Professional Documents
Culture Documents
HAREZEMŞAH
N e cip A sım
P g j g ) ]
1 ( r : W F E R İT S A Ğ L A M ’!M
| T u r.K T A R İ H K ’J A U M L ' A A
1 A R M a ğ a K İ D İ R
19 3 4
İSTANBUL
DEVLET MATBAASI
c J j U s J L - â
NECİP ASIM
Bütün tarihleri okuduktan sonra şunun farkına vardım ki müverrihler kendile
rinden önce gelenlerin eserlerine biraz şey ilâve ve azıcık şey çıkarmak ve kendi
zamanlarında olan vak’alardan bir iki şey nakletmekle iktifa ediyorlar, bu ise insana
kanaat vermekten pek uzak bir iştir. Yani müverrih var, müverrihçik var, ikisi ara
sında da büyük fark var; bahsettiklerini görüp yazmak başka, kalan eser ve izleri
gözden geçirip tasvir eylemek yine başka.
Burası böyle olmakla bearber «İbnilcsir» diye meşhur olan Ali bin Abdülkeri-
min «Kâmil» atlt tarihi milletler hakkında umumî ve hele acemler yani arabın gayri
olana dair muhtelif müelliflerin verdiği malûmatı ihtiva etmektedir. Ibnilesir işte
bundan dolayı kitabına «Kâmil = tam» adını vermekte haklıdır; burada verdiği
tafsilânn bir kısmını, bahscylcdiği milletinin dilinde yazılmış eserlerden almış ve
bu suretle adi istidlâllerle vasıl olabilmesine imkân olmıyan vasıl olduğu dereceye
ermiştir. Hakikaten Ibnilcsirin kitabında görülen rivayetler bunları müracaat eyle
dikleri kimseler ağzından toplanmış olduklarını göstermektedir. Hattâ kendim, dün
yanın ve dinin baisi iftiharı olan Ebülfeth Mehmet bin El Aslan bin Atsız bin
Mehmet bin Niştikinin ve oğlu Celâlüddnin ahvali hakkındaki malûmatı
okuduktan sonra mühim ve şanlı vak’aların hiç birisini ihmal etmediğini ve ancak
hafif bir iki hata işlediğini gördüm; hayret eyledim.
Başlıca düşüncemiz vak’aların izini çizmek, hatıralarını ebedileştirerek onlar
dan tecrübeye esas olacak malûmatı çıkarmak olduğu cihetle karilerimiz bundan ta-
mamile haz duyacaklardır. Filhakika tali bu hükümdarı bir oyuncak yapmıştır;
bazan tali onu yükseltir, bazan indirirdi. Bir gün ateşinin yalımını söndürür, ve
.hemen tekrar yandırır, böylece kendisine yücelik ve şeref verir, yahut makhuriyet
ve mezellete atardı. Kendisini mahvedeceği bir anda iktidar mevkiine çıkarır, ikbalin
evç noktasına çıkacağı esnada da onu en sert iptilâlara duçar eylerdi. Bu hususa
kanaat getirmek için on bir yıl içinde on bir meydan muharebesi verdiğini ve bu
müddet esnasında bazan müthiş bir hükümdar, bazan, matrut ve mülteci sıfatında
Türkistandan Hindistan hudutlarına, oradan, Rum memalikinin (Anadolunun) gö
beğine kadar gittiğini düşünmek elverir.
' ' ' Şimdi iştirak ettiğim veya iş içinde bulunan şahitlerin ağızlarından işittiklerin
; v hikâye edeceğim başkalarını bırakacağım.
10
' Müverrihler Mehmet bin Tik üş zamanına kadar tarihlerini yazmışlardır. Bu
zat babasından kendisine miras kalan Horasan ve Harzem üzerine olan Irak ve Ma-
zenderam, sonra bu birinci mücevher üstüne German, Mekran, Keş, Secistan, Gur,
Gazne, Bamyan ülkelerini bütün düzlük ve dağlık yerlerile birlikte ta H int hudu
duna kadar elegeçirdi. Bütün bu fütuhat kılıçlar kınından çıkamıyacak bir hale
geçmezden ve kadınlar mücevherlerinden mahrum edilmeden elde edildi. Bu yerle
rin fethi çarpışmadan, döğüşmedetı, zorluk görmeden, harabeler vücude getirmeden,
yalnız bu hükümdarın hürmetle ilka eylediği korku ile husule geldi. Mehmet bin
Tiküş Hitay (şimali Çin) hükümdarları, Türk hanları, Mavcranünnchir beylerine
karşı mücadele etti; bir takımlarının mülkünü ellerinden aldı, bir kısmının burunla
rım kırdı, kalanları da ta Çin hudutlarına kadar kaçırdı. Takriben memleketine
dört yüz şehir ilâve etti. Böyle muvaffakiyet herkese nasip olamaz.
Mehmet bin Tiküşün adı Faris, Frran, Azerbaycan ve hattâ Derbend, Şirvana
kadar minberlerde yadedildi. Bu da Faris Atabeği Sad bin Zcngi ile Azerbaycan
Atabeyi Uz bey bin Mehmedi bozduğu yıl vaki oldu. Bu galebeden sonra hutbe
kendi adına okunmak ve her yıl vergi vermek üzere Sad bin Zengiyi azat eyledi ve
Uz Beyi takipten vazgeçti.
Bu hükümdarın muvaffakiyetleri ortalığı altüst eden Tatar belâsı çıkıncıya
kadar sürdü. Sayısı bilinmiyen ve daima tazelenen Tatar kıt'alarr o büyük eseri ve
müridini boğdular. Ben arkadaştan boğulmuş, kendisi bir kayaya atılmış bir adama
benzedim, işte bundan sonraki o müthiş halleri okuyucularımın gözleri önüne iyice
yaymak için bu Tatarlar ve bunlann muhaceretlerini tasvir edeceğim.
BİRİNCİ FASIL
Tatarlar ; bunlann iptidası ve memleketleri
Sözlerine inamlabilen adamlar bana Çinin geniş olduğunu, ala ayda etrafı
dolaşılabileceğini söylediler. Bu imparatorluğun etrafı tamamile yüksek dağlar, ge
niş nehirler müstesna olmak üzere yekpare duvarla çevrildiğini haber verdiler. Ku
runu kadimedenberi burası ala kısma aynlmışnr. Herbiri birer aylık yol olmak
üzere, birer Han tarafından idare edilir, bu Hanlar Çin fakfuruna itaat ederler. Sul
tan Mehmedin muasırı olan Fağfur Altun Han idi{‘]. Hükümdarlık büyükten bü
yüğe intikal eylerdi. Hanlar Ham bermutat Ycn-King şehrinde oturur ve kış gelin
ceye kadar nehir kenarlarına göçer dururdu. Kış geldiği gibi Fağfur ve milleti Keş
mir civarında Ganj (Sint) nehrini geçerler,ova ve vadileri itibarile bir misli olmı-
İKİNCİ FASIL
Çengiz ve iki arkadaşının isyanından sonra olan haller
[’] Çengimin asıl adı Temuçin idi. Çengiz, yani padişahlar padişahı adım elli
•- bir yaşında aldı.
[3] Burası yukarı Amu nehrine dökülen Tula, Kerulan, Onan nehirlerinin
şıklığı dağlar üstünde bir mevki adıdır.
[3] Bu meşhur Çengiz değil, diğer bir Hanın lakabıdır.
le r ve tü rk le r ço k zayiata u ğ ratıldı. B ununla beraber.A ltun H an ufa kbir kuvvede
k açtı, G anj n e h rin in ötesine gitti. A rkasından bıraknğı memleketi müttefikleri elde
ettiler. B u y üzden m ü ttefik lerin ordusu kendilerine iltihak eden çapulcu türklerle
d o ld u . >
işle rin fena g ittiğ in i, ordusunun dağıldığım , nüfuzunun azaldığım gören Al
tu n H a n b arışıklık istedi. Em ri vakii kabul ediyor : geri kalan ufak arazi ile iktifa
eyliyor, azı k u rta rm a k için çoğu veriyordu. M üttefikler bunları kabul ettiler.
A ltu n H an ta ra fın d a n korkulacak b ir şey kalmadığından müttefikler Belasa-
g u n [* ] üstüne g ittile r. Şehir ve etrafım zaptettiler, işte bu esnada Keşlu H an öldü.
Y erine gene bu a d ı taşıyan oğlu geçti. Y eni hüküm darın pek genç oluşu Çengiz’i
eski ittifak ım bozm ağa şevketti, ik i taraf birbirine kabahat yüklemeğe başladı, söz-
şiddet kespettiği g ib i K eşlu H an m üttefiklerinden ayrıldı.
ÜÇÜNCÜ FASIL
Keşlu H anın başına gelenler
' ^Sultan Mehmet bin Tiküş Kur Hanın Kcşlu tarafından esir edildiğini ve bunun
\ e l i n d e k>bulunan kıymetli taşlan ve saireyi aldığım işittiği gibi bir elçi ile kendisine
r- fa »özleri söyletti:
~ ' • — Hanlar hant kendisine kurduğum tuzaktan kurtuldu, ilk rasgeleceğin eline
düşecek bir ganimet gibi kaça. Talii ikbal evcinde iken neden kendisine müracaat
etmediniz? Şimdi kendisini mülkünden kovduktan, eski yardımcı ve müttefiklerinin
kılınnt koyduktan, kızı Tugacı Hatunu bana n âh etmek üzere sulh ve bu suretle
hâzinesinde bulunan bütün kıymetli taşlan ve değerli şeyleri bana gönderecek, yalnız
memleketinin kalan enkaz ve kılıçtan kunulan adamlarına kanaat eyliyecek bir hale
düştükten sonra böyle yıkılan bir kimseyi esir etmek lâyık mı idi? Eğer siz ve sizin
kiler yerlerinizden emin olmak isterseniz, bunun kolajı elinizdedir? O da hemen
bana Kur Hanı ve kızını ve hâzinesini göndermektir? İstediğimi yapmazsanız üstü
nüze geleceğim, o zaman sizi bir şey kurtaramaz.
Kcşlu Han buna aciz ve itaatle cevap verdi. Ayni zamanda memleketinde çıkan,
tafsilen yazılsa sütunlar teşkil edecek olan şeyler gönderdi.
.«■ Yalnız Kur Hant göndermediğinden affını dilemişti.Çünkü Kur Han kendisine
şöyle demişti :
— Sultan ve babası vaktile bana vergi getirirler, itaatlanm arzederlerdi. Pek çok
defalar imdat eylemiştim, bunu âlem bilir. Tali, ummadığı halde sultana yar olunca
bana harp ilân etti. Dünyada en aziz bildiğim kızımı nikâhla vermek üzere sulhu
kabul etmiştim. Bununla kurtulmak istiyordum. Bunca yalvarmalarım sulta-
nın kulağına girmedi, memleketimin kalan enkazım da istedi. Şimdi bunda ısrarı
ölümden daha ağır olmak üzere alnıma br zül damgası vurmak içindir.
Kcşlu Hanın gönlü bu sözlerden müteessir oldu; eğer Kur Ham teslim eylerse
kendi hakkında türklerin neticesi fenaya varacak bir harekette bulunacaklarım ve
belki bu yüzden silinmez bir leke ile lekeleneceğini düşündü, işte bundan dolayı
sultanın teslimi hakkındaki talepleri gündengüne geciktirdi. Sulcan da bunu anladı.
Bu iş için en son defa sultan tarafından elçi olarak gönderilen Nesa’lı Emir Mah
mut bin Kara Kasım bana hikâye ederek :
« Metbuumun emrile kullandığım ağır sözlerden dolayı Keşlu Han bana pıran-
ga vurdu ve bu ceza sultanın atlılarile Keşlu arasında vukua gelen bir müsademeye
kadar sürdü. Böylece esaret bağlarımdan kurtulduktan sonra sultanın sarayına git
tim. Sulun gösterdiğim metaneti, çektiğim meşakkati öğrenmişti. Beni hüsnü kabul
eni. Ne gibi bir dileğim olduğunu sordu. Ben de Horasan âmilliğini istedim. Ihsan
eyledi.»
Bu yeni valinin maiyetinde bulunan reisler bunun zulmünden, kahrından
pek bizar oldular. Halkın «uğursuz yılı» dedikleri 615 H. (1218 M.) senesine kadar
emir zulümde devam ediyordu.
Hüsnü münaseban, muhasamalan kaldırdıktan sonra sulun askerleri içinden
altmış kişi ayırdı. Keşlu Hanın kibrini kırmak ve elinde bulunan H anlar banını ab
mak için gönderdi.
Bundan evvel gönderdiği kuvvetler de Kâşger taraflarında muvaffakiyetler ka
zanmıştı.
DÖRDÜNCÜ FASIL
Keşlu Hanın Çengizin oğlu Coci elinde telef olduğu
Çcngiz Keşlu H anın Kâşgerde Belasagunu aldığını, Kur Hanı esir ettiğini işit
tiği gibi oğlu Coci’yi yirmi binden ziyade bir askerle gönderdi. Bu seferden maksat
Keşlu Hanın terakkisine mâni olmak, kuvveti köklenmeden kurutmak idi.
O esnada, Sultan Keşlu Han üstüne altmış bin askerle yürümüştü. Fakat Irgız{‘}
nehri kenarına vardığı zaman suları donmuş buldu. Buzların çözülmesni beklemeğe
karar verdi; oraya kondu. Buzlar çözüldüğü gibi hemen Kcşlu’yu aramak için sü
ratle harekete geçti, işte bu aralık müfrezelerinden birisi kendi tarafında bir süvari
Kıt'asının hareket etmekte olduğunu bildirdi. Bundan az sonra bunun Coci Han
olduğu ve Kcşlu’yu yakalayıp başını kestiği haber alındı. Moğollar tamamen galebe
etmiş, aldıkları bir çok ganimetler esmer toprakları karartmış».
Coci Han sultana bir adam gönderdi. Ayağı tozlarına yüz sürdüğünü, hududu
geçmesi fena bir niyetten değil, ancak kendisine hizmet için olduğunu arzeyledi. Ve
sultanın rahatını bozmak istiyen Keşul ile arkadaşlarını bundan dolayı tedip ettiğini,
çoluk çocuklarını esir aldığını, elde ettiği ganimeti bu işi görenlere ihsan etmek,
yahut birisini göndermek sultanın iradesine bağlı olduğunu bildirdi. Babası Çen-
giz’in de sultana karşı hürmette kusur etmemekte olduğunu da ilâve eyledi.
Sultanın maiyetinde Coci askerinin iki kuvveti vardı. Bundan dolayı Coci’nin
gösterdiği temellük ve tevazu sultanı teskin edemedi. Moğol kuvvetlerini kül gibi
dağıtacağı zannında bulundu. Şu cevabı gönderdi :
« Çengiz sana benimle harp etmemeyi emretmiş ise, Allahütcalâ bana seninle
harbetmeyi emrediyor. Ben bu harbi edersem bana en büyük mükâfatlar verir. Ba
na göre sen, Keşlu Han ve Kur Han hep birdir; çünkü hepiniz puta tapar, müşrik
siniz. Mızraklar çarpışacak, kılıçlar birbirine girecek, vaktine hazır ol.»
Coci işin harpten başka halline çare kalmadığını gördü, sultanın sol cenahı
üstüne yürüdü, fena halde ric’at ettirdi, tam bu esnada sultanın sağ cenahı harekete
geçti, o da büyük bir galebe kazandı, bundan bir muadele hâsıl oldu. İki ordu ertesi
gün işe başlamak üzere ayrıldılar. Akşam Moğollar ordugâhlarında meşaleler yak
alar, fakat bütün kuvvetlerile bir gecede iki konak uzağa kaçnlar.
BEŞİNCİ FASIL
Sultanın Iraka gitmesinin sebepleri
Sultan haşmet ve iktidarının güneş gibi parladığını ve dört yüz bini aşan atlı
askerinin muhteşem bir kuvvet olduğunu görüyor, mağrur oluyordu. İşte böyle bir
anında Sclçukîlerin haiz oldukları nüfuzu, Bağdat üzerindeki hakimiyeti çekemiyor
idi. Bunun için Selçukîler elçiler gönderdi ise de bunlar onun önünde Maveraün-
nehir ve Türkistanda nekadar meşgul olduğunu bildiklerinden bir cevap vermiyor
lardı. Vakıa da öyle di, bir kabilenin işini bitiriyor, derken adım sanım bilmediği
• bir aşiret daha çıkıyordu. Bununla beraber maksadına ermek için vasıtalar tedari
kinden geri kalmıyordu.
Sultanın hususi bir hürmetini kazanmış olan Harezmli kadı Mecirüddin Amribnı
Sad birkaç kere Bağdada gönderilmiş olduğundan şöyle hikâye eylerdi. Selçuk di
vanında bulunan âza şu surede müddcamızı ret ile dediler ki :
«Hükümetler arasındaki ihtilâflar, talilern yıkılması, Bağdadın hariciler tara
fından alınması, imam Elkaim Biemrillâh’ın Bağdadı bırakıp Haditsa Ana'ya kaçma
sı, Mclikşah oğlu Tuğrul Beyden imdat alması, şu bütün cihanın bildiği vukuat Selçu-
kilerin Bağdat üzerindeki hakimyetini elzem kılmıştır. Eğer böyle olmasa, her şey
tabii bir halde olsaydı Hilâfete bir yük yükletmek doğru olmaz, kendi dediğine bı
rakmak lâzımgelirdi. Hattâ biz bile size ihtiyacımız olduğu zaman — Allah göster
mesin — size bu yolda cevap verdik. Kendisine Cenabı hakkın okadar yerler ihsan
eylediği halde hâlâ daha uzaklara tama ediyor, halife memalikine göz dikiyor.»
Mccirüddinin rivayctince, Selçuk divanı avdetinde yanına şeyh Şehabüddin Seh-
reverdi’yi kamlar. Şeyhin memuriyeti sultanın istediklerini şer’î delillerle reddetmek,
kendisini bundan vazgeçirmekti. Buna dair birçok muhabereler oldu, fakat bir netice
alınamadı. Eskilere bir şikâyet daha ilâve edildi. Selçukîer Melekeye giden selçuk
hanlarını horlayorlardı. Hattâ sultana, Ismaililerin reisi olan Cclâlüddin Elhasan'ın
tebaasına daha iyi itibar edildiğini de ilâve olarak haber verdiler. Bu da yara üstü-
- ne tuz biber ekmek gibi bir tesir uyandırdı.
Kendim de Kadı Mecirüddinden şunu işittim; Sultanın şeyh Şehabüddin hali
kındaki duygulan pek iyi idi. Buna da sebep mevkiinin yüceliği, muasır şeyhlerden
ziyade yüksek bulunuşuydu. Bundan dolayı divanın diğer elçilerinden ziyade hak
kında fevkalâde hürmet ve riayetler gösterildi. Herkes mecliste yerleştikten sonra
şeyh şöylece söze başladı : Abbasîler adına söz söylendiği zaman onlar hakkında bir
hadis irat etmek demektir. Böylece bahsolunacak mesele hakkında saadet celbedil-
miş olur. Sultan buna müsaade eyledi, kendisi de diz çöktü. Şeyhin irat eylediği ha
disin meali, Ali Abbasa ziyan getirmemekten ibaretti. Hadis okunduktan sonra sul
tan söze başladı :
— « Hernekadar Arapça bilmez bir Türk isem de okuduğun hadisi anladım. 1
Ben Abbasîlere fenalık etmedim, kendileri hakkında da hürmette- kusur
eylemedim, fakat Emirilmümininin hapishanelerinde birçok Abbasî bulunduğunu,
bunlar ebedî kalmağa mahkûm oldukları için orada döl duş sahibi olduklarım ha
ber aldım. Eğer şeyh efendi bu hadisi Imamülmüsliminin kulaklarına fısıldarsa daha
münasip, daha faydalı ve daha tesirli hayatî bir iş görmüş olurlar.»
Buna şeyh cevap verdi :
— Halifeye biat olunduğu vakit kitap, sünnet ve icmai ümmet üzere hareketi
kabul olunur. Eğer, halife bu hakka dayanarak, milletin selâmeti için müslümanlar-
dan bir cemaati hapse tıkarsa, bundan mes'ul olmaz, yalnız bunun emsali bulunmak
şarttır.
Bu nokta üzerinde uzun bir münakaşa başlardı, bu münakaşayı yazmıyacağım,
çünkü böyle meseleler üzerinde susmak en akıllıca harekettir.
Şehabüddin mevcut meseleler gerginliğini muhafaza ettiği halde geri gitti. Bun
dan az zaman sonra sultanın Irakı Acemde kaymakamı olan Ağlamış Ala Beği'ye
Ismaililer suikast ettiler. Bu adam Mekkeden dönen hacıları karşılamaya çıkmışa.
Hacı kılığına giren Ismaililer kendisini öldürdüler. Sultan adına Irakta hutbe okun
maz olmuştu. Memleketi cekrar idaresine almak için sultan o tarafa hareket etti.
ALTINCI FASIL
Sultanın Irakı Aceme hareketi, bu eyalette başına gelenler.
Ağlamış’ın Irakı Acemde iki memuriyeti vardı. Orada sultan adına hutbe okut
mak, eyaleti itaat alanda tutmak. Bu memura suikast edildikten biraz sonra Erran
ve Azerbaycan Emiri Uzbek bin Mehmet, Faris hükümdarı Sad bin Zengi, Ağlamış
in vefaa üzerine ortalığı boş bularak bu eyaleti zapta kalkışmışlardı. Bunlar sulta-
nınnm pek uzaklarda türklerle uğraştığım biliyorlardı.
Uzbek başına topladığı kuvvetle Irak üstüne hareket eyledi. Ahalinin muva-
>: • : ■ 17
V' . v' •
'>fak»ti ile Isfehana girdi, diğer taraftan Sadibni Zengi de Rey üzerine gitti, bu şe
hirle beraber Kazvin, Rey civanndaki Khar Scmnan şehirlerde etrafını zapteyledi.
! '' Bu halin haberleri çabucak Semerkandde bulunan sultanın kulağına değ*
. di. Bu iki mütecavizin haddini bildirmek için hemen hareket etti. Bunun için asker
lerinden yüz bin kişi seçti. Bu kuvveti Türk hududunda Maveraünnehirde birleştir
dikten sonra Kumis’c f1} gitti. Orada tekrar askerini gözden geçirdi, içlerinden on
iki bin hafif süvari ayırdı; süratle hareket etti. Daha hareketi duyulmadan kendisi
Rcy'in yeni nahiyelerinden birisi olan Ccbcli-Burzuk ’a vardı. Burada çadır kurmuş
olan Sad bu askerlerin koşuyor mu, yoksa uçuyor mu diye hareketlerine şaşmış ve
bunlar, oralar, kendi elinden almağa gelen Uzbekin askeri sanmış, atına binmiş,
bunlarla savaşa başlamıştır.
Sultan Ata Beyn şevk ve cesaretle harbettğini görmüş, henüz açılmamış olan
şemsiyesinin açılmasını cmrcylcmiştir. Ata Beyin arkadaşlarından bunu gören Beyler
hemen geri dönmeğe kalkıştılar. Ata Bey Sad'da atından indi, yer öptü. Yanına ka
dar gitmiş olan bir atlı kendisini bukağıladı, sultanın huzuruna götürdü. Sultan
hakkında bir karar vcrinciye kadar muhafazasını emretti. Ata Bey bir yük katırına
. bindirilerek Hcmedana getirildi. Emir orada sultan aşağıda hikâye edeceğimiz tarz
da Uzbck işini bitirmeyi düşündü.
Ata Bey Sad, Nusratüddin Mehmet bin Nuştegin, Uzbekin kaçışında esir edi
len emiri Rebibüddin Ebülkasım bin Ali hep birlikte Hemedan at meydanına ge
tirdiler. Orada sultan çövkân oynarken, tahkir için ayakta bekletilirlerdi. Bu hal
affolundukları güne kadar sürdü.
YEDİNCİ FASIL
Ata Bey Uzbck’in hali ve Isfahandan çıkışı, yakalamak üzere iken kurtuluşu
(1 ) Rey ile Kişabor arastadaki merkezi olan T’aberislantn geni} bir nahiyesidir.
Celâl — 2
18
Rey’dc ordu kurmuş, yahut İsfahana yönelmiş sanıyordu. Hemedana bir günlük^yol
kaldığı zamanda, sultanın orada olduğunu, kendi hakkında havadis toplamakta ol
duğunu, her tarafa casuslar ve keşşaflar gönderdiğini haber verdiler. Bu havadis
cesaretini ve bütün kolunu, kanadını kırdı. Bütün plânlan altüst olmuş, kendi
aleyhine dönmüş gibi görünüyordu. İleri veya geri gideceğini bilemiyordu. Şu müş
kül hal için arkadaşlarına müracaat eyledi, tedbir ve nasihat diledi. Bir takımları
Isfchana dönmeyi, bir taktını da hafif bir maiyet ile Azerbaycana kaçmasını, yağ
macılara hedef olmak ve ramalarını gıcıklamak için kuvvci külliyeyi geride bırak
masını tavsiye ettiler. Rcbibüddin dedi ki :
— Bana gelince bunların reyineasla yaklaşmadım, Uzbeği Kazvin kalesine ka
panmasını tavsiye ettim. Hazır yakında bulunan bu kale dünyanın en metin kalesi
dir. Buna kıyas edilecek bir sarp yer yoktur, burası o zaman Uzbck elinde idi. Uzbek
dedi ki : «Buraya kapanmakla sultana ne ziyan yapabilirim. Irakta bulunan emir
lerinden birisine gelip beni muhasara etmesini emretmesile iş bitmiş olur.».
Şu münakaşanın en açık neticesi Uzbekin ağırlıklarını, hâzinesini ve ordusunun
kısmı küllisini Iiıııir Nusrcdüddin Mehmet bin Piştegin ile Tebrize doğru gönder
mek; Nusrcdüddin bu şehirde kendi selâmetini aramakla beraber, Uzbeği takip
edenlerin dikkat nazarlarını oradan ayırtmak oldu. Uzbek te maiyetinde bulunan
sadık türklcrdcn iki yüz kişi alarak, sarp ve izbe yollardan, dağlardan, derelerden
aşıp izini belli etmeksizin Azerbaycana yöneldi.
Rcbibüddine gelince ettiği kabahat, şeytana uymak kabilinden bir şey olmakla
affetmesini sultandan diledi.
Kcbut came mukataası âmili silâhtar emir Dokcek bir gece Nüsrediittin'in ağır
lık ve muhafızlarını bastırdı, bir kısmını kesti, doğradı, diğerlerini her tarafa dağıttı
ve firarileri Azerbaycan nahiyelerinde akan El’ebyaz{'} nehri üzerinde kâin Me-
yane’ye kadar takip etti. Nüsredüttin maiyeti ile esir edildi, hazine ve yükler, san
cak ve muzika takımları tutanlar arasında bölüşüldü.
Terbiye ve itaat gevşediği, kimse kimseyi tanımadığı bir zamanda Rcbibüddin
de tutuldu, sultana götürüldü. Sultan kendisine gönderilen adamın sözlerine inan
madı, bozgunluk esnasında yakasını kurtarmak için uydurulmuş bir tedbir sandı.
Sultanın şu hali mülâhaza olunursa düşmanlarını nasıl kahreylediğine hayret
olunur. Ata beğe Sad ve vezir Rebibüddin ile emir Nüsredüttin Mehmet esarete
kaldı. Hcrgün at meydanına götürülüyor, arkadaşları tahkir ediliyordu. Bu hal
sultanın mühürdarı olan Nusayrüddin Devletyar’ın avdetine kadar devam etti. Bu
memuriyet Harzemşahlar devletinde beğlikçilikten aşağı idise de Selçukilerde on
dan yukarı idi.
Ata Bey Uzbeğin takipten kurtuluşundan az sonra sulta, Nusayrüddin’i onun
yanına göndermişti. Bu teşebbüsün sebebi hutbe ve sikkeyi sultan namına okutup
başarmak ve hâzineye her yal vergi vermeğe teşvikti. Oz beğ ise hemen sultanın
£■} Reşl civarında Hazer denizine akan Sejidrud nehridir.
19
emrini yerine getirdi. Her yerde şenlikler yapıldı, slutana paralar hediyeler takdim
olundu. Kazvin kalesini de terkeyledi. Fakat gürcülerin taarruzundan dolayı vergi
vermemekte mazur tutulmasını bildirdi.
Sulan özrünü kabul etti, vergiyi bağışladı, gürcüler de Oz beğin memleketi
sultanın olduğundan oraya taarruz etmemeleri bildirildi. İlerde bildireceğimiz se
bepler dolayısilc sultan Irak’tan ayrılmamış olsaydı, Oz beğin onun maksadı Gür
cistan'da da adına hutbe okutturmağa muvaffak olacağına şuüphe yoktu. Zaten sul
tan Gürcistana elli bin asker gönderilmesini emreylemişti. Sultanın elçisi avdetinde,
bir takım hediyeleri hamil olan gürcü elçisi ile birlikte gelmişti. Fakat bu iki elçi
sultana Ceyhun’u geçtikten sonra mülâki oldular.
SEKİZİNCİ FASIL
Nusradüttin Mehmet bin Piştcgin’in esaretinden sonraki hali
DOKUZUNCU FASIL
Faris hükümdarı Ata Sad bin Zengi’nin tarihinin sonu
Sad esir olduğu zaman oğlu Nusradütdn Ebubekir yerine kaymakam oldu. Bu
ümeraya kendisini sevdirdi, itaatlannı kazandı. Halk ta kendisine uydu. Fakat sul
tan maksadı Bağdat üzerine gitmek olduğundan bu aralık Faris'in zaptı güç olaca
ğını hesap etti. Istahr£‘J ile diğer bir şehri kendi hükmünde bıraktı, Sad'ı azat ey
ledi. Aldığı şehirleri mabeyinci El-Müeyyed’c ikta etti. Sultan, sonradan Ata beğ Sad’ı
evlendirdi. Kendisine annesi Türkân Hatunun ailesinden bir kadın verdi, memle
ketinden aldığı verginin üçte birini sultan hâzinesine vermesini de şartetti.
Ata beğ kürk giydirilerek ikram edildikten sonra gitti. Payitahtı olan Şirvan
önüne geldiği zaman oğlunun kendisini tanımadığını gördü, Ebubekir böylelikle
hükümeti elde edeceğini umarken Ata beğin kölelerinin başı ve ümeranın reisi olan
Hüsamüddin Tiküş, baş şehrin kapısını açtı. Ebubekir babası girerken yakalandı,,
o da elindeki kılıcı yüzüne çarpa, yaraladı. Sonra iki tarafın adamları ortaya gir
diler. Ata beğin emrile Ebubekir bir müddet hapisten sonra affedildi.
Hüsameddin bütün rütbeleri atlaalarak prenslik derecesine çıkarıldı. Fakat
Sad öldüğü gibi Ebubekir yerine geçti, Hüsameddin’de başına gelecekleri hesap
ederek gece karanlığında kaça, malını götüremedi. Yaşı ilerlemiş, hali kalma
mışa; gitti, Celâleddin’e iltica etti. O da kendisine ilerde hikâye edeceğimiz Mali-
yan’dan aldığı Khal Kahle{2} = Halhal şehrini verdi. Hüsameddin hurada 618 H.
(25 şubat 1221, 15 şubat 1222) tarihine kadar kaldı, bu yıl Moğolların hücumunda,
öldürüldü.
ONUNCU FASIL
Sultan Mehmet Bağdat üzerine yürüdü ; geri döndü.
gittikçe dehşetli karlar yağdı, üç gün üç gece durmadı. Ortalık kardan ağı racağına
o kardan ölenlerin cesetlerde karardı. Elde deve kalmadı, insanların el, ayaklan
dondu.
Sultan bu hale meyus oldu, geri döndü. Halifenin elçisi Şehabüddin Sehrever-
di’yi de iade etti.
ON BİRİNCİ FASIL
Sultan Iraka gitmezden evvel hakimiyete ve merasime müteallik bazı
teşebbüslerde bulundu.
Bu tesisatın ilki «Zülkarneyn nöbeti» dir. Saltanatın ilk şallarında ; diğer sul
tanlarda olduğu gibi beş namaz vaktında beş nöbet çalınırdı. Fakat kadrü itibar art
tıktan sonra Iraka gideceği sırada, bu beş nöbetin birer sultan demek olan oğulla
rının sarayı önünde çalınmasını emretti, aşağıda buna dair tafsilât vereceğiz.
Sultan kendisine «Zülkarneyn» yani büyük İskender nöbetini tahsis eyledi.
Bu nöbet güneş doğup batarken çalınırdı ; burada alnından yirmi davul çalınırdı.
Bunların çomağı inci kakmalı idi, ve bütün edevatı hep al tun ve inci idi. Buna da
ha revnak vermek için sultan sabah nöbetinin yirmi yedi hükümdar ve şehzade ta
rafından çalınmasını emretmişti. Bunların içinde Selçukilerden Arslan oğlu Tuğrul,
Gur hâkiminin oğlu Giyasüddin, Gazne ve Hind hükümdarı, Bamyan hükümdarı
Alâüddin, Belli hükümdarı Tacüddin ve oğlu Termiz hükümdarı Melikül'azam
Sencar ve bu rütbeyi haiz bir çok zatlar bulunuyordu. Böyle yüksek adamlarla
yirmi yediyi doldurmak mümkün olmadığından yeğeni Arbaz Han ile vezir Nizamül-
mülk Nasırüddin Mehmet bin Salih'i de bunlara ilâve eyledi. Nöbetin resmi küşa-
dında çalanlar bunlardı.
