n ’ın memlûk sistemini benimsemelerinde başta vezir
ler olmak üzere, İranlı devlet erkânının mühim bir rolü olmuştur. 1058
yılında T u ğ r u l B e ğ ’ e isyan eden İ b r a h im Y ın a l ’ın başına Oğuz
lar’m. mühim bir kısmı toplanmıştı. Onlar İ b r a h im Y ın a l ’ a -hüküm
dar olursa- şu ;stediklerini yerine getirmeyi kabul ettirmişlerdi:
106
öldürdüler. T u ğ r u l B e ğ ’in son yıllarında onun başlıca emirleri ola
rak E rd e m , G e v h e r -Â y în , H u m a r -T e g ın , A y - T e g i n - i S ü le y
m a n ! görülüyor ki, bunların hepsi memlûk menşeli idiler. Bu emirler
den G e v h e r -Â y în , Selçuklular’ zl Buveyhiler’Aen intikal etmişti.
107
niıı bir kısmı ile Bizans imparatorluğuna iltica ettiğini biliyoruz. Er-
B a sg a n ’ m niçin A lp -A r s la n ’ a âsi olduğu malûm değildir. Halbuki
E r -B a sg a n , T u ğ r u l B e ğ öldüğü zaman A lp -A r s la n ın tahta geç
mesini isteyen onun en hararetli taraflarından biri idi. Bu husus
ne olursa olsun, bu misaller halledilemiyen Türkmen meselesinin doğur
duğu yeni buhranlardır. E r -B a s g a n ile birlikte Bizans topraklarına
giden Nâvekiyyeler aynı yılda bu ülkeden ayrılarak Suriye’’ye inmişler
ve orada fetih hareketlerine girişmişlerdir. Malazgiıd zaferi Türkmen
meselesinin devlet için kısmen de olsa yeni buhranlar doğurmasını
önledi. Türkmenler bilhassa K u t a lm ış o ğ u lla r ’nın idaresinde ola
rak Anadolu’ya yayıldılar. Anayurddan İran’a, gelen Türkmen küme
leri sonra buradan Anadolu’ya geçiyorlardı.
108
tavsiye ediyor. Böylece onların devlete karşı duydukları nefretin orta
dan kalkacağını ve gerektiği zaman 5000-10000 kişilik bir kuvvetle
istenilen hizmeti göreceklerini ve devletin nimetlerinden faydalanacak
larını yazıyor354. Fakat Iranlı vezirin, bu çok isabetli tavsiyesi hiç bir
zaman tatbik edilmemiştir. M. H. Y ı n a n ç 355, N iz â m ü l-M ü lk ’ün
Türkmenler'i imparatorluğun en fesatçı ve en belâlı unsuru sayıb on
ların beğlerini işbaşından attırmakla itham etmektedir.
109
H a n lı lıânedanının dahi hu sistemi benimsediği görülüyor. Meselâ
S u lta n S a n c a r ’m çağdaşlarından A h m e d -H a n ’ın 12000 Türk
memlûkü olduğunu biliyoruz. Bu- misallerden anlaşılıyor ki hânedan-
lar varlıklarını emniyet altına almak ve hâkimiyetlerini devam ettire
bilmek için bu sistemi kabul etmeyi bir zaruret olarak görüyorlardı.
Bu sistem karşısında kabilevî askerî sistemin başarısı kolay olmuyordu.
110
lan hanedanlara hizmette bulunuyorlar ve kendileri için de “ doyum
luk" elde ediyorlardı. Onlar uçlar için o kadar lüzumlu bir unsur idiler
ki, Im â d d u d -d in Z e n g i, Şehrizor bölgesindeki Yıva Türkmenleri'ıı-
den bir kısmım, Suriye’ deki Haçlı hududuna getirerek, orada onlara
yurd vermişti. Uçlardaki Türkmenler’ den. en kalabalığı Anadolu’da
Bizans hududundakiler olup, şöhretleri her tarafa yayılmıştı. Türk
menler’ den bazı ^zümreler de kıyı vilâyetlerinde ve kuytu yörelerde
oturuyorlardı. Türkmen beğlerinden bir çokları, doğrudan doğruya
yörelerin hâkimi oldukları gibi, bir çokları da dirlik sahibi bulunuyor
lardı. Birçok Türkmen zümreleri de devlete vergi veren “ raiyyet” du
rumunda idiler. Türkmen beğleri de Memlûk vâlileı- gibi, şartları mü
sait buldukça, oturdukları bölgelerde veya bizzat kendilerinin fethet
tikleri yerlerde beğlikler kurmuşlardır.
1 - Mâvera un-nehr:
111
Türkmenler’ i toplayıp Semerkand’ da müdafaaya hazırlandığı gibi, bir
taraftan da Kara-Hıtaylar’ dan yardım istem işti3^7.
1220 yılında Moğollar, Cend, Özkent, Barçmlığ-Kent ve Yeni-Kent’i
aldıktan sonra, bu bölgedeki Türkmenler’den, 10000 kişilik bir kuvvet
teşkil ederek bu kuvveti T a y n a l N o y a n ’ın emrine verdiler. T a y
n al, bunlar da buyruğunda olduğu halde, Sir-Derya kıyısında Harizm’e
yürüdü. Fakat Türkmenler yolda isyan ettiler ve başlarına konmuş
olan Moğol’ u öldürdüler. T a y n a l önde gidiyordu; isyan ettiklerini
haber alınca geri döndü ve onlardan çoğunu öldürdü. Geri kalanları
diğer Türkmenler ile Merv ve A m ûye taraflarına kaçtılar. Böylece Moğol
istilâsı sebebiyle Türkmenler’ in eski yurdlarmda kalmış olanlarının pek
çoğu da buradan ayrılarak Horasan'da toplandılar 358. Bununla bera
ber, 1273-1274 yıllarında Barçmlığ-Kent’i ziyaret eden C em al K a r ş ı,
bu şehirde Terâkime yani Türkmenler’ in yaşadığını haber veriyor 359.
X IV . yüzyıldan itibaren, kaynaklarda, artık Sir-Derya boylarında
Türkmenler’ in yaşadığından bahsedilmez.
2 - Mangışlak:
3 - Balhan:
4 - Horasan:
112
siz bir Türkmen unsurunun yaşadığı anlaşılıyor. 553 (1158) yılında,
Kuhistan bölgesinde yaşayan Türkmenler’ den bir topluluk bu sıralar
da Horasan’da, faaliyette bulunan Oğuzlar’a dahil değil idi. Bu Türk-
menler’ in obalarına, kendileri olmadığı bir esnada, lsmaililer hücum
ederek davarlarını yağmalamışlar, çoluk ve çocuklarını tutsak almış
lardı. Fakat Türkmenler, lsmaililer’ in arkasından yetişerek, çoluk,
çocuklarını, göçkünlerini ve davarlarını kurtardıkları gibi, lsmaililer’ i
de, 9 kişi müstesna olmak üzere, tamamiyle yok ettiler 360.
113
Car’ın haslarına dahil edilmişti. Bu vergi yılda 24000 koyun idi. Bu ra.'
kam dahi Oğuzlar’m 40,000 çadır olamıyacağmı gösterebilir Yukarıda
söylendiği gibi, Oğuzlar, Üç-Ok ve Boz-Ok adlan ile iki kola aynlıyor-
lardı. Üç-Oklar’ ın başında T u t i (D u d u ), Boz-Oklar’ınkinde de K o r
k u t B e ğ vardı. T û t i B e ğ ’in babası İ s h a k ’ııı Dâd Beğ ünvanını
taşımış olduğu görülüyor ki bu, onun oldukça nüfuzlü ve ünlü bir
şahsiyet olduğunu gösterir. Bu kol beğlerinden sonra, D in a r , B a h
t iy a r , A r sla n , Ç a k ır ve M a h m u d gibi, boy beğleri geliyordu. Bun
lardan başka K o r k u t ’un kardeşi M u h a m m ed , S a n ca r, B ü y ü k
D â v u d ve .S elm e n eci ( ) gibi beğlerin olduğunu da bili
yoruz. Kaynaklarda bildirildiği üzere, bu beğler varlıklı insanlardı.
S a n c a r’m Belh valisi K ım a c , Oğuzlar’ m kendi idare bölgesinden
çıkıb gitmelerini istedi. Oğuzlar onun bu isteğini yerine getirmediler;
K ım a c ’ın âni bir hücumu karşısında gâfil bulunmamak için bir araya
geldikleri gibi, başka yerlerde oturanlar da onlara katıldılar. T ü rk -
A r s la n B u k a , Oğuzlar’ a katılanlardan biri idi. K ım a c ’ın bu iste
ğinde, metbûu S a n c a r ’ın muvafakatini aldığı muhakkaktır. Sebebine
gelince bu, K ı m a c’m Oğuzlar’dan gördüğü -vefasızlıkla vasıflanan- bir
hareket idi. Gerçekten 547 (1152) yılında Gûr devletinin kurucusu A lâ -
u d d in H ü s e y in C ih â n sû z, Belh’ı kuşatmış, K ım a c da yanında Oğuz
lar’dan bir bölük olduğu halde, ona karşı çıkmıştı. Fakat Oğuzlar Gur-
lular’m tarafına geçtiler. Bu yüzden şehir düştü. Bereket versin S an
ca r yetişerek A lâ u d -d in C ih â n s û z ’u yenip, tutsak alarak duru
mu düzeltti. C u z c a n î’ye göre 362, Gûr hükümdarının yenilmesinde
ordusunun sağ kolunda bulunan Oğuz, Türk ve Halaclar’ ın savaş es
nasında S a n c a r ’m tarafına geçmeleri mühim bir âmil olmuştur.
Oğuzlar’ ın kendi dirlik bölgesinden göçüp gitmeyi reddetmelerin
den dolayı K ım a c , her halde S a n c a r ’ın müsaadesini alarak, 10000
atlı ile onların üzerine yürüdü. Bunu haber alan Oğuz beğleri yanına
gelerek, yerlerinde kalmalarına rıza göstermesi mukabilinde her evden
200 dirhem vereceklerini söyledilerse de K ım a c bunu reddettiği gibi,
onlara şiddetli muamelede de bulundu. Öfke ile geri dönen beğler at
landılar ve K ım a c ’ın karşısına çıktılar. Yapılan savaşta Oğuzlar par
lak bir zafer kazandılar. K ım a c ve oğlu da tutsak alınarak öldürül
d ü 363. Oğuzlar bu galibiyeti muteakib Belh yörelerini yağmaladılar.
K ım a c ’ın 364 mağlûbiyeti haberi M erv’e gelince, S u lta n S a n ca r ka
362 I, s. 408.
363 İbn ul-Esîr , X I, s. 38, 74, 79-81.
364 Metinlerde bu kelime şeklinde yazılıyor. Biz bunun Şecere-i Terâkime1deki
(s. 80) ile aynı olduğunu tahmin ediyoruz.
114
labalık bir ordu toplayarak (İ 0000Û deniliyor) Oğuzlar*ın üzerine yürü
dü. Oğuzlar bu defa daha büyük bir kaygıya kapıldılar ve S a n c a r ’a
gönderdikleri elçiler ona şu sözleri söylediler: “ Biz sultan’ a daima sâ
dık kullar idik. K ım a c ocağımıza kasd etti, onunla çoluk çocuğu
muz için zarurî olarak savaştık, 100000 dinar ile 100 Türk delikanlısı365
verelim de sultan bizi bağışlasın” 366. S an ea r, bazı emirlerinin tesiri
altında kalarak, Oğuzlar’m ricasını yerine getirmedi. Hattâ onlara yak
laştığında Oğuzlar, kadın ve çocuklarını önlerine katıb af dilediler ve
daha önceki tekliflerine ilâve olarak, her evden yedi batman gümüş
vermeyi taahhüd ettiler ise de 367 S a n ea r, yine emirlerinin ısrarı ile bu
teklifi de reddetti. S a n e a r ne yapmak istiyordu? Kendi öz kavmini
yok etmek, onların servetlerini, kız ve oğlanlarım ele geçirmek m i?
Halbuki, bir yıl önce ülkesine tecavüzlerde bulunub yağmalayan ve
K ım a c ’ı yenen Gûr hükümdarı A lâ u d -d in C ih a n sû z ’u tutsak al
dığında hil’at giydirib ülkesine göndermişti.
Çoluk çocukları ile yalvarmalarının S u lta n S a n c a r ’ın acıma
duygusunu fiilen harekete getirmediğini gören Oğuzlar’ m, çok defa
olduğu gibi, ruhlarındaki korkunun yerini kızgınlık almıştı. Bu se
beble ancak 100 atlının geçebileceği bir boğazdan girilen bir yerde azim
le savaşa hazırlandılar; boğazdaki yol üzerine targan yaptılar 368. Oğuz
lar burada S a n e a r ordusunu bir hamlede bozguna uğrattılar (548
Muharrem=1153 Mart-Nisan). S a n ea r bir kısım askeri ile perişan
bir halde Belh’e doğru kaçtı. Oğuzlar’ m arkadan yetişmesi üzerine ye
niden savaşıldı ve S a n e a r yine yenilerek Safer ayında (Nisan-Mayıs)
M erv’ e gitti. Oğuzlar Merv üzerine yürüdüler. Onların yaklaştığını ha
ber alan S a n e a r ve askerleri karşılaşmaya cesaret edemiyerek oradan
uzaklaştılar. Oğuzlar M erv’e girib burayı görülmemiş bir şekilde yağ
ma ettiler (Cumâd el-ulâ). Az sonra S u lta n S a n c a r ’ı ellerine geçi
ren Oğuzlar tahta oturup ona tazimde bulundular ve itaat edecekleri
ni söylediler 369. Gerçekte S a n e a r bir tutsaktan başka bir şey değildi.
115
Oğuzlar*ın mevcud düzeni korumak ve dış müdahaleleri önlemek için
S a n c a r ’ı muhafaza etmeyi ve onu hükümdar gibi göstermeyi siyaset
lerine uygun buldukları görülüyor.
116
Oğuzlar’m. elinde olan yerler ise, Belh, Merv ve Serahs bölgeleri idi.
Anlaşıldığına göre bu yerler onlara yetişiyordu; obaları da eskisi gibi
Belh çevresinde bulunuyordu. H a n M a h m u d ile barışın yapılmasın
dan sonra S a n c a r ’ın emirleri M erv’e gidip, onu ziyaret edebiliyorlardı.
Yalnız bu ziyaret esnasında Oğuz beğlerinden T û ti B eğ , K o r k u t ve ya
S e lm e n e c i (?) ve B ü y ü k D â v u d mutlaka hazır bulunuyorlardı. 551
yılında (Ram azan=1156 Ekim-Kasım) M ü e y y e d A y -A b a, nöbetçi
bulunan Oğuzlar’ı kandırarak S a n c a r ’ı Belh’ten Tirmiz’e kaçırdı. San-
car-bir müddet kaldıktan sonra-oradan M erv’e geldi. Belh bölgesinde
bulunan Oğuzlar San ca r’ın ne yapacağını merak ve kaygı ile beklediler.
72 yaşında, ruhen çökmüş, hâzinesi boş, ülkesi harab, askerleri dağıl
mış bir insan ne yapabilirdi? Gerçekten S a ııca r hiç bir harekette bu
lunmadan kurtuluşundan 7 ay sonra ye’s içinde M erv’ de öldü (14 Rebi
ul-evvel 551 = 7 Mayıs 1156) ve gök çinili kubbesinin bir günlük yoldan
görüldüğü söylenen muhteşem türbesine gömüldü. İşte kudret ve haş
meti şâir ve muharrirler tarafından göklere çıkarılan S u lta n San-
c a r ’ın âkibeti, böyle beklenmiyen bir şekilde sona erdi. Bu, hiç şüphe
yok ki bir hânedanın kendi öz kavmine karşı çevresindeki 1ranlıların’-
kinden farksız bir zihniyetle hareket etmesinin mukadder bir sonucu
idi. S a n c a r ’ın yaşlılığı onu mazur gösteremez. Oğuzlar’m bütün yal
varmalarını ve müsaid tekliflerini reddetmesi, onun eldaşlarını yok
etmek düşüncesinde olduğunda pek şüphe bırakmıyor. Halbuki G az
n e li S u lta n M es’ud bile, S a n c a r ’m, bu Oğuzlar’ dan daha az yağ
macı ve daha az tehlikeli olmayan Oğuz dedeleri hakkında bu kadar
müsamahasız bir davranışta bulunmamıştı.
117
Iardan bir bölük ile karşılaşıb gâlib geldi ve hattâ onları M erv’ e kadar
kovaladı; bu galibiyet cür’etini artırmış ve ona Oğuzlar’ ı tamamen
ortadan kaldıracağı ümidini vermişti; bu sebeble yanında S u lta n M ah-
m u d olduğu halde, Oğuzlar’m. üzerine gitti. Fakat A y - A b a ’nm bu
ümidi boşa çıktı. Vakıa üç gün devam eden savaşta Oğuzlar üç defa
geri çekildiler ise de, en sonunda A y - A b a ’yı ağır bir bozguna uğrat
tılar (9 Ş evval=3 Kasım). Bu galibiyet Oğuzlar’m kuvvetlerini kay
betmediklerini gösterdi. Onlar bu defa Mervliler’ e iyi davrandılar ise
de Serahs ve Tus şehirlerini yağmalamayı ihmal etmediler. Oğuzlar
bozgundan sonra Curcan’a gitmiş olan S u lta n M a h m u d ’ a ertesi yıl
(5 5 4 = 1 1 5 9 )'elçiler göndererek, hükümdarları olması için onu M erv’ e
davet ettiler. Fakat M a h m u d , güvenemediği ve korktuğu için, müs-
bet bir cevap vermedi. Bu durum karşısında Oğuzlar ondan oğlunu
göndermesini rica ettiler; o da bunu kabul etti. Oğuzlar hükümdarlarını
Nişabur’ da. karşıladılar ve ona saygı ve tazimde bulundular. Oğuzlar’ -
ın, başlarında bir hükümdar bulunmasını zarurî görmelerinin, hâki
miyetlerini meşru kılmak hususu ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Diğer
taraftan başlarına geçecek bir hükümdar, beğler arasındaki anlaşmaz-
hkları da gidererek birliği devam ettirecek idi.
118
san’ a döndüler371. Nişabur ve yörelerine hâkim olan A y - A b a, S u lta n
M a h m u d ’ un hükümdarlığını tanımıyordu. Bu yüzden Oğuzlar yan
larında S u lta n M a h m u d olduğu halde, A y -A b a üzerine yürüdüler.
A y - A b a Şâdiyah’ta kuşatıldı. Bu esnada S u lta n M a h m u d , Oğuz
lar’ dan kaçarak Nişabur hisarına sığındı. Onun Oğuzlar’ m tahakkümü
ne tahammül edemediği anlaşılıyor. Fakat az sonra yaptığı bu hareket
için derin bir pişmanlık duymuş olmalıdır. Çünkü, A y - A b a onu ve
oğlunu yakalayarak gözlerine mil çektirdi ve baba-oğul bir birini taki
ben ızdırablar içinde vefat ettiler (557=1162).
Oğuzlar’ a gelince, onlar S u lta n M a h m u d ’un kaçmasından sonra
M erv’ e dönmüşlerdi. Merv, Belh ve Serahs doğrudan doğruya idareleri
altında idi. Herat hâkimi A y - T e g in de onlar ile dostça geçiniyordu.
Oğuzlar hâkim bulundukları yerlerde S a n c a r ’ın adına hutbe okutu
yorlardı ki, böyle bir gelenek hiç bir yerde ve hiç bir zaman görül
memişti. Hutbede S a n c a r ’dan sonra o yerin hâkimi olan beğin adı
okunuyordu. A y - A b a ’ya gelince, kendisi, Nişabur bölgesi ile Tus,
Nesâ ve K û m is’e hâkim bulunuyor ve hutbede I r a k S e lç u k lu sul
tanı A r s la n Şah ’ın adını okutuyordu. Dihistan ve Curcan ise A y -
t a k ’m elinde idi. O da buralarda hutbeyi H a r iz m -Ş a h İ l - A r s l a n ’m
adına okutuyordu 372.
558 (1162) yılında Gûr hükümdarı S e y fu d d in M u h a m m ed ,
Oğuzlar’m üzerine yürüdü ise de onlar tarafından yenildi ve öldürül
dü; ertesi yıl (559=1163) bu zaferlerinden istifade ederek Gazne’ yi
aldılar ve burayı epeyce bir müddet ellerinde tuttular. Böylece Oğuzlar’-
m doğrudan doğruya idareleri altında bulunan bölgelere (M erv, Serahs,
Belh, Nesâ ve Abîverd) ünlü Gazne şehri ve bölgesi de katılmıştı 373.
Bu bölgelerden her biri beğlerden birisi tarafından idare olunuyordu.
Herat hâkimi A y - T e g i n de Oğuzlar’m tâbii durumunda olduğu gibi,
559 yılında Talikan ve Gürcistan’ı fethetmiş bulunan S a n c a r ’ın emir
lerinden S u n g u r da onlara vergi vermekte idi. 560 (1164—1165) yılın
da Oğuzlar Herat’ı kuşattılar. Çünkü buranın hâkimi olan tâbileri A y -
T e g in , bir yıl önce Gûrlular ile yaptığı bir savaşta ölmüş ve Heratlı-
lar şehirlerinin muhkem surlarına ve kuvveti gittikçe artan A y - A b a’ -
nm desteğine güvenerek onlara itaat etmemişlerdi. Fakat Oğuzlar,
A y -A b a n ın da Serahs taraflarına yaptığı akınlar ile kendilerini tâciz
etmesi üzerine, muhasarayı bırakıb geri dönmeğe mecbur kaldılar 374.
119
Oğuzlar’ m 560 (1164-1165) tarihlerinden sonra yavaş yavaş siyasî
ehemmiyetlerini kaybetmeğe başladıkları görülüyor. Bu husus şüp
hesiz onların müşterek bir başa sahip olmamaları ve bu yüzden çözül
meğe doğru gitmeleri ile ilgilidir.
120
yılında (1181) yapılan bir savaşta S u lt a n -Ş a h T o ğ a n -Ş a h ’ı yendi;
Serahs’ ı ve müteakiben Tus’ u elde etti 375.
375 îbn ul-Esîr , X I, s. 169; Ctıveynî, II, s. 20-21 (her ikisi de Meşârib ut-tecârib'den),
jtbn ul-Esîr (X I, s. 170). başka bir müverrihin sözlerini de naklediyor. Buna göre T ek iş tara
fından Harism9den çıkarılan S u lta n -Ş a h , Merv*i zaptetmiş ve Oğuzlar'ı buradan uzaklaştır-
mıştır. Fakat Oğuzlar geri dönerek S u lta n -Ş a h ’ ı M erv' den kaçırmışlar, hâzinesini yağma
edip adamlarının çoğunu öldürmüşlerdir. Bunun üzerine S u lta n -Ş a h , va’ dlerde bulunarak
K a r a -H ıt a y la r ’ dan mühim bir kuvvetle geri dönüp Oğuzlar'ı Merv, Sercths, Nesâ ve A bî-
verd'den çıkarmıştır.
376 C u zcâ n î (Tabakat-i Nâsirî, I, s. 422), bu hadisenin 569 (1173-1174) yılında oldu
ğunu söylüyor. Fakat kendisi iki yerde (s. 287, 466), Oğuzlar'ın Gazne'ye on iki yıl hâkim olduk
larını yazdığı gibi, îb n u l-E s îr de bunun 15 yıl sürdüğünü kaydediyor (X I, s. 75). Bu rakam
lara göre, Gazne'nin Oğuzlar tarafından 558 yılından önce fethedilmesi veya 569 dan sonra el
lerinden çıkmış olması gerekir.
377 îbn ul-Esîr, X II, s. 63.
121
gibi dirayetli bir aile olmadığı veya aralarından devlet adamı vasıfları
nı haiz bir kimse çıkmadığı için zaferlerinden gerektiği gibi faydalana
mamışlar ve bir devlet kuramamışlardır. Oğuzlar’ ın başlarında bulu
nan asilzâdelerden H ız ır o ğ lu İs h a k o ğ lu Ş e m s e d d in E b û Ş u ca
T û t i B e ğ en nüfuzlu beğ gibi görünüyor. Fakat onun bütün beğlerin
başı olduğuna dâir hiç bir delil yoktur. Bu hususta bilinen şey Tuti’nin
kol beği olduğudur. Onlar, bilhassa hâkimiyetlerini meşru kılmak için
başlarında sadece ismen hükümdarlık yapacak birisinin bulunmasını
lüzumlu görmüşlerdir. S u lta n M a h m u d bu vasıfları haiz bir kimse
gibi görünmesine rağmen onların tahakkümüne tahammül edememişti.
Beğleri, yapı'lan geniş çaptaki yağmalar için fazla muahezeye hakkımız
olmasa gerektir. Çünkü buyruklarındaki Oğuzlar’ ın kendilerine bağlılık
ları bilhassa bu husus ile yakından ilgilidir. Beğlerin başlarında bulu
nan topluluklar üzerindeki nüfuzları hudutsuz değildi.
(C u v e y n î, C ih a n -G û ş â y , I, s. 125).
122
5- Kirman
123
larmda şüphe yoktur. Fakat T û r a n -Ş a h zayıf bir şahsiyetti. Bu se
beble, kavimdaşlarını memnun edecek bir dirayet gösteremediği gibi,
devlet ricali de ona yardım etmediler. Bunlar her arzularını yerine
getiren köleleri kullanmaya alışık olduklarından, sert mizaçlı Oğuzlar’
dan hoşlanmıyorlar ve hattâ çok defa onlardan nefret ediyorlardı.
Bundan dolayı Oğuzlar baş şehirden tatmin edilmemiş (ve belki de kız
gın) olarak ayrıldılar. Onlar pâdişâhın başlarına geçmesini ve kendileri
ni idare etmesini istiyorlardı. Oğuzlar güney doğudaki Nesâ ve Ner-
maşîr taraflarına gittiler. İlk önce buralarda yağmalarda bulundular.
Bu arada, varlıklı kimselere, Horasan’da yaptıkları gibi, sakladıkları
paraları çıkarmaları için, ağızlarına toprak doldurmak şeklindeki meş
hur usullerini tatbik ediyorlardı. Kirmanlılar ağızlara doldurulan top
rağa “ Oğuz kavudu” adını vermişlerdi 380. Fakat bu, geçici bir hareket
idi. Çünkü onlar Kirman’ ın Germsir denilen bu güney doğu bölgesini
imar etmeye ve toprakları ektirmeğe başladıkları gibi, ticareti de can
landırmak yolunda tedbirler aldılar. 579 (1183-1184) yılında T û ra n -
Şah kendi adamlarından M u h a m m e d Z â fir adlı biri tarafından
öldürüldü ve yerine B e h r a m -Ş a h oğlu M u h a m m e d -Ş a h geçti ki
bu, K ir m a n S e lç u k lu la r ın ın son hükümdarıdır.
Nişabur merkez olmak üzere Horasan’ın bir kısmına hâkim bu
lunan A y - A b a o ğ lu T o ğ a n -Ş a h 581 (1185) yılında ölmüştü. Yerine
oğlu S a n c a r -Ş a h geçti ise de, iktidar, emirlerden M e n li-T egin’in
elinde idi. Bu emirin dirayetsiz hareketleri yüzünden diğer emirlerden
bir çokları -gerçekten kabiliyetli bir hükümdar olan - S u lta n - Ş ah’ın
hizmetine girdiler. T o ğ a n -Ş a h ’ın eniştesi olan D in a r ’ a gelince, o
da, Nişabur’ dan ayrılarak Kirman’ a ayak bastı (21 Ramazan 581 = 16
Aralık 1185). D in a r, S u lta n S a n c a r ’ı yenen Oğuzlar’ ın başındaki
beğlerden biri olarak zikrolunuyoı-381. Buna göre, D in a r ’ın bu esnada
yaşının 50 den fazla olması gerekir, babasının adı M u h a m m e d idi.
Aynı adda Boz-Oklar’ ın başı M e lik -K o r k u t ’ un bir kardeşi olduğunu
biliyoruz 382.
380 “ Kağut (kavut) darıdan yapılan bir yemektir. Bu, şu suretle yapılır: darı kaynatılır,
kurutulur, sonra döğüliir, un gibi inceltilir, yağla ve şekerle karıştırılır. Böylelikle yeni doğur
muş olan kadınlara verilen yemek olur” (K âşgarh, A talay , I, s. 406, III, 163). Kavut bugün de
Anadolu9da bilinmektedir. Benim gördüğüm kavut kavrulmuş arpa (veya buğday) ile ahlat
armudu kurusunun (kak) öğütülmesinden yapılmıştı. Yenildiği zaman iıısan boğulacak gibi
oluyor. Bu bakımdan benzetme yerindedir.
381 îbn ul-Esîr , X I, s. 79.
382 Acaba D in ar, K o r k u t’un kardeşi Muhammed’ in mi oğlu idi? Bunu hâtıra getiren
diğer bir ihtimal, D in a r’ın oğullarından A ce m -Ş a h K irm an’ dan H ar izni e götürüldüğünde
kendisinin terbiyesi ile K o r k u t’un kızı olan H a rizm -Ş a h T e k iş ’in hatunu meşgul olmuştu.
124
D in a r ’ın Kirman*a. gelmesinin bir davet ile İlgili bulunması pek
muhtemeldir. Bunu da oradaki Oğuzlar yapmış olacaklardır. Ayrıca
Kobnârı vâlisi M ü c â h id u d - d în ’in de bir kaç defa Gürgen’e giderek
D in a r ’ı Kirman’ a davet ettiği söylenmektedir. Esasen, D in a r ’ın
Kirman’a. 80 atlı ile gelmesi, böyle bir davet ihtimalini kuvvetlendir
mektedir. D in a r doğruca Oğuzlar’m bulunduğu Nermâşîı’ e gitti. 0 -
rada Oğuzlar ile buluşan D in a r, Bam valisini itaat altına aldıktan
sonra, kuzey batıya yönelerek Zerend’i zapetti. Bu durum karşısında
Kirman hükümdarı S e lç u k lu M u h a m m e d -Ş a h yardım dilemek
üzere Irak’ a. gitti ve oradan bir daha dönmedi. D in a r ertesi yıl hükü
met merkezi Berdesîr’i de fethedib orada oturdu. Böylece M e lik -D i-
n a r hiç bir güçlük çekmeden Kirman hükümdarı oldu.
D in a r, ICirman’ı, uzun bir zamandan beri mahrum kaldığı hu
zur ve sükûna kavuşturdu; orayı âdalet ile idare etti. Kendi kavmine
karşı da mülayim davrandı. Onlar yine eskisi gibi, Nermâşîr, Nesâ ve
Reyhan’ da oturuyorlardı. Burası Kirman’ ın en iyi hububat yetiştiren
bölgesi idi. D in a r hâkimiyetini denize kadar uzatmış, eski zaman-
lardanberi Hind, Afrika ve Arabistan ticareti ile zengin bir gelire sahib
bulunan K a y s adasının hükümdarım da vergiye bağlamıştı. Ayrıca
Mekrân da tabiiyyet altına alındı. Türkler’ı ve bilhassa Oğuzlar’ı hiç
sevmeyen müverrih E f d a l - i K ir m a n î (D in a r ’ın divanında mühim
bir mevkie sahihti) D in a r ’ı göklere çıkarır. Im a d u d -d in D in a r
8 yıllık bir hükümdarlıktan sonra vefat etti (9 Zilkade 591 = 15 Ekim
1195). Yerine oğlu F e r r u h -Ş a h geçirildi. F e r r u h -Ş a h , kabiliyetsiz
ve aynı zamanda içkiye mübtelâ, eğlenceye düşkün bir gençti. M ü v e r
rih E f d â l - i K ir m a n î’nin F e r r u h -Ş a h ’da beğendiği tek husus,
onun Oğuzlar’ dan nefretidir. Halbuki M e lik D in a r nizam ve âsâyişi
Oğuzlar’ a dayanarak temin etmişti. E f d a l - i K ir m a n ı 383, bir eserinde
bu Oğuzlar’ a. Kara-Ğuzz (Kara-Oğuz) diyor ki, onlara bu “ kara” sıfatı
nın Horasan’ da siyasî ehemmiyetlerini kaybederek kovulmaları sonu
cunda verilmiş olduğu anlaşılıyor.
F e r r u h -Ş a h ’ın tahta çıkmasından sonra ondan emin olmayan
Oğuz beğlerinden S e y fu d d in A lp -A r s la n . ve M e n d e k (ii-^-*) hü
kümet merkezinden ayrılıp Germsîr’ de bulunan eldaşlarının yanına
gittiler. F e r r u h -Ş a h , memlûk veya memlûk oğlu subayların tahak
kümü altına düştü. Oğuzlar’ a gelince, onlar da F e r r u h -Ş a h ’ın ken
dilerine karşı duyduğu nefrete cevab vermekte gecikmediler. Eldaş-
lan ile başa çıkamayacağını anlayan F e r r u h -Ş a h H a r iz im -Ş a h
383 tkdu*l uîâ IVl-m evkif il-â’ lâ, Tahran , 1311 ş., s. 13, 18.
125
T e k iş ’e tabiiyetini bildirerek yardım istedi. Tekiş de torunu A rsla n -
H a n kumandasında bir ordu gönderdi. A r s la n Kirman sınırına gel
diğinde F e rr u h - Ş alı’ın öldüğünü haber aldığı gibi, Oğuzlar’ı da kar
şısında buldu. Bu sebebden geri döndü. A lâ u d -d in F e r r u h -Ş a h
592 (1195-1196) yılında öldü. Oğuzlar, Berdesîr, yörelerini hiç bir şey
kalmayacak şekilde yağmaladıktan sonra obalarının bulunduğu Germ-
sîr bölgesine döndüler. F e r r u h -Ş a h ’ın kardeşi A c e m -Ş a h , çocuk
yaşta olduğu için Harizm’e T e k iş ’in sarayına götürülmüştü. A c e m -
Şah orada T e k iş ’in ölümüne kadar kaldı. Oğuzlar’ a gelince hüküm-
darsız olduklarından Gür ülkesinden Z îr e k B e lc e k ( i ^ i ) adlı
birini getirib başlarına geçirdiler. Bu şahsın hüviyeti hakkında hiç
bir şey bilinmiyor. Fakat Z îr e k ile beğlerin ileri gelenlerinden A lp -
A r s la n geçinemediler. A lp - A r s la n bir fırsatını bulub onu öldürdü
ve kendisi pâdişahlığa seçildi ise de başarı kazanamadı. A c e m -Ş a h ,
T e k iş ’in ölümünden sonra Kirm an’ a geldi ve Oğuzlar’ın başına geçti.
Fakat Oğuzlar’ın eski kuvveti kalmamıştı. Bu sebeble Kirman, Sal-
g u r lu la r ’m hâkimiyeti altına girdi. A c e m -Ş a h bir kısım Oğuzlar
ile Siistan’ a gitti (609 yılı sonları=1213). A c e m -Ş a h ’ın âkibeti hak
kında hiç bir kayda sahib değiliz 384. Moğol devrinde Kirm an’da. Türk-
menler’ in yaşadığı görülüyor3B5. Bu Türkmenler’in, hiç olmaz ise bir
kısmı, şüphesiz bu Oğuzlar’ın torunlarıdır.
6- Fars ve Huzistan:
126
Türkmen dalgası içinde geldikleri anlaşılıyor 386. Yine bu esnada Yıva
boyundan pek mühim bir kısmın da Şehrizor taraflarında yaşadığını
biliyoruz ki, bunların da bu yeni gelen kümeye mensub olmaları muh
temeldir.
Fars ’ daki S a lg u r la r , yukarıda zikredilen tarihten bir kaç yıl
sonra, bir ata-beğ devleti kurdular387. Avşarlar’ a. gelince, onlar da A rs-
l a n -o ğ lu Y a k u b ile Ş u m la lâkabı ile tanınmış G ü ç -T o ğ a n o ğ lu
A y - D o ğ d u ve onun oğulları idaresinde Huzistan ’ a bir müddet hâkim
oldular388.
7- Kürdistan:
(Z e r k û b -i Ş ira zî, Şiraz-nâme , yay. B e h m e n -i K e rim î, Tahran , 1310, s. 48; ayrıca Vassâf[
Bombay , 1269, II, s. 149). 530 (1135) da Huzistan'da kalabalık bir Türkmen zümresi yaşamak
ta idi ( îb n ul-Esîr , X I, s. 20).
387 Bu hususta Salûr bahsine bk.
388 Huzistan’ daki Avşarlar için, Avşar bahsine bk.
127
ça k ’m yanına gelmişti. Burada 10 000 atlı toplayan Mes^ud Bağdad
üzerine yürüdü389, daha önceleri, 516 yılının sonlarında (1123) A b
b a s î halîfesi e l-M ü s te r ş id Hille Arab emîri D u b e y s b. S a d a k a ’ -
nın tecavüzlerini önlemek için, etraftaki emirlerden yardım is
temiş ve bunlardan Bidlis emîri T o ğ a n -A r s la n , S a lt u k -o ğ u lla r ı,
B u k a -o ğ u lla r ı ve K ı f ç a k ile kardeşleri Bağdad’ a gelmişlerdi.
M usul hâkimi A k -S u n g u r o ğ lu İm a d u d -d in Z e n g i, komşu
emirleri itaat altına almadan Haçlılar’ a karşı başarı ile mücadele
edilemiyeceğini anlamıştı. Bu sebeble 534 (1139-1140) yılında
Z e n g i, K ı f ç a k ’ın elinden Şehrizor’ u almış ve K ı f ç a k ’ı ken
dine tâbi kılmıştı 390. Bununla beraber Şehrizor bölgesinde mühim
bir yöre K ı f ç a k ’ın elinde kalmış ve bu yöre uzun bir zaman onun
adiyle (vilâyet ul-Kıfcakiyye) anılmıştı. K ı f ç a k ’m iki oğlunu tanı
yoruz: M es’ud ve Y a k u b . M es’ u d ’un Z iy â u d -d in ve Y a k u b ’un
da Iz z u d -d in H a şa n adlı oğulları vardı. M usul’ un kuzeyindeki M a
latya kasabasının hâkimi olan Z iy â u d - d in 569 (1173) yılında Suriye
hükümdarı N u r u d -d in M a h m u d ’un hizmetine gelmişti. S el ah
u d - d in - i E y y û b î, 585 (1189) yılında büyük emirlerinden F â ris
u d -d in K ü ş - T o ğ d ı (Güç-Doğdu)’yı Şehrizor ve bölgesine tayin etti.
K ü ş - T o ğ d ı, K ı f ç a k ’ın torunu I z z u d -d in H a s a n ’ın kız kardeşi
ile evli idi. Sultan da K ü ş - T o ğ d ı ’yı bilhassa bu hısımlık dolayısı ile
Şehrizor vâliliğine göndermişti391.
128
Kürdistan bölgesinde kalabalık bir Yıva topluluğu da yaşıyordu.
İm a d u d -d iıı Z e n g i bu Yıvalar’ dan bir kısmını Y a r u k adk beğ-
leri ile beraber Ku zey Suriye’y e getirib Haçlı ucunda yerleştirmişti.
Kürdistan bölgesinde kalan Yıvalar ise, B e r ç e m ve oğullarının ida
resinde, siyasî bir kuvvet olarak varlıklarını Moğol devrine kadar de
vam ettirmişlerdir 394.
8 - Âzebaycan ve Errân:
129
olunmuştur. Bu vâliler aynı zamanda Azerbaycan*ın bir kısmını da ida
releri altına almışlardı. Bunların geniş ve zengin bir bölgenin sahibi
olmaları ve hudud vâlileri sıfatiyle, kalabalık orduları vardı. Bu sebeb
le I r a k S e lç u k lu d e v l e t in i n en kudretli vâlileri onlar olup, sul
tanlara her zaman sözlerini geçirmişler ve hattâ onlara tahakküm et
mişlerdir. K a r a -S u n g u r (ölümü: 535 = 1140-1141), Ç a v lı C a n d a r
(ölümü: 541 = 1146) ve I l - D e n i z (571 = 1175) bu vâlilerin en tanın
mışları idiler. I l - D e n iz ve oğulları, atabey sıfatı ile S e lç u k lu dev
letine hâkim olmuşlardır.
Azerbaycan ve Errân’ daki Türkmen beğlerinin çoğu dirlik sahibi
idiler. Bunlar oraların vâlilerine tâbi bulunuyorlardı; Gürcüler ile ya
pılan savaşlara daima katılıyorlardı. Azerbaycan’ daki Türkmenler
bilhassa Erdebil, H oy, Urmiye ve Nahçivan yörelerinde yaşıyorlardı.
Son büyük Ir a k S e lç u k lu h ü k ü m d a r ı M es’ud (1134-1152), Azer
baycan’da. rastgeldiği B e ğ -A r s la n adlı çok yakışıklı bir geııci, hiz
metine alarak kısa bir zamanda yükseltmiş ve ona H as-Beğ ünvanını
vermişti. H a s - B e ğ Azerbaycan’da Serav ve Erdebil taraflarında bu
lunan Oğuz beğlerinden veya ileri gelenlerinden birinin oğlu idi. Mem
lûk emirler, hükümdarın H a s -B e ğ ’e gösterdiği bu teveccühü çeke
memişler, onu sultanın yanından uzaklaştırmak için her çareye baş
vurmuşlar ise de muvaffak olamamışlardır. H a s -B e ğ hâcib, yani
bütün emirlerin başı oldu. S u lta n M es’ ud 547 yılında (1152) öldü
ğünde H a s -B e ğ yine hâciblik mevkiini muhafaza ediyordu. Sevgili
hükümdarlarının ölümü üzerine, H a s -B e ğ , S u lta n M e s ’ u d ’un ye
ğeni M e lik -Ş a h ’ı S e lç u k lu t a h t ın a çıkardı. Fakat, M e lik -Ş a h ,
hükümdarlık yapacak ehliyette bir insan değildi. Bu sebeble M u h a m
m e d’i, tahta geçmek üzere, davet etti. Fakat davet için gönderdiği kim
ler, M u h a m m e d ’i H a s -B e ğ ’in öldürülmesi hususunda kandırdılar.
H a s -B e ğ , yakın dostları olan emirlerden Z e n g i C a n d a r ile birlikte
öldürüldü. Diğer yakın dostlarından E m îr Ş u m la ise kaçıp kurtul
du.396 Bir kaynağımıza göre, H a s -B e ğ ile birlikte öldürülen onun ya
kın arkadaşı Emîr Z e n g i C a n d a r da Türkmen’ dir397. Z e n g i C an
d ar, bazı emirler ile birleşerek S u lta n M e s’ u d ’a tahakküm eden
T o ğ a - Y ü r e k o ğ lu 398 A b d u r r a h m a n ’m ortadan kaldırılmasında
130
mühim bir rol oynamıştı. Emir Ş u m la ’ya gelince, o Avşarlar’ dan olup,
kendisinden ayrıca bahsedilecektir. Böylece, H a s -B e ğ ’in iki yakın
arkadaşının kendisi gibi Türkmen olması, her halde bir tesadüf neticesi
değildir. Bu husus onun memlûk emirlere karşı kendi kavimdaş-
ları olan beğleri etrafına toplamak siyasetini gütmüş olduğunu gös-
rebilir. Hattâ H a s -B e ğ ’in Melik M u h a m m e d ’i Huzistan’ dan getir
mesi için gönderdiği E m îr C em a l u d -d in K a fş u t da, başka bir
kaynağa göre, Türkmen idi399. H a s -B e ğ ’in öldürülmesinde baş rolü
oynayan K a fş u t , S u lta n M u h a m m e d ’in hâcib’i (beğlerbeği) ol
muş ve kendisinden sonra oğulları bir müddet Zencan’ı idare etmişler
dir. S u lta n M e s’ u d ’un ölümü ve ertesi yıl S u lta n S a n c a r ’ın kendi
kavmi olan Oğuzlar’ & esir düşmesi, S e lç u k lu hânedanının kudret ve
şevketinin kırılmasına sebeb olmuştur.
Son S e lç u k lu sultanı T u ğ r u l 586 (1190) yılında K ız ıl-A r s -
la n tarafından yakalanarak, Azerbaycan’ daki Beylekan civarında
Kihran adlı bir kaleye hapsedilmişti. K ı z ı l - A r s la n ’m iki yıl sonra
öldürülmesi üzerine Azerbaycan’ daki Türkmen beğlerinden A n a sı-
O ğ lu b. M a h m u d , emirlerden B e d r u d -d in D iz m a r î ile birleşerek
T u ğ r u l’u kaleden çıkardı. B e d r u d -d in ordu kumandanı, A n a sı-
O ğ lu da emîr bâr oldu. Bu iki emîr 3 000 kişilik bir ordu hazırlayıb
Irak’ a yürüdüler. Kazvin civarında K ı z ı l - A r s la n ’ın yeğeni K u t-
l u ğ - I n a n ç ile yapılan bir savaşta K u t l u ğ - İ n a n ç ’m 12 000 kişilik
ordusu bozuldu ve kendisi de kaçtı (588=1192). Bu zafer üzerine S u l
ta n T u ğ r u l Hemedan’ a. geldi ve tekrar S e lç u k lu tahtına geçti. Mü
verrih R â v e n d î T u ğ r u l’un o zaman şu rübâiyi söylediğini yazar:
131
lutu" sözleri kullanılmıştır401. Bu esnada jErrcm’ daki Türkmenler’ in
mühim bir kısmının başında E m ir H u sa m u d - d in K ı lı ç - A r s l a n
bulunuyordu 402. Fakat az sonra gelen Moğollar, Muğan ve Eırân’ dakı
Türkmenleri buradan çıkardılar 403. Türkmenler Anadolu’ya, gittiler.
Moğollar’ ın gelişinden C e lâ y ir lile r devrine kadar olan zamanda
Azerbaycan ve Errân’ da Türkmenler’in yaşadığına dâir bir kayda rast-
gelinmemesi, buralardaki Türkmenler’ den pek çoğunun Türkiye’y e
göçmüş olduğunu gösteriyor.
9- Irak ve el-Cezîre:
401 N e se v î, s. 374.
402 Aynı eser, s. 375, ayrıca s. 383.
403 Z e k e r iy y a e l-K a z v in î, Â sar uî-bilâd, B eyrut , 1380, s. 564.
132
yörenin K ü r - Y a v ı ’nın adım bilmediğimiz oğlunun elinde olduğu
görülüyor.
Z e n g ile r devletinin Türkmen emirlerinden biri de Z e y n ud-
d in A l i - i K ü ç ü k idi. Z e y n u d - d in A li uzun yıllar M usul atabeğ
devletinin işlerini dirayetle idare ettikten sonra (1167-1168’ de) Erbil’ e
çekilmişti. Z e y n u d -d in A li, B e g -T e g in ’ 404 in, o da M u h a m m ed
adlı birisinin oğludur. Z e y n u d -d in A li’nin büyük oğlu ve ikinci
halefi meşhur M u z a ffe r u d -d in G ö k -B ö r ü (bozkurt) idi. S ela h
u d - d in - i E y y u b î ’nin eniştesi olan G ö k -B ö r ü bu devirdeki haçlı
savaşlarının en yiğit emirlerinden birisi olduğu gibi, yaptırdığı pek çok
İçtimaî eserler ve halka karşı gösterdiği şefkat ve yardımlar ile ünü her
tarafa yayılm ıştı405.
10- Suriye:
404 İLm H a llik â n , (Vefayât ul-â'yan , K ahire , 1948, III, s. 277) bu ismin B ü k -T ig in
okunması gerektiğini söylüyor.
405 Gök-Börü hakkında bk. î. K a fe s o ğ lu , K ök -B ö ri , î, A., VI, s. 885-892.
133
X II. yüzyılda, İ m a d e d d in Z e n g i Haleb emîri olduktan sonra
Şehrizor-Erbil bölgesindeki Yıvalar’ ın mühim bir kısmını Haleb böl
gesine getirmiş ve onlara haçlı ucunda dirlik vermişti. Bu Suriye Y ı-
vaları başlan Y a r u k ’ a nisbetle Yarukiyye (Yaruklu) adiyle anılmış
lardır. E m îr B a h a u d -d in Y a r u k 564 (1168) yılında ölmüş ve ken
disine oğlu B e d r u d -d in D o l d u r u m ( ^ ) halef olmuştur. B ed -
r u d -d in D o ld u r u m , N u r e d d in M a h m u d ve S e lâ h u d -d in dev
rinin en seçkin emirlerinden birisi idi. Tell-Bâşir ve Tell-Hâlid emîri
olan B e d r u d -d in D o ld u r u m , 611 (1214-1215) yılında ölmüş ve
onun içiıı Haleb’ de “ yas merasimi” yapılmıştır. Kendisinden sonra
oğlu F e th ü d -d in , Tell-Bâşir emîri olmuştur. 615 (1218) yılında Tell-
Bâşir, S e lç u k lu sultanı İ z z u d - d i n K e y k â v u s ’un ordusu tarafın
dan zaptolunmuştur. Fakat S e lç u k lu ordusu, öncü kuvvetinin yenil
mesi üzerine, geriye dönünce burası da M e lik u l - E ş r e f tarafından
geri alınmış, fakat Yaruklular’ a değil, Haleb hükümdarı e l-A z iz ’in
adamlarına verilmiştir. Bundan sonra Yaruklular, siyasî ehemmiyet
lerini kaybetmişler ve Haleb şehrinde oturarak kendilerine tahsis edi
len dirlikler ile geçinmişlerdir.
X III. yüzyılın birinci yansında Haleb bölgesinde yaşayan Tiirk-
menler’ in başında D u d u -O ğ lu
ve K o n g u r (Kangar) adlı beğleri gö
rüyoruz. Moğollar’ m Anadolu’yu hâkimiyetleri altına almalan üzerine
Suriye’y e kalabalık bir Türkmen kümesi göç etti ki, aşağıda bu
küme hakkında bilgi verilecektir.
11- Anadolu:
134
S e lç u k lu ailesinin atası A r s la n , yukarıda görüldüğü gibi, Oğuz
lardın kıralı idi. Oğlu K u t a lm ış da onlara dayanarak saltanat dava
sına girişmiş ve K u t a lm ış ’ın oğulları ise Anadolu’daki fetihler ini Oğuz-
lar’ a dayanarak yapmışlardı. Bununla beraber bânedanın bu kolu da,
diğerleri gibi, memlûk sistemini kabul etti. Çünkü, o zamanlar da bir
hânedan için bu sistemin kabulü âdeta bir zaruret olarak görünüyor.
Hânedanların bekası ve kuvveti buna bağlı idi. Her yerde önüne gele
ni mahveden Moğol kasırgası bu sistemi tam olarak tatbik eden bir
devlet karşısında durmak zorunda kalmıştır.
135
dır. Bu lıânedanlara ait ikinci bir hususiyet de onların faaliyetlerinin
mühim bir kısmını memleketlerinin imarına sarfetmiş olmalarıdır.
Onların vücuda getirmiş oldukları İçtimaî eserlerin bir çoğu zamanı
mıza kadar gelmiştir. S e lç u k lu devrinde Doğu ve Güney Doğu-Ana
dolu’daki Türk hânedanları hâkim bulundukları bölgenin türkleşmesin-
de ne derecede rol oynamışlardır, bu husus iyice bilinemiyor. Bu hâ-
nedanlarm başlıcaları şunlardı: Erzurum bölgesinde S a ltu k lu la r ,
Erzincan bölgesinde M e n g ü c ü k lü le r , Ahlat’ da E r m e n -Ş a h la r,
Mardin, Hısn - K eyfâ, Meyyafârikin (bugünkü Silvan) de A r t u k lu la r ,
Âm id (Diyarbekir)’de İn a l ( Y ı n a l ) o ğ u lla r ı, Bitlis-Erzen’ de T o ğ a n -
A r s la n o ğ u lla r ı Harput’ da ve M u ş’ da Ç u b u k ve oğlu. Bunlardan
A r t u k -o ğ u lla r ı, T o ğ a n -A r s la n o ğ u lla r ı, İ n a l - o ğ u ll a r ı ve
Ç u b u k ’un kat’i olarak Türkmen olduklarını bildiğimiz gibi, S a ltu k -
lu la r ’ın ve M e n g ü c ü k lü le r ’in de aynı kavme mensup bulundukları
şüphesizdir. E r m e n -Ş a h la r ’a gelince, bunlar bir Türk memlûk
sülâlesi idi. Bu Türkmen hanedanları içinde en ünlüsünün A r t u k lu
la r olduğunu biliyoruz. A r t u k lu la r M e lik -Ş a h devrinin büyük
kumandanlarından A r t u k Beğ’ den gelmişlerdir. A r t u k B e ğ ’in ba
bası E k s ü k ’ün sâlâr (kumandan) ünvanını taşıması, onun âlelâde bir
şahıs olmadığını gösteriyor. A r t u k lu la r ailesi Türkmenler arasında
mümtaz bir mevkie sahib idiler. A r t u k B e ğ ’in oğullarından S ö k m e n
Türk geleneğince Türkmenler’ i davet için oklar gönderdiğinde onlar
bu davete büyük bir sevinç ile icabet ediyorlardı 405. A r t u k lu la r ’ın
Türkmenler arasında asil ve mümtaz bir aile sayılmasında, onların
A r tu k ve E k s ü k beğlerden önceki atalarının da payı olsa gerektir.
Bir müverrih, A r t u k lu la r ’ı iki büyük Türkmen hânedanından (diğeri
Selçuklular) biri olarak vasıflıyor. Bu hâııedandan İ l - G a z i ve S ö k
m en kardeşler ile yeğenleri B e le k Haçlı savaşlarının tanınmış sima-
larındandır. E y y u b l u devletinin kuruluşu Kürdler’e bir derecede
ehemmiyet kazandırdı. Bu devletin Doğu ve Güney Doğu-Anadolu’ da
bazı yerlere hâkim olması bölgenin kavmî çehresine tesir yapmaktan
hâli kalmamış ve Kürdler bu bölgelerde eskisine nisbetle daha geniş
bir sahaya yayılmışlardır. E y y u b lu ordusundaki Türkler ile Kürdler
birbirlerinden hoşlanmamakta idiler. Bu hûsumet zamanla “ Ekrâd” m
tasfiyesine yol açtı. S e lâ h u d d in -i E y y u b î tarafından Kudüs’ün
fethi dolayısı ile yazılan manzumelerde Kürdler değil, fakat Türkler
öğülmektedir. 1185 yılında Güney Doğu-Anadolu’ da kalabalık bir Türk
men kümesi zuhur etti. Bu Türkmenler umumiyetle Musul-Rakka ve
136
Uıfa dolaylarında kışlıyorlardı. Bu Türkmenler'in birden bire mey
dana çıkmış gibi görünmeleri onların buraya bu esnada Horasan'dan
gelmiş oldukları kanaatini veriyor. Gerçekten yukarıda görüldüğü gibi,
H a r iz m -Ş a h la r ’ dan S u lt a n -Ş a h ’ın 568 (1173)’ de Oğuzlar’ın elinde
bulunan Serahs’ ı ele geçirmesi üzerine Merv-Serahs bölgesinde kala
balık sayıda yaşayan Oğuzlar dağılmışlardı. Bu sebeble bu Türkmen
ler dağılan Horasan Oğuzları’ nin batıya gelmiş bir kolu olabilir. Bu
Türkmenler sayıca kalabalık olup, yaylak ve kışlak için geniş bir böl
gede gidib geldiklerinden tesirlerini lıer tarafda hissetirmekte idiler.
Bunların başında R ü s te m adlı bir beğ vardı. Mezkûr yılda (1185) bu
Türkmenler ile Kürdler arasında, Kürdler’ in yol kesiciliği veya bir Türk
men düğününe katılmak istemelerinden kıyasıya bir vuruşma başladı.
Kartallar ile leyleklerin çarpışmalarını andıran bu vuruşma, bilhassa
Cezîret ibn Umar (bugünkü Cizre) yöresinde başlamak; Musul, Diyar-
bekir, Ahlat, Suriye, Malatya bölgelerine ve hâttâ Azerbaycan’a kadar
yayılmak üzere, geniş bir sahada cereyan etti. Daima görüldüğü
gibi, birinci sınıf savaşçılar oldukları söz götürmeyen Türkmenler, her
yerde Kürdler’ i ağır yenilgilere uğrattılar. Öyle ki S ü r y a n î M ihaiF e
göre, Suriye ve Irak’ ta Kür d ırkı tamamiyle ortadan kalktı. Kürdler’ e
yataklık eden ve Türkmenler’ e tutsak düşen 20 000 Hıristiyan da para
ile satıldı. Bu Türkmenler, yaylağa çıktıklarında Gürcistan’ a da akınlar
yapıyorlardı. Onlardan mühim bir kısmm sonra S e lç u k lu hükümdarı
II. K ı lı ç A r s la n ’ın oğlu Sivas vâlisi K u t b u d -d in M e lik -Ş a h ’ -
ın hizmetine girdiği ve F r e d e r ik B a r b a r o s ’un Almanları ile savaş
tığı anlaşılıyor. S e lç u k lu d e v r in d e k i Türkmenler’ in tarihine aid
verilen bu geniş hülasa burada sona ermektedir. Bu hülâsadan şu so
nuçlar çıkarılabilir:
Oğuzlar veya Türkmenler, S e lç u k lu devletini kurdukları gibi,
bu devletin genişlemesinde de başlıca rolü oynamışlardır. Daha dev
letin kuruluşuyla başlayan ve sonuna kadar devam eden hânedan âza
sı arasındaki saltanat mücadelesine, emirlerin isyanlarına, hükümdar
lar ile kendi kavmi arasındaki anlaşmazlıklara ve savaşlara rağmen,
Türk hâkimiyetinin devamlı olmasında onlar pek mühim bir âmil ol
muşlardır. Orta-Asya’ dan gelen göç dalgaları Türkmenler’i daima tak
viye ediyordu. S e lç u k lu la r ’ dan başka, Fars’taki S a lg u r lu la r ,
B e r ç e m o ğ u lla r ı, K ı f ç a k o ğ u lla r ı, K a r a -B e lilile r , Y a r u k -
lu la r, Ş u m la o ğ u lla r ı, B e ğ - T ig in lile r , A r t u k lu la r , t n a l-
o ğ u lla r ı, T o ğ a n - A r s la n lıla r , S a lt u k lu la r ve M e n g ü c ü k lü le r
onlara mensup idiler. İran’ da S e lç u k lu hanedanının ortadan kalk
ması onların siyasî ehemmiyetini gölgelememiş, belki de arttırmıştır.
137
12- Mısır, Kuzey Afrika ve Yemen’de Türkmenler:
“ Oğuz ili köçüb yürümedük yol barmu
İvin tutub olturmadık yurt barmu”
( Şecere-i Terâkime, s. 62)
138
D. MOĞÖL İSTİLÂSINDAN SONRA TÜRKMENLER
139
dağılma üzerine410 Oğuzlar’ dan pek önemli bir küme Mangışlak’ a git
miştir. Bu Oğuz kümesinin içinde her boydan olmakla beraber, çoğun
luğunu Eymür, Döğer, İğdir, Çavuldur, Karlan, Solur ve Ağar boyla
rına mensup kollar meydana getiriyordu. Mangışlak’ a giden bu Oğuz
kümesinin başında yine aynı müellife göre, K ı lı k ( jLS ) B eğ , K a
zan B e ğ ve K a r a m a n B e ğ vardı411. Mangışlak’taki Salurlar’m İçki
(İ ç ) Salur ve Taşkı (D ış) Salur olmak üzere iki kola ayrıldıkları bi
liniyor. Türkmenler, X V II. yüzyılda Y o m u t , E rs a rı, T e k e ve S a rık
gil>i büyük Türkmen topluluklarının Solurlar’ dan çıktığına inanı
yorlardı412. Eğer bu iddia doğru ise, bugünkü Türkmenistan Türk
menlerinin ezici çoğunluğunun aslında Salurlar’ dan olduğunu kabul
etmek icab eder413. Halbuki Salurlar’ dan önemli kolların da batıya göç
etmiş olduklarını biliyoruz414.
140
söylemişlerdir ki,416 onların ezici çoğunluğu için bu söz bir gerçektir.
Şecer-i Terâkime’de Balhan dağlarında eskiden beri oturan Türkmen
ler olarak Oklu, Göklü, ve Sultanlı oymakları zikrediliyor.417 KOklu
Türkmeni X V I. yüzyıla ait S a fe v î kaynaklarında Eymür (E ym ir),
Salur ve Göklenler ile birlikte geçer. Bunların hepsine birden Yaka
Türkmeni veya Sayın Hanlı Türkmenleri deniliyordu. Türkmenler’in
büyük şâiri M a h d u m K u lu ’yu çıkarmış olan Göklenler, Gürgen
( Curcan) ırmağının yukarı yatağında yaşıyorlardı. Bunların kabilevî
bir birlik teşkil etmedikleri görülüyor. Bu kümede ( V â m b e r y ’ye
göre 12 000 çadır), az nüfuzlu Beğ-Dili, Bayındır, K a yı ve Eymür
gibi boylara mensup oymaklar görülmektedir.418 Buradaki K a yı
obası O sm a n lı lıâ n e d a n ın ın kendi boylarından olduğunu biliyor
d u 419.
Şecere-i Ter akime’ de,420 Belh’in batısında, Aııdhoy çevresinde
yaşayan A li-E li Türkmenleri’ nin aslı kul, yani köle olan bir yaban
cının oğlundan geldikleri söyleniyor. Halbuki X IV . yüzyılın ikinci
yarısında M erv civarındaki Mâhâ n’da A li B e ğ adlı oldukça kudretli
bir beğ vardı.421 Yine Şecere-i Terâkime’y e göre,422 H ızır-E li, A li’nin
kardeşi H ız ır ’dan, Kullar oymağı A l i ’nin diğer kardeşi Ik (yahut)
Eyik)'den, Kara-lvli (E v li) 1er de yine A l i ’nnı kardeşlerinden Kaşğa’-
dan inmişlerdir. Bu durumda burada geçen Kara-Ivliler’ in bu addaki
Oğuz boyunun bir kalıntısı olduğu düşüncesi zayıflıyor. Gerçekten
Anadolu’ da da zamanımızda Kara-Evli adh bir oymağa rastgelinmiş
ise de, bunun da menşei şüphelidir.423
141
mensup oymakların, ailelerin ve şahısların girmiş olduklarını gösteri
yor. Biz X V I. yüzyıhn ikinci yarısında hu Türkmenler arasında Celâyir
oymağımn bulunduğunu biliyoruz ki, bu oymak aslen Moğol olup,
evvelce Çağatay ulusuna dahildi.
Hazar - Ötesi Türkmenlerinin başlıca hangi boylardan geldikleri
sorusuna gelince, bu hususta, ehemmiyetlerine göre şu isimleri zikre
debiliriz: Salur, Çavuldur (Çavdur=Çavundur), İğdir , Yazır, Eym ür
(E ym ir), Kar km. Bunlar Balhan ve Horasan bölgelerine Mangışlak’ -
tan gelmişlerdir. Onlar arasında görülmüş olan çok daha az ehemmi
yetli diğer boylar ise Bayındır, Beğdili ve K a y i dır. Üç-Oklar’ın Boz-
Oklar’a nazaran nüfusça daha fazla oldukları da bir tahmin olarak
ileri sürülebilir.
Türkmenler, bütün seyyahlarca Orta A sya ’ daki Türk ellerinin
en savaşçısı olarak vasıflanmış olmakla beraber bir devlet kurmak
şöyle dursun, Noğay ve Kalmuklar’ a bile mukavemet edemedikleri
gibi, nefret ettikleri Özbekler’e de yüzyıllar boyunca vergi vermeğe
mecbur kalmışlardır. Halbuki Anadolu’ daki Türkmen toplulukların
dan devlet kurmayan kalmamıştı. Hazar-ötesi Türkmenler i’ nin siyası
bir birlik meydana getirememeleri, onların yerleşik hayata geç intibak
etmelerine ve bugün parçalanmış bir duruma düşmelerine sebeb ol
muştur. Şimdi onların büyük çoğunluğu (bir milyon kadar) Türkme
nistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ ndc yaşamakta, bazı mühim top
lulukları da İran ve Afganistan devletlerinin teb’ası arasında bulun
maktadır
E b û ’ l-Gazi’nin eserinden öğrendiğimize göre, X V II. yüzyılda
Türkmenler’ in elinde birçok Oğuz-nâmeler görülmekte idi. Bu Oğuz-
nâmeler’ in muhtevaları hakkında tam bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü,
hiç birisi elimize geçmemiştir. Yalnız şu kadarını biliyoruz ki, bu Oğuz-
nâmeler’de de D e d e - K o r k u t ve S a lu r K a z a n ile ilgili bahisler bu
lunmakta idi. 425. Bu Oğuz-nâmeler’e Cami’iit-Tevârih’in kaynak olup
olmadığı hususunda kati bir şey söylemek mümkün değildir.
142
yapmağa başlamış bir yiğit idi; anlaşıldığına göre müteakiben bu işi
Tokat-Sivas arasındaki Çamlı-Bel’ de devam ettirmiş ve ihtimal sonra
büyük C e lâ li hareketlerine katılmıştır. Âşıklar daha X V II. yüzyılın
başlarında onun yiğitliklerinden bahseden destanlar okumağa başla
mışlardı. Bu destan Türkiye’ den İran’ a gitmiş ve oradaki Türkler’ in de
en çok sevdikleri destanları olmuştur. Sonra Kör-Oğlu destanı Hazar-
Ötesi Türkmenleri’ne ulaşmış ve onlar da bunu millî destan olarak be
nimsemişlerdir. Fazla olarak, F e r h a d ile Ş irin , T â h ir ile Z ü h re,
K e r e m ile A s lı gibi halk hikâyeleri de İran ve Anadolu Türklerinde
olduğu gibi, onların da en sevdikleri hikâyelerdi. Böylece, mezhebi
münaferete rağmen, Oğuz elinin üç ayrı yerde (Anadolu, İran, Hazar-
Ötesi) bulunan toplulukları arasında yeni ortak kültür mahsûlleri mey
dana gelmiştir ki bu, pek dikkate şâyân bir husustur. Hazar-Ötesi
Türkmenleri, siyasî bir varlık gösterememişlerse de, M a h d u m K u lu
gibi, büyük bir şâir yetiştirmişlerdir. X I X . yüzyılda Türkiye’ deki son
Türkmen oymaklarının da D a d a l-O ğ lu , E l- B e ğ l i - O ğ l u ve G ün-
d e ş li-O ğ lu gibi, tanınmış şâirleri olduğunu biliyoruz. Bu münase
betle Türkmenler’in her zaman ve her yerde daima millî şâirler yetiş
tirmiş olduklarını belirtmek lâzımdır.
2 - İran:
İran’a gelen Moğollar’ ın gayet iyi yetiştirilmiş ve mükemmel teş
kilâtlı bir orduları olduğu gibi, tecrübeli memurların başında bulun
duğu bir büroya da sahiptiler. Bu büroda Uygur yazısı ve 12 hayvanlı
Türk takvimi kullanılıyordu. İran’da Uygur yazısı Moğollar’ dan sonra
bırakıldı ise de 12 hayvanlı Türk takvimi son asra kadar kullanılmak
ta devam etti. Çünkü bu takvim güneş yılı esasına dayandığından
malî mevzuata uygun geliyordu. Bu divanda yazı dili olarak moğolca’-
nın yanında türkçe’nin kulanıldığı hükmünü verdirebilecek bazı deliller
vardır. Devletin dayandığı el (ulus), hâkim kümeyi meydana getiren
Moğol unsuru ile onların maiyyetinde bulunan Türkler’ den müteşekkil
di. Moğol unsuru, Celâyir, Suldus, Bisuut, Sünit, Kurulas ilh... olmak
üzere asıl moğol ulusuna mensup boyların obaları ile Tatar, Kireyit,
Uyrat ve şâire gibi moğolca konuşan kavimlerin kollarından meydana
gelmişti.
Türkler’ e gelince, bunların pek mühim bir kısmını Uygurlar teş
kil ediyordu. Uygurlar yalnız devlet memuru ve din adamı olarak değil,
mühim sayıda asker olarak da gelmişlerdi. Uygurlar’ dan başka Kıpçak
Karluk, K üçey ve şâire gibi diğer Türk kavimlerine mensup çok sa
yıda unsurlar da vardı. Bunların bir kısmı Moğol hanları ve beğleri-
143
nin maiyyetleri ve askerleri arasında bulunmakta idiler. Böylece Iran
Moğolları arasında başlıca iki dil konuşuluyordu: moğolca ve türkçe.
M oğolcim n, gittikçe ehemmiyetini kaybetmekle beraber, X IV . yüz
yılın ikinci yarısına kadar konuşulduğu muhakkaktır. İlk Moğol han
ları H u lâ g ü , A b a k a ve hattâ A r g u n ’un türkçe bildikleri şüphelidir.
G a za n ve haleflerinin bu dili öğrenmiş oldukları anlaşılıyor. Esasen,
Moğollar arasındaki Türk unsurunun ehemmiyet kazanması da bu
hükümdar ile başlar. Moğollar*m Islâmiyeti kabulleri ile tüıkleşmeleri
arasında yakın bir münasebetin mevcudiyeti görülüyor. Her halde iki
si bir birine tesir etmiş olsa gerektir. U lc a y t u (1304-1316) zamanında
başta Uygurlar olmak üzere, Türkler mühim mevkilere geçtiler. U y
gurlar’ dan S e v in ç A k a , E b û -S a id ’in atabeği ve beğlerin başı idi.
Onun kardeşi Ö ğ r ü n ç de, bir Uygur tümeninin başında, nüfuzlu emir
lerden biri olarak görünüyor. Diğer büyük Uygur emirlerinden biri
de asîl bir aileye mensup bulunan E se n (İs e n ) K u t lu ğ idi. İ lh a n lı
devletinin çökmesinden sonra Anadolu’ da bir devlet kuran E r e t n a ’-
nm da Uygur Türklerinden olduğunu bunlara ilâve edebiliriz. E re t-
n a ’nın ağabeyisi T u r u m t a z da Gazan ve U1 c a y t u’nun emirleri ara§
sında bulunuyordu. Bu hükümdar zamanında A l i- K u ş ç u ve kardeşleri
B a y ıt m ış ve İ l-B a s m ış ve diğer bazı emirlerin de Kıpçaklar’ dan
olduğu göJrülüyor 426.
426 Bu hususta tafsilât için: F. Süm er, Azerbaycan’ın lürkleşmesi tarihine umumî bir
bakış9 Belleten, X X I , sayı 83, s. 427-447.
427 Bu hususta Üçüncü Bölüme bk.
144
ve uzun bir iç mücadele başladı. 1277 yılında Moğollar Anadolu’nun
fiilen idaresini ellerine aldıktan sonra bu ülkede mühim sayıda bir
Moğol kuvveti bırakılmıştı. Bu kuvvetin başında merkezden tayin
edilen bir emîr vardı. İkinci büyük Moğol kuvveti de merkezi M usul
olan Diyarbekir vilâyetinde bulunuyordu. Bu kuvvetin mühim bir kıs
mını kalabalık Moğol U y rat boyu meydana getiriyordu.
E b û -S a id B a h a d ır H a n ’ın ölümü üzerine I lh a n lı tahtına
çıkarılan A r p a g a u n ’u (kısaca A r p a ), Diyarbekir vâlisi U y r a t A li
P â d iş â h tanımadı; M u sa adlı bir şehzadeyi h an ilân ederek A r p a ’-
nın üzerine yürüdü. A r p a -H a n yenilib öldürüldü ve yerine M usa
geçirildi. A li P â d iş â h devlete hâkim oldu. Fakat A li P â d iş a h ’ın
ikbal günleri çok sürmedi. Anadolu umumî vâlisi olan C e lâ y ir Ş ey h
H a şa n , mühim bir kuvvetle gelerek iktidarı A li P â d iş a h ’m elinden
aldı (1337). Böylece İran a Anadolu’ dan ikinci bir küme daha gelmiş
oldu. C e lâ y ir Ş e y h H a şa n da karşısında yaman bir rakip buldu.
Bu, U lc a y t u ve E b û -S a id ’in beğlerbeğisi meşhur S u ld u s Ç o b a n
B e ğ ’in torunu ve D e m ir -T a ş ’ın oğlu K ü ç ü k Ş ey h H a şa n idi.
K ü ç ü k Ş e y h H a şa n , Anadolu’ da bulunuyordu. Ş e y h H a sa n ’ın
ortaya çıkması ile iki büyük ve asil aile karşı karşıya gelmişlerdi. Mü
cadeleyi K ü ç ü k Ş e y h H a şa n kazandı ve B ü y ü k Ş e y h H a sa n ’ı
Bağdad ile yetinmeğe mecbur etti (1339). Anlaşılacağı üzere artık İran’
ın siyâsî mukadderatına Anadolu hâkim olmağa başlamıştı ki bu, X V I.
yüzyıla kadar devam edecektir. Yani İran, Rum-eli gibi, kavmi bakım
dan Anadolu’nun bir uzantısı halini aldı. Bu keyfiyet Moğol istilâsı
üzerine Anadolu’da mühim bir nüfusun yığılmış olmasından ileri ge
liyor. K ü ç ü k -Ş e y h H a s a n ’ın ordusunda kalabalık sayıda Anadolu
Türkmenleri de vardı. Ş e y h H a s a n ’ın halefi ve kardeşi M e lik Eş-
r e f ’in gözde emirlerinden B e ğ c e g iz , Anadolu Türkmenler i’ nden
olup, babası Ç o b a n S â lâ r oğlu H a c ı M e h d i idi. Moğollar’ m gelişi
üzerine, Azerbaycan ve Errân’ da pek kalabahk bir halde yaşayan Türk-
menler’ in Anadolu’yu göç etmiş oldukları, yukarıda söylenmişti. Ni
tekim X IV . yüzyılın ikinci yansına kadar olan zamanda ■bu bölgede
Türkmenler’ in bulunduklarına ait bugüne değin herhangi bir kayda
rasgelinemiyor. Bununla beraber, Türkmenler’ den bir çok zümrelerin
Moğollar’ m tabiiyyetini kabul ederek Errân, Muğan ve Azerbaycan’
da., Şehrizor-Hulvan-Dinever bölgesinde ( Kürdistaıı) yaşadıkları kabul
edilebilir. Moğol devrinde Sâve ve A ve taraflarında Halaç Türkleri’ nin
yaşadıklannı biliyoruz. Bunlar oralarda varlıklarını zamanımıza kadar
devam ettirmişlerdir42S. Sâve şehri X IV . yüzyılın ortalanna doğru E-
145
jmır Ş e y h H a s a n -i K a r lığ ım (>JjU) eline geçmişti ki, buradaki
Karlığ sözü, bu addaki Türk kavmini ifade etse gerektir. Yine C e lâ y ir
S u lta n A h m e d devri emirlerinden bir de P îr H ü s e y in -i K a r lu k ’u
(jJj^5) görüyoruz ki 429, bunun, E m îr Ş e y h H a s a n -i K a r lu ğ ’un
akrabası olması mümkündür.
Fars’a gelince burada S a lg u r lu hânedaıu Moğollar’ ın tâbiiyye-
tini kabul ederek varlığım 1286 yılma kadar sürdürdü. Bu bölgede
bulunan Türkler (başlıca Halaçlar ve Türkmenler) S a lg u r lu d e v l e t i ’nin
ortadan kalkmasından sonra da kavmî varlıklarını devam ettirdiler.
Yine Moğol devrinde Türkmenler’ den. bir topluluk, Kirm an’ da
(siyasî bir kuvvet olarak) yaşamakta idi. Aynı devirde başta Ya
zırlar olmak üzere Türkmenler’ den bazı oymakların da Horasan’ da
yaşadıklarını biliyoruz.
X IY . yüzyılın ikinci yarısında Errân ve Muğan’ da Türkmenler’ in
( Terâkime) yaşadığını görüyoruz 430. Bunlar arasında en varlıklı Türk
menler Errân’ da yaşayan Çobanlı Türkmenleri i d i431.
429 F. Süm er, Azerbaycan'ın türkleşmesi tarihine umumî bir bakış , s. 438-439.
430 H â fız -i E bru , Z eyl-i Câmi ut-tevârih-i Reşidi, Tahran , 1317 ş., s. 190, 245; Tarih-i
Şeyh Uveys , J.B. V a n L o o n , Lahey , 1954, s. 183.
431 C la v ijo ’nun İngilizce ve ondan yapılan türkçe tercümesinde geçen Çobanlı adının
Çepni olduğu - bir şüphe üzerine - tesbit olunmuştur.
146
Fakat kendisi aynı yılda kuşattığı Meraga fda bir ok isabetiyle öldü.
S e v in ç ’ten sonra Rûyin-dîz kalesini kardeşinin, onun da Moğo/Zor’la
yapılan bir çarpışmada ölmesi üzerine, kızkardeşinin oğlu elinde tut
m uştur432. Yukarıda adı geçen M e h m e t S a ru ’nun ikinci adıyla aynı
addaki kale arasında bir münasebet olup olmadığı üzerinde bir şey
söylenemiyor. Yalnız M e h m e t S a ru ’nun buyruğundaki Türkmen
oymağının kendisinden sonra Sarulu adıyla anıldığını ve bu oymağın
zamanımıza kadar varlığım muhafaza ettiğini biliyoruz.
Kara-Koyunlu beği K a r a - Y u s u f X V . Yüzyılın başlarında Azer
baycan’ı T im u r lu la r ’dan ve Arab Ira k im da C e lâ y ir S u lta n A h
in e d’ ten aldı. Bunun sonucunda Doğu-Anadolu’nun uc bölgesinde
oturan Türkmenler’in mühim bir kısmı Azerbaycan’ a geldiler. Gelen
ler arasında asıl yurdu Maraş bölgesi olan Ağaç-Eri Türkmenlerinden
bir oymak da vardı ki, bu oymak İran’da zamanlınıza kadar varlığını
muhafaza etmiştir. Kara-Koyunlular sonra hâkimiyetlerini Siistan ’a
kadar uzattılar. Bu başarıları K a r a - Y u s u f ’un küçük oğlu ve ikinci
halefi C ih a n -Ş a h elde etmişti. C ih â n -Ş a h bize türkçe şiirler bırak
mış, Türk hükümdarlarından biridir 433. Onun Tebriz’de yaptırdığı Gök-
Mescit de zamanımıza kadar gelmiştir. Kara-Koyunlu topluluğu başta
Azerbaycan olmak üzere İran’daki Türkmen ve Türk oymaklarının da
katılması ile oldukça büyük bir ulus haline geldi. Bu ulusu meydana
getiren başlıca boylar şunlardı: Sa’dlu, Baharlu, Alpağut, Duharlu,
Ağaç-Eri, Hacılu, Karamanlu, Çekürlü. Bu boylar K a r a - K o y u n lu
devleti yıkıldıktan sonra da varlıklarını uzun bir müddet devam ettir
diler.
K a r a - K o y u n lu hânedanına Baranlu denilmekte idi ki, bu adın
nereden geldiği kesin olarak anlaşılmamıştır. Bunun gibi bu oymağın
Oğuz boylarından hangisine mensup olduğu da bilinemiyor. M in o r
s k y Kara-Koyunlular ’m Yıva boyundan geldikleri fikrindedir ki 434,
şimdiki durumda en isabetli tahmin de bu, gibi görünüyor.
Kara-Koyunlular, kendi kavmi hususiyetlerini muhafaza etmek
le ve millî an’ anelerine bağlı kalmakla beraber devlet teşkilâtları umu
miyetle selefleri C e lâ y ir lile r ’inkinin aynı idi. Kar a -K oy unlular’ dan
sonra İran’ da hüküm süren diğer devletler de umumiyetle bu devletin
teşkilâtına bağlı kalmışlardır.
147
Kara-Koyunlu ulusunun belli başlı oymaklarından biri olan Ba-
harlu teşekkülünün mühim bir kısmı, K a r a - K o y u n lu devletinin
yıkılması üzerine, A k - K o y u n l u l a r ’ a boyun eğmiyerek Horasan’ a
göç etmişti. Bu oymak mensublarmdan bir çoğu oradan Hindistan’ a.
gidib, B e h m e n î hanedanının hizmetine girdiler. Bunlardan S u lta n
K u lu , Golkonda (Dekkân)’da 1512 yılında istiklâlini ilân ederek K u -
tu b -Ş â h ile r devletini kurdu. K u tu b -Ş â h îlerh â n ed a n ın d a n M u h a m
m ed K u lu ise Haydar Abâd şehrini tesis etti ve hükümet merkezini
oraya nakletti. K u t u b -Ş â h île r devleti 1098 (1687) yılma kadar sür
dü. Bu hânedan mensuplan da idare ettikleri yerlerde İslâmlığı kuv
vetlendirmişler, Dekkân’ ın bugün en büyük şehri olan Haydar Abâd
şehrini kurduktan başka, bir çok İçtimaî eserler vücuda getirmişlerdir
ki, bu eserleri bu gün de görmek mümkündür. Böylece Türkmen kav
mi, diğer Islâm ülkelerindeki büyük tarihî rolünün yanında Hindis
tan’da da hâtıralar bırakmaktan geri kalmamıştır. Yine Hindistan’
daki B a b ü r l ü i m p a r a t o r l u ğ u n u n büyük emirlerinden bazıları
da ( B a y r a m H a n ve oğlu A b d u r r a h i m H a n gibi) Türkmen
Baharlu boyundan idiler.
148
24 boyundan Bayındır boyuna mensuptur. Bununla ilgili olarak A k -
Koyunlular daha H a m z a B e ğ ’den itibaren paralarına, fermanlarına,
bayraklarına, Bayındır boyunun damgasını koydurmuşlardır. Osm a n
lı hânedanında kavmî şuurun canlanmasında A k - K o y u n l u l a r ’ın
mühim bir rolü olduğu anlaşılıyor. H a şa n B eğ , ibadet için okunmak
üzere K u r’an’ı türkçeye tercüme ettirmişti; fakat o zamanki din adam
larının ve âlimlerin kendisini desteklememesi yüzünden bu teşebbüs
muvaffak olamamıştır. H a şa n B e ğ ’in bu hareketi gâliba Türkler
arasında C u m h u r iy e t devrine kadar yapılmış ilk ve son teşebbüs
tür.
149
lü ve göçebelerin pek mühim bir kısmı vergi veren halk (raiyyet) du
rumunda idiler. Bunlar bu durumlarından memnun görünmüyorlardı.
Fazla olarak O sm a n lı devletinin devşirme teşkilâtı da gittikçe geliş
mekte idi. Bunun ileride S e l ç u k l u devrinde olduğu gibi, büyük
buhranlar meydana getirmesi mukadderdi.
