You are on page 1of 157

C ELÂ LÜ T TÎN

HAREZEMŞAH
N e cip A sım

P g j g ) ]

1 ( r : W F E R İT S A Ğ L A M ’!M
| T u r.K T A R İ H K ’J A U M L ' A A
1 A R M a ğ a K İ D İ R

19 3 4
İSTANBUL
DEVLET MATBAASI
c J j U s J L - â

Müellifi: Şchabcddin Ahmedünnesevi = (^ ^ * 1101-1

Muhterem üstad Necip Asım Bey tarafından mefhum ve mana­


sına halel gelmemek şartile mealen terceme edilen bu eser Ha-
rczmşahlar tarihinin ve bilhassa Moğol istilâsının en belli başlı
membalarından biridir. İbnülesir = in Kâmilüttevarih =
(£->VJlJ-'s') i, Muvaffaküddin Abdüllatif Bağdadi = (ıîjUij. «-y-s’-v1
nin Siretülmelikil’ Adil = jf Ebülmuzaffer Sıbti İbnilcev-
zi = ^ nin Miratüzzaman = (iUjjvS^-jı. Kadı Minhac
Serac Cuzcani gV &V- nin Tabakat’ı ve bir de Alâüddin
Cüveyni = (* .s r l>A^) nin Tarihi Cihanküşa &J0 sı terceme
edilen bu eserle birlikte Moğol Uitutının- istilâ zamanına muasır-
en eski membalarını teşkil ederler. Bu eserlere Cemalüddin İbni
Vasıl = (o-b ı>.' j.ji'jo-) m Müferricülkürup = unda, Kema-
lüddin İbnülâdiın = in Tarihi Halep’inde, İbni Ebilha-
did (-k.-a 'o.' o.1) in Şerhi nelıcülbelâga = («»J'pt sında, Yakut’un
Muccmülbüldan = (ö,jyy~) ında, İbni Şe’ar Musuli = (J-v* ^ o-.Onin
Tabakatüşşüara (b^u-i») sında, İbni Aybeküddevadar = (jw, jia- i *.')
ın Kenzüddiirer ve Camiülgurer = j j ) inde ve Reşidüd-
din (o’.-J'V-’) in Camiüttevarih inde Ebülferec (&>"/’)in Muh-
tasarüddüvel j- * * ) inde ve diğer eserlerde ve ezcümle Anadolu
Selçukilerine dair yazılan kitablarda bulunan malûmat ilâve edi­
lirse Moğol istilâsına ait Şark İslâm menabii ikmal edilmiş olur.
Nesevi’nin bu mühim eseri aynı zamanda Anadolu tarihinin de
bazı senelerini tenvir ediyor. Sultan Celâlüddin Harezmşah ile
Sultan Alâüddin Keykubad arasındaki münasebat ve muharebat
hakkında pek müfid ve mühim malûmatı muhtevidir.
Bu mühim kitap eski müelliflerin ve müverrihlerin bir kısmının
eline geçmiş ve onlar tarafından mehaz olarak istimal edilmiştir.
Evvelâ GGO-GSO tarihlerinde berhayat bulunan İbni Ebilfevarısil-
Hazraci =(ırjji> v/o'ja'a1&.') nin tarihi umumisinde bu eserden istifade
etmiştir. Bunu takiben gelen müellifler ve ezcümlelbni Ebi Şamme =
A -
<4-uj; Cr.') nin Ezzeyl = Cjıa' > inde ve Melikülmüeyyed EbüHeda =
(iojji/I j.jııa.) Elmuhtasar = ında, Zehebi = ( ^ ) nin Tarihülis-
lâm ında bu kitaptan istifade ettikleri gibi Bedrüddin
Ayni = Oı-J'j-»;) nin Akdülcümman = (üU-ui») mda bu kitabı sene­
ler arasındaki vukuat meyanında parça parça hülâsa etmek sure-
tile hemen kâmilen kopya etmiştir.
En mühim menabii tarihiyeden biri olan ve bilhassa Anadolu
tarihinin bazı akşamını da dolayisile tenvire yarayan bu mühim
eserin lisanımıza Necip Asım Bey üstadımızın kalemile nakledil­
mesi mucibi memnuniyettir. Kırk senedenberi kıymettar eserler
neşreden muhterem âlimin bu kitabı, kütüplıanei millimize hediye
etmek maksadile, ihtiyar bir yaşta tercüme külfetine katlanması
onun ilim ve irfanımız uğrunda ypmış olduğu gayret ve fedakâr­
lığın son bir misalidir. Kendisine teşekkür etmek borcunıuzdur.
M ükrinıin Halil
B A Ş L A N G I Ç

Okuyucularımın çoğu, hele Abdiilhamit gününü gören lalisizlerin hemen hepsi


Namık Kemal'in Celâl'ini hatırlar. Kemalin bu kitabını bucak bucak saklayanların,
nihayet evlerinin en izbe yerlerine gömenlerin hâlâ çoğu bu acı günleri hatırlar.
Namık Kemalin Celâli Harezm hanedanından Celâlüddinin bir piyes halinde
tasvirinden ibarettir. Kemal bu eserinde Celâli millî bir kahraman olarak tasvir eder;
ben ise bu eserde Celâlin tarihi hayatını muhterem okoyuculartma takdim ediyorum.
Fakat Celâlin tarihine girilmezden evvel yaşadığı ve bulunduğu muhitten bah­
setmeliyim :
Celâl, Harzemşahlardan Kutbuddin Mehmedin oğludur. Bu Kutbııddin bulun­
duğu d en in en biiyiik bir hükümetine malik olmuş, birçok padişahları kendisine
haset ettirmiştir. Bunun hükümetini yıkan da önceleri Temucin denilirken kazan­
dığı büyük zaferden dolayı imparator gibi bir manaya gelen Çengiz unvanile dün­
yaya tin salmıştır.
Çengiz, Moğol ırkındandır, ve ufak bir ailedendir. Türkler türkçe konuşmıyan
milletlere «Tatar» derler. Nasıl ki Islâvlar da Islâvca konuşmıyan komşuları Almalı­
lara «nimse» yani dilsiz derler. Fakat Orhon kitabelerinde bahsolunan tatarlar, on­
dan bir çok asır evvel kendi dillerini bırakmış, Türk olmuş idiler, yalnız ufak gözlü,
yüzleri tüysüz olduğundan, yani sakallı, bıyıklı tiirklere benzemediklerinden tatar
lakabını muhafaza etmişlerdi.
Çengizin mensup olduğu millet te yüzlerindeki elmacık kemiklerinin çıkıklığı,
gözlerinin çekikliği ve hele dillerinin ayrılığı cihetinden türklerce tatar sayılırlardı.
işte Çengiz önceleri komşuları üzerine bir iki galebe kazandıktan sonra Mo­
ğollarla Tatarları bir saydığı gibi o asırda İslama girmiyen Uygur yani şark türkle-
tini de tatarlara karıştırmış, böylece bir imparatorluk teşkil etmeye elverecek kuv­
vetler edinmişti. Sonradan Timurlengin zaferlerini yazan "Zafername,, sahibi Türkle
Tatarın kardeş olduğunu yazmış ve daha sonra da hakikaten Türk olan Tatarların
böyle Moğollarla kardeşliğini görenler Tiirkleri de Moğollara kardeş etmek gaflet
ve cehaletinde bulunmuşlardır.
Çengizin kurduğu Moğol imparalorluğundan en çok müteessir olan garp Tiirk-
leri yani bizleriz. Bu kurnaz Moğol başbuğu KutbuddinMehmedin korkaklığı, be­
ceriksizliği yüzünden bir Oğuz Türk hükümeti olan Harzemşahlığını yıktığı gibi
biiliin orta Asyayı harap etmekle de kalmadı, doğrudan doğruya büyük atalarımız
6
olan Selçukilerin Anadoluda kurdukları Selçuk imparatorluğunu da felce uğrattı.
Bu felç iki asır bizi geri atmıştır.
Selçuk Hükümetinin on on beş parçaya ayrılması, Anadolu balkının muhtelif
beyler elinde birbirine girmesi ve bu fetretin mümkün mertebe ortadan kaldırılıp
Birinci Bayezit zamanında kuvvetli ve azimkar bir imparatorluk teşkili için iki asır
geçmişti. Tam şu birlik basıl olduğu günlerde aslen Barlas Moğollartndan olan
ve onların siyasetini güden Aksak Timur ortaya çıkmış, Çubuk ovasında Birinci
Bayezidi bozup intihara mecbur etmiş ve Anadoluyu da eski beylere üleştrerek milli
birliğimizi kırdı, bizi yarım asır kadar inme inmiş bir bale koydu.
Gerek Çengiz ve gerekse Moğollar Türkten ve bele bunlar içinde en saf ve
en müterakkisi olan Oğuz Türklerinden medeniyetçe pek geri ve tamamile ayrıdır­
lar. Garbe gelen Moğol ordularının büyük rütbeleri onlar idi; neferlerin en çoğu ise
halis Türkdü. Bundan dolayı bunların istilâ ve akın kuvveti azalıp ta ortalığa bir
durgunluk girdikten az sonra akalliyeti teşkil eden Moğollar, dince İslâmiyet'i ve
barsce tiirkliiğü kabul etmişlerdir. Aksak Timur ise esasen din ve dilini değiştirmiş.
İslâm ve Türk olmuştu, işte bundan dolayı orta Asyada torunları Hüseyin Baykara
ve Uluğ Bey zamanlarında parlak bir Türk medeniyeti teessüs etliği gibi diğer bir
torunu olan Babiirşah nazım ve hele nesirde mühim bir yol açmış ve oğulları asır­
larca Ilindistanda medeniyet vücude getirmişlerdir.
Bizim ise, tekrar edelim, Moğollarla soyca ve dilce hiç bir münasebetimiz yok­
tur, türkçüliik cereyanile şu yakutlarda dilimize giren yasa, kurultay gibi kelimeler
şüphe yok tiirkçedirler, fakat bütün dinî ve medeni kelimelerini tiirkçeden alan
Moğollar bunları da bizden alarak müesseselerine at takmışlardır. Yasanın halis
türkçesi «türe» ve adalet karşılığı türdür. Nasıl ki Timur yasa yerine türk kullanışına
daha uygun olan «tüzük» ü almış ve Moğolca cemi haline getirerek «tüziikât» demiş­
tir. Kurultay ise meclis kurmak sözünde olduğu gibi derlenip toplanmak demek
ise de Moğollarca bu zadegâna mahsus bir toplanmadır. Türkler milli işlerini ko­
nuşmak için «kenkeş» yaparlar ve «kenkeşmek» mastarını kullanırlar ki enine boyuna
konuşmak demektir ve kenkâşlara halk iştirak eylediği için demokrasiye de uyar.
Sözün kısası Oğuz türkleri ta Orhon kitabelerinde bıraktıkları yazıya göre,
o zamandanberi yazma bir edebî bayata girmişler ve bugüne kadar muntazam bir
hükümet halinde yaşayarak medeniyetçe diğer milletlerden geri kalmamışlar ve hü­
kümet tarzlarının insanlarca bulunan en mütekâmili olan cümhriyeti de candan
ve yürekten kendilerine mal edinmişlerdir.
işte bu eserde bahsedeceğimiz şahsiyet te Oğuz türklerinden, milletin istiklâ­
lini kurtarmaya çalışmakla şan alan bir zattır.
Celâlin tercümei hali hususi kâtibi Horasanda kâin Nesa’da doğmuş Ahmet oğ­
lu Mehmet tarafından yazılmıştır. Kitabının tek nüshası Paris milli kütüphanesin-
dedir. Aslım neşreden fransız müslaşrıkı Mösyö O. Houdas 1895 te tercümesini de
neşretmişti. Ben aslı ve tercümesi karşımda olduğu bolde bu eseri yazdım. Kitabın
7
orapşası biraz iranî tarzda süslü ve (işekli yazıhntjtır. Bu üslûp bizim okuyucuların
zevkine gitmez. Ben tercümede o külfeti kaldırdım, anladığımı yazdım. Bu suretle
okuyucularımı da cinaslardan, istiarelerden kurlardım.
Kitap Celâlin vefatından on yıl sonra yazılmış ve bu münasebetle bitaraflığa
daha ziyade riayet gösterilmiş, hakikat olduğu gibi naklolunmuştur.
İşle sözüm burada bitti, şimdi tercümeye başlıyalım. ;

NECİP ASIM
Bütün tarihleri okuduktan sonra şunun farkına vardım ki müverrihler kendile­
rinden önce gelenlerin eserlerine biraz şey ilâve ve azıcık şey çıkarmak ve kendi
zamanlarında olan vak’alardan bir iki şey nakletmekle iktifa ediyorlar, bu ise insana
kanaat vermekten pek uzak bir iştir. Yani müverrih var, müverrihçik var, ikisi ara­
sında da büyük fark var; bahsettiklerini görüp yazmak başka, kalan eser ve izleri
gözden geçirip tasvir eylemek yine başka.
Burası böyle olmakla bearber «İbnilcsir» diye meşhur olan Ali bin Abdülkeri-
min «Kâmil» atlt tarihi milletler hakkında umumî ve hele acemler yani arabın gayri
olana dair muhtelif müelliflerin verdiği malûmatı ihtiva etmektedir. Ibnilesir işte
bundan dolayı kitabına «Kâmil = tam» adını vermekte haklıdır; burada verdiği
tafsilânn bir kısmını, bahscylcdiği milletinin dilinde yazılmış eserlerden almış ve
bu suretle adi istidlâllerle vasıl olabilmesine imkân olmıyan vasıl olduğu dereceye
ermiştir. Hakikaten Ibnilcsirin kitabında görülen rivayetler bunları müracaat eyle­
dikleri kimseler ağzından toplanmış olduklarını göstermektedir. Hattâ kendim, dün­
yanın ve dinin baisi iftiharı olan Ebülfeth Mehmet bin El Aslan bin Atsız bin
Mehmet bin Niştikinin ve oğlu Celâlüddnin ahvali hakkındaki malûmatı
okuduktan sonra mühim ve şanlı vak’aların hiç birisini ihmal etmediğini ve ancak
hafif bir iki hata işlediğini gördüm; hayret eyledim.
Başlıca düşüncemiz vak’aların izini çizmek, hatıralarını ebedileştirerek onlar­
dan tecrübeye esas olacak malûmatı çıkarmak olduğu cihetle karilerimiz bundan ta-
mamile haz duyacaklardır. Filhakika tali bu hükümdarı bir oyuncak yapmıştır;
bazan tali onu yükseltir, bazan indirirdi. Bir gün ateşinin yalımını söndürür, ve
.hemen tekrar yandırır, böylece kendisine yücelik ve şeref verir, yahut makhuriyet
ve mezellete atardı. Kendisini mahvedeceği bir anda iktidar mevkiine çıkarır, ikbalin
evç noktasına çıkacağı esnada da onu en sert iptilâlara duçar eylerdi. Bu hususa
kanaat getirmek için on bir yıl içinde on bir meydan muharebesi verdiğini ve bu
müddet esnasında bazan müthiş bir hükümdar, bazan, matrut ve mülteci sıfatında
Türkistandan Hindistan hudutlarına, oradan, Rum memalikinin (Anadolunun) gö­
beğine kadar gittiğini düşünmek elverir.
' ' ' Şimdi iştirak ettiğim veya iş içinde bulunan şahitlerin ağızlarından işittiklerin
; v hikâye edeceğim başkalarını bırakacağım.
10
' Müverrihler Mehmet bin Tik üş zamanına kadar tarihlerini yazmışlardır. Bu
zat babasından kendisine miras kalan Horasan ve Harzem üzerine olan Irak ve Ma-
zenderam, sonra bu birinci mücevher üstüne German, Mekran, Keş, Secistan, Gur,
Gazne, Bamyan ülkelerini bütün düzlük ve dağlık yerlerile birlikte ta H int hudu­
duna kadar elegeçirdi. Bütün bu fütuhat kılıçlar kınından çıkamıyacak bir hale
geçmezden ve kadınlar mücevherlerinden mahrum edilmeden elde edildi. Bu yerle­
rin fethi çarpışmadan, döğüşmedetı, zorluk görmeden, harabeler vücude getirmeden,
yalnız bu hükümdarın hürmetle ilka eylediği korku ile husule geldi. Mehmet bin
Tiküş Hitay (şimali Çin) hükümdarları, Türk hanları, Mavcranünnchir beylerine
karşı mücadele etti; bir takımlarının mülkünü ellerinden aldı, bir kısmının burunla­
rım kırdı, kalanları da ta Çin hudutlarına kadar kaçırdı. Takriben memleketine
dört yüz şehir ilâve etti. Böyle muvaffakiyet herkese nasip olamaz.
Mehmet bin Tiküşün adı Faris, Frran, Azerbaycan ve hattâ Derbend, Şirvana
kadar minberlerde yadedildi. Bu da Faris Atabeği Sad bin Zcngi ile Azerbaycan
Atabeyi Uz bey bin Mehmedi bozduğu yıl vaki oldu. Bu galebeden sonra hutbe
kendi adına okunmak ve her yıl vergi vermek üzere Sad bin Zengiyi azat eyledi ve
Uz Beyi takipten vazgeçti.
Bu hükümdarın muvaffakiyetleri ortalığı altüst eden Tatar belâsı çıkıncıya
kadar sürdü. Sayısı bilinmiyen ve daima tazelenen Tatar kıt'alarr o büyük eseri ve
müridini boğdular. Ben arkadaştan boğulmuş, kendisi bir kayaya atılmış bir adama
benzedim, işte bundan sonraki o müthiş halleri okuyucularımın gözleri önüne iyice
yaymak için bu Tatarlar ve bunlann muhaceretlerini tasvir edeceğim.

BİRİNCİ FASIL
Tatarlar ; bunlann iptidası ve memleketleri

Sözlerine inamlabilen adamlar bana Çinin geniş olduğunu, ala ayda etrafı
dolaşılabileceğini söylediler. Bu imparatorluğun etrafı tamamile yüksek dağlar, ge­
niş nehirler müstesna olmak üzere yekpare duvarla çevrildiğini haber verdiler. Ku­
runu kadimedenberi burası ala kısma aynlmışnr. Herbiri birer aylık yol olmak
üzere, birer Han tarafından idare edilir, bu Hanlar Çin fakfuruna itaat ederler. Sul­
tan Mehmedin muasırı olan Fağfur Altun Han idi{‘]. Hükümdarlık büyükten bü­
yüğe intikal eylerdi. Hanlar Ham bermutat Ycn-King şehrinde oturur ve kış gelin­
ceye kadar nehir kenarlarına göçer dururdu. Kış geldiği gibi Fağfur ve milleti Keş­
mir civarında Ganj (Sint) nehrini geçerler,ova ve vadileri itibarile bir misli olmı-

('} Bu unvan Niu-Çin’ler tarafından Çinde teşkil olunan Kin İmparatorluğuna


verilen unvandır.
, - . < 11
■j t a bir deniz mıntakasıtıa giderlerdi. Bu mevsimde Han tarafından mansup olan
, e »la H*n Çinde oturur ve memleketi korurlardı. ■
T \ ’ Alnın Han zamanında bulunan Hanlardan birisi Çengiz Hanın £ halasüe
evlenmiş olan Duşi Handı. Çengiz Moğol kabilelerinden «tKayat» lann Burçukin
oymağındandBunlar çöllerde gezer kışlarım da Aragun da geçirirlerdi^3}. Bu
kabile Türk aşiretleri arasında yaramazlık ve gaddarlıkla meşhur oldukları gibi
Çinliler de bunların fenalıklarına mâni olmak için kendilerini boş bırakmazlardı.
Çengizin halasının kocası olan Duşi Han, Altun Hanın bulunmadığı bir sırada
Cldii. Çengiz halasına gitti. Taziye eyledi. Dul Hatun kocasının öldüğünü müte­
veffanın komşuları olan Keşlu ve çengiz Hana [ ’} bildirdi. Hatun kocasının ço­
cuğu olmadığından yerine yeğeni Çengiz Hanın geçirilmesini ve bunun iki komşu
arasında iyi geçinebileceğini bildirdi. İki komşu Hatunun bu halini beğendiler, ko­
casının yerine geçirilmesini münasip buldular; Altun Han geldiği zaman kendisini
siyanet edeceklerini vadeylediler. Şu suretle Çengiz eniştesinin yerine geçti. Etra­
fına en vahşi arkadaşlarım toplayabildi.
Altun Han payitahta döndükten sonra mabeyncileri gaybubeti zamanında vaki
olan işleri günde birer ikişer arzeylemeğe başladılar. Çengiz Hamn hediyelerini
takdim ettiklerinde imparator çok kadı, iki Hanın bu cesaretlerine şaşa. Hemen
hediyeleri getiren adarın kuyruklarının kesilmesini ve böyle geri gönderilmesini
emretd. Huzurdan çıkan mabeyinciler Çengiz Hana söğüp saydılar, iki hant da bu
hareketlerinden dolayı tekdir ettiler, Çengiz ile diğer iki Han canlarından kork­
tular.

İKİNCİ FASIL
Çengiz ve iki arkadaşının isyanından sonra olan haller

Bu üç müttefik metbulannı bıraktıktan sonra ittifaklarım bozmtyacaklarına


ahdü ittifak ettiler. Bu ittifak ve isyan üzerine Çengiz Han arkadaşlarını yanma
çağırdı. Altun Han bunları tekrar itaate getirmek için teşvik ve korkutma yolunu
tunu. Bunun için elçiler gönderdi. Bu davet ayrılma arzusunu arttırmaya yaradı.
Onlara her müracaatta kulaklarım tıkıyorlardı.
Altun sulh teşebbüslerinden ümidini kesti. Asker ve silâh toplamaya başladı.
Fakat ilk müsademede fena halde bozuldu. Ordusunda bulunan Çurçe yani Nin-çS.

[’] Çengimin asıl adı Temuçin idi. Çengiz, yani padişahlar padişahı adım elli
•- bir yaşında aldı.
[3] Burası yukarı Amu nehrine dökülen Tula, Kerulan, Onan nehirlerinin
şıklığı dağlar üstünde bir mevki adıdır.
[3] Bu meşhur Çengiz değil, diğer bir Hanın lakabıdır.
le r ve tü rk le r ço k zayiata u ğ ratıldı. B ununla beraber.A ltun H an ufa kbir kuvvede
k açtı, G anj n e h rin in ötesine gitti. A rkasından bıraknğı memleketi müttefikleri elde
ettiler. B u y üzden m ü ttefik lerin ordusu kendilerine iltihak eden çapulcu türklerle
d o ld u . >
işle rin fena g ittiğ in i, ordusunun dağıldığım , nüfuzunun azaldığım gören Al­
tu n H a n b arışıklık istedi. Em ri vakii kabul ediyor : geri kalan ufak arazi ile iktifa
eyliyor, azı k u rta rm a k için çoğu veriyordu. M üttefikler bunları kabul ettiler.
A ltu n H an ta ra fın d a n korkulacak b ir şey kalmadığından müttefikler Belasa-
g u n [* ] üstüne g ittile r. Şehir ve etrafım zaptettiler, işte bu esnada Keşlu H an öldü.
Y erine gene bu a d ı taşıyan oğlu geçti. Y eni hüküm darın pek genç oluşu Çengiz’i
eski ittifak ım bozm ağa şevketti, ik i taraf birbirine kabahat yüklemeğe başladı, söz-
şiddet kespettiği g ib i K eşlu H an m üttefiklerinden ayrıldı.

ÜÇÜNCÜ FASIL
Keşlu H anın başına gelenler

Çcngiz H anla a ra la n açıldıktan sonra Keşlu H an başındaki kabileleri Kaya-


lık { 2} ve A lm alık h u d u d u n a kadar götürdü. Bu memleketlerin hükümdarı olan As­
lan H an oğlu M endu H a n Keşlu H an ile tedafüi bir ittifak akteyledi. Bunun üzerine
K eşlu H an M em duhan m emalikine doğru gelmekte iken Hitay hükümdarı hanlar
h am K ur H an, Sultan M ehm et bin Tiküş ile ettiği son muharebeyi kaybederek ace­
le ile K âşger hududuna doğru kaçmakta idi. M emduhan Kâşgere iltica eden Kur
H a m elde etmek için K eşlu H am o tarafa gitmeğe teşvika başladı.
— Eğer, diyordu, bu ham elegeçirmeğe m uvaffak olursanız Türk Hanlarından
asla m ukavem et görmezsiniz.
Fakat bu m ülâhaza yanlış ve tehlikeli idi. Bu teşvikler esassız ve tehlikeli idi.
M em duhan bu hanedanın günleri sayılı olduğunu ve yakında inkırazına ağlanacağı­
n ı bilm iyordu. Keşlu H an , K ur H anın mevkı'ce yüksekliğini ve adının sanının bü­
yüklüğünü düşünüyordu. Fakat Memduhan, m üttefikinin maiyetinde bulunan sipah
beyleri ve Alpleri fikrine uydurdu, iki müttefik Kayalıktan çıknlar. Kur Hanı Kâş­
g er hududunda bozdular. Kendisini esir ederek tahta oturttular. Merasim esnasında
Keşlu H an, hüküm darın yanında mabeyind gibi bulunur, en ufak şeylerde bile re­
yini alır, fakat nadiren aldığı iradeleri yerine getirirdi.

[ ‘J Belagun Türkistanda Buğu Han tarafından tesis ve payitaht ittihaz olu­


nan bir şehirdir. M evkii Semerkand’in takriben iki derece farkındaydı.
[*J Kara Hitaylara ait olan bu iki şehirden birisi Balkaş gölüne akan iki ırma­
ğın üzerinde, İkincisi Uygur elinde Kızılbaş gölünün cenubundaydt.
13
V V*

' ^Sultan Mehmet bin Tiküş Kur Hanın Kcşlu tarafından esir edildiğini ve bunun
\ e l i n d e k>bulunan kıymetli taşlan ve saireyi aldığım işittiği gibi bir elçi ile kendisine
r- fa »özleri söyletti:
~ ' • — Hanlar hant kendisine kurduğum tuzaktan kurtuldu, ilk rasgeleceğin eline
düşecek bir ganimet gibi kaça. Talii ikbal evcinde iken neden kendisine müracaat
etmediniz? Şimdi kendisini mülkünden kovduktan, eski yardımcı ve müttefiklerinin
kılınnt koyduktan, kızı Tugacı Hatunu bana n âh etmek üzere sulh ve bu suretle
hâzinesinde bulunan bütün kıymetli taşlan ve değerli şeyleri bana gönderecek, yalnız
memleketinin kalan enkaz ve kılıçtan kunulan adamlarına kanaat eyliyecek bir hale
düştükten sonra böyle yıkılan bir kimseyi esir etmek lâyık mı idi? Eğer siz ve sizin­
kiler yerlerinizden emin olmak isterseniz, bunun kolajı elinizdedir? O da hemen
bana Kur Hanı ve kızını ve hâzinesini göndermektir? İstediğimi yapmazsanız üstü­
nüze geleceğim, o zaman sizi bir şey kurtaramaz.
Kcşlu Han buna aciz ve itaatle cevap verdi. Ayni zamanda memleketinde çıkan,
tafsilen yazılsa sütunlar teşkil edecek olan şeyler gönderdi.
.«■ Yalnız Kur Hant göndermediğinden affını dilemişti.Çünkü Kur Han kendisine
şöyle demişti :
— Sultan ve babası vaktile bana vergi getirirler, itaatlanm arzederlerdi. Pek çok
defalar imdat eylemiştim, bunu âlem bilir. Tali, ummadığı halde sultana yar olunca
bana harp ilân etti. Dünyada en aziz bildiğim kızımı nikâhla vermek üzere sulhu
kabul etmiştim. Bununla kurtulmak istiyordum. Bunca yalvarmalarım sulta-
nın kulağına girmedi, memleketimin kalan enkazım da istedi. Şimdi bunda ısrarı
ölümden daha ağır olmak üzere alnıma br zül damgası vurmak içindir.
Kcşlu Hanın gönlü bu sözlerden müteessir oldu; eğer Kur Ham teslim eylerse
kendi hakkında türklerin neticesi fenaya varacak bir harekette bulunacaklarım ve
belki bu yüzden silinmez bir leke ile lekeleneceğini düşündü, işte bundan dolayı
sultanın teslimi hakkındaki talepleri gündengüne geciktirdi. Sulcan da bunu anladı.
Bu iş için en son defa sultan tarafından elçi olarak gönderilen Nesa’lı Emir Mah­
mut bin Kara Kasım bana hikâye ederek :
« Metbuumun emrile kullandığım ağır sözlerden dolayı Keşlu Han bana pıran-
ga vurdu ve bu ceza sultanın atlılarile Keşlu arasında vukua gelen bir müsademeye
kadar sürdü. Böylece esaret bağlarımdan kurtulduktan sonra sultanın sarayına git­
tim. Sulun gösterdiğim metaneti, çektiğim meşakkati öğrenmişti. Beni hüsnü kabul
eni. Ne gibi bir dileğim olduğunu sordu. Ben de Horasan âmilliğini istedim. Ihsan
eyledi.»
Bu yeni valinin maiyetinde bulunan reisler bunun zulmünden, kahrından
pek bizar oldular. Halkın «uğursuz yılı» dedikleri 615 H. (1218 M.) senesine kadar
emir zulümde devam ediyordu.
Hüsnü münaseban, muhasamalan kaldırdıktan sonra sulun askerleri içinden
altmış kişi ayırdı. Keşlu Hanın kibrini kırmak ve elinde bulunan H anlar banını ab
mak için gönderdi.
Bundan evvel gönderdiği kuvvetler de Kâşger taraflarında muvaffakiyetler ka­
zanmıştı.

DÖRDÜNCÜ FASIL
Keşlu Hanın Çengizin oğlu Coci elinde telef olduğu

612 H. 2 Mayıs 1215, (20 Nisan 1216)

Çcngiz Keşlu H anın Kâşgerde Belasagunu aldığını, Kur Hanı esir ettiğini işit­
tiği gibi oğlu Coci’yi yirmi binden ziyade bir askerle gönderdi. Bu seferden maksat
Keşlu Hanın terakkisine mâni olmak, kuvveti köklenmeden kurutmak idi.
O esnada, Sultan Keşlu Han üstüne altmış bin askerle yürümüştü. Fakat Irgız{‘}
nehri kenarına vardığı zaman suları donmuş buldu. Buzların çözülmesni beklemeğe
karar verdi; oraya kondu. Buzlar çözüldüğü gibi hemen Kcşlu’yu aramak için sü­
ratle harekete geçti, işte bu aralık müfrezelerinden birisi kendi tarafında bir süvari
Kıt'asının hareket etmekte olduğunu bildirdi. Bundan az sonra bunun Coci Han
olduğu ve Kcşlu’yu yakalayıp başını kestiği haber alındı. Moğollar tamamen galebe
etmiş, aldıkları bir çok ganimetler esmer toprakları karartmış».
Coci Han sultana bir adam gönderdi. Ayağı tozlarına yüz sürdüğünü, hududu
geçmesi fena bir niyetten değil, ancak kendisine hizmet için olduğunu arzeyledi. Ve
sultanın rahatını bozmak istiyen Keşul ile arkadaşlarını bundan dolayı tedip ettiğini,
çoluk çocuklarını esir aldığını, elde ettiği ganimeti bu işi görenlere ihsan etmek,
yahut birisini göndermek sultanın iradesine bağlı olduğunu bildirdi. Babası Çen-
giz’in de sultana karşı hürmette kusur etmemekte olduğunu da ilâve eyledi.
Sultanın maiyetinde Coci askerinin iki kuvveti vardı. Bundan dolayı Coci’nin
gösterdiği temellük ve tevazu sultanı teskin edemedi. Moğol kuvvetlerini kül gibi
dağıtacağı zannında bulundu. Şu cevabı gönderdi :
« Çengiz sana benimle harp etmemeyi emretmiş ise, Allahütcalâ bana seninle
harbetmeyi emrediyor. Ben bu harbi edersem bana en büyük mükâfatlar verir. Ba­
na göre sen, Keşlu Han ve Kur Han hep birdir; çünkü hepiniz puta tapar, müşrik­
siniz. Mızraklar çarpışacak, kılıçlar birbirine girecek, vaktine hazır ol.»
Coci işin harpten başka halline çare kalmadığını gördü, sultanın sol cenahı
üstüne yürüdü, fena halde ric’at ettirdi, tam bu esnada sultanın sağ cenahı harekete
geçti, o da büyük bir galebe kazandı, bundan bir muadele hâsıl oldu. İki ordu ertesi
gün işe başlamak üzere ayrıldılar. Akşam Moğollar ordugâhlarında meşaleler yak­
alar, fakat bütün kuvvetlerile bir gecede iki konak uzağa kaçnlar.

£’} Baykal gölünün bir derece şimalindedir.


15
j^ r.! Moğollar sultanın gözünü pek korkutmuş, onlardan bahsederken «böyle düş-
'man görmedim» dedirtmişti.
Sultan Scmcrkandc döndüğü zaman maiyetinde bulunan emirlere kürkler da-
ğıtt, mukatıalar ihsan eyledi. B u a pehlivana Kutluğ H an, Ağıl Hacibe inanç Han
, Unvanlarını verdi. Hulâsa bu işte yararlıkları görülenleri mükâfadandırdı.
Moğolların ilk terakkileri üzerine verdiğimiz şu malumatı tamamlamak için
sultanın bundan sonraki halini de yazıp, arkasından asıl maksadımız olan Celâlüd-
din Menkubirti’nin hallerini tafsil eyliyeccğiz.

BEŞİNCİ FASIL
Sultanın Iraka gitmesinin sebepleri

614 H. (10 Nisan 1217, 30 Mart 1218)

Sultan haşmet ve iktidarının güneş gibi parladığını ve dört yüz bini aşan atlı
askerinin muhteşem bir kuvvet olduğunu görüyor, mağrur oluyordu. İşte böyle bir
anında Sclçukîlerin haiz oldukları nüfuzu, Bağdat üzerindeki hakimiyeti çekemiyor
idi. Bunun için Selçukîler elçiler gönderdi ise de bunlar onun önünde Maveraün-
nehir ve Türkistanda nekadar meşgul olduğunu bildiklerinden bir cevap vermiyor­
lardı. Vakıa da öyle di, bir kabilenin işini bitiriyor, derken adım sanım bilmediği
• bir aşiret daha çıkıyordu. Bununla beraber maksadına ermek için vasıtalar tedari­
kinden geri kalmıyordu.
Sultanın hususi bir hürmetini kazanmış olan Harezmli kadı Mecirüddin Amribnı
Sad birkaç kere Bağdada gönderilmiş olduğundan şöyle hikâye eylerdi. Selçuk di­
vanında bulunan âza şu surede müddcamızı ret ile dediler ki :
«Hükümetler arasındaki ihtilâflar, talilern yıkılması, Bağdadın hariciler tara­
fından alınması, imam Elkaim Biemrillâh’ın Bağdadı bırakıp Haditsa Ana'ya kaçma­
sı, Mclikşah oğlu Tuğrul Beyden imdat alması, şu bütün cihanın bildiği vukuat Selçu-
kilerin Bağdat üzerindeki hakimyetini elzem kılmıştır. Eğer böyle olmasa, her şey
tabii bir halde olsaydı Hilâfete bir yük yükletmek doğru olmaz, kendi dediğine bı­
rakmak lâzımgelirdi. Hattâ biz bile size ihtiyacımız olduğu zaman — Allah göster­
mesin — size bu yolda cevap verdik. Kendisine Cenabı hakkın okadar yerler ihsan
eylediği halde hâlâ daha uzaklara tama ediyor, halife memalikine göz dikiyor.»
Mccirüddinin rivayctince, Selçuk divanı avdetinde yanına şeyh Şehabüddin Seh-
reverdi’yi kamlar. Şeyhin memuriyeti sultanın istediklerini şer’î delillerle reddetmek,
kendisini bundan vazgeçirmekti. Buna dair birçok muhabereler oldu, fakat bir netice
alınamadı. Eskilere bir şikâyet daha ilâve edildi. Selçukîer Melekeye giden selçuk
hanlarını horlayorlardı. Hattâ sultana, Ismaililerin reisi olan Cclâlüddin Elhasan'ın
tebaasına daha iyi itibar edildiğini de ilâve olarak haber verdiler. Bu da yara üstü-
- ne tuz biber ekmek gibi bir tesir uyandırdı.
Kendim de Kadı Mecirüddinden şunu işittim; Sultanın şeyh Şehabüddin hali­
kındaki duygulan pek iyi idi. Buna da sebep mevkiinin yüceliği, muasır şeyhlerden
ziyade yüksek bulunuşuydu. Bundan dolayı divanın diğer elçilerinden ziyade hak­
kında fevkalâde hürmet ve riayetler gösterildi. Herkes mecliste yerleştikten sonra
şeyh şöylece söze başladı : Abbasîler adına söz söylendiği zaman onlar hakkında bir
hadis irat etmek demektir. Böylece bahsolunacak mesele hakkında saadet celbedil-
miş olur. Sultan buna müsaade eyledi, kendisi de diz çöktü. Şeyhin irat eylediği ha­
disin meali, Ali Abbasa ziyan getirmemekten ibaretti. Hadis okunduktan sonra sul­
tan söze başladı :
— « Hernekadar Arapça bilmez bir Türk isem de okuduğun hadisi anladım. 1
Ben Abbasîlere fenalık etmedim, kendileri hakkında da hürmette- kusur
eylemedim, fakat Emirilmümininin hapishanelerinde birçok Abbasî bulunduğunu,
bunlar ebedî kalmağa mahkûm oldukları için orada döl duş sahibi olduklarım ha­
ber aldım. Eğer şeyh efendi bu hadisi Imamülmüsliminin kulaklarına fısıldarsa daha
münasip, daha faydalı ve daha tesirli hayatî bir iş görmüş olurlar.»
Buna şeyh cevap verdi :
— Halifeye biat olunduğu vakit kitap, sünnet ve icmai ümmet üzere hareketi
kabul olunur. Eğer, halife bu hakka dayanarak, milletin selâmeti için müslümanlar-
dan bir cemaati hapse tıkarsa, bundan mes'ul olmaz, yalnız bunun emsali bulunmak
şarttır.
Bu nokta üzerinde uzun bir münakaşa başlardı, bu münakaşayı yazmıyacağım,
çünkü böyle meseleler üzerinde susmak en akıllıca harekettir.
Şehabüddin mevcut meseleler gerginliğini muhafaza ettiği halde geri gitti. Bun­
dan az zaman sonra sultanın Irakı Acemde kaymakamı olan Ağlamış Ala Beği'ye
Ismaililer suikast ettiler. Bu adam Mekkeden dönen hacıları karşılamaya çıkmışa.
Hacı kılığına giren Ismaililer kendisini öldürdüler. Sultan adına Irakta hutbe okun­
maz olmuştu. Memleketi cekrar idaresine almak için sultan o tarafa hareket etti.

ALTINCI FASIL
Sultanın Irakı Aceme hareketi, bu eyalette başına gelenler.

Ağlamış’ın Irakı Acemde iki memuriyeti vardı. Orada sultan adına hutbe okut­
mak, eyaleti itaat alanda tutmak. Bu memura suikast edildikten biraz sonra Erran
ve Azerbaycan Emiri Uzbek bin Mehmet, Faris hükümdarı Sad bin Zengi, Ağlamış
in vefaa üzerine ortalığı boş bularak bu eyaleti zapta kalkışmışlardı. Bunlar sulta-
nınnm pek uzaklarda türklerle uğraştığım biliyorlardı.
Uzbek başına topladığı kuvvetle Irak üstüne hareket eyledi. Ahalinin muva-
>: • : ■ 17
V' . v' •
'>fak»ti ile Isfehana girdi, diğer taraftan Sadibni Zengi de Rey üzerine gitti, bu şe­
hirle beraber Kazvin, Rey civanndaki Khar Scmnan şehirlerde etrafını zapteyledi.
! '' Bu halin haberleri çabucak Semerkandde bulunan sultanın kulağına değ*
. di. Bu iki mütecavizin haddini bildirmek için hemen hareket etti. Bunun için asker­
lerinden yüz bin kişi seçti. Bu kuvveti Türk hududunda Maveraünnehirde birleştir­
dikten sonra Kumis’c f1} gitti. Orada tekrar askerini gözden geçirdi, içlerinden on
iki bin hafif süvari ayırdı; süratle hareket etti. Daha hareketi duyulmadan kendisi
Rcy'in yeni nahiyelerinden birisi olan Ccbcli-Burzuk ’a vardı. Burada çadır kurmuş
olan Sad bu askerlerin koşuyor mu, yoksa uçuyor mu diye hareketlerine şaşmış ve
bunlar, oralar, kendi elinden almağa gelen Uzbekin askeri sanmış, atına binmiş,
bunlarla savaşa başlamıştır.
Sultan Ata Beyn şevk ve cesaretle harbettğini görmüş, henüz açılmamış olan
şemsiyesinin açılmasını cmrcylcmiştir. Ata Beyin arkadaşlarından bunu gören Beyler
hemen geri dönmeğe kalkıştılar. Ata Bey Sad'da atından indi, yer öptü. Yanına ka­
dar gitmiş olan bir atlı kendisini bukağıladı, sultanın huzuruna götürdü. Sultan
hakkında bir karar vcrinciye kadar muhafazasını emretti. Ata Bey bir yük katırına
. bindirilerek Hcmedana getirildi. Emir orada sultan aşağıda hikâye edeceğimiz tarz­
da Uzbck işini bitirmeyi düşündü.
Ata Bey Sad, Nusratüddin Mehmet bin Nuştegin, Uzbekin kaçışında esir edi­
len emiri Rebibüddin Ebülkasım bin Ali hep birlikte Hemedan at meydanına ge­
tirdiler. Orada sultan çövkân oynarken, tahkir için ayakta bekletilirlerdi. Bu hal
affolundukları güne kadar sürdü.