Sultanın aldığı bir tedibir de şu idi : Irak seferine karar verdiği çağda Mavc-
raünnehri şüphelendiklerinden temizlemek istedi. Ortar hâkimi Tacüddin Bilge Ha
n’a Nisa’ya gidip orada oturmasını emreyledi. Bilge Han gönlünün arzusu ile Sulta
nın hidmetine can attı. Filvaki sultan Tiküş’ün vefatından sonra asker dağılmış, er
zakı bitmiş olan Şehap, Harezme teveccüh ettiği zaman henüz sultan Mehmed’dc
mevkiini sağlayamamış ve bu taarruzu menetmekten âciz bulunmuştu. Bizzat Tacüd
din ile kaynı Scmerkand hükümdarı sultanlar sultam Osman kendilerine ait olan iki
orduyu silâh başına çağırdılar ve bir de Hitay ordusunun yardımım temin ederek
Gur hükümdarı Şehabüddin’i Andhoy da mağlup ettiler. Bu harpte Şehabüddin cesur
arkadaşlarından ve kendine sadık askerlerinden pek çoğunu kaybetti.
Bilğa Han, sultan iktidar mevkiine geçtiği zaman bir hürmet görmek ve bekle
mek hakkı idi. Vakıa ilk günlerde yanma vardığı zaman sultan gösterdiği yararlık
ları yad edip hakkında hürmetler göstermişti. Fakat Irak seferine karar verir ver
mez onun orada kalmasından pirelendi, Nisa ya gidp oturmasını emretti. Burayı
- 22
intihaba bir sebep te mevkiinin sıcaklığı ve havasının fenalığı idi. Hele türkler
orada hiç dayanamazlar. Bilge Han orada bir yıldan ziyade kaldı. Tahinin serdiğine
göğüs geriyordu. Günden güne seha ve keremi artıyor, müracaat edenler ihsanına,
nail oluyordu. İnanılmayacak bir şey olmak üzere sıhhatına bir şey olmamış, hatta
güzelliği artmış, herkesin hürmet ve muhabbetini'kazanmıştı.
Sultan bunu haber aldığı gibi böylece istediği olmayacağını, anladı bir adam
gönderdi, kendisini idam ettirdi. Bununla bütün gözlerden kanlı yaşlar akıttırdı.
Şu müessif ve menfur vak'ada bulunanlaradn birisi bana şöyle anlattı :
— «Nisa da sultanın veziri olan Zahirüddin Mesud bin Elmünevverüşşai' nez-
dindc oturmakta iken birisi ufak bir maiyetle Cihan pehlivanın geldiğini haber
verdi. Bu Cihan ibrikdarlik adi bir hidmette iken emaret mertebesine çıkarmışa.
On bin kişilik bir kuvvete kumanda eder, yukardan aldığı cınir ile insan
ları ya boğar, veya boğazlardı. Bu haberden vezir şaşırdı ve korktu. Ve ken
di başına bir şey geleceğini zannetmiş, vücudunda hayattan yalnız bir nefes kalmıştı.
Çok geçmeden sultan sarayına indiğini ve kendisini ve ileri gelenleri çağırdığını
haber verdiler. Zahir gitmek için ata bindi ; elleri dizgini tutamıyordu. Cihan’ın
yanına vardığı gibi eline ferman sundu. Bunu okuduktan sonra vezir kendine
gelebildi, bir nefes aldı. Ondan sonra sultandan gelen bir emir üzerine kendi vücu
duna ihtiyaç olduğu bahanesiyle Tacüddin Bilge Han çağırıldı. Bu zat geldiği gibi
sarayda bir kilere akıldı ?. Az sonra bir zend elinde Bilge'nin başı olduğu halde
çıktı. Cihan pehlivan kelleyi bir tuluma koydu, hemen atına bindi, hareket etti.
Tuh..! Haince suikast edilen zatın cenaze merasimi bile yapılmağa cesaret edilemeyen
şu hain dünyaya... Sonra emirin malı hâzinesine götürüldü, içinde kıymeti biçilmi-
yccek inciler vardı. Sultanın Harezmde aldığı tedbirlerden birisi de Buhara müf
lisi hatibi olan «Sadrı cihan» lakabı ile meşhur Burhanüddin Mchmed bin Ahmcd
bin Abdülaziz Elbuharı’nin gönderilmesidir. «Buhara hatibi» dediğimize bakıp ta
geniş erazi ve emlâk s^hçibi bir adam sanmamalı. O, büyük emirlerden dalıa muh
teşemdi, maiyetinde altı bulunurdu. Fevkalâde cömert, alicenapçı. Evi meziyet
sahiplerinin toplandığı bir yerdi. Bütün ulema oraya toplanırdı.
Hüriyetinden mahrum bırakılan zat Türkân Hatun Harezmden kaçmaya mec
bur olduğu vakit öldürüldü. Sultan Burhanüddin’i Harezme nefiy ettikten sonra
yerine Buhara hanefî müftiliğine veziri olan Nizamülmülk'ün kardeşi Mecdüddin
Mcs'ud bin Salihül’feravî'yi tayin etmiş ve kendisine "Sadrı cihan” namını vermişti
Buna dair kadı Medrüddin Amribni Sad bana şunu hikâye etti : «Mecirüddin'i
sadrı dhan ünvanile Buharaya tayin ettikten sonra sultan Buharaya gitmişti. Sul
tanın orada bulunduğu zaman Medriiddin’in hutbe okuması kararlaşdırılmıştı. Ni-
zamülmelik Mahraud'un kardeşi Mecdüddin Mesud'a husumeti büyüktü, bir büyük
mevki tutmasını, itibar görmesini istemezdi. Ben Nizamülmülk ile birlikteydim.
23
Kardeşi da minberin sağ tarafında bulunan odasındaydı. Nizamülmüik bana şöyle •
dedi :
— «Eğer bugün kardaşımı hutbede susacak surette şaşırdırsan, ne istersen sana
vereceğimi vadediyorum.»
Kendisine dedim ki :
— «Teklifiniz benim için pek tehlikeli olduğuna şüphe yok. Bunu ancak kapı
önünde bulunan katırınızı ve dizgini ve takımı ile bana verirseniz yaparım.»
Vezir teklifimi kabul etti. Mecdüddin hutebe okurken elimi kaldırarak kendi
sine birşeyle işaret ettim. Hatip birdenbire durdu, başı göğsü üstüne düştü, sonra
gene aklı başına geldi. Hatipte o vakta kadar görülmeyen bu hale herkes taaccüp et
ti. Hilem yerine gelmişti, hemen katırı alıp kaçtım. Sonra Mecdüddin bana itap etti.
Kendisine sultana dua ederken sesini yükseltmesini işaret ettiğimi söyledim. Sözü
kabul etti, memuriyeti de Buhara’nın Moğollar eline düşmesine kadar sürdü, o es
nada öldürüldü.
Sultanın icraatından birisi de Semerkant şeyhülislamları olan Celalüddin oğlu
Şcmsüddin’i ve kardeşi Evhadüddini Nisa’ya göndermesidir. Bu suretle bunların ken
di aleyhine isyan etmelerini temin içindi. Bunlar kuvvetli kimselerdiler, edebiyatta
dikkate şayan hünerleri vardı, bütün ilimde eserleri de vardı. Evhadüddin mena-
zıra fenninde bir eşi bulunmazdı.
Evhadüddin taliden bir ufak yardım görmeden Nisa'da öldü. Bunun vefaandan
sonra yaşça Ik olan Celâl Dühistan’a f1} gitti. Orada bu eyaletin veziri olan Emi-
nüddin Dülıistani'nin teveccühünü kazandı, vezirin sayesinde güzel yaşarken mo-
ğol istilâsı çıktı, kendisinin de ne olduğu bilinmedi.
Celalüddin Mcnkübirti £2} ve Rüknüddin Gurşanci çiti büjük oğulları
dururken sultanın Kuıbuttin’i veliahd edinmesi bunun anası olan Türkân hatunun
sözünü dinlenısinden ileri gelmişti. Bu da türklerin yemâk koluna mensup Eayasoıt
kabilesinden olan bu hatunun teveccühünü kazanmak arzusundan ileri gelmişti.
Sultan Gazne, Bamyan, Gıır, Bost, Tckcabad ve Hind hüdudundaki eraziyi ilk oğlu
Celalüddin Menkübirti’yc vermiş, vezaretine de meşhur Şcmsülmelik Şehap Alp’i
tayin eylemişti. Fakat Cclalüddin’den ayrılmamak, Heratlı hidmetlerinden mahrum
kalmamak, şecaatından emin olmak için Kcrber Mülk’ü yerine kaymakam dikmişti.
Bu zat Celalüddin’e ayrılan yere gitti. Pek çok İslâhat ve adalet göstererek komşu
prenslerin muhabbetini kazandı. Bu zat Celalüddin’in Moğol hücümundan sonra
oraya gidişine kadar kaldı.
Sultan, German, Kış ve Mekran emaretini oğlu Gıyasüddin Pir şah’a verdi,
ve mütehayyizandan Tacüddir bin Kerimüleşref Ennişaburı’yi kendisine vezir tayin12
ON İKİNCİ FASIL
Sultanın Iraktan avdetinden sonraki vukuat.
neticesinden sizin için çok korkuyorum. Bu havadis üzerine korkmaya başlayan Nus-
redüttin bulunduğu mevkiden bir tehlike hissettL İsmail'lerin yakında bulunan
kalelerinden birisine iltica eyledi ; bunun üzerine Kıvamüddin hemen bir Jurnaj
takdim etti. Sultan da varidatını hâzineye vermek üzere Zevzen emaretini kendisine
tevcih eyledi. Bu suretle kabul ile böylcce bir müddet devam eyledi. Sonra Nusre-
düttin'in kendi civarında bulunmasında bile vehamet duydu ; onunla muhabereye
başladı. Ona mehinane bir surette sultanın işinin düzeltileceğine kanaat getirtti,
Zcvzcn'c döndü. Han Kıvamülmclik bu kadar lûtfunu gördüğü efendisinin göz
lerini oydurdu, kıyamete kadar da kendisine lanet ettirdi.
Kıvamülmülk Zevren’dc mevkiini kuvvetleştirdikten sonra Dinar hükümda
rının soyunda Gcmıan cmirini devirmek ve milkini elinden almak sevdasına düş
tü. Bunun için sultanla muhabereye başladı. Zevzen yakininde bulunan horasan as
kerinin bu işte kullanılmasına müsadc istedi. Sultan Izzüddin Celil’in ordusile diğer
bir askeri kıt'asının bu işe memuriyetini irade etti. Kıvamülmelik pekiz zamanda
Gcrman’ı zabtetti. Orada bulduğu bütün servet, hayvan sürüsü, binek ve yük hay
vanlarını sürüp sultana takdim eyledi. Bu parlak hareketten hayrete düşen sultan
rütbesini yükseltti. Mücyyidülmelik ünvanile adilikten eve beyliğine çıkardı. Ger-
man'da sultanı temsil etmek üzere mukataası kendisine ihsan olunduğu zaman
kurnaz herif adalete dikkat sayesinde eyaletin refahını, servetini iki kat olmuş ve
bilhassa yctişdirilen hayvan sayesinde German hasılatı az görünmeye başlamıştır.
Irak seferinde develerinin bir çoğu mahvolduğundan Müeyyedülmclik suluna Ni-
şaburda dört bahtı türk dişi devesi takdim eyledi. Vefatında terekesi arasındaki
sair mallardan başka yetmiş yük ahun sikke hâzineye teslim edildi. Bu servet sultan
Moğollardan kaçarken Ceyhun kenarından geçerken vasıl olduğundan mühürleri
açılmadan sultanın diğer scrvetilc birlikte nehre atıldı. Sultan Irakı tahliye ile
Nişahur’a geldiğinde Nizamülmülk Nuscyrüddin Mehmet bin Salih’i vezaretten
azletti. Bunun sebebi şudur : Sultan bu adamın bazı yaptıklarının intikamını almak
ve kendisini cezalandırmak, aç gözlülüğünün önüne geçmek istedi. Zaten bu ada
mın vezirliğe lazım olan hasiseleri pek azdı. Bunda yalnız bir kibarlık, fazla cömert
lik görülürdü, bir de vezirlik kendisine sultanın karihasından verilmiş değildi, valde
sultanın beylerinden brisinin oğlu ve kendisinin de o hidmette bulunuşu di. Sultan
her işte annesinin arzusunu yerine getirirdi. Bu da iki sebepten ileri gelirdi : birin
cisi analık hakkınu riayet, İkincisi de Hitaylılara galebe için kullandığı emirlerin
pek çoğu annesinin mensup olduğu kabileden olmasıydı. İşte bu adam aleyhine
pek derin bir husumeti olduğu halde vezirliği buna vermişti. Fakat aldığı bütün
ihbarnameler hep onun aleyhinde idi, bu hali ta Nişabur’a gelip yerleşinceye kadar
sürdü. Bu tarihte Nişabur kadısı Rüknüddinül’magisi ve ordu kadısı da Sadrüd-
dinülcudi idi. Sadrüddin bütün atalarının emekdarhğından dolayı sultanın tevec
cühünü kazanmıştı. Onun büyük ataları sultan Tikuü ordu kumandanı iken işte
kullanılmış arpalık kabilinden olarak Tiküş’ün babası olan El Arslan ordusunun
26
kadılığına nasbedilmişlcrdi. Mazisinin kendisine temin eylediği nüfuza rağmen
Sadrüddin memuriyetini gayretle ifa eylerdi. Bununla parlak evsafı, güzel siması1
da vardı. Sultan kendisine Nişabur kadılığım tevcih etmekle bu kendisinin istihka
kını tebcil etmek istedi. Bir de pek güzel bir kürk ile beraber saht, serefser ve
tuğlar {'} ihsan eyledi. Bu ihsanlan kadının maiyetindekilere dağıttı ve kendisine
gizlice gönderdiği mabeyinci vasıtasile Nizamülmülk’e hediye olarak bir şey verme
sini ve arzı ihlâs eylemesini bildirdi. «Sizi takdir eden ancak benim, kimseye m in
netiniz yoktur» dedirtmişti. Nizamülmülk tarafından gizlice gönderilen bir
adam da aldığı vaziyetten dolayı ayağını denk almasını ihtar eylemişti. «Sultanın
himayesine güvenmeyiniz, divanın nüfuzunu hiçe sayınız» demişti. Kadı bundan
korktu, vezire mühürlü bir kese dört bin dinar gönderdi. Fakat bu işi takibe memur
olan hafiye kadının yaptığını sultana bildirdi. Sultan vezirden kendisine gizlice
verilen parayı istedi, bir kese mühürü ile getirildiği sırada kadı da orada
içtima odasında bulunuyordu. Vezire ne verdiğini sultan kadıdan sordu. O da inkâr
etti ve bunu ne bir dinar ne de bir dirhem vermediğini sultanın başına yemin etti.
Sultan keseyi getirtti, kadının önüne koydu, kadı şaşırdı, yere kapandı ? Sultan bu
nun üzerine kadıya verdiği kürkün kendisinden alınıp azlettiği selefine verilmesini
irade eyledi. Sndrüddin’in nasb ve azli bir veya iki gün sürdü.
Sultan Cihan pehlivana Nizamülmelik’in çadırının iplerini kesmesini, çadırı
nın başına yıkılmasını emretti, irade yerine geldikten sonra vezire : « Efendinin
sarayına git» dedi. Bununla valde sultam kasdediyordu. Fena halde şaşırmış olan
vezir hemen Harezm yolunu tuttu.
O N ÜÇÜNCÜ FASIL
Nizam ülm ülk’ün azlinden sonra hali.
O N DÖRDÜNCÜ FASIL
Sultanın dönüşünden sonra maveraünnehir’de olan şeyler
O N BEŞİNCİ FASIL
Tacirlerin sui kasde uğramasından sonra gelen Çingiz Elan elçileri.
Bundan bir zaman sonra vaktilc babası sultan Tiküş’ün emirlerinden olan Kef-
reç buğra Çingiz tarafından elçi tayin olunan iki Moğol ile birlikte geldi. Bunlar
sultana tüccarlara kimse ilişmemek üzere elinizle yazılmış ve imzalanmış bir aman-
name vermişdiniz. Sonra bu taahhüdünüzü mehinane bir surette nakz eylediniz,
ihanet bizatihi çirkin bir hareket olduğuna göre bunu islamiyetin bir reisi yaparsa
daha müstekreh olur. Eğer Eynal’ın bütün yaptıkları sizden sadır olan bir iradeye
müstenit olmadığını iddia ediyorsunuz, onu bize teslim ediniz, biz onun cezasını ve
ririz. Böylece kan dökülmeden sakınacağız, milletlerin sulhunu bozmayacağız, böyle
olmazsa harbe hazır olunuz.»
Kalbini dehşet kapladığı ; kalbini korku felce uğrattığı halde sultan Eynal
hanın teslimin red etti. Hakikaten askerlerinin çoğu ve emirlerinin başlıcaları Eynal
han kabilesinden olduklarından böyle bir şeye razı olamazdı. Sultan cevapta mü
layim davranırsa Çingizin hırsı artacağını düşündü, bütün tazminatı red eyledi,
30
korkusundan hasıl olan zihin perişanlığı içinde elçilerin idamını irade eyledi, ve
derhal icra olundu. Heyhat... Bu cinayet yüzünderj nice müslümanlann kanı aktı,
her taraftan kan göğdeleri götürdü, bütün halk mahvoldu ?
O N ALTINCI FASIL
Çingiz Hanın orduları arkasından gelmekte olduğunu öğrendiği zaman
sultanın aldığı meş’um tedbirler.
Şu buhranlı haller ve müdhiş anlar içinde sultanın aldığı ilk tedbir rivayet
olunduğuna göre 12 fersah£'} muhitinde bulunan kocaman Senıerkand şehri etrafına
sur çektirmesi ve içine pek çok asker yerleştirmiş olmasıdır. Bu suretle şehir kendi
ile türkler arasında bir sed teşkil edecek ve bütün memleketine düşmanın girmesine
mani olacaktı. Bunun icrası için memleketin her tarafına memurlar ve muhassıllar
göndererek 615 senesi (30 mart 1218 : 9 mart 1219) vergilerinin peşin tahsilini em-
reyledi. Az zamanda para toplandıysa da tatarlar teşebbüsün icrasına vakit bırak
madıklarından masraf edilmedi.
ikinci tedbir de muhassıllar vasıtasyle bu yılın üçüncü defa vergisini toplat
mak ve bütün techizatlariyle yayaları silah altına almak oldu. Toplanılacak adam
ların mevcudu toplanılacak verginin miktarına göre olacaktı. Her neferin binek de
vesi, silahları ve azığı bulunacaktı. Şu asker toplama pek süretle yapıldı. Memle
ketin her tarafına kararlaştırılan yerlere gitmek üzere insanlar sel gibi akıyor ;
ok gibi geçiyordular. Fakat bu askerler toplanma yerine giderken sultanın muharebe
etmeden kaçıp Ceyhun kıyılarından uzaklaştığı öğrenildi. Eğer sultan mevkiinde kal
mış olsaydı, en kalabalık bir ordu başında bulunacaktı.
Sultanın uğursuz tedbirlerinden birisi de askerî kıt’aların Mavcraünnehire ve
Türkistan şehirlerine dağıtmak oldu. Bövlece Eynal Hanı yirmi bin neferle Otrar
da Kutiuğ Hanı on bin süvari ile Şehirkend de, İmrahor Ihtiyarüddin ile Eynanc
Han lakabını alan Ağı! Hacip oluz fci'c neferle Buhara da ayrı ve Gur, Cermih, Ha
rar, Ibni Izzüddin Ket, Hüsamüddin Mes’ut ve saire kırk binle Semerkande, Nesnlı
İnan lakabını haiz Fahrüddin Habeş Sicistan ordusu ile Termiz de, Belhamurhan
Vakş de, babasının dayısı Ebu Mehmet Bc-lh de, Asrc!-; pehlivan Hanceruz da,
Alcek Mciik Ceylan da Bartasi kunduzda ve Aslabe Han Velc'te bırakıldılar.
Yani maveraünnehirde askerin işgal etmediği bir mevki bırakılmadı. Bu hakikaten
büyük bir hata oldu. Böyle askerlerini dağıtmadan bir meydan muharebesi vermiş ol
saydı kolaycacık Moğolları mahveyler, dünyayı kurtarırdı. Sultan memaliki hududu
na geldiği gibi Çingiz hemen doğruca Onar üzerine gitti. Geceli gündüzlü harbe de
vamla şehri cebren aldr. Eynal ham huzuruna getirtti. Göz ve kulaklarına erimiş
gümüş dökdürdü. Şu gaddarane ölüm Eynal’ın layık olduğu haklı bir cezadır.
31
ON YEDİNCİ FASIL
Sultana emirlerinden şüphe ettiren ve onlardan ayırtan tedbir.
Çingiz Otran aldığı gibi Türk memleketlerinde sultanın veziri olan Safilekra
Ortar kaymakamı olan Bedrüddinilumeyd kabul ile husisı bir surette kendisi ile
görüştü. Bcdrüddin'in sultandan alacağı hıncı vardı ? Sultan Otrar beğliğini aldığı
zaman babası Kadı Amid Sadi, dayısı Mansuri ve amcezadcsi ve kardaşlarından
bir kısmını öldürmüştü. Çingiz’e dedi ki :
— Dünyada en ziyade nefret ettiğim vücud sultandır, çünkü akrabamdan bir
çoğunu öldürttü. Öcünü almak için canımı vermek gerekse hemen veririm. Bununla
beraber size derim ki sultan dikkate şayan büyük bir hükümdardır. Askerlerini her
tarafa dağıtmış olmasına bakarak hayale kapılmayınız. Henüz yanında bulunan
askerleri o dağıttıklarından kendisini müstağni kılabilecek derecededir. Eğer isterse
o kocaman memleketinden daha iki misli asker çıkarabilir. Size kendisini emirle
rinden şüpheye düşürecek tedbirler almanızı tavsiye ederim.
Bundan sonra Bedrüddin sultan ile anası arasındaki düşmanlık ve münafereti
bilirdi. İki meselenin her cihetini tetkikten sonra şöyle bir tedbire karar
verdiler. Bedrüddinilumeyd valide sultanın yakin akrabasından olan emirler adına
uydurma mektuplar yazacak. Bu mektuplarda emirler şöyle dedrtiliyor : « Biz ar
kadaşlarımızla Türk elinden, sultanın emri altında bulunmak üzere geldik. Çünkü
onun annesine hidmet etmek isteriz. Kendisine bütün dünyanın hükümdarlarına
karşı arka olarak. Bizim himmetimizle memleketler zabt etti, hükümdarların bur
nunu kırdı, halka hakim oldu. Fakat bugün sultanın anasına karşı duyguları değiş
miş, ona adeta düşman kesilmiş olduğundan valide sultan sizden oğlunun tarafını
bırakmanızı diliyor. İşte bundan dolayı biz emriniz altına koymak ve talimatınızı
almak için sizi bekliyoruz.»
Çingiz kendi adamlarından birisini firarı şekle koyarak bu mektupları hemen
sultana gönderdi, sultanın dünya başına zindan oldu. Hareketi ağırlaşa, çünkü bu
oklar en ziyade güvendiklerinden geliyordu. Hemen memleketin müdafaasını kuv
vetlendirmek bahanesile askerlerini yukarda dediğimiz gibi dağıttı.
Çingiz Han kendisine sadık olanlardan mabeyinci Danişmend’i Türkân llatun’a
gönderdi, şöyle dedirtti :
— « Bu kadar dikkatinize karşı oğlunuzun ne kadar nankörlük eniğini biliyor
sunuz. Oğlunuzun beğlcrinden bir takımları ile ittifak ederek üstüne hareket ede
ceğim? Fakat asla hükmünüz alanda bulunan yerlere ilişmeyeceğim. Bu tertibi mu
vafık buluyorsanız itimadınızı kazanmış birisini gönderiniz, bu adam Harezm, Ho
rasan ve Ccyhutıa karşı hududunu size bıraktığımı size temin edecektir. Buna cevap
olarak Türkân Hatun acele haremi boşalta, arkada bulunan memleketi müdafasız
bıraka.
32
O N SEKİZİNCİ FASIL
Türkân Hatun 616 mart 1219 8 mart 1229 senesi sonlarında
Harezmi tahliye etti.
O N DOKUZUNCU FASIL
Türkân Hatun hakkında bazı tafsilât ve onun yaptıkları.
YİRMİNCİ FASIL
Sultanın Buharanın Çingiz tarafnıadn zabtından sonra gidişi
Sultan Çingiz’in O rtan zabt ve Eynal Han tarafından orada maiyetinde bulu
nan askerleri katil eylediğini haber aldığı gibi muhtelif cihetlerde ric’at ettirilen
askerlerin gelmesini beklemek ve halin neye varacağını görmek için Kötlöf ve An-
dekhomdz £*] civarında yerleşti.
Otrarı elde eden Çingiz, üstünde Sultanın bayrağı dalgalanan şehirlerin en yakini
olan Buhara üstüne vardı; muhasara eyledi. Böyle hareketten maksadı sultan ile
muhteh'f cihetlerde dağılmış olan askerleri arasındaki rabıtayı kesmek ve böylccc
hattâ muhteh'f mevkilere askeri dağıtmak fikrine de mani olmaktı. Çingiz Otrar'dan
getirdiği bütün yaya ve atlılarını Buhara muhasarasına getirmişti; gece gündüz de
vam eden şiddetli hücumla şehri aldı.
Şehirde bulunan Sultanın hasahur müdürü Keşlu ile diğer zabitler arasında
şehrin düşeceği esnada büyük bir münakaaş çıka. Nihayet kaçmak hicabı, mukave-
£’] Ceyda kenarında oturan Moğol kabilesi.
£JJ Kutluk Belh ile Mert' arasında, diğeri Horasan'da Serhas.
■35
met şerefine tercih edildi. Mahsurlar bir tek adam gibi çıkıp kendilerine .yol açmaya
karar verdiler. Muhasaranın yarılması tam kararlan gibi oldu; bunu zafere tahvil
etmek kendilerine kaldı. Moğolar halin vahim olduğunu, tehlikenin arttığını gör
düler; önlerinden çekilip yolu açtılar. Eğer mahsurlar taarruzlannda devam etseler
di muvaffak olacaklanna şüphe yoktu; teessüf olunur ki öyle yapacaklarnıa baş
larının selâmetine baktılar. Moğollar düşmanın kaçmaktan başka bir şey düşünme
diklerini gördükleri gibi bunların hattı ric’atlannı kesmek için arkalarından kova
lamaya başladılar. Ta Ceyhun kenarına kadar böylece devam ettiler? Yalnız İnanç
Han ufak bir askeri ktt'asının başında olduğu halde kurtuldu. Diğer askerin büyük
bir kısmı telef edildi. Moğollar bol ganimete kondular, servetin her türlüsü, silâh,
mühimmat, esirler ellerine düştü; böylece mevkileri sağlamlaştı; askerleri zengin
leşti.
Bu dehşetli.haberden Sultan ne yapacağım şaşırdı, kaldı. Maveraünnehri mu
hafazadan ümidi kesti, yavaşça Ceyhun’u geçti. Zavallı şu halde iken dayılarına ait
yedi bin Hitaylı kaçtılar, Moğol tarafına geçtiler. Kunduz emiri Alâüddin Çingiz
tarafma geçti. Belh emiri de böyle yaptı; her tarafta perişanlık, kaçaklık aldı yü
rüdü.
Yukarda atları geçen adamlar Çingiz’in yanlanna geldikleri zaman Sultanın
korkudan titrediğini, kargaşalığın arttığını söylediler. Çingiz hemen Nem
çe Nuyan’ı bchadırı oluz bin askerle gönderdi. Bu iki kumandan nehri Horasan
tarafından geçtikten sonra aldıkları talimat mucibince bütün memleketi alan talan
ettiler, yaktılar, yıktılar, san'atkârlar işlerini, çiftçiler çubuklarını bırakıp kaçtılar.
Artık koyun melemesi, deve böğürmesi işidilmez oldu.
Sultan Ceyhunu geçtiği gibi oğlu ve Irak emiri Rüknüddin’in veziri lmadüddin
Mehmed bin Es-Savi gelip hidmetine girdi. Rüknüddin bu adamı zahirde kendi iş
lerini takip etirmek, hakikatte ise bu entrikacıdan kurtulmak ve sarayını temizlemek
için yollamıştı. Zaten vaktile de babasına bu vezirin kibrinden isyan fikrinde olu
şundan bütün işlerde yalnız kendi temayüllerini takip eylemesinden şikâyet eyle
mişti. lmadüddin sultanın yanına geldiği gibi hakkında edilen ithamları bildiği için
bunun içinden çıkılmanın yollarını aradı. Sözünü dinletecek bir belâgate malik
olmadığından sultanı Horasanı bırakıp Irak’a çekilmenin muvafık olacağına kandır
maya çalıştı. Eğer Sultan doğduğu yere avdet eylerse orada servet ve asker bulaca
ğını ve bunlar zayiatını tamir ederek yaralarını saracağını söyledi. Bu ise serap
bir hayalden ibaretti. Sultan bu sözlere kandı : Ceyhun’dan çekildi, Nişabur’a gitti,
36
fakat korkudan orada ancak bir kaç saat kalabildi. Saray idare zabitlerinden emir
Tacüddin Elbistas bana şunu hikâye eyledi:
"Bu İrak seferi esnasında Sultan Bestam’a gelmişti; beni çağımı, on sandık
getirtti; bana dedi ki :
—Bu sandıklarda neler var bilir inisin ?
— Sultan onu benden iyi bilirler; cevabını verdim.
— Bu tamamile kıymeti takdir olunamayan incilerle doludur. Şu iki sandık
müstesnadır.
O iki sandığı da gösterdi; bunların içindeki incilerin kıymeti dünyanın bir yıl
lık vergisidir. Sonra bana bu iki sandığı dünyanın en müstahkem mevkii olan Erdelin
kalesine götürmemi emreyledi. Sandıklan naklettirdim. Oranın muhafızı emane
tin mührü ve tam olarak geldiğine dair bana bir makbuz verdi. Sonra her tarafa
kol atan Moğollar burayı muhasara ettiler; sandıklar kendilerine verilmek üzere
kalenin teslimine razı oldular. Halâ mührü üstünde buldular, Çingiz'e götürdüler.
Sultan Irak’a vüsulünde Hemedan mülhakatından Merc Devletabad'a çadır
kurdu. Yanınad yirmi bin kadar atlı ile orada bir kaç gün kaldı. Ansızın harp ses
leri işitmeye başladı, etrafını düşman sardı, kendisi kaçabildi, fakat dostlarından
çoğu helak oldu. İçlerinde lmadülmelik de bulunuyordu. Sultan bir miktar sadık
kimseler ve nedimlerde Cebele geldi. Oradan Üstunabad denilen Mazenderan'ın en
mühim bir kalesine girdi. Nihayt deniz kenarında bir limana vardı; Orada camie
gidiyor, imamla beş vakit namaz kılıyordu.' İmam kendisine Kuran okuyor, o da
ağlıyarak adaklar adıyor, eğer tekrar hükümete geçerse adaletten ayrılmayacağını
vadediyordu.
Abı-sükun adasına giderken Sandalda Sultanla birlikte bulunan bir çok kimseler
bana şunu anlattılar : "biz kürek çekiyorduk; sultan ise sihhate kavuşmak ümidi
olmayacak derecede bir nezlei sadriyc sıkıntısı çekiyordu. Uzanmış yattığı halde
iztirabı görünüyordu. Bize şöyle dedi :
• —Sahibi olduğum bütün şu yerlerden bana mezar olacak bir yer kalmadı. Bu
dünya filhakika üstünde bulunan mesken değildir; yer yüzündeki şeylere güvenmek
hayal ve gaflete kapılmak demektir. Dünya bir kapısından girilip diğer kapısından
çıkılan bir ribattır, bunu görün ve ibret alın. „
Adaya varıldığı zaman sultanın yüzü güldü. Yer yüzünde sürülmüş herkes
tarafından bırakılmış, ne kendi ve ne de atalarından kalan bir şeye malik olmaya
rak buraya yerleşti, hastalığı arttı. Mazenderan’lılar her gün kendisine yiyeceğini
ve istediğini getiriyorlardı. Bir gün şöyle dedi :
Bana kurduğunuz şu çadırın yanında otlayacak bir at isterdim.
O aralık Sultanın cenerallerinden biri olan ve sonra Celalüddin tarafından
babasına ettiği hidmetlerden dolayı prenshğe terfi edilen Tacüddin Haşan bu arzu
sunu işittiği gibi kendisine hemen bir kula at takdim eyledi. Şu son vak’alardan
evvel Sultanın Mirahoru emir Ihtiyarüddin hasahurda otuz bin at toplamış ve eğer
37
isterse bir dinar, bir dirhem sarfetmeden bunu alaş bine çıkarabilirim, bunun için
etrafta bulunan çobanlara bir haber göndermek elverir; demişti. -
Şu son günlerde Sultan kendisine yiyecek ve başka bir şey getirenlere yüksek
rütbeler, memuriyetler tevcih etti. Ekseriya bu husustaki iradelere takdimde bu
lunanların kendileri yazarlardı, çünki adada kâtip yoktu, bütün bu iradelerin icrası
Cclalüddin'c havale olunuyordu. İktidar mevkiine gelince kendisine takdim olunan
bu kararları Celâl tasdik eyledi. Bir teveccühü isbat için Sultan tarafından verilen
kılıç veya mendil gibi şeyleri de Celâl öper ve hükmünü icra eylerdi.