150
çıkarılan H a şa n B e ğ ’in toıunlarından R ü s t e m B eğ , S u lta n Y a -
k u b ’un oğlu B a y -S u n g u r ile mücadelesinde H a y d a r ’m oğulların
dan faydalanmak için onları hapisten çıkardı. Kısa bir zamanda silâh
lı müridleri H a y d a r ’m oğullarının etrafında toplandılar. R ü s te m
onların yardımı ile rakibini bertarafetti. Fakat S a f e v i m ü r id le r i’nin
çokluğu A k - K o y u n l u h ü k ü m d a r ın ı ve beğlerini ürkütmüştü. Bu
sebeble üzerlerine kuvvet sevkedildi. Yapılan çarpışmada H a y d a r ’ın
büyük oğlu S u lta n A li öldürüldü. S u lta n A li’nin kardeşleri İ s
m a il ve diğerleri ise sâdık ve fedakâr müridleri tarafından Gilân’ a
kaçırıldı. Fakat Azerbaycan ve Anadolu’ daki müridler ile münasebet
ler kesilmemişti. Bu esnada Ak-Koyunlular arasındaki saltanat mü
cadelesi kesilmeksizin şiddetli bir şekilde devam ediyordu. Bu mücadele
den memleket harab oluyor, devlet gittikçe zayıf bir duruma düşüyor
ve A k-K oyunlu eli de maddeten ve manen çöküyordu. Nihayet 905
(1499-1500) de devlet ikiye taksim edildi. Azerbaycan, Errân ve Diyar-
bekir E lv e n d B e ğ ’ e, Acem ve Arab Irakları ile Fars ve Kirman
Y a k u b B e ğ oğlu M u ra d ’ a verildi. Dahilî mücadelelerden memleket
harab ve halk perişan bir duruma düşmüştü.
151
bulundukları yerleri istedikleri gibi idare ediyorlar ve birçok bölgelerde
halka baskı yapıyorlardı. Harekete geçmek için bundan daha müsait
bir zaman olamazdı. Bu sebeble Gilân’ da bulunan Ş e y h -H a y d a r ’m
oğlu İs m a il, yanındaki sâdık birkaç kişi ile oradan ayrıldı ve mürid-
lerini toplamak için Erzincan yöresindeki Saru-Kaya yaylağına geldi
(905 = 1500). Şah İ s m a il Saru-Kaya’dan adamlar göndererek mürid-
lerini yanına gelmeğe davet etti. Bu davet üzerine köylü ve göçebe
Türkler, görülmemiş bir sevinçle her taraftan bölük, bölük onun katma
geldiler. Hattâ bu münasebetle Dulkadır ilinde gerdeğe girmek üze
re bulunan bir gencin dâvet haberinin gelmesi üzerine sevinçle
Erzincan yolunu tuttuğu anlatılır. Ş ah İ s m a il her taraftan, koşup
gelen müridlerinin başında Azerbaycan’ a hareket etti. İlk hedef
Şirvan idi. Ş ir v a n Şah’ı kolayca mağlup eden Şah İs m a il, A k -
K o y u n lu h ü k ü m d a r ı E lv e n d B e ğ ile karşılaştı. Nahçivan yöre
sinde yapılan savaşta (907 Ram azan=1502 Mart) E lv e n d ağır bir
bozguna uğradı. Şah İ s m a il zaferden sonra Tebriz’ e geldi ve orada
hutbeyi 12 imam ve sonra da kendi adına okuttu. Bu suretle şî’î mez-
hebli S a fe v î d e v le t i kuruldu (1502). Şah İs m a il bundan sonra
üstüste zaferler kazanarak 10 yıl içinde hâkimiyetinin sınırlarını Cey
hun’ dan Fırat’ a kadar uzattı; A k - K o y u n l u devleti ortadan kalktı
ve Horasan da özbekler’in elinden çıktı. Bu devletin kurulmasında ve
bu suretle İran’ da şi’i mezhebinin hâkim olmasında en büyük ınes’ -
uliyet A k - K o y u n l u h â n e d a n ın ın , sonra da O s m a n lı h ü k ü m
d a r ı II . B a y e z id ’indir. II. B a y e z id , ülkesinin yanı başında Islâm
âlemini parçalayıcı şî’î mezhebli bir devlet kurulurken devrin en kuv
vetli ordusuna sahib bulunduğu halde buna tamamen seyirci kaldığı
gibi, kendi teb’asmdan binlerce kişinin bu devletin kurulmasına ka
tılmasını da önlememiştir. O sm a n lı müverrihlerinden İ s fa h a n lı H o
ca M u h a m m e d ’in torunu H o c a S a d e d d in E fe n d i:
152
S a fe v î d e v le t in in kuruluşu Türkiye’deki şi’iler arasında öyle
derin bir heyecan yaratmıştı ki, onlar birbirlerine “ şah” sözü ile selâm
veriyorlar, zahmetli yolculuğa katlanıp şahlarını ziyarete gidiyorlardı.
Kendilerine şah yerine Peygamber’ in merkadını ziyaret etmeleri tav
siye edildiğinde: “ biz ölüyü değil, diriyi ziyarete gideriz” cevabını
veriyorlardı. Y a v u z S e lim ’in Ş a h -İ s m a il’ e karşı büyük bir azimle
giriştiği teşebbüs, şî’îliğin Türkiye’de daha fazla yayılmasını önlemiş,
Doğu-Anadolu’y u O sm a n lı d e v le t in e kazandırmış, Şah İ s m a il’in
zaferler silsilesine son vererek onu derin bir ye’se düşürmüş ise de, bil
hassa Yeniçeriler’in itaatsizliği, devlet erkânının onu n kadar mes’ele-
nin ehemmiyetini kavramamış olmaları yüzünden kesin bir netice
vermemiştir.
Yukarıda verilen kısa bilgiden de anlaşılacağı üzere, S a fe v î d e v
le t in i kuran unsur tamamen Türkler’ den müteşekkildir. Bu unsurun
ezici çoğunluğunu da Anadolu’ lu göçebe ve köylü Türkler meydana
getiriyordu. Ş a h -İ s m a il, yukarıda söylendiği gibi, Erzincan yakın
ında başına Anadolu Türkleri’ ni toplayarak, buradan Azerbaycan’a
yürüyüp devletini kurmuştur. Bu keyfiyet, S afe v î d e v l e t in in başlıca
dayanağı olan boy ve obaların yurdlarının bilinmesiyle daha iyi
anlaşılmaktadır. K ızıl-Baş ulusunu teşkil eden ilk kademedeki
oymaklar şunlardır: Ustacalı-Usta-Hacılu- ('S a fe v î eserlerinde Ustac-
lu ), Rumlu, Tekeli, Zulkadr, Şamlu, Afşar, Kaçar. Bunlardan Ustaca-
lular Sivas-Amasya bölgesinden gitmişti. Rumlular’m , Tokat-Amasya,
Çorum , Koyul-Hisar, Bayburt ve Ispir köylülerinden mürekkeb bir
teşekkül olduğu görülüyor. Tekeli, adını Teke sancağı denilen Antalya
bölgesinden almıştır. Tekeliler arasında Menteşe (Muğla bölgesi) köylü
lerinden de bir bölük halk vardı. Zulkadr, Maraş, Elbistan, Yozgat
bölgesindeki Dulkadırlı ulusuna mensup bir boydu. Şamlu, yazın
Sivas’ın güney taraflarında ve Uzun-Yayla’ da oturan, kışın Haleb
bölgesinde yaşıyan Türkmenler’ in Beğdili, Harbendelu , İnallu gibi
oymaklarının kollarından meydanda gelmiştir. Devletin kuruluşunda
ve ilk devirlerde asıl mühim rolleri bu oymaklar oynamışlardır.
Afşar (A vşa r), Dulkadırlu (îmanlu Avşarı) , Haleb Tüıkmenler’i
( Gündüzlü ve Alplu Afşarı)ve A k-K oyunlu Afşarlar’ından (daha
önce İran’ a, gelen ve Kuh-Gilûye’de oturan Mansur Beğ Afşarları)
teşekkül etmiştir. Kaçar (K aça r)’ a gelince bu oymak X V . yüz
yılın sonlarına doğru, A k - K o y u n l u l a r devrinde, Anadolu mm
Boz-Ok (bugünkü Yozgat) bölgesinden gelmiş ve Azerbaycan’da yurd
tutmuştu. İkinci kademede bulunan teşekkülere gelince bunlar: Var
sak, Çepni, Cerid-Silsüpür, Turgutlu, Bayat, Bozcalu, Arabgirlu, Hınıs-
153
lu, Çemişgezeklü ve diğerleridir. Bunlardan Varsaklar ve Çepniler'in
devletin kuruluşuna katıldıklarını biliyoruz. Birincilerin yurdu Adana-
Tarsus bölgesinde, ikincilerinki de Trabzon’un güney batısında ve
Camik’de idi. Cerid-Silsüpür Dulkadırlu elinden ve Turgutlular Konya
bölgesinden gelmişlerdi. Bayat ise Haleb Türkmenleri’ne mensuptu.
Diğerlerinin yurdlarını taşıdıklatı isimler gösteriyor. S a fe v î d e v l e t i
n in kuruluşuna katılmış, AzerbaycanlI teşekkül olarak eskidenberi
Gence ve Berdaa bölgesinde oturan Karamanlı teşekkülü ile Tâlişler’-
den bir zümre görülüyor43S.
154
3- Safevî hareketi Anadolu’ dan altıncı, fakat en devamlı ve en
kalabalık bir göç hareketine sebeb olmuştur. Bu göçler İran’daki Türk
unsurunu kuvvetlendirerek bu unsuru bilhassa Azerbaycan’ da nüfusça
da hâkim bir duruma getirmiş, buna karşılık, Doğu ve Güney Doğu-
Anadolu’ daki Türk unsurunu zayıflatmıştır. Şurası muhakkaktır ki,
Doğu-Anadolu S a f e v i idaresinde kalsaydı, bir müddet sonra burada
türkçeden başka hiçbir dil konuşulmıyaeaktı. O sm a n lı idaresi bu böl
gedeki göçebe 'Türk unsurunu dahi yerinde tutamadı. Onların bir kıs
mı İran’ a., bir kısmı da Orta-Anadolu’ya göç olmak zorunda kaldılar.
Bütün bunlara rağmen Anadolu ile İran’daki Türkler arasında
kültür münasebetleri yüzyıllar boyunca devam etti. Bu hususta ozan
ların halefleri olan âşıklar, bilhassa büyük bir rol oynadılar. K e r e m
ile A slı, A r z u ile K a n b e r , Şah İs m a il, Â ş ık G a rib gibi, İran
Türkleri arasında teşekkül eden halk hikâyeleri Anadolu Türklerinin
de halk hikâyeleri oldu. Buna karşılık K ö r -O ğ lu destanı Anadolu’
da İran’a gitti ve bu destan onların da millî destanı haline geldi. N as-
r e d d in H o c a fıkraları da, K ö r -O ğ lu destanı gibi, Anadolu’ dan
İran’ a gitmiştir.
S a fe v î devletine soıı veren N â d ir -Ş a h dikkate şâyaıı bir şah
siyettir.
N â d ir -Ş a h (1736-1747), İran’dan Afganlılar’ı ve Osmanhlar’ı
çıkardıktan sonra Hindistan’ a kadar giden başarılı seferlerde bulun
muştur. N â d ir -Ş a h , Afşar boyunun Kırklu oymağından idi. Kendi
sinde kavmi duyguların çok kuvvetli olduğu görülüyor. N â d ir -Ş a h ,
Osmanlı hükümdarı I. M a h m u d ’ a gönderdiği mektuplarda, O s m an
lı hânedanmın, kendi mensup olduğu Türkmen kavminin en büyük
ailesi olduğunu söylüyor ve sık sık kavmi akrabalıktan bahsediyordu.
Osmanlı divanından giden mektuplarda N â d ir ’in bu duygusuna ka-
tılındığını gösteren bir ifadeye rastgelinemiyor. Pek muhtemeldir ki,
ne O sm a n lı h ü k ü m d a r ı I. M a h m u d , ne de onun devlet ricali bu
akrabalığın farkında değillerdi. N â d ir aynı zamanda İran’ ın şî’i mez
hebi ile İslâm âlemindeki tecrit edilmiş durumunu görerek meseleyi
halletmek için, samimiyetle harekete geçmişti. Onun Sünniliğe karşı
meyli açıkça görülüyor. Hattâ hayatının feci bir şekilde sona ermesin
de ondaki bu Sünnilik temayülünün mühim bir âmil olduğu söyleniyor.
Muhakkak ki kavmt duyguları kuvvetli, inkılâpçı olan bu büyük şah
siyeti derin bir gaflet içinde bulunan Osmanlı ricali takdir edememiştir.
İran’ da siyasî birliği, aynı asrın sonlarında Kaçar ( İran eserlerinde
Kaçar) hânedanı kurdu. 1925 yılına kadar hüküm süren bu hânedan,
155
İran’daki son Türk sülâlesidir. Kaçarlar kendilerini daima Türk hisset
mişler, türkçe konuşmuşlar ve atalarının İran’a. H ü lâ g ü H an ile birlik
te geldiklerine inanmışlardır. Yukarıda da yazıldığı gibi, Kaçarlar, X V .
yüzyılın sonlarına doğru A k - K o y u n l u l a r devrinde Anadolu’ dan İran’a
gelmişler ve Azerbaycan’da yurd tutmuşlardı. Onların Anadolu’daki yurd-
ları ise, Boz-Ok ( Yozgat) bölgesi idi; X V I. yüzyılda başlıca üç oymak
tan meydana gelmişti: Şam Bayadı, Yıva ve Ağça-Koyunlu. Bu duru
ma göre hânedan bu üç oymaktan birine (Y ıv a ? ) mensup olacaktır.
Kaçar adına gelince, bunun, bu üç oymağın başında bulunan bir beğ-
den geldiği muhakkaktır‘,3S. Kaçarlar’ ı Anadolu’ dan İran’ a getiren
belki de bu beğ idi.
Anadolu’ya Malazgirt savaşından (1071) sonra başlayan göçler,
X III. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. X IV . yüzyıldan itibaren
göç hareketleri aksi istikamette yani Anadolu dan İran’a yapılmaya
başlandı. Görmüş olduğumuz gibi, bu ülkeye X IV . yüzyıldan itibaren
Anadolu’dan gelen siyasî kuvvetler hâkim oluyorlardı. Bunlar başlıca
Uyrat A li P â d iş â h , Celâyir B ü y ü k Ş e y h H a şa n ve Ç o b a n lı K.Ü-
ç ü k -Ş e y h H a sa n ’ın başlarında bulundukları Moğollar, Kara-Ko-
yunlu, A k-K oyunlu, Safevi ailelerinin idaresinde olmak üzere, Türk-
menler’dir. Safeviler’ in devleti de, dayandıkları askerî zümre bakımın
dan, Kara-Koyunlular ve A k-Koyunlular’ınki gibi, B a b ü r ’ün gayet
isabetli olarak vasıfladığı üzere, bir Türkmen devletidir. Afşar ve
Kaçarlar’ ın devleti de böyledir.
436 Kaçar''ın, şalııs adı olarak kullanıldığım bildiğimiz K a ıa ç a r ’ın yeğnileşmiş bir şekli
olması da muhtemeldir.
156
ile doldu. X III. yüzyılın ortalarında, Selçuklu ülkesine yabancıların
“ Türkiye” ve “ Türkistan” adım vermeleri, bu husus ile ilgilidir. Fakat
Türkistan dan yalnız Türk göçebe toplulukları değil, onun yanında,
yarı göçebe ve yerleşik köylü-şehirli Türk unsurlarından da mühim
nüfusun Anadolu’ya, geldiği anlaşılıyor 437. Moğol istilâsı sonucunda
Türkistan’ın yaşanmıyacak bir duruma gelmesi bunda en mühim bir
âmil olmuştur. Hattâ İran’dan da, aydınlardan, tâcirlerden ve sanat
kârlardan mühim bir zümrenin geldiğini biliyoruz. Anadolu’ya, gelen
Türkmenler'in bir kısmı, bu ülkede kendi yaşayışlarına uygun yerler
bulamamışlar, ormanlık ve dağlık yerlerde yurd tutmak mecburiyetin
de kalmışlardı. Bunların Maraş bölgesindeki ormanlarda yaşayanları
na Ağaç-Eri (Orman adamı) adı verildi 438. Bu yaşamanın sonucu olarak
Ağaç-Eriler’ in torunlarının mühim bir kısmı ağaç işçiliği ile meşgul
oldular. Bunlar Tahtacı olarak vasıflanan zümredir.
437 Bu hususta: F. Süm er, Anadolu’y a yalnız göçebe Türkler mi geldi ?, Belleten , X X I \ ,
s. 567-594.
430 Bu Türk topluluğu hakkında: F. Süm er, Ağaç-Eriler , Belleten , X X V I, s. 521-528.
157
iktisaden sıkıntı içinde bulunmaları ve onlara yalnız istismar edilen unsur
gözü ile bakılmasıdır. Bu telâkki Osmanlı devrinde de devam etmiş
ve bu devletin de başına birçok gaileler açmıştır. Bu hânedanlar siyasî
faaliyetlerinin ilk zamanlarında eldaşları Türkmenler’ den güzelce fay
dalanıyorlar, sonra kullardan müteşekkil hassa ordusuna sahip olunca
onları hizmetlerinden ayırıyorlardı. Ancak müşkül bir duruma düş
tükleri zaman yeniden Türk oymaklarından istifadeyi düşünüyorlar,
hattâ bazan onları “ evlâd-ı-fâtilıân” gibi sözleri ile okşuyorlardı.
158
bir müdafaa kuvveti vücuda getiremediler. Bilâkis Türkmenler’ e karşı
Moğollar’ a dayandılar. B a b a İs h a k isyanı Türkmenler’ in devlet
idaresinden hiç memnun olmadıklarını açıkça ortaya koymuştur. Y ok
sul bir durumda oldukları anlaşılan bu Türkmenler, daima görüldüğü
gibi, her halde tahsildarların haksız ve haşin muamelelerine de maruz
kalmışlardır; Selçuklu sultanları nın Moğol labiiyyeti altına girmeleri
üzerine devlete karşı büsbütün itaatsizlik gösterdikleri gibi, Moğollar’a.
da baş eğmediler. X III. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklu
sultanları bunları itaat altına alacak bir kuvvete sahip değillerdi. Bu
sebeble ilk tlhanlı hükümdarı H ü lâ g ü (1256-1265), Anadolu’ daki
Moğol kumandanlarına Türkmenler’ i tenkil etmeleri buyruğunu ver
m işti439. Moğollar bilhassa Sivas ve Kayseri bölgesindeki Türkmenler
ile Ağaç-Eriler’ e saldırdılar. Moğollar onlardan birçoklarını öldürdüler
ve Ağaç-Eriler’ e ağır bir darbe indirdiler ise de onların çoğu güney’ c
inerek Memlûk topraklarına sığındı 440. İ b n Ş e d d a d 441 S u lta n B a y -
B a rs (1260-1277) zamanında 40 000 evden ziyade Türkmen’in geldi
ğini, bunlara Gazze’-den Antakya ve Sis’e (bugünkü Kozan) dek olan
sınır bölgesinde yurd gösterildiğini, beğlerinin çoğuna Haçlılar’ dan
alınmış yerlerde dirlikler verildiğini söylüyor. Gerçekten hiç bir zaman
da Suriye’ de Memlûk devrinde olduğu kadar Türkmen toplanmamış
tır. Mamafih bu Türkmenler’ in çoğu bu ülkede daimî olarak yaşamı
yorlar, yaz gelince Anadolu’ya, çıkıp Maraş bölgesinde, Uzun-Yayla’-
da ve Sivas’ın güney taraflarında oturuyorlardı. Bu Türkmenler’ deıı
aşağıda yeniden bahsetmek üzere şimdi tekrar Anadolu’ya, dönelim.
439 Cl. Calıen, Quelque textes negliges concernant les Turcomans de Rûm , Byzantion, X IV ,
s. 131-139; F. Süm er, Ağaç-Eriler, s. 524.
440 Gösterilen yerler.
441 B ay-Pars tarihi, türkçe tercümesi Ş. Y a ltk a y a , (T.T.K.), İstanbul, 1941, 155, 171.
yapmaya başlamışlardır. Nihayet A b a k a , C e lâ y ir T o k u ’yu gönderdi.
T ok u d a bu Tiirkmenleri tenkil etti 442.
442 Mukâtebât'i Reşidi , yay. M u ham m ed Şefi, Lahur , 1945, X L V I mektub, s. 273-
278. Mektub M u in u d d in P e r v â n e tarafından yazılmıştır. Mektupların yayınlayıcısı rah
metli M u ham m ed Şefî\ bu mektupta geçen Ş em su d d in M ehm ed B e ğ ’in Karaman oğlu
olduğunu söylüyorsa da, mektuptaki yer adları böyle bir hükme imkân vermemektedir.
443 Müsâmeret ul-ahbâr, yay. O sm an T u ra n , (T.T.K.), Ankara , 1944, s. 71. Çağdaş
bir Ermeni kaynağına göre Karaman Ermeniler ile yaptığı bir savaşta aldığı yaralardan, çok
geçmeden, ölmüştür (Cl. Cahen, Notes pour Vhistoire des Turcomans d'Asie M ineure au X I I I e
sikcle, J. A., 1951, s. 344).
444 Selçuk nâme, Topkapı Sarayı, Revan ktp., nr., 1390.
445 îb n B îb î, el-Evâm ir-ul-Alâiyye fıl-u m û r iI-Alâiyyc, (T.T.K.), tıpkı basım, Ankara,
1956, s. 696.
160
S ı hakkında id i446 ki hu, Türk kültür tarihi bakımından mühim bir
hâdisedir. Konuşulması istenmeyen dilin farsça olduğu muhakkaktır.
Bu karar her halde yalnız M e h m e d Beğ’in değil, o zaman sayısı epey
ce fazlalaşmış bulunan aydın Türkler’ in de duygusunu ifade etmiş olsa
gerektir. Esasen bu esnada klâsik Türk edebiyatı da ilk mahsûllerini
vermeğe başlamıştı.
M e h m e d 'B e ğ Türkmenler’ i istihfaf eden vezir F a h r u d d i n A 1i’-
nin oğullarını da yenerek durumunu kuvvetlendirdi ise de, Moğollar’ ın
gelmesi neticesinde lç-el’ e çekilmeğe mecbur oldu. Gerçekten Bay-
Bars’ın Suriye’ ye dönmesi üzerine Moğol hanı A b aka mühim bir kuv
vetle Anadolu’ya, geldi. Elbistan savaşında öldürülen Moğollar’ ın öcü
nü Türk halkından aldı ve Kayseri’ den Erzurum’a kadar olan yerlerde
katliâmlar, yağmalar ve tahribler yaptırdı ki, Memlûk müverrihleri
öldürülenlerin 200 000 kişi olduğunu yazarlar 447. K a r a m a n -o ğ lu M eh
m e d B e ğ ’e gelince onun üzerine Moğol şehzadesi K o n g u r t a y gön
derilmişti. M e h m ed B e ğ Moğollar’ a karşı yiğitçe müdafaaya girişti;
fakat, bizzat çıktığı bir keşif hareketi esnasında Moğollar’ ın ok yağ
muruna tutularak iki kardeşi ile birlikte şehid düştü. İşte, K on ya ’da
Türk dilinden başka hiç bir dilin konuşulmamasını isteyen M eh m ed
B e ğ ’in hayatı böyle hazin bir şekilde sona erdi. Bununla beraber M eh
m ed B e ğ ’in ölümü acı bir kayıb olmuşsa da Karamanlılar’m kuvveti
kırılmamış ve Moğollar ile mücadele azimleri zayıflamamıştı. Onlar
Anadolu Türklüğü’nün Tatarlar’a. karşı en mücadeleci unsuru olmuş
lardır. G a z a n H a n Karamanlılar’ı , devletinin düşmanlarından biri
sayıyor ve hâkimiyetinin batıya uzanmasında başlıca engel olarak
onları görüyordu.
M eh m ed Beğ’in hareketlerine bakılırsa, onun Selçuklu devle
tinin idaresini eline alarak Moğollar’ ı memleketten kovmak gayesini
güttüğüne hükmedilebilir. Bilhassa Memlûkler’ den kuvvetli bir des
tek görse idi, başarıya ulaşması her halde imkânsız değildi.
Bizans ucuna gelince, bu uzun hudud bölgesinde Türkmenler es
kiden beri kalabalık kümeler halinde yaşıyorlardı. Moğol istilâsı ve
baskısı üzerine bu uc bölgelerindeki Türkmen kümelerinin nüfusları
pek fazlalaşmıştı, ö y le ki, coğrafyacı İ b n - S a id 448 (ölümü 1274 veya
1286), bunlardan yalnız Denizli bölgesinde yaşayan Türkmenler’ in
200 000 çadır kadar olduklarının rivayet edildiğini yazar. Bu Türkmen-
161
ler B iz a n s topraklarına akınlar yapıyorlar, elde ettikleri tutsakları
satıyorlardı. Bununla beraber bu Türkmenler hayatlarını yalnız akm-
cıhk yapmakla geçirmiyorlar, yaptıkları kilimleri de harice satıyorlar,
M ısır’a, ve başka yerlere kereste gönderiyorlardı449. B a r t h o ld 450 bu
Türkmenler’ in kilim imali yapma sanatını Orta A sya ’ dan getirmiş ol
malarının pek muhtemel olduğunu yazıyor. Bu Denizli (asıl adı: Do-
nuzlu) Türkmenler’i X III. yüzyılın ikinci yarısında denize ulaşarak
bugünkü Muğla bölgesinde Menteşe beğliğini kurdular. S e lç u k lu
devletinin zayıflaması üzerinde Denizli’de î n a n ç - o ğ u l l a r ı ve İspar
ta ile Antalya bölgesinde, yine Türkmenler tarafından H a m id -o ğ u l-
la r ı b e ğ liğ i kurulmuştur.
Kütahya dolaylarında da mühim bir Türkmen kümesi vardı. 1277
yılında bu bölgede Germiyanlılar’m yaşadığı görülüyor. Bunlar 1240
tarihinde Malatya bölgesinde bulunuyorlardı. Onlar bu tarafa Moğol
baskısı üzerine 1260 tarihinden sonra gelmiş olsalar gerektir. Batı-
Anadolu’ nun diğer bölgelerini de, A y d ı n - o ğ l u M eh m ed , S a r u -H a n
ve K a r s i adlı beğler açtılar ve A y d ı n - o ğ u l l a r ı, S a r u h a n -o ğ u l-
la r ı (M anisa bölgesinde), K a r a s i - o ğ u ll a r ı (Balıkesir bölgesinde)
beğliklerini kurdular. Bu fetihler X IV . yüzyılın ilk çeyreğinde sona
ermişti. Marmara bölgesi ise Söğüt yöresinde yaşayan O sm a n B e ğ
ve oğlu tarafından alındı. O sm a n da bir Türkmen beği idi; babası
E r t u ğ r u l, oymağı ile birlikte Söğüd’e Ankara taraflarından gelmişti.
Bunun Moğol baskısı üzerine 1277 yıhndan az sonra olması muhtemel
dir. O sm a n lı ailesinin atalarının Anadolu’ya gelişleri meselesine ge
lince, onların Moğol istilâsı sebebi ile -yaşamakta oldukları Merv ya
kınındaki Mâhân’d an An-Anadolu’ya geldikleri hakkında eski O s m an
lı tarihlerinde bulunan rivayeti reddetmek için hiçbir sebeb yoktur
162
m e d B e ğ ’in X IV . yüzyıldaki haleflerinin divânında türkçenin yazı
dili olarak kullanıldığı üzerinde elimizde hiçbir delil yoktur.
E b û S a id B a h a d ır H a n ’ın ölümü üzerine (1335) Moğollar ara
sında şiddetli bir iç mücedale başladı. Buııuıı sonucunda Anadolu beğ-
likleri tam bir istiklâle kavuştular. Artık Türkiye’nin güneşli günleri
başlamıştı. Memeleket bolluk içinde, halk mes’ud idi. Moğol hâkimi
yetinin ızdırablı devri geride kalmıştı. Bütün şehir ve kasabalarda
başlarında “ ahi” isimli reisleri bulunan esnaf ve san’ atkâr dernekleri
vardı. Bunlar silâhlı olup, beledî kuvveti temsil ediyorlardı; bütün
gün çalışan dernek mensuplan geceleri dernek merkezinde toplanarak
sohbet ederler, türküler çağırıp raksederler idi. Bunların dernek mer
kezleri aynı zamanda misafirhâne hizmetini de görüyordu. Bir A na
dolu şehrine uzak yakın yerlerden gelen yabancılar bu ahi odalarında
pek sıcak bir konukseverlik görüyorlardı. Bu konukseverlik Türk ol
mayan yabancıları hayretler içinde bırakıyordu. Ahiler ortadan kalk
tıktan veya ehemmiyetlerini kaybettikten sonra şehir ve kasabaların
ileri gelenleri konuk odalan tesis ederek bu geleneği devam ettirdiler.
Köylerde ise ağalann, aynı gaye için odaları vardı. Hattâ bir ağanın
bazan iki odası olup, bunlardan biri yoksul yolcular içindi. Bu yok
sul yolculara son zamanlarda kara misafir deniliyordu. Türkler de en
eski zamanlardan beri İçtimaî yardım duygusunun çok kuvvetli oldu
ğu bir vâkıadır ve bu, her zaman yabancıların dikkatini çekmiştir.
Yemek üzerine gelen bir kimse mevkii, kavmiyeti ve dini ne olursa ol
sun, samimî bir şekilde yemeğe buyur edilir, eğer aç olduğu halde ye
mez ise bu, ayıb sayılırdı. Bu keyfiyet her halde yemek yenildiğini
gören kimsenin, o yemekte bir hakkı olduğu telâkkisi ile ilgilidir.
163
aralarında Uygur ve diğer Türk kavimlerinden mühim zümreler
de vardı. 1337 yılında bu Tatarlar'ın başında E m ir E r e tn a bu
lunuyordu. E r e t n a Uygur TurfcZer’indendi; iyi bir tahsil görmüş
tü ve arabçayı da fasih bir şekilde konuşuyordu. E r e tn a 1343 yılın
da, Tebriz’ deki İlhanlık tahtına oturan S ü le y m a n H a n ve asıl
iktidarı elinde tutan Ç o b a n lı E m ir Ş e y h -H a s a n ’ı yendikten
sonra, Orta ve Doğu-Anadolu nun.mühim bir kısmına müstakillen hâ
kim oldu. İdaresi altında bulunan halkı, kendisine “ K ö s e -p e y g a m -
b e r ” dedirtecek derecede adâletle idare etti (ölümü 1352). Halefleri,
E r e tn a gibi dirayetli olmadıklarından iktidar onlara kadılık, vezirlik
ve nâiblik yapan K a d ı B u r h a n e d d in ’in eline geçti (1380). K a d ı
B u r h a n e d d in Oğuzlar’m Salur boyuna mensup olup, beşinci dedesi
M eh m ed , Moğol istilâsı üzerine Harizm’ den Anadolu’ya, gelmişti.
Buna göre M e h m e d Mangışlak’ taki Saluılar’ a mensup olmalıdır.
452 Eserin. İngilizce ve türkçe tercümelerinde Ak-koyunlular deniliyor ki, çok yanlıştır.
Eserin en son İspanyolca yayınında dalıa doğru olarak: Tartaros blancos (Ak-Tatarlar) görülü
yor (Embajada â Tamorlân , yayınlayan F. L o p e z E s tra d a , Madrid, 1943, s. 92, 123).
164
m u ı’un ölümünü takib eden karışıklık yıllarında Anadolu’ya kaçmak
istemişlerse de bu teşebüslerinde muvaffak olamamışlardır.
Kara- Tararlar’ ın az bir kısmı sağa ve sola kaçmak suretiyle A na
dolu’ da kalmıştı. Bunlar arasında, S e lç u k lu devrinde Anadolu daki
Moğol vâlilerinin en âdili olarak vasıflanan K u in - T a t a r Sam ağar
N o y a n ’ın ailesi de vardı. Ç e le b i M eh m e d Samsun seferinden dö
nerken Iskilib yöresinde bu Tatarlar’ ın bir kısmını görmüş ve onları,
başları M in n e t B e ğ oğlu ile birlikte Rum-eli’ ye göçürmüştür. Tahrir
defterlerinde bu Kara-Tatarlar’ m şurada burada kalıntılarına rastge-
linmektedir.
X III. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında kalabalık sayıda bir
Çepni kümesinin Sinob taraflarında yaşadığı görülüyor. Bunlar karı
şıklıklardan faydalanarak Sinob’u almak isteyen T r a b z o n -R u m
i m p a r a t o r u n a karşı, şehri başarı ile müadfaa etmişlerdi. Bu Çepni-
ler’ in, Samsun’un doğusundan Giresun’ a kadar uzanan ve Canit (Ca-
nik) denilen bölgenin fethinde mühim bir rol oynamaları ve Ordu böl
gesinde kurulmuş bulunan H a c ı - E m îr l i b e ğ li ğ i ’niıı bunlara men
sup olması muhtemeldir. 1381 yılında Giresun, H a c ı-E m îr li S ü le y
m an B e ğ tarafından fethedilmiştir. Bu tarihte biz Çepniler’ i Tirebolu
önlerinde görüyoruz. C la v ij o’nun seyahat-nâmesinden, Çepniler’ in
Trabzon-Erzincan arasında da kuvvetli bir varlık gösterdikleri anla
şılıyor453. Trabzon bölgesi, 1462 yılında F a tih tarafından açılmak su
reti ile Kuzey Doğu-Anadolu’nun fethi tamamlanmıştır.
165
Ak-K oyu nlu faaliyetine katılmış, bir oymağı Şarnlu boyu arasında
İran’ a, gitmiş, bazı kolları da Amasya, Samsun ve Çankırı taraflarında
yurd tutmuştur. K ö p e k -o ğ u I I a r ı’nın ve G ü n d ü z -o ğ lu lla r ı’nın
Avşar’ dan, B o z c a - o ğ u l l a r ı ’nın Bayat’tan oldukları anlaşılıyor. H ar-
b e n d e - o ğ u l la r ı ’mn ise hangi boya mensup bulundukları bilinemi
yor. Bu adın Ilhanlı hükümdarı H a r b e n d e ’den alınmış olduğu gö
rülüyor. H a r b e n d e lu teşekkülü, bilhassa Malatya bölgesinde yurd
tutmuştur. Bu teşekkülün İran’a giden kolunun adının, hükümdarınki
gibi, H ü d â b e n d e lu ’ya çevirildiğini biliyoruz. IIar bendelular’dan
bazı obalar da X V II. ve X V III. yüzyıllarda Orta ve Batı-Anadolu’ya
gelmişlerdir.
454 Millî Lir hâtıra olan Boz-Ok adının kaldırılmasının sebebini anlamak gerçekten güç
tür.
166
parçalanması idi. Y ıl d ı r ı m B a y e z i d ’in ülkesine dahil bulunan K e
mah kalesi ancak 1515’te tekrar O sm a n lı idaresine girebildi. Bununla
beraber, Türk halkı, X IV . yüzyılda olduğu gibi, bu yüzydda da mut
lu bir hayat geçirmiştir. 1432 yılında Türkiye’den, geçen bir Fransız
gezgininin intibaları, bir asır önce Anadolu y\ı dolaşan İ b n B a t t û t a ’ -
nınkinden (1332) farksızdır.
167
U z u n -H a s a n B e ğ , A k-Koyunlu tarihinde, (Kitâb-ı Diyârbek-
riyye) O ğ u z -H a n ’ın torunu olarak vasıflanıyor.
168
ruz ki, bu isimlere başka hiç bir Türk hânedanında rastgelinmez. Kav-
mî duyguların şuurlu bir şekilde canlanması millî bir tarih görüşü de
yaratmıştı. Neşrî tarihi bunun en güzel misâlidir. Bu eserde, O sm a n lı
tarihinden önce, O ğ u z -H a n ve o ğ u lla r ın a , O ğ u z b o y la r ın a ,
K a r a -H a n lıla r ’a ve S e lç u k lu la r ’a ait bahisler yer almıştır. Kavmî
duyguların canlanması cereyanı din adamları üzerinde de tesirsiz kalma
mıştır. Hacı Bektaş vilâyet-nâmesi ve Saltuk-nâme gibi eserlerde bu
cereyan yankılat bırakmış olduğu gibi, Bayat boyuna mensup, Ş ey h
Ö m er R u ş e n î müridlerinden, M a h m u d o ğ lu H a şa n , Cem S u l
ta n için O s m a n lıla r ’m O ğ u z -H a n ’ a kadar giden atalarına dâir bir
eser yazmış ve Gülşenî tarikatının kurucusu I b r a h im -i G ü lş e n î de
(mutad üzere) kendisini P e y g a m b e r soyuna veya onun salıâbesinden
birine değil, O ğ u z - A t a ’ya bağlamıştı. 883 (1478) yılında, R u m -Ili’n-
de ölen Bektaşî şeyhlerinden O tm a n B a b a ’mn Oğuz dilini konuştuğu
ve Oğuz-nâme usulünce şiirler okuduğunu da biliyoruz. F â tih devrin
de, Türk’ü, diğer kavimler ile mukayese eden bir müellif, Türk’ün mu
kayese ettiği kavimlerden üstün vasıflara sahib olduğunu söylüyor.
169
sâdıkane bir şekilde devam ettirmişlerdir. Memlûk hükümdarlarından
el-M elik e l-M ü e y y e d Ş ey h , Türkler’i kavimdaşları olan Çeıkesleı’e
tercih ederdi. Halefi P a r s -B a y ise kendi kavmi Çerkesler’i daha çok
severdi. Ancak o bunu belli etmezdi. Fazla olarak P a r s - B a y ’ın Türk-
Ze/’ den de yakın dostları vardı. Müverrih A y n î, geceleri ona tarih okur
ve okuduğunu türkçe izah ederdi. Çerkeş Memlûkleri, türkçeyi kendi
ana dilleri saymışlar, Türk geleneklerine bağlı kalmışlar, Türk şeyh
lerini, ilim adamları ve şâirlerini himaye etmişlerdir. Türkçe bilen ay
dınlar onların katında imtiyazlı bir mevkie sahib idiler. Türkiye’ deki
edebî faaliyetler onlarca da takib olunuyordu. Son Memlûk hüküm
darlarından’ K a n s u h u l- G a v r îd e böyle idi. Y a v u z ’un “ Koca (ih
tiyar) Çerkeş” dediği K a n su h , F ir d e v s î ’nin Şah-nâme’ sini türkçeye
çevirtmiş olduğu gibi, kendisi de türkçe şiirler söylüyordu. Halbuki,
S e lim ’in türkçe hususunda K a n su h , gibi himmet gösterdiğini bil
miyoruz. Hülâsa X V . yüzyılda, Osmanlı, Karaman, M ısır, Tebriz, H e
rat ve Semerkand saraylarında türkçe konuşuluyordu. Bu asır her ba
kımdan Türklüğün yükselişi asrı idi.
170
ka köyünden olan H a şa n H a lîfe Erdebil’e giderek, Ş e y h H a y d a r ’-
ın hizmetinde bulunmuş ve onun halîfesi olarak Teke’ ye dönmüştü.
Oğlu Ş a h -K u lu başına 10 000 kişi toplayarak ayaklandı. Teke’ yi elde
ettikten sonra, üzerine yürüyen Anadolu beğlerbeğisi K a r a -G ö z Pa-
şa’yı yenib öldürdü. Karaman beğlerbeğisi H a y d a r P a ş a ’yı da ay m
âkıbete uğratan Ş a h -K u lu , Kayseri yöresindeki Çubuk ovasında,
Vezir-i âzam H a d ım A li P a şa ile karşılaştı. Yapılan şiddetli bir sa
vaşta her ikisi' de telef oldular. Tekeliler, hiç bir takibe uğramadan
İran’ a gittiler (1511). İran’ a, giden bu Tekeliler’ in, 15 000 atlı olduğu
haber veriliyor; yanlarında çoluk ve çocukları da vardı. O sm a n lı
tarihlerinde Ş a h -İ s m a il’in niçin isyan ettikleri sorusuna, bunların
şu cevabı verdikleri söylenir: “ B a y e z id H a n pir olup i’tilâl-i mizâcı
ihtilâl-i mülke müeddî olup, tedbir-i umurdan el çekmiştir. Tetavul-i
vüzera ile çok mezalim cereyan etti. Zulümlerine tahammül edemeyüh
bu sureti ihtiyar ettik 460” . Bu sözlerde büyük bir gerçek payı vardır.
Bu isyandan sonra, Teke ve Hamid sancaklarında bulunan Kızıl-Baş
Türkler’ den bazıları Mora taraflarına sürülmüş olduğu gibi, Y a v u z
S e lim de Şah İ s m a il’in üzerine yürümeden önce, tehlikeli gördüğü
Kızıl-Baş Türkler’ den bir kısmını öldürtmüş ve bir kısmını da hapsettir-
mişti. Bununla beraber, Çaldıran savaşındaki O sm a n lı ordusunda,
küçümsenmiyecek sayıda ICızıl-Baş Türkler’in varolduğunu biliyoruz461.
Çaldıran savaşında Ş a h -İ s m a il’in ordusu menşe bakımından en-
az S e lim ’inki kadar Türk idi ve her iki ordu da Oğuz veya Türkmen
kavminin mensupları ve hattâ pek mühim bir kısmı aynı Ülkenin ço
cukları idiler.
1518 yılında, Boz-Ok Türkmenler’ inden C elâ l adlı dirlik sahibi
bir şahıs, başına 20 bin kişi toplayarak büyük bir isyan çıkarttı. A m as
y a ’ya bağlı Turhal kasabası halkından olan C elâl, Mehdilik iddiasiyle
ortaya atılmış, başarı kazanamıyacağını anlayarak İran’ a, doğru yol
lanmıştı. Fakat, D u lk a d ır b e ğ i Ş e h s u v a r -o ğ lu A li B e ğ tarafın
dan, Erzincan Akşehiri’ nde yenilerek öldürüldü. Fakat, C elâ l’in ayak
lanması okadar meşhur olmuştu ki, bundan sonra Anadolu’ da devlete
karşı yapılan ve dinî mahiyette olmayan ayaklanmalar da C e lâ lî sö
zü ile vasıflanmıştır.
C e lâ l’in gâlibi D u lk a d ır b e ğ i Ş e h s u v a r -O ğ lu A li B e ğ de,
K a n u n î devrinin ilk yıllarında (1522) hiyle ile öldürülerek bu beğ-
171
liğin de hayatına son verildi. Halbuki A li B eğ , O sm a n lı d e v le t in e
büyük hizmetlerde bulunmuştu. Kendisi, ekser D u lk a d ır lı beğleri
gibi, çok yiğit ve dirayetli bir kumandandı. Böylece Boz-Ok ( Yozgat)
ve Maraş bölgesi de doğrudan doğruya O sm a n lı memurlarının eline
geçti. Bu husus, oralarda yeniden ciddî ayaklanmalara sebeb oldu.
Bunlardan biri Boz-Ok’ taki Türkmen oymaklarından S ö k le n boy
beğisi M û sa ile D u lk a d ır lı ailesinden Z ü n n u n tarafından çıkarıl
mıştı. M û sa ’ııın ekinliğine fazla vergi yazılmıştı. M û sa bunun 100
akçesinin indirilmesini rica etti ise de ricası kabul edilmediği gibi, ya
nında bulunap bir dedenin de sakalı kesilerek tahkir edildi. Bu hâdise
üzerine isyan başladı. Mohaç savaşının yapıldığı gün Anadolu’ da, da
kan gövdeyi götürüyordu. M ûsa ve Z ü n n u n o gün Karaman beğler-
beğisini mağlûp edip öldürdüler. Türkmenler bunu takiben üzerlerine
gelen birkça O sm a n lı kuvvetini de yenmeğe muvaffak oldular ise de
nihayet mukavemetleri kırılıp isyan bastırıldı (1527).
173
X V I. yüzyılda, daha önceki yüzyılda olduğu gibi, göçebe anla
mında yörük (yörümekten) sözü kullanılıyor ve bu söz Haleb Türkmen
leri gibi teşekküllere de veriliyordu. Fakat daha sonraları Yörük ke
limesi gerçek anlamını kaybetmiş ve Batı-Anadolu ile Güney Batı-Ana-
dolu’ daki oymakların umumî adı olmuştur. Yani Yörük bu bölgelerde
X V II. yüzyıldan önce yaşayan göçebe, yarı göçebe oymaklar anlamını
ifade etmiş ve bu, zamanımıza kadar gelmiştir 465. Buna göre Yörük
adının kavmî hiç bir mânâsı yoktur. Yörükler de Oğuz boylarından
gelmektedir. X V I. yüzyılda kavim adı olan Türkmen kelimesi ile va
sıflanan başlıca eller: Haleb Türkmenleri, Boz-Ulus, Dulkadırlılar ile
Boz-Ok’taki oymaklardı. Daha sonraları bu ad Haleb Türkmenleri ile
Boz-Ulus’a. münhasır kaldı. Bu iki elden X V III. yüzyıldan itibaren
Orta ve Batı-Anadolu’ya gelenlere de Türkmen denilmiş, hattâ köyler
de ve kasabalarda yerleştikten sonra da zamanımıza kadar bu adla
anılmışlardır. Bu gün Orta ve Batı-Anadolu da bazı yerlerde yan yana
Türk, Yörük ve Türkmen köylerini görmek mümkündür. Bunun izahı
şudur: Türk adıyla vasıflanan köyler, o bölge veya yörenin S e lç u k lu la r
ve beylikler devrinden beri yerleşmiş en eski Türk halkına ait olanlardır.
Yörük adıyla vasıflanan köyler, oralarda, X V II. yüzyıldan önce yaşayan
ve son asırlarda yerleşen Yörükler’in kurdukları köylerdir. Türkmen
köyleri ise X V II. yüzyıldan itibaren Orta ve sonra Batı-Anadolu ile
Marmara bölgesine göç etmiş ve son asırlarda oralarda yerleşmiş Boz-
Ulus, Haleb Türkmenleri ve Y en i-İl’e mensup oymaklar tarafından
meydana getirmiş olanlardır 466. Dikkate değer bir keyfiyettir ki O s-
m a ıılı devrinde Boz-Ulus ve Haleb Türkmenleri gibi eller bile Yörük
ler’den daha erken yerleşik hayata geçmişlerdir. Bugün Türkmenler’- .
den hemen hemen hiçbir göçebe teşekkül görülmez. Fakat Toroslar’ da
hâlâ bu hayatı devam ettiren Yörük oymaklarına rastgelinir 467. Hüla-
174
Sa: Türk, Türkmen, Yörük, Tahtacı, Kızıl-Baş (Alevî) adları ile vasıf
lanan topluluklar arasında kavmî hiç bir fark olmayıp, hepsi Oğuz
(Türkmen) kavminin torunlarıdır.
4 - Haleb Türkmenleri:
175
ların Ankara bölgesine kadar gelmiş oldukları görülüyor. Kayseri ve
Kır-Şehir bölgeleri de bu el’in yerleşme sahaları arasında idi. Daha
sonraları onlardan mühim bir kısmının ( Cerid, Tecirli ve Ağça-Koyun-
lu) Çukur-Ova’ da oturak yaşayışa geçtiklerini biliyoruz. Bu büyük el,
başlıca şu boylardan meydana gelmişti:
I - Anamaslı öbür adı Karaçalı (bazı obaları: Yazır, Sevinçlu,
Oruç-Beğlu , Ulaşlu, Urcanlu, Kazancılu, Söylemezlu, Yol-Basanlu,
Kara-Haytalu).
2 - Dokuz , öbür adı Bişanlu (bazı obaları: Karkın, Karamanlu,
Kürd-Mihmadlu, Avcı, Demrek, Hacılar, Neccarlu, Dokuz-Koyunlu).
3 - Küreciler
4 - Cerid (bazı obaları: Bayır-Cerid, Kara-Hasanlu, Oruç-Gazilu,
Mamalu).
5 - Peçenek
6 - Kavurğalu
7 - Elçi
8- Döngelelu (? )
9- Küşne
10- Yuvalu (yahut Kara-Yuvalu)
II- Tekelu
12- Varsak
176
5 - Çukur-Öva:
468 Bu lıususta: F. Süm er, Çukur-Ova tarihine dâir araştırmalar, Tarih Araştırmaları
Dergisi ,1963, I, sayı: 1-98.
469 F. Süm er, Anadolu'daki Türk aşiretlerine umumî bir bakış, s. 513.
177
ise umumiyetle çiftçilik yapmaktadır. Yaban-Eriler’in çoğunun Beğ-
Dili boyuna mensup oymaklardan meydana geldiği görülüyor. Baş
lıca Yaban-Eri teşekkülleri şunlardır: Beğ-Dili, Bayat, Avşar, Bayın
dır, Harbendelu, Kara-Koyunlu.
Boz-Ok: (bu günkü Yozgat bölgesi): burası daha önce de işaret edil
diği gibi, Kara-Tatar denilen Moğollar’ m başlıca yaşadıkları bir yer
idi. T im u r ’un, bunlardan çoğunu beraberinde Türkistan’ a, götürmesi
üzerine, X V . yüzyılın ilk yıllarında Boz-Ok Türkmenleri, yani Dulka-
dırlı eli ile Haleb Türkmenler i’ne mensup teşekküller burada güçlüğe
uğramaksızın yurd tuttular. Aşağıda yörelere göre zikredilecek olan
oymaklar arasında Tatarlar’ dan başka yerli teşekküller olup olmadı
ğını kesin bir şekilde tesbit etmek bugün için pek mümkün değildir.
178
İli-Su: Tatar (Moğol), Aıslan-Beğlu, Ağçalu.
Sorgun: Zâkirlu, Kızıl-Kocalu.
A k -S a ra y: Bektaşlu.
K oş ( K o ç )-H isa r : Boz-Kırlu, Boz-Doğan , Urunğuş, Hindlu,
Cüneydlu, Celâyir.
Urgüb: Cemallu, Yuvalu.
Niğde : . Bereketlu, Dündarlu, Bulğarlu,
179
D evelu: Benderi-Beği.
180
Doğan*daıı ve Boz-Kırlu’ dan olmak üzere mühim kolların Orta A n a
dolu’ daki Koç-Hisar yöresine göç etmiş oldukları görülüyor. Yine aynı
devirde daha az ehemmiyetli oymakların da Teke ( Antalya) bölgesine
göç ettiklerini biliyoruz. Kıbrıs’ın fethinden sonra, Iç -Il bölgesinden
vakit, vakit bu adaya da göçmen gönderilmiştir. Böylece , bugünkü K ıb
rıs Türkleri’ nin mühim bir kısmı İç -İl Yürükleri’ nin torunlarıdır.
181
ve Aziz-Beğlu, Kara-Keçilu, Tos-Boğa ( Uj^ y ); Beğ-Pazarı, Sivri-
Hisar ve Sultan-Önü kazalarında da, mühim bir kısmını Gençlu oyma
ğının meydana getirdiği Ulu-Yörük teşekkülü (929=1523 tarihinde:
3 985 vergi nüfusu) yaşamaktadır. Yukarıda adı geçen oymaklardan
Tos-Boğa eski O sm a n lı tarihlerinde Moğol olarak vasıflanır. Kara-
Keçililer’e gelince, bunların bugün Eski-Şehir bölgesinde yaşadığını
gördüğümüz Kar a-Keçililer’ in ataları oldukları anlaşılıyor. Ankara
sancağındaki bu Kara-Keçililer de Ulu-Yörük’ e bağlı ve Kır-Şehir
toprağında yaşayan büyük Kara-Keçili oymağının bir kolunu teşkil
ediyorlardı.
Anadolu’nun diğer bölge ve yörelerinde de X V I. yüzyılda yan
göçebe oymaklar yaşamakta iseler de, bunlar o kadar mühim olmadık
larından burada zikredilmelerine lüzum görülmemiştir. Yalnız. Çorum
sancağına bağlı Katar ( jlU ) kazasında Tataran-ı Muğal adlı mühim
bir teşekkülün yaşadığını kaydedelim. Yine aynı asırda Bolu sanca
ğında Horasanlu adlı bir oymak da görülmektedir.
182
Anadolu’da, göstermiş ve X V . yüzyılda “ Türkmen ülkesi” olarak vasıf
lanan bu bölgedeki Türk nüfusu acınacak bir duruma düşmüştür. Os-
m a n lı devletinin K ür d beğlerini yerlerinde bırakmasının bu hususta
mühim bir âmil olduğu anlaşılıyor.
K a n u n î ’nin Nahçivan seferinden (1548) sonra 20 000 akçelik ve
daha fazla gelir getiren dirliklerin kapı-kullarına verilmesinin kanun
haline gelmesi ile Türk sipahilerinin terakki imkânı ortadan kalkmıştı.
En küçük askerî vazifeler için kullar veya onların oğulları tercih olunu
yordu. Şayet bu vazifeler kullar veya onların oğulları tarafından dol-
durulmuyorsa, o zaman Anadolu Türkleri diğer bütün kavmî unsur
lara tercih edilerek, hizmete alınmakta idiler. Arab, Lâz, Tat, Şartlı 473
gibi unsurlar ise askerî hizmetlere kabul edilmiyorlardı. Bir de Kızıl
baş olduklarından kendilerine güvenilmeyen, Çepniler’ in askerî hizme
te alınmaları yasaklanmış ve evvelce alınmış olanların da çıkarılma
ları emredilmişti 474. Hulâsa X V I. yüzyılda devletin gözde askerî züm
resini kullar ve onların oğulları teşkil ediyordu. Ondan sonra da A na
dolu Türkleri geliyordu. Fakat bunlara da mühim vazifeler verilmi
yordu. Halbuki Anadolu Türkleri de Yeniçeriler gibi, maaşlı asker ol
mak istiyorlardı. Bu sebeble babasından sonra tahta geçmeye hazır
lanan Kanunî’nin oğullarından B a y e z id onlardan kolayca 7 000 kişi
lik ücretli bir ordu vücuda getirmişti. Ağabeğisi S elim de, babasının
tavsiyesine uyarak aynı şekilde hareket etti ve Anadolu Türklerin’ -
den yine ücretli bir ordu teşkil etti. Ş e h z a d e Bayezid 1559 yılında
isyan hareketine giriştiği zaman etrafında mühim bir kuvvet toplan
mıştı. Bu kuvvet Anadolu’ lu timarlı sipahiler ve onların maiyyetlerin-
de bulunan köylü gençler ile Türk oymaklarına mensup kimselerden
mürekkeb idi. Bu İkincilerin başlıca Karaman ilinde yaşayan, Boz-
Kırlı gibi oymaklar ile Dulkadırlı ve Y en i-ll Türkmenleri’ne mensub
oldukları anlaşılıyor. Boz-Kırlılar’ ın başında, teşekküle adını vermiş
olan, B o z - K ı r ’m oğullarından H ü s e y in B eğ vardı. Ş e h z a d e Ba-
y e z i d ’in başlıca emirleri olarak A k sa k S e y fe d d in , T u r g u t -O ğ lu
H ü s e y in B e ğ ile K u d u z F e r h a d ’ı görüyoruz. Anadolu zaimlerin-
den olan A k s a k S e y fe d d in , B a y e z id tarafından azab ağalığına,
T u r g u d - o ğ lu H ü s e y in B eğ , silâhdar ağalığına ve K u d u z Fer-
h a d da sipahi ağalığına tayin edilmişlerdi475. Bunlardan T u rg u d -
183
o ğ lu H ü s e y in B eğ, Karaman d e v le t in e mensup büyük emirler
ailesinden biri olan Turgud-oğullarmdan idi. Türkmen atlılarının ba
şında bulunduğu anlaşılan mâhir binici ve yaman savaşçı K u d u z
Ferhad’a gelince, o Dulkadırlı veya Y en i-ll Türkmenleri’ nden olsa ge
rektir.
Tedkikçiler tarafından 476 B a y e z id ile S e lim arasındaki müca
deleye “ Anadolu halkı ve bilhassa timarlı sipahileri ile Kapı-kulları
ve Ocaklı rical arasında siyasî bir hak davası” nazarı ile bakılmaktadır.
Ancak S e l i m ’in de buyruğunda Anadolu halkından toplanmış mühim
bir kuvvet bulunuyordu. Hattâ bu kuvvetin mensuplarına Yeniçeri
ocağına kaydedilecekleri va’ d edilmiş ise de, S e lim hükümdar olduğu
halde, bu va’ d, Ye/ıiçeri’lerin muhalefeti sebebi ile yerine getirilme
mişti 477.
Dirayetsiz bir şehzade olan B a y e z id , giriştiği isyan hareketi so
nucunda, bir çok insanın ölümüne ve bir çoklarının da perişan bir du
ruma düşmesine sebeb olduğu gibi, 12 000 kişilik bir kuvveti de İran’ a
götürmüştü. Bunların çoğu ve belki hepsi yurdlarına dönmeyerek
orada kaldılar 478 ve S a fe v î Kızıl-Baş ordusunu kuvvetlendirdiler.
Bu hâdisenin sonuçlarından biri de İstanbul’dan Anadolu’ya nizam
ve âsâyişi sağlamak için, daimî olarak ikamet üzere, yasakçı adiyle
Yeniçeriler’ in gönderilmesi oldu 479. Halk ise, bu küstah tavırlı askerden
nefret ediyor, fırsat buldukça onları öldürüyordu.
X V I. yüzyılın ikinci yansından itibaren Anadolu’da başbca iki
unsur huzursuzluk yaratıyordu: nedrese talabeleri ( suhte, softa) ve
levendler. Anadolu’ da S e lç u k lu la r devrinden beri tahsile verilen
ehemmiyet ile X V I. yüzyıldaki İktisadî sıkıntı ve devşirme ocağının
gelişmesi gibi sebeblerden, medrese talebeleri bu yüzyılda görülmemiş
bir şekilde çoğalmıştı. Bu talebeler, kendilerine münasib iş bulama
dıklarından küçük zümreler halinde, medreselerin bulunduğu bölge
veya yörelerde harekete geçmişlerdi. Bunlar başlıca cer, nezir ve kurban
adlan ile para toplayarak geçiniyorlardı. Başlıca mücadele ettikleri
unsurlar nefret ettikleri hükümet memurları ile Yeniçeriler idi 480. Buna
karşılık umumiyetle kaddardan destek gördükleri gibi, halk içinde de
gerek akrabalık, gerek başka sebebler ile kendilerine yardımcılar bu
184
luyorlardı. Medrese talebeleri bilhassa Amasya, Çorum, Kastamonu,
Kütahya, A fyon , Manisa, Balıkesir, İsparta, Alâiyye ve İç -İl bölgele
rinde faaliyette bulunuyorlardı. Bunların faaliyetlerini önlemek için
il-eri teşkilâtı vücuda getirildi. İl-erleri halktan teşkil olunmuş ma
halli küçük birlikler idi. Fakat bunlar da maksadı temin etmediğinden
medrese talaeblerinin hareketleri bir türlü önlenememiş ve uzun bir
zaman sürüp gitm iştir481.
Bilhassa nüfus artışı sebebi ile geçim sıkıntısı çeken Anadolu Türk
köylüsüne mensup gençlerin, birçoklan medreselere giderken bir kısmı
da toprağını bırakıp bulundukları yerlerden ayrılıyorlardı. Çift-bozan
denilen bu gençlerin bir çokları bir iş tutmak için şehirlere gittikleri
gibi, birçokları da sancak beği ve beğlerbeğilerin hizmetine giriyorlar
ve onların kapı halkını teşkil ediyorlardı 482. Bu çift bozanların bir kıs
mı ise iş bulamadıklarından çeteler teşkil edip soygunculuk yapmakta
idiler. Bunlara levend (cemi levendât) adı veriliyordu 483. İşte meşhur
K ö r -O ğ lu R u şe n de bu çetelerden birinin başında olup, kendisinin
989 (1581) tarihinde Gerede ile Bolu arasında haydutluk yaptığı görü
lüyor. Bu tarihte Celâli olarak vasıflanan K ö r -O ğ lu n u n 992 (1584)
tarihinde de faaliyetine devam ettiği, askerî memur (1^1) ve kadı-
lann korkularından onun yaptıklarını gizledikleri bildiriliyor 484. K ö r -
O ğ lu hakkında şimdi elimizde daha fazla vesika yoktur. Anadolu kadı
sicilleri iyice taranırsa ona dâir yeni vesikalar elde edilmesi muhtemel
dir. K ö r -O ğ lu 'n u n tarihî şahsiyetinin ortaya çıkması ile destanların
da geçen “ B o lu b e ğ i” nin mahallî asilzâde bir beğ yahut bir derebeği
değil, bir O sm a n lı sancak beği olduğu anlaşılıyor. K ö r -O ğ lu ihtimal
hükümet kuvvetlerinin sıkıştırması üzerine memleketinden ayrılıp
Tokat-Sivas ana yolu üzerindeki Çamlı-Bel dağına gitmiş ve burada
arkadaşları ile birlikte kervan soygunculuğu yapmıştır. Tokat-
Sivas yolunun o asırda en işlek ticaret yollarından biri olduğunu
biliyoruz. Bu yoldan İran (A cem ) kervanları da işlemekte idi. K ö r -
O ğ lu ’nun hayatı nasıl, nerede ve ne zaman sona ermiştir, bu hususta
elimizde tarihî bilgi olmadığı gibi, destanlarından da bir şey çıkarılamı-
yor. Onun K a r a - Y a z ı c ı ve K a le n d e r -O ğ lu tarafından çıkarılan
büyük Celâli ayaklanmaları zamanında hayatta olup olmadığı ve bun
185
lara katılıp katılmadığı da bilinemiyor. K ö r -O ğ lu , “ Osmanlı düşma
nı ” olması sıfatı ile, vesikalarda kendisine denildiği gibi, tam bir Ce
lâli vasfını taşır. Onun daha büyük Celâlîler dururken unutulmayacak
bir ün kazanmasında ve nihayet destan kahramanı olmasında yiğit
insanlara has belli başlı meziyetleri yanında şairliği de mühim bir âmil
olsa gerektir. Her halde onun şâirliğinden şüphe edilmemelidir. K ö r-
O ğ lu ’nun güzel A y v a z ’a olan sevgisi de uzun yıllar dağlarda geçen
bekâr Celâlilik hayatının bir neticesi olmalıdır.
186
na mensup bir şahıs 1595 yılında böyle bir maksat ile ortaya atılmıştı.
Bu şahıs kendisinin S e lç u k lu h ü k ü m d a r ı A lâ e d d in ’in soyundan
geldiğini iddia ederek hükümdar olduğu takdirde halkı adalet ve hak-
kaniyyet üzerine idare edeceğini söylüyor, zulüm yoluna sapan Os-
m a n lı’nın hâkimiyetine son verilmesi gerektiğini yayıyordu 486. Fakat
Karaman halkı arasında ne onun, ne de başkalarının başlarına mühim
kuvvetler toplamaları pek mümkün olamıyordu.
K a r a - Y a z ı c ı ilk önce Urfa taraflarında harekete geçmiştir (1599).
Kendisine eski Haleb beğlerbeğisi H ü s e y in P a ş a ’mn da katıl
dığını biliyoruz. Avusturya ile harp devam ediyordu. Bu sebeble Ce
lâli başbuğu affedilerek önce Amasya, sonra da Çorum sancak beğ-
liğine tayin edildi. Fakat K a r a - Y a z ı c ı başına toplanmış olan levend
yahut sekbanları dağıtmıyor, onları geçindirmek için etrafa salmalar
salıyordu. Bundan dolayı Bağdat vâlisi S o k u llu -z â d e H a şa n P a
şa onun üzerine gönderildi. K a r a - Y a z ı c ı da H a şa n P a ş a ’yı kala
balık bir Celâli kuvveti ile karşıladı. T a v il-A h m e d , K a r a -k a ş Ah-
m ed , Y u la r - K ı r d ı , T e k e li M eh m ed , D e li- Z ü lf ik a r , D ü n d a r,
T e p e s i-T ü y lü , Y ı l d ı z l ı İ b r a h im , K â fir M u ra d , K iz ir -O ğ lu ,
A r a b a c ı S ü le y m a n gibi zamanın belli başlı bütün Celâli bölük-başı-
ları K a r a - Y a z ı c ı ’nın yanına toplanmışlardı. Bu bölük başılarının
çoğu da K a r a - Y a z ı c ı gibi, altı bölük halkından yani Kapu-kulu
hassa birliklerinden veya beğlerbeği, sancak beğlerinin maiyyet me
murlarından idiler. K a r a - Y a z ı c ı , H a c ı İb r a h im P a şa kuman
dasındaki bir O sm a n lı kuvvetini Kayseri yakınlarında mağlûb etti
ise de, S o k u llu -z â d e H a şa n P a şa ile Göksün yaylasında yaptığı
savaşta yenildi; Savaştan sonra yanındaki Celâlîler ile Canik ( Samsun’
un doğu tarafları) dağlarına sığman K a r a - Y a z ı c ı orada öldü. Ken
disine kardeşi D e li-H a s a n halef oldu. D e li H a şa n Canik dağların
dan çıkarak Tokat’ta, bulunan H a şa n P a şa ’yı kuşattı.H aşan P a şa
kış dolayısı ile askerini dağıtmıştı. Celâlîler, H a şa n P a şa ’y ı tüfekle
öldürdüler. Celâlîler bu esnada H a şa n P a şa ’nın Bağdad’ tan gelen
ağır hâzinesini ele geçirip ileri gelenleri bu hâzineyi kalkan ile üleştiler.
Fakat yıllardan beri bekâr hayatı geçiren bu adamlar H a şa n P a ş a ’-
nın harem halkına dokunmıyarak onları Divriği’y e gönderdiler. Bunu
müteakib D e li-H a s a n kalabalık bir Celâli kümesi ile batıya doğru
hareket etti ki bu, bilhassa Orta-Anadolu köylüsüne telâfisi imkânsız
bir felâket getirdi. Kendilerinin de ezici çoğunluğu köylü olan Celâlî-
ler etrafa yayılarak köyleri yağma ve tâlân ediyorlar, köylülerin yiye-
187
çeklerini, davarlarını ellerinden alıyorlardı. Celâliler’in yaklaştığını
haber alan köylüler dağlara çekiliyorlar, şehirlere sığınıyorlar ve başka
yörelere gidiyorlardı. Bn arada dikkate şâyân olan husus, dağlara çe
kilen köylülerden bir kısmının ailelerini oralarda bıraktıktan sonra
Celâlîlere katılmalarıdır. Bütün bunlar, köylüler’in uzun bir zaman
dan beri çektikleri ızdırablı bir hayatın tepkileridir. D e li-H a s a n
maiyyetindeki kalabalık Celâli kümesi ile bir sel gibi dehşet saça saça
Kütahya’ya, kadar geldi. Ancak burada çok geçmeden devlet ile anla
şarak buyruğunda on bin kişi olduğu halde R u m -İli’ ne geçti. Kendisi
ne Bosna beğlerbeğliği, yedi arkadaşına da R u m -İli’ nde sancak beğ-
liği verilmiş ve 400 Celâli bölük-başısı da kapu-kulu atlı sınıfına alın
mışlardı. D e li-H a s a n ile birlikte R u m -İli’ ne geçen Celâliler’ in kıya
fet ve teçhizatları hakkında müverrihlerin alaycı sözleri bize onların
nasıl acınacak bir yoksulluk içinde bulunduklarını gösteriyor. Bunlar
derhal muharebeye gönderildiler. Bu yoksul adamlar orada mertçe
çarpışmak istemelerinden dolayı, ağır kayıplar verdiler. Savaş sona
erdiğinde Celâliler 6 000 şehit vermek sureti ile mevcutlarının üçte iki
sini kaybetmişlerdi. Bu esnada Anadolu’ da kalmış olan Celâliler de
muhtelif bölüklere ayrılarak Orta-Anadolu’ da ve diğer bazı yerlerde
eskisine nisbetle daha korkunç bir yağma ve tahribe girişmişlerdi 487.
D el i - H a s a ıı’ a yapıldığı gibi diğer ileri gelen Celâli resilerine de, ehem
miyetlerine göre, memuriyetler verildiği halde bu hareketlerin bir türlü
arkası kesilmiyor, bilâkis gittikçe daha şiddetli bir hal ahyordu. 1603
den 1607 yılına kadar Anadolu’nun birçok bölgesi Kara-Yazıcı’ dan
daha tehlikeli, yeni Celâli reislerinin hükmü altında bulunuyordu. Bun
lardan en kuvvetlisi Kuzey-Suriye’y e hâkim olan C a n -P u la d o ğ lu
A li P a şa idi. A li P a şa eskidenberi K ilis’i yurdluk olarak idare eden
K ür d asıllı bir aileye mensuptu; 30 bin kişilik teşkilâtlı bir ordu vücu
da getirmiş, adına para bastırıp hutbe okutmak sureti ile istiklâlini
ilân etmişti.
188
yazdığı mektupta Û sm a n İıy ı fitneci, sözünde durmaz oİarak vasıf-
lıyor ve O s m a n lı’nın zulmü bir san’ at haline getirdiğinden bahs ile
“ Üsküdar’ dan itibaren bütün Anadolu’yu O s m a n lıy a feragat ettir
mek” kararında olduğunu bildiriyordu. Meşhur Boz-Kırlı boybeyi
ailesinden olan M u slî Ç a v u ş ise, Iç -Il ve Lârende taraflarına tegal-
lûb etmişti. Bunlardan başka Adana bölgesi C e m ş id ’in, Saru-Han
sancağı Y u s u f P a ş a ’nın, Tarablus-Şam, Dulkadırlı Türkmenler’ inden
S e y f-O ğ lu Y u s u f, Sivas tarafları meşhur T a v i l- A h m e d ’in kar
deşi M e y m u n ’un tegallübü altında idi. Vezir-i âzam M u rad p a şa
önce C a n -P u la d O ğ lu ’nu yendikten sonra oyalamak için paşa ün-
vanı ile Ankara sancağını verdiği K a le n d e r -O ğ lu üzerine yürüdü.
Bu esnada K a le n d e r -O ğ lu M e h m ed P a şa da etrafına kalabalık
bir kuvvet toplamış, belli başlı Celâli bölükbaşıları yanına gelmişti.
Bunlar A ğ a ç t a n -P îr i, B a ld ır ı- K ıs a , D a ğ la r -D e lis i S ü le y
m an (Beğ-şehir’ in Kavak köyünden), K a r a -S a id (A ra b), K ü rd -
H a y d a r , A r n a v u d H ü s e y in ve diğerleri idiler. Göksün yaylasın
da yapılan savaşta Celâlîler yiğitçe çarpıştılar ise de bilhassa top ate
şine dayanamıyarak yenildiler (1609). Onlardan mühim bir kısmı İran’ a.
gitti. İran’ a giden Celâlîler’ in sayısı, mevcut kanaatin aksine çok fazla
olup, Tebriz’e vardıklarında sayıları 13 605 idi. İran’a bukadar çok
Celâlinin gitmesi M u ra d P a ş a ’nın Celâlîler’e karşı gösterdiği şiddet
ten ileri gelmiştir. Filhakika Hırvat kaviminden olan M u rad P a şa
eline geçirdiği Celâlîler’e aman vermeyip öldürtüyor ve onları kuyu
lara doldurtuyordu. Öyle ki, bu hususta çocuklara bile merhamet gös
termiyordu. Böylece gerek savaşlarda, gerek sonradan yakalanıp öl
dürülen Celâlîler’ in sayısı 30 000 in üstünde idi. K u y u c u -M u r a d P a
şa bu icraatı ile Anadolu’y u nisbî bir sükûna kavuşturmağa muvaffak
olmuştu. Ancak af ve merhamet göstermiyerek bukadar çok Celâlinin
harb halinde bulunan bir devlete gitmesine sebebiyet vermesi bazı
devlet erkânı tarafından tenkit edilmiştir. M u ra d P a ş a ’nm ölümün
den sonra yerine geçen N a su h P a şa , afnâmeler göndererek İranda’-
daki Celâlîler’ den ekserisinin memlekete dönmesini sağlamış ve bunlar
devlet hizmetine alınmışlardır.
Celâlîliğin, Anadolu daki İktisadî sıkıntılar sonucunda zuhur et
tiği açık bir gerçektir. Ancak bunun yanında çok gelişmiş olan dev
şirme ocağı ile Türk kavminin mahrum bırakıldığı siyasî haklarını
elde etmek gibi bir gayenin de yer almış bulunduğu görülüyor. Türk
kavmi askerlik ruhunu ve siyasî geleneklerini kuvvetle devam ettir
diği için onun İran ve Arab ülkelerindeki halkın durumuna düşmesi
elbette mümkün olamazdı. Neticede Celâlîler devşirme ocağının gitik-
189
çe ehemmiyetini kaybetmesine sebeb olarak kısmen olsun gayelerine
ulaştılar ve kapanmış olan yolu açtılar. Bilhassa Kapı-kulu ocağının
atlı birliklerini tamamen ellerine geçirdikleri gibi, içlerinden birçokları
da sancak beğliği ve beğlerbeğliğe kadar yükseldiler. F â t ih ’le bera
ber iktidara geçen devşirme zümresi, X V II. yüzyılın ikinci yarısına
kadar devlete hâkim oldu. Asrın sonlarına doğru ise ehemmiyetini
tamamen kaybetti. Bu tarihten itibaren devletin başında sık sık Türk
menşeli vezir-i âzamlar görülmeğe başlandı.
190
Fakat bu emir hiçbir zaman tatbik edilmedi ve Boz-Ulus Orta-Anado
lu’ da kaldı. Yalnız daha sonraları ona bağlı bazı oymaklar vergi borç
ları yüzünden Adalar denizi kıyılarına ve Balıkesir taraflarına kadar
gittiler ve oralarda yerleşip kaldılar. Orta ve Batı-Anadolu*da Türk
men adlı oymakların görülmesi Boz-U lus’un gelişi ile ilgilidir.
191
1102 (1691) yılında devlet tarafından beş bölgede iskân hareketi
ne girişilmişti. Bunlardan biri Daııişmendlu adlı büyük Türkmen te
şekkülünü A yd ın , Balıkesir, A fyon , İsparta ve Denizli vilâyetlerinde
yerleştirmek işi idi ki, bunda başarı gösterilmiştir. Bu büyük Daniş-
mendlu teşekkülünün bizim Boz-Ulus’ a mensup olduğu anlaşılıyor.
192
inakları Hama ile Humus arasındaki boş ve harap topraklara yerleş
tirmekti. Gerçekten bu oymaklar oraya yerleştirildiler ise de bundan
müsbet bir netice elde edilemedi. Bu oymakların bir kısmı devletin
harblerle meşgul olmasından faydalanarak iskân yerlerinden ayrıldı
lar ve Anadolu’ ya gittiler. Bir kısmı ise henüz ana dilini unutma
yarak Suriy’de Tarabulus Şam yöresinde yaşamaktadırlar.
Eski zamanlardanberi Orta-Arabistan’ da, Necid’ teki Aca ve Sel-
ma adh ünlü dağlarında oturan Arab Tayy boyunun mühim kolu Şam-
maılar, X V II. yüzylın ortalarında kuzeye doğru ilerleyerek Suriye
çölünü işgal ettiler. İmparatorluk idaresinin, diğer birçok yerlerde ol
duğu gibi, Suriye’de de zayıflamasından faydalanan Şammarlar Rakka
bölgesini ellerine geçirdikleri gibi, yaptıkları tecavüzlerle münakaleyi
de sekteye uğratmağa başladılar. Ancak Şammarlar’ m Suriye’ deki
bu hâkimiyetleri çok sürmedi. Bunların Kuzey-Suriye’ye gelişlerinden
20 yıl sonra yine Orta-Arabistan’ da yaşayan Anezeler harekete geçib
Şammarlar’ı kovdular ve Rakka bölgesi de dahil olmak üzere, Suriye
çölüne hâkim oldular. Aneze Arabları Şammarlar’ dan daha kalabalık
ve daha tahribci bir aşiret idi. Rakka bölgesindeki köylerin bir kısmını
harab ettikleri gibi, geri kalanlarını da haraca bağlamışlardı. Onların
tecavüzleri yüzünden kervanlar işlemez oldu. İşte, bilhassa bu Aneze
Urbam’nm akmlannı önlemek gayesi ile O sm a n lı devleti Haleb
Türkmenleri ve Y en i-Il’ e bağlı hemen bütün Beğ-Dili obalarını, Boz-
Ulus’un göç etmemiş olan kalıntısını, Haleb Türkmenleri ile Y e n i-ll’e
dahil diğer birçok oymakları Belih ırmağının Harran’ın altındaki A k -
ça-Kale’ den Rakka’ya. dek uzanan kıyısında yerleştirdi. Diğer bir çok
oymaklar da Urfa’nm doğusundaki Collab ( Colab) ırmağı kıyılarına,
Harran yöresine, Urfa’nm kuzey-batışındaki Boz-âbad ile yine Urfa’-
nın güney-b atışındaki bazı yerlere yerleştirilmişlerdi. Yerleştirilen
Türk teşekkülleri arasında Beğ-Dili obalarından başka Yeni’l l ’e bağlı
Musacalu oymağı (Ağça-Koyunlu’ dan), Barak (Cerid’ ten), Avşar ( I-
manlu Avşarı’ ndan), Çimelu, Çepni, Diyarbekir’ deki Boz-Ulus kalıntısın
dan Izzeddinlu, Köçeklu , Avşar, tnallu, Acûrlu, Hamza-Hacılu ve diğer
oymaklar da vardı. Ayrıca Lekvanik Kürd’ü ile ona bağlı Hacılar, A k-
Baş, Kızıl-Koyunlu ve Kırıntılı oymaklarının da yerleştirilenler ara
sında oldukları görülüyor. Bütün bu oymaklar ertesi yıl (1102=1692)
Anadolu’ya, kaçtılar ise de çoğu tekrar iskân yerlerine gönderilerek
yerleştirildi ve kaçmamaları için ciddî tedbirler alındı. Devlet bu is
kânda muvaffak olmaya azmetmişti. Aneze Arabları’ nın saldırılarını
ancak böyle bir tedbir ile önliyebileceğine inandığı gibi, ayrıca bu Türk
oymaklarının çıkaracağı gailelerden de kurtulmuş olacaktı. Fakat bu
193
bölge Türk oymaklarının yerleşebilecekleri coğrafî şartlan hâiz
bir yer değildi; toprağı verimsiz ve susuz olduğu gibi, orada
yazın Türkmenler’e Urum (Anadolu)’ daki serin yaylalarını özleten
kavurucu sıcaklar hüküm sürüyordu. Diğer taraftan Anezeler de kış
lamak içiıı gittikleri güneyden bu mevsimde dönmüş bulunuyorlardı.
Bu ve diğer Aıab aşiretleri ile Türkmenler arasında birçok savaşlar
yapılmıştır ki, bunlara dâir Türkmenler’ in bazı şiirleri zamanımıza
kadar gelmiştir. Rakka bölgesi devletin emirlerine boyun eğmeyen Anado
lu’daki diğer Türk oymakları için de bir sürgün yeri haline gelmiştir.
Devlet rahat durmayan oymakları da bu bölgeye sürmek sureti ile ce
zalandırıyordu. Fakat, devletin bu meselede gösterdiği devamlı gay
ret ve aldığı tedbirlere rağmen Rakka ve Urfa bölgelerine yerleştiri
len oymaklardan mühim bir kısmı ayrı ayrı zamanlarda Anadolu’ya
kaçmağa ve orada yurd tutmağa muvaffak oldu. Beğ-D ili’ nin ekser
obaları, Baraklar ve diğer bazı oymaklar ise X I X . yüzyıla kadar Rak-
ka’ da kaldılar. Mezkûr asırda onlar da bir daha dönmemek üzere orayı
terkettiler. Böylece devletin azimle giriştiği bu Rakka iskânı da başa
rısızlıkla neticelendi; gayreti boşuna gitti ve Türk oymaklarının peri
şan olmalarına sebeb oldu 488.
Bu iskânda en büyük ızdırabı Beğ-Dili boyu çekti. Bugün onla
rın artık tamamen köylüleşmiş olan torunları arasında Colab adıyla
anılan bu iskânın acı hâtıraları hâlâ yaşamaktadır. Hattâ beğleri Fi-
rû z (F e r iz ) Beğ’in Rakka’ daki ızdıraplı hayata dayanamıyarak oy
mağın kalabalık bir kısmı ile İran’ a göçüp gittiği söylenir. Rakka’ dan
ayrılan Beğ-Dililer umumiyetle Anteb’in güney bölgesinde yurt tut
muşlar ve orada yerleşip kalmışlardır. Şimdi onlann köylerinden bir
çoğu Suriye toprağında bulunmaktadır. Baraklar’ a gelince, onların
da çoğu Nizib’in güneyinde yerleşmişlerdir. Barak kelimesinin çok
tüylü bir cins köpeğe denildiğini ve şahıs ismi olarak kullanıldığını
biliyoruz: B a r a k H â c ib , B a r a k H an, B a r a k R e is. Bu oymağın
adının da bir şahıstan geldiğinden şüphe edilmez. Araştırmalarımı
zın neticesine göre bu Baraklar X V I. yüzyılda Y e n i-ll’ in Dulkadırlı
koluna mensup Barak adlı bir Cerid obasından başkası değillerdir.
Beğ-Dililer’ in bunları Türkmen saymaması bu husus ile ilgili olsa
194
gerektir. Halbuki Baraklar*da X V II. yüzyılın sonlarında, Rakka’ya
iskân edilecekleri esnada Türkmen olarak vasıflanıyorlardı. Bu bakım
dan denilebilir ki Baraklar’ ın da Il-Beğliler gibi aslında güneyli ol
maması ve Beğ-Dili boyuna mensup bulunmaması Beğ-Dililer’ in bu
tefrikine sebebiyet vermiştir.
X I X . yüzyılda, Çukur-Ova’ da dere-beğlik idaresi devam etmek
te idi. O sm a n lı vâlileriniıı hükmü belki çok defa Adana şehrinden
pek ileri gitmiyordu. Bu dere-beğlerinin en kuvvetlisi Kozan-Oğulları
olup, nüfuz ve hâkimiyetleri bugünkü Kozan , Kadirli ve Saim-Beğli
yörelerini içine alıyordu. Kozan-Oğulları, adlarını belki de Ormanlık dağ
larda oturduklarından alan, Varsak Türkleri’ nden idiler. Kozan-Oğul-
ları her nekadar kudretli dere-beğleri idi iseler de, idare ettikleri halk
tan farksız, sade bir hayat sürmüşler ve çevrenin gelenek ve görenek
lerine riayet etmişlerdir. Onların servet toplamaya ve mal edinmeye
çalışmadıkları bilindiği gibi, Kayseri’ ye ve diğer yerlere tahsile giden
hemşerilerine de maddî yardımda bulunuyorlardı. Bugün dahi halk
arasında onlara dâir iyi hâtıralar nakledilmektedir. Diğer bir dere-
beği ailesi de Payas yöresinin hâkimleri olan Küçük Ali-Oğulları idi.