YEDİNCİ FASIL
Ata Bey Uzbck’in hali ve Isfahandan çıkışı, yakalamak üzere iken kurtuluşu

Yukarda adı geçen vezir Rebibüddin devrinin mühim şahsiyetlerinden, uzun


müddet divan işlerini çevirmiş kimselerdendi. Emir Celâleddin, memleketin iki hü­
kümdarından Azerbaycan ve Erran’ı alıp buraları temellük ettiği zaman Rebibüd­
din uzlet ihtiyar eyledi; evinde bir medrese tesis eyledi, vaktini ibadetle uğraşmağa
başladı.
Bu Rebibüddin bana şunu hikâyet etti :
« Uzbek Isfahanda iken Sad'ın halini ve tutsak olduğunu anladığı gibi korku
ve telâşa düştü, durmak mı, kaçmak mı lâzımgeleceğini bilemedi, dünya kendisine
dar geldi. Kendisini tehdit eden tehlikeden kurtulmak için payitahtına dönmekten
başka düşüncesi kalmadı. Atma bindi, Hemedan yakınına kadar geldi. Sultanı

(1 ) Rey ile Kişabor arastadaki merkezi olan T’aberislantn geni} bir nahiyesidir.
Celâl — 2
18
Rey’dc ordu kurmuş, yahut İsfahana yönelmiş sanıyordu. Hemedana bir günlük^yol
kaldığı zamanda, sultanın orada olduğunu, kendi hakkında havadis toplamakta ol­
duğunu, her tarafa casuslar ve keşşaflar gönderdiğini haber verdiler. Bu havadis
cesaretini ve bütün kolunu, kanadını kırdı. Bütün plânlan altüst olmuş, kendi
aleyhine dönmüş gibi görünüyordu. İleri veya geri gideceğini bilemiyordu. Şu müş­
kül hal için arkadaşlarına müracaat eyledi, tedbir ve nasihat diledi. Bir takımları
Isfchana dönmeyi, bir taktını da hafif bir maiyet ile Azerbaycana kaçmasını, yağ­
macılara hedef olmak ve ramalarını gıcıklamak için kuvvci külliyeyi geride bırak­
masını tavsiye ettiler. Rcbibüddin dedi ki :
— Bana gelince bunların reyineasla yaklaşmadım, Uzbeği Kazvin kalesine ka­
panmasını tavsiye ettim. Hazır yakında bulunan bu kale dünyanın en metin kalesi­
dir. Buna kıyas edilecek bir sarp yer yoktur, burası o zaman Uzbck elinde idi. Uzbek
dedi ki : «Buraya kapanmakla sultana ne ziyan yapabilirim. Irakta bulunan emir­
lerinden birisine gelip beni muhasara etmesini emretmesile iş bitmiş olur.».
Şu münakaşanın en açık neticesi Uzbekin ağırlıklarını, hâzinesini ve ordusunun
kısmı küllisini Iiıııir Nusrcdüddin Mehmet bin Piştegin ile Tebrize doğru gönder­
mek; Nusrcdüddin bu şehirde kendi selâmetini aramakla beraber, Uzbeği takip
edenlerin dikkat nazarlarını oradan ayırtmak oldu. Uzbek te maiyetinde bulunan
sadık türklcrdcn iki yüz kişi alarak, sarp ve izbe yollardan, dağlardan, derelerden
aşıp izini belli etmeksizin Azerbaycana yöneldi.
Rcbibüddine gelince ettiği kabahat, şeytana uymak kabilinden bir şey olmakla
affetmesini sultandan diledi.
Kcbut came mukataası âmili silâhtar emir Dokcek bir gece Nüsrediittin'in ağır­
lık ve muhafızlarını bastırdı, bir kısmını kesti, doğradı, diğerlerini her tarafa dağıttı
ve firarileri Azerbaycan nahiyelerinde akan El’ebyaz{'} nehri üzerinde kâin Me-
yane’ye kadar takip etti. Nüsredüttin maiyeti ile esir edildi, hazine ve yükler, san­
cak ve muzika takımları tutanlar arasında bölüşüldü.
Terbiye ve itaat gevşediği, kimse kimseyi tanımadığı bir zamanda Rcbibüddin
de tutuldu, sultana götürüldü. Sultan kendisine gönderilen adamın sözlerine inan­
madı, bozgunluk esnasında yakasını kurtarmak için uydurulmuş bir tedbir sandı.
Sultanın şu hali mülâhaza olunursa düşmanlarını nasıl kahreylediğine hayret
olunur. Ata beğe Sad ve vezir Rebibüddin ile emir Nüsredüttin Mehmet esarete
kaldı. Hcrgün at meydanına götürülüyor, arkadaşları tahkir ediliyordu. Bu hal
sultanın mühürdarı olan Nusayrüddin Devletyar’ın avdetine kadar devam etti. Bu
memuriyet Harzemşahlar devletinde beğlikçilikten aşağı idise de Selçukilerde on­
dan yukarı idi.
Ata Bey Uzbeğin takipten kurtuluşundan az sonra sulta, Nusayrüddin’i onun
yanına göndermişti. Bu teşebbüsün sebebi hutbe ve sikkeyi sultan namına okutup
başarmak ve hâzineye her yal vergi vermeğe teşvikti. Oz beğ ise hemen sultanın
£■} Reşl civarında Hazer denizine akan Sejidrud nehridir.
19
emrini yerine getirdi. Her yerde şenlikler yapıldı, slutana paralar hediyeler takdim
olundu. Kazvin kalesini de terkeyledi. Fakat gürcülerin taarruzundan dolayı vergi
vermemekte mazur tutulmasını bildirdi.
Sulan özrünü kabul etti, vergiyi bağışladı, gürcüler de Oz beğin memleketi
sultanın olduğundan oraya taarruz etmemeleri bildirildi. İlerde bildireceğimiz se­
bepler dolayısilc sultan Irak’tan ayrılmamış olsaydı, Oz beğin onun maksadı Gür­
cistan'da da adına hutbe okutturmağa muvaffak olacağına şuüphe yoktu. Zaten sul­
tan Gürcistana elli bin asker gönderilmesini emreylemişti. Sultanın elçisi avdetinde,
bir takım hediyeleri hamil olan gürcü elçisi ile birlikte gelmişti. Fakat bu iki elçi
sultana Ceyhun’u geçtikten sonra mülâki oldular.

SEKİZİNCİ FASIL
Nusradüttin Mehmet bin Piştcgin’in esaretinden sonraki hali

Nusradütlin Mehmet hergün at meydanına götürülür, sultan çövkân oynarken


ayakta tutulurdu. Bir gün sultan esirin her iki kulağında bilezik büyüklüğünde bir
halka bulunduğunu gördü, bu zeynetin manasını sordu. O da dedi ki :
— Davut oğlu Sultan Alp Aslan bir harpte Gürcülere galip geldikten sonra,
emirlerin tutsak tutulacakları yerlere götürülmesini emreyledi, sonra da onları af
ve âzat eyledi. Fakat kulaklarına sultanın adı yazılı birer halka takılmasını irade
etti. Çok zaman geçince bu hanedanın esası mahvolduktan sonra herkes bunu tâbi­
iyet alâmeti olarak kullanmaya başladılar, yalnız büyük babam İslama girmiş oldu­
ğundan memleketini ve ahlâfınt bu tabiiyetten kurtardı, bu imtiyaz islâmiyetin ni­
met ve büyük babamın ulüvvü himmet eseridir.
Sultan bu hikâyeden mebhut kaldı. Kendisi de böyle namını ipka edecek ve
babadan oğula intikal eyliyccek bir iş yapmak istedi. Hemen Nusredütdn’e resmî
bir kürk verdirdi, hemen kendisini meydana getirdi, birlikte çövkân oynadı. Irak’tan
çıkacağı esnada kendisine beylere mahsus fevkalâde kürk ihsan eyledi. Bir kahra­
man Nusrcdüttin’e atalarından kalan memleketleri, Ahr £1} ve Veravi [2] şehirlerde
mülhakatım temlik etti, sonra Oz beğin kendilerinden aldığı şehrin adını sordu,
o da Lerak £3} olduğunu söyledikte onun da deftere geçirilmesini irade eyledi, ve
kulağındaki küpeye kendi adım kazdırdı.
Nusradüttin hediyelerle esaretten döndü. Fakat defterde adı yazılı olan Serah
ve mülhakatı Oz beğ elinde bulunduğundan bunların istirdadı hakkındaki iradeyi
göstermeyi münasip görmedi. Bu vesikayı Celâleddin'in Oz Beğ elinden

11} Azerbaycanda Erdebil ile Tebriz arasında bir şehir.


{2} Abra iki konak yeni bir şehir.
13} Sürah, Tebriz yolunda üç günlük bir yerde bir şehir.
--■20
Tcbrizi aldığı güne kadar sakladı. Celâl orayı aldıktan sonra Nusradütdn saraya
gitti. Hiç bir resmî muameleye girişmeden vesikasını gösterdi, işte bu andan itiba­
ren Celâleddin Nusredüttin’e hususî bir teveccüh gösterdi.

DOKUZUNCU FASIL
Faris hükümdarı Ata Sad bin Zengi’nin tarihinin sonu

Sad esir olduğu zaman oğlu Nusradütdn Ebubekir yerine kaymakam oldu. Bu
ümeraya kendisini sevdirdi, itaatlannı kazandı. Halk ta kendisine uydu. Fakat sul­
tan maksadı Bağdat üzerine gitmek olduğundan bu aralık Faris'in zaptı güç olaca­
ğını hesap etti. Istahr£‘J ile diğer bir şehri kendi hükmünde bıraktı, Sad'ı azat ey­
ledi. Aldığı şehirleri mabeyinci El-Müeyyed’c ikta etti. Sultan, sonradan Ata beğ Sad’ı
evlendirdi. Kendisine annesi Türkân Hatunun ailesinden bir kadın verdi, memle­
ketinden aldığı verginin üçte birini sultan hâzinesine vermesini de şartetti.
Ata beğ kürk giydirilerek ikram edildikten sonra gitti. Payitahtı olan Şirvan
önüne geldiği zaman oğlunun kendisini tanımadığını gördü, Ebubekir böylelikle
hükümeti elde edeceğini umarken Ata beğin kölelerinin başı ve ümeranın reisi olan
Hüsamüddin Tiküş, baş şehrin kapısını açtı. Ebubekir babası girerken yakalandı,,
o da elindeki kılıcı yüzüne çarpa, yaraladı. Sonra iki tarafın adamları ortaya gir­
diler. Ata beğin emrile Ebubekir bir müddet hapisten sonra affedildi.
Hüsameddin bütün rütbeleri atlaalarak prenslik derecesine çıkarıldı. Fakat
Sad öldüğü gibi Ebubekir yerine geçti, Hüsameddin’de başına gelecekleri hesap
ederek gece karanlığında kaça, malını götüremedi. Yaşı ilerlemiş, hali kalma­
mışa; gitti, Celâleddin’e iltica etti. O da kendisine ilerde hikâye edeceğimiz Mali-
yan’dan aldığı Khal Kahle{2} = Halhal şehrini verdi. Hüsameddin hurada 618 H.
(25 şubat 1221, 15 şubat 1222) tarihine kadar kaldı, bu yıl Moğolların hücumunda,
öldürüldü.

ONUNCU FASIL
Sultan Mehmet Bağdat üzerine yürüdü ; geri döndü.

Irak'ın zaptından ve muhaliflerin tardından sonra, sultan Bağdat üzerine yürü­


meğe kalkışa, ileriye büyük bir ordu gönderdi ; kendisi de arkadan yola
çıka. Gedanad geçidine vardı. Daha henüz Hcmcdanda iken Bağdat top­
rağını mukataalara ayırmış, bunların kimlere verileceğini deftere yazdırmıştı. Buu

£ '] Islakbar meşhur Perscpolis harabeleri yakınında bir şehirdir.


Erdebil iki konak mesafede bir şehir.
21 -

gittikçe dehşetli karlar yağdı, üç gün üç gece durmadı. Ortalık kardan ağı racağına
o kardan ölenlerin cesetlerde karardı. Elde deve kalmadı, insanların el, ayaklan
dondu.
Sultan bu hale meyus oldu, geri döndü. Halifenin elçisi Şehabüddin Sehrever-
di’yi de iade etti.

ON BİRİNCİ FASIL
Sultan Iraka gitmezden evvel hakimiyete ve merasime müteallik bazı
teşebbüslerde bulundu.

Bu tesisatın ilki «Zülkarneyn nöbeti» dir. Saltanatın ilk şallarında ; diğer sul­
tanlarda olduğu gibi beş namaz vaktında beş nöbet çalınırdı. Fakat kadrü itibar art­
tıktan sonra Iraka gideceği sırada, bu beş nöbetin birer sultan demek olan oğulla­
rının sarayı önünde çalınmasını emretti, aşağıda buna dair tafsilât vereceğiz.
Sultan kendisine «Zülkarneyn» yani büyük İskender nöbetini tahsis eyledi.
Bu nöbet güneş doğup batarken çalınırdı ; burada alnından yirmi davul çalınırdı.
Bunların çomağı inci kakmalı idi, ve bütün edevatı hep al tun ve inci idi. Buna da­
ha revnak vermek için sultan sabah nöbetinin yirmi yedi hükümdar ve şehzade ta­
rafından çalınmasını emretmişti. Bunların içinde Selçukilerden Arslan oğlu Tuğrul,
Gur hâkiminin oğlu Giyasüddin, Gazne ve Hind hükümdarı, Bamyan hükümdarı
Alâüddin, Belli hükümdarı Tacüddin ve oğlu Termiz hükümdarı Melikül'azam
Sencar ve bu rütbeyi haiz bir çok zatlar bulunuyordu. Böyle yüksek adamlarla
yirmi yediyi doldurmak mümkün olmadığından yeğeni Arbaz Han ile vezir Nizamül-
mülk Nasırüddin Mehmet bin Salih'i de bunlara ilâve eyledi. Nöbetin resmi küşa-
dında çalanlar bunlardı.
Sultanın aldığı bir tedibir de şu idi : Irak seferine karar verdiği çağda Mavc-
raünnehri şüphelendiklerinden temizlemek istedi. Ortar hâkimi Tacüddin Bilge Ha­
n’a Nisa’ya gidip orada oturmasını emreyledi. Bilge Han gönlünün arzusu ile Sulta­
nın hidmetine can attı. Filvaki sultan Tiküş’ün vefatından sonra asker dağılmış, er­
zakı bitmiş olan Şehap, Harezme teveccüh ettiği zaman henüz sultan Mehmed’dc
mevkiini sağlayamamış ve bu taarruzu menetmekten âciz bulunmuştu. Bizzat Tacüd­
din ile kaynı Scmerkand hükümdarı sultanlar sultam Osman kendilerine ait olan iki
orduyu silâh başına çağırdılar ve bir de Hitay ordusunun yardımım temin ederek
Gur hükümdarı Şehabüddin’i Andhoy da mağlup ettiler. Bu harpte Şehabüddin cesur
arkadaşlarından ve kendine sadık askerlerinden pek çoğunu kaybetti.
Bilğa Han, sultan iktidar mevkiine geçtiği zaman bir hürmet görmek ve bekle­
mek hakkı idi. Vakıa ilk günlerde yanma vardığı zaman sultan gösterdiği yararlık­
ları yad edip hakkında hürmetler göstermişti. Fakat Irak seferine karar verir ver­
mez onun orada kalmasından pirelendi, Nisa ya gidp oturmasını emretti. Burayı
- 22
intihaba bir sebep te mevkiinin sıcaklığı ve havasının fenalığı idi. Hele türkler
orada hiç dayanamazlar. Bilge Han orada bir yıldan ziyade kaldı. Tahinin serdiğine
göğüs geriyordu. Günden güne seha ve keremi artıyor, müracaat edenler ihsanına,
nail oluyordu. İnanılmayacak bir şey olmak üzere sıhhatına bir şey olmamış, hatta
güzelliği artmış, herkesin hürmet ve muhabbetini'kazanmıştı.
Sultan bunu haber aldığı gibi böylece istediği olmayacağını, anladı bir adam
gönderdi, kendisini idam ettirdi. Bununla bütün gözlerden kanlı yaşlar akıttırdı.
Şu müessif ve menfur vak'ada bulunanlaradn birisi bana şöyle anlattı :
— «Nisa da sultanın veziri olan Zahirüddin Mesud bin Elmünevverüşşai' nez-
dindc oturmakta iken birisi ufak bir maiyetle Cihan pehlivanın geldiğini haber
verdi. Bu Cihan ibrikdarlik adi bir hidmette iken emaret mertebesine çıkarmışa.
On bin kişilik bir kuvvete kumanda eder, yukardan aldığı cınir ile insan­
ları ya boğar, veya boğazlardı. Bu haberden vezir şaşırdı ve korktu. Ve ken­
di başına bir şey geleceğini zannetmiş, vücudunda hayattan yalnız bir nefes kalmıştı.
Çok geçmeden sultan sarayına indiğini ve kendisini ve ileri gelenleri çağırdığını
haber verdiler. Zahir gitmek için ata bindi ; elleri dizgini tutamıyordu. Cihan’ın
yanına vardığı gibi eline ferman sundu. Bunu okuduktan sonra vezir kendine
gelebildi, bir nefes aldı. Ondan sonra sultandan gelen bir emir üzerine kendi vücu­
duna ihtiyaç olduğu bahanesiyle Tacüddin Bilge Han çağırıldı. Bu zat geldiği gibi
sarayda bir kilere akıldı ?. Az sonra bir zend elinde Bilge'nin başı olduğu halde
çıktı. Cihan pehlivan kelleyi bir tuluma koydu, hemen atına bindi, hareket etti.
Tuh..! Haince suikast edilen zatın cenaze merasimi bile yapılmağa cesaret edilemeyen
şu hain dünyaya... Sonra emirin malı hâzinesine götürüldü, içinde kıymeti biçilmi-
yccek inciler vardı. Sultanın Harezmde aldığı tedbirlerden birisi de Buhara müf­
lisi hatibi olan «Sadrı cihan» lakabı ile meşhur Burhanüddin Mchmed bin Ahmcd
bin Abdülaziz Elbuharı’nin gönderilmesidir. «Buhara hatibi» dediğimize bakıp ta
geniş erazi ve emlâk s^hçibi bir adam sanmamalı. O, büyük emirlerden dalıa muh­
teşemdi, maiyetinde altı bulunurdu. Fevkalâde cömert, alicenapçı. Evi meziyet
sahiplerinin toplandığı bir yerdi. Bütün ulema oraya toplanırdı.
Hüriyetinden mahrum bırakılan zat Türkân Hatun Harezmden kaçmaya mec­
bur olduğu vakit öldürüldü. Sultan Burhanüddin’i Harezme nefiy ettikten sonra
yerine Buhara hanefî müftiliğine veziri olan Nizamülmülk'ün kardeşi Mecdüddin
Mcs'ud bin Salihül’feravî'yi tayin etmiş ve kendisine "Sadrı cihan” namını vermişti
Buna dair kadı Medrüddin Amribni Sad bana şunu hikâye etti : «Mecirüddin'i
sadrı dhan ünvanile Buharaya tayin ettikten sonra sultan Buharaya gitmişti. Sul­
tanın orada bulunduğu zaman Medriiddin’in hutbe okuması kararlaşdırılmıştı. Ni-
zamülmelik Mahraud'un kardeşi Mecdüddin Mesud'a husumeti büyüktü, bir büyük
mevki tutmasını, itibar görmesini istemezdi. Ben Nizamülmülk ile birlikteydim.
23
Kardeşi da minberin sağ tarafında bulunan odasındaydı. Nizamülmüik bana şöyle •
dedi :
— «Eğer bugün kardaşımı hutbede susacak surette şaşırdırsan, ne istersen sana
vereceğimi vadediyorum.»
Kendisine dedim ki :
— «Teklifiniz benim için pek tehlikeli olduğuna şüphe yok. Bunu ancak kapı
önünde bulunan katırınızı ve dizgini ve takımı ile bana verirseniz yaparım.»
Vezir teklifimi kabul etti. Mecdüddin hutebe okurken elimi kaldırarak kendi­
sine birşeyle işaret ettim. Hatip birdenbire durdu, başı göğsü üstüne düştü, sonra
gene aklı başına geldi. Hatipte o vakta kadar görülmeyen bu hale herkes taaccüp et­
ti. Hilem yerine gelmişti, hemen katırı alıp kaçtım. Sonra Mecdüddin bana itap etti.
Kendisine sultana dua ederken sesini yükseltmesini işaret ettiğimi söyledim. Sözü
kabul etti, memuriyeti de Buhara’nın Moğollar eline düşmesine kadar sürdü, o es­
nada öldürüldü.
Sultanın icraatından birisi de Semerkant şeyhülislamları olan Celalüddin oğlu
Şcmsüddin’i ve kardeşi Evhadüddini Nisa’ya göndermesidir. Bu suretle bunların ken­
di aleyhine isyan etmelerini temin içindi. Bunlar kuvvetli kimselerdiler, edebiyatta
dikkate şayan hünerleri vardı, bütün ilimde eserleri de vardı. Evhadüddin mena-
zıra fenninde bir eşi bulunmazdı.
Evhadüddin taliden bir ufak yardım görmeden Nisa'da öldü. Bunun vefaandan
sonra yaşça Ik olan Celâl Dühistan’a f1} gitti. Orada bu eyaletin veziri olan Emi-
nüddin Dülıistani'nin teveccühünü kazandı, vezirin sayesinde güzel yaşarken mo-
ğol istilâsı çıktı, kendisinin de ne olduğu bilinmedi.
Celalüddin Mcnkübirti £2} ve Rüknüddin Gurşanci çiti büjük oğulları
dururken sultanın Kuıbuttin’i veliahd edinmesi bunun anası olan Türkân hatunun
sözünü dinlenısinden ileri gelmişti. Bu da türklerin yemâk koluna mensup Eayasoıt
kabilesinden olan bu hatunun teveccühünü kazanmak arzusundan ileri gelmişti.
Sultan Gazne, Bamyan, Gıır, Bost, Tckcabad ve Hind hüdudundaki eraziyi ilk oğlu
Celalüddin Menkübirti’yc vermiş, vezaretine de meşhur Şcmsülmelik Şehap Alp’i
tayin eylemişti. Fakat Cclalüddin’den ayrılmamak, Heratlı hidmetlerinden mahrum
kalmamak, şecaatından emin olmak için Kcrber Mülk’ü yerine kaymakam dikmişti.
Bu zat Celalüddin’e ayrılan yere gitti. Pek çok İslâhat ve adalet göstererek komşu
prenslerin muhabbetini kazandı. Bu zat Celalüddin’in Moğol hücümundan sonra
oraya gidişine kadar kaldı.
Sultan, German, Kış ve Mekran emaretini oğlu Gıyasüddin Pir şah’a verdi,
ve mütehayyizandan Tacüddir bin Kerimüleşref Ennişaburı’yi kendisine vezir tayin12

(1 ) Türkistan hududunda Mazından şebridirlerindetı birisidir (Yakut).


(2) Bu kabile Moğolların Durliğin ailesindendi.
24
eyledi. Gıyasüddin Moğol istilâsında oraya gitti. Babasının vefatına Celalüddinin
hindistana çekilmesine, Iraktan memurların çekilmesine kadar kaldı. Sonra yerine
hükümetinin anahtarlarını da teslim eylediği Hacip (mabeyinci) Burak'ı Kerman da
bırakarak Iraka gitti. Bu hacip Burak bu suretle efendisini nasıl mahvetmiştir, ilerde
söyliyeceğiz.
Şehzadelerin en yakışıklı ve istidatlısı olan Rüknüddin Gurşanci’ye Irak veril­
di. Pek güzel bir yazısı olan bu şehzade bir Kuran yazmıştı, kendisi cömert, insaflı
ve güzel tabiatlıydı. Vezirliğine lmadülmülk Mehmet bin Eşşedid verildi. Bu zat
bir çok yıldır Harezmdc Nizamülmülk’e kaymakam olmuştu, lmadülmülk memu­
riyetinde seleflerinden hiç birisinin nail olmadıkları bir ad kazanmış olgun, ince
ve hünerli bir adamdı. Sulcanın zihnini kendisine celbecmiş nasihatlarını temamen
kandırmış olduğundan Irakta kendisini Rüknüddin’in vezirliğine tayin eylemişti.
Imadülmelik işlerle uğraşır bütün daireleri çevirirdi. Böyle müstakil hareketlerin­
den dolayı Rüknüddin bunu güçlükle çeker, fakat sultanın hakkındaki fikrini bil­
diği cihetle hakkında müraice muamelede bulunurdu.
Rüknüddin için intihap olunan : «Muhterem sultan Rüknüddin Ebülharis
Gurşa Yahya bin sultanilmuazzam Mehmet magbut cmirülmüminin.
Prense bu ad Gur’un alındığı gün doğmasından dolayıdır. Sultan kendisini
komşu hükümdarlardan Cibal emiri Hezar Esb’in kızı ile evlendirmiş bu suretle
cmiri taltif eylemişti. Şehzadenin diğer vukuatı aşağıda gelcektir.

ON İKİNCİ FASIL
Sultanın Iraktan avdetinden sonraki vukuat.

Sultan avdetinde Nişabur’a vüsulünde German valisi ve burada kayma­


kamı olan Kıvanülmelik Krvamüddin’in vefan haberini aldı. Ilemen German, Kiş
ve Mckran valiliğini oğlu Gıyasüddin Pir şaha verdi. O da oraya gitti. Sonra Irak
valiliği boş kaldığı gibi kimse mani olmadan burayı zabtetti. Bundan dolayı Mazen-
dırna ve Horasan da ta Celalüddin Hind’ten gelip kendisini Riy de bozup Irakı elin­
den aldığı güne kadar adına hutbe okundu.
Mücyycdülmülk halk takımından bir adam olduğu halde sultanın iane ve tahi­
nin ianesile yetişmesi güç olan Emirlik mevkiine erişti. Zevzen emiri Nusrctüddin
Mehmed'in süt ninesinin oğlu iken bunun tarafından şahsi mühim meselelerin tan­
zimi, ağır menfeatlann müzakeresi için elçilikle sultan sarayına gönderildi. Kendi­
sine verilen vekâleti bir çok defalar mahirane suretle başardıktan sonra kendisini
gönderenin mevkiini kendi eline geçirmek için aleyhinde hareket etmekte bir mah­
zur görmedi. Sultan kendisini oraya gönderen efendisinin artık kulluktan çıktığım
ve bannî'lcrle birleştiğini riyakârane bir surette arzeyledi. Sonra Nusredüttin’in
yanma avdetinde şu beyanatta bulundu : « Sultan sizi Batını sanıyor. Bu şüphenin
25 - '

neticesinden sizin için çok korkuyorum. Bu havadis üzerine korkmaya başlayan Nus-
redüttin bulunduğu mevkiden bir tehlike hissettL İsmail'lerin yakında bulunan
kalelerinden birisine iltica eyledi ; bunun üzerine Kıvamüddin hemen bir Jurnaj
takdim etti. Sultan da varidatını hâzineye vermek üzere Zevzen emaretini kendisine
tevcih eyledi. Bu suretle kabul ile böylcce bir müddet devam eyledi. Sonra Nusre-
düttin'in kendi civarında bulunmasında bile vehamet duydu ; onunla muhabereye
başladı. Ona mehinane bir surette sultanın işinin düzeltileceğine kanaat getirtti,
Zcvzcn'c döndü. Han Kıvamülmclik bu kadar lûtfunu gördüğü efendisinin göz­
lerini oydurdu, kıyamete kadar da kendisine lanet ettirdi.
Kıvamülmülk Zevren’dc mevkiini kuvvetleştirdikten sonra Dinar hükümda­
rının soyunda Gcmıan cmirini devirmek ve milkini elinden almak sevdasına düş­
tü. Bunun için sultanla muhabereye başladı. Zevzen yakininde bulunan horasan as­
kerinin bu işte kullanılmasına müsadc istedi. Sultan Izzüddin Celil’in ordusile diğer
bir askeri kıt'asının bu işe memuriyetini irade etti. Kıvamülmelik pekiz zamanda
Gcrman’ı zabtetti. Orada bulduğu bütün servet, hayvan sürüsü, binek ve yük hay­
vanlarını sürüp sultana takdim eyledi. Bu parlak hareketten hayrete düşen sultan
rütbesini yükseltti. Mücyyidülmelik ünvanile adilikten eve beyliğine çıkardı. Ger-
man'da sultanı temsil etmek üzere mukataası kendisine ihsan olunduğu zaman
kurnaz herif adalete dikkat sayesinde eyaletin refahını, servetini iki kat olmuş ve
bilhassa yctişdirilen hayvan sayesinde German hasılatı az görünmeye başlamıştır.
Irak seferinde develerinin bir çoğu mahvolduğundan Müeyyedülmclik suluna Ni-
şaburda dört bahtı türk dişi devesi takdim eyledi. Vefatında terekesi arasındaki
sair mallardan başka yetmiş yük ahun sikke hâzineye teslim edildi. Bu servet sultan
Moğollardan kaçarken Ceyhun kenarından geçerken vasıl olduğundan mühürleri
açılmadan sultanın diğer scrvetilc birlikte nehre atıldı. Sultan Irakı tahliye ile
Nişahur’a geldiğinde Nizamülmülk Nuscyrüddin Mehmet bin Salih’i vezaretten
azletti. Bunun sebebi şudur : Sultan bu adamın bazı yaptıklarının intikamını almak
ve kendisini cezalandırmak, aç gözlülüğünün önüne geçmek istedi. Zaten bu ada­
mın vezirliğe lazım olan hasiseleri pek azdı. Bunda yalnız bir kibarlık, fazla cömert­
lik görülürdü, bir de vezirlik kendisine sultanın karihasından verilmiş değildi, valde
sultanın beylerinden brisinin oğlu ve kendisinin de o hidmette bulunuşu di. Sultan
her işte annesinin arzusunu yerine getirirdi. Bu da iki sebepten ileri gelirdi : birin­
cisi analık hakkınu riayet, İkincisi de Hitaylılara galebe için kullandığı emirlerin
pek çoğu annesinin mensup olduğu kabileden olmasıydı. İşte bu adam aleyhine
pek derin bir husumeti olduğu halde vezirliği buna vermişti. Fakat aldığı bütün
ihbarnameler hep onun aleyhinde idi, bu hali ta Nişabur’a gelip yerleşinceye kadar
sürdü. Bu tarihte Nişabur kadısı Rüknüddinül’magisi ve ordu kadısı da Sadrüd-
dinülcudi idi. Sadrüddin bütün atalarının emekdarhğından dolayı sultanın tevec­
cühünü kazanmıştı. Onun büyük ataları sultan Tikuü ordu kumandanı iken işte
kullanılmış arpalık kabilinden olarak Tiküş’ün babası olan El Arslan ordusunun
26
kadılığına nasbedilmişlcrdi. Mazisinin kendisine temin eylediği nüfuza rağmen
Sadrüddin memuriyetini gayretle ifa eylerdi. Bununla parlak evsafı, güzel siması1
da vardı. Sultan kendisine Nişabur kadılığım tevcih etmekle bu kendisinin istihka­
kını tebcil etmek istedi. Bir de pek güzel bir kürk ile beraber saht, serefser ve
tuğlar {'} ihsan eyledi. Bu ihsanlan kadının maiyetindekilere dağıttı ve kendisine
gizlice gönderdiği mabeyinci vasıtasile Nizamülmülk’e hediye olarak bir şey verme­
sini ve arzı ihlâs eylemesini bildirdi. «Sizi takdir eden ancak benim, kimseye m in­
netiniz yoktur» dedirtmişti. Nizamülmülk tarafından gizlice gönderilen bir
adam da aldığı vaziyetten dolayı ayağını denk almasını ihtar eylemişti. «Sultanın
himayesine güvenmeyiniz, divanın nüfuzunu hiçe sayınız» demişti. Kadı bundan
korktu, vezire mühürlü bir kese dört bin dinar gönderdi. Fakat bu işi takibe memur
olan hafiye kadının yaptığını sultana bildirdi. Sultan vezirden kendisine gizlice
verilen parayı istedi, bir kese mühürü ile getirildiği sırada kadı da orada
içtima odasında bulunuyordu. Vezire ne verdiğini sultan kadıdan sordu. O da inkâr
etti ve bunu ne bir dinar ne de bir dirhem vermediğini sultanın başına yemin etti.
Sultan keseyi getirtti, kadının önüne koydu, kadı şaşırdı, yere kapandı ? Sultan bu­
nun üzerine kadıya verdiği kürkün kendisinden alınıp azlettiği selefine verilmesini
irade eyledi. Sndrüddin’in nasb ve azli bir veya iki gün sürdü.
Sultan Cihan pehlivana Nizamülmelik’in çadırının iplerini kesmesini, çadırı­
nın başına yıkılmasını emretti, irade yerine geldikten sonra vezire : « Efendinin
sarayına git» dedi. Bununla valde sultam kasdediyordu. Fena halde şaşırmış olan
vezir hemen Harezm yolunu tuttu.

O N ÜÇÜNCÜ FASIL
Nizam ülm ülk’ün azlinden sonra hali.

Nizamülmülk hemen Harezm yoluna koyuldu. -Horendez civarında bııiıınan


çayırlardan Merc Sayğ denilen çayıra geldiği zaman haham namına aşağı indim ,
âdet üzre kendisine takdim eyledim. Sonra da bizim idaremizde bulunan köylerden.
Cermani köyüne kadar beraber gittim. Köyün yanında H abur civarındaki çeşmenin
yanına kendisine üç çadır kurdurdum . Uşaklarının bir kısmı ile o gün kendisine
nöbet çaldırdım. Kendisi nıazul olduğu halde işleri ve şikâyetleri olanlar yolda ö n ü ­
ne çıkarlar, işlerini söylerler o da bütün meselelerini hal ederdi. Kimse de kendisi­
nin mazul olduğunu söylemezdi. O günün akşamı kendisine otağının önünde bir
taht kuruldu, kendisi de üstüne kuruldu. Sultanı terkettiği dakikadan itibaren tayin

{ ' ) Bu üç kelime Sadreddin'e verilen rütbe alâmetlerine dellalet eyler. Sabi,


zırhlı bir ba\e (gaçiye) serajsar bir nevi sarık olmalıdır. Tuğ ise Tibet öküzünün
kuyruğundan yapılan saçaktır.
27
eylediği atlılar vasıtasile mabeyinden kendisine geleceklerini haber alıyordu. O ara­
lık atlılardan birisi mabeyincilerden Arbez bin Sadüddin Sahm Haşim’in gelmekte ol­
duğunu haber verdi, bunun üzerine benzi atu, nabzı durdu. Bu gelenin adî bir misafir
mi yoksa felâket müjdecisi mi olduğunu bir türlü tayin edemiyordu. Nihayet m a­
beyinci geldi usul üzere kapısı önünde secdeler etti. Bunun üzerine kalka, mabeyin­
ciye niçin geldiğini sordu. «Sultan vezirlik divanının defterini, ordunun yoklamasını,
hazine ve serkâtiplerinin işlerini istiyor dedi». Bu halden daha ziyade emin oldu,
defterleri teslim eyledi, kâtipleri gönderdi. Hcman Harezme doğru gitmeye değil,
uçmaya başladı. Çünkü halâ ölüm korkusu gitmemişti. Harzeme girişi unudulmaz
bir gün oldu. Türkân hatun bütün lıalki istikbale göndermişti.
Şu resmi kabulde bulunan birisi şunu hikâye eyledi : « Harezmde ileri gelen­
lerden Hanefi mezhebi reisi olan Burhanüddin istikbale geç kalmıştı. Kafilenin ge­
risine düşmüştü, geç kalışına zafı sebep olduğunu söylemesi üzerine vezir kendisine
— Evet doğru, buna sebep senin zafın, fakat zafı vücudün değil, zafı helâstn-
dır demişti.
Aradan bir kaç gün geçtikten sonra vezir bunun öcünü almak için türklelcri
üstüne saldırmış 100,000 dinarını aldırmıştır.-
Kcrimüddin Tayfurî sultan namına Harezm eyaletleri âmili idi. Amil o dev­
lette vali demekti. Nusayruddin bunu yakaladı, külliyetli parasını aldı. Kerîmüddin
kurtulduğu gibi maveraünnehirde bulunan sultanın yanında bir hidmet almaya gitti,
başına geleni arzetti ? Sultan Harezm nedimlerinden Izzüddin Tuğrul'u gönderdi.
Nusayrüddin'in başını kesip getirmesini emretti. Izzüddin Harezme yaklaştığı vakit
Türkân Hatun işten vaktile haber almış olduğundan zorla sarayına getirtti. Nusay-
rüddin divanda taht üzerinde oturduğu halde oraya gitmesini Izzüddin emretti?
Türkân Hatun Nusayrüddin’i Harzcm prensi veliaht Kutbuddin Azlağ şaha vezir
nasbetmişti. Orada yüksek ses ile vezir sultanın iltifaanı tebliğ ve bana «sizden başka
vezirim yoktur, vazifenin başında kal, bütün memalikte sana karşı gelecek kimse
yoktur» diye emretti de Kcrimüddin böylcce hareket eyledi.
Nusayrüddin'in emirleri Harezm, Horasan kıt’alannda cari oluyordu, başka
yerlerde değil. Sultan kendisini vezir yaptığı zaman eski serkâtiplcrinde olduğu gibi
altun verak kaplı dört kargı götürülmesini irade etmişti. Harezmde kargıları kendisi
sekize çıkardığı gibi bütün alay zeynetlerini de iki kat yaptırdı. O vakit Maveraün­
nehirde bulunan sultana bunlar arzolunuyor, böylece hiddet ve gazabı artıyordu.
Selçukilerin takip ettikleri bir eski âdet vardı ki o tarihten evvel kitabe olarak
tevkii refi.. İnanç Kuduğ oğlu... bunu görmüştür » Nusayrüddin için bu kabul edil­
mişti. Harezm vezirliğini takındığı zaman bu formülden yalnız Hacei cihan yerine
Hacei bözürk koydurdu. İşte dünyayı titreten sultan bu adama karşı bunca gazap
ve hiddetine karşı bir şey yapamadı. Nusayrüddin'in azlinden sonra vazifeleri altı
büyük memura verildi ve bunların teker teker değil altısının birlikte rey almaları
kararLaşdırıldı. Bu altı zat şunlardır : Beğlikçi Nizamüddin, Mücirülmelik Tacüddin
28 ' \

el-Kasım, Emir Hifaülmclik elfeytanki, Şemsüddinülkelâ fadzi, Tacüddin ibni Kerim


Eşşerefünnişaburî ve Eşşerif Mecdüddinülnisevı, dir:
Bu teşkilât halk için meş’um neticeler verdi. Herkes Nusayrüddin’in zamanını
aradı. Çünki bütün hatalariyle beraber bir kişiyi memnun etmek alcı kişiden kolay,
olur, işler Harezm saltamtmın zevaline kadar böyle gitti !.

O N DÖRDÜNCÜ FASIL
Sultanın dönüşünden sonra maveraünnehir’de olan şeyler

Sultan Irak’tan maveraünnehre döndükten sonra Çingiz tarafından elçilikle


gönderilen Harezmli Mahmud had, Buharalı Ali hoca, Otrarlı Yusuf Kenka’yi kabul
etti. Bunlar giderken Türk işi olarak kıymetli maden külçeleri, zergerdan boynuzu,
misk yastığı, yeşim taşları, beyaz deve tüyünden dokunmuş kumaşları götürdüler.
Bu kumaşların her parçası eli dinar ve hattâ daha ziyade değerindedir. Bu elçilerin
gelmesindeki maksad muhabbet, sulh ve komşuluk düğümlerini bağlamakdı. Elçi­
ler sultana :
«— Büyük han size selâm eyledi. Ve size şu sözleri söylemeğe bizi memur etti.
N e makamınızın yüceliğini, ne iktidarınızı bilmez değilim, imparatorluğunuzun
genişliğini bilirim. Ve ekser eklimlerde hükmünüzün cari olduğu malûmumdur.
Sizi sevgili oğlundan daha ziyade aziz bilerek sizinle dostluk münasebetleri tesisini
bir vazife bilirim. Siz de bilirsiniz ki Çin kırallığt ve Türk elinin buna komşu olan
kısmım zabtettim. Bu ölkenin bütün kabileleri hükmüm altındadır. Ve herkesten
eyi bilirsiniz ki eyaletim asker fidanlığı ve gümüş madenleridir, bunlar herşeyini
bol bol hasıl ettiklerinden para için uzaklara gitmeye ihtiyaç yoktur. Eğer münasip
görürseniz iki taraf memleketleri arasında ticaret kapıları açalım. Bundaki faidc
ve menfaat iki tarafa aittir. »
Bu nutuk dinlendikten sonra sultan geccliyin iki diğer arkadaşı bulunmayarak
yalnız Harezmli Mahmud’u çağırttı. Dedi ki :
« Siz bir Harezmlisiniz. Bundan dolası bize faide ve muhabbet eseri gösterme­
lisiniz. »
Sonra soracağı şeylere halisane cevap verdiği halde kendisini mükâfatlandıra­
cağım söyledi, ve bunu teyit için bileğinden pek kıymetli bir inci kopardı verdi ;
buna mukabil Çingiz hakkında kendisine hafiyelik etmesini teklif etli. Hürmet ve
korku eseri olarak teklifi kabul etti. Bunun üzerine sultan dedi ki :
— Bana cevap veriniz. Çingiz Çin’e sahip olduğunu ve Tomgaç şehrini zabtet-
tiğini söyliyor, doğru mu? Yoksa yalan mı ?
;—Bu bizzat hakikattir, bu kadar ehemmiyetli bir iş saklanamaz, sultan hemen
doğrusunu öğrenebilir.
29
— Devletimin genişliğini bilirsiniz. Nasıl oluyorda bu mel’un bana oğlum de­
meğe cesaret ediyor. Onun orduları nakadardır?.
Mahmud sultanın kızdığını anladığı gibi hakimane bir cevap vermeden vaz
geçti, ölümden kendisini kurtarmak için müdaheneye saptı dedi ki : «Milletinize
ve sayısız askerlerinize nispetle Çingiz askeri bir süvari takımı içinde bir nefer, gece
karanlığında bir duman gibidir.»
Sultan mütareke teklifini kabul etti. Çingiz de bundan pek memnun oldu. Sulh
devam ederken Otrarlt Ömer hoca, Müragah Cemal, Buharah Fahrüddin, Heratlı
Eminüddin atlı adamlar, Çingiz han memleketinden Otrar’a geldiler. Sultanın da­
yısının oğlu Eynal han bu tacirlerin malını almağa karar verdi. Bu maksadla sultana
hainane ve yalan bir mektup yazdı : bunda diyordu ki : «Bu adamlar buraya tacir
kıyafetilc geldiler. Fakat bunlar hiç de tüccar değildiler. Bunlar bilakis kendi iş­
lerine lazım olmayan şeyleri öğrenmek isteyen hafiyelerdir. Filhakika yerli bir
adamla yalnız bulundukları zaman onları korkutmak için şöyle diyorlar: «arkanızda
bulunan şüphelenmiyorsunuz : yakında altından kalkamayacağınız şeyler başınıza
gelecek.» Böyle masallarla o hale geldi ki sultan haklarında bir karar verinceye
kadar bu adamların hapsini emreylcdi. Bu iradeyi alıralmaz Eynal han pek müteca-
vizane vaziyet aldı : şiddet istimalde tutturduğu bu tacirlerin sonu ne olduğu pek
malûm olamadı. Bu hiyanet ve hile sayesinde bunların getirdikleri bürün mallarına
yalnızca kondu. Fakat bu çirkin hareketin neticesi vahim oldu.