Sultan adada öldüğü gibi cenazesini maiyetinde bulunan çavuş Şemsüddin
Mahmud Eylağ, hademci hassa başı, mehteri mehteran Mukarribüddin yıkaddar.
Sarınacak kefeni de bulunmadığınlan şimdi adı geçen Şemsüddin Mahmud gömle
ğini verdi. Sultan 617, 8 mart 1220 : 25 şubat 1221 senesi adada defnolundu.
Şchabüddin Ebusad lmran eyi bir fakihti. Şafii mezhebinde emsalsiz bir müftiydi.
Bundan başka lügat, tebabet ve ilmi menazırada mahirdi. Bir çok dil konuşur, be
liğdi. Sultan kendisine hürmet eyler, bir dediğini iki etmezdi, imamlar verdiği der
sin bitmesini beklemek için kapısında Emirler, Vezirler bekleşirdi. Harezmdc beş
medresenin müderrisi idi.
Mabeyinciler sultana arzedecekleri maddeleri üzerine bununla konuşurlardı.
Kendisine müracaat o kadar çoktu ki bir meselenin cevabını almak için bir yıl bek
leyenler olurdu. Sultan Vı j j y Uj cümlesini havi bir mühür kullanırdı. Bu
mührü her iradeye basmağa vakit bulamadığından büyük kızı Han Sultana bu işi
bırakmış kendisi mühim işleri imza etmek mecburiyetinde kalmıştı. Şehabüddin
Ebusad’ın nüfuzunu gösterecek bir şey. Sultan tarafından emirlere yazılan name
lerde bunlar kim olursa olsun evleri vezirinkinden sonra yazılırdı. Fakat iş Şeha-
büddinc ait olursa vezirin adı yazılmazdı. Bu suretle Şehabüddinin adı vezirden
sonra getirilmek istenilmezdi.
Şchabüdin Şafiiyyc camiinde bir kütüphane yaptırmıştı ki bunun bir misli ne
görülmüş, ne de görülecektir. Harezmi terkederken bir daha dönmek ümidi kal
madığından bu kitapları alamadığına yanardı. Nesa’da vefatından sonra o kitap
lardan getirdiği bazı seçme nüshalar halk eline geçti. Bunları kendi kütüphanem
için toplamaya çalıştım, çok kıymetli olanlarını elde edebildim. Vukuat sebebile
dünyayı dolaşmağa mecbur kaldığımdan atalarımdan kalan ve kendi tarafımdan
kazanılan şeylerle kitaplarımı Nesa’da bırakmıştım. Bunlardan sonralar yalnız ken
di kitaplarımı elde edebildim.
38
Şchabüddin N esa’ya bir çok Harezmli halk ile beraber geldL Burada kalma
sına sebep sultandan çabucak havadis alabilmek ve hidmetine koşabilmek arzusu
idi. Vakıa burada iken sultanın Nişabur’a geldiğini, orada kalmadan gittiğini işitti.
Nesa emirlerinden Bahaüdin Mehmed bin Sehl geldiği vakit olan vakalardan şa
şırmış bir halde idi. Bu emir sultanın ric’at ederken kendisinin Nesa’ya gitmesini
ve halka : "Bu düşman başka ordulara benzemez. Benim fikrim şehri boşaltmanız,
bozkırlar, dağlara çekilmektir. Bunlar bıraktığınız yerlerde bulduklarını aldıktan
sonra çekilip giderler. Ey Nesa’hlar eğer yerinizde kalmak isterseniz vaktile sulta
nın yıktığı hisarı yeniden yapın ve şehri müdafaa edin. „
Vaktile sultan Tiküş Nesa’yı almak için emek vermiş fakat muvaffak olama
mıştı. Böylece kendi kuvvetile işi başaramayınca şehrin cnıiri İmadüddin Mehmed
bin Ömer bin Hamze ile ittifak etmişti. Sultan böylece lmadüddini kendisine bağ
ladıktan sonra bütün Horasan şehirlerini tamamile elde etti. İmadüddin Tiküşlcr
sonra bir yıl bile yaşamadı. Ve ilk oğlu Nusayrüddin Said de babasınadn altı ay
sonra öldü. Nusayrüddin’nin babasına bir zehir gönderdiği, fakat kendisinin de
bu hiyanetten uzun müddet istifade edemediği temin olunuyor. Sultan Nusayrüd-
din’iıi hazine ve çocuklarını Harzeme getirtti. Bu çocuklar Moğollar gelinciye ka
dar tutsak kaldılar.
Böylece Nesa’yı elde eden sultan surunu tamamile yıktırdı, yerini doldurtup
tahkir için arpa ektirdi. Tepe üzerine yapılan hisarların bu hisar fevkalâdesi idi.
İçersi gayet geniş olduğundan bayü geda evsiz kimse yoktu. Hisarın ortasındaki bir
tepe üstünde Sultana mahsus bir yer vardı. Burada bulunan bir pınarın suyu aşağı
ya akardı. Şehirde su bulunmazdı, kuşu yetmiş kolaçta bulunuyordu. İddia olundu
ğuna göre buranın böyle oluşuna sebep yukarı kısım bir pınarı havi dağ iken, aşa
ğıdaki topraklar bunun kaidesine toplanmıştı. İran şahı Kcyüstaf zamanında Nesa
şehri bir hudut şehri olmuştu. Yani türklerle iraniler arasında bir sed bir hudud
olmuştu. O zaman şehir halkı angarya ile bu toprakları dağın eteğine getirmişler,
şehrin yeriniböyle genişletmişlerdir.
Nesa chalisi Bahaüddin’in sultan tarafından getirdiği sözleri ■işittikleri gibi
memleketi terketmektense şehri yeniden yapmayı daha münasip gördüler. Vezir Za-
hirüddin Mcsud hemen işe başladı. Gerek angarya ve diğer ise başka suretle
suru yaptı : halk bu surun etrafına kondular. Hayveli Şchabüddin Ebusad ile bir
çok Harezmli de buraya yerleştiler. Bunu Emir Tacüddin Said bin Mehmed dayısı
emir Izzüddin Keyhusrev ve daha bir takım Horasan emirleri duydukları gibi
gelip Şehabüddin'in maiyyetini takviyeye karar verdiler. Bunlar bu suretle sultanın
şükranını kazanmak diğer ciheten de talii yar olan düşmana karşı bir sed çekmek
emelinde bulundular.
Verilen karar üzerine Çingiz damadı Tifcar Nuyan ile Yerçc Nuyan adında bir
ceneralin on bin atlı ile memleketi yakıp yıkmaya memur etmişti. Bu ordudan ce-
neral llkuş adında birisinin idaresinde bulunan birisi Nesa önüne geldi, şehir halkı
3Q
karşısına çıktılar, Ilkuş göğsünden bir okla yaralandı; öldü. Bunun üzerine Moğol-
lar diğer Horasan şehrinde öc almak için Nesa’yı muhasaraya karar verdiler. Arada
mütareke olmaksızın geceli gündüzlü çalıştılar. Surlan ta Horasan hududundan ge
tirdikleri mancanıklan Sonra eşek sırtı biçiminde üstü deri kaplı bir nesi çadıra
benzeten koç başlarının altına yerleştirdikleri esirleri siperlere doğru atalar. Eğer
bu esirler şedde varmazdan evvel geri gelecek olurlarsa öldürülürdü. Moğollar dol
durulmasına imkân bulunmayan bir gedik açalar, bu netice elde edildikten sonra
harp kisvctlcrini giyindiler, siperleri sabaha kadar zabt ettiler. Sabah olduğu gibi
siperlerden indiler, önlerine rast gelenleri bağçclerin arkasında bulunan Adriyan
meydanına kadar sürdüler. Zavallı halk bir çoban elinde bulunan koyun sürüsü
gibi oraya sürüldü. Moğollar yağmadan evvel halkın oraya toplanmasını bekledi
ler. Bütün çoluk çocuğu ile ağlıya inliye buraya halk toplandı : buraya herkes bir
birine bağlanmak emri verildi. Bunlar bu emri dinleyeceklerine harp etmeksizin
kaçsalardı, ölümden kurtulmaları muhakak iken efsunlanmış gibi birbirlerine bağ
landılar. Kundaklı çocuklar gibi top oldular. İşte bu halde iken üstlerine oklar
yağdırılmaya başlandı, hepsi öldürüldü, cesetleri kurtlara, kuşlara yem oldu. Nc-
kadar kan döküldü, memede nekadar çocuk öldürüldü, nekadar din ırzına geçildi,
bugün ölenlerin yekûnu yetmiş bine vardı. Hayvcli Şehabüddin ve oğlu Tacüddin
Tifcar Nuyan'ın ile Nerkanuyan’ın karşısına çıkarıldı : hemen hâzineleri getirdiler.
Ayakta Şchabüddin’i oğlunun önüne boşaltttlar, Yığılan altunun yüksekliği bu iki
adamın boyunu aştığı gibi ikisini öldürdüler. Bugün Şehabüddin’in m ezan Nesa’nın
meşhur ziyarctgâhLarından biridir.
Sultan Horasanı terk ile Iraka gittiği gibi Tifcar ile Yerke Ceyhunu aşmış Ho
rasana girmiş ve şimdi nakleylediğimiz gibi Nesa’yı viran eylemişlerdi. Bundan son
ra bütün bu kıt’alar kısım kısım ayrılarak her cihete yayıldılar. Bu gruplardan bin
kişilik bir kuvvet kıt’alarda buldukları kimseleri toplar merkeze gönderirlerdi. O-
rada köylüler şehir alınıncaya kadar mancınık kurmakta, hendek açmakta kullanır
lardı. Netice elde edildiği gibi hayatta kimse bırakılmazdı; kimse kalmazdı. Esirle
rin hali bu idi, fakat geri kalanlar ne olacaklarını bilemezlerdi.
O esnada ben Horasan'da kendi hisarım olan Horendeze de idim. Bu hisarın
ilk sahipleri oLan atalarımın yaptıklarını bilmiyorum. Buna dair herkes istediği gi
bi hali hikâye ederlerdi. Doğru olup olmadığını bilmediğimden bunları yazmıyaca-
ğım. Rivayete göre lslâmın buralara geldiği gündenberi atalarım buraya sahip imiş
ler. Hisarım felâketten kaçanlara melce olmuştu.
Moğollar Horasanı baştanbaşa tahripten vazgeçmediler, bu hususta Habuşan,
40
Ustuva köylerinden Kâhicalı habeş adı bir adam bunlara yardım ediyordu. Bu he
rif bir cencraldı, fakat tahkir ve istihfaf için kendisine Emir lâkabı verilmişti. Ken
disi mancınıkları işletmek için mürtedlerin başına dikilmişti, bu adamın yüzünden
halk fevkalâde zulüm gördü. H er türlü fenalıkları irtikâptan çekinmiyen bu adam
Horasmın hisarlı ve camili her kasabasına adam lar gönderir orada kumanda eden
leri silâhlan alât ve edevatlarile gelip kendisine iltihak etmelerini emreylerdi. Bu
emri kabul edenler hemen bir şehre götürülür, zapt ve tahrip ettirilirdi. Emri ka
bulde özür gösterenlere karşı Habeş kendisi gider hisarını zapt halkini imha ve
mallannı yağma eylerdi.
Nişabur üzerine hücum ve'muhasara, mülhakatının zapc ve tahribine kadar ge
ri bırakılmıştı. Nişabur’un yirmiden ziyede medinesi böyle mahvedildikten sonra
Moğollar bütün kuvvetlerde bu şehre yöneldiler. Bütün kuvvetlerde gelen Moğol-
lara karşı yerliler bir huruç hareketi yaptılar, T ifcann yüreğine bir ok sapladılar.
Halkin bu mukavemetini gören Moğollar imdat geçirmeden bu işi başaramıyacak-
larını anladılar; Çingiz’i imd3t çağırdılar. O da kendisine Kiku Nuyan, Kctbu-
ğanuyan, Tulon Narbi gibi adlı sanlı kumandanlarile elli bin atlı gönderdi. Şu
kuvvetle Celâlüddin’in hint seferinden evvel vukua gelmişti.
Nişabur önüne gelen Moğollar şehrin şarkında ağaçlı Nuşcan kasabasına yer
leştiler. Burada muhasara hazırlığını tamamladılar. Şehri üç gün döğdükten sonra
içeri girdiler; başka yerlerde ne yapnlarsa orada öylece yaptılar. Aldıktan emir üze
rine esirler, dümdüz ettiler, atlılar tek bir çakıl bulunmıyan bu düzlükte cirit oy
nadılar. Fakat alt katlara, mahzenlere gizlenen halk te bu suretle mahvolmuştu. İle
ride söyleyeceğimiz veçhile Celâlüddin Hindistandan avdet ile Horasan ile Irak’m
bir kısım hâkimiyyetini eline geçirdiği zaman keşfolunan hazineler 30,000 dinari
geçti. Bir günde bir çiftçinin bazan eline geçirdiği hazine vereceği vergiye muudil
düşerdi.
Yeraltlarında böyle servetler kaldığı gibi bir o kadar da bunların sahipleri gömü
lü kalmışa. Bu hâl bütün memlekette böyle idi. Onun için tafsüâta hacet yoktur.
Sultan llarczmi idare edecek bir kimse bırakmaksızın tamamile boşaltıp çık
mıştır. Bunun üzerine Ali Kûhi Dürüği iktidarı eline geçirdi. Bu adam tedbir
siz serseri bir şevdi. Ylancılığından dolayı Kûhi dürüğî-dağ gibi yalancı lâkabını
almıştı. İdaresizliği, tedbirsizliği yüzünden Harezm halki ayak altında çiğnendi.
Başlar ayak oldu. Devletin varidatı kapanın elinde kaldı. Bu Ali yüz bin dinar iste
diği zaman kendisine on bin dinar getirilirse çok memnun olurdu.
Bu hal Sultanın vefatından sonra lmadüdin Elmüşerref ve Şerefüddin’in Ha-
rezme dönmelerine kadar sürdü. Harezm halki Sultanın vefatını henüz öğrenmedik
lerinden bu gelen memurlar sahte fermanlar uydurarak memleketin mâliyesini dü
zelttiler. Ali Kûhi Dürüği Sultanın hayatta olduğunu, Moğollarla uğraştığı habe
rine inandı işten el çekti. Bu hal Cclâlüddin ile kardeşlerinin oraya gelmelerine ka
dar devam etti.
Sultan vefat edip adaya defnolunduktan sonra kardeşlerde yetmiş kişilik bir
grup oldukları halde Cclâlüddin Harezm yoluna çıktı. Memlekette derledikçe Ha-
rezmliler bunlara yük hayvanlan, silâh getirdiler. Böylece zayiadarını telâfi ederek
halka karşı çıkacak iyi bir hale girdiler. Halk bunlarr hasrederine kavuşmuş gibi
sevinçle karşıladılar. Harezm sahralarına dağılmış olan askerler şehzadelerin etra
fına toplandılar. Ekserisi yaya kuvvetlerden olan bu askerler yekûnu yedi bini bu
luyordu. Başlarında Kutlûğ Han lâkabde meşhur olan Tusi Bahadır bulunuyordu.
Bu askerler aradaki rekabetten dolayı Azlâğ Şaha şiddetli bir meyil hissettiklerin
den veliahtlığın bundan alınmasını istediler.
Bundan dolayı şehzade de birleştiler. Celâlüddin’i tutmak onu diri olarak Az-
lâğ’a teslim eylemek ve öldürmek knrannı verdiler. Şu fesadı haber alan inanç
I 42
Han keyfiyeti Celâlüddin’e bildirdi, ve oralardan uzaklaştırdı. Celâl'de Demir Me
lik kumandasında üç atlı ile Horasan’ın dağlık tarafına çekildi. Fesatçılar ise üç
gün Harezmde kaldıktan sonra Moğolların Maveraünnehir farafindan dehşetli bir
akına kalkıştıklarını haber aldılar. Celâlüddin’in izini takip ederek Horasan'a doğru
koyulduler. Harezmdcn sonraki hallerini ilerde anlatacağız.
Cclâlüddin Azlâğ Şah ile taraftan olan Emirlerin kendisini yakalayıp karar
verdiklerini anladığı gibi Damar Melik £'} kumandasında bulunan üç yüz atlı ile
binip yola düzüldü. Harczmi Horasandan ayıran çölü birkaç gün içinde geçti. Bu
yolu kervan on altı günde geçer. Celâlüddin Nesa’ya geldi.
Çingiz, Sultanın oğullarının Harezme geldiklerini haber aldığı gibi orava kuv
vetli bir ordu gönderdi, ve Horasan'da bulunan askerlerine Bozkır hudutlarında
dağılıp düşmanı gözetmelerini emretti. Şu emir üzerine Moğol kıt'aları Merv hu
dudundan Şchristan’a kadar uzanan bir daire teşkil ettiler, ve böylece kaçmak isti-
yen şehzadeleri ele geçirmeklerini temin ettiler. Nesa civarında yedi yüz Moğolun
niçin toplandığı ilk önce anlaşılamadıysa da Bozkırdan çıkan Celâlüddin'in bun
lar üstüne atılışı oradaki toplanmalarının sebebini anlattı. İki taraf arasındaki mü
sademe pek şiddetli oldu. Nihayet Moğollar bozuldu. Ganimetlerini silâhlarını bı
rakıp kaçtılar. İçlerinden pek azı kurtuldu? İşte İslâm kılıçlarının düşman kanına
boyanması ilk defa burada vaki oldu.
Cclâlüddin kudreti kemale erdiği ve imparatorlukla mutlak hâkimliği elde et
tiği zaman bana şöyle demişti:
— “Eğer Moğollar Nesa şehrini bırakmasa, ellerindeki atlardan biz de isti
fade etmeseydik Bozkırları geçerken halden çıkan atlarımızla Nişabur’a yetişme
mize imkân yoktu.”
Moğollardan bir kısmı kılıç ve kargı darbeleri altında daima dağın olarak
şehre gelen tünel şeklindeki su yollarına girmişlerdi. Köylüler bunları oradan çı
karmışlar, şehre sokmuşlar; orada da başları kesilmişti.
O esnada ben Ncsa’da Emir lhtiyarüdin Zengi bin Mehmed bin Hamzenin
hidmetinde idim. Bu Emir kendisine Nesa mülhakatından Canimend kumandanın
dan bir mektup getirildiği zaman Moğolların bozgunluğundan haberi yoktu. Bu
mektupta şöyle deniyordu:
" Tam bugün kara bayraklı yüz neferden ibaret bir kır1a geldi. Bunlar Cclâ
lüddin’in kendi aralarında olduğunu ve Nesa’ya yerleşmiş olan Moğollan öldür
düklerini bize temin ettiler. Bunların anlattıklarına inanmak istemiyorduk. İçlerin
den birisi siperlere yaklaştı. Şöyle dedi: «Sizin böyle ihtiyatlı bulunmakta hakkınız
YİRMİ D O K U ZU N C U FASIL
Cclâlüddin’in hareketinden sonra Kutbuttin ve kardeşi Akşah
Harezmi terkettiler. Şu iki Şehzadenin hareket
lerinin sebebi, bunların tarihlerinin sonu.
OTU ZU N CU FASIL
Cclâlüddin'in Nişabur’a gelişi. Buradan Gazne’ye doğru gidişi.
O TU Z BİRİNCİ FASIL
B edrüddn İnanç’n h a lı; bunun Buhara’yı terketikten sonra Şaab
Süleyman’da vefatına kadar Horasan ve sairedeki vukuatı.
Sultan Gcrman emaretini oğlu Gıyasüddin Şir Şaha vermiş, o da yukarda tafsil
ettiğimiz Kazvin hezimetine kadar oraya gitmişti. Bu felâket üzerine Karun kalesini:
doğru aulan Gıyasüddin, Emir Tacüddin tarafından kemali sadakatle ve hürmetle
kabul olundu. Bu hal Rüknüddin Gursanci Germandan İsfahana gelişine
kadar sürdü. Rüknüddin yazdığı mektupta hemen Germana gitmesini, orada mu
kavemet görmiyeceğini, müdafiden ve hükümet iddiasında bulunanlardan hali bu
lunduğunu söyledi. Gıyasüddin Rüknüddinin bulunmakta olduğu Isfahana gitti.
Pek çok izzet ve ikram gördü. Üç gün sonra da Gennan’a gitti. Hiçbir güçlük gör
meden yerleşti, bol varidatından istifade eyledi.
Gıyasüddinin mevkii şeref ve servetle yükselmekte iken İrakta Rüknüddinin
ki günden güne sukutta devam ile Usmnavend’de suikaste uğradığı zamana kadar
devam etti. Onun üzerine ümitler söndü, gita'.
Bu esnada Yegan Kaysi, Sercihan £’} hapishanesinden şu suretle çıktı: Sultan
Irak emaretini oğlu Rüknüddin Gursayiciye verdiği Yeğan Kaysi’dc emaretin
ağır yükünü kaldırmak üzere Atabeyliğine nasbolunmuştu. Arası çok geçmeden
Rüknüddin bunun serkeşliğinden ve aç gözlülüğünden şikâyete başladı. Hatta iş
ihmal edilirse sonu fenaya varacağını ilâve etti. Sultan hapsini ferman etti. İrak
kim erken davranırsa ona kalacak bir anarşiye düştüğü vakte kadar hapiste kaldı.
Sercihan kalesi mutasarrıfı olan Esedüddin Güveyni, halka kendisini sevdir
miş ve kendisinden hizmet memul bulunmuş mahpusu fırsattan istifade ederek azat
etti. Hemen Irak ve Harzem’den gelen taraftarları yanma üştüler, az zaman içinde
kendini müdafaa edecek bir hale geldi. Maiyetinde gelenler içinde Savc mukataa-
cısı Babüddin, Cemalüddin Ömer, Emir Keyhusrev, Kâşan mukataacısı Nurüddin
Cibril, Aydemir Eş-Sami, Aydoğdu gibi zatlar bulunuyordu. Şu kargaşalık içinde
Adak Han Isfahanı almıştı. Gıyasüddin bu adamı kendisine bağlamış ve kızkardc-
şi Aysi Hatuna nikâh etmişti. Fakat düğün Adak Han ile Yeğan Kaysi arasında
düşmanlıLv çıkmaya kadar geri kaldı. Bu iki zatten herbiri Irakın birer parçasını
almış ve Sultanın bunca gayretine rağmen birbirlerile uyuşam.ııııışlardı. Atabey
Harezm ve Irak’m Türk askerlerinden yedi bin seçme neferle haşininin bulunduğu
Hfahan üstüne yürüdü. Adak Han kendisine karşı olan bu seferi duyduğu gibi
f 'J Suluniycye bej fersah uzak bir kaledir.
51
Gıyasüddinden imdat istedi. O da kendisine Devlet Mülk maiyetinde iki bin
nefer gönderdi. Fakat Atabey daha evvel davranarak Isfahan üstüne gitti. Adak
Hanın zaif ordusu mukavemet edemedi. Kendisi bozuldu ve esir oldu.
Atabey hasmının Sultan akrabasından oluşunu, mevkiinin yüksekliğini nazarı
dikkate alarak iptida canına kıymadı. Sonra şarap dumanı ile arkadaşlarının ve
kendisinin gözü kczdı; esiri yanma getirdi. Adak hemen Irakm ileri gelenlerinden
mürekkep olan cemiyete girdi, lâyık olduğu mertebede hürmet gördü. Fakat ken
disine gösterilen mevkii şerefi ile mütenasip görmedi, kızdı. Karabetinden cesaret
aldı, biraz şiddetli dil kullandı, Atabcy'le dalaştı, o da boğulmasını emreyledi.
Sarhoşluğu geçtikten sonra ettiğine pişman oldu.
Germandan toplanan ve Atabeyin aleyhine kullanmak üzere Adak Hana yar
dım için gelen askerlerin kumandanı Devlet Mülk Isfahan kapılarına geldiği za
man orada geçen halleri gördü. Mevkiini bırakmaksızın hemen olduğu yerde kal
dı. İşi Gıyasüddin’e yazdı, harbe girişmediğinin sebeplerini bildirdi. Gıyas bunun
öcünü almak, şerefine sürülen lekeyi silmek için koştu, kendi kuvvetini gelenlerle
birleştirdi. Atabey Yeğan Kaysinin bulunmakta olduğu Isfahana doğru yürüdü.
Şehir kadısı gerek hayırhahlıkla ve gerek birtakım vaitlerle kendi mahallesi hal
kını kandırmış, yalnız Sadrüddinülhucendi mahallesini kadı ile reisleri arasındaki
intikam davasından dolayı bundan hariç bırakmıştı. Gıyasüddin şiddetle şehre kar
şı yürürken sur altında Atabeyi gördü, Atabey ettiği kabahati başarmak, tehli
keden kendisini kurtarmak için böyle hareket eylemişti.
Atabey Şehzadeyi görür görmez yerlere kapandı, Adak Hanı idam ettirdiğini
affettirdi. Gıyasüddin af ile beraber kızkardesini kendisine verdi. Merasimi icra et
tirdi. Fakat emirlerin arkadaşları olan diğer emirler bu merasimden kuşkulandı
lar. Karargâhını bıraktılar, uzaklaştılar nihayet Gıyasüddin işleri yoluna koymak
azminde bulunduğundan ortadan şüpheleri kaldırmağa muvaffak oldu. Bunun üze
rine ayrılmak sevdasından vazgeçtiler. Kemali itaatle vazifelerinin başına geldiler.
Yalnız Aydemir Şah inat etti, Azerbaycan hükümdarı özbeyin yanına gitti, orada
kaldı, öldürüldü.
Gıyasüddin Irak-Acemi kat’î surette eline aldı. Hüküm ve nüfuzu Horasan
ve Mazenderana kadar yayıldı. Mazenderanı mukataa şeklinde Devlet Mülke ver
di, orada yerleşti. Yeğan Kaysi de bütün nahiyelerile Hemedan’a sahip oldu. Bu
iki emirler kendi eyaletlerinde istiklâllerini muhafaza eylediler.
Devlet Mülkün Gıyasüddin hizmetine girişi, bunun nüfuzunu arttırdığından
Atabey Özbey bin Mehmet bin lldeğüz elinde bulunan Azerbaycan üstüne hareket
eyledi. Müraga şehri üstüne akıncılar saldı; Özbeyin Irak hududunda bulunan
arazisini viran ettirdi, gitti, Avcan'da karargâh kurdu. Kendisi orada iken ö z
beyin arada uyuşulma yolunu aradı, nihayet Gıyasüddinin gönlünü ele aldı, o da
kendisine kızkardeşi, Nahcivan melikesi melike lclâliyeyi nikâhladı. özbeyden
lüzumu derecede teminat aldıktan sonra Iraka döndü.
52
En ufak bir firar vasıtası bile bulunmadığı, her tarafı tehlike kaplamış olduğu
halde Celâlüddin arkasında harp kisvesile atım nelıire sürdü. At, bereket versin,
nehiri geçti. Celâlüddin bu aa, biameksizin, Tiflis fethine kadar sakladı.
Celâlüddin ordusundan takriben dört bin kişi de karşıya geçmişti. Bunlar ya
lınayak haşıkabak denecek mertebede çıplaktılar. Celâlüddin nehiri geçtikten üç
gün sonra da üç yüz kadar atlı kendisine iltihak eyledi. Sultanın nedimlerinden bu
lunan bu atlıları nehir akıntısı uzaklara atmıştı. Bunlar Celâlüddinin ne olduğunu
bilmiyor, çobanını kaybetmiş sürü gibi, perişan bulunuyordu. Nihayet Celâlüddin
bunları buldu. Hepsi bayrama ermiş çocuklar gibi sevindi.
Silâh fabrikasında bulunan silâhçı Cemal adlı birisi harpten evvel elinde bu
lunan paralarla birlikte ayrılmıştı. Bu adam tam vaktinde içi elbise ve erzak dolu
bir gemi ile Sudra nehrini geçip geldi. Bundan çok hazzeden Celâlüddin bu adamı
saraya mutfak emini tayin etti ve Ihtiyarüddin unvanını verdi, ilerde gene bu adam
dan bahsedeceğiz.
Cebeli Cudî emîri Zanaşatra, Sultan Celâlüddine taliin yardım etmediğini,
yanında ancak ordusunun enkazını teşkil eden takriben bin atlı ve beş yüz yaya
bulunduğu halde kendi mülküne atıldığını duydu. Bundan istifadeye kalktı. Ce
lâlüddin bundan çok endişe etti. Halâs çaresi kaçmaktaydı. Fakat maiyetinde koş
madan âciz yaralılar bulunuyordu ve bunları Hinduların zulümle öldüreceğini bili
57
yordu. İşte bu hal içinde her eli tutan kardeş, yaralı kardeşinin başını kesti, akra
balar da böyle yaptılar. Sonra sağlamlar Moğolların işgal ettikleri cihetten geçmek
niyetile nehire doğru gittiler, orada sık ormanlar ve nebatlar arasında saklanmak
ve ele geçirecekleri ganimetle geçinmek kararını verdiler; Hindular da o vakit bun
ların işi Moğollar olduğuna hükmedeceklerdi.
Tanı bu niyetlerini icraya başlıyacaklan sırada bir piyade kıt’asmın kendileri
ne doğru geldiğini gördüler. Celâlüddin müdafilcrile ve piştarda bulunan atlıla-
rilc arkaya bir hareket icra etti. Zamaşatra maiyeti ilerledi. Celâlüddini görünce
bizzat hücum etti. Celâlüddin adamlarına metanet emreyledi, durdu. Zamaşatra
ilerledi; tam ok menziline gelince Celâl okunu attı, göğsünden geçen ok yüreğini
deldi. Hintli dua vaziyetinde değil, ölüm halinde yere çöktü. Hindu askeri kaçtı.
Celâlüddin prensin atını, teçhizatını, silâhlarım, hâzinesini aldı.
Debdebei sükûnda bulunan Kamerüddin Kobaca şu zaferi işittiği gibi, Celâ-
lüddin'c iltifatnanıcler yazdı ve hediyeler takdim etti. Bundan maksadı Sultanın
taarruzundan kurtulmak, Zamaşatra gibi felâkete uğramamaktı. Sultan da kendisi
ne iltifat eyledi.
KIRKINCI FASIL
Cclâlüddinin galibiyetinden sonraki vak’alar ve Hindistandan çıkışına
ve Şemsüddin Iltümüş ile arasındaki haller.
Burakın nimetşinas bir adam olduğunu sanıyor, küfraaı nimet edeceğini ummu
yordu.
Burak ta Celâlüddine Kermana kadar sadaicat perdesi altında saklandı. Celâ-
lüddin de bunun sadakatine inanmıştı. Fakat Kermamn merkezi Burakın k a
rargâhı olan Kcvaşirde bir ay eğlentiden sonra bunun hiyanet ve hile edebilece
ğini düşündü. Kendi adamlarının reyini sordu. Orhan Burakın tevkifi, Kermamn
zaptı ile imparatorluğa ilhakım söyledi.
Fakat Hacei Cihan ünvarum haiz olan Vezir Şerefülmülk Ali bin Ebülkastm
El-Huccndî aksi reyde bulundu: "Şu Burak, dedi, memleket hâkimleri ve hudut
beyleri içinde ilk itaat edendir. Kimse de ihanetini görmediği gibi içinden neler
düşündüğünü bilemez. Şimdi böyle bir adam sadakatsiz diye cezalandırılırsa fikir
lere endişe girer; vicdanlar ihtilâl eyler.”
Celâliiddin Şiraza doğru hareket eyledi. Yolda Yezt Emiri Alâüddevleye
rasgeldi. Bu adam itaatini kabul ettiğini bildirdi. Bir kıt’a maiyeti ile gelmiş ve
getirdiği hediyeler Sultanın hâzinesini doldurmuştur. Bu mükâfat Abadanda ol-,
muştu. Celâlüddin burayı Ata Beye verdi.
Yukarıda dediğimiz gibi Faris Ata Beyi Saad, Cclâlüddinin kardeşi Gıyasüd-
din tarafından incidilmiş ve bundan dolayı aralan açılmışa. Celâlüddin bunun
gönlünü almak için Şerefülmülk’ü gönderdi ve kızının kendisine nikâh ettirilme
sini de teklif ettirdi. Ata Bey bu teklifi hemen kabul etti ve mutavaati cana minnet
bildi. Vezir memuriycunde muvaffak olduğuna sevinerek geldi.