Ünlü şâir D a d a l-O ğ lu bu aileyi yörenin fâtihleri ve O s m a n lıla r ’ -
dan önceki hâkimleri olan Özer-Oğullarina bağlıyorsa da bu husus çok
şüphelidir. X V III. yüzyılda Dulkadırlı ulusuna mensup Döngelelu,
Ulaşlu, Çalışlu, Develu ve Kebelu gibi oymaklar Kurt Kulağı ile Bur
naz köprüsü yöresinde yaşamakta idiler. Bunlar 1148 (1735) tarihin
den bir kaç yıl önce İslâhiye taraflarında yaşayan Okçu-lzzeddinlu
Kürdle ri’nin yaylağı olan Gâvur dağına çıkıp devlete olan vergi borç
larını ödemekten kaçınmışlardı. İşte, Fırka-i Islâhiyye’ nin te’dip edip
Osmaniye şehrinde ve civarında yerleştirdiği Gâvur dağının Türk
sâkinleri bu oymaklardan gelmektedir. Küçük-Ali Oğulları’ nin da bu
oymaklardan birine mensup olduğunu muhtemel görmekteyiz.
Ş â ir D a d a l-O ğ lu , Küçük-Ali-Oğulları’ra samur küı-lü ve ha
nımlarını da “ İstanbul fesli” olarak vasıflamakla beraber Küçük-Ali
Oğullarimn, kudretlerine nisbetle, sade yaşadıkları bir Avrupalı kadın
seyyahı hayretler içinde bırakmıştı. Bu ailenin başlıca gelirini tüccar
dan ve hattâ hace kafilelerinden aldıkları bac teşkil ediyordu.
195
teşekküllerin başında Boz-Doğanlar bulunuyordu. Çııkur-Öva ya ge
len Boz-Doğanlar’m bir kısmı Adana yöresinde kaldı ki, bunlara K ü
tük- Bozdoğan denilir. Onlardan bir bölük de doğu’ ya ilerliyerek Kadir
li’nin güneyinde yurt tuttu. Boz-Doğanlılar’ ın belli başlı obalarından
biri olan Melemenciler de ilk önce Kusun, sonra da Kara-İsalu y ö
resine göç ettiler. Böylece, anlaşılacağı üzere, Melemenci oymak ve
ailesinin İzmir vilâyetindeki Menemen kasabası ile hiçbir alâkası
yoktur. Esasen böyle olsaydı kelime Melemenli veya Menemenli şek
linde yazılacak ve söylenecek idi. Melemen, bugün de birçok yerler
de yapılan bir yemek olub, oymağın adı, melemen yemeğini seven
bir kimseden geliyor. Hülâsa Melemenci oymak ve ailesi İ ç -İ l’ lidir
ve elimizdeki vesikalara göre Boz-Doğanlar’ a. mensup bir obadır.
Esasen gerek Boz-Doğanlar'ın ve gerek Melemenciler’in (ailenin aydın
zümresi de dahil olmak üzere) Y ö r ü k l e r ’e ait belli başlı yüz ve
beden yapısı hususiyetlerini el’an muhafaza ettikleri görülür. M ele
menci (Menemenci) oğulları X V III. yüzyıldan itibaren obalarına
dayanarak Kara-lsalu bölgesini nüfuz ve hâkimiyetleri altına almış
lardır. Bu aileyi bir derebeği ailesi olarak vasıflamak doğru olmasa
gerektir. Çünkü, aile mensupları vakit vakit devlet hâkimiyetini kabul
ederek onun memurları durumuna düşmüşlerdir. Beğlerin de umumi
yetle muvazeneli kimseler oldukları görülüyor. Fırka-i Islâhiyye ta
rafından İstanbul’ a getirilen son Melemenci beği H a c ı A h m e t B eğ,
bize bu ailenin tarihine ait değerli bir hâtırat bırakmıştır ki bu, Türkiye
tarihinde eşine çok az rastlanan bir vâkıadır 489. Bu ailelerden sonra K e-
rim-oğulları, Gök-Veli oğulları, Sırkıntı-oğulları ve Karsandı-oğulları
gibi kıyı beğleri gelmektedir. Bunlardan Kerim-oğulları Ceyhan kıyı
sındaki Boz-Doğanlar’ ın beğleridir. Bu aileye ait şimdiki halde en eski
bilgi 1119 (1707) yılına aittir. Bu tarihte “ envai fesat ve şekâvetle meş
hur” oldukları söylenen Maraş bölgesindeki ailelerden Ç ob a n -o ğ lu K a
sım (Cerid’ den) ve B a y e z i d - o ğ l u M e h m ed ile K e r im - o ğ lu H a
lil, Karaman beğlerbeğisi tarafından yakalanmış ise de K o z a n - o ğ lu
ele geçirilememişti. Daha sonra devlet bu aileyi Çukur-Ova’ nin âyan
ailelerinden biri olarak tanımıştır. 1143 (1730) yılında ailenin başında
A b d ü lk e r im adlı bir beğ görülmektedir. Gök-Veli oğulları’na. gelince,
bu ailenin hangi oymaktan olduğu henüz bilinemiyor. Gök-Veli oğul-
ları’ nin yurdu Kadirli kazasında, Kadirli’ nin kuzeyinde, Kesik çayı
ile Sunbas ırmağı arasındaki topraklar idi. Gök-Veli oğulları kudretli
bir aile olup, Kozan-oğullarına dahi kafa tutmuşlardır. Sırkıııtı-oğul-
196
ları’ nin Türkmen olduğu biliniyorsa da hangi oymaktan geldikleri
şimdilik tayin edilemiyor. Bugünkü durumda bu aileye ait en eski bilgi
1143 (1730) tarihine aittir. Bu tarihte S ır k ın t ı-o ğ lu M eh m ed ,
K a r s a n d ı-o ğ lu , K a r a N e b i-o ğ lu H a m z a ve K e r im -o ğ lu
A b d ü lk e r im ile birlikte Rakka’ ya iskânları ferman olunan Receblu
A vşa rim n kaçmasını önlemeğe memur edilmişti. Sırkmtı-oğulları ve
oymağının oturdukları yer, Kozan’ ın güneyinde, Ceyhan şehrinin kuzey
batısında, ScCrı-Çam ile Ceyhan ırmağı arasında bulunmaktadır. Şimdi
burası aynı adı taşımaktadır. K a r a s a n d ı-o ğ u lla r ın ’na gelince,
bunlar Kara-lsalu ile Kozan yöresi arasındaki ormanhk yerin hâkim
leri idiler. Bunların Türkmen Şark-Pâre oymağına mensup olmaları
muhtemeldir. Vesikalarda bu aileye mensup bir şahsa henüz rastge-
linemedi. Çukur-Ova’ daki oymaklara gelince, Varsak ve Boz-Doğanlar’ -
dan başka başlıca Avşar , Cerid ve Tecirlu boyları da bölgenin göze
çarpan sâkinlerinden idiler. Bunlar yazın Uzun- Y a y la’ ya gidiyorlar ve
orada ellerine fırsat geçince çapulculuk yapıyorlardı, işte büyük şâir
D a d a l-O ğ lu bize bu âlemin hayat ve hissiyatını aksettirmektedir.
Bu âlem X V . ve X V I. yüzyıl Çukur-Ova’ smdan nekadar farklı idi!
Görüldüğü üzere bu âlemde başta Ramazan-oğulları, Özer-oğulları,
Kusun-oğulları ve diğerleri gibi, bölgenin fethinde rol oynamış eski ai
lelerden hiç birisi bulunmuyor. O s m a n lı idaresi ve Türk cemiyetinin
düzenini alt üst eden büyük hareketler hemen her yerde olduğu gibi
bu eski asilzâde ailelerini ya ortadan kaldırmış veya onların ehemmi
yetlerini azaltmıştı. Devlet kudretinin zayıfladığı zamanlarda ortaya
çıkan ailelerin çoğu ise devlet tarafından önce fesatçı ve şaki olarak
vasıflanmış, sonraları ise bölgenin âyan ve eşrafı sayılarak kendilerine
itibar edilmiştir. Yukarıda adı geçen oymaklardan Cerid ve Tecirliler,
evvelce görüldüğü gibi, Dulkadırlı ulusuna mensup boylar idiler. Bun
lardan Ceridler Ceyhan bölgesinde, Tecirliler de bugünkü Osmaniye
yöresinde kışlıyorlardı. Bunlar X V III. yüzyılın başlarında yaptıkları
çapul hareketleri ile dirlik ve düzenliği o kadar ihlâl etmişlerdi ki, 1118
(1706) tarihinde Karaman beğlerbeğisi Haşan Paşa kumandasında
mühim bir kuvvet sevk olunarak her iki oymak ve onların yardımcı
ları tedib edildiler. Fakat bu tedib hareketinin devamlı bir neticesi
olmadı. Her iki oymak çok geçmeden tekrar kovgunculuğa, yani köy
lülerin ve diğer oymakların hayvanlarını sürmeye başladılar.
Fakat D a d a l-O ğ lu ’nun O s m a n lı’ya meydan okuduğu, s iv ri
c id a li A v ş a r y iğ i t le r i n i n sarı çiçekli yaylalara bir an önce var
mak için acele ettikleri bir vakitte “ O sm a n lı, tavşan avına araba ile
gittiği” gibi, topu ve tüfeği ile ansızın çıka geldi. Gerçekten büyük
197
âlim C e v d e t P a ş a ’nın mülkî idareciliği, hemşehrisi D e r v iş P a ş a ’nm
kumandanlığını yaptığı Fırka-i İslâhiyye 1865 yılında hu âlemi bek
lenmeyen hir sür’ atle ortadan kaldırdı. Dere-beği aileleri oradan uzak
laştırıldı, oymaklar da yerleştirildi. Bunlardan Tecirli ve Ceridler kış
lak yurtlarında iskân olmayı isteyerek birinciler umumiyetle Osmani
y e , İkinciler de Ceyhan kazası dahilinde yerleştiler. Avşarlar’ a gelince
onlar Zamanlı ve S arız bölgesindeki yaylağında yerleşmeyi tercih et
tiler 490. Fakat Avşarlar için asıl talihsizlik, asırlardan beri kendilerine ait
olan yaylak yurdlannm en iyi kısmının bu esnada Kafkasya’dan gel
miş olan muhacir Çerkesleı’ e verilmesi oldu. Artık aynı yüzyılın son
larında her yerde Türkmenler toprağa bağlanan Türk köylüleri arasına
katıldılar.
Hükümetin Fırka-i Islâhiyye’yi göndermekteki asıl gayesi ise Çu
kur-Ovahlar’ a daha iyi bir hayat sağlamak hususu ile değil, şiddetle çek
mekte olduğu asker sıkıntısını gidermek maksadı ile ilgili idi. X I X .
yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar Türkler’ in devletin dayandığı
aslî unsur olduklarının O s m a n l ı hükümdarları ve devlet, adamlarınca
anlaşılmış bulunduğu hakkında elimizde hiç bir delil yoktur. Mezkûr
asrın ikinci yarısında C e v d e t P a şa , A b d ü lh a m id ’in sadrazamı
S a id P a şa ve hattâ bizzat A b d ü lh a m id ’in bu hususu müdrik bu
lundukları görülüyor. Ancak bu asırda Anadolu yu gezen AvrupalilaT,
yoksul, fakat asil ruhlu ve namuslu olarak vasıfladıkları Türk mille
tinin ölmekte, fena idareciler elinde mahvolmakta olduğunu söylüyor
lardı. Yine bu seyyahlara göre, aynı ülkede yaşayan Hıristiyanlar ise
müreffeh bir hayat sürmekte, Türkler’ in nüfusunun azalmasına kar
şılık onlarınki gittikçe çoğalmakta idi.
Filhakika Rumlar’ ın ve Ermeniler’in bilhassa X I X . yüzyılda A n a
dolu’da geniş bir yayılma hareketinde bulunmuş oldukları görülüyor.
Bunun sonucunda Marmara kıyılarında Ermeni köyleri tesis edilmiş,
en hücra kasabalarda bile Rum kolonileri meydana gelmiştir. Yine ay
nı yüzyıldaki Avrupalı seyyahlar Anadolu’ da şehir ve kasabaların ek
serisinde ticaret ve san’ atm Hıristiyanlar elinde bulunmasını Türkler’-
in bu mesleklere itibar etmemeleri ile izah ederler. Bu izah şekli bu du
rumun eskidenberi devam edib gelen bir keyfiyet olduğu hükmünü
verdirebilir. Halbuki, bilindiği üzere, X IV . yüzyılda Anadolu şehir
ve kasabaları, reislerine ahi denilen esnaf cemiyetleri ile dolu idi. Bun
lar ne oldu? Neden ehemmiyetlerini kaybettiler? Bu suallere henüz
tatmin edici bir cevab verilmemiştir. Muhakkak olarak bildiğimiz bir
198
husus var ise, o da X V I. yüzyılın sonlarındaki Celâli hareketlerinin
X IV . yüzyıldan beri sürüb gelmekte olan Anadolu daki İçtimaî düzeni
ortadan kaldırıldığıdır. Bu hareketlerden sonra Anadolu büyük istilâ
lara uğramış memleketlerden daha korkunç bir manzara arzediyordu;
devlet de eski kuvvet ve kudretini kaybetti ve bunu bir daha elde ede
medi. Müteakıb asırlarda imparatorluğun asıl dayanağı ve anavatanı
olan bu ülkede bir taraftan kıtlıklar ve salgın hastalıklar, diğer taraf
tan da uzun sliren harbler yüzünden açılmış olan yaralar bir türlü
kapanmadı. Cezâyir, Tunus ve Tarablus gibi yerler için vakit vakit
Anadolu’nun en babayiğit gençleri devşirilib götürülüyor, binlerce
Türk genci - mühim bir kısmı veya çoğu bir daha dönmemek üzere-
Yemen’e gönderiliyordu. Hülâsa O sm a n lı, Anadolu’nun insanım ve
servetini görülmemiş bir israfla tüketti. Edirne ve Manastır’ da olmak
üzere, R u m -îli’ nde, iki, Şam ve Bağdad’ta birer askerî idadî olmasına
karşılık, Sivas’tan İzmir’ e kadar koskoca Anadolu bölgesinde bir tek
askerî idadî yoktu. Neticede Türk kavmi maddeten telâfisi imkânsız ka-
yıblar verdi; hattâ belki manevî hasletlerinden bazıları zayıfladı, yani
türesi za’fa uğradı. Bu sebebler ile imparatorluğun kaybının Türk milleti
nin bekası için hayırlı bir netice olduğundan asla şüphe edilmemelidir.
199
2.
Bölüm
Boy Teşkilâtı Ve Boylar
201
Boylar da obalara ayrılmaktadır. K â ş g a r l ı 3 bu kelimenin de
oğuzca olduğunu söylüyor. Obalardan sonra her halde aileler geliyordu
ki, Oğuzlar’ ın bunu hangi kelime ile ifade ettikleri bilinemiyor. Böy-
lece aileden (soy?) obalar, obalardan boylar ve boylardan da Oğuz
eli meydana gelmiştir. Oğuz elinde asıl kabilevî birlik boylardır. Oymak
kitabımızda, boylar (kabile), obalar (cemâat) ve onların kollarını ifade
etmek üzere, umumî bir mânâda kullanılmıştır. Bunu evvelce aşiret
kelimesi ile ifade ediyorduk. Aşiret şimdi Güney-Anadolu’ da, hem
müfret hem cemi olarak, yörük anlamında kullanılıyor.
202
ç u k lu fethine, bu ailenin mensup bulunduğu K ınık boyunun bütün
obaları ile katılmadığını iddia etmek mümkündür. Anadolu’da. Oğuz
boylarına ait yer adlarının ve teşekküllerin muhtelif yerlerde görün
mesi aynı sebeble ilgilidir. Yani Oğuz boylarından pek çoğunun oba
ları ve kolları bu ülkeye farklı zamanlarda gelmişler ve bu gelenlerden
de siyasî ve İktisadî sebebler ile yeni ayrılmalar olmuştur. İleride Oğuz
boyları ayrı ayrı incelendiği zaman bu husus daha iyi anlaşılacaktır.
4 Deftcr-i mufassal-ı Sultan-Önü, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü A rşivi , nr. 98,
45 b.
5 U rfa lı V ahram . K ilikya kıratları tarihi; eserin türkçe basılmamış tercümesi Türk
Tarih Kurumu Kütüphanesi9nde bulunmaktadır .
6 îk d ul-cumân f i tarihi ehl-iz-zamân, Veliyuddin Efendi kip ,, ur. 2374, s. 512-516.
7 K ilisli , III, s. 307, Atalay , III, s. 414-415.
203
almadığı iki boydan biri olarak kabul etmek zarurîdir. Diğerinin de
yine bunlardan biri olduğuna ibtimal vermek mantıkîdir. Çünkü, her
iki boy yani Kızık ve Karkm aynı dalda, Y ı l d ı z - H a n ’ın oğulları arasın
da gösterilmiştir. Halbuki Yaparlı boyu başka bir dalda, A y -H a n ’ın o-
ğulları arasında bulunmaktadır. Yaparlı, yine orada adının ne manaya
geldiği yazılmayan biricik boyudur. Diğer taraftan hiç bir yerde ne Ça-
ı uklu’ya. ne de Y aparluya ait tarihî bir kayda, bir yer adına veya bir te
şekküle rastgelinebilmiştir. Kısaca R e ş id u d - d in ’deki Yaparlim n
K â ş g a r lı’daki Çarukluğ’nn yerini tuttuğunu ve yine aynı müellifin liste
sine almadığı iki boyun da Kızık ve Karkın olduğunu kuvvetle tahmin
ediyoruz. R e ş id u d -d in ’in listesinin bu iki boy bakımından da, vâ-
kıalara uygun olduğu görülüyor. Çünkü, her iki boya ait yer adlarına
ve teşekküllere Türkiye’ de rastgelinmiştir. K â ş g a r lı’nm listesinin
boyların o zamanki siyasî şöhretlerine göre sıralandığı anlaşılıyor. Me
selâ S e lç u k lu h â n e d a n m ın mensub olduğu K ınık boyu orada en
başta yer almıştır. Halbuki bu boy R e ş îd u d - d in ’in listesinde en
sonda bulunmaktadır. R e ş id u d - d in ’in listesinin, Oğuz boylarının
eski siyasî ve İçtimaî mevkilerine göre tanzim edildiği görülüyor. Bura
da 24 boy her biri müsavi sayıda olmak üzere O ğ u z H a n ’ın altı oğ
lundan türetilmiştir. Diğer taraftan K â ş g a r lı’ nınkinde olduğu gibi,
burada da boylardan her birinin kendine mahsus damgaları olduğu
halde, her dört boyun ortak bir ungunu da vardır. Bu husus 24
boyun altı boydan meydana gelmiş olduğunun veya Oğuzlar’ın eski za
manlarda altı boydan müteşekkil bulunduklarının hâtırası olsa gerektir.
Nitekim Barlık ırmağı kıyılarındaki Oğuzlar -eğer hatalı okunmadı
ise- altı boy halinde yaşamakta idiler.
204
R e ş id u d - d in ’de Boz-Ok kelimesi parçalamak şeklinde manâ-
landırılmıştır ki, kelimenin bozmaktan getirildiği görülüyor. Üç-Ok
da üç adet ok şeklinde izah edilmiştir. Fakat bu izah şekillerini kabul
etmeğe imkân yoktur. Ok’un, On-Ok’ta olduğu, gibi, eski zamanlarda
b oy anlamına geldiğini biliyoruz. Bu isimlerdeki ok kelimesinin de boy
manâsında olduğu muhakkaktır. Buna göre Üç-Ok üç boy demektir.
Boz-Ok ’a gelince, buradaki boz kelimesinin de, diğeri gibi, bir ra
kamın yerini almış olması muhtemeldir.
Yine R e ş id u d - d in ’deki sözlere göre, Oğuz-eli’nde hâkim kolu
Boz-Oklar teşkil etmektedir. Bu sebeble Boz-Oklar’ın alâmeti y a y ve
tâbi kol oldukları için de Uç-Oklar’m ki o/s’tur. T u ğ r u l B e ğ 1038 yı
lında Nişabur’ a girerken kolunda gerilmiş bir yay ve belinde de üç-ok
bulunuyordu. Bunlar her halde, kendisini Boz-Ok ve Uç-Ok’ un, yani
bütün Oğuz-eli’nin hükümdarı saydığının bir ifadesidir. Yüreğir boyu
nun damgasının da bir yay ve üç ok şeklinde olduğu görülüyor 10. Daha
önce de söylendiği gibi, bir yay ve üç ok Oğuz yabgularımn hüküm
darlık alâmeti olsa gerektir11.
Eski Türk ellerinde ve ordularında ikili düzenin değişmez bir kai
de olduğu malûmdur. Oğuz elinde ve ordusunda da, görüldüğü gibi,
bu kaide hâkimdi. Böylece el ve ordu ikiye bölünmekte, bunlara kol
denilmektedir. Kollar da birbirlerinden sağ ve sol sıfatları ile tefrik
ediliyor. O sm a n lı İ m p a r a t o r lu ğ u n d a da sağ kol, sol kol adları
verilen bu ikili düzen hem askerî, hem de mülkî teşkilâtta esaslı bir
kaide olarak tatbik edilmişti. Türkler’de sağ kol, Moğollar’m aksine
olarak, daha şerefli sayılıyordu. Boz-Oklar da hâkim kolu teşkil etme
leri itibari ile onlar sağ kol sayılmışlardır. Boz-Oklar’m hâkim kol sayıl
ması, siyasî üstünlüğün uzun bir zaman bu kolun elinde kalması, yab-
guların daha çok bu kolun boylarına mensup olmalarından ileri geli
yor. Denildiğine göre, Oğuz yabguları başlıca şu boylardan çıkmıştır:
K a yı, Yazır, Avşar, Beğ-Dili ve E y m ü r 12. Bunlardan yalnız Eymür
boyu Uç-Oklar’ dan idi. D e d e - K o r k u t d e s t a n la r ın d a ise siyasî
üstünlüğün Üç-Oklar’da. olduğu görülüyor. İslâm ülkelerinde de Üç-
Oklar büyük bir varlık göstermişlerdir: S e lç u k lu h â n e d a n ı (K ın ık ),
t
10 Ayrıca K â ş g a r lı’ daki Yazğır (Y a z ır ) damgası da üç ok ve bir yaya benziyor.
11 F u ad K ö p rü lü , Osmanhlar1m etnik menşei meseleleri ( Belleten , sayı 28, s. 251, ha
şiye 1) ok ve ya y m S e lçu k lu hanedanının hukukî sembolü olduğunu söyledikten sonra, bun
ların bütün Oğuz boylarına şâmil umumî bir hâkimiyet timsali olması ihtimalinin de düşünüle
bileceğini kaydetmiştir.
12 Üçüncü Bölüme bk.
205
S a lg u r lu la r (S a lu r ) , B e r ç e m -o ğ u lla r ı (Y ıv a ), A k - K o y u n l u l a r
( Bayındır), R a m a z a n -o ğ u lla r ı (Yüregir) ve K a d ı B u r h a n e d -
d i n ( Salur) bu koldan idiler. Şimdiki bilgilerimize göre, Boz-Oklar’ dan
da A r t u k - o ğ u l l a r ı ’nın (Döğer), Ş u m la -o ğ u lla r ı’ nın (A vşar) ve
N â d ir Ş a h ’m Avşar hânedanının çıkmış olduğu görülüyor.
206
ııa bile çizildiğini biliyoruz i6. Bunlara ilâve olarak bu damgalardan
bazılarının da âbideler, yapılar ve kayalar üzerinde görülmüş olduğu
nu söyliyelim 17.
18 Câmi'ut-tevârih , B e r e z in y a y ., s. 30.
19 Cami ut-tevârih'in B e re z in yayınında ve İstanbul nüshalarında: Onkun.
20 Tarihte ve bugün Şamanizm. (T.T.K .), A nkara , 1954, s. 42, 44.
21 F. Süm er, Oğuzlar'a ait destanî mahiyette eserler, s. 365, not 21.
22 Bu hususlarda biraz tafsilât için aynı yazıya blc. s. 364-365.
23 N izâ m u d -d in -i Şâm î, Zafernâme , s. 97.
207
Yine R e ş id u d - d in ’in listesinden anlaşılıyor ki eski zamanlarda
boyların toylarda yiyecekleri koyun etinin kısımları da bir kaideye
bağlanmıştır. R e ş id u d - d in ’de bu kısımlara endâm-i goşt (etin bir
kısmı), Y a z ı c ı - O ğ l u ’nda sünük (kemik) deniliyor. Dikkate değer ki,
ongunlar gibi her dört boyun da müşterek bir sünükü vardır. Böylece,
K a yı, Bayat, Alkara-Evli, Kara-Evli boylarının sünükü yani koyundan
yiyecekleri kısım sağ karı yağrın, yani sağ kürek kemiği kısmıdır. Y a-
zır, Döğer, Dodurga ve Yaparlı boylarınınki sağ aşığlu, yani aşığın bu
lunduğu et parçası (bud), Avşar, Kızık, Beğ-Dili ve Karkmlar’ ın sü
nükü sağ umaca, yani kalça (sağrı) kemiği kısmı, Bayındır, Peçenek,
Çavundur ve Çepniler’ in sünükü sol karı yağrın, Salur, Eym ür, Ala-
Yuntlu, Yüreğirler’inki ucayla (sol umaca?), İğdir , Bügdüz, Yıva ve
K ınık boylarının sünükleri (sol?) aşığludur. S ü n ü k le r in de her dört
b oy için müşterek olması bunun da çok eski bir gelenek olduğunu ve
Oğuzlar’ m altı boy halinde yaşadıkları devirden kaldığını gösteriyor.
208
Û sm a n İı d e v l e t i teşkilâtında sağ kol, sol kol olmak üzere ikili
düzen esaslı bir kaide olarak yer aldıktan başka, 24 lü düzene ait de
bazı misaller vardır. Meselâ Rum-eli eyâleti 24 sancağa ayrıldığı gibi,
Diyarbakir eyâleti de sekizi yurtluk, beşi ocaklık olmak üzere 24 san
cak idi2'’. Otluk-Beli savaşında (1473) A n a d o lu b e ğ le r b e ğ is i D â-
v u d P a şa ’ nın kumandasında 24 sancak beği vardı27. D e d e -K o r k u t
destanlarındaki 24 sancak beği sözü28 bunlardan çıkmış olacaktır. E v -
l iy â Ç eleE i’ye göre29, Kütahya sancağı 24 kadılık idi. Rum-elindeki
devlet hizmetinde bulunan Y ö r ü k le r 24 kişiden müteşekkil takım
lara ayrılmıştır. 24 kişiden biri eşkinci, üçü çatal ve yirmisi de yarmak
sayılmıştı30. 1100 (1688-1689) tarihinde Konya mütesellimi bulunan
Y e ğ e n O sm an P a şa ’ nm dayısı K a r a -H a şa n B e ğ ’in maiyyetinde
24 bayrak sekban ve sarıca bölüğü vardı. Her bayrak bir bölüğü temsil
etmekte ve her bölüğün başında bir bölük-başı bulunmakta idi. K a ra -
H a sa n ’ın azli üzerine bu 24 bayrak sekban ve sarucanın başına Y e
ğen O sm an P a şa ’ nın kendi yeğeni, A h m e t B e ğ geçmişti31.
26 A y n A li, Kavânin~i âl-i Osman, İstanbul, 1280, s. 11; K o ç i B eğ, Risale, yay. A li
K e m a li A k s ü t, İstanbul, 1939, s. 99, 101.
27 Sa’ d ed d iıı, Tâc ut-tevârih , s. 529; Solak-zâde, İstanbul, 1298, s. 240; M ü n eccim
B a ş ı, S ahâyif ul-ahbâr, III, s. 387.
28 Orhan Şaik ya y ., b. 78, 79, 80.
29 Seyahat-nâme, İstanbul, 1935, IX , s. 26.
30 Fâtih kanun-nâmesi, Ö.L. B a rk a n , Kanunlar , İstanbul, 1943, s. 393.
31 F ın d ık l ılı M eh m ed A ğa , Silahdar tarihi , İstanbul, 1928, II, s. 412, 416-417,
32 Kanun-nâm e-i âl-i Osman, TO E M ilâveleri, s. 62,
33 I.H. U z u n ç a r şılı, Kapı-kulu ocakları, (T.T.K.), Ankara , 1943, s. 214.
34 A. B u rn es, Voyages de Vembouchure de Vlndus â Lahur , Caboul, Balkh et Boukhara ,
fransızca tercümesi, III, s. 198.
35 İ s k e n d e r B eğ, Tarih-i âlem ârâ-yi Abbâsî , Tahran , 1335 ş., II, s. 1025.
209
luluğun Kürd menşeli olduğunu söylüyor36. Yine ona göre mensup
bulunduğu Bidlis dağlarındaki Ruzegi adlı Kürd boyunun 24 oba
dan müteşekkil olup, bunlardan 12 obanın Bilbasi ve 12 obanın da
Kovalsi adım taşıdığını söylüyor37 ki, her ikisinde de Oğuz b oy teşkilâ
tının âmil olduğu açıkça görülüyor.
24 rakamının ok yapımında da bir değeri olduğu görülüyor. Os-
m a n lı okları 4 dirhemden 24 dirheme kadar olup, yaya kıyasen yapı
lırdı. Bundan başka ok her dört derecesi boğaz, yedi derecesi göbek,
altı derecesi şalvar, yedi derecesi ayak olmak üzere 24 derece itibar
edilmiştir38.
Müverrih H a m m e r39 24 lü Oğuz boy teşkilâtının M ısır m em -
lû k le r i’nde 24 beğ olarak devam ettiğini söylüyorsa da böyle bir key
fiyet ancak X V I. yüzyıl başlarında görülmektedir. Filhakika K a n -
suh u l-G a v r î devrinde mukaddem beğlerinin sayısı 24 idi40. Fakat
daha önceki sultanlar zamanında da mukaddem beğlerinin aynı sayıda
olması şüphelidir.
Ş ik â r î’nin Kar aman-oğulları tarihinde 24 vezir, 24 bin er sözü
sık sık geçtiği gibi41. E v li y â Ç e le b i’ de42 de bu mahiyette ifadeler
görülüyor. II. M u ra d da 1444 yılındaki Varna zaferi münasebeti ile
tutsak alınan Hıristiyan beğlerinden seçtiği 24 kişiyi M e m lû k le r ’e
göndermişti43. Bütün bu zikredilen misallerin bazıları bir tesadüf ile
izah edilebilir ise de, bir çoklarının 24 Oğuz boyundan gelen gelenek ve
hâtıra ile ilgili olduğu muhakkaktır.
Oğuz boylarına ait bu hususları belirttikten sonra, bilhassa Türk
oymakları hakkında araştırma yapacaklara kolaylık olmak üzere,
K â ş g a r lı’ da ve R e ş id u d - d in ’ de geçen Oğuz boyları aşağıda ayrı
listeler halinde verilmiştir. Bilindiği gibi, Y a z ı c ı - O ğ l u A li’nin ve
E b û ’ l-G â z i’nin listeleri esas itibarı ile R e ş id u d -d in ’inkinden gel
mektedir. Ancak Y a z ıc ı-O ğ lu , R e ş id u d - d in ’in mükemmel bir
nüshasını gördüğünden ve aynı zamanda bu konuya vâkıf ve meraklı
bir Türk olduğu için listesi kaynağına en yakın olanıdır. Bu bakım
dan onun listesi de aynen yayınlanmıştır.
210
OĞUZ BOYLARINA AİD ANADOLU’DA YER ADLARI
211
göstermişlerdir. Hattâ bunlardan Salur, Eymür ve Karkmlar*ın Anado
lu’nun iskânında birinci derecede veya ona yakın bir rol oynadıklarını
söylemek mümkündür. Yine Hazar-Ötesi Türkmenleri’ nin teşekkülün
de âmil oldukları anlaşılan K a y ı, Bayındır ve Beğ-Dililer’e gelince,
bunlardan K a y ı’ nin Anadolu’nun feth ve iskânında en mühim rolü
oynadığı tereddüdsüzce söylenebilir. Bayındır’ın da aynı ülkedeki
yerleşmede birinci derecede âmil olduğu anlaşılıyor. Beğ-Dili boyu ise
her ne kadar cedvelde oldukça gerilerde, 16. sırada bulunmakta ise de
ona aid aynı yüzyılda Anadolu’ da göçebe ve yarı göçebe olmak üzere,
kalabalık teşekküllerin yaşamakta olduklarını göreceğiz. Hâsılı bir
boyun Hazar Ötesi Türkmenleri’ nin teşekkülünde âmil olması onun,
Anadolu’ da kuvvetli bir varlık göstermesine mâni olmuyor. Anadolu’
da. diğer boylara nazaran daha zayıf bir durumda görünen Peçenek,
Yıva, Büğdüz, Dodurğa, Kızık ve Ala-Yundlular’a. mensup oymaklara,
Hazar Ötesi Türkmenleri arasında hiç rastgelinmemiştir. Şurası muhak
kaktır ki eski zamanlardan beri Oğuz boylarının nüfusları arasında
farklar vardı.
Cedvelde en fazla yer adına sahip boy, Oğuzlar’ın en asil teşek
külü olan Kayılar’ dır. Bundan başka aynı yüzyılda, bu boya mensup
kalabalık sayıda oymaklar da yaşamakta idi. K a yı’y ı, Avşar (Afşar)
tâkip etmektedir. Bu boyun da, X V I. yüzyılda Türkiye’ de ve bu ülke
nin Türk oymakları bakımından uzantısı olan İran’da mühim oymak
lara sahib bulunduğu ilerde görülecektir. Oğuz rivayetlerinde Avşar-
lar’m aynı zamanda K a y ın ın yanında hükümdar çıkarmış boylardan
biri olduğu da söylenir.
Avşar’ dan sonra Selçuklular’ ın Kınık boyu geliyor. Çıkardıkları
büyük hânedan idaresinde geniş bir bölgede yayılmış olması pek muh
temel olan Km ıklar’ a ait Anadolu’ da -üçüncü sırada yer alabilecek
derecede- çok yer adına tesadüf edilmesi karşısında hayret edilebilir.
212
Cedveldeki yer adları umumiyetle X II., X III . ve X IV . yüzyıllar
dan kalma hâtıralardır. Bunların kesif bir halde bulunduğu Anadolu
sahası Fırat ve Adalar denizi arasındaki yerdir. Bu saha, asıl S e lç u k
lu yurdu ile D a n iş m e n d ülkesini ve Uc Tiirkmenleri tarafından fet
hedilen Batı Anadolu ve Marmara bölgesini içine alır. Boylardan her-
biri ile ilgili yer adları bu saha dahilinde serpilmiş bir durumda bulun
maktadır. Diğer taraftan her bölgede boylardan çoğuna ait yer adları
bir arada görülmüyor. Bu husus boylara mensup obaların muhtelif za
manlarda Anadolu’ ya gelmesi ve buraya geldikten sonra da siyasî ve
İktisadî âmiller ile yeni bölünmelere maruz kalması ile ilgilidir. Bu
nunla beraber boylardan bazılarının bir bölgede diğerlerine nazaran
daha kalabalık bir halde yerleşmiş olduklarını, cedvele dayanarak söy
lemek mümkündür. Şimdi bunu gösterelim.
K ayı Sivas (8 yer adı), Kütahya (8), Kengi-
ri-Çankırı- (7), Konya (6), Menteşe-
Muğla bölgesi- (6), Bolu (6), Kasta
monu (6), Hamid-Isparta ve Burdur
bölgesi-(5), Amasya (4), Çorum (4),
Ankara (4).
Bayat Konya (7), Hüdâvendigâr- Bursa böl-
gesi- (4), Kara-Hisar-ı Sahib -Afyon-
(4), Karasi -B a lık esir- (4).
Kara-Evli Bolu (4), Kastamonu (2), Sivas -To-
kat- (2).
Yazır Hamid (5).
Dodurga Bolu (7), Kastamonu (5).
Avşar (Afşar) Bolu (17), Kastamonu (9), Konya (9),
Kütahya (5), Ankara (4), Kayseriyye
(4).
Karkm Sivas (8), Kara-Hisar-ı Sahib (6), Sa-
ru-Han-Manisa- (5), Karasi (4).
Bayındır Bolu (6), Hamid (5), Hüdâvendigâr
(5).
Peçenek Ankara (4).
Çavuldur (Çavundur) Kastamonu (4), Konya (3), Sivas (3),
Ankara (3).
Çepni Trabzon (yöre), Kastamonu (6), Bolu
(5).
213
Salur : Sivas (9), Konya (9), Saru-Han (4),
Hamid (3).
Ala-Yundlu : Ak-Saray (5), Saru-Han (3), Sivas (3),
Ankara (3).
Eymür : Hüdâvendigâr (10), Kastamonu (8),
Sivas (7), Ankara (5), Kütahya (5),
Çorum (4).
Yüreğir : Adana (yöre), Kastamonu (6), Hamid
(4), Teke-Antalya bölgesi- (4).
İğdir : Kastamonu (8), Teke (6).
Büğdüz Hamid (4), Kastamonu (3).
Kınık : Adana (yöre), Ankara (9), Kütahya
(9), Sivas (8), Konya (5), Kengiri (5),
Kara Iîisar-ı Sahib (5), Malatya (4),
Karasi (4).
Bugün gerçek olarak Oğuz boylarına ait ne kadar yer adı olduğu,
bu hususta yapılacak esaslı araştırmalardan sonra anlaşılabilecektir.
214
görülmüş olmasıdır. Bunun, bilhassa daha önce bahsedildiği üzere,
Türkiye’ deki Oğuzculuk cereyanı ile ilgili olduğu açıkça anlaşılıyor. Bu
keyfiyet bizi tarihî hayatını takip edemediğimiz pek az nüfuslu Oğuz
boy adını taşıyan bir oymağın adını taşıdığı boydan geldiğinde bazan
şüpheye düşürüyor. Meselâ, X III. yüzyılın ikinci yansının başlarında
Antalya-Denizli tarafındaki uç beğlerinden S a lu r B eğ g ib i56, Oğuz
boy adını taşıyan bir şahsın, adını taşıdığı boya mensup olduğuna mut
lak olarak hükmetmemiz doğru değildir. Çünkü böyle bir şahıs o b oy
dan olmayabilir. Nasıl ki, B a y ın d ır adlı bazı Kürd beğleri olduğu
gibi57. Daha ziyade Boz-TJlus ve Haleb Türkmenleri gibi topluluklarda
bir Oğuz boyuna mensup bir oymakta başka bir Oğuz boyunun adını
taşıyan şahıslar görülmektedir. Meselâ Boz-Ulus ve Y en i-Il’deki Avşar
oymakları arasında Bayat , Salur adlarım taşıyan şahıslar olduğu
gibi, Çavundur oymağı arasında da Bayat adlı kimseler vardır.
Mamafih bunun incelemeleri güçleştirebilecek derecede yaygın bir
gelenek olmadığını da söyliyelim. Bilhassa meslekten olmayanlara
hatırlatmak istediğimiz diğer bir husus da O sm a n lı devrinde Anado
lu’da. köylerde ve şehirlerdeki yerleşik Türk halkının ve Oğuz boy adını
taşımayan Türk oymaklarının da bahsedilecek bu 24 Oğuz boyuna
mensup oldukları, onlardan geldikleridir. Bizim O sm a n lı devrinde
göreceğimiz Oğuz boy adlarını taşıyan teşekküller ancak büyük ve
eski oğuz boylannın adlarını henüz değiştirmemiş veya yerleşmemiş
kalıntılarından başka bir şey değillerdir.
En son olarak her hangi bir oymağın yerleştiği bir yere kendi adı
nı vermesinin de bir kaide olmadığına işaret etmek isteriz. Kümeler
halinde yörelere yerleşmiş Oğuz boylarına mensup büyük teşekküllerin
bile yerleştikleri yerlerde kendi adlariyle ilgili bir hâtıra bırakmamış
oldukları da görülmüştür.
215
I.
KAYI
216
K a yı adlı oymaklara gelince, Kayılar bu hususta da en fazla te
şekküllere sahip bulunan iki boydan (diğeri Avşar) biridir. Yer ad
larında olduğu gibi, oymaklar hususunda da K a yı ile Avşar bir biri ile
başbaşa gitmektedir. Bu K a yı oymakları, Avşar, Bayat ve diğer bir
çok boyun aksine olarak, Yörükler arasında, yani Anadolu’nun orta
ve batı taraflarında bulunmaktadır. Şimdi bunları, yaşadıkları bölge
lere göre tetkik edelim:
1. A t - Ç e k e n : Konya bölgesindeki K a yı oymağı, At-Çeken toplu
luğuna mensup olup, Lârende (bugün Karaman) kasabasının kuzey ve
doğu taraflarındaki toprakları kaplayan Bayburd kazasında yaşamak
tadır. Bu oymağın, II. B â y e z id devrinde 260 ı evli olmak üzere 343,
I. S elim zamanında, 475 i evli olmak üzere, 680 vergi nufusuna sahip
idiği görülüyor. Diğer taraftan bu K a yı oymağının hemen bütün men
supları sipahi oğulları idiler. Oymağın bahsedilen zamanlarda elinde
bulunan ekinlikleri yani çiftçilik yaptıkları yurdları (mezrea) şunlardı:
Y assı-Ü yük, Erence, Arslanlu-Virânı, İnlu-Virânı. Bostanlu, Günü,
Karaca-Kaya, K ınık, Gencek adlı ekinlikler de Aksaklu oymağı ile eski
zamanlardan beri oturageldikleri yurdları idi. K onya Kayıları’nın 1547
de Kapanlar, Gök-K öy, İbrahim, Divâneler, Gebeciler ve belki de K ayı
Hüyüğü adlı köylerde yerleştikleri görülüyor4.
Bu K a yı oymağının yaşadığı zamanda Konya bölgesinde, K ayı
adlı 6 köy vardı5.
2. A n k a r a . Görüldüğü gibi, Ankara sancağında, K a yı adlı 4 yer
adı olmasına rağmen6, nüfusu çok bir K a yı oymağı yoktur. Bu adda
Ankara Yörükleri arasında pek küçük bir oymak vardır ki bu da K a yı-
cık adlı bir köyde yaşamaktadır7. Bu Kayıcık köyü Ankara ile Ayaş
arasındaki, Murtaza- Abâd kazasına bağlı Kayıcık köyü olsa gerektir.
X V I. yüzyıldaki bu küçük K a yı teşekkülünün eski ve oldukça büyük
bir K a yı oymağının kalıntısı olması muhtemeldir.
3. H a m i d (İsparta) : X V I. yüzyılda bir K a yı oymağı da Hamid
sancağı’m n Eğridir kazasında yaşamaktadır. Bu oymağın K a n u n î
devrinde 118 vergi nüfusu v a rd ı8. Aynı sancakta K a yı adlı 5 köy de
görülmektedir9.
217
4. D e n i z l i : X V I. yüzyılda en büyük K a yı oymağı, Denizli’nin
kuzeyinde yaşamaktadır. Başlıca Kaş- Yenicesi, Aydos ve Şeyhlu ka
zalarında yaşayan bu K a yı oymağı K a n u n î devrinde 35 köyde yurd
tutmuş bulunuyordu. Bu oymağın evli vergi nüfusunun 1123, bekâr
vergi nüfusunun 223 olduğu ve her yıl devlete 42 000 akça vergi ver
diği görülüyor. Bu K a yı teşekkülünün oturduğu köylerden hiç biri
K a yı adım taşımıyor 10. 978 (1570-1571) tarihli bir hükümde bu K a yı
Yörükleri’ nin vergilerinin tahsiline kadıların müdahale etmemeleri em
rediliyor 1
218
7. K a ı a - H i s a r ( A f y o n ) : Yine başka bir vesikadan bu boya
mensup bir oymağın da Kara-Hisar sancağının Sandıklı kazasında
yaşadığı görülüyor. 967 (1559-1560) tarihini taşıyan bu vesikada San
dıklıya bağlı K a yı oymağının yine aynı kaza dahilindeki bir köy halkı
ile Kaplan-Alanı adlı bir yaylak hususunda çekişmekte olduklarından
bahsedilmektedir16. Bu oymağa da tahrir defterlerinde rastgelineme-
miştir.
8. S is (K ozan) : Anadolu’ daki sonucu K a yı teşekkülü Sis (Kozan)
sancağı oymakları arasında görülmektedir. 29 evden (hâne) ibaret olan
bu küçük K a yı oymağı Kutlu Beğ - Hacılu adlı bir teşekküle tâbi bu
lunmaktadır. Defterlerde bu Kutlu Beğ - Hacılu teşekkülü aynı san
caktaki Avşar, Kavurğalu, Ayru-Dam lu, Savcı-Hacılu adlı büyük te
şekküller gibi, tâife kelimesi ile vasıflanmakta ise de, nüfusu pek az
olup, ancak 42 vergi evidir 17. Bununla birlikte bu Kutlu Beğ-Haculu
tâifesinin Savcı Hacılular’m bir kolu olması mümkündür.
îşte X V I. yüzyıldaki Kayılar’ a dâir bilgiler bunlardan ibarettir.
Yukarıda araştırmalarımızın bir sonucu olarak, Kayılar’ ın X V I. yüz
yılda Anadolu’da, en fazla yer adına ve hattâ oymaklara sahip bir boy
olduğunu söylemiştik. Bunlar, Oğuzlar’m islâmiyetten önceki tarihlerinde
mühim bir mevkii olan bu asil teşekkülün, aynı zamanda Anadolu’nun
fetih ve iskânında da en büyük rolü oynamış bir boy -veya bir kaç boy
dan biri- olduğunu göstermektedir.
X V I. yüzyılda Anadolu’ da bulunan bu 94 K a yı yer adından, İç
işleri Bakanlığı’nın Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu adlı kitabın
da ancak 25 i görülmektedir I8. Bu K a yı adb köyden biri de Tekir-Dağ’-
mda bulunuyor.
9. H a z a r - Ö t e s i T ü r k m e n l e r i : Kayılar’dan bir kol da batıya
göç etmiyerek Hazar-Ötesi Türkmenleri arasında kalmıştır. Ebû’l-Gazi’ -
de ve diğer kaynaklarda bu Kayılar’ dan hiç bahsedilmemesi onların
nüfusça pek kalabalık olmamalarından ileri gelse gerektir. Bu Kayılar
iki küçük bölük halinde, ancak X I X . yüzyıldaki Avrupalı seyyahların
listelerinde görülebiliyor. Bu K a yı bölüğünden biri Curcan bölgesin
deki Göklen topluluğu arasında, diğeri de Ğay adı ile Ali-eli içinde bu
lunmaktadır 19.
219
K a y ı - O s m a n l ı Mü n as eb e tl e r i :
“ O sm a n E r t u ğ r u l oğlusun - O ğ u z K a r a -H a n neslisin
Hakkın bir kemter kulusun - İstanbul’ u aç gülzâr yap”
20 Bu hususta: P a u l W itte k , The R ise o f the Ottoman empire , London , 1958, s. II; F u a d
K ö p rü lü , Osmanlı imparatorluğunun etnik menşei meseleleri, s. 284—303; F. Süm er, Oğuzlara
aiı destani mahiyette eserler, s. 451-455.
220
kiye’ de henüz göçebe hayatım ve kabîle geleneğini devam ettiren boy
daşlarına yakın bir ilgi gösterdiği ve onlara imtiyazlı bir muamelede
bulunduğuna dâir hiç bir delile sahip değiliz. Hattâ Türkiye’ nin fetih
ve iskân tarihinda bilinci derecede rol oynadığını gördüğümüz bu
boyun X V . ve X V I. yüzyıllardaki mensuplan da, diğer oymaklar gibi
belki vegi memurları, sipahi ve diğerleri tarafından baskılara maruz
kalmışlardır. X V . ve X V I. yüzyılda kendisini, nazarî de olsa, Oğuz
elinden ve K a yı boyundan sayan hânedanın daha sonraları bunu da
unuttuğu görülüyor.
221
II
BAYAT (BAYAD)
222
larından çoğu zamanımıza kadar gelmiştir 4. Bu yer adları, Bayatladın
Anadolu’nun fethine katılmış olduklarını gösteriyor. Bu yer adların
dan başka, X IV . yüzyıldan beri Kuzey-Suriye’ deki Türkmenler arasın
da pek mühim bir Bayat kümesinin yaşamakta olduğunu biliyoruz.
Diğer taraftan X V I. yüzyılda Batı ve Güney-Batı Anadolu’ da henüz
yerleşmemiş, bu adda bazı küçük oymaklar da görülmektedir.
Daha önce de söylendiği gibi, X IV . yüzyılda Kuzey-Suriye’de ya
şayan büyük Türkmen topluluğunun Boz-Ok kolunu başlıca üç boy,
yani Bayat, Avşar ve Beğ-Dili boyları teşkil ediyordu. Mezkûr asırdan
itibaren kendilerinden bahsedilmeye başlanan D u lk a d ır -o ğ u lla r ı,
İ n a l- o ğ u lla r ı, K ö p e k - o ğ u ll a r ı , G ü n d ü z lü le r , K u t -B e ğ i o-
ğ u lla r ı, B o z c a - o ğ u l l a r ı gibi, ailelerin bu üç veya iki ( Bayat-Av
şar) boydan çıktıkları anlaşılıyor. Bu ailelerin en büyüğü olan D ul-
k a d ı r - o ğ u l l a r ı ’nın, hizmetinde daima Bayatlar görülmektedir ki,
bu husus esasen Boz-Oklar’ dan olduğu kesin olarak bilinen bu hâne-
danın bu boya mensup olması ihtimalini hâtıra getiriyor. Ayrıca yine
Boz-Oklar’ dan olan 1nal-oğulları’ nin Beğ-D ili’ye değil ise, bu boya men
sup olduğu muhakkaktır. Bayatlar’ dan geldiğini kesin olarak bildiği
miz aile ise Bozca-oğulları’ dır. 801 (1399) yılında S u lta n B e r k u k ’un
ölümü üzerine yerine oğlu F e r e c geçmişti. F e r e c , yiğit bir genç olmak
la beraber siyasî zekâdan mahrum bir hükümdardı. Bu sebeble F e r e c ’-
in bütün hükümdarlık devri bilhassa Şam vâlisi Ş e y h e l-M a h m u d î,
Ç ek im ve N e v r u z gibi emirlere karşı mücadele etmekle geçmiştir.
807 (1404-1405) yılında Haleb vâlisi D e m ir -T a ş , Antakya hâkimi
Türkmen D o ğ a n c ı- o ğ l u F â r is ’in üzerine yürüdüğünde yanında
müttefiki olarak R a m a z a n -o ğ lu A h m e d B eğ ile D u lk a d ır lı ai
lesinden H a lil B e ğ o ğ lu A lâ u d -d in A li B e ğ vardı. Â lâ u d -d in
A li B e ğ ’in buyruğunda Bayatlar ve İnattılar bulunuyordu. Asi emir
lerden Ç e k i m , Doğancı-oğlu’ nun yanına sığınmıştı. Yapılan çarpış
mayı D e m ir -T a ş , müttefikleri A h m e d ve A li b e ğ le r sâyesinde,
kazandı5. S u lta n F e r e c ertesi yıl Ç ek im ’ e Haleb vâliliğini vermişti.
Bir kaç yıldan beri sultan olmak gayesini taşıyan Ç ekim , 809 (1406)
da “ el-Melik ul-Adil” ünvanı ile kendini sultan ilân etti ve Fırat’ tan
Gazze’ ye kadar olan yerlerde adına hutbe okuttu. Ç ek im , Türkmen
ler’i tehlikeli bir unsur sayarak onlara karşı harekete geçti. Bunun so
nucunda Avşar, Bayat ve İnallular’ dan mühim bir kısım A k - K o y u n
lu beği K a r a - Y ü lü k O sm a n ’ a sığınmak zorunda kaldı6. Ancak
223
Ç e k im in aynı yıİda K a r a -Y ü lü k ile yaptığı savaşta öldürülmesi
üzerine tunlar tekrar Haleb çevresindeki yurdlarına döndüler.
7 M akrizî , 312 b - 313 a; A y n î, İkd ul-cumân , Veliyüddin Efendi nr. 2396, e, 294-
295. Bu sonuncu müellifte: îb n B ozca .
8 M akrizî , 368 b.
224
ligi verildi5. İşte bu emîr, T a t a r ’dan sonra sultan olan meşhur M elik
u l - E ş r e f B a r s -B a y ’dır (1422-1438).
Bayatlar daha sonraları da Avşarlar ile birlikte A k -K o y u n lu
faaliyetlerine katılmışlardır. 1457 yılında D u lk a d ır lı hânedanından
K a r a -B e ğ ile Bayat beğlerinden N â sır H ü s e y in B eğ ve yine Ba-
yatlar’daıı A b d i, U zu n H a şa n B e ğ ’in hizmetine girdiler. Bunlar
buyruklarındaki 800 evlik Türkmen ile  m id yakınındaki Karaca-
Dağ’ da yurt tutmuşlardı. Bu beğler K a r a - K o y u n lu hükümdarı
C ih an - Ş ah ’ın U zu n H a şa n B e ğ üzerine gönderdiği T a rh a n -
o ğ lu R ü s te m kumandasındaki bir ordunun  m id ’e yaklaştığını ha
ber alınca korkudan Suriye’ ye gitmek üzere yerlerinden göçtüler. U-
zu n H a şa n B eğ , bunları teskin ederek geri döndürmek için oğulları
H a lil ve U ğ u r lu M eh m ed ile M u su llu E m îr B e ğ ’i gönderdi ise
de onları kararlarından vazgeçiremedi. Bunun üzerine şehzadeler on
lardan bazılarının davarlarını yağmaladılar 10. Bununla beraber Am id
yakınında H a şa n B e ğ ile T a r h a n -o ğ lu R ü s te m arasında yapılan
ve A k - K o y u n l u l a r ’ın parlak bir zaferi ile sona eren savaşta, Avşar
lar gibi, Bayatlar’ m da bulunduğunu biliyoruz u .
9 M akrizî, nr. 4389, 201 a-b; ondan naklen İb n T a ğ r ı-B ir d î, en -Nucûm uz-zâlıire,
yay. W . P o p p e r, Berkeley, 1915, VI, s. 389, 557-558; aynı müellif, el-Menhel u s-sâ fî, İVuru-
Osmaniye ktb., nr. 3428, 167 a.
10 E b û B e k r -i T ib r â n î, aynı eser, s. 254, 265.
11 Aynı eser, s. 273.
12 Tarih Yeş-B eg, Topkapı Sarayı, I I I . Ahmet ktb., nr. 3057, 121 b.
225
B o z c a - o ğ l u H a lil B e ğ ’in aradaki zaman farkı dolayısı ile aynı şa
hıs olduğu üzerinde kesin bir şey söylenemiyor. Yine adı geçen B o z
c a - o ğ lu H a lil B e ğ ile çağdaş aynı aileden ve S e v in d ik
b e ğ le r i de tanıyoruz ki, bunlar da D u l k a d ı r - o ğ l u Ş a h -S u v a r ’m
müttefikleri idiler13. Diğer taraftan biz B o z c a ailesinden bazı beğle
rin de U zu n H a şa n B e ğ ’in hizmetine girmiş olduğunu biliyoruz14.
S a fe v î devrinde İranda yaşayan Bozcalular bunların torunlarından
başkası olmasalar gerektir.
226
obalarından Çalışla ve Ali-Beğlüler’ in de bu Pehlivanlı koluna bağlı
oldukları görülüyor I6. Pehlivanlı oymağı her iki kolu birleşmek ve B a
yat boyunun diğer birçok obalarını da etrafına toplamak sureti ile X V II.
yüzyılda büyük bir teşekkül haline gelmiştir. Bu sebeble K â t ib
Ç e le b i kendi zamanındaki Haleb Türkmenleri oymakları hakkında
tanzim ettiği listede Pehlivanlılar’ el da yer vermiştir 17. Bunda Bayad
boy beği ailesinin (Bozca-oğulları) İran’a, gitmesi veya herhangi bir
sebeble varlığını muhafaza edememesi en mühim âmildir. Teşekkülün
X V II. yüzyılda artık Haleb bölgesinde değil, Sivas’ın güney ve güney
batı taraflarında yaşadığı anlaşılıyor. Hattâ Pehlivanlılar 1100 (1688-
89) yılında diğer birçok oymaklarla beraber vilâyet vilâyet gezip yok
sul ve zayıf halka saldıran ve yollarda soygunculuk yapan G e d ik adlı
haydudun tenkiline memur edildikleri g ib i18, ertesi yıl da, yine diğer Türk
men oymakları ile birlikte, Avusturya’ ya yapılacak sefere çağrılmışlar
dır. Sefere katılmaları istenen 200 Pehlivanlı askerinin başında şu beğ-
ler bulunuyordu: P e h l iv a n - o ğ lu İ s m a il B eğ, P e h liv a n -o ğ lu
H a c ı M u sa B eğ, P e h l iv a n - o ğ lu B a t t a l B eğ, P e h liv a n - o ğ lu
H a c ı A b b a s B e ğ o ğ lu , H a şa n B e ğ o ğ lu M eh m ed B eğ , A li
B e ğ o ğ lu M irza B eğ , B i b e r - o ğ l u A s s â f B eğ , Tatar-İlyaslu obası
kethüdası, Kuzu-gündenli oymağı kethüdası, Sanal (?) Bayadı kethüda
s ı 19. Bunlardan H a şa n B e ğ -o ğ lu M e h m ed B e ğ ’ den itibaren zik
redilenlerin P e h l iv a n - o ğ u ll a r ı ailesinden olmadıkları görülüyor.
1108 (1696) tarihinde yukarıda adı geçen P e h liv a n -o ğ u lla r ı'n d a n
İ s m a il B eğ , Y en i-İl voyvodası id i20. Y eni-İli de bu esnada başbca
Pehlivanlı oymağı ile ona bağlı obalar meydana getiriyordu. Y en i-İl’ in
vergisi ise, eskiden valide sultanların Üsküdar’da yaptırdıkları câmilerin
vakfına ait iken bu sıralarda, Mekke ve Medine’y e gönderilen Surre
akçesine tahsis edilmişti. Y en i-İl’e bağlı oymaklara haremeyn uş-şeri-
feyn aşiretleri denilmesinin sebebi de budur. 1141 (1728) tarihinde Peh-
livanlılar’ ın Boz-Ok bölgesinde yaşadıkları görülüyor.
16 F. Süm er, Bayatlar , İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk D ili ve Edebiyatı
Dergisi, 1952, IV, sayı 4, s. 374-376.
17 Cihan-nûma , s. 593.
18 A h m e d R e fik , Anadolu'da Türk aşiretleri, s. 77—79.
19 A h m ed R e fik , aynı eser, s. 85-86.
20 A h m ed R e fik , aynı eser, s. 114.
21 J. N ie b u lır, Voyage en Arabie , Amsterdam., 1776, s. 336.
227
sel’den naklen Pehlivanlıların sahip bulundukları çadır sayısına dair
15 000 rakamını vermektedir.
22 H a slu ck , Christianity and İslam under the suhans , Oxford , 1929, II, s. 480
23 C e v d e t P aşa, Tezâkir yay. C a vid B a y s u n , (T.T.K.), Ankara , 1963, s. 126, 127
140, 141, 144, 147, 149, 158, 173, 174, 222, 223.
24 F. Süm er, Bayatlar , s. 377.
228
lar’ı bu iki teşekkül yani Pehlivanlılar ile Reyhanlılar temsil etmişler
dir.
Pehlivanlı oymağının başındaki boy beği ailesinin X V III. yüz
yılın ikinci yarısında bugün Ankara’nın K m k -K a le kazasına bağh
Beğ-Obası köyünde oturduğunu biliyoruz. Pehlivanlı beğlerinden M ah
m u d B e ğ 1212 (1797-1798) yılında köydeki câmii yaptırmıştır. Bu
beğin 1221 (1806-1807) yılında Ç a p a n -O ğ lu S ü le y m a n B e ğ ’in
emrinde bulunduğunu görüyoruz. Aile hâtıralarında M ah m u d B e ğ ’
in birçok harblere katılmış olduğu söylenir; hattâ bu harblerden birin
de oğlu H a y d a r B e ğ ’i kaybetmiş, dönüşde kardeşini babasının yanın
da göremeyen diğer oğlu A b d u r a h m a n B e ğ ’in: “ ay kardaşım nere
lerde kaldın” diyerek ağlamaya başlaması üzerine, kaşlarını çatan
M a h m u d B eğ : “ kadın gibi ne ağlıyorsun, sen H a y d a r ol, sen de kal”
demiştir. Fakat hâtıralarda M a h m u d B e ğ ’in de gittiği son seferden
geri dönmiyerek Belgrad’ da şehit düştüğü anlatılır. O zamanlarda A na
dolu Türkü’ nün kaderi böyle idi. Vergisi Mekke-Medine’y e gider, ken
disi de, çok defa geri gelmemek üzere, imparatorluğun uzak eyâlet
lerine gönderilirdi. M a h m u d B e ğ ’e oğlu A b d u r r a h m a n B eğ , ona
da oğlu H a şa n B e ğ halef olmuşlardır. Pehlivanlı boybeği ailesinin
nesli zamanımıza kadar gelmiştir. Ailenin M a h m u d B e ğ ’in dedesi
K o d a la k B e ğ ( ) ’ den başlayıb zamanımıza kadar gelen mu
fassal soy kütüğü hususî kütübhânemizde mevcudtur.
Reyhanlı boy beği ailesi de zamanımıza kadar gelmiştir. Bu aile,
İskenderun’ da oturan Hatay’ın en tanınmış ailesi olan M u r sa l-O ğ u l-
l a n ’dır.
3. B oz - Ulus Bayatları:
229
II. S e lim devrinde yazılmış Boz-Ulus defterine göre, asıl Boz-
Ulus kolunda bulunan Bayat oymağı 206 vergi nüfusuna sahiptir. Boz-
Ulus’nn Dulkadırlı kolunda bulunan ve Şam Bayadı adını taşıyan oy
mağın ise 341 vergi nüfusu vardır26.
a - Boz-Ok
230
başlıca Hızırlu, Hasancılu, Kesmezlü , Şeyhlu, Şarklu, Kızıl-Donlu vc
Karaca-Koyunlu gibi obalara ayrılmıştır. Bu obalar sahip bulunduk
ları ekinliklerde çiftçilik yapmakta ve kış gelince Suriye’ ye gitmekte
dirler. Fakat X V I. yüzyılın ikinci yarısında Şam-Bayatlarıma, kışın
Suriye’ye gitmekten vazgeçtikleri anlaşılıyor.
b- Y en i-ll
231
Şam -Boyadı’ nin gerek Boz-Ulus, gerek Y en i-ll arasındaki obaları
nın, bu topluluklara mensup diğer oymaklar gibi, 1022 (1613) tarihle
rinde Orta-Anadolu’ya gelmiş oldukları anlaşılıyor. Bunlar da 1100
(1688-1689) yıhnda Orta-Anadolu’ da kalabalık avanesi ile haydutluk
yapan G e d i k’in tenkiline memur edilmişler ve ertesi yıl da diğer
Türkmen teşekkülleri gibi Avusturya seferine çağrılmışlardır39.
5. Kütahya:
S e lç u k lu la r zamanında S e lç u k lu emirlerinden A k s u n k u r u l-
B u h a r î ’nin Basra’ daki nâibi S u n k u r ’un, el-Bayatî nisbesini taşıdı
ğından ve X II. yüzyılın sonlarına doğru Bağdad’ m güney doğusunda,
Tîb çayının kaynağına yakın yerdeki bir kalenin de Bayat adı ile anıl
dığından ve bu kalenin hâkiminin Türk olduğundan daha önce bah
sedilmişti.
232
X V I. yüzyıla gelinceye kadar gerek Irak ve gerek el-Cezire’ de Ba-
yatlar’m yaşadığına dâir her hangi bir tarihî kayda rast gelinemiyor.
X V I. yüzyıla ait O sm a n lı tahrir defterlerinde de ancak Karaca-Ba-
yat adlı çok küçük bir oymak görülmektedir. Bu oymak Kerkük yöre
sinde yaşamakta ve 24 vergi nüfusuna sahip bulunmakta id i37.
233
ne Hille’ de yerleşmiştir41. Burada adı geçen İ b r a h im H a n Musullu
oymağından olup, Bağdad vâlisi iken 934 (1527)’ de yeğeni Z ü lfik a r
S u lta n tarafından öldürülmüştür42. Bu sebeble İ b r a h im H a n ’ın
K a n u n î S u lta n S ü le y m a n karşısında bozguna uğradığı şeklindeki
S â d ık î’nin sözleri doğru değildir.
7. Iran Bayatları:
234
öldüren Luristan hâkimi Ş a h -V e r d i’nin üzerine bir sefer yaptı. Şah-
Y e r d i bir kaç yıldan beri Şah A b b a s ’m hâkimiyetini tanımayarak
müstakillen hareket etmeğe başlamıştı. Şa h - V e r d i’yi itaate mecbur
eden Şah A b b a s , Burucird’ e uğrayıp burada U ğ u r lu B e ğ ’i destekle
mediklerinden dolayı Bayatlar’m ileri gelenlerini tekdir etti. U ğ u rlu
B e ğ ’in kardeşi Ş a h -K u lu S u lta n 'm ricası ile Şah onların kusurlarını
bağışladı. Bayatlar da buna karşılık hükümda rlarına Kızıl-Başlar arasın
da güzellikleri ile tanınmış olan ve kendi adları ile anılan ( Beyâti nejâd)
atlarından 3 000 aygır ve kısrak takdim ettikleri gibi, pişkeş olarak da
3 000 tuman vermişlerdir48. Şah A b b a s ’ın Bayatlar’ dan H ü s e y in
A li B e ğ ’i 1598’de elçilikle Ispanya’ ya göndermiş olduğunu biliyoruz49.
Aynı hükümdar zamanında Y â r A li S u lta n , G ed â A li S u lta n ve
B e d ir S u lta n adlı beğler de Bayatlar’dan idiler. Bunlardan G ed â
A li S u lta n ’ın Makû hâkimi, Y â r A li S u lta n ’m Erivan bölgesin
deki Bayezid kalesinin ve B e d ir S u lta n ’m da yine o bölgedeki bir
yerin hâkimi olduklarını biliyoruz so. Şah S a fi devrinde aynı yerlerde
bu Bayat beğlerine oğulları halef olmuşlardır51. Bu tayinler dolayısı ile
Bayatlar’ ın mühim bir kısmı Azerbaycan’a, gitmişler ve orada yerleş
mişlerdir. Bu Bayatlar daha sonra Bayat-i mutlak yahut Ak-Bayat
adları ile İran’ daki diğer Bayat kollarından tefrik edilmişlerdir. On
ların Kuzey-Suriye’ deki Bayatlar’m bir kolu olup A k - K o y u n l u fethi
neticesinde veya S a fe v î devletinin kurulması ile ilgili olarak İran’ a
geldikleri anlaşılıyor.
48 Tarih-i âlem âra-yi A bbasî , s. 322, yeni basım, s. 472, 473. Şah A b b a s ’m 1006 (1598)
yılında Hindistan hükümdarı E k b e r H a n ’a ve oğlu M u ham m ed S elim Şah ’ a gönderdiği
armağanlar arasında bulunan atlardan bir kısmı Bayat atlarından idi (A lem ârâ-yi Abbasî , ş.
552, yeni basım S. 543).
49 Y a d ig â r (m ecm uası), Tahran 1947, nr. 4. s. 33.
50 Âlem âra-yi Abbasî , s. 762, yeni basım, s. 1086.
51 İs k e n d e r B ey T ü rk m en ve M u ham m ed Y u s u f, Z eyl-i iarih‘ i âlem âra , Tahran ,
1317 ş., s. 246.
52 Âlem âra-yi Abbasî , s. 302, 585-586, yeni basım, s. 295, 444, 445, 510.
235
kısım vilâyetlerini eline geçirmiş olan Özbek hükümdarı A b d u lla h
H a n buraları oğlu A b d u l-m u ’ m in H a n ’ a vermişti. A b d u l-m u ’ -
m in H a n ’ın 159i’de Nişâbur’ u geri almak isteyen S a fe v î kuman
dam K a r a m a n lı F e r h a t H a n ’ı geri çekilmeğe mecbur etmesi üze
rine Kara-Bayatlar onun tâbiiyyetini kabul ettiler. Lâkin bunlar daha
önce Çağataylar’ dan pek çok adam öldürdüklerinden B a b a I ly a s
oğlu M a h m u d S u lta n ve diğer Bayat ileri gelenleri mezkûr Han’ın
katma gelerek ona itaatlerini bildirmiş oldukları halde esirgenmiyerek
öldürüldüler53. M a h m u d S u lta n ’ın kardeşi M u h a m m e d S u lta n
periaşn bir halde etrafa dağılmış bulunan Kaıa-Bayatlar’ ı başına top
layarak Ş â h -A b b a s ’a büyük hizmetler ifa etmiştir. Hattâ bu sebeble
adı geçen hükümdar tarafından bütün Kara-Bayat boyu vergiden
muaf tutulmuştur54. 12 yıl Nişabur vâliliğinde bulunan M u h a m m e d
S u lta n ’ın ölümü üzerine yerine oğlu B a y r a m A li S u lta n geçmiş
t ir 55. Bu tarihten itibaren Nişâbur uzun bir zaman Kara-Bayatlar’ ın
elinde kalmıştır. N â d ir Şah zamanında ve onun ölümünden sonra
da Nişabur yine Kara-Bayat beğleri tarafından idare olunuyordu56.
53 Gösterilen yerler*
54 Âlem âra-yi Abbasî, s. 586.
55 Alem âra-yi Abbasî , s. 586, yeni basım, s. 1087; Z eyl-i tarih-iâlem âra-yi Abbasî , s. 22.
56 M irza M eh di H an, Tarih-i Nâdiri , Tebriz , 1260, s. 45; E b û ’ l-H a s a n M uham -
m e d -i G n listâ n e , Mücmel ut-tevarih , Rezavî y a y T a h r a n , 1330 ş., s. 66.
57 Gence Tahrir defteri, Başbakanlık A rşivi , I I I . Ahmed devri, nı\ 903, 19 a.
58 E b u l Haşan Muhammed-i Gulistâne, s. 21, 22.
236
ve oğlu M u h a m m e d B â k ır H a n ’ın da bu oymaktan olduğunu bi
liyoruz 59.
İran ’ daki Bayatlar şimdi tamamen yerleşmiş olup mühim bir
kısmı Hamse (başlıca Zencan bölgesi) vilâyetinde oturmakta ve Kaş-
kailer arasında da bir kaç küçük Bayat oymağına rastgelinmektedir60.
237
III.
ALKA BÖLÜK
( Alka-Evli)
238
IV.
KARA-BÖLÜK
( Kar a-Evli)
239
X V I. yüzyılda Türkiye’ de Kara-Evlu şeklinde bazı yer adları gö
rülmekte ise de bunların sayısı sekizi geçmemektedir '. Bunlar da Bolu
sancağında, Tokat ve Kastamonu bölgesinde bulunmakta idi.
Türkiye’ de Meskûn yerler kılavuzu’ na göre2, biri Kara-Evliler ol
mak üzere Türkiye’de 10 Kara-Evli adlı köy bulunmaktadır. Bu yer
adlarından çoğunun bu boyla ilgili olduğundan şüphe edilmez.
1 Cedvele bakınız.
2 Türkiye'de meskûn yerler kılavuzu s. 606.
3 Şecere-i Tcrakime , s. 76, 77, 78.
4 Bu hususta: F. Süm er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir , D.T.C.F. Dergisi, X I, sayı 1.
1953, s. 67, not. 1.
240
V.
Y A Z I R
241
H a r iz m -Ş a h S u lta n M u h a m m e d ’in Kara-Hıtaylar karşı
sında başarısızlığa uğraması üzerine isyan eden Nişâbur emîri K e z lik
H an yenildikten sonra yanında bulunan bir Türkmen’ in teklifi üzerine
Yazırlar’ ın bulunduğu yere gitmek istemişse de oraya 3rolladığı adam
ları Yazırlar tarafından yakalanıp H a r iz m -Ş a h ’a teslim edilmişti6.
Bu sıralarda veya az sonra Yazırlar’m başında H in d u H an adlı bir
beğ vardı. 11 yıl Yazır beği olarak kalan H in d u H a n ’ dan sonra Ya-
zır yurdu tamamen H a r iz m -Ş a h la r ’ın eline geçmiştir. H in d u H a n ’
ın kardeşi Ö m er H an , H a r iz m -Ş a h la r ’ın başşehri Urgenç’te Yazır
beğliğinin kendisine tevcih edilmesi hususunda devamh bir gayret
göstermiş•ise de bu gayreti ona ancak S a b û r H a n lâkabını kazan
dırmaktan başka bir sonuç vermemiştir. H a r iz m -ş a h S u lta n M u
h a m m e d ’in anası T e r k e n H a tu n , Moğol hücumu üzerine Urgenç’-
ten ayrılarak Mâzenderan’ a gitmek üzere yola çıktığında yanında ge
çilecek yerleri iyi bilen S a b û r H an da vardı. Seyahat esnasında Sa
b û r H a n vâlide sultana sadakatle hizmet etmiş olduğu halde, T e r
k en H a tu n , Yazır yurduna gelince kendisini terkedeceğinden şüp
heye düşerek, onu gizlice öldürttü7.
Moğol devrinden sonra onlara Kara-Daş (T a ş)lı deniliyordu8.
Bunlar Şah A b b a s zamanında diğer bazı Türkmen oymakları gibi,
S a fe v î hâkimiyetini kabul etmişlerdi. 1038 (1628-1629) yılında Kara-
Daşhlar’va. başında R a h m a n K u lu S u lta n bulunuyordu. Fakat
R a h m a n K u lu S u lta n aynı yılda Harizm hükümdarı î s f e n d i y â r
H an ve kardeşi müellif E b û ’ l-G a z i ile birleşerek S a fe v île r ’ den
yüz çevirmiş ise de bunlar S a fe v î kuvvetleri karşısında başarı gös
terememişlerdir 9.
Yazırlar, görüldüğü üzere, âdeta müstakil bir kavim gibi X II.
yüzyıldan X V II. yüzyda kadar Horasan’da varlıklarını muhafaza
ederek yaşamışlardır. Bu böyle olmakla beraber onlar Anadolu’nun
fetih ve iskânında da oldukça mühim rol oynamışlardır. X V I. yüzyılda
bu ülkede 24 Yazır adlı köy görüldüğü g ib i10, onlara mensup bazı oy
maklar da vardı. Bu oymakların Dulkadırlı ulusu ile Hamid, Teke ve
Ankara sancaklarında yaşamakta oldukları görülüyor.
242
1. Dulkadırlı Ulusu:
2. Boz-Ok:
3. Hamid Sancağı:
4. Teke Sancağı:
Teke sancağında Yazır obası sarı ve kara sıfatları ile iki kola ay
rılmıştır. Ayrıca Öz-Kent adlı bir köyde de bu oymağın diğer bir kolu
yaşamaktadır14. Bunlardan başka, bu bölgede Yazır adlı iki köy de
bulunmaktadır. Bütün bunlar Teke sancağında da, Hamid sancağında
olduğu gibi, oldukça mühim bir Yazır topluluğunun yerleşmiş oldu
ğunu göstermektedir.
5. A n k a r a :
Bu sancaktaki Yörük topluluğu arasında yaşayan Yazırlar da
küçük bir oymaktır. 42 vergi evi kadar olan bu oymak Çukurcak adlı
bir köyde oturmakta i d i 15.
243
VI.
D Ö e E R
244
nin birbirleri ile mücadeleleri, esasen nüfusları çoğalmış olan Türkmen
boylarına faaliyete geçmek imkânını vermişti. Döğerler bu esnada
S â lim adlı bir beğin idaresinde, Ca’ber yöresinde yaşıyorlardı. Onların
Suriye’deki Türkmen kümesine mi mensup bulundukları, yoksa Ak-
K o y u n lu la r ’ı ve K a r a - K o y u u lu l a r ’ı içine alan ve M em lû k mü
verrihlerinin Doğu Türkmenleri dedikleri topluluktan mı oldukları
iyice bilinemiyor.
773 (1371) yılında D ö ğ e r S â lim B eğ , Beşiri’ ye gelmiş ve Hısn
Keyfa E y y u b î h ü k ü m d a r ı M e lik e l-E ş r e f’e elçi göndererek ondan
kendisine sığınacak bir yer göstermesini ve ihtiyaçları hususunda yar
dımda bulunmasını istemiş ve arkasından da karısı ile yanındaki diğer
beğleriıı karılarını göndererek bu hususta tekrar ricada bulunmuştur.
S â lim B e ğ ’in bu şekilde hareketine sebeb Dimaşk (Şam ) ve Haleb
kuvvetlerinden müteşekkil bir M e m lû k ordusunun kendisini şiddetle
takip etmesi idi. S â lim B eğ , M e m lû k ordusunun önünden kaçarak
Beşiri’y e kadar gelmişti. Fakat M e m lû lcler onu adım adım takibedi-
yorlardı. Döğer beğinin M e m lû k le r ’i bu kadar kızdıran hareketinin
ne olduğu bilinemiyor. Bununla beraber bunun ticaret ve belki de hacc
kafilelerini soymak hususu ile ilgili olması muhtemeldir. Çünkü Sâ
lim B e ğ ’in bu mahiyetteki bir hareketinden dolayı K a r a -K o y u n -
lu K a r a M e h m e d ’in hücumuna uğradığını aşağıda göreceğiz.
Hısn K eyfa hükümdarı, S â lim adına kendisinden yardım iste
mek için gelenlere bir şey yapamıyacağını söyleyib onların üzgün ola
rak geri dönmelerine sebeb olmuş ise de, S â lim ’in güveyisi olan kendi
kardeşi Ö m er’i gizlice Döğer beğine göndermiş ve ona ülkesinde iste
diği yere sığınmasını ve elinden gelen her yardımı yapacağını bildire
rek S â lim B e ğ ’i sevindirmişti. S a lim B e ğ Hısn K eyfa çevresindeki
sarp bir dağa yerleşmiş ve E y y u b î hükümdarından da her türlü yar
dımı görmüştür. M em lû k ordusu S â lim ’i bu dağda bir müddet ku
şattı ise de, hiçbir şey elde edemeden geri döndü. S â lim , M em lû k
ordusunun uzaklaşmasından sonra maiyyeti ile sığındığı dağın yakının
da sevinç içinde bir gezinti yaparken Türlmenler’ den bir bölüğün sal
dırısına uğradı. M e m lû k le r ’in yakalayamadığı Döğer beğini Türk
menler tutsak alıp, A m id ’e doğru götürdüler. Bereket versin S â lim
B e ğ ’in amcası olan E b u ’l G â d ir ’in, oğlu H a şa n B e ğ yetişerek onu
Türkmenler’in elinden kurtarmıştı4. Bu Türkmenler’ in A k -K o y u n -
lu la r ’ dan olması muhtemeldir. Bu hâdiseden sonra S â lim B eğ yurdu
Ca’ber’e döndü.
4 H ısn Keyfa, vekayinâmesi, Viyana Bibliotheque Nationale , (Mxt. 355), 103 b, 104 a.
245
776 (1374-1375) yılında S â lim B e ğ Irak tacirlerini öldürerek
mallarını yağmalayan Y a h m u ı ( ^ ) oğlu (bir Anadolu kaynağın
da: veled-i Umur) Ş ih â b u d -d in A h m e d ’in affedilmesi için anne
sini bu Türkmen beği ile Kahire’ ye göndermişti. Bundan S â lim B e ğ ’
in M e m lû k S u lta n ı ile arasını düzeltmiş olduğu anlaşılıyor. M em
lû k S u lt a n ı M e lik e l-E ş r e f Ş a b a n çok kızgın olduğu Y a b m u r
oğlunu affetmiş ve ona M ısır’ da dirlik tahsis etmiştir. Bu suretle va
zifesini başarı ile ifa eden ve S u lt a n ’dan ikram gören S â lim B e ğ ’in
annesi oğlunun yanma dönmüştür5. Y a h m u r (U m u r) O ğ lu ’na ge
lince, o sonra B e r k u k ’un yakın adamları arasına girmiş, D u lk a d ır
o ğ lu H a lil B e ğ ’i öldürmek sureti ile B e r k u k ’a mühim bir hizmet-
de bulunmuştur.
5 M akrizî , Nr. 4SB6, 186 a; A y n î , nr. 2395, s. 183, 184; İbn Hacer , Y en i Câmi ktb.. n-
814, 11 b-12 a.
6 M akrizî. nr. 4385, 11 a-b.
7 M a k rizi , 12 a; İbn Hacer , 77 a.
246
1390’ da ikinci defa olarak M em lû k tahtına geçen B e rk u k , ken
disinin haU’ ediImesinde en mühim rolü oynayan Türk Memlûk emir
lerinden M in ta ş ’ın, S â li m B e ğ ’in yanında olduğunu öğrenince Ha
leb’e vardığında K a r a - D e m ir t a ş ’ı, M in ta ş ’ı teslim almak üzere
Döğer beğinin yanına göndermişti. K a r a -D e m ir t a ş dört gün beklediği
halde S âli m, M in ta ş ’ı teslim etmiyor, bir takım bahanelerle vakit
geçiriyordu. S â lim ’in bu şekildeki davranışına öfkelenen K a r a -D e -
m ir ta ş , Döğkr beğinin obasını yağmalatmış ve bazı adamlarını da
öldürtmüştü. S â lim yanında M in ta ş olduğu halde Sincar’ a kaçtı.
Az sonra S â lim ’in obasına gelen M in ta ş ’ın eski arkadaşı Y e l- B o ğ a
e n -N â s ir ı hâdiseyi öğrenince yaptığı hareketten dolayı K a r a -D e -
m ir ta ş ’ı azaılamış ve hattâ münakaşa esnasında elindeki topuzu ona
vurmak için, kaldırmıştı. Lâkin bu hâdise, B e r k u k da Y e l-B o -
ğa’nın eski arkadaşı Mintaş’ı koruduğu yolunda kendisine anlatılan
ların doğru olduğu kanaatini doğurdu. Fazla olarak az sonra S â lim
B e ğ gönderdiği bir mektupta M in ta ş ’ı Y e l- B o ğ a ’nm isteği üzerine
kaçırdığını bildiriyordu. Bunun.üzerine B e r k u k , Haleb’e dönen Y e l-
B o ğ a ’yı öldürttü8. Fakat S â lim , M in ta ş’ı B e r k u k ’ a teslim etmi-
yerek serbest bıraktı. Halbuki zengin bir beğ olmadığı için vakit vakit
kervan soygunculuğu dahi yapaıı S â lim B eğ, M in ta ş ’ı teslim etme
si karşıhğında B c r k u k ’ tan büyük bir meblağ alabilirdi.