O N BEŞİNCİ FASIL
Tacirlerin sui kasde uğramasından sonra gelen Çingiz Elan elçileri.

Bundan bir zaman sonra vaktilc babası sultan Tiküş’ün emirlerinden olan Kef-
reç buğra Çingiz tarafından elçi tayin olunan iki Moğol ile birlikte geldi. Bunlar
sultana tüccarlara kimse ilişmemek üzere elinizle yazılmış ve imzalanmış bir aman-
name vermişdiniz. Sonra bu taahhüdünüzü mehinane bir surette nakz eylediniz,
ihanet bizatihi çirkin bir hareket olduğuna göre bunu islamiyetin bir reisi yaparsa
daha müstekreh olur. Eğer Eynal’ın bütün yaptıkları sizden sadır olan bir iradeye
müstenit olmadığını iddia ediyorsunuz, onu bize teslim ediniz, biz onun cezasını ve­
ririz. Böylece kan dökülmeden sakınacağız, milletlerin sulhunu bozmayacağız, böyle
olmazsa harbe hazır olunuz.»
Kalbini dehşet kapladığı ; kalbini korku felce uğrattığı halde sultan Eynal
hanın teslimin red etti. Hakikaten askerlerinin çoğu ve emirlerinin başlıcaları Eynal
han kabilesinden olduklarından böyle bir şeye razı olamazdı. Sultan cevapta mü­
layim davranırsa Çingizin hırsı artacağını düşündü, bütün tazminatı red eyledi,
30
korkusundan hasıl olan zihin perişanlığı içinde elçilerin idamını irade eyledi, ve
derhal icra olundu. Heyhat... Bu cinayet yüzünderj nice müslümanlann kanı aktı,
her taraftan kan göğdeleri götürdü, bütün halk mahvoldu ?

O N ALTINCI FASIL
Çingiz Hanın orduları arkasından gelmekte olduğunu öğrendiği zaman
sultanın aldığı meş’um tedbirler.

Şu buhranlı haller ve müdhiş anlar içinde sultanın aldığı ilk tedbir rivayet
olunduğuna göre 12 fersah£'} muhitinde bulunan kocaman Senıerkand şehri etrafına
sur çektirmesi ve içine pek çok asker yerleştirmiş olmasıdır. Bu suretle şehir kendi
ile türkler arasında bir sed teşkil edecek ve bütün memleketine düşmanın girmesine
mani olacaktı. Bunun icrası için memleketin her tarafına memurlar ve muhassıllar
göndererek 615 senesi (30 mart 1218 : 9 mart 1219) vergilerinin peşin tahsilini em-
reyledi. Az zamanda para toplandıysa da tatarlar teşebbüsün icrasına vakit bırak­
madıklarından masraf edilmedi.
ikinci tedbir de muhassıllar vasıtasyle bu yılın üçüncü defa vergisini toplat­
mak ve bütün techizatlariyle yayaları silah altına almak oldu. Toplanılacak adam­
ların mevcudu toplanılacak verginin miktarına göre olacaktı. Her neferin binek de­
vesi, silahları ve azığı bulunacaktı. Şu asker toplama pek süretle yapıldı. Memle­
ketin her tarafına kararlaştırılan yerlere gitmek üzere insanlar sel gibi akıyor ;
ok gibi geçiyordular. Fakat bu askerler toplanma yerine giderken sultanın muharebe
etmeden kaçıp Ceyhun kıyılarından uzaklaştığı öğrenildi. Eğer sultan mevkiinde kal­
mış olsaydı, en kalabalık bir ordu başında bulunacaktı.
Sultanın uğursuz tedbirlerinden birisi de askerî kıt’aların Mavcraünnehire ve
Türkistan şehirlerine dağıtmak oldu. Bövlece Eynal Hanı yirmi bin neferle Otrar
da Kutiuğ Hanı on bin süvari ile Şehirkend de, İmrahor Ihtiyarüddin ile Eynanc
Han lakabını alan Ağı! Hacip oluz fci'c neferle Buhara da ayrı ve Gur, Cermih, Ha­
rar, Ibni Izzüddin Ket, Hüsamüddin Mes’ut ve saire kırk binle Semerkande, Nesnlı
İnan lakabını haiz Fahrüddin Habeş Sicistan ordusu ile Termiz de, Belhamurhan
Vakş de, babasının dayısı Ebu Mehmet Bc-lh de, Asrc!-; pehlivan Hanceruz da,
Alcek Mciik Ceylan da Bartasi kunduzda ve Aslabe Han Velc'te bırakıldılar.
Yani maveraünnehirde askerin işgal etmediği bir mevki bırakılmadı. Bu hakikaten
büyük bir hata oldu. Böyle askerlerini dağıtmadan bir meydan muharebesi vermiş ol­
saydı kolaycacık Moğolları mahveyler, dünyayı kurtarırdı. Sultan memaliki hududu­
na geldiği gibi Çingiz hemen doğruca Onar üzerine gitti. Geceli gündüzlü harbe de­
vamla şehri cebren aldr. Eynal ham huzuruna getirtti. Göz ve kulaklarına erimiş
gümüş dökdürdü. Şu gaddarane ölüm Eynal’ın layık olduğu haklı bir cezadır.
31

ON YEDİNCİ FASIL
Sultana emirlerinden şüphe ettiren ve onlardan ayırtan tedbir.

Çingiz Otran aldığı gibi Türk memleketlerinde sultanın veziri olan Safilekra
Ortar kaymakamı olan Bedrüddinilumeyd kabul ile husisı bir surette kendisi ile
görüştü. Bcdrüddin'in sultandan alacağı hıncı vardı ? Sultan Otrar beğliğini aldığı
zaman babası Kadı Amid Sadi, dayısı Mansuri ve amcezadcsi ve kardaşlarından
bir kısmını öldürmüştü. Çingiz’e dedi ki :
— Dünyada en ziyade nefret ettiğim vücud sultandır, çünkü akrabamdan bir
çoğunu öldürttü. Öcünü almak için canımı vermek gerekse hemen veririm. Bununla
beraber size derim ki sultan dikkate şayan büyük bir hükümdardır. Askerlerini her
tarafa dağıtmış olmasına bakarak hayale kapılmayınız. Henüz yanında bulunan
askerleri o dağıttıklarından kendisini müstağni kılabilecek derecededir. Eğer isterse
o kocaman memleketinden daha iki misli asker çıkarabilir. Size kendisini emirle­
rinden şüpheye düşürecek tedbirler almanızı tavsiye ederim.
Bundan sonra Bedrüddin sultan ile anası arasındaki düşmanlık ve münafereti
bilirdi. İki meselenin her cihetini tetkikten sonra şöyle bir tedbire karar
verdiler. Bedrüddinilumeyd valide sultanın yakin akrabasından olan emirler adına
uydurma mektuplar yazacak. Bu mektuplarda emirler şöyle dedrtiliyor : « Biz ar­
kadaşlarımızla Türk elinden, sultanın emri altında bulunmak üzere geldik. Çünkü
onun annesine hidmet etmek isteriz. Kendisine bütün dünyanın hükümdarlarına
karşı arka olarak. Bizim himmetimizle memleketler zabt etti, hükümdarların bur­
nunu kırdı, halka hakim oldu. Fakat bugün sultanın anasına karşı duyguları değiş­
miş, ona adeta düşman kesilmiş olduğundan valide sultan sizden oğlunun tarafını
bırakmanızı diliyor. İşte bundan dolayı biz emriniz altına koymak ve talimatınızı
almak için sizi bekliyoruz.»
Çingiz kendi adamlarından birisini firarı şekle koyarak bu mektupları hemen
sultana gönderdi, sultanın dünya başına zindan oldu. Hareketi ağırlaşa, çünkü bu
oklar en ziyade güvendiklerinden geliyordu. Hemen memleketin müdafaasını kuv­
vetlendirmek bahanesile askerlerini yukarda dediğimiz gibi dağıttı.
Çingiz Han kendisine sadık olanlardan mabeyinci Danişmend’i Türkân llatun’a
gönderdi, şöyle dedirtti :
— « Bu kadar dikkatinize karşı oğlunuzun ne kadar nankörlük eniğini biliyor­
sunuz. Oğlunuzun beğlcrinden bir takımları ile ittifak ederek üstüne hareket ede­
ceğim? Fakat asla hükmünüz alanda bulunan yerlere ilişmeyeceğim. Bu tertibi mu­
vafık buluyorsanız itimadınızı kazanmış birisini gönderiniz, bu adam Harezm, Ho­
rasan ve Ccyhutıa karşı hududunu size bıraktığımı size temin edecektir. Buna cevap
olarak Türkân Hatun acele haremi boşalta, arkada bulunan memleketi müdafasız
bıraka.
32

O N SEKİZİNCİ FASIL
Türkân Hatun 616 mart 1219 8 mart 1229 senesi sonlarında
Harezmi tahliye etti.

Çingiz tarafından elçiler ile gönderilen mabeyinci yukarda söylediğimiz gibi


Sultanın Ceyhun kenarlarından kaçtığının duyulduğu sıralarda Harezme vardı. Bu
- havadis Türkân Hatunu şaşırttı, arak gözlerine sürme çekmekten vazgeçti. Artık
haremde kalamıyacağını anladı. Bunun üzerine Sultanın kanlarını ve genç çocuk-
lannt, götürebileceği kıymetli taşlan toplamadı, bir daha girmemek üzere Harezmi
terketti. Bu seller gibi göz yaşlan akıtn.
Çıkacağı esnada tarihlerin kaydetmediği gayri insani bir emir verdi: Harezmdc
esir bulunan bütün prenslerin idamını emreyledi; bu menhus tedbiri şehzadelerin,
yüksek mevki tutan memurların, ve hâkimlerin çocukların da teşmil etti. Muhafa­
zası altında bulunanların da takriben yirmisi böylece telef edildi. Bunların içinde
Selçuk Sultanı Tuğrul, Belh Hükümdarı İmadüddin, Termiz Hükümdarı Behrem
Şah, Bamıyan Hükümdarı Alâüddin, Vahş Emiri Cemalüddin Ömer, Türk elinde
Sağnak Emirinin iki oğlu ve kardeşi İftihar Cihan ve bunun iki oğlu Melikilislâm
ve Azizilislâm bulunuyordu.
Türkân Hatun kendisi ile birlikte gitmeye karar verenlerle Harczmden çıktı.
Ahaliden çoğu özür dilediler, bunların asıl özürleri birikü'rdikleri şeyleri bıraka-
mamak sevdasıydı. Valide sultan Yazer Hükümdarı Ömer Ham beraberine aldı,
çünkü bu adam memleketine gidecek bürün yolları biliyordu. Bu adama Cesur Han
Unvanı verilmişti. Sebebi ise şuydu: Kardeşi Hindu Han iktidar mevkiine geçtiği
vakit Cesur Hanın gözlerinin çıkarılmasını emretmişti; fakat buna memur olan kim­
se prense acıdığından ve kendi başına da böyle bir şey geleceğinden merhamete
gelmişti. Cesur Han on bir yıl Hindu Hanın vefanna kadar gör gibi hareket etti.
Hindunun vefatı üzerine Türkân Hatun bunun vaktiyle kendi kabilesinden ve ak­
rabasından bir Hatun aldığını iddiasiyle Yazer’i zaptetti. İki gözü birden açılan
Cesur Han kardeşinin biri kendisine verilir sanarak Sultanın yanına gitti. Ne etti
ise muvaffak olamadı, kendisine Cesur lâkabı kaldı.
Türkân Hatun Harezmi terkederken yanında güvenebilecek yalnız Ömer Han
bulunuyordu. Bütün seyahat esnasnıda bu adam sadakatle hidmet etti. Yazer hu­
duduna yaklaştıkları zaman bu adamın kendisini bırakabileceğini hesap ile alçak­
çasına başını kestirdi; kendi Mazenderan’ın en müstahkem yeri olan Ilâl hisarına
geldi. Burada Moğolların sultana yolunu şaşırnp kendisini Abısükün adasında bir
melce aramaya mecbur olduğu zamana kadar kaldı. Türkân Hatun bunun
üzerine llâl da dört ay mahsur kaldı. Moğollar müstahkem yerlerde kul­
landıkları usule riayetle Eynal'ın etrafına geceleri kapanan ve gündüzleri açılan
33
bir divar çekmişlerdi. Mevki böyle sıkıca mahsur iken pek nadir, fevkalâde bir
hâdise zuhur etti. Kale Mazenderan’da idi, burada ise yağmur ve rutubet asla eksik
olmazken bu su kıtlığından teslim istedi; kabul olundu; yanında mâzul vezir bin
Salih ile kaleden çıktı. Henüz çıkarken kıyamet gibi yağmur yağdı; ortalık suya
ğarkoldu.
Türkân Hatun esir olarak Çingiz’c götürüldü, Celâlüddin hüküm sürdükçe
havadisi alınıyordu, vefatından sonra ne olduğunu duymadım. Hidmetinde bulu­
nan Bcdrüddin Hilal efendisini kurtarmaktan ümidi kestikten sonra Celâlüddin’in
yanma kaçtı. Onun himayesinde bir mevkie çıktıydı. Bu zat bana Türkân Hatun’a
şunu dediğini anlatn:
"Haydi kaçalım: Cclâlüddinc sığınalım, bu oğlunuzun oğlu ciğer pırenizdir. He-
ran kıymetini yükselten havadislerini alıyoruz."
"Aslâ, dedi, ölüm daha hayırlıdır. Ay çiçeğin oğlundan lütuf almak için nasıl
eğileceğim, ben şehzade Azlağ ve Akşahın annesiyim. Bütün bunlara karşı Çingiz’in
konağı (cariycsi) olmayı tercih ederim.”
Hakikaten Türkân Hatunun Cclâiüddine kini çoktu. Gene bu Bcdrüddin bana
derdi ki, Türkân Hatun okadar hor ve hakir olmuştu ki, birkaç günlük yiyeceğini
alıp götürmek için Çingiz’in sofrasına gelirdi.
Sultanın ufak çocuklarına gelince Eylâl’ın tesliminde hepsi öldürüldü, yalnız
en küçükleri olan Kamacı Han bırakılmıştı. Türkân Hatunun biricik ümidi ve eğ­
lencesi buydu. Bir gün çocuğu tararken şu anda olduğu kadar yürek sıkıntısı çek­
mediğini söylerken bir hadım geldi, Kamacıyı Çingiz istiyor, diye aldı götürdü.
Çocuğu Çengiz görür görmez boğulmasını emreyledi? Türkân Hatun böylcce ufak
prensleri öldürttüğünün cezasını buldu.
Çingiz Han sultanın kızlarından herbirisini kendi adamlarına verdi. Yalnız
Semerkend Sultanlar sultanının haremi olan Hatun Sultam, kendi Coci Han benim­
sediği için istisna etmişti. Azlâğ Şahın öz kız kardeşi olan Türkân sultan da vaktile
valide sultana clçikliklc giden Danişmend’e verdi.
Mâzul vezir Nizamülmülk hakkında başka türlü muamele edildi. Moğollar sul­
tanın bunun hakkındaki fikrinin nekadar değiştiğini bildiklerinden aralarında hür­
metle yaşattılar. Çingiz bazan bir şehir hakkında verilen cezalan kaldırtmaya ken­
disini memur eyler, böylece kendisine bazı mertebe hürmet temin ederdi. Bu hal
Coci Hanın Harczmi alıp bütün halkı hakkında gazabını teskin edinceye kadar sür­
dü. Çingiz Hana getirilen muganniyeler arasında Sultanın muganniyeleri de bulu­
nuyordu. Binti Zengica adında bulunan birisini vaktile Çingiz’in gözündeki hab-
beciklcri tedavi eden Zeyn istedi; o da verdi. Fakat herif pek bir şeydi. Kadın bu
nu istemedi, sabık vezirin yanına gitti, orada birkaç gün işret ederek geçirdi? Göz
hekimi vezire müracaatla karısını istedi, kadın gitmedi? Hekim Çingiz’e gitti, ve­
zirin karısını vermediğini söyledi. Çingiz veziri çağırdı, Sultana ettiği fenalıktan
birer birer saydı, vücudünü da ortadan kaldırdı.
Celâl — 3
34

O N DOKUZUNCU FASIL
Türkân Hatun hakkında bazı tafsilât ve onun yaptıkları.

Bu Sultan Yamakların Bayavut [1} kabilesindendi. Büyüklüğünün son dere­


cesinde olduğu zaman "Hüdavendi Cihan” yani dünyanın sahibi Unvanını almıştı.
Türk Beğlcrinden Cankeşi’nin kızı idi. El Arslan oğlu Tiküş’e varmış bu münase­
betle büyük bir düğün yapılmıştı. Babası Tiküş’e varis olan Sultan Mehmet tahta
çıktığı zaman memleketine yakın oturan Yamakların bütün türk kabilelerini yeni
Sultanın etrafına topladı ve bu suretle başkalarına tefevvükü temin etti; işte bundan
dolayı Türkân Hatunun memleketinde nüfuzu arttı. Sultan her zaptettiği yerin bir
parçasını kendisine verdi.
Hürmeti calip ve zeki bir kadındı. Kendisine arzolunan bütün karışık mese­
leleri doğruca halleylcr hakkı yerine getirirdi. Kolayca kan dökmeğe kandırılabi-
lirdi. Memleketine hayrü şafkate dair pek çok eserler vardır. Bildiklerimi yazsam
uzun bir cilt doldurur. Büyük ve şayanı emniyet yedi kişi kâtipliğini ederdi. Biri
Sultana diğeri annesine ait muhtelif iki karar karşısında bulunulduğu zaman her
nerede ve neye dair olursa olsun tarihi sonra olan icra olunurdu. Şiarı dünya ve
dinin himayesi, bütün cihan kadınlarının kıraüçası "Uluğ Türkân,, tarzı : j j y L.j
<UH,Vl idi. Yazısı taklid olunmayacak derecede güzeldi.

YİRMİNCİ FASIL
Sultanın Buharanın Çingiz tarafnıadn zabtından sonra gidişi

Sultan Çingiz’in O rtan zabt ve Eynal Han tarafından orada maiyetinde bulu­
nan askerleri katil eylediğini haber aldığı gibi muhtelif cihetlerde ric’at ettirilen
askerlerin gelmesini beklemek ve halin neye varacağını görmek için Kötlöf ve An-
dekhomdz £*] civarında yerleşti.
Otrarı elde eden Çingiz, üstünde Sultanın bayrağı dalgalanan şehirlerin en yakini
olan Buhara üstüne vardı; muhasara eyledi. Böyle hareketten maksadı sultan ile
muhteh'f cihetlerde dağılmış olan askerleri arasındaki rabıtayı kesmek ve böylccc
hattâ muhteh'f mevkilere askeri dağıtmak fikrine de mani olmaktı. Çingiz Otrar'dan
getirdiği bütün yaya ve atlılarını Buhara muhasarasına getirmişti; gece gündüz de­
vam eden şiddetli hücumla şehri aldı.
Şehirde bulunan Sultanın hasahur müdürü Keşlu ile diğer zabitler arasında
şehrin düşeceği esnada büyük bir münakaaş çıka. Nihayet kaçmak hicabı, mukave-
£’] Ceyda kenarında oturan Moğol kabilesi.
£JJ Kutluk Belh ile Mert' arasında, diğeri Horasan'da Serhas.
■35
met şerefine tercih edildi. Mahsurlar bir tek adam gibi çıkıp kendilerine .yol açmaya
karar verdiler. Muhasaranın yarılması tam kararlan gibi oldu; bunu zafere tahvil
etmek kendilerine kaldı. Moğolar halin vahim olduğunu, tehlikenin arttığını gör­
düler; önlerinden çekilip yolu açtılar. Eğer mahsurlar taarruzlannda devam etseler­
di muvaffak olacaklanna şüphe yoktu; teessüf olunur ki öyle yapacaklarnıa baş­
larının selâmetine baktılar. Moğollar düşmanın kaçmaktan başka bir şey düşünme­
diklerini gördükleri gibi bunların hattı ric’atlannı kesmek için arkalarından kova­
lamaya başladılar. Ta Ceyhun kenarına kadar böylece devam ettiler? Yalnız İnanç
Han ufak bir askeri ktt'asının başında olduğu halde kurtuldu. Diğer askerin büyük
bir kısmı telef edildi. Moğollar bol ganimete kondular, servetin her türlüsü, silâh,
mühimmat, esirler ellerine düştü; böylece mevkileri sağlamlaştı; askerleri zengin­
leşti.
Bu dehşetli.haberden Sultan ne yapacağım şaşırdı, kaldı. Maveraünnehri mu­
hafazadan ümidi kesti, yavaşça Ceyhun’u geçti. Zavallı şu halde iken dayılarına ait
yedi bin Hitaylı kaçtılar, Moğol tarafına geçtiler. Kunduz emiri Alâüddin Çingiz
tarafma geçti. Belh emiri de böyle yaptı; her tarafta perişanlık, kaçaklık aldı yü­
rüdü.
Yukarda atları geçen adamlar Çingiz’in yanlanna geldikleri zaman Sultanın
korkudan titrediğini, kargaşalığın arttığını söylediler. Çingiz hemen Nem­
çe Nuyan’ı bchadırı oluz bin askerle gönderdi. Bu iki kumandan nehri Horasan
tarafından geçtikten sonra aldıkları talimat mucibince bütün memleketi alan talan
ettiler, yaktılar, yıktılar, san'atkârlar işlerini, çiftçiler çubuklarını bırakıp kaçtılar.
Artık koyun melemesi, deve böğürmesi işidilmez oldu.

YİRMİ BİRİNCİ FASIL


Sultanın Hazer denizinde bir adada ölüme gidinceye kadar çektiği
iziyetler ve mağlûbiyetler

Sultan Ceyhunu geçtiği gibi oğlu ve Irak emiri Rüknüddin’in veziri lmadüddin
Mehmed bin Es-Savi gelip hidmetine girdi. Rüknüddin bu adamı zahirde kendi iş­
lerini takip etirmek, hakikatte ise bu entrikacıdan kurtulmak ve sarayını temizlemek
için yollamıştı. Zaten vaktile de babasına bu vezirin kibrinden isyan fikrinde olu­
şundan bütün işlerde yalnız kendi temayüllerini takip eylemesinden şikâyet eyle­
mişti. lmadüddin sultanın yanına geldiği gibi hakkında edilen ithamları bildiği için
bunun içinden çıkılmanın yollarını aradı. Sözünü dinletecek bir belâgate malik
olmadığından sultanı Horasanı bırakıp Irak’a çekilmenin muvafık olacağına kandır­
maya çalıştı. Eğer Sultan doğduğu yere avdet eylerse orada servet ve asker bulaca­
ğını ve bunlar zayiatını tamir ederek yaralarını saracağını söyledi. Bu ise serap
bir hayalden ibaretti. Sultan bu sözlere kandı : Ceyhun’dan çekildi, Nişabur’a gitti,
36
fakat korkudan orada ancak bir kaç saat kalabildi. Saray idare zabitlerinden emir
Tacüddin Elbistas bana şunu hikâye eyledi:
"Bu İrak seferi esnasında Sultan Bestam’a gelmişti; beni çağımı, on sandık
getirtti; bana dedi ki :
—Bu sandıklarda neler var bilir inisin ?
— Sultan onu benden iyi bilirler; cevabını verdim.
— Bu tamamile kıymeti takdir olunamayan incilerle doludur. Şu iki sandık
müstesnadır.
O iki sandığı da gösterdi; bunların içindeki incilerin kıymeti dünyanın bir yıl­
lık vergisidir. Sonra bana bu iki sandığı dünyanın en müstahkem mevkii olan Erdelin
kalesine götürmemi emreyledi. Sandıklan naklettirdim. Oranın muhafızı emane­
tin mührü ve tam olarak geldiğine dair bana bir makbuz verdi. Sonra her tarafa
kol atan Moğollar burayı muhasara ettiler; sandıklar kendilerine verilmek üzere
kalenin teslimine razı oldular. Halâ mührü üstünde buldular, Çingiz'e götürdüler.
Sultan Irak’a vüsulünde Hemedan mülhakatından Merc Devletabad'a çadır
kurdu. Yanınad yirmi bin kadar atlı ile orada bir kaç gün kaldı. Ansızın harp ses­
leri işitmeye başladı, etrafını düşman sardı, kendisi kaçabildi, fakat dostlarından
çoğu helak oldu. İçlerinde lmadülmelik de bulunuyordu. Sultan bir miktar sadık
kimseler ve nedimlerde Cebele geldi. Oradan Üstunabad denilen Mazenderan'ın en
mühim bir kalesine girdi. Nihayt deniz kenarında bir limana vardı; Orada camie
gidiyor, imamla beş vakit namaz kılıyordu.' İmam kendisine Kuran okuyor, o da
ağlıyarak adaklar adıyor, eğer tekrar hükümete geçerse adaletten ayrılmayacağını
vadediyordu.
Abı-sükun adasına giderken Sandalda Sultanla birlikte bulunan bir çok kimseler
bana şunu anlattılar : "biz kürek çekiyorduk; sultan ise sihhate kavuşmak ümidi
olmayacak derecede bir nezlei sadriyc sıkıntısı çekiyordu. Uzanmış yattığı halde
iztirabı görünüyordu. Bize şöyle dedi :
• —Sahibi olduğum bütün şu yerlerden bana mezar olacak bir yer kalmadı. Bu
dünya filhakika üstünde bulunan mesken değildir; yer yüzündeki şeylere güvenmek
hayal ve gaflete kapılmak demektir. Dünya bir kapısından girilip diğer kapısından
çıkılan bir ribattır, bunu görün ve ibret alın. „
Adaya varıldığı zaman sultanın yüzü güldü. Yer yüzünde sürülmüş herkes
tarafından bırakılmış, ne kendi ve ne de atalarından kalan bir şeye malik olmaya­
rak buraya yerleşti, hastalığı arttı. Mazenderan’lılar her gün kendisine yiyeceğini
ve istediğini getiriyorlardı. Bir gün şöyle dedi :
Bana kurduğunuz şu çadırın yanında otlayacak bir at isterdim.
O aralık Sultanın cenerallerinden biri olan ve sonra Celalüddin tarafından
babasına ettiği hidmetlerden dolayı prenshğe terfi edilen Tacüddin Haşan bu arzu­
sunu işittiği gibi kendisine hemen bir kula at takdim eyledi. Şu son vak’alardan
evvel Sultanın Mirahoru emir Ihtiyarüddin hasahurda otuz bin at toplamış ve eğer
37
isterse bir dinar, bir dirhem sarfetmeden bunu alaş bine çıkarabilirim, bunun için
etrafta bulunan çobanlara bir haber göndermek elverir; demişti. -
Şu son günlerde Sultan kendisine yiyecek ve başka bir şey getirenlere yüksek
rütbeler, memuriyetler tevcih etti. Ekseriya bu husustaki iradelere takdimde bu­
lunanların kendileri yazarlardı, çünki adada kâtip yoktu, bütün bu iradelerin icrası
Cclalüddin'c havale olunuyordu. İktidar mevkiine gelince kendisine takdim olunan
bu kararları Celâl tasdik eyledi. Bir teveccühü isbat için Sultan tarafından verilen
kılıç veya mendil gibi şeyleri de Celâl öper ve hükmünü icra eylerdi.
Sultan adada öldüğü gibi cenazesini maiyetinde bulunan çavuş Şemsüddin
Mahmud Eylağ, hademci hassa başı, mehteri mehteran Mukarribüddin yıkaddar.
Sarınacak kefeni de bulunmadığınlan şimdi adı geçen Şemsüddin Mahmud gömle­
ğini verdi. Sultan 617, 8 mart 1220 : 25 şubat 1221 senesi adada defnolundu.

YİRMİ İKİNCİ FASIL


Şchabüddin'in Ilarczmdcn Nesaya gelişi. Moğolların bu şehri
muhasarası, Şchabüddin ile halkın öldürülmesi.

Şchabüddin Ebusad lmran eyi bir fakihti. Şafii mezhebinde emsalsiz bir müftiydi.
Bundan başka lügat, tebabet ve ilmi menazırada mahirdi. Bir çok dil konuşur, be­
liğdi. Sultan kendisine hürmet eyler, bir dediğini iki etmezdi, imamlar verdiği der
sin bitmesini beklemek için kapısında Emirler, Vezirler bekleşirdi. Harezmdc beş
medresenin müderrisi idi.
Mabeyinciler sultana arzedecekleri maddeleri üzerine bununla konuşurlardı.
Kendisine müracaat o kadar çoktu ki bir meselenin cevabını almak için bir yıl bek­
leyenler olurdu. Sultan Vı j j y Uj cümlesini havi bir mühür kullanırdı. Bu
mührü her iradeye basmağa vakit bulamadığından büyük kızı Han Sultana bu işi
bırakmış kendisi mühim işleri imza etmek mecburiyetinde kalmıştı. Şehabüddin
Ebusad’ın nüfuzunu gösterecek bir şey. Sultan tarafından emirlere yazılan name­
lerde bunlar kim olursa olsun evleri vezirinkinden sonra yazılırdı. Fakat iş Şeha-
büddinc ait olursa vezirin adı yazılmazdı. Bu suretle Şehabüddinin adı vezirden
sonra getirilmek istenilmezdi.
Şchabüdin Şafiiyyc camiinde bir kütüphane yaptırmıştı ki bunun bir misli ne
görülmüş, ne de görülecektir. Harezmi terkederken bir daha dönmek ümidi kal­
madığından bu kitapları alamadığına yanardı. Nesa’da vefatından sonra o kitap­
lardan getirdiği bazı seçme nüshalar halk eline geçti. Bunları kendi kütüphanem
için toplamaya çalıştım, çok kıymetli olanlarını elde edebildim. Vukuat sebebile
dünyayı dolaşmağa mecbur kaldığımdan atalarımdan kalan ve kendi tarafımdan
kazanılan şeylerle kitaplarımı Nesa’da bırakmıştım. Bunlardan sonralar yalnız ken­
di kitaplarımı elde edebildim.
38
Şchabüddin N esa’ya bir çok Harezmli halk ile beraber geldL Burada kalma­
sına sebep sultandan çabucak havadis alabilmek ve hidmetine koşabilmek arzusu
idi. Vakıa burada iken sultanın Nişabur’a geldiğini, orada kalmadan gittiğini işitti.
Nesa emirlerinden Bahaüdin Mehmed bin Sehl geldiği vakit olan vakalardan şa­
şırmış bir halde idi. Bu emir sultanın ric’at ederken kendisinin Nesa’ya gitmesini
ve halka : "Bu düşman başka ordulara benzemez. Benim fikrim şehri boşaltmanız,
bozkırlar, dağlara çekilmektir. Bunlar bıraktığınız yerlerde bulduklarını aldıktan
sonra çekilip giderler. Ey Nesa’hlar eğer yerinizde kalmak isterseniz vaktile sulta­
nın yıktığı hisarı yeniden yapın ve şehri müdafaa edin. „
Vaktile sultan Tiküş Nesa’yı almak için emek vermiş fakat muvaffak olama­
mıştı. Böylece kendi kuvvetile işi başaramayınca şehrin cnıiri İmadüddin Mehmed
bin Ömer bin Hamze ile ittifak etmişti. Sultan böylece lmadüddini kendisine bağ­
ladıktan sonra bütün Horasan şehirlerini tamamile elde etti. İmadüddin Tiküşlcr
sonra bir yıl bile yaşamadı. Ve ilk oğlu Nusayrüddin Said de babasınadn altı ay
sonra öldü. Nusayrüddin’nin babasına bir zehir gönderdiği, fakat kendisinin de
bu hiyanetten uzun müddet istifade edemediği temin olunuyor. Sultan Nusayrüd-
din’iıi hazine ve çocuklarını Harzeme getirtti. Bu çocuklar Moğollar gelinciye ka­
dar tutsak kaldılar.
Böylece Nesa’yı elde eden sultan surunu tamamile yıktırdı, yerini doldurtup
tahkir için arpa ektirdi. Tepe üzerine yapılan hisarların bu hisar fevkalâdesi idi.
İçersi gayet geniş olduğundan bayü geda evsiz kimse yoktu. Hisarın ortasındaki bir
tepe üstünde Sultana mahsus bir yer vardı. Burada bulunan bir pınarın suyu aşağı­
ya akardı. Şehirde su bulunmazdı, kuşu yetmiş kolaçta bulunuyordu. İddia olundu­
ğuna göre buranın böyle oluşuna sebep yukarı kısım bir pınarı havi dağ iken, aşa­
ğıdaki topraklar bunun kaidesine toplanmıştı. İran şahı Kcyüstaf zamanında Nesa
şehri bir hudut şehri olmuştu. Yani türklerle iraniler arasında bir sed bir hudud
olmuştu. O zaman şehir halkı angarya ile bu toprakları dağın eteğine getirmişler,
şehrin yeriniböyle genişletmişlerdir.
Nesa chalisi Bahaüddin’in sultan tarafından getirdiği sözleri ■işittikleri gibi
memleketi terketmektense şehri yeniden yapmayı daha münasip gördüler. Vezir Za-
hirüddin Mcsud hemen işe başladı. Gerek angarya ve diğer ise başka suretle
suru yaptı : halk bu surun etrafına kondular. Hayveli Şchabüddin Ebusad ile bir
çok Harezmli de buraya yerleştiler. Bunu Emir Tacüddin Said bin Mehmed dayısı
emir Izzüddin Keyhusrev ve daha bir takım Horasan emirleri duydukları gibi
gelip Şehabüddin'in maiyyetini takviyeye karar verdiler. Bunlar bu suretle sultanın
şükranını kazanmak diğer ciheten de talii yar olan düşmana karşı bir sed çekmek
emelinde bulundular.
Verilen karar üzerine Çingiz damadı Tifcar Nuyan ile Yerçc Nuyan adında bir
ceneralin on bin atlı ile memleketi yakıp yıkmaya memur etmişti. Bu ordudan ce-
neral llkuş adında birisinin idaresinde bulunan birisi Nesa önüne geldi, şehir halkı
3Q
karşısına çıktılar, Ilkuş göğsünden bir okla yaralandı; öldü. Bunun üzerine Moğol-
lar diğer Horasan şehrinde öc almak için Nesa’yı muhasaraya karar verdiler. Arada
mütareke olmaksızın geceli gündüzlü çalıştılar. Surlan ta Horasan hududundan ge­
tirdikleri mancanıklan Sonra eşek sırtı biçiminde üstü deri kaplı bir nesi çadıra
benzeten koç başlarının altına yerleştirdikleri esirleri siperlere doğru atalar. Eğer
bu esirler şedde varmazdan evvel geri gelecek olurlarsa öldürülürdü. Moğollar dol­
durulmasına imkân bulunmayan bir gedik açalar, bu netice elde edildikten sonra
harp kisvctlcrini giyindiler, siperleri sabaha kadar zabt ettiler. Sabah olduğu gibi
siperlerden indiler, önlerine rast gelenleri bağçclerin arkasında bulunan Adriyan
meydanına kadar sürdüler. Zavallı halk bir çoban elinde bulunan koyun sürüsü
gibi oraya sürüldü. Moğollar yağmadan evvel halkın oraya toplanmasını bekledi­
ler. Bütün çoluk çocuğu ile ağlıya inliye buraya halk toplandı : buraya herkes bir­
birine bağlanmak emri verildi. Bunlar bu emri dinleyeceklerine harp etmeksizin
kaçsalardı, ölümden kurtulmaları muhakak iken efsunlanmış gibi birbirlerine bağ­
landılar. Kundaklı çocuklar gibi top oldular. İşte bu halde iken üstlerine oklar
yağdırılmaya başlandı, hepsi öldürüldü, cesetleri kurtlara, kuşlara yem oldu. Nc-
kadar kan döküldü, memede nekadar çocuk öldürüldü, nekadar din ırzına geçildi,
bugün ölenlerin yekûnu yetmiş bine vardı. Hayvcli Şehabüddin ve oğlu Tacüddin
Tifcar Nuyan'ın ile Nerkanuyan’ın karşısına çıkarıldı : hemen hâzineleri getirdiler.
Ayakta Şchabüddin’i oğlunun önüne boşaltttlar, Yığılan altunun yüksekliği bu iki
adamın boyunu aştığı gibi ikisini öldürdüler. Bugün Şehabüddin’in m ezan Nesa’nın
meşhur ziyarctgâhLarından biridir.

YİRMİ ÜÇÜNCÜ FASIL


Sultan çekildikten sonra Horasan’da olan vukuatın hulâsası

Sultan Horasanı terk ile Iraka gittiği gibi Tifcar ile Yerke Ceyhunu aşmış Ho­
rasana girmiş ve şimdi nakleylediğimiz gibi Nesa’yı viran eylemişlerdi. Bundan son­
ra bütün bu kıt’alar kısım kısım ayrılarak her cihete yayıldılar. Bu gruplardan bin
kişilik bir kuvvet kıt’alarda buldukları kimseleri toplar merkeze gönderirlerdi. O-
rada köylüler şehir alınıncaya kadar mancınık kurmakta, hendek açmakta kullanır­
lardı. Netice elde edildiği gibi hayatta kimse bırakılmazdı; kimse kalmazdı. Esirle­
rin hali bu idi, fakat geri kalanlar ne olacaklarını bilemezlerdi.
O esnada ben Horasan'da kendi hisarım olan Horendeze de idim. Bu hisarın
ilk sahipleri oLan atalarımın yaptıklarını bilmiyorum. Buna dair herkes istediği gi­
bi hali hikâye ederlerdi. Doğru olup olmadığını bilmediğimden bunları yazmıyaca-
ğım. Rivayete göre lslâmın buralara geldiği gündenberi atalarım buraya sahip imiş­
ler. Hisarım felâketten kaçanlara melce olmuştu.
Moğollar Horasanı baştanbaşa tahripten vazgeçmediler, bu hususta Habuşan,
40
Ustuva köylerinden Kâhicalı habeş adı bir adam bunlara yardım ediyordu. Bu he­
rif bir cencraldı, fakat tahkir ve istihfaf için kendisine Emir lâkabı verilmişti. Ken­
disi mancınıkları işletmek için mürtedlerin başına dikilmişti, bu adamın yüzünden
halk fevkalâde zulüm gördü. H er türlü fenalıkları irtikâptan çekinmiyen bu adam
Horasmın hisarlı ve camili her kasabasına adam lar gönderir orada kumanda eden­
leri silâhlan alât ve edevatlarile gelip kendisine iltihak etmelerini emreylerdi. Bu
emri kabul edenler hemen bir şehre götürülür, zapt ve tahrip ettirilirdi. Emri ka­
bulde özür gösterenlere karşı Habeş kendisi gider hisarını zapt halkini imha ve
mallannı yağma eylerdi.
Nişabur üzerine hücum ve'muhasara, mülhakatının zapc ve tahribine kadar ge­
ri bırakılmıştı. Nişabur’un yirmiden ziyede medinesi böyle mahvedildikten sonra
Moğollar bütün kuvvetlerde bu şehre yöneldiler. Bütün kuvvetlerde gelen Moğol-
lara karşı yerliler bir huruç hareketi yaptılar, T ifcann yüreğine bir ok sapladılar.
Halkin bu mukavemetini gören Moğollar imdat geçirmeden bu işi başaramıyacak-
larını anladılar; Çingiz’i imd3t çağırdılar. O da kendisine Kiku Nuyan, Kctbu-
ğanuyan, Tulon Narbi gibi adlı sanlı kumandanlarile elli bin atlı gönderdi. Şu
kuvvetle Celâlüddin’in hint seferinden evvel vukua gelmişti.
Nişabur önüne gelen Moğollar şehrin şarkında ağaçlı Nuşcan kasabasına yer­
leştiler. Burada muhasara hazırlığını tamamladılar. Şehri üç gün döğdükten sonra
içeri girdiler; başka yerlerde ne yapnlarsa orada öylece yaptılar. Aldıktan emir üze­
rine esirler, dümdüz ettiler, atlılar tek bir çakıl bulunmıyan bu düzlükte cirit oy­
nadılar. Fakat alt katlara, mahzenlere gizlenen halk te bu suretle mahvolmuştu. İle­
ride söyleyeceğimiz veçhile Celâlüddin Hindistandan avdet ile Horasan ile Irak’m
bir kısım hâkimiyyetini eline geçirdiği zaman keşfolunan hazineler 30,000 dinari
geçti. Bir günde bir çiftçinin bazan eline geçirdiği hazine vereceği vergiye muudil
düşerdi.
Yeraltlarında böyle servetler kaldığı gibi bir o kadar da bunların sahipleri gömü­
lü kalmışa. Bu hâl bütün memlekette böyle idi. Onun için tafsüâta hacet yoktur.

YİRMİ DÖRDÜNCÜ FASIL


Sultan veliahtlıktan oğlu Kubuttin Azlâğ Şuhı azl ile yerine
Celâlüddin’i nasbetti.

Yukarda veliahtlığın Türkân Hatunun arzusu üzerine Azlâğ Şaha verildiğini


yazmıştık. Sultan Abı-Sükün’da ağır bir surette hastalandığı zaman anasının esir
düştüğünü haber aldı. Bunun üzerine Celâlüddin ile o vakit adada bulunan Azlâğ
ve Akşah atlı şehzadelerini çağırta. Şöyle dedi :
— " Hükümdarlığın bağlan gevşedi, hanedanın temeli kuvvetle sarsıldı, yı­
kılma tehlikesini gösterdi. Düşmanımızın hareket vasıtaları kuvvetlendi, hükume-
41
ti pençesine aldı, istediği gibi dişliyor. Menküberti'dcn başka öcümü alacak, altlım­
dan lekeyi silecek oğlum yoktur. Kendisini bunun için halef nasbediyonim; Kendi­
sine itaat ve sancağına dehalet ediniz.”
Sultan bunun üzerine elile kılıcını Cclâlüddin’e bağladı. Bu rasimeden birkaç
gün sonra Sultan vefat etti.