Celâlüddin bu izdivaçtan memnun oldu. Sonra Isfahana gitti. Buranın Ka
dısı Rüknüddin Mesut bin Saad karşı çıktı; hizmetinde bulunmakla müftehir ola
cağım bildirdi. Isfahan hâzinesi Celâlüddine verildi. Silâhlar, cephaneler getiril
di; herkes giyindi, kuşandı. Gıyasüddin gelen tehlikeyi haher aldığı gibi bütüa
maiyeti ile atlandı. Merhume Sultau ordusunun şu bakiyesi olan otuz bin süvari,
Celâluddini tama eylediği şu ellerden çıkarmağa kalkıştılar. Bunların gelmekte
olduğunu haber alan Celâlüddin askerlerini geri çekti; başladığı işi başaramtyaca-
ğından korktu. Bu keder içinde iken kurnaz nedimlerinden Adakı Gıyasüddine
gönderdi ve şöyle dedirtti:
"Babamız Sultanın vefatındanberi çektiğimiz eziyetleri dağlar kaldıramaz.
Bugün o geniş dünya bana dar geliyor. Mirastan aldığım ve kazandığım bütün
malımı kaybettim; birkaç gün istirahat için yanma geldim. Fakat senin misafirle
rine kılıç balından başka bir şey ikram etmediğini bildiğim için, insanları uzaklaş
tıran kılıçlarla geldim.”
Sonra yukarda tafsil ettiğimiz Beyruan vakasında ele geçen Çingiz Hanın
oğlu Tolinin at ve kılıcını takdim ettirdi.
Gıyasüddin, elçiyi dinledikten sonra Reye doğru döndü. Kıtaları da yaylak
larına dağıldılar. Celâlüddin elçisi ile birtakım yüzükleri göndermiş, bunların bir-
63
takım saltanat emirlerine şükranc olarak dağıtılmasını tavsiye etmişti; iyi dil dö
kerek bunları Celâlüddin tarafına kazanmak, Gıyasüddin’dcn yüz çevirtmek, sair
emirlerle kardeşine karşı hürmette kusur etmemek talimatını da vermişti.
Emirlerden bir kısmı bir şey demeden bu yüzükleri kabul ile Celâlüddine ta
raftar olduklarını göstermek istediler. Bir takımları da gidip bu halkaları efendi
lerine teslim eylediler. Gıyasüddin bunun üzerine elçinin göz hapsine alınmasını
emreyledi. Yalnız Celâlüddinin yeğenlerindin ve harp etmek istiyenlerden biri
olan Ebubekir Malik, bütün gönüllerin amcasilc birlik olduklarını ve kendisini
görmek arzusunda bulunduklarını, kendisinin de hizmete girmekten memnun ol
duğunu bağırarak söyledi. Cclâlüddin’in yanına gitti.
Celâlüddin üç bin kuvvetli askerle Allahtan muvaffakiyet ümidile yola çıktı.
Sisli bir gecede Akutaya vardı.
Gıyasüddin kaçmağa vakit bulamadı. Yakayı ele verdi. Kardeşinin çıkagel
diği kendisine haber verildiği zaman hemen bir ata atladı, Selukan kalesine can
attı. Celâlüddin kardeşinin otağına girdi. Orada üvey annesini buldu. Bu kadın
hakkında hürmet gösterilmesini irade eyledi. Sonra kadına oğlunun kendi karde
şinden korkup kaçtığına taaccüp ettiğini söyledi; ve iktidar mevkiine gelen baba
mın oğullarından hiçbirisi için Gıyasüddin kadar bir meyil duymadım: O benim
gören gözüm, tutan elimdir, hatta daha ziyadedir, dedi. Kadın hemen korkusunu
gidermek için oğluna bir adam gönderdi. Gıyasüddin geldi; itaat gösterdi;
Celâlüddin etrafında nedimleri olduğu halde tahta çık a; hanlar, em irler
başlarında kıl kuşak olduğu halde önünde diz çöktüler; Celâlüddin o n b n tatm in
edecek sözler söyledi; onları memnun eyledi. Her taraftan hazineler gelmeğe
başladı. Aradan hemen biıCcaç ay geçmişti ki, Horasanda, Irakta ve M azenderan-
da istiklâllerini ilân etmiş olanların hepsi kapısı önüne toplanmıştı. Kendilerine
verdiği korku bunları sığındıkları dağ başlarından, sarp yerlerden indirmiş, amana
düşürmüştü. Bunlar hatta davete ihtiyaç bırakmadan toptan gelmişlerdi. Gaybu
beti esnasında iyi hareket edenler yerlerinde alakönuldu. Hasmane hareketleri
olanlar gazaba uğradılar. Saburane cezaya tahammül edenlerin ekserisi Gıyasüddin
adına hutbe okutanlardı.
Şu hükümetsiz zamanda birçok kişiler helak olmuş, zaifler sıkıntı içinde kal
mıştı. Sultanın geri gelişi fenalıktan kaldırdı. Vezirler, valiler beratlarını alıp
yerlerine gittiler.
Bahsedeceğimiz bu zat bir müddet Centte bejlikçi vekili idi. İşte bu memu
riyet siyasî ve İdarî mesleğinin ilkidir. Az sonra bu mevkie asalet tarikile nasbolun-
du. O devirde Çent nazırı kesedar unvanını haiz olan Şehirzorlu Necibüddindi.
Kesedarın vazifesi arzuhalleri, istidaları almaktan ibaretti. Hatta sonunda bütün
dosyasını toplar, perşembe akşamı kabul salonuna götürür,Sultan onlar: tetkik
edip bitirirse, kararlarilc birlikte getirirdi.
Bu sarayın en şerefli memuriyetlerinden biriydi. Necibüddinin oğlu Bahaül-
mülk Hacı Çent nazırlığında babasına vekâlet ederdi. Necibüddine gelince Sul
tan hizmetinde bulunmuş ve onunla Horasan ordusuna kumanda ettiği zaman be
raber bulunmuştu. Bu mevki şeref ve istifade verdi. Orada taarruzdan masun is
tirahat ve daima teceddüt eden maddî servet bulundurdu.
Fahrüddin Çent bejlikçi mansabına varınca Necibüddini devirmek istedi.
Bu maksada, birlikte bulunduktan vakitNecibüddin’in iki yüz bin dinan havi bir
şarap fıçısını aldığını hükümdara söyledi. Bunu Hacei Cihan olduğu zaman kibar
âleminde şöyle anlatırdı. "Bu zatı haber vermeğe karar verdiğim zaman tasavvu
rumu icradan evvel bu işlerden anlıyan yüksek bir memurun fikirlerini aldım.
Hepsi de; "Sakın; sakın diye tehlikeyi izam ediyorlardı. Bunlar Necibüddinin mev
kii sağlam olduğunu, sözü dinlendiğini, hizmetinde sadakat ve büyük faikıyet gi
bi iki büyük haslet hasebile mevkiinin emin olduğunu bildiriyorlardı.
"Bunlar beni onun yerine geçmek kararından caydırmadı. Para işini haber
verdim, mesele kalemlerde tesbit edildi. Sultana arzolundu. Bir umum kabul gü
nü ben de adi kimseler arasında orada hazır bulundum. Necibüddini tahtın ya
nında gördüm. Kendisinden daha ileri az kimse vardı, böyle olmakla beraber ba
şını iğmiş, mahzun görünüyordu. Sultan kendisine dedi; "Nccibüddin neden
böyle dalgınsın. Hakkında edilen ifşaat seni gözümden düşürür mü sanırsın. Alla
ha ant içer, babamın toprağına yemin ederim ki bu parayı senden istemiycceğim.
Onu oğlun Bahaülmülk Hacıya hediye ettim.,,
Nccibüddin şükran olarak yerlere kapandı.
"Nüfuzunun nekadar yüce olduğuna inandım. Bundan çok sıkddım, baca
ğımı sürükliyerek geri geldim, bütün takatim kırılmıştı.
"Harezmde geçirdiğim günler kara ve geceler de uykusuz mesafeler ol
du, bu hal Çent nazırlığıma kadar sürdü. İşte yalnız o vakit kederim sevince
döndü.,,
Celâl - 5
66
Şu memuriyette bulunduğu dört yıl içinde zalimane vergileri artırdı, halkı
ezdi, soydu, soğana çevirdi.
Bu aralık Sultan Buhara semtine giderken Centten geçti. Halk koştular,
dertlerini yandılar.
Sultan bu hallere sebep olanın ateşte diri diri yakılmasını emretti. Fahrüd-
din gizlenmeğe, Buharaya kaçmağa muvaffak oldu. Fakat kaymakamını ateşe at
tılar, Buharadan Talkana kaçtı; orada ta mogol gailesi çıkana Cclâlüddinin Gaz-
ne civarına atılmasına kadar gözlere görünmedi.
O esnada Fahrüddin acele saraya gitti, mabeyinciler arasına katıldı. Bu adam
gür sözlü, çeri idi; Sultan üstüne müessir oldu; Türkçesi çok lâtifti.
Sint nehri kenarındaki büyük muharebenin vukuuna kadar mabeyincilikte
kaldı. Bütün büyük rütbeli memurlar ya düşman tarafından öldürülmüş veya
hut suda boğulmuştu. Şcmsülmülk Şchabüddin de Kobaca tarafından öldürülmüş
ortada hint işlerine nezaret için başa geçirilecek kimse kalmamıştı. İşte böyle
adam yokluğunda Fahrüddin başa çıktı.
Fahrüddin asaleti filân olmadığı halde iş bilmesi hoş geçinmesi yüzünden
böyle en yüce bir mevkie geçti. Bununla beraber Fahrüddinin böyle bir memu
riyette oluşuna rağmen kendisine vekil gibi muamele etmezdi. Kendisine mevkii
icabı Hoca diye hitap etmek lâzımken Şerefülmülk derdi. Huzura kabul olunduk
ta vekil sultanın sağ tarafında oturmak âdetken bütün memuriyeti müddetince ma
beyincilerle birlikte Sultanın karşısında oturdu.. Daima nedimler arasında otu
rurdu. Halbuki Nizamülmülk ünvamna sahip olanlar sultanın sofrasına oturur
lardı.
Hükümet kalemlerinde eski vükelâ kara minder üstüne otururlardı. Şerefül
mülk böyle bir yere asla oturmadı. Yalnız kendi sarayında böyle bir yere otu
rurdu. Nizam Unvanım haiz olup ta vekâlet makamında bulunanlar İtat ta yanları
na gelen bir şehzade bile olsa ayağa kalkmazlardı. Şerefülmülk vükelâ reisi oldu
ğu halde büyük memurlara ayağa kalkardı. Eski nazırlar ata bindikleri vakit ön
lerinde altın dört mızrak çekilirdi, Sultan bu hususta bir emir vermedi.
Yukarda hikâye ettiğim gibi Emir Nusredüddin İlanıza bin Mehmet amca oğ
luna varis olarak Nesaya sahip olduğu zaman beni bütün işlere memur etmiş ve
idarenin her cihetini bana emanetle tevkir eylemişti. Bu zat tabiatin fevkinde yük
sek ve cömertti. Ebülulanın Stktez-zend ütbitıin Ycminisini Fahrüddin Razi-
nin Mülehhası Şcyhürreisin Isarat’ını ezberden bilirdi. Arap ve farisî divanlar
67
tertip etmişti. Muhabereleri çakıl üstüne akan su gibi saf ve berraktı. İlminin ge
nişliğinden ilerigelen meziyetlerine Harezmdc geçirdiği, on dokuz yıl zarfında ka
zandığı sıfatlar da ilâve edilmelidir, ilmi nücumda az hata edecek kadar maluma
tı vardı.
İlindin ta içerlerine dalmış olan Sultandan haber alınmadığı bir sırada ya
kında meydana çıkacağını ve ortalığı düzelteceğini haber vermişti. Gıyasüddinin
asla muvaffak olmıyacağınt, yıldızında hiçbir uğur alâmeti olmadığını da
söyledi. Gıyasüddin adına işte bundan dolayı hutbe okutturmadı. Bu harekette
ancak kendisi bulundu. Aradan çok geçmeden dedikleri çıkn. Fakat vefatından
sonra. Kendisi keşfettiği vak’alardan evvel telef oldu; o vak’alar üstüne kurduğu
umutlarına nail olamadı.
Nusrcdüddinin hissiyatı ve diğer arkadaşlarının aksine olarak Cclâlüddine
karşı muhabbeti Gıyasüddinin malûmu olunca aleyhine babasının askerile Tulek
bin İnanç İlam tayin etti ve bunun maiyetine de kendisini takviye için Arslan
Hanı bir kolordu ile memur eyledi. Fazla olarak istiklâl kazanmış olan hudut
kumandanlarını da Tulek’in emirlerine itaat ve daima ona muavenet eşlemelerini
emretti.
Bu havadis üzerine Nusredüddin etrafmdakilerle meşveret etti. Bu mecliste
bir miktar para ile benim Gıyasüddine gitmem ve şu vasıta ile işin önünü alma
ğa çalışmam lıararlaştırıldı.
Arzum hilâfına olarak vazifemi ifa için yola çıktım. B’ad civarında gecenin
karanlığında Tulek karargâhına çattım. Fakat karanlıktan istifade ederek de
vekuşu süratile kaçtım, tehlikeden kurtuldum. Curcana geldiğim zaman kurul
muş bir karargâh gördüm. Bunun Celâlüddin tarafından gelen Emir Koçkendiye
ait olduğu Horasanda Orhanın yerine başkumandanlığa tayin olunduğundan o ci
hete gideceğini öğrendim. Reyde olan vak'alardan da anlattılar. Yani Gıyasüddin
hükümetinin yıkılıp yerine Cclâlüddininki kurulduğunu söylediler. Hemen Emir
Koçun yanına gittim. Giderken sevinçten ayaklarım yere basmıyordu. Kendisile
uzunuzadıya konuştum. Bana olan bitenleri anlattı.
Hali düşündüm. Geri gitmek münasip olmryacağmı, çünkü bir emir almadan
İnanç Hanın Nesadan ayrılmıyacağma hükmeyledim. Esterabada katar yoluma
devam ettim. Orada Emir Tacüddin, Celâlüddinin karargâhına gitmek üzere idi.
Beni maiyetine almasını ve hareketini çabuklaştırmasını rica eyledim. Tam yükler
bağlanacağı sırada Gıyasüddin'c mensup olan ve bir daha huzura kabulüne imkân
kalmıyan Danişment ansızın ordusu ile Tacüddinin hududuna geldi. Emir biraz
şaşırmışıt. Bistan yolunu tutundum, oradan bin tehlike atlıyarak Reye sonra da
çabuk İsfahan’a gittim.
Bu müddet esnasında daima mahsur kalan Nesanın havadisini alıyordum.
Bu hal beni rahatsız ediyordu. Böyle olmakla beraber ister istemez iki ay Isfahan
da kaldım; çünkü birçok sebeplerden dolayı Sultanın yanına gidemiyordum. Bir
68
kere T u r dağlarında isyan etmişlerdi. Bunun için Sultan tarafına giden yollar teh
like içindeydi. Bundan dolayı sadakat ve muhabbetine itim at olunan Ata Bey Saat
b u n la r tarafından meşgul ediliyordu. Bir de karlarla yollar kapanmış birçok
yolcular kaybolmuştu.
Isfahanda Belbcn Elkadri nezdinde bahara kadar kalan Sultanın askerleri Azer
baycana d oğru yollandılar. O tğı da Hemedan civarında dikildi. Sultan orada bu
lunuyordu. Gryasüddinin eniştesi A ta Bey Yeğan Kaysi harp etmeğe mecbur
olm uştu.
Sultan kardeşine galebe çalıp m ülkünü elde ettikten sonra Azcrbaycana il
tica etm iş o lan Yeğan Kaysi sabık saltanatı kurmak sevdasında bulunuyordu. Şu
m aksatla Azerbaycan Ata Beyi ö z Bey ile uzlaşu. İkisi de sultana karşı hareke:
ettiler. Fakat Sultanın sancakları dalgalanmağa başladığı gibi Sultanın boş bıraktığı
Iraka gidebileceği hülyasına kapıldı. Bu havadis alınır alınmaz karargâhına
gitti.
Ben ise N usredüddinin, Gıyasüddinin veziri Kerim Iişşarka verilmek
üzere teslim eylediği parayı Şcrcfülm ülk Hacei Cihana verdim. Para dinar idi. N a
zır teşekkür etti. İşleri yoluna koymayı vadeyledi. Az sonra çıkan bir irade Nusra-
d ü d d in i em aretinde ipka ediyordu. Buna bazı civar nahiyeleri de ilâve ediyordu.
İnanç oğlunu geri çağırmak üzere bana bir nedim katıldı. Bundan iki
üç g ü n sonra gelen bir elçi N usredüddinin kederli ölüm haberini getirdi. İnanç
o ğ lu o n u kaleden çıkartmış, başkalarına ibret olsun diye ayağile çiğniyerek öldür
müş. H enüz genç yaşında olan N usredüddinin cesedi kabrine konuldu. Kendisini
sevenler göz yaşlan döktü.
İnanç H an vaktile N esada Nesa ve Curcanda babasına ettiğim hizmetlerimi
bana m üteallik olanlardan ele geçenlerin hepsini öldürm ek, bulabildiği malımı
yağm a ederek nem var nem yok hepsini müsadere etmekle ödemiş oldu.
K ardeşini ele geçirip hizm etinde bulunan emirler derecesine indirildikten son
ra H ozistana g itti, kışı orada geçirdi. O rada iken aslen Nesalı olan müfettiş Gıya-
sülm ülk A lâüddin M ehmet bin Mevdevî H alife Divanına elçi gönderdi. Vazife
si serzeniş ve tekdir idi. V aktile Sultana piştar olan Cihan Pehlivan kumandasın
da b ir askerî k ıt’a gönderilm işti. Bu kumandan, Kobaca kabilesi araplarile takviye
edilm iş divanın bir ordusuna rasgeldi. Halifeyi tahkir ve merasimi düşünmeksizin
bu orduyu defetmişri. Bozulan o rdu Bağdata gitti. Askerleri muvaffakiyet göste
rem ediklerinden meyus görünüyorlardı. Bunlardan Sultan ordusuna getirilenler
hem en serbest bırakıldılar.
69
Gtyasülmülk bu vak’adan sonra Bağdata vardı. Adet üzere hürm etle kabul
edildi. O rada uzunca müddet kalmasından türlü dedikodular oldu. Sultan Mera-
gayı aldıktan sonra gitmesi cmrolundu. Kendisine birçok hediyeler verildi, ayrıca
ikram edildi. İlkbaharda Ziyaülmülk Bağdat’tan Azerbaycan’a yollandı. Tekauka’-
ya vardığı zaman halk halife ordusuna karşı edilen hakaretten dolayı ba
ğırıp çağırdılar. Bu hale kızan Ziyaülm ülk mevkie taarruz em rini verdi. Tek
hücum ile şehir teslim oldu. A hali kılıç ile sürülürken hareket durdurul
du. Fakat orada ahaliden hayli ölen oldu. Sultan Azerbaycana gitti. Hemedan
dağlan önüne yaklaştığı zaman, yukarda söylediğimiz gibi, Y egan Kaysi’nin Azer-
baycanı terk ile Iraak gittiğini duydu; orada hakkından geldi.
Ycğan Kaysi itaat altına girdikten ve İrak, fena hareketlerle memleketin asa
yişini bozanlardan kurtarıldıktan sonra Sultan Azerbaycan’a hareket eyledi Bu
eyalete yaklaşmakta iken, İMeraga ahalisinin gelip kendisini zulüm den kurtarraala-
n hakkında, Şerefülmülkün delâletile gönderdikleri adam lar halkın şikâyetna
melerini takdim eylediler. Filvaki b unlar zalimlere, yüksek m em urların suiistimali
ne, G ürcülerin m uttasıl taarruzlarına duçar olmuşlardı. Burada bulunan A ta
Beyin nüfuzu bu fenalıkların önüne gcçmiyecek kadar gevşemişti, Celâlüddin
Mcragaya gitti. En ufak bir m ukavem et görmedi. Birkaç gün orada kaldı,
adı M ücirüddin Amr ibni Sad El-Harzcmiyi elçilikle Rum Selçukilerile Suriye
hüküm darlarına gönderdi. Elçinin götürdüğü namede Azerbaycanın hükmü al
tına girdiği, Gürcülerin tasallutundan kılıç kuvvetile burayı kurtardığı yazılıyor
du. Sultan yalnız kılıcına dayandığından bahsediyor, G ürcistana gidip kana bo-
yıyacağını bildiriyor, bundan kendilerde iyi komşuluk ihdası arzusunda bulundu
ğunu da söylüyordu.
O gün Sultan bana Beylikçilik K âtipliğini tevcih eyledi. Bu memuriyet çok
mühim ve istifadeli bir şey olmakla beraber ben aczimi biliyor, öyle şeyler bekle
miyordum. Sultan Nahcivanda H orasan ve Mazenderan ahalisinin işlerde uğraşır
ken, memuriyctimdiın bir günde bin dinar kazandım. Sair günlerde daha mütevazı-
ane olm akla beraber istifadem haddi m akulü geçmezdi. Böylece yerime göz di
kenlere karşı şiddetle mücadeleden g eri kalmadım.
M ücirüddin Saraydaki m emuriyetini bıraktı. Tiflis zaptolunduktan sonra an
cak m em ur olduğu elçilikten geldi. Sonra Sultan M oğolların ilk tecavüzünde mer
kezini tahrip eyledikleri suyu bol olan Avcan nahiyesine gitti. Sultan birkaç gün
burada kaldı. Burada Tuğrul bin A rslan’ın kızı ve A ta Bey ö z Beyin karıst bulu
nuyordu. Halk Zahirelerini Tebrizden alıyor, Ata Bey tahsile bakmıyordu.
70
Tebriz ahalisi gelip şehirlerini almasını Sultandan dilediler. Celâlüddin de hemen
yola {ika. Tebriz önüne otağını kurdu. Muhasarasına başladı.
Şemsüddin Tuğraînin biraderzadesi Reis Nizamüddin şehirden çıka. Sultana
geldi. Bunun Tebriz ahalisi üzerinde büyük nüfuzu vardı. Bütün ataları bu şehir
de iktidar mevkiini veraset ile tutmuş olan bu adama karşı halkın hürmet ve
itaati fevkalâde idi. Sultan mancınık ve koçbaşı ile merdiven gibi taarruz aletleri
ni tertip ettirdi. Pek çok bulunan ağaçlar kestirildi.
Muhasara yedi günü bulmuştu. Sultan Tuğrulun kızından bir elçi geldi. Ka
dın kendisi amca ve dayıları ve maiyeti ölümden affolunmak, malına dokunulma
mak üzere teslimi kabul ediyordu. Melike bundan başka gidip inziva etmek üze
re kendisinin Hoy’a gönderilmesini de istiyordu. Sultan bu şartlara razı oldu. Şe
hir de teslim olundu. 622 — 13 kânunusani 1225 — 2 kânunusani 1266 Prensesin
refakatine himayesi için nedimlerinden Tacüddin Kılıç ile Bedrüddin Hilâl'i me
mur eyledi. Bunlar da kendisini Hoya götürdüler .
Sultan mümancat görmeksizin Tebrize girdi, saraya yerleşti. Şehrin idaresini
Nizamüddine verdi ki Tuğraînin usulüne göre an’aneleri muhafaza etsin diye.
Böyle olmakla beraber Nizamüddin siyaset ve maliye ile uğraşmadı. Yalnız ahali
yi hoşnut ve hallerini ıslah edecek şeyleri yapa. Haysiyet ve fazilet sahiplerini hi
maye eyledi. Evbaşlara müsaade göstermedi. Ve böylece devam etti.
rk
(\
\y e ........
KIRK SEKİZİNCİ FASIL
Sultanın Gürcülere galebesi
Sultan Azerbaycaoı elde ettiği gibi Gürcüler Zuan civarında Kerbide tahaş
şüt ettiler. Altmış bin kadar olan bu Gürcü kuvveti korkusunu saklıyor, kahra
manlık taslıyorlardı. Hatta Abek hükümetini hiçe sayıp mahvetmek istiyorlardı.
------- Sultan bunların üzerine yalnız maiyeti ile yürüdü. Irak askerleri yerlerine da
ğılmıştı. AraksL nehri kenarına geldiği zaman Cihan Pehlivan Elçi kumandasında
bulunan piştar emirleri düşmanın yakın ve çok olduklarını söylediler. Bunlara ce
vap olarak aona iki mahmuzunu vurdu. Geçit mahalline sürdü. Bütün ordu Sul
tam takip etti. Kerbi önünde Gürcüler geniş bir sahada bulunan bir tepe üstünde
kara bulut gibi yığılmış göründüler.
Şu kalabalığı gören Celâlüddin bir sürü öküz görmüş arslan gibi ürperdi.
Hemen geceden istifade ederek tabiye hatlarını tertip etti. Merkezi teşkil eden at
lılar, tepeden araağa silâhlı olanları çevirmişti. Solda piyadeler bulunuyordu. Sağ
cenah oklulardı. Ertesi gün Gürcülerin taarruzu beklendi. Fakat bunlar bulun
dukları tepeden ayrılmadılar.
Güneş batağı esnada Sultan bir küçük çadır kurdu, geceyi orada geçirdi. Han
71
lara ve emirlere sabaha kadar beklemelerini emreyledi. Onlar da emre itaat eyle
diler. Sabchleyin Sulun kendilerini çağırdı, şöyle dedi:
"Düşman işi uzatmak istiyor. Taarruz eyliyecek yerde bizi mevziinde bekle
mek istiyor. Ben onu her taraftan sararak üstlerine gitmek fikrindeyim. Eğer size
karşı hücuma kalkarsa, onu bir ok yağmuru ile durdurmağa çalışırsınız.,,
Sultan bu söz üstüne dağa daha doğrusu zafere doğru yürüdü. Piştar kendi
sini takip etti. Sulunın kardeşi Gıyasüddin ve Orhanın bulunduğu sol cenah mu
kavemet olunmaz bir suretle tepeye saldırdı. Gürcülerin en meşhur harpçılann
dan Seluh bunları geri sürmek için hücum etti. Her iarafun oklar uçmağa başla
dı. Aradan çok geçmeden iki u raf birbirine girdi.
Bu halde iken Sultan atlılarının hücumunu gören Gürcüler, taarruz ve mü
dafaadan vazgeçtiler. Kaçmağa başladılar. Takriben dört bin ceset meydanda
kaldı. Bir bayır üstünde ayakta duran Sultan kendisine doğru sürülen esirleri ka
bul ediyordu. Şu tutsaklar resmi geçidini takip bitip askerler yerine çekilinciye ka
dar sürdü. Ondan sonra Sultan’a bir çadır kurdular, oraya gitmek için boyuna ölü
1er üstünden atlatmak icap ediyordu.
Ata Bey ö z Beyin mabeyincilerinden Şcmsüddin Kumi'nin şöyle dediği ri
vayet olunur.
"Efendim bozulduktan zamandanberi Gürcülere göndermişti. Ona Hazreti
Ali hâlâ dünyadadır, bu gaza Bedir ve Hayberi unutturdu, diyeceğim geldi.,,
Fakat Gürcülerden alınan ganimed gördüğüm zaman büsbütün şaşırdı. Harp
meydanında karar kıldı; ölüler içinde yattı. Gıyasüddinin sütninesinin oğlu olan
bir çocuk bunun yanına iltica eylemişti. Bu çocuğu bağlı olduğu halde Sultana
götürdü. Sultan çocuğun canım bağışladı. Sultan nedimlerinin Emîri olan Tacüd-
din Kılıcı birtakım esir emirler ve düşman kellelerde Tebrize gönderdi. Bu ne
dim bu suretle kazanılan zaferi ilân eyledi. Celâlüddin muharebe meydanından
Zum şehrine gitti, buraya taarruz ederek ele geçirdi. Şehir kadısına müslüman aha
linin ailelerile birlikte ayrılmasını emrcyledi. Elde edilen ganimet o kadar çoktu
ki herkesi müstağni bir hale getirmişti.
ELLİNCİ FASIL
Sultan Gcnceyi ve Erran eyaletinin (kalan yerlerini aldı.
Sultan Gürcü seferinden Tebrize geldi; istirahat eyledi. Oradan Orhanı as
kerle Genccye gönderdi. Bu şehirle beraber, Beyhaktan, Berda, Şemîcur ve Siz
nahiyeleri de düştü. Ata Beyin mümessili Reis Cenabüddin Kenuni idi. Bu zat zen
gin nüfuz ve itibar sahibi idi. Hemen memleketi teslim etti, hususî malını muha
faza eyledi.
Şu suretle Orhan memleketi işgal eyledi. Kendi mevkiine ve Sultana olan ka
rabetine dayandı. Bundan dolayı Elkâfi ile aralan açıldı. Orhan buna kılıç çek
meğe kadar vardı. Bunu haber alan Şerefülmülk Sultana kendi hareketinin ancak
hâzineyi siyanet olduğundan bahis ile şikyet eyledi. Sultan Orhanı derghına
çağırdı. Şerefülmülk ile Orhanın arasındaki düşmanlık ömürlerine sürdü.
Orhanın Şerefülnıülke yazdığı mektuplardan çoğunu gördüm. Orhan vezire
Hoca Tascn (1) unvanından başka bir şey yazmıyor. Bu mektuplarda Şerefülmül-
kün mülayim sözlerine karşı ağır tabirler kullanıyordu. Şerefülmülkü Orhandan
kurtarmasaLırdı, mevkiini terketmesi mukarrerdi.
Tuğrul bin Arslanm kızı tarafından Tebrize gelen (kadınlar, hanımlarının ken
disi ile. evlenmek istediğini Ata Beyden boş düştüğünü şahitlerle ispat edeceğini
f 1] Kıymettar taj manas ma gelir.
74
Sultana bildirdiler. Sultan şeran ispat olmak şartile bu teklifi kabul etti. Erekân
kadısı ile diğer bir adam Tuğrulun kızının kocası olan Ata Bey ö z Beyin bir me
seleden nikâha şart ettiğini söylediler. O zaman Tebriz kadısı olan lzzüddin
Kazvinî nikâhın bozulduğuna hükmeyledi.
Hatun halka dağıtmak için bir çok para gönderdi, sonra nikâh oldu. Sultan
hemen Hoyda güvey girmeğe gitti. Karısına Hoy mukattaasına ilâve olarak Sel-
mas ile Vrupyayı verdi.
Ata Bey ö z Beyin vekili Rebibüddin bana şunu anlata. Ata Bey Nahcivan na
hiyelerinden Alınch’ta iken Sultan’ın yavaş yavaş yerlerini aldığını kendisine söy
lediler. O da dedi ki: "Yer Allahındır, kullarından istediğine verir. Fakat büyük mü
kâfat ancak Allah’tan korkanındır.’’ Karısının evlendiğini işittiği zaman, bunu
kendisine söyliyince "Hatunun nzasile mi oldu, yoksa mecbur mu ettiler.,, diye sor
du. "Hatun bunu cidden istiyordu. Bunu kaç kere istedi. Talâk şahitlerine hil'at-
Iar giydirildi, onları nimete garketti.,, Cevabı verildi. Ata Bey başını yasağa koy
du, hemen hummaya tutuldu ve bundan kurtulmahı.
Ramazan bayramını çıkardıktan sonra Sultan Gürcüler üstüne bir sefere haha
çıktı. Sultan Araksa vardığı esnada ben ağır hasta düştüm, sefere devam edeme
dim. Sultan iki Sermara emîrine o vakit memleketlerine gitmeğe izin verdi. Beni de
76
Odlara kata ve kendilerine benim haberim olmaksızın, Suriye hükümdarlarından,
Selçukilerden yahut Gürcülerden kendilerine gelecek mektupları açmamalarını ve
ben orada bulunmadıkça hep bu yolda gitmelerini irade eyledi.
Oralardan gelen elçilerin hiçbirisi ben olmadıkça kabul edilmiyecekti. Ben de
her giren ve çıkandan mes’uldüm,
Sultanın ordusuna gitmezden yedi ay evvel Sermarada kaldım. O zamana
kadar Ancaz ovası alınmışa. Araks kenarına gelindikte elde edilen mektuplar Sul
tana takdim edildi. Bunlar Gürcü Şeluh tarafından Sultanın memleketleri
üstüne hareketini bildirmek üzere Ancaz Beylerine yazılan ve tetik davranmaları
nı tavsiye eden mektuplardı. Sultan hemen Şeluhun nehir kenarında ikiye bölün
mesini emreylcdi.
Sultan ve maiyeti bu kış memlekete yağan kardan müthiş bir zahmet çektiler.
Soğuk o kadar şiddetli idi ki hayvanların ayaklan ve insanlann el ve ayakları don
du. Tiflis çaymna gelindiği zaman Sultan hafif piyadelerine hücum emrini verdi.
Fakat önünde müstahkem iyi müdafaa, olunmuş, siperleri dağ tepelerine yahut ya
maçlara yapılmış bir şehir buldu. Çıkacak ordunun kuvvei külliyesi kelebeklerin ate
şe atılışı gihi tehlikeye kanatlıdıralr. Sonra düşman sur haricine cczbolundu, bunlar
şehirden açıldıkları gibi bir hücuma uğradılar. Başlar uçmağa başladı. Mahsurlar şeh
re kaçmak için döndüler. Fakat Gıyasüddin kendilerinden önce kapıyı tutmuştu,
edilen hücum neticesinde şehir teslim oldu. Halk kılıçtan geçirildi. Mallan ga
nimet oldu, Bütün şehirde bulunan Gürcü ve Ermeniler öldürüldü. Gürcü asker
leri kale suru haricine çekildiler.