8 İbn ul-F ıraı , Beyrut , 1936, IX , s. 269, 270, 271; M dkrizî , yap. 218 b, 219 a; T a k iy u d -
din tb n K a d ı Ş u h b e, Zeylu D üvel il-Islâm , Paris , Bibi. Nat., nr. 1599, yap. 62 a.
9 M akrizî , 256 b, 257 a.
10 İbn ul-Fıtrat, IX , s. 382.
11 İbn K adı Şuhbe, nr. 1599.
247
reisleri ile birlikte Ca’ber’ de kuşattığı bildiriliyor n . Bu hâdisede söz
konusu olan Döğer emîri S â lim B e ğ midir, yoksa oğlu D im a ş k H o
ca mıdır, bu hususta şimdi bir şey söylemek mümkün olmuyor. Çün
kü 801 ŞevvaFinde (1399 haziran) babasının yerine sultan olan F e r e c ,
D im a ş k H o c a ’nın Ca’ber nâibliği beratını (menşur) yenilemişti13.
248
1405 yılında K a r a - K o y u n lu Beği K a r a - Y u s u f Dimaşk’tan
ülkesine dönerken Ca’ ber’ de G ö k ç e M u sa’ya misafir olmuştur18. Bu
tarihten itibaren gittikçe artan A k - K o y u n l u tehlikesi karşısında
Döğerler K a r a - K o y u n lu la r’ı metbu tanımışlardır. Nitekim, G ö k ç e
M usa, K a r a - Y u s u f ’un 1406 yılında T im u r ’un torunu E b û B e
k ir b. M ira n şa h ile Aras Çayı kıyısında yaptığı, galibiyetle sona eren
savaşta ve ertesi yıl Şenb-i Gazan yakınında yine ona karşı kazandığı
muharebede bulunmuştur19. Hattâ bu ikinci savaşta M ira n -ş a h ’ı
G ö k ç e M u sa’nın bir kölesi öldürmüştü. G ö k ç e M usa daha sonra,
1410’ da K a r a - Y u s u f ’un C e lâ y ir S u lta n A h m e d ’i Tebriz dolay
larında yendiği savaşa da katılmıştır20. Yine aynı K a r a -K o y u n lu
hükümdarının emirleri arasında Ily a s -ı D ö ğ e r de vardı ki, bunun
S â lim ailesi ile akraba olduğu bilinemiyor. D ö ğ e r I ly a s Beğ, G ö k
çe M u sa gibi K a r a - Y u s u f ’un, E b u B e k ir ile yaptığı savaşlara
katılmış ve K a r a -K o y u n lu hükümdarı tarafından P ir Ö m er ile
birlikte 1409’da Şeki hâkimi S e y y id î A h m e d ’in üzerine gönderil
miştir21. E m îr I ly a s , K a r a - Y u s u f ’un daha sonra yaptığı seferlere
de katılmış ve onun 1420 yılında Ucan yakınında ölümü üzerine Diyar
bekir taraflarına gitmiştir 22.
249
gelince, o da M usul’da. K a r a - K o y u n lu l a r ’ dan yardım temin ettik
ten sonra Urfa’y ı geri almak istemişse de O sm a n B e ğ tarafından
bozguna uğratılmıştır26. Y a ğ m u r B e ğ 817 (1414) yılında oğlu ile be
raber vebaya yakalanarak ölmüştür27. Öldüğü esnada kendisi Süruc’ un
mu, yoksa başka bir yerin mi emîri idi, bilinemiyor.
26 Gösterilen yer.
27 A y n î , s. 400; îb n Tccğrı-Birdi, VI, s. 342.
28 Diyârbekriyye, s. 79.
29 Diyârbekriyye , s. 78.
30 A y n î, s. 642.
250
K a r a - Y ü lü k O sm an B e ğ ’in ölümü üzerine Döğerler, A k - K o
y u n lu şehzadeleri arasında çıkan mücadeleleri fırsat bilerek Am id
yöresine bir akında bulunmuşlardır. E b û B e k r -i T i h r a n î 31 bu akı
nın M ısır sultanının teşviki ile yapıldığını söylüyor. Bu akını haber
alan A li B e ğ ’in oğlu C ih a n g ir M irz a A m id ’ ten çıkarak Döğerler’in
üzerine yürüdü. Genç şehzâde tecrübeli kimselerin iyi hazırlanmadan
düşmanın üzerine gidilmemesi şeklindeki tavsiyesini dinlememişti.
Bu yüzden yapılan çetin bir vuruşmada A k - K o y u n l u l a r ’ dan çok
kimseler ölmüş ve C ih a n g ir M irz a da nökerlerinden bazıları ile tut
sak düşmüştür32. G ö k ç e M usa, C ih a n g ir ’e bukağı vurarak Kahi-
ıe’ye gönderdi. C ih a n g ir 840 yılının 17 Muharrem’inde (1 Ağustos
1436) Kahire’y e getirildi. Fakat S u lta n B a r s -B a y , A k - K o y u n
lu şehzadesine şefkat gösterdi ve daha önce babası tarafından -bağ
lılığının teminatı olarak- gönderilmiş olan kardeşi H ü s e y in B e ğ ile
birlikte oturmalarına müsaade e tti33. B a r s -B a y , G ö k ç e M u sa’
ya 1000 dinar göndermiş ise de bu para varmadan Döğer beği ölmüştü.
G ö k ç e M u sa’nın yerine kimin geçtiği bilinemiyor.
31 Diyârbekriyye , s. 120.
32 Diyârbekriyye , s. 120-123.
33 A y n î , s. 678-679.
34 M akrizî , A yasofya ktb., nr. 3372, 149 a; İbn Tağrı-Birdi, VI, s. 682.
35 İb n T a ğ r ı-B ir d i, Havadis ud-duhur, Popper yay., Berkeley , 1942, s. 55. 279-280.
251
kendisine elçi olarak Aclûn vâlisi H a şa n B e ğ ’in gönderilmesini iste
miş ise de B a r s -B a y verdiği cevapta bunun büyük emirlerden Arab-
Şah'ı yolladığı takdirde mümkün olabileceğini bildirmişti36. İ b n T ağ
rı B e r d i’nin biraz müphem olan kaydından H a şa n B e ğ ’in müelli
fin eserini yazdığı esnada (1454-1464) ata yurdu Ca’ber’ de hâkim bu
lunduğu anlaşılıyor. H a şa n B e ğ ’in ölümü ve Ca’ber’ e kendisinden
sonra kimin hâkim olduğu bilinemiyor. H a şa n B e ğ ’in E m ir z e (E -
m irza ) adlı bir oğlunu tanıyoruz ki, bu da M em lû k hizmetinde bu
lunmuştur. E m ir z e (1453 yılında) M ısır’ daki üç vâlilikten biri olan
K e ş f ul-vechi’l-kibelî ye tayin edilmiş ve aynı yıl içinde vazifesi mer
kezi Demenhur olan K e ş f ul-vechi’l-bahri’ye nakledilmiştir37. Onun 869
(1464)’ da hâlâ orada bulunduğu görülüyor38, i b n I y a s ’ın bir kaydına
göre39 E m ir z e 1485’de Kerek vâliliğine tayin edilmiştir.
İşte bu Döğer boy beği ailesine dâir elde edilebilen bilgiler bun
lardan ibarettir. Bunlara göre, Döğer boy beği ailesine ait şöyle bir
soy kütüğü yapılabilir.
36 Gösterilen yer.
37 İ b n T a ğ r ı-B ir d î, en-Nûcum uz-zâhire , VII, s. 427; aym müellif Havâdis ud~duhûr,
s. 191.
38 İb n T a ğ rı B ird î, Havâdis-ud-duhûr, s. 191.
39 BedâyV uz-zuhur, III, s. 211.
40 İb n T a ğ r ı-B ir d î, en-Nucûm uz-zâhire, VII, s. 91-95.
41 İb n T a ğ r ı-B ir d î, en-Nucûm uz-zâhire, VII, s. 95-96.
42 Aynı eser, VII, s. 398.
252
Ebû’l ul- Gadir
Haşan Beğ
1. Haleb Türkmenleri:
253
sinde bulunan. Haleb Döğeri oymağı 230 vergi evinden müteşekkildir.
Hama Döğeri ise iki kola ayrılmış olup, bunlardan biri 163, diğeri de
36 vergi evidir. X V I. yüzyılın ikinci yarısında, diğer Türkmen oymak
ları gibi, bu Döğerler’in de nüfuslarının arttığı görülüyor45.
Bu Döğerler X V II. yüzyılın sonlarında Hama-Humus taraflarına
iskâıı edilmek istenen oymaklar arasında bulunmaktadır46. Lâkin bu
iskân teşebbüsünün tam bir başarı ile sonuçlanmadığını biliyoruz.
Bu sebeble bu Döğerler’ in bir müddet daha eski yaşayışlarım devam
ettirdikleri ve sonra tam oturak yaşayışa geçtikleri söylenebilir.
2. Dimaşk:
3. Ruha (U r fa ):
254
5. Kerkük:
6. S is ( K o z a n ) :
X V I. yüzyılda Sis (şimdi Kozan) sancağında sakin olan Savcı
-Hacılu obaları arasında Döğerlü adlı bir teşekkül görülmekte ve 64
vergi nüfusuna sahip bulunmaktadır52.
7. îr an :
255
VII.
D ODU R Ğ A
1. Ulu-Yörük:
1 Cedvele bk.
2 W. H e y d , Histoire du commerce du Levant au moyen-âge, Paris , 1959, II, s. 114, 115.
3 İstanbul, 1928, s. 276.
4 F. Sü m er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir, s. 71.
256
2. Tarsus:
3. Boz-Ulus:
4. Ankara:
257
durğalaT’m o kadar zarif değil, fakat dayanıklı ve iyi koşucu soy at
lara sahip bulundukları yazılmaktadır10. Fakat Harizm Türkmenler’i
arasında Dodurğalar’va. bulunduğuna dâir bunu teyid eden başka bir
kayda sahip değiliz.
258
V III.
Y APARLI
259
IX .
AVŞAR (AFŞAR)
260
jıında Huzistan’ın bir kısmı ile Luristan’ in bazı yerlerini idare ediyor
du. Ş u m la ’yı ilk önce S u lta n M e s’ u d ’un son hâcibi, yani beğlerbe-
ğisi H as B e ğ ’in yakınlarından bir emîr olarak görüyoruz. Eğer bir
kaynağımız bizi yanıltmıyorsa H as B e ğ’ e taraftar emirlerden Z e n g î
C an d a r da Türkmen idi. Birinci Bölümde söylendiği gibi, bunlara
bakarak H as B e ğ ’in, rakipleri olan Memluk menşeli emirler ile mü
cadele edebilmek için, kendisi gibi Türkmen olan beğleri başına topla
mak gayesini taşıdığına hükmedilebilir. H as B e ğ 547 (1152) yılında
S u lta n M u h a m m e d tarafından hile ile öldürüldüğü zaman Ş u m la
zekâsı sayesinde canım kurtarmıştı. Ş u m la hâdiseden sonra Huzis-
tan’a geldi. Bu esnada burası S e lç u k lu la r ’ dan M e lik -Ş a h b. Mu-
h a m m e d ’in eline geçmiş idi. Ş u m la Huzistan’ a döner dönmez der
hal faaliyete geçti Küçük Luristan emirlerini de hâkimiyeti altına al
d ı 3. Bu zamanda Bağdad Abbasî halifeliği de durumdan faydalanarak
topraklarını genişletmeğe çalışıyordu. Bu cümleden zayıf bir şahsiyet
olan M e lik -Ş a h ’ın elinden Huzistan’ ı almak için 550 (1155) yılında
buraya bir ordu yollandı, ise de Ş u m la askerleri ile karşı çıkarak halîfe
kuvvetlerini bozguna uğrattı ve kumandanlarını da tutsak aldı (Re-
ceb= E ylü l). Fakat Ş u m la bunları Bağdad’ a göndererek halîfeden
özür diledi; az sonra da M e lik -Ş a h ’ı çıkararak müstakillen Huzis
tan’ a hâkim oldu 4.
261
tanıyıp her ikisi onun en yakın emirlerinden oldular. Hattâ aynı yılda
(554) S u lta n M u h a m m e d ’in ölümü üzerine S e lç u k lu tahtına ge
çirmek için bazı emirler M e lik -Ş a h ’ı davet ettiler. M e lik -Ş a h bu
maksatla yanında Ş u m la ve Z e n g î olduğu halde İsfahan’ a geldi.
Burada başka emirlerin de katılması ile kuvveti artmış olan M elik -
Şah halîfeden adına hutbe okunmasını istemişti. Fakat M e lik -Ş a h
az sonra zehirlenerek öldü. Kendisinin, halîfenin bir tertibi ile zehirlen
diği söylenmişse de bunun aslı olmasa gerektir8.
262
den gelerek kolayca ülkesine hâkim o ld u n. Belki mühim bir fırsatı
kaçırmış olan Şu mİ a da Huzistan’ a döndü.
Şu mİ a sadece Huzistan’ı değil ona komşu olan Ahvaz bölgesini
de elinde tutuyordu. Fakat o, bunlarla yetinmiyor, Nihavend’i de ül
kesine katmak istiyordu. Bu maksatla Atabeğ Î l - D e n i z ’ den, mütead
dit defalar büyük bir meblâğ karşılığında, Nihavend’i istemişse de
maksadına nâil olamamıştı. Fakat İ l - D e n i z ’in 571 (1175) yılındaki
ölümünü iyi bif fırsat sanan Şu mİ a yeğeni Ş e n k â -O ğ lu ’nu göndererek
şehri ele geçirdi12. Ertesi yıl yine Ş u m la ’nın yeğeni Ş e n k â -O ğ lu
Bağdad’ a. bağlı el-Mahki yöresinde bir kale inşasına girişmişti, Fakat
halîfenin gönderdiği bir kuvvetle yaptığı savaşta öldürüldü ve başı Bağ-
dad’a götürüldü13. Yiğit bir savaşı olan Ş e n k a -O ğ lu ’nun ölümü üze
rine Ş u m la kuvvetli bir destekten mahrum kalmıştı. Esasen kendisi
de çok yaşamadı; 571 yılında idaresi altında olmayan Türkmenler’den
bir zümrenin üzerine yürüdü; fakat hiç beklemediği halde karşısında
Atabeğ P e h liv a n ’ın ordusunu buldu. Gerçekten onun maksadını
anlamış bulunan Türkmenler Atabeğ P e h liv a n ’ dan yardım istemiş
ler, bazı sebeblerden dolayı esasen Avşar beğine kızgın bulunan P eh
liv a n da bir ordu göndermişti. Yapılan çarpışmada Ş u m la atılan
bir okla ağır surette yaralanıp tutsak alındı. Kardeşi ile yeğeni de esir
edilmişlerdi. Fakat kendisi aldığı yaradan iki gün sonra ö ld ü 14.
Emîr Ş u m la cesur, zeki ve dirayetli bir şahsiyet idi. Sırf bu me
ziyetleri ile Huzistan ve komşu bazı yöreleri içine alan bir beğlik kur
muştu. Ş u m la ’nın yerine oğullarından biri geçti ki, bunun Ş e r e f
u d -d in E m îr â n olduğu anlaşılıyor. Selçuklu hükümdarı A rs la n -
Şah’ın 572 (1177) yıhnda ölümü üzerine onun Huzistan’ da Ş u m la ’nm
oğlu Ş e r e f u d -d in E m îr â n ’ın yanında bulunan kardeşi M u h am
m e d saltanatı elegeçirmek maksadı ile Ş u m la ’nm oğlunun tavsiye
sine uyarak Isfahan’ a gitti. Orada K a y m a z o ğ lu K a v ş u t ve diğer
bazı emîrler M u lıa m m e d ’in etrafına toplandılar. Fakat P e h liv a n
süratle yetişerek M u h a m m e d ’i bozguna uğrattı. M u h a m m e d H u -
zistan’ a kaçtı ise de Ş u m la ’nın oğlu, P e h liv a n ’ dan korktuğu için,
onu ülkesine sokmadı. M u h a m m e d de Vâsıt Taraflarına g itti15. Bu
11 îb n ul-Esîr , X I, s. 156.
12 îb n ul-Esîr , İ I -D e n iz ’ in ölümünü ve Nihavend’in Ş u m la’nın yeğeni Ş en k a -O ğlu
tarafından zaptını yanlış olarak 568 yılı olayları arasında zikreder (X I, s. 174, 175). îb n u l-
Esîr’ın Şum la’nm faaliyetlerine dâir verdiği diğer tarihlerde de hatalar olması mümkündür.
13 îbn ul-Esîr , X I, s. 184, İb n u l-E s îr , bu hadiseyi 569 yılında zikreder.
14 îb n ul-Esîr , X I, s. 191, î b n u l-E s îr bunu 570 yılı olayları arasında anlatıyor.
15 Ahbâr ud-devht is-Selcukiyy‘et s. 169-170.
263
tarihten sonra eserlerde Ş u m la ’nın oğulları hakkında uzuıı bir müd
det her hangi bir kayda rastgelinemiyor. Anlaşıldığına göre, Ş e r e f
u d -d in E m îr â n ’ın yılı bilinemiyen bir zamanda ölümünden sonra
kardeşi M u z a ffe r u d -d in S ü -S ıy a n yerine geçmiştir. S ü -S ıy a n ’ -
ın da 590 (1194)’da ölümü üzerine oğullan arasında ihtilâf çıktı. Bun
lardan biri Bağdad halîfesinden yardım istedi. Eskiden beri Huzistan’ı
ele geçirmek isteyen ve bunun için vakit vakit bazı teşebbüslerde bulun
muş olan A b b a s î halîfesi e n -N â sır li-d in illâ h veziri İ b n u l-K a s -
sab kumandasında bir ordu gönderdi. İ b n u l-K a s s a b 591 Muhar
reminde (1194 aralık) Huzistan’ ın başşehri olan Tuster (Şuster)’ i ve
birçok kaleleri zaptettikten sonra Ş u m la ’nııı ailesini toplayıp Bağ
dad’a. götürdü. Böylece Huzistan’daki Avşar Şu mİ a ve oğullannm
hâkimiyeti son bularak bu ülke H a 1î f e’nin toprakları arasına katıldı.
Ş u m la ve oğullan hakkında elde edilebilen bilgilere göre şöyle bir soy
kütüğü yapılabilir.:
Kılıç oğlu
Şumla (Ay-Doğdu) (İbn Şenkâ)
Anadolu
264
K ız-K ulesi)olması kuvvetle muhtemeldir. Aynı esere göre Is lâ m
B eğ az sonra ölmüş ve bu şehir S âru m adlı diğer bir Türkmen beği
tarafından yağmalanmıştır 16. Bu beğlerin K a r a m a n -o ğ u lla r ı’ na
bağlı olmaları pek muhtemeldir.
265
Avşarlar, Bayatlar ile birlikte Ak-Koyunlular ile dostça münase
betlerini devam ettirdiler. U zu n H a şa n B e ğ ’in ilk zamanlarında
yakın nöklerleri (yoldaş) arasında bu boya mensup M a n su r B e ğ ’i
görüyoruz18. Mansur B e ğ ’in Kuzey Suriye’deki Avşarlar’ dan olduğun
da şüphe yoktur. H a şa n B e ğ ’in K a r a - K o y u n lu C ih a n -Ş a h ’ı
yenerek İran’ a, hâkim olması üzerine M a n su r B eğ buyruğundaki
Avşarlar ile İran’ a gitmiştir ki, bundan aşağıda ayrıca bahsedilecektir.
A. Köpek-Oğulları:
Bu aileye adım vermiş olan Köpek hakkında hiç bir bilgimiz yok
tur. Yezd’li Ş e r e f u d - d in ’in verdiği bilgiye g öre19, T im u r ’un 1401
de Dimaşk’ tan dönüşü esnasında Köpeklu Türkmenleri Fırat kıyısında
Çağatay ordusunun yolunu kapatmışlardı. H um us’ a gelindiğinde or
dunun merkez kolundan ayrılan 5000 kişilik bir kuvvet H a lil S u l
ta n’m kumandasında bunların üzerine gönderilmiştir. Bu kuvvet
yolda Antakya çevresini yağmaladıktan sonra Haleb dolaylarına gelen
sol kol ile birleşerek Rum -Kale’de Türkmenler’e hücum etmişlerdir.
Türkmenler müdafaaya kalkışmışlar ise de bozguna uğratılmışlar, beğ
leri Ş e y h H ü s e y in öldürülmüş, Ş e y h H ü s e y in ’in kardeşleri de
çöle kaçmışlardır. Çağataylar pek çok ganimet ellerine geçirmişlerdir.
Fakat K ö p e k - o ğ lu H ü s e y in ’in öldürüldüğü yolundaki Ş e r e f ud-
d in ’in sözleri doğru olmasa gerektir. Çünkü, şimdi bahsedilecek olan
hâdiselerde Köpeklu Türkmenler’ inin başında H ü s e y in adlı bir beğ
görülecektir.
Bahsedilen hâdiseleden bir kaç yıl sonra K ö p e k - o ğ lu H ü s e y in
B eğ Ankara savaşı sonucunda meydana gelen karışıklığı fırsat bilip
Artuk-Ova’ya. konarak Tokat bölgesinde yağma ve tahriblerde bulun
muş ise de Ç e le b i M e h m e d ’e yenilerek o bölgeden ayrılmıştır20. Fa
kat H ü s e y in B e ğ ’ in talihi güneyde yâver gitti. 807 (1404) yıhnda
266
D u lk a d ır - o ğ lu M eh m ed Dârende ve K a r a Y ü lü k Ruha’yı zapte-
derken K ö p e k - o ğ lu M eh m e d de Malatya’ yı ele geçirmişti21. 811
(1409) yılında Haleb vâlisi D e m ir -T a ş , S u lta n F c r e c ’e âsi olan
emirlerden N e v r u z ’un üzerine yürüdüğünde maiyyetindeki Türk
men beğleri arasında Köpek-oğulları’ ndan A y -D o ğ m u ş da vardı.
Hattâ D e m ir -T a ş ’ın ordusunun öncü kuvvetini Köpekliler teşkil
ediyordu. Köpekli Avşarları’ nin N e v r u z ’un öncülerini yenmeleri,
N e v r u z ’un da bozguna uğramasına sebeb old u 22.
812 (1410) yılında Sultan tarafından affedilip Dimaşk vâliliğine
getirilen N e v r u z ile âsi em ir Ş e y h arasında A si ırmağı kıyısında
yapılan savaşta Köpekliler de bulunmuş ise de hangi emîrin ordusunda
yer aldıkları hakkında müverrihler arasında ihtilâf vardır. Yalnız bu
savaşta Avşarlar’ ın N e v r u z ordusunda bulundukları bilindiğinden
Köpekliler’ in de aynı emîrin safında olmaları muhtemeldir. M a k r iz î’-
nin bildird;ğine göre23 savaşın çetin bir anında Ş e y h ’in galip geleceğini
gören Avşarlar Ş e y h ’in tarafına geçmişler ve bu N e v r u z ile D em ir-
T a ş’ın bozguna uğramalarında mühim bir âmil olmuşlardır.
267
çird i26. Ertesi yıl M em lû k S u lta n ı Ş e y h elden çıkan yerleri geri
almak ve Türkmenleri itaat altına sokmak için bizzat sefere çıktı; H a
leb’ e geldiğinde H ü s e y in B e ğ ’i Malatya’ dan çıkarmak için Dimaşk
vâlisinin kumandasında bir ordu gönderdi. Bu orduda Avşar ve Inal-
lular’ dan 500 kişilik bir yaya kuvveti de vardı. Bu Avşarlar Kut-Beği
oğulları Avşarı veya müstakil bir oymak idiler. Ş e y h M aıaş’ ın güne
yindeki Göynük’te iken Dimaşk vâlisinden gelen bir mektupta Köpek-
oğlu H ü s e y in B e ğ ’in Malatya’y ı yakıp Divriği tarafına gittiği bil
diriliyordu. Sonra onun Divriği yöresinden O sm a n lı ülkesine geç
tiği öğrenildi27. Fakat Ş e y h M ısır’a döner dönmez H ü s e y in B eğ
tekrar M e m lû k topraklarında göründü. Dârende vâlisi ona karşı çıktı
ise de tutsak alınıp öldürüldü28. Bunu müteakip H ü s e y in B e ğ M a
latya’y ı kuşattı. Fakat az sonra muhasarayı kaldırarak K a r a - K o
y u n lu la r ın Erzincan valisi P ır Ö m er’in yanma gitti. Burada bir
gece uyurken T a ğ r ı- B i r d i adlı bir memlûk emîri tarafından öldürül
dü (3 Cumadel ulâ 821 = 8 Haziran 1418). Bu T a ğ r ı- B i r d i Malatya
kuşatması esnasında şehirden çıkarak ona sığınmıştı. Fakat bu, bir
hile idi. T a ğ r ı- B i r d i Malatya vâlisinin de tasvibiyle bir fırsatını bu
lup H ü s e y in B e ğ ’i öldürmek için böyle hareket etm işti29. Bu suretle
Ş ey h kendisini epeyce rahatsız etmiş olan H ü s e y in B e ğ ’den kur
tuldu. Çerkeş Memlûkleri’ nin, mağlûp edemedikleri Türkmen beğlerini
suikastçılar ile oltadan kaldırmayı öteden beri âdet edinmiş olduk
ları görülüyor. Halbuki Türkmenler bu gibi usullere başvurmuyorlardı.
Gerçekten cesur, faal ve iyi bir savaşçı olan H ü s e y in B e ğ ’in âkibeti
böyle oldu. Anlaşıldığına göre, o, Malatya bölgesinde bir beğlik kurmak
gayesini taşıyordu. H ü s e y in B e ğ ’den sonra Köpekli Avşarları’ nm
başı E s le m e z olmuştur ki, bu beğ H ü s e y in B e ğ ’in kardeşi idi.
E s le m e z 839 (1435-1436) yılında diğer bir Avşar beği olan K u t-
B e ğ i o ğ lu M eh m e d ile S u lta n B a r s - B a y ’ın hasmı, Can B e ğ
S u fî’nin yanma gidip onunla birlikte Malatya’y ı kuşatmışlardı30. Fa
kat E s le m e z sonra Can B e ğ ’den ayrılarak Kahire’ ye geldi ve B a rs-
B a y ’ın in’ am ve iltifatlarına mazhar old u 31.
E m îr Y e ş -B e ğ , D u lk a d ır o ğ lu Ş a h -S ü v a r B e ğ ile savaş
mak için Haleb’ de bulunuyorken (875 Zilhicce = Mayıs-Haziran 1471)
268
Türkmen beğleri katına gelmişlerdi. Bunlar arasında E s le m e z o ğ lu
M e h m e d ’in de bulunduğu görülüyor32.
İşte Köpek-oğulları na dâir M e m lû k tarihlerindeki kayıtlar bun
lardan ibarettir. Bu ailenin sonu hakkında bilgiye sahip değiliz. Os-
m a n lı devrinin ilk yıllarında Köpekli Avşarı’ nin başında T u r ak B eğ
o ğ lu E m e n lik B eğ bulunuyordu. Fakat bu beğler ile yukarıda ad
ları geçen beğlçrin akrabalık münasebetleri hakkında bir şey söylemek
mümkün olmuyor.
Mehmed
B. Gündüz-Oğulları:
269
almak istedi ve t u maksatla G ö r d ü B e ğ üzerine yürüdü. G ö rd ü
B e ğ bu esnada A m ik ovasını tamamiyle hâkimiyeti altında tutuyor
du. A m ik ovasında yapılan bir vuruşmada T e m ü r B o ğ a ağır bir y e
nilgiye uğradı. Bozgun bir halde Haleb’ e dönen T e m ü r B o ğ a ’nın
yanında pek az adam kalmıştı (810= 14 08)33. Ertesi yıl (811=1409)
G ö r d ü B e ğ ’i âsi emirlerden N e v r u z ile karşılaşmağa giden Haleb
vâlisi D e m ir -T a ş ’ın yanında görüyoruz. Esasen G ö r d ü B e ğ ’in D e-
m ir -T a ş ile aralarında samimî bir dostluk vardı. Ertesi yıl D e m ir-
T a ş’ın tavsiyesi ile Sultan tarafdarı N e v r u z , âsi emirlerden Ş ey h
ile A si ırmağı kıyısında karşılaştı. N e v r u z ’un ordusunda Haleb vâ
lisi D e m i f - T a ş ’tan başka D u lk a d ır - o ğ lu A li B eğ , G ü n d ü z-
o ğ lu G ö r d ü B eğ , K ö p e k - o ğ lu (?), yine Avşar’dan K u t - B e ğ i
o ğ lu M eh m ed , B a y a t B o z c a B eğ bulunuyorlardı. Yapılan savaşı
Ş e y h kazandı. N e v r u z mağlûbiyetten sonra Hama şehrine kapandı.
Yanında D e m ir -T a ş , D u l k a d ır -o ğ lu A li B eğ ile Gördü B e ğ var
lardı.
814 Rebi ul-âhirinde (Temmuz-Ağustos 1411) G ü n d ü z -o ğ lu
G ö r d ü b e ğ Antakya’y ı Ö z e r -o ğ lu ’nun elinden almıştı34.
Ş e y h ’in sultan olmasını kabul etmeyen N e v r u z 816 (1413) y ı
lında Haleb üzerine yürüdü. Bunu haber alan şehrin vâlisi D em ir-
T aş Haleb’ ten çıkarak A m ik’e gitti; orada dostu G ö r d ü B e ğ ve
onun kardeşi Ö m er B e ğ ile buluştu35.
817 Zilkadesinde (1415 Ocak-Şubat) Haleb vâlisi İ n a l e l-S ü s-
la n î G ö r d ü B e ğ ’in üzerine yürüdü. Bunun sebebi bilinemiyor. İ n a l
ile karşılaşmağa cesaret edemeyen G ö r d ü B e ğ kaçmış ve Haleb vâlisi
Gündüzlüler’ in epeyce koyunlannı eline geçirmişti. G ö r d ü B e ğ D u l-
k a d ır - o ğ lu A li B e ğ ’in yanma giderek ondan Haleb vâlisi ile araları
nı bulmasını rica etti. D u l k a d ı r - o ğ l u ’nun araya girmesi ile barış
yapıldı ve G ö r d ü B e ğ A m ik ’e dön d ü 36. Fakat az sonra (818 Rebiul-
âhir=1415 Haziran-Temmuz) Haleb vâlisi İ n a l’ın tekrar G ö r d ü B eğ
üzerine yürüdüğünü görüyoruz. İ n a l’m yanında Tarablus vâlisi Su
du n m in A b d u r r a h m a n da vardı. G ö r d ü B e ğ onların geldiğini
görünce Gâvur dağlarına sığındı. İn a l, Türkmenler’ in koyun ve sığır
larının çoğunu zaptettikten sonra Gündüz oğullan’ nin elinde bulunan
270
Derbsak kalesini kuşattı ve orayı kuşatmanın üçüncü günü vire ile aldı.
G ö r d ü B e ğ ve oymağının çoğu kaçtılar. Kendisi Maraş’ a gitti, Gün
düzlü Avşarları ise G ü n d ü z ’ ün torunu D e m ir -H a n o ğ lu F â r is ’in
etrafında toplandılar 37. Haleb vâlisinin G ö r d ü B e ğ ’ e hücumu, şüphe
siz M e m lû k h ü k ü m d a r ı Ş e y h ’in buyruğu üzerine yapılıyordu.
Ş ey h , Türkmenler’ in M e m lû k d e v l e t i için tehlikeli bir unsur oldu
ğunu bildiğinden onların kuvvetlerini kırmak siyasetini takip ediyor
du. Hattâ Türkmenler'in eline geçmiş bulunan bazı yerleri geri almak
ve onları sıkı bir itaat altına sokmak için 820 (1417) yılında M ısır’ dan
Suriye’y e hareket etmiş ve yolda D u lk a d ır - o ğ lu A li B eğ, Gün-
d ü z - o ğ lu G ö r d ü B e ğ ve Sakalsız oğlu T u ğ r u l’ dan affedilmelerini
isteyen ve itaatlerini bildiren mektublar almıştı38.
271
B e ğ tutsak alındı, G ü n d ü z -o ğ lu M eh m e d B e ğ savaş meydanında
kaldı. Ö z e r -o ğ lu da kaçıp kurtuldu41.
Gündüzlü Avşarı’ ndan bir kol İran’ a, gitmiştir ki, bundan aşağıda
ayrıca bahsedilecektir.
C. K.ut-Beği Oğulları:
1. Haleb Türkmenleri:
272
kümelerin İran'a, gitmelerine sebep olmuştur ki, bunlar arasında A v
şarlar'a. mensup olan oymaklar da vardır. Bundan dolayı O s m a n lı
hâkimiyetinin başlarında Halep Türkmenleri arasındaki Avşarlar aynı
topluluktaki diğer oymaklar gibi fazla bir nüfusa sahip bulunmuyor
lar. Yani İran'a, yapılan göçler sebebi ile onların nüfusları azalmıştır.
K a n u n î S ü l e y m a n devrinin ilk yıllarında Halep Türkmenleri ara
sında Köpekli-Avşarı ve Gündüzlü-Avşarı kolları (taife) ile bir de müs
takil A vşar ' oymağı görülmektedir.
Köpekli-Avşarları zikredilen zamanda D u r a k B eğ o ğ lu E m en -
ik B e ğ ( dil j.1 )’in idaresinde olup, bu beğin yukarıda bahsedilen K ö -
pek-oğulları ailesinden olduğu anlaşılıyor. Bu zamanda onlar 15 obaya
ayrılmışlardı. Bunlar arasında Köçeklu, Sekiz, Alplu ve Deluler, A y -
Doğmuş-Beğlü gibi obalar kayda değer. Bunlardan Ay-Doğm uş Beğlu
obasının adı, şüphesiz Köpek-oğulları’ ndan A y - D o ğ m u ş ’ tan gelmek
tedir. Sekiz, X V I. yüzyılın ortalarında Süruc’ un Şeyh Çoban köyünde
yerleşmişti. Alplu’j a gelince, bu obadan mühim bir kolun İran’ a git
tiği anlaşılıyor. Delüler’ in ise son yıllara kadar varlığını devam ettir
diği görülüyor. Köpeklu Avşarı’ mn Y en i-İl ve Boz-Ulus’ ta da bazı
kolları vardır ki, bunlardan aşağıda ayrıca bahsedilecektir.
Gündüzlü Avşarı ise daha az nüfuslu olup 8 obadan müteşekkil
dir. Bu husus Gündüzlü Avşarı ndan pek mühim bir kısmın İran’a git
miş olması ile izah edilebilir.
Müstakil Avşar oymağına gelince, bu oymak X V I. yüzyılın ikinci
yansında 158 vergi evinden ibaret idi. Defterlerdeki kayda göre, M em
lû k devrinde dirlik tasarruf eden bu oymak O sm a n lı devrinde de
bu dirliğini muhafaza etmiştir45. X V I. yüzyılda Türkiye’de göçebe
ve oturak halk arasındaki nüfus artışına uygun olarak bu Avşarlar’m
nüfusları da artmıştır. Aynı yüzyılın ikinci yarısında gerek yerleşik
halka mensup ve gerek göçebe oymakların başlarındaki eski beğ aile
lerinin ortadan kalkmış oldukları görülüyor. Bu vâkıanının emin bir
izahı yapılamıyor. Bununla beraber oymaklara mensup ailelerden bir
çoğunun veya bazılarının İran’a gitmiş olduğu düşünülebilir. Bunun
sonucunda oymakların başındaki beğ ailelerinin yerini obaları idare
eden ve ağa ünvanını taşıyan kethüda aileleri almıştır 46. Avşarlar’ da da
aynı değişme görülüyor. 989 (1579—1580) yılında Avşarlar’ m başında
45 Haleb Sancağı tahrir defteri, Baş Bakanlık A rşivi , (K a n u n î), nr, 1040, s. 59-66, 88,
92; F. Süm er, Avşarlar'a dâir , K öprülü Arm ağanı, (D .T .C . F ak . yayınlarından) , İstanbul,
1953, s. 454-458.
46 A h m ed R e fik , Anadolu’da Türk aşiretleri, s. 47.
273
R e c e b , B a h r i ve K ü ç ü k M in n e t adlı kethüdalar bulunuyordu.
Bunlardan Receb ve oğulları öyle bir nüfuz ve kudrete sahip olmuşlar
dı ki, X V II. yüzyılda Avşarlar çok defa Receblii Afşarı adı ile de tanın
mışlardır47. Bu Avşarlar’m daha X V I. yüzyılın ikinci yarısında K a yse
rinin doğusunda, Zamarıtı çayı boylarına yaylağa çıktıkları biliniyor.
R eceb o ğ lu H a lil B eğ
R eceb o ğ lu D ana M u ra d B eğ
Ç erk ez o ğ lu H acı M u s ta fa B eğ
Ç erk ez o ğ lu Ö m er B eğ
D e li Seyf o ğ lu M ire M uam m er B eğ
B a h ri o ğ lu H im m e t B eğ
K a r a -G ü n d ü z o ğ lu K ara H a lil K eth ü d a
K ör A li o ğ lu G ündüz K eth ü d a
H acı iv a z o ğ lu D okuz İ b r a h im B eğ
H a cı İv a z o ğ lu A b a z a B eğ
K ara G ündüz o ğ lu M u ra d B eğ.
274
Fakat ne tuhaf bir tesadüftür ki, Avşar beğlerinin adlarını taşıdıkları
kavim yani Çerkeş ve Abaşolar X I X . yüzyılın ikinci yarısında K a f
kasya’ dan Türkiye’y e geldiklerinde onlardan mühim bir kısmı Avşar-
lar’m yaylaklarına yerleştirilmişti.
2. Boz-Ulus:
275
Y en i-ll’e değil de Boz-Ulus’a. bağlı olan Köpekli Avşarı’ ndan olsa ge
rektir.
3. Dulkadırlı Avşarları:
276
4. Yeni-İl:
5. S is (Kozan):
6. Uşak:
277
7. Aydın:
278
diği gibi, Receblu Afşarı, Kara-Gündüzlü Afşarı ve Bahrili Afşarı ve
diğerleri olmak üzere 4-5 obaya ayrılmış olup, bunların en ünlüsü Re
ceblu Afşarı idi. Receblu Afşarı’ nin ekseriyetle Köpekli Avşarı’ ndan
geldiği anlaşıkyor. Bu Avşarlar’ ın X V III. yüzyıldan itibaren kışlamak
için Haleb dolaylarını bırakıp Çukur-Ova’ ya inmeğe başladıkları an
laşılıyor.
279
hareket etmeğe başladılar. Avşarlar’ a. artık gün doğmuş, kendi bakım
larından mutlu günleri başlamıştı. Kayseıi-Elbistan-M alatya yolu
yazın onların kontrolü altında idi. 1838 yılında Avşarlar posta tatar
larına saldırmışlar, yolcuları soymuşlar ve bir köy de basmışlardı. A v
şarlar bu hareketleri ile öyle bir korku yaratmışlardı ki Malatya’ ya
gitmek isteyen müstakbel Alman feld mareşah M o lt k e ’ye, yolun A v
şarlar yüzünden, kuvvetli bir muhafız birliği olmadan geçilemiyecek
derecede emniyetsiz bulunduğu söylenmişti73. 1262-1263 (1846-1847)
yıllarına ait vesikalarda Avşarlar’ m Kuzu-Güdenlü oymağı ile birlikte
Kayseri bölgesinde sık sık yağmacılık hareketlerinde bulundukların
dan bahsediliyor.
Avşarlar, işaret edildiği gibi, yazın Zamaııtı Çayı kıyılarında, kı
şın da Çukur-Ova’ da Ceyhan’ın sol kıyısında yaşıyorlardı. Her iki yurd-
larmda da kovgunlar yapılıyor, ticaret kafileleri soyuluyor, diğer oy
maklar ile savaşılıyor ve derebeğlerin mücadelelerine katılmıyordu.
Bu gün dahi onların torunları arasında bunlara dâir hâtıralar anlatılır
ve bu devir Avşar’ın “ al-vur devri” olarak vasıflanır. Bu devir onların
asr-ı saadeti’dir. Aslen Avşarlar’ a. mensup bulunan veya onlar ile yakın
bir karabeti olan büyük şâir D a d a l-O ğ lu ’nun en güzel şiirlerinden
bir kaçı bu oymağa aittir. Bu şiirlerden birinde Avşar yiğitleri ile Ca
d ı-O ğ lu ve adamları arasındaki vuruşma anlatılmaktadır ki, bu man
zume bugün de onlar arasında makamla okunur. C a d ı-O ğ lu ’na gelin
ce, bu şahıs da tanınmış bir aileden idi. Bu aile şimdi Gemerek’ te otur
maktadır. Yine hâtıralarda C in g ö z -O ğ lu lakablı, kervan soyguncu
luğu yapan bir Avşar yiğidinden de bahsedilir. C in g ö z -O ğ lu , K ö f-
O ğ lu gibi, şâir bir hayduttu. Hattâ söylendiğine göre, Maraş vâlisi
A b d u r r a h m a n P a ş a ’mn elinden şâirliği sayesinde kurtulmuştur.
Son Avşar obalarından birinin onun adını taşıması, C in g ö z -O ğ lu ’nun
aynı zamanda alelâde bir şahıs olmadığını da gösteriyor. Avşarlar’m
Boz-Ok’ taki Pehlivanlı oymağı ile de vakit vakit vuruştukları görülüyor.
Hattâ bu vuruşmalardan birinde, Pehlivanlı beğlerinden  b i d in
B e ğ öldürülüyor ve H a şa n B e ğ de yaralanıyor. Fakat Tomaıza’-
daki Ermeni piskoposunun M o lt k e ’ye söylediği g ib i74, Avşarlar da
baştan başa haydutlardan mürekkep bir oymak değil idi. Aralarındaki
ipsiz ve sapsızlar kendi oymak halkının da düşmanı olup onlar tarafın
dan da takip olunuyorlardı. Cevdet Paşa d a 75 Avşar ve Sırkmtılı oy-
280
inakları hakkında: “ bunlarda dahi hırsızlık âdeti var ise de Kürdler’e
nisbetle pek ehven ve ehl-i ırz âdemlerdir” , demektedir. Esasen Türk
menler, Küıdler ve göçebe Arablar gibi hiç bir zaman hırsızlık ve soy
gunculuğu bir meslek haline getirmemişlerdir. C e v d e t P a şa ’nın işa
ret ettiği Küıdler Lek-Vanik Ekradı olup bunlar Hacılar, Kırıntılı,
A k-B a ş, Kızıl-Koyunlu gibi kendisine tâbi obalar ile Rakka’ ya iskân
edilen oymaklardan idi; sonraları Rakka’ daki yerleştirildiği yerden
kaçıp Avşar’m ' arkasına takılarak Kayseri taraflarına gelmiş ve Avşar
ile birlikte Çukur-Ova’ ya inip çıkmaya başlamıştı.
Yukarıda adı geçen obalardan Hacılar, Kırıntılı, A k-B a ş ve Kızıl
Koyunlu’ nun Lek-Vânik oymağına sonradan bağlandığı anlaşılıyor.
Bunlar, adlarının da gösterdiği gibi, hâlis Türk olup, bugün onların
torunları baba ve dedeleri gibi sadece türkçe konuşmakta ve Kürdlük
ile hiç bir ilgileri bulunmamaktadır; mezhebleri de Hanefîdir.
Avşarlar 1273 (1856) yılında tekrar yerleştirilmeğe çalışıldı ise
de yine de başarısızlığa uğranıldı. O zamanlar büyük beğleri olarak
başlarında Ç e rk e z B e ğ ile İ s m a il B e ğ bulunuyordu ” 16. Bundan
4 yıl önce onlaT Boz-Doğanlar ile yeniden bir savaşa tutuşmuşlardı77.
Avşarlar 1273 yılında Devlet tarafından yaylak yurtlarında yerleşti
rilmek teşebbüsüne direnmekle son fırsatı da ellerinden kaçırmış ol-
dulalr. Gerçekten 1282 (1865) yılında F ır k a -i î s l â h i y y e onları yay
lak veya kışlaklarından birinde yerleşmeğe mecbur edince Avşarlar,
Tecirli ve Cerid oymaklarının aksine olarak, yaylaklarında yerleşmek
istemişler ve bu da F ır k a -i I s lâ h i y y e ’ nin ileri gelenlerince kabul
edilmişti. Fakat hayret edilir ki bu esnada onların yaylaklarına K a f
kasya’ dan muhacir olarak gelen Çerkesler yerleştirilmekte idi. Bu se
beble Avşarlar perişan oldular ve mühim bir kısmı dağlık, verimsiz ve
dar topraklarda yerleşmek mecburiyetinde bırakıldılar. Böylece kom
şuları muhacir Çerkesler verimli ve geniş toprakları sayesinde müreffeh
bir hayat sürerken onlar, ağıtlarında da anlatılan, sıkıntılı ve hüzün
verici bir yaşayışın mahkûmu oldular. Nüfus artışı dolayısı ile şimdi
durumları daha fena olup onlar en yoksul Türk köylüleri arasında sayıla
bilir. Bununla beraber Avşarlar güler yüzlü, iyimser ve hayatiyet do
lu ve İran’ daki soydaşları gibi sakin ve terbiyeli adamlardır. Sorul
duğunda, gülümseyerek “ Avşar’ın al-vur devrine” ait kovgunlardan
ve vuruşmalardan bahsederler. Kadınlarının çalışkanlığı karşısında
76 A fşar aşiretinin iskânına dâir, Meclis~i Vâlâ, Başbakanlık A rşivi , nr. 8103, 11 Safer
1273.
77 V ic t o r L a n g lo is , Voyage dans la Cilicie el dans les montagnes du Taurus » s. 132.
281
derin bir takdir hissi duymamak mümkün değildir. Ünlü Avşar kilim
lerini de bu dinlenme nedir bilmeyen Avşar kadınları dokurlar.
282
Obanın adı Oturduğu K öy Kazası Nâhiyesi
Kara-Yurd
Oğlak-Kayası
Ayranlık
Molla-Hüseyinler
Altı-Söğüt (kısmen)
Hacı- Veliler
Day-Oluk
4. K a ra R e c e b 80:
79 Bu obanın adı 1101 (1690) yılında Avusturya seferine çağrılan Avşar beğlerindeıı R e
ceb oğ lu H a lil Beğ’ den gelebilir.
80 Bu Kara Receb ile Recebli A vşa rın a adını veren R e c e b K e th ü d a mı yoksa bu ad
daki her hangi bir torunu mu kastediliyor? Bu husus bilinemiyor.
81 Bu da mezkûr tarihte Avusturya seferine çağrılan Ç erkez oğlu H a c ı M u sta fa
B eğ olsa gerektir.
82 Bu da aynı sefere çağrılan H a c ı İ v a z oğlu İb r a h im B eğ olabilir.
283
Obanın adı Oturduğu K öy Kazası Nâhiyesi
C in -G ö z O ğ lu 83: Sindal Pınar-Başı, Pazar-Ören
99 99
ÇördükM
A k -în Tomarza Toklar
99 99
H a lil-P a ş a O ğ lu : Güzelce
99 99
Melik- Virân
99 99
Canlılı
83 Daha önce de işaret edildiği gibi, bu adda Avşarlar haydut bir şâirden bahsederler.
84 Ç erkez A ğ a ’ya göre ünlü şair D a d a l-O ğ lu Sindal veya Çorduk1ten idi.
85 Avşarlar1m en yigid obası sayılıyor.
86 Bunun Köpeklu A vşarı1nin Delüler obası olduğu şüphesizdir.
284
Avşar Beğlerine ait Soy kütüğü
Kara - Receb
„I
Ali Beğ Bekir Beğ Murad Beğ Mikdad Beğ Ömer Beğ Duran Beğ
Osman Beğ
I
Mehmed
87 1273 (1856) tarihli hükümde adı geçiyor. Fırka-i İslâhiye geldiğinde (1282 = 1865)
Çerkez B eğ hayatta değildi.
88 Soy kütüğünde gösterildiği gibi, Ç erkez B e ğ ’ in oğlu olan H a c ı B eğ Avşarlar ’m
iskânı sırasında onların başında bulunuyordu (C e v d e t Paşa, Tezâkir , s. 157).
89 Bana bu bilgileri veren Ç erkez A ğa. '
285
onlar sayesinde Avşarlar’ m vuruşmalarından bahseden bazı şiirlerin
izahını da yapmak mümkün olacaktır.
90 E b û B e k r -i T ih ra n î, indeks.
91 Celâl u d -d in -i D e v v â n î, Arz-nâm e , M illi Tetebbular M ecm uası , V, s. 289; İngilizce
tercümesi, V. Minorsky, A . Civil and military revieıv in Fars in 881 (1476), BSOAS, X , I, s. 157.
92 E b û B e k r -i T ih ra n î, II, s. 577.
93 H a sa n -i R u m la , s. 21.
94 A yn ı eser, s. 22.
286
vardı ki, bu beğ adı geçen M u h a m m e d i M irza ile S u lta n M u rad
arasında yapılan bir savaşta ölm üştür95.
95 A y n ı eser, s. 24.
96 A y n ı eser, s. 25, 69.
97 G a ffa rı, s. 269.
98 A y n ı eser, s. 289-290; Ş e re f Haı-ı, Şerefnâme , yay, V e ly a m in o v Z e rn o v , Peters-
burg, 1860, II, s. 187.
99 Gaffarı, s. 303.
100 Tarih~i Âlem -ârâ-yi Abbasî , I, s. 273-274.
287
(1590) yılında Şiraz’ da lıasmı H a sâ n H an tarafından öldürülmüş*
t ü r 101. H a şa n H an, dahilî karışıklıklardan dolayı Kuh-Gilûye’yi biı
müddet başına buyruk bir halde idare ettikten sonra 1003 (1594-1595)
yıhnda Ş a h ’ın emriyle F e r h a d H a n tarafından kardeşi ve oğulları
ile birlikte tevkif edilmiş ve Kuh-Gilûye vâliliğine Kâzerûn hâkimi yine
Avşarlar’dan E m îr H a n tayin edilmiştir102. H a şa n H a n ’dan bir
daha bahsedilmemesine bakılırsa onun Şah A b b a s tarafından öldür-
tülmüş olduğuna hükmedilebilir. Nitekim kardeşi ve oğulları da Kah
kaha kalesinde hapsedilmişlerdi. H a şa n H a n ’ın oğulları ve kardeşi
1018 (1609-1610) yılına kadar Kahkaha kalesinde mahbus kaldılar.
Mezkûr yılda orada çıkan bir hâdisede Ş a h a sadakat, gösterdiklerin
den affedilip korucular arasına sokuldular103. Fakat Avşarlar E m îr
H a n ’ı vâli tanımayarak H a lil H a n ’ın torunu E b û l ’ l - F e t h B e ğ ’i
başlarına geçirdiler. Şah A b b a s da Avşarlar’m itaatsızlıklanna kı
zarak Fars eyâletine kul takımından A lla h Y e r d i H a n ’ı gönderdi.
A l la h - Y e r d i H a n Fars’a gelerek itaatsizlik gösteren Avşarlaı’ı ce
zalandırdı ve Kuh-Gilûye’ ye kendisi gibi kul cinsinden birini tayin
ettikten sonra geri d ön d ü 104.
288
Kuh-Gilûye’ deki Gündüzlü Afşarı’ nin bir bölüğü sonları Horasan’
da. Abiverd dolaylarına, bir bölüğü de, Araşlular’dan bir bölük ile bera
ber, Urmiye bölgesine gönderilmiştir.
2. Imanlu Afşarı:
3. A l p l u :
Alplu’ nun Köpeklü Avşarı’ nin bir obası olduğunu evvelce gör
müştük. Bu obadan İ s m a il H a n (1003 = 1594-1595) yılında Kâzerun
289
hâkimliğine tayin edilmişti113. Şah A h b a s ’m ölümü esnasmda vazi
fede bulunan üç Avşar beğinden biri olan ve Siistan’ da Ferah ve Is-
fizar hâkimi bulunan E r - D o ğ d u H a n da Alplu’ dan idi. Iramdaki
Alplu Avşarı’nın. Gündüzlü Avşarı ve hattâ îmanlu Avşarı kadar ka
labalık olmadığı anlaşılıyor. İs m a il Han’ı 1011-1013 (1602-1605)
yıllarında Ferah hâkimi olarak görüyoruzU4.
4. Us al u (>IUjl):
5. Eberlu (_>Jj ) ):
290
İ s m a il devirlerinde Horasan’da, muhtelif sancaklarda vâliliklerde bul
unmuş ve S u lta n M u h a m m e d zamanında vâli olduğu Sebzevar’ da
isyan ettiğinden yakalanıp öldürülmüştür123.
291
lardan vâlilik yapan 8 kişi vardı. Şamlular’ı Zulkadr boyu takibetmek-
tedir. Bu sebeble müverrih T ü r k m e n İ s k e n d e r B e ğ Şamlular için:
tâife-i celîle, Zulkadr ( Dulkadır) hakkında da: tâife-i refîe sözlerini
kullanıyor 12S. Bu devirde Kaçarlar’ m da pek gözde olmadıkları anla
şılıyor. Onlardan da ancak iki emir vardı. Bunlardan biri de Kaçar
boyuna sonradan katılmış, bazı müelliflere göre, Kürd menşeli olan
Îgirmi-Dört ( Yirm i Dört) obasından id i129.
Kaçarlar’ a gelince onlar İran’ da, iktidarın Türkler’ den başka bir
kavme geçmesine mani oldular. Kaçarlar da, kavmî şuura sahip bir
Türk hanedanı idi. Onların da eski Türkmen hânedanları gibi, Oğuz
eli’ ne ve Oğuz boylarına ilgi gösterdikleri görülüyor.
292
miştir. Huzistan daki Gündüzlü Afşarları, Kuh-Gilûye’ deki Akaceri
( Ağaç-Eri) kümesi arasındaki Avşar oymağı ile Kirman’daki 5000
çadırlık Afşar teşekkülü henüz göçebe hayatlarını devam ettiriyorlar.
Bunlardan başka Kazvin’in güney-batışında 97 köylük Afşar adlı bir
kaza (bölük) da vardır131.
Avşarlar, verilmiş olan şu bilgilerden anlaşılacağı üzere, tarihi
mizde en devamlı rol oynamış büyük bir boydur. Bu bakımdan hiçbir
Oğuz boyu kendisi ile mukayese edilemez. Burada onlara dâir verilmiş
olan bilgilerin bir hülâsasını yapmak yerinde olacaktır.
1 - R e ş id u d -d in ’in Türkler’ in tarihi bölümünde Avşarlar’m
hükümdar çıkarmış 5 boydan biri olduğu söyleniyor. Bundan Avşar
lar’m , Oğuzlar’ m lslâmiyetten önceki tarihlerinde en mühim roller oy
namış boylardan biri olduğu neticesi çıkar.
2 - S e lç u k lu devrinde faaliyetleri ile kaynaklarda akisler yap
mış, ancak 3—4 b oy vardır ki, onlardan biri de Avşarlar’ dır. Görül
düğü gibi, Avşarlar, X II. yüzyılın ikinci yarısında Huzistan ve ona
komşu yerlerde 40 yıldan fazla süren bir beğlik kurmuşlardır.
293
siyasî hâkimiyetlerini kaybetmelerinden sonra da varlıklarını kuvvet
le devam ettirdiler. Bugün İran’ daki kalabahk Türk unsurunun mü
him bir kısmı Avşarlar’ ın torunlarıdır.
294
X.
KIZIK
1 Cedvele hk.
2 Köylerimiz. 467-468; Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu , s. 694.
3 F. Sü m er, Bozoklu Oğuz boylarına dâir , s. 73, 75, 76, 94, 95.
4 F. Sü m er, aynı ya zı , s. 76, 94.
295
S u lta n İ b r a h im devrinde Kızıklar’m yerleşik hayata geçme
miş olanları Göçer-Kızık adını taşımakta ve 149 vergi nüfusuna sahip
bulunmaktadır. Gerek Otur ak-Kızıklar’ m, gerek Göçer-Kızıklar’m 1101
(1690) yılında Avusturya seferine çağırıldıklarını görüyoruz. Sefere
çağırılan Oturak-Kızıklar’m başında K a r a - K e t h ü d a oğlu B e k ir
B e ğ , Göçer-Kızıklar’ m ise H a c ı Z e k e r iy y a oğlu A s s â f B e ğ ve
K ız ık M e h m e d O ğ lu gibi beğler bulunuyorlardı5.
296
X I.
BEĞ-DİLİ
1. H a l e b Türkmenleri:
297
Adı geçen zamanda Beğ-Dili boyu 40 obadan müteşekkil idi. Bun
lardan birinci oba boyun adını taşımakta ve 260 vergi nüfusuna sahip
bulunmaktadır. Aynı obanın 20 evlik ufak bir kolu da Haleb vilâyeti
nin doğu taraflarında yaşamakta idi. Küçük-Karacalu ve Büyük-Kara-
calu obalarından sonra Kürtler obası geliyor ki, bu obanın mühim bir
kolunun da Boz-Ulus arasında yaşadığı görülmektedir. Daha önce de
işaret edildiği üzere, o zamanlarda Türkmenler arasında bazı inançlar
ile ilgili olarak Arab, Tatar, Kürd ve Çerkeş gibi kavim adları erkek
çocuklara konulmakta veya lâkab olarak verilmekte idi. B a y ra m
o ğ lu V e li K e t h ü d a ve Bozlu obalarını müteakip Beğ-Dili boyunun
Boz-Koyunlu adlı en mühim obası zikrolunuyor. Bu oba 1520-1525
yıllarında birkaç kola ayrılmış olup, bunların başında beğ ünvanlı şa
hıslar görülmektedir. Bunlardan 25 vergi evi kadar olan birinci Boz-
Koyunlu kolu tamamiyle beğ ünvanlı şahıslardan meydana gelmiştir.
Bu kolun başında o zaman A t -G ü d e n B e ğ o ğ lu K a r a m a n B eğ
vardı. Aynı obanın ikinci kolu da M a h m u d B e ğ ’in idaresi altında
idi. Boz-Koyunlu obasının asıl büyük kolu ise Haleb Türkmenleri’ nin
Y e»/’i/’deki Yaban-Eri denilen kolu arasında yaşıyor ki, bundan bi
raz aşağıda ayrıca bahsedilecektir. Boz-Koyunlu obasının Beğ-Dili
boyunun boy beği ailesini teşkil ettiği anlaşılıyor. Rakka iskânında
Beğ-Dili boyunun başında bulunan F ir u z B e ğ o ğ lu Ş â h in B e ğ de
bu b oy beği obasından yani Boz-Koyunlu’dan id i 6.
298
ve “ hem mezkûr Beğ-Dili cemâatinin uluları oldukları” söyleniyor7.
Bu kayıtlardan bugün dahi Gazi-Antep ve Suriye’deki Türkmenler’in
biricik velîsi sayılan B o z - G e y ik lu D e d e'Yıin hangi boya mensup
bulunduğunu ve bu dedenin oğulları olduğunu öğrenmekteyiz. Yine
bu kayıtlara göre, B o z - G e y i k lu D e d e ’nin X V . yüzyılda yaşamış
olduğuna ihtimal verilebilir.
Beğ-Dili boyunun nüfusu X V I. yüzyıl boyunca daimî bir artış
göstermiştir. 984 (1577) yılında Haleb Türkmenleri sancağı beğine gön
derilen bir hükümde Beğ-Dili boyunun devlete isyan etmiş olan Arab
emirlerinden E b û - R iş oğluna yardım etmek üzere olduğunun du
yulduğu yazıldığı gibi, aynı tarihli diğer bir hükümde de yine Beğ-Di-
li’ den Sincan, Kara-Şeyhli ve Çoplu obalarının yol kesicilik ve yağ
macılık yaptıkları bildirilmektedirs.
M ü v e r r ih N a im a 9 Beğ-Dili Türkmenlerinin Haleb’ ten Diyar
bekir’e kadar uzanan sahanın en güzel yaylaklarına sehip olduklarını
yazıyor. Fakat yine aynı müverrihin sözlerine göre, Beğ-Dili Türkmen
leri bu güzel yaylaklarında rahat durmıyarak çiftçilerin ekinlerini da
varlarına çiğnettikleri gibi, vergilerini vermekten de kaçınmışlardı.
Bu sebeble 1039 (1630) yılında Bağdad’ ın geri alınmasına memur edil
miş olan Vezir-i Âzam H ü s r e v P a şa Haleb’ den hareket etmeden
önce kuvvet göndererek bu boyu yola getirmiş, vergi borçlarına mu
kabil de 10 000 koyun ve yüz kadar develerini zaptettirmiştir.
Beğ-Dili boyu hakkında aynı yüzyılın sonlarına ait mühim haber
ler vardır. Lâkin bunlardan bahsetmeden önce onun Y en i-ll’ deki kolu
nu tanıtmak gerekiyor.
2. Yeni-ll:
299
daimî temas ve münasebette bulunan bir koldur. Bu kol K a n u n î dev
rinde üç obaya ayrılmıştı. Bunlardan 75 veıgi nüfuslu birinci oba De-
ve-Taş adlı bir yerde, 62 vergi nüfuslu olan İkincisi B oz-Ü yü k ’ te, 70
vergi evi kadar olan üçüncüsü de Yellüce’ ye bağlı Alaca-Han’ da ya
şamakta idi. Bunlardan ilk ikisi boyun adını, üçüncüsü de Güneş adı
nı taşımaktadır.
III. M u ra d (1574-1595) devrinde bu Beğ-Dili kolunun kalabalık
bir teşekkül haline gelmiş olduğu görülüyor. Bu devirdeki Beğ-Dili
obalarının en büyüğü Emtileklu olup, 61 vergi nüfuslu Bekmişlu, 26
vergi nüfuslu Arablu , 22 vergi nüfuslu Fakihlu ( Fakılu) , 56 vergi nü
fuslu Sincan, 80 vergi nüfuslu Güneş, 93 vergi nüfuslu Kazlu kolların
dan meydana gelmiştir. Emtilek’ in bir şahıs adı olması muhtemeldir.
Emtileklu’ dan sonra bu Beğ-Dili kolunun şu obaları da zikre değer:
Kara-Hasanlu (38 vergi evi), Karacalu (82 vergi evi), Süleyman K et
hüda (128 vergi evi), Topaklu (50 vergi evi), Gün (83 vergi evi), Ota-
mışlu (49 vergi evi), Kara-Şeyhlu (97 vergi evi), Çoban-Beğlu 10 (24 ver
gi evi), Boz-Koyunlu (86 vergi evi), U ğ u r lu B e ğ ’ e tâbi diğer Boz-
Koyunlu (47 vergi evi), Ş e fa a t B e g ’e tâbi Boz-Koyunlu (32 vergi
evi) ve Kuzucaklu (15 vergi evi) n. Y en i-İl’ deki bu Beğ-Dili kolu kış
gelince Haleb bölgesine inerek kışlamakta idi.
1100 (1698) yılında Beğ-Dili boyunun yukarıda adları geçen Boz-
Koyunlu ve Kara-Şeyhlu obaları Elbistan kasabasına yürüyerek bura
yı 40 gün kuşatmışlardır n . Bu, sadece yağma maksadı ile mi ilgilidir,
yoksa buna başka bir sebeb mi âmil olmuştur bu hususta bir tahmin
de bulunmak mümkün olmuyor.
Ertesi yıl Beğ-Dili beğleri 150 atlı ile Avusturya’ ya yapılacak se
fere çağrılmışlardıu. Bu beğler şunlardır:
F ir u z B eğ o ğ lu Ş â h in B eğ
Ş e d id o ğ lu T opal  s s a f B eğ
B e k m iş lu G â n im B eğ
K ö r N â sır B eğ
Y ü z H â tim A ğ a o ğ lu H a şa n B eğ
S e y f H a n B eğ
10 Suriye sınırındaki Ç oban B eğ tren istasyonu adını bu obadan almış olsa gerektir.
11 F. Sü m er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir , s. 99-100.
.12 A h m ed R e fik , Anadolu’da Türk aşiretleri, s. 79; vesikalardaki K a ra E şm eli, K a
ra-Şey hlu olacaktır.
13 A y n ı eser, s. 84.
300
Ebu S e y f o ğ lu M irz a İ s m a il B eğ
K a r a -Ş e y h lü K ız ıl İ d r is o ğ lu M usa B eğ
Şeyh M u sa K e th ü d a
Şah İ s m a il o ğ lu M ehm ed B eğ
B o z -K o y u n lu A hm ed K e th ü d a
K a r a -Ş e y h lu e l-İy s O ğ u lla r ı: K e n ’ an ve K essâl B eğ
K ır g ıl Y ^hya o ğ lu
B o z -K o y u n lu M u r ta z a K eth ü d a
D ö ğ e r lü Y edi B eğ.
1102 (1690-1691) yılında ise Beğ-Dili boyu bütün obaları ile bir
likte Ağça-Kale’ den Rakka’ya varıncaya kadar olan yerde, Belih çayı
kıyısında iskân olmak emrini a ld ıu. Böylece Beğ-D ili’nin güzel gün
leri sona ermiş, acı ve hüzünlü günleri başlamıştı. Rakka’y a iskânları
emredilen Beğ-Dili obaları Haleb Türkmenleri arasındaki, o zamana
kadar başka yerlerde yerleşmemiş obalar ile Y en i-Il’ deki bütün oba
lar idi. Bunlar Y en i-İl’ den Bekmişlu obası başlarında kethüdaları
H a c ı A li o ğ lu G â n im B e ğ olduğu halde 500 vergi evi, Kara-Şeyhlu
kethüdaları (Topal A ssa f) 600 vergi evi, F ir u z B e ğ o ğ lu Ş âlıiıı
B e ğ idaresindeki Boz-Koyunlu 600 vergi evi, S e y f H a n idaresindeki
diğer Boz-Koyunlu 200 vergi evi, Dimleklu , kethüdaları P ir -B u d a k
o ğ l u M e h m e d ve S a t ılm ış idaresinde 500 vergi evi idiler ki, hepsi
3200 vergi evi ediyor. Haleb Türkmenleri arasındaki Beğ-D ili’ den de
iskânları emredilen obalar Tatalu, Kazlu, Balabanla, Arablu, Taş-Baş,
Sincan, Güneş ve diğerleri idiler15. Bunların bir kısmı yerleştirildikleri
yerlerde yol kesicilik yapmağa başladıkları gibi, birçoğu da çok sev
dikleri Urum’ a kaçmışlardır. Fakat bunlar şiddetle takip olunarak tek
rar iskân yerlerine getirildiler. Diğer Türkmen oymakları zamanla
birer birer fırsat bulup iskân yerlerinden kaçtılar ise de kalabalık ve
boy tesanüdünü muhafaza eden Beğ-Dililer Rakka’ da kaldılar16. İs
kânın icrasına K a d ı-z â d e H ü s e y in P a şa başlamış ve Y u s u f P a
şa tamamlamıştır. Beğ-Dili boyunun iskânına ait bir şiirde her iki
sinin de adı geçiyor:
301
<£K a d ı-Û ğ lu Y u s u f P a ş a 15 gelende
Yalaıı dünya benim derdi Beğ-Dili
Seksen bin evle Rakka’ ya iskân olanda
Tayı, M uvâli’y i 28 kırdı Beğ-Dili
*
302
Ç e l e b i 21 Colab’ tan bir kasaba olarak bahseder. Beğ-Dili boyu, Har
ran’ın altındaki A y n Arûs ve Ağça-Kale’ den Rakka’ ya varıncaya değin,
Belifı çayı boylarında yerleştirildiklerinde başlarında ulu beğleri ola
rak Boz-Koyunlu’ dan F ir û z B e ğ o ğ lu Ş âlıin B eğ, kardeşi K e n ’ an
B eğ ve K u r t B e ğ va rd ı22. Ş â h in B e ğ bütün Beğ-Dili’nin başı gibi
görünüyor. Ş a h in B e ğ aynı zamanda Rakka’ ya gönderilen bütün
oymakların iskân başısı idi. iskân başıhk devlet tarafından ihdas edil
miş olup, vazifesi oymakların iskân yerlerinde oturmalarına dikkat
etmek ve aralarında nizam ve âsâyişi sağlamaktı. Buna karşılık onlara
Bâlis 23 sancak beğliği veriliyordu, iskân başılar oymak beğlerinden
tayin ediliyordu. Ş a h in B e ğ ’ den sonra kardeşi K e n ’an B e ğ ’in is-
kânbaşı tayin edildiğini biliyoruz24.
Rakka bölgesine yerleştirilen Beğ-Dili ve diğer oymakların hâ
tıralarında Ş â h in B e ğ ’in yerine babası F ir û z B e ğ geçiyor:
303
Hâtıralara göre Beğ-Dili boyunun beği iskân başı F ir û z B eğ
(hâtıralarda: F e riz ) bu fena yerlerde yaşanmaz diyerek bir kısım oba
lar ile beraber İran’ a gitmiştir26. Oymakların başında bulunan beğ-
lerin O sm a n lı devletinin kendilerine itibar göstermemesi, mevki ver
memesi ve bilhassa devlet memurlarının haksız muameleleri karşısın
da İran’ a, gittikleri bir vakıadır. X V . yüzyıl ile X V I. yüzyıhn ilk çey
reğindeki göçebe beğ ailelerinin daha sonra görülmemesinde onların
İran’ a gitmiş olmaları mühim bir âmil olsa gerektir. İran’da ise onlar
Türk asilzâdesi arasına dahil ediliyorlar ve yüksek memuriyetlere ge-
çiriliyorlardı. Bu sebeble Ş â h in B e ğ ’in (hâtıralarda F ir û z B eğ)
İran’a gitmiş olduğu kabul edilebilir. Nitekim şu şiir F ir û z B e ğ ’in
İran’a gittiğini açıkça anlatıyor:
304
Beğ-Dililer kendilerini yakıcı Rakka çöllerinde bırakıp Acem*e
giden beğlerini bir türlü unutamamışlar ve çocuklarına onun adını
(F e r iz şeklinde) koymak sureti ile batırasım zamanımıza kadar ya
şatmışlardır. Bu F ir û z B e ğ ’in iskân başı Ş â h in B e ğ olması muh
temeldir. Şahin B ey’in Firûz Bey adında bir oğlunun mevcudiyeti de
düşünülebilir.
Beğ-Dililer ve diğer Türk oymakları sonraları devlet tarafından
da bir sürgün yeri olarak kabul edilen Rakka bölgesinde yalnız susuz
luk ve kavurucu sıcaklar ile değil, Arab boyları ile de mücadele etmek
zorunda kalmışlardır. Mücadele bilhassa pek kalabalık olan T ayy ve
Aneze Arabları ile yapılıyordu. Çok nüfuslu ve gayet vahşi olan bu
kabileler ile sayıca onlardan çok daha az olan Beğ-Dili’ nin ve diğer
oymakların yiğitçe savaştıkları görülüyor31. Rakka iskânı Türkmenleri
nin A r ablar, Kürdler ve bilhassa bu sonuncuların Rişvan ve M illi aşi
retleri ile yaptıkları savaşlara dâir birçok şiirleri zamanımıza kadar
gelmiştir. Şu güzel şiir bu mücadelelerle ilgili görünüyor:
“ Rakka çöllerinden gelen gaziler
Rakka’m n da konca gülü soldu m u?
Yeniden bir haber duydum oradan
Cerid B e k ir öldü derler öldü m ü?
*
31 Niebuhr (V oyage en  rabie , s. 336). 1764 yılında bu Beğ-Dililer'in 12000 çadır oldu
ğunu yazıyor.
32 A li Şahin, aynı eser, s. 19; Ö m er ö z b a ş , aynı eser, s. 26.
33 C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 54, 57, 59, 78, 94.
305
Taklar*ın da aslında Lir Cerid obası olduğu fikrinde bulunduğumuzu
evvelce söylemiştik. Beğ-Dili boyu Rakka bölgesine alıştı ve hattâ
hâtıralara bakılır ise kendisini, tehlikeli düşmanları Arab boylarına say
dırdı, Hâtıralara göre bir kervan soygunundan dolayı Haleb vâlisi A b -
b a s P a şa Rakka’ daki Türk oymaklarının üzerine yürüyerek onların
dağılmalarına sebeb olmuştur. Şu şiir Türkmenler’ in A b b a s P a şa
ile savaştığını gösteriyor:
“ Evvelce gelmişiz iskân olanda
Dağıttın Culab’ı sen A b b a s P a şa
Aşiret! siz de bakın böyle zamana
Dağıttın Culab’ ı sen A b b a s P a şa
*
H a y d a r lı,
Ç e le b i çıksın bir yana
Arablı, Kadirlidöndü aslana
Dört çevremiz döndü kana dumana
Dağıttın Culab’ı hey A b b a s P a şa
*
306
Beğ-Dililer toprağa yerleşeli uzun bir zaman olduğu Iıalde son
boy teşkilâtlarını unutmamışlardır. Rakka bölgesine yerleşme ve onu
takib eden olaylara dâir hâtıralar hâlâ canlı bir şekilde yaşatılmaktadır.
Avşarlar’m nasıl kovgunlara dâir şiirleri var ise onlar da, bazılarını
yukarıda dercettiğimiz iskâna, Arab ve Kürd oymakları ile savaşlara
dâir şiirlere sahiptirler35.
3. Boz- U l u s :
4. Tarsus:
5. İ ç - t l :
Bu bölgedeki belli başlı oymaklardan biri de Beğ-Dili boyuna
mensup bulunmaktadır. Bu Beğ-Dili oymağının daha II. B a y e z id
devrinde umumiyetle Gülnar kazasına bağlı olan köylerde yerleşmiş
olduğu görülüyor. Sayısı 14’ü bulan bu köylerden bir kısmı adlarını
bugüne kadar muhafaza etmişlerdir. Bu Beğ-Dili köyleri şunlardır:
35 Rakka bölgesindeki Türkmenler 9in tarihine dâir maalesef elimizde bir inceleme yazısı
yoktur. Böyle bir incelemenin yapılması zamanı gelmiştir.
36 F. Süm er, Boz-Oklu Oğuz boylarına dâir, s. 85, 100.
37 Mühimme defteri, nr. L X IV , s. 62.
38 F. Süm er, aynı yazı , s. 86-100.
307
Kara-Ağaç (46 vergi nüfuslu), Ulu-Kaşağı (39 vergi nüfuslu), Incircek
(32 vergi nüfuslu), Berçem (25 vergi nüfuslu), Emir Hacı (22 vergi nü
fuslu), Karaca-Virân (52 vergi nüfuslu), Kuru-Dere (19 vergi nüfuslu),
Lapa (62 vergi nüfuslu), Dırnaklu (33 vergi nüfuslu), Gerçelik (7 vergi
nüfuslu), TJlu-Çir (95 vergi nüfuslu), Y as-P m a rı (8 vergi nüfuslu).
6. İran Beğ-Dilileri:
308
Dili’ den idi. A h m e d B e ğ 1002 (1593-1594) tarihinde Şah A b b a s
tarafından Lâhican darugalığma tayin edilmiştir41.
Biraz yukarida işaret edildiği gibi, Şah A b b a s ’ın Şamlu boyu
beğlerine karşı yakın bir teveccühü olduğu görülüyor; devrinde bu
boydan büyük emirler yetişmiştir. Şamlu emirlerinden Beğ-Dili oba
sına mensup olduklarım bildiğimiz (yukarıda adı geçen A h m e d B e ğ ’
den başka) beş kardeş vardır ki, bunlar Şah A b b a s ’ ın mukarrebleri
arasında idiler. Bu beş kardeş şunlardı: M u h a m m ed B eğ, H a y d a r
B eğ , S aru B eğ , K a p a n B e ğ (di^ ölji), Z e y n e l B eğ. Bunlar
dan Şah A b b a s ’ın yakınlarından olan M u h a m m e d B eğ 1022 (1613-
1614) yılında ölmüş ve malı ana bir kardeşi, harem eşik ağası başı H a y
dar S u lt a n ’ a kalm ıştır42. H a y d a r S u lta n da 1028 (1618-1619)
de öldü ve zengin serveti oğlu N u r u d -d e h r ’e kaldı. Bu, sevilen bir
genç id i43. N u r u d -d e h r bu devirdeki bazı seferlere katılmıştır44. Sa
ru B e ğ ’ e gelince, o, 1011 (1602-1603) yılında O sm a n lı ordusu ile
yapılan savaşta yararlık göstermiştir. Kendisi 1021 (1612-1613)’ de
Saru-Gurkan ve Gâve-Rûd (Kirman-Şah bölgesinde) hâkimi olup, 1033
(1623-1624)’ de Hille hâkimliğine tayin edilmiştir45. Kardeşlerinden
K a p a n S u lt a n ’a 1018 (1609-1610)’ de O s m a n lıla r ’dan geri alınan
Urmiye kalesi hâkimliği verilmişse de 1024 (1615)’de gafleti yüzünden
kalenin Kürdler’ in eline geçmesi sebebi ile kardeşlerine riayeten yal
nız vazifesinden azledilmekle yetinilmiştir46. Z e y n e l B e ğ ’e gelince
o da Şah A b b a s ’m mukarreblerinden olup Tuşmal başı idi. Hüküm
darı tarafından sevilen Z e y n e l B e ğ ’in A b b a s ’ın ölümünde eşik ağası
başı ve aynı zamanda R ey hâkimi bulunduğunu biliyoruz47.
309
m uş S u lta n ile buyruğundaki Beğ-Dililer’ in Boz-Ulus arasındaki
Beğ-Dili oymağından olması muhtemeldir. Şah A b b a s ’ın halefi ve
oğlu Şah S a fî zamanında (1628-1642) yukarıda kendisinden bahsetti
ğimiz Z e y n e l B e ğ saltanat vekilliğine kadar yükselmiştir. Fakat,
onun 1039 (1630) yılında S a d r a z a m H ü s r e v P a ş a ’ ya yenilmesi
üzerine hayatına son verilmiştir49. Bu devirdeki Beğ-Dili emirlerinden
biri de N a k d î B e ğ idi. Bu emîrin Z e y n e l H a n ile akraba olup ol
madığı bilinemiyor. Şah S a fî’niıı hükümdarlığının ilk yılında Fer-
raşhâne daruğası olan N a k d î B eğ , hanlık rütbesi ile 1042 (1633-1634)
yılında M erv ve aynı yıl içinde Kûh-Gilûye hâkimliğine tayin edilmiş
tir. Kendisi Bağdad’ın IV. Murad tarafından 1637 de istirdadı üzerine
O sm a n lı ordusuna esir düşmüştür. Bundan dolayı Kûh-Gilûye vâli-
liğine Ferraşhâne darugası oğlu Z e y n e l B e ğ tayin edilmiş, Ferraş-
hâne darugalığı da merhum Z e y n e l H a n ’ın oğlu H a y d a r B e ğ ’ e
verilmiştir 50.
310
Bu bahse son verirken, Etrek ve Gürgen çayları arasında yaşayan
Türkmen Göklen topluluğuna mensup oymaklardan (tâife) birinin
de Beğ-Dili olduğunu söyliyelim. Bu Beğ-Dili oymağı 1863 yıhnda şu
kollara ayrılmakta idi: Pank, Aman-Hoca , Boran, Karışmaz. Fakat
Göklen Beğ-Dili oymağının nüfusu pek fazla değildi. 1840 tarihinde
bu oymağın 400 aileden müteşekkil bulunduğu söyleniyor. Bu oymağa
Çaku Beğ-Dili de deniliyor54.
311
X II.
K A R K I N
1. H a le b Türkmenleri:
1 Cedvele bakınız.
2 F. Süm er, Bozoklu Oğuz boylarına dâir , s. 86-87, 101, 102.
312
2. Boz-Ulus:
3. D u l d a k ı r l ı :
313
4. Ç u k u r -0 va:
5. İç-İl:
6. H a m id ve Teke Sancakları:
BAYINDIR
(Bayın dur)
315
bir yörenin (nâbiye) bir oymağını adını taşıması, çok defa o yörede
oturanların hepsinin veya çoğunun yörenin adını taşıdığı oymağa
mensup olduğunu gösterir. Bu Bayındır yöresi adını zamanımıza kadar
devam ettirmiştir.
Şimdi İzmir’e bağlı Bayındır kasabası X V II. yüzyılda da vardı.
E v liy a Ç e l e b i 3, bu kasabanın adının O rh a n G a z i’nin oraya Ba
yındır kavmini yerleştirmesinden aldığını söylemektedir. Bu bir halk
rivayeti mi, yoksa E v liy a Ç e le b i’nin kendisine mahsus izahların
dan biri midir, bilinemez.
X V I. yüzyılda Anadolu’ daki bu yer adlarından başka, aynı ül
kede bu boya mensup bazı oymaklar da görülmektedir ki, bunların en
mühimleri Haleb Türkmenleri arasında ve Tarsus bölgesinde yaşamak
tadır.
1. Tarablus-Şam:
2. Hal eb Türkmenleri:
3. Yeni-İl:
3 Seyahat-nâme, IX , s. 173.
4 F. Süm er, Bayındır , Peçenek ve Yüreğirler, D il ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi ,
X I, 2-4, s. 320, 334.
5 F. Süm er, aynı ya zı , s. 320, 334-335.
316
larına yedirdikleri ve evleri yakmakta oldukları haber veriliyor6. Öıi'
ların az sonra R ü s t e m K e t h ü d a oğlu H â lid B e ğ idaresinde olmak
üzere, 1101 (I690)’ de Avusturya’ya yapılacak sefere çağrıldıkları gö
rülüyor 7. Ertesi yıl ise Bayındırlar Rakka bölgesine iskân olmak emrini
almışlardır8. Fakat onlar da çok geçmeden yerleştirildikleri yerden
kaçmışlar ise d e 9 yakalanıp tekrar Rakka’ya gönderilmişlerdir. Bun
dan sonra Rakka bölgesinde kalan Bayındırlar Beğ-Dili, Cerid ve diğer
leri ile birlikte' Arab ve Kürd aşiretlerine karşı savaşmışlardır. Şiirler
de geçen “ B a y ın d ır H a lid ” 10, yukarıda gördüğümüz R ü s te m o ğ
lu H â lid B eğ değil ise onun bir torunundan başkası olamaz.