YİRMİ BEŞİNCİ FASIL


Türkân Hatundan sonra Harezmin hali.

Sultan llarczmi idare edecek bir kimse bırakmaksızın tamamile boşaltıp çık­
mıştır. Bunun üzerine Ali Kûhi Dürüği iktidarı eline geçirdi. Bu adam tedbir­
siz serseri bir şevdi. Ylancılığından dolayı Kûhi dürüğî-dağ gibi yalancı lâkabını
almıştı. İdaresizliği, tedbirsizliği yüzünden Harezm halki ayak altında çiğnendi.
Başlar ayak oldu. Devletin varidatı kapanın elinde kaldı. Bu Ali yüz bin dinar iste­
diği zaman kendisine on bin dinar getirilirse çok memnun olurdu.
Bu hal Sultanın vefatından sonra lmadüdin Elmüşerref ve Şerefüddin’in Ha-
rezme dönmelerine kadar sürdü. Harezm halki Sultanın vefatını henüz öğrenmedik­
lerinden bu gelen memurlar sahte fermanlar uydurarak memleketin mâliyesini dü­
zelttiler. Ali Kûhi Dürüği Sultanın hayatta olduğunu, Moğollarla uğraştığı habe­
rine inandı işten el çekti. Bu hal Cclâlüddin ile kardeşlerinin oraya gelmelerine ka­
dar devam etti.

YİRMİ ALTINCI FASIL


Cclâlüddin'in kardeşlerde Harezme gelişi. Biribirine muhalif
reyde bulunmalarile memleketi boşaltmaları.

Sultan vefat edip adaya defnolunduktan sonra kardeşlerde yetmiş kişilik bir
grup oldukları halde Cclâlüddin Harezm yoluna çıktı. Memlekette derledikçe Ha-
rezmliler bunlara yük hayvanlan, silâh getirdiler. Böylece zayiadarını telâfi ederek
halka karşı çıkacak iyi bir hale girdiler. Halk bunlarr hasrederine kavuşmuş gibi
sevinçle karşıladılar. Harezm sahralarına dağılmış olan askerler şehzadelerin etra­
fına toplandılar. Ekserisi yaya kuvvetlerden olan bu askerler yekûnu yedi bini bu­
luyordu. Başlarında Kutlûğ Han lâkabde meşhur olan Tusi Bahadır bulunuyordu.
Bu askerler aradaki rekabetten dolayı Azlâğ Şaha şiddetli bir meyil hissettiklerin­
den veliahtlığın bundan alınmasını istediler.
Bundan dolayı şehzade de birleştiler. Celâlüddin’i tutmak onu diri olarak Az-
lâğ’a teslim eylemek ve öldürmek knrannı verdiler. Şu fesadı haber alan inanç
I 42
Han keyfiyeti Celâlüddin’e bildirdi, ve oralardan uzaklaştırdı. Celâl'de Demir Me­
lik kumandasında üç atlı ile Horasan’ın dağlık tarafına çekildi. Fesatçılar ise üç
gün Harezmde kaldıktan sonra Moğolların Maveraünnehir farafindan dehşetli bir
akına kalkıştıklarını haber aldılar. Celâlüddin’in izini takip ederek Horasan'a doğru
koyulduler. Harezmdcn sonraki hallerini ilerde anlatacağız.

YİRMİ YEDİNCİ FASIL


Nizamüddin semani; bunun yanında Horendez’de ikameti; sonra
korkudan kaçması.

Nizamüddin kudretli, faziletli bir aileye mensuptu. Aile reislerinden hiçbir


kimse bunun soyunu inkâr etmezdi. Kendisine rastgeldikleri zaman büyük Bey
derlerdi. Kendisi pek cömert ve alicenaptı. Sultanın arzusu üzerine Nizamüddin
Harezme gelmişti. Sultanın maksadı kendisi ile istişare idi. Az zamanda Sultanı
büyük teveccühünü kazandı. Sonra pek derin bir ihtiyaç içinde kaldı. Bu halde
Horendcz’e çekildi. Orada iki ay kaldı. Mevkiinin yüksekliğine rağmen hatiplik
etti. Hutbede Sultanın adını yaddederken ağlar, orada bulunanları ağlatırdı.
Moğolların ilk önce Horasandan Nesa’yı aldıklarını ve orada imam Şehabüd-
din Elhayuki’yi öldürdüklerini işittiği gibi bir daha kurtulamadığı bir korkuya düş­
tü. Kalenin siperi üzerinde gezindiği zaman bir karıncanın nrmanamıyacağı ,bir
kuşun uçamıyacağr bir yeri göstererek: " Moğollar buradan çıkacaklar” derdi.
Nesa düştükten üç gün sonra Moğollart meşhur kumandanlarından olan Taccn Nu-
yan çadır kurulması mümkün olan bir yere otağını kurdu. Bunu gören Nizamüddin
hemen kendisinin bir dağın bir köşesine gönderilmesini, maiyyetinin ve eşyasının
orada muhafaza edilmesini yalvardı. Ricasını kabul ettim, amma nefretimi saklı-
yamadım.
Nizamüddin geceliğin Horendez’in garp tarafındaki sarp yerlerden indi. Şark
tarafını Moğollar tutmuştu. İnerken yolda hayvanlarından bir kısmının ayakları
kaydı. Yuvarlanıp geberdiler. Nizamüddin Harezme vardığı zaman Sultanın ada­
dan geri gelen oğullarına rastgeldi. Bana Azlâğın fevkalâde bir mukataa verdiğine
dair bir emirname gönderdi.
Tacen kartal yuvasına benziyen kalenin alınmtyacağını gördü, 10.000 arşın
kumaşla biraz adi şeyler gönderilmesini istedi. Def’i belâ kabilinden istediklerini
göndermeğe razı oldum. Kumaşlar hazırlandı, amma göndermek için kimse mey­
dana çıkmadı. Çünkü Moğollar her gideni, hattâ elçileri bile öldürüyorlardı. İki
ihtiyar adamcağız kale halkinin kurbanı olmıya razı oldu. Çocuklarını getirdiler;
şayet kendileri gelmezse bunlara bakılmasını halktan rica ettiler. Zavallıları Mo­
ğollar hakikaten öldürdüler; malları alıp defoldular. Giderken oradaki hayvanları
43
beraber sürdüler. Horasan tamamile kanlara boyandığı halde yalnız Horendez
Moğol belâsından kurtulmuştu. Sonra burada çıkan salgın bir hastalık hemen bü­
tün halki öldürdü.

YİRMİ SEKİZİNCİ FASIL


Cclâlüddin’in gidişi ve bunun sebepleri.

Cclâlüddin Azlâğ Şah ile taraftan olan Emirlerin kendisini yakalayıp karar
verdiklerini anladığı gibi Damar Melik £'} kumandasında bulunan üç yüz atlı ile
binip yola düzüldü. Harczmi Horasandan ayıran çölü birkaç gün içinde geçti. Bu
yolu kervan on altı günde geçer. Celâlüddin Nesa’ya geldi.
Çingiz, Sultanın oğullarının Harezme geldiklerini haber aldığı gibi orava kuv­
vetli bir ordu gönderdi, ve Horasan'da bulunan askerlerine Bozkır hudutlarında
dağılıp düşmanı gözetmelerini emretti. Şu emir üzerine Moğol kıt'aları Merv hu­
dudundan Şchristan’a kadar uzanan bir daire teşkil ettiler, ve böylece kaçmak isti-
yen şehzadeleri ele geçirmeklerini temin ettiler. Nesa civarında yedi yüz Moğolun
niçin toplandığı ilk önce anlaşılamadıysa da Bozkırdan çıkan Celâlüddin'in bun­
lar üstüne atılışı oradaki toplanmalarının sebebini anlattı. İki taraf arasındaki mü­
sademe pek şiddetli oldu. Nihayet Moğollar bozuldu. Ganimetlerini silâhlarını bı­
rakıp kaçtılar. İçlerinden pek azı kurtuldu? İşte İslâm kılıçlarının düşman kanına
boyanması ilk defa burada vaki oldu.
Cclâlüddin kudreti kemale erdiği ve imparatorlukla mutlak hâkimliği elde et­
tiği zaman bana şöyle demişti:
— “Eğer Moğollar Nesa şehrini bırakmasa, ellerindeki atlardan biz de isti­
fade etmeseydik Bozkırları geçerken halden çıkan atlarımızla Nişabur’a yetişme­
mize imkân yoktu.”
Moğollardan bir kısmı kılıç ve kargı darbeleri altında daima dağın olarak
şehre gelen tünel şeklindeki su yollarına girmişlerdi. Köylüler bunları oradan çı­
karmışlar, şehre sokmuşlar; orada da başları kesilmişti.
O esnada ben Ncsa’da Emir lhtiyarüdin Zengi bin Mehmed bin Hamzenin
hidmetinde idim. Bu Emir kendisine Nesa mülhakatından Canimend kumandanın­
dan bir mektup getirildiği zaman Moğolların bozgunluğundan haberi yoktu. Bu
mektupta şöyle deniyordu:
" Tam bugün kara bayraklı yüz neferden ibaret bir kır1a geldi. Bunlar Cclâ­
lüddin’in kendi aralarında olduğunu ve Nesa’ya yerleşmiş olan Moğollan öldür­
düklerini bize temin ettiler. Bunların anlattıklarına inanmak istemiyorduk. İçlerin­
den birisi siperlere yaklaştı. Şöyle dedi: «Sizin böyle ihtiyatlı bulunmakta hakkınız

£ '} Meşhur Timur Melik.


44
var, bundan dolayı Sultan size müteşekkirdir. Bize iplerle erzak ve hayvanlara yem
sarkıtınız, ta ki yolumuza devam edebilelim. İlende işlerin nasıl olduğunu anladı­
ğınız zaman pişman olmazsınız ». Kendilerine muhtaç olduktan şeyleri hemen ver­
dik. Onlar da yollanna devam ettiler.”
Nesa’da yerleşen Moğollara taarruz eden Celâlüddin olduğuna emniyet hâsıl
eden Nesa Emiri lüzumu olan şeyle yüklü birtakım katırları kendi adamlarından
birtakım adamlarla gönderdi ise de yetişemediler.
Celâlüddin Nişabur üzerine gitti. Kendisine at ve katır götürenler Horendez'
de kaldılar. Üç gün sonra buraya Azlâğ Şah ile Akşah geldiler. Moğollara mağlûp
olan bir iki şehzade galiba Nişabur’a giren Celâlüddin’dcn bulundukları kalenin
mukataasını istediler, o da galibiyetine şükrane olarak ricalarını kabul etti.

YİRMİ D O K U ZU N C U FASIL
Cclâlüddin’in hareketinden sonra Kutbuttin ve kardeşi Akşah
Harezmi terkettiler. Şu iki Şehzadenin hareket­
lerinin sebebi, bunların tarihlerinin sonu.

Düşman taliinin kurduğu tuzaklardan kaçıp kurtulmak için Celâlüddin Harez­


mi terkederken, Moğolların Harezmi almak için kendisini ve kardeşlerini oradan
kovmak için bir ordu hazırladıklarını ve anı takip hareketile kendilerini kaçırıp
ümitlerini kıracaklarını haber almışlardı. Kardeşi Akşah ile birlikte bulunan Ku-
buttin Celâlüddin’in kendisinin temin eylediği muavenet fırsatını kaçırdığını tees­
süf ederek hemen firar eyledi. Celâlin izine düşerek haberlerini her yere sorarak
aynı yolu takibe başladı.
Merci Sayğ’a vardığı zaman Celâlüddin’e takdim için atlar götüren bir elçiye
rasüadı. Nekadar az ve ehemmiyetsiz olursa olsun şu imdat prensi bundan çok haz-
etti. Ve sonra Nesa Emirinin mukataalarına bir hayli yerler daha ilâve eyledi. Nesa
Emiri pek mahzuz oldu. Vakıâ bu emir Moğollar zamanında Ncsa’ya gelmiş Sul­
tandan hiçbir müsaade almadan kendisine miras kalan bir yere de hüküm sürmeğe
başlamışa.
Bunlar şu mukataa işlerile meşgul iken Amcazadem Sadüddin Cafer bin Meh-
med’in bir mektubu ile elçisi çıka geldi. Amcazadem bu mektubunda Cclâlüddin'dcn
haber almak, tertibaanı anlamak arkasından gelen kıt’aları öğrenmek için bir mo-
ğol ordusunun kale önüne geldiği ve Azlâğ Şahın muvasalatım bilmedikleri yazılı
idi. Gene buruda kendisinin düşmanı karakol muharebelerde oyalamak için kale­
den çıktığı ve bundan maksadı Sultanın yanı Azlâğ Şahın ya bir harbe hazırlan­
mak veya kaçmağa vakit bulabilmesine yardım etmek olduğunu ilâve ediyordu.
Bunun üzerine Azlâğ Şah ata bindi. Moğollar kendisini Huşan memalikindc-
ki Osturva'ya kadar takip ettiler. Şu nahiyede Uşat kasabasında düşman kendisine
45
yetişti. Azlâğ Şah düşman karşısında harp nizamına girmek için durdu. Edilen şid­
detli müsademelerde iki taraf ta büyük zayiat verdi. Moğollar nihayet bozulup
kaçtılar. Azlâğ Şah ile arkadaştan şu kolay ve çabuk zaferden hayrette kaldılar,
kendilerini fena bir akibet beklediğini hatıra getirmediler. Bütün Harasan’da bu­
lunan Moğollan önlerine çıkanlardan ibaret sandılar. Aradan çok geçmeden yeni
bir düşman kuvveti tarafından sanldılar.
Azlâğ Şah bu müsademede şanı ile öldü. Akşah ve arkadaşlen da can verdiler.
Moğollar iki Şehzadenin başını götürdüler; mızraklara takarak bütün memlekette
teşhir ettiler.
O gün can verenlerin üstlerinde yıldız gibi parlıyan inciler vardı. M oğollar
bunları almak zahmetine girmek istemediler. Köylüler geldiler, bunları aldılar. Ka­
saba pazarında yok bahasına sattılar. Nesa Emiri Nasrüddin üç dört mıskal ağır­
lığında lâl yüzük taşlarını otuzar dinar ve hattâ daha aşağıya aldığını söyledi. Bu
zat yetmiş dinar bir elmas yüzük almıştı. Sonra bu taş Celâlüddin’e takdim olun­
muş o da bunun Azlâğ Şahın olduğunu Harezmde dört bin dinara alındığını söy­
lemişti. Cclâlüddin bu taşı yüzük, yapmak için Gence de bir kuyumcuya vermişti.
Kuyumcu taşı kaybetmiş; sözüne de inanılmışa. Bunun için şehirde iki gün tellâl
çağırtılmış ise de bulunamadı.

OTU ZU N CU FASIL
Cclâlüddin'in Nişabur’a gelişi. Buradan Gazne’ye doğru gidişi.

Cclâlüddin Nişabur'a geldi. Mukaddes harp tedariklerine şevk vermek için


Emirlere, hudut Beğlcrine, ortalığın boşluğundan istifade etmek isriyen mütegal-
libelcrc mektup yazdı. Hele yedinci yıl Emiri diye maskara edilen mütcgallibelcrin
pek çoğalmıştı. Yazdığı mektuplarda hep bunlara maiyyeti askerile birlikte çarça­
buk yanına gelmeğe davet ediyordu. Bu davetnamede gizli bir maksat bulunmıyor,
parlak vaitlcrde bulunuluyordu.
lhtiyarüddin Zengi bin Mehmet Hamza Nesa’ya avdet eylemişti. Miras olan
hakkına rağmen kendisinin elinden alınan hükümeti tekrar eline geçti. Fakat Sulta­
nın öldüğünü iyice bildiği halde istiklâlini ilân etmemişti. Bütün emirnameler de
Moğol istilâsından evvel kullandığı şiar ve elkabı kullanıyordu, lhtiyarüddin, Cc­
lâlüddin'in kendisini tasdik ettiğini bildiren emirnamenin gelişine kadar şöylece
cevap eyledi: " Bundan dolayı bunun sadakan âdeta darbı mesel oldu."
Cclâlüddin Nişaburda bulunduğu bir ay içinde her tarafa asker toplamak, er­
zak tedarik etmek için emir emir üstüne yazdı; fakat Moğollar bu hazırlıkları an­
ladıkları gibi bu tertiplerden kendisini çabucak vazgeçirttiler. Celâl yanında topla­
nan Harezmlilcrle birlikte Nişaburu bıraka. Bir günde iki konak yol almak üzere
German Emiri Müeyyedülmülk’ün yapnrdığı Elkahir’e kalesine geldi. Kale pek
46
yüksekti. Celâlüddin bu kalenin suru arkasında müdafaayı düşünüyordu. Fakat
Mücyyedülmülk’ün damadı olan Aynülmülk : "Senin gibi bir adamın bir kaleye
tıkılıp kalması doğru değildir. Hükümdarlar için tek bir kale bindikleri at sırtıdır.
A rslanlann şehri var m ı? Kaleye kapanırsanız M oğollar etrafı yağma ederler.”
Celâlüddin kale hâzinesinde bulunan altının bir kısmının kendisine getiril­
mesini emretti. Geldiği gibi bunları keselerde kendisine sadık olanlara tamamile
dağım , sonra süratle Kahire den Bost hududuna acele geçti.
Orada Çingiz’in kuvvetli ordularla Taleban'da bulunduğunu haber aldı. Dünya
gözüne zindan kesildi, kalmaktan da kaçmaktan da korkuyordu. Çünkü hiçbir yer­
de çıkacak bir yer görem iyordu? Nihayet Gazne’yc doğru süratle hareket etti. H a­
reketinin ikinci veya üçüncü günü dayısının oğlu olup mukataa usulde lle ra t h â­
kimi olan Fm inülm ülk’ün gelmekte olduğu haber verildi. Eıninülmülk M oğollar
dan uzaklaşmak için H erat’ı bırakmış, Sibeştan'a yaklaşmış, fakat burayı bir türlü
elde edememişti. İşte bu aralık maiyyetinde arslan yavrusu gibi on bin Türk bu­
lunduğu halde bu seferden avdet eyliyordu, bu seçme askerin silâh ve mühimmat
bol ve mükemmel idi. C elâlüddin yanında bulunan Eminülmülk’ün gelip kendisine
iltihakını diledi, iki hüküm dar birleşti; Kandehar’ı muhasara eden M oğolların üs­
tüne gitm eğe karar verdiler. M oğollar hiçbir taarruza duçar olacaklarını hatıra g e ­
tirm iyorlardı; bunlar düşm anlarını, önlerinde kaçmaktan başka bir şey düşünmiycu
ceylân gibi sanıyorlardı. Fakat ummadıkları bir halde meydana çıkanları g ö rd ü k ­
leri gibi hemen at sırrına atıldılar. Yalnız içlerinden azı kurtuldu; gidip Çingiz
H an a işi anlatabildi, Çingiz bu halden çok ürktü.
Celâlüddin ise Gazneye doğru hareket ederek şehre girdi. Kitabülıncsalik vel-
m em alik’i okuyanlar H arezm ile Çingiz’in Celâl’e karşı askerî tesisat ile tahakim
eylediği Gazne arasında nek ad ar mesafe olduğunu bilirler.

O TU Z BİRİNCİ FASIL
B edrüddn İnanç’n h a lı; bunun Buhara’yı terketikten sonra Şaab
Süleyman’da vefatına kadar Horasan ve sairedeki vukuatı.

Bcdrüddin İnanç H an Sultanın başlıca em irlerinden ve ileri gelen mabeyinci-


lerindendi. Bu adam adlı sanlı cenerallerinden sayıldığı için Celâlüddin tarafından
d iğ er arkadaşlarilc birlikte B uharanm müdafaasına m em ur edildiği yukarda yazıl­
m ışa. M oğollar Buharayı ele geçirdikleri gibi arkadaşlarının bir takımı ve bir m ik­
tar asker ile N esa’ya kadar uzanan boz kırlara kaçtı. Kimsenin girmeğe cesaret ede-
miyeceği susuz, zahiresiz yerde kaldı. Nesa Emiri lhtiyarüddin Zengi lnanç’ın k o r­
kudan bozkırları terkedem ediğini anlayınca bunun kendisi ile Sultan arasında me-
yancılıkta kullanılabileceğini ve bu suretle de kendisine m iras kalan mukataaları-
na göz dikenlere bir göz dağı olabileceğini hisap etti. İşte bunun üzerine kendisine
47
gönderdiği bir elçi ile tehlikeden kurtuluşunu tebrik etti. Gelip yanında oturduğu
halde kendisine her şey hediye edileceğini bildirdi; ve eğer ansızın bir taarruzdan
çekinerek bozkırlar da kalıyorsanız bizim de düşmanın nereyi karargâh edindiğini,
nereye gittiğini tahkikten hali kalmadığımıza inanınız, derdim i. İnanç bunun üze­
rine geldi, Eminüddin de elinden gelen yardımı yapa, böylece iş yoluna girdi.
Nesa mülhakatından olan Neşcivan halkı kalabalık, burçlu, hendekli müstah­
kem bir yerdi. Buranın mutasarrıfı olan Ebülfctih Moğollara uyuşup anlaşmışa;
her şeyde onlarla haberleşirdi. Bu herif Harezm kuvvetlerinin mahvolduğunu öğ­
renerek İnanç Hanın Ncsada olduğunu ve oranın emiri ile uyuştuğunu Moğollara
hemen bildirdi. Onlar da lnanç’ı kovmak ve elde etmek üzere bir ordu çıkardılar.
Neşcivan’a gelen bu ordu oraya yakın bulunan İnanç üstüne yürümek için muta­
sarrıftan kılağuzlar aldılar. Fakat İnanç Nesa’da bulunmakta ken saltanat ordu­
sundan öteberiye dağılanların gelip kendisine iltihak eylediklerini gördü. Ve bun­
lar sayesinde düşmana karşı müdafaa iktidarını elde eyledi. Ben harbe bizzat işti­
rak ettim. Ve sevap kazandım. Bu tarihte Nesa emirini temsil için ben lnanç’ın ya­
nındayım. Onun muvaffakiyetini temin için her şeyi hazırlamağa memurdum. Bu
harpte İnanç ta gördüğüm cesaret Rüstem’e parmak ısırtacak derecede idi. Harbin
kızgın bir anında İnanç Hanın kılıcı kırıldığı gibi aa da kendisile birlikte kapan­
dı. Hemen kendisine bir at getirdiler. Tekrar hücuma kalkıştı; harbi zaferle bitir­
di. Moğollar kaçmakla kat’î bir hezimetten kurtulmayı umuyorlardı; fakat arkasın­
da at göğsü, önünde bir çöl olan nasıl kurtulabilir? lninç mağluplan iyice ezmek
için bunları Neşcivan’a doğru kovdu, arkalarını bırakmadı.
Akşama doğru Neşcivan’a varıldı, orada harpten çıkan döküntülerle birlikte
bir Moğol kıt’ası bulunuyordu. Bunlar kale kapısı önüne yıkılmış Ebülfeddin ken­
dilerini kabul etmesini diliyorlardı, kapı açılmadı. Ebüllfeddin yüzü hiddenen kor­
kudan âdeta kararmıştı. Çünkü bütün ümitlerini, dünyasını ve ahiretini kaybetmiş­
ti. Moğollar takibin arttığını gördüler, kale hendeğindeki suya atıldılar. Tam bu
esnada İnanç ve arkadaşları yetişti, bütün moğol askeri suda temizlendi. Karargâ­
hına avdette İnanç Han kazandığı galibiyeti bildirmek üzere bir adam gönderdi.
On kafa ile on esir de takdim etti. Memleketi Ebülfetih’den kurtarmak için Neşci-
van’ın muhasarasını da bildirdi. Nesa emiri de burayı ele geçirdikten sonra Ebül-
fethi bir baskı makinesi çeviren katırın ayakları altında çiğnetti.
İnanç Han bundan sonra Abiverd’e yüneldi. Kazandığı muvaffakiyetten dolayı
hiç kimse tarafından reddolunmadan oranın vergisini aldı. İşte burada son hezi­
mette dağılan saltanat ordusu askerleri gelip sancak altına girdiler. Bunların ara­
sında lltacmülük, Tckinmülük, Bekşan Cengaşi, İmrahor Mabeyinci Eminüddin
Refik gibi kimseler bulunuyordu. İnanç etrafına toplananlarla bir kalabalık ordu
ile Nesa'ya geldi. Bu şehre geldiği zaman lhtiyarüddin Zcngi de oradan çıkmıştı.
Bunun üzerine şehir kumandanından kendi başına toplanan sultan askerlerinin ih­
tiyacı için 618 (25 şubat 1221; 15 şubat 1222) senesi vergisini istedi. Kumandan
48
istiyerek daha doğrusu istemiyerek vergiyi verdi. İnanç bunu arkadaşları arasında
üleş tirdi Nişabur nahiyelerinden olup elçi Bahadır tarafından gasbolunan Sebzvar
üzerine hareket eyledi.
İnanç Han da bu şehri gasbetmek istedi, ikisi de harbe giriştiler? Neticede
elçi Pehlivan bozuldu. O zaman Hindistan’da bulunan Cebıâlüddin’in yanına kaçtı.
İnanç Hanın nüfuzu Horasan'ın en uzak yerlerine kadar yayıldı.
Bir zaman sonra Merv de yerleşmiş ve bu harabeleri benimsemiş olan Koç
Tekin Pehlivan münasebetsiz bir sevdaya kapıldı. Ceyhunu’u geçti, Buhara üstüne
yürüdü; muhafızlarını bozdu ve öldürdü. Hâdise Moğolları uyardı, kinlerini kuv­
vetlendirdi; bunlar da on bin kişilik bir kuvvetle Koç Tekin üstüne gittiler, mün­
hezim eylediler. O da ta İkenkû elçi, pehlivan’ın bulunduğu Sebzvar’a kaçu. Bun­
ların ikisi de İnanç Hana kavuşmak için o vakit bunun bulunduğu Cürcan’a in­
meğe karar verdiler. Henüz oraya vardıkları sırada Moğollar bunları takibe başla­
dılar. Bunlar taarruz veya firar arasında kâh ağır adımlarla kâh dört nala gidiyor,
yürüyüşlerini değiştiriyorlardı. Böylece Elhalka’ya kadar geldiler. Bir süvari ma-
nevresine ve bir tabiye hareketine de muvafık ve Cürcan ile Estcrabad arasında bu­
lunan şu Halka denilen yerde İnanç Ham buldular.
Oraya vardıktan iki gün sonra Moğollar çıka geldiler. İki taraf hemen harp
nizamına girdiler. Harp dehşetli oldu; fakat Türkler bozuldu. Burada can verenler
içinde Serbenku, Mirahor Geçit bulunuyordu.
İnanç Han yanına hiçbir şey almadan atlılarile ta Rey Rey de bulunan Gıya-
süddin bir şaha kadar kaçtı. Gıyasüddin şecaatinin takdir ettiği gibi İnanç’in geli­
şine sevindi, kendisine ikramlar da bulundu, bu hal İnanç’in münasebetsiz bir su­
rede kalkıp annesini istemesine kadar sürdü. Tabiî takdir ile karşılandı.
İnanç bundan sonra ancak birkaç gün yaşadı. Gıyasüddin’in bir adamı vası-
tastyle kendisini zehirlediği ve yatağında ölü bulunduğu rivayet olunuyor. İnanç
Han Şaab Selman da gömüldü. Cürcan harbi 619 (15 şubat 122 — 4 şubat 1223)
vaki oldu. Orada ben de birkaç gün bulundum. Tesadüf beni Hamayun bulunan
isipehbed İnaddüddevle Nusradüddin Mehmet bini Kâbut Klıame yanına
götürdü. Bu adam beni güzel kabul etti. Birkaç gün kaldım; beni oradan selâmetle
Hisarıma gönderdi.

OTUZ İKİNCİ FASIL


Sultanın oğlu ve Irakı-acem hükümdarı Gurşa Yahya'nın hali ve sonu

Sultanın oğlu ve Irak'a gittiği, Kazvin bozgunluğundan sonra German lıüdü-


dutıa kadar kaçıp orada istediğini icra ettirerek hüküm sürdüğü zaman Rüknüddin
Gurşa Yahya’da kendisine iltihak eylemişti. Bu kıt'ada hükmü her tarafta tasdik
edilmiş, memleketin varidat ve servetini bildiği gibi etmiş ve böylece dokuz ay
geçmişken kendisine Irak’a dönmek arzusu hâsıl oldu. Bu işe azim ve şiddetle ha­
49
zırlandı ayaklarilc ölüme koştu. İlk önce Isfahana vardı. Orada Cemalüddin
Mclımct bin Ebu Abenin Irakı almağa kasteylediğini ve' bunun için Hemedanda
Ibni Saçin Cekarca hazinedar Aybek Ibni Karagöz, Nurüddin Cibril, Aksungur
El Kutsi Aybek El - Andar, Kavzin sahibi Muazffetüddin Bardegiz gibi analannın
ipliğini pazara çıkarmış kimseler elinde bulunan İrak Türklerinden asker topladı­
ğını haber aldı.
O aralık Isfahan Kadısı Mesut bin Sait Ibni Ebu Abenin ziyaretini kabul et­
mişti. Rüknüddin maiyetinde bulunan askerler ve Sadrüddin Hücenhinin taraf
tarlarilc Han kadının oturduğu Cubara mahallesine saldırdı, ortalığı kana ve ateşe
boğdu. Kadı Farise kaçtı, Atabey Sade iltica eyledi. O da bunu kabul ile hakkın­
da hürmet gösterdi. İşte bunun üzerine Rüknüddin Ccalüddini bulmak ve çı­
karacağı yangını söndürmek için Hcmedana gitti. Rüknüddinin askerleri kendi­
lerine erzak tedarik etmek ve harbin zahmetlerini unutmak için Isfahan mahalle­
lerine dalmışlardı. Fakat Kadının mahallesinde bunların vukua getirdikleri yağma
ve yangından hiddetlenmiş olan halk, şehir kapılarım kapadılar; hançerlerle aske­
re saldırarak birçoğunu pazar yerinde ve dükkânlarda öldürdüler. Bu vak’a Rük­
nüddinin cesaretini kırdı, şiddetini değiştirdi. Bununla beraber dayısının oğlu
Kutsi Bey Toğan Şan, Geçboğahan, Irakı-Acem Emiri Şemsüddin maiyetlerinde as­
ker göndererek Iraklı Ibni Ebi Abe ile harp etmelerini emreyledi. Fakat harbe gi
rişileceği sırada Geçboğahan bu kadar gördüğü nimetleri unuttu, lbtıi Ebi Abe
tarafına geçti. Diğerleri de bundan korkup ricat eylediler.
Rüknüddin Rey civarında hükümdarlar gibi bir kabilenin ancak muhasa­
ra ile alınabileceğine kanidi. Fakat arası çok geçmeden yanıldığının farkına
vardı. Sabahleyin ikametgâhının abluka edildiğini gördü. Bakınız nasıl oldu: Gö­
zetilmesi lâzımgclcn heryere nöbetçiler dikilmişti. Yalnız ötedenberi yaklaşılma­
sına imkân bulunmadığı malûm olan bir nokta ihmal edilmişti. Moğollar işte ora­
da bir kaya çatlağı keşfetmişlerdi. Burayı otlar örtmüştü. Bunlar ucu demirli ka­
zıklar peyda ettiler. Bunları o çatlağa geçirerek ve bunlara tırmanarak yukarı çık­
tılar. llcmcn sarayı muhasaraya aldılar, çünkü Moğollan gören muhafız askerler
kaçtı. Moğollar içeri girdiler, zavallı Rüknüddine kıydılar. Cemalüddin Meh­
met bin Ebu Abe yanında Irak emirleri bulunduğu sırada bu haberi almış, şaşırıp
kalmıştı. Hemedanda bulunan askerî kıt'alar kendisine Moğollarla birleşmesini,
bunların tahrip ettikleri yerlerin birisini bu suretle onlardan almaşım tavsiye etti­
ler. Cemalüddin bunun üzerine Moğollarla muharebeye başladı. Onlara itaatini
bildirdi. Onlar da kendisine bir kürk verdiler. Bunu giyindi, sonra Moğollar Hc-
medan’a gittiler. Kendisine şöyle dediler: "Eğer itaatin doğru ve bize muhabbe­
tin sahih ise bize gelmelisin.”
Kendisine gösterilen dostluğa emniyet eden Cemalüddin Moğolların yanına
gitti. Iş umduğu gibi çıkmadı. Moğollar kendisini ve maiyetinde bulunan Irak
cmirini öldürdükten sonra Hemedan üstüne gittiler. Kendilerini vaktilc Ibni Ebu
Celâl - 4
50
Abcnin soyup soğana çevirdiği Hemedan mutasarrıfı Alâüddüvele Eşşerif Alevî'-
nin istikbale geldiğini gördüler. Kendisini cidden sadık bildiler, çünkü Yeme Nu-
yan ile Sabti Bahadırın Hemedam alıp yağma ettiklerini duymuşlardı. Artık ya­
pacak bir iş kalmamışa.

OTUZ ÜÇÜNCÜ FASIL


Gıyasüddinin vaziyeti, Germana seyahati.

Sultan Gcrman emaretini oğlu Gıyasüddin Şir Şaha vermiş, o da yukarda tafsil
ettiğimiz Kazvin hezimetine kadar oraya gitmişti. Bu felâket üzerine Karun kalesini:
doğru aulan Gıyasüddin, Emir Tacüddin tarafından kemali sadakatle ve hürmetle
kabul olundu. Bu hal Rüknüddin Gursanci Germandan İsfahana gelişine
kadar sürdü. Rüknüddin yazdığı mektupta hemen Germana gitmesini, orada mu­
kavemet görmiyeceğini, müdafiden ve hükümet iddiasında bulunanlardan hali bu­
lunduğunu söyledi. Gıyasüddin Rüknüddinin bulunmakta olduğu Isfahana gitti.
Pek çok izzet ve ikram gördü. Üç gün sonra da Gennan’a gitti. Hiçbir güçlük gör­
meden yerleşti, bol varidatından istifade eyledi.
Gıyasüddinin mevkii şeref ve servetle yükselmekte iken İrakta Rüknüddinin
ki günden güne sukutta devam ile Usmnavend’de suikaste uğradığı zamana kadar
devam etti. Onun üzerine ümitler söndü, gita'.
Bu esnada Yegan Kaysi, Sercihan £’} hapishanesinden şu suretle çıktı: Sultan
Irak emaretini oğlu Rüknüddin Gursayiciye verdiği Yeğan Kaysi’dc emaretin
ağır yükünü kaldırmak üzere Atabeyliğine nasbolunmuştu. Arası çok geçmeden
Rüknüddin bunun serkeşliğinden ve aç gözlülüğünden şikâyete başladı. Hatta iş
ihmal edilirse sonu fenaya varacağını ilâve etti. Sultan hapsini ferman etti. İrak
kim erken davranırsa ona kalacak bir anarşiye düştüğü vakte kadar hapiste kaldı.
Sercihan kalesi mutasarrıfı olan Esedüddin Güveyni, halka kendisini sevdir­
miş ve kendisinden hizmet memul bulunmuş mahpusu fırsattan istifade ederek azat
etti. Hemen Irak ve Harzem’den gelen taraftarları yanma üştüler, az zaman içinde
kendini müdafaa edecek bir hale geldi. Maiyetinde gelenler içinde Savc mukataa-
cısı Babüddin, Cemalüddin Ömer, Emir Keyhusrev, Kâşan mukataacısı Nurüddin
Cibril, Aydemir Eş-Sami, Aydoğdu gibi zatlar bulunuyordu. Şu kargaşalık içinde
Adak Han Isfahanı almıştı. Gıyasüddin bu adamı kendisine bağlamış ve kızkardc-
şi Aysi Hatuna nikâh etmişti. Fakat düğün Adak Han ile Yeğan Kaysi arasında
düşmanlıLv çıkmaya kadar geri kaldı. Bu iki zatten herbiri Irakın birer parçasını
almış ve Sultanın bunca gayretine rağmen birbirlerile uyuşam.ııııışlardı. Atabey
Harezm ve Irak’m Türk askerlerinden yedi bin seçme neferle haşininin bulunduğu
Hfahan üstüne yürüdü. Adak Han kendisine karşı olan bu seferi duyduğu gibi
f 'J Suluniycye bej fersah uzak bir kaledir.
51
Gıyasüddinden imdat istedi. O da kendisine Devlet Mülk maiyetinde iki bin
nefer gönderdi. Fakat Atabey daha evvel davranarak Isfahan üstüne gitti. Adak
Hanın zaif ordusu mukavemet edemedi. Kendisi bozuldu ve esir oldu.
Atabey hasmının Sultan akrabasından oluşunu, mevkiinin yüksekliğini nazarı
dikkate alarak iptida canına kıymadı. Sonra şarap dumanı ile arkadaşlarının ve
kendisinin gözü kczdı; esiri yanma getirdi. Adak hemen Irakm ileri gelenlerinden
mürekkep olan cemiyete girdi, lâyık olduğu mertebede hürmet gördü. Fakat ken­
disine gösterilen mevkii şerefi ile mütenasip görmedi, kızdı. Karabetinden cesaret
aldı, biraz şiddetli dil kullandı, Atabcy'le dalaştı, o da boğulmasını emreyledi.
Sarhoşluğu geçtikten sonra ettiğine pişman oldu.
Germandan toplanan ve Atabeyin aleyhine kullanmak üzere Adak Hana yar­
dım için gelen askerlerin kumandanı Devlet Mülk Isfahan kapılarına geldiği za­
man orada geçen halleri gördü. Mevkiini bırakmaksızın hemen olduğu yerde kal­
dı. İşi Gıyasüddin’e yazdı, harbe girişmediğinin sebeplerini bildirdi. Gıyas bunun
öcünü almak, şerefine sürülen lekeyi silmek için koştu, kendi kuvvetini gelenlerle
birleştirdi. Atabey Yeğan Kaysinin bulunmakta olduğu Isfahana doğru yürüdü.
Şehir kadısı gerek hayırhahlıkla ve gerek birtakım vaitlerle kendi mahallesi hal­
kını kandırmış, yalnız Sadrüddinülhucendi mahallesini kadı ile reisleri arasındaki
intikam davasından dolayı bundan hariç bırakmıştı. Gıyasüddin şiddetle şehre kar­
şı yürürken sur altında Atabeyi gördü, Atabey ettiği kabahati başarmak, tehli­
keden kendisini kurtarmak için böyle hareket eylemişti.
Atabey Şehzadeyi görür görmez yerlere kapandı, Adak Hanı idam ettirdiğini
affettirdi. Gıyasüddin af ile beraber kızkardesini kendisine verdi. Merasimi icra et­
tirdi. Fakat emirlerin arkadaşları olan diğer emirler bu merasimden kuşkulandı­
lar. Karargâhını bıraktılar, uzaklaştılar nihayet Gıyasüddin işleri yoluna koymak
azminde bulunduğundan ortadan şüpheleri kaldırmağa muvaffak oldu. Bunun üze­
rine ayrılmak sevdasından vazgeçtiler. Kemali itaatle vazifelerinin başına geldiler.
Yalnız Aydemir Şah inat etti, Azerbaycan hükümdarı özbeyin yanına gitti, orada
kaldı, öldürüldü.
Gıyasüddin Irak-Acemi kat’î surette eline aldı. Hüküm ve nüfuzu Horasan
ve Mazenderana kadar yayıldı. Mazenderanı mukataa şeklinde Devlet Mülke ver­
di, orada yerleşti. Yeğan Kaysi de bütün nahiyelerile Hemedan’a sahip oldu. Bu
iki emirler kendi eyaletlerinde istiklâllerini muhafaza eylediler.
Devlet Mülkün Gıyasüddin hizmetine girişi, bunun nüfuzunu arttırdığından
Atabey Özbey bin Mehmet bin lldeğüz elinde bulunan Azerbaycan üstüne hareket
eyledi. Müraga şehri üstüne akıncılar saldı; Özbeyin Irak hududunda bulunan
arazisini viran ettirdi, gitti, Avcan'da karargâh kurdu. Kendisi orada iken ö z ­
beyin arada uyuşulma yolunu aradı, nihayet Gıyasüddinin gönlünü ele aldı, o da
kendisine kızkardeşi, Nahcivan melikesi melike lclâliyeyi nikâhladı. özbeyden
lüzumu derecede teminat aldıktan sonra Iraka döndü.
52

OTUZ DÖRDÜNCÜ FASIL


Gıyasüddin Faris’e gitti, orada birçok a k ın la r etti.