Tiflis Araks kenarında dağlarla vadi arasındadır. Şehri kaleden ayıran nehir
geçit vermediğinden mühimdir. Şehrin iki kısmı arasındaki ahşap köprü, tehlike
anlaşılınca yıkıldı. Sultan nehri askcrile bir günde geçti, kale tarafına geldi, her
tarafını muhasaraya başladı. Fakat Gürcüler bir elçi ile amana düştüler. Sultan ka
bul etti, çünkü kış yakındı. Şehri, yıllardan beri toplanan hâzinelerini elde etti.
Tiflis zapandan sonra Sultan Azerbavcanın her tarafına sefer heyetleri gön
derdi. Iraktan aldığı haberlerde Burak Hacipin itaatten çıktığı Moğollarla muha
bereye giriştiği ve bunları kendi aleyhine teşrik için elçiler gönderdiği anlaşılı
yordu. Bunu günü gününe keşfeden de Sultanın Iraktaki vekili Şercfüddin Ali
bin Fadıl Tefrişi idi.
Daha Ancazda iken Burakın dışarda geniş bir sahada ordu kurduğu, Sul
77
tandan endişe etmediği Irako*n bildirmişti. Kendisine her iş kolay gelen Sultan
bu asiyi Kermanda tedip etmeyi kurdu. Hafif lodalardan altı bin nefer seçti,
kumandanlığını kardeşi Gıy^üddine verirken eski malikânesinin bir parçası
olan burayı kurtarırsa kendisine vereceğini vadetti. Fakat itimadını ona lâyık bir
kimseye vermemiş, bir nanköre bir eyalet teveccühüne kalkrşmışa. Sultan harem
eşyasını Kcylkuna bırakarak bdlibaşlı emirlerde hareket eyledi.
O esnada Şcrefülmülk Tifüste bulunuyor, Gürcüler üzerine olan seferleri ida
re eyliyordu. Bunlara çok ziyanlar verdiriyordu.
Ben o vakit Scrmarada idim, Sultandan haber alamıyordum. Bir gün melûl
mahzun dalmış olduğum bir zamanda Sultanın teşrif ettiğini müjdeledi. Sultan
Araksi üstündeki köprünün tamirini irade etmişti, burada şehrin eşrafından iki
zat ile köprünün yapılmasına çalıştım. Sultan köprüyü geçti şehrin şarkında karar-
kıldı. Orada Gürcülerin meşhur beylerinden olup Sultan tarafından esaretle Teb
rizc gönderilen üç esirin, Tacüddinin Gürcü muharebesile uğraşması hasebile, Şe-
rcfülmülk maiyeti memurlarından birisi vasıtasile Scrmara’ya getirildiğini haber
aldı. Şercfülmülkün bu memuru esirlerin 20,000 dinar olarak takdir etmiş ve bu
değerde kumaş, gümüş ve hayvan alarak kendilerini azat etmek üzere idi. Sultan
beni çağırdı, kimsenin esir azat edemiyeccğini irade etti: "Ve dedi ki eğer ben
esirlerimi satmak isteseydim, yangınların bitiremiyeccği bir servet isterdim.,, Bun
dan sonra Sultan Sermara üstüne yola çıka, takdim olunan hediyeyi hiç düşünme
den, ben de onu Tifüste bulunan Şerefülmülke götürdüm. Bu parayı, bir gece
hâzinede yatmadan âleme dağıttı.
Sultan yanında olandan başka beş bin atlı topladı, Sermaraya yakın bu
lunan llilât şehrini yağma için Kcrmana gönderdi. Sencekan Han maiyetinde gi
den bu kol o şehre kadar gitti, üç gün sonra ganimetle geri döndü, lğtinam olunan
eşya o kadar çoktu ki, yollar geçilmez bir hale geldi. Sultan ise Kermana doğru
gitti. Rüzgârla yarış edercesine olan bu gidişte bir an rahat etmedi, ağzından bir
lokma geçmedi. Bu kadar yorgunlukla beraber Burak Hacıyı takip maksadına nail
olamadı. Çünkü Burak kuvvetli bir surene tahassun etmişti. Bu haber üzerine meyu-
sane geri döndü.
Sultanın Gcnceden bu avdeti esnasında bir garp elçisi geldi. Riayet ve hür
met gösterildi. Fakat hüviyeti ve memuriyetinin hakikati bilinmediğinden biraz
ağırlık ve teahhur gösteriliyordu. Selçuk memleketinden gelen Sultanın bir elçi
si bu zatı tanıdığını Kum memleketine geçmek için denizden geçerken gördüğünü
ve kendisi hasta olduğu halde onu Selçuk Sultanı Alâüddin Keykubad’ın kabul et
tiğini söyledi. İlâve olorak elçiye bir merasim otağı dikildiğini ve hakkında her
türlü hürmet gösterildiğini, sonradan bunun kendi taraflarına değil Sultan Celâ-
lüddin nezdine memur olduğunu anlıyarak hürmeti itidal derecesine indirdikleri
ni de ilâve etti.
Bu sözler şüpheleri kaldırdı. Sultanın huzuruna çıktı. Ben de tercümanlık et
tim. Şu elçinin gelişinde ehemmiyetli bir şey yoktu. Yalnız elçinin kendisinin za
rafeti ve yüksek tok gözlülüğü dikkate şayandır. Gence'de bir yıldan ziyade otur
du. Gitmeğe mezun olduğu vakte kadar kendisine ancak 10,000 dinar verilmiş
ti. Fakat bir tanesini ahkoymıyarak hepsini sarfeylcmişti. Hatta tüccarlardan mü
him miktarda borçluları hep gönül almak için ikram olarak sarfetmişti.
Giderken tabel alem niyaz etti. O da müsaade eyledi; ve gene ricası üze
rine atalarından kendisine kalan ve elinden cebren alınan. Şamdaki Zeydaniye
80
bahçelerinin geri verilmesi hakkında bir iltimas yazdı. Ve yanına kendi tarafın
dan elçilikle gönderdiği Takidüddin Elhafrz’ı kata. Bunun memuriyete tayinine
sebep Sultanın hükümette nüfuz ve şöhret kazanmış olanları böyle bir yere gön
dermek istemesidir. Elçiler yola çıktıktan sonra bir k ıta Moğol askerinin geldiği
hakkındaki rivayetlerin doğruluğu anlaşıldı. Sultan kendisinin hemen Isfahana
gitmesi lüzumunu anladı. "Sefidrud,, üstünde kâin (Meyane) ye gitti.
Şehir yakınindcki meydanda askere geçit yapardı. Cephe önünde yürürken
Meragadan avdet eyliyen Garp elçisine rasgcldi. Sultan bana avdetinin sebebi so
rulmasını rica eyledi. Bana şu cevabı verdi: "Düşmanın yaklaştığını; Sultanın on
larla harp edeceğini anladım. Din uğruna harp edenlerin nail oldukları şerefe nail
olmak için müsaade edilmeğe geldim.”
Bu cevaptan Sultan mahzuz oldu. Yüksek sesle: "İşte Halifenin arkadaşla
rı böyle olmalı,, dedi. Sonra bana elçinin yanında bulunmamı ve orduyu tabur ta
bur kendisine göstermemi emreyledi. Vazifeyi ifa ile Sultanın yanına geldiğimiz
zaman elçiye Halife ordusunun kendisininki kadar olup olmadığını sordu.
'Emitilmümininin ordusu dedi, sizinkinin iki mislidir. Fakat menzil hizmetin
de yaya işlerde bulunanların çokluğundan ileri geliyor. Burada ise hep cesur
asker gördüm.,, Aradan çok geçmeden gelen ordunun Hindistanda teşkil olu
nan Bilge Han maiyetindeki Sultan ordusu olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sul
tan Avcan ordugâhına döndü. Halifenin elçisine ihtifal tertip eyledi. Elçi Musul’
da halk tarafından gece tardolundu; fakat ağır muamele görmedi. Bağdata vardı
ğı haber alındı. Eşya ve atlar zayi olmadan Sultana getirildi.
Bu yıl Sultan Iraka geldiği zaman bu iki şehri şenlenmek kabil olmaz
bir halde gördü. Oradan levazım tedarikine giden bir atlı müfrezesi hurçları
boş geri dönmüştü. Şerefülmülk bu iki şehre sahip olduktan sonra bunlar hususi
bir malikâne halinde kaldıkça düşkün halleri günden güne artacağını ve tamamen
harap olacağını düşündü. Bunun için ahalinin gelip barınabilmelcrine medar ol
mak ve rağbetini kazanmak için şehirlerin etrafına bir tuğla duvar çektirdi. Filha
kika umduğu gibi bu şehir eski halinden daha iyi mamur oldu. Gence ve Tebrize
gıpta verecek dereceye geldiler.
Bir sene sonra Sultan burayı karargâh edindiği zaman Şerefülmülk beni Sul
tana şu tezkereyi takdime memur eyledi: "Dünyanın en hakir kulu, Sultan huzurun
81
da yer öper, m utfaklara, fırınlara, ^hırlara Bcylkan mahsulünden olarak 10,000 baş
koyun, 10,000 ölçek buğday ve 10,000 ölçek arpa takdim kılındı^, Sultan tezkereyi
okuduktan sonra tebessümünü menedemedi.
A ta Bey ö z Beyin bir tek oğlu kalm ışa. O da sağır ve dilsiz bir m ahlûk olan
Hamuş Beydi. Bunun ne demek istediğini anlıyan ve kendisine meram anlatan an
cak çocukluğundaki mürebbiyesi idi. Ata Bey bunu Meraga Emiri Ata Bek Alâ-
üddin K ırbuğanın torunu olan Rcvandız melikesi ile evlendirmişti. Sultan A hlat
tan avdette Genccye geldiği zaman Hamuş yani Dilsiz Beyin ziyaretini kabul etti.
B unun Sultana takdim eylediği hediyeler içinde eski İran H üküm darı Keykâ-
vusun kem eri bulunuyordu. Bu, kıymeti tahm in olunmıyacak derecede çok kıymetli
taşlarla donatılm ışa. Şu taşlardan biri el büyüklüğünde beyzî şeklinde bir lâl bulu
nuyordu. Bu ise taşların en parlak ve enfesi idi. Üstünde Keykâvusun haleflerinden
bir takım ının adı kazılmıştı. Sultan bunlara kendi yanında bulunanları
da ilâve etti. Keykâvusun kemer kaşım ortaya getirtti. Bu kem eri resmî günler
de kullanırdı. Bu âdet ta 628 senesi şevvalinde (2 ağustos 1231 - 31 ağustos 1231)
Amende m ağlûp oluncıya kadar devam etti. M oğolların bunu ve daha birçok ce
vahiri a lıp hakanları olan Çingizin oğluna götürdüler. Hamuş Bey bir itibara na
il olm aksızın uzun m üddet Sultanın yanında kaldı. Başında beslemekte olduğu
adam ların çokluğundan oradan ayrıldı; Sultanın müsaadesini alm aksızın lsmaili-
lerin reisi A lâü d d in in yanına gitti. O nu A lm ut kalesine götüren eceli id i; çünkü
bir ay geçm eden orada öldü.
ELLİ D O K U ZU N CU FASIL
Irak ermeniltrij Irakta bulunan Şerefüddin
Aliyyüttefrişiden şikâyet ettiler
Şerefüddin Ali bin Fazıl İrak kasabalarından Tefriş’in ileri gelenlerinden biri
idi. İdare kalemlerinde bir büyidc makamdan daha yücesine vararak, büyük Sul
tanın Irak vilâyetini oğlu Gursanciye verdiği tarihte bu da orada nezarete çıka.
Arası çok geçmeden herkesin hücumuna maruz kaldı. Gıyasüddin zamanında göz
den düştü. Fakat Hindistandan gelip idareyi aldığı zaman Şerefüddin hemen sa*
Celâl - 6
»2
dakatını arzeyledi, o Ad kendisini Iraka vezir etti. O günden sonra Sulun kadar
hüküm ve nüfuza sahip oldu. Beğenmediği kimseleri hiç iş başında bırakmadı.
Şu haksızlıklara duçar olanlar şiddetle hiddete geldiler. Şerefüddine kadar
memleket hiçbir zaman bir vezirin elinde bırakılmamış, her şehrin bütün işlerini
gören bir veziri vardı.
İsfahan veziri Nizamüddin, bu şehrin Başvekili Şehabüddin, Isfahan Kadısı
Rüknüddin Mehmet bin Sat, bu adamı ıskat ile vatandaşlarını zulümden kurtar
mak ve bununla meşgul olan zihinleri rahat ettirmek için müşterek bir teşebbüse
kalkıştılar. Şcrefülmülk bu hususta kendilerine arka olacağını vadeyledi.
Sultan Şerefülmülkc bunun hakkındaki şikâyetleri toplamak için bir meclis
toplanmasını ve bunu bütün büyük memurlarının gözü önünde çalıştırmasını cnı-
reylcdi. Sultan her şeyi işitecek fakat kimse tarafından görülmiyecek bir kafes al
anda olduğu halde meclise iştirak eyledi. Mecliste bulunanların hiçbirisi yürekleri
yana yana ettikleri şikâyetleri bizim işiteceğimizi sanıyor, türlü sözler ise zabıt
kâtipleri tarafından yazılıyordu. Şerefüddin, Şerefülmülk'ün kendi aleyhinde bu
lunanlara mail olduğunu hisseylediği gibi kusurlarının kapatılıp affı için hâzineye
100,000 dinar takdim eyledi Bu işte Tacüddin Kılınç meyancılık etti. Sultan itti-
ham edenlerin haberi olmaksızın paraları kullandı. Daha bu davayı açanlar sevinç
içinde idiler. Fakat kendilerine verilen vaitler boş çıktı. Şerefüddin gene istediğini
yapn. Şerefülmülk ise kederinden öleyazdı. Diğer kendisine menfaatlerini emniyet
eden yüksek memurların kimi 20.000, kimi 30.000 dinar verdiler.
ALTMIŞINCI FASIL
lsmaililer Orhanı Gencede öldürdüler.
sizin elinizden bir şey gelmez.» diye bağırdı- Elçi bir şeye muvaffak olmadan git
ti. Sultan Genccye avdet eylediği zaman Ismaililerden üç kişi bu civarda Or-
hana hücum edip öldürdüler. Sonra ellerinde hançerleri olduğu halde şehre gir
diler. Alâüddinin içtima sözünü bağırdılar- Şerefülmülkün saray kapısı önüne gele
rek, divan kalemine girdiler, kendisini <?rada bulamadılar. Şerefülmülk o vakit
Sultanın önünde idi. Uşaklarından birisini yaraladılar; içtimaa gelmesini bağırarak
gururla çıkular. Halk bunları taraçalardarf taşa tuttu. Bunlar son nefeslerine ka
dar: «Biz sahibi âzam Alâüddinin ashabıyız» demekten vazgeçmediler. Bu
esnada Almuttan gelen ve Sultana gönderilen elçi Bedrüddin bu vak’ayı
duydu. Avdet etmek mi, yoksa yoluna devam etmek mi lâzımgeleceğini ta
yin edemedi. İşi Şerefülmülkten sordu. Ta oturduğu odaya kadar takip edil
mesinden pek ürken vezir mektupları okuduktan sonra çok sevindi. Orhanın ba
şına gelen kendi başına da getirilmemesi için elçiyi yanında alıkoymak istedi; Bed
rüddin Oktayi istediklerini yapacağını vadetti.
lsmaililcrin asıl istedikleri memleketlerini tecavüzden kurtarmaktı. Fakat Mo
ğol istilâsı zamanında müdafaasız buldukları Damganı almış olduklarından Sul
tan da buranın geri verilmesini istiyordu. İş böyle yola konuldu: Damgan lsma-
ililcrde kaldı, buna karşı yılda 30,000 dinar vermeyi taahhüt eylediler, bu muahe
de tasdik olundu. Bundan sonra Azerbaycana doğru yola çıktılar. Almut elçi
si Bedrüddin bütün hususî ve resmî hallerde Şerefülmülk ile birlikte seya
hat ediyordu.. Vezir de ittifakı kendisinden esirgemiyordu. Fakat Serat çayına
vardıkları zaman, işret için toplanılıp kafalar kızışmış olduğu bir çağda Bed
rüddin: «Şurada bulunan orduda lsmaililer var, bunlar içinize öyle yerleşmişler ki
kendi hassa hademenizden farkolunmazdı. Ahırlarınızda hatta Sultanın emirberlik-
lcrinde kullanılanlar bile var.» diye bağırdı. Şerefülmülk aman alâmeti olarak
mendilini verdi. Bunlardan bir kaçını çağırması için ısrar eyledi. Bedrüddin beş
lsmaili çağırdı. Bunlar da hemen geldiler. İçlerinden saygısız bir Hintli Şerefül-
mülkc şöyle dedi. «Filân gün filân yerde seni öldürebilirdim, öldürmediğime se
bep emir almadığımdır» dedi. Şerefülmülk arkasından elbisesini ata, gömlekli kal
dı. Bunlar neden oluyor; Alâüddin ne istiyor, kanımı dökmek için kendisine ne
yapum. Sultanın kulu olduğum kadar onun kuluyum. İşte elinizdeyim, ne istersen
işte hazırım, yap, hulâsa iş haysiyet derecesini pek aştı.
Sultan bunu işitince pek kızdı. Bu alçaklığı bir türlü yutamıyordu. Nedim
lerinden birisini Şcrefulmülke gönderdi. O beş lsmailinin kendi çadırı önünde
yakılmasını emreyledi. Şerefülmülk afl:,nnl diledi, kabul edilmedi. İster istemez
emri icra enirdi. Çadırın önünde büyük bir ateş yakıldı. İçine beş lsmaili atıldı.
Bunlar yakılııtcen: «Biz üstadı âzam Alâüddinin ashabıyız!» tamamile yanıncıya
kadar devam dttiler.
Muhzirbaşı Kemalüddin de Ism^üjieri hizmete aldığından, dikkatsizliğin-
84
den dolayı idam edildi. Bundan sonra Sultan Şerefülmülkü Azerbaycanda bıraktı;
kendisi Iraka gitti.
Ben Şerefülmülk ile kalmıştım. Bir gün Berdada iken Almuttan Salâhüddin
atlı bir elçi geldi. Şerefülmülke dedi ki: «Sen beş Ismailiyi yaktın. Başını kurtar
mak için on bin dinar vermelisin. Şerefülmülk bundan çok ürktü; ne yapacağını
şaşırdı. Elçiye lüzumundan fazla ikram eyledi. Buna divandan lsmaililerin her
yıl vermekte oldukları 30,000 den on bin dinarı aşağı indirilmek için bir kararna
me yazmamı emretti. Şerefülmülk bunu imzaladı.
lerine tepeden tırnağa kadar mücehhez ve mağrur askerlerle bir nümayiş yapma
larını emretti. Bu hususta Isfahan ahalisinin çoğu başka şehir uşaklarına benze
mez. Bunlar bayram günleri ve yılbaşında, başlarında kadife tugalarla şehirden
dışarı çıkmak âdetleridir. Bunlar çizgili kumaş esvapları ile çiçek gibi sahrayı do-
nanrlardı.
Moğollar Sultanın davraıtmadığı korkusundan ilerigelme bir şey san
dılar. İki bin kişilik müfreze ayırarak muhasarada yemek üzere T ur memleketin
de mahsul toplamağa gönderdiler. Müfreze dağlara ve memlekete girdi. Sultan or
dusundan üç bin nefer ayırdı. Geçitler tutturdu. Düşman üstüne şimşek ve yıldı
rımlar yağdırdı. Bunlar dört yüz kadar nefer ve zabitlerini alıp geldiler. Sultan bu
tutsakların bir kısmını kadı ile reise verdi. Halkın heyecanım arttırmak için so
kak lard a b o ğ a z la n m a la r ım irade eyledi. Diğerlerinin de saray avlusunda kendi elile
başlarını kesti.Bunların cesetleri şehir haricine köpeklere ve yırtıcı kuşlara atıl
dı. Harbe karar verilen günde Sultan askerini üç kıt’a üzere tayin eyledi: Merkez
sağ cenah, sol cenah. İki ordu henüz karşt karşıya geldikleri sırada Gıyasüddin
kendi ordusu ile Sultan ordusundan Cihan Pehlivan Elçi kumandasındaki müfre
zeleri aldı. Sultanın işinin çokluğundan kendisini takip edemez sanarak kaçtı git
ti. Bunun ne olduğunu ilerde söyliyeceğiz. Sultan bundan muztarip olmadı. Mo
ğollar âdetleri üzere tek veya çift takım halinde tayin olunmuşlardı. Sultan bunla
rın karşısına çıkan şehir piyadesinin içeri girmelerini emreyledi. Bunları lüzu
mundan fazla gördü. Düşmandan korkusu olmadığım da göstermek istedi. Haki
katen Sultan askeri düşmanın iki katı idi. Sağ ve sol cenahları biribirinden o
kadar uzaktı ki birinde olup biteni diğer taraf bilmezdi. Arası çok geçmeden ha
rekete başladı. O kadar şiddet gösterildi ki, saçlarını ağırttırdı. Akşama doğru Sul
tanın sağ cenahı düşmanın sol cenahına bir hücum etti. Bütün levazımım bıraktı
rıp kaçırttı. Fakat bunların arkası bırakılmadı. Keşana kadar kovalandı. Bunlar
Sultanın sol cenahının da kendilerine yapılan gibi bir hareket yaptı sanıyorlardı.
Tatarların ric’ati akşam üstü olmuştu. Sultan harp meydanında bulunan bir ya
maç üstüne mevki aldı. Orada yunma gelen Konluğu kendisine şöyle dedi: «İşte
ötedenberi taliden beklediğimiz güzel gün çehresini gösterdi. Bizi yakan kinimi
ze serbest bir cereyan vermek ve gazabımızın ateşini söndürmek istiyorduk. Fakat
tam beklediğimiz hâsıl olduğu zimıan ordumuzu teskin edemiyoruz. Bu gece Mo
ğollar iki konaklık yer alacaklar. Biz ise fırsattan istifade edemediğimiz için ye
nileceğiz; son pişmanlık fayda vermez. Atlarımıza binip arkalarından koşalım.
Bize içirmek istedikleri acı zehiri onlara içirmiyelim mi? Bu söz üzerine Sulcan he
men ata bindi. Fakat Moğollar İşin fena olduğunu görmüş önlerindeki düşmanın
tefevvukunu anlamış olduklarımjan Bahadır kumandasında kuvvetli kıt’alar pu
suya koymuşlar. Sultan yamacın öte tarafına geçtiği gibi gurup eden güneşin al
anda Moğollar pusudan çıkıp Çelâlüddin’in sol cenah merkezine hücum ettiler.
Hücum öyle kuvvetli oldu ki herkes yerinden oynadı. Sol cenahın han ve emir
86
leri yeminlerine sadık oldular. Koç Tekin pehlivan hususî namid Hanı herdi.
İmrohor admdan başka hepsi şehit oldular. İki tarafın da hücumu hunharane idi.
Yezt Emiri Alâüddevle esir düşmüştü. Ve büyük bir hediye ile esaretten kur
tulmuş iken gece bir kuyuya düşerek öldü.
Bütün âlem Gencede Ismaililerin elinde can veren Orhanm sol cenah için
ne büyük bir ziyan olduğunu yadeyledi. Sol cenah onun sağlığında mağlûbiyet acı
sı tatmamıştı.
Sultan merkez ordusunun başında kalmışu. Fakat saflara nizamsızlık girmiş
ti. Neferler yerlerini bırakmış, düşman her tarafını çevirmişti. Kargaşalık öyle
idi ki iğne deliği kadar kaçacak yer yoktu. Sultanın yanında ancak on dört hâş
âm kalmıştı. Başım çevirdiği zaman sancaktarlardan birisinin dizgini toplayıp kaç
manın yolunu aradığını gördü. Hemen üstüne atıldı. Bir mızrakla ömrüne niha
yet verdi. Sonra bir hücumda kendine ve maiyetine yol açtı, darlıktan kurtuldu.
Bunu gören Beymal çomağım arkaya attı: «Nereye gidersen işten kendini çeker
sin sen devrin adamı muasırların koç aslanısın» diye arkaya yattı bağırdı.
Bunu Sultan hizmetine girmek için kaçan bir Moğol beyi hikâye eyledi. Bundan
sonra ordunun hareketi ve sol cenah darmadağın oldu.
Bunların bir kısmı Farise kaçmışlar diğer bir kısmı da Kirmanı boylamışlardı.
Bazıları doludizgin Azerbaycana kendilerini atmağa muvaffak olmuşlardı. Bi
nek hayvanı bulamryanlar, İsfahana girdiler. İki gün sonra Sultan ordusunun sağ
cenahı Kâşana geldi. Bunlar sol cenahın Isfahanda olduğunu ve muzafferiyetten
sonra birleşerek oraya geldiğini zannediyorlardı. Faka: bunlar vaziyeti öğrendik
ten sonra herbiri bir tarafa dağıldılar, sekiz gün zarfında Sultandan haber gelmedi.
Onun hayatı ve mematı belli olmadığı için yerine kimin hükümdar olacağı tahmin
edilemiyordu. Isfahan ahalisi Harezm kadınlarına el uzatmak ve onların servetleri
ni gasbetmeğe hazırdılar. Kadı onlara gelecek bayramın hitamından sonra tasavvur
larını icra etmelerini söyliyerek işe mâni oldu. Muharebe 22 ramazan 625 (26 ağus
tos 1228) de olmuştu.
Ata Bey Eykân naibi hasta olduğundan muharebe günü İsfahan'ı terkede-
memisti. Kadı Isfahanda kalan Sultanın diğer erkânının bayram namazı olma
sından sonra Sultandan haber alınmadığı cihetle bu yegâne naibin tahta iclâsınt
söylüyordu. Zira bu zat siyasi ve idari her türlü meziyetleri haiz bir kimse idi.
Bütün kalpleri kendine bağlıyabilir ve bürün arzuları kendine toplıyabilirdi. Fakat
bu sırada halk Büyük Namazgâha gitmek için çıkarlarken Sultan birdenbire ortaya
çıka. Ve namaza iştirak etti. Sultan için heyecanlı şenlikler yapıldı. Ve adeta
onun ikind defa dünyaya geldiği ilân edildi. Sultan birkaç gün Isfahanda kaldı.
Ve dağılmış olan alayları birer birer gelmeğe başladı. O sol cenah emirlerini
yüksek rütbelerle taltif etti.
Yeğit Melike Ote - Han, Takaşiyaruk, Hiesiye, Hashan, Kensungur Melike,
Sungur Han, Ebubekir melike Aymanfton unvanlarını verdi. Badehu kuvvetlerini ala
87
rak şark istikametinde Reye doğru Tatarları dağıtmak ve onları daha uzaklaştır
mak için hareket etti. Ayni zamanda süvarilerin bir kısmını kendi kuvvetini daha
ilerde yapmak için Horasana gönderdi. Tatarlara gelince onlar korku içinde Isfahan
dan uzaklaşmışlardı. Zira muharebe günü nihayetindeki muzafferiyetlerine rağmen
kendilerinden de müslümanlar kadar adam telef olmuştu. Onlar münhezim dönerken
geçtikleri yerlerde yağma ederek ve insan öldürerek öbür tarafa doğru gittiler.
Sultan Reyde yerleşmiş, ordusu Moğol takibine Horasana çıkmış idi. İşte
bu aralık Almut Hükümdarı Alâüddin tarafından bir elçi geldi. Emredeceği düş-
manlannı hançerlemek üzere dokuz İsmail! takdim etti. Sultan bunu ileri gelenler
ve meşveret sahiplerde müşavere etti. Ekseriyet bunun kabulünün ve bazı düşman
ların gösterilmesini muvafık buldu. Fakat Irak naibi Şerefüddin buna iştirak
etmedi:
«Alâüddin dedi böyle hareketle ancak Sultanın vicdanını yoklamak ve en
gizli esrarım öğrenmektir. Bütün bu tekliflerden tek maksadı Sultanın düşmanlan
kim olduğunu anlamaktır.» Sultan bunu Alâüddinin memuruna: «Siz, dedi ve
herkes düşmanımın kimler olduğunu bilmez değilsiniz. Eğer dediğinizi yapacak
sanız hareketinize kimse mâni olmaz, bunların kim olduğunu göstermeğe de ha
cet yok. Bize gelince size böyle bir teklif yüklemeyiz. Keskin kılıçlarımız, bahadır
askerlerimiz bizi hançerlere müracaata ve Ismalilerin eline müracaata ihtiyaç
bırakmaz
Bu Ismaililerin avdetinden az zaman sonra, yukarda söylediğimiz gibi Gıya-
süddin bütün düşünceleri artarak ve lüzumu kadar hayvan ve silâh tedarik eyliye-
rek kaçmışa. Düşmanının gitmesine yardımından dolayı Sultan Alâüddine çok
lazdı. Bu adam kendisine düşmanını kovacağını ve teslim edeceğini vadeylemiş idi.
Bu dargınlık 626 (30 teşrinisani 1228 — 20 teşrinisani 1229) senesine kadar
sürdü. O tarihte Sultan beni Alâüddin nezdine sitem ve teşvik için gönderdi. Bu
nu ilerde hikâye edeceğim.
ALTMIŞ D Ö RDÜ NCÜ FASIL
Safiyüddin Mehmet Tuğraî Horasan vezirliğinden
azlolundu, yerine Belh’li Vekilüddevle
Tacüddin Mehmet getirildi.
Reis Ziyaülmülk Alâüddin Mehmet bin Mevdut aslında Nesalı bir reis aile-
sindcndir. Hatta kendisini sevmiyenler bile inkân kabil olmtyan tefevvukunu tanır
lar, düşmanları da kendisini bir esir bilirlerdi. Moğolların buralara gelmesile hâsıl
olan büyük fenalıklar ve müthiş felâketler kendisini Gazneye ilticaya mecbur etti.
Burada iktidardan mahrum olarak taliin kendisine gülmesini bekledi. Nihayet yu
karda denildiği gibi. Sultanın Gazneye avdetinde onun hizmetine devam eyledi,
muhabere vc teftiş kalemlerine memur oldu. Bu iki memuriyeti, Şerefülmülkün
kendisinden şüphelendiği güne kadar muhafaza eyledi. Yukarda söylediğim gibi,
sefaretle Nesayı terkettiğim ve bir daha buraya dönmek imkânını bulamadığım
cihetle, bir memuriyetten diğerine geçmek ve terakki yolunu tutmakla bevlikçiliğe
kadar çıktım.
O tarihlerde Ziyaülmülkün hali yaman olduğu cihetle, sarayda kalmak iste
medi, hududa gönderilmesini istedi. Teftiş kalemindeki vazifesine vekil olarak Ni-
şaburlu Mecdi tayin ettirdi, o varidatına bakmıyarak Nesa vezirliğine kanaat ey
ledi. Vakıâ Sultan burada kendisine 10,000 dinar getiren bir mukataa da ilâve etti.
Nesaya gitti. Orada ve civarında. Sultana olan rabıtaları ve mevkiinin yüksekliği
sayesinde bir nüfuz kazandı. Fakat hasedinden gerek hısım, gerek dost hizmetkâr
kim olursa olsun bana merbutiyeti olanlara her türlü kötülük etmeğe kalkıştı. Fazla
olarak hazine aidatını da gönderemez oldu. Buna bir çare bulmağı aramadan geri
kalmadım. Sultana varidatın arttığını, eyalet mahsulünün fazlalığı hakkında Sultanı
iknaa muvaffak oldum. Bundaki muvaffakiyetim o kadar ki saraydan asla ayrıl
mamak ve eyaletimi İrimden emin isem ona havale etmek üzere Nesaya vezir oldum.
Bu şartları kabul ettim. Ziyaülmülk de azlolunarak saraya geldi.
Şcrefülmülk aleyhimde çalışmak ve beni gözden düşürmek için bununla müza
kere etti. Ziyaülmülk hediye ve atiye diye topladığı paralarla saray zabitlerinden bir
takımını kazandı; Şercfülmülk de kendisine arka olrnağı ant içmişti. Sultanı bir
tarafa çektim Şerefülmülkün teraziyi iyi tutmak fikrinde oluşu adalet için olmadığı
nı, metin olmak isteyişi kendisinden alınmak istenen inalları tutmak için olduğunu
söyledim. Kendi işim için bizzat kendisine şikâyet eylediğimi de ilâve ettim. Bana
ikimizin anlaşacağımızı vadetti.
Şercfülmülk meseleyi hal için ele aldığı zaman Sultan bizi huzuruna çağırdı.
Biz de orada hali arzeyledik. Neticede' Ziyaülmülk mahcup oldu. Çıkar çıkmaz
bir hummaya yakalandı. Rahmete kavuştu.
ALTMIŞ ALTINCI FASIL
Sultan Kadı Mücirüddini bir sihirbazın gömdüğü bir
heykeli çıkarmak için Bağdada gönderiyor.
Sultan Irakta iken Moğollardan kaçıp gelen Harezmli bir adamın ziyaretini
kabul etti. Bu adam Harezmin en meşhur adamlarından olan Seracüddin ebu Yakııp
Sckkiki'nin ulûmu gaybiyede yüksek malûmatı olduğunu haber verdi. Bu adamın
yıldızları tıhsımlıyarak bazılarım ileri geçirip bir takımını geri bıraktığı, suyu ters
akıttığı iddia olunuyordu. Seracüddin Sultanın babası Bağdat üstüne gittiği zaman
iyiden iyiye zihnini çelmişti. Ona sihir tarikile Bağdata gömülmek üzere bir heykel
yapmi} ve her arzusunun hâsıl olacağını temin eylemişti.