4. Boz-Ok:
5. Tarsus:
317
6. îg-îl:
7. Te ke , Hamid, Menteşe:
8. Hazar-Ötesi Türkmenleri:
13 Gösterilen yer.
14 F. Süm er, aynı ya zı , s. 321, 339-340.
15 Travels in central A sia , s. 306.
16 M es’ ud R eyhan, aynı eser , II, s. 103.
318
T ü rk m e n İ s k e n d e r B e ğ ’in sözlerinden anlaşılıyor ki, hane
dan azasından bir kısmı da S a fe v île r zamanında İran’ da, yaşamış
tır. S a f e v î hükümdarlarının bunları sağ bırakmış olmalarına hayret
edilir. S a f e v î devrindeki A k - K o y u n l u ailesine mensup olanlardan
M^urad B eğ -i B a y m d ı r i y y e - i T ü r k m â n ile M u h a m m ed Z a
m an S u lt a n -i B a y ı n d ı r i y y e - i T ü r k m â n ’ ı tanıyoruz. Ş ah -A b-
b as’ın en itibarlı hatunu bunlardan M u ra d B e ğ ’in kızı idi. M u h am
m ed Z a m a n S u lta n ’a gelince, kendisi ve ailesi Yezd’li olup iyi bir
tahsil gördüğü bildiriliyor. Ş a h -A b b a s ’ın yakınlarından olan M u
h a m m e d Z a m a n S u lta n 1015 (1606-1607) yılında ölm üştür17.
319
X IV .
P E Ç E N E K
320
Türkmenler’in köyleri bulunmaktadır. Zamanımızdaki Peçenek yer
adlarından diğer ikisi Maraş’ m Elbistan kazasında, dördü de Konya
bölgesinde bulunmaktadır. Bunlardan başka Beçenek adında Aksaray
(K on ya ) kazasında bir çiftliğin, İsparta bölgesinde de iki yer adının
var olduğunu biliyoruz4.
1. Haleb Türkmenleri:
4 Türkiye’de M eskûn yerler kılavuzu , s. 140; F. A ksu , İsparta ili yer adları, İsparta , 1936,
s. 37, 81.
5 Türkiye'de M eskun yerler kılavuzu , aynı sahife.
321
1530-1540 yılları arasında Peçenekler’ in vergi nüfusları 473’ e,
978 (1570) yılında ise 722’ye yükselmiştir. Onlar bu son tarihte şu kol
lara ayrılmışlardı. Isâ-Hacılu (82 vergi evi), Boyacılu (9 vergi nüfuslu),
Ekizler (97 vergi nüfuslu) Piri-Beğlü (142 vergi nüfuslu), Şah-Meliklu
(31 vergi nüfuslu), Hâbillu (3 vergi nüfuslu) Eküz (5 vergi nüfuslu),
diğer Boyacılu (7 vergi nüfuslu), Sipahiler (39 vergi nüfuslu). Bunlar
dan 9 vergi nüfuslu Boyacılu, Güvercinlik’te (Elbistan’ a bağlı) yerleş
miştir. Peçenekler’ in zamanla yeni kethüdalarının adlarını aldıkları
görülüyor.
993 (1585) yılında Maraş ve Güvercinlik kadılarına yazılan bir
hüküm de6 Peçenek tâifesinden S e y y id î G a z i ve K a n lu M e h m e d ’in
yol kesici olup yine Peçenek tâifesinden H a şa n A li F a k ih ’i öldür
dükleri, aynı taifeden K a r a A h m e d oğlu M u s ta fa ’nın da S e y y id î
V a k k a s ’ın evini bastığı yazılarak bunların yakalanıp muhakemele
rinin yapılması emrediliyor. Bu Peçenekler yukarıda Güvercinlik’te
yerleştirildiklerini söylediğimiz Peçenekler’ dir.
2. Tarsus:
322
3. At-Çeken:
323
XV.
Ç A V U L D U R
(Çavundur)
1 Cedvele bk.
2 Danişmcmi-ndme, Millet ktb., A li E m irî > nr, 571, s. 17, 18; Â li , M irkad ul-cihâd, aynı
kütüphane , Reşid E fendi, nr. 678, 17 b, 22 b.
3 Z ikr-i iarih-i âl-i Selçuk, s. 33, 39.
324
X V I. yüzyılda bu boya mensup bir oymak Boz-Ulus arasında
görülmektedir. Bundan başka aynı adda çok küçük bir oymak da Ço
rum sancağında yaşamaktadır.
1. B o z - U l u s :
2. Çorum:
3. Hazar-ötesi Türkmenleri:
325
söylenmişti. Bu vakıa E b û ’ l-G a z i’nin anlattığı rivayetin esası ola
bilir.
Mangışlak,’tâki Çavuldurlar’ a son asırlarda Çavdur denilmekte
dir. Bunlann diğer Türkmen boylarına mensup kollar ile birlikte Man-
gışlak’ ta rahat bir hayat sürmedikleri görülüyor. X V I. yüzyılda yarım
ada Mangıtlar tarafından istilâ edildi ve kalabahk Salur boyu oradan
çıkarıldı. Daha sonra burası Kalmuklar’m hücumuna uğradı. Kalmuk-
lar Çavdur, İğdir ve Soynacılar’ m bir bölüğünü Kuzey-K afkasya’ ya
götürdüler. Bunlar orada varlıklarını zamanımıza kadar devam ettir
mişlerdir. Mangışlak’ta kalan Çavdur, İğdir ve diğer oymaklara men
sup kollar' ise X I X . yüzyılda Kazaklar tarafından buradan çıkarıldılar 7.
1863 yılında Çavuldurlar, Aral gölünün güney kıyısı ile Kara-Boğaz
arasında oturuyorlardı. O zaman 12 000 çadır tahmin edilen Çavdurlar
şu obalardan meydana gelmişti: Abdal, İğdir, Esenlu, Kara-Çavdur,
Bozacu, Buruncuk, Ş eyh 8.
326
X V I.
ÇE P N I
327
Aynı yılda Trabzon imparatoru, I l a c ı - E m îr ’in akınlarını önle
mek için diğer Türk beğlerine yaptığı gibi, kızını onunla evlendirdi4.
A le k s is daba sonra (1381’ de) bir kızını da Niksar beği T a e u d - d in ’e
vermiş ve böylece üç Türk beğini kendisine güveyi edinmişti. H a c ı-
E m îr 1361 yılında Trabzon imparatorlarının elinde olan Giresun’a bir
hücumda bulunmuştu3. 1380 yılında ise Trabzon Rum imparatorunun
Çepniler üzerine yürüdüğünü görüyoruz. Trabzon vekâyinâmecisi Pa-
n a r e te s ’ e göre6, İmparator 1000 kişilik bir yaya kuvvetini Tirebolu
şehrine gönderdikten sonra atlılar ile de kendisi hareket etmiştir. İmpa
rator Philabonite ırmağı yatağını takibederek Cfıeimasiae’y e dek Çep-
nileri kovalamış ve yurdlarını yakıp yıkmış, ayrıca Çepniler’ in zap
tettiği bazı hafif gemileri de kurtarmıştı. İmparator bundan sonra Sthla-
bopiastis denilen yere gelmişti. Tirebolu’ya, gönderilmiş olan yayalara
gelince, onlar Cotzanta’ ya kadar her yeri yakıp yıkmışlardı. Fakat dö
nerken Çepniler tarafından kovalandılar 7. Panaretes’ in bu sözleri, batı
dan Tirebolu’ya kadar kıyı bölgesi ile bu kıyı bölgesinin güneyindeki
toprakların Çepniler’ in elinde bulunduğunu gösteriyor.
4 A y n ı eser, s. 495.
5 A y n ı eser, s. 496.
6 Metinde: les Tzapnides (s. 504). Le B ea u bunun Lazık bölgesi balkının ismi olduğunu
söylüyorsa da (aynı sabife, haşiye 2), biz bunun Çepni adından başka bir şey olmadığı fikrin
deyiz.
7 S. 504-505.
8 Bezm u rezm , s. 529-530.
9 Embajada â Tamorlân , s. 73.
328
Birinci Bölümde de spylendiği gibi, Ispanyol elçisi C la v ijo 10 Trab
zon’dan Erzincan’a gelirken yolda Çepniler’e ait bir kale görmüştü.
1. Ha l e b Türkmenleri:
10 S. 83.
11 Diyârbekriyye , s. 543.
12 F a zlullab. b. R û z b ih a n , Tarih-i âlem ; ârâ-yi E m ini , Fatih ktp. nr. 4431, 71 b,
78 b, İngilizce tercümesi V. M in o rsk y , Persia in a.d. 1478-1490, s. 32-35.
13 Cedvel bk.
329
X V II. yüzyılın ortalarına doğru Çepniler’ in ana kolu yine Runı-
Kale yöresinde sâkin bulunuyordu. S u lta n İ b r a h im devrinde D e
n iz K e t h ü d a tarafından idare edilen Çepniler Rum -Kale yöresinde
Kasabalar, Korkmazlu, Sarılu, Karalar, Köseler ve Şuayyiblu adındaki
obalara ayrılmışlardır. Başım-Kızdılu adını taşıyan diğer iki kolun ise
o devirde Adana, A ydın ve Saru-Han vilâyetlerinde yaşadığı bildiri
liyor 14.
14 F. Süm er, Anadolu'da Üç-Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller , s. 443—445, 482-
483.
15 C en giz O rlıon lu , aynı eser, s. 40.
16 A h m ed R e fik , aynı eser, s. 95.
17 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 96; C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 56.
18 C en giz O rh o n lu , aynı eser, s. 57, 60.
19 A h m ed R e fik , aynı eser , s. 135, 171-172; C en giz O rh on lu , aynı eser , s. 93.
20 Balıkesir bölgesindeki Çepni köyleri hakkında: İs m a il K a d ıo ğ lu , Balıkesir9de
Çepniler , Balıkesir , 1935, s. 22-23; K a m il Su, Balıkesir ve civarında Yörük ve Türkmenler , s.
65, 129-130, 149-151.
330
ma) , M a nisa 21 ve A y d ın 22 vilâyetlerinde yerleşmiş bir halde bulunan
Çepniler’den başkası değillerdir. X V I. yüzyıldan önce adı geçen vilâ
yetlerde Çepni adlı hiç bir teşekkül yaşamıyordu.
2. Ulu-Yörük:
21 Bunlar Manisa* nin merkez kazasına bağlı M uradiye , Harmandalı, Tirkeş köyleri ile
Turgutlu'nun Hamza-Baba, Bekdaş , Gök-Gedik ve Zeamet köyleridir.
22 Bunlar Söke'ye bağlı, Sofular , Terziler , Helvacılar köyü ile Tire’ nin Çayırlar köyüdür.
23 F. S ü m er, aynı ya sı , s. 447, 484-485.
24 M eh m ed A şık , M enâzir ul-evâlim , Nurosmaniye k t b nr. 3426, 229 a.
331
hir zeamet Çepni beğlerinden M e h m e d B eğ o ğ lu A li Y â r B e ğ ’ in
tasarrufunda idi. M eh m ed B e ğ ’in H a lil, A li H an , H im m e t ve
N a su h adlı oğulları da timar sahibi idiler. Yine Çepni beğlerinden
A y d ın B eğ o ğ lu İb r a h im , M e h m ed B e ğ o ğ lu H â b il, P ir î B e ğ
o ğ lu B u s a d da timara tasarruf ediyorlardı. Defterde timar sahibi
daha birçok Çepni beğlerinin adı geçmektedir. Bu Çepni beğlerinin
yanında, bilhassa eski zamanlarda din ve tarikat adamlarının bulun
duğu görülüyor. Mezkûr defterde Y a k u b H a lîfe adlı bir tarikat ada
mının câmi, zâviye ve sarp yerlerde köprüler yaptırmış “ elıl-i velâyet
ve sâhib-i kerâmet” bir kimse olduğu ve Çepni beğlerinden S ü le y m a n
B e ğ ’in önün yaptırdığı câmi ve ailesi için dört parça köy vakfettiği
yazılıyor. S ü le y m a n H a lîfe adlı diğer bir Çepni tarikat adamının
da sarp bir boğazda köprü yaptırmış olduğu aynı defterde kaydedili
yor. Yine Çepniler’e. mensup bazı şahısların da Giresun, Ordu ve Tire
bolu câmilerinde imamlık, hatiplik ve cüzhanlık vazifelerinde bulun
dukları anlaşılıyor. Trabzon’ un doğusunda bulunan yerlerdeki dirlikr
lerden bazılarının da Çepniler’in elinde olduğu görülüyor 25.
Bu Çepniler’ in pek mühim bir kısmı şi’i idiler. Bunun bir sonucu
olarak da S a fe v î hükümdarlarına bağlı bulunuyorlardı. 973 (1565)
tarihli Trabzon sancağı beğine yazılan bir hüküm de 26 yukarı Cânible
(yani İran’la) münasebette bulunanların gizlice tutulup gönderilmesi
isteniyordu. Şüphesiz S a fe v île r in müridleri arasında bu Çepniler’ den
de epeyce adam vardı.
Yine K a n u n î devrinde Doğu-Anadolu’da., hattâ Irak’ taki kale
lerde gönüllü gediğinde vazife gören epeyce Çepni bulunduğu anlaşı
lıyor. Bunların çoğu Trabzon ve Canik Çepnileri’ nden idi. Bu Çepniler’-
in bazıları İran harplerinde S a f e v île r için casusluk yaptıklarından
ve hattâ çokluk bulundukları Erciş kalesini düşmana teslim etmek su
reti ile hiyanet ettiklerinden, 976 (1568) yılında Van beğlerbeğişine
hüküm gönderilerek Van, Erciş, Ahlat ve Bidlis kalelerinde, bir adam
kalmamak üzere, bütün Çepniler’ in çıkarılması emredilmiştir 21. Ayrıca
994 (1585)’de Anadolu’daki bütün beğlerbeğiler ile Şam, Bağdad ve
Revan beğlerbeğiliklerine hükümler gönderilerek Çepni, Tat ve Kızıl-
Başlar’ a. dirlik verilmemesi yazılmıştır28. 975 (1567) yılında Bayburd
alaybeğisinin de Çepniler’ den olduğunu biliyoruz 29.
332
4. Dulkadırlı:
5. Boz-Ok:
6. Adana:
925 (1519) yılında Adana’ nin Sarı-Çam yöresinde küçük bir Çepni
oymağı yaşamaktadır32.
7. A t - Ç e k e n :
333
Mahmudlar adlı yöredeki Abbas, İblis ( ?)-Hisarı, Pazarcık ve Susuzca
köylerinde oturmaktadır 3-\
8. Koç-Hisar (Şerefli):
9. H a m i d :
10. Çorum:
334
yıllarında Çepniler*den M a k su d B e ğ ’i tanıyoruz38. R u m lu H aşan
B e ğ 953 (1546) yılında Gürcistan’a, yapılan bir sefere Ç ep n i korucu
larının başı Ş a h -K u lu ile bizzat kendisinin yaptıkları bir baskını
anlatmaktadır39. Yine Çepniler’e mensup Şah A li S u lta n adında
bir b e ğ ’in 955 (1548) yılında Van hâkimi bulunduğunu ve K a n u n î’-
niıı burayj kuşatması üzerine şehri ona teslim ettiğini aynı müelliften
öğreniyoruz40. Yine bu hükümdar devrinde Çepniler’ den S ü le y m a n
Ç e l e b i Urmiye hâkimi idi. S ü le y m a n Ç e le b i aynı yılda (955) K ü r
distan üzerine yaptığı bir akında başarısızlığa uğramış ve kendisi de
Kürdler tarafından öldürülmüştür41. Kara-Bağ beğlerbeğisi K a ç a r
Z i y a d - o ğ l u Ş a h -V e r d i S u lta n ile Gürcü beğlerinden birisi arasında
963 (1556)’de yapılan bir vuruşmada Ç ep n i M u h a m m e d B eğ de
bulunmuş ve yararlık göstermiştir42. Şah T a h m a s b ’ın ölümünden
sonra tahta geçirilecek hükümdar hususunda emirler arasında çıkan
ihtilâf ve münazaada yine Çepniler’e mensup C elâl A li Şah’ın da
adı geçmektedir43.
Şah A b b a s devrinde Çepniler’ den U ğ u r lu S u lta n ile M u rad
H a n S u lta n ’ı tanıyoruz. U ğ u rlu S u lta n 1014 (1605-1606) yılında
Fümen hâkimi id i44. M u ra d H a n S u lt a n ’ a gelince, o 1017 (1608-
1609) yılında Urmiye kalesinin zaptına memur edilen beğler arasında
görülmektedir45.
S a fe v î hizmetindeki Çepniler buraya Anadolu’ dan gelmişlerdir.
Bunların mühim bir kısmının Trabzon Çepniler’ inden olduğunu da
söyliyelim.
38 A y n ı eser, s. 119.
39 A y n ı eset\ s. 316.
40 A y n ı eser, s. 330.
41 A y n ı ese r, s. 339.
42 A y n ı eser, s. 393; Tarih-i âlem ârâ-yî Abbasî, I, s. 88.
43 A y n ı eser, s. 476.
44 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 514.
45 A y n ı eser, s 797.
335
Mahmudlar adlı yöredeki Abbas, İblis ( ?)-Hisarı , Pazarcık ve Susuzca
köylerinde oturmaktadır33.
8. Koç-Hisar (Şerefli):
9. H a m i d :
10. Çorum:
334
yıllarında Çepniler’ den M a k su d B e ğ ’i tanıyoruz38. R u m lu H a şa n
B e ğ 953 (1546) yılında Gürcistan’a, yapılan bir sefere Ç ep n i korucu
larının başı Ş a b -K u lu ile bizzat kendisinin yaptıkları bir baskım
anlatmaktadır39. Yine Çepniler’e mensup Şah A li S u lta n adında
bir b e ğ ’in 955 (1548) yılında Van hâkimi bulunduğunu ve K a n u n î’-
nin burayj kuşatması üzerine şehri ona teslim ettiğini aynı müelliften
öğreniyoruz40. Yine bu hükümdar devrinde Çepniler’den S ü le y m a n
Ç e le b i Urmiye îıâkimi idi. S ü le y m a n Ç e le b i aynı yılda (955) K ür-
distan üzerine yaptığı bir akında başarısızlığa uğramış ve kendisi de
Kürdler tarafından öldürülmüştür41. Kara-Bağ beğleı-beğisi K a ç a r
Z i y a d - o ğ l u Ş a h -V e r d i S u lta n ile Gürcü beğlerinden birisi arasında
963 (1556)’ de yapılan bir vuruşmada Ç e p n i M u h a m m e d B eğ de
bulunmuş ve yararlık göstermiştir42. Şah T a h m a s b ’m ölümünden
sonra tahta geçirilecek hükümdar hususunda emirler arasında çıkan
ihtilâf ve münazaada yine Çepniler’ e mensup C elâl A li Şah’ın da
adı geçmektedir43.
Ş ah A b b a s devrinde Çepniler’ den U ğ u rlu S u lta n ile M u ra d
H a n S u lta n ’ı tanıyoruz. U ğ u r lu S u lta n 1014 (1605-1606) yıhnda
Fümen hâkimi id i44. M u ra d H a n S u lt a n ’ a gelince, o 1017 (1608-
1609) yılında Urmiye kalesinin zaptına memur edilen beğler arasında
görülmektedir45.
S a fe v î hizmetindeki Çepniler buraya Anadolu’ dan gelmişlerdir.
Bunların mühim bir kısmının Trabzon Çepniler’inden olduğunu da
söyliyelim.
38 A y n ı eser, s. 119.
39 A y n ı eser, s. 316.
40 A y n ı eser, s. 330.
41 A y n ı eser, s. 339.
42 A y n ı eser, s. 393; Tarih-i âlem ârâ-yî Abbasî, I, s. 88.
43 A y n ı eser, s. 476.
44 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s. 514.
45 A y n ı eser, s 797.
335
X V II.
S A L U R
336
Türkmen beğleri gibi, kendi hesabına faaliyette bulunan K a r a -B e li
adlı (yahut lâkablı) bir Salur beği tarafından fethedildil.
1 îb n u l-E s îr , X , s. 144,
337
jıe bu esnada mühim bir Yıva kolunun da Şehrizor taraflarında yaşa
dığını biliyoruz. Bu Yıvalar’m da bu kümeye mensup olması muhte
meldir.
S a lğ u r lu M e v d u d , A t a b e ğ B o z - A b a ’nın yakın emirlerinden
birisi oldu. Hattâ B o z -A b a 542 (1147) yılında S u lta n M e s ’ u d ’un
üzerine yürüdüğü zaman, S a lğ u r lu M e v d u d ’u Şiraz’ da kendi nâibi
olarak bırakmıştı. B o z - A b a ’nm Hemedan civarında öldürülmesi se
bebi ile Fars’a. S e lç u k lu la r ’dan S u lta n M a h m u d oğlu M elik -
Şah hâkim olmuştur. Bu esnada (542-543=1147-1148) M e v d u d
Kendumâıı’da ölmüş ve yerine oğlu S u n g u r geçmiştir. S u n g u r Me-
lik -Ş a h ’ın atabeği oldu; kendisi dirayetli bir insan olup aynı zaman
da kalabalık bir oymağı vardı. M e lik -Ş a h ’m, akrabasından birini
öldürmesi üzerine S u n g u r eğlenceye düşkün, pehlivan güreştirmeğe
meraklı, kabiliyetsiz bir insan olan M e lik -Ş a h ’ı Fars’tan çıkardı
(543 = 1148); hâkimiyetini meşru kılmak için, âdet olduğu üzere, S u l
ta n T u ğ r u l’un oğlu M u h a m m e d ’i melik yaptı; iktidar tamamiyle
kendi elinde idi. A t a b e ğ S u n g u r Ş ır -B â r ik (şîr bar beğ m i?) ün-
vanını taşıyordu.
Huzistan’da bulunan Avşarlar’ m başı A r s la n -o ğ lu Y a k u b ,
ihtimal Atabeğ S u n g u r ’un elinden Fars’ı almak için Şiraz’ a yürümüş
ve iki Oğuz beği arasında yapılan birçok savaşlardan sonra Y a k u b
B e ğ yenilerek Huzistan’ a çekilmişti. S u n g u r Fars’ı 14 yıl âdalet için
de idare ettikten sonra 555 (1160) yılında öldü ve yerine kardeşi Z e n
gî geçti.
S e lç u k lu hükümdarı A r s la n -Ş a h ’ın 571 (1175-6) yılında
vefatı üzerine Huzistan’ da bulunan kardeşi S u lta n M u h a m m e d
harekete geçti ise de P e h liv a n ’ a yenilerek Vâsıt’ a, oradan da Fars’a
Z e n g î’nin yanına gitmişti. P e h liv a n ile tek başına mücadele ede-
miyeceğini anlayan Z e n g î, M u h a m m e d ’i P e h liv a n ’ a teslim etmek
mecburiyetinde kaldı.
571 (1176) yıhnda Z e n g î’ye oğlu T ik le ( i < ) halef ol
du. T ik le , amcasının oğlu ( A t a - B e ğ S u n g u r’un oğlu) M u z a ffe -
r u d -d in T u ğ r u l’un isyanı ile karşılaştı ise de T u ğ r u l fazla bir güç
lük çekilmeden bertaraf edildi. 591 (1195)sde T ik le öldü ve yerine
kardeşi Sa’d geçti. Sa’d da selefleri gibi dirayetli bir hükümdardı;
Kirman’ı ülkesine kattı. Ünlü şâir Ş e y h S a ’dî mahlasını bu S a lğ u r
hükümdarının adından almıştır.
A t a -B e ğ S a ’ d ’ın 628 (1230-1231) yılında ölümü üzerine oğlu
E b û -B e k ir , S a lğ u r hükümdarı oldu. E b û B e k ir de kabiliyetli
338
bir hükümdardı. Eski zamanlardan beri mühim bir ticaret merkezi
olan K ays adasını, sonra da Kâtif, Bahreyn ve Umman kıyılarını zap
tetti. E b û B e k ir bu fetihlerini ticareti geliştirmek gayesi ile yapı
yordu. Ticarete ne kadar ehemmiyet verdiği şuradan anlaşılıyor ki
yaptırdığı eserlerin pek çoğunu ribatflar teşkil etmiştir. Bu büyük Sal-
ğ u rlu h ü k ü m d a r ı ayrıca ^iraz’ da bir de hastahâne yaptırmıştı. Ş ey h
S a d î’nin meşhur Gülistan’ ını ithaf ettiği S a lğ u r lu h ü k ü m d a r ı da
bu zattır.
E b û B e k ir, Moğollar’ ı metbu tanımak suretiyle ülkesinin kan
ve ateş içinde kalmasını önlemişti. Bununla ilgili olarak Moğol kağanı
Ö g e d e y ’in ona K u t lu ğ -H a n ünvanını verdiğini biliyoruz.
E b û B e k ir son büyük S a lğ u r lu h ü k ü m d a r ıd ır . 658 (1259-
1260) yılında vukubulan ölümü üzerine S a lğ u r lu la r ’ın parlak devri
sona erdi. Yerine hasta olan oğlu S a ’ d geçti ise de hükümdarlığının
17. günü öldü ve oğlu M u h a m m e d hükümdar ilân edildi. M u h am
m e d henüz bir çocuk olduğundan annesi T e r k e n H a tu n ona nâib-
lik yaptı. Fakat M u h a m m e d de çok yaşamadı; 661 yılında ölümü
üzerine Z e n g î o ğ lu S ’ ad o ğ lu S a lğ u r -Ş a h o ğ lu M u h a m m e d
Ş ah hükümdar oldu. M u h a m m e d Şah zayıf bir şahsiyet idi;
8 ay hükümdarlık ettikten sonra T e r k e n H a tu n tarafından öl
dürüldü. Kendisine kardeşi S e lç u k -Ş a h halef oldu. S e lç u k -Ş a h
da T e r k e n H â t u n ’u öldürdüğünden, H ü lâ g ü , T e r k e n H a tu n ’un
kardeşi olan Yezd atabeğinin yalvarması üzerine Fars’ a bir ordu gön
derdi. Moğollar S e lç u k -Ş a h ’ı yakalayıp katlettiler (663=1264-1265)
S a lğ u r lu tahtına S a ’ d’m kızı A b a ş H â tû n geçirildi. Fakat A b a ş-
H â tu n bir yıl sonra Fars’tan getirilerek H ü lâ g ü ’nün oğlu M en g ü
T e m ü ı ile evlendirilip, Fars onun adına Moğollar’m tayin ettiği me
murlar tarafından idare edildi. A b a ş H a tu n 685 (1286-1287) yılında
öldü ve Moğol geleneğine göre defnedildi2.
S a lğ u r la r âdil idareleri ve imar faaliyetleri, âlim ve şâirleri hi
maye etmek sureti ile iyi hâtıralara bırakmış bir Türk hanedanıdır. On
ların Fars ülkesine, İslâm devrindeki en mes’ud devrini yaşattıkları
tereddüdsüzce söylenebilir. Türk hânenanlarının çoğu gibi, onlar da
ülkelerinde pek çok İçtimaî eşeler vücuda getirmişlerdi. Ş ey h S a ’ dî
339
eserlerini bu hanedanın teşvik ve himayesi sayesinde meydana getir
miştir.
S a lğ u r la r kavmî menşelerini de unutmamışlardı. Paralarına
mensup oldukları boyun damgasını koydurmaları3 bunun en büyük
delilidir. Bundan başka hânedan azası arasında daima türkçe adlar taşı
yan şahıslar görülmektedir.
S a îğ u r hânedanmın ortadan kalkmasından sonra onların başlıca
dayanağını teşkil eden Türkmenler varlıklarını muhafaza ederek Fars
bölgesinde yaşadılar. X IV . yüzyılın ortalarına doğru Fars’taki bu
Tüıkmenler’in başında C elâl u d -d in T a y y ib Şah ile S a lğ u r -Ş a h
bulunmakta idi. Bunlardan başka M u z a ffe r île r ’ den Ş a h -Ş u c a
Tebriz’i zapt ettiği zaman (1282’ de) E m ir M u z a ffe r u d - d în - i S a l-
ğ u r ’u vezir yapmıştı.
Anadolu
340
başka aynı yüzyılda yine Anadolu’ da bu boya mensup oldukça ehem
miyetli oymaklar da görülmektedir.
1. Tarablus-Şam:
2. Tarsus:
341
görüldüğü üzere, D i b - Y a v k u ’nun beğleri arasında Salur’dan U laş
B e ğ olduğu gibi, Dede-Korkut destanları baş kahramanı S a lu r K a z a n
B eğ’in babasının adının da U laş olduğunu biliyoruz.
3. K a r s (K a d ir li):
4. Koç-Hisar:
5. Konya:
6. Niğde:
7. Hamid Sancağı:
342
8. Boz-Ok:
9. Ulu-Yörük:
343
1007 (1598-1599) yılında Ş a h -A b b a s ’m Ester-Âbâd bölgesine
yaptığı bir sefer neticesinde diğer Sayın-Hanlı Türkmenleri gibi, Salur-
lar da S a f e v î hükümdarına itaatlerini bildirmişlerdir17.
E b û ’ l- G a z i’nin naklettiği rivayetlere g öre18, Er-Sarı adlı Türk
men topluluğu Salıırlar’dan (Içki-Salur) olduğu gibi, Yom ut, Teke,
Sarık adlı Türkmen toplulukları da yine bu boydan ( Taşkı-Salur)
çıkmışlardır. Bu rivayetler doğru ise bugünkü Hazar-Ötesi Türkmen
lerinin belki yarısından fazlasının Solurlar’ dan geldiğini kabul etmek
gerekir.
X IX . yüzyılın ortalarında doğrudan doğruya Salur adını taşıyan
Türkmen kümesi Merv ile Herat arasında, Mürgab boylarında yaşıyor
du. Rivayetlerde kendilerinden çıktığı söylenen Sarıklar da onların
en yakın komşuları idiler. V â m b e r y (1863) Salurlar’m 8000 çadır ol
duğunu söylüyor ve aşağıdaki obalardan meydana geldiğini yazıyor
344
X V III.
E Y M Ü R
(Eymir)
1. Ha l e b Türkmenleri;
1 Cedvele bk.
2 F. S ü m e r , Üç-'Oklu Oğuz boylarına mensup teşekküller5 s. 460-461, 492-493.
315
leri bulunuyorlardı3. Bu esnada Eymür oymağı başlıca şu kollara ay
rılmıştı: Bunsuzlu Eymürü, Dündarlu Eymürü, Tosun Eymürü, Kara-
Gözlü Eymürü, Çarık Eymürü, Affan Eymürü, Sancaklu Eym ürü, Y u
suf Eymürü, Hacı Bayram Eym ürü, Afşarlı Eymürü.
2. D u l k a d ı r l ı :
346
c. Bozok-Bu bölgedeki Eym ir teşekkülü Gündeşlu den bir kol ile
birlikte Kara-Yuvacılı oymağını meydana getirmektedir. Bu Eym ir
teşekkülü, Maraş Eymirleri’ nin bir kolunu teşkil ediyordu 6.
3. Yeni-îl:
6. Söğüt:
7. A y d ı n :
A ydın yöresindeki Karaca-Koyunlular arasında Eymirler ve Sarı
Eymir-Oğlu İsa adlı iki oymak bulunmaktadır. Bunlardan Eymirler
347
yahut Imirler ( J y _\) adım taşıyan oymak 111, Sarı-Eym ir Oğlu,
İsa adlı oymak da 71 vergi nüfusundan meydana gelm iştin.
8. İ r a n Eymürleı i ;
9. Hazar-Ötesi Türkmenleri:
34-8
A li Y â r H a n 1005 (1596) yılında öldü ve Ester-Âbâd valiliği
oğlu M u h a m m e d Y â r ’a verildi. Fakat Oklu Türkmenleri M u h a m
m e d Y â r H a n ’ı tanımadılar ve yapılan bir çarpışmada daha 20 yaşı
na basmamış olan bu genci öldürdüler (1007=1598). Bunun üzerine
Ş a h -A b b a s M u h a m m e d Y â r ’ın kardeşi K ı lı ç B e ğ ’ i Ester-Âbâd
vâlisi yaptı ise de o da Ohlulaıa hâkim olamadı. Bu sebeble Şah A b-
b a s K a ç a r Z iy a d o ğ lu H ü s e y in H a n ’ı vâli olarak Ester-Âbâd’ a
gönderdiği gibi, kendisi de aynı yıl içinde Gürgen’e kadar uzandı. Bu
bölgede dirlik ve düzenliği kuran S a fe v î hükümdarı dönüşte E y m ü r
K ı l ı ç H a n ’ı ailesi ve nöklerleri ile birlikte hükümet merkezine götür
dü. Eymürler ve Salurlar’m ileri gelenleri de Ester-Abâd hâkimi H ü
s e y in H an’ın maiyyetine girdiler14. Zamanımızda yine Gürgen kıyı
sında bu Eymürler’ in boy adı altında 200 evlik bir kalıntısının yaşa
makta olduğu görülüyor15.
349
X IX .
ALA.YUNTLU
1 Cedvele bk. Hayret edilir ki T ürkiye'de M eskûn yerler kılavuzunda (s. 44) şimdi bunlar
dan yalnız bir tanesi görülmektedir.
350
99, Koz-Viran 69, Aralık-Dere 15, Böğrü-Delik 42, Yağar 69. Bunlar
dan başka bazı Ala-Yuntlular da İlgın’va. Çavurçu köyü ile Çakmak
ve Deli-Dinar (?) gibi köylerinde yerleşmişlerdir2.
Bu bilgiler, Konya bölgesine Ala-Yuntlular’ dan mühim bir kolun
yerleşmiş olduğunu göstermektedir. Aynı devirde Aksaray’a, bağlı Ala-
Yuntlu adlı 5 köyün de bulunması bunu teyid ediyor.
2 - A nkara: '
Anlaşılacağı üzere, Orta-Anadolu’ da Oğuz boy adlarının en fazla
bulunduğu bölgeden biri de Ankara sancağıdır. Oğuz h o y adlarından
çoğuna ait yer adlarına bu bölgede rastlamak mümkündür. Nitekim
Ankara sancağında bu boyun adını taşıyan 3 köy görülmektedir. Bun
dan başka aynı bölgede bu adda küçük bir oymak da vardır. 19 vergi
evi olan bıı oymak Kureyş-Özü adlı bir ekinlikte çiftçilik yapmakta
d ır3.
3 - Kastamonu:
Bu bölgedeki Ala-Yuntlu oymağı Kastamonu sancağının Boy-
Ovası ( Boy-Abad) kazasında yaşamaktadır. Bu oymak da, Ankara
Yörükleri arasındaki Ala-Yuntlu oymağı gibi, çok küçük olup, ancak
20 vergi nüfusludur4.
4- Uş ak;
5 - M en teşe:
Bu bölgede iki Ala-Yuntlu oymağına rastgeliniyor. Bunlardan
biri Muğla’nın Balat (M ilet) kazasında sâkin olup, vergi nüfüsu X V I.
yüzyılın ortalarında 100 evden fazla idi. Aynı yüzyılın sonlarında bu
Ala-Yutlun oymağı Muğla’nın Dadya, Balat’m Baran ve Bayındır
adını taşıyan köylerinde yerleşmiştir6.
351
6 - Haleb Türkmenleri:
352
XX.
Y Ü R E Ğ İ R
1 Ccdvele bk.
2 Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu, s. 1098, 1170.
353
da R a m a z a n B e ğ ’in oğlunun Kahire’ ye gelerek sultana ve büyük
emirlere 1000 Türk atı takdim ettiğini görüyoruz. R a m a z a n ’ın oğ
luna dirlikten başka Türkmen emirliği tevcih edildiği gibi, maiyyetin-
dekilere de onlar ve tablhâne emirlikleri verilmiştir. R a m a z a n -o ğ -
lu ’nun Kahire’ ye gelmesi ve ona Türkmen emirliğinin tevcih edilmesi
R am azan B eğ’in az önce vefat etmiş olduğunu gösterse gerektir,
354
den yardımcı kuvvetler tam zamanında yetişmeselerdi, Türkmenler’ in
elinden kurtulamıyacaklardı3.
355
X X I,
î Ğ D I R
1. Tarsus:
2. İ ç- İ l :
1 Ccdvele bk.
2 F. Süm er, Anadolu'da Üç-Oklu Oğuz boylarına mensub teşekküller, s. 470-471, 502-503.
356
İğdirler’ in Gülnar’ da yalmz Üç-Başlu adlı köyde oturdukları an
laşılıyor. Bu köydeki İğdirler’ in II. B a y e z id devrindeki vergi nüfus
ları 178 idi. Sipahi olan i ğ d i r O ğ u lla r ı’ mn nesli de (30 vergi nüfus
lu) aynı köyde veya ona yakın bir yerde yaşıyor. II. B a y e z id dev
rindeki O s m a n lı-M e m lû k harbi dolayısiyle Varsak beğleri arasında
geçen t g d i r - O ğ l u 3 bu ailenin başındaki beği ifade ediyor.
İç -İl’ deki bu İğdirler’in bir obası da aynı devirde Orta-Anadolu’
daki Koç-Hisar yöresinde yaşayan mühim bir Boz-Doğan oymağı ara
sında görülmektedir ki, şimdi ondan bahsedilecektir.
3. K oç-H isa r:
Iç -ll bölgesindeki ünlü boylardan biri olup, Silifke bölgesinde
oturan büyük Boz-Doğan boyunun bir kolu Orta-Anadolu'daki Koç-
Hisar bölgesinde yurt tutmuştur. II. B a y e z id devrinde bu Boz-D o
ğan kolunun obaları arasında 93 vergi nüfuslu bir İğdir teşekkülü gö
rülmektedir. Bu keyfiyet Boz-Doğan teşekkülünün İğdir boyuna men
sup bulunduğunu gösterebilir. İ ç - // bölgesinde de her iki teşekkülün
yan yana ya şaması bunu teyid etmektedir4.
4. Teke Sancağı:
5. Hamid Sancağı:
Bu sancağın Eğridir kazasındaki Yürükler arasında bu boya men
sup bir oymak görülmektedir ki bu, 72 vergi nüfusuna sahiptir.
6. Menteşe Sancağı:
357
İğdir İsa gibi bir ad taşıyan bu obanın K a n u n î devrinde 99 vergi
nüfusu v a rd ı6.
7. A t-Ç eken :
8. İr a n :
Fars’ daki Kaşgaî adlı büyük Türk topluluğu arasında 500 evlik
bir İğdir oymağı görülmektedir7.
9. Hazar-Ötesi Türkmenleri:
İğdir boyundan mühim bir kol da eskiden beri Eym ür, Döğer,
Çavuldur, Karkm ve Salur boyuna mensup kollar ile birlikte Mangış-
lak yarımadasında yaşıyordu8. X I X . yüzyılın ikinci yansında bu İğ
dirler Çavdur ( Çavuldur, Çavundur) ’lara tâbi bulunuyorlar ve Çav-
durlar’m diğer obaları gibi Aral ile Hazar denizi arasındaki bölgede ya
şıyorlardı9. Zamanımızda Göklen Türkmenleri arasındaki 150 evlik
Çarvar İğdir adlı obanın10 bu İğdirler’in güneye göç etmiş bir kısmı
olduğu muhakkaktır. Mangışlak’takı İğdirler’ den bir bölüğün de Ça
vuldur ve Soynacılar’a mensup bölükler ile beraber X V III. yüzyılda
K u zey-K afkasya’ya göç ettiklerinden ve sonra bunların Stavropol Türk
menleri adı ile anıldıklarından daha önce bahsedilmişti.
358
X X II.
B Ü Ğ D Ü Z
359
X X I II.
Y I y A
1. Berçem-Oğulları:
360
568 (1172) yılında B erçem , buyruğundaki Türkmenler ile He-
medan bölgesine akın ederek Dinever’ i yağmalamıştı. Bunu Nahçi-
vari&dL haber alan I l-D e n iz , atlı asker ile sür'atle B e r ç e m ’in üzerine
yürüyerek onu Bağdad yakınma kadar kovaladı. Hattâ I l - D e n i z ’ in
Bağdad yakınına kadar gelmesi onun Bağdad’ a gireceği zannını uyan
dırdığından h a lîfe bir yandan asker toplamağa, diğer yandan da sur
ları berkitmeye başladı. Fakat I l - D e n i z h a lîfe d e n özür dileyerek
maksadının yalnız B er^ em ’i ülkesinde yağmalarda bulunmaktan
vazgeçirmek olduğunu söyledi3. Anlaşıldığına göre B e r ç e m h a lîfe ’yi
metbu tanıyordu ki, oğullarının da bunu sadakatle devam ettirdikleri
ni görüyoruz. Hattâ B e r ç e m ’in bu hareketi h a lîfe ’nin gizli emriyle
yapmış olması da muhtemeldir.
583 (1187) yılında son S e lç u k lu S u lt a n ı T u ğ r u l ile h â l if e
nin veziri C e lâ le d d in b. Y u n u s arasında Hemedan dolaylarında
yapılan savaşta Yıvalar da h a lîfe ordusunda yer almışlardı. R â v e n -
dî’ye g ö re 4 savaş esnasında S e lçu k lu ordusunun sol kolunda bulu
nan A y -A b a kumandasındaki a ta b e ğ ’li askerler (yani P e h liv a n
ın m em lû k leri) bozguna uğrayarak kaçmışlar ve Yıvalar tarafından
kovalanmışlardır. Fakat atabeğli askerler ağırlıklarını bırakarak Türk-
menler’ in takibinden kurtuldular. Esasen Türkmenler’ in asıl maksadı
da ganimet (doyumluk) ele geçirmekti. Onların ağırlıkları ellerine ge
çince savaş meydanına dönmiyerek ülkelerinin yolunu tuttular. Hal
buki savaş S u lta n T u ğ ru l tarafından kazanılmıştı. Bu savaşta Y ı-
valar’ m başında B e r ç e m ’in oğlu M ah m u d va rd ı5.
3 A y n ı eser, X I, s. 177.
4 s. 345-346.
5 Ahbâr ud-devlet-is-Selcukiyye , s. 177.
6 R a v e n d i, s. 377.
7 Gösterilen yer.
361
arasında yer almış olduklarını biliyoruz8.
F a h r u d -d in İ b r a h im ’ den sonra Ş ih a b u d -d in S ü le y m a n
Şah Yıva beği olmuştur ki bu, Yıvalar’ın en meşhur emîridir.
8 A y n ı eser, s. 382.
9 A y n ı eser, s. 392.
10 îb n u l-E s îr, X II, s. 139.
11 N e sev î, metin, s. 186, fransızca tercüme s. 308.
12 A y n ı eser , s. 210.
13 Tarih-i Güzide, s. 555.
14 A y n ı eser, s. 556.
362
öldürüldü (1246). S ü le y m a n Şah. düşmanı H ü sa m u d -d in H a lil’
in ölümüne üzülmüş ve onun hakkında o anda bir rübaî söylemiştir 15.
363
S ü le y m a n Şah Yıvarları’mn âkibeti hakkında bilgimiz yoktur.
M i n o r s k y 21, K a r a - K o y u n lu ulusuna mensup Baharlu oymağının
adının S ü le y m a n Şah’ ın oturduğu Bahar kalesinden geldiğini kabul
edeı'ek K a r a - K o y u n lu l a r i n Yıvalar’m nesli olduklarım düşünmek
tedir.
2. Urmiye Yıvaları:
364
Moğollar’ ın gelmesi üzerine onlar da Azerbaycan’ daki Türkmenler gibi
batıya gitmiş olmalıdırlar.
3. Yaruklular:
365
XVI. yüzyılda Yıvalar’ a ait 20 yer adına rastgelinebiliyorî8. Bu
devirde gerek yer adlan, gerek oymaklar ( ) ve ( l_*> ) imlâlan
ile yazılmıştır. Bu kelimeleri belki Yuva şeklinde okumak da müm
kün ise de bunları Yıva olarak kabul etmekten başka çare yoktur. An
cak ( j ı ) şeklindeki yer ve oymak adlarının Yıvalı olarak okun
masında şüphe etmenin yerinde olduğunu ilâve etmeliyiz.
28 Cedvele bk.
29 F. Süm er, Yıva Oğuz boyuna dâir, s. 161-162.
30 A y n ı yası, s. 162-163.
31 A ynı yazı, s. 163-164.
366
tunlardan 46 vergi nüfuslu birinci kol Kışlacık, 48 vergi nüfuslu ikinci
kol Kara-Yıvalu (yahut Yuvalu), 41 vergi nüfuslu olan üçüncü kol da
Ağ-lshaklu ekinliğinde çiftçilik yapmaktadır32.
32 A y n ı yazı , s. 164.
33 A ynı yazı s. 165.
367
ları’nın atadan dededen (eben an cedd) kethüdası olduğu, için avânz-ı
divâniyye ve tekâlifi örfiyye’den muaf olduğunu da biliyoruz34.
7. İran Yıvaları:
34 A y n ı yazı, s. 165 -1 6 6.
35 j ^j ^ tJLc j 1 j I j A* J
368
X X IV .
KINIK
Kmıklar, bilindiği üzere, S elçu k lu h â n ed a n ın ı çıkarmış olan
boydur. Halbuki bu boy Oğuz boylarının Islâmiyetten önceki siyasî
ve İçtimaî mevkilerine göre tanzim edilmiş olan R e şid u d -d in ’in
listesinde en sonuncu sırada bulunmaktadır.
Km ıklar , bizim yer adları cetvelinde 81 köy ile K a yı ve Avşar'-
dan sonra üçüncü sırada yer a lm ışla rd ırB u yer adlarından pek mü
him bir kısmının Anadolu’nun fethine katılmış Kıniklar’ a ait olduğu
şüphesizdir. Fakat bu boyun tarihi, S elçu k lu h a n ed a n ın ı çıkar
mak ve Anadolu’nun fethinde büyük bir rol oynamakla sona ermemiş
tir. X III. yüzyılda Suriye’ deki kalabalık Türkmen kümesi arasında
yine bu boydan ehemmiyetli bir kolun bulunduğu görülüyor. Filhaki
ka bu Türkmen kümesinin Üç-Ok kolunu başlıca Yüregir, K ınık, Ba
yındır ve Salurlar teşkil ediyordu. Bu Üç-Oklar, daha önce söylendiği
gibi, M em lûk ordusunun yanında Çukur-Ova’ mu fethine katıldılar
ve orada yurd tuttular. Bu suretle Çukur-Ova’ daki en eski Türk hal
kının esası bu Üç-Oklu boylarından meydana gelmişktir.
Kmıklar, Yüregirler gibi, Çukur-Ova’da. geniş bir yerde yurd tut
tular. Burası batıda Ceyhan ırmağından doğuda Gâvur dağlarına dek
uzanıyordu. Yani Kım klar’ı n yurdu bugünkü Ceyhan kazasımn bir-
kısım topraklan ile Osmaniye kazasım içine alıyordu. Kmıklar, Y ü
regirler gibi, Üç-Oklar’ ın ve Çukur-Ova bölgesinin en kuvvetli teşek
küllerinden biri idi. Fakat onların başındaki aileye dâir bugüne kadar
hiç bir bilgi edinilememiştir.
1375 yılında Ermeni kiralını Sis’ te muhasara eden Türkmen beğ
lerinden E b û B ek ir pek muhtemel olarak Kınıklar’m beği idi.
1 Cedvele bk. K ın ık yer adlarının çoğu zamanımıza kadar gelmiştir (Türkiyede M eskûn
yerler kılavuzu, 8. 681-682). Bunlardan başka İzm ir’ e bağlı K ınık adlı bir kasaba da vardır.
369
Başta Ramazan-oğulları
tuk Yüregirleri olmak üzere Üç-Oklu
Türkmenler, Boz-Oklar gibi
M em lûk emirleri arasındaki mevki ve
ihtiras mücadelelerini fırsat bilerek kendi gayelerine göre hareket et
meğe başladılar. Bunlar 1378’de üzerlerine gönderilen T em ü r-B a y
kumandasındaki M em lûk ordusunu perişan ettikten sonra M em lûk
hâkimiyetini büsbütün üzerlerinden attılar.
370
XVI. Yüzyılda Kııuk Oymakları
1. Haleb Türkmenleri:
Bu Türkmen topluluğu arasında yaşayan Kınık oymağı biraz ön
ce kendisinden bahsettiğimiz Kınıklar’m Kuzey-Suriye’ de kalmış bir
bakiyesidir. Bu Kınık topluluğu K an unî’nin ilk saltanat yıllarında
üç kola ayrılmıştı. Bunlardan K ırım K e th ü d a ’nın buyruğundaki
birinci kolun 51, H aşan K e th ü d a ’nın idaresindeki ikinci kolun 40,
k e th ü d a sı söylenmeyen üçüncü kolun da yine 40 vergi nüfuslu ol
duğu görülüyor. II. Selim devrinde Kınıklar’ ın nüfusu bir misline
yakın artarak 254'"e çıkmıştır. Mezkûr devride onlar tek bir kethüda
ya tâbi idiler ki bu da yukarıda adı geçen K ırım k eth ü d a idi.
2. Ankara:
371
3. Karaca'Koyunlu ( A y d ı n ) :
372
3.
Bölüm
Destanları
373
yor. Buna karşılık K ö r-O ğ lu destanı Türkmenler arasında da kısa
bir zamanda yayılmış ve onlarca da -millî destanları olarak- benim
senmiştir. Böylece, Geredeli Celâli K ö r-O ğ lu A li R u şen ’in şahsi
yeti etrafında teşekkül eden bu destan, Dede Korkut destanları gibi,'
Oğuz Türkleri’ nin, diğer bir deyimle Batı Türkleri’nin üç ayrı ülkede
yaşayan torunlarının müşterek millî destanları vasfını kazanmıştır.
Burada Câmi ut-tevârih’teki Türkler’ in tarihi ve Oğuz’ un cihangir
liğinin hikâyesi ile uygurca Oğuz Kağan Destanı yeniden ele almmayıb,
onlar hakkında umumî mahiyette birkaç söz söylenmekle yetinilecek-
tir.
Önce şu hususu belirtelim ki uygurca Oğuz Kağan destanı’mn da
Jrara’da, Ilh a n lı devrinde, G azan H an veya halefi zamanında ya
zıldığından hiç şüphe etmiyoruz. Bu eserin başka bir yerde, hele U y
gur ülkesinde yazılmış olması mümkün değildir. Çünkü onun yazıl
masına sebep olan manevî hava ancak İran’daki Ilh a n lı sarayı ve
çevresinde görülmektedir. Bu manevî havayı kuvvetli bir Türkçülük
şuuru parlatıyordu. İşte her iki eserin meydana getirilmesine âmil olan
bu Türkçülük şuurudur. Esasen her iki eserin ehemmiyeti de, bize gö
re, burada, yani böyle bir şuurun mevcudiyetini göstermiş olmalarm-
dadır. Değilse onlar ne hakikî bir destanın vasıflarım taşırlar, ne de
tarihî kaynak olmak bakımından değerli sayılabilirler.
Bunlardan Câmi ut-tevârih’ teki Türkler’in tarihi ve Oğuz’un cihan
girliğinin hikâyesi, uygurca destanın islâmi bir görüş ile işlenmiş bir
versiyonundan başka bir şey değildirla. Bu sebeble uygurca Oğuz
Kağan-destanı, ötekine nazaran birkaç yıl daha önce yazılmış olsa ge
rektir. Uygurca Oğuz destanı ile ilgili olarak bizim asıl merak ettiğimiz
husus, destanın nerede son bulduğudur. Şimdiki durumda bu soruyu
cevaplandırmak mümkün olmuyor.
Her iki eser bize bu Türkçülük şuurunun mahiyeti hakkında ol
dukça vazıh bir fikir vermektedir. Anlaşıldığına göre bu şuurun esas
ları şunlardır:
a) O ğuz H an’dan eserin yazıldığı devre kadar Türk âlemini, ad
lan zikredilen şu kavimler temsil etmektedir: Oğuz (Türkm en), Uygur,
Kıpçak, Kanlı, Karluk, Kalaç.
b) Türkler’in de eski zamanlarda yaşamış, Moğollar’ın C engiz
Han’ı gibi, cihangir bir hükümdarları vardır. Bu cihangir hükümda
rın adı O ğuz K ağan (veya Han) dır.
1 a BunlaT hakkında: F. Süm er, Oğuzlarca ait destanı mahiyette eserler, s. 359-389.
374
c) Türk dünyası, O ğuz H an’ın yaptığı büyük fetihler netice
sinde meydana gelmiştir. Yani Türk kavimlerinin Beş-Balık bölgesin
den Kara-Deniz’ in kuzeyine ve Adalar Denizi’ne kadar yayılmış ol
maları Oğuz H an’ın fetihleri ile ilgilidir.
ç) Oğuzlar O ğuz H an’m 24 torunundan inmişlerdir. Uygurlar
Oğuz H an’ın öz kavmi veya ona itaat eden Türkler’ diı. Kıpçak, K an
lı, Karluk ve Kalaçlar da O ğuz H an’ın beğlerinden türemişlerdir.
375
Esasen daha önceleri belirtildiği gibi, O sm anlı hânedam O ğuz H an’
ın soyundan gelmeğe ve kendisini K a yı boyundan saymaya çok ehem
miyet vermiştir; K a yı damgasını ailenin resmî alâmeti kabul etmiş,
Şehzadelere O ğuz H an ve K o rk u t gibi adlar koymuştur. Bu husus,
yalnız hanedanın ataları olan Oğuzlar’ a karşı duyduğu bağlılık ile değil,
halkın bu husustaki hassasiyeti, doğudaki K a r a -K o y u n lu ve bil
hassa A k -K o y u n lu hânedam ile meydana gelen siyasî rekabet ile de
ilgili idi. Çünkü, evvelce söylendiği gibi, bu sonuncu hânedanın hüküm
darları da O ğuz H an’ın torunları olduklaıını söylüyor ve bunların
en büyüğü, F â tih ’in rakibi, U zun H aşan B eğ kendisini Anadolu
Türkleri’nm. biricik hükümdarı sayıyordu. Oğuzlar’ ul veya Türkler’in
hükümdarlığının K a yı boyu beğler'inin eline geçerek bunun kıyamete
değin süreceğine dâir Oğuzlar’ m büyük velisi K o r k u t A ta ’ya kehâ
net isnad edilmesi, O sm an G azi’nin, Oğuz beğleri tarafından hüküm
dar seçildiği iddiası ve Kara-Koyunlu C ihan-Ş ah’ a, II. M urad’m
nesebinin kendisininkinden daha şerefli olduğunun söyletilmesi, bah
sedilen bu hususlardan ileri geliyor. Y a v u z S elim de M em lûk hü
kümdarı T u m a n -B a y ’a yolladığı bir mektupta 20. göbeğe kadar
ata ve dededen hükümdar olduğunu yazmıştı. Böylece kendisini O ğuz
H an’ın soyundan saymakla O sm an lı hânedam, tabileri, fakat Cen
giz neslinden olan Kırım hanlanna karşı da her hangi bir küçüklük
hissi duymuyordu.
Netice itibariyle bahis konusu destanlar, ensab bahsi ve Dede K or
kut destanları ile birlikte Oğuzculuk şuurunun canlı bir şekilde yaşa
tılmasında âmil olmaları bakımından da dikkat ve alâkamıza lâyık
tırlar.
O sm anlı müelliflerinden Y a z ıc ı-O ğ lu , bilindiği üzere, Câmi
ut-tevârih’teki Oğuzlar’u dâir ensab bahsini türkçeye çevirdiği gibi,
muhtemel olarak, K o rk u t A ta ’ya ait bazı bilgileri de, Türkler’in ta
rihi bölümünden almıştır. Y a z ıc ı-O ğ lu ’nun bu tercümesinden M ev
lâ n a R u h î’nin geniş bir şekilde faydalandığını biliyoruz. Yine Y a
z ıc ı Oğlu uygurca bir Oğuz-nâme’ den bahseder ki bu, elimizdeki Oğuz
Kağan destanı olsa gerektir. Aynı müellifle çağdaş, Ş ü k ru lla h da II.
M urad devrinde elçilikle gittiği Kara-Koyunlu hükümdarı Cihan-
Şah’ın Tebriz’deki sarayında uygur yazısıyla yazılmış bir Oğuz tarihi
görmüştür. A k -K o y u n lu müverrihi E b û B e k T - i T ih ra n î ise U -
zun H aşan B eğ’in O ğuz H an ve N uh aleyh is-selâma değin çıkar
dığı soy kütüğünü yazarken Câmi ut-tevârih’ teki ensab bahsinden fay
dalanmıştır.
376
İran’ daki son Türk hânedanı olan K a ça rla r’ın da ataları say
dıkları Oğuzlar’ a ilgi gösterdikleri anlaşılıyor. Bu münasebetle M irza
E b û ’ l-K a sım , ensab bahsini kaynak yapıp kendi zamanında Iran
ve Hazar-Ötesi Türkmenleri arasındaki Oğuz boylarına mensup oy
maklardan bahseden bir risale kaleme almıştırlb.
377
Ierinde: “ sanki oğlum D e p e -G ö z ’ü öldürmüş gibi konuşuyorsunuz”
dedi. B a sat adlı genç bunu duyunca bir tedbir ile D e p e -G ö z ü öl
dürdü. B asat ile D e p e-G öz arasında akbn almıyacağı bir çok hâ
diseler geçmiştir. Bunlar Türkler’ in hurâfelerindendir10
İbn Devâdarî’nin bu sözlerinden bahsettiği Oğuz-nâme’ nin bizim
Dede Korkut destanları’m içine alan bir kitab olduğu anlaşılıyor. Bu
Oğuz-nâme nerde yazılmıştır? Hiç sanmıyorum ki bu kitab Türkistan’
da. yazılmış ve Oğuzlar tarafından Yakın Doğu’ ya getirilmiş olsun. Bi
zim kanaatımıza göre, Oğuz-nâme Doğu- Anadolu’ da veya Azer
baycan’ da yazılmıştır, yazıldığı tarih de XIV. yüzyılın başları olsa
gerektir. Çünkü söylendiği gibi, bu esnada İlh a n lı sarayı ve çevresi
ne uygurca Oğuz-nâme (Oğuz Kağan destanı) ile R eşid u d -d in ’in
Oğuz-nâmesi’nin yazılmasına âmil olmuş bir Türkçülük şuuı'u hâkim
idi. Diğer taraftan biz bu destanları kopuzları ile okuyan ozanların,
vazifeli olarak Moğol hanları ve noyanlarmın kapı halkı arasında yer
almış bulunduklarını biliyoruz.
Ancak, elimizdeki Dede Korkut destanları kitabının, İbn u d-D e-
v â d â rî’nin bahsettiği Oğuz-nâme olmadığı anlaşılıyor. Adı geçen müel
lifin T e p e -G ö z ’ü öldüren B a sa t’ın destam hakkında verdiği haber
ler, elimizdeki Basat destanı’ nda görülemiyor. Hattâ bizim destanda
Bas a tin sevgilisine ait tek bir söz bile yoktur. Diğer taraftan şimdi
bahsedileceği gibi, bizim destanlarda bir takım kelimeler görülmekte
dir ki, bunların da bu Oğuz-nâme’ de bulunması mümkün değildir. îbn
ud D e v â d a r î’nin bildirdiği bu en orijinal Oğuz-nâme’ nin bize kadar
gelmemiş olmasına nekadar teessüf edilse yeridir.
Elimizdeki destanlara gelince, bunların biri tam, diğeri eksik iki
yazma nüshası vardır. Bu nüshaların her ikisi de aynı nüshaya dayan
makta veya eksik nüsha tanı nüshadan kopye edilmiş bulunmaktadır2.
Elimizdeki Dede Korkut destanları’ nm XV. yüzyılın ikinci yarı
sında tesbit edilmiş, yani yazılmış olduğu umumiyetle kabul edilmişti.
1 c Durer ut-ticân ve gureru tevârih iUezmân, Süleymaniye, Damad İbrahim Paşa ktp ., nr
913, 202 a-b.
2 M u harrem E rgin , Dede Korkul kitabı, giriş, s. 68. Her iki nüshanın tavsifi hakkında
yine buraya bk. (s. 64-70). Dede Korkut destanlarının bizde üç yayını yapılmıştır:
1 K ilis li F ifa t, K itab-ı Dede Korkut alâ lisan-ı tâife-i Oğuzun. İstanbul, 1332.
2 O rhan Şaik G ö k y a y , Dede Korkul, İstanbul, 1938 (eserimizde kısaltma: Gök-
Yay.).
3 Dr. M u harrem E rg in , Dede Korkut kitabı, I, Giriş-metiu-faksimile, (T .D .K .),
Ankara, 1958, II, indeks, gramer, ( T .D .K .), Ankara, 1963 (eserimizde kısaltma:
E rgin).
378
Biz de vaktiyle çıkan küçük bir yazımızda3 aynı görüşü müdafaa etmiş
tik. Ancak, şimdi zikredeceğimiz deliller ile biz bunların XVI. yüzyılın
ikinci yarısında bir ozanın ağzından tesbit edilmiş olduğu fikrine, ke
sin bir şekilde, varmış bulunuyoruz.
a. IV. destanda “ Başı Açuk Tatyarı kalasından” bahsediliyor.
XVI. yüzyılın S a fev î müverrihi R u m lu H aşan Beğ Başı Açuk'un,
çağdaşı olan Güvcü kıralı Bakrat’m lakabı olduğunu söylüyor4. B aşı
A çu k ’un üç, beş yıl sonra K a n u n in in tâbiiyyetini kabul etmiş ol
duğu görülüyor5. B aşı A çu k sözüne daha eski eserlerde rastgeline-
miyor.
b. Yine destanlarda, O sm anlı devleti teşkilâtındaki anlamı ile,
paşa, sancak beği kelimeleri de geçiyor. Paşa6 ve sancak beği7 deyim
lerinin Osmanlılar’ dan başka Türk devletlerinde, bu arada Kara-Ko-
yunlular’m ve Ak-Koyunlularım askerî teşkilâtlarında kullanılmadığı
malûmdur.
c. Bunlardan başka alay ve gönder (kargı) kelimeleri de görülmek
tedir. Bunlardan alay O sm anlı devleti teşkilâtındaki anlamı ile kul
lanılıyor8. Sonuncu kelimeyi de yanlız O sm an lıla r’ın kullandıkları
anlaşılıyor. A lay ve gönder kelimelerinin rumca olduğu söylenmekte
dir.
3 Dede Korkul kitabına dair bazı mülâhazalar, Türk folklor araştırmaları, 1952, sayı 30,
s. 467-472.
4 •S' I j Lilj jH aL- [1543 = 950 İj j *
^ a Ij ^Jjl j I ^ ^
j ^ L f I j j o l j j Ij j l
(s. 306). Aynı müellif Şah T a lım a sb ’ııı Gürcistan’a bir sefer yapması üzerine Baş A ç u k ’un
S a fe v î hükümdarının huzuruna gelerek hil’ at giydiğini yazıyor (s. 316). B aş A çu k Kara-
Deniz kıyısında Faş ile înger çayları arasındaki baş şehri Kutatis olan bölgenin hâkimi idi. Baş
A çuk aynı yüzyılın sonlarında B a k ra t’m idare ettiği yerin adı olmuştur (Tarih-i alem ârâ-yi
Abbasî, II, îndeks).
5 “ Hususan tâife-i hâife-i Gürci''den V erze nâm lâîn ki ajıın gibi bîdin daima muharrik-i
silsile-i fesad u isyan ve âheng-i inad u tuğyandan hâli olmayub pirâye-i fazl-ı nâmütenâhi olan
ümerâ kullarımdan Baş A ç u k M elik in vilâyetinden nice nâlıiyeleri nelıb u. gâret ve ehalisini
kati u hasâret eyleyüb” ... (F e r id u n Beğ, Münşeat us-selâtin , I, s. 625-626).
6 “ Çün inayet Tanrı’ dan oldu, beğun paşanun himmeti K a n T u ra lı’ya oldu (G ö k -Y a y
s. 70, Ergin, s. 191).
7 “ B a y ın d ır H an yirmi dört bahadır sancak beğini Y ig e n e g ’ e yoldaşlığa bile koştu
(Ergin s. 201, 204).
8 E rgin , s. 230, 240, 141.
379
ç. Destanlardan birinde “ beş akçalu ulûfeciler” sözü de geçiyor
k i9, buna da İran’ daki Türk devletleri teşkilatında rastgelinemedi.
Bu zikredilen hususlar, destanların yalnız X V I. yüzyılın ikinci
yarısında yazılmış olmayıp, bu yazılmanın aynı zamanda O sm anlı
hakimiyeti devrinde yapıldığım da göstermektedir.
Bu destanlar, şüphesiz Erzurum’da, Kuzey-Azerbaycan’da veya
Şirvan’ da yazılmış olabilir. Kuzey-Azerbaycan (güneyi de) ve Şirvan,
999-1012 (1590-1603) yılları arasında olmak üzere, 13 yıl O sm anlı
hâkimiyetinde kalmıştı. Şirvan ülkesinde X V II. yüzyılın ikinci yan
sında bil e. Dede Korkut destanları’ nin canlı bir şekilde yaşadığını bi
liyoruz I0.
Bununla beraber, biz destanların Erzurum bölgesinde yazılmış
olduğu kanaatındayız. Çünkü:
a. Destanlarda, az önce söylendiği gibi, O sm anlı devleti teşki
lâtına ait bazı kelimeler vardır: Paşa, sancak beği, alay, gönder, beş
akçalu ulûfeciler.
9 E rg in , s. 203.
10 Destanlarda bu mesele ile iJgili diğer bazı hususlar için, “ Oğuzlar’ a ait destanı mahi
yette eserler” adlı yazımıza bk. (s. 397-398).
380
Görüldüğü üzere destanlar “ hanım hey5’ lıitâbı ile başlamakta
ve hitâb edilen hana yöm (iyi dileklerde bulunma, onun için dua) veri
lerek sona ermektedir. Bu husus destanların bir hana anlatılırken yazıl
mış olduğunu açıkça gösteriyor. Bunu teyid eden başka bir delil de an
latanın bir ozan olmasıdır. Gerçekten D eli D u m ru l destammn son
larında şöyle bir ifade vardır: “ D edem K o rk u t gelüben boy boyladı,
soy soyladı. Bu boy D eli D u m ru l’ un olsun, menden sonra alp ozan
lar söylesin, ahu açık cömert erenler dinlesin dedi” 11.
381
olarak getirdiği bazı tesirlere uğradıktan sonra yeniden yazıldı ki,
şimdi elimizde olanlar bunlardır.
Destanların Sir-Derya boylarındaki Oğuz eli’ ne ait olduğu o ka
dar şüphe götürmez bir hakikattir ki, bunu teyid edecek başka deliller
aramaya bile lüzum yoktur. Bununla beraber sırf tecessüs maksadiyle
başka yerlerde ve destanların kendisinde bu husus ile ilgili bazı delil
leri kaydedelim.
a) Destanlarda büyük bir manevî şahsiyet olarak görünen Dede
Korkut, bilindiği gibi, XIV. yüzyılın başlarında Ilh a n lı sarayında
yazılmış Câmi ut-tevârih’ deki Türkler’ in tarihi ve Oğuz’ un cihangirli
ğinin hikâyesi bölümünde de geçmektedir. K o rk u t A ta orada T ü r
k is ta n ’ da. yaşam ış Oğuz y a b g u l a r ı n m m u k te d ir b ir d e v le t
adam ı ola ra k vasıflanmakta ve kendisinin keramet ıssı (sahibi) ol
duğu da belirtilmektedir13. K o rk u t A ta ’nın mezarı da, iki yerde ol
mak üzere, Sir-Derya boylarında gösteriliyor14.
b) Destanlarda, B a y ın d ır H an sayılmaz ise, feodal merdivenin
birinci basamağında bulunan, yani bütün Oğuz beğlerinin metbuu o-
lan S alur K aza n B eğ’ e, E b û ’ l-G a z i’nin Şecere-i T erakime’sinin.
başlıca kaynaklarından biri olan Oğuz-nâmeler’ de ehemmiyetle yer
verildiği görülüyor. Daha önce de işaret edildiği gibi, bu Oğuz-nâme
ler bizim destanlardan ayrı bir hüviyete sahip idiler. Bununla beraber
her ikisinde de ana unsurları aynı olan bazı müşterek olaylar anlatılı
yor. Meselâ bu Oğuz-nâmeler’ de Becene (Peçenek) eli başbuğu D oy-
m adu k’un Salur K aza n ’m babası E n k iş’in ordasmı bastığına,
K aza n ’ın kaçıp anası C ica k lı H a t u n ’un düşman tarafından götü
rüldüğüne, E n k iş’in üç yıl sonra D o y m a d u k ’a nâibi ile mal gönde-
rib karısını kurtardığına dâir bir parça vardır. Hattâ bu hatunun, koca
sının yanına döndükten altı ay sonra bir çocuk doğurması üzerine son
derecede öfkelenen Salur K aza n “ bu çocuğu nereden aldın?” diyerek
bir değnekle annesinin başını yarmıştı15. Bizim destanlarda da Kâfir
beği Ş öklü M elik, Salur K a za n ’m ordasmı basarak anasını, karı
sını ve oğlunu tutsak alıp götürür.
Yine E b û ’ l-G a z i’nin bu Oğuz-nâmeler’ den naklettiği, K aza n
Beğ’in başarılarını ve cömertliğini anlatarak onu öğen, dikkate değer
bir manzume vardır ki, aynen şöyledirls:
382
<(Kaz-Gurt tağdm Öfiür11 ( j \) taşnı yuğaıiattl.
Salur K a z a n ötrü barıb karbab tutdı
İt Becene görüb anı issi gitti
Alplar beğler gören bar mu Kazan kibi.
*
383
Bu manzumede geçeıı Kaz - Gurt dağının Sir - Derya boylarındaki
Karaçuk dağlarının bir kısmı olduğu daha önce söylenmişti. Manzu
mede K aza n B eğ’in gökten inen ve her gördüğünü yiyen canlı (az
gın) bir yılanı öldürdüğü bildiriliyor. Bizim destanlardaki bir şiirde de
bu yılan öldürme hâdisesine işaret ediliyor:
18 G ö k -Y a y , s. 108, E rg in s. 237.
19 G ö k -Y a y , s. 13, 41, 78.
20 Meselâ E. R o s s i, II Kitâb-ı Dede Qorqut, Vaticüno, 1952, s. 33.
384
tanlarda Am id, Hamid ( V -) olarak geçmektedir k i21, XV. ve X VII.
yüzyıllardaki Anadolu ve tran Türkleri de şehrin adını aynı şekilde
telaffuz ediyorlardı22, ikinci olarak Türkler’ in Dicle’y e  m id suyu
dediklerine dâir hiç bir delil yoktur. Diğer taraftan Emet’in X V. ve
X V I. yüzyıllarda Anadolu ve tran Türkleri arasında şahi9 adı olarak
kullanıldığını da biliyoruz23.
Bu hususu böylece bertaraf ettikten sonra Emet Suyu’ nun Türkis
tan ve Karacuk adları ile birlikte zikredilmesini göz önüne alarak, bu
nunla Oğuzlar’m Sir-Derya’ da bulunan yurtlarındaki bir ırmağın kas-
dedilmiş olduğuna hükmedilebilir. Birinci destanda Kazdık dağı adlı
bir dağdan da bahsediliyor24. Bunun da Oğuz yurdunda olduğundan
şüphe edilmez. Nitekim bu adda Manas destanında bir yer adı geçi
y o r25.
ç) Destanlarda geçen şahıs adlarından çoğu X I. yüzyıl ve daha
önceki zamanlarda kullanılmış eski (arkaik) isimlerdir. Bunlar: D irse
Han, B u rla, D uha (Duka)26 K oca , D um rul, B asat, Bamsı Bey-
rek, B a y Büre, Y ig e n e k , K a z ılık K oca , B ü ğd ü z Em en, Ma
mak, E liğ K o ca , U şun K o ca , E ğrek, Seğrek, hattâ belki de
K a z a n 27 ve K ıy a n S e lç u k 23.
d) Destanlarda, Oğuzlar’ın düşmanları kâfir adı ile anılıyor. Ka
vim olarak da yalnız Çerkez adı-o da bir manzumede olmak üzere-bir
defa geçiyor29 ve ülke olarak Gürcistan zikrediliyor.
21 G ö k -Y a y , s. 23, E rg in , s. 112.
22 Bu hususta birçok kaynak gösterilebilir ise de biz yalnız bir ikisinin adım zikredece
ğiz: Â şık P a şa Z ad e, s. 248; H a s a n -i R u m lu , s. 306-307; Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî, I, s.
34, II, s. 1064.
23 S a fe v î Türk beğlerinin bu adı kullandıkları üzerinde: Tarih*i âlem ârâ-yi Abbasî ,
II, îndeks.
24 G ö k -Y a y , s. 9, 10, E rg in , s. 88, 89.
25 G ö k -Y a y , giriş X X X V II; R o s s i, s. 37 ve haşiye 2.
26 Bu kelime S e lçu k ’ un babasının adı, Dukak sözü ile mi ilgilidir?
27 X II-X V . yüzyıllarda Anadolu'da K a z a n (G aza n ) adının kullanıldığına dâir misal
ler görülemiyor. Yalnız, K a r a -K o y u n lu la r ’ dan M ısır H o ca ’ nın oğlu G azan S u lta n
vardır ki, adını M oğol hükümdarı K a za n ’ dan almıştır.
28 Anadolu9da X V. yüzyılda şahıslara konan S elçu k , adı şimdi de olduğu gibi, S e lçu k
lu la r ın hâtırasından gelmiş olsa gerektir.
29 K a za n B eğ, Toma’nun kalesi tekfuruna tutsak düştüğünde kâfirler ondan kendilerini
övmelerini istiyorlar. K a za n B eğ ise şu sözler ile başlıyan bir deyiş söyleyip onları yeriyor:
“ İt kibi kuv küv eden Çerkez hırslı
Küçücük tonuz şölenli
Bir torba saman döşeklü
Yarım kerpiç yasdıklu”
(Ergin, s. 238),
385
Destanlar da Oğuz alplarının yağı (düşman) lan olan kâfir beğleri
şunlardır: Ş öklü M elik, B u ğ a cık M elik, K a ra T ü k en M elik,
K ara A rsla n M elik, D em ir Y a y lı K ıp ça k M elik, Sunu San
dal M elik, A ğ M elik Çeşme, A rşın O ğlu D irek T ekür, K ara
Tekür. Bunlardan son ikisi yani A rşın O ğlu D irek T ek ü r destan
da Kara Deniz kıyısında olduğu söylenen Düzmürd kalesinin, K ara
T ekü r de Alınca (Alıncak) kalesinin beğleridir. Diğerlerinin ise her
hangi bir kaleleri olmadığı gibi, kavmiyetleri de belirtilmiyor. Ş öklü
M elik destanların başlıca ve aslî unsurlarından biridir. Destanların
dördünde de düşmanı temsil eder ve her defasında arkadaşları Bu-
ğ a cık M elik ve K ara T ü ken (y a h u t tök en ) M elik ile birlikte
ölür. K ıp ça k M elik’e gelince o, Selçuklun babası D u k a k gibi,
demir ya ylı lâkabını taşımaktadır. K ıp ça k M elik ’in olaylar sahne
sinde bir rolü yoktur. Yalnız K aza n B eğ’in yeğeni ve güveyisi K a
ra B u d a k ’m ona kan kusturduğu söylenir. Buradaki Kıpçak adının
bu beğin mensup bulunduğu eli ifade ettiğinde şüphe yoktur.
Başta Ş ök lü M elik olmak üzere, Oğuzlar’m düşmanlan olan
bütün kâfir beğlerinin adları, görüldüğü gibi, türkçedir. Şük (Şök)
türkçede sükûnet, ağır başlılık demek olup, Şöklü, sakin, ağır başlı
anlamlarına gelse gerektir. Fakat bu husus ne olursa olsun kesin ola
rak bildiğimiz şey Ş öklü ’ nün Türkler arasında ad olarak kullanıldığı
dır. 1071-1072 yılında Suriye’yi açan Oğuz ( Türkmen) beğleıinden
biri bu adı taşıyordu30.
Netice olarak, Oğuzlar’m destanlarda kâfir olarak vasıflanan düş
manlan onların tarihî düşmanlan olan Kıpçaklar’dan başkaları de
ğillerdir. Yukarıda geçen D em ir Y a y lı K ıp ça k M elik sözü de bu
nun için mühim bir delildir. Türkçe adlar taşıyan ve bazılan melik
ünvanı ile zikredilen kâfir beğleri de Kıpçaklar’ m başbuğlarıdır. K ıp -
çaklar’ ın Oğuzlar’ dan çok sonra, ancak X II. yüzyıhn ikinci yarısından
itibaren Islâm dinine girmeye başladıklarını biliyoruz.
e) Destanları anlatan ve onun çevresince Oğuz eli çok eski zaman
larda yaşamış bir kavimdir. Onlar galiba, kahramanlann Peygamber
çağında yaşadıklannı sanıyorlardı31. E b û ’ l-G a z i’nin eserinden öğ
reniyoruz ki, Türkmenler’ in Oğuz-nâmelerinde de bu şekilde bir sanma
386
vardı. Fakat onlar da asıl hâkim olan kanaat, K o rk u t A ta ve Salur
K aza n ’ın Peygamber’ den 300 yıl sonra yani X . yüzyılda yaşadıkları
rivayeti idi. R e şid u d -d in ’de ki bölümde K o rk u t A ta veya onun
babası K e z e n ç ü k ’ün Mekke’ye gidip Peygamber’i ziyaret ettiği söy
lenir 32.
3 - Kahramanların Müslümanlığı:
4 - Destanların Konusu:
3*2 F. Süm er, aynı yazı, s. 371. Destanlar da alplardan B ü ğ d ü z E m en hakkında: “ va-
ruben peygamberin yüzünü gören, gelübcn Oğuz'da sahabesi olan” denilmektedir (G ö k -Y a y ,
s. 23, E rg in 113).
387
lür. Bu sebeble bu destanlarda sabne kalabahk, dekor daba zengindir.
Destanlardan her birinin kahramanı bu ad ve sanları belli, siyasî mev
kileri değişmeyen beğlerden biridir.
Tabiat üstü varlıklar ile savaşan kahramanlardan biri D eli Dum-
ru l’ dur D um rul, D uha (D uka) K o c a ’mn oğludur; yani bütün
kahramanlar gibi babasının adı bellidir ve yine onlar gibi bir beğdir.
O, yüreği pek, atılgan ve çabuk parlayan bir kimse olduğu için kendisi
ne destanlardaki bazı kahramanlar gibi deli lâkabı verilmiştir33. Nite
kim D u m ru l bir kuru çayın üstüne kurduğu bir köprüden geçenler
den bileğinin gücüne güvenerek bac almaktadır. Hattâ köprüsünden
geçmek istemeyenleri dahi haraç almak için geçmeğe zorlamaktadır.
İşte tarihî D eli D u m ru l’un şahsiyeti bu olup, eldaşları arasındaki
ünü ve hâtıralarda yaşaması da buradan yani köprüsü başında veya
kendi yurdu (toprakları)ndan gelip geçenden haraç almasından geli
yor. Aradan zaman geçince D uha K o ca nın oğlunun hâtırası muhay
yilede işlenmiş kendisinden başka yiğit, alp bir kimsenin olmadığını
sanan D eli D um rul’un karşısına onun hakkından gelebilecek olan
Azrail çıkarılmış ve böylece Deli Dumrul destanı meydana gelmiştir.
33 Destanlarda korku nedir bilmez, atılgan, fakat mert kimselere deli denilmektedir.
O sm an lı devrinde de bu gibi şahıslar için aynı deyim kullanılmış ve akıncılar gibi sınırlarda
oturan, gözü pek gençlerden müteşekkil askerî atlı sınıfına deli adı verilmiştir. Bu askeri sınıf
hakkında: Î.H. U zu n ç a r şılı, Osmanlı tarihi, A nkara , 1949, (T.T.K.), II, s. 564.
34 T o g a n y a y ., s. 14, ed-Dehhân yay., s. 98.
35 G ö k -Y a y , s. 117, E rgin , s. 249.
388
vaşlarda ödü sıdıb öldüğü söyleniyor36. B asat da esasen ağabeğisinin
öcünü almak için T ep e-G öz ile savaşmaya karar vermişti. Tasavvur
etmek mümkün olabilir ki T ep e-G öz belki de aslında Oğuzlar’ a bü
yük acılar çektirmiş ve kayıplar verdirmiş bir düşmanı temsil etmek
tedir. Yani T e p e -G ö z bu lâkabla anılan Kıpçaklar’ dan bir düşman
başbuğu olabilir37. O, üstü yaptığı baskınlar ile Oğuzlar’ ı ve bil
hassa Boz-Okları korkunç yenilgilere uğratmış, B a sa t’ın ağabeyi K ı
yan S elçu k, A ruk Candan (iki kardeşi ile), D em ir D on lu Ma
mak, D üzen O ğlu A lp R ü stem ve Uşun K o c a gibi beğjer yapı
lan savaşlarda ölmüşlerdir. B a sat sonra T e p e -G ö z ’ü yenip öldüre
rek ihtimal kardeşinin ve eldaşlarınm öcünü aldı. Aradan zaman ge
çince T e p e -G ö z bu lâkabla anılmasından ve belki dış bir tesir ile de
tabiat üstü bir varlık olarak tasavvur edildi.
Birinci destan yani D irse H an oğlu B u ğa ç boyuna gelince, bu
rada ana konu yoldaşlarının hiyanetine uğramış, onlar tarafından ken
disi ve aile efradı tutularak kâfir ellerine götürülen bir beğin (D irse
Han) oğlu B u ğa ç tarafından kurtarılışını anlatmaktadır. Görülü
yor ki bu destanın ana konusu her yerde her zaman görülebilen bir
olaydır; olağanüstü bir tarafı yoktur.
Şimdiye kadar kendilerinden bahsedilmiyen destanlardan bizim
için dikkate lâyık ve üzerinde durulmaya değer görünenleri sonuncu
ve ikinci destanlardır. Sonuncu destanda konunun gerçekliği o kadar
belirlidir ki, insan kendisini bir tarihî eserin sahifeleri karşısında sanı
yor, Konunun anlatılışı da pek güzel ve canlıdır. Bu destanın konusu
kısaca şudur: Beğlerbeği K aza n tâbileri olan Uç-Ok ve Boz-Ok beğ
leri yığınak olunca evini yağmalatırdı. Fakat son defa evini Boz-Ok
(Dış Oğuz) beğlerinin bulunmadığı bir zamanda yalnız Üç-Ok (İç Oğuz)
lara yani kendi öz koluna yağmalatmıştı. Bu şekilde hareket edişinin
sebebi açıklanmıyor. K a za n ’m evini kendilerinin bulunmadığı bir
zamanda yalnız Üç-Oklar’ a yağmalatması Boz-Oklar’ m başı ve Ka-
zan’ın dayısı U ruz K o c a ’nın ve onun tâbiî olan öteki Boz-Ok beğ
lerinin ağırına gitti. K a z a n ’m ordasma gitmiyerek tâbilik vazifesini
ifa etmediler. U ruz K o ca , K a za n ’a düşmanlığını açıkça bildirdikten
sonra tâbiî olan jBoz-Oklu beğleri katına okuyup bundan böyle kendisi
ne baş eğmiyecekleri (asi oldukları) yolunda K a za n ’ a haber gönder
diğini söyliyerek bu hususta ne düşündüklerini sordu. Onlar “ ne di
36 G ö k -Y a y , s. 84, E rg in , s. 209-210.
37 M em lûk emirlerinden birinin Teli e - 1, ü z e t - T u ğ n lî ( J.^ıLII Lj ) adını
taşıdığını biliyoruz (M a k rizî, Kitab us-sulûh, Kahire , s. 940).