Gıyasüddin iptida İrakta komşulanntn birbirlerine karşı olan hareketleri


gibi davrandı. Yani ya birlikte hareket etmek veya biribiri üstüne saldırmak; fakat
bu hal saltanat ordusu döküntülerinin kendi etrafında toplanmalarına kadar de­
vam eşledi. Bu esnada İnanç Han, Cürcan suru altında Moğollar’Ia ettiği harpte
ricate mecbur edilmişti. Şu mağlûbiyetten sonra huzura gelen İnança Gıyasüddin
tarafından şecaat ve sadakate mükâfat olarak birçok ihsan ve in’amlar edildi. Bu
ihsanların bu kadar bol oluşuna dayıları Devlet Mülk ile Belti Mülk haset ettiler
ve Yegan Kaysi kendisinden aşardılar. İşte bu adamlar hasetlerinden, kinlerinden
lnançt öldürmeğe kalkıştılar.
Gfyasüddin bunların bu kara hıyanetlerini duş-duğu gibi başlarının selâmeti
için tek durmalarını kendilerine ihtar eyledi. Bunlar kinlerini yenemediler, kendi­
sinden ayrıldılar.
İşte tam bu esnada Moğollar üçüncü defa olarak Iraka taarruz ettiler. Bunlar
memleketi şikak içinde, kumandanları biribirinden ayrılmış, rabıtasız bir halde
buldular. Zencan civarında Devlet Mülke hücum ettiler, bozdular, kendisini ö l ­
dürdüler. Böylece ettiğinin cezasını buldu. Düşman kuvvetleri tarafından sarılmış,
halin ne olacağını anlamış olduğu bir sırada oğlu küçücük Bereket Hana Azerbay­
can yolunu göstererek: "Bir emin yere vanncıya kadar buradan kaç” dedi. Çocuk
hemen bu yolu tuttu; Tebrize vardı, orada Atabey özbey tarafından hürmetle ka­
bul edildi ve evlât gibi terbiye olundu. Orada H int’ten gelen Celâl ordusunun
Tebrize gelişine kadar kaldı, işte o vakit kendisini tutan mania kalktı, hürriyeti­
ne kavuştu.
Moğailar Zevcan’dan avdet eylerken Yeğan Kaysi’ye taarruz ettiler. Serveti­
nin büş-ük kısmını elinden aldılar, kumandanların çoğunu öldürdüler. Yeğan ma­
işeti ile Kaçıp civarına .gelebildi. Moğollar ise aldıkları ganimetle mağrur olarak
tekrar Ceyhun’u geçtiler.
Şu felâketten kurtulanların hepsi Gıyasüddinin yanına kaçalar. Bu döküntü­
ler Gış-asüddin ordusunu takviye etu. Faris Hükümdarı Muzafferüddin Sadibni
Zengiden öç alabilmesine yaradı. Şu Atabey vakıâ kabahatler işlemişti. Isfahan-
lılarla ettiği muharebede bundan isyana teşvik eyliyordu. Hükümet ambarlarım sui­
istimal ediyor; halkın idaresine bakmıyordu.
Gıyasüddin kuvvetli bir süvari ordusu ile Faris yoluna çıka. Atabey başa çt-
kamıyacağmı anladı. Istahr kalesine kapandı; Gıyasüddin cebrî bir hücum ile ka­
leyi zapt ve tahrip etti. Sonra Şiraza da cebren girdi. Sonra Gircyi muhasara etti.
53
Bir müddet muhasaradan sonra halkına bir muahede ile aman verdi, Onlardan bu
muahede mucibince para aldı, îşte burada İnanç Han öldü. Şa’p . Selmana gö­
müldü.
Gıyasüddin oradan Alp Hanı Kârzur üstüne gönderdi. Burasım Şeyh lshak
Şirazî zaptetmişti. Zulüm ile halkı korkutmuş; kadınlarla, oğlanlarla eğlenceye ko­
yulmuştu. Bu şeyh orada bulunduğu uzun müddet içinde halkı soymuştu. Zengin
olmuştu; Alp Han bütün paralan hâzineye gönderdi, Gıyasüddinin mâliyesi bo­
zuldu. Böylccc Şeyh cezaya müstahak olmuştu. Moğollar kendisini Isfahan kapı­
sında yakaladılar. Ayaklarını atının karnı altından biribirine bağladılar; böylece
Hakanın karşısına çıkardılar; o da yarı ölü halinde bulunan vücudunu ateşe tuta­
rak yaktırdı.
Gıyasüddin oradan Bağdat hududunda Ambar hududuna kadar yoluna devam
eyledi. Halife namına burayı idare etmekte bulunan Âlimüddin Kayser mevkii bo­
şalttı; bundan maksadı Gıyasüddin’in burada da Faris’te yaptığı gibi yağma ve tah­
rip edeceğini zannetmesi idi. Fakat öyle yapmadı; şehire ilişmedi; hakka riayet
eyledi. Halife Nasır ise Erbil, Elcezire, Diyarbekir ve Rebia kabilesinden birçok
askerler getirdi. Sonra Gıyasüddine gidip bu dünyada daha büyük şeref verecek
şeylerle uğraşmak için çekilip gitmesini bir elçi ile bildirdi.

OTUZ BEŞİNCİ FASIL


Cclâlüddin gelmezden evvel Gaznede olan vukuat

Kârbclmülk o vakit Gazne kaymakamıydı. Eminülmülk istilâ kastilc Scis-


tan üstüne teveccüh ettiği zaman Kârbermülke bir elçi göndererek buranın fethi
için olanca kuvveti ile gelip kendisine iltihak etmesini bildirmişti. O da Gazne ve
hudut eyaletlerinden uzaklaşarak hemen hareket etmişti.
Eski Gorilerdcn Harabost o aralık vaktile kendisine Cclâlüddinin mukataa
olarak verdiği Pişavcrde bulunmaktaydı. Gaznenin böyle müdafaasız kaldığından
istifade etmek için hizmetinde bulunduğu hanedandan ayrılmak ve orayı ele geçir­
mek istedi. Maiyetindeki Gorlarla şehre girdi. Gaznenin iç kalesini müdafaaya
memur olan Salâlıüddin Nesevî Sultana pek sadıktı. Bununla beraber Harabost
şehre girdiği gibi onunla bir mukavele akteyledi. Zahiren böylcce ona taraftar gö­
rünmekle içinden ilerde fırsat çıktığı gibi hakkından gelmeği düşünüyordu. Bu
fırsat ta çok bekletmeden çıktı.
Bir gün eğlence için at meydanına gitmişlerdi. Salâhüddin hançerini Harabosun
göğsüne sapladı. Bu dürüşt hareket neticesinde hüküm süren sulh bozulmuş; or­
talık karışmış ise de Salâhüddin ortalığı düzeltmeğe, memleketi tekrar Sultan ida­
resine geçirmeğe muvaffak oldu. Harabost takımım her köşe bucakta arattı; hep
sinin hakkından geldi; Harabustun hemşire zadesi Tacüddini çarmıha gerdirdi..
54
Radiyülmülk Gaznede Celâlüddinln müfettişi yani maliye işleri nazın idi.
Salâhüddin bunun istiklâl hevesine kapılmasına mâni olmak; vergi hasılatında haz­
nenin ziyanına mâni olmak düşüncesilc kendisini divan işlerine memur etti. Bu
yüksek memuriyete gelen Radiyülmülk hükümet işlerinin kanşmakta ve inkiraza
doğru gitmekte olduğunu gördü; hükümetin yaptıklarını sırf lâzımgelen cihetin
aksine çevirdi; öteye beriye israfa başladı. Sonra Salâhüddin’in bütün hatalarını
beğenmediğini gören Radiyülmülk Sicistan askerinden bir kıt’ayı iğfal ederek onu
öldürttü. Radiyülmülk Celâlüddinin Gazneye tekrar gelişine kadar istiklâlini mu­
hafaza etti. O da bir müddet için hali hazırın muhafazasını münasip gördü. N e­
ler olup bittiğini bilmemezliğe geldi. Bu hal Baruanda Moğollara galip gelinciye
kadar sürdü.
Bunun üzerine Gazneye giren Celâlüddin Radiyülmülkten hesap istedi; işken­
ce içinde öldü.

OTUZ ALTINCI FASIL


Celâlüddinin avdetinden sonra Gaznede olan haller.

Celâlüddin Gazneye (618) 25 şubat 1221 — 15 şubat 1222 geldi. Halka o


gün düğün bayram oldu. Bu esnada Seyfüddin Buğrak El-Haleci, Bclh emîri
Azamulmülk Haşan Kazlak gibi emirler gelip itaat ettiler. Bunun getirdikleri otuz
bin atlı Celâlüddin ve Eminülmülk orduları bu miktara baliğ oluyordu.
Çingiz kendi askerlerinin Kandeharda bozulduğunu işittiği gibi oğlu Tuli
Han maiyeti ile kuvvetli bir ordu gönderdi. Celâlüddin de İslâmî müdafaa için
yaya ve atlı bir büyük ordu ile bunu karşıladı. İki ordunun müsademesi bir anda
vaki oldu.
İki ordu karşılaştığı gibi Celâlüddin hasım ordusunun merkezinde bulunan
Tuli H m üstüne atıldı. Bunu darmadağın eyledi. Harbin kızıştığı esnada Tuli Han
öldürüldü. Celâl’in huzuruna getirilen esirlerin kulaklarına kazıklar kakılıyor, ıs­
tırapları arttırılıyordu.
Bir küçük moğol ordusu uzun müddettenberi Ulec kalesini muhasara ediyor­
du. Bu galebeyi haber alınca kaçtılar.
Muharebe bozgunlarının geldiğini gören Çingiz, bir büyük ordu ile yola çık­
tı. Şu aralık en ziyade ittifak lâzım olduğu bir sırada Seyfüddin Buğrak ile Mu-
zafferülmük Celâle gücenerek maiyetlerinde bulunan Helç askerlerde ondan ay­
rıldılar.
Aynlrşmanm sebebi şuydu: Çingizin oğlu bozulduğu gibi Türk askerleri yağ­
maya koşulmuş, diğer cinsten olanların kısmetine mâni olmuştu. Meselâ Eminül­
mülk askerlerinden bir Türk, Moğollardan alınan bir at için A'zamülmülk asker­
lerinden birisi ile münakaşaya girdiği zaman Türk hasmını kamçılamakta tereddüt
55
etmezdi. Bu hareket Helç askerlerine ağır geldi. Bunlar ilk önce yan çizmeye baş­
ladılar. Çünkü Celâlüddin bunlara bir pay çıkarmak istedikçe ganimeti kendi ara­
larında paylaşmakta İsrar ettiler, işin nereye varacağını hesap etmediler.
Türk baba şeyhi olanlar şöyle dertleşirlerdi: Şu Türkler ile Moğolların adam
oğlu olmadıklarına inanırlar. Kendilerine kılıç tesir etmediğinden bir şeyden kork­
maz, bir şeyden yılmaz, hiçbir kuvvet onlarla başa çıkamaz sanırlardı. Şimdi ise
bizim gibi bunların da kılıçtan muaf olmadıklarını, ordunun mahvedilebiieceğini
gördüler; bunlarla alâkalarını kesmekle bahtiyar oluyorlar; fakat fena kişilerin
fesatlan kendi başlarına gelir.
Celâlüddin güzel sözlerle aradaki bozukluğu düzeltmek, diğerleri ile bunları
barıştırmak istedikçe şan çizerlerdi. Celâlüddin ailesi kendi soylanndan olan Türk
müşriklerine karşı türkü çağırmakla hazetmişlerdi. Vakıâ hakiki bir dine ve emin
bir imana salik olmıyanlar ne ahret mükâfatını umar, ne de azabından korkar.
Onun için lüzumu takdirinde itimat caiz olamaz.
Celâlüddin düşmanın bir büyük kuvvetle gelmekte olduğunu ve kendisinin en
kuvvetli cencral ve askerlerinden mahrum kaldığını gördü. Kendisini mahvoldu
sandı, korktu. Kaçanların arzularını yerine getirmenin lüzumunu anladı. Bu dü­
şünceyle Sint nehrinin öte yanına geçmeğe, oradan muharebeye karar verdi. Onlara
kendisile birleşmek şerefli olacağını yazdı. Eğer buna muvafakat ederlerse hemen
düşman üstüne yürüyeceğini ve maiyetinde bulunan Türklcrin yardımı ile Çingiz'i
bozacağını ilâve etti. Fakat Çingiz, Celâlüddin’in tahmininden evvel gelip çatmış,
vak'ada da zannolunduğundan başka türlü olmuştur.

OTUZ YEDİNCİ FASIL


Sint kenarında Celâlüddinin Çingizlc muharebesi.

Celâlüddin kendisine muhalefetle ayrılan cencrallerini kendisine celbe muvaf­


fak otamadan Sint sahiline çıka. O gün atlılar her tarafa koşmadan düşmana da­
yanmak hazırlığından fariğ olmadılar. 618 senesi şevvalinin sekizinci çarşamba gü­
nü (25 teşrinisani 1220) iki taraf harp nizamına girdi. Celâl etrafında az bir mik­
tar askerle düşmana karşı durdu, askerinin çoğu kaçmışa. Celâlüddin bizzat Çin­
giz ordusunun merkezine hücum ile onları dağıttı. Çingiz korkusundan atına bin­
di, kaçtı; zaferin Celâl tarafında kalmasına az kaldı. Fakat harpten evvel Çingiz’in
ihtiyat bıraknğı on bin seçme "Bahadiriye,, atlısı Eminülmülkün kumandasındaki
sağ tarafa taarruz ettiler. Bunları mağlûp ederek merkez üzerine anldılar, böylece
safları kırılan kıt’alar dağıldılar. Az zaman içinde kanlı cesetlerden, nehir suyunda
yüzen vücutlardan başka bir şey kalmadı. Askerin çoğu kurtulamıyacaklarını bil­
dikleri halde nehire atılmışlardı. Yedi sekiz yaşlarında bulunan Celâlüddinin oğlu
bu harpte ele geçti, Çingiz’in gözü önünde öldürüldü.
56
Hezimetten sonra nehir kenarında kendisini bulan Celâlüddin karcıda anne­
sini, oğlunun annesini, bütün kanlarını gördü, bunlar esaret hakaretine düşmemek
için bağıra bağıra öldürülmelerini diliyorlardı. Hepsinin nehire atılmalarım em-
reyledi. Hakikaten şu fevkalâde bir felâketti.
Celâlüddini terkeden Heleç askerine gelince, Çingiz Celâlüddin ile kozunu
pay ettikten sonra bunlar dağ tepelerinden, sarp yerlerden inmeğe icbar edilmiş,
aşağı vadilere düşürülerek ele geçirildi. Deruzda kalesine iltica eden Azamülmülk
muhasara edilerek ele geçirildi, işi bitirildi.
Ziyaülmülk Alâüddin Mehmet bin Mevdut Ennesevî ki yüksek bir aileden
pek cömert kimselerdendi; bana şunu anlata: "Yüzmek hakkında hiçbir fikrim ol­
madığı halde suya atıldım, boğulma derecesine geldim; fakat nehirin ortasında de­
belenirken yanında şişirilmiş tulum bulunan bir çocuk gördüm. Çocuğu boğmak,
elinden tulumu almak için elimi uzanım; çocuk bana: "Beni öldürmeksizin kurtul­
mak istersen benimle beraber ol ben seni kenara çıkarırımı” dedi, böylece ikimiz
de selâmete çıktık. Biraz sonra çocuğu mükâfatlandırmak için çok arattım; kurtu­
lanlar az oldukları halde, bulmak mümkün olmadı.

OTUZ SEKİZİNCİ FASIL


Celâlüddinin Sinttcn geçişi. 619 (15 şubat 1222: 4 şubat 1223) senesi vukuatı

En ufak bir firar vasıtası bile bulunmadığı, her tarafı tehlike kaplamış olduğu
halde Celâlüddin arkasında harp kisvesile atım nelıire sürdü. At, bereket versin,
nehiri geçti. Celâlüddin bu aa, biameksizin, Tiflis fethine kadar sakladı.
Celâlüddin ordusundan takriben dört bin kişi de karşıya geçmişti. Bunlar ya­
lınayak haşıkabak denecek mertebede çıplaktılar. Celâlüddin nehiri geçtikten üç
gün sonra da üç yüz kadar atlı kendisine iltihak eyledi. Sultanın nedimlerinden bu­
lunan bu atlıları nehir akıntısı uzaklara atmıştı. Bunlar Celâlüddinin ne olduğunu
bilmiyor, çobanını kaybetmiş sürü gibi, perişan bulunuyordu. Nihayet Celâlüddin
bunları buldu. Hepsi bayrama ermiş çocuklar gibi sevindi.
Silâh fabrikasında bulunan silâhçı Cemal adlı birisi harpten evvel elinde bu­
lunan paralarla birlikte ayrılmıştı. Bu adam tam vaktinde içi elbise ve erzak dolu
bir gemi ile Sudra nehrini geçip geldi. Bundan çok hazzeden Celâlüddin bu adamı
saraya mutfak emini tayin etti ve Ihtiyarüddin unvanını verdi, ilerde gene bu adam­
dan bahsedeceğiz.
Cebeli Cudî emîri Zanaşatra, Sultan Celâlüddine taliin yardım etmediğini,
yanında ancak ordusunun enkazını teşkil eden takriben bin atlı ve beş yüz yaya
bulunduğu halde kendi mülküne atıldığını duydu. Bundan istifadeye kalktı. Ce­
lâlüddin bundan çok endişe etti. Halâs çaresi kaçmaktaydı. Fakat maiyetinde koş­
madan âciz yaralılar bulunuyordu ve bunları Hinduların zulümle öldüreceğini bili­
57
yordu. İşte bu hal içinde her eli tutan kardeş, yaralı kardeşinin başını kesti, akra­
balar da böyle yaptılar. Sonra sağlamlar Moğolların işgal ettikleri cihetten geçmek
niyetile nehire doğru gittiler, orada sık ormanlar ve nebatlar arasında saklanmak
ve ele geçirecekleri ganimetle geçinmek kararını verdiler; Hindular da o vakit bun­
ların işi Moğollar olduğuna hükmedeceklerdi.
Tanı bu niyetlerini icraya başlıyacaklan sırada bir piyade kıt’asmın kendileri­
ne doğru geldiğini gördüler. Celâlüddin müdafilcrile ve piştarda bulunan atlıla-
rilc arkaya bir hareket icra etti. Zamaşatra maiyeti ilerledi. Celâlüddini görünce
bizzat hücum etti. Celâlüddin adamlarına metanet emreyledi, durdu. Zamaşatra
ilerledi; tam ok menziline gelince Celâl okunu attı, göğsünden geçen ok yüreğini
deldi. Hintli dua vaziyetinde değil, ölüm halinde yere çöktü. Hindu askeri kaçtı.
Celâlüddin prensin atını, teçhizatını, silâhlarım, hâzinesini aldı.
Debdebei sükûnda bulunan Kamerüddin Kobaca şu zaferi işittiği gibi, Celâ-
lüddin'c iltifatnanıcler yazdı ve hediyeler takdim etti. Bundan maksadı Sultanın
taarruzundan kurtulmak, Zamaşatra gibi felâkete uğramamaktı. Sultan da kendisi­
ne iltifat eyledi.

OTUZ DOKUZUNCU FASIL


Celâlüddin ile Kobaca arasındaki dostluk ve düşmanlık.

Celâlüddin yorgunluğunu çıkarmak, ordusunu tensik etmekle uğraşırken Emi-


nülmülkün kızının Sint nehrinin dağlarından kurtularak Kobacaya ait Avcahi
şehrinde bulunduğu haberini aldı. Celâlüddin bunun üzerine bir elçi göndermek,
bütün hanedanın mahvolduğunu ve bu prensesin tek bir küfüvvü olduğunu söyletei;
bunu ihtimamla kendisine göndermesini istedi. Kobaca bu fırsattan çok memnun
oldu. Prensesi lâyıkı veçhile çehizlcdi, Celâlüddine de fil ve saireden mürekkep he­
diyeler tertip ederek bir heyetle gönderdi. Celâlüddin buna teşekkürle mukabele
etti, ortada sulh oldu.
Celâlüddin ile Hindu prensi arasında bazı vak’alar da zuhur etti. İşte onlardan
birisi de şudur: Yukarda söylediğimiz gibi Sultan Celâlüddine Şcmsülmülk Şehap
Alp’i vezir vermişti. Bu adam hakikaten buna lâyık sıfatların hepsini haizdi.
Felâketin sonunda bu adam Kobaca ülkesine düşmüş, iptida kendisine hayat
ve mesken temin olunmuş, sonra da ziyade ikram edilmişti. Bugünlerde Kobaca,
Celâlüddin’in büsbütün felâketten kurtulmuş, kendisinden korkulacak veya bir şey
umulacak hali kalmamış sanıyordu. İşte bundan dolayı Şemsülmülkün bazı esrarını
ifşa edeceğinden korkup perişan olmağa başladı.' .
Celâlüddin, Şemsülmülkün Kobacanın yanında olduğunu işittiği gibi kendisine
gönderilmesini istedi. Kobaca esrarının ortaya çıkacağından korktu, veziri öldür­
dü. Celâlüddin bu cinayeti ta Nüsredüddin Mehmet bin El-Hasan bin Harmil ile
58
emir Aban Hezarne de Kobacadan ayrılıp kendi yanına gelmelerine kadar duy­
madı. Bunlar bütün olan biteni Celâlüddine anlattılar. Husumetin bir sebebi de
şuydu: Eminülmülkün oğlu Karn Han, felâkenen sonra Kobacaya ait halk bunu
soymak için öldürdü. Bu genç pek güzel, gül yanaklı, uzun boylu, pek yakışıklı) -
di. Yağma edilen eşyası içinde kulağına ziynet veren bir inci vardı. Bu inciyi ken­
disine götüren katile Kobaca, Ieşkerle beraber mukataa ikram eylemişti.
Celâlüddin bunların hesabını görmek için vakit ve fırsat gözetmeğe karar ver­
di. Bu fırsat ta kardeşi Gtyasüddin Şirşahıan emirlerin ayrılıp gclmesile hâsıl ol­
du. Gelen emirler şunlardı: Hicakan Han, Pehlivan, Orhan, Sultanın silâhtan,
Siper, Takaşıyarok Cenkçi idiler. Bunların geb'şi kalplere kuvvet verdi. Celâlüd­
din de gitti, Koloru muhasara etti.
Muharebe uzun ve şiddetli oldu. Hatta saçsaça, başbaşa gelinen günler oldu.
Bizzat Celâlüddin meydana çıka, bir okla alnından yaralandı. Bu yara üzerine yır­
c a bir kaplana benziyen Celâlüddin geceyi gündüze kattı; harbe devam etti; niha­
yet şehri ele geçirdi; içinde harp edecek bir adam, peçe tutacak bir kadın bırak­
madı. Celâlüddin Kolordan Bermuzeç kalesi üstüne gitti. Burada bizzat meydana
anldı; bir okla yaralandı, nihayet sukut eden şehir yağma ve şiddete maruz kaldı.
Celâlüddin ile Kobaca arasındaki düşmanlığın esası budur. Kobaca memleke­
tin elinden birer birer gittiğini gördü; son kuvvetini sarfa karar verdi. Şcmsüddin
Iltümüş ile birlikte on bin atlı öcünü almağa kalkıştı.
Celâlüddin yorgun askeriie hasmt beklemekten ise onu karşılamak daha mü­
nasip olacağım kestirdi; ileri anldı. Düşmana rasgeldiği gibi hemen etrafını sardı,
nihayet kaçmağa mecbur etti.
Kobaca bütün ordusunu ve hâzinesini olduğu gibi bırakmıştı. Bunların iğtina-
milc herkes zengin oldu.

KIRKINCI FASIL
Cclâlüddinin galibiyetinden sonraki vak’alar ve Hindistandan çıkışına
ve Şemsüddin Iltümüş ile arasındaki haller.

Celâlüddin Kobacayt yendikten sonra Nebahur önüne geldi. Burayı babasına


karşı isyan eden Kobacanın oğlu sahiplenmişti. Celâlüddin bunu hali üzere bırak­
mayı münasip gördü. Yalnız hemen bir miktar para vermesini ve her yıl vergi ve­
receğini taahhüt eylemesini istedi; oradan Kobaca namına hükümet eden Fahrüd-
din Sala tinin elinde bulunan Seistana gitti. Bu adam kendi arzusile hemen itaat
eyledi. Şehirin anahtarım verdi. Celâlüddin buranın vergisini topladı; Auca cihe­
tine gitti, birkaç gün muhasara eyledi, iki taraf hissolunacak derecede ziyana gir-
d Bu zat Delhide AL 1211 den 1230 a kadar hükümet eyledi.
59
dikten sonra mahsurlar nakten bir vergi ile kurtuldular. Celâlüddin oradan Kha-
niser üstüne gitti. Buranın racası (Raca hintçe prens demektir) Şemsüddin lltü-
müş’ün yardıma ve tabii idi. Raca hemen geldi; itaat eyledi.
Celâlüddin bu şehirde artık seyrüseferi bırakmak, istirahate dalmak isterken
Şemsüddin lltümüşün otuz bin atlı, yüz bin yaya, üç yüz fil ile üstüne yürümekte
olduğu haberini aldı.
Cclâlüddinc karşı celâdetle yürüdü. En cesur savaşçısı Cihan Pehlivan özbevi
tayin eyledi. Hemen hareket eden piştar, düşman piştarıtu görmeden yanından
geçti; kendisini Şcnısüddinin ordusu içinde buldu, önüne rasgelen düşman üstü­
ne saldırdı, bir kısmını öldürdü; birazını yaraladı; sonra da Celâlüddine önünde
kuvvetli bir asker bulunduğunu haber verdi.
Aradan çok zaman geçmeden Şemsüddinden bir murahhas geldi, mütareke,
müsaleha iltimas eyledi. Bu adam dedi ki: "Arkanızda nekadar din düşmanı oldu­
ğunu bilmez değilsiniz. Siz bugün islâmın sultan ve sabık hükümdarlarının oğlu­
sunuz. Size karşı hareket bana yakışmaz. Size karşı ancak kendimi müdafaa için
silâha müracaat edebilirim. Eğer isterseniz kızımı vereyim. O zaman aramızda her
şey düzelir.”
Celâlüddin kandı. Gelen adama iki adamını kattı, bunlar Yezidek Pehlivan ile
Sunkurcck Kavsi idi. Bu iki nedim lltümüşün yanma gittiler, bunu kendi efendile­
rine tercih ile yanında istirahate daldılar.
Arası çok geçmeden lltümüş, Kobaca, bütün Hint hükümdar ve racalarının
Cclâlüddinle harp için ittifak ile geldikleri Khancir kenarına gitmesine mâni ola­
rak bir çıkmaza ilticaya mecbur etmek için tedbir aldıkları havadisi ortaya yayıldı.
Cclâliiddinin işi sarpa düşmüştü. Reylerine itimadı olanlara danıştı. Bundan iyi
bir netice çıkmadı.
Ce&lüddin kardeşi ile Iraka gelenler Iraka bir sefer edilmesini ve Gıya-
süddinin elinden oranın alınmasını umuyor ve tavsiye ediyordu. Bunlar bu iklim
her taarruz edenin eline düşecek haldedir; çünkü bütün fikirler biribirine uymaz;
herkes yalnız kendi menfaatini gözetir, herkes Gıyasüddinin gevşekliğinden şikâ­
yet eyler.
Cihan Pehlivan özbey Hintte kalmak, burayı muhafaza eylemek daha şerefli
olduğunu bildirdi. Celâlüddin babasından kalan bir memleket üzerinde hükümet
etmeyi tercih ile Irakr - Acem’e gitmeyi tercih eyledi.
Celâlüddin buralarda hükümdar kaymakamlığını Cihan Pehlivan’a verdi. Gaz-
ne ve Gur vilâyetlerinin moğol istilâsından kurtarılan kısmına da Evfilmelik Un­
vanını verdiği Haşan Kızlıkı nasbetti. Evfilmelik ömrünün sonuna kadar yerinde
kaldı. Fakat Cihan Pehlivan 627 (20 teşrinisani 1229 — 9 teşrinisani 1230) da
memleketinden tardcdildi. Celâlüddin de Iraka vardı.
60

KIRK BİRİNCİ FASIL


Moğolların Harezmi muhasarası 617 (28 kânunuevvel 1220
27 kânunusani 1221) de. Muhasara. 618 seferinde
(27 mart — 25 nisan 1221) burayı zaptettiler.
Şimdiye kadar hiçbir muhasaradan bahsetmediğim halde Harezm muhasarasın­
dan bahsedişim bunun ehemmiyetinden ve moğol istilâsının başlangıcı oluşur»
d andır.
Yukarda söylediğimiz gibi Sultanın oğullan uzaklaştıkları zaman Moğollar
Harezm civarına kadar ilerlemişlerdi. Böyle olmakla beraber muhasara tertiplerini
tamamlamak, dâzimgelen kuvvetleri toplamak için uzakta kalmışlardı. İlk gelen
Bacı Bey kuvvetli bir ordu başında bulunuyordu. Ondan sonra Çingiz Hanın
oğlu, zamanımız hakanı, Oktay geldi. Bunlardan sonra Bakarcen Nuyan kuman­
dasında olan Çingiz ordusu yetişti. Bunun maiyetinde en edna ve vahşi sergerdeler
bulunuyordu. Nihayet Çingiz’in oğlu Çağatay ile Tulencerbi, Üstün Nuyan ve
Kadan Nuyan yüz bin kişilik bir ordu ile geldiler.
İşte bundan sonra muhasara hazırlığım gördüler. Mancınık, tosbağa, döner
kale gibi muhasara alederi yaptılar. Mancınıklara lâzım olan taşlar Harezm ci­
varında bulunmadığından orada yetişmiş olan dut ağacı köklerinden sert ve kuv­
vetli taneler vücuda getirdiler. Bunları suda ıslatarak taş gibi sert ve ağır bir hale
koydular. Bunlarla mancınık mermisi yaptılar.
Hazırlıklarım bitirinciye kadar uzakta durdular. Bu esnada Cuci Han maiyeti
askerde Maveraünnehire geldi. Hemen Harczmlilcre şehri teslim ettikleri takdirde
canlarına kıyılmıyacağım, aksi takdirde gazabından korkmaları hakkında bir lıaber
gönderdi. Bu ihbarnamede şöyle deniliyordu: Çingiz Han bu şehri bana verdi.
Buranın kendi mülküne girmesini ve muhafazasını istiyor. Yakında bulunan kasa­
balar da hasar görmediler. Başka şehirler hakkında ise böyle muamele yapılmamış­
tır. Bunlar size hüsnüniyet ve merhamet ve şehrinizin harap edilmemesi için pek
büyük bir şefkat gösterddiğini ispat eder.
Aklı başında olanlar şehrin teslimine taraftar oldular. Fakat bu ahmakların
fikri buna galebe çaldı. Elcezirede bulunmakta olan Sultan Ilarezmldere şöyle
yazmıştı: '-Atalarımız gibi inkıtaa uğramayan hukuk ve vezaifi hazıra ve sabıka il-
casile Harezmlilere bir nasihat vererek haklarındaki hüsnü teveccühümüzü ispat et­
tik. Karşınızda bulunan düşman galiptir. Ona teslim olmalısınız. Bütün fenalık­
ları uzaklaştıracak en kestirme yol ve en iyi vasıta budur.” Fakat aptalların reyi,
âkdlere galebe etti.
Cuci Han bütün kıtaları kısmı külliye rapt ile bütün mevkileri elde etti. Bir
yer eline geçtiği zaman halkı diğer bir yere iltica eyliyor, memleketi şiddetle, adım
adım müdafaa eyliyordu. Bu hal bütün ikdam sarfolunacağı kadar sürdü.
'61
Harczm’lilerin elinde ancak üç mevki kaldı. Karmakarışık buraya geldikten -
sonra Harczm Zabıta Müdürü Fakih Aliddin Hiyatiyi Cud Hana gönderdiler.
Alim ve lekesiz halinden dolayı Sultanın hürmetini kazanmış olan bu adam, şimdi
zelil olmuştu.
Cuci Han bu elçiye hürmet edilmesini emretmiş ve kendisine bir otağ kur-
durmuştu. Bu zat moğol sergerdesine şöyle dedi:
"Hanın yüksek şanını gördük, anladık, şimdi merhametine şahit olmak
isteriz.”
Çingiz hiddetle şu cevabı verdi:
"Askerlerimi mahveden ve harbi bu kadar uzatanlar ammada haşmetimi anla­
mışlar ha!... Şimdiye kadar ben onların şevketini takdir eyledim. Şimdi de onlara
benimkini göstereceğim!"
Hemen bütün halkın bir takımının teker teker, bir kısmının takımlara ayrıla­
rak şehirden çıkmalarını emrcylcdi. Bundan sonra san’atkârlann bir yerde toplan­
malarını söyledi. Bunların bir kısmı emri yerine getirdi, ölümden kurtuldu; san'at
sahiplerinin bir kısmı da Moğolistana gönderileceklerini, diğerlerinin memlekette
bırakılacağını hesap ettiler; gösterilen yere gitmediler. Halbuki halktan aynlmıyan-
lann hepsi kılıçtan geçirildi.

KIRK İKİNCİ FASIL


Celâlüddin Hindi bırakıp Kcrmana vardı. Sene 621 (24
kânunusani 1224 — 13 kânunusani 1225) Irakın
zaptına kadar vak'alar.

Moğolların bir orman halinde bulunan mızraklarından kurtulup zihnen peri­


şan bir hale giren Celâlüddin ile arkadaşları Kermanı İraktan ayıran çölde ana­
larından emdikleri süt burunlarından geldi; bütün çektiklerini unuttular. Bu boz­
kırlarda dudakları her türlü içkiden mahrum kalmış, boğazlarından bir damla su
geçmemişti. Esen samyeli, ciğerlerine ihtizar hali vermekte idi.
üküz ve eşeklere binmiş dört bin kişi, Celâlüddinin kardeşi Gıyasüddin adı­
na Kcrmanda hükümet eden Burak Hacibin yanma geldiler. Bu Burak Hitay hü­
kümdarı Gur Hanın nezdine gönderilmişti. Sultan kendisini yanında alıkoymuş­
tu; bu esaret Hitay memalikinin Sultan eline geçmesine kadar sürdü. Ondan son­
ra Ali-Beh kendi tarafına getirtti; mültecileri arasına kattı. Bu hal Moğollar mey­
dana çıkana kadar sürdü.
Gıyasüddin Burakı yanma aldı. İzzet ve ikram eyledi. Gıyasüddin Irakı ol-
dığı gibi müdafaa edecek kimse olmadığından Kerman hükümetini Buraka verdi.
62

Burakın nimetşinas bir adam olduğunu sanıyor, küfraaı nimet edeceğini ummu­
yordu.
Burak ta Celâlüddine Kermana kadar sadaicat perdesi altında saklandı. Celâ-
lüddin de bunun sadakatine inanmıştı. Fakat Kermamn merkezi Burakın k a­
rargâhı olan Kcvaşirde bir ay eğlentiden sonra bunun hiyanet ve hile edebilece­
ğini düşündü. Kendi adamlarının reyini sordu. Orhan Burakın tevkifi, Kermamn
zaptı ile imparatorluğa ilhakım söyledi.
Fakat Hacei Cihan ünvarum haiz olan Vezir Şerefülmülk Ali bin Ebülkastm
El-Huccndî aksi reyde bulundu: "Şu Burak, dedi, memleket hâkimleri ve hudut
beyleri içinde ilk itaat edendir. Kimse de ihanetini görmediği gibi içinden neler
düşündüğünü bilemez. Şimdi böyle bir adam sadakatsiz diye cezalandırılırsa fikir­
lere endişe girer; vicdanlar ihtilâl eyler.”
Celâliiddin Şiraza doğru hareket eyledi. Yolda Yezt Emiri Alâüddevleye
rasgeldi. Bu adam itaatini kabul ettiğini bildirdi. Bir kıt’a maiyeti ile gelmiş ve
getirdiği hediyeler Sultanın hâzinesini doldurmuştur. Bu mükâfat Abadanda ol-,
muştu. Celâlüddin burayı Ata Beye verdi.
Yukarıda dediğimiz gibi Faris Ata Beyi Saad, Cclâlüddinin kardeşi Gıyasüd-
din tarafından incidilmiş ve bundan dolayı aralan açılmışa. Celâlüddin bunun
gönlünü almak için Şerefülmülk’ü gönderdi ve kızının kendisine nikâh ettirilme­
sini de teklif ettirdi. Ata Bey bu teklifi hemen kabul etti ve mutavaati cana minnet
bildi. Vezir memuriycunde muvaffak olduğuna sevinerek geldi.
Celâlüddin bu izdivaçtan memnun oldu. Sonra Isfahana gitti. Buranın Ka­
dısı Rüknüddin Mesut bin Saad karşı çıktı; hizmetinde bulunmakla müftehir ola­
cağım bildirdi. Isfahan hâzinesi Celâlüddine verildi. Silâhlar, cephaneler getiril­
di; herkes giyindi, kuşandı. Gıyasüddin gelen tehlikeyi haher aldığı gibi bütüa
maiyeti ile atlandı. Merhume Sultau ordusunun şu bakiyesi olan otuz bin süvari,
Celâluddini tama eylediği şu ellerden çıkarmağa kalkıştılar. Bunların gelmekte
olduğunu haber alan Celâlüddin askerlerini geri çekti; başladığı işi başaramtyaca-
ğından korktu. Bu keder içinde iken kurnaz nedimlerinden Adakı Gıyasüddine
gönderdi ve şöyle dedirtti:
"Babamız Sultanın vefatındanberi çektiğimiz eziyetleri dağlar kaldıramaz.
Bugün o geniş dünya bana dar geliyor. Mirastan aldığım ve kazandığım bütün
malımı kaybettim; birkaç gün istirahat için yanma geldim. Fakat senin misafirle­
rine kılıç balından başka bir şey ikram etmediğini bildiğim için, insanları uzaklaş­
tıran kılıçlarla geldim.”
Sonra yukarda tafsil ettiğimiz Beyruan vakasında ele geçen Çingiz Hanın
oğlu Tolinin at ve kılıcını takdim ettirdi.
Gıyasüddin, elçiyi dinledikten sonra Reye doğru döndü. Kıtaları da yaylak­
larına dağıldılar. Celâlüddin elçisi ile birtakım yüzükleri göndermiş, bunların bir-
63
takım saltanat emirlerine şükranc olarak dağıtılmasını tavsiye etmişti; iyi dil dö­
kerek bunları Celâlüddin tarafına kazanmak, Gıyasüddin’dcn yüz çevirtmek, sair
emirlerle kardeşine karşı hürmette kusur etmemek talimatını da vermişti.
Emirlerden bir kısmı bir şey demeden bu yüzükleri kabul ile Celâlüddine ta­
raftar olduklarını göstermek istediler. Bir takımları da gidip bu halkaları efendi­
lerine teslim eylediler. Gıyasüddin bunun üzerine elçinin göz hapsine alınmasını
emreyledi. Yalnız Celâlüddinin yeğenlerindin ve harp etmek istiyenlerden biri
olan Ebubekir Malik, bütün gönüllerin amcasilc birlik olduklarını ve kendisini
görmek arzusunda bulunduklarını, kendisinin de hizmete girmekten memnun ol­
duğunu bağırarak söyledi. Cclâlüddin’in yanına gitti.
Celâlüddin üç bin kuvvetli askerle Allahtan muvaffakiyet ümidile yola çıktı.
Sisli bir gecede Akutaya vardı.
Gıyasüddin kaçmağa vakit bulamadı. Yakayı ele verdi. Kardeşinin çıkagel­
diği kendisine haber verildiği zaman hemen bir ata atladı, Selukan kalesine can
attı. Celâlüddin kardeşinin otağına girdi. Orada üvey annesini buldu. Bu kadın
hakkında hürmet gösterilmesini irade eyledi. Sonra kadına oğlunun kendi karde­
şinden korkup kaçtığına taaccüp ettiğini söyledi; ve iktidar mevkiine gelen baba­
mın oğullarından hiçbirisi için Gıyasüddin kadar bir meyil duymadım: O benim
gören gözüm, tutan elimdir, hatta daha ziyadedir, dedi. Kadın hemen korkusunu
gidermek için oğluna bir adam gönderdi. Gıyasüddin geldi; itaat gösterdi;
Celâlüddin etrafında nedimleri olduğu halde tahta çık a; hanlar, em irler
başlarında kıl kuşak olduğu halde önünde diz çöktüler; Celâlüddin o n b n tatm in
edecek sözler söyledi; onları memnun eyledi. Her taraftan hazineler gelmeğe
başladı. Aradan hemen biıCcaç ay geçmişti ki, Horasanda, Irakta ve M azenderan-
da istiklâllerini ilân etmiş olanların hepsi kapısı önüne toplanmıştı. Kendilerine
verdiği korku bunları sığındıkları dağ başlarından, sarp yerlerden indirmiş, amana
düşürmüştü. Bunlar hatta davete ihtiyaç bırakmadan toptan gelmişlerdi. Gaybu­
beti esnasında iyi hareket edenler yerlerinde alakönuldu. Hasmane hareketleri
olanlar gazaba uğradılar. Saburane cezaya tahammül edenlerin ekserisi Gıyasüddin
adına hutbe okutanlardı.
Şu hükümetsiz zamanda birçok kişiler helak olmuş, zaifler sıkıntı içinde kal­
mıştı. Sultanın geri gelişi fenalıktan kaldırdı. Vezirler, valiler beratlarını alıp
yerlerine gittiler.

KIRK ÜÇÜNCÜ FA SIL


Gıyasüddin’i iktidar mevkiinde tutan hareketi.

Sultan Celâlüddin Hintte son mertebede uğraşmakta iken, babasının öteye


beriye iltica eylemiş olan cesur askerinin kendi tarafına gelmekte olduğunu görü-
64
yordu. İşte bunlarla Irak üstüne gitti, bt
, , , , . , . ırayı zaptetti. Horasan’da, Irak’ta ve Mazen-
deranda adına hutbe okuttu. Fakat ita: * . . . . .
.... . . . itten çıkmak ısayenlenn hepsi kalelere çe­
kiliyor; kimseyi beklemiyorlardı.
İşte bu suretledir ki, Tacüddin Kar ......... , •• •. .
nar ihtilal içinde saadet ve asayişim kaybe­
den Nişabur ve civarını elde etmişti. El . „ . . . . c. , D ı_ i ••
^ çı Pehlivan oğlu Iltekm Şırazda Beyhak ile
mülhakatına konmuş, Hitaylı Şal Cüvey ~
* / > / n? Cam, Bahen: ile ,bu şehirlerin
.. . . .
kasabala-
nn. almışa. Nizamüddin adi, bir cenend lsferain ve nahiyelerini sahiplenmiş,
Cclâlüddinin babas.nm sağlığında Ömef o | ,u Şemsüddin adh bir bajka ceneral
da Salul kalesini almış, şu muvaffakiyet; Ü2erine kabaran ş emsüddin) Nizamüddin
ile uzun uzadı kavgalara girişerek iki taraf ta hayü h,rpaıacunı5tI.
Ihtiyarüddin Zengi bin Mehmet bin Ömer bin Hamza on dokuz yıl kardeşleri
ve amcalarile Harczmde kaldıktan sonra Nesaya döndü. Atalarının mirasını aldı,
fakat Nesada hükümeti çok sürmedi; yer,ne amcası Nusredüddin Hamza bin Meh­
met bin Hamza bin Ömer bin Hamza Jjeçti. Aslı türkmen olan Tacüddin Ömer
bin Mesut Hararkan, Abivert ve bütün Alerv civarını ve Afürada kalesini zaptetti.
İşte Horasan’da herkes kement atmak veya kubbesini yıkmak istiyordu. Mazcnde-
ran ve İrakta da hal bu merkezde olduğundan tafsil edilmedi.
Gıyasüddin keyfine mecbur idi. Yalnız zevkini yerine getirmek isterdi; müna­
sip bir cemiyette bulunmaz, kılıcı kınından çıkarmazdı.
Bu esnada Moğollar, kendi aleyhine on bin atlı gönderdiler. Bunlara karşı
çıkmak hatırından geçmedi; bu haberi alır almaz dağlara çekildi, yağmalarına ka­
tillerine uzaktan seyirci kaldı.
Hükümdarın bu halini gören Türkler> Irakta gürültüye başladılar. Moğolla­
rın bırakaklarını mahvü helak ettiler. Kd-'^er* soydular, kimse bunların yardımı­
na gelmezdi. Bir adam öküzünü birkaç kere saonaürsa gene kendisini bahu'yar sa­
yardı.
Şu fenalıklar hep hükümetin z â ftn d a o ^ Gıyasüddinin hâzinesi bitmiş, Türk-
lere hükmü geçmez olmuştu. Bunlardan t,irisi ke?d‘siadcn bir W “ ter ve israr
, ,. * • j- lam emir ise meh'k, eğer melik ise han
ederse ona bir asalet unvanı verirdi. Bu a< °
unvanını verir, böylece zamanım geçirirdi.
. . . . . , J eri sıkı bir surette idare etti, Sultanın
Gıyasüddinin anası kendisine ait eyaleı
anası gibi Hüdavent Cihan unvanım cakınd.’
. „ , , kanşıklıklar Celâlüddin gelinciye kadar
Halk her türlü zulümlerden ezildi; bu
sürdü.
65

KIRK DÖRDÜNCÜ FASIL


Fahrüddin Ali bin Ebülkasım El - Cudi'nin vezirliğe
çıkıncıya kadar olan tarihi.