Koca Sultan bunu o vakit elçilikle Bağdata gitmek üzere bulunan Mücirüd-
dine oturacağı eve bunu gömmesini tenbih etmişti
Şimdi Harezmli adam büyünün aksi tesir yapmakta Sultana faide yerine
riyan vermekte olduğunu, Halifenin işine yaradığını iddia eylemekte idi. Eğer Müci-
riiddin yaşıyor ise gidip bunu çıkarmasını ve yakmasını tavsiye ediyordu. Müci-
riiddin bu vak'ayı tasdik etti. Sultan da kendisine bir iş bularak Bağdata gitmesi
ni ve heykeli bulmasını emreyledi. Fakat elçiye ilk evvelce gitmek kabil ol
madı. Bu husustaki çalışması boşuna gitti. Böyle şeye inanana mı yoksa bunu uydu
ran âleme mi şaşacağımı bilmem.
Sultan Selmas ve Rumiyeyi bütün nahiyelerde Hoya ilhak ile prensese verdi
ği zaman Şcrefülmülk kendisini temsil etmek üzere vezir Baharziyi göndermiş,
sair mukataalarda olduğu gibi buraların aidatını toplıyarak aydan aya kendi hâzi
nesine göndermesini emreylemişti. Baharzi prensese tahakküm etmek istemiş o da
hükmü altında kalmamış idi. Şayet prenses muhalefet edecek olursa Baharzi Şe-
rcfülmülkc yazar o da kini saklamadan kendisini ezerdi. Nihayet Sultan Iraka
giderken vezir prensesi mahvetmenin yolunu buldu. Sultan’a yazdığı bir mektubu
Tuğrul kızının Ata Beylilere yüz verdiğini, hükümeti ele geçirmelerini teşvik etti
ğini Sultana bildirdi. Sonra da Tebrizde prensese gönderdiği bir adam vasıtasile
kendisini isyanla itham eyledi. Şu suretle prensesi kaçırmak ve mahvına yürümek
istiyordu. Az sonra da Şcrefülmülk buraya doğru yollandı. Prenses de burayı bı
rakmış Azerbaycan gölü kenarında üç tarafı su ile çevrilmiş sarp bir mevkide bu
lunan Tala kalesine çekilmişti.
96
Şerefülmülk Hoya geldi, prensesin sarayına kondu. Orada yıllardanbcri bi
riktirilen bütün servetleri aldı. Misli görülmedik mücevherleri ve eski kumaşları
topladı. Güzellik numunesi olan kadınlan aldı. Bunlardan efendileri imiş gibi is
tifade eyledi. Sonra da prensesi ürkütmek için bütün muhasara aletlerini toplattı.
Bu sırada prenses tarafından Şerif Sadüddinül'alevî bir mektup getirdi. Bun
da prenses hakkında hayırhahane davranılmasın! ve şanına lâyık hissiyata riayet
edilmesi rica olunurdu. Bu mektup Şerefülmülkün iddiasını takviyeye âlet oldu,
gururunu arttırdı. Bununla beraber Şerif hakkında lâzım gelen hürmetlerde kusur
etmedi. Prenses Şcrcfülmülkü yumuşatmaktan umudunu kesmekle kendisine Sul
tana gidip hükmüne boyun iğmesi için geçip gitmesine müsaadesini rica eyledi.
Şerefülmülk prensesin kendi hükmünde kalması lâzımgeleceğini bildirerek bütün
teklifleri reddeylcdi. Daha sonra da kötülükte misli olmıyan Tacüddin Sahip bin
El - Haşan atlı bir elçi gönderdi. Bu adam prensesi ürkütme yolunu aradı. Prense
sin iltica eylediği hisarı terkederken harasının bütün hayvanlarını önünde sürdü,
Şcrefülmülke getirdi. Bu muamele prensesin son ümidini kesmek teslime mec
bur etmek için yapıldı. Bunun üzerine prenses bütün zilletlerin faidesiz tekmil ri
calarının bir tesiri olmadığına kanidi.
Elmelikülşeref Musa bin Elmelikülâdil Ebu Bekir bin Eyyup'un yani Salâhüd-
dini Eyyubi’nin Ahlat’ta mümessili olan Hacip Ali’ye bir mektup yazdı. Gelip et
rafını saran düşman çemberinden kendisini kurtarmasını, hürriyetinin iadesini il
timas etti. Buna mukabil bütün kale ve şehirlerini teslim edeceğini bildirdi. Şere
fülmülk Selmas çayırında. prensesi muhasaraya hazırlanmakta idi: "önüne diğer
bir düşman çıkabileceğini düşünmüyordu. Bir de Hacip Ali’nin Ahlat’ta ve civa
rında topladığı Suriye askerile Sekmanabada geldiğini haber aldı. Bu askerin ken
di aleyhine ve bütün levazım ve mühimmatı hazır olarak gelmekte olduğunu an
ladı. Şerefülmülk ise himayesinde bulunan erkâna mukataalarına dönmeleri için
izin vermişti. Şerefülmülk kuvvetin yetişmediğini hesap ederek Azerbaycan müda
faasını da ihmal ile Tebrize döndü. Hacip Ali de Tala kalesine gitti. Kaleyi teslim
eıukten sonra prensesi alıp götürdü.
YETMİŞİNCİ FASIL
Sultan Irakta iken Şerefülmülk Azerbaycan
ve Erranı aldı...
Sultan tarafından geride bırakılan Şerefülmülk, bütün kuvvetini Azerbay-
canda müstakil kalan kalelerin zaptına bağladı. İlk önce Dizmardaki buyruk (za
bit) ve askerlerinin gönlünü almaya baktı, kaleyi verdikleri takdirde para vereceği
ni bunlara bildirdi. Bunun cevabı uzamadı, kale üstüne gitti, teslim günü muha
fızlara, sultanların bile emirlere ve büyük kumandanlara vermedikleri derecede
kürkler, altınlar dağıta.
(*} Yanlı} kullandığımız "aksi şada” nın türkçesi.
Celâl — 7
98
Şerefülmülk, Ata Beyler zamanında büyük Hacip memuriyetinde bulunan
ve o vakit Nsretüddin Mehmet bin Piştikine ait şehirlerden birisinde prensliğini
gizliyerck bir zabit kılığı takınan Nusretüddin Hehmedi ele geçirdi. Kendisini
büyük bir meblâğ vermeye ve kendi tarafından nasbolunan bir vali idaresinde bu
lunan Kebram kalesini teslime mecbur etti. Kale teslim alındıktan sonra Sultan
adına Gence valisi olan Scyfüddin Kâşkara Ata Beyinin vefatını duydu. Hemen
Gence’ye gitti. Orada Hezel, ve Carzed kalelerinin valisi bulunan Şemsüddin bu
iti kaleyi kendisine teslim eyledi. Bu Seyfüddinin efendisine ettiği hizmet, kendi
sinin son günlerinde işine yarayacağını umuyordu. Fakat vücudu bir cendereye ko
nup öyle sıkıştırıldı ki, amudufıkarisindeki kemikler böğürlerinden dışarı fırladı.
Şerefülmülk Dcrdez kumandanı hakkında tatlı davrandı. Ve kendisini tes
lim aldı. Sonra Revandez’i atlı ve yaya ile muhasara ettirdi. Muhasara uzamakta
iken buranın muhafızı olan Şehzade Hamuş’un karısı Prenses Şerefülmülk'e kendi
sini almasını ve merasimin icrasında kalenin teslim edileceğini bildirdi. Şerefül
mülk bunu kabul etmiş, Prenses ile aralarında birçok muhabere cereyan etmişti.
Tam iş yoluna gireceği bir sırada Sultan çıkageldi. Prensesi kendisi istedi, Şere-
fülmülkün umudu boşa gitti.
Revandcz ihtiyarları tarafından Melik’e getirildi. Sultan güvey girdikten
sonra kale kumandanlığına Sultanın hususî adamlarından Sadüddin Divittar nasbo-
lundu. Kalede bulunan binlerce evlerde, atalarından miras kalan ihtiyarlar oturu
yorlardı. Sadüddin icra edeceği işlere karışırlar diye bu evleri boşalttırdı. Bu iş
teki acele hardket, tuttuğu çirkin yol, iğtişaş çıkmasına, şehrin bir daha ihya olun
mamasına sebep oldu.
Ordularından birisinin başında olarak Şerefülmülk Şahek kalesini mu
hasara emişti. Azerbaycan gölü içinde bulunan bu kale, tabiî bir kubbe üstüne
yapılmış gibi idi. Etrafı dik sarplıklarla çevrilmiş ve bunları su çevirmişti. Yakın
da bulunan kasabalardan lâzım olan şeyler tedarik olunuyordu. Sultan gelip te
Prensesi de Şerefülmülk’ün elinden alınca askerleri muhasaradan vazgeçtiler; kale
de istiklâlini muhafaza etti.
Hacip yukarda söylediğimiz Tuğrulun kızını beraber alıp Ahlata gittiği va
kit Şerefülmülk buna fena halde kızdı; kalktı, otlaklar içinde Türkmenlere ait ot-
lıyan sürülenle zengin olan Errana gitti. Mukanda kaldı, kabilelerin vergisini
toplamak için memurlarını gönderdi. Kocep Aslan atlılarına doğru gönderilen
J 00
memur, Harzcmli Siraç, yanında bir takım avene götürmüştü. Bu herif kendileri
ne gıda olmak üzere gündüz otuz hayvan kesilmesini istedi. Sonra kameti arttırarak
halkın tahammülünden fazla şeyler de istemeye kalkıştı. Her yerde şikâyet sesleri
işitildi; nihayet kendisine: "Sen efendine git; bize konulan vergileri biz kendimiz
getirir, yerine veririz, senin bize lüzumun yok.” dediler.
Sirac, hemen memleketten çıka, şiddetle şikâyette bulundu. Buna hiddet
eden Şerefüddin, hemen Mukanı terketti. İki gemi ile coşkun Araks çayım geçti,
Türkmen obalarını yıka. Sürülerini önüne kata, Beylikhana kadar sürdü. Bura
lardı otuz bin baş kadar hayvan vardı. Türkmen kadınları ordunun arkasına ka
tılmıştı. Ben sanıyordum ki, Beyilkan’a varıldıktan sonra vergi olarak bir miktar
para alındıktan sonra hayvanlar kendilerine teslim olunur. Hiç te öyle olmadığı
halde bulunan bütün hayvanlar askere dağıultı. Dört binini de kuzularile beraber
kendisi aldı.
Sultan garpten şarka veya şaııktan garbe her geçişinde Beyilkan’a uğrayıp
suru altında otağ kurdukça, benim vasıtamla ziyafet diye takdim eylediği hububat
ve koyun miktarını havi bir cetvel gönderirdi. Cetvel şöyle yapılırdı. Helâl ko
yun: şu kadar baş. Vezir bu koyunların bize kaça mal olduğunu bilmediğimi pek
âlâ bilirdi.
Bu seferden sonra Şerefülmülk Mukana avdet eyledi. Her tarafın vergisi
de buraya gelmişti. Askerler tarafından yapılan zayian tamir etti. Türkmen'leri
topladıktan sonra, Sultan tarafından vergi olarak tarholunan 50,000 dinarın gön
derilmesi için Şirvan Şaha adam gönderdi. Şirvan Şah bu işte pek acele davranma
dı. Hatta buna cevap bile vermedi. Şirvan Şah, Şerefülmülkün bir gasıp ve müs
rif olduğunu, vereceği paraları boşuna harcedeceğini, bundan kendisine bir hesap
vcrilmiyeceğini düşünüyordu. Fakat bu hesap yanlıştı. Çünkü kendi mevkiini ida
me için sarfına mecbur olduğu meblâğ bundan daha ziyade idi. Şerefülmülk bu
muameleye kızdı. Azir nehri kenarına gini, oradan asinin mülküne, yağma için
dört adı gönderdi. Bu seferden bir netice çıkmadı. Gidenler elleri boş döndü;
çünkü Şirvan Şah kaçmış, oturduğu yeri boş bırakmıştı.
Şerefülmük Azerbaycana gitti.
Nahcivan emaretinde bulunan Ata Bey Pehlivanın kızı, Itağmış atlı bir köle
almış, büyüttükten sonra bunu evlât edinmişti. Bu esnada deliikanlı velinimetini
terketd. Şerefülmülkün yanına gini. Kendisini yetiştiren şu kadın hakkında hid
detini celbcyledi. Veziri Nahcivanı almaya, yarısı peşin, yarısı bir vade ile verilmek
üzere muayyen bir vergi mukabilinde emarete kendisinin geçirilmesine ikna eyledi.
Şerefülmülk Azerbaycana giderken ltağmış, kendi hususî adamlarından bir
takımını katmışa. Bunlar bu nankörün vasıtası ile Prensesin yanına gidecekler,
kendisini yakalayıp yerine memesinde yetiştirdiği bu yılanı çıkaracaklardı. Prense
sin bir hafiye vasıtası ile bütün olup bitenleri haber aldığı kimsenin aklına gelmiyor
du. Nahcivana yaklaştıkları sırada buranın muhafızlarile karşılaştılar. Bunlar
101 -
gelenlere karşı durmak için . hazırdılar. Bunları böyle görünce vezirin adamları
başlarını öne iğdiler, dizginlerini geri çevirdiler
Hemen bunların arkasından Şcrefülmülk Nahcivana geldi. Yakinindeki ça
yıra kondu. Yüzünde hile eseri, hiyanet damgası görünüyordu. Prensesi misafir
perverlikte kusur eder sanıyordu. Mabcyncilcrden bir kadın, melike tarafından
geldi, karargâhın kurulmasına itiraz eyledi. Bu vezirin şaşkınlığından utanmasını
arttırdı. Bu kadın sonra bir daha geldi. Kadın hakkmdaki muamelesinden dolayı
kendisine itap ile şöyle dedirtti: "Bana her yıl hediye pahası olarak ettiğiniz mas
raflar, Nahcivan ve civarının vergisi, atalarımdan kalanlardan bir o kadar vergi
yetişmedi mi? İkametgâhım olmak, saçlarımdan sürüyerek beni sarayımdan çıkar
mak mı istiyorsunuz? Eğer böyle hareketten maksadınız Nahcivanı almak ise pek
âlâ; birisini gönderiniz. İki sene vergisini toplasın. Benden gerek hazine namına
ve gerekse hediye olarak aldığınız paranın toplanacak verginin iki kan olacağını
göreceksiniz.”
Şerefülmülk buna hakikatten pek uzak, zoraki bir cevap verebildi. Bundan
sonra Gcmiran kalesine gitti. Buna Ata Bey tarafından tayin edilmiş olan muha
fızı Melikülşercfin mümessiline teslim eylemişti. Bura halkı bir tepe üstüne bir
hisar yaparak yağmacıların sarkıntısından kendilerini koruyorlardı. Ordu uşakları
evlere dağılıp sarkıntılık ettiklerinden, bunlardan birisinin başını kesmişlerdi. Mak
tul, vezirin has muhafızlarından birisi idi.
Bunu duyar duymaz, Şerefülmülk küplere bindi, bunların hakkından gelme
den bir yere gitmemeye ant içti. Mahsurlar imdat için bağnşmaya başladılar. Ku
lak veren olmadı, merhamet ilticalarını da dinlemediler. Aman! aman! sesleri ve
zirin kulaklarına kadar geliyor, içine girmiyorlardı.
Ansızın davul ve trampete sesleri duyulmaya, sancaklar arkasından kızıllar
görünmeye başladı. Daha sonra kalkan toz bulutlan arkasından çıkan atlılar saffı
harp nizamı almaya vakit bırakmadan Şerefülmülk askeri üstüne yâirüdü. Bunlar
dan hiçbiri at ve uşaklarını bulmaya vakit bulmadılar. Selâmeti kaçmakta buldu
lar.
En genç gulâmlarıtıdan ufak bir grupun başında bulunan Şerefülmülk ga
zup bir çehre ile saçlan kabarmış, madenî bir levhaya kazılmış bir tasvir gibi dim
dik kalmıştı. Aonın dizgininden çekip kendisini oradan sürükledim. "Eşya diki-
lcmiyecek kadar yırulmıştır” diye kendisine bağırdım, fenalığın tamiri mümkün
değildir. Yalnız kendini kurtarmaya bak!„ Taşıp aşan bütün eşyasını ve to
puzunu bıraktı, kaçtı. Üstümüze saldıran askerlerin birinci kısmı Suriye ordusu
idi. Bunlar Halep Emîri Fahrcddin ile Lenarar Emîri Hüsamüddin Hızır idiler.
Bu ikinci Sultan lraka gittiği zaman itaatini terketmişu. Buna sebep olarak ta
Şcrefülmülkün metalibine dayanmadığı idi. Zaferden sonra Şerefülkün hü
kümet alâmetlerini, altın gümüş ve mücevherlerini bu aldı.
102
kılm ak yartıle yehrin teslimi kararlaştırıldı. Hu ru:U » teinde ber.^z ^ia.ua k c n tu*
tulm u) ihtiyarlar bulunulurdu.
Esirler ve verginin Kr kruru alındığı sırada A u lW-y ö x B o ı a memlûk u ek
lin Bağdinin Surıseden ka^ıp Arerhastana gım eğı havadisi ılıodı İki Bağdanın
vaktile bazı çirkin hareketlen, kendisini Sultanın gözünden daju/tnu), en fena btr
i d i m etmişti. Vk’ı şudur: M o ğ »Harın Azerhavtana ilk taarruzlarında «a harbe
müteallik b*r vehep » n ı talihsizi/* r v r ı olarak Ha^dirun eline du)en Haremi
askerleri, huştur vual ve c o ı p olmak u r m »dam edilmelerdi ^u Hainine katiller.
Hamdının Sultana kır>ı olan duimanlısından ilen j;rlmı(du Hır günde İsınlardan
dört vurunun »din» edildiği sovlenır Sultan, A r r r t u u ı n , bunu haber alırca ve
Bağdıyc varaydı bir mevki tavın evirdiği halde, bovle btr kurbtvct hin! olmalın
dan Bağdı korktu ve Mehkule)rcf'e ıltua edemeden rahat edemedi. Stmda de l’U
hukurmiarıJjn muvaade almaksızın Aıcrttastazva gelmişti <aunku burayı vahıjnır
ve her turlu tehalxtc asık diye haller almi)tı. Burada Ata lieylık Hükümetinin
cnkı/ı u/crıne bir hükümet kurmayı kurmuşu.
Bağdı, Hoy hududumla yaklaşığı tirada, lu nu lu l e r ilan Ha* ıp te krruiıtını
yakalamak i<;in irme duyııu) idi. Bağdı, !xın<ian kasıp kurtuldu, Araba ge\tı, kar
şı yakadan Hatibe şöyle hitap evirdi: “ Ben Melıkulrşrrfın memlüku ve lürfunun
esiriyim, nerede eılvam, onun tabu kalırım, burava gelinim de vırf ona hizmet »*,ındıf.
Hatip bunun uırrınr geri dorulu Bağdı ive kıhlan memılıkırse girdi Buranın ka
leler», Sultan tabiiyetine girmemi), yalnız kemim ne hedıveler ve köleler goruirf-
mekle iktifa eylemi) emirler elinde ıdı Bağdı bu emirleri Ara Hey tık Hükümetinin
ihyasına ve bunun rçin Kotur kalevinde bulunan Melik Kamu) nczdıne giderek o-
radan çıkarıp babasının yerine tahta çıkarmak ve bu türetir sonen ümitlere can ver
mek i<,in teşsik esledi.
Bu haşatlı* ^rrrfulmulkun İm, te hoşuna gitmedi Almak teşel'husursde bu
lunduğu tertibatı bırakmak metburısetine soktu Diğer bir hadise daha yıkmıştı
Isfahan bozgunluğundan kurtulan bir alav firariler. Sultanın mağlûbiyet ve gas-
buheli haberini getirdiler. Bu, ŞercfulmulVun zihnim alimi etti Buna rağmen
Sultanın galebesini, İslimin kufur ürerine zaferini muş'ır haberciler gomiermeye
cesaret esledi.
Bağdi, Kablan emirlerinden sadaldıktan sonra Nutratuddın Muhammet btn
Biyungin nezdine giderek, bu i)< yardımını diledi. Bu emir kentlisini güzel kabul
etti, sahavetle ıkrarn eyledi, fakat sukua grlcvek hal üzerine Şeref ulmulkun naza
rı dikkatini celp i\in hır mektup Hemen Şerefulmulkc mahrem bir mektup ta
Bağdinin ho) kasalarını dolduracak para seya kusursuz mukataalarla sola getirilme
si paresinin bulunmasını bildirdi.
Birkaç gun suren müzakereden sonra Hagdı lunıujadı, Emir Nsrıtuddın de
bu aralık Araks tahılı üzerinde bulunmakta olan Şetrfulmulk ile ikisini gotuştur-
menin yolunu buldu. Mülakat pek tamimi oldu. S*rc(ulmulk Bağdı sı pek ağır-
I
104
ladı, bütün arzularına söz verdi, kendine ve maiyetine yüz elli kat kaftan giydirdi,
böyle taltif edilenler meyanında on kadar da hoşalon tugulgalar ve tuğlar alanlar
da vardı. Fazla olarak kendisine bütün mülhakatile Urumiya mukataasını temlik
ettiği gibi, Harczmliler meselesine dair kendisine bir lâf edilmesine de müsaade
etmiyeceğini vadeylcdi.
Şcrcfülmülk Bağdinin taarruzundan kurtulmak değil, hatta muavenetini el
de ettiği şu sırada Sultanın sıhhat ve selâmetle İsfahan’a döndüğü, Moğolların m u
vaffakiyet kazanamıyarak avdetlerini ve Sultanın takiplerine çıktığı haberleri geldi.
Bunun üzerine vezir hemen Azerbaycana döndü, Bağdi ile ibni Bişütgı'n yanında
idi, maksadı Hacijıten öcünü almaktı. Merende geldiğinde Sultan ordusunun sol
cenahından üç emir kendisine iltihak eyledi; Bunlar Koç Pehlivan, Hulusi mabeyin
ci Han Bedri lmrahor Avdak. Bunları Sultan kendisine yardıma göndermişti. Sul
tanın şöyle bir âdeti vardı: Kullarından birisi muharebe esnasında kaçar, harpte
vazifesini yapmazsa ona bu kusurunu örtmek fırsatını vermek ve bunu elde edinciye
kadar devam etmek üzere güç ve tehlikeli işler verir ve ancak bu yolda kendisini
affcylcrdi. Bu MoğoLlardan alınma bir usul idi. İsimlerini saydığımız emirler de
sol cenahta Isfahan önündeki müsademeden kaçmışlar ve bundan dolayı da buraya
gönderilmişlerdi.
Üç emir Şerefülmülkün kuvvetlerini arttırdı, Ifacip adına Bedrüddin bin
Scrhcngin kumandasında bulunan Huay üstüne yürüdü, Fakat bu mevkie yaklaş
madı, oraya çıkmayan sağ taraf yolunu tuttu, çünkü vezirin maksadı bilhassa Ilacip-
ti; o da o vakit Nevşehir’de bulunuyordu. Hacip, düşmanın binlerce askerle kendi
üstüne yürümekte olduğunu duyunca Berkâri üzerine ric’at eyledi ve Şerefül-
mülkün gelmesine kadar buranın suru önünde bekledi. Vezirin geldiği günün er
tesinde harp başladı. Bir tek hücum Hacibi Bcrkâriye girip kapanmaya icbar ey
ledi. Hacip arkadaşlarından birçoğunu kaybetmişti. M elik ti lâd ilin oğlu Taülmiilk
bir okla vurulmuş, az zaman sonra ölmüşcür.
Zaferi müteakip Şerefülmülk, düşman tarafından bırakılan davul, trampete,
bayrak ve sancakları topladı, sai vasıtasile galebeyi tebşir için takdim eyledi. Sonra
etrafında yüz kadar atlı kaldığı halde harp meydanında oturdu, bütün maiyetini
muhtelif seferlere gönderdi. Beikâride kalan Hacibin zayiatı harp meydanımla
telef olan veya esir edilenlerden ibaret olup, mütebakisi yanında olduğu lıalde ya
kalanmak korkusile kimse başım dışarıya çıkaramıyordu. llacip, lmrahur Avdaka
müracaatle Şerefülmülk ile aralarında olan anlaşmamazlığın izalesile aralarının bu
lunmasını rica eyledi. Bu müracaat şu suretle olm uştu: lmralıorun mabeyincilerin
den birisi sura yaklaşmış ve işte o vakit Hacip onunla görüşerek efendisine verilmek
üzere yazdığı mektubu vermişti.
Şerefülmülk, lmrahor vasıtasile gelen Hacibin mektubunu aldığı zaman
çok hiddedendi, ona sert bir surette hitap etti. Ve bir daha mabeyincisinin sipe
re yaklaşmasını meneylemesini bildirdi. Haykırarak: “ Hacabi asla affctmiycceğim,
ıor»
bana onun ölüsü gerek. Yakında buraya lüzumu kadar kuvvetle geleceğim, memle
ketinin külünü havaya savuracağım." Ftrafa sefere gönderilen askerler Azerbay-
cana döndüler, Şerefülmülktc onlara iltihaüc için hemen hareket eyledi. Iioya
yaklaştığı zaman, llacibin kaymakamı hemen burayı boşalttı; Kotora çekildi, bu
rayı da Sultanın avdetinde tcrkeyledi. Şu suretle Azerbaycan Hacip taraftarların
dan temizlenmiş oldu.
Şerefülmülk Hoya gelince hemen mezalime başladı. Boğazlanmadık, parça
lanmadık kimse bırakmadı. Bundan sonra valiliğine kendi memlûkü Nasiriiddin
Bukayi dikti, kendisi Merende gitti, orada Koyda olduğu gibi hareket etti. Nalı-
civan ve bütün Azerbaycan şehirleri ayni akıbete uğratıldı, yıllarca bu tahribatın
eserleri göze çarptı.
Bunu müteakip Sultanın sancakları Azcrbancana doğru ilerlemekte olduğu
öğrenildi; Şerefülmülk bunları istikbal için Ancana gitti, orada Sultan Tekiişün
kızı ve Sultanın balası olan Şalıhatun ile Lcncukan Kanı buldu, bunlar ordunun
bir kısmı ile Sultandan evvel hareket etmiş idiler. Askerin diğer kısmı Al.uııut
hududunda, yukarda söylediğimiz gibi, oradan çıkacak olan Gıyasüddini gözetliyor
du. Şu aralık acayip bir vak'a olmak üzere Scncakau Kan vefat etti. Bu zat Sultan
Yulckiııin yani cinayet mahkemesinin reisi idi. Mahkemeye bu adın verilişine sebep
te Türklerin kendisine yulek adını vermelerinden ilcrigclmişti. Bir gün, âdeti
üzere, Sencakan Kan Avcanda bir musahabet esnasında Yulekin direklerinden biri
ne dayanmış dururken başını iğdi. Kazır bulunanların hepsi kendisini uyfcuya d al
dı sandı. Halbuki ölmüştü. Şah Katun ve Sencakan Kandan az sonra Sultan geldi.
Ondan sonra da Mahfe ile Ata Bey Sadin kızı geldi. Sultanın bununla izdivaç
resmi Isfahanda ikameti esnasında vukua gelmişti. Orhanın katloluııduğu gün
Sultanın haremi olan hu kızın ablası vefat etmiş ve bu suretle dul kalan Sultan ye
niden evlenmişti.
* YETMİŞ D Ö RD Ü N CÜ FASIL
\ -■ 1 l « ' \ \ r >*rM
Alıla111 İzziiddin Balabanın tarihi ve ömrünün nihayeti
A \ «W < ' vAlz t i î 1 » ' \ V\ cy\\z /1
Ata Bey ıııemlûklerinden bu zat Aldat ve buna tâbi kalelerin valisi idi. Bu
nun Isellihaşlı endişesi büyük caddelerde dehşet salmak Iraktan Azcrlıaycana giden
yolcuları soymaktı. Bunun hirçok zulümlerine karşı edilen nihayetsiz şilkâyctlcrc
karşı Sultan pek meşgul olduğundan bir şey yapılamıyor, buralarda asayiş düzelc-
nıiyordu. Sultan Moğollarla uğraştığı ve llacip Azcrbaycanı kasıp kavurduğu es
nada bunun da zulmü artıyordu.
Sultan Iraktan dönerken Izzüddinc ait araziden geçti ve kendisini Firuzabat
kalesinde muhasara etti. Birkaç gün sonra İzzüddin aman diledi. Bir kılıç ve bir
kefenle teslim olundu. Sultan kendisini af ile korkusunu geçirdi ve Belek ile Fi-
106
ruutut kalelerini kendisinden aldı. Finızabat A ta Bey Sadin memlûkü Ilü san ıiid d in
Tekin Taşa verildiği gibi öteki kale de bir Tvirke tevcih olundu.
Sultan hâzinesini, haremini ve eşyasını M ukanda bıraktıktan sonra h afifle
teçhiz kıt'alarile Hacibc karşı düşmanlığını gösterm ek üzere A hlat tarafına yönel
di. Fakat Ercişe vardığı zaman kar ve soğuğun şiddetinden Tuğtap kalesine gireli,
burası etrafı yağmacılarla sanlım; olduğundan halk tarafından terkolunım ışiu.
Orada on gün kaldı. Sağa sola tepeye, kıra akıncılar saldırdı. Bu k ıt'alard an bir
tanesi Erzcnürrum (Erzurum) kapılarına kadar çapul etti.
Sultan Tuğtapta iken Rum hükümdarı A lâüddindcn aldığı bir m ektupta
Eyyubilcre karşı hasmanc hareket etmesi ve kendisine bu hususta yardım edileceği
biMirilisordu. Mektupta ilâve olarak Sultan nasıl M oğollarla uğraşıyorsa kemlisi
de civara yerleşmiş olan hıristiyanları defetmeğe ve ellerinden şehirler almağa
çalıştığını, şinıdi ise her ikisi de serbest olduklarından kuvvetlerini Eyyubilcr yani,
şu adi ve zalim herifler üstüne çevirmek m üm kün olduğunu söylüyor. N ihayet
«kuçuk cihadı bitirin, sıra büyüğüne geldi» diyordu.
bu mektuba diğer birisi leffolunmuştu. Bu da Sultan İrakta iken, Alanım
hâkimi Alâüddinin Suriye'de bulunan kaymakamı Seracüddinülmuzaffer ihııillıusaıı
tarafından yazılmıştı. Bu mektupta Rafızî C elâlüddin Isfahan surları altın d a vıı-
kuugclen harple öldürüldü. Orduları her tarafa dağıldı, kardeşi G ıyasüddiıı de
Alâuddin nezdine iltica eyledi. Bunun ve A ta Bey Kızılaslanııı yani bildiğim iz
şchıadc llamuşun Alamut hükümdarına tamamen itaatleri ve her ikisinin ele em re
ıııuntazır bulunduklarını ve artık Irakın bütün mütecavizlerden emin olarak Alâiid-
din hesabına temin edildiği bildiriliyor. Ve daha buna benzer birtakım şeyler de
söyleniyordu.
Sultan okumak için mektubu bana uzatmıştı. Mektubu süzdüm . İli
kâye elliğim gibi rürrehattan ibaret olduğunu gördüm . Huzurda ise b anlar filâ n
lar bulunmakta idi. Sultana kendi huzurunda okumağa değıııiyeceğiııi süsledim .
Okumasında ısrarla dedi ki:
«— Okuyunuz.
— Mademki emrediyorsunuz, dedim, yalnız kaldığımız zam an olsun
baria»
Bunun üzerine herkes çıka. Ben de m ektubu okudum. B itirdikten som a
elimden aldı. Büktü kesesine soktu. ğ\\.ıÇ s-Oc'
Geceleyin Ahladı Balaban Toğtaptan kaçtı. Bu el irişmez bir m esafe aldık -
tan sonra duyulabildi; Hacip kendisini Azerbaycana götürecek vasıtaları tedarik e t
mişti. Bunun için de bu adam bir kere Sultan memalikinin ortasına g elip ortalığı
karışunrsa Sultanın bununla meşgul olacağım A hlat hakkındaki fikrinden vazge
çeceğini mülâhaza etmişd. Fakat bu düşünce doğru değildi. Çünkü kaleleri e lin
den çıkmış olan Balaban kanadı kırılmış kuşa dönmüştü. Bulanan /e ııc a ıı d ağ la
tma gitti. Yollarda emniyeü bozdu. Nihayet başı kesilip Isfahana getirildi. Başı
Sııllaııa getirildi. Bunu aşağıda yeri geldiği zaman sövüşeceğiz. Sulun Tuğtapeın
Sikli. Ila rıa b irt yani ila rp u t üstüne gitti. Orayı da Tuğtaba benzetti. Okuz t*-.*'.»
lcıiııi g.ısbctli. Bu hayvanların pençeği (yani şer'i beşte biri) yedi bini Kılda I>.
ğcr hayvanlar başka. Bu sefer ve bu tahribat Ahlat nevahisinin umamde hatip ol-
nıaMiıı mucip oldu.