389
yelim, çün sen K a za n ’a düşman oldun, biz de düşmanız” dediler.
U ruz K o ca , K a za n ’ın inağı B e y re k ’in, Boz-Oklar’ dan kız aldığı
için güveyileri olduğunu, bu sebeble de ondan kendi saflarında yer
almasını istemelerini, kabul etmez ise öldürülmesini teklif etmişti.
B ey rek bir bile ile çağırılmış, ona kendileri ile birlik olması söylen
miş, şiddetle reddi üzerine U ruz K o c a tarafından kılıçlanmıştır.
B ey re k ordasma götürülmüş ise de aldığı yaradan ölmüştür. Bunu
öğrenen K azan pek üzülmüş, günlerce divana çıkmamış, sonra sev
gili inakının öcünü almak ve onları yeniden itaat altına sokmak için
harekete geçmiştir. K azan, U ruz K oca ile yaptığı teke tek bir çar
pışmada onu 'yenerek öldürdü. Bunun üzerine öteki Boz-Ok beğleri
K azan’ın elini öpüp kendisine baş eğdiler. K aza n onların suçlarım
bağışlamış, Uruz Koca’nm ordasım çaptırmış ve elini gününü (yani
orda halkı ve boyunu) yağmalatmıştı. Görülüyor ki bu destanın konu
su hazindir. Çünkü kardeş kavgasını anlatıyor. Bu kavgada yakışık
lılığı, yiğitliği ve iyi ahlâkı ile “ Oğuz’un imrencesi” lâkabını almış olan
B ey ra k ölmüş, Boz-OMar'ın başı Uruz da yeğeni tarafından öldürül
müş ve her şeyi çapılıp yağma edilmiştir.
38 G ö k - Y a y , s. 14, E r g in s. 97.
390
Yani düşman başbuğlarından Ş öklü M elik’in, K aza n ’ın ordasını
basıp yağmalaması bir gerçek olacaktır. Fakat K aza n baskında
ordasında mı idi, değil mi idi, bu hususta bir şey söylenemez.
Yukarıda da bahsedildiği gibi, Şecere-i Terâkime’de Peçenek eli
başbuğu D oy m a d u k ’ un S alur K a za n ’ın babası E n k i ş’in ordasını
bastığını E nkiş ve K a za n ’ın kaçtıklarını, K aza n ’ın anasının tutsak
alınıp götürüldüğünü, E n k iş’in, nâibi ile mal göndererek karısını kur
tardığını anlatan bir rivayet bulunmaktadır. Bu rivayette, olduğu
gibi, K a za n ’ın mal göndererek yakınlarını kurtarmış olması da muh
temeldir. Ancak K aza n Beğ sonra parlak bir zafer kazanarak bu
baskının öcünü almıştır. Bu destan ile Şecere-i Terâkime’ den naklet
tiğimiz manzume, işte Salur K aza n B eğ’in bu şanlı galibiyetini
aksettirmektedir.
Destanların kahramanları asilzâde tabakasına mensup kim
seler, yani beğlerdir. Sahnedeki şahıslar arasında halktan kimse
ler görünmezler. Yalnız ikinci destanda K aza n ’ın K a ra çu k adlı
çobanı belki bir istisna teşkil eder. Bu çoban efendisinin sürüsünü düş
mana karşı fedâkârca korumuş ve hattâ kardeşleri K ıy a n G ücü,
D em ir G ücü bu uğurda ölmüşlerdir. Fazla olarak K a ra çu k Ç oban
K aza n B eğ’in Ş öklü M elik ile yaptığı savaşlarda da yararlık gös
termiştir. K aza n da K a ra çu k Ç oban ’ın gösterdiği vefakârlık ve
yiğitliğe kayıtsız kalmıyarak onu emîr-alıur’u yapmıştır. Bu yiğit ço
banın taşıdığı adm ünlü Karaçuk dağlarından gelmiş olması çok muh
temeldir. Türkler’m. coğrafî isimleri çocuklarına ad alarak koymaları,
İslâm müelliflerince de bilinen, yaygın bir gelenek idi.
5 - Kahramanlar:
Destanların kahramanları Oğuz eline mensupturlar. Bu el çok de
fa kalın (kalabalık, güçlü), bazan da kanlı (ihtimal savaşçı, yahut
öcünü alan) sözleriyle vasıflanır.
Oğuz eli’ nin daima üzerinde yaşadığı bir yurdu vardı. Yani bu el
yurd değiştirmemektedir. O bu yurdunda tam göçebe bir hayat sürmek
tedir; fakat toplu bir halde göçüp konmamakta, yani el halinde yaylak
tan kışlağa gidip gelmemektedir. Açıkça anlaşılıyor ki beğlerden her
birinin boyu ile beraber oturduğu bir yurdu vardı. Beğ boyu ile birlik-
de bu yurdunun dağ veya dağlarında yaylamakta, ırmak, çay boyu
gibi engin ve alçak yerlerinde de kışlamaktadır.
Bu el Üç-Ok ve Boz-Ok adlanyle iki kola ayrılmaktadır. Üç-Ok-
lar’a aynı zamanda İç Oğuz, Boz-Oklar’a. da Taş (D ış ) Oğuz deniliyor.
391
Bu sonuncu sözlerden de anlaşılacağı üzere, her iki kol birbirine karış
mayarak ayrı iki küme halinde yaşamakta idiler. Hattâ İç Oğuzlar ile
D ış Oğuzlar’m yurdlan arasında epeyce bir mesafenin bulunduğunu
tasavvur etmek mümkündür. Üç-Oklar’ ın Boz-Oklar üzerine gece gün
düz demeyip yürüdükleri söyleniyor39. Üç-Oklar’a. İç Oğuz denilmesi
siyasi hâkimiyetin onların elinde bulunması ile ilgili olmalıdır.
6 - İktisadî Hayatları:
39 G ö k -Y a y , s. 114, E rg in s. 250.
40 Gök-Yay, s. 7, 11, 12.
41 Ergin, s, 78, 145, 203.
42 Ergin, s. 141.
43 Atalay, X, s. 360.
392
et yığılıyor ve göl gibi kımız sağılıyordu44. İşte buradaki at eti, hattâ
deve eti yenmesi ve kımız içilmesini biz ancak Sir-Derya Oğuzları için
düşünebiliriz. Anadolu ve İran’ a gelen Oğuzlar’ın. burada eskisi gibi at
eti yemeğe ve kımız içmeğe devam ettiklerine dâir elimizde sarih de
liller yoktur. Anlaşıldığına göre Türkmenler’ in mensub bulunduğu
Hanefî mezhebinin at eti yenmesine cevaz yermemesi45, komşu Müs
lüman kavimlerin at eti yememeleri ve nihayet eskisi gibi sayısı pek çok
yılkılara sahip olmamalarından onlar at eti yemek ve kımız içmek gelenek
lerini bırakmışlardır. Görüldüğü üzere Oğuzlar adı geçen hayvanların er
kek ve aynı zamanda genç olanlarını yemektedirler. Sığır etinden ise hiç
bahsedilmiyor. Halbuki bazı eserlerde onların sığır besledikleri de ya
zılıyor. Destanlarda Türkler’in millî yemekleri olan tutmaç’m adı geç
memektedir. Halbuki bu yemeği Oğuzlar da biliyorlardı. S elçu k lu
T u ğ ru l B eğ’in Horasan’ da iken bir davette yediği badem helvası
için: “ iyi tutmaç imiş, ancak sarmısağı eksik” dediğinden evvelce bah
sedilmişti. Tutmac’m Türkiye Selçukluları’ nda46 ve O sm anlı sarayın
da da yenildiğini gördüğümüz gibi47, bugün Anadolu’ nun pek çok yer
lerinde yapılmakta olduğunu da biliyoruz.
393
diğerlerinin bugün Türkiye’de yapılmakta olduğununu biliyoruz.
Tutmaç, en sevilen ve en meşhur yemeklerden biri olarak E b û İsh a k ’ -
m divanında çok geçiyor. Hatta orada tutmaç’a dâir müstakil bir man
zume de vardır51.
K â şg a rlı’nın ve E b û İsh a k ’ın tutmaç hakkındaki sözleri ye
meğin yapılışının umumî vasıfları itibariyle değişmiyerek zamanımıza
kadar geldiğini gösteriyor. Tutmaç bugün Tokat, Sivas, Am asya, Çorum,
Ankara, Yozgat bölgelerinde ve Avşarlar arasında şöyle yapılmaktadır:
Hamur yufka biçiminde, fakat biraz kalınca (bir buçuk milimetre ka
dar) açılır, saç üzerinde hafifçe pişirildikten sonra üçgen veya baklava
şeklinde kesilir, hasıl olan parçalar sıcak suda haşlanır; pişirilmiş yeşil
mercimek ile karıştırılır ve bunun içine sarımsaklı yoğurt katılır; bu iş
ler yapıldıktan sonra üzerine içinde kıyma bulunan kızarmış yağ dökü
lür. Onun üzerine de yeşil veya kuru nane ekilir. Yemek, K â ş g a rlı’mn
da söylediği gibi, sulu olur. Görülüyor ki tutmaç’ın teferruatlı bir yapı
lışı vardır; gerçekten lezzetli ve besleyicidir. Yalnız tutmaç, K âşgar-
lı’nın da işaret ettiği ve yukarıdaki tarifeden de anlaşılacağı üzere,
hazmı oldukça güç bir yemektir.
7 - Siyasî Teşkilât:
51 E b û İsh a k H a llâ c, D ivan-i et'ime , İstanbul, 1303, s. 10, 22-23, 44, 57, 58, 74.
52 G ök-Yay, s. 91, Ergin s. 216.
394
halde, beğlerbeği Salur K a za n ’ı ziyaret ederdi. Metbuların vazife
lerine gelince tabilerini kayırmak ve onları, kendilerini ziyaret ettik
leri yahut yanlarına çağırdıkları zaman gelenekler gereğince ağırlamak,
aynı seviyede olan tabilere eşit muamele etmek ve en son olarak onların
gurur ve haysiyetlerine dokunacak, güçlerine giderecek her hangi bir
davranışta bulunmamaktı. Hanlar ham B a y ın d ır H an yılda bir de
fa toy verip bütün Oğuz beğlerini konuklardı53. Salur K aza n da ga
liba yılda bir yol, bütün tâbileri yığmak oldukları yani divanına gel
dikleri zaman, yağmalı bir toy verir, toydan sonra beğler onu selâmlayıp
yurdlarına dönerlerdi. Fakat beğlerbeği K aza n son defa, açıklan
mayan bir sebebten dolayı, yağmalı toyunu, Boz-Oklar bulunmadığı
bir zaman da, yalnız Üç-Oklar*a yani kendi öz kolunun beğlerine ver
mişti. K azan B eğ’ in bu h a rek eti, Boz-Ok b e ğ le rin in ve b ilh a s
sa bu kolun başı U ruz’un ağırına ve gücüne gitmiş ve hattâ ona düş
man olmuştu. Beğlerbeği K aza n ’ın da, dayısı, fakat tâbiî olan U ruz’
un beğleri ile ırnıtad olan ziyareti yapmamasına canı sıkılmıştı. Du
rumu anlamak için U ruz’un yanma giden nâibi Sarı K ılb a ş, U ruz’
un K a za n ’ı metbu tanıyıp, tanımadığını öğrenmek maksadiyle beğler-
beğinin düşmanların saldırışına uğradığı için kendisinden yardıma
gelmesini istediğini bildirmişti. Fakat Uruz, K a z a n ’m evini, muta
dın hilâfına, yalnız Üç-Oklar’ a yağma ettirmiş olmasından ötürü yar
dıma gelmeyeceği gibi, ona beğleri ile birlikte düşman olduğunu da
söylemişti. K ı l b a ş , K a z a n ’m düşmanların saldırışına uğramadığını,
bunu sadece kendisinin K a za n ’ a dost mu, düşman mı olduğunu anla
mak için söylediği cevabını verip gitmişti. Bunun üzerine U ruz, beğ
lerini katma okumuş, toy verip ağırladıktan sonra onlara şöyle de
mişti:
“ Beyler men sizi niye kığırdum, bilür misiz? Ayıttılar: Bilmezüz.
Uruz aydur: K aza n bize K ılb a ş’ı göndermiş, elüm güııüm çapıldı,
kara başım bunlu oldu, tayım U ruz mana gelsin dimiş. Emen aydur:
ya sen ne cevap virdun? Uruz aydur ki: K ı l b aş’a ayıttum ki, kaçan
ki K aza n evin yağmaladur idi Taş Oğuz beğleri bile yağmalandı, beğ
ler gelür, K a za n ’ı selâmlar gider idi, şimdi suçumuz ne oldu kim bile
bulunmaduk, mere kavat biz K a za n ’ a düşmenüz didüm: Emen ay
dur: eyü dimişsiıı, U ruz aydur: beğler ya siz ne dirsiz?
Beğler aydur: ne diyelüm, çün. sen K a za n ’a düşmen oldun, biz
de düşmenüz didiler. U ruz araya Mushaf getürdü hep beğler el urub
and içtiler. Senün dostuna dost, düşmenine düşmeniz didiler. Uruz
395
cümle beğleri bil’ atladı54” . Sonuncu destandan aldığımız bu parça Oğuz
asilzâde sınıfındaki tâbilik ve metbuluk münasebetlerini pek güzel
ifade ediyor. Görülüyor ki Boz-Oklu beğlerin tâbilik hususunda doğ
rudan doğruya K aza n ile bir münasebetleri yoktur. Onların metbuu
kendi kol başları U ruz K o c a ’dır. K aza n da yardımı yalnız ondan
istemektedir. Metbuun tâbiinden yardım istemesi tabiî bir hak idi.
Nitekim B ey rek U ruz K o ca oğlu B a s a tin ordasına saldırma
sından kaygılanarak K a za n ’dan yardım istediği gibi, kendisine kılıç
çalarak ölümüne sebeb olan U ruz K o c a ’daıı öcünün alınmasını da
beğlerbeğiye vasiyet etmişti. Oğuz elinin uç beği B e g il de, düşmanın
saldıracağını öğrenerek K a za ıı’ daıı yardıma gelmesini istemeyi dü
şünmüştü. U ruz K o c a ’dan sonra Boz-Oklar'm başında torunu K ı
yan S elçu k oğlu D elü D ündar görülüyor. D elü D ü n dar için:
“ K aza n gibi pehlivanı bir savaşta üç kez atından yıkan” denilmesi55
iki büyük beğ arasında da bir çarpışmanın yapılmış olduğunu göster
mektedir.
K a z ılık K o ca oğlu Y igen ek ’in de büyük beğlerden biri ol
duğu görülüyor. Y iğ e n e k ’in destanında babası K a z ılık K o c a ’mn
B a y ın d ır H a n in veziri olduğu söylendiği gibi56, kendisi de bazan
beğler başı olarak vasıflanıyor ve kalın Oğuz beğlerini bir bir atından
yıktığı57, K a za n ’ a “ keşiş” dediği de yazılıyor58. Bu sözler Y ig e n e k
ile K aza n arasında da bir mücadelenin yapılmış olduğunu haber ve
riyor. Kısaca büyük feodallerin vakit vakit birbirleriyle mücadelelere
girişmiş oldukları, beğler arasında sık sık çekişmeler, anlaşmazhk, tar
tışma ve atışmaların vukubulduğu anlaşılıyor. Tâbiler metbularına
karşı saygılı olmakla beraber, hareketleri bir kölenin efendisine karşı
davranışından pek uzak idi. Onlar son derecede izzet-i nefis sahibi,
mağrur insanlardı; metbularınm en ehemmiyetsiz söz veya hareket
lerine sert bir tepki gösteriyorlardı. B a y ın d ır H an veya K azan,
beğlerden B e ğ il’in avcılıktaki mahareti için: “ bu hüner atın mıdır,
erin midir?’ diye sormuş, beğler de kendisine “ hanım erindür” ceva
bını vermişlerdi. Fakat K az anin: “ yok at işlemese er öğünmez, hü
ner atındır” demesi üzerine B egil: “ alplar içinde bizi kuskunumuz
dan balçığa batırdun” sözlerini söyliyerek B a y ın d ır H an’a (yahut
396
K a za n ’ a) küsüp ordasma gelmişti. Fazla olarak B e g il’in Oğuz’ a, âsi
olup eli ve gününü göçürerek Gürcistan’ a gitmek istediği ve hatununun
buna engel olduğu söyleniyor59. Bunun gibi U ruz da babası K a za n ’ın
bir hareketine canı sıkılarak onu: “ K an Abkaza ” eline gidip Hıristi
yan olmakla tehdid etmişti60. Bütün aristokratik cemiyetlerde olduğu
gibi, Oğuzlar’ds. da orun yani mevkie büyük bir önem verildiği görülü
yor. Siyasî ve İçtimaî toplantılarda bu toplantılara katılanların otura
cakları yerler'belli idi. B a y ın d ır veya Beğlerbeği K a za n ’ın divanın
da sağ kola mensup beğler sağda, sol kola mensup beğler solda, has
beğler dipte, inaklar eşikte oturmakta idiler61.
397
inki ile karıştırılıyor. A k -K oyu n lu lardın kendilerini B a y ın d ır
H an’ın torunları saydıklarını biliyoruz. Diğer taraftan hükümdarın
boy adını taşıması onun destanlara A k -K o y u n lu hanedanına yaran
mak maksadiyle sonradan sokulduğu ihtimalini kuvvetlendirmekte
dir. Ancak B a y ın d ır H an’ın babası olarak Gök H an değil, K anı
ğa n adı veriliyor. Bunu nasıl izah etmelidir? Eğer destanlardaki Oğuz
eli X I. yüzyıldaki Oğuzlar ise, onların başlarında bir yabgu ailesinin
bulunmuş olması oldukça zayıf bir ihtimaldir. Her halde B a y ın d ır
H an unsurunun destanlara sonradan katılmış olduğu fikri isabetsiz
değildir.
Salur K a za n Beğ: Beğlerin başı ve onların metbuudur. Bu se
beble destanlarda Salur -K a za n Beğ, bazan beğlerbeği üııvanı ile de anı
lır. Bu deyim yani, beğlerbeği, O s m a n l ı l a r ’ da olduğu gibi, daha önce
T ü rk iy e S elçu k lu la rın d a da vardır. Ancak Oğuzlar’ da bir memu
riyet adı olarak beğlerbeğinin kullanılıp kullanılmadığını bilmiyoruz.
K azan B eğ’in babasının adının U laş olduğu söyleniyor; Şerece-i
Terâkime’de ise E nkiş ( ^tSvil) deniliyor. Salur K azan, destanlarda
şöyle öğülüyor: “ tülü kuşun yavrısı, beze (?) miskün umudu, Emet
suyu’nun aslanı, Karaçuk’ un kaplanı, konur atun iyesi, H an U ruz’un
ağası, B a y ın d ır H an’ın güveysi, kalın Oğuz’un devleti, kalmış yiğit
arkası65 ” .
Salur K aza n B eğ kendi kavmi üzerinde unutulmaz hâtıralar
bırakmıştır. Türkmenler’ in her yerde ataları arasında hiç unutmadıkları
iki şahsiyetten biri de odur (diğeri D e d e K o r k u t ) . Oğuz elinin baş
buğu beğlerbeği K aza n Beğ dirayetli, cesur, kendisinden emin, affe
dici, cömert, halka karşı şefkatli, beğlere karşı nezaketli, öğünmekten
hoşlanmayan bir şahsiyet olarak görünür. Şecere-i Terâkime’ deki man
zumede de onun düşmana karşı kazandığı başarılar ve el’e yani halka
gösterdiği iyilikler anlatılıyor.
Beğlerbeği K a za n ’ın karısı Bur la H atu n idi. M ısır’ da Mem-
lû k l er devrinde yazılmış T ü rk diline dâir eserlerin bazılarında bur-
lanm üzüm anlamında olduğu söyleniyor66. Bu kelimenin kıpçakça
olduğu anlaşılıyor. Buna göre ortada iki ihtimal var: ya B u r la H a tu n
bir Kıpçak beğinin kızı idi, ya da bu addaki bir Kıpçak prensesinin
ismini aldı. Şecere-i Terâkime’ d e67 B u rla H atun, S ündün B a y ’ın
398
kızı olarak gösteriliyor. Fakat bu Sündün B ay hakkında hiç bir bilgi
verilmiyor. Yine orada B u rla H atun, bizim destanda olduğu gibi,
“ boyu uzun” olarak vasıflanıyor. Çok yukarıda Şecere-i Terâkime’ye
kaynak olan Oğuz-nâmelerin bizim destanlardan ayrı bir hususiyete
sahip oldukları belirtilmişti. Yine Şecere-i Terakime’de B u rla H atu n
altın közgülii (aynalı) olarak da vasıflanıyor63. S alur K aza n ve B u r
la H a tu n ’un tek bir oğullan vardı ki bu, U ruz (Urus) dur. Bu isim
her halde kaviıü adı olan Rus ile aynıdır. XIV. yüzyılda M em lûk
emirlerinden bazılarının aynı adı taşıdıklarım bildiğimiz gibi, A ltın
O rdu hanı T o k a ta m ış’ın Urus K o ca adlı bir emirini de tanıyoruz 69
K azan B eğ ne sebeble oğluna bu adı koydu? Buna tatmin edici bir
cevap bulmak her halde kolay değildir. K aza n ’ın dayısı Boz-Oklar’m
başı da aynı ismi taşıyordu: U ruz K oca . Şecere-i Terâkime’ de70 Urus
ot (ateş) gözlü olarak vasıflanıyor.
K ara Güne: K aza n B eğ ’in kardeşi, beğlerin toplantısında
daima ağabeyisinin sağında oturuyor. K ara G üne’nin de bir oğlu olup
adı K ara B u dak idi. Ona hazan D eli B u dak da deniliyor. Şah
A b b a s devrindeki Çuhr-ı Sa’d (Sa’ d Ç u k uru = başlıca Erivan bölgesi)
beğlerbeğişi E m ir-G ü n e’nin, bu Oğuz beği gibi aynı adı taşıdığı görü
lüyor. E m îr-G ü n e, Kaçar B o yu ’nun Ağça-Koyunlu obasına men
sup olup, Saru Arslan lâkabını taşıyordu. Boğaz-lçi’ndeki Emirgân
semti bu beğin adından gelmektedir. Fakat daha ilgi çekici olan misal
yine Şah A b b a s ’ın hükümdarlığının ilk yıllannda, bir emîrin Budak,
babasının da K ara Güne adını taşımasıdır. Bu isimlerin destanların
tesiri ile konduğu âşikârdır71.
Uruz K oca : Boz-Ok kolunun en büyük beğidir. Uruz K o c a ’ -
nın çok uzun boylu, kollarının ve bacaklarının ince ve arık olduğu söy
leniyor; lâkabı da “ at ağızlı” idi. U ruz’un iki oğlu olduğunu görüyo
ruz: K ıy a n S elçu k ve B asat. Bunlardan K ıy a n S elçu k ’un Te
p e -G ö z ile yapılan mücadelelerde ödünün sıdarak öldüğü bildiriliyor.
K ıy a n S elçu k ’ daki birinci kelime bir oymak adı mı yoksa bir lâkab
mı? Her halde ikinci ihtimal daha kuvvetli olsa gerektir.
T e p e -G ö z ’ün yenicisi B a sa t’a gelince, onun adı Üç-Ok, Boz-Ok
çekişmesine ait destanda da geçiyor; fakat âkibeti hakkında bir şey
68 Şecer-i Terâkime9de (s. 79-80) B u rla H a tu n ’un Oğuz eW nde beğlik yapan yedi kız
dan biri olduğu da söyleniyor.
69 Diğer bazı misaller için: F. Süm er, Oğuzlarca âit destanî mahiyette eserler, s. 426, ha
şiye 264.
70 S. 65.
71 Tarih-i âlem ârâ-yi Abbasî , I, s. 431, 436.
399
söylenmiyor. Acaba o da babası U ruz K o ca gibi kardeş kavgasında
mı öldürüldü? Uruz Koca’dan sonra Boz-Oklar'm başında torunu K ı
y a n S elçu k oğlu D eli D ü n d a r’ı görüyoruz. D eli D ündar, orım’ da
bazan K a za n ’ı takiben ikinci, bazan da K aza n ’m kardeşi K a ıa -
G üne’den sonra olmak üzere, üçüncü sırada zikrediliyor. Onun hak
kında söylenen: “ bir savaşta üç kez K a z an’ı attan yıkan ” ifadesi diğer
bir Uç-Ok, Boz-Ok mücadelesine işaret etse gerektir.
400
D ü lek E v ren : E y lik K o c a ’mn oğludur; lâkabı “ dönebilmez”
dir. Bu lâkabı ne gibi bir sebeble aldığı anlaşılmıyor. Onun Ağ M elik
Çeşme (?) kızı ile nikâhlandığı ve S o fi Sandal (?) M elik’ e kan kus
turduğu söylendiği gibi, “ öz adına horlayıp el’ den çıktığımda yazılıyor.
Bu ibarenin emin bir izahını yapamıyoruz. Bu ibare D ü lek E v ren ’in
kendisine değer vermeyerek ailesini, boyunu ve elini bırakıp gittiğini
mi anlatmak istemektedir? D ü lek E v ren Boz-Oklar’ dan idi. Son
destanda U ruz’un tâbileri arasında adı geçiyor74.
A lp R ü stem : Oğuz beğlerinden türkçe ad taşımayan iki beğden
(ötekisi Şir Ş em sed d in ) biridir; babasının adı D üzen olup, Boz-Ok
beğlerindendir; sonuncu destanda adı geçer. Orada A lp R ü stem Üç-
Oklar’ dan Ense K o c a oğlu O kçu ile savaşacağım söylemişti75. A lp
R ü ste m ’in T e p e -G ö z ile savaşta öldüğü söyleniyor76. Bu, T e p e -G ö z 5
ün Üç-Oklar’ dan ziyade Boz-Oklar’ın düşmanı olduğu hususunu teyid
ediyor. A lp R ü stem kendi kendini: “ iki kardeş bebeğin öldürüp zelil
gezen” olarak tanıtıyor77. Bu acıklı olay ne şekilde ve nasıl olmuştur,
bu hususta tafsilât yoktur.
T ers U zam ış: Üç-Oklar’ demdir. Sonuncu destanda B ü ğ d ü z
Em en, onunla teke tek döğüşmeyi istediğini söylemiştir78. Ters Uza
mış her zamanki gibi lâubali bir hareket ile K a z a n ’ın önüne oturmak
isteyen Uşun K o ca oğ lu E ğ rek ’e: “ inere U şun K o ca oğ lu bu
oturan beğlerin her biri oturduğu yeri kılıcı etmeğiyle alubdur, inere
baş mı kestin, kan mı döktün, aç mı doyurdun, yalıncak mı donattın”
demişti 79.
İşte Salur K aza n ile birlikte adları ve sanları zikredilen Üç-
Oklu ve Boz-Oklu beğlerin başlıcaları bunlardır. Yine Salur K aza n
zamanında yaşamış gibi gösterilen birçok şahıslar da vardır ki .onlar
dan burada bahsedilmemiştir..
8 - Ordalar:
401
lar, çobanlar. Ordalarda feodallerin umumî işleri gördükleri divanları
vardı. Onların en yakın adamları nâibler id i80. Beğlerbeği K az anin
nâibinin adı E liğ K o ca oğlu Sarı K ılb a ş idi ki, Ş ök lü M elik in
K az anin ordasına yaptığı baskında ölmüştür. Oğuz yabgularinın
nâiblerine kül-erkin (küzerkin) denildiğini biliyoruz. Oğuzlar İslâm
ülkelerine geldikten sonra, kül-erkin kelimesini kullanmamışlar ve bu
sebebten zamanla bu söz unutulup gitmiştir. Büyük feodallerin en yakın
adamları arasında inaklar da görülmektedir, inaklar hükümdar ve bü
yük beğlerin daima yanlarında bulunan, hususî hayatlarına girmiş
kimselerdi. İnak kelimesi K â şg a rlı ve diğer eski eserlerimizde görülemi
yor. S elçu k ltıla r’da hükümdara çok yakın kimselere bazan has beğ
deniliyordu, inak sözü İlh a n lıla r devrinden itibaren geçmektedir.
Beğlerin, beğ çocuklarının hiç bir zaman yanlarından ayrılmayan
arkadaşları vardı ki, bunlara umumî olarak yoldaş denildiği görülüyor 81.
Yoldaş kelimesi deyim olarak moğolca nöker sözünün karşılığıdır. Nitekim
destanlarda nöker sözü yoldaş’m müteradifi olarak kullanılmaktadır82.
Tarihte de yoldaş kelimesinin bu anlamda kullanıldığına dâir bazı
misaller vardır. Sivas-Kayseri ve diğer bazı şehirlerin hükümdarı K a d ı
B u rh a n ed d in bir savaşta kendisine sadakatla hizmet eden H a lil
adlı Dulkadırlı bir askere hil’at giydirmiş, dirlik vermiş ve ona “ yol
daş H a lil” demiştir83. İran’ da S a fe v île r’ den S u ltan M uham m ed
d ev ri Şamlu beğlerinden İsm a il K u lu Beğ (sonra Han), hükümda
rın maiyyetinde yararlıklar göstermiş olduğundan kendisine yoldaş ve
yoldaş başı ünvanı verilmişti84. O s m a n lı devrinde Yeniçerilere yoldaş
sözü ile hitab edildiği malûmdur.
K aza n B eğİn yoldaşlarının sayısının 300 olduğu görülüyor85.
R eşid u d -d in ’ deki bölümde anlatıldığına göre, T um an babasının
tahtına geçmek istediği zaman maiyyetine 300 kişi almıştı86. S elçu k
lu tarihçisi Z a h îr-i N işa b u rî de, S elçu k oğlu İs r a il (Arslan)’in
G azn eli M ahm udiın katına giderken yanında 300 yakışıklı yiğit
olduğunu söylüyor 87. Bu kayıtlar bize belki el beğlerinin yoldaşlarının
sayısının 300 olduğu fikrini verebilir. Fakat beğlerin yoldaşlarının sa
402
yısı 40 idi. Bunlardan birisinin beğ veya şehzadenin nâibi olduğu an*
laşıhyor. Beğlerin yoldaşlarının sayısının 40 olmasının sembolik bir
mahiyeti bulunmadığı, gerek destanlardaki açık ifadelerden, gerek bazı
tarihî misallerden iyice anlaşılıyor. K aram an h ü k ü m d a rı I. M eh
m ed Beğ, S ü leym an B eğ ve A lâ e d d in B eğ’in maiyyetlerindeki
yiğitlerin sayısı 40 id i88. A z iz -i E ster âb â d î’nin bir ifadesinden89
K a d ı B u rh a n ed d in ’in nöker, yani yoldaşlarının 40 kişi olduğunu
iddia etmek mümkündür. A k -K o y u n lu la r ’ın başı olmadan önce
U zun H aşan Beğ’in de yoldaşlarının 40 kişi olduğuna dâir bazı de-
deliller vardır90.
9 - Aile Hayatı:
Beğlerbeği K aza n ’ın bile tek bir karısının (boyu uzun Burla
H atun) adı geçiyor. Gerçekten Oğuzlar’da ikinci bir kadınla evlenmek
geleneği yok mu idi ? Bunu tekzib eden bir misale şahsen rastgelemedi-
ğimi söylemeliyim, lb n F ad lâ n , Oğuz sübaşısının ve misafir kaldığı
bir Oğuz’un tek karıları olduğunu görmüştü. Onların kadınlara karşı
saygı ve sevgi ile davrandıkları görülüyor. Kahramanlar birçok husus
larda kadınlarının tavsiyelerine göre hareket ediyorlardı. Kahraman
lar karılarına “görklüm (güzelim) sözü ile hitap ediyorlar. Kadınlar
kocalarına kızdıkları zaman acı ve sert sözler söylemektedirler. Ev
lenmede kız evinin oğlan evinden kalın veya başbk istemesi (mal talep
etmesi) geleneği vardı92. X . yüzyılda Oğuzlar’da aynı geleneğin var
olduğunu görmüştük. Birbirini seven aileler daha beşikte iken çocuk
larını birbirine nişanlamakta idiler93. Erkek nişanlandığı kızın parma
ğına kendi yüzüğünü takmaktadır94. Kız da nişanlısına kendi diktiği
403
kırmızı renkte kaftan göndermekte ve oğlan gerdeğe bu kaftanı giyerek
girmektedir. Nişanlandıktan bir müddet sonra düğün yapılmaktadır.
Düğünde güveyinin yüzüğüne arkadaşları tarafından ok atma gelene
ği vardı95. Güveyi gerdeğe gireceği yeri ok atarak tayin ederdi9S.
404
Beğlerin yeni doğmuş çocukları, “ dolaması altın beşiklerde” uyu
tuluyor ve dâyelere (dadı) verilerek büyütülüyordu. Kız çocuklara sahip
olmak onlarda, Arablar’da olduğu gibi, zillet değildir. B a y B i ç e n
B e ğ kız çocuğu olması için kalın Oğuz beğlerinden alkışda yani duada
bulunmalarını rica etmişti101. Beğlerin yetişkin, delikanlı oğullarına
karşı davranışları şefkat ve sevgi ifade ediyor ve baba ile oğul arasında
ki münasebetler resmiyetten uzak gibi görünüyor. Destanlarda, anaya
karşı saygı her vesile ile belirtiliyor, “ ana hakkı, Tanrı hakkıdır” de
niliyor I02.
405
lüyor. Kirman hükümdarı A lp -A rs la n ’ın kardeşi K a v u rd B eg y e ğ e
ni M elik -Ş ah ile savaşıp tutsak alındığı zaman, M elik -Ş ah am
casının yanma gittiğinde, atından inmiş ve külâhını da başından çı
karmıştı105. K â şg a rlı’da yükünç sözü geçiyor106. Yükünç baş eğerek
selâmlama anlamına geliyor. Moğollar’ın büyüklerini diz yere vurmak
(farsça tercümesi: zânu zeden) suretiyle selâmladıklarını biliyoruz.
Oturuş şekli hakkında sarih bir ifade yoktur. Her halde mutad
oturuş şekli bağdaş kurma olsa gerektir. Söz söyliyecek bir kimse bü
yüklerin önünde diz çökerdi. Bu gün Türkiye’de bu gelenek henüz ya
şamaktadır. Küçükler büyüklerin ellerini öperler, büyükler de onların
boyunlarını öperlerdi. Uzun zaman ayrı kalıp buluştuklarında birbir
lerine sarılmakta idiler.
10- Ordu:
105 Sıbt İbn ul-Cevzî, Top-Kapu sarayı, III, Ahmed ktb., nr. 2907, X III, 11 b.
106 Kilisli, III, s. 277, Atalay, III, s. 375.
406
dığı söyleniyor. Destanlarda kahramanların ağça tozlu katı yayların
dan da sık sık bahsediliyor. Toz, yaylara sarılan sırıma deniliyor. Yay
lar umumiyetle sığır sinirinden yapılıyordu. Fakat kahramanlardan
bazılarının yaylarının kirişlerinin kurt sinirli olduğu söyleniyorI07.
Yayların kabları yoktur; karuya (bileğe) asılarak taşınırdı. Oğuzlar
ve umumiyetle Türkler, galiba pratik olmadığından çoğu zaman yay
kabı kullanmamış olsalar gerektir. Kahramanlar hem meharetlerini
artırmak hem de eğlenmek için puta, yani amaçlara ok atarlardı.
11- Binicilik:
407
tercih edilirdi. Aygır olmayan atı Türkler iğdiş ederlerdi. Bu suretle
atlar daha dayanıklı oluyorlardı. Türkler’ in bu iğdiş edilmiş atları Arab
ülkelerinde de ün salmıştı.
12- Kıyafet:
Destanlarda kahramanların giyimi hakkında açık bir fikir edini-
lemiyor. Elbiseye destanlarda da ton (don) denilmekte ve gömleğin
(kömlek=könlek) de adı geçmektedir. Ayrıca Boz-Oklar’m başı at
ağızlu U ruz K o c a ’mn erkeç derisinden kürk ve külâh giydiğinden
bahsediliyor U7.
408
X. Yüzyılda Oğuzlar’dan ileri gelenlerinin, bilhassa komşu İslâm
ülkelerinde imal edilmiş olan gömlek ve kaftanlar giydiklerini biliyoruz.
Halk ise herhalde kendilerinin dokuduğu ince yün ve ince keçeden el
biseler giymekte idiler. Destanlarda da kahramanların günlük giyim
leri arasında ak kaftan zikrediliyorm. Kızıl renkli kaftanı ise ancak
evlenecek olanlar giymekte id i119.
409
da çizme anlamında ise de edikten farklı olup olmadığı iyice anlaşıla
mıyor 126.
XV. Yüzyılda Osmanlılar da dahil olmak üzere, Türkiye Türkleri
nin kıyafetleri Çağatay Tür/cZeri’ninkinin aynı idi. M ısırlı müverrih
ib n Iyas, Anadolu Türklerinin kıyafetlerini Türkmen kıyafeti ola
rak vasıflıyor. Destan kahramanlarının kıyafetlerinin de Türkiye Türk
lerinin kıyafetinin aynı olduğu anlaşılıyor.
13- Avcılık:
410
ve uçardan da kaz, ördek, keklik ve güvercin idi. Beslenen avcı kuşlar
olarak da doğan, şâhin ve sungur’un adları geçiyor131.
O sm anlı av teşkilâtında başlıca atmacacılar, doğancılar, çakırcı
lar ve şâhinciler vardı132. Türkiye’de son zamanlarda atmaca, doğan ve
şâhin ile av yapılıyordu. Atmaca, üveyik ve bıldırcın gibi küçük kuş
lar, doğan başlıca keklik, şâhin de keklik ile beraber kaz ve ördek için
kullanılıyordu. ^Destanların birinde av ile ilgili bir gelenekten bahse
diliyor. Buna göre bir kimse kendi topraklan içinde başkası tarafından
avlanmış hayvandan pay dilemek hakkına sahip id i133. Diğer Türk
kavimlerinde de bulunan bu geleneğin 134 esası henüz Anadolu’ da ya
şamaktadır.
Kısaca avcılığın Oğuz beğlerinin hayatında mühim bir yeri vardı.
14- Eğlenceler:
411
Türkler, Yakın Doğu ülkelerine geldiklerinde diğer gelenekleri
arasında bu yağmalı toy geleneğini de getirmişlerdi. Farsça manzum
ve mensur eserlerde görülen hân-i yağma (yağma sofrası) sözü bu
yağmalı toyu ifade etmektedir. S elçu k lu la r’dan başka S u riye A ta
b e ğ le ri devletinde (Zengiler) ve O sm an lıla r’ da da bu geleneğin
devam ettiği görülmektedir 13S.
Destanlarda çocuk ve delikanlıların oynadıkları aşık oyunundan
da bahsediliyor ki, millî bir oyundur. G ö k -T ü r k le r devrinde bu o-
yunun oynandığını bildiğimiz gibi, bugün de hâlâ Türkiye’de oynan
maktadır. Kürek kemiği ile olduğu gibi aşıkla da eskiden beri fala bak
mak Türkler’in geleneklerindendiI36.
15- Davranışları:
Destan kahramanlan soğukkanlı insanlar olarak görünmüyorlar.
Onlar, karşılaştıkları vak’ alar karşısında taşkın ve coşkun tepkiler
gösteriyorlar. Böylece “ açığı tutduklarında” , yani öfkelendiklerinde
bıyıklarından kan çıktığı, yahut kara taşı kül eyledikleri söylenen alp
ların, sevdiklerinin tutsaklığı veya ölümü karşısında “ böğürü böğürü”
ağladıkları görülüyor. Beğler, her kavmin asilzadeleri gibi, mağrur,
şeref ve hasiyetlerine son derece düşkün insanlardır; haklarında yapı
lacak en küçük bir dedikoduya tahammülleri yoktur; bu gibi anlarda
belki ölümü tercih ederler. D irse Han, çocuğu olmadığı için kara ota
ğa oturtulup, önüne kara koyun yahnisi getirilmesine üzülerek B a y ı n
d ı r H a n ’ın ordasını terketmişti137. Yine beğlerden B eg il avcılıktaki
maharetinin kendisinden değil de atından geldiğini söyleyen B a y ın
dır Han veya K azan’a: “ alplar içinde bizi kuskunumuzdan balçığa
batırdun” diyerek kızgın bir halde ordasına gitmişti138. Bizzat Salur-
K azan, beğlerin: “ çoban bile olmasa K aza n kâfiri alamazdı” sözü
ile başına kakınç kakacaklarından korkarak K a ra çu k Ç ob a n ’ın
yardımım reddetmiş 139( K an T u r a lıd a 140 deve ile güreşirken sevgilisi
135 Bu hususta bazı misaller için: F. S ü m er, aynı yazı, s. 442, haşiye 379.
136 Aşık ile fala bakmak geleneği ile ilgili bir iki tarihî misal için: F. Süm er, aynı yazı,
s. 442—443, haşiye 384.
137 G ö k -Y a y , s. 4. E rg in , s. 79.
138 G ö k -Y a y , s. 91, E rgin , s. 217-218.
139 G ö k -Y a y , s. 18, E rg in , s. 105.
140 Eski hadîs kitablannda ve tanınmış arapça sözlüklerde K a n -T u ra o ğ u lla r ı
nın Türkler veya onlardan bir kavim olduğu söylenir (metiniçin: F. Sü m er, aynı
yazı, s. 400).
X IV . yüzyılda A ydın bölgesindeki Yürükler arasında Kan-Tura ^ a 015 ) adlı bir oy-
412
S elcen H atun/daıı: “ devenin burnuna yapış5* sözünü duyunca kendi
kendine şöyle demişti: “ mere ben bu devenin burnuna yapışacak ol
sam kız söziyle yapıştı dirler. Yarın Oğuz eli’ne haber vara, deve elinde
kalmışdı kız kurtardı diyeler” I41.
Destanlarda “ destursuzca” yani izin almadan bir kimsenin yağı
sına girmenin, yani düşmanına saldırmanın ayıb olduğu ısrarla belir-
tililiyor. Hattâ, beğlerden Şir Ş em sed d in “ destursuzca B a y ın d ır
H an’ın yağısın” basmakla ün almıştı142. Bu husus yani izin alınmadan
bir kimsenin, bir boyun, bir elin yağısına saldırmanın ayıp oluşu baş
langıçta elde edilecek doyumluğa (ganimete) ortak olmak kaygısı ile
ilgili olsa gerektir. Çünkü Türkler’de de, her kavimde olduğu gibi, sa
vaşın asıl gayesi doyumluk elde etmekti. Daha sonraları bu telâkki
(destursuzca yağıya girmenin ayıb oluşu) şeref ve haysiyeti koruma
duygusuna dönmüş olabilir.
Kahramanların sevinç davranışlarından biri de kas kas gülmek
ti I43. Bugün Anadolu ’da bu söz hâlâ kullanılmaktadır.
Sevinçli bir haber, “ muştuluk ve gözün aydm” sözleri ile bildi
riliyordu 144.
mak görülmektedir.
Kan Tura1nin süslü bir elbise veya kaftan gibi bir giyimin adı olduğu da anlaşılıyor; “kan-
luıamn simin, saçakların dizine dökmüş” (Tanıklariyle tarama sözlüğü, T.D .K ., Ankara, 1954,
III, s. 406, X IV . yüzyıla ait olduğa sanılan Ebû M üslim kitabından). Şayet bu okunuş şekli
doğru ise, bize göre, destan kahramanın adı veya lâkabı buradan gelmektedir. Fakat muhak
kak olan bir şey var ise o da Kan Turalı’ nm E. R o s s i’nin ileri sürdüğü gibi (aynıeşer,
s. 33, 63) A k -K o y u n lu T u r -A li B eğ ile kat’iyen ilgisi olmadığıdır.
141 G ö k -Y a y , s. 71-75, E rgin» s. 192. 196.
142 G ö k -Y a y , s. 13, 23, 57, E rg in , s. 96, 112, 177, K a n T u ra lı düşmanla çarpışırken
kendisine yardıma gelen meçhul bir yiğit sandığı sevgilisi S elcen H a tu n ’ a şöyle söylüyor:
“ Kalkubanı yerinden turan
Y iğit ne yiğitsin
Yelesi kara kazılık atma biııen
Yiğit ne yiğitsin
Gafillüce başlar kesen
Destursuzca menüm yağıma giren
Yiğit ne yiğitsin
Destursuzca yağıya girmek
Bizim elde ayıp olur” .)
(E rg in , s. 195).
143 G ö k -Y a y , s. 31, 46; E rgin , 128, 146. Bu söz eski O sm a n lı tarihlerinde de geçer
(meselâ Neşrî, I, s. 303).
14 4 G ö k -Y a y , s. 43, 44, 85, 104, 105.
413
Savaşlarda düşmanlarını yendikleri veya her hangi hır tehlikeyi
atlattıkları zaman kul ve karavaş (erkek ve kadın köle) âzad ederlerdi.
Salur K aza n Beğ, Ş öklü M elik ’i yendikten sonra 40 kul ve 40
kırnak (karavaş = câriye) âzad eylemiş, yani onları hürriyetlerine
kavuşturmuştu145. F â tih S u ltan M ehm ed’in de Otluk-Beli savaşını
kazanması üzerine 40 000 den fazla kul ve karavaş âzad ettiğini müver
rihler yazarlar 146.
Oğuzlar hayretlerini çok defa bir ellerini diğerine vurmak sure
tiyle ifade ediyorlardı147. Bu davranış beklenilmiyen sevindirici veya
üzüntü verici, kızdırıcı bir olay ve haberin âni tepkisi idi. Bu davranış
şekli şimdi de Türkiye’de görülmektedir148.
414
Oğuz e/ı’nin başlıca yas alâmeti giydikleri mutad ak renkteki el
biseleri çıkarıp karalar giymekti. Bu geleneği de S elçu k lu devrindeki
Türkmenler arasında, Iran M o ğ o lla n ’nda, T im u rlu la r’ da, K ara-
K o y u n lu la r ’da, A k -K o y u n lu la r ’da, Anadolu beğliklerinde ve
nihayet O sm a n lıla r’ da görmekteyiz153.
Destanlarda görülen diğer bir gelenek de kahramanların öldükleri
takdirde atlarının boğazlanıp yuğ aşlarının verilmesini vasiyet etmeleri
d ir154. Bu çok eski bir Türk geleneği idi. G ö k -T ü rk le r çağında ölü
nün atlarının kendisi ile birlikte gömüldüğünü veya kesildiğini bildi
ğimiz gibi155, X . yüzyıldaki Oğuzlar’da da ölenin atlarının kesilip etinin
yendiğini görmüştük.
Bugün de Türkiye’ de ölen bir kimsenin arkasından yemek pişiri
lip dağıtılmaktadır 156.
Oğlu M urad gelinceye kadar Ç eleb i M eh m ed’in ölümü gizlenmişti. Cesed oturlulub arkası»
na bir oğlan konarak canlı imiş gibi silâhdarlara gösterildiği esnada saray hekimi paşaların
yanına gelib, danışıklı olarak dülbendini yere vurub: “ komazsız pâdşahı ki eyü ola, bizim bu
kadar çalıştığımız zayi idersuz” demişti (Â ş ık P a ş a -Z â d e , Tevârih-i âl-i Osman, s. 95).
İran’ a kaçan K a n u n î’ nin oğlu B a y e z id ’in adamlarından A ra b M ehm ed, îr a n Şahı
T a h m a s b ’ a şehzadenin İran'da iktidarı ele geçirmek için bir tertib hazırladığını söylemişti.
Bunu duyan B a y e z id ’ in kölelerinden biri onun yanına koşarak üsküfünü yere vurmuş ve
duyduklarını anlatmıştı (P e ç e v î, Tariht İstanbul , 1283, I, s. 405).
153 K a n u n î’nin vezir-i âzamlarmdan İb r a h im P a şa M ısır’ da bulunduğu esnada Ye
niçerilerdin kendi aleyhine ayaklandıklarını duyunca derin bir teessüre kapılarak kara elbise
giymişti. Yine K a n u n î devrinde İstanbul'a, gelen A v u s tu r y a e lç is i B u sb ek , Türkler'in
kara renge karşı duydukları nefreti açık bir surette anlatıyor: “ Türkler siyah rengi bayağı ve
'uğursuz sayarlar. Bir adamın siyah esvab giymesi iyi nazarla görünmez. O derecede ki paşalar
bizi siyah esvabla görünce çok defalar hayretlerini bildirmişler, hattâ ciddî surette şikâyet et
mişlerdir. Türkiye'de hiç kimse siyah esvabla meydana çıkmaz, meğer ki mühim bir para zi
yanına uğramış yahut bazı ağır hastalıklara maruz kalmış olsun. Yeşil renk kibarlık alâmeti
telâkki ediliyor. Fakat harb zamanında ölüm işareti diye kabul olunmuştur. Beyaz, san, mor,
kurşunî ve saire daha uğurlu addedilir (T ü rk mektupları, tü rk çe te r cü m e s i H ü s e y in Ca
h it Y a lç ın , İstanbul, 1939, s. 163-170).
B üyük Türkmen şairi D a d a l-O ğ lu ’ nun bir şiirindeki: “ Karalar giydik de attık alları”
mısraı (Taha Toros, D a d a l-O ğ lu , Adana , 1940, s. 15) bu geleneğin X I X . yüzyıldaki Türk
menler arasında yaşamakta olduğunu gösteriyor. Yas geleneği hakkındaki diğer bazı misaller
için: F. Süm er, aynı yazı, s. 445-446, haşiye 407.
154 E rg in , 170, 228.
155 S. J u lie n , Documents sur les Tou-kieu (T u rc s ), Journal Asiatique, 1864, s. 241; Ab-
d ü lk a d ir în a n , Şamanizm, 1954, s. 177-178; aynı müellif, Altay dağlarında bulunan eski
Türk mezarları, Belleten , sayı 43, s. 569—570.
156 ö lü için verilen yemeğe dâir bazı tarihî misaller için: F. Süm er, adı geçen yazı, s.
447, haşiye 411.
415
X I. destanda ölülere aş (yemek) verildiğinden de bahsediliyor lS?.
Türkler de ve Moğollar* da böyle bir geleneğin de var olduğunu bili
yoruz 158.
Uç-Ok, Boz-Ok arasındaki kardeş kavgasını anlatan sonuncu des
tanda, ölmek üzere bulunan B eyrek , atının kuyruğunun kesilmesini
söylemiş ve yoldaşları da bunu yerine getirmişlerdi169. Bu da pek eski
bir Türk geleneği idi. Altay ve Pazırık kazılarında bulunan atlann-ki
bizim kahramanlarınki gibi aygırdır- kuyrukları kesikti i6°. Buraya
kadar yazdıklarımızdan, O sm anlı hânedanımn pek eski Türk gele
neklerini yaşattığı anlaşılmış bulunuyor, işte Hunlar devrinden ge
len, ölenin atının kuyruğunun kesilmesi geleneği de bunlardan biri
idi.
Y a v u z S elim ’in ağabeyisi A h m ed B eğ ’in oğlu S ü leym an
B eğ genç yaşında 919 (1513) yılında Mısır* da taûndan vefat etmişti.
Yakışıklı bir genç olan S ü leym an B eğ’in cenaze töreni Anadolu
Türkleri’ nin geleneğine göre yapılmıştı. Yani merhum şehzadenin ta
butunun önünde kuyrukları kesilmiş, eğerleri ters çevrilmiş olan atları
götürülmüş, kırılmış olan yayları ile sarığı da tabutunun üzerine kon
muştu ’61.
Destan kahramanlarının fazilet telâkkilerine gelince, bunlar baş
lıca cesur ve merhametli olmak, güçsüzleri korumak, yoksullara yar-
157 X I. destanda S alu r K.azan’ın Tornanın kalesi tekürü taralından tutsak alınması
anlatılmaktadır. S a lu r K a z a n kaledeki bir kuyuda hapsedilmişti. T e k ü riin karısı adını
çok duyduğu K a za n ’ın yanma gider ve ona: “ K a z a n B eğ nedür halün, dirliğin yir altında
mu hoştur, yoksa yir yüzünde mi hoştur, hem şimdi ne yirsün, ne içersün neye binersin’ Mer.
K a za n da: “ ölülerine aş virdügin vakit ellerinden alıram, hem ölülerinüzün yorgasına bine-
rem, kâhillerin yederem” cevabım verİT (Ergin, s. 235).
158 W. B a r th o ld , Türkler'de ve Moğollar'da defin merasimi, türkçe tercümesi A b d ü l-
k a d ir în a n , Belleten , sayı 43, s. 530; A b d ü lk a d ir İn a n , aynı CBer, s. 192-193.
159 G ö k -Y a y , s. 117-118, E rg in , s. 248.
160 A b d ü lk a d ir în a n , Altay'da Pazırık hafriyatında çıkarılan atların vasiyetinin Türk -
ler'in defin merasimi bakımından izahı, (II. Türk Tarih Kongresi, T.T.K ., İstanbul, 1943, s.
142-151).
161 jj~\ ^ dLj o y * - t ÇJt â J
416
elim etmektir. Zayıflara, yaşlılara sataşan ve yolculara, çobanlara sal
dıranlar onlar katında kötü insanlardır. Destanların dili ile Alınca
kalesinin kâfirleri tutsak bulunan Oğuz eii’ nden U şun K o ca oğlu
E ğrek’i kendisini kurtarmağa gelen kardeşi S eğrek ile döğüştürmek
için ona kardeşi hakkında: “ şunda bir delü yiğit, yolcunun, yolakcının,
çobanın, çoluğun etmeğin alır162 ” demişlerdi.
D irse H an’ın yoldaşları D irse H an’ı oğlu n d a n nefret ettir
mek için oğlunun güzel kızları çekip aldığı, ihtiyarlara hakarette bu
lunduğu iftirasını ortaya atmışlardıI63.
Az yukarıda destan kahramanlarının çabuk öfkelenen insanlar
olduklarını söylemiştik. Fakat onlar sevdiklerine karşı şefketli, tatlı
dilli oldukları gibi, düşmanlarına karşı bile merhametli davranıyorlar,
savaşlarda aman diyeni öldürmüyorlardı164. B e y re k kendisinin öl
düğünü söyliyerek sevgilisi ile evlenmek üzere bulunan Y a la n cı Oğ
lu Y a r t a c u k ’ın ayağına düşmesi ve kılıcının altından geçmesi üzeri
ne onu affetmiştiI6S.
Destanlarda alp, cesur, ağır başlı, merhametli, zayıfları koruyan
(kalmış yiğit arkası), öğünmeyi sevmeyen bir insandır ki, bugünkü
milletlerin kahraman tipinin aymdır. Alplar birbirlerinin adlarını sor
mazlardı; bu, nezâketsizlik sayılırdı166. Bu gün bile köylüler arasında
birinin ismi nezâket ifade eden bir kelime ile sorulur167.
Alplara korku vermek, yani cesaretlerini kıracak sözler söylemek
de onlar katında ayıp bir davranış id i168.
Bütün tarihleri boyunca Türkler üzerinde cemiyetçi bir Tuh hâ
kim olmuştur. Onlar sevinci de, felâketi de hep birlikte karşılıyorlardı.
VIII. yüzyıldaki G ö k -T ü r k kağanının: “ Türk budunu için gündüz
uyumadım, gecfc uyumadım” demesi bu ruhun güzel bir ifadesidir.
Hakan, sultan ve beğin vazifesi halkı kendilerinden hoşnut etmek
ve onlara sıkıntısız bir hayat sağlamak idi. Destanlarda açları
doyurmak, yalıncaklan giydirmek, borçluyu borcundan kurtarmak
başhca faziletli hareketlerden sayılıyor. Salur K a za n ’a dâir Şecere-i
Terâkime’ deki manzumede onun 41 atın etini bir kazana salarak bu eti
417
eli ile halka üleştirdiğinin söylendiği görülmüştü. O sm an lı m ü ver
rih leri de O sm an ve Orhan beğlerin kendi elleri ile yoksullara aş
dağıttıklarını yazarlar m .
Yine destanlarda kuru çaylar üzerine köprü yaptırmak, ulu yollar
kenarında imâretler kurdurmaktan bahsediliyor 17°. Birinci Bölümde
Türk hükümdarlarının ve beğlerinin idare ettikleri yerleri câmi, med
rese, hastahâne, imâret, kervansaray, hamam ve köprüler ile süsledik
lerine kısaca temas edilmişti. Bugün bu âbidelerin bir kısmı onların bu
hususta gösterdikleri büyük himmet ve gayretin hâtıraları olarak za
manımıza kadar gelmiştir. Fakat bu eserleri vücuda getiren sultan ve
beğlerin oturdukları binalar öyle mütevazi şeyler idi ki, şimdi çoğunun
yeri dahi bilinmemektedir.
“ Yiğitleri mürüvvetlû.
Kocaları taatlu ve hürmetlû Oğuz”
(meçhul bir ozanın sözleri)
169 “ Ve Osman Gazi gayet sâlih, Müslüman kişiydi ve âdetiydi kim üç günde bir taam
pişirib, fukarayı ve sulehayı cemedub it’ am iderdi ve hem yalıncaklan giyürüb tonadırdı ve
dul avretlere daim sadaka virirdi (N eşrît I, s. 72, 73, s. 163).
170 G ö k -Y a y , s. 64, E rg in , s. 184.
418
müyorlar. Onlar nefislerini korumak, yakınlanm kurtarmak, kendi
lerine veya yakınlarına yapılmış fena bir hareketin öcünü almak için
harekete geçiyorlar. Kahramanlarımız göçebe bir cemiyetin mensup
lan olmakla beraber, bu yiğitlerde zamanımız telâkkilerinin tasvib
etmiyeceği bir davranış görülmez. Onlar kötü yürekli ve hiyleci kim
seler olmayıp, bilâkis yoksullara yardımcı, zayıfları koruyan, bağış
layıcı, vefalı, büyüklerine saygılı, fakat şeref ve haysiyet duygusuna
sahip, kadınları hor görmiyen mert insanlardır. Bütün bunlar Oğuz
lardaki faziletli insan tipinin vasıflarıdır. Her halde alplar, bütün bu
vasıfları taşıyan insanlar olmalı idiler. Alplık ruhu şüphesiz, sadece
cesaretten gelen basit bir davranış değildi.
419
Ö Z E T
420
besine değil O ğuz A ta ’yabağlar; menakıb-nâmesi’nde de Oğuz H an’
dan gelen sülâlelerden bahsedilir.
XVI. yüzyılda, ozanların Türk cemiyetinin manevî hayatında
oynadıkları rol yine kuvvetle devam ediyordu. 1526 yılındaki Mohaç
savaşından bir gece önce yapılan şenlikte ozanların da kopuzları ile
destanları okumuş olduklarını biliyoruz171.
Aynı yüzyılın ikinci yarısında, evvelce söylediğimiz gibi, elimiz
deki destanlar yazılmıştır. Böylece bu destanlar Oğuz-eli’ nin yaşadığı
tarihten aşağı yukarı beş asır sonra yazılmış oluyor. Destanların
yine X V I. yüzyılın ikinci yarısında eskiden beri Türk kültürünü
benimsemiş ve sevmiş olan Kürdler arasında da çok yayılmış
olduğu görülüyor. O ğuz Han’ın, destanlarda adı geçen, “ bıyığı
kanlı B ü ğd ü z E m en’i elçilikle Peygamber’ e gönderdiği ve B ü ğdü z
E m en ’in Kürd olduğu hakkında Kürdler arasında dolaşan bir riva
yet I72, bu destanları Kürdler’ in nasıl benimsemiş olduğunu açık bir
şekilde gösterir. X V . yüzyılın ikinci yarısında veya XVI. yüzyılın baş
larında İran’ a giden ve kaynaklarda Kürd menşeli olduğu söylenen
■Hınıslı oymağının beğlerinden birinin destan kahramanlarından Sa
lur K a za n ’ın kardeşi K ara G üne’nin admı taşıdığı, bu beğin oğlu
nun da K a r a G üne’nin oğlu B u d a k ’ın ismi ile anıldığı yukarıda
yazılmıştı. Bunun gibi, X V I. yüzyılın ikinci yarısındaki Erdelân Kürd
beğlerinden birinin de adının B a sa t (.kl—j) olduğunu biliyoruz173.
171 “ Câbeca kösler, nefirler tabi ve surnalar neyler çalınub din yolunun serbazları ruey-
dan-ı gaza kurbanları Rum ilinin delûleri ve divâneleri şeştarlar, tanburlar, kopuzlar nevaht
idüb, Oğuz gazalarının hikâyet efrûzlan ozanlar çalub çağırıp şenlikler ve şadılikler iderlerdi
(Celâl-Zâde, Tabakât ul-memâlik fî derecât il-mesâlik, Millet ktb., nr. 779, 254 a).
172 Şeref Han, Şeref-nâme, s. 32.
173 Aynı eser, s. 123-124.
421
Kardeş kavgasını anlatan X II. destana gelince, burada daha ön
ce de söylendiği gibi, Üç-Oklar ( Iç-Oğuz) ile Boz-Oklar ( Dış Oğuz)
arasında yapılan savaşta Boz-Oklar yenilmişler ve Boz-Oklar’m başı
U ruz K o ca da öld ü rü lm ü ştü r. Yakışıklılığı, kibarlığı ve iyi kalp
liliğiyle. “ Oğuz'un imrencesi” lâkabını almış olan Bam sı B e y re k ’in
de bu kardeş kavgasının kurbanı olduğunu biliyoruz.
B a sa t’m T e p e -G ö z ’ü öldürdüğü boyunda (destanı), bize göre,
olmuş bir olay saklıdır. Yani T e p e -G ö z, sandığımıza göre, bir Kıpçak
beğini temsil etmektedir. Bu Kıpçak beği karşısında Oğuzlar’m daha
ziyade yahut münhasıran Boz-Ok kolu ( Dış Oğuz) yenilgilere uğramış
ve onların birçok ünlü beğleri hayatlarını kaybetmişlerdir. Bunlar
Boz-Oklar’ın başı U ruz K o ca ’nm oğlu K ıy a n S elçük, D ü z e n oğlu
R üstem , D em ir D on lu (yani zırhlı) M am ak ve iki kardeşi ile bir
likte A ru k Candan idiler. U ruz K o c a ’nm küçük oğlu B a sat sonra
T e p e -G ö z ’ü yenerek onun Boz-Oklar’ a çektirdiği ızdırapların öcünü
almıştır.
Diğer geri kalan destanlardan bir çoğu kahramanların tutsaklığı
nı anlatır. Bu da yapılan akınlar ve baskınlar ile engin bozkırlarda her
zaman vukua gelen bir olaydır.
Elimizdeki destanlar çok geç yazılmış olmakla beraber onlarda
pek eski Türk gelenekleri görülmektedir.
422
X V I. YÜ ZYILD A ANADOLU’ DA
OĞUZ BOYLARINA A İT Y E R ADLARI
I. KAYI
423
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
424
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
425
n . BAYAD (BAYAT)
426
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
427
m . ALKA-BÖLÜK (ALKA - EVLİ)
428
IV. KARA - BÖLÜK (KARA - EVLİ)
429
V. YAZJR
430
VI. DÖĞER
431
Vn. DODURGA
432
VIII. YAPARLI
Bu boya ait bir yer adına rastgelinemedi. Elbistan’ a bağlı Esen-Dere nahiyesinde
adlı bir köy vardır ki (v e rg i nüfusu 56 dır), bu kelime Çanıklu şeklinde okunabilir.
433
IX . AVŞAR (AFŞAR)
434
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
435
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi uüfı
436
X . K1ZIK
K öy Amasya Gedeğra 55
J ij
Çay-Kızık K öy Ankara Çubuk 26
Aşğa-Kızık (öbür Köy Ankara Çubuk 32
adı: Kösre-Kızık)
Algır-Kızık K öy Ankara Çubuk 49
Billüce-Kızık K öy Ankara Ayaş 57
Kızık K öy Ankara Ayaş 26
Kızık K öy Bolu Kıbrus 74
Kızık K öy Bolu Kıbrus 11
Kızık K öy Bolu Virân-Şehir 10
Kızık ^ j ) K öy Bolu Virân-Şehir 15
Kızık ( ? J j y ) K öy Bolu — 6
Kızık ( f j , j ) K öy Bolu — 22
Kızık Ekinlik Divriği Toyluca
Kızık K öy Hamid Afşar 30
Kızık K öy Hüdâvendigâr Sifri-Hisar 5
Börlüce ve Kızık K öy Hüdâvendigâr Göynük 22
Yaka-Kızık K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 17
Kızık K öy Kara-Hisar-ı Sahib Sanduklu 73
Kızık K öy Kara-Hisar-ı Şarkî Gezevid 7
Kızık ( ? ) K öy Kayseriyye — 81
437
XI. BEĞ - DİLİ
438
XII. KARKIN
43
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
440
XHI. BAYINDIR
441
B oyun adı Vasfı Sancağı Kazası V ergi nüfusu
442
XIV. PEÇENEK
443
XV. ÇAVULDUR (ÇAVUNDUR)
444
XVI. ÇEPNt
445
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazâsi Vergi nüfusu
446
XVII. SALUR
447
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfi
448
XVH. EYMÜR (EYMİR)
449
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfı
450
X IX . ALA-YUNDLU
451
X X . YÜREĞİR (ÜREĞİR)
452
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
453
X X I. İĞDİR
454
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
455
x x n . BÜĞDÜZ
456
X X in . YIVA
K öy Ak-Saray Koç-Hisar —
‘ Ji
„j\\ K öy Ak-Saray Hasan-Dağı 73
K öy Amasya Ergoma 68
‘ Ji
K öy Ankara Çubuk 19
‘ Ji
K öy Bolu Kıbrus 18
>y..
K öy Boz-Ok Boğazlıyan —
‘ Ji
K öy Çorum Divân-ı Emlâk 11
‘ Ji
K öy Çorum Kara-Hisar-ı Demirlü —
‘ S.
Ekinlik Divriği — —
j ^ ‘ jt.
Nahiye (yöre) Hamid Ergirdür —
‘ji
K öy Hamid Göl-Hisar 91
‘j i
K öy Hamid Yalvaç 42
‘ji
K öy Kastamonu Koz-Yaka 31
U
K öy Kengırı Koç-Hisar 106
lj i
K öy Konya Ereğli 48
4j i
K öy Malatya Kara-Hisar 20
'ji
Ekinlik Malatya Behisni —
K öy Sivas — 29
*j i
K öy Teke — —
‘ji
457
XXIV. KINIK
458
Boyun adı Vasfi Sancağı Kazası Vergi nüfı
459
Boyun adı Vasfı Sancağı Kazası Vergi nüfusu
460
Y E R ADLARI SIRASINA GÖRE OĞUZ BOYLARI
1- Kayı 94 25
2 - Avşar (Afşar) 86 53
3- Kınık 81 46*
4- Eymür 71 28
5- Karkm 62 34
6- Bayındır 52 28**
7- Salur 51 22
8- Yüreğir 44 9
9- Çepni 43 36
10- İğdir 43 14
11- Bayat 42 32
12- Ala-Yuntlu 29 1
13- Kızık 28 21
14- Yazır 24 19
15- Dodurga 24 12
16- Beğ-Dili 23 9
17- Büğdüz 22 6
18- Çavuldur (Çavundur) 21 17
19- Yıva 19 (?) —
20- Döğer 19 6
21- Kara-Evli 8 6
22- Peçenek 4 10***
23- Alka Bölük (Alkaravlı) — —
24- Yaparlu — —
461
Resim— 1 Genç Avşar Kadınları ( Kayseri, Pınar-Başı, Han köyü)
Resim— 2 Boz-Ulus b oy beği ailesİDden Abdı Beğ ve boydaşları ( Ankara , Bâlâ , Üçem köyü )
463
Resim— 3 Bey-Dili’den Ali Oğuz ve akrabası ( Gaziantep, Oğuzeli)
467
BİBLİYOGRAFYA
A. KİTABELER
B. MESKÛKÂT
C. TAHRÎR DEFTERLERİ
468
Canik , Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 13, 37.
Çorum, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 444.
Çukur - Ova Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 69. (Adana,
Tarsus, Sis, Kınık, Özer - İli)
Diyarbekir, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 200.
Erzurum, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 205.
Gence, Başbakânlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 903.
Haleb Türkmenleri, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 1040,
493, 397, 773.
Hamid (İsparta - Burdur), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr.
121 .
Hüdâvendigâr (Bursa), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 23,
111.
İç - İl, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 1, 183, 272.
Kangırı (Çankırı), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 100.
Karaman, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 40.
Karasi (Balıkesir), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 153.
Kars-ı Zülkadriyye (Kadirli), Tapu ve Kadostro Umum Müdürlüğü,
Arşivi, nr. 168.
Kastamonu, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 327.
Kara - Hisar - 1 Sahib (Afyon), Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü
Arşivi, nr. 147.
Kara - Hisar - 1 Şarki (Şebin), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü,
nr. 225.
Kemah, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 168, 540.
Kayseri, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 33, 38.
K ır - Şehri, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 139.
Koca - İli, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 436, 733.
Konya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 63.
Kütahya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 49.
Malatya, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 408.
Maraş, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 402, 116.
Menteşe (Muğla), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 47, 61, 337.
469
Saru - Han (Manisa), Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 165.
Sivas, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 79, 98; Tapu ve Ka
dastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 10, 12.
Sultan - Önü (Eskişehir - Söğüt), Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü
Arşivi, nr. 145.
Teke, Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 163.
Tokat, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 2.
Trabzon, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 52.
Yeni - II, Başbakanlık Arşiv Umum Müdürlüğü, nr. 262; Tapu ve Ka
dastro Umum Müdürlüğü Arşivi, nr. 138.
Ç. MÜHİMME DEFTERLERİ
D. KADI SİCİLLERİ
E. HATTI HÜMAYUNLAR
F. DAĞINIK VESİKALAR
G. TARİHÎ KAYNAKLAR
1 - Arabca Eserler
470
B elâzurî, Futûh ul - buldân, Kahire, 1350.
Cezerî, Şems ud - din, Cevâhir us - sulûk. Paris Bibliotheque Nati-
onale, manuscrits arabs, nr. 6739.
E bû Şâme, Şilıâb ud - dîn, Kitab ur - ravzateyn f i ahbâr id - devle-
teyn, Kahire, 1278 - 1288, I - II.
Ib n D ev â d â rî, E b û B ekr, Durer ut - ticân ve gurer ut - tevârih il -
ezmân, Süleymaniye, Damad İbrahim Paşa ktp., nr. 913.
İb n Acâ, Tarih Yeş Beg, Topkapı Sarayı, III. Ahmed ktp., nr. 3057.
îb n H acer, Inbâ ul - gumr, Süleymaniye, Yeni Câmi ktp., nr. 814.
îb n H assûl, Tafdil ul - Etrâk, yay. ve türkçe tercümesi, Ş. Yaltkaya,
Belleten, IY, sayı 14 - 15.
Ib n İy a s, Bedâyi’ uz - zuhur, yay. P. Kahle - M. Mustafa, (B. I), İs
tanbul, 1932 - 1936, III - Y.
İb n K a d ı Şuhbe, Zeyl düvel il - Islâm, Paris Bibliotheque Nati-
onale, manuscrits arabs, nr. 1598 - 1599.
İb n Ş eddâd, B ay - Bars tarihi, türkçe tercümesi, Ş. Yaltkaya, (T.
T. K.), İstanbul, 1941.
İb n T a ğ rı - B ird i, Havâdis ud - duhûr, yay. W. Popper, Berkeley,
1930 - 1932.
---------------------- , en - Nucûm uz - zâhire, yay. W. Popper, Berkeley,
1915 - 1929, YI - VII.
---------------------- , el Menhel - us - sâfi , Nuruosmaniye ktp., nr. 3428 -
3429.
İb n V â s ıl, Muferric ul - kurûb, yay. C. Şeyyâl, Kahire, 1953 - 1960,
I - III.
İb n ul - A dîm , K em âl ud - dîn, Zubdet ul - Haleb, yay. S. ed -
Dehhân, Dimaşk, 1951 - 1954, I - II.
İb n ul - C evzî, el - Munzatam f i tarih il - umem, Haydar Abâd,
1358 - 1359, V III - X.
İb n - ul - Esîr, el - Kâm il f i ’t - târih, Kahire, 1301, IX - X I I .
---------------------- , et - Tarih ul - bâhir f i devlet il - Atabegiyye, yay.
A. A. Taleymat, Kahire, 1963.
İb n ul - E zrak, Tarih Meyyâfârikin, British Museum, Or. 5803.
İm âd ud - din el - İsfa h a n ı, (B u n d a rî k ısa ltm a sı), Zubdet
un - nusra, yay. M. Th. Houtsma, Recueil de textes relatifs â l’his-
471
toire des Seldjoucides, Leiden, 1889, II, türkçe tercümesi K. Burs-
lan, Irak ve Horasan Selçukluları tarihi, (T. T. K.), İstanbul, 1943.
•
---------------------- , Kitab ul feth il-kussi, yay. C. de Landberg, Leiden,
1888.
M akrizî, T a k iy ud - dîn, Kitâb us - sulûk, Fatih ktp., nr. 4385 -
4387.
---------------------- , Kitab us - sulûk, yay. M. Ziyade, Kahire, 1943 -
1956, I - III.
M ü n eccim - Başı, Câmi ud - düvel, Süleymaniye, Es’ ad Efendi ktp.,
nr. 2101 - 2102; türkçe tercümesi, İstanbul, III, 1285.
N esevî, Siyret us - Sultan Celâl ud - din Mengüberti, yay. ve fransızca
tercümesi, O. Houdas, Paris, 1891 - 1895, I - II.
Nuzhet un - nâzir (Hısn - Keyfa Eyyubileri tarihi), Yiyana Biblio-
theque Nationale, Mxt. 355.
Sadr ud - dîn E b û ’l H aşan A li, Ahbar ud - devlet is - Selcukiyye,
yay. M. İkbal, Lahor, 1933.
S ıbt ib n ul - C evzî, M ir’ at uz - zamân, Türk - İslâm Eserleri Mü
zesi ktp., nr. 2134 - 2135, 2141.
T ab eri, Tarih-ul-mulûk v’er - rusûl, yay. M. De. Goeje, Leiden, 1879.
1901, III.
el - U tbî, E bu N asr M uham m ed, Tarih ul - Yem înt, Meninî
şerhi kenarında, Kahire, 1286, I - II; farsça tercümesi, Carbadâ-
kanî Tercüme - i tarih - i Yem ini, Tahran, 1272.
2 - Farsça Eserler:
472
E b û ’l - F a z l - i B ey h a k î, T a r i h -i Beyhaki , yay. Gani - Feyyaz,
Tahran, 1324 ş.
E bû ’l H a s a n -i G ü listâ n e, Mücmel ut - tevârih, yay. Rezavî, Tah
ran, 1320 ş.
E f d a l - i K irm â n î, Bedâyi'ul - ezmân f i vekâyi’ Kirmân, yay. M.
Beyânı, Tahran, 1326 ş.
—---------------------, İkd ul - ula li’l - mevkif il - â’lâ, yay. A. N. Emîrî,
Tahran, 1311 ş.
---------------------- , el - M u za f ilâ Bedâyi’ ul - ezmân f i vekâyi’ Kirm ân,
yay. A. İkbal, Tahran, 1331 ş.
E flâ k î, Menâkib ul ârifin, yay. T. Yazıcı, (T. T.K.), 1959 - 1961, I -
II.
Fahr ud - dîn M u bârek - Şah, T a r i h - i Fahr ud - din Mubâ-
rek - Şah, yay. E. Denison Ross, London, 1927.
473
M irza E b û ’l - K asım , Mecmua, Tebriz, 1294.
M irza M ehdi Han, Tarih - i Nâdiri, Tebriz, 1277.
M irza M u h a m m e d -i Mer’ aşî, Mecma’ ut - tevârih, yay. A. îkbal,
Tahran, 1328 ş.
N izâm ul - Mülk, Siyâset - nâme, yay. Halhali, Tahran, 1310 ş.
N izâm ud - dîn - i Şâm i, Zafer - nâme, yay. F. Tauer, Praha, 1937.
M uham m ed b. İb ra h im , Tevârih - i âl - i Selçuk, M. Th. Houtsma,
yay., Recueil de textes relatifs â l’histoire des Seldjoucides, Leiden,
1886, I; B. Pârizî yay. Selcukiyân ve Guzz der Kirmân, Tahran,
1343 ş.
M uham m ed T â h i r - i K a z v in î, Abbâs - nâme, Tahran, 1329 ş.
Mücmel ut - tevârih ve’l - kısas. Tahran, 1318 ş.
3 . Türkçe Eserler:
A hm edî, İskender - nâme, yay. N. S. Banarlı, Türkiyat Mecmuası,
VI, s. 49-176, yay. N. Atsız, Osmanlı tarihleri, İstanbul, 1949, s.
3 -3 5 .
474
Anonim tevâı ih - i âl - i Osman, yay. F. Giese, Breslau, 1922.
475
E. Dulaurier, Paris, 1858, türkçe tercümesi H. D. Andreasyan, (T. T. K),
Ankara, 1962.
M ich el le S yrien , Chronique, fraıısızca tercümesi J. B. Chabot, Paris,
1903, III,
M ich el P an ar etes, Chronique de Trebisond, Lebeau, Histoire du Bas -
Empire, Paris, 1836, X X .
U rfa lı Vahram, Kilikya kıralları tarihi, türkçe tercümesi, H.D. And,
reasyan, T. T. K. kütüphanesi (henüz basılmamıştır).
Y ardan , Vekâyi - nâme, türkçe tercümesi H. D. Andreasyan Türk
fütuhat tarihi, Taıih Semineri Dergisi, 1 /2, İstanbul, 1937.
Ğ. COĞRAFÎ KAYNAKLAR
476
İ drisî, Nuzhet ul - müştak, Köprülü ktp., nr. 955, fransızca tercü
mesi A. Jaubert, Paris 1840, I - II.
Îsta h rî, Kitabu mesâlik il - memâlik, yay. M. J. De Geoje, (BGA),
ikinci basım, Leiden, 1929.
K â tip Ç elebi, Cihan - numâ, İstanbul, 1145.
M ehm et  şık , Menâzır ul - evâlim, Nurosmaniye ktp., nr. 2326.
M ervezî, Ş e re f uz - zam ân, TabâyVul-hayavân, yay. ve İngilizce
tercümesi Y. Minorsky, London, 1942.
Mes’ udî, Murûc uz - zcheb, yay. ve fransızca tercümesi Barbier de
Maynard - Pavet de Courteille, Paris, 1891. -I - VIII.
---------------------- , Kitâb ut-tenbih ve’l işrâf, yay M. J. De Goeje, (BGA),
Leiden, 1894.
M uham m ed N ecib B ek rân, Cihân - nâme, M osk ova , 1960.
M ukaddesi, Kitâbu ahsen il - tekasim, yay. M. J. De Goeje, (BGA),
Leiden, 1906.
Y a k u b î, Kitâb ul buldan, yay. M. J. De Goeje, (B G A), Leiden,
Y a k u t, M u ’ cem ul - buldân, yay. F. Wustenfeld, Leipzig, 1942, I - VI.
Z e k e riy a el - K a z v in î, Asâr ul - bilâd, Beyrut, 1380.
H- SEYAHAT - NÂMELER:
B e rtra n d o n de la B r o q u ie re , Levoyage d’outremer, yay. Ch. Schefer,
Paris, 1892.
B u sb eck , Türk mektupları, türkçe tercümesi H. C. Yalçın, İstanbul,
1939.
E v liy a Ç elebi, Seyahat-nâme, İstanbul, 1314, II - V, IX.
B urnes, A., Voyages de Fembouchure de VIndus âLahour, Caboul, Balkh
et Boukhara, fransızca tercümesi, Paris, 1835, III.
G a z zi - Mekki Seyahat - nâmesi, türkçe tercümesi E. Kâmil, Tarih
Semineri Dergisi, İstanbul, 1937, 1 /2.
H a m ilto n , Researches in A sia M inör, London, 1842, I - II.
İb n B a ttu ta , Tuhfet un - nuzzâr, Kahire, 1322, türkçe tercümesi
M. Şerif, İstanbul, 1335, I - II.
İb n F ad lân , Rıhle, yay. Z. V. Togan, Leipzig, 1939, yay. S. ed - Deh-
hân, Dimaşk, 1959.
C la v ijo , R. G., Embajada â Tamorlân, yay. F. Lopez Estrada, Madrid,
1943.
477
L a n g lois V., Voyage dans la Cilicie et dans les montagnes du Taurus,
Paris, 1861.
M arco P o lo, La description du monde, fransızca tercümesi L. Hambis,
Paris, 1955.
M oltke, Türkiye’deki durum ve olaylar üzerine mektuplar, türkçe tercü
mesi H. Örs, Ankara, 1960.
N iebuh r, J., Voyage en Arabie, Amsterdam, 1776, I - II.
R u b ru k W., The journey o f William o f Rubruck, İngilizce tercümesi
W. W. Rockhill, Loııdon, 1900.
V âmb ery, A., Travels in central A sia, London, 1864.
I. DESTANLAR:
t. DİĞER KAYNAKLAR:
478
B ark an, O. L,, Osmanlı imparatorluğunda zirai ekonominin hukuki ve
mali esasları, I. Kanunlar, İstanbul, 1943.
C havannes, E., Documents sur les Tou - kieu ( Turcs) Occidentaux,
Paris, 1941.
Devvânî, Celâl ud - dîn, Arz - nâme, Millî Tetebbular Mecmuası, V,
İn g ilizce te rcü m e si M in orsk y, A Civil and military revievo
in Fars in 881, / 1476, BSOAS, X . 1.
E bû İsh âk H allâc, Divan - i et’ ime, İstanbul, 1303.
E bû H a y y â n , Kitab ul-idrâk lilisâıı il - Etrâk, yay. A. Caferoğlu,
(Türkiyat Enstitüsü), İstanbul, 1931.
F erid u n Beğ, Münşeat us • selâtin, İstanbul, 1274, I - II.
İb n H a llik â n , Vefayât u l - â ’yan, Kahire, 1948, I - IV.