Bahsedeceğimiz bu zat bir müddet Centte bejlikçi vekili idi. İşte bu memu­
riyet siyasî ve İdarî mesleğinin ilkidir. Az sonra bu mevkie asalet tarikile nasbolun-
du. O devirde Çent nazırı kesedar unvanını haiz olan Şehirzorlu Necibüddindi.
Kesedarın vazifesi arzuhalleri, istidaları almaktan ibaretti. Hatta sonunda bütün
dosyasını toplar, perşembe akşamı kabul salonuna götürür,Sultan onlar: tetkik
edip bitirirse, kararlarilc birlikte getirirdi.
Bu sarayın en şerefli memuriyetlerinden biriydi. Necibüddinin oğlu Bahaül-
mülk Hacı Çent nazırlığında babasına vekâlet ederdi. Necibüddine gelince Sul­
tan hizmetinde bulunmuş ve onunla Horasan ordusuna kumanda ettiği zaman be­
raber bulunmuştu. Bu mevki şeref ve istifade verdi. Orada taarruzdan masun is­
tirahat ve daima teceddüt eden maddî servet bulundurdu.
Fahrüddin Çent bejlikçi mansabına varınca Necibüddini devirmek istedi.
Bu maksada, birlikte bulunduktan vakitNecibüddin’in iki yüz bin dinan havi bir
şarap fıçısını aldığını hükümdara söyledi. Bunu Hacei Cihan olduğu zaman kibar
âleminde şöyle anlatırdı. "Bu zatı haber vermeğe karar verdiğim zaman tasavvu­
rumu icradan evvel bu işlerden anlıyan yüksek bir memurun fikirlerini aldım.
Hepsi de; "Sakın; sakın diye tehlikeyi izam ediyorlardı. Bunlar Necibüddinin mev­
kii sağlam olduğunu, sözü dinlendiğini, hizmetinde sadakat ve büyük faikıyet gi­
bi iki büyük haslet hasebile mevkiinin emin olduğunu bildiriyorlardı.
"Bunlar beni onun yerine geçmek kararından caydırmadı. Para işini haber
verdim, mesele kalemlerde tesbit edildi. Sultana arzolundu. Bir umum kabul gü­
nü ben de adi kimseler arasında orada hazır bulundum. Necibüddini tahtın ya­
nında gördüm. Kendisinden daha ileri az kimse vardı, böyle olmakla beraber ba­
şını iğmiş, mahzun görünüyordu. Sultan kendisine dedi; "Nccibüddin neden
böyle dalgınsın. Hakkında edilen ifşaat seni gözümden düşürür mü sanırsın. Alla­
ha ant içer, babamın toprağına yemin ederim ki bu parayı senden istemiycceğim.
Onu oğlun Bahaülmülk Hacıya hediye ettim.,,
Nccibüddin şükran olarak yerlere kapandı.
"Nüfuzunun nekadar yüce olduğuna inandım. Bundan çok sıkddım, baca­
ğımı sürükliyerek geri geldim, bütün takatim kırılmıştı.
"Harezmde geçirdiğim günler kara ve geceler de uykusuz mesafeler ol­
du, bu hal Çent nazırlığıma kadar sürdü. İşte yalnız o vakit kederim sevince
döndü.,,
Celâl - 5
66
Şu memuriyette bulunduğu dört yıl içinde zalimane vergileri artırdı, halkı
ezdi, soydu, soğana çevirdi.
Bu aralık Sultan Buhara semtine giderken Centten geçti. Halk koştular,
dertlerini yandılar.
Sultan bu hallere sebep olanın ateşte diri diri yakılmasını emretti. Fahrüd-
din gizlenmeğe, Buharaya kaçmağa muvaffak oldu. Fakat kaymakamını ateşe at­
tılar, Buharadan Talkana kaçtı; orada ta mogol gailesi çıkana Cclâlüddinin Gaz-
ne civarına atılmasına kadar gözlere görünmedi.
O esnada Fahrüddin acele saraya gitti, mabeyinciler arasına katıldı. Bu adam
gür sözlü, çeri idi; Sultan üstüne müessir oldu; Türkçesi çok lâtifti.
Sint nehri kenarındaki büyük muharebenin vukuuna kadar mabeyincilikte
kaldı. Bütün büyük rütbeli memurlar ya düşman tarafından öldürülmüş veya
hut suda boğulmuştu. Şcmsülmülk Şchabüddin de Kobaca tarafından öldürülmüş
ortada hint işlerine nezaret için başa geçirilecek kimse kalmamıştı. İşte böyle
adam yokluğunda Fahrüddin başa çıktı.
Fahrüddin asaleti filân olmadığı halde iş bilmesi hoş geçinmesi yüzünden
böyle en yüce bir mevkie geçti. Bununla beraber Fahrüddinin böyle bir memu­
riyette oluşuna rağmen kendisine vekil gibi muamele etmezdi. Kendisine mevkii
icabı Hoca diye hitap etmek lâzımken Şerefülmülk derdi. Huzura kabul olunduk­
ta vekil sultanın sağ tarafında oturmak âdetken bütün memuriyeti müddetince ma­
beyincilerle birlikte Sultanın karşısında oturdu.. Daima nedimler arasında otu­
rurdu. Halbuki Nizamülmülk ünvamna sahip olanlar sultanın sofrasına oturur­
lardı.
Hükümet kalemlerinde eski vükelâ kara minder üstüne otururlardı. Şerefül­
mülk böyle bir yere asla oturmadı. Yalnız kendi sarayında böyle bir yere otu­
rurdu. Nizam Unvanım haiz olup ta vekâlet makamında bulunanlar İtat ta yanları­
na gelen bir şehzade bile olsa ayağa kalkmazlardı. Şerefülmülk vükelâ reisi oldu­
ğu halde büyük memurlara ayağa kalkardı. Eski nazırlar ata bindikleri vakit ön­
lerinde altın dört mızrak çekilirdi, Sultan bu hususta bir emir vermedi.

KIRK BEŞİNCİ FASIL


Sultanın maiyetine gelişimin sebepleri, hizmetinde
geçirdiğim vakit.

Yukarda hikâye ettiğim gibi Emir Nusredüddin İlanıza bin Mehmet amca oğ­
luna varis olarak Nesaya sahip olduğu zaman beni bütün işlere memur etmiş ve
idarenin her cihetini bana emanetle tevkir eylemişti. Bu zat tabiatin fevkinde yük­
sek ve cömertti. Ebülulanın Stktez-zend ütbitıin Ycminisini Fahrüddin Razi-
nin Mülehhası Şcyhürreisin Isarat’ını ezberden bilirdi. Arap ve farisî divanlar
67
tertip etmişti. Muhabereleri çakıl üstüne akan su gibi saf ve berraktı. İlminin ge­
nişliğinden ilerigelen meziyetlerine Harezmdc geçirdiği, on dokuz yıl zarfında ka­
zandığı sıfatlar da ilâve edilmelidir, ilmi nücumda az hata edecek kadar maluma­
tı vardı.
İlindin ta içerlerine dalmış olan Sultandan haber alınmadığı bir sırada ya­
kında meydana çıkacağını ve ortalığı düzelteceğini haber vermişti. Gıyasüddinin
asla muvaffak olmıyacağınt, yıldızında hiçbir uğur alâmeti olmadığını da
söyledi. Gıyasüddin adına işte bundan dolayı hutbe okutturmadı. Bu harekette
ancak kendisi bulundu. Aradan çok geçmeden dedikleri çıkn. Fakat vefatından
sonra. Kendisi keşfettiği vak’alardan evvel telef oldu; o vak’alar üstüne kurduğu
umutlarına nail olamadı.
Nusrcdüddinin hissiyatı ve diğer arkadaşlarının aksine olarak Cclâlüddine
karşı muhabbeti Gıyasüddinin malûmu olunca aleyhine babasının askerile Tulek
bin İnanç İlam tayin etti ve bunun maiyetine de kendisini takviye için Arslan
Hanı bir kolordu ile memur eyledi. Fazla olarak istiklâl kazanmış olan hudut
kumandanlarını da Tulek’in emirlerine itaat ve daima ona muavenet eşlemelerini
emretti.
Bu havadis üzerine Nusredüddin etrafmdakilerle meşveret etti. Bu mecliste
bir miktar para ile benim Gıyasüddine gitmem ve şu vasıta ile işin önünü alma­
ğa çalışmam lıararlaştırıldı.
Arzum hilâfına olarak vazifemi ifa için yola çıktım. B’ad civarında gecenin
karanlığında Tulek karargâhına çattım. Fakat karanlıktan istifade ederek de­
vekuşu süratile kaçtım, tehlikeden kurtuldum. Curcana geldiğim zaman kurul­
muş bir karargâh gördüm. Bunun Celâlüddin tarafından gelen Emir Koçkendiye
ait olduğu Horasanda Orhanın yerine başkumandanlığa tayin olunduğundan o ci­
hete gideceğini öğrendim. Reyde olan vak'alardan da anlattılar. Yani Gıyasüddin
hükümetinin yıkılıp yerine Cclâlüddininki kurulduğunu söylediler. Hemen Emir
Koçun yanına gittim. Giderken sevinçten ayaklarım yere basmıyordu. Kendisile
uzunuzadıya konuştum. Bana olan bitenleri anlattı.
Hali düşündüm. Geri gitmek münasip olmryacağmı, çünkü bir emir almadan
İnanç Hanın Nesadan ayrılmıyacağma hükmeyledim. Esterabada katar yoluma
devam ettim. Orada Emir Tacüddin, Celâlüddinin karargâhına gitmek üzere idi.
Beni maiyetine almasını ve hareketini çabuklaştırmasını rica eyledim. Tam yükler
bağlanacağı sırada Gıyasüddin'c mensup olan ve bir daha huzura kabulüne imkân
kalmıyan Danişment ansızın ordusu ile Tacüddinin hududuna geldi. Emir biraz
şaşırmışıt. Bistan yolunu tutundum, oradan bin tehlike atlıyarak Reye sonra da
çabuk İsfahan’a gittim.
Bu müddet esnasında daima mahsur kalan Nesanın havadisini alıyordum.
Bu hal beni rahatsız ediyordu. Böyle olmakla beraber ister istemez iki ay Isfahan­
da kaldım; çünkü birçok sebeplerden dolayı Sultanın yanına gidemiyordum. Bir
68
kere T u r dağlarında isyan etmişlerdi. Bunun için Sultan tarafına giden yollar teh­
like içindeydi. Bundan dolayı sadakat ve muhabbetine itim at olunan Ata Bey Saat
b u n la r tarafından meşgul ediliyordu. Bir de karlarla yollar kapanmış birçok
yolcular kaybolmuştu.
Isfahanda Belbcn Elkadri nezdinde bahara kadar kalan Sultanın askerleri Azer
baycana d oğru yollandılar. O tğı da Hemedan civarında dikildi. Sultan orada bu­
lunuyordu. Gryasüddinin eniştesi A ta Bey Yeğan Kaysi harp etmeğe mecbur
olm uştu.
Sultan kardeşine galebe çalıp m ülkünü elde ettikten sonra Azcrbaycana il­
tica etm iş o lan Yeğan Kaysi sabık saltanatı kurmak sevdasında bulunuyordu. Şu
m aksatla Azerbaycan Ata Beyi ö z Bey ile uzlaşu. İkisi de sultana karşı hareke:
ettiler. Fakat Sultanın sancakları dalgalanmağa başladığı gibi Sultanın boş bıraktığı
Iraka gidebileceği hülyasına kapıldı. Bu havadis alınır alınmaz karargâhına
gitti.
Ben ise N usredüddinin, Gıyasüddinin veziri Kerim Iişşarka verilmek
üzere teslim eylediği parayı Şcrcfülm ülk Hacei Cihana verdim. Para dinar idi. N a­
zır teşekkür etti. İşleri yoluna koymayı vadeyledi. Az sonra çıkan bir irade Nusra-
d ü d d in i em aretinde ipka ediyordu. Buna bazı civar nahiyeleri de ilâve ediyordu.
İnanç oğlunu geri çağırmak üzere bana bir nedim katıldı. Bundan iki
üç g ü n sonra gelen bir elçi N usredüddinin kederli ölüm haberini getirdi. İnanç
o ğ lu o n u kaleden çıkartmış, başkalarına ibret olsun diye ayağile çiğniyerek öldür­
müş. H enüz genç yaşında olan N usredüddinin cesedi kabrine konuldu. Kendisini
sevenler göz yaşlan döktü.
İnanç H an vaktile N esada Nesa ve Curcanda babasına ettiğim hizmetlerimi
bana m üteallik olanlardan ele geçenlerin hepsini öldürm ek, bulabildiği malımı
yağm a ederek nem var nem yok hepsini müsadere etmekle ödemiş oldu.

KIRK ALTINCI FASIL


Sultan kardeşi yakalandıktan sonra Hozistna teveccüh eyledi

K ardeşini ele geçirip hizm etinde bulunan emirler derecesine indirildikten son­
ra H ozistana g itti, kışı orada geçirdi. O rada iken aslen Nesalı olan müfettiş Gıya-
sülm ülk A lâüddin M ehmet bin Mevdevî H alife Divanına elçi gönderdi. Vazife­
si serzeniş ve tekdir idi. V aktile Sultana piştar olan Cihan Pehlivan kumandasın­
da b ir askerî k ıt’a gönderilm işti. Bu kumandan, Kobaca kabilesi araplarile takviye
edilm iş divanın bir ordusuna rasgeldi. Halifeyi tahkir ve merasimi düşünmeksizin
bu orduyu defetmişri. Bozulan o rdu Bağdata gitti. Askerleri muvaffakiyet göste­
rem ediklerinden meyus görünüyorlardı. Bunlardan Sultan ordusuna getirilenler
hem en serbest bırakıldılar.
69
Gtyasülmülk bu vak’adan sonra Bağdata vardı. Adet üzere hürm etle kabul
edildi. O rada uzunca müddet kalmasından türlü dedikodular oldu. Sultan Mera-
gayı aldıktan sonra gitmesi cmrolundu. Kendisine birçok hediyeler verildi, ayrıca
ikram edildi. İlkbaharda Ziyaülmülk Bağdat’tan Azerbaycan’a yollandı. Tekauka’-
ya vardığı zaman halk halife ordusuna karşı edilen hakaretten dolayı ba­
ğırıp çağırdılar. Bu hale kızan Ziyaülm ülk mevkie taarruz em rini verdi. Tek
hücum ile şehir teslim oldu. A hali kılıç ile sürülürken hareket durdurul­
du. Fakat orada ahaliden hayli ölen oldu. Sultan Azerbaycana gitti. Hemedan
dağlan önüne yaklaştığı zaman, yukarda söylediğimiz gibi, Y egan Kaysi’nin Azer-
baycanı terk ile Iraak gittiğini duydu; orada hakkından geldi.

KIRK YEDİNCİ FASIL


Sultanın Azcrbaycanı alışı

Ycğan Kaysi itaat altına girdikten ve İrak, fena hareketlerle memleketin asa­
yişini bozanlardan kurtarıldıktan sonra Sultan Azerbaycan’a hareket eyledi Bu
eyalete yaklaşmakta iken, İMeraga ahalisinin gelip kendisini zulüm den kurtarraala-
n hakkında, Şerefülmülkün delâletile gönderdikleri adam lar halkın şikâyetna­
melerini takdim eylediler. Filvaki b unlar zalimlere, yüksek m em urların suiistimali­
ne, G ürcülerin m uttasıl taarruzlarına duçar olmuşlardı. Burada bulunan A ta
Beyin nüfuzu bu fenalıkların önüne gcçmiyecek kadar gevşemişti, Celâlüddin
Mcragaya gitti. En ufak bir m ukavem et görmedi. Birkaç gün orada kaldı,
adı M ücirüddin Amr ibni Sad El-Harzcmiyi elçilikle Rum Selçukilerile Suriye
hüküm darlarına gönderdi. Elçinin götürdüğü namede Azerbaycanın hükmü al­
tına girdiği, Gürcülerin tasallutundan kılıç kuvvetile burayı kurtardığı yazılıyor­
du. Sultan yalnız kılıcına dayandığından bahsediyor, G ürcistana gidip kana bo-
yıyacağını bildiriyor, bundan kendilerde iyi komşuluk ihdası arzusunda bulundu­
ğunu da söylüyordu.
O gün Sultan bana Beylikçilik K âtipliğini tevcih eyledi. Bu memuriyet çok
mühim ve istifadeli bir şey olmakla beraber ben aczimi biliyor, öyle şeyler bekle­
miyordum. Sultan Nahcivanda H orasan ve Mazenderan ahalisinin işlerde uğraşır­
ken, memuriyctimdiın bir günde bin dinar kazandım. Sair günlerde daha mütevazı-
ane olm akla beraber istifadem haddi m akulü geçmezdi. Böylece yerime göz di­
kenlere karşı şiddetle mücadeleden g eri kalmadım.
M ücirüddin Saraydaki m emuriyetini bıraktı. Tiflis zaptolunduktan sonra an­
cak m em ur olduğu elçilikten geldi. Sonra Sultan M oğolların ilk tecavüzünde mer­
kezini tahrip eyledikleri suyu bol olan Avcan nahiyesine gitti. Sultan birkaç gün
burada kaldı. Burada Tuğrul bin A rslan’ın kızı ve A ta Bey ö z Beyin karıst bulu­
nuyordu. Halk Zahirelerini Tebrizden alıyor, Ata Bey tahsile bakmıyordu.
70
Tebriz ahalisi gelip şehirlerini almasını Sultandan dilediler. Celâlüddin de hemen
yola {ika. Tebriz önüne otağını kurdu. Muhasarasına başladı.
Şemsüddin Tuğraînin biraderzadesi Reis Nizamüddin şehirden çıka. Sultana
geldi. Bunun Tebriz ahalisi üzerinde büyük nüfuzu vardı. Bütün ataları bu şehir­
de iktidar mevkiini veraset ile tutmuş olan bu adama karşı halkın hürmet ve
itaati fevkalâde idi. Sultan mancınık ve koçbaşı ile merdiven gibi taarruz aletleri­
ni tertip ettirdi. Pek çok bulunan ağaçlar kestirildi.
Muhasara yedi günü bulmuştu. Sultan Tuğrulun kızından bir elçi geldi. Ka­
dın kendisi amca ve dayıları ve maiyeti ölümden affolunmak, malına dokunulma­
mak üzere teslimi kabul ediyordu. Melike bundan başka gidip inziva etmek üze­
re kendisinin Hoy’a gönderilmesini de istiyordu. Sultan bu şartlara razı oldu. Şe­
hir de teslim olundu. 622 — 13 kânunusani 1225 — 2 kânunusani 1266 Prensesin
refakatine himayesi için nedimlerinden Tacüddin Kılıç ile Bedrüddin Hilâl'i me­
mur eyledi. Bunlar da kendisini Hoya götürdüler .
Sultan mümancat görmeksizin Tebrize girdi, saraya yerleşti. Şehrin idaresini
Nizamüddine verdi ki Tuğraînin usulüne göre an’aneleri muhafaza etsin diye.
Böyle olmakla beraber Nizamüddin siyaset ve maliye ile uğraşmadı. Yalnız ahali
yi hoşnut ve hallerini ıslah edecek şeyleri yapa. Haysiyet ve fazilet sahiplerini hi­
maye eyledi. Evbaşlara müsaade göstermedi. Ve böylece devam etti.

rk
(\
\y e ........
KIRK SEKİZİNCİ FASIL
Sultanın Gürcülere galebesi

Sultan Azerbaycaoı elde ettiği gibi Gürcüler Zuan civarında Kerbide tahaş­
şüt ettiler. Altmış bin kadar olan bu Gürcü kuvveti korkusunu saklıyor, kahra­
manlık taslıyorlardı. Hatta Abek hükümetini hiçe sayıp mahvetmek istiyorlardı.
------- Sultan bunların üzerine yalnız maiyeti ile yürüdü. Irak askerleri yerlerine da­
ğılmıştı. AraksL nehri kenarına geldiği zaman Cihan Pehlivan Elçi kumandasında
bulunan piştar emirleri düşmanın yakın ve çok olduklarını söylediler. Bunlara ce­
vap olarak aona iki mahmuzunu vurdu. Geçit mahalline sürdü. Bütün ordu Sul­
tam takip etti. Kerbi önünde Gürcüler geniş bir sahada bulunan bir tepe üstünde
kara bulut gibi yığılmış göründüler.
Şu kalabalığı gören Celâlüddin bir sürü öküz görmüş arslan gibi ürperdi.
Hemen geceden istifade ederek tabiye hatlarını tertip etti. Merkezi teşkil eden at­
lılar, tepeden araağa silâhlı olanları çevirmişti. Solda piyadeler bulunuyordu. Sağ
cenah oklulardı. Ertesi gün Gürcülerin taarruzu beklendi. Fakat bunlar bulun­
dukları tepeden ayrılmadılar.
Güneş batağı esnada Sultan bir küçük çadır kurdu, geceyi orada geçirdi. Han­
71
lara ve emirlere sabaha kadar beklemelerini emreyledi. Onlar da emre itaat eyle­
diler. Sabchleyin Sulun kendilerini çağırdı, şöyle dedi:
"Düşman işi uzatmak istiyor. Taarruz eyliyecek yerde bizi mevziinde bekle­
mek istiyor. Ben onu her taraftan sararak üstlerine gitmek fikrindeyim. Eğer size
karşı hücuma kalkarsa, onu bir ok yağmuru ile durdurmağa çalışırsınız.,,
Sultan bu söz üstüne dağa daha doğrusu zafere doğru yürüdü. Piştar kendi­
sini takip etti. Sulunın kardeşi Gıyasüddin ve Orhanın bulunduğu sol cenah mu­
kavemet olunmaz bir suretle tepeye saldırdı. Gürcülerin en meşhur harpçılann
dan Seluh bunları geri sürmek için hücum etti. Her iarafun oklar uçmağa başla­
dı. Aradan çok geçmeden iki u raf birbirine girdi.
Bu halde iken Sultan atlılarının hücumunu gören Gürcüler, taarruz ve mü­
dafaadan vazgeçtiler. Kaçmağa başladılar. Takriben dört bin ceset meydanda
kaldı. Bir bayır üstünde ayakta duran Sultan kendisine doğru sürülen esirleri ka­
bul ediyordu. Şu tutsaklar resmi geçidini takip bitip askerler yerine çekilinciye ka­
dar sürdü. Ondan sonra Sultan’a bir çadır kurdular, oraya gitmek için boyuna ölü
1er üstünden atlatmak icap ediyordu.
Ata Bey ö z Beyin mabeyincilerinden Şcmsüddin Kumi'nin şöyle dediği ri­
vayet olunur.
"Efendim bozulduktan zamandanberi Gürcülere göndermişti. Ona Hazreti
Ali hâlâ dünyadadır, bu gaza Bedir ve Hayberi unutturdu, diyeceğim geldi.,,
Fakat Gürcülerden alınan ganimed gördüğüm zaman büsbütün şaşırdı. Harp
meydanında karar kıldı; ölüler içinde yattı. Gıyasüddinin sütninesinin oğlu olan
bir çocuk bunun yanına iltica eylemişti. Bu çocuğu bağlı olduğu halde Sultana
götürdü. Sultan çocuğun canım bağışladı. Sultan nedimlerinin Emîri olan Tacüd-
din Kılıcı birtakım esir emirler ve düşman kellelerde Tebrize gönderdi. Bu ne­
dim bu suretle kazanılan zaferi ilân eyledi. Celâlüddin muharebe meydanından
Zum şehrine gitti, buraya taarruz ederek ele geçirdi. Şehir kadısına müslüman aha­
linin ailelerile birlikte ayrılmasını emrcyledi. Elde edilen ganimet o kadar çoktu
ki herkesi müstağni bir hale getirmişti.

r>: KIRK DOKUZUNCU FASIL


Sultan Ziımdan Tebrize döndü. Sol cenahı Gürcistanda
bıraktı. 622 recep (9 temmuz — 8 ağustos 1225)

Sultan şu galebeden sonra Ancar memleketinin hudutlarına askeri kıt’alar


göndermiş ve bundan Tiflisin zaptını istihdaf etmişti. İşte bu aralık Tebrizden
O Bağdadın 110 kilometre şimali şarkisinde bulunan bir şehirdir. A sıl adı Scrre-
men-radtr.
72
Şercfülmülktcn gelen bir mektupta Şcmsüddin Tuğra! ile biraderzadesi Niza-
müddioin uyan edeceklerini bildiriyorlardı. Bu açıktan hareket edemiycn hainle­
rin iftirasından başka bir şey değildir. Çok geçmeden işin hakikati anlaşıldı. Bu
Şcrcfülmülkün kârlarına kesat gelen adamlarının uydurmalarından ibaret oldu­
ğu görüldü.
Sultan zehirli oklarla yazılmış olan Şerefülmülkün mektubunu okuduktan
sonra işlerin fena _ olduğuna hükmile Tebrize dönmeğe karar verdi. Çadırının
önüne sağ cenah emirlerini çağırttı. Mabeyincilerinden birisi Sultan adına, onlara
şöyle söyledi: Geçen harpteki kuvvetsizliklerimiz sabittir. Ve eğer Gürcüler size
hücum etselerdi dizginleri çevirmeğe karar verdiğinizi biliyoruz. Allah bizi mu­
zaffer düşmanı kahrettiğinden şu cürmünüzü affediyoruz. Bunun için bir şart
vardır ki oda oraya göçmeniz, okçularla o memleketi altüst etmenizdir. Bu hal
gelip size kavuşacağımız güne kadar devam edecektir. Emirler buna taahhüt et­
tiler, Sultan kendilerine Ancazu Bel geçitlerinde kılavuzluk etmek üzere iki Scrmara
emîrini terfik eyledi.
Dostlarımdan olan Hüsamüddin Hızır şunu anlattı:
"Ancaz Feheymerde üç ay kaldık. Bu müddet esnasında askerler memleke­
ti harap ettiler, ve ahalinin her şeyini yağma eylediler, Çünkü esirlerinin tanesi
iki üç dinara düştü. Boğazlarm gerisine sürülerde iltica edenler de kurtulamadı­
lar. Biz Boğazlara kadar gittik. Ondan ötede tehlike olduğunu onlara anlattık.
Fakat bizi dinlemediler. Yalnız takımla gider ganimet ve esir getirirlerdi.
Allah Gürcüleri onlara vermişti. Onları bucak bucak kaçırırlardı. Asker şim­
diye kadar İslâm sancağına girmiyen yerlere kadar gitti.
Sultan Tebrize dönünce Şerefülmülk ipsiz sapsız veya ipten kurtulmuş bir
alay kimseleri huzura çıkarak maruzatının doğruluğuna şehadet ettirdi. Halbuki
Tuğraî ve biraderzadesi hakkında isnat olunan töhmetlerin ne aslı ve ne de as­
tarı vardı. Reis öldürüldü, kanı aka aka yola atıldı. Tuğra! hapse ve kendisini se­
falete düşürecek bir miktarda yani 100,000 dinar vermeğe mahkûm oldu. Bu ka­
dar paradan hâzineye ancak 30,000 i girdi.
Tuğraî gene mahpus olarak Meragaya naklolundu. Şerefülmülk bunu mahv
için çalışmadan fariğ olmadı. Nihayet bir arada elde etti. Fakat eceli gelmemiş ol­
malı ki bu muhterem zan Meragada Divanı Celâli mümessili ölümden kurtardı; hat­
ta kendisine kaçmak için bir at tedarik etti. O da evvelâ Erbile oradan Bağdata
gitti.
625 (12 Kânunuevvel 1227-30 Teşrinisani 1228) de Tuğraî hacca gitti. Halk
Kâbe etrafında toplandığı zaman başına Kuranı koydu, Mizap altında durdu:
"Kardeşler bütün müslümanlar buranın en mukaddes yer olduğunu en mukaddes
bir gün olduğunu, (K uranı göstererek) şu kitap bütün kitapların en mukaddesi
olduğunu teslim eder. Ben de şu' üç mukadese yemin ederim ki Şcrefüddinin
73
bana isnadı yalandır^, 'ruğrai bununla beraber Sultana sadakatini de yemin ile
tenlin etti.
Hacılar memleketine dağıldılar. Ilerbirisi gittikleri yerde bunu hikâye ey­
lediler. Bunlar ta Cclâüiddinin kulağına kadar gitti. Zaten Emiriilhaç ta bunu ar-
zeylcmişti. Sultan ettiğine pişman oldu, böyle bednam olduğuna teessüf etti.
Cclâlüddin Tuğraî’yi affetti, Tebriz’e getirtti, kalan malını geri verdi, divan­
da bir mevki tahsis etti. Sultan Tebriz’de ramazanı çıkardı, sarayda bir kürsü kur­
durdu. Oradaki, bir iş için bulunan otuz âlimden herbirisine bir gün tayin
etti. Bunlar o günlerde hutbeye çıktılar. Sultan da kürsü karşısında onları dinle­
di Vaiz da hak söyliycnleri tebrik etti. Saffet göstermiyenleri azarladı. Meragalı
Sadrüddin El - Alevi Sultanın teveccühüne nail olanlardan birisi oldu.

ELLİNCİ FASIL
Sultan Gcnceyi ve Erran eyaletinin (kalan yerlerini aldı.

Sultan Gürcü seferinden Tebrize geldi; istirahat eyledi. Oradan Orhanı as­
kerle Genccye gönderdi. Bu şehirle beraber, Beyhaktan, Berda, Şemîcur ve Siz
nahiyeleri de düştü. Ata Beyin mümessili Reis Cenabüddin Kenuni idi. Bu zat zen­
gin nüfuz ve itibar sahibi idi. Hemen memleketi teslim etti, hususî malını muha­
faza eyledi.
Şu suretle Orhan memleketi işgal eyledi. Kendi mevkiine ve Sultana olan ka­
rabetine dayandı. Bundan dolayı Elkâfi ile aralan açıldı. Orhan buna kılıç çek­
meğe kadar vardı. Bunu haber alan Şerefülmülk Sultana kendi hareketinin ancak
hâzineyi siyanet olduğundan bahis ile şikyet eyledi. Sultan Orhanı derghına
çağırdı. Şerefülmülk ile Orhanın arasındaki düşmanlık ömürlerine sürdü.
Orhanın Şerefülnıülke yazdığı mektuplardan çoğunu gördüm. Orhan vezire
Hoca Tascn (1) unvanından başka bir şey yazmıyor. Bu mektuplarda Şerefülmül-
kün mülayim sözlerine karşı ağır tabirler kullanıyordu. Şerefülmülkü Orhandan
kurtarmasaLırdı, mevkiini terketmesi mukarrerdi.

ELLİ BİRİNCİ FASIL


Sultan, Tuğrul bin Arslanın kızı ile evleniyor

Tuğrul bin Arslanm kızı tarafından Tebrize gelen (kadınlar, hanımlarının ken­
disi ile. evlenmek istediğini Ata Beyden boş düştüğünü şahitlerle ispat edeceğini
f 1] Kıymettar taj manas ma gelir.
74
Sultana bildirdiler. Sultan şeran ispat olmak şartile bu teklifi kabul etti. Erekân
kadısı ile diğer bir adam Tuğrulun kızının kocası olan Ata Bey ö z Beyin bir me­
seleden nikâha şart ettiğini söylediler. O zaman Tebriz kadısı olan lzzüddin
Kazvinî nikâhın bozulduğuna hükmeyledi.
Hatun halka dağıtmak için bir çok para gönderdi, sonra nikâh oldu. Sultan
hemen Hoyda güvey girmeğe gitti. Karısına Hoy mukattaasına ilâve olarak Sel-
mas ile Vrupyayı verdi.
Ata Bey ö z Beyin vekili Rebibüddin bana şunu anlata. Ata Bey Nahcivan na­
hiyelerinden Alınch’ta iken Sultan’ın yavaş yavaş yerlerini aldığını kendisine söy­
lediler. O da dedi ki: "Yer Allahındır, kullarından istediğine verir. Fakat büyük mü­
kâfat ancak Allah’tan korkanındır.’’ Karısının evlendiğini işittiği zaman, bunu
kendisine söyliyince "Hatunun nzasile mi oldu, yoksa mecbur mu ettiler.,, diye sor­
du. "Hatun bunu cidden istiyordu. Bunu kaç kere istedi. Talâk şahitlerine hil'at-
Iar giydirildi, onları nimete garketti.,, Cevabı verildi. Ata Bey başını yasağa koy­
du, hemen hummaya tutuldu ve bundan kurtulmahı.

ELLİ İKİNCİ FASIL


İzzüddinin Tebriz kadılığına nasbi ve
Kıvamüddin Elcedarînin azli

Sultan Azerbaycan hududuna yaklaşağı sırada Beylik maliye nezaretine ta­


yin edilen Kemalüddin orduya geldi. Bu adam Sultam teşebbüsten döndürmek ve
musalcha yapabilmesi için yalvarmak üzere elçilikle geliyordu. Ata Beyin sikke ve
hutbelerde Sultan adını andıracağını ve hâzineye oldukça mühim akçe vereceğini
vadediyordu. Bu lâflara kulak asılmadı.
Ccmalüddin heyetine fakıh lzzüddin Kazvinî memur edilmişti. Bu adam meş­
hur ve muteber bir kimse idi. Tuğraînin Tebrizde kesesinden yaptığı med­
resede müderris olduğu gibi buranın diğer müesseselerinde de ders verirdi. İzzüd-
din, nasıl olursa olsun Sultanın Azerbaycanı alacağına emin olduktan sonra Şc-
refülmülk ile hususî surette görüştü. Tebriz zaptolunduğu gibi oraya kadı nasbolu-
nacağını vadederse kendisine Azerbaycanın zaptında yardım edeceğini vadeyledi.
O devirlerde bu kadılık Tuğraînin hemşirezadesi Kıvamüddin El - Cedarî de bu­
lunuyor ve babadan oğla miras kalıyordu.
Sultan Tebrizi ele geçirdi. Amma Tuğraî nüfuz ve itibarını muhafaza edi­
yordu. Kaznevî kendisine vadolunan kadılığın ancak Tuğraînin gözden düşme-
silc alabileceğini anladı. Bunun üzerine Şerefülmülke türlü türlü yalanlardan if­
tiralar uydurmağa Tuğraîyi gözden düşürmeğe başladı. Nihayet Şercfülmülkün
zihnini çeldi. Tuğraîyi bir asi gibi göstermeğe muvaffak oldu. Şerefülmülk yu­
karda söylediğimiz mektubu yazdı ve Kaznavinîyi kadı yaptı.
75
Bana naklolunduğum* göre Kazvinî o zaman mahpus olan Tuğraîyi bir gün
ziyaret etmiş; felâketinden müteessir olduğunu ve yakında kurtulmasını görerek
müteselli olacağını söylemi?. Fakat kendisinden evvel seccadesini götüren adam­
lardan birisi seccadesini Tı<ğrainin odasına sermiş. O da elini uzatarak seccadeyi
odanın eşiğine yuvarlamtştt- Sonra Kazvinî girmiş Tuğraî de reisin idamından do­
layı başın sağ olsun demişti. Bunu dinliyen Tuğrainin yüzünde teessür görülme­
di. Fakat Tuğraî bunun tarafından: Kendi elimle sokakta yatan- kanlı vücudunu
kefenledim, gömdüm,, sözünü işitince şöyle dedi. "Yeğenimin idamı hakkmdaki
ifadeniz bana a a geldi, ölüm herkes içindir. Fakat onu kefenlemeniz benim için
büyük bir hakarettir. Siz bu tahkir ile ailemi de lekelediniz^, dedi.
Kazvini Şcrefülmülk üzerinde büyük bir nüfuz kazandı. Her işe hatta üstüne
lâzım olmıyan şeylere karışıyordu. Bu hal İsa bin Melikiladil Ebubekir bin Eyüp
tarafından Sultana elçilikle gelen Şam kadısının gelişine kadar sürdü. Suriye ka­
dısının yanında Sultanın oraya elçilikle gönderdiği M üdrüddin de bulunuyordu.
Şam kadısı getirdiği nameyi takdimden sonra vezirin salonuna oturmağa gir­
di. Salon büyük adamlarla doluydu. Müdrüddin elçiye: "Vezire kendi hakkında
İzzüddin Kazvini’nin söylediklerini hikâye ediniz,, dedi. Şam kadısı iptida söyle­
mek istemedi. Şcrefülmülk Sultan adına ant verdiğinden şöyle hikâyeye başladı:
"Kadı İzzüddin bana tahkir tavrile şu sözleri söyledi;
Efendimiz ne düşünüyor. — Efendimiz dediği Eyubî hükümdarıdır. — Bu
gibi adamlara mümaşat etmek ve kardeşleri Sultandan ayrılmaktan ne umuyor.
Tanrıya ant içerim ki kardeşlerinin düşmanlığı bu milletin dostluğundan daha fa-
ideli ve istifadelidir. Yakında yaptığından pişman olacak, ama son pişmanlık faide
vermiyccektir.,, Bu sözü işittiği gibi Şcrefülmülk kızdı. Kaznevîyi çağırttı. Elçi ile
yüzleştirdi. Kazvinî şaşkınlıktan kızardı. O kadar ağzı kalabalık bir adam olmasına
rağmen ağzını açmadı. "Müderrisliğe hürmet ve ilme riayetsizlik olmasaydı şu
kılıçla başını uçururdum. Yıkıl karşımdan sefil, hiddetimden kork.,, Bunun üzeri­
ne İzzüddin kalktı. Şu üç kişiden kimin en necip ve kimin iyilikten en uzak oldu­
ğunu biliyorum. İzzüddin memuriyetlerinden azledildi. Yerine Müdrüddin tayin
olundu. Bu da muhalefeti ile halka rahmet okuttu.

ELLİ ÜÇÜNCÜ FASIL


Sultan Gürcistana gitti, Tiflisi aldı.

Ramazan bayramını çıkardıktan sonra Sultan Gürcüler üstüne bir sefere haha
çıktı. Sultan Araksa vardığı esnada ben ağır hasta düştüm, sefere devam edeme­
dim. Sultan iki Sermara emîrine o vakit memleketlerine gitmeğe izin verdi. Beni de
76
Odlara kata ve kendilerine benim haberim olmaksızın, Suriye hükümdarlarından,
Selçukilerden yahut Gürcülerden kendilerine gelecek mektupları açmamalarını ve
ben orada bulunmadıkça hep bu yolda gitmelerini irade eyledi.
Oralardan gelen elçilerin hiçbirisi ben olmadıkça kabul edilmiyecekti. Ben de
her giren ve çıkandan mes’uldüm,
Sultanın ordusuna gitmezden yedi ay evvel Sermarada kaldım. O zamana
kadar Ancaz ovası alınmışa. Araks kenarına gelindikte elde edilen mektuplar Sul­
tana takdim edildi. Bunlar Gürcü Şeluh tarafından Sultanın memleketleri
üstüne hareketini bildirmek üzere Ancaz Beylerine yazılan ve tetik davranmaları­
nı tavsiye eden mektuplardı. Sultan hemen Şeluhun nehir kenarında ikiye bölün­
mesini emreylcdi.
Sultan ve maiyeti bu kış memlekete yağan kardan müthiş bir zahmet çektiler.
Soğuk o kadar şiddetli idi ki hayvanların ayaklan ve insanlann el ve ayakları don­
du. Tiflis çaymna gelindiği zaman Sultan hafif piyadelerine hücum emrini verdi.
Fakat önünde müstahkem iyi müdafaa, olunmuş, siperleri dağ tepelerine yahut ya­
maçlara yapılmış bir şehir buldu. Çıkacak ordunun kuvvei külliyesi kelebeklerin ate­
şe atılışı gihi tehlikeye kanatlıdıralr. Sonra düşman sur haricine cczbolundu, bunlar
şehirden açıldıkları gibi bir hücuma uğradılar. Başlar uçmağa başladı. Mahsurlar şeh­
re kaçmak için döndüler. Fakat Gıyasüddin kendilerinden önce kapıyı tutmuştu,
edilen hücum neticesinde şehir teslim oldu. Halk kılıçtan geçirildi. Mallan ga­
nimet oldu, Bütün şehirde bulunan Gürcü ve Ermeniler öldürüldü. Gürcü asker­
leri kale suru haricine çekildiler.
Tiflis Araks kenarında dağlarla vadi arasındadır. Şehri kaleden ayıran nehir
geçit vermediğinden mühimdir. Şehrin iki kısmı arasındaki ahşap köprü, tehlike
anlaşılınca yıkıldı. Sultan nehri askcrile bir günde geçti, kale tarafına geldi, her
tarafını muhasaraya başladı. Fakat Gürcüler bir elçi ile amana düştüler. Sultan ka­
bul etti, çünkü kış yakındı. Şehri, yıllardan beri toplanan hâzinelerini elde etti.