Sultan Tehriz.de iken şu iki elçi İmam Ezzahirbicnırullahın tahta şikiıg >.ı
haber verdiler, bilerindeki name güzel vailler, parlak öğütlerle dolu idi İt «İde
Ihnul.ıt.ıfc Sultanın ne/.dinde 'kalmasını tavsiye etmiş. Ra/inin ive gönder ılnek
hil allerle beraber hem en gelmesi bildirilmiş idi. Fakat talih ters dondu Itu kadar
•ıı ele beklenilen şey gecikti.
Sultan hediyeleri götürmeğe memur eylediği Kadı Meciruddını r!.,ı de
gönderm işti. Y olda, bunlar halifenin ölüm haberini aldılar. Hil'ati fahur m ııı
d.uı B.ığdata gönderildi. Sultanın hil'atleri bu şehre göndermesinin »ef«-j teri hık
kındaki m uam elenin değişmesi ve bunun sebebini anlamak endişesidir.
YETMİŞ D O K U ZU N C U FA SIL
Feridun bin Şirvanşahın Feriberzin gelişi.
Selçukilerden Alp Arslan oğlu Melekşah Erranı zapt ile geniş imparatorlu
ğuna kattığı zaman Şirvanşahlılığında da birçok akınlar ettirmiş ve bu suretle
askerinin çoğu telef olmuştu. Bunun üzerine Alp Arslan Şirvanşahı huzuruna ça
ğırmış, yılda 100,000 dinar vergiye bağlamıştı.
Sultan Cclâlüddin 612 (13 kânunusani 1225 — 2 kânunusani 1226)
de Errana sahip olduğu tarihte Feriberzin oğlu Elferidun Şirvanşaha bir elçi gönde
rerek vaktile Mclckşaha verilmiş olan verginin kendi hâzinesine verilmesini teklif
etmişti. Şirvanşah memleket mâliyesinin bitikliğini, arazisinden meselâ Şeki ve
Kiblenin elden çıkması, Gürcülerin taarruzunu ileri sürerek itizar eyledi. Uzun
müzakerelerden sonra yıllık vergi elli bin dinara indirildi.
Sultan bu kere Errana giderken Şirvanşah davet edilmeksizin çıka geldi.
Şah şu suretle bir teveccüh kazanmak istiyordu. Sultana beş yüz cins Türk atı tak
dim eyledi. Şerefülmülke de elli baş at verdi.
Şercfülmülk kendisine verilen atlan azımsadı; Sultana Şirvanşahın yaka
lanmasını, memleketin kendi memleketine katılmasını teklif etti. Sultan bunu
kabul etmedi. Kendisine hil'at ve hediyeler vererek gitmesine müsaade etti ve bana
kendisini midinde ipka eylediğine ve vergisinden 20,000 miktannın indirildiğine
dair bir menşur yazmamı emreylcdi. Şirvanşah bundan dolayı bana 10,000 dinar
hediye etti.
SEKSENİNCİ FASIL
Sultanın Gürcistanda Sure şehrine girişi.
Sultan Erzincandan avdetinde Mukanda iken Kuc Abeh Kek Hanı kendi
askeri ile alarak sefere çıkmağa memur etti. O dağınık askerler kendi kumandan
larına danışmadan birlikte gittiler. Han suru üstüne yürüdü. Etrafı yağma 've
tahrip etti, bunları aldı, avdet eyledi. Bctak gölüne vardıkları zaman, geceyi geçir
mek için askerleri ikiye ayırdı. Bir kısmı garpte, diğeri şarkta kondu. Geceleyin
Gürcüler garptckilcre hücum ettiler, adamlarını öldürdüler, esir aldılar. Bu ke
simde bulunmakta olan Aybek Han kayboldu. Ölüler içinde cesedi bulunmadı.
Kendisinin ne olduğu bilinmedi. Şarktakiler bir şeye yaramadan ganimetlerile
geri geldiler. Sultan Gürcülere çok kızdı. Gürcüler ise evlerini bırakıp kaçmışlardı.
Aradan çok geçmeden kıraliça ile Juaninin ittifak ettikleri ve Setz, Allan ve
112
Junlan kendilerine uydurduktan 40,000 tik bir ordu vücuda getirdikleri, birtakım
nümayişlerde bulunduktan işitildi.
Sultan hemen bu orduya karşı yürüdü. Ağırlık ve dermansızlarını karar
gâhta bıraktı. Arkasında grup halinde veya müteferrik ve fakat müdafaa veya
imdada hazır bir kütle halindeki atlılarla ileri atıldı. Yukarda söylediğimiz göle
yaklaşıldığı sırada iki taraf piştarlan temasa geldi. Düşman piştan kaçtı. Sultana
birkaç esir takdim edildi. O da başlannı kestirdi. Kendisi düşman ordusuna karşı
yürüdü. Bu ordu korkudan darmadağın oldu, arkalanndan takip ettirildi. Matta
Yuaninin ağırlığı da ele geçti, ganimete katıldı.
Sultan Luri tarafına gitti. Oraya vardıkta sur üstüne karargâh kurdu.
Orada bulunan Gürcülere bir elçi gönderdi. Göl kenannda gece vukuagelen müsa
demede esir tutulan Türklerin geri verilmelerini istedi. Bütün esirler iade edildi.
Yalnız Izbck Tayki bulunmadı, halbuki Gürcüler bütün kıt'ayı kuşatmış, kimse
kaçanıamıştı. Harp meydanında cenazesi bulunmıyan bu zatın iadesinde Sultan ıs
rar etti, Gürcüler ellerinde tek bir Harzemli esir bulunmadığına ağır yemin et
tiler.
Hikâye ettiler ki, Harezmliler tamamile öldürülmüş veya esir edilmişler. Yal
nız bir kayaya yaslanmış, sadakını (ok koburunu) boşaltmış, bütün yaklaşmak isti-
yen Gürcülere yalnız bir ok kullanan bir kişi kalmış. Bu adam üç Gürcüyü yere ser
dikten sonra geri kalanlar yanından çekilmiş, anık ne olduğunu aramamışlar bile.
Hakikaten de iş böyle olmuştu. Bahadir lzbebeh Tayın etrafında bulunanlara mu
kavemetten sonra, yaya olarak, güç ile kendisine yol açmak suretile Azerbaycana
doğru gitmiş, Gürcülerden Yuaninin oğlu Auaka ait Beccni kalesine varmış.
Orada bir çobanın sürmekte olduğu bir koyun sürüsüne rasgelmiş, çobanı öldür
müş, sürüyü vadiye atlatmış, koyunun birisini kebap etmiş, böylece yol zahiresini
tedarik ettikten sonra Nahcivana gitmiş, Sultanın Ahlat üzerine gittiği zaman ora
dan geçişine kadar kalmış, orada Sultanın mevkibine rasgelmiş, başına geleni de
tıpkı Gürcülerinki gibi anlatmıştır.
Sultan Irakta iken, Gence havalisi Gürcü Behramın taarruzlarından çok sı-
kılmışn. Sultan oradan geçerken çok şikâyetler işitmiş, halkın öcünü almağa karar
vermişti. Birçok kimselerle bir karanlık gecede Behram üstüne yürüdü; maiyeti
113
bunun hüküm sürdüğü yere dağıldı; gömülen defineleri, saklanılan eşyayı çıkart
mak için öldürmeğe, yağmaya başladılar. Dağlara kaçanları en sarp yerlere kadar
kovaladılar.
Sonra Sultan, Şekân kalesini cebrî hücumla aldı, ortalığı kasn, kavurdu. O-
radan lvane kızı Kıraliça Thmtha Bey Timura ait olan Ali Abat kalesi üstüne git
ti. Bu kıraliçanın burnunu kırmak için müdafilcrini öldürdükten sonra şehri yağma
ettirdi. Oradan Kâk ve Kuarin kalelerine gitti, üç ay muhasara eyledi. Buradaki
Gürcüler sulh için para teklif ettiler. Müzakereden sonra paralan aldı, Ahlat mu
hasarasına gitti.
Sultan Gürcülerin hakkından geldikten sonra, Kakzaun yolu ile ağır ağır
Ahlata gidilmek üzere yola çıka. Kendisi ise Nahcivan yolunu tuttu, öyle bir sü-
rade Beceniye vardı ki, orada buna dair niyetinden bile haber alınmamıştı. Şeh
rin yakınında pusuya girdi. Yanında bin kadar kendi memlûk atlıları, mabcynci-
leri ve Şerefülmülk bulunmakta idi. Sabahleyin Beceni ahalisi hayvanlarını otlama
ğa götürürlerken üstlerine çullandı, aldığı sürülerini önüne kata, Nahcivana kadar
sürdü. Orada pek iyi bir tosun bir dinara indi.
Nahcivana gidişten maksadı, kendisile evlenmek istiyen oranın prensesine
kavuşmaktı. Teehhül icra olundu. Sultan orada Horasan, İrak ve Mazendcran iş
lerini yoluna koymak için birkaç gün eğlendi. Bütün bu hudut eyaletleri, divanla
rının azası, büyük memurları, cinayet hâkimleri maiyedne gittiler. Çünkü Sultan
Ahlat muhasarası başladığı gibi buralarla muvasalanın kesileceğini kestirmişti. İş
leri gördükten sonra bütün gelenleri yerlerine gönderdi. Yeni tevcihat için bir
115
irade çıkarmıştı, bunun icrasına memur oldum. Bir günde bana şu kâtiplik vazi
fesinden 1.000 küsur dinar kazanç hâsd oldu. Diğer ^günlerdeki az kazancımın he
sabını veremem.
Biz Nahdvanda iken birisi, Sermara Emiri Hüsamüddinin Merci Nahcivana
çıkageldiğini haber verdi. Bu Hüsamüddin, benim iyi dostlarımdan idi. Dostlu
ğumuzu bir şey bozamazdı. Gelişi, hayatını tehlikeye koyacak bir şeydi. Bunun
için sıkıldım. Şerefülmülkün kendisine pek kızgın olduğunu biliyordum. Çünkü,
vaktile mabeynci ile birlik olarak Hüsamüddine saldırmış, haksız yere şerefine ta
arruz eylemiş, meskenini yağmaya muvaffak olmuştu. Bunun tafsili uzun sürer.
Dostum için Sultanın gazabı, Şerefülmülkünkinden daha azdı. Çünkü Sul
tanın mizacı affe maildi. Bundan dolayı Şerefülmülk ile aralarını bulabilmek için
kasabada kalmasını Hüsamüddine bildirdim.
Bunun için Şerefülmülkün yanına gittim, Hüsamüddinin geldiğinden bah
setmedim. Ondan bir mektup aldığımı, bir miktar para ihsanile kabahatinin unu
tulmasını rica eylediğini bildirdiğini söyledim. Hüsamüddinin evinde edilen yağ
maya mukabil tazminat olarak 5.000 dinar verileceğine ve geldiği surette hayatı
nın emniyette bulunacağına söz aldım. Geldiği gibi dostumu himaye edeceğine,
her şeyi unutacağına ve Sultanın affinc mazhar olacağına dair and içirdim. Bu ye
minden emin olduktan sonra Hüsamüddinin şehir kapısında olduğunu bildirdim.
Bunun üzerine; "Beni aldattınız” diye haykırdı. Sonra mabcyncilerine ve sair
adamlarına Hüsamüddini istikbal etmelerini emretti, ben de içlerindeydim. Hemen
sulh oldular. Şerefülmülk yemininde durdu.
Ahlat üstüne ordu yürüyüşte Sultandan evvel davranmışa. Şehre bir konak
mesafe yaklaştığı zaman Sultanın Nahdvandan gelmesini bekledi. Sultan orduya
girdiği zaman lzzüddin Aybekten bir adam geldi. Bu şehirde Meliküleşref Musanın
kaymakamı idi. Hacip Aliyi tevkif ettiren bu idi. Elçisi zeki ve ihtiyar bir Türktü;
adım unuttum.
izzüddinin takdim eylediği mektubun büyük kısmı mütcvazıane ve sadıkane
idi. Sonra şöyle diyordu: "Meliküleşrefin bana Hacip Aliyi tutmak emrini verme
si, bunun sırf Sultana karşı hürmette kusur, etmesinden, davetsiz olarak Sultan me-
malikine ayak atmasından dolayı idi. Şimdi ben Ahlat kumandanıyım. Sultana
karşı sadakat, hürmet göstermeğe ve arzularının icrasını temin eylemeğe memu
rum. Ben onun muavinlerinden ve hizmetkârlarındanım ve memalikinde bulunan
askerlere iyi bir misal göstereceğim.
lzzüddin böyle yaltaklanmakla Sultanı taarruz ve intikamından vazgeçirmek
116
sevdası ndaydı. Fakat buna muvaffak olmak şöyle dursun, ağır bir cevap aldı. Sul
tanın o cevaplarından birisi de şöyleydi: "Affimi kazanmak istiyorsanız, bana Ha-
cip Aliyi gönderiniz”. Elçi Ahlata varır varmaz Hacip Ali öldürüldü. Sultan yo
luna devam etti. Sur haricine kondu, taarruza başladı. Herbiri sekiz kişi ile idare
olunan on iki mancınık kurdurdu.
Birinci hâdise: Süvari cenerali olan Cibal Emıri Nusradüddin, o zaman pek
ziyade Sultanın gözünde olan hanlardan Auter Hana kızkardeşlerinden birisini ver
mişti. Şu karabete güvenerek çatmak için Sultanın bulunduğu yere geldi. Bu hu
susta Şirvan Şahı misal almış ve onun gibi izzet ve ikram göreceğini ummuştu.
Saraya gelip, bilhassa kıymetli incilerden ibaret hediyesini takdim eder et
mez Auter Han bundan yüzçevirdi. Karısının diğer bir kardeşini iltizam eyledi ve cc-
neralin hapsedilip yerine berikinin getirilmesini Sultandan rica eyledi.
Ceneral prangaya konuldu. Rütbesi, parası elinden alındı; ta Sultanın Sel-
çukilere karşı muharebeden bozgun geldiği güne kadar hapiste kaldı. Ondan son
ra hürriyete kavuştu. Bunda kardeşinin umulduğu kadar sadakat göstermeyişi amil
oldu. Ceneral evlendikten sonra memur olduğu memlekete gitti, orayı kardeşinin
elinden aldı.
Sultan bu cenerali henüz Ahlat taraflarında mahpus iken beni yanma gönder
mişti. Nezaretine memur olanlar Nusradüddin gizli bir şey bildirmek için. Sultan
maiyetinden emniyetli birisinin gönderilmesini istemişti. Karşısına vardığım gibi,
hapiste çektiklerinden, zincirlerinin ağırlığından, hakkında Sultanın iyi sözlerinin
tahakkuk etmediğinden şikâyet eyledi. Sonra Auter Hanın kendisinden aldığı para
lan, mücevherleri saydı, bunları Sultana takdim etmek, affettirmek bahanesile al
dığını, sözlerinde durmadığını söyledi. Hep bunları Sultana söyledim, merhame
tini celbettim; Sultan bunun hakkında ettiğinden nadim olduğunu, kendisini bu
yola sevkedenleri takbih ettiğini yüksek sesle söyledi. Bunun üzerine cencralin kur
tulması yaklaştığına hükmettim.
Diğer hadise: Sultan Mehmedin ilk kızı Han Sultan, Türkân Hatunla bir
likte esir edilmişti. Cuci Han bunu kendi payına ayırmış, anne yapmıştı. Cuci öl
dükten sonra, kardeşi Sultana Moğolların haline ve aldıkları tertibata dair malû
mat verdi. Ahlat muhasarasında iken babalarından kalma bir mühür yüzük tak
dim etti. Bu yüzük takdime tavassut edene vasıtai şükran oldu. Sultan kendisin
den olan çocuklara Hakanın Kur’an okutmağa müsaade ettiğini bildiriyordu. "Ha
kan, diyordu, şevketinizi, mertebenizi, memleketinizin vüs’atini öğrendi, sizinle sah-
117
rıyet akdcylcmck arada Ceyhun hudut olmak üzere sulh etmek emelindedir. Neh
rin öte tarafı sizin, beri taraf onun olacak. Kuvvetiniz oldukça taarruz ve hücumda
devam ediniz. Galip olduğunuz takdirde istediğinizi yaparsınız. Aksi takdirde Mo
ğolların size ettikleri muslihane teklifleri kabul ediniz.” Ahlat muhasarasile pek
meşgul olduğu için Sultan bu teklifle pek uğraşmağa vakit bulamadı.
Münasebetin iadesine ve uyuşmağa bir yol açması memul olan bu teklife ce
vap vermedi.
Başka bir hadise: Erzakınım (Erzurum) Hükümdarı Rüknüddin Cihan Şah
bin Tuğrul Sultana geldi, önce Meliküleşref namına ricada bulunmuştu. Bu su
retle bu hükümdar hakkındaki vefasını ilân eylemiş ve kendisini matbu tanımış,
böylcce Hacip Ali ile bir fikirde olduğunu göstermiş, Celâlüddine karşı da husu
metini anlatmıştı. Bütün bunları amcazadesi olan Konya Sultanı Alâüddin Keyku-
bat bin Kcyhusrcvc karşı olan düşmanlığından ötürü yapmıştı. Bir de şunu ilâve
eylemeli ki, Rüknüddin Celâl hanedanı hakkında başka fenalıklar da yapmış oldu
ğundan bunların akibetinden korkuyordu. Bundan dolayıdır ki, Hacip Aliye Şe-
refülmülk aleyhine yardım etmişti. Sultan ordugâhına tüccarların gitmesine mâni
olmuştu. Hulâsa, Rum memalücindcn gelmekte olan Sultanın elçisi Sedidülmüridi
öldürtmüştü.
Rüknüddin, Cclâlüddin saltanatının parlaklığını, şevketini görünce, Ahlatın
sukutu yakın olduğunu anlayınca Sultana bir elçi gönderdi, affini diledi. Sultan
elçiyi efendisinin arzusu tahakkuk edeceği vadile iade etti. Şemsüddin Halimülbağ-
dadi adlı olan elçi, zeki, edip, irticale kadir bir şairdi. Rüknüddin geldiği gibi
Sultan kendisini bir günlük yoldan divan azasile birlikte karşılamasını Şerefülmülke
emreyledi. Şcrcfülmülk gitti. Ahlat, Malazkirt arasında bulunan Nazük gölü ke
narındaki karargâhında geceledi. O gece Rüknüddinin çadırında sabaha kadar sü
ren bir işret âlemine iştirak eyledi. Ertesi sabah akılları başlarına geldikten sonra,
Şerefülmülke 10.000 dinar değerinde hediyeler takdim eyledi. Rüknüddin Ahlata
girdiği gün, hanlar teşrifat sırasınca arzı tazimat eylediler. Sultan da kendisini at
meydanı methalindeki otağında ayakta bekledi. Cihan Şah at meydanına girdiği gibi
yere indi, yerlere kapandı, birkaç adım yaya yürüdü; bu esnada İnanç Hanın oğlu
mabeyinci Bedrüddin Tutak, Sultan namına geldi, ata binmesini teklif eyledi. Ci
han Şah tekrar ata bindi. Bir tâbi vaz’ınt aldı, Sultanın yanına geldi. Sultan ken
disine koştu, bağrına bastırdı, o da onun elini öptü. Sonra Sultan kendisine vanın-
da durmasını işaret etti. Cihan Şah Sultanın sağ yanına geldiği esnada otağın di
rek ve bağları çözülüp yıkıldı. Halk bunun iki hükümdar hakkında uğursuzluğuna
hükmetti; hem de öyle oldu.
Cihan Şah, Sultana tazimat için birkaç gün kaldı, o da sohbetinden haz duy
du, mahzuziyetini izhar için maiyetindekilere on sekiz kürk dağıttı. Bu iftihara na
il olanlardan birtakımına haşeler, dizginler, tuğlar dağıta. Sonra memleketine git
mesine müsaade verdi. Tedarik edebileceği muhasara aletlerinin de Ahlata gönde
118
rilmesini de rica eyledi. Cihan Şahın gönderdiği büyük tatar sapanına “Katapult”
Kara Boğra adı verildi. Bundan başka kalkanlar, yaylar ve birçok ok gönderdi.
Diğer hâdise: Sultanın oğlu Kıymar Şahın ölümü. Bununla meşgul olan
kimse, Eyyubiye Prenslerinden Şehabüddin Süleyman Şahın hemşiresi idi. Bu pren
ses şu şartlar içinde Sultanla evlenmişti: 621 (1244) de Bağdat ve civarını harap
edip avdet ederken, yukarda zikrettiğimiz kaleye uğramış, yanında haremi olma
dığından kendisine küfüv olabilecek bir kadının gönderilmesini istemiş idi. Şifa
hen okuyuculuğa giden kimse Siracüddin Mahfuz adlı bir bende idi; kale muhafızı
nın şu cevabını getirdi: "Burada Sultana lâyık karımdan başka kadın yoktur".
Sultan pek kadıncıydı, bunun için perhiz bilmezdi. Bu sebeple kendisine böylece
takdim olunan kadını o gece aldı. Kadını şehirde bıraka, kendisi yola çıktı, ara
dan çok zaman geçmeden bir uşak vasıtasile gönderdiği haberde o geceden gebe
kaldığını bildirdi. Bunun üzerine Sultan kadım yanına getirtti, orada Kıymar Şahı
doğurdu. Üç yıl ömür süren bu çocuk zeki, sevimli ve lâtif idi; Ahlat hisarı önün
de öldü. Bu çocukla Sultanın kızının sütninesi uğraşıyordu, Faris hükümdarının
kızından şüphe etti, o zehir içirdi dedi. Doğrusunu Allah bilir.
Başka bir hâdise: Ahaş Mülkün oğlu Duş Hanın vefau: Sultanın dayısının oğ
lu olan Ahaş Mülk Isfahan suru önünde cesaretle mukavemet gösterirken ölmüştü.
Bundan dolayı Duş Ham, Sultan bir oğul gibi yetiştirdi, görenler bunu kendi oğlu
sanırdı, çünkü Sultan tarafından Ahaş Hana verilen ve bu çocuğa aııa ulaıı cariye
dokuz ay geçmeden doğurmuştu. Her ne ise Sultan bu çocuğu oğullarına tercih
eyler, her suretle ağırlar ve hürmetler ederdi. Duş Han Ahlat önünde hasta düşüp
öldüğü gibi, Sultan çok müteessir oldu, hatta hükümdarlık merasimini unutarak
kendi çadırından çıktı cenazenin bulunduğu odaya girdi, bunu gözlerimle gördüm.
Diğer hâdise: Hacip Sadüddin Hilâfet Divanından elçilikle geldi. Bu adam
birçok şeyler istemeğe gelmiş, eğer bunlar intaç edilirse Sultanın adlı sanlı emirle
rinden ve musahiplerinden en ziyade hükümet işinde bulunanları birlikte götüre
cek, divanda bunlara hil’at giydirilerek gene Sultan divanına geleceklerdi.
Divanın isteklerinden birisi, bundan böyle Sultanın Musul Hükümdarı Bed-
rüddin Lulu, Erbil Hükümdarı Muzafferüddin Gökbürü, Eyyubiye hükümdarların
dan Şehabüddin Süleyman Şahı, Cibal Hükümdarı Alâüddin Pehlivan bin Hezar
Esbi Divan Hilâfete tâbi sayarak kendilerine Sultan tarafından emir verilmemesi
idi.
Diğer talep şuna dair idi: Büyük Sultan (Celâlin babası) Bağdat üzerine te
veccühteki tasmimini bitirmeden Hcmedan dağlarından avdet ettiği zaman, bütün
kendi memleketinde halife adına hutbe okunmasını menetmişti; bu hal devam ey
lemişti. Bununla beraber, imparatorluğa yeni ilhak olunan Erran, Azerbaycan ve
sairede hutbede halife ismi zikrolunur, ona dualar edilir, çünkü buralar Sultanın ba
basının vefanndan sonra kendisine düşmüştür. İmparatorluğun eski eyaletlerinin
halkına gelince, bunlar aldıktan emre itaatle hutbe okutmamakta İsrar ediyor, di
119
ğer şeylerle meşgul olan Sultan da buna bakmıyordu. Elçi şu talebi sürünce hemen
İmam Ebucafcrülmansur, Elmüstansırubiilah adına hutpe okunması için her tara
fa tamim yazdırdı. İşler Divanı Hilâfetin arzusuna göre bitirildi, butpenin Halife adı
na okunması, yukarda adlan geçen zeavtın halifeye tâbi oldukları tasdik edildi.
Sonra elçiye ruhsat verildi, yanına da mabeynci Bcdrüddin Tutak bin İnanç katıldı.
Bu zatın Türkler arasında bir eşi yoktu; ince, sevimli, hünerli, nafiz, bir
kişi idi. Güzel yazı yazar, farisî şiirden anlar, san’ate muvafık olup olmadığını se
çer idi. Yaşının az ilerlemiş olmasına rağmen henüz genç olduğu halde, teşrifatı
ve saray merasimini pek iyi bilirdi.
Sultan, bana huzurunda Divan için bir muhtıra kaleme almamı emretti. Bir
çok noktalardan bahsedilen bu muhtıranın sonunda Hilâfet Divanına giden mabe
yincinin hususî merasimle kabulü hakkında, istisnaî muamele ifası, diğer hüküm
darlardan gelenlere edilenden ziyade ikram edilmesi yazıldı. Bu ariza kabul olundu.
Mabeynci bana şöyle hikâye eyledi: "Sultan bana Halifenin veziri olan Ve
zir Mücyyidüddinülkummînin elini öpmemi ve ona hürmette bulunmamı irade ey
lemişti. Bu suretle onun hakkındaki husumetini göstermek isliyordu. Aldığım ira
deyi ifa eyledim.
"Muvasalatımdan birkaç gün sonra, bir akşam, Dicle kenarında bulunan ika
metgâhıma bir kayık yanaştı. İçinde bulunan, Mabeyinci oğlu Sadüddin, bana gel
di, şöyle dedi: "Halifeye hürmet arzına gitmeğe hazırlanınız.” Hemen birlikte ka
yığa bindim; fakat hamlacı bilmediğim bir dilde Sadüddine bir şeyler söyledi, ben
bir şey anlamadım. Sadüddin hemen başka bir kayağa atladı, ben yalnız kaldım.
Sebebini sordum, dedi ki: "Sandalın hususî olduğunu ve size tahsis olunduğunu
bilmiyordum.” Bunun üzerine kalktım, kendisine hürmetler takdim eyledim.
"Yola düştük, bir büyük kapının önüne geldik. Ben girdim, Sadüddin gir
medi, eşiği aşmadı. Kendisine, neden bizimle girmiyorsunuz, dedim? Ilerbirimizin,
dedi, kendine göre mevkii var, ben burayı geçemem.” Bu kapının arkasında bir
uşak duruyordu. Beni başka bir kapıya götürdü, kapıyı çaldı, açıldı, girdim, bir
ufak kanape üstüne oturmuş ihtiyar bir uşakla karşılaşnm; önünde Kur’an ve bir
mum vardı. Elimi sıktı, oturttu, hoş geldin diye iltifat etti. Çok geçmeden beyaz
renkli, muhteşem kıyafetli ve terbiyeli başka bir uşak girdi. O da elimi sıktı, fari-
sice bin türlü muhabbet gösterdi, sonra elimden tuttu: "Kimin huzuruna varıyor
sunuz, bilirsiniz diyor; onun yüksek mevkiini bilirsiniz, onun şevketini size tarife
hacet yoktur; ne suretle o yüksek zata hürmetlerde bulunacağınızı düşününüz; işa
ret edeceğim yerde hemen yerlere kapanınız.” Bu mufassal tavsiyenin sebebi divan
teşrifatını bilmediğim sanıldığı için idi. Bağırarak: "Beni o kadar cahil sanmayın,
hernekadar Türk cinsinden isem de, bulunacağım yeri bilir, hürmet ve tevkirde
kusur etmem, yerinde vakarımı da muhafaza eylerim. Şu yerlere bin kere yüz sür-
sem, şu eşiğin tozlarına bulansam, lâzımgelen hürmeti ifa etmiş olmıyacağımı bi-
lirim,” Uşak sözlerimi beğendi, bana hürmet gösterdi.
120
Merdivenleri çıkıp ta kara perdeye gözüm ilişince, kılavuzumun işaretini
beklemeden secdeye kapandım. Bu halim beğenildi. O vakit pek karanlık bir ge
cede su içinde semanın aksini andıran birçok ziyalardan müteşekkil bir koruluk
gördüm; vezir o zaman indirilmiş olan bir store önünde ayakta duruyordu. Ekse
riya alnımı yere sürerek ilerlemeğe başladım. Vezirin hizasına gelip başımı kaldır
dığım zaman, bir taht üstünde oturmakta olan Halifenin karşısında bulundum. Ve
zire arapça birkaç kelime söyledi, o da bana doğru birkaç adım attı, kendisinin ön
ce bulunduğu yere ilerlememi işaret etti. İlerledim, yere kapandım, işaret edilen
yerde durdum.
Bunun üzerine Halife bana döndü, Şehinşahın keyfini sordu. Cevap olarak
alnımı yere sürdüm. Halifenin sonradan söyledikleri hep güzel vaitlerden ve Sulta
nın nef’ine ait şeylerden ibaret idi. Devrin bütün hükümdarlarından kendisini yüce
tucmak istediğini söyledi. Bunlar için yerlere kapandım. Sonra Sultanla evvelâ it-
tifaknameyi imzaladı. Vezir bunu bana verdi, ben de başıma koydum, yer öpüp
çıktım.
Halife, Bedrüddine parlak hediyeler vermiş, ve rivayete göre 10.000 dinar
da ilâve etmiş. Fakat bunları kendisinden duymadım. Sungur Tavil oğlu Emir
Fahrüddin, Hacibin oğlu Sadüddin, Bedrüddinle birlikte şahane bir kürk takdimine
geldiler. Sultan muhasara ile uğraşırken kışın Ahlata geldiler. Feleküddin "dih-
liz" denilen çadır kuruldu. Ata her biniş vc inişinde trampete çalınırdı. Fazla o-
larak, teşrifata riayet edilmiş olmak için, saraydaki yüksek mevkiine ve şeref ve
haysiyetine rağmen Sadüddin bin Elbacip kendisine mabeyincilik ederdi.
Halife tarafından gelenin getirdiği hediye ve hil’atlcri sayacağım: İki hil'at
şundan mürekkepti. Birincisi, bir setre, bir sarık, kabzası mücevher kakmalı bir
Hint kılıcı; İkincisi ise bir libas, bir sartk, bir cüppe, altın kakmalı üstü dinarlı
Hintkâri kınlı, kabzası kıymetli taşlarla murassa bir Karculu kılıcı, iki dizginli, ha-
şalı iki at ve tuğlar, bütün takımlar altın kaplamalı idi. Bir de bu atlar takdim
edilirken sekiz ayaktan herbirisinin tırnağına ikişer dinar ağırlığında birer altın
halka takıldı; 3) En nadir incilerle donanmış alan bir kalkan, bunun üstünde kırk
bir gök yakut ve lâl ve bunların ortasında kocaman firuze bulunuyordu. 4) Bizans
sateninden çul, haşaları Bağdat sateni kaplı otuz arap atı, her atın boynuna takılan
ipek yuların üscüne altmış halife dinarı tesbit edilmişti. Yirmi otuz gulâm, haşalı
binek hayvanlarile bu atların hizmetine tayin olunmuştu. Saten haşalı, alan ger
danlıktı on hint kedisi; 6) Başlıktan inci işlemeli on doğan; 7) Herbirisi onar es
vaplık yüz elli balya kumaş; 8) Altın çemberli beş amber yuvarlağı; 9) İki adam
tarafından götürülen beş alu arşın boyunda bir sabur ağacı; 10) Hanlara mahsus
on dört hil’at, bunların herbirisine dizginli, eğerli atlar, tuğ, altın kemerler vc Tif
lis çuhaları ilâve olunmuştur. Halifenin fikrince bazı zatlar için birer alâmeti fari
ka gibi telâkkisi lâzımgelen bu çomaklar ancak şu dört kişiye verilmiş idi: Ziya
121
Han, UJcg Han, Auter Han, Toğan Han; 11) Emirlere üç yüz hil’at. Bu hil’atle-
rin herbirisi birer libas ile birer sanktan ibaretti.
Şerefüddinin hil'ati şu idi: Kara bir sarık, bir elbise, bir üst esvabı, bir hint
kılıcı, iki topak amber, elli libas ve bir katır. Divan azasına yirmi hil’at verilmişti.
Her takım hil'at birer setre ile birer sarıktan ibaretti. Divan azasından olduğum
dan arkadaşlarım arasında yalnız bana güzel bir ak katır, ekserisi Yunan satenin
den veya Bağdat sateninden yirmi elbise ilâve olunmuştu.
Hilâfet Divanından Sultan dergâhına gönderilen nameyi okudum. Şu kelime
lerle başlıyordu: Fahamctlû Şahinşah, sonra Şerefülmülküelmüştebir, sonra D i
van azalarının nc adını, ne rütbesini zikretmiyor, vazifelerini yazıyor: Müstevfi,
müşerref, arız, nazır ilâh... bunların herbirerine birer setre ve sarık gönderildiği
yazılıyordu.