Julien, S., Documents sur les Tou - kieu (Turcs), Journal Asiatique,
1864.
Kanun - nâme - i âl - i Osman, yay. M. Arif, Tarih - i Osmanî Encümeni
Mecmuası ilâveleri.
K â şg â rlı M ahm ud, Divanu lügat it - Türk, yay. K. Rifat, İstanbul,
1333 - 1 3 3 5 , III, türkçe tesümesi B. Atalay, (T. D. K.), 1939 -
1941, I - III.
Kitabu icâbet is - sâil, Paris Bibliothegue Nationale, manuscrits arabs,
nr. 4437.
K o ç i Beğ, Risale, yay, A. K. Aksüt, İstanbul, 1939.
K ü çü k A bdal, Vilâyet - nâme-i Şâhi, (Otman Baba vilâyetnâmesi),
Ankara Millî Eğitim Bakanlığı ktp., nr. 5 A. 3 /41.
Muktasar ut - Tahavi, Kahire, 1370.
N â s ı r - i H usrev, Divân, Tahran, 1307. ş.
S â d i k î - i K ita b d â r, Mecma’ ul - havass, yay. A. Hayyampûr, Tebriz,
1327 ş.
Salnâme - i umumî, sene 1272.
Vilâyet - nâme - i Hacı - Bektaş - 1 Veli, hazırlayan A. Gölpınarlı, İs
tanbul, 1958.
J. TEDKİKLER
479
---------------------- , Medreseli isyanları, İktisad Fakültesi Mecmuası,
X I, s. 361 - 387.
---------------------- , Yeniçeri ocak nizamının bozuluşu, Dil ve Tarih - Coğ
rafya Fakültesi Dergisi, V, sayı 3, s. 291 - 313.
Aksu. F., İsparta ili yer adlan, İsparta, 1936.
A li R ıza (Y a lm a n - Y algın ), Cenub’ta Türkmen oymakları, İstanbul
- Adana, 1931 - 1937, I - V.
Arat, R. R., Göklen, İslâm Ansiklopedisi, IV, s. 809 - 811.
B a n gu oğlu , T., Oğuz lehçesi üzerine, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı,
(T. D. K.), 1960, s. 23 - 48.
B arkan, Ö. L., Tarihi demogıafya araştırmaları ve Osmanlı tarihi,
Türkiyat Mecmuası, İstanbul, 1953, X , s. 1 - 26.
B a rth old , V., A History o f the Türkman people. İngilizce tercümesi
Y. ve T. M in orsk y, Four studies on the history o f central Asia,
Leiden, 1962, III., s. 73 - 170.
---------------------- , Orta A sya Türk tarihi hakkında dersler, (Türkiyat
Enstitüsü), İstanbul, 1927.
---------------------- , Türkler’de ve Moğollar’da defin merasimi meselesine
dair, türkçe tercümesi A. İnan, Belleten, sayı 43, s. 514 - 532.
480
---------------------- , Osmanlı devrinde Anadolu’da K a y ı’lar, Belleten, XII.
sayı 47, s. 575 - 615.
D en y, J., Grammaire de la langue Turque, Paris, 1921.
D iez, E., Türk sanatı, türkçe tercümesi O. Arslanapa, (İstanbul Üiver-
sitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından), İstanbul, 1946.
E rzi, A., A k ~ Koyunlu ve Kara - Koyunlu tarihi hakkında araştırmalar,
Belleten, X V III, sayı 70, s. 179 - 221.
G ab riel, A., Voyages archeologiques dans la Turquie orientale, Paris, 1940.
G e o g ra p h ie ü n iv e rse lle , P aris, 1842, II.
G overn , W. H. Mc., The Early empire o f central A sia , Chpel Hill, 1939.
G ö k b ilg in , T., Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd - 1 Fâtihan,
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından), İstanbul,
1957.
H a m ilto n J., Toquz - Oğuz et O n -U y g u r , Journal Asiatique, 1962,
s. 23 - 63.
---------------------- , Les Ouighours a l’epoque des cinq dynasties d ’apres les
documents chinois, Paris, 1955.
H a slu ck , F. W., Christianity and İslam under the sultans. Oxford,
1929, I - II.
H e y d , W., Histoire du commerce du Levant, Paris, 1959, I - II.
Iç - iş le r i B a k a n lığ ı, Türkiye’de meskûn yerler kılavuzu, Ankara,
1946, I - II.
in a n , A., Altay dağlarında bulunan eski Türk mezarları, Bellten sayı 43,
s. 569 - 570.
---------------------- , Altay’da Pazırık harfiyatmda çıkarılan atların vaziye
tinin Türkler’in defin merasimi bakımından izahı, T. T. K. Kongre
si, İstanbul, 1943.
-----------------------, Gazi Antep’te Elbeyliler, Halk Bilgisi Haberleri, sayı
40, s. 73 - 75.
---------------------- , Gazi Antep’te Türkmenler, Halk Bilgisi Haberleri,
sayı 102, s. 137 - 151.
------ ---------------- , Orun ve ülüş meselesi, Türk Hukuk ve iktisat Tarihi
Mecmuası, İstanbul, 1931, s. 121 — 133.
------ ;---------------- , Tarihte ve bugün Şamanizm, Ankara, (T. T.K.), 1945.
Irtem , S. K., Türk kemankeşleri, İstanbul, 1939.
J irm u n sk iy, V. M., Sirderya boyunda Oğuzlar’a dair izler, türkçe ter
cümesi I. K a y n a k , Belleten, X X V , sayı 99, s. 471 - 483.
481
Kadıoğlu, î., Bahkesirde Çepniler, Balıkesir, 1935.
K a fesoğ lu , I., Ahlat ve çevresinde 1945 de yapılan tarihi ve arkeolojik
tetkik seyahati raporu, Tarih Dergisi, I, sayı 1, s. 168 - 190.
---------------------- , Doğu Anadolu’ya ilk Selçuklu akını ve tarihi ehemmiyeti,
Köprülü Armağanı, s. 259 - 274.
---------------------- , Harizmşahlar devleti tarihi, (T. T. K.), Ankai'a, 1956.
---------------------- , Selçuklular, İslâm Ansiklopedisi, X . s. 353 - 416.
---------------------- , Selçuk’ un oğulları ve torunları, Türkiyat Mecmuası,
X III, s. 117 - 130.
---------------- ------, Sultan Melik - Şah devrinde büyük Selçuklu impara
torluğu, İstanbul, 1953.
K esrevî, A., Şehryâran - i gumnâm, Tahran, 1308 s., I - III.
K eyhan, M., Coğrafya - i mufassal - i Iran, Tahran, 1311 ş., III.
K Iy a ş to rn ıy , S. G., Orhun âbidelerinde Kengü’ nün kavmi yer adı,
türkçe tercümesi I. Kaynak. Belleten, sayı 69.
K öp rü lü , M. F., Altın küpeli Oğuz beğleri, Azerbaycan Yurt Bilgisi,
İstanbul, 1932, II, s. 10 - 21.
---------------------- , Azeri , İslâm Ansiklopedisi, II, s. 118 — 151.
---------------------- , Avşar, İslâm Ansiklopedisi, II, s. 28 - 38.
---------------------- , Oğuz etnolojisine ait tarihi notlar, Türkiyat Mecmuası,
I, 1925, s. 185 - 211.
---------------------- , Halac, İslâm Ansiklopedisi, Y. s. 109 - 116.
---------------------- , Les origines de Vempire Ottoman, Paris, 1935, türkçe
tercümesi, Osmanlı imparatorluğunun kuruluşu, (T. T. K.), Ankara,
1959.
---------------------- , Osmanlı impaıatorluğu’ nun etnik menşei mes’eleleri,
Belleten, VII, s. 219 - 313.
---------------------- , Ozan, Azerbaycan Yurt Bilgisi, 1932, II, s. 133 - 140.
K u ra t, A. N., Peçenek tarihi, İstanbul, 1937.
K öym en , M. A., Büyük Selçuklu imparatorluğu’ nun kuruluşu, Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, X V ., sayı 1 - 3, s. 98 - 191,
sayı 4, s. 106, X V I, sayı 3 - 4, s. 1 - 65.
— ------------------- , Büyük Selçuklu imparatorluğunda Oğuz İsyanı, Dil ve
tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi, V. sayı 2, s. 159 - 466.
---------------------- , Büyük Selçuklu imparatorluğu tarihinde Oğuz istilası,
aynı dergi, V. sayı 5, s. 621 - 660.
---------------------- , Selçuklu devri türk tarihi, Ankara, 1963.
L au ren t, J., Byzances et les Turcs Seljoucides, Nancy, 1913.
482
Le S tran ge, G., The Lands o f the eastern caliphate, Cambriclge, 1930.
M in orsk y, V., The Clan o f the Qara - Çoyunlu rulers, Köprülü Arma
ğanı, s. 391 - 395.
---------------------- , Jihânshâh Çara - Qoyurılu and his poetry, BS O A S ,
X V I, s. 271 - 297.
---------------------- , Hudud al - âlem (The Regions o f the World G M N S ),
London, 1937, izahlar kısmı.
N ik itin e, B., Les afşar D ’ urumiyeh, Journal Asiatique, 1929, s. 67 -
123.
O rh onlu, C., Osmanlı imparatorluğu’nun aşiretleri iskân teşebbüsü,
(İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından), İstan
bul, 1963.
Ö gel, B. îslâmiyetten önce Türk kültür tarihi, (T. T. K.), Ankara, 1962.
---------------------- , Şine - Usu yazıtının tarihî önemi, Belleten, X V , sayı,
59, s. 361 - 379.
O zbaş, O., Gazi Antep dolaylarında Türkmenler ve Baraklar, (Gazi An-,
tep Kültür Demeği yayınlarından), Gazi Antep, 1958.
P ritsak, O., K a ra -H a n lıla r, İslâm Ansiklopedisi, VI, s. 251 — 272.
P u lle y b la n k , E. G., Some remarks on the Toquzoghuz problem , Ural
Altaische Jahrbücher, 1956, X X V III, s. 35 - 42.
R en e, G., L ’ Empire des Turcs celestes,.Paris, 1960.
R en e, G., L ’empire des steppes, Paris, 1948.
Sinor, D., Oğuz Kağan destanı üzerine bazı mülâhazalar, türkçe tercü
mesi, A. Ateş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Dergisi, VI, sayı: 1 - 2, s. 1 — 14.
Sümer, F., Ağaç - Eriler, Belleten, X X V I, sayı: 103, s. 521 - 528.
---------------------- , Anadolu’ya yalnız göçebe Türkler mi geldi?, Belleten,
X X IV , s. 567 - 594.
---------------------- , Avşarlara dâir, Köprülü Armağanı, s. 453 - 478.
---------------------- , Azerbaycan’ın türkleşmesi tarihine umumi bir bakış
Belleten X X II, s. 429 - 447.
-----------------------, Bayatlar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, IV, s. 373 - 389.
---------------------- , Bayındır, Peçenek ve Yüregirler, Dil ve Tarih — Coğ
rafya Fakültesi Dergisi, X I, s. 317 - 344.
---------------------- , Boz - Oklu Oğuz boylarına dâir, Dil ve Tarih — Coğ
rafya Fakültesi Dergisi, X I, s. 65 - 103.
---------------------- , Çukur - ova Tarihine dâir araştırmalar, Tarih Araş
tırmaları Dergisi, 1963, I, s. 1 - 108.
483
----------------------- , Döğerler'e dâir, Türkiyat Mecmuası, X , s. 139 — 158.
Oğuzlar’a ait destani mahiyette eserler, Dil ve Tarih -
------------------------------------------------- ,
484
D İ Z İ N *
I- K İ Ş İ ADLARI
485
Ala ud-Din Beğ (Yıva), 367. Altun-Taş, 57, 58, 70h285, 75, 76.
Ala ud-Din A lî Beğ (Dulkadır-oğlu), 223. Anası-oğlu, 81, 84, 94, 95.
Ala ud-Din Ali Beğ (Karaman-oğiıı), 354. Anası-oğlu, 131.
Ala ud-Din Hüseyin Cihansûz, 114, 115. Annek (Süddoğlu Hüseyin Çelebi), 302 bk.
Alay (Dib Yavku’ nun beği), 241. Hüseyin Çelebi.
Aleksis, 328. Anuş-Teğin, 74, 103.
Alem-Şalı Begüm, 150. Arab, 128.
Alhamas b. Tak ( JlJ* ^ \^ 66. Arab Haşan, 285.
Al (Hz.), 149. Arab ibn Buheyc, 65.
A! Beğ (Mâlıân’da), 141. Arab Melımed, 414 h 152.
Al Beğ (Ak-Koyunlu), 251. Arab-Şah, 252.
Al Beğ (Avşar), 285. Argun, 144.
Al Beğ (Yıva), 367. Aristagues, 54.
Al Beğ (Şeh. Suvar-oğlu), 171, 226. Arpagaun (Arpa), 145.
Al Beğ (Gebc-oğlu), 322. Arslan (Üç-Oklar’dan), 114.
Al Beğ (Yapa’ dan), 350. Arslan Balu, 63.
Al Dâye, 73. Arslan Buğa (Tüık), 114.
Al Han (Oğuz yabgusu), 57, 216, 359. Arslan-ı Câzib, 70.
Al Han (Çepni’den), 332. Arslan Han (Mansur b. Ali), 67.
Al -Han Sultan, 291. Arslan Han (Tekiş’ in toTunu), 126.
Al Kethüda (Peçenek’ den), 321. Arslan-Hatun, 102.
Al Kuşçu, 144. Arslan îliğ, 85.
Al Pâdişâh, 145, 156, 182. Arslan-Şah (Selçuklu Sultanı), 119, 262, 263,
Al Paşa (Can Pulad-oğlu), 188, 189. 338.
Al Paşa, Hadım, Veziriazam, 171. Arslan ul-Besâsirî, 96, 97, 98.
Al Paşa (Orhan Gazi’nin kardeşi), 409İIİ20. Arslan Yabgu, 64, 66, 67, 68, 69, 70, 75, 77,
Al Paşa-oğlu (Çepni), 330. 81, 96, 100, 134, bk. İsrail.
Al Rıza (Yalgın), 299h7. Artuk Beğ, 108, 127, 136, 244, 324.
Al Seyyidî, Şeyh, 367. Axuk Candan, 389, 422.
Al Sultan, 151. Assaf Beğ (Biber-oğlu), 227.
Al Sultan (Bayat’ dan), 234. Assaf Beğ, Topal (Şedid-oğlu), 300.
Al Şeker Beğ, 48. Assaf Beğ (Hacı Zekeriya oğlu), 296.
Al Teğin, 66, 67, 68, 74, 75, 76, 79. Âşık Garib, 155, 373.
Al Yâr, Emîr (înal-oğlu), 252. Atsız Beğ, 101, 133, 138.
Al Yâr Beğ (Çepni’ den), 332, 349. Ay-Aba, Emîr Müeyyed, 116, 117, 118, 119,
Allah-Kulu Beğ (Dana Beğ-oğlu), 291. 120, 124.
Allalı-Verdi Han, 288. Ay-Aba, 361.
Alp-Arslan, 59, 93, 100, 101, 102, 104, 105, 106 Ay-Beğ ed-Devâdarî, 377.
107, 108, 129, 319, 327, 406. Ay-Doğdu, 127, 350.
Alp-Arslan (Seyfuddîn, Oğuz beğlerinden), Ay-Doğmuş (Köpek-oğullarıudan), 267, 269,
125, 126. 273.
Alp-Arslan (Sultan Tuğrul’un oğlu), 337. Ay-Han, 204.
Alp-Er Tunga, 130 lı 398. Ayıldur (Döğeı’ den), 244.
Alp-Kara, 76 h 308. Aynî, 167, 168, 203.
Alp-Rüsteza (Düzen-oğlu), 387, 389, 401, Ayn ud-Devle, 365.
422. Aytak, 116, 118, 119, 241.
Alp-Teğin, 57. Ay-Tegin (Herat hâkimi), 119.
Altun-Tah, 107. Ay-Tegin-i Süleymânî, 107.
486
Ayvaz, 186. Bayram Hoca, 246.
el-Aziz (Halel) hükümdarı), 134. Bay-Sungur (Sultan Yakub’ un oğlu), 151,
Aziz-i Esterâbâdî, 403. Bay-Sungur Mirza (Sultan Mahmud’un oğlu),
48hl94.
Baz Kağan, 6, 14.
B
Bedir Han, 291.
Baba-Hasan, 314. Bedir Sultan, 235.
Baba îshak, 157, 158, 159. Bednıddin Dizmarî, 131.
Bâbür, 4B h 194, 156, 314. Bedrüddin Doldurum s 134, 365.
Bağa Tarkan, 11, 12. Bedrüddin Mes’ud, 363.
Bahadır Hacı (Döğer’ den), 249, 253. Bedrülcemâlî, 133.
Bahri Kethüda (Avşar), 274, Beğ-Arslan, I3Ö, bk. Has Beğ.
Bahtiyar, 114. Beğceğiz, 145.
Bakrat (Gürcü kıralı), 379. Beğçe Beğ, 172.
Baldın-Kısa, 189. Beğ-Doğdu (hâcib), 79.
Bamsı Beyrek, 385, 390, 397, 400, 404, 410, Beğeç-Arslan Tegin, 8.
416, 417. Beğ Tegin, 74, 133.
Banı Çiçek, 417. Beğil (Bayındır Han’ın uc beği), 394, 396,
Barak Hâcib, 194*. 397, 412.
Barak Han, 194. Behram Şah, 124.
Barak Reis, 194. Bekir Beğ (Avşar’ dan), 285.
B ar çın Salur, 41. Bekir Beğ (Kızık’ dan), 296.
Bars-Bay (Sultan), 169, 224, 250, 251, 252, Bektaş Han, 291.
265, 268. Belâzurî, 35.
Bars-Bay ed-Dokmakî, 224. Belek, 136.
Basat (Uruz Koca-oğlu), 377, 378, 385, 388, Belhî, 34.
389, 390, 399, 405, 421, 422. Berçem Beğ, 129, 361.
Başı Açuk, 379, 384, 35 k 113.
Battal Beğ (Pehiivan—oğlu), 227. Bereket Halîfe, 308.
Bay-Bars (Sultan), 159, 160. Berk Ağa, 303.
Bay Biçen, 392, 404, 405. Berkuk (Sultan), 223, 246, 247.
Bay Büre, 385, 392. Bertraııdon de la Broguiere, 48hl94.
Baycu, 158. oğlu, 133.
Bâyezîd (Yıldırım), 166, 167. Beyhakî, 44hl70, 51, 70h286, 72, 73h296, 75,
II. Bâyezîd, 151, 152, 171, 180, 217, 232, 76, 77h312, 79h318, 80h321, 811x326,
256, 257, 307, 314, 318, 342, 350, 357, 82h327, 91h340, 104.
358, 367, Beyrek, bk. Bamsı Beyrek.
Bâyezîd (Kamınî’ m n oğlu), 183, 184, 415 Bilge Kağan, 4, 6, 7, 8, 11, 15, 17, 19, 20.
Bayındır Beğ, 215 h 57, 329. Bilge Tegin (hâcib), 67, 73.
Bayındır Han, 167, 215, 315, 318, 379lı7, Bilge Ton-Yukuk, 13, 14, 15, 17.
382, 384, 387, 394, 396, 397, 398, 400, el-Bîrûnî, 36, 39^ 51, 52.
4-04, 412, 413. Boğazca Fatma, 387.
Bayıtmış, 144. Boz-Aba, 260, 337, 338.
Bay-Koca Kethüda (Bayındır’ dan), 316. Bozca Beğ (Bayat’ dan), 224, 270.
Bayram (Düğerden’ ), 254. Bozca Beğ (Esen Beğ’ in oğlu), 257.
Bayram (Çepni’ den), 327. Boz-Geyüklü Dede, 299h7.
Bayram A li Sultan, 236. Boz-Kır Beğ, 180.
Bayram Han, 148. Böğü Han, 15.
487
Budak (Kara güne-oğlu), 386, 397, 399, 404, Cihan-Şah Kethüda, 275.
421. Cimri, 160.
Budak, (Safevî emirlerinden), 399, 421. Cingöz-Oğlu, 280.
Budak (Döğer’ den), 254. Clavijo, 146h431, 164, 165, 328, 329.
Buğacık Melik, 380, 421. Cuveynî, 40.
Buğaç Han, 389. Cuzcanî, 114.
Buğra Han, 30, 57, 75h305, 393.
Buka, 69, 71, 72, 73, 81, 82, 94, 95. ç
Bulak, 123.
Çabuk (Çubuk) Beğ, 108, 136.
Bulan (Alay’m oğlu), 241.
Çaça (Çin. kumandam), 15.
Buldacı, 107.
Çağrı Beğ, 44hl70, 58, 64, 67, 77h305, 78, 79,
Bilinip. Kağan, 10.
85, 86, 87, 89, 90, 91, 92, 93, 98, 99,
Burckhard,1 227, 228.
100, 123.
Burhaneddin, Kadı, 164, 206, 336, 340, 370,
Çaka Beğ, 324.
402, 403.
Çakır, 114.
Burla Hatun, 384, 385, 398, 403.
Çakmak (Memlûk sultanı), 252.
Busad (Pîrî Beğ-oğlu), 332.
Çarığ, 100.
Büğdüz Emen, 385, 387h32, 400, 401, 404,
Çavlı Candar, 130.
421.
Çavuldur Çaka, 324.
C Çekim, 223, 224, 249, 265, 269.
Çelebi Mehmed, 165, 167, 266, 415hl52.
Cadı-oğlu, 280. Çerkez (Bozok sancak beği), 274.
Cafer, 302. Çerkez Ağa (Ahmed Yıldırım), 282h78, 284h
Cafer (Bermek oğullarından), 100. 84, 285.
Can Beğ Sufî, 268, 272. Çerkez Beğ (Avşar’ dan), 281, 285.
Celâl (Bozoklu), 171. Çoban Beğ (Suldus), 145.
Celâl Ali Şah, 335. Çoban Sâlâr, 145.
Celâlüddevle (Büveyhî hükümdarı), 95.
Celâlüddin Çağrı Han (Kara-Hanlı hüküm D
darı), 29h80, 111.
Celâlüddin Harizmşah, 131^ 362, 364. Dadal-Oğlu, 143, 195, 197, 280, 284h84, 415h
Celâlüddin Tayyib Şah, 340. 153.
Celâlüddin b. Yunus, 361. Dana ( Üİ j ) , 81, 83, 84.
Cem Sultan, 169, 222. Dana Muhammed Beğ (Avşar’ dan), 290.
Cemâl Karşı, 112. Dana Murad Beğ (Receb-oğlu), 274.
Cemâlüddin Kafşut (Emîr), 131. Dânişmend Gâzî, 324.
Cemşîd (Celâlîlerden), 189. Dâvud (Melikşah’m oğlu), 416hl61.
Cemşîd Sultan. 290. Dâvud (Büyük), 114, 117,
Cend Han, 101. Dâvud Kethüda, 226.
Cengiz Han, 374, 376. Dâvud Paşa (Anadolu beğlerbeğisi), 209.
Cerid Bekir, 305. Dâvud Paşa (Bağdad’ da son Kölemen valisi),
Cevdet Çerde, 282h78. 233.
Cevdet Paşa, 198, 228, 280. Dede Kargın, 313.
Ceyhânî, 27, 32. Dede-Korkut, 44, 142, 168, 222, 373, 376,
Cieaklu Hatun, 382. 378h2, 380, 381, 382, 383, 398, 405hl04.
Cihangir Mirza, 251, 414hl52. Dedem-Oğlu (Şâir), 303.
Cihan-Şah, 147, 148, 150, 167, 225, 251, 266, Deli Dumrul, 381, 385, 387, 404.
272, 376. Deli Dündar, 390, 396, 397, 400, 406.
488
Deli Haşan (Celâli), 187, 188. Ebû-Kâlicâr, 84, 85.
Demir Gücü, 391. Ebû-Muzâhim (Sulu), 11.
Demir-Han (Gündüz-oğlu), 272. Ebû-Nasr-i Zevzenî, 74.
Demir-Taş, 145, 223, 224, 247, 267, 270, Ebû-Rîş oğlu (Arab emirlerinden), 299.
Deniz Kethüda, 330. Ebû-Said (Timurlu), 148.
Derviş Paşa, 198. Ebû-Said Bahadır Han, 144, 145, 163, 166.
Dib-Cenkşu, 241. Ebû-Sehl-i Hamdavî (amîd), 73, 81, 82.
Dib-Yavku, 241, 244, 315, 336, 342. Ebû-Yusuf Yâkub, 138.
Dimaşk Koca, 248, ^249, 253. Ebû’ l âlâ Ahval, 67.
Dinar, 114, 120, 121, 122, 124, 125. Ebû’ l-Asker, 72.
Direk Tekür, Arşm-oğlu, 386. Ebû’ l-Ferec, 47, 247.
Dirse Han, 385, 386, 412, 417. Ebû’l-Feth Beğ (Ak-Koyunlu), 287, 288.
Dizek, 65. Ebû’ l-Gadir, 245, 253.
Doğaıı Kethüda, 307. Ebû’l-Gazi, 35, 37, 41, 139, 142, 203, 210‘
Doğan-Oğlu (Beğ-Dili’ den), 307. 219, 238, 240, 242, 325, 326, 344, 382,
Dokuz İbrahim Beğ, 274, 285. 386, 404.
Domuz-Oğlan, 172. Ebû’ l-Hasan Tak, 65, 66.
Donrul (Tuğrul) Kethüda, 329. Ebû’ I-Heycâ el-Hezebânî, 83, 84.
Doymaduk, 382, 391. Ebû’I-Kasım (Mirza), 377.
Döğcr-Oğlu (Çepni), 330. Ebû’ tı-Nasr Ahmed (Hâce), 72, 86.
Dubeys b. Mezyed ul-Esedî (Hille hüküm Efdal-i Kirmanı, 125.
darı) 95. Eğrek (Uşun Koca-oğlu), 385, 401, 417.
Dubeys b. Sadaka, 128. Ekber Han (Hindistan hükümdarı), 235h48.
Dudu-oğlu, 134. Eksük, 136.
Duba, Koca, 385, 388. El-Beğli-Oğlu, 143.
Dukak, 61, 62, 386. Eliğ Koca, 385.
Dulat (Devlet) Hoca, 247, Elkas Mirza, 308.
Duran Beğ, 285. Elvend Beğ (Ak-Koyunlu), 152, 286.
Durmuş (Döğer’den), 254. Elvend Han (Kuh Gilûye vâlisi), 287, 288.
Durmuş Han, 308. Emen Beğ, 359.
Duyar Kethüda, 325. Emenlik Beğ, 269, 273.
Duymuş Kethüda, 275. Emet Beğ, 287.
Dülek Evren, 401. Emet Kethüda, 366.
Dündar (Döğer’ den), 254. Emir Beğ (Musullu), 225.
Dündar (Celâlî), 187. Emîr Çavlı, 337.
Dürkeş, 241. Emîr Çavuldur, 324.
Düzen, 401. Emîr Han (Avşar’ dan), 288.
Emiıze (Emiıza), 252, 253.
E Enkiş, 37, 382, 391, 398.
Er-Basgan, 107, 108, 129, 133.
Ebû-Bekr (Sa’ d’m oğlu), 338, 339. Erdem, 107.
Ebû-Bekr (Salgur’lu), 339. Er-Doğdu Han» 290, 291.
Ebû-Bekr (Türkmen), 369. Eretna (Emîr), 144, 164.
Ebû-Bekr h. Miran-Şah, 249. Eretna (Dodurga’ dan), 257,
Ebû-Bekr-i Tihrânî, 248, 250, 376. Erki (Döngür-oğlu), 315.
Ebû-Dulef, 44, 49. Er-Taş, 94, 93.
Ebû-îbrahim (Muntasır), 51, 63, 64, 65, 66. Ertuğrul Gâzi, 162, 168, 220, 221, 375.
Ebû-îshak-ı Hallaç (Şiraz’ lı), 393. Esen Beğ, 257.
489
Esen (îsen) Kutluğ, 144. Gız-Oğlu Mansur bk. Mansur.
Eslemez, 268, 269. Gök-Böru, 146.
Etrek, 43, 47, 54. Gökçe, 362.
Evliya Çelebi, 209, 210, 302, 316. Gökçe, Musa, 248, 249, 250, 251, 253.
Eylik Koca, 401. Gök-Han, 315, 319, 395.
Eymir, 345. Gök-Taş, 69, 71, 72, 73, 81, 82, 83, 84, 94,
Ezgene, 111x22. 95, 96.
Gördü Beğ (Gündüz-oğlu), 267, 269, 270,
F 271.
Gümüş-Tegin, 107.
Fahruddin Ali. 161.
Gündeşli-Oğlu, 143.
Fahruddin İbrahim (Yıva’ dan), 362.
Gündoğmuş (Döğer’ den), 254.
Falıruddin-i Râzî, 41hl48.
Giin-Doğmuş Sultan (Beğ-Dili emirlerinden),
Fahruddin Mübarek Şah, 206.
Fârâbı, 38. 309.
Gündüz, 271.
Fâris (Demir-Han-oğlu), 271.
Gündüz Kethüda (Kör Ali-oğlu), 274.
Fâris (Doğancı-oğlu), 223, 224.
Gündüz-oğlu, 224, 270.
Fenâ Hüsrev b. Mecdüddevle, 84.
Güzel, 267.
Ferec, Sultan, 223, 224, 248, 267.
Ferec (Türkmen, Savcı Beğ-oğlu), 252. H
Ferhad (Kuduz), 183, 184.
Hâbil (Mehmed Beğ-oğlu), 332.
Ferhad Han (Safevî kumandanı), 236, 288.
Hacı Ali, 303.
Ferruh-Şah, 125.
Feth Ali Han, 236. Hacı Beğ, 285,
490
Halil el-Zâhirî, 297. Humar-Tegin, 106.
Hamdullah-ı Kazvinî, 63, 203, 222, 363, Hüsameddin Halil, 363.
Hamed il-Abbas, 302. Hüsameddin Kılıç-Arslan, 132.
Hammer, 210. Hüseyin (Arnavud), 189.
Hamza (Kara Nebi-oğlu), 197. Hüseyin Ali Beğ, 235.
Hamza Beğ (Ak-Koyunlu), 149. Hüseyin Beğ (Ak-Koyunlu), 251.
Hamza Beğ (Kliç-Eri-oğlu), 370. Hüseyin Beğ (Doğu Türkmenleri'nin baş
Hamza Kethüda (Dodurga’dan), 257. buğu), 246.
Handan, bk. İsmail (Altun-Taş-oğlu). Hüseyin Beğ (Boz-Kır’ın oğlu), 183.
Hârun (Harizm-Şah), 74, 76, 77, Hüseyin Beğ (Köpek-oğlu), 263, 267, 268,
Harun (Resul), 138. 269.
Has Beğ, 261. Hüseyin Beğ (Sevindik Beğ’in oğlu), 290.
Haşan (Ceneklü), 250. Hüseyin Beğ (Turgut-oğlu), 183, 184.
Haşan (Malımud-oğlu), 169, 222. Hüseyin Beğ (Yıva’ dan), 367.
Haşan Ali Fakih, 322. Hüseyin Beğ, (Uyuz Beğ Yarsak), 341.
Hasaıı Beğ (EbûT-Gâdir’ in oğlu), 245, 253. Hüseyin Çelebi, 302.
Haşan Beğ (Döğer’ den), 252, 253. Hüseyin Han (Kaçar Ziyad-oğlu), 349.
Haşan Beğ (Pehlivanlı), 227, 280. Hüseyin Kethüda (Bayındır’ dan), 316.
Haşan Beğ-i Rumlu, 234, 285, 335, 379. Hüseyin Paşa (Haleb beğlerbeğisi), 187.
Haşan Beğ (Yüz Hatim Ağa-oğlu), 300. Hüseyin Paşa (Kadı-zâde), 301, 302hl7.
Haşan Beğ (AbduIİâtıf Beğ-oğlu), 282. Hüseyin Sultan (Ferah hâkimi), 291.
Haşan Beğ (Uzun), 148, 149, 150, 168, 225, Hüsrev Paşa (Veziriazam), 299, 310.
226, 266, 272, 286, 329, 376, 403, Hüsrev Sultan (Köroğlu), 291.
408.
Haşan Han, 288.
İ
Haşan Kethüda, 371. İbe Sultan, 230, 286.
Haşan Paşa (Karaman beğlerbeğisi), 197. îb n Battuta, 167.
Haşan Paşa (Sokulluzâde), 187. îb n Bibî, 168, 365.
Hatice (el-Kaim’ in karısı), 102. îb n Devâdârî, 378, 381.
Haydar (Kürd), 189. îb n Fadlan, 34, 37, 42, 43, 44, 47, 52, 531ı216;
Haydar Beğ (Pehlivanlı), 229. 54, 388, 392, 403, 405.
Haydar Beğ-Sultan (Şamlu), 309. îb n Hurdadbih, 30, 35.
Haydar Beğ (Zeynel Beğ-oğlu), 310. îb n îyas, 252, 410.
Haydar Paşa, 171. îb n Kesîr, 52.
Haydar Sultan (Harem eşik ağası başı), 309. îb n Sa’ id, 161, 218.
Hazna Hatun, 304. îb n Şeddâd, 159.
Hızır, 141. îbn Tağn-Birdi, 248, 2S1, 252, 271.
Hızır İlyas (Eymir’ den), 345. İbn ul-Esîr, 62h257, 70, 72, 75h305, 81h326,
Himmet Beğ (Çepni’ den), 332. 82h327, 85, 94, 115h369, İ2lh376,
Hindu Han, 242. 128, 263hl2, 364.
Hoca Muhammed (Hoca Sadeddin’in dede îb n ul-Ezrâk, 96.
si), 152. İbn ul-Kassab, 264.
Hocantı (Karaman-oğulları beğlerinden), 179. İbrahim (Osmanlı Sultanı), 295, 322, 330,
Horasan (Türkmen beğlerinden), 132. 371.
Hoş-Kadem, 169. İbrahim (Savcı Beğ oğullarından), 252.
Hulâgu, 149, 156, 159, 339, 363. İbrahim (Aydın Beğ-oğlu), 332.
Hu-Lu, 10. İbrahim (Yıldızlı), 187.
Humar-Taş, 71, 72, 73. İbrahim Beğ, 285.
491
İbrahim Beğ (Ak-Koyunlu), 414hl52. İsmail Beğ (Ebû Seyf-oğlu)- 301.
İbrahim Beğ (Hacı-İvaz-oğlu), 283h82. İsmail b. Ahmed (Samanlı hükümdarı), 27,
İbrahim Beğ (Karaman-oğlu), 215h57. 50, 56.
İbrahim Beğ (Ramazan-oğlu), 354. İsmail Hans 236, 289.
İbrahim Beğ (İshak-oğlu), 105. İsmail Kulu Beğ, 402.
İbrahim Gülşenî, 169, 420. \ jju J ^ IH , 368h35,
İbrahim Han (Safevî emirlerinden). 233. İspend (İsfahan), 250.
İbrahim Paşa (Veziriazam), 171, 415hl53. İsraii, 58, 59, 63, 64, 402.
İbrahim Ym al, 63, 77, 85, 86, 94, 95, 97, 98, Îstahrî, 33, 43hl58.
105, 106. İstemi, 10.
İdrisî, 42. İzzuddin (Lûr emîri), 362.
İğdir-Oğlu, 357. İzzuddin Haşan, 128.
İk (Eyik), 141.- I. İzzuddin Keykâvus, 134, 366.
İI-Aldı B eğ, 329, 334. II. İzzuddin Keykâvus, 356.
İI-Arslan (Harizm-Şah), 29h80, 111, 118,
119, 120, 241. K
İl-Basraış, 144. Kaçar, 156h436.
İI-Deniz, 130, 26i, 262, 263, 361. Kadir Beğ (Eymür’ den), 345.
İl-Gazi, 136. Kadir Han, 67.
îlgey Noyan (Celâyir), 160. Kafşut Beğ, 101.
İliğ-Han (Nasr b. Ali), 63, 64, 65, 66, el-Kaim bi-EmrÜlah, 47, 98, 193.
75h305. Kalender Çelebi, 172.
İI-Terış, 8, 14, 15. Kalender-Oğlu, 185.
İlyas-ı Döğer, 249. Kamgan, 397.
İmaduddin Zengî, 111, 128, 12.9, 134, 360. Kâmrûye (Sâve hâkimi), 84.
İmam Kulu Han, 368. Kanlı, 32.
İmam Kulu Sultan, 290, 291. Kanlu Mehmed, 322.
İnal, 169. Kansuh ul-Gavrî, 170, 210.
İnal el-Çekimî, 252. KantuTalı, 379h6, 387, 410, 412.
İnal el-Süslanî, 270. Kao Sien-Çi, 12.
İnal-Haıı, 336. Kapağan, 7, 11, 14, 15.
İnal-Soyram Yavku, 336. Kapan Beğ Sultan, 309,
İnal Yabgu (Kayı), 315. Kara Ahmed, 322,
İnanç, Emîr, 262. Kara Arslan Melik, 386.
İnanç Yabgu, 76h308. Kara Beğ, 225.
İsa, 72. Kara-Beli (Salur Beği), 127, 337.
İsa (Sarı Eymir-Oğlu), 347. Karaca (atabeğ), 337.
Isa Beğ (Kızıl Koca boy beğisi), 333, Karaca Beğ (Dulkadır-oğlu), 353,
İsfendiyar Han (Harizm hükümdarı), 242. Karaçar, 156h436.
İshak (Tuti Beğ’in babası), 113. Kara Çekür, 410.
İskender (Kara-Koyunlu), 250. Karaçuk Çoban, 391, 412.
İskender Beğ-i Türkmen, 234, 289, 292, 319. Kara Demir-Taş, 247.
İskender Han, 287. Kara-Gündüz, 274.
İslâm Beğ, 264. Kara Güne, 397, 399, 400, 404, 406, 421.
İsmail (Yâkutî’nin oğlu), 129. Kara-Göz Paşa, 171.
İsmail (Altun-Taş-oğlu), 77, 93. Kara-Yazıcı Abdulhalim, 186, 187, 188.
İsmail Beğ (Avşar’ dan), 281. ICara-Han, 2, 220, 375.
İsmail Beğ (Pehlivan-oğlu), 227. Kara-Hasan Beğ, 209.
492
Kara-Kuş, 138. Kessâl Beğ (el-îys-oğ/u), 301.
Kara-Mahmud Kethüda. 275. Kezençuk, 387.
Karaman, 160, 168. Kezlik Han, 242.
Karaman Beğ (At-Güden Beğ-oğlu), 298. Kıfçak (ArsIan-Taş-oğlu, emîr), 127, 128.
Karaman Beğ (Mangışlak’ taki Oğuz beğ Kılbaş, 390, 395, 402.
lerinden), 140, 325. K ılıç (Şumla ailesinden), 262, 264.
Kara Mehmed 245, 246. Kılıç-Arslan (Ali Han’ ın oğlu), 57, bk. Şah-
K ara - N ebi -oğl u , 279. Melik.
Kara-Receb, 285. I. Kıhç-Arslaıı, 129.
Kara-Said, 1Ö9. II. Kılıç-Arslan, 134, 137.
Kara-Sunguı*, 130. Kılıç Arslan (IV, Ruknuddin), 367.
Kara Tekür, 386. KılıÇ'Arslan Beğ (Ak-Koyunlu), 167.
Kara Tüken. Melik, 386, 421. Kılıç-Arslan (Kara-Koyunlu), 167.
Kara-Yusuf (Kara-Koyunlu), 147, 167, 224. Kılıç Beğ-Han-(Esterâbâd vâlisi), 349-
247, 249, 250, 265. Kılık Beğ ( j i l ) 140, 325.
Kara-Yülîik Osman Beğ, 148, 164, 167, 223, Kımac, 114, 115.
224, 248, 249, 250, 251, 265, 269. Kzpçak Melik (Demir yayh), 386, 421.
Karesi Beğ, 162. Kırgıl Yahya-oğlu, 301.
Karkm, 254. Kırım Kethüda, 371.
Karmış Bay, 41. Kırk Kmuk, 410.
Karsandı-oğlu, 197. Kırvâş (Ukayl-oğlu), 95.
Kasım (Çoban-oğlu), 196. Kızık (Mehmed-oğlu), 296.
Kasım Beğ (Pürnek’ den), 286. Kızıl, 69, 71, 72, 73, 81, 82, 83, 84,85, 94.
Kasım Sultan (Han), 289. KızıKArslan, 128, 131.
Kaşğa, 141. K ızıl Ahmed Beğ (İsfendiyar-oğlu), 329.
Kaşğa-Çura, 240. Kızlı, 133.
Katı ( U J veya Kutlu, 252. Kıyan Gücü, 391.
Kâtib Çelebi, 227. Kıyan Selçuk, 385, 388, 399, 405, 422.
Katran (şâir), 83. K oca, 385.
Kavşut (Kaymaz’m oğlu), 263. Kodalak Beğ ( Jj 229,
Kavurd Beğ, 92, 98, 102, 106, 108, 123, 406. Kozîgurtay, 161.
Kaya (Döğer’den), 254. Konuş (Tonuş), 76.
Kaya Beğ (Kaçar’ dan), 348. Korkmaz (Haleb vâlisi), 263.
Kaymaz (hâlifenin emîri), 261. Korkmaz Kethüda, 253.
Kayser Beğ, 123. Korkut (Fâtih’in torunu), 168, 376, 420.
Kazan Beğ, 140. Korkut Ata, 376, 380, 381, 382, 383, 387.
Kazan Beğ (Salur), 37, 142, 325, 336, 342, bk. Dede Korkut.
373, 382, 383, 384, 385, 387, 388, 389, Korkut Beğ (Boz-Ok’ lu), 113, 114, 120.
390, 395, 396, 397, 398, 399, 400, 401, 122,124,216.
402, 403, 404, 406, 411, 412, 414, Korkut Beğ, 216.
416hl57, 417, 421. Kovdan, 261.
Kazılık Koca, 385, 393, 399. Kozan-oğlu, 196.
Kelb-i Ali Sultan, 289, 291, 348. K oni Tiriğ, 4.
Kemal Paşa-zâde, 253. Köpek, 266, 269,
Ken’ an Beğ (Boz-Koyunlu), 303. Köpek-oğlu, 270.
Ken’an Beğ (el-îys-oğiu), 301. Kör-Oğlu, 142. 185, 186, 280, 373, 374.
Kenger-oğlu, 13h25, 134. K um Sengün, 6hl2, 14.
Kerim (Kürdülü), 305. Kul Sa’ dun, 305.
493
Kurt Beğ (Boz-Koyunlu), 303. Mansur (Gız-oğlu), 81, 83, 95, 96.
Kutalmzş, 68, 97, 99, 100, 107, 135. Mansur (Kutalmış’m oğlu), 101, 193.
Kutbuddin Melik-Şah, 137. Mansur Beğ (Avşar), 149. 266, 286, 287.
Kutbuddin Mevdûd, 129. Mao-Tun (Mete), 2, 3.
Kutluğ Beğ, 140 h 411. Marco Polo, 179, 408.
Kutluğ Han (Salgur’ lu), 339. Mayaçık, 361.
Kutlu ğ-înanç, 131. el-Mehdî (Abbasî halifesi), 24.
Kuzucu Beğ, 359. Mehdî Hacı, 145.
Küç-Doğan (Güç-Doğau), 260, 264-. Mehdi Kulu Han (Avşar’ dan), 288, 291.
Kül Bilge Han, 19, 20. Mehmed (Kadı Burhaneddin’in beşinci dede
ICül-Sarığ, 107. si), 164.
Kül-Tegin, 4, 8, 10, 15, 16, 17, 24. Mehmed (Bayezid-oğlu), 196.
Külüğ Çur (Bayna Sanguıı-oğlu), 4. Mehmed, Fâtih Sultan, 165, 168, 190, 350,
Kündürî, 99. 376, 414, 420.
Kür-Yavı, 132. Mehmed, Çelebi Sultan, 165, 167, 196, 266,
Küş-Toğdı (Şehrizor vâlisi), 128. 415İ1İ52.
Mehmed Beğ (Karaman-oğiu), 160, 161, 162,
L
403.
Lutf Ali Beğ, 310. Mehmed Beğ (Beğdili’ deıı Şah tsmail-oğlü),
301.
M
Mehmed (Teke’li), 187.
Mahdum Kulu, 140, 141, 143. Mehmed Paşa (Kalender-oğlu), 188, 189.
I. Mahmud, 155. Mehmed (Sırkıııtı-oğlu), 197.
Mahmud Beğ (Pehlivanlı), 229. Mehmed Beğ (Yıva’ dan), 367.
Mahmud, Emîr (Döğer’ den), 252. Mehmed Beğ (Aydm-oğlu), 162.
Mahmud (Tapar’m oğlu), 132. Mehmed Çavuş (Nesli-Oğlu), 186.
Mahmud (Kaşgarlı), 8, 27, 28, 29, 30, 32, 34, Mehmed (Kut-Beği-oğlu), 268, 270, 272.
38, 39, 40, 41, 49, 52, 57, 58, 61, 201, Mehmed Beğ (Gundüz-oğullarından), 271.
202, 204, 206, 208, 210, 211, 238, Mehmed Beğ (Denizli uc beği), 409.
259, 320, 360, 392, 393, 394, 402, Mehmed (Köpek-oğlu), 267, 269.
407. Mehmed Paşa (Rakka beğlerbeğisi), 307.
Mahmud (Oğuz boy-beğlerinden), 114. Mehmed Paşa, Rum, 341.
Mahmud (Berçem’in oğlu), 362. Mehmed (Beğ-Dili’den Pir Budak-oğlu), 301,
Mahmud (Mirdas-oğlu), 101. Mehmed Beğ (Haşan Beğ-oğlu), 227.
Mahmut Beğ (Boz-Koyunlu’ dan), 298. Mehmed (Beğ-Dili’den), 307.
Mahmud, Sultan (Sancar’m yeğeni), 116, Mehmed Kethüda, 275,
117, 118, 119, 121, 128, 241, 337. Mehmed Beğ (Avşar’dan), 285.
Mahmud, Sultan (Gazneli), 57, 65, 66, 67, Mehmet Beğ (şâir), 306.
68, 69, 70, 71, 75, 81h326, 402. Mehmed Beğ (Dulkadırlı), 267.
Mahmud Sultan (Baba îlyas-oğlu), 236. Mehmed Saru, 146, 147.
Mahmud Han (Avşar’ dan), 290. Mehmed Âşık (Osmanlı coğrafyacısı), 331.
Mahmud Kethüda, 253. Mehmed Neşrî (müverrih), 52, 203.
Mah-Bûy, 65. Melike Hatun, 35,
Makaraç Tamğaçı, 24. Melik uI-Âdil, 223.
Makrizî, 267. Melik ul'Eşref, (Eyyublu) 134.
Maksud Beğ (Çepni), 335. Melik Eşref (Çobanlı), 145.
Mamak (Demir Donlu), 385, 389, 422. Melik ul-Eşref (Memlûk sultanı), 245, 246.
Mamış Beğ, 41. Melik Mes’ ud (Eyyûbî hükümdarı), 138.
494
Melik-Şah, 102, 104, 108, 109, İ27h386, Muhammed Beğ (Çepni), 335.
133, 136, 261, 262. Muhammed (Dimlaç-oğlu), 133.
Melik-Şah {Irak Selçuklu hükümdarı), 130, Muhammed (Harizm-Şah), 242.
261, 338. Muhammed Sultan (Kara-Bayat beği), 236.
el-Melikür-Rahim (Büveyhî hükümdarı,) 96. Muhammed Bakır Han, 237.
Mendek ( ) 125. Muhammed (Avşar beği), 261.
Mengü-Bars, 337, 360. Muhammedi Mirza, 286, 287.
Mengücük, 324. Muhammed-i Nesevî, 364.
Mengü-Temür, 339. Muhammed Hüseyin Sultan, (Eymür beği),
Meninî, 65. 348hl3.
Menli-Tegin, 124.
Muhammed Yâr, 349.
Mervezî, 28.
Muhammed b. Mustafa b. Zekeriyya es-Sal-
Mes’ud (Kıfcak-oğlu), 129.
ğurî (Divriğili), 340.
Mes’ud (Irak Selçuklu hükümdarı), 104, 128,
Muhammed b. Ahmed, 233.
129, 130, 131, 337.
Muhammed Ali Han, 236.
Mes’ud (Gazneli), 71, 72, 73, 74, 79, 80, 81,
Muhammed Zaman Han, 310.
82, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 93,
Muhammed Beğ (Şamlu emirlerinden), 309.
99, 117.
Muhammed (Safevî hükümdarı), 291, 308,
Mes’udî, 37, 38, 54, 55.
402.
Mevdud (Gazneli Mes’ud’un oğlu), 93.
Muhammed Selim-Şah, 235h48.
Mevdud (Salgurlu), 125K386, 337, 33B.
Muhammed Kulu, 148.
Meymuıı (Celâli), 189.
Muhammed Zaman Sultan-ı Bayındjriyye-j
Mısır Hoca (Kara-Koyunlu), 375h27.
Türkman, 319.
Mısır (Döğer’ den), 250, 253.
Mikâil, 64, 67. Muhsin b. Tak, 66.
Mikdad Beğ (Avşar), 285. Muinuddin Pervane, 160.
Minnet Beğ, 165. Mukaddesi, 28, 29, 38, 56.
Minnet, Küçük, (Avşar), 274. II. Murad, 167, 168, 206, 210, 220, 350, 376,
Mintaş, 247, 248. 4l5hl52, 420.
Mirza Beğ (Ali Beğ-oğlu), 227. III. Murad, 172, 177, 226, 300, 347.
Mong-li, 22. IV. Murad, 310.
Moyunçur, 10, 20, 21, 27, 31. Murad Beğ-i Bayındıriyye-i Türkman, 319.
Muammer Beğ (Deli Seyf-oğlu), 274. Murad Beğ (Kara Gündüz-oğlu), 274.
Muhammed (Hz.), 169, 375, 400. Murad Beğ (Avşar), 285.
Muhammed (Sultan Tuğrul’ un oğlu), 338. Murad Beğ (Yularcı başı), 288.
Muhammed (Gazneli Mahmud’un oğlu), 71. Murad Han Sultan (Çepni), 335.
Muhammed (Dinar’ın bahası), 124. Murad (Kâfir), 187.
Muhammed Şah (Salgur’lu), 339. Murad Paşa (Kuyucu), 189.
Muhammed Şah (Behram Şairin oğlu), 124. Murad Sultan, (Ak-Koyunlu), 151, 287.
Muhammed Tapar, 116, 129, 132, 261, 262, Murtaza Kethüda (Boz-Koyunlu), 301.
337. Musa Beğ (Eberlu), 290.
Muhammed Zâfir, 124. Musa Beğ (Kara şeyhlu Kızıl İdris-oğlu),
Muhammed (Irak Selçuklu hükümdarı), 130. 301.
Muhammed bk. Tuğrul. Musa Beğ (Pehlivan-oğlu), 227.
Muhammed Şah (Kirman hükiioıdan), 124. Musa (Söklen boy beği), 172.
Muhammed (Oğuz beğlerinden), 114. Musa (îlhanlı şehzadelerinden), 145.
Muhammed Arslan Han (Kara-Hanlı hü Musa Kethüda, 301.
kümdarı), 113, 116. Musa Paşa (İsfendiyar oğlu), 379k4.
495
Musa Yabgu, 44hl70, 64, 76. 78. 79, 85, 89, Oğuz-Han, 2, 3, 4, 148, 168, 169, 204, 208,
93. 220, 222, 315, 320, 374, 375, 376, 377,
Muslî Çavuş (Celâlî), 189. 420, 421.
Mustafa, (Ulaşlı-oğlu), 305. Oğuz-Han (Fâtih’ in torunu), 169, 376, 420.
Mustafa Beğ (Çeıkes-oğlu), 274, 283h81. Okçı (Ense Koca-oğlu), 390.
Mustafa Beğ (Mürsel-oğlu), 228. Orhan Beğ, 162, 168, 316, 409İ1İ20, 418.
Mustafa Han, 310. Osman Beğ, 162, 220, 375, 376, 418.
Mustafa Beğ (Avşar’ dan), 285. Osman b. Affan (Halîfe), 380.
Mustafa (Kara Ahmed-oğlu), 322. Osman Paşa (Yeğen), 209.
Muslafa (Kürd Kizir-oğlu), 186, 187. Otman Baba, 167, 420.
Mustafa Kethüda' (Peçenek’ ten), 321. Ozmış Kağan, 18, 19, 20.
Muzaffer ud-din Gök-Börü, 133.
Muzaffer ud-din Tuğrul, 338. Ö
Muzaffer ud-diıı-i Salğıır, 340. ödek Han ( iLijl 118.
Muzaffer ud-din Sii-Sıyan, 264.
Ögedey, 339.
Mücahiduddin (Kobnân vâlisi), 125.
öğrünç, 144.
el-Miisterşîd (Halîfe), 104, 128.
Ömer (Melik-Şah’ın emirlerinden), 109.
Ömer Beğ (Avşar’ dan), 285.
N Ömer Beğ (Çerkez-oğlu), 274.
Ömer Beğ (Gündüz-oğlu), 224, 270, 272.
Nâdir-Şah, 155, 206, 236, 290, 292, 293.
Ömer (Hısn Keyfa Eyyublulanndan), 245.
Nakdî Beğ (Beğ-Dili’ den), 310.
Ömer Beğ (Ramazan-oğlu), 271.
Nâsır Beğ (Kör), 300.
Ömer Han (Yazır’ dan Hindu Han’ın kar
Nâsır Hüseyin Beğ (Bayatlardan), 225.
deşi), 242.
Nâsır-i Husrev, 59.
Öz-Aba ^ 121.
Nasr b. îliğ, 66.
Özbek (Atabeğ), 362.
en-Nâsir li-Dinillâh, 260, 362.
Özer-oğlu, 270, 272.
Nasr ud-devle Ahmed (Meıvaıı-oğlu), 95.
Öz Yiğen Alp Turan, 3, 4.
Nasuh (Çepni’ den), 332.
Nasuh Paşa, 189.
P
Nevruz (Emîr), 223, 224, 267, 270, 272.
Niebuhr, 227, 314, 346. Paşa Beğ (Yıva’ dan), 367.
Nizâmü’ l-Mülk, 100, 104, 108, 109. Pegolotti, 256.
Nuayr b. Hayyâr. 248. Pehlivan (Alp-Arslan’ın emîrî), 107.
Nuh (Hz.), 376. Pehlivan (Pehlivanlı obası reisi), 226.
Nuh b. Esed, 50. Pehlivan (Atabeğ), 263, 338, 361.
Nuh b. Mansur, 63. Petro (Rus çarı), 140.
Nuh b. Nasr, 56. Pir Ahmed Kethüda, 325.
Nur Ali Beğ, 249. Pir Ali (Yıva’ dan), 367.
Nur-Bânu, 177, Pir Haşan, 246.
Nureddin (Resul-oğullarından), 138. Pir Hüseyin-i Karluk ( ^ 146.
Nureddin Gökçe, 362. Pir Kulu Han, 236.
Nureddin Mahmud, 104, 110, 128, 134, 138, Pir Ömer, 249, 268.
365. Pirî (Emir-i ahûr), 74,
Nur ud-Dehr, 309. Pîrî Beğ (Döğer’ den), 255.
Pîrî Beğ (Ak-Koyunhı Muhammedi Mirza’ nın
O
emirlerinden), 286.
Oğuz Bilge Tamğaçı, 24. Pîrî (Yapa’ dan), 351.
496
P ’ukutsran (Uygur Kağanı), 22. Saru Beğ (Şamlu emirlerinden), 309, 310.
Pulat Cinsang, 144. Saru-Han, 162.
Sanım Beğ, 265.
R
Satılmış (Döğer’ den), 254.
R âdif (Çepni’ den), 330. Satılmış (Dimleklu), 301.
Ragıp Paşa, 254. Savcı (Bayındır’ dan), 316.
Rahman Kulu Sultan, 242. Sav-Tegin, 106.
Ramazan Beğ (Yüregir beği), 353, 354. Seğrek, 385, 405, 417.
Râvendî, 131, 168, 361. Selâhuddin-i Eyyubî, 128, 133, 136, 138, 365.
Receb (Avşar’ dan), 274, 283h80, 285. Selcen Hatun, 413.
Resul-Tegin (Arslan Yabgu’nun oğlu), 67, 99. Selçuk (Selçuklular’m atası), 58, 59, 61, 62,
Reşidüddin, 36, 53h216, 168, 204, 205, 206, 63, 66, 67, 78, 93, 101, 386.
207, 208, 210, 211, 216, 238, 241, 244, Selçuk Hâtûn, 167.
259, 260, 293, 297, 320, 321, 336, 360, Selçuk-Şah (Uzun. Haşan Beğ’in zevcesi),
363, 369, 378, 387, 402. 167.
Romanos Diogenes, 101. Selçuk-Şah (Salğur’ lu), 337, 339.
Russel, P., 227.
Selim, Yavuz Sultan, 153, 170, 171, 179, 218,
Rüstem (Tarhan-oğlu), 225, 272.
259, 323, 331, 333, 343, 350, 366, 376,
Rüstem (Türkmen beği), 137.
416.
Rüstem Beğ (Ak-Koyunlu), 151, 230.
II. Selim, 172, 183, 184, 226, 230, 257, 275,
Rüstem Han (Kûh-Gilûye vâlisi), 287.
277, 307, 316, 325, 341, 347, 366,
Rüstem Kethüda (Bayındır’ dan), 317.
371.
S Selmeneci ^ 114, 117.
Sabûr Han, bk. Ömer Han. Sen Timur (Esen), 226.
Sa’ d (Salğur’ lu), 338, 339. Sevinç, (Şems ud-din), 146, 208.
Sadeddin, Hoca, 152. Sevinç Aka, 144.
Sâdikî (Avşar), 233. Sevindik Beğ (Avşar’ dan), 290.
Sadî (şâir), 338, 339. Sevindik Beğ (Bayat’ dan), 225.
Safi Kulu Beğ (Saru Beğin oğlu), 310. Seyf Beğ (Bayat’ dan), 234.
Safiyuddin-i Eıdebilî, 149. Seyfeddin (aksak), 183, 184.
Sâid (Kadı), 86. Seyf Han Beğ (Beğ-Dili’ den), 300, 301.
Said Paşa (sadrazam), 198. Seyyidî Ahmed, 249.
Sakalsız-oğlu, 224. Seyyidî Gâzi (Peçenek’ ten), 322.
Salğur-Şah, 340. Seyyidî Vakkas (Pecenek’ ten), 322.
Sâlim, Beğ (Döğer’ den), 245, 246, 247, 248, Seyfuddin Muhammed (Gur hükümdarı), 119.
251, 252, 253. Sinan Paşa (Cağala zâde), 189.
Saltuk Beğ, 324. So-ko, 11.
Salur Beğ, 215, 340. Sodun Noyan, (Suldus), 158.
Sâmağar Noyan (Kuin Tatar), 165. Sofi Sunu Sandal Melik, 385 401.
Sami (Çepni’den), 330. Soyban Barak, 302.
Samsam, 123. Sökmen, 136.
Sancar (Sultan), 41, 100, 102, 105, 110, 113, Sudun el-Esendemirî, Atabek, 224.
114, 115, 116, 117, 118, 119, 124, 131, Sudun mîn Abdurrahman, 270.
175, 202, 204, 241, 337. Sudun ul-Celeb, 249.
Sancar (Oğuz beğlerinden), 114. Suhrab b. Bedr. b. Muhelhil, 127.
Sancar-Şah (Toğan Şah’ in oğlu), 124. Sultan Kulu (Behmenî), 148.
Saru Arslan, 399. Sultan-Şah, 120, 121, 124, 137.
497
Su-lu. 11, 15, 24. Şah İsmail, 151, 152, 153, 154, 155, 171, 182,
Sunduk, 133. 230, 235, 287, 289, 308.
Sungur (Hemedanlı), 261, II. Şah İsmail, 186, 231, 291.
Sungur (Kirman melikinin elçisi), 123. Şah İsmail (düzmece). 186, 287.
Sungur (Sancar’ ın emirlerinden), 119. Şah Kulu (Hasan-hâlîfe-oğlu), 170.
Sungur (Salgurlu Mevdud’un oğlu), 260, 338. Şah-Kulu (Çepni korucularının başı), 335.
Sungur-AIp, 132. Şah-Kulu (Halil Han’ın oğlu), 287.
Sungur ul-Beyâtî, 132, 232. Şah Kulu Sultan (Avşat’ dan), 290.
Sunkur, 222, Şah Kulu Sultan (Bayat Uğurlu Beğ’ in kar
Sunkurca, 107. deşi), 234.
Sûrî, 74» 78. Şah Mehmed, 250.
( d L U 226. Şah-Melik, 66, 67, 76, 77, 93, 94, 139, 241,
Sü-başı Tegin, 64, 66. 325, 343, 359.
Süleyman (Kutalmış’m oğlu), 99, 102, 129. Şah-Ruh, 250.
Süleyman (arabacı), 187. Şah-Ruh Sultan (Avşar’ dan Muhammedi
Süleyman Beğ (Bayat’ tan), 234. Mirza), 287.
Süleyman Beğ (Karaman hükümdarı), 403. Şah-Ruh Sultan (Avşar’ dan), 310.
Süleyman Beğ (Osmanîılat’ dan), 416. Şah Safi, 235, 290, 310.
Süleyman Beğ (Çepni’ den), 332. Şah-Suvar Beğ (Dulkadır-oğlu), 226, 268.
Süleyman Beğ (Çapan-oğlu), 229. Şah-Şüca, 340.
Süleyman Çelebi (Çepni’den), 335. Sah Veli (Yapa’ dan), 350.
Süleyman (Dağlar Delisi), 189. Şeh-Verdi (Luristan hâkimi), 235.
Süleyman Han (İlhanlı), 164. Şah-Verdi Han (Avşar’ dan), 288.
Süleyman (Hacı Emîr’ Ii), 165, 328. Şah-Verdi Sultan (Kaçar Ziyad-oğlu), 335.
Süleyman Halîfe (Çepni tarikat adamı), 332. Şefaat Beğ (Boz-Koyunlu), 300.
Süleyman (Hz.), 362 h 15. Şemseddin Mehmed Beğ, 159.
Süleyman, Kanunî Sultan, 168, 171, 173, Şemsuddin Muhammed b. İbrahim, 143.
183, 218, 226, 228, 233, 234, 253, 254, Şenka-Oğlu (Şumla’ m n yeğeni), 262, 263,
257, 273, 295, 296, 297, 321','324, 335, 264,
348, 356, 358, 366, 371, 379, 414M52, Şeref Han, 209.
415hl53. Şeref ud-Din Ebû Bekir, 362.
Süleyman Kethüda (Peçenek’ ten), 321. Şeref ud-D2n Emîrân, 264.
Süleyman Kethüda (Hacı)» 347. Şeref ud-Din-i Yezdî, 266.
Süleyman-Şah (Muhammed Tapar’m oğlu), Şeyh (el Melik ul-Müeyyed, Memlûk sultam),
116. 223, 224, 267, 268, 270, 271, 272.
Süleyman Şah (Şihab ud-dîn), 363, 364. Şeyh Cafer 149.
Sülü (Köpekli Avşarı’ ndan), 269. Şeyh Cüueyd, 149, 150.
Şeyh Efendi, 302.
Şeyh Haşan, Celâyir (Büyük), 155..
ş Şeyh Haşan (Küçük), 145, 164.
Şaban (Oğuz beğlerinden), 138. Şeyh Hasan-i Karlığ ( ^jJ jU 146.
Şah-Abbas, 154, 236, 242, 255, 288, 289, 290, Şeyh Haşan ul-Tatarî, 169.
308, 309, 319, 335, 344, 349, 399. Şeyh Haydar, 150, 171, 308.
Şah Ali Sultan (Çepni’ den), 335. Şeyh Ömer Ruşenî, 169.
Şah Beğ (Emîr), 234. Şihab ud-din Ahmed (veled-i Umur),
Şahin Beğ (Firuz Beğ-oğlu), 298, 300, 301, 246.
303, 305. Şikârı, 168, 210.
Şahin Kethüda (Dodurga’ dan), 257. Şir Hüseyin Beğ, 348,
498
Şîr-Kuh (Emîr), 138, 365. Tiken Bile Er-Bıçgen Kayı Yabgu, 315.
Şîr Şemseddin (Gaflet Koca-oğlu), 387, 397, Tikle ( S' j «siSC" J Zengı’nin oğlu), 123,
400, 401, 413. 338.
Şirvan-Şah, 150. Timur, 35h ll3, 139, 164, 166, 178, 225, 246,
Şöklii, 133, 386h 30. 247, 248, , 266.
Şöklü Melik (Kâfir beği), 382, 386, 391, 402, Toğan-Arsîan, 127.
406, 414, 421. Toğan-Şah, 120, 121, 124.
Şuınla (Aydoğdu), 130. 261, 262, 263, 264. Tokmak, 248.
286. Toktamış, 34hll3, 399.
ŞükruIIah, 376. Toku (Celâyir), 160.
Tonra Sem, 6, 13.
T
Tou-çe. 10.
Taberî, 24. Toymaduk, 37, 38.
Tac ud-din, 328. Tudaun (Moğol kumandanı), 160.
Tağn-Birdî (Memlûk emirî), 268. Tuğrul (Sakalsız-oğlu), 271.
Tâhir (Rey şehri kethüdası), 73. Tuğrul (Irak Selçuklu devletinin son hüküm
Tâhir (Abdullah b. Tâhiı’ in oğlu), 35. darı), 103, 128, 131, 338, 361, 364.
I. Tahmasb, 2151ı57, 234, 288, 290, 291, 308, Tuğrul Beğ, 44hl70, 47, 49, 64, 67, 68,
334, 335, 348, 379h4, 415hl52. 75h305, 78, 79, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 92,
Takiyud-din Ömer, 138. 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100,
Tamgaç İbrahim Han, 111. 105, 106, 107, 108, 205, 393, 409.
Tann Kağan, 17, 19- Tukak, 61h257.
Tanrı-Verdi (Döğer’den), 254. Tuman, 315, 402.
Tann-Yermiş (Türkmen), 251, 252. Tuman-Bay, 376.
Tardu, 10. Tunga Tigin, 16, 130h398.
Tarhan, 59h252. Turak Beğ, 269.
Taş, 82. Tur A li (Sakalsız-oğlu), 252.
Taş-Beğ, 244. Tur Ali Beğ (Ak-Koyunlu), 402hl40.
Taş-Demir (şâir), 302. Tûran-Şah, 123, 124, 138.
Taş-ı Ferraş, 72, 73, 81. Turumtaz, 144.
Tatar (Memlûk sultanı), 225, 271. Tutî Beğ (îshak-oğlu). 113, 117, 120, 122,
Tay Bilge Tutuk, 20. 133.
Taynal Noyan, 112. Tutuş, 108, 133.
Tekiş (Harizm-Şah), 4lhl48, 103, 121, 122, Tülü Hoca, 315.
124h382, 126, 361,
Temür-Bay (Memlûk kumandanı), 354, 370. U
Temür-Boğa, 169.
Temür Boğa el-Meştûb, 269, 271. Uc-Kara Bahadır, 207.
Teoman, 2. U-çe-le, 11.
Tepe (Depe)-Göz, 377, 378, 388, 389, 399, Uğurlu Beğ (Boz-Koyunlu), 300.
401, 405, 417hl66, 4-22. Uğurlu Mehmed Beğ (Bayat’dan), 225, 235.
Tepe-Göz et-Tuğrılî (Memlûk emirlerinden), Uğurlu Sultan (Çepni’ den), 335.
389h 37. Ulaş (Dib Yavku’nun beğlerinden), 336, 341.
Tepesi-Tüylü, 187. Ulaş (Salur Kazan’m babası), 336, 398.
Terken Hatun (Harizm-Şah Tekiş’ in kansı), Ulat (Ulaşsın oğlu), 336.
242. Ulcaytu, 144, 145, 166.
Terken Hatun (Salğur’Iu), 339. Ulu-Han Ata Bitikçi, 377.
Ters Uzamış, 401. Uşak (Beğ-Dili’ den), 308.
499
Urus Koca (Toktamış’ın emîri), 396. Yazıcı-oğlu, 160, 168, 203, 208, 210, 220,
Uruz, 377, 397. 238, 264, 293, 347, 375, 376.
Uruz Koca, 377, 389, 390, 395, 396, 397, 398, Yedi Beğ (Döğer1den), 301.
399, 400, 401, 404, 408, 411, 422. Yeğen Sultan, 291.
Uşun Koca, 385, 386h31, 389. Yel-Buğa en-ATâsirî, 246, 247, 264.
el-Utbî, 66. Yeş-Beğ, 225, 268.
Yıldız Han, 204.
V Yılpagut, 6, 16.
Vahsudan, 83, 84. Yınal (tbn FadJan’m gördüğü Oğuz beği),
Yâmbery, A., 5, 140h413, 144, 318, 344. 50.
Yassaf, 127h386, 260. Ymal-Tegin, 73.
Yeli (Çavundurdan), 325. Yigenek, 379h7, 385, 396, 397, 400, 404,
Yeli Halîfe (Mustafa-oğlu), 172. 410.
Veli Han (Kirman hâkimi), 291.
Yi-Han, 17.
Veli Kethüda (Dodurga’ dan), 257, 298.
Yular-Kııdı (Celâlî), 187.
Verze (Gürcü), 379h5.
Yunus Emre, 418.
Veys Beğ (Yapa’ dan), 350.
Yunus Han, 361.
Y Yusuf (Seyf-oğlu), 189.
Yusuf (İbrahim Ym al’ın babası), 63,
Yabgu Han (Karluk başbuğu), 111.
Yusuf (Musa’ nın oğlu), 76,
Yağı Sıyan, 107.
Yusuf b. Hârun, 67.
Oğıız boy Teşkilâtı, 31.
Yusuf ICulu Sultan, 291.
Yağmur, 69, 71, 72, 73, 82.
Yusuf Paşa, 301, 302.
Yağmur (Döğer’den), 248, 249, 250, 253, 254.
Yusuf Paşa, 189.
Yağmıır-Han (Ödek Han’ ın oğlu), 118, 238.
Yahmur (Umur j j j £ 246. z
Yakub b. Arslan, 127h386, 128, 260, 286,
337, 338. Zâhir-i Nişâburî, 68, 69, 324, 402.
Yakub (Kıfcak-oğlu), 128. Zengî (Ak-Sungur-oğlu), 365.
Yakub Beğ (Ak-Koyunlu), 150, 151, 329, Zengî (Salğur’Iu Sungur’un kardeşi), 338.
414hl52. Zengî Candar, 130, 261, 262.
Yakub Halîfe (Çepni’ den), 332. Zeynel Beğ-Ifan-(Beğ-Dili’den), 309, 310,
Yakub Sultan (Kirman vâlisi), 291- Zeynuddin Ali-i Küçük, 133.
Yakutî, 98, 106, 129. Zîrek Belcek ( 126.
Yalgu (?) Beğ, 244. Ziyad b. Salih, 11.
Yattacuk (Yalancı-oğlu), 417. Ziyâ ud-din (Kıfcak-oğlu), 128.
Yapa (Yapa oymağına ad veren), 350. Ziya ul-Mülk (Boz-Doğan-oğlu), 246.
Yar Ali (Döğer emıri), 252. Zührab (Ruha beği), 307.
Yar Ali Sultan (Bayat’ dan), 235. Zülfikâr Sultan (Bayat’ dan), 234.
Yanık Beğ (Yıva’ dan), 129, 134, 365. Zünnûıı, 172.
500
II - EL' (KAVİM) OYMAK, BOY, DEVLET VE
HÂNEDAN ADLARI
501
Ankara Türkmenleri, 320. Barak (Cerid’den), 178.
Ankara Yürükleri, 190, 217, 351, 371. Barak (1ar), 193, 194, 195, 305, 306, 316, 317.
Annâz-Oğullan, 127, 336. Baranlu, 147.
Arab (oymak), 365. Barza (ojjlj)* 181.
Arab (lar), 1 1 ,47İ1İ92, 65, 91, 95, 98, 104, B asınıl (1ar), 7hl8, 8, 17, 18, 21.
110, 133, 138, 169, 183, 190, 194, 202, Başım-Kızdılu Çepni, 329, 330.
233, 248, 252, 253, 281, 298, 305, Batı Gök-Türk Devleti, 1, 10, 12.
306, 317, 365h27, 375, 383, 393, 405, Batı Gök-Türk Kağanlığı, 55.
407. Batı Gök-Türkleri, 10, 11, 13.
Arabgirlu, 153, 308. Batı Türkleri 11, 15, 26, 27, 418.
Arablu, 300, 301, 306. Bayandur (Kimek boyu), 32.
Aralık-Evi, 312. Bayat (1ar), 44hl66, 149, 153, 165, 169, 175,
Araşlu. 288. 177, 178, 206hl3, 208, 213, 214, 215,
Arslan-Beğlu, 179. 217, 222, 223, 224, 225, 226, 227, 228,
el-Artukiyye ( )ı 244h2. 229, 230, 231, 232, '233, 234, 235, 236,
Artuklular, 136, İST, 206, 244. 237, 265.
A-Se-na, 7hl8. Bayat Boy beği ailesi, 227.
A-si-kie k’iue, 12. Bayat-i Mutlak (Ak Bayat), 235.
Asi-kie ni-şu, 12. Bayaud, 32.
Assinler, 9. Bâyezid Oğullan, 199.
At-Çeken (1er), 175, 179, 186, 190, 217, 321, Bayındır (1ar), 141, 142, 149, 166, 167,
323, 333, 350, 372. 178‘ 202, 206, 208, 213, 214, 215
Avcı, 176, 302. * 303, 315, 316, 317, 318, 320, 341,
Avşar (lar)-Afşar (1ar), 126, 127, 131, 149, 354, 369.
153, 155, 156, 160, 166, 176, 178, 181, Bayındır Elsüz-Pirî, 318.
191, 193, 197, 198, 205, 206hl3, 207, Bayındırlı, 306.
212, 213, 214, 215, 217, 219, 222, Bayır-Cerid, 176.
223, 224, 225, 260, 264, 26Ş, 266, 267, Bayırkular, 15.
269, 270, 273, 274, 275, 276, 277, 278, Becni, 36hll9.
279, 280, 281, 282, 284h83, 285, 286, Beçilü, 228.
288, 289, 290, 291, 292, 293, 294, 306, Bedii (Bidil) Afşarı, 276, 277.
327, 336, 338, 360, 369, 393. Begeşlu, 292.
Aydın-Oğulları, 162. Beğ-Böleği, 344.
Ay-Doğmuş Beğlu, 273. Beğ-Dili (1er), 141, 142, 153, 165, 175, 177,
Ayru-Damlu, 176, 219. 178, 180, 193, 194, 195, 205, 206K13,
Az, 9. 208, 212, 223, 228, 297, 298, 299, 300,
301, 302, 303, 304, 306, 307, 308,
B
309, 310, 314, 317, 356.
Baba îshak Türkmenleri, 157, 327. Beğ Dili oğulları, 307, 367.
Babürlü İmparatorluğu, 148. Beğ-Dili Türkmenleri, 299.
Bacgerd, 36hll9. Behmenî hanedanı, 148.
Bahadırlu, 175. Bekeşli-Töre, 344.
Baharlu, 147, 148, 364. Bekznişlu, 300, 301, 306.
Bahrili Afşarı, 274, 279. Bektaşlu, 179.
Balabanlu, 278, 298, 301, 308. Bek-Tiginliler, 137.
Balhan Oğuzları (Türkmenleri), 74, 75, 80, Beni Kilâb, 248.
81. Beni Şâdi, 248.
Ballu, 178. Berayirlu, 322.
502
Berçem-OğulJarı, 137, 206, 361. Boz-Ulus Bayatları, 229.
Beıeketlu, 179. Boz-Ulus Ceridi, 232.
Beş-Aşık, 257. Boz-Ulus Mândesi, 276.
Beş Balık Uygurları, 28. Boz-Ulus Türkmenleri, 175.
Beşneviyye Kültleri, 95. BuIıara (oba), 344.
Bicek ( ), 138, 208. Buka-Oğulları, 127.
Biçer iğdiri, 356. Bulak, 31.
Biçerlu, 308. Bulduklu Türkleri ( 4JLUJİ 132.
Bısuut, 143. Bulğarlar, 43, 395.
Bişan-oğulları, 267. Bulğarlu, 179.
Bizans, 61, 75h305, 90, 95, 101, 105, 129, 133, Bunsuzlu Eymürü, 345.
134. Buruncuk, 326.
Bizans İmparatorluğu, 99, 105, 108. Büğdüz (1er), 206hl3, 208, 212, 359, 400.
Bizanslılar, 37, 91, 134. Büveylı Oğulları, 71, 84, 96, 105.
Boğayırlu, 177. Büyük Karacalu, 29B.
Boran, 311. Büyük-Yıva ( 0j j ^ 367, 368.
Boyacılu, 322.
Boynu Kısalu, 277. C
Boynu-Yoğunlu, 178.
Cahiliye Devri Arabları, 46, 47.
Boynu-Yumru, 179.
Canik Çepnileri, 332.
Bozacu, S26.
Çarık ( j i j U y 259.
Boz-Atlu, 295.
Bozca ailesi, 226. Çarıklar (jJ ijU - j, 259.
Bozca-Dodurğa, 257. Çarıklı ( J ; j U y 259.
Bozca-Oğulları, 166, 223, 225, 227. Caruklu (ğ), 203, 204.
Bozcalu (1ar), 153, 226. Cecelu, 177,
Boz-Doğan (1ar), 179, 180, 196, 197, 279, Celâyir (liler), 132, 142, 143, 147, 149, 179,
281, 313, 357.
Cemallu, 179.
Boz-Doğan Oğullan, 367.
Cengiz imparatorluğu, 26.
Boz-Geyiklu, 298.
Cerid (Ier), 176, 193, 194, 196, 197, 198, 281,
Boz-Guş, 199, 232.
305, 317.
Boz-Kırlu, 180, 181, 183, 189.
Cerid-Silsüpür, 153.
Boz-Koyunlu, 298, 300, 301, 303.
Cerid Sultan-Hacılu, 177.
Bozlu, 298,
el-Cezîre Bayatları, 232.
Boz-Ok ()ar), 1, 2, 24, 113, 1 2 2 , 124, 153, 165,
Cin-Göz Oğlu, 284.
166, 175, 202, 204, 205, 223, 265, 292,
Cuğrak (1ar), 58L.242, 59.
297, 310, 352, 369, 381, 387, 388, 390,
Cüneydlu, 179.
391, 394, 398, 399, 400, 401, 404, 406,
408, 412, 416, 421, 422.
Ç
Boz-Oklu boylar, 396.
Boz-Oklu oymaklar, 190. Çağataylar, 166, 236.
Boz-Ok Türkmenleri, 172. Çağatay ordusu, 266.
Boz-Oklu Türkmenler, 277. Çağatay Türkleri, 48İ1İ94, 410.
Boz-Ulus, 175, 177, 190, 191, 192, 193, 201, Çağatay Ulusu, 141.
215, 229, 232, 253, 254, 273, 275, 276, Çağırğanlu, 177, 178.
278, 297, 298, 307, 312, 324, 325, 331, Çaku Beğ-Dili, 311.
347. Çalışlu, 176, 195, 226.
Boz-Ulus Avşarlan, 275. Çapanlu, 178.
503
Çapan-oğulları, 199. Denizli Uç Türkmenleri, 218.
Çarık Eymiri, 345. Dergeç, 366.
Çarukluğ, 211, 259. Deveciler, 312.
Çarvar İğdir, 358. Develu, 195.
Çavdur, 325, 326. Deylemli (ler), 82, 84, 86, 96? 105, 106.
Çavuldur (Iar)-Çavundur (1ar), 140, 142, Dimleklu, 298, 301.
177, 206, 211, 213, 214, 215, 312, 324, Dışkı (dış) Salur, 140.
325, 326, 343, 358. Dış-Oğuz, 381, 389, 391.
Çekürlü, 147. Dil-Çepni, 333.
Çelebi (oba), 306. Diyarbekir Türkmenleri, 177.
Çemişgezekiu, 154. Dodurğa (1ar), 177, 208, 212, 213, 256, 257.
Çepni (1er), 146h431, 149, 153, 165, 178, Doğu Gök-Türk imparatorluğu, 11, 12.
183, 193,* 208, 213, 320, 327, 328, 330, Doğu Gök-Türk kağanlığı, 10.
331, 332, 333, 334, 335. Doğu Gök-Tiirkleri, 11, 13.
Çepni-Özü (oymak), 334. Doğu Türkistan Türkleri, 139.
Çepni Türkleri, 327. Doğu Türkleri, 24, 169.
Çerkeş (1er), 150, 154, 169, 198, 251, 270, Doğu Türkmenleri, 245, 246.
281, 282, 298, 385. Dokuz (Bişanlu), 172, 176, 313.
Çerkeş Memlûkleri, 169, 268, 409. Dokuz-Koyunlu, 176.
Çe’ se, 26h59. Dokuz-Oğuz (Jar), 5, 19, 21, 23, 24, 25, 35.
Çiçeklu, 179. Dokuz-Tatarlar, 5, 16, 20.
Çiği] (ler), 27, 28, 51, 57, 211. Döğer (ler), 140, 165, 176, 177, 205, 206,
Çik (ler), 9, 20, 21, 31. 214, 244, 245, 246, 247, 248, 249,
Çimehı, 176, 177, 178, 193. 251, 252, 253, 254, 255, 325, 343,
Çingeneler, 174h466. 358.
Çinliler, 1, 2, 6hl2, 8, 9, 10, II, 12, 13, 17, 21, Döğerlu, 255.
22, 23, 36. Döngelelu j] )* 176, 195.
Çoban (oymak), 218.
Duharlu, 147, 380.
Çoban-Beğli, 300, 317.
Dulkadırlı (1ar), 165, 174, 175, 177, 176, İ78,
Çobanlı, 146h431.
183, 191, 194, 195, 196, 257, 265, 268,
Çobanlı Türkmenleri, 146.
275, 346, 402.
Çoğuniyye, 341.
Dulkadırlı ailesi, 172.
Çoplu, 299.
Dulkadırlı Avşarları, 276.
Çönnük, 342.
Dulkadırlı Bayatları (Şam Bayadı), 230.
Çukur-Ova oymakları, 174.
DulkadiTİı beğliği, 166, 265, 293.
Çullular, 181, 278.
Dulkadırlı eli, 153, 178, 201, 230, 239, 289,
Çu-mu-koen, 11, 12.
313.
D Dulkadırlı Eymirieri, 347.