ELLİ DÖRDÜNCÜ FASIL


Sultan Kermanda Burak Hacipi cezalandırmayı
düşündü fakac vazgeçti

Tiflis zapandan sonra Sultan Azerbavcanın her tarafına sefer heyetleri gön­
derdi. Iraktan aldığı haberlerde Burak Hacipin itaatten çıktığı Moğollarla muha­
bereye giriştiği ve bunları kendi aleyhine teşrik için elçiler gönderdiği anlaşılı­
yordu. Bunu günü gününe keşfeden de Sultanın Iraktaki vekili Şercfüddin Ali
bin Fadıl Tefrişi idi.
Daha Ancazda iken Burakın dışarda geniş bir sahada ordu kurduğu, Sul­
77
tandan endişe etmediği Irako*n bildirmişti. Kendisine her iş kolay gelen Sultan
bu asiyi Kermanda tedip etmeyi kurdu. Hafif lodalardan altı bin nefer seçti,
kumandanlığını kardeşi Gıy^üddine verirken eski malikânesinin bir parçası
olan burayı kurtarırsa kendisine vereceğini vadetti. Fakat itimadını ona lâyık bir
kimseye vermemiş, bir nanköre bir eyalet teveccühüne kalkrşmışa. Sultan harem
eşyasını Kcylkuna bırakarak bdlibaşlı emirlerde hareket eyledi.
O esnada Şcrefülmülk Tifüste bulunuyor, Gürcüler üzerine olan seferleri ida­
re eyliyordu. Bunlara çok ziyanlar verdiriyordu.
Ben o vakit Scrmarada idim, Sultandan haber alamıyordum. Bir gün melûl
mahzun dalmış olduğum bir zamanda Sultanın teşrif ettiğini müjdeledi. Sultan
Araksi üstündeki köprünün tamirini irade etmişti, burada şehrin eşrafından iki
zat ile köprünün yapılmasına çalıştım. Sultan köprüyü geçti şehrin şarkında karar-
kıldı. Orada Gürcülerin meşhur beylerinden olup Sultan tarafından esaretle Teb
rizc gönderilen üç esirin, Tacüddinin Gürcü muharebesile uğraşması hasebile, Şe-
rcfülmülk maiyeti memurlarından birisi vasıtasile Scrmara’ya getirildiğini haber
aldı. Şercfülmülkün bu memuru esirlerin 20,000 dinar olarak takdir etmiş ve bu
değerde kumaş, gümüş ve hayvan alarak kendilerini azat etmek üzere idi. Sultan
beni çağırdı, kimsenin esir azat edemiyeccğini irade etti: "Ve dedi ki eğer ben
esirlerimi satmak isteseydim, yangınların bitiremiyeccği bir servet isterdim.,, Bun­
dan sonra Sultan Sermara üstüne yola çıka, takdim olunan hediyeyi hiç düşünme­
den, ben de onu Tifüste bulunan Şerefülmülke götürdüm. Bu parayı, bir gece
hâzinede yatmadan âleme dağıttı.
Sultan yanında olandan başka beş bin atlı topladı, Sermaraya yakın bu­
lunan llilât şehrini yağma için Kcrmana gönderdi. Sencekan Han maiyetinde gi­
den bu kol o şehre kadar gitti, üç gün sonra ganimetle geri döndü, lğtinam olunan
eşya o kadar çoktu ki, yollar geçilmez bir hale geldi. Sultan ise Kermana doğru
gitti. Rüzgârla yarış edercesine olan bu gidişte bir an rahat etmedi, ağzından bir
lokma geçmedi. Bu kadar yorgunlukla beraber Burak Hacıyı takip maksadına nail
olamadı. Çünkü Burak kuvvetli bir surene tahassun etmişti. Bu haber üzerine meyu-
sane geri döndü.

Sultan’ın bulunmadığı zamanda Gürcüstanda olanlar

Dediğimiz gibi ŞerhfüJmüik Tifüste kalmışa. Keylkunda bulunan hanlar


arasında Şerefıilmülk Tifüste muhasaraya alındığı, düşmanın çokluğundan bo­
zulduğu haberi yayıldı. Hanlar hemen bir meclis kurdular. İmdadına gidip gitme­
meyi müzakere ettiler. Fakat ekseriyet, vazifeleri harem ve eşyayı muhafazadan iba­
78
ret olduğundan yerlerini bırakmamakta karar kıldı. Yalnız Orhan muhalif kaldı:
"Eğer, dedi, Gürcüler bizimki gibi bir ordunun yakınında Sultanın vezirini esir
etmişlerse, hükümetin namusuna unutulmaz bir surette bir leke sürülmüş demek
olur ve kazanılan bütün şeref ayak alanda kalır."
Orhan Şerefülmülkün hakkında derin bir düşmanlık beslemekte ve diğer
hanlar da bu histe bulunmamakta iken şu beyanatta bulunmuş, bu da kendisinin
necip, bahadır oluşundan ileri geliyordu. Bu sözü söyledi, atına bindi, askerinin ba­
şına geçti, hüsnüniyet ve halisane bir surette olan şu hareketi gören askerlerin
bir çoğu başına birikti, şu suretle vücuda gelen beş bin kişilik bir kuvvet Tiflis üs­
tüne yürüdü. Ben de beraberdim. Şayianın esassız bir panikten ileri geldiği anlaşıldı.
Bundan iki gün sonra da hususî Emir Tacüddin Sultanın Iraktan Nahci-
va’na geldiği müjdesini getirdi. Şerefülmülk bu müjdeciye 4000 dinar verdi. Az son
ra da Sultan Tifüse geldi, yağma ve akın için Gürcüstana askerler gitti. Sultan,
Kudrctülmülk Tacüddin lbni Sat ta Esterabat mukataasına ve Nusredüddin Meh­
met bin Kebut Camcyi de Tiflis te Cercan emirliğine nasbeyledi, o da çaresiz,
Halata teveccüh etti.
Bu şehrin önüne vâsıl olunca orada bulunan halk ile Suriye askeri şiddede
saldıdar. Fakat bir hücumda yer ölü veya yaralılarla doldu. Çoğu esir alındı. Bun­
lar darmadağın şehre doğru kaçalar. Asker de onlarla şehre girdiler. Fakat girme­
lerde çıkmaları bir oldu. Askerin şu geri çekilişi muhtelif suretlerle tefsir olundu.
Türkler kendilerini yağmadan menetmek için Sultanın emir verdiğini iddia etti­
ler. Vakıa Sultan şehrin asla ihtilâl etmiyeceği itikadındaydı.
Sultan harem ve eşyasını bırakıp Halata gittiği zaman Şerefülmülk te kış­
lamak için Genceye gitmişti. Erzekırrum £1} Emîri oğullarından birini hıristi-
yan etmiş Gürcüstan Kıraliçesile evlendirmişü'. Sultan Tifüsi alınca bu delikanlı
yi huzuruna çağırdı; kendisine aman vermiş himayesini temin eylemişti. Fakat şu
son seferinde, bu deükanlt şeytana uymuş Gürcülerin yanına avdet eylemiş. Tif­
lis az ve kuvvetsiz bir asker elinde olduğunu haber vermişti. Sultanın yokluğun­
dan, askerin azlığından ve kendi başına taraftarlarından gayrete gelen Gürcüler
tophyabildikleri atlı ve yayalarla Tiflis üstüne yürüdüler. Korkaklığı ile tanınmış
olan Kara Melek diğer emirler Tifüsi hemen terketti. Şehre giren Gürcüler bu­
ranın kendilerinde bırakılmıyacağını hesap ettiler, ateşe verdiler.
Gencede bulunan Şerefülmülk o aralık Halat muhasarasile uğraşan Sultana
mektup mektup üstüne yağdırarak Gürcülerin Tiflis üstüne yürüyeceklerini bildir­
di. Sultan Tiflisin sukutundan evvel yetişecek umudüle Tifüse geldi; umudü boşu­
na çıka. Yuaia Türkleri Sultam şiddetle tahkir etmişler, yollara dehşet salmış­
lar, hudut memleketlere akınlar etmişlerdi. Bunlar on bin kadar atlı çıkarmakta
idiler. Halattan gelirken Sultan bunlara hücum etti, tek hamlede çoğunu öldürdü.
n Erzurum.
79
Birçok mallarını aldı. Alınan sürüler Mokana sürüldü. Alman beşte birler 30,000
dinar tuttu. Şu Türklerdcn hıncını aldıktan sonra Sultan yalnız seçme yüz atlı ile,
Hoy kıraliçesi ile görüşmeğe gitti. Şehre yaklaştığı sırada Şedidi, Divandar Sun-
kurca ve Ata Beyin birçok m«ölükleri, kendi maiyetinin iki misli bir kuvvetle
Hoy sahrasına kondukları haberini aldı. Bununlaberaber dönmek lüzumunu his­
setmedi. Acele ve cesaretle onlara karşı gitti; onlar da kendisine intizar etmediler.
Sultan cebrî bir yürüyüş ile önlerini kesti; meyus düştüler, kabul olundu, sonra
maiyete alındılar. Sultan ancak Tiflis yangınından sonra Genceye vardı.
Sultan Halat’a gittiği raman kendisinden ayrıldıktan sonra Şerefülmülk ka­
dı. Mccirüddin Amribni Sad El - Harezmiyi hapseyledi. Sultana sefir iken hiyanet
eylediği iddiasile 12,000 dinar istedi. Kadı bir ay hapisten sonra paraları verdi, çık­
tı. Kendisinden şarap bahşişi ve hediye diye istenilen paralar verdiğinin iki misli
olduğunu hikâye eyledi. Şercfülmülkün kadının mevki ve şerefinden ve ettiği hiz­
metlerinden ürktü, Sultanın yanına gitmemesi için kendisini Tebrize kadı tayin
etti, yani bir şeyi kotımıyacağı yere koydu.

ELLİ ALTINCI FASIL


Halifenin elçisi Şemsüddinin gelişi sene 623
(2kânunusani 1226-22kânunuewel 1226)

Sultanın Gcnceden bu avdeti esnasında bir garp elçisi geldi. Riayet ve hür­
met gösterildi. Fakat hüviyeti ve memuriyetinin hakikati bilinmediğinden biraz
ağırlık ve teahhur gösteriliyordu. Selçuk memleketinden gelen Sultanın bir elçi­
si bu zatı tanıdığını Kum memleketine geçmek için denizden geçerken gördüğünü
ve kendisi hasta olduğu halde onu Selçuk Sultanı Alâüddin Keykubad’ın kabul et­
tiğini söyledi. İlâve olorak elçiye bir merasim otağı dikildiğini ve hakkında her
türlü hürmet gösterildiğini, sonradan bunun kendi taraflarına değil Sultan Celâ-
lüddin nezdine memur olduğunu anlıyarak hürmeti itidal derecesine indirdikleri­
ni de ilâve etti.
Bu sözler şüpheleri kaldırdı. Sultanın huzuruna çıktı. Ben de tercümanlık et­
tim. Şu elçinin gelişinde ehemmiyetli bir şey yoktu. Yalnız elçinin kendisinin za­
rafeti ve yüksek tok gözlülüğü dikkate şayandır. Gence'de bir yıldan ziyade otur­
du. Gitmeğe mezun olduğu vakte kadar kendisine ancak 10,000 dinar verilmiş­
ti. Fakat bir tanesini ahkoymıyarak hepsini sarfeylcmişti. Hatta tüccarlardan mü­
him miktarda borçluları hep gönül almak için ikram olarak sarfetmişti.
Giderken tabel alem niyaz etti. O da müsaade eyledi; ve gene ricası üze­
rine atalarından kendisine kalan ve elinden cebren alınan. Şamdaki Zeydaniye
80

bahçelerinin geri verilmesi hakkında bir iltimas yazdı. Ve yanına kendi tarafın­
dan elçilikle gönderdiği Takidüddin Elhafrz’ı kata. Bunun memuriyete tayinine
sebep Sultanın hükümette nüfuz ve şöhret kazanmış olanları böyle bir yere gön­
dermek istemesidir. Elçiler yola çıktıktan sonra bir k ıta Moğol askerinin geldiği
hakkındaki rivayetlerin doğruluğu anlaşıldı. Sultan kendisinin hemen Isfahana
gitmesi lüzumunu anladı. "Sefidrud,, üstünde kâin (Meyane) ye gitti.
Şehir yakınindcki meydanda askere geçit yapardı. Cephe önünde yürürken
Meragadan avdet eyliyen Garp elçisine rasgcldi. Sultan bana avdetinin sebebi so­
rulmasını rica eyledi. Bana şu cevabı verdi: "Düşmanın yaklaştığını; Sultanın on­
larla harp edeceğini anladım. Din uğruna harp edenlerin nail oldukları şerefe nail
olmak için müsaade edilmeğe geldim.”
Bu cevaptan Sultan mahzuz oldu. Yüksek sesle: "İşte Halifenin arkadaşla­
rı böyle olmalı,, dedi. Sonra bana elçinin yanında bulunmamı ve orduyu tabur ta­
bur kendisine göstermemi emreyledi. Vazifeyi ifa ile Sultanın yanına geldiğimiz
zaman elçiye Halife ordusunun kendisininki kadar olup olmadığını sordu.
'Emitilmümininin ordusu dedi, sizinkinin iki mislidir. Fakat menzil hizmetin­
de yaya işlerde bulunanların çokluğundan ileri geliyor. Burada ise hep cesur
asker gördüm.,, Aradan çok geçmeden gelen ordunun Hindistanda teşkil olu­
nan Bilge Han maiyetindeki Sultan ordusu olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sul­
tan Avcan ordugâhına döndü. Halifenin elçisine ihtifal tertip eyledi. Elçi Musul’­
da halk tarafından gece tardolundu; fakat ağır muamele görmedi. Bağdata vardı­
ğı haber alındı. Eşya ve atlar zayi olmadan Sultana getirildi.

ELLİ YEDİNCİ FASIL


Sultan Beylkan ve Erdebil şehirleri ve toprağını
Şerefülmülke verdi sene 624 (22 kânu­
nuevvel 1226 12 kânunuevvel 1227)

Bu yıl Sultan Iraka geldiği zaman bu iki şehri şenlenmek kabil olmaz
bir halde gördü. Oradan levazım tedarikine giden bir atlı müfrezesi hurçları
boş geri dönmüştü. Şerefülmülk bu iki şehre sahip olduktan sonra bunlar hususi
bir malikâne halinde kaldıkça düşkün halleri günden güne artacağını ve tamamen
harap olacağını düşündü. Bunun için ahalinin gelip barınabilmelcrine medar ol­
mak ve rağbetini kazanmak için şehirlerin etrafına bir tuğla duvar çektirdi. Filha­
kika umduğu gibi bu şehir eski halinden daha iyi mamur oldu. Gence ve Tebrize
gıpta verecek dereceye geldiler.
Bir sene sonra Sultan burayı karargâh edindiği zaman Şerefülmülk beni Sul­
tana şu tezkereyi takdime memur eyledi: "Dünyanın en hakir kulu, Sultan huzurun­
81
da yer öper, m utfaklara, fırınlara, ^hırlara Bcylkan mahsulünden olarak 10,000 baş
koyun, 10,000 ölçek buğday ve 10,000 ölçek arpa takdim kılındı^, Sultan tezkereyi
okuduktan sonra tebessümünü menedemedi.

ELLİ SEKİZİNCİ FASIL


Ata Bey ö f Beyin oğlu Hamuş Bey
Sultan hizmetine girdi.

A ta Bey ö z Beyin bir tek oğlu kalm ışa. O da sağır ve dilsiz bir m ahlûk olan
Hamuş Beydi. Bunun ne demek istediğini anlıyan ve kendisine meram anlatan an­
cak çocukluğundaki mürebbiyesi idi. Ata Bey bunu Meraga Emiri Ata Bek Alâ-
üddin K ırbuğanın torunu olan Rcvandız melikesi ile evlendirmişti. Sultan A hlat­
tan avdette Genccye geldiği zaman Hamuş yani Dilsiz Beyin ziyaretini kabul etti.
B unun Sultana takdim eylediği hediyeler içinde eski İran H üküm darı Keykâ-
vusun kem eri bulunuyordu. Bu, kıymeti tahm in olunmıyacak derecede çok kıymetli
taşlarla donatılm ışa. Şu taşlardan biri el büyüklüğünde beyzî şeklinde bir lâl bulu­
nuyordu. Bu ise taşların en parlak ve enfesi idi. Üstünde Keykâvusun haleflerinden
bir takım ının adı kazılmıştı. Sultan bunlara kendi yanında bulunanları
da ilâve etti. Keykâvusun kemer kaşım ortaya getirtti. Bu kem eri resmî günler­
de kullanırdı. Bu âdet ta 628 senesi şevvalinde (2 ağustos 1231 - 31 ağustos 1231)
Amende m ağlûp oluncıya kadar devam etti. M oğolların bunu ve daha birçok ce­
vahiri a lıp hakanları olan Çingizin oğluna götürdüler. Hamuş Bey bir itibara na­
il olm aksızın uzun m üddet Sultanın yanında kaldı. Başında beslemekte olduğu
adam ların çokluğundan oradan ayrıldı; Sultanın müsaadesini alm aksızın lsmaili-
lerin reisi A lâü d d in in yanına gitti. O nu A lm ut kalesine götüren eceli id i; çünkü
bir ay geçm eden orada öldü.

ELLİ D O K U ZU N CU FASIL
Irak ermeniltrij Irakta bulunan Şerefüddin
Aliyyüttefrişiden şikâyet ettiler

Şerefüddin Ali bin Fazıl İrak kasabalarından Tefriş’in ileri gelenlerinden biri
idi. İdare kalemlerinde bir büyidc makamdan daha yücesine vararak, büyük Sul­
tanın Irak vilâyetini oğlu Gursanciye verdiği tarihte bu da orada nezarete çıka.
Arası çok geçmeden herkesin hücumuna maruz kaldı. Gıyasüddin zamanında göz­
den düştü. Fakat Hindistandan gelip idareyi aldığı zaman Şerefüddin hemen sa*
Celâl - 6
»2
dakatını arzeyledi, o Ad kendisini Iraka vezir etti. O günden sonra Sulun kadar
hüküm ve nüfuza sahip oldu. Beğenmediği kimseleri hiç iş başında bırakmadı.
Şu haksızlıklara duçar olanlar şiddetle hiddete geldiler. Şerefüddine kadar
memleket hiçbir zaman bir vezirin elinde bırakılmamış, her şehrin bütün işlerini
gören bir veziri vardı.
İsfahan veziri Nizamüddin, bu şehrin Başvekili Şehabüddin, Isfahan Kadısı
Rüknüddin Mehmet bin Sat, bu adamı ıskat ile vatandaşlarını zulümden kurtar­
mak ve bununla meşgul olan zihinleri rahat ettirmek için müşterek bir teşebbüse
kalkıştılar. Şcrefülmülk bu hususta kendilerine arka olacağını vadeyledi.
Sultan Şerefülmülkc bunun hakkındaki şikâyetleri toplamak için bir meclis
toplanmasını ve bunu bütün büyük memurlarının gözü önünde çalıştırmasını cnı-
reylcdi. Sultan her şeyi işitecek fakat kimse tarafından görülmiyecek bir kafes al­
anda olduğu halde meclise iştirak eyledi. Mecliste bulunanların hiçbirisi yürekleri
yana yana ettikleri şikâyetleri bizim işiteceğimizi sanıyor, türlü sözler ise zabıt
kâtipleri tarafından yazılıyordu. Şerefüddin, Şerefülmülk'ün kendi aleyhinde bu­
lunanlara mail olduğunu hisseylediği gibi kusurlarının kapatılıp affı için hâzineye
100,000 dinar takdim eyledi Bu işte Tacüddin Kılınç meyancılık etti. Sultan itti-
ham edenlerin haberi olmaksızın paraları kullandı. Daha bu davayı açanlar sevinç
içinde idiler. Fakat kendilerine verilen vaitler boş çıktı. Şerefüddin gene istediğini
yapn. Şerefülmülk ise kederinden öleyazdı. Diğer kendisine menfaatlerini emniyet
eden yüksek memurların kimi 20.000, kimi 30.000 dinar verdiler.

ALTMIŞINCI FASIL
lsmaililer Orhanı Gencede öldürdüler.

Sultan Hindistanda iken hizmetlerinden memnun olduğu beyleri nakten mü­


kâfatlandırmağa hâzinesi müsaade etmezdi. Bunları tatlı dil, güler yüzle taltif ey­
ler, İrak ve Horasanı elde ettiği vakit kendilerine birer malikâne vereceğini va-
deylerdi. Şu iki eyalet ele geçtiği gibi vaitlerin de yerine getirdi. Orhana da Hora­
sanın elde kalan yerlerini tamamile vermişti. Orhanın mümessili bu eyalete biti­
şik olan lsmaililerin memleketlerini, meselâ Kuhistan şehirlerinden Kum ve payi­
tahtı olan Kayini allakbullak etmişti. Bir aralık Suriyede lsmaililerin reisi olan
Kemal adlı birisi de Hoyda elçilikle Sultana geldi; Orhanın vekillerinden şikâyet
etti.
lsmaililerin şikâyetlerine nihayet verilmesi için Sultan Şcrcfülmülkle Or-
hanı buluşturmasını irade eyledi. Orhan Kemalin tehdidamiz sözlerini işittiği gibi
çizmelerinde, kuşağında bulunan birçok hançerleri önüne atarak:
«İşte hançerlerimiz, daha keskin, öldürücü kılıçlarımız da var; bunlara karşı
83

sizin elinizden bir şey gelmez.» diye bağırdı- Elçi bir şeye muvaffak olmadan git­
ti. Sultan Genccye avdet eylediği zaman Ismaililerden üç kişi bu civarda Or-
hana hücum edip öldürdüler. Sonra ellerinde hançerleri olduğu halde şehre gir­
diler. Alâüddinin içtima sözünü bağırdılar- Şerefülmülkün saray kapısı önüne gele­
rek, divan kalemine girdiler, kendisini <?rada bulamadılar. Şerefülmülk o vakit
Sultanın önünde idi. Uşaklarından birisini yaraladılar; içtimaa gelmesini bağırarak
gururla çıkular. Halk bunları taraçalardarf taşa tuttu. Bunlar son nefeslerine ka­
dar: «Biz sahibi âzam Alâüddinin ashabıyız» demekten vazgeçmediler. Bu
esnada Almuttan gelen ve Sultana gönderilen elçi Bedrüddin bu vak’ayı
duydu. Avdet etmek mi, yoksa yoluna devam etmek mi lâzımgeleceğini ta­
yin edemedi. İşi Şerefülmülkten sordu. Ta oturduğu odaya kadar takip edil­
mesinden pek ürken vezir mektupları okuduktan sonra çok sevindi. Orhanın ba­
şına gelen kendi başına da getirilmemesi için elçiyi yanında alıkoymak istedi; Bed­
rüddin Oktayi istediklerini yapacağını vadetti.
lsmaililcrin asıl istedikleri memleketlerini tecavüzden kurtarmaktı. Fakat Mo­
ğol istilâsı zamanında müdafaasız buldukları Damganı almış olduklarından Sul­
tan da buranın geri verilmesini istiyordu. İş böyle yola konuldu: Damgan lsma-
ililcrde kaldı, buna karşı yılda 30,000 dinar vermeyi taahhüt eylediler, bu muahe­
de tasdik olundu. Bundan sonra Azerbaycana doğru yola çıktılar. Almut elçi­
si Bedrüddin bütün hususî ve resmî hallerde Şerefülmülk ile birlikte seya­
hat ediyordu.. Vezir de ittifakı kendisinden esirgemiyordu. Fakat Serat çayına
vardıkları zaman, işret için toplanılıp kafalar kızışmış olduğu bir çağda Bed­
rüddin: «Şurada bulunan orduda lsmaililer var, bunlar içinize öyle yerleşmişler ki
kendi hassa hademenizden farkolunmazdı. Ahırlarınızda hatta Sultanın emirberlik-
lcrinde kullanılanlar bile var.» diye bağırdı. Şerefülmülk aman alâmeti olarak
mendilini verdi. Bunlardan bir kaçını çağırması için ısrar eyledi. Bedrüddin beş
lsmaili çağırdı. Bunlar da hemen geldiler. İçlerinden saygısız bir Hintli Şerefül-
mülkc şöyle dedi. «Filân gün filân yerde seni öldürebilirdim, öldürmediğime se­
bep emir almadığımdır» dedi. Şerefülmülk arkasından elbisesini ata, gömlekli kal­
dı. Bunlar neden oluyor; Alâüddin ne istiyor, kanımı dökmek için kendisine ne
yapum. Sultanın kulu olduğum kadar onun kuluyum. İşte elinizdeyim, ne istersen
işte hazırım, yap, hulâsa iş haysiyet derecesini pek aştı.
Sultan bunu işitince pek kızdı. Bu alçaklığı bir türlü yutamıyordu. Nedim­
lerinden birisini Şcrefulmülke gönderdi. O beş lsmailinin kendi çadırı önünde
yakılmasını emreyledi. Şerefülmülk afl:,nnl diledi, kabul edilmedi. İster istemez
emri icra enirdi. Çadırın önünde büyük bir ateş yakıldı. İçine beş lsmaili atıldı.
Bunlar yakılııtcen: «Biz üstadı âzam Alâüddinin ashabıyız!» tamamile yanıncıya
kadar devam dttiler.
Muhzirbaşı Kemalüddin de Ism^üjieri hizmete aldığından, dikkatsizliğin-
84
den dolayı idam edildi. Bundan sonra Sultan Şerefülmülkü Azerbaycanda bıraktı;
kendisi Iraka gitti.
Ben Şerefülmülk ile kalmıştım. Bir gün Berdada iken Almuttan Salâhüddin
atlı bir elçi geldi. Şerefülmülke dedi ki: «Sen beş Ismailiyi yaktın. Başını kurtar­
mak için on bin dinar vermelisin. Şerefülmülk bundan çok ürktü; ne yapacağını
şaşırdı. Elçiye lüzumundan fazla ikram eyledi. Buna divandan lsmaililerin her
yıl vermekte oldukları 30,000 den on bin dinarı aşağı indirilmek için bir kararna­
me yazmamı emretti. Şerefülmülk bunu imzaladı.

ALTMIŞ BİRİNCİ FASIL


Sultan Iraka gitti

624 (22 kânunuevvel 1226 - 12 kânunuevvel 1227) Isfahan civarında Moğol-


lara rastladı. Sultan Tebrize geldi. Orada hamama girmek için bir müddet kaldı.
Orada iken Moğolların Horasanda ileriye hareket için hazırlandıkları haberini
aldı. Hemen Isfahana gitmeğe hazırlandı. Burada bir muharebeyi kabul etmek,
taarruza askerinin çokluğundan, demirlere müstağrak olduklarından faideli bir
şey olacağını hesap ediyordu. Isfahana geldiğinde Damgan ve Rey cihetlerine is­
tikşaf için dört bin atlı sevkeyledi. Fakat hergün alınan haberlerde Moğolların
ilerledikçe keşşafların geri çekildikleri ve böyle devam olunursa, bunların düşmanla
temas etmeden Sultan’ın yanına geleceği anlaşılıyordu. Bunların getirdikleri bir
adam bu müthiş orduda Tacen Nuynan, Esen Tugansınıyan Yatmas Nuyan ve saire
gibi harp eserleri bulunduğunu haber verdi.
Moğollar, Isfahanın şarkında bir günlük bir yerde ls-sin denilen yere kon­
dular. Müneccimler Sultam üç gün oyalayıp dördüncü günü harekete geçmesini
tavsiye ettiler. O da eşref gün ve saadet anı beklemeğe karar verdi.
Sultanın en korkunç ve buhranlı zamanlarında bile şecaatini gösteren hal­
lerinden birisi şudur: Birtakım beyler ve hanlar düşmanın yaklaşmasından telâşa
düşmüş, Sultana müracaat eylemişlerdi. Biraz bekledikten sonra huzura çıktılar.
Bunlar ayakta ve Sultan da ayakta olduğu halde bir müddet Moğol meselesinden
başka şeylerden bahseyledi. Bununla düşmanı hakir görmekte olduğunu, mesele­
nin vahim olmadığını, bundan dolayı cesaretlerinin kırılması lâzım gelmiyeceği-
ni anlatmak ve kendilerini teskin etmek istedi. Nihayet bu meseleyi uzun uzadıya
takipten sonra huzurda bulunanları oturmaya davet eyledi. Moğol meselesinin
müzakere ve karara raptmı teklif etti.
Müzakerenin en açık neticesi Sultanın kendilerine asla kaçmıyacaklarına ant
içirmesi, ölüme yaşamayı tercih etmelerini de karar kıldı. Sonra kendisi de hiç
hir teklif eden bulunmadığı halde ölünciye kadar h3rp edeceğine ant içti. Bun­
lara harpteki yerlerini tayin eyledi, ve Isfahan kadısı ile reisini çağırtarak maiyet­
85

lerine tepeden tırnağa kadar mücehhez ve mağrur askerlerle bir nümayiş yapma­
larını emretti. Bu hususta Isfahan ahalisinin çoğu başka şehir uşaklarına benze­
mez. Bunlar bayram günleri ve yılbaşında, başlarında kadife tugalarla şehirden
dışarı çıkmak âdetleridir. Bunlar çizgili kumaş esvapları ile çiçek gibi sahrayı do-
nanrlardı.
Moğollar Sultanın davraıtmadığı korkusundan ilerigelme bir şey san­
dılar. İki bin kişilik müfreze ayırarak muhasarada yemek üzere T ur memleketin­
de mahsul toplamağa gönderdiler. Müfreze dağlara ve memlekete girdi. Sultan or­
dusundan üç bin nefer ayırdı. Geçitler tutturdu. Düşman üstüne şimşek ve yıldı­
rımlar yağdırdı. Bunlar dört yüz kadar nefer ve zabitlerini alıp geldiler. Sultan bu
tutsakların bir kısmını kadı ile reise verdi. Halkın heyecanım arttırmak için so­
kak lard a b o ğ a z la n m a la r ım irade eyledi. Diğerlerinin de saray avlusunda kendi elile
başlarını kesti.Bunların cesetleri şehir haricine köpeklere ve yırtıcı kuşlara atıl­
dı. Harbe karar verilen günde Sultan askerini üç kıt’a üzere tayin eyledi: Merkez
sağ cenah, sol cenah. İki ordu henüz karşt karşıya geldikleri sırada Gıyasüddin
kendi ordusu ile Sultan ordusundan Cihan Pehlivan Elçi kumandasındaki müfre­
zeleri aldı. Sultanın işinin çokluğundan kendisini takip edemez sanarak kaçtı git­
ti. Bunun ne olduğunu ilerde söyliyeceğiz. Sultan bundan muztarip olmadı. Mo­
ğollar âdetleri üzere tek veya çift takım halinde tayin olunmuşlardı. Sultan bunla­
rın karşısına çıkan şehir piyadesinin içeri girmelerini emreyledi. Bunları lüzu­
mundan fazla gördü. Düşmandan korkusu olmadığım da göstermek istedi. Haki­
katen Sultan askeri düşmanın iki katı idi. Sağ ve sol cenahları biribirinden o
kadar uzaktı ki birinde olup biteni diğer taraf bilmezdi. Arası çok geçmeden ha­
rekete başladı. O kadar şiddet gösterildi ki, saçlarını ağırttırdı. Akşama doğru Sul­
tanın sağ cenahı düşmanın sol cenahına bir hücum etti. Bütün levazımım bıraktı­
rıp kaçırttı. Fakat bunların arkası bırakılmadı. Keşana kadar kovalandı. Bunlar
Sultanın sol cenahının da kendilerine yapılan gibi bir hareket yaptı sanıyorlardı.
Tatarların ric’ati akşam üstü olmuştu. Sultan harp meydanında bulunan bir ya­
maç üstüne mevki aldı. Orada yunma gelen Konluğu kendisine şöyle dedi: «İşte
ötedenberi taliden beklediğimiz güzel gün çehresini gösterdi. Bizi yakan kinimi­
ze serbest bir cereyan vermek ve gazabımızın ateşini söndürmek istiyorduk. Fakat
tam beklediğimiz hâsıl olduğu zimıan ordumuzu teskin edemiyoruz. Bu gece Mo­
ğollar iki konaklık yer alacaklar. Biz ise fırsattan istifade edemediğimiz için ye­
nileceğiz; son pişmanlık fayda vermez. Atlarımıza binip arkalarından koşalım.
Bize içirmek istedikleri acı zehiri onlara içirmiyelim mi? Bu söz üzerine Sulcan he­
men ata bindi. Fakat Moğollar İşin fena olduğunu görmüş önlerindeki düşmanın
tefevvukunu anlamış olduklarımjan Bahadır kumandasında kuvvetli kıt’alar pu­
suya koymuşlar. Sultan yamacın öte tarafına geçtiği gibi gurup eden güneşin al­
anda Moğollar pusudan çıkıp Çelâlüddin’in sol cenah merkezine hücum ettiler.
Hücum öyle kuvvetli oldu ki herkes yerinden oynadı. Sol cenahın han ve emir
86

leri yeminlerine sadık oldular. Koç Tekin pehlivan hususî namid Hanı herdi.
İmrohor admdan başka hepsi şehit oldular. İki tarafın da hücumu hunharane idi.
Yezt Emiri Alâüddevle esir düşmüştü. Ve büyük bir hediye ile esaretten kur­
tulmuş iken gece bir kuyuya düşerek öldü.
Bütün âlem Gencede Ismaililerin elinde can veren Orhanm sol cenah için
ne büyük bir ziyan olduğunu yadeyledi. Sol cenah onun sağlığında mağlûbiyet acı­
sı tatmamıştı.
Sultan merkez ordusunun başında kalmışu. Fakat saflara nizamsızlık girmiş­
ti. Neferler yerlerini bırakmış, düşman her tarafını çevirmişti. Kargaşalık öyle
idi ki iğne deliği kadar kaçacak yer yoktu. Sultanın yanında ancak on dört hâş­
âm kalmıştı. Başım çevirdiği zaman sancaktarlardan birisinin dizgini toplayıp kaç­
manın yolunu aradığını gördü. Hemen üstüne atıldı. Bir mızrakla ömrüne niha­
yet verdi. Sonra bir hücumda kendine ve maiyetine yol açtı, darlıktan kurtuldu.
Bunu gören Beymal çomağım arkaya attı: «Nereye gidersen işten kendini çeker­
sin sen devrin adamı muasırların koç aslanısın» diye arkaya yattı bağırdı.
Bunu Sultan hizmetine girmek için kaçan bir Moğol beyi hikâye eyledi. Bundan
sonra ordunun hareketi ve sol cenah darmadağın oldu.
Bunların bir kısmı Farise kaçmışlar diğer bir kısmı da Kirmanı boylamışlardı.
Bazıları doludizgin Azerbaycana kendilerini atmağa muvaffak olmuşlardı. Bi­
nek hayvanı bulamryanlar, İsfahana girdiler. İki gün sonra Sultan ordusunun sağ
cenahı Kâşana geldi. Bunlar sol cenahın Isfahanda olduğunu ve muzafferiyetten
sonra birleşerek oraya geldiğini zannediyorlardı. Faka: bunlar vaziyeti öğrendik­
ten sonra herbiri bir tarafa dağıldılar, sekiz gün zarfında Sultandan haber gelmedi.
Onun hayatı ve mematı belli olmadığı için yerine kimin hükümdar olacağı tahmin
edilemiyordu. Isfahan ahalisi Harezm kadınlarına el uzatmak ve onların servetleri­
ni gasbetmeğe hazırdılar. Kadı onlara gelecek bayramın hitamından sonra tasavvur­
larını icra etmelerini söyliyerek işe mâni oldu. Muharebe 22 ramazan 625 (26 ağus­
tos 1228) de olmuştu.
Ata Bey Eykân naibi hasta olduğundan muharebe günü İsfahan'ı terkede-
memisti. Kadı Isfahanda kalan Sultanın diğer erkânının bayram namazı olma­
sından sonra Sultandan haber alınmadığı cihetle bu yegâne naibin tahta iclâsınt
söylüyordu. Zira bu zat siyasi ve idari her türlü meziyetleri haiz bir kimse idi.
Bütün kalpleri kendine bağlıyabilir ve bürün arzuları kendine toplıyabilirdi. Fakat
bu sırada halk Büyük Namazgâha gitmek için çıkarlarken Sultan birdenbire ortaya
çıka. Ve namaza iştirak etti. Sultan için heyecanlı şenlikler yapıldı. Ve adeta
onun ikind defa dünyaya geldiği ilân edildi. Sultan birkaç gün Isfahanda kaldı.
Ve dağılmış olan alayları birer birer gelmeğe başladı. O sol cenah emirlerini
yüksek rütbelerle taltif etti.
Yeğit Melike Ote - Han, Takaşiyaruk, Hiesiye, Hashan, Kensungur Melike,
Sungur Han, Ebubekir melike Aymanfton unvanlarını verdi. Badehu kuvvetlerini ala­
87

rak şark istikametinde Reye doğru Tatarları dağıtmak ve onları daha uzaklaştır­
mak için hareket etti. Ayni zamanda süvarilerin bir kısmını kendi kuvvetini daha
ilerde yapmak için Horasana gönderdi. Tatarlara gelince onlar korku içinde Isfahan­
dan uzaklaşmışlardı. Zira muharebe günü nihayetindeki muzafferiyetlerine rağmen
kendilerinden de müslümanlar kadar adam telef olmuştu. Onlar münhezim dönerken
geçtikleri yerlerde yağma ederek ve insan öldürerek öbür tarafa doğru gittiler.

ALTMIŞ İKİNCİ FASIL


Sultan'la Gıyasüddin Pir Şahın bozuşması
Bu adamın Sultan’ı terkettikten sonra başına kelenler:

Yukarda Nusrcdüddin Mehmet Emin Haşan ile Haşan bin Harmilden


bahsetmiştik. Onun Sultan hizmetine girmek için Kobaçayı Hintte bıraktığını
söylemiştik. Nusrcdüddinin pederi Heratta icrayi hükümet-eden büyük emir­
lerden birisiydi. Sam ailesinin hükümet mesnetleri Gur da sarsıldığı zaman
ve büyük Sultan’ın kuvveti arttığı esnada o kendi itaatini arzetmekte istical etmiş­
ti. Ayni zamanda bu Sultanın bayrakları ve orduları Şehabüddin Gurinin ve
maiyetinin memleketlerinde gördüğü zaman ayni şeyi yapa. Sultan ona bu hareke­
tine mukabelesini Hcrat valiliğini vermekle yapa. Bu vaziyet onun başında isyan
tutuşmasına kadar devam etti.
O Herat ta isyan etti; ve Sultan onu bu şehirde muhasara etmek üzere
Nizamülmülk Nusrcdüddin Mehmet ibni Salihi ve Horasan askerleri kumandanı
Kulu Hanı ve Kirman Hükümdarı Müeyyidülmülk Krvamüddini ve Nişabur lat­
asındaki Cam ve Baherz aktalarının hacı olan lzzüddin Geldeke gönderdi. Muha­
sara 11 ay devam eni! Fakat ilk üç aydan sonra Haşan ile Harmil, Nizamülmülk-
ten aman elde ettikten sonra şehirden çıknysa da bir hain olan ve fakat
Nizamülmülke ihanet kastile pis hasletli, aşağı tabiatli bir ihtiyar olan Kulu Han
tarafından öldürülmüştü. Haşanın veziri olan Sahip, efendisi hakkındaki şu hiya-
neti gördüğünden adamlarını şehrin müdafaasına teşci eyledi. Onlar da sekiz ay
müdafaa ettiler. Şu müddet içinde şiddetli müsademeler oldu. Birçok adamlar helak
ve birçok servet telef edildi. Şu ihanet yüzünden birçok sıkıntılara katlanılmakta
olduğundan muhasara edenler şikayet ettiler. Kulu Han, Sultanın kendi hakkında
fena şeyler düşünmeğe ve başına türlü belâlar geleceğinden korkmaya başladı. Si­
lâh arkadaşlarını bıraktı, nereye gideceğini bilmediği halde Nişaburdaki hükümet
ve nüfuzunu bırakıp kaça. Kulu Han yüzünden birçok kıt’alar şevkine mecbur
oluşundan Sultan da gazaba geld;_ Harezmden çıka. Bunun kaçabilmek ihtimali
olan her tarafa asker gönderdi. F«Jihayet Kulu Han yakayı ele verdi, lbnilesirin
«Kâmil» de yazdığı gibi telef edildi. Bu iş bittiği gibi Herata gitti, çünkü ortalık­
taki fenalıkların kalkmasına kendjsjnin 0 tarafta bulunmasına lüzum görüyordu.
88
Kendisinin vereceği korku birçok hücumlardan daha dehşet verecekti. Şehrin önü­
ne gitti. Bir hücum icra ettirdi. Üçüncü günü şehir teslim oldu. Orada bulunan
Sahibi işkence ile öldürttü.
O esnada Nusredüddin Mehmet bin Haşan bin Harmil Hinte kaçmışa.
Orada, yukarda söylediğimiz gibi Sultanın Kobacaya taarruzuna kadar kaldı. O
taarruz esnasında Kobacadan ayrıldı. Sultanın yanına geldi. Bu adam sevimli,
nazik, ince fikirli, mültefit, iyi söyler, çabuk cevap verirdi. Suluna çata. Has nedi­
mi oldu. Bütün eğlence âlemlerinde bulunur oldu. Sultan tarafından Isfahan askeri
kumandanlığına nasbolundu, burası Sulunın eline geçtikten sonra da kendisine
âlâ bir malikâne verildi.
Civarda bulunan Moğollarla harp için, Sulun Isfahanda bulunduğu zaman
Gtyasüddin maiyetinde bulunan birçok kimseler bunun paraya olan sıkmasından
dolayı urafını bırakıp Celâlüddine geldiler. Ibni Harmil bunları yanına aldı. Bir
akşam Sultan meclisinde işret edildiği ve kafalar tüssülendiği esnada Gıyasüddin,
Nusrcdüddin'c «yanınızda bulunan has gülmanlarımı bana gönderecek misin?»
dedi. O da şu münasebetsiz cevabı verdi: «Gülâmlar kendilerini besliyenlere hizmet
ederler; açlığa idmanları yoktun) dedi. Birkaç kere tekrarlanan bu sözlerden Gıya-
süddin kızdı. Sulun bunu gördüğü gibi:
«Kalk Harmil, sarhoş oldun, çık!» dedi. Şu «Harmib> sözü avrilerce «baltaco)
demektir. Nusredüddin çıktı. Arkasından da Gıyasüddin çıku. Niyeti hasmının sa­
rayına girmekti; Kendisine kapıyı açmak istemediler. Taraçadan inmek suretile ku­
şağında bir de hançer olduğu halde içeri girmenin yolunu buldu. Nusradüddini
yaraladı.
Birkaç gün sonra öldü.
Sultan Nediminin kaybolmasına yandı; yakıldı. Kederli evlâdını kaybeden
bir babadan ziyade oldu. Bu acının verdiği hiddetle Gıyasüddinc şu haberi gönder­
di: «Dostlarımın dostu, düşmanlarımın düşmanı olacağına ant içmiştin, öldürdü­
ğün adam en aziz dostum sevgili arkadaşım idi. Yanımda bulunduğu zaman ke­
derlerimi unuturdum. Yanımda bulunuşu bana bir menıbaı safa idi. Sen onu hak-
sn yere öldürdün, ahdini bozdun, yemininden döndün. Artık benim yanımda kıy­
metin kalmadı. Burası böyle olmakla beraber kendim bir karar vermiyeceğim. Seni
hâkime teslim edeceğim.» Sonra kadıya kardeşi hakkında ister kıssas hükmcyleme-
sini, isterse affetmesini söyledi. Gıyasüddin bu haberden çok korktu, müteessir ol­
du. Kardeşinin yanında kalmadan korktu; çünkü cenazenin iki defa kapısı önün­
den geçirilmesini irade eylemişti. Hulâsa gece gündüz cendere içinde idi. işte Sul­
tan Moğollarla Isfahan dvannda cenk ederken bunu fırsat bilerek canını kurtar­
mak için kaçtı.
Gıyasüddin Isfahandan Hozistana kaça; orada veziri Kerim Eşşarkı
Bağdat halifesine gönderdi; Sultan’dan ayrıldığım söyletti. Giden elçi Halifeye
elinde iktidar bulunduğu zamandaki halini de hanrlatacaktı. Vakıâ o zaman divan
89
hilâfete karşı daima güzel münasebetlerde bulutun»1?1'1, ®u bal Sultanın Hintten
avdetine kadar böyle sürmüştü, o zaman bu yol bırakılmış, münasebet ayak alanda
çiğnenmiş, komşu memlekete taarruz edilmiş, yakılıp yıkılmışa. Hemen imdadına
koşulur ve bu suretle memleekt gene ele geçerse her jcy yoluna girecekti.
Hep bunları haurlatan elçi güzel vaitler, bir alay hediyelerle geldi. İlk yar­
dımı olmak üzere 30,000 dinar getirmişti. Gıyasüddin Moğolların müdafaa halinde
dönüşlerini ve Sultan'ın avdetini haber aldı.
Hozistandan çıka. Almuta iltica etti. Hâlâ bir sığınacak yer bulamıyor gölge
sinden korkuyordu. Yukarda söylediğimiz gibi Sultan Moğollan kovalamak üzere
Reye gittiği zaman Almutcan çıktı. Sultan o zaman Reyden Ancaza kadar Al-
mut memleketi etrafında müfrezeler dağıttı; bütün kaçamak yollarını tuttu.
A r a d a n çok g e çm e d e n ALmut hâkimi A lâ ü d d in ta r a fın d a n gelen bir elçi
Gıyasüddin tarafından aman diliyor ve affını rica eyliyordu. Sultan aman teklifini
kabul ve bunun için yemin etti. Gelen elçiye Memlükler emini Tacülmülk Neci-
büddin Yakup El - Harezmı ve Taştar Cemalüddin Fereci kata. Bunlar Gıyasüd-
dini sadık tebeaya katmak üzere alıp getirmeğe memur edildiler. Sultan Celâlüddin-
den kardeşi ile aralarını bulmaya muvaffak olan himmetine teşekkür eyliyor ve o
vakte kadar hakkında kullanan «Cenabı Şerif» unvanını kolluyor, hulâsa kaçır­
dığı adamı eline geçirmek için ne yapmak lâzım ise yapıyordu, iki elçi heyeti vâ­
sıl olduğu zaman Gıyasüddin davet olunuşuna çok acındı. Memleket memleket gez­
meyi bu daveti kabule tercih eyledi. Almut hükümdarından kendisi, eşyası için
affını niyaz eyledi. Alâüddin kendisine üç dört yüz bin havvan verdi o da hareket
edebildi.
Fakat Sultanın etrafa dağıttığı müfrezelerden birisinin kumandanı olan Se-
Iâmdarcabe kendisine Hemcdan civarında yetişmiş ve yakalanmasına bir şey kal­
mamış iken, gerek sağ ve gerekse soldan takip edenleri kollamak üzere bir han ar­
kasında pusu kuran Cihan Pehlivan Elçi tam vaktinde yetişti. Bunların bir kısmını
esir aldı, bakisini püskürttü, şehzade böylece kurtuldu.
Gıyasüddin oradan Hacı Burak’ın bulunduğu Herman’a gitti. Her şeyi bunun
sadakatinden beklerken kendisinin ve annesinin reyi hilâfına olarak kadını zor­
la kendisine nikâh etti. Biraz sonra Burak, ana oğlu kendisini zehirlemek istemek­
le itham eyledi. Hatunu, Nazır Kerim Eşşark ile Cihan Pehlivan Elçiyi idam ettirdi.
Gıyasüddini bir kaleye hapsettirdi.
Gıyasüddin’in vefau hakkında ihtilâf var; bir rivayete göre az zaman sonra
Burak tarafından öldürülmüştür; diğer bir rivayete göre hapisten kaçmış İsfahan'a
gitmiş, kaledeki kadınlann bir kısmı kendisine a ^ u ş Ve kendisini hapisten çıkar­
mak için sözbirliği etmiş, buldukları iplerle surd^n sarkıtıp kaçırmışlar, İsfahan’da
sözde Sultan tarafından öldürülmüş. İkinci rivayetten ancak şüphe ederim, çünkü
Burak tarafından Irak naibi Şerefüddin’e yazılmış bir mektup gördüm. Bu mektu­
bun Sultana gönderilmiş olması lâzımdır. Burak, mektupta Sultana ettiği hizmet­

leri sayıp döküyor ve en müthiş düşmanını da öldürüldüğünü söylüyor. Bu düşman
da Gtyasüddin olmalıdır. Bu mektupta şu da var: «Beni mevkiimde bırakmaktan-
Sultana ne ferahlık gelir. Bu kadar şeye sahip olmakla beraber ben arak bir ih­
tiyarım.»
Nihayet şunu da ilâve edeyim ki 626 (30 teşrinisani 1228,20 teşrinisani 1229)
tarihinde Reye vusulümde Gtyasüddinin kurtulup Isfahana geldiğini müjdeledi,
ler. Bu havadis bütün Irak’a yayıldı. Birkaç gün sonra Gıyasüddin kıyafetine gir­
miş bir genç Gtyasüddin’im diye İsfahan’a gelmiş ve Şerefüddin o zaman orada
yokmuş. Şehirde kimse Gıyasüddin’i şahsen tanımadığı için herkes kendisine hür­
met göstermiş. O aralık vezir gelmiş, işte sahtekârlık olduğunu görmüş, döve dö-
ve şehri dolaştırmış.
Gıyasüddin Isfahanda üç yıl Sultanlık eniği halde ora halkına kendisini ta-
nıtmayışı da şaşılacak şeylerdendir.

ALTMIŞ ÜÇÜNCÜ FASIL


Almut Hükümdarı Alâüddin tarafından dostluk
arzı için gönderilen Ismaililer.

Sultan Reyde yerleşmiş, ordusu Moğol takibine Horasana çıkmış idi. İşte
bu aralık Almut Hükümdarı Alâüddin tarafından bir elçi geldi. Emredeceği düş-
manlannı hançerlemek üzere dokuz İsmail! takdim etti. Sultan bunu ileri gelenler
ve meşveret sahiplerde müşavere etti. Ekseriyet bunun kabulünün ve bazı düşman­
ların gösterilmesini muvafık buldu. Fakat Irak naibi Şerefüddin buna iştirak
etmedi:
«Alâüddin dedi böyle hareketle ancak Sultanın vicdanını yoklamak ve en
gizli esrarım öğrenmektir. Bütün bu tekliflerden tek maksadı Sultanın düşmanlan
kim olduğunu anlamaktır.» Sultan bunu Alâüddinin memuruna: «Siz, dedi ve
herkes düşmanımın kimler olduğunu bilmez değilsiniz. Eğer dediğinizi yapacak­
sanız hareketinize kimse mâni olmaz, bunların kim olduğunu göstermeğe de ha­
cet yok. Bize gelince size böyle bir teklif yüklemeyiz. Keskin kılıçlarımız, bahadır
askerlerimiz bizi hançerlere müracaata ve Ismalilerin eline müracaata ihtiyaç
bırakmaz
Bu Ismaililerin avdetinden az zaman sonra, yukarda söylediğimiz gibi Gıya-
süddin bütün düşünceleri artarak ve lüzumu kadar hayvan ve silâh tedarik eyliye-
rek kaçmışa. Düşmanının gitmesine yardımından dolayı Sultan Alâüddine çok
lazdı. Bu adam kendisine düşmanını kovacağını ve teslim edeceğini vadeylemiş idi.
Bu dargınlık 626 (30 teşrinisani 1228 — 20 teşrinisani 1229) senesine kadar
sürdü. O tarihte Sultan beni Alâüddin nezdine sitem ve teşvik için gönderdi. Bu­
nu ilerde hikâye edeceğim.
ALTMIŞ D Ö RDÜ NCÜ FASIL
Safiyüddin Mehmet Tuğraî Horasan vezirliğinden
azlolundu, yerine Belh’li Vekilüddevle
Tacüddin Mehmet getirildi.

Safiyüddin Mehmet Tuğraı Kelicert kasabasının Tarsis nahiyesindendir; baba­


sı da buranın reisi idi. Bcllibaşlı meziyeti güzel yazısı idi. Talih yardım ile ilerledi.
Hinıc düştü. Sint nehrinde herkes boğulduğu halde bu kurtuldu. Şerefülmülke
intisap etti. Hizmetinde gayret gösterdi. Sultan memleketi aldığı, ortalığa asayiş
geldiği güne kadar böyle devam etti. Şerefülmülk onu çok himaye ederdi. Kendi­
sine turakeşlik vazifesini verdi. Bu memuriyetleri kendisine büyük bir servet ge­
tirdi. Bu da Gürcülerin ikinci defa olarak Sultan Ahlatta iken Tiflisi aldıkları
güne kadar sürdü. Sultan Tiflisi yakan Gürcülerden öç almak için geri geldi. Gür­
cülerin nüfuzları pek parlak olduğu sırada Şirvan hâkiminden alarak yıllardan
beri ellerinde bulundurduktan Şeki ve Kıbleye Safiyüddini vekil dikti: Ve bunun
refakatine Ata Bey ö z Beyin memlûkü olan Koçkara'yı oraların vali ve askerî ku­
mandanlığına tayin eyledi. Safiyüddin bilhassa vergi toplamakla uğraştı. Gürcüler
bunları oradan kovmağa kalkıştıkları vakit Koçkara korktu. Mukavemetten vazge­
çerek bırakıp gitti.
Safi bilâkis orada kaldı. Birkaç gün Gürcüler tarafından muhasara edildi;
fakat gözlerini yıldıran Sultanın binlerce askerle yaklaştığını gördüler. Bir gece
baskına uğrıyacaklarından telâşa düştüler, bırakıp gittiler.
Safiyüddin bu suretle kolaycacık içinden sıyrıldı. Topladığı vergiler yanında
kaldı. Sadakat ve mukavemeti Sultan’ın memnuniyetini celbetti. Bu lsmaililerin Or-
hana suikast ettikleri zamana tesadüf eylemişti. İşte Orhandan mahlûl kalan Ho­
rasan vezirliğine Safi tayin edilmiş ve bu eyalet emlâki hususiyeye tahvil olunmuş­
tur. Bir yıldan fazla süren memuriyetinde halk üzerindeki hakimiyetini ağır bir su­
rette hissettirdi. Fena ve keyfî muamelelerile halkı kendisinden bezdirmişti.
O tarihte Sultan, yukarda hikâye ettiğimiz gibi Moğollara karşı gitmiş, Rey de
oturmuştu. Kendisini haksızlığa kurban olmuş zannedenlerin hepsi orada saraya
müracaat ettiler. Hak davasında bulundular. Reis, eşraf malûmatlı mal sahipleri
gibi sözlerine inanılan kimseler hep birlikte işlerin fena gittiğini söylediler. Bu­
nun üzerine Sultan Safiyi Reye çağırdı. O da birçok hediyelerle hemen gitti. Fa­
kat bu hediyeler işe yaramadı. Hapis ve mallarının hâzineye zaptı ve hatta kölele­
rinin de alınması cmrolundu.
Gulâmlarından Kermanlı Ali adlı birisi kaçtı. Horasanın başlıca kalelerin­
den olan Firmaneye iltica eyledi. Safi hâzinelerini buraya saklamış ve haremini de
buraya yerleştirmişti. Bu adam burayı efendisi namına müdafaaya karar verdi.
92
Sultan Horasana Vekilüddevle Tacüddin Belhiyi vezir tayin e un 15, Safiyi de-
malını çıkartmak,kaleyi aldırmak için, kendisine teslim etmişti. Bu ikisi arasında
eski bir kin hissi vardı.
Tacüddin Sultana bir silsile mektuplar takdim etti. Bu mektuplarda Tuğ-
rainin kalenin teslim olunmasını, hususi bir yazı ile buramn muhafazasını gulâmdan
istediği anlaşılıyordu. Sultan şu haber üzerine Tuğrai'nin kale suru önüne götü­
rülmesini, ve teslimde inat ederlerse, öldürüleceğinin mahsurlara anlatılmasını
irade eyledi. Fakat Tuğraî muhafızının gönlünü almanın yolunu bulmuş, kendisi­
ne bol para verdiği gibi ondan eline ne geçecek olursa yarısını kendisine bağlıyacağı­
nı vadeylemiş. Buna mukabil ölümden kurtulmak üzere kaleye girmesinin yolunu
bulmağa kandırmıştı. Muhafız Tuğrai’ye kıyılacağını anladığı gibi kaleye
salıverdi.
Kaleye can atan ve bu suretle canını kurtaran Tuğraî devlet adamlarına
mektuplar yazdı. Sultan’ın gönlünü yumuşatmalarını rica eyledi. Tuğraî ile arımızda
sıkı ve samimî bir dostluk vardı. Bir hekimin hasta dostuna bakışı gibi ben de dos­
tumu kurtarmanın yolunu böyle bir gayret ve dikkatle aradım. Sultanın elile yazıl­
mış bir emanname elde ettim. Tuğraî saraya geldiği zaman miskin şimali bir dilen­
ci haline girmiş idi. Korkusunu geçirdim. Para, at ve herne lâzımsa hepsini tedarik
ettim. Tuğraiyi bu hale soktuktan sonra bütün gayretimi topladım, bunu o hale geti­
ren, kanına susıyandan öcümü almağa azmettim. Bunda o kadar muvaffak oldum ki
dostum Horasan naibi nasbolunayazdı; ne çareki ortaya müthiş Moğal belâsı çıktı;
bütün ümitlerimizi geri bıraktı. Bu hükümette büyük memurların suiistimalleri, ken­
di sultanlarına ait paralara nasıl el uzattıklarını şu vak’a gösterebilir: Tuğraî Reyde
tevkif olunduğu vakit hazine nazırı Hamidüddin bir gün hapishaneye gelmiş ve Sul­
tan tarafından gibi şöyle söylemiş:
"Eğer affolup kurtulmak istersen, senin malın olan mücevherleri bana gön­
der, sakladığın Şerefülmülke ait altınları da hâzineye gönder." Tuğraî bir taci­
rin kendisine Şerefülmülk namına tevdi eylediği 4000 dinarı ve yetmiş tane gök-
yakut, lâlibcdchşan, zümrüt, firuzeyi hemen hazine nazırına teslim etmiş. Hal­
buki hazine nazırı bu adamın hakkındaki hiddete bakarak öldürüleceğine hükmet­
miş, bunların hiçbirisini yerine vermemiş.
Lâkin iş hazine nazırının düşüncesi gibi olmadı. Tekrar saraya gelen Safi
hazine defterlerini aradı. Verdiği altın ve mücevheratın kayıtlarını bulamadığı gibi
bunu bilen bir memura da rastgelmedi. Safi, bunun üzerine hazine nazırına bir
tehdit mektubu yazdı ise de şu suretle halledildi: Safi bu meseleyi kapatacak, öteki
de kendisine her ay 200 dinar verecek. Böylece kesesi boş kalan Safi kendisine
harçlık edinmiş ve böylece 4000 dinarı tamamile almışa. Mücevherlere gelince,
Harmil bunları sakladığını ve sonra vereceğini vadetti; ama bunu unuttu.
93

ALTMIŞ BEŞİNCİ FASIL


Nesaya vezir oldum, bundan dolayı Ziyaülmülk -
ile aramızda geçen hâdiseler.

Reis Ziyaülmülk Alâüddin Mehmet bin Mevdut aslında Nesalı bir reis aile-
sindcndir. Hatta kendisini sevmiyenler bile inkân kabil olmtyan tefevvukunu tanır­
lar, düşmanları da kendisini bir esir bilirlerdi. Moğolların buralara gelmesile hâsıl
olan büyük fenalıklar ve müthiş felâketler kendisini Gazneye ilticaya mecbur etti.
Burada iktidardan mahrum olarak taliin kendisine gülmesini bekledi. Nihayet yu­
karda denildiği gibi. Sultanın Gazneye avdetinde onun hizmetine devam eyledi,
muhabere vc teftiş kalemlerine memur oldu. Bu iki memuriyeti, Şerefülmülkün
kendisinden şüphelendiği güne kadar muhafaza eyledi. Yukarda söylediğim gibi,
sefaretle Nesayı terkettiğim ve bir daha buraya dönmek imkânını bulamadığım
cihetle, bir memuriyetten diğerine geçmek ve terakki yolunu tutmakla bevlikçiliğe
kadar çıktım.
O tarihlerde Ziyaülmülkün hali yaman olduğu cihetle, sarayda kalmak iste­
medi, hududa gönderilmesini istedi. Teftiş kalemindeki vazifesine vekil olarak Ni-
şaburlu Mecdi tayin ettirdi, o varidatına bakmıyarak Nesa vezirliğine kanaat ey­
ledi. Vakıâ Sultan burada kendisine 10,000 dinar getiren bir mukataa da ilâve etti.
Nesaya gitti. Orada ve civarında. Sultana olan rabıtaları ve mevkiinin yüksekliği
sayesinde bir nüfuz kazandı. Fakat hasedinden gerek hısım, gerek dost hizmetkâr
kim olursa olsun bana merbutiyeti olanlara her türlü kötülük etmeğe kalkıştı. Fazla
olarak hazine aidatını da gönderemez oldu. Buna bir çare bulmağı aramadan geri
kalmadım. Sultana varidatın arttığını, eyalet mahsulünün fazlalığı hakkında Sultanı
iknaa muvaffak oldum. Bundaki muvaffakiyetim o kadar ki saraydan asla ayrıl­
mamak ve eyaletimi İrimden emin isem ona havale etmek üzere Nesaya vezir oldum.
Bu şartları kabul ettim. Ziyaülmülk de azlolunarak saraya geldi.
Şcrefülmülk aleyhimde çalışmak ve beni gözden düşürmek için bununla müza­
kere etti. Ziyaülmülk hediye ve atiye diye topladığı paralarla saray zabitlerinden bir
takımını kazandı; Şercfülmülk de kendisine arka olrnağı ant içmişti. Sultanı bir
tarafa çektim Şerefülmülkün teraziyi iyi tutmak fikrinde oluşu adalet için olmadığı­
nı, metin olmak isteyişi kendisinden alınmak istenen inalları tutmak için olduğunu
söyledim. Kendi işim için bizzat kendisine şikâyet eylediğimi de ilâve ettim. Bana
ikimizin anlaşacağımızı vadetti.
Şercfülmülk meseleyi hal için ele aldığı zaman Sultan bizi huzuruna çağırdı.
Biz de orada hali arzeyledik. Neticede' Ziyaülmülk mahcup oldu. Çıkar çıkmaz
bir hummaya yakalandı. Rahmete kavuştu.
ALTMIŞ ALTINCI FASIL
Sultan Kadı Mücirüddini bir sihirbazın gömdüğü bir
heykeli çıkarmak için Bağdada gönderiyor.

Sultan Irakta iken Moğollardan kaçıp gelen Harezmli bir adamın ziyaretini
kabul etti. Bu adam Harezmin en meşhur adamlarından olan Seracüddin ebu Yakııp
Sckkiki'nin ulûmu gaybiyede yüksek malûmatı olduğunu haber verdi. Bu adamın
yıldızları tıhsımlıyarak bazılarım ileri geçirip bir takımını geri bıraktığı, suyu ters
akıttığı iddia olunuyordu. Seracüddin Sultanın babası Bağdat üstüne gittiği zaman
iyiden iyiye zihnini çelmişti. Ona sihir tarikile Bağdata gömülmek üzere bir heykel
yapmi} ve her arzusunun hâsıl olacağını temin eylemişti.
Koca Sultan bunu o vakit elçilikle Bağdata gitmek üzere bulunan Mücirüd-
dine oturacağı eve bunu gömmesini tenbih etmişti
Şimdi Harezmli adam büyünün aksi tesir yapmakta Sultana faide yerine
riyan vermekte olduğunu, Halifenin işine yaradığını iddia eylemekte idi. Eğer Müci-
riiddin yaşıyor ise gidip bunu çıkarmasını ve yakmasını tavsiye ediyordu. Müci-
riiddin bu vak'ayı tasdik etti. Sultan da kendisine bir iş bularak Bağdata gitmesi
ni ve heykeli bulmasını emreyledi. Fakat elçiye ilk evvelce gitmek kabil ol­
madı. Bu husustaki çalışması boşuna gitti. Böyle şeye inanana mı yoksa bunu uydu­
ran âleme mi şaşacağımı bilmem.

ALTMIŞ YEDİNCİ FASIL


Erran ve Azerbaycan hâdiseleri

Sultan Iraka giderken Şerefülmülkü birlikte götürmüştü. Hemedan hudu­


dum vardığı sırada Ata Beyin ileri gelen memurlarından Nusredüddin Akkâs, di-
vittar Seyfüddin bin Sunkurce, Seydüddin Beklek Es - Şedidi ve diğer kabile re­
isleri birleyerek Azerbaycanda bir iğtişaş çıkaracakları havadisi alındı, Bunlar Teb­
riz «kininde ordu kurmuş, eski hükümeti ihya için ihtilâle hazırlanmışa. Bu mak- .
şatla Kotor kalesinde şehzade Hamuşun oğlunu kurtarmak ve bu suretle de ihtilâ­
le halkı teşvik etmek istiyorlardı. Bunlar ortalığın halini bu maksadın elde edil­
mesine müsait görüyorlardı.
Bu havadis üzerine Sultan Şerefülmülke Azerbaycana avdet etmesini ve mem­
leketi bunlara karşı müdafaa eylemesini emreyledi. Şerefülnıülk evvelâ bunu red­
detti, sonra da hükümet malikânesinden Erran ve Azerbaycan malikânelerinden
95
kendi malı gibi istifadeye mezun olmak surenle razı oldu. Fakat hali tabiîye avdetin­
de gene bunları iade edeceğini söyledi.
Şcrefülmülk Meragaya vardığı zaman Ata Bey taraftarlarının Tebriz suru al-
nnda karargâh kurduklarını öğrendi. Bunlara birçok mücrimler kaalm ıj idi. Bunlar
her tarafa çekirge gibi yayılmış, yakıp yıkıyorlardı. Hemen bunlara karşı memlukü
Nusredüddin maiyetine verdiği orduyu gönderdi. İki taraf ta Dihkharakân le Teb­
riz arasında karşılaştılar. Edilen harpte Ata Beyciler bozuldular.
Akkâs, Bekelek, Sunkurca ve birtakım başlar tutuldu, develere bağlı olarak
Şerefülmülk huzuruna getirildi.Bunlan görür görmez haklannda gösterdiği lûtuf-
lan ve bilhassa Bıikelekc Gencede verdiği mücevheri, 4.000 dinarı ham lat­
tı. Sonra Şerefülmülk Tebrizc gitti. İkinci günü Sultanın Tebrizde at meydanı
üstünde yaptırdığı köşkte bir kabul resmi icra eyledi. Kadı ve ileri gelenleri çağırttı.
Akkâs ile Bekelek te mahcup bir halde getirildi. Kadıya döndü, dedi ki: "Sul­
tanımız gibi bir Sultana karşı isyan eden için ne dersiniz. Hem öyle bir zamanda
ki müslümanlarla Moğollar arasında hep birleşerek siper teşkil etmek mecburiye­
tinde olduğumuz günler,, Kadı cevap olarak beşinci surenin 37 inci ayetim okudu.
Bunun hükmünce iki Ata Bey at meydanında çarmığa gerildi. Bundan sonra İran
ve Azerbaycan asilerden kurtarıldı. Şerefülmülk, sabık kadı, Tuğrainin hemşire­
zadesi Kıvamüddin El - Hadadi’yi hapis ile 10,000 dinara mahkûm eyledi. O vakit
memuriyette bulunan Kadı bunu Ata Beyin memlûklerine karşı mümaşat ile itham
eylemişti ki sırf yalandır. Şerefülmülk divittar Sunkurcayı af ile maiyetine aldı.
İkram eyledi. Bu delikanlının kurtuluşunun sebebi güzelliği idi.

ALTMIŞ SEKİZİNCİ FASIL


Tuğrul’un kızı prensesin hali ve tarihinin sonu

Sultan Selmas ve Rumiyeyi bütün nahiyelerde Hoya ilhak ile prensese verdi­
ği zaman Şcrefülmülk kendisini temsil etmek üzere vezir Baharziyi göndermiş,
sair mukataalarda olduğu gibi buraların aidatını toplıyarak aydan aya kendi hâzi­
nesine göndermesini emreylemişti. Baharzi prensese tahakküm etmek istemiş o da
hükmü altında kalmamış idi. Şayet prenses muhalefet edecek olursa Baharzi Şe-
rcfülmülkc yazar o da kini saklamadan kendisini ezerdi. Nihayet Sultan Iraka
giderken vezir prensesi mahvetmenin yolunu buldu. Sultan’a yazdığı bir mektubu
Tuğrul kızının Ata Beylilere yüz verdiğini, hükümeti ele geçirmelerini teşvik etti­
ğini Sultana bildirdi. Sonra da Tebrizde prensese gönderdiği bir adam vasıtasile
kendisini isyanla itham eyledi. Şu suretle prensesi kaçırmak ve mahvına yürümek
istiyordu. Az sonra da Şcrefülmülk buraya doğru yollandı. Prenses de burayı bı­
rakmış Azerbaycan gölü kenarında üç tarafı su ile çevrilmiş sarp bir mevkide bu­
lunan Tala kalesine çekilmişti.
96
Şerefülmülk Hoya geldi, prensesin sarayına kondu. Orada yıllardanbcri bi­
riktirilen bütün servetleri aldı. Misli görülmedik mücevherleri ve eski kumaşları
topladı. Güzellik numunesi olan kadınlan aldı. Bunlardan efendileri imiş gibi is­
tifade eyledi. Sonra da prensesi ürkütmek için bütün muhasara aletlerini toplattı.
Bu sırada prenses tarafından Şerif Sadüddinül'alevî bir mektup getirdi. Bun­
da prenses hakkında hayırhahane davranılmasın! ve şanına lâyık hissiyata riayet
edilmesi rica olunurdu. Bu mektup Şerefülmülkün iddiasını takviyeye âlet oldu,
gururunu arttırdı. Bununla beraber Şerif hakkında lâzım gelen hürmetlerde kusur
etmedi. Prenses Şcrcfülmülkü yumuşatmaktan umudunu kesmekle kendisine Sul­
tana gidip hükmüne boyun iğmesi için geçip gitmesine müsaadesini rica eyledi.
Şerefülmülk prensesin kendi hükmünde kalması lâzımgeleceğini bildirerek bütün
teklifleri reddeylcdi. Daha sonra da kötülükte misli olmıyan Tacüddin Sahip bin
El - Haşan atlı bir elçi gönderdi. Bu adam prensesi ürkütme yolunu aradı. Prense­
sin iltica eylediği hisarı terkederken harasının bütün hayvanlarını önünde sürdü,
Şcrefülmülke getirdi. Bu muamele prensesin son ümidini kesmek teslime mec­
bur etmek için yapıldı. Bunun üzerine prenses bütün zilletlerin faidesiz tekmil ri­
calarının bir tesiri olmadığına kanidi.
Elmelikülşeref Musa bin Elmelikülâdil Ebu Bekir bin Eyyup'un yani Salâhüd-
dini Eyyubi’nin Ahlat’ta mümessili olan Hacip Ali’ye bir mektup yazdı. Gelip et­
rafını saran düşman çemberinden kendisini kurtarmasını, hürriyetinin iadesini il­
timas etti. Buna mukabil bütün kale ve şehirlerini teslim edeceğini bildirdi. Şere­
fülmülk Selmas çayırında. prensesi muhasaraya hazırlanmakta idi: "önüne diğer
bir düşman çıkabileceğini düşünmüyordu. Bir de Hacip Ali’nin Ahlat’ta ve civa­
rında topladığı Suriye askerile Sekmanabada geldiğini haber aldı. Bu askerin ken­
di aleyhine ve bütün levazım ve mühimmatı hazır olarak gelmekte olduğunu an­
ladı. Şerefülmülk ise himayesinde bulunan erkâna mukataalarına dönmeleri için
izin vermişti. Şerefülmülk kuvvetin yetişmediğini hesap ederek Azerbaycan müda­
faasını da ihmal ile Tebrize döndü. Hacip Ali de Tala kalesine gitti. Kaleyi teslim
eıukten sonra prensesi alıp götürdü.

ALTMIŞ DOKUZUNCU FASIL


Rumiler elçisi Imadüddinin gelişi

Şerefülmülkün Hoy taraflarında İmadüddin unvanını haiz bir kimse Alâ-


üddin Keykubat bin Keyhusrevin vezirinin imzasile bir mektupla elçi olarak geldi.
Mektup iki komşu hükümeti hüsnü münasebeti muhafaza ve dostluk alâkalarını
pekleştirme arzusu ile yazılmışa. Elçi Sultanın sefer için şarka gittiği zaman, ken­
di mektubunda o niyetle garbe gittiğini ve hıristiyanlardan hisar aldığını söyledi.
"Şimdi dahi, etrafımızdan kalkmak için bayrak açmaya hazır ve fırsata muntaztr
97
düşmanlarımız var.,, Bununla Hacip Alinin prensesin teşviki ile Azerbaycana kas­
tettiğini işaret etmek istiyordu. Biz diye ilâve etti, biz pek yakiniz, siz bizi çağırı­
nız, davetinize hemen icabet ederiz. İki hükümeti, hiçbir şey ayırmamak, size birisi
taarruz eyler veya kılıç çekerse, o kılıçlan kınına koyduracak erlerle yardım eyler,
onlan mağlûp ve mahcup ederiz.”
Şcrefülmülk, elçiyi pek ziyade ağırladı ve tekliflerini minnetle kabul eyledi.
Sonra emniyet ettiklerine verilecek cevap hakkında müzakerede bulundu. İçlerin­
de o vakit kendisini adeta idaresi altında tutan istişare heyeti, müttefikan, icabın­
da asker tedariki kolay olduğundan, elçiden paraca yardım istenilmesini tavsiye
ettiler.
Bu reyi herkes alkışladığını ve veziri bundan çevirmek pek mümkün olma­
dığını bildiğim halde, ben atıldım, dedim ki: "Mademki mutlaka bu tedbire baş­
vuracağız, o halde Rumilcre koltuk vererek kendimiz mütevazı birer vaziyet alma­
lıyız. Tatlı dil, sevimli cümleler daima güzel tesir ederler. Hükümdarlar dağ gibi­
dirler, ses onların kulağına değmezse, onlara tesir etmezse, yankosu £'}
duyulmaz.,, Sözlerim epey kabul edildi. Şerefülmülk söylediğim tedbiri icra için,
çok alçak gönüllülük etti, pek para canlısı bir adamdı. Söylediği sözler arasında
şu da vardı: "Moğol istilâsının ne suretle hanedanları mahvettiklerini, kanlı göz­
yaşı döktürdüğünü, hükümdarların asırlarca birikdrilmiş hâzinelerini tükettiğini
bilmez değilsiniz. Şunu da bilirsiniz ki, babasının vefatından sonra yola çıkan Sul­
tanımızın kılıçtan başka bir şeyi kalmamışa. Sizi insaniyetin tavzif ettiği şu dem­
lerde ona yardım ederseniz, bunu ömrü oldukça unutmaz ve asırlarca bu hizmeti­
niz dillerden düşmez. Şu zilleti gördükten sonra ettiğim nasihate pişman oldum.
Şerefülmülk elçiye fevkalâde hürmetini gösterecek bir kürk giydirdi. Hedi­
ye olarak ta tuğlar, bir taç ve bin dinar da ilâve etti. Elçisi hakkında gösterilen şu
iltifatları Sultan Alâüddin üzerinde büyük bir tesir icra eyledi. İşte bundan dolayı
da Şerefülmülk’e hediyeler gönderdi. Fakat ilerde söyliyeceğimiz maniler dolayı-
sile hiçbirisi vaktinde ellerine değmedi, Ahlât muhasarasından sonra değdi.

YETMİŞİNCİ FASIL
Sultan Irakta iken Şerefülmülk Azerbaycan
ve Erranı aldı...
Sultan tarafından geride bırakılan Şerefülmülk, bütün kuvvetini Azerbay-
canda müstakil kalan kalelerin zaptına bağladı. İlk önce Dizmardaki buyruk (za­
bit) ve askerlerinin gönlünü almaya baktı, kaleyi verdikleri takdirde para vereceği­
ni bunlara bildirdi. Bunun cevabı uzamadı, kale üstüne gitti, teslim günü muha­
fızlara, sultanların bile emirlere ve büyük kumandanlara vermedikleri derecede
kürkler, altınlar dağıta.
(*} Yanlı} kullandığımız "aksi şada” nın türkçesi.
Celâl — 7
98
Şerefülmülk, Ata Beyler zamanında büyük Hacip memuriyetinde bulunan
ve o vakit Nsretüddin Mehmet bin Piştikine ait şehirlerden birisinde prensliğini
gizliyerck bir zabit kılığı takınan Nusretüddin Hehmedi ele geçirdi. Kendisini
büyük bir meblâğ vermeye ve kendi tarafından nasbolunan bir vali idaresinde bu­
lunan Kebram kalesini teslime mecbur etti. Kale teslim alındıktan sonra Sultan
adına Gence valisi olan Scyfüddin Kâşkara Ata Beyinin vefatını duydu. Hemen
Gence’ye gitti. Orada Hezel, ve Carzed kalelerinin valisi bulunan Şemsüddin bu
iti kaleyi kendisine teslim eyledi. Bu Seyfüddinin efendisine ettiği hizmet, kendi­
sinin son günlerinde işine yarayacağını umuyordu. Fakat vücudu bir cendereye ko­
nup öyle sıkıştırıldı ki, amudufıkarisindeki kemikler böğürlerinden dışarı fırladı.
Şerefülmülk Dcrdez kumandanı hakkında tatlı davrandı. Ve kendisini tes­
lim aldı. Sonra Revandez’i atlı ve yaya ile muhasara ettirdi. Muhasara uzamakta
iken buranın muhafızı olan Şehzade Hamuş’un karısı Prenses Şerefülmülk'e kendi­
sini almasını ve merasimin icrasında kalenin teslim edileceğini bildirdi. Şerefül­
mülk bunu kabul etmiş, Prenses ile aralarında birçok muhabere cereyan etmişti.
Tam iş yoluna gireceği bir sırada Sultan çıkageldi. Prensesi kendisi istedi, Şere-
fülmülkün umudu boşa gitti.
Revandcz ihtiyarları tarafından Melik’e getirildi. Sultan güvey girdikten
sonra kale kumandanlığına Sultanın hususî adamlarından Sadüddin Divittar nasbo-
lundu. Kalede bulunan binlerce evlerde, atalarından miras kalan ihtiyarlar oturu­
yorlardı. Sadüddin icra edeceği işlere karışırlar diye bu evleri boşalttırdı. Bu iş­
teki acele hardket, tuttuğu çirkin yol, iğtişaş çıkmasına, şehrin bir daha ihya olun­
mamasına sebep oldu.
Ordularından birisinin başında olarak Şerefülmülk Şahek kalesini mu­
hasara emişti. Azerbaycan gölü içinde bulunan bu kale, tabiî bir kubbe üstüne
yapılmış gibi idi. Etrafı dik sarplıklarla çevrilmiş ve bunları su çevirmişti. Yakın­
da bulunan kasabalardan lâzım olan şeyler tedarik olunuyordu. Sultan gelip te
Prensesi de Şerefülmülk’ün elinden alınca askerleri muhasaradan vazgeçtiler; kale
de istiklâlini muhafaza etti.

YETMİŞ BİRİNCİ FASIL


Sultan, İrakta iken Şerefülmülkün İsmail!
tüccarlarını öldürttü...

Sultan Isfahandan Şerefülmülke yazdığı bir mektupta, İsmail! tacirlerde


birlikte bir Moğol elçisinin Suriyeye gitmekte olduğunu bildirdi. "Bunlar denili­
yordu, Bağdat yolundan geçtiler. Binaenaleyh Suriyeye doğru giden veya Rum
(Anadolu) dan gelip Ismaili’ler tarafına giden kervanları durduracaksınız. Moğol-
99
lar tarafından gönderilmiş kimseleri ele geçirirseniz, bunları alakorsunuz ve ica­
bını icra için bize bildirirsiniz." Sultan böyle bir tedbir almakla, bazı hükümdar­
lar hakkında bazı deliller elde etmek vc hilâfet-divanına düşmanlarile olan müna­
sebetlerinden dolayı ihtaratta bulunmaktı.
Emlâki Sultaniye memur heyet azasından olan Tacüddin Ali bin Kadı
Candarda bu işe memur olarak geldi. Şerefülmülk hemen kervanları gözetmek
için bütün yollara gözcüler koydu. Nihayet Suriyedcn gelmekte olan yetmiş kadar
kimseden mürekkep bir kafile yakalandı. Şerefüddinin gönderdiği adamlar orta­
da bir sebep olmaksızın bunları öldürdüler. Sonra da ilerde ne çıkacağını düşün­
meden bu işi görenlere servet ve itibarlar vererek, bunlara gelecek mes’uliyeti ken­
di üstüne yüklendi. Develerle gelen bütün yükler, kendi mağaralarına naklolun­
du. Fakat nıalûm olan şahane kermü ihsanı yüzünden bütün bu eşya dağıldı. Bu
servetten kendisine az bir şey kaldı.
Sultan, Azcrbaycandan geldiği esnada lsmaililerin reisi Alâüddin tarafın­
dan elçilikle Escdüddin Mevdut geldi.Şerefülmülkün hareketinden şikâyet etti.
Gaspcylediği malların geri verilmesini diledi. Sultan vezire öldürttüğü kervanın
eşyasını geri vermesini cmrcylcdi. Yaptığı işten dolayı da kendisini tekdir etti. El­
çinin talebine karşı da divanda işlerin yürümesine memur olan hususi mabeyincisi
Tutek bin İnanç Hana müracaat eylemesini ve bütün alınan eşyaların geri verile­
ceğini temin eyledi. Dökülen kanlara gelince, bunun için itizar eyledi. Yani ku­
ru bir özür.
Tutek, vezirin vekili gibi hareket eyledi. Güzel sözler söyledi. Lâkin 30,000
dinar ile on arap atı iade etti. Geri kalan mallara gelince, buna da kanlar gibi bir
özür diledi. İşte yukarda bahsettiğimiz Gıyasüddinin Alâmuttan hareketi de bu
vakite tesadüf eder.
Vezirin canını kurtarmak için lsmailî’lere yılda on bin dinar vererek zilletin
aşağı mertebesine inişi ile, sonra da bunlardan yetmiş beş kişinin kanına girişini
mülâhaza ediniz.

YETMİŞ İKİNCİ FASIL


Hacip Ali Esrafînin Şercfülmülkü Havrcste bozması 642 (22 — kânunuevel
1226 — 12 kânunuevvel 1227) Şerefülmülkün Erranda kuvvet tedarikine
gidişi, geri dönmesine kadar orada başına gelenler, düşmandan öcünü alışı.

Hacip yukarda söylediğimiz Tuğrulun kızını beraber alıp Ahlata gittiği va­
kit Şerefülmülk buna fena halde kızdı; kalktı, otlaklar içinde Türkmenlere ait ot-
lıyan sürülenle zengin olan Errana gitti. Mukanda kaldı, kabilelerin vergisini
toplamak için memurlarını gönderdi. Kocep Aslan atlılarına doğru gönderilen
J 00

memur, Harzcmli Siraç, yanında bir takım avene götürmüştü. Bu herif kendileri­
ne gıda olmak üzere gündüz otuz hayvan kesilmesini istedi. Sonra kameti arttırarak
halkın tahammülünden fazla şeyler de istemeye kalkıştı. Her yerde şikâyet sesleri
işitildi; nihayet kendisine: "Sen efendine git; bize konulan vergileri biz kendimiz
getirir, yerine veririz, senin bize lüzumun yok.” dediler.
Sirac, hemen memleketten çıka, şiddetle şikâyette bulundu. Buna hiddet
eden Şerefüddin, hemen Mukanı terketti. İki gemi ile coşkun Araks çayım geçti,
Türkmen obalarını yıka. Sürülerini önüne kata, Beylikhana kadar sürdü. Bura­
lardı otuz bin baş kadar hayvan vardı. Türkmen kadınları ordunun arkasına ka­
tılmıştı. Ben sanıyordum ki, Beyilkan’a varıldıktan sonra vergi olarak bir miktar
para alındıktan sonra hayvanlar kendilerine teslim olunur. Hiç te öyle olmadığı
halde bulunan bütün hayvanlar askere dağıultı. Dört binini de kuzularile beraber
kendisi aldı.
Sultan garpten şarka veya şaııktan garbe her geçişinde Beyilkan