Bu esnada Şercfülmülkün bana az teveccühü vardı. Birtakım hasut ve gam
mazların sözlerine pek kandığı cihetle hakkımdaki fikrini değiştirmiş, teveccühünü
azaltmıştı. İşte bundan dolayı hil'at hususunda benim hakkımdaki kaydi okudu
ğum esnada Sultana: "Neden dolayı buna arkadaşlarından ziyade itibar olunu
yor? Bunlar hil'at ve sair iltifat noktai nazarından hep bir değil mi? Bu sebebin
farkı, dedi Sultan, pek açıktır. Çünkü divan hakkında nutuklarında en çok hürmet
gösteren, yazılarında merasime en ziyade dikkat eyliyen budur. Bir de Halifenin el
çileri meclislerimizde bulundukları zaman divan azasından hiçbirisinin bu kadar
itibarı olmadığını görüyorlar. Divan azalan asla siyasetle meşgul olmazlar, onlar
mâliyeyi idare, varidatın toplanması, masrafın tahakkuku gibi şeylerle uğraşırlar.
Bundan dolayı bahsettiğiniz adamda bunlar arasında temas noktası yoktur.” Sulta
nın bu cevabı, o ifşaatta bulunduğu fikri tatmin etmedi.
Halifenin elçileri Sultanın gelip kendilerini hazine civarına diktikleri çadır
larında ziyaret edeceğini umuyor ve getirdikleri iki hl’atle kendilerine süs veriyor
lardı, fakat böyle olmadı. Saltanat hâzinesi yanına bir otak kurulmasını ve bütün
hil'atlerin oraya götürülmesini irade eyledi, iki defa ata bindi, bu çadıra gitti, bir
günde Jki hil’ati giymiş oldu. Diğer zatlar da kendisini taklit ile hil’atlerle be
zendiler.
Elçiler irat eyledikleri bir nutukta Ahlat lehinde söz söylediler; şehrin m u
hasarasının kaldırılmasını dilediler. Sultan bu nutuk için bir kelime söylemedi;
fakat elçiler karargâhlarına gittikleri zaman, beni yanlarına itap için şu sözleri söy
lemeğe gönderdi: "Halife namına bana söylediğiniz sözlere bakılırsa, benim mev-
kiimin yükselmesi, şevketimin artması, nüfuz ve iktidarımın kuvvetleşmesi ve asrı
mızın bütün hükümdarlarına tefevvukum isteniyor. Siz ise bana Ahlat muhasarası
nın terkini tavsiye ediyorsunuz, bu öyle zamanda oluyor ki, muvaffakiyet kuvvei
karibeve gelmiştir. Bununla bana getirdiğiniz hayırhahlık arasında bir tezat var.
Sultanın hakkı var diye cevap verdiler, hal, kendi dedikleri merkezdedir. Biz yalnız
122
muhasara uzar ve terkolurunak zaruri görülürse, kendilerine bu bapta bir mazeret
hasırlamak istedik.” Sultan bu özrü kabul eyledi, muhasara devam etti.
Elçiler Sultan yanında bulunduğu müddetçe Ahladılar hakaretten çekindi
ler. Fakat elçilerin kendi haklarında araya girmediklerini ve gitmek üzere olduk
larını anlayınca kaba kaba söylenmeğe başladılar.
Diğer hâdise: Amit (Diyarbekir) Hâkimi Mesuttan elçi gelişi. Elçi llmüd-
din Kasapessükkcr yani şekerkamışı adlı bir Türk idi. Yanında Mardin Hüküm
darı Elmansur tarafından gönderilen bir zenci vardı. Elçinin de gelişi bir iş içindi.
Sultana arzı biat ve ihtiram. Bunlar giderken Sultan tarafından yanlarına katılan
elçi de bu iki hükümdrı memleketlerinde kendi adına hutpe okutmalarına davet
içindi. Şu suretle onların sadakatlerini denemek istiyordu. Bu elçiye Fıkıh Nec-
müddin Harzemiyi de kattı. Bu adam o iki hükümdarın yanında Sultanın arzu o-
lunmıyacak bir halde Anadoludan geldiği zamana kadar kaldı.
Başka hâdise: Ahlatın hali çekilmez, erzak pahalı, para nadir, açlık köpek
leri, kedileri yiyecek kadar zor oldu, yirmi bin, bir günde şehri bıraktı. Bunlar aç
lıktan öyle bozulmuşlardı ki, kardeş kardeşi, baba oğlu tanıyamaz olmuştu. Şerc-
fülmülk bunlara yiyecek verdirdi. Hergün kesilen öküzler bu zavallıların yüzlerine
bir damla kan vermiyordu, bunların çoğu öldü, kalanı öteye dağıldı.
Diğer vak’a: Merhum Sultanın öldükten sonra Abısükûn adasına gömüldü
ğünü yukarda hikâye etmiştik. Sultan Ahlat muhasarasında iken Isfahanda onun
adına bir medrese yapmağı, cenazesini oraya getirmeği kurdu. Şu maksatla Isfaha
na vaktile babasının oda uşaklarının başı olup cenazesini yıkamak hizmetinde bu
lunan Mukarrebüddin Mehterimehterani gönderdi. Bu adam yaptıracağı medrese
içinde mezar olmak üzere bir de kubbe yaptıracak idi; bu kubbede saraylarda ol
duğu gibi çamaşırhane, bir esvap odası, tuvalet odası, hayvan takımları buluna
caktı. Kendisine peşin 30.000 dinar verildi, İrak veziri de tamamlanması için geri
kalan masrafı varidattan verecekti. Verilen talimatta kollu şamdanların, liğcn ve
ibriklerin alandan olması, kapıda haşa ve dizgini tamam tuğlu bir hizmet au bulun
durulması da var idi. Mukarribüddin Isfahana gitti, işe başladı. Dört ay sonra bu
şehire vardığım vakit binanın bir adam bovu çıktığını gördüm.
Sultan Mazenderan mülhakatndan, Sarya şehri prensesi olan halasına bir
mektup yazdı. Babası Sultan Tekeşıin vaktile Mazenderan Hükümdarı Erdeşir bin
Haşana verip şimdi dul kalan bu prensese Sultan mektubunda bizzat yola çıkması
nı ve yanına Mazenderanın prenslerini, emirlerini, büyük memurlarını alıp ada
dan tabutu çıkartarak, Isfahandaki türbe beytine kadar hıfzedilmek üzere dünyanın
en müstahkem mevkilerinden olan Ardahana getirilmesini bildirdi.
Başıma yemin ederim, şu mektubu gönülden istemiyertfc yazdım; bundaki
fikir o kadar gülünç idi. Bu mektubun bana ilka eylediği fikirlerin bir kısmını
Mukarribüddine yazdım, fikrimi ona açtım. Sultan cesedinin Moğollar tarafından
yakılmadığını, çünkü oraya kadar giremediklerini biliyordum. Bunlar bütün Sul-
123
rinin birkaç misli0* çıkarıyordu. Bu hal çok zaman sürdü. Bu Cemalin başlıca sui
istimali, insanları0 hakkını iptal etmek, aidatım tehir etmek ve terakkilerine mâni
olmaktı.
Adiliğini gösteren ilk vesile şu oldu: Mabeyinciler yeni reisi yerine oturt
mak için toplandıktan sırada Şemsüddin Tuğra! Şerefülmülke arzı tazimat
için gelmiş vezirin yanma oturmuş idi. Cemal içeri girer girmez Şemsüddinin elin
den tuttu vezirin yanından ayırdı. İkisi arasındaki yerine oturttu. Tuğraî: Yaptı
ğından utanmıyormusunuz? demesi üzerine:
«Burası benim yerim, buraya kim göz dikerse dedi onunla mücadele ede
rim».
Diğer vak’a: Alamut hükümdarının veziri Alâüddinin esaretle getirilişi. Bu
nasıl oldu. Her yıl âdet olduğu üzere vezir her yıl Kazvine hâkim olan dağa
angaryaya tutulan ahali ile gitmiş kış için ot toplatıyor idi. Irak emirleri Gıya-
süddinin tahta çıkarılması teşebbüsünden Sultanın lsmaililere kızgın olduğunu iyi
ce biliyorlardı. İşte bundan dolayı Seva mukataacısı Bahaüddin Sükker, vezir aley
hine asker gönderdi. Harp etti ve kendisini yakaladı. Kendisini Ahlata gönder
di. Oradan Tebriz civarındaki Dizmar hisarına naklolundu. Dört ay sonra da
idam edildi.
Diğer hâdise: Rum Selçukilerinden elçiler gelişi: Sultan Alâüddin bin Key-
kubat bin Keyhusrev, Çaşnigir Şemsüddin Altın Abe ile Erzincan Kadısı Kemalüd-
din Kâmyaz bin lshakı elçi göndermişti. Sultanın teveccühünü kazanmak için
hediyeler getirmişti. Bunlar otuz katır yükü saten, hatabi, kunduz, samur ve da
ha kıymetli şeyler. Fazla olarak yirmi otuz kadar kul, yüz takımlı at, elli katır da bu
lunuyordu. Elçi heyeti Erzincana vardığı zaman, Erzurum Hükümdarı Rüknüddin
Cihan Şah bin Tuğrul Rum Selçukilerine ve Celâlüddin saltanatına karşı düşman
ve Melikülcşrcfe karşı dostluğunu ilân ediyor, elçilerin geçmesine mâni oluyordu.
Elçi heyeti Ahlat muhasarasına kadar Erzincanda kaldılar, o zaman Erzurum hü
kümdarı Sultanın hakimiyetini tanıdı. Bunlara yol verdi. Bunlar geldiler, hediye
leri teslim etmek istediler. Hediyelerin takdimi için Sultanın tebaasından olan emir
ve saire hakktndaki teşrifata riayet edildi. Yani Şemsüddin Altın Abe yanında
mabeyinci olduğu halde diz çökerek bulunacak, mabeyinci de birçok adamların hu
zurunda hediyeleri birer birer sayacak, elçilerin temsil ettiği hükümdar, Sultanın
küivü sayılmak istenmiyordu. Hükümdarın halisane muhabbet ve iyi komşuluğa
riayet hususumdaki arzusu da kabul edilmiyor, elçilere kabul edemiyecekleri şeyler
yükletiliyordu. İlk önce hükümdarlarının oğluna Sultanın kızının elini istiyorlar,
böylecc bütürj anlaşılmamazlıkları kaldırıp, iyi münasebetler kurmak istiyorlardı.
Buna iyi bir cevap verilmedi.
Erzurum hükümdarının haklarında gösterdiği müşkülâttan şikâyet ettiler.
Bunun hakkından ge'cnmek için müsaade istediler. Sultan buna kızdı. Şu cevabı
verdi: "Size teslimini istediğimiz şahıs bana karşı mecbur olduğu hürmette kusur
126
i
ettiğine şüphe yoktur. Fakat bu hususta Arap usulünce hareket etmiş. Şimdi
nim gibi bir adamın madununu, kanına susayanlara vermesi ayıptır. Bir gün
refülmülkün yanına girdim. Yanında Rum elçilerini oturmuş gördüm. Onlar
sert söylüyorlardı: "Eğer Sultan bana müsaade etse, yalnız askerimle gider, m
§
lckctinizi zapteylerim” diyordu. Bu söze, buna benzerlerini de ilâve etti. Elçiler
çıktıktan sonra niçin böyle yapağını sordum: "Metbulan dedim, dostluğunuzu ka
zanmak için teşebbüs ediyor. Buna mukabil elçileri, uşaklar, azatlı köle gibi gön
deriliyor. Bana gönderdikleri hediyeler, dedi, 2.000 dinar tutmaz.” Sultan Alâeddi-
nin elçileri muvafık cevap almadan, bir iş görmeden yerlerine gittiler. Sultan git
melerine müsaade ederken yanlarına tarafından Taştender Cemalüddini Fercürru-
mîyi avctbaşı Scyfüddin Tart Abe ile Harzemli fakih Rüknüddini kattı. Rum ül
kesinin ortasına vardıktan sonra onların elçileri ileri giderek bütün hüsnü niyete
müpteni olan tekliflerini kabul ettiremediklerini mctbularına arzcylcdilcr.
Şu hal üzerine Alâüddin hemen Meliküleşrefc Kemalüddin Kânıiyazı gön
derdi. Sultanla güzel münasebetler tesis için edilen teşebbüslerden bir netice alın
madığını ve kendisinin bundan ümidini kestiğini bildirdi. Sultan zorla yola getir
mekten başka çare yoktur. "Şimdi bizim için, diyordu, yapılacak bir şey var, iki
bayrağımızı birleştirip hanedanımızı korumak.” Meliküleşref bunu beğendi ve ka
bul etti. Sultanın gönderdiği elçiler Alâüddine varmazdan evvel Kemalüddin Kâ-
miyaz muahedeyi imzalamış, gelmiş bulunuyordu.
DOKSANINCI FASIL
Meliküleşrefin Ahlata girişi, Sultan nezdinde sulh teşebbüsünde
bulunuşu, bu husustaki hüsnü niyeti.
tekrar ediyor, ihtiyatlı davranıyordu. Hutpe işi bir neticeye varmaksızın böylece
uzadı. Muhalefetim bunu daha ziyade arttırıyordu. Herkesin bir bildiği var idi ki,
o da Ismaililer tarafından Büyük Sultan hâzinesine yılda 100.000 bater dinarı tak
dim olunduğudur. Alâüddinin nedimlerinden Bedriiddin Ahmet bu hükümdar ta
rafından Maveraünnehire Moğollara gönderilmişti. Sultan işi anlamak için ve ona
göre hareket etmek için bu elçinin kendisine yollanılmasını istemeğe beni me
mur etmişti. Buna dair bana şu cevap verildi: Sultan da bilir ki, bizim Moğollarla
bitişik toprağımız var. Bu yerleri zararlardan korumak gerek. Eğer Sultanın mem
leketine bu teşebbüsün ziyan geldiği ispat edilmiş ise, kabahat elçiye değil bize
düşer. O vakit bize onu ispat eyler, bizi utandırır ve istediğini yapar.
Vergiden kalanı, eksiksiz hâzineye teslim edilmek istemek te vazifemdi.
Firuzgûh valisi olan Eminüddin Refikulhadtmın Gûhistandan Alamuta
gönderilen 15.000 dinarr gaspettiğini söylediler. Eminüddinin bu hareketi sulhten
ve muahedenin tasdikmdan evvel olduğunu ileri sürdüm. Buna da şu cevabı ver
diler: İyi ama biz hangi devirde sizinle muhasamada idik ve ne vakit size karşı
sadakatten ve birlikten ayn kaldık. Sultan bizi taliin kendisine güldüğü ve yüz
çevirdiği günlerde gördü. Saadet günlerinde de, musibet zamanlarında da dene
di. Sint nehrini aşıp ta en musibetli bir halde bulunduğu zaman adamlarımız Sul
tana sadakatle hizmet etmediler mi? Bunu anlayınca bize alenen teşekkürler etme
di mi? Şehabüddin Gori ancak Sultana yaranmak ve dostluğumuzu ispat için
öldürmedik mi? Cevap olarak: "Şehabüddin Gori memleketinizin bazı kısımla
rını harap etmişti. İçinizden çok kişiler öldürmüştü. Ne olursa olsun bunlar ka
rarlaştırılmış bir verginin azaltılmasını icap etmez.” O vakit Şcrefüddinin 10.000
dinarım aşağı verdiğini söylediler ve ispat için Şcrefüddinin tasdik işareti, kendi
elimle yazılmış bir kâğıt gösterdiler. Buna cevap olarak: "Bu para Sultanındır.
Onun olan şeyi, gene onun iradesile size bahşolunabilir. Fakat dediler, Sultanın
bütün varidatı Şerefülmülkün imzasiledir. Bütün masraf bilaistisna onun işaretile-
dir. Onun kararlarına hiçbir mâni yoktur. Hatta bunlar kendi keyfine veya şahsî
menfaatine dair olsa bile gene icra olunur. İş bize gelince neden olmuyor?”
Nihayet Alamut hükümdarının hemen 20.000 dinar vermesi, kalan 10.000
dinar için Sultana müracaatine vakit bırakmak için mühlet bırakılması kararlaştı
rıldı. Bunlar giyasiye ve gariye denilen has ayarlı sikkelerdi. Bu mülakatta daha
birçok şeyler müzakere edildi. Bunlarda hayli metanet ve ısrarlar gösterilmek icap
eyledi. Fakat burada bahsedilmelerine lüzum görülmedi.
Irak Valisi Şerefüddin bana kendi adamlarından olup Süleyman Şah tara
fından vezir nasbolunan Kemalüddin Müstevfi adında birini katmıştı. Bu da Iraka
müteallik bazı meseleler hakkında müzakerede bulunacaktı. Bunun da söz söyle
mesi istenilip müsaade alındıktan sonra kendisini takdim ile mütekebbirane bir su
rette söz söyledi. Bunun ısına bir dili, mukanni bir belâgati hakkında şöhreti var
dı. Huzurdan çıktığımız vakit kendisine dedim ki: "Kim olduğunuz malum oldu
137
ğu halde size kendinizi takdim etmeği kim ilham eyledi. Alâüddine karşı olan nut
kunuzun şiddeti diye cevap verdi. Husrevin kam ını deşecek, en azametli hüküm
darların başlarını kestirebilecek bir adam karşısında nasıl şiddet kullandığınızı gör
düm. Mcphut ve lâl oldum. Tanrıya and içerim ki, bu mülakattan sağ çıkacağımı
zı ummuyordum.”
İşler arkadaşımın umduğundan başka türlü oldu. Alâüddin bana hürmet
ve hususi riayette bulundu. Bu Sultanın başka elçilerine hiç gösterilmemişti. Ba
na âdet olan hediye ve hil’atlerin iki kaanı verdi: "İşte metin bir adam dedi. Bu
gibi insanlara edilen iyilikler tam yerinde yapılmış olur.” Aldığım hediyelerin top
tan değeri 3.000 dinarı buldu. İki hil'at aldım. Bunlardan herbirisi bir saten enta
ri, bir külah, bir kürk ve bir üstlük, bunlardan birincisi saten kaplı, İkincisi Çin
krepi kaplı, 200 dinar ağırlığından iki kuşak, muhtelif elbise yapmak için 70 par
ça kumaş, takımile beraber iki at, tuğlar, 1.000 dinar, çullu dört at, bahter zemin
mahsulü bir dizi deve ve maiyetim için otuz hil’at. Horasandaki kalemde bir
hanikah yaptırmıştım. Moğol istilâsından dolaya Horasanda koyun bulunmadığın
dan biraz hediye olarak Alamuttan koyun almağı düşünmüştüm. Fikrimi duyan
Alâüddin bana şu haberi gönderdi: "Hanikahınıza hediye için koyun alacağınızı
işittim. Bu hayırlı işte size iştirak etmek istediğim için lüzumu kadar koyun gön
deriyorum.” Şu vade hernekadar inandım İse de hükümdarın belki koyun çıkarıl
masını istemediğini düşünerek mubayaayı tehir ettim. Fakat hükümdardan ayrılıp
Kazvine geldikten birkaç gün sonra hükümdarın genç oğlanlarından birisinin ver
gisi alınacak yaşa gelmiş dört koyun getirdiğini gördüm. Bunları hisarıma gönder
dim. Sonra Moğol karışıklıklarında ne olduklarını bilmiyorum.” Alamuttan çık
tığım zaman elçi unvanile Esedüddin bana katıldı. Gelirken sultan bana:
"Eğer seninle Esedüddini elçilikle gönderirlerse muhalefet et” edmişti. Bunu Sul
tanın neden dolayı söylediğini bilmiyordum. Bunu kendilerine söylediğim zaman
hiç oralarda olmadılar. Çünkü Esedüddin beni mutlaka takip etmek istiyordu. Sul
tanın kızgınlığına sebep, Esedüddinin bir mektupta Şerefülmülkten şikâyet etmesi
ve iki taraf arasına nifak sokmak istemesi idi. Bu aralık Sultan Tcbrizi çabucak
terke mecbur oldu. Moğollar Zencana gelmişlerdi. Esedüddin Tcbrizde kaldı.
Sultan Mukana vardığı zaman Şerefülmülkten bir mdktup almış, içinde şunlar
vardı: “Alamut elçisi Moğollara bir mektup yazdı. Bunda onları çabucak gelmeğe
teşvik eyliyor. Mektubu yakalattım. Esedüddin ile maiyetini de öldürttüm.”
DOK SA N D Ö RD Ü N CÜ FASIL
Cihan Pehlivan Özbek Bayan; bunun Ilindistandan Iraka gelişi.
YÜZÜNCÜ FASIL
Bu devirde Şcmsüddin Tuğrainin hareketi.
ba ve analarının ne günahı var diye bağırdı. Şerefülmülk onlara da yüz dinar bağ
ladı.
Hazine odasında bu hareket şüphesiz doğru değildi. Fakat ŞerefülmüBriin
bu ve buna benzer icraatı çoktur. Şunu da itiraf etmeli ki, kalem kullanmasında
ülfeti az, malumatı basit, hesabın, vezire ve devlet adamlarının bilmesi lâzım ilim
lerin tamamile cahili idi. Bir satır farisiyi doğru yazamaz, birçok yanlışlıklar ya
pardı.
Zihninde sebat yoktu; dostları ihlâsından emin olmaz, düşmanların ebedî
husumetinden çekinmezdi. Tercihen Türkleri sever, dillerini pek güzel söylerdi.
Kabalığı, sertliği bilmez, kimseyi tekdir edemezdi.
Sultanın yazdığı şeylerin altına "Elhamdülillâhilkadirülkayyum" yazardı.
Malikânesine dair emirlerinde farisice "İtimadı künit” işaretini kordu. Derkenar
lardaki tırazı "Ebülhükkâm Ali bin Alilkasım, bendei has Sultan” ; mesleğinin ip
tidalarında, Sultan her sözünü tutar, onun sözünden dışarı çıkmaz, başkasından fi
kir sormazdı. Uzun zaman Şerefülmülk Sultam avucunda tuttu, istediğini yaptı.
En yükseklere çıkacak bir mevkii haizdi. Sonra sapıunasaydı, işleri başka bir cere
yan alabilirdi.
Sultan Haniye avdette hanları, emirleri çağırttı, bana elçiliğimde başıma ge
lenleri anlatmamı emreyledi. Ümitsizlik ayetlerini okudum, onları davette fayda ol
madığını, onlardan hiçbir imdat beklememelerini söyledim. Silâhsızların Diyarbe-
kirdc bırakılmasına, hafifçe müsellâh olarak Isfahana gidilmesine karar verdi
ler. Yalnız sevgili karılarile çocuklarını göreceklerdi. Çünkü Isfahan yolu uzun,
kendileri ise nizamından çıkmış, bitkin idiler, işlerini yoluna koymak ve halecan-
lannı durdurmak için başka bir yol yoktu.
Ertesi günü Kasabüssükr lâkabile meşhur Alcmüddin Sincann geldiği gö
rüldü; Amit hükümdan taralından hizmet arzı, mütavaat ve Sultanı Rum memle
ketini (yani Anadoluyu) almak için bir sefer icrasına teşvik için gönderilmişti.
"Bu, diyordu, ele geçirilmesi kolay bir lokmadır, Sultan bunu istediği gün hiçbir
mukavemet görmiyecek ve yerleşince kimse kendisini oradan çıkarmıyacaktır. Eğer
Sultan Selçuk İmparatorluğunu ele geçirmek isterse kendisine müsait olan ve ku-
dumunu bekliyen Kapçaklara istinat etmeli, o halde Moğollara korku gelecek ve
zafer kendinde kalacaktır."
Diğer şeyler arasında elçi, eğer Sultan bu işe teşebbüs ederse, hükümdarın
dört bin atlı ile bizzat gideceğini, bütün memleketi zaptetmeden ittifaktan aynl-
mıyacağına taahhüt eyliyordu. Şunu da ilâve eyliyordu ki, Rum Sultanı bu yıl Amit
Hükümdan Mes’udun elinden birtakım kalelerini almış ve kendisini tahkir etmişti.
Sultan bu nutka kanar gibi oldu; Isfahana gitmeden vazgeçti, dizgini çevirdi, Amit
üstüne yürüdü, şehre yakın bir köprü başına kondu. Burada, suya düşmüş, yüzme
bilmez, eline ne geçerse ona sarılmak istiyen bir adam gibi olmuştu.
Bütün gece şarap içti, sarhoş oldu, öyle sarhoş olmuştu ki, başı dönüyor,
nefesi kesilmiş, kendisini ancak Suru İsrafil uyayarabilecek hale gelmişti. Gece es
nasında bir Türkmen yanma geldi, dedi ki: "Dün konakladığınız yerde kurulmuş
bir ordu gördüm; bu ordu askerlerinin üstleri sizinkiler gibi ve atlarının çoğu kır
dır.” Sultan bu adama bir yalancı gözü ile baktı. Dedi ki: "Bu tarafla uğraşmama
mızı istemiyenler tarafından tasavvur edilmiş bir plândan başka bir şey değil."
Sultan geceyi zevkle bitirdi, gün doğarken de kendisini ve ordusunu Moğol
lar sarmış bulunuyordu.
Ben geceyi vesikalar yazmakla geçirmiştim. Sabaha doğru beni uyku bastır
156
mış, yeni dalmıştım, uşağım geldi, beni uyardı: "Uyanma, kıyamet günü do-
.ğuyor” dedi. Çabucak giyindim, titriyerek çıkam, nem varsa, hepsini çadırımda
bıraktım.
Ata bindim, Moğol askerinin Sultan otağını sardığını gördüm. Sul
tan sızmıştı, fakat o aralık Orhan asker ve arkadaşlarile yetişti, düşmana hücum
€tti, otağı kurtardı, diğer taraftan da Sultanın mukarriplerindcn birisi içeri
.girdi, elinden tutup dışarı sürükledi, Sultanın başında takke vardı. Bu adam Sulta
nı bir ata bindirdi, önüne kattı. Şu aralık Ata Bey Sadin kaı olan Sultan Hatunu
kimseelr düşünmemişti. Yalnız bir atlının aklına geldi. Deniz kiki ile Avcıbaşı
Tahartabeye Hatunu alıp bozgunluğun götürebileceği yere kadar beraberinde git
melerini, ayrılmamalarını emreyledi.
Sultan Moğolların kendisini pek yakından sardıklarını görünce Orhana asker
lerde beraber kendisinden ayrılmasını emreyledi; buna sebep Moğollar ordunun kıs
mı küllisini takip etmekteler iken, kendisinin yalnızca kaçacağını ummasıydt; bu da
onun bir hatasıdır. Orhan, Sultam bırakıp ayrıldığı gibi, cesur rouhariplerck-n bir kı-
-sım gelip ordusunu takviye eyledi ve dört atlı ile JErbile varabildi. Oradm gidip İs
fahanı işgal eyledi, oraya Moğollar gelinciye kadar kaldı. Bu yıldan şimdi bulun
duğumuz 639 (12 temmuz 124i — 1 temmuz 1242) ye kadar Orhan Fariste kapalı
kaldı.
Orhandan ayrıldıktan sonra Sultanla beraber kalanlardan birçoğu ve bun
lar meyanında Auter Han, İmrahor Talasap, esirci Mahmut bin Saat bana şunu an
lattılar: Moğollar kendi izine bastıkları halde, Sultan doğruca Amit yolunu tuttu.
Amitte, bu aralık herkesi bir düşünce almıştı, ahali Harezmlilcrin kendi aleyhle
rinde bazı hiyanet tertip ederler korkusuna düştüler, Sultam okla, taşla kovdular.
O da şehre girebilmekten ümidini kesti, yanında kalan yüz kadar atlı ile gözünün
gördüğü bir cihete yünelip gitti.
Kaçarken, bu küçük kıt’a, cezire önüne geldi, burada bulunan geçitlerin he
men hepsi yağmacı eşkiya tarafından tutulmuş, geçilmez bir hale getirilmişti. He-
medan Valisi Şeriri Mülk bunlardan birkaçını öldürmüştü; bu vak'a Auter Hanın
kendisine: "Bugün en emniyetli yol bize yetişmek için Moğolların takip eyledik
leri yoldur” diye ricat emrini verdiği zaman olmuştu. Şeriri Mülk bu emri tuttu.
Halbuki Auter Hanın bu emrinin icrası mahvi mucip olur denilmişti.
Sultan Miyafarkin önünde bulunan kasabalardan birisine geldi, harman ye
rinde yerleşti. Hayvanlan doyurmak için otlamağa serbest bıraktılar, sonra bindi
ler. Bu aralık Auter Han Sultandan ayrıldı; bu ayrılış korku ve alçaklıktan olmak
la beraber Melikülmuzaffer Şehap Gazi ile bir sıra mektuplar alınıp verilmek su-
retile iki taraf arasında dostluk, muhalasat, her türlü muhabbet ve samimiyet hâsıl
olmuştu.
Auter Han, Melikülkâmilin Amidi alıp kendisini huzuruna getirişine kadar
mahpus kaldı. Kahircde bir taraçadan düştü, vefat etti. Şehrin harman yerinde
157
kalan Sultan ise bütün geceyi orada geçirdi. Gece karanlığı kendisini düşmandan-
sakladı, şafak atağı gibi de M oğollar kendisini keşfettiler. Hemen ata bindi, hal
buki arkadaşlarının çoğu binmeğe vakit bulamadılar, öldürüldüler.
Sultan pdk esmer ve ufak idi; gösterişi ve dili Türk idi, fakat farisiyi ve er-
meniceyi de o kadar bilirdi. Cesaretine gelince harp meydanında gösterdiği hama
set elverir. Bu bir aslan idi, maiyetinde onun kadar cesaret sahibi yoktu. Sakin ta-
biatli idi, kimseye sövüp saymazdı. Ciddî, vakarlı idi, gülmez, gülümserdi, az söy
lerdi. Adalete meftundu, fakat saltanatını kedernak eden isyanlar da bU^yoldan
ayrıldı. Tebaasının saadetini şiddetle özlerdi, fakat zamanı kargaşalık içinde geç
tiğinden çokça taaddi yapmağa mecbur kaldı.
önceleri, Hindistnda ve Halife ile münazaalı, Halifeye yazdığı şeylerde ba
basının kullandığı elkabı kullanırdı. O da şöyle idi: "Bendei Haslan, Menkûbirti,
bin Sultan Sencer”, sonra, Halife kendisine Ahlatta iken saltanat alâmetleri gön
derdikten sonra mektuplarının sonuna "bendeleri” yazar ve Halifeye de: 'Seyyidi-
na ve Mevlâna Emirülmiiminin, lmamülmüslimin, Halifci Resulullah ilâh..." ya
zardı.
Alâüddin bin Keykubada, Suriye ve Mısır hükümdarlarına yazdığı zaman:
"lbnüssultan Mehmet” diye muhlisleri, bendeleri gibi tabirleri kullanmazdı.
Bermutat tirazı: "Vcnnasrii lllamin lndullah” idi. Musul Hükümdan Bed-
riiddin ve o rütbede olanlara yazdığı zaman pek güzel bir yazı ile yazar, yazısını
kalınlaştırmak için kalemi ona göre açardı.
Saltanatının başlangıcında, Hintte iken, Halife kendisine: "Rcfiüddevletü
Hakani” yazardı; kendisine Sultan dedirtmeğe çok ısrar ettise de faide etmedi. Fa
kat saltanat unvanı verildikten sonra "Şehinşah” denilirdi.
Sultanın mağlûbiyeti 628 şevvali ortasındadır (17 ağustos 1231).
Kitabın yazıldığı tarih 667 (10 eylül 1268 — 31 ağustos 1269) dur.
Tercüme burada bitti. Pazartesi 24 şubat 1930.
YANLIŞ, DOĞRU CETVELİ
Yaalı; Dojru Satır Sahife
Anıtı Amur
ufa kbir ufak bir 1 12
Mennlulıaıı Mcndu Han 18 12
Belagıııı Balasaçun 32 12
Selçukîer Selçukîler 34 15
Mcciriiddin Anıribni Sad Mücirüddin Öm er ihni sad 34 22
Mecirü dilin Mücirüddin 34 22
Mecirüddin Mücirüddin 36 22
Mazcndan Mazcnderan 37 23
Gurça Yalıya Grjaııci 17 24
Kıvanıülnıelik kıvam üddin Müeyyidülnıülk Kıvamüddin 24 24
Riy Rey 27 24
fazladır Han 8 25
Kıvanıülnıelik Kıvamülmülk 8 25
Kıvanıülmclik Kıvamülmülk 14 25
Mücyyidülnıelik Müevyidülmülk 17 25
eve ’ uç 17 25
M ücyyidülnıelik Müevyidülmülk 21 25
T ikuü Tikü$ün 39 25
Vermesini vermemesini 6 26
eylemesini eylememesini 7 26
Nizamülmclik Nizanıülınülk 19 26
Dellalet delalet 34 26
IFcnıaıı Hemen 8 27
İzzüddin İzzüddine 24 27
Mticirülmelik M ücirülmülk 40 27
el-Kasım Ebu Kasını 1 28
H ifaülm elik elfcytanki Zivaülmülk E lbayâbank 1 28
Eynal Hâl 37 32
Abisükün Abısükûn 34 32
Eylül Hâl 19 33
alınm asını alınm am asını 31 41
üç atlı üç yüz atlı 2 42
Tarafından tarafından 3 42
yanm da yanım da 7 42
D am ar Melik Dem ir M elik 7 43
E bülfcddin E bülfeth’in 24 47
Cclxâlüddin Celâlüddin 5 48
Gurça Yahya G urjanci 33 48
Gurşa Yahya Gurşanci 36 48