Dânişmendlu, 177, 191, 192. Dulkanlı oymağı (oymaklan), 175, 176, 192,
Dâvud (oba), 257. 231, 278.
Dâvudlar, 179, 187. Dulkadırlı Türkmenleri, 184, 189.
Dede-Karkın, 314. Dulkadırlı ulusu, 149, 242, 267, 278, 286, 312,
Delu-Alilu, 179. 333, 346, 347, 348, 356, 366.
Deluler, 273, 275, 284, Dulkadır-Oğullan, 223, 225, 226.
Demircülü, 177. Durmuş Hacılu, 366.
Demrek, 176. Dündarlu, 179, 259, 313.
Denizli Kayılan, 218. Dündarlu Eymürü, 345.
504
E Gazneli devleti, 57, 74, 79, 80, 81, 97.
Geçlik, 176, 276.
Eberlu, 290. Genceli Avşarı, 278.
Ecled, 32. Gençlu, 182.
Ediz (ler), 4, 7, 16. Gerâmpâ, 177.
Eğlen-Oğlu, 176. Germiyanlılar, 162.
Ekiz (1er), 321, 322. Göçer-Baıza, 181.
Elçi, 176. 178. Göçer-Karkınlar, 312, 314.
Elçili (Alçi ?) Tatarı, 180. Göçer-Kızık (1ar), 295, 296.
Elliciler, 181. Gökçelu, 176, 177, 317, 356.
Elvan, 176. Göklen (1er), 141, 219, 311, 348.
Emevî devleti, 55. Göklen Türkmenleri, 358.
Emevîler, 91, 100. Göklen-ulusu, 318.
Emîr-Hacılu, 180. Göklii, 140.
Ennrlu, 149. Gök-Türk devleti, 4, 5, 9, 10, 21, 26, 103.
Emtileklu, 300. Gök-Türk imparatorluğu, 3, 10, 14, 15, 27.
Ermeni (1er), 48, 55, 83, 84, 104, 109, 154, Gök-Türk kağanlığı, 19.
160, 182, 183, 198, 203, 354. Gök-Türkler, I, 5, 6, 7, 8, 9, 11, 13, 14, 15,
Ermeni kırallığı, 134, 166. 16, 17, 18, 20, 26, 30, 36, 45, 110, 412,
Ermen-Şahlar, 135, 136. 414, 415.
Er-Sarı, 140, 208, 344. Gök-Veli Oğulları, 196.
Ertene Beğ Dodurğası, 257. Görcikli, 344.
Ertim, 12. Gurbet 365h27.
Esenlu, 256, 326.
Gûr devleti, 114, 120.
Esencelu, 366.
Gurlular, 109, 114, 118, 120, 121.
Eski Halk (oymak), 141.
el-Ğuzz, 26.
Eşkinciler, 176.
( ) 244h2, 320hl.
Evlâd-ı Beğ Dili, 307.
Gün, 300.
Eymür-Eyndr-(ler), 140, 141, 142, 166, 176,
Gündeşlu, 176, 191, 347.
205, 206, 208, 210, 212, 213, 214, 325,
Gündüzlü (1er), 153, 223, 269, 288.
343, 345, 346, 347, 348, 349, 358.
Gündüzlü-Avşarı (Avşarları), 175, 176, 269,
Eymüı-Gazilu, 176.
272, 273, 288, 290.
Eymür îlyaslı, 347.
Oğuz boy, Teşkilâtı 41.
Eymüı-Oğlu, 346.
Gündüz-oğulları, 166, 266, 269, 270, 271.
Eyyublu devleti, 136.
Güne-Barza, 199.
Eyyublular, 109, 135, 245.
Güneş (Günec), 300, 301, 306.
Ezgiş, 30.
Günelu (^JU jS* 342.
G H
Gazneliler, 66, 67, 78, 88, 89, 90, 91, 92, 102, Hâbil, 325.
105, 106, 109. Hâbillu, 322.
505
Hacı Bayram Eymürü, 345. Hızır-Hacılu, 322.
Hacı Emîrli beğliği, 165. Hızırlu, 231.
Hacı-Kaya, 343. H i, 8.
Hacılar, 176, 179, 193, 281. Hind, 91.
Hacılu, 147. Hindlu, 180.
Hacı-Mahlı, 306. Hisar-Beğlu, 179.
Hacı Mustafa, .283. Hiung-nu (1ar), 1, 2, 3, 18, 25h58.
Haiac (1ar), 146, 155, 203, 312. Hoca Ali Şeyh, 298.
Haleb Döğeri, 253. Hoca Fakihlu, 278.
Haleb Türkmenleri, 149, 153, 173, 174, 176, Hocandılı, 179.
177, 191, 192, 193, 215, 226, 227, Hoca-Yunuslu, 180.
228, 229, 253, 272, 275, 279, 286, 295,
Hoca-Yunus Oğulları, 367.
297, 298, 30İ, 305, 309, 321, 322, 329, Horasanlılar, 82.
330, 345, 346, 347, 352, 355, 359, 370. Horasanlu, 182.
Haleb Türkmenleri Avşarlan, 277, 278. Horasan Oğuzları, 137.
Haleb Türkmenleri Bayındırlan, 316. Horzum (lu), 181, 318, 357.
Hâlidli obası, 317. Houen, 25h58.
Halil-Oğlu, 283, 284. Huey-hu, bk. Uygurlar.
Halka-Evli, bk. Alka-Evli. Hu-lu-u, 12.
Halkalu, bk. Alka-Evli.
I
Hama Döğeri, 253.
Hamidlu, 176. Irak Bayatları, 232, 233.
Hamid-Oğullan beğliği, 161. Irak Oğuzları, 73, 75, 81, 82h327, 85, 89, 94,
Hamudlu, 322. 95, 96, 100, 131.
Hamza-Hacılu, 149, 177, 191, 193. Irak Selçuklu devleti, 103, 129.
Harbendelu (lar)-Hüdabendelü, 153, 166, Irak Selçukluları, 127, 337.
175, 176, 177, 233, 308. Irak Türkmenleri, 78, 79, 80, 88.
Harluh, bk. K.arluklar.
İ
Haremeyn uş-Şerifeyn aşiretleri, 227, 296.
Harizmliler, 55. İbrahim Beğ (oba), 283.
Harizm-Şahlar, 103, 120, 137, 242, 297. îç -îl Yıvaları, 367.
Harizm Türkmenleri, 78, 117, 208, 235, 239, Iç-îl Yörük]eri, 180, 195.
258, 345. îçk i (iç) Salur, 140, 344.
Hasancılu, 231. Îç-Oğuz, 381, 388, 391, 400, 403.
Haydarlı, 306. îğdir (1er), 140, 142, 208, 325, 326, 344, 356,
Hayl-Yıva ( 365. 357, 358.
Hazar (1ar), 36, 55, 61h257. İğdir-Oğullan, 356, 367.
Hazar Oğuzlan, 61h257. îğimri Dört, 209, 291.
Hazar-Ötesi Türkmenleri, 45, 139, 141, 142, Îl-Arslan, 319.
143, 148, 211, 212, 219, 239, 319, 336, Îl-Beğli (1er), 177, 192, 195.
344, 348, 373, 377, 407. Îl-Değen ( j Jj| ) Kethüda, 343.
Heıatlılar, 119. îl'Denizliler, 103.
Hezabaniyye .Kürdleri, 83, 84. Îl-Dileklu, 228.
Hıfcak, bk. Kıpçak. İlhanlı devleti, 144.
Hmıslu, 153, 421. Ilhanlı İmparatorluğu, 146.
Hırvat, 188. llhanhlar, 149, 402.
Hızır-Eli, 141. îmanlu A f (v) şan, 153, 176, 178, 193, 265,
Hızır-Hacı, 321. 276, 277, 278, 289, 290, 291, 292, 293.
506
İmek, 32. Kan-Temir Çepnisi, 330.
İmi, 32. Kan-Tura 412hl40.
İmirler ^ |y 347. Kan-Tura oğulları, ^ IjJ L '* j * y 412hl40
İnallu (lar), 153, 175, 176, 177, 193, 223, 224, Kapucu-Tatarlan, 180.
231, 265, 268, 289; 292, 308, 310, 351, Kara, 243.
352. Kara-Avşar. 278.
İnal Oğullan, 136, 137, 165, 223. Kara-Bayat, 232, 235, 236.
İnanç-Oğulları, 162. Kara-Beli Sabırları, 337.
İnanlu, bk. İnallu. Kara-Beli hanedanı ^ a M j 337.
İran Avşarları, 286. Karaca-Ar ablu, 176.
İran Bayatları, 234, 237, Karaca-Koyunlu, 175, 181, 230, 241, 371
İran Beğ-Dilileri, 308. 372.
Iran Çepnileri, 334. Karaca Kürd Türkmenleri, 191.
İran Eymürleri, 348. Karacalu, 172, 242, 300.
İranlılar, 47, 89, 103, 117, 159, 185. Kara-Çavdur, 327.
İran MoğoIIarı, 143, 415. ICara-Daş (taş)lı, 242.
İran Selçuklu devleti, 103. Kara-Eşmeli, 300hl2.
İran Selçukluları, 109. Kara-Evli. 213, 239, 240.
İran Türkleri, 143, 155, 373, 385. Kara-Fakihlu, 178.
İran Türkmenleri, 377- Kara-Gözlü, 310.
İsa-Hacılu, 321. Kara-Gözlü Eymürü, 345.
İskender Beğ, 180. Kara-Gündüzlü Afşarı, 274, 278.
İsmailîler, 112, 113. Kara-&uzz (Kara-Oğuz), 125.
Ismailiyye Türkleri, 132. ICara-Hacılu, 149, 181.
İvegi, 311. Kara-Hanlı Devleti, 27, 30, 56, 102.
îzgil (1er), 9, 10, 15. Kara-Hanlı Hanedanı, 50, 56, 109, 113.
İzzeddin-Hacılu, 149, 176. Kara-Hanlılar, 13, 50, 56, 63, 66, 67, 68, 92,
İzzeddinlu, 191, 193. 102, 111, 169.
Kara-Hasanhı, 175, 300.
J Kara-Haytalu, 175.
Juan-Juanlar, 3. Kara-Hıtaylar, 8, 9, 29h80, 111, 113, 120,
121, 241.
K
Kara-İsalu, 176, 341, 347.
Kaçar-ICaçar- (lar), 153, 155, 156, 230, 236, Kara-İvli (Evli), 141, 207, 211.
292, 367h35, 377. ICara-Kalpak, 139.
Kaçar Boyu, 400. Kara-Keçili (1er), 178, 182, 208, 221.
Kaçar hanedanı, 155. Kara-Koyunlu ailesi, 156.
Kaçılu, 175. Kara-Koyunlu Devleti, 147.
Kadirli (oba), 306. Kara-Koyunlu. Hanedanı, 147.
Kâkuye oğullan, 7lh290, 82. Kara-Koyunlular, 47hl94, 146, 147, 148, 156,
Kalaç (lar), 374, 375. 167, 168, 176, 178, 189, 201, 208, 224,
Kalaycı, 318. 225, 245, 246, 248, 249, 250, 251, 253,
Kalmıklar, 140, 326. 265, 268, 272, 364, 376, 379, 385h27,
Kama Bulgarları, 60h250. 415.
Kangar, 12. Karalar, 329.
Kanlı (lar), 32, 374, 375. Karalu, 179.
Kanlı-Kıpçaklar, 111, 113. Karaman (oba), 344.
Kansu Uygarları, 22. Karaman Devleti, 168, 184.
507
Karaınarılı-Karamanlu-, 147, 153, 176, 177, Kıfçak oğulları, 137.
181, 314. Kılcan, 181.
Karaman-oğulları, 161, 170, 179, 180. 264, Kınık (1ar), 60, 166, 175, 177, 202, 204, 205.
293. 206hl3, 208, 212, 214, 244h2, 264, 336,
Karaman-oğulları Türkmenleri, 160, 409hl20. 353, 354, 355, 369, 371, 372, 373.
Kara-Osman. oğııllatı, 199. Kınık-Uşak, 371.
Kara-Receb, 283. Kıpçak (1ar), 30, 32, 39, 58, 59, 60, 62, 67,
Kara-Şeyhli, 282, 299, 300, 306. 92, 100, 109, 127iı386, 139, 144, 374,
Kara-Tatar (1ar), 163, 164, 166, 178, 179, 375, 377, 386, 389, 398, 421.
225. Kıreyit, 144.
Kara-Ulus, 201. Kırgız (1ar), 1, 5, 6, 9, 14, 21, 22, 26, 32.
Kara-Yahyalu, 179. Kırıklu, 178.
Kara-Yıvacılu, 946. Kırıntılı, 193, 281.
Kara-Yıvalu, 366. Kırklu, 154, 179, 292.
Karasi-Oğu]]arı, 162. ( IjllJ u ; ), 146, 208.
Karışmaz, 310. Kıtay (1ar), 5, 6, 8, 13, 26, 31, 113.
Karkm (1ar), 140, 142, 176, 177, 203, 204, Kızık (1ar), 176, 202, 203, 207, 212, 295, 296.
208, 211, 212, 213, 311, 313, 314, 325, Kızılbaş boyları, 348.
343, 358. Kızılbaş Türkmenler, 186.
Karluk (1ar), 9, 10, 12, 17, 18, 21, 22, 26, 27, Kızılbaş Türk oymakları, 287.
28, 29, 30, 36, 39, 43, 50, 51, 52, 55, Kızılbaş ulusu, 153, 154.
57, 109, 111, 113, 139, 142, 143, 211, Kızılca-Keçilu, 181.
375. Kızılca-Yalmc?, 181.
Karsandı-oğullan, 196, 197. Kızıl-Donlu, 231.
Kasımlu, 292. Kızıl-Keçili, 218.
Kaşıkçı, 181. Kızıl-Kocalu, 177, 179, 328.
Kaşkaî (1er), 237, 358. Kızıl-Koyunlu, 193, 201.
Kavurğalu, 176, 177, 219. K ızıllı Oğuzlar, 80, 81.
K ayı (Iar), 141, 142, 167, 180, 181; 205, 206h Kızıllu, 177.
13, 208, 212, 213, 214, 216 , 217, 218,K ızıl Süleyman (Avşar’ dan), 277.
219, 220, 221, 264, 293, 336, 369, 376.
Kimek (Ier), 26, 28, 31, 32, 36hll9, 57.
K ayı YörükJeri, 218. Kirman Selçukluları, 124.
Kazak, 139. Koca-Hacılı, 177.
Kazaklar, 326, Koca-Nallı, 282.
Kazancılu, 176, Kondu, 180.
Kazıklı Avşarı, 275. Konya Kayılan, 217.
Kazlu, 300, 301, 306. Korkmazla, 330.
Kebelu, 195. Ko-şu çu-pan, 12.
Kenger, 36. Ko-şu Viue, 12.
Kengeres, 36. Kovalsî, 210.
Kengerin, İ3lı25. Kozanlu, 176.
Kerâmetlu, 308. Kozan-oğulları, 195, 199.
ICerem-oğulları, 342. Köçeklu, 177, 191, 193, 273.
Kerim-oğulları, 196. KüpekK-Köpeklü-Avşarları, 176, 177, 267,
K esm ezin, 231. 269, 273, 275, 277, 279, 284k68,
Keszir ?9 318. 289.
Kıbrıs Türkleri, 181. Köpekliler, 267, 268.
^ (J ö* 365h27. Köpeklu Türkmenleri, 266.
508
Köpek-oğulları, 165, 223, 266, 267, 268, 269, L
273.
Körük, 318. Lâz, 183.
Köse-Ahmedlu, 292. Lekvânik Kürdü, 193, 281.
Köseler, 330. Lur, 126, 234.
Kuh-Gilûye Avşarları, 288.
Kulağuzlu, 178, 179. M
Kullar oymağı, 141.
Macar, 1.
Kum, 6, 24.
Mamalu, 176.
Kureyş-Melik-Şah, 179.
Manav, 174h466.
Kurlas, 143.
Mangıtlar, 325, 343, 348.
Kurulu, 179.
Mansur Beğ Afşarları, 153, 286.
Kusun, 177. 307, 317,
Maraş Eymirleri, 346.
Kusunlu, 179, 180.
Mehmed Kethüda, 343.
Kusun-oğulları, 197.
Mehmed Kethüda Eymürü, 347.
Kuş-Temür, 177, 179,. 180, 317, 322.
Melek-Hacılu, 228.
Kutalmış-oğulları, 108.
Melemenci (oymak), 181.
Kutbeğilüler, 149. Melemenciler, 196.
Kut-Beği oğullan, 223, 266, 272.
Melemenci-oğulları, 196, 199.
Kut-Beği oğulları, Avşarı, 267.
Memlûk devleti, 224, 268, 272.
Kutlu Beğ-Hacılu, 219.
Memlûk (1er), 161, 169, 210, 225, 245, 246,
ICutlu-Boğa Tatarları, 180.
251, 260, 268, 353, 354, 376, 398.
Kutub-Şahiler, 148.
Memun oğulları Harizm-Şahları, 57.
Kutulu, 292.
Mengücüklüler, 136, 137.
Kuzey Suriye Avşarları, 265, 266, 276.
Menteşe beğliği, 162.
Kuzey Suriye Türkmenleri, 289, 308.
Menteşe Kayılan, 218.
Kuzucaklu, 298, 300.
Menteşe Yörükleri, 195.
Kuzu-Güdenlu, 280.
Meu-lo, 26h59.
Kuzu-Güllü, 178.
Mısır Memlûkleri, 210, 377.
Küçet, 58h242.
Mihmadlu, 295.
Küçey, 143.
Millî, 233, 305.
Küçük Ali-oğulları, 195, 199.
Moğol (lar). 8, 9, 26, 32, 40, 48, 112, 122, 126,
Küçük-Karacalu, 298.
131, 135, 141, 143, 144, 146, 156, 157,
Küçük-Yıva 367. 158, 159, 161, 162, 163, 16-7, 168, 182,
Kürd (ier), 82, 86, 91, 94, 95, 104, 110, 126, 205, 339, 363, 364, 374, 375, 377, 406,
127, 137, 167, 188, 191, 194h488, 202, 415.
209, 210, 215, 226, 254, 281, 292, 298, Muğal, 163.
305, 309, 317, 335, 421. Muğal Samağarı, 180.
( ) , 365h27. Muğal Tatarları, 180.
Kürd-Milımadlu, 176, 177, 178, 191. Mursal-oğulları, 229.
Kürdler (oba), 298. Musa Hacılu-Musacalu-, 176, 177, 178, 193,
Kürd oymakları, 306. 239, 278.
Kürd Revvadî hanedanı, 83. Muaullu, 149, 177, 233.
Küreciler, 176. Musul Atabeğ devleti, 133.
Kürkçülü, 181. Muvahhidler, 138.
Küşne, 176, 177, 191, 346. Muvâlî, 302.
Kütahya Yürükleri, 230. Muzafferîler, 340.
Kütük-Bozdoğan, 196. Müsellemân-ı Toylı, 181.
509
N Otamışlu, 300.
Oturak Barza, 181.
Nâvekiyye Türkmenleri. 107. 108, 130, 133.
Oturak Çepni, 330.
Neccarlu, 176, 178.
Oturak İğdirler, 356.
Nilhaz (?), 32.
Oturak-Karkm, 312.
Noğay (1ar), 140, 142.
Oturak-Kızık (1ar), 295, 297.
Nukerde, 36hll9.
Otuz Tatar, 8.
INEu-şe-pi, 10, 12. 36.
Ö
O
öksüzler, 277.
Oğul-Beğlu, 177, 179, 191, 325. Öz-Bayatlaı- (Ak Bayatlar), 234.
Oğuz boy Teşkilâtı, 50. Özbek (ler), 41, 139, 142, 152, 170.
Oğuz-Oğuz-eli-, 14, 16, 23, 24, 25, 34, 37, 38, Özbek ulusu, 141,
39, 40, 41, 44, 47hl94, 82, 85, 91, 94, 98, özerli Türkmenler, 355.
99, 109, 111, 143, 147, 201, 202, 205, Özer-oğuIIarı, 166, 195, 197.
203, 220, 221, 238, 240, 292, 325, 336,
P
343, 374,381, 384, 386, 388, 391, 394,
413, 415, 417, 418, 420. Panlt, 311,
Oğuz boylan, 169, 277, 320, 324, 334, 369, Pa-sai kan t’oen-Şa-po, 12.
371, 377. Peçenek (-ler-), (Türk kavimi erinden), 12, 13,
Oğuz budun, 5, 6, 17. 24, 26, 33, 36, 37, 54, 60, 102, 320,
Oğuz Hanlı, 168, 179. 382, 383, 391.
Oğuz Peçenek boyu, 320. Peçenek(ler) (Oğuz boylarından), 175, 180,
Oğuz Türkleri ( i j i J l £İ'^Jİ 5lh209, 99, 206hl3, 208, 212, 213, 320, 321, 322.
102 . Pehlivanlı (1ar), 226, 228, 280, 296.
Oğuz Yabgu devleti, 53, 57, 58, 59, 63, 77. Pehlivanlı boy beği ailesi, 229.
Oğuz Yabgu sülâlesi, 216. Pehlivanlı oğulları, 227.
Okçu-İzzeddunlu Kürdleri, 195. Polat Kethüda Eymürü, 347.
Oklu, 141, 237, 348. Polovtsi, 58. bk. Kıpçaklar.
Osmanlı Devleti, 150,152, 170, 171, 183, 192, Püırnek (ler), 149, 177, 286.
193, 194h488, 199, 209, 253, 272, 304, R
379, 380.
Hakka İskânı Türkmenleri, 305.
Osmanlı Hanedanı, 53, 109, 122, 147, 149,
Ramazan-oğulları, 166, 197, 206, 354, 369,
155, 167, 168, 169, 170, 179, 185,
Receblu Afşarı, 197, 274, 279, 283h80,
186, 187, 189, 195, 197, 199, 203, 209,
285.
215, 216, 220, 222, 309, 375, 376,
Resul-oğulları, 138, 208.
379, 398, 410, 412, 414, 415, 416, 420.
Revvâdî, 90.
Osmanlı İmparatorluğu 139, 205.
Reyhanlı, 179, 228,
Osmanlı Türkleri, 171.
Reyhanlı boy beği ailesi, 229.
On-Ok (1ar), 1, 10, 11, 12, 13, 15, 20, 24,
Rişvân, 305.
25, 27, 29, 32, 33, 35, 36, 204.
Rumi ar, 135, 169, 180, 182, 198.
On-Uygur, 21, 23.
Rumlu, 153.
Ordu-Hoca, 344.
Rum-Guş, bk. Urun-Guş.
Orhan Beğlu, 341.
Ruslar, 47, 60.
Orhun Uygurları, 23.
Ruzegî, 210.
Orta-Pare, 178, 192, 342.
Oruç-Beglu, 176. S
Oruç-Gazilu, 176. Sa’ dlu, 147.
510
Safevî (îer), I3h25, 141, 14Ö, 154, 156, 226, 154, 162, 168, 173, 174, 180, 202, 212,
242, 291, 319, 329, 332, 334, 349, 368, 244h2, 261, 263, 336, 338, 361, 366,
402, 401, 403, 412.
Safevî ailesi, 156. Selçuklu ailesi, 69, 75, 90, 93, 102, 121, 127h
Safevî Devleti, 152, 153, 154, 155, 171, 175, 386, 135, 219.
225, 230, 235, 272, 286, 287, 293, 297, Selçuklu devlet (ler)i, 54, 61, 98,101,102, 105,
308. 129, 135, 136, 150, 158, 160, 162, 168,
199.
Sakar, 344.
Selçuklu hanedanı, 107, 131, 137, 204, 205,
Sâlârlu, 177.
369, 375.
Salğut, bk. Salur.
Selçuklu Oğuzlan, 73, 104.
Salğurlu devleti, 146.
Selluriye, 229, 234.
Salğurlu hanedanı, 146, 340.
Selmanlu, 177.
Salğurluîar, 121, 126, 137, 206, 339, 363.
Sevinçli, 176.
Salihler, 342.
Sırkıntılı, 260.
Saltuk-oğulları, 127.
Sırkıntı-oğulları, 196, 197.
Saltuklular, 136, 137.
Sieu-Piler, 3.
Salur-Salğur- (1ar), 40, 127, 139, 140, 141,1.42,
Sincan, 299, 300, 301.
164, 166, 177, 202, 206, 208, 211, 212,
Sipahiler, 321.
214, 215, 260, 325, 336, 337, 339,
Sir-Derya Oğuzlan, 24, 25, 26, 203, 392.
340, 341, 343, 344, 349, 353, 358, 360,
Sis Avşarları, 277.
369.
Soğdlar, 50.
Samanlılar, 50, 55, 56, 57, 64.
Soynacılar, 140, 358.
Sâmân-oğulları, 56.
Söğiid Yörükleıi, 347.
Sâmânlı devleti, 57, 63.
Söklen, 172, 178, 342.
Sancaklu Eyıniri, 345.
Sölmüşlü, 179.
Sancarlu Eymiri, 347.
Söylemezlü, 176.
Sanlu, 278.
Stavrapol Türkmenleri, 140, 358.
Sarı, 252.
Sufyanlu, 366.
San-Hamzalı, 356. •
Suldus, 143, 150.
Sarık, 140, 344.
Sultanlı, 141.
Sarılu, 147, 329.
Sünit, 143.
Şartlı, 183.
Suriye atabeğleri devleti, 412.
S an-Türgişler, 11.
Suriye Avşarları, 286.
Saruca-Alımedhı, 179.
Suriye Selçukluları, 109.
Saru-HaliIIu, 178.
Suriye Türkmenleri, 128h393.
Saruhau-oğuIIarı, 162.
Suriye Yıvaları, 133.
Saru'Şeyhlu, 287,
Süleyman-Hacılu, 177.
Sayın-Hanlı, 344,
Süleyman Kethüda, 300.
Savxn-Hanh Türkmenleri, 14 l? 344.
Süleymanlu, 177.
Savcı Beğ oğulları, 252.
Savcı-Hacılu, 177, 219, 255. ş
Sekiz, 268, 273. Şah-Beğ Nökerleri, 179.
Sekiz-Oğuz, 20. Şahı-Seven, 310.
Selçuklu (oymak), 180, 372. Şah-Meliklu, 321.
Selçuklular, 44hl70, 53, 59, 61, 62, 63, 65, 66, Şam Bayadı, 155, 177, 178, 186, 230, 231,
68, 69, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 85, 236.
86, 87, 88, 89, 90, 91,92,94,102,103,104, Şamlu, 153, 165, 180, 233, 289, 291, 308, 310,
106, 109, 111, 117, 127h386, 136, 137, 402.
511
Şammarlar, İ93. Tieu-Şaıı Uygurları, 22.
Şam Türkmenleri, 165, 166, 275. Timur (oba), 344.
Şark-Evli, 306. Timurlular, 147, 170, 314, 415.
Şarklu, 231. Tizi, 344.
Şark-Pâre, 178, 331. Toğan Arslanlılar, 137, bk. Toğan Arslan
Şebankâre Kürdleri, 262. Oğulları.
Şeddâdî, (hânedan) 90. Toğan Arslan Oğulları, 136.
Şerefeddinlu, 178. Tokuz-Ğuzz (Oğuz), 23, 26, 30, 31, 68, bk.
Şereflu, 191. Dokuz-Oğuz.
Şe-Şo-T’i, 12. T ’ onglo, 25h58.
Şeyh, 326. Tongra (1ar), 16, 25.
Şeyhlu, 177, 231, Topaklu, 300.
Şeyh Salur, 342. Tork, 60.
Şuayyiblu, 330. Torun, 284, 306.
Şumla-oğulları, 137, 206. Tos-Bağa, 182.
Şu-ni-şe, 12. Tosun Eymürü, 345.
Toturğa, 206hl3.
T
Tölis, 7, 15, 20, 21.
Tabanlu, 177, 191. Trabzon Çepnileri, 331, 335.
Tabgaç, 5, 6. Tuhsılar, 13, 301ı88, 51.
Tacikler, 48. Tuhsı-Çigil, 281ı72.
Tahtacı, 174h466, bk. Ağaç-Eriler. Tu-k’ i-şe, 12.
Tâifî Avşarı, 277. Tu'lu, 10, 11, 12.
Tâlişler, 154, 215h57. Turğutlu, 178.
Tarduş (1ar), 7, 15, 20, 21. Turgutlular, 154.
Tartaros Blancos (Ak-Tatarlaı), 164h452. Turğut-oğullan, 184, 367.
Tanıcılar, 181. Turhal Türkleri, 256.
Ta-şe-li, 26h59. Tülü Bayındır, 320.
Taş-Baş, 298, 301. Tüıgiş (Ier), 11, 12, 13, 15, 28, 29.
Taşkı (Dış) Salur, 344. Türk (1er), 1, 2, 3, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 12, 13, 14,
Tat, 183, 332. 15, 18, 19, 21, 27, 30, 31, 32, 34, 36, 39,
Tatabı, 8. 44, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55,
Tatalu, 298, 301. 56, 59, 62, 63, 64, 88, 89, 91, 96, 98, 99,
Tatar-AIiIu, 178, 231. 101, 102, 103, 104, 109, 110, 114, 115,
Tataran-ı Muğal, 182. 121, 125, 134, 135, 139, 142, 143, 144,
Tatar (1ar), 8, 9, 20, 21, 143, 161, 164, 165, 145, 146, 148, 149, 151, 152, 153, 154,
178, 179, 180, 298. 155, 156, 157, 158, 159, 162, 163, 168,
Tatar (Kimek boyu), 31, 32. 169, 171, 172, 174, 178, 179, 180, 181,
Tatlu, 178. 183, 185, 186, 189, 190, 193, 194, 196,
Tayy, 193, 233, 302, 305, 198, 199, 201, 205, 206, 208, 209, 210,
Tecirlu 176, 177, 178, 197, 198, 279, 211, 215, 220, 222, 232, 247, 251, 253,
281, 322. 255, 256,; 271, 281, 293, 304, 305,
Teke, 140, 208, 209, 344. 308, 318, 320hl, 327, 328, 331, 334,
Tekelu (1er), 153, 170, 291. 340, 358, 363, 369, 374, 375, 376, 377,
Tekelu, 176. 378, 379, 383, 385, 386, 391, 392, 393,
Tekelu, 181. 398, 403, 407, 408, 409, 412, 413, 414,
Teke-Saru, 318. 415, 416, 417, 419, 420, 422.
Teveciler, 141. Türk hanedanları, 135, 136.
512
Türk kavimleri, 109. 144, 163, 211, 374, 375.
Türk Memlûkleri, 169. Uygur devleti, 30.
Türkmen (Ier), 13, 28, 29, 35, 36, 37, 41, 46, Uygur kağanlığı, 26.
48, 51, 52, 53, 56, 59, 68, 70, 71, 72, Uyrat, 143, 145, 146.
73, 74, 75k305, 77, 86, 88, 90, 92, 100, Uz (lar), 60, 100.
104, 107, 108, 109, 111, 112, 113, Üç-karluk, 5.
123, 126, 127, 128, 129, 130, 131, Üç-Oğuz, 9, 16.
134, 135, 137, 138, 140, 143, 145, Üç-Ok (lar), 1, 2, 24, 113, 142, 165, 166, 173,
147, 148, 153, 155; 156, 157, 158, 177, 202, 204, 205, 313, 315, 353, 369,
160, 161, 162, 165, 166, 169, 171, 370, 381, 388, 389, 392, 394, 395, 399,
174, 177, 179, 180, 184, 186, 191, 400, 401, 404, 406, 416, 422.
194, 196, 198, 201, 202, 204, 208, Üç-Oklu boylar, 354.
220, 223, 224, 225, 227, 229, 232, Üç-Oklu Türkmenler, 277, 340.
242, 244, 245, 246, 250, 251, 252, Üç Tuğlu Türk budunu, 17, 19.
255, 256, 260, 261, 263, 264, 265, Üregir, 206İ1İ3, bk. Yüregir.
267, 268, 269, 270, 271, 278, 281, Üsküdar Türkmeni, 177.
297, 298, 299, 301, 305, 306, 313,
V
317, 320, 336, 337, 340, 341, 343,
353, 354, 360, 361, 365, 366, 367, Yarsak (lar), 153, 175, 177, 180, 195, 197,
371, 373, 375, 383, 386, 393, 398, 256, 307, 317, 341h8.
408, 415
Aliler,. 284. Y
Türkmen
Türkmenistan Türkleri, 418. Yabaku, 8,
Türkmenistan Türkmenleri, 140. Yaban-Eri, 178, 194.
Türkmen Kıfçak oğulları, 128. Yabanlu, 228.
Türkmen Kurudlu, 191. Yabgu devleti, 53, 59, 62.
Türkmen Şark-Pâre oymağı, 197. Yad Beğlu, 321.
Türkiye Selçukluları, 47, 53, 68, 129, 134, Yadcı, 318, 344.
393, 398. Yağma (lar), 27, 30, 50, 56.
Türkiye Türkleri, 166, 220, 410. Yağmurlu Oğuzları (Türkmenleri), 80, 81
Yahşı-Hanlı, 366.
U Yahyalu, 180.
Uç (oymak), 175. Yaka Türkmeni (leri), 141, 343, 348.
Uç Türkmenleri, 135, 162, 213. Yalavaç, 344.
Ulaş, 177, 317, 341. Yapa, 350.
Ulaşlu, 175, 195, 298. Yapağı, 318.
Ulaşlu, 298, 303, 306. Yapa-oğulları, 350.
Ulaş-oğulları, 341. Yaparlı, 204, 207, 259.
Ulu-Yörük, 173, 174, 178, 182, 190, 192, 228, Yaruldular, 134, 137, 365.
231, 256, 330, 343. Yasağalık-Töreng, 318.
Urcanlu, 176. Yaylalu, 181.
Urmiye Yıvaları, 364. Y az (oba), 344.
Urun-ğuş, 179, 334. Yazır (lar), 118, 1221ı378, 142, 146, 176, 205,
Usalu ( ^JU j\ y 290, 291. 206Ü13, 208, 211, 213, 241, 242.
Ustacalu-Usta-Hacılı-(Ustaclu), 13h25, 153, Yeni-İl, 175, 176, 177, 178, 191, 193, 194,
291. 215, 226, 227, 228, 231, 232, 239, 273,
Uygur (lar), 1, 7, 8, 9, 12, 16, 17, 18, 19, 20, 276, 277, 278, 297, 298, 299, 300, 801,
21, 22, 23, 25, 26, 27, 31, 44, 139, 143, 316, 320, 342, 366.
513
Yeni-ÎI Eymirleri, 347. Yörük (1er), 174, 181, 186, 195, 196, 209, 217,
Y eni-îl teşekkülleri, 333. 240, 243, 314, 318, 412hl40.
Yeni-ÎI Türkmenleri, 183, 184. Yörük oymakları. 174.
Yer-Bayırku, 8. Yula, 12.
Ymallılar, 77, 78, 91, 98. Yusuf Eymürü, 346.
Yıva (1ar), 127, 129, 134, 147, 156, 205, 2061ı Yuvalu, 176, 179.
13, 208, 212, 230, 236, 338, 356, 360, Yüe-çi (1er), 2.
361, 362, 363, 364, 365, 366, 367. Yüregir (1er), 166, 176, 205, 208, 214, 353,
Yıva beğliği, 362. 354, 355, 369, 370.
Yıvalu, 179, 180. Yüzde-Pâre, 178.
Y ıvalu-Y u valu, 366.
Z
Yıva-oğullan, 367.
Yıva Türkmenleri, 111. Zâkirlu, 176, 179.
Yimek (îmek), 32. Zengîler, 109, 133.
Yol-Basanlu, 176. Zeynebli, 279.
Yomut, 140, 344. Zulkadr (îran’ a giden Dulkadırlı bölüğü),
153, 287, 290, 292, 348.
514
III-YER ADLARI
515
154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, Ayaş, 217, 295.
162, 163, 164, 165, 166, 167, 170, 171, Aydın, 181, 191, 192, 259, 278, 330, 331, 347,
172, 173, 174, 175, 179, 181, 182, 183, 371, 372, 412hl40.
184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, Aydos, 218.
193, 194, 195, 198, 199, 201, 202, 203, A yn Ârûs, 303, 304.
206, 208, 209, 211, 212, 213, 217, 219, Ayn Elize, bk. Ayn Ârus.
220, 222, 223, 227, 230, 256, 259, 264, Ayranlık, 283.
293, 312, 316, 318, 329, 332, 335, 340, Ayvad, 282.
345, 368, 372, 385h27, 392, 393, 404, A ’ zaz, 355.
409, 411, 413. Azerbaycan, 71h290, 82, 83, 90, 95, 107,
Anamur, 168, 180, 367. 128, 129, 130, 135, 137, 139, 145,
Andırın, 276. 147, 150, 151, 152, 153, 154, 156, 230,
Andhoy, 141. 234, 235, 236, 261, 278, 286, 309, 348,
Anı ırmağı, 14. 365, 378, 380, 381, 419.
Ankara, 162, 176, 178, 182, 188, 190, 191, Aziz-Beğlu, 182.
213, 214, 217, 218, 220, 240, 243, 254,
257, 272, 273, 277, 278, 289, 295, 312, B
320, 321, 324, 330, 334, 342, 344, 351, Badaraya, 132.
353, 361, 371.
Bağdad, 54, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 103,
Antakya, 159, 223, 231, 242, 265, 266, 270,
127, 132, 145, 187, 199, 222, 232, 233,
329.
261, 262, 263, 264, 299, 310, 332, 337,
Antalya, 154, 162, 174 214, 232, 357.
360, 361, 362, 363.
Arabistan, 125.
Bâgin, 123.
Aralık Dere, 350.
Bağras, 243.
Aralık-Evi, 371.
Bahar kalesi, 362, 364.
Aral gölü, 24, 33, 36, 58, 100, 326, 358.
Bahçecik, 284.
Aral kıyıları, 35.
Bahreyn, 339.
Aras çayı, 249.
Bâlâ, 191,277.
Argıd-Kaş, 356.
Balasagun, 28, 29h80, 50, 56 113.
Arık-Ardı, 333.
Balat, 351.
Arıklar Deresi, 350.
Balhan, 68, 71, 72, 73, 77, 78, 87, 112, 118,
Aris çayı, 38.
140, 141, 241.
Arslan-Beğli, 282.
Balıkesir, 162, 185, 191, 192, 275, 330.
Arslanlı Virânı, 217.
Balkanlar, 36, 60, 202, 320.
Arslan-Taş. 282.
Bam, 125.
Artuk-Ova, 266.
Baran, 351.
Âsi ırmağı, 224, 267, 270.
Barategin (tekin), 33, 43.
Aşağı Sir-Derya boyları, 36, 42.
Barçınlığ-Kent, 40, 41, 112.
Aşnas, 41.
Barlık ırmağı, 3, 4, 203, 204.
Âve, 145.
Barsgan, 27.
Avnik, 380.
Barşin-Derya, 39, 40.
Avnıpa, 219, 404.
Basra, 132, 148, 222, 262.
Avşar-Bucağı, 278.
Batı-Anadolu, 134, 162, 166, 174, 175,
Avusturya, 187, 191, 227, 274, 285, 300, 317.
182, 191, 195, 213, 217, 244, 264, 277,
Ayıntab (Anteb), 159, 194, 265, 266, 267,
276, 295, 299, 306, 312, 314, 316, 317, 350.
329, 346, 409. Batı Gök-Türk Ülkesi, 12.
Ayas, 192, 354. Batı-lran, 82, 103, 105, 156, 336.
Ayasluğ (Selçuk), 218, 372. Bâverd bk. Âbiverd.
516
Bayat kalesi, 132, 220, 232. Boz-Abad, 193.
Bayburt (d), 153, 160, 380. Boz-Alan, 372.
Bayburd, 179, 180, 217. Boz-Doğan, 278.
Bayezid kalesi, 235. Boz-Kır, 180.
Bayındır, 315, 321, 322. Boz-Ok, 155, 174, 178, 186, 227, 230, 231,
Bayındır, 351. 243, 275, 276, 277, 280, 313, 317, 332,
Bayırca-Kuyu, 333. 342, 368.
Baykal, 8, 21. Boz-Ok (Birecik kazası köylerinden), 204.
Bayramlu, 327". Boz-Ok (Konya yöresinden bir köy), 204.
Beçenek-özü, 320. Boz-Üyük, 300.
Beğlik Dere, 372. Böğrü-Delük, 350.
Beğ-Obası, 228. Buğalu, 353.
Beğ-Pazarı, 182. Buhara, 33, 55, 59, 63, 64, 66, 67, 111.
Beğ-Şehir, 189. Buhayra, 251, 252.
Behisni, 231, 251. Bulac. 29, 29h76.
Bekdaş, 331h21. Bulanık, 321.
Belgrad, 229. Bulgar dağı, 341.
Belh, 66, 86, 113, 114, 115, 117, 119, 121, Burgu, 20.
122, 141. Burnaz köprüsü, 195.
Belih çayı, 193, 197, 303, 305. Bursa, 195.
Berçem, 307. Burucird, 234.
Berdaa, 153, 236, 384. Buruket, 29, 29h76,
Berdesîr, 123, 126. Busatlu, 332.
Berendi, 192. Büst, 70, 74.
Bergama, 331. Buz-Donduran, 269.
Berkeşlik, 321. Büyük Altaylar, 10.
Beş-Balık, 8, 17, 21, 23, 31, 374. Büyük-Sakız 321.
Beşiri, 244. Büyük Yıva köyü, 368.
Bevâzic, 132.
Beyat, 132. C
Beylekan, 131.
Bezirci, 333. Ca’ber, 243, 245, 247, 248, 250, 251, 253.
Bidlıs, 127, 136, 329. Canik (Canit), 165, 327, 328.
Bidlis dağları, 210. Canik dağlan, 187.
Bidlis kalesi, 332. CanlıİL, 284.
Bin-Boğa dağlan, 355. Cebel, 360.
Binhas, 66. Cem (Emba), 33.
Bire (cik), 204, 243, 249. Cemlim, 248.
Birgi, 278. Cend, 34, 38, 40, 52, 57, 59, 62, 63, 66, 67,
Bistam, 120, 121. 76, 94, 100, 101, 111, 112.
Boğaz-îçi, 102, 399. Ceyhan, 197, 198, 280, 354, 369.
Boğazlayan, 179. Ceyhan nehri, 196, 197, 353, 354, 369.
Bolu, 142, 185, 213, 256. Ceyhun, 10, 27, 59h247, 64, 65, 67, 76, 77, 78,
Bolu sancağı, 182, 239. 80, 87, 102, 140h411, 152, 169.
Bosna, 188. Cezayir, 199-
Bostanlu, 217. el-Cezîre, 109, 131, 232.
Boynu-Yoğun, 353. Cezîret ibn Umar, bk. Cizre.
Boy-Ovası (Boy-Âbad), 351. Cheimasiae, 328.
517
Cibâ], 89. Çukur-Ova, 48hl94, 134, 166, 172, 175,
Cirgak, 4, 7. 177, 180, 181, 182, 190, 192, 195, 196,
Cirik kale, 40. 197, 232, 257, 269, 271, 274, 275, 276,
Ciruft, 123. 279, 280, 281, 282, 314, 341, 353, 354,
Cît (jit), 33. 355, 369, 370.
Cizre (Cezire), 95, 137, 244, 384. Çuna, 231.
Colab (Culab), 194, 302, 303, 306. Çuş-Başı, 16.
Colab ırmağı, 193.
D
Corycos (Cracca), 264.
Cotzanta, 328. Dadyan, 351.
Curcan, 74, 81, 82, 87, 89, 93, 118, 119, 219. Dakuka (Tauk), 127, 336.
Curcaniye (Gürgenç), 33, 43. Damğan, 81, 99, 107, 164.
Cuveyn, 116. Damızlık, 284.
Damlaluca, 295.
ç Dânişmend ülkesi, 213.
Çakmak, 350. Dârende, 267, 268, 269.
Çamlı-Bel, 142, 185. Day-Oluk, 283.
Çanak, 333. Debûsiyye, 64, 75.
Çanak-Alam, 321. Dede-Kargın, 314.
Çanak-Konağı, 282. Dekkân, 148.
Çandarlu, 331. Deli-Dinar, 350.
Çandır, 325. Demenhur, 251, 252.
Çankırı, 166. Demircili, 283.
Çardar, 40. Demir-Kapu, 354.
Çarıklar, 211, 259. Dendânekan, 91, 93.
Çanklıı, 211, 259. Denizli, 134, 161, 162, 181, 192, 214, 217,
Çavdar, 284. 341, 399.
Çavdur, 324. Derbsak, 271.
ÇavuTcu, 350. Derbsak kalesi, 270.
Çayırlar, 331h22. Derelü, 331.
Çay-Kuyu, 295. ( jy - ), 61h257.
Çepni dağları, 331. Deşt-i Kıpçak ^ j, 3 5 h ll3 , 260.
Çığıl tır golü, 20. Deştiya, 284*
Çimen, 284. Develu Karahisar, 180.
Çin, 1, 8, 10, 11, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 22, 26, Deve-Taş, 300.
27, 31, 48hl58, 113. Deylem, 7lh290, 81, 94.
Çoban Beğ, 300bl0. Deyr Rahbe, 275.
Çorum, 153, 163, 182, 185, 213, 325, 329, Dırnaklu, 307. .
334, 394. Dicle, 384.
Çördük, 284. Dilı-i Nemek, 761ı310.
Çörten Hüyüğü, 306. Dih-i Nev, 34.
Çu, 12, 28, 31, 36* Dihistan, 70, 78, 79, 93, 118, 119.
Çubuk, 295. Dikmeci, 331.
Çubuk ovası, 170. Dimaşk (Şam), 101, 133, 224, 245, 247, 248,
Çuğay-Kuz, 13. 252, 254, 267, 268, 271, 296.
Çuhr-ı Sa’d, 399. Diuever, 84, 127, 144, 337, 360.
Çukurcak, 243. Divân, 356.
Çukur-Hisar, 333. Divâne Kışlası, 350.
518
Divâneler, 217. Esed-Âbad, 85, 291, 292.
Divriği, 187, 263. Ester-Âbâd, 314, 343, 348, 349.
Diyarbekir, 95, 101, 136, 145, 146, 147, 151, Esenlu, 257.
167, 175, 193, 209, 225, 245, 249, 250, Esirlik, 284.
251, 276, 299, 384. Eski-ÎI, 179, 333.
Dizful, 288. Eski-Şehir, 182, 221.
Dodurga, 256. Etrek, 348.
Doğu-Anadolu, 100, 135, 136, 147, 153, 155, Etrek çayı, 311, 343.
156, 164, -183, 201, 332, 378, 381. Eşme-Kaya, 179.
Don ırmağı, 36, 59h250. Eşnas, 40.
Dudriağa, 256. Ezgenti Kadaz, 16.
Duraklu, 333.
F
Düzmürd kalesi, 385.
Düzmüş, 333. Farab (Karaçuk), 33, 38, 39, 62.
Fars, 121, 123, 126, 127, 137, 146, 150, 151,
E
202, 260, 261, 262, 287, 288, 292,
Edirne, 199. 336, 337, 388, 339, 340, 358, 363.
Eğridir, 217, 314, 357. Faş çayı, 379h4.
Elbistan, 153, 161, 166, 226, 243, 280, 300, Ferah, 289, 290, 291.
320, 321. Ferâve, 69, 74, 78, 79.
Elbistan ovası, 160. Ferâve çölü, 88.
Elgen-Argı, 333. Fergana, 30, 66, 67.
Elgen-Virânı, 350. Fındık, 321.
Emba, bk. Cem. Fırat, 101, 153, 174, 182, 210, 213, 223, 266,
Emegil, 284. 303U23.
Emet suyu, 384, 398. Firuzlu, 331.
Emir-Dağı, 321. Fiyahan, 302.
Emirgân, 399. Fümen, 335.
Emir Hacı, 306.
G
Emir-Uşağı, 282.
Emirlü, 331. Gani?, 356.
Endülüs, 105. Garcistan, 119.
Engezlu, 331. Gâverûd, 290, 309.
Erbil, 133, 134, 146, 209. Gâvur dağlan, 134, 192, 195, 228, 273, 298,
Erciş kalesi, 332. 354, 369.
Erdebil, 130, 150, 170. Gâzi Anteb, bk. Ayıntab.
Erdelan, 421. Gazne, 57, 68, 70, 119, 120, 121, 122.
Ereğli, 342. Gazze, 159, 223.
Erivan, 236, 399. Gebeciler, 217.
Erence, 217. Gedük, 179, 230.
Ermenek, 161, 168, 180. Gemerek, 230, 280.
Errân, 90, 128, 129, 131, 135, 145, 146, 151, Gence, 129, 153, 236, 279, 384.
161. Gencek, 217.
Erzen, 135. Gerçelik, 307.
Erzincan, 148, 151, 152, 153, 165, 173, 190, Gerede, 142, 185.
264, 328. Germiyan, 408.
Erzurum, 135, 146, 157, 161, 172, 190, 364, Germsîr, 124, 126.
379, 380. Geyikler, 232.
519
Gîlân, 152, 230. Hami, 10.
Gird-Kuh kalesi, 99, 100, 107. Hamid (sancak), 171, 181, 213, 214, 217,
Giresun, 165, 324, 325, 331, 332. 242, 243, 312, 314, 319, 333, 357.
Girih-Rûd, 234. Hamid ( -U»-), 384, bk. Âmid.
Girmasun, 333. Hamse, 237, 292.
Golkonda, 148. Hamza-Baba, 331h21.
Gök-Gedik, 331h21. Han-Köyü, 282.
Gök-Köy, 217. Harizm, 33, 36, 43, 44, 52, 57, 58, 63, 68, 76
Gök-Pınar, 321. 77, 78, 92, 93, 100, 101, 118, 122,
Göksün, 313. 124h382, 125, 142, 164, 218.
Göksün yaylası, 187, 189. Harmandalı, 331h21.
Göl-Hisar, 334. Harput, 136.
Görele, 331. Harran, 193, 248, 302.
Göynük, 268. Haruniye, 315, 321, 346.
Gûr, 119, 126. Hasırcı, 283.
Güzgân (Cuzcan), 74. Hassa, 269, 283.
Gülnar, 178, 308, 356, 366. Hatay, 229, 409.
Gül-Tepe, 282. Hatuniye, 250.
Gündüzlü, 269, 329, 366. Haydar Âbad, 148.
Güney-Anadolu, 46, 156, 202, 228. Haymana, 257, 278.
Güney Azerbaycan, 156. Hazar Denizi, 33, 68, 141, 186, 202, 240, 358.
Güney-Batı Anadolu, 173, 182, 195, 223. Hazar ülkesi, 55.
Güney-Doğu Anadolu, 95, 135, 136, 155, Heftaze Bıilan, 98.
272. Hekim-Han, 177, 178.
Güney Ispanya, 138. Helvacılar, 331h22.
Günü, 217. Hemedan, 81, 82, 83, 84, 87, 90, 98, 105, 106,
Gürcistan, 100, 137, 335, 379h4, 384, 385, 397. 107, 108, 131, 146, 234, 261, 289, 292,
Gürgen, 124, 243. 311, 337, 360, 361, 362.
Gürgen çayı, 141, 311, 343. Herat, 74, 87, 88, 92, 93, 116, 119, 120, 170,
Gürgenç, 100. 344.
Gürleyen, 284. Hısn-Keyfâ, 136, 245.
Gürün, 177, 178. Hısn ul-Ekrad, 316.
Güvercinlik, 322. HİIIe, 126, 234, 309.
Güzelce, 284. Hind, 43hl58, 70, 125.
Hindistan, 66, 68, 72, 81, 109, 148, 149, 155,
H
170.
Hacılu, 231, 234. Hisar-Tak, 241.
Hacı-Veliler, 283. Hive, 139.
Haleb, 13h25, 134, 135, 153, 165, 173, 175, Hocend, 66, 67.
178, 192, 204, 223, 224, 226, 227, 228, Horasan, 24b52, 42, 43, 47, 57, 58, 64, 65, 66,
245, 246, 247, 248, 249, 251, 252, 254, 68, 69, 71, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81,
265, 266, 267, 268, 269, 270, 271, 273, 85, 86, 87, 88, 89, 91, 92, 94, 100, 101,
277, 278, 294, 298, 299, 303h23, 306, 112, 113, 118, 120, 121, 122, 123, 124,
312, 354, 360, 365, 370. 125, 135, 136, 139, 140, 142, 146, 147,
Halhal, 290. 148, 152, 156, 220, 235, 241, 242, 288,
Halkalu, 331. 290, 291, 292, 320, 371, 393.
Hama, 192, 253, 271, 279, 341, 359, 371. Horzum, 218.
Hamed, 302. Hotamış, 28h68.
520
Hoy, 130, 146, 329, 364. 227, 231, 233, 324, 235, 236, 237, 239,
Hudu dağı, 321, 322. 255, 257, 265, 272, 273, 274, 277, 278,
Hulvan, 127, 145. 281, 286, 288, 289, 292, 293, 297, 303,
Humus, 192, 251, 254, 266, 278, 341, 371. 304, 310, 318, 332, 337, 340, 345, 348,
Humus sancağı, 345. 358, 360, 368, 374, 377, 380, 393, 402,
Huttelân, 113. 414h 152, 418, 421.
Huvâr, 81. Iran Kürdistanı, 365.
Huvâre, 34, 38, 52, 76h310. Irtiş, 32.
Huzistan, 126, 'l27, 131, 222, 260, 261, 262, İsfahan, 71, 81, 82, 84, 87, 89, 90, 109, 170,
263, 264, 286, 288, 292, 293, 337, 171, 261, 262, 416hl61.
338. İsferâyin, 70, 116.
Hüdâvendigâr, 213. İsficab, 27, 28h74, 29, 33, 34, 36, 50, 51,
Hüseyinler, 321. 56.
Isfizar, 289, 291.
I îshaklu, 180.
Ilgın, 28h68, 180, 191, 213h57, 341. İskenderun, 281.
Irak-! Acem, 83, 87, 88, 89, 94, 105, 124, İskilip, 165,
151, 282, 362. İslâhiye, 195.
Irak-ı Arab, 96, 98, 105, 106, 131, 137, 147, Isorya, 264.
151, 232, 233, 239, 245, 250, 332, 386. İspanya, 138, 234.
İsparta, 162, 185, 192, 215, 320. Ispir, 153.
Issık Göl, 4h9, 10, 11, 27, 28, 35hll2. Istahr, 150.
İstanbul, 96, 196, 204, 220, 285, 375, 415
1 h 153.
îbar, 119. İtil, 34, 36, 43, 55, 58, 61h257, 100, 405.
tblis-Hisarı, 334. İzmir, 196, 199, 307, 330, 369hl.
İbrahim, 217.
K
îcâdiye, 283.
tç-Il (el), 160, 168, 180, 181, 182, 185, 189, Kadılı, 278.
196, 239, 297, 307, 314, 318, 334, 356, Kadirli (Kars), 176, 195, 196, 276, 277, 342,
357, 366, 367. 346.
îç -tl Sancağı, 307. Kafkasya, 198, 275, 281.
İfrikiyye, 138. Kahire, 226, 246, 251, 268, 353, 354.
tğdeli, 284. Kahkaha kalesi, 288.
İki Imek, 32. Kal’ atül-Müslimin, 246.
Iklu-Virânu, 217. Kalecik, 231.
îli, 11, 12. Kâlincar, 68.
Îli-Su, 179. Kaman, 281.
İman-Asarı, 353. Kansu, 22, 31.
ince Dere, 284. Kapanlar, 217.
încircek, 307. Kaplan Alanı, 219.
Incügez, 321. Kara-Ağaç, 307.
Inger çayı, 379h4. Kara-Bağ ( J y 219, 230, 335, 368h35.
İran, 42, 48, 49, 53, 75h305, 97, 103, 108, Kara-Beli ülkesi, 337.
110, 117, 129, 137, 142, 143, 145, 146, Kara-Boğaz, 326.
147, 148, 150, 152, 153, 154, 155, 156, Karaca-Dağ, 220, 225, 342.
158, 166, 170, 171, 175, 176, 183, Karaca-Kaya, 217.
184, 188, 190, 194, 212, 214, 222,'226, Karaca-Şehir, 203.
521
Karaca-Virân, 308. Kaypak-kalesi, 321.
Karaçuk dağları, 34, 36, 39, 59, 381, 384, Kays adası, 125, 339.
391, 398.
Kayseri, 159, 160, 161, 163, 166, 171, 176,
Kara-Deniz, 26, 33, 36, 58, 59, 202, 320, 374,
182, 187, 195, 213, 230, 273, 280, 281,
379h4, 385.
282, 294, 340, 366, 402.
Kara-Dere, 384.
Kazancılar, 367.
Kara-Dervend, 380.
Kazancalı Yazısı, 350,
Kara-Dinek, 400.
Kâzerun, 287, 289.
Kara-Göl, 111.
Kazılık dağı, 384.
Kara-Göncü, 331.
Kazvin, 73, 84, 87, 131, 170, 290, 292.
Kara-Hisar, 342.
Keder, 39.
Kara-Hisar, 3S7.
Keferdiz, 330.
Kara-Hisar-ı Sahib, 181, 213, 214, 219.
Kem, 9, 20, 22, 203.
Kara-Irtiş, 9.
Kemah, 167, 216.
Kara-Isalu, 196, 197, 232.
Kemçik, 4, 7.
Kara-Kaya, 353.
Kemer, 283.
Kara-Keçilu, 182.
Kencede, 39.
Kara-Keşiş, 353.
Kendumân, 338, 339.
Kara-Köprü, 355.
Kene Güneş, 321.
Kara-Kum, 13, 34, 35hll2, 59.
Kengiri, 213, 214.
Karaman (ili, bölgesi, eyâleti), 187, 275, 408.
Kereç, 84.
Karaman Kayası, 218.
Kerek, 221.
Karamanlı, 283.
Kerkük, 233, 250, 253, 254, 309.
Karamuklu, 282h78, 283.
Kesik çayı, 196.
Kara-Pınar, 281ı68, 282, 284.
Kesir, 283.
Karasi, 213, 214.
Keskin, 330.
Kara-Şar, 10.
Keşf ul-vechil-bahrî, 252.
Kara-Ta;, 178.
Keşf ul-vechi’ l-kibelt, 252.
Kara-Tav, 34hll3.
Kettele, 302.
Kara-Yurd, 283.
Keyre Başı, 20.
Karcılar, 372.
Kezzâz, 234.
Kargılık, 313.
Kıbrıs, 180.
Karınca, 331.
Kılıç-Kışla, 284.
Karı-Taş, 180, 333, 356.
Kınık, 192, 276, 321, 366, 370.
Karnak, 39.
Kınık, 369hl.
el-Karyetü’ l-Hadîse, bk. Yeni Kent.
Kırık-Han, 269.
Kasaba, 182, 320.
Kırık-Kale, 229.
Kastamonu, 28h68, 185, 213, 214, 351, 408.
*' Kâşgar, 27, 30, 50, 56, 67. Kır-Şehir, 158, 163, 176, 178, 182, 186, 191,
Kaş-Yenicesi, 217. 231, 313, 327, 347.
Katar, 182. Kızıl-Avrat (Kızıl Ribat), 78.
Katır-Oluğu, 269. Kızılca, 367.
Kâtif, 339. Kızıl-Dağ, 354.
Katvan çölü, 113. Kızıl-Dere, 284.
Kavak köyü, 189. K ızıl-ören, 283.
Kaya-Dibi, 331. Kızıl-Pmar, 283.
Kayıcık, 217. Kızıl-Yaka, 170.
Kayı Hüyüğü, 217. Kızkaçlı, 284.
522
Kız-Kulesi, 265. Kuzey-Suriye, 129, 188, 192, 193, 202, 223,
Kiçik Tağ, 35hll2. 230, 231, 235, 265, 272, 297, 307,
Kihran, 131, 371.
Kilikya, 353. Kuzu, 257.
Kilis, 188, 352, 355. Kuzu-Deresi, 321,
Kilise, 331. Küçük Asya, 61.
Kilise, 372. Küçük Kedfiye, 372.
Kirman, 92, 121, 123, 124, 125, 146, 151, 291, Kühek, 64.
292 293, -338, 406. Kürd dağı, 228.
Kirman-Şah, 127, 233, 292, 336. Kürdistan, 105, 127, 144, 290, 335, 336, 340,
Kobnan, 123. 360, 363.
Koç-Hisar, 179, 324, 342, 357. Kürtün, 331, 353.
Koç-Hisar gölü, 178. Kütahya, 134, 162, 181, 185, 188, 191, 209,
K oç, 21. 214, 232, 259.
Konya, 154, 160, 161, 179, 180, 190, 204,
213, 214, 217, 321, 342, 409hl20. L
Korucu, 231.
Lapa, 308.
Koyul-Hisar, 153.
Lârende, 179, 189, 217.
Kozan, 195.
Lâttakiyye (Lâzıkiye), 276.
Koz-Ordu, 28h75.
Luristan, 222, 261, 362, 363.
Koz-Virân, 350.
Köğmen, 9, 15.
M
Kök-Kesene, 40.
Kördüzlü, 356. Maçka, 327.
Köse-Dağ, 134, 158. Maden, 235.
Köyceğiz, 218, 325. Madrasan, 283.
Kudüs, 108, 133, 136. Mağara, 282.
Kûh-Gilûye, 127h386, 154, 260, 286, 287, Mâhân, 122, 141, 162.
310, 337. el-Mahkî, 262, 263.
Kûhistan, 113. Mahmudlar, 334.
Kulan, 29. Makedonya, 60.
Kul-Çukuru, 331. Mâkû, 235.
Kumis, 76h310, 119. Malatya, 137, 157, 162, 166, 214, 267, 268,
Kureyş-özü, 351. 275.
Kurt-Kulağı, 195. Malatya, 128.
Kurtulmuş, 331. Malazgird, 60h252, 102, 134, 324.
Kuru-Dere, 196h7, 308. Malye ovası, 157.
Kuru-Pınar, 346. Manastır, 199.
Kusun, 196. Mancılık, 177.
Kuşçu, 282. Mançurya, 10.
Kuşlıgak, 16. Mangışlak, 33, 59, 78, 100, 112, 118, 139,
Kutatis, 379h4. 142, 164, 202, 241, 324, 325, 326, 343,
Kuyas, 27. 348, 358, 375.
Kuzey Afrika, 138. Manisa, 28h68, 162, 172, 185, 216, 331.
Kuzey Azerbaycan, 156, 380. Maraş, 147, 153, 157, 159, 172, 175, 182, 196,
Kuzey-Batı Karadeniz bölgesi, 182. 199, 226, 231, 263, 267, 276, 321, 322,
Kuzey-Doğu Anadolu, 165. 324, 346, 409.
Kuzey Kafkasya, 36hll9, 140, 326, 358. Mardin, 136, 173, 190, 224, 250, 265, 313.
523
Markab kalesi, 224. Mut, 180, 356.
Marmara (Denizi), 134. Mürsellü. 322.
Marmara bölgesi, 162, 174, 182, 211. Müşkûye, 81.
Marmara kıyıları, 198.
Mavera un-Nehr, 15, 24, 28, 29h80, 33, 42, 43, N
48hl94, 51, 52, 55, 56, 64, 65, 66, 74,
Nahçivan, 130, 145, 361.
75, 96, 105, 109, 110, 122, 139,
Necid, 193.
164.
Nermâşîr, 124.
Mâzendran, 118, 241, 242, 292.
Nerun?, 356.
Medâin, 47hl92.
Nesâ, 70, 77, 78, 116, 118, 121, 122, 124,
Medine, 227.
241.
Mehdiyye, 138.
Nev-Şehir, 191.
Mekke, 227, 387.’
Niğde, 179, 182, 259, 342.
Mekrâfl, 72, 94, 125.
Nihâvend, 234, 263.
Melik-Virân, 284.
Niksar, 320.
Menbiç, 296h7.
Nişabur, 49, 68, 72, 85, 88, 92, 99, 116, 118,
Menbiç bölgesi, 192.
119, 120, 124, 205, 236, 409.
Menemen, 196.
Nizib, 194.
Menteşe, 153, 181, 213, 218, 318, 325, 351,
Nûr, 66, 76.
357.
Nusaybin, 97, 250.
Merağa, 83, 127, 146, 337.
Nusretlu, 347.
Mersin, 200.
Merv, 41, 47hl92, 74, 77, 80, 85, 88, 89,
90, 91, 112, 114, 115, 116, 119,
O
120, 121, 137, 141, 162, 209, 310, 344. Oğlak-Kayası, 283.
Meskenci, 372. Oğurca, 295.
Meyyâfarikîn, 136. Oğuz çölü, 33, 58.
Mısır, 96, 110, 138, 160, 164, 169, 246, 251, Oğuz ülkesi, 33, 34.
268, 271, 340, 365, 398, 409, 414K153, Oğuz yurdu, 35, 43, 388.
415. Onguncular, 284.
Mihaliç, 275. On-Ok ülkesi, 21, 35.
Mirki, 28, 29, 50. Ordu, 28, 29, 50, 56.
Misis, 192, 354. Ordu, 327, 328, 332.
Moğolistan, 113. Ordu Baliğ, 22.
Molla Hüseyinler, 283. Orhun, 9, 22.
Mora, 171. Orhun bölgesi, 3, 19, 21, 22, 24, 26, 31, 35.
Muğaıl, 132, 145, 364. Orhun-Selenga bölgesi, 23.
Muğan gölü, 277. Ornas (Eşnas), 42hl55.
Muğla, 153, 162, 181, 216, 351. Orta-Anadolu, 134, 155, 164, 174, 179, 184,
Multan, 68. 186, 187, 217, 232, 244, 264, 275, 277,
Muradiye, 331h21. 296, 350, 351, 357.
Murad Paşa köprüsü, 346. Orta-Arabistan, 193.
Murgab, 344. Orta-Asya, 1, 3, 5, 18, 26, 51, 135, 137, 139,
Murtaza-Âbâd (ova), 217, 320. 142, 154, 162.
Murted-Çukuru, 353. Orta-İran, 82.
Musul, 95, 97, 104, 128, 132, 136, 145, 246, Oruç-Oğlu, 284.
250, 289, 360, 365. Osmancık, 322.
Muş, 136. Osmaniye, 195, 198.
524
Otrar ( j l ^ l ), 29, 35hll3. Rûyindîz, kalesi, 146.
Ovacık-Pmarı. 321.
S
Ozgur, 331.
Sabran (Savran), 29, 33, 35hl 13, 39, 43.
Ö
Sâdık Ata Tepe, 39.
Ötüken, 6, 7, 10, 14, 18, 20. Sâfita, 224, 265.
Özer, 276. Safranbolu, 238.
Öz-Keııd, 30, 40, 41, 64, 66, 111, 243. ( j * ) 127h386.
Saim-Beğli, 195.
P
Sakal, 295.
Paç, 269. Sakarya bölgesi, 1741ı466.
Pasin, 96, 380. Sakızcık, 321.
Payas, 195, 269, 354. Samsun, 165, 166, 327.
Pazarcık, 330, 334, 346. Sandavi?, 356.
Pazar-ören, 282, 283, 284. Sandık dağı, 346.
Pazııık, 416. Sandıklı, 219.
Peçenek, 323. Sarban, 331.
Peçenek-özü, 320. Sacız, 198, 282, 283, 284, 294, 324.
Flıilalıonite, 328. Sâru, 146.
Pınar-Başı, 282, 283, 284, 294. Saru-Çam, 197, 333, 354.
Potuklu, 284. Saru-Gurkan, 309.
Pürnek, 321. Saru-Han, 191, 213, 218, 330.
Saru-Han sancağı, 189.
R
Saru-Kaya, 152.
Rahbe, 96, 307. Sanı-Kurşun, 256.
Rahva ovası, 102. Sarvandı dağı, 321.
Rakka, 136, 193, 194, 197, 226, 275, 278, 279, Sâve, 145.
281, 295, 302, 303, 305, 306, 307, 317, Sayram, 35hll2.
330. Sebzvâr, 291.
Rakka çölleri, 305. Selânik, 60.
Râvendân, 352. Selçik ('iU J L - ), 372.
Remle, 133. Selçiik ( 372.
Revan, 332. Selenge, 8, 17, 19, 20, 21.
Rey, 71, 72, 80, 81, 82, 83, 87, 89, 92, 94, 98, Selinti, 168, 180.
103, 106, 107, 116, 118, 262, 309, Sehna dağı, 193.
348hl3, 361. Selmas, 250.
Reyhan, 125. Semerkand, 24, 29h80, 35hll3, 64, 65, 112,
Reyhanlı, 229. 170.
Ribat-ı Nemek, 76. Sepren, 38, bk. Sabran.
Rûd-Bâr, 348hl3. Serahs, 66, 69, 72, 74, 80, 85, 88, 117, 119,
Ruha, bk. Urfa. 120, 121, 137.
( ç j J \ ) 3201ıl. Serahs çölü, 87.
Rum-eli (ili), 141, 145, 156, 165, 169, 188, Serav, 130.
199, 209, 264, 421U171. Seyhan ırmağı, 353, 354.
Rum-Kale, 266, 312, 329, 330. Seylan, 303.
Rum ülkesi, 87, 94. Seyyid, 331.
Rusya, 59. Seyyid-Gazi, 181.
525
Sırh-Tam. 40. Suriye sının, 300hl0.
Siistan, 93, 126, 147, 290. Susuzca, 334.
Silifke, 180, 264, 314, 318, 357. Su-Şehri, 321.
Silvan, 136. Sürmelu, 384.
Simnan, 81. Süruc, 248, 249, 250, 273.
Sincar, 97, 247. Süt-Kend, 39, 50, 62.
Sindal, 284.
Sinop, 159, 165, 327. ş
Sir-Derya (Seyhun), 4h9, 24, 33, 34, 36,
Şaban, 331.
38, 39, 40, 49, 53, 56, 59, 76h3l0,
Şabanlı, 282.
79, 101, 111, 112, 126, 202, 216,
Şâdiyah, 119.
260, 325, 337, 360, 381, 382, 384, 385,
Şam, 199, 223, 229, 252, 312, 332.
420.
Şantung, 14.
Sis (Kozan), 159, 176, 219, 253, 255, 265,
Şapur ovası, 362.
277, 293, 354, 369.
Şaş (Taş-Kend), 39, 50, 55, 66.
Sisca, 321.
Şebin Kara-Hisar, 216.
Sitgiin, 38, 39.
Şehir (Yeni) Kent, bk. Yeni Kent.
Sivas, 137, 143, 153, 157, 158, 159, 163, 165,
Şehrizor, 111, 127, 134, 145, 208, 336,
173, 175, 178, 185, 1B9, 190, 199, 213,
338.
214, 227, 228, 256, 316, 317, 340, 345,
Şeki, 249.
371, 394, 402.
Şemseddin, 302.
Siverek, 248.
Şenb-i Gâzân, 249.
Sivri-Hisar, 182, 278, 371.
Şereflu Koç-Hisar, 320.
Siyah-Kûh, 33, 62, 325.
Şeyh Çoban, 273.
Sobuca, 259.
Şeyh Kendi, 250.
Sofular, 331h22.
Şeyhlu, 218, 259.
Soğd, 24.
( ÛUJiA ), 28.
Solaklar, 282.
Şiraz, 286, 288, 338, 339.
Songa ormanı, 15.
Şirvan, 148, 303, 380.
Sorgun, 179.
Şuşter, 264, 288.
Söbe-Çimen, 284.
Söğüt, 161, 220, 221, 347.
T
Söğütlü, 283.
Söke, 331h22. Tâberek kalesi, 82.
Sthlabopiastis, 328. Taberistan, 82, 93.
Suğdak, 21. Tâbee, 94.
Suğnak (Sığnak), 38, 39, 40. Taf, 283.
Sultaniye, 310. Tahta-Kemer, 283.
Sultan-Önü, 182, 203. Tahtalı, 284.
Sulucu Kara-Hüyük, 327. Talaş, 10, 11, 12, 13, 24, 27, 31, 36, 50, 56, 66,
Sumeysat, 157. 75h305.
Sunak, bk. Suğnak. Tâlikan, 119.
Sunbas ırmağı, 196. Tana-Deresi, 331.
Suriye, 101, 103, 107, 108, 109, 110, 129, 133, Tarbagatay, 12, 17.
137, 159, 165, 169, 193, 194h488, 225, Tarablus Şam, 138, 166, 177, 189, 192, 224,
231, 239, 253, 271, 299, 306, 317, 360, 229, 265, 270, 316, 341.
365, 369, 386, 408hll3. Tarablus (Libya), 199.
Suriye çölü, 276, 355. Târim, 290.
526
Tarsus, 134-, 150, 180, 257, 307, 316, 317, Tuna, 37, 60, 169.
317, 341, 354, 356, 367, 372. Tunus, 199.
Taşlıca, 295. Turar, bk. Otrar.
Taşlıca-îniş, 321. Turgud, 179, 186, 323, 333, 350.
Taşlık-Silifke, 180. Turgutlu, 330.
Tatyan, 384. Turhal, 171.
Tâuk (Tavuk), 233, 250, 309. Turuhan, 9.
Tavşancık, 231. Tus, 70, 116, 118, 119.
Tebriz, 146, *152, 164, 167, 170, 189, 249, Tünhas, 66.
256, 290, 340, 364, 376. Türgi, Yargun, 8.
Tedmur vahası, 341. Türkmen çölü, 257.
Teke sancağı, 153, 170, 181, 214, 242, 243, Türkistan, 8, 31, 42, 49, 79, 106, 122, 139,
314, 318, 357. 142, 148, 154, 157, 164, 170, 178, 220,
Tekfur Burcu, 321. 225, 384.
Tekir-Dağ, 219. Türkiye, 4, 45, 48, 53, 122, 132, 143, 149,
Teleyli, 306. 151, 153, 157, 163, 167, 175, 182,
Telh-Âb, 85. 192, 196, 201, 204, 207hl6, 207, 212,
Tell-Bâşir, 134, 365. 220, 238, 240, 264, 265, 273, 275, 292,
Tell-Hâlid, 134, 365. 306, 318, 334, 348, 353, 373, 392, 406,
Tell-Şammar, 278. 409, 410, 411, 412, 414, 415hl53, 416,
Tell-Zivan, 278. 418, 419.
Terziler, 331h22.
Tezeklü, 356. U
Tîb çayı, 222, 232.
Tibet, 22. Ucan, 249.
Tien-Şan bölgesi, 22. Uğuz jilgası (Oğuz-Deresi), 40.
Tiflis, 83. Ulu-Çir, 308.
Tire, 331h22, 372. UIuğ-Tağ, 351x112.
Tirebolu, 165, 328, 332. Ulu-ICaşağı, 308.
Tirkeş, 331H21. Ulu-Kem,3, 4h9.
Tirmiz, 74, 117. Ulyâ-Âbâd yazısı, 87.
el-Tîz, 94. Umman, 339.
Toğu Balık, 16. Urfa (Ruha), 137, 187, 193, 194, 204, 248,
Tokat, 143, 153, 163, 178, 185, 213, 240, 266, 249, 254, 302, 307.
345, 347, 394. Urgu, 16.
Toklar, 282, 283, 284. Urmiye, 83, 130, 289, 292, 335, 364,
Tokmak, 12. 365.
Tokuz-Oğuz (köy), 203. Urmiye kalesi, 309, 335,
Tomarza, 280, 282, 283, 284, 293. Urum (Rum), 301.
Toprak-kale, 370. Urungu, 9, 27.
Toroslar, 174, 237. Uşacık Pınarı, 321.
Torul, 331. Uşak, 232, 277, 351.
Tözgün, 283. Uşnu, 364,
Trabzon, 149, 154, 159, 165, 182, 213, 327, Uşrusana, 24, 65.
328, 329, 331, 332, 354. Uzamış, 257.
Trakya, 60. Uz-Kent, 40.
Tuba, llh22. Uzun-Dere, 331.
Tula, 4, 5, 14, 203. Uzunluca, 372.
527
Uzun-Yayla, 153, 159, 165, 173, 177, 197. Yayık (Ural), 34, 37.
Yazır, 240.
Ü Yedi-Berguş, 372.
Üç-Ayaklu, 356. Yedi-Oluk, 284.
Üç-Başlu, 357. Yellüce, 177, 300, 366.
Üç-Birkü, 21. Yemen, 138, 199, 208.
Üç-Em, 191. Yenice-Hisar, 331.
Üç-Kapılu yaylası, 354. Yeni-Derya, 40.
Üç-Kilise, 295. Yeni-Kent, 34, 38, 40, 42hl55, 53, 62, 111.
Ürgenç, 41', 242. Yenisey, 3, 9, llh 22.
Ürgüb, 179, 366. Yenisey bölgesi, 26.
Üsküdar, 177, 189, 227. Yere-Geçen, 284.
Üst-Yurd 59, 100. ’ Yesi 33, 35hll3, 39.
Yezd, 266, 319, 339.
V Yozgat, 153, 166, 172, 175, 182, 204, 225,
230, 394.
Yakf-ı Kebir, 331.
Yukarı îrtiş, 31.
Van, 335, 348.
Yukarı Yenisey, 31.
Van Gölü, 95.
Yulduz ırmağı, 10, 12.
Van kalesi, 332.
Yüregil (Ankara’ nın, bir mahallesi), 247.
Vâsıt, 262, 263, 338.
Yüreğir - Yüregil - (Seyhan - Ceyhan ırmak
Vesic, 38.
ları arası), 353.
Vilâyet-i Çepni, 331.
Vilâyet ul-Kıfcakiyye, 128.
Z
Y
Zab, 132.
Yaban-Ova, 320. Zamantı bölgesi, 198, 277, 279.
Yağar, 351. Zamantı çayı, 274, 280.
Yağmur, 366. Zâra, 256.
Yakalkan, 331. Zaysan gölü, 9, 27.
Yakın-Doğu, 46, 110, 135, 138, 245, 378, Zeamet, 32h21.
381, 393, 408, 412, 420. Zebîd, 138.
Yalak, 282. Zelhin, 283.
Yalan-Kaz, 295. Zencan, 131, 237, 310.
Yamğurca, 331. Zencan çayı, 94.
Yarpuz, 321. Zerend, 123.
Yas-Pmarı, 308. Zile, 193.
Yassı-Üyük, 217. Zonguldak, 238.
528
IV - MADDELER
A Bektaşî, 169.
Bektaşî tarikatı, 172, 420.
Abaza köleleri, 274. Beş akçeli ulûfecilcr, 379, 380.
Adaklu, 405. Beyatî makamı, 237.
Ad sormamak geleneği, 417. Beyatî Nijad (at), 235.
Ağça koyun, 392. Beygu ( j i j y 78h315.
Ahi(ler), 163.
Bidevi at, 408.
Alay, 379, 380.
Binicilik, 406, 408.
Alplar, 396.
Bod, 201.
Al vur devri (Avşar’ın), 280, 281.
Bolgak (karışıklık), 15.
Âmil, 70.
Boy, 201, 202.
Anadolu Türklüğü, 161.
Boybeği, 201.
Arab atı, 407.
Bozdoğan, 407.
Aşığlu, 208.
Börk, 409.
Aşık, 412.
Budun, 5, 201.
Aşîret, ,202.
Buğra (yemek), 393.
A t, 42, bk. binicilik.
Buhur, 43.
Ata, 44.
Atın kuyruğunun kesilmesi, 416. C
Avadanlık, 54.
Avcılık, 411. Celâlî bölük başılan, 187.
Avcı-başı, 54. Celâli hareketleri, 142, 196.
Avşar kilimi, 281. Celâlî isyanları, 173, 181, 186.
Aygucu, 14. Celalîler, 189, 190.
Cemâat, 202.
B
529
t> i
Damğa, 206, 207. Idi-Kut, 8, 22.
Dâye (dadı), 4-05. İğdiş, 408.
Destursuzca yağıya girmek, 400. İl eri, 185.
Devşirme ocağı, 175. İlig-i Türkman, 29h80.
Diz yere vurmak, 406. İnaklar, 397, 402.
Don (giyim), 405. İran (Acem), kervanları, 186.
Doyumluk, 220. İran Türklüğü, 292.
Döne döne savaşmak, 406. İşbara, 31.
E
K
Edik, 409.
Eğlenceler, 411, 412- Kabîle, 201.
El (il), 201, 202. Kaftan, 409.
El gün, 38. Kağan, 9, 10, 15.
Elini eline vurmak, 414. Kâğut (kavut), 124h380.
530
N Salur damgası, 206.
Ser çeşme, 52Iı215.
Naibler, 402.
Sırt zırhı, 406.
Nökerler, 401, 402.
Sipahi, 346.
O Sipahi-oğulları, 217.
Sipahi zâdegân, 346.
Oba, 201, 202.
Sokman, 409.
Oğuz alpları, 386.
Solaklar, 414hl52.
Oğuz boylan, 202, 203, 204, 206.
Sol aşığlu, 208.
Oğuzculuk cereyanı, 164, 215, 373, 374.
Sol karı yağrın, 208.
Oğuzculuk, şuuru, 375, 376.
Sol kol. 406.
Oğuz kavudu, 124.
Sukak, 42.
Oğuz şehirleri, 39, 41.
Sungur, 207.
Oğuz türesi, 168.
Surre akçesi, 227.
Oğuz yabğusu, 34, 51, 57, 76, 205.
Sü-başı, 53, 61, 85, 403.
Oğuz yurdu, 384.
Sünük, 206, 207, 208.
Ok 1, 54, 406.
Ok atmak geleneği (gerdek için), 404.
ş
Ongun, 207.
On iki hayvanlı Türk takvimi, 143. Şad, 7, 20.
Orda, 401. Şafiî mezhebi, 393h4-5.
Ordu, 406. Şâhin, 207.
Orhun Âbideleri, 12, 13h25, 201, bk. Gök- Şine Usu Yazıtı, 7, 21.
Türk Âbideleri. Şişlik, 392.
Orun, 208, 400. Şiven, 414.
Osmanlı av teşkilâtı, 411.
Oymak, 202. T
531
u Yatuk, 42, 202.
Y ay söykünmek, 397.
Uc (kuş adı), 207.
Y ay ve üç ok (hâkimiyet alâmeti), 85, 205.
Ucayla, 208.
Yazığçı, 53.
Uç, 135.
Yınal, 53, 77.'
Ulus, 201.
Yirmi dört Oğuz boyu, 215.
Uşaklar, 401.
Yirmi dörtlü düzen, 208, 209, 210.
Yoldaş, 37, 402, 403.
ü
Yoldaş başı, 402.
ÜIüş, 208. Yörük, 172, 173, 174, 357.
Yuğ aşı, 415, 416.
Y Yurd, 201.
Yağmalı toy, 104, 105, 395, 412. Yut, 16, 417, 418.
Yahni, 392. Yükünç, 406.
Yas merasimi, 133, 414. Yülek, 407.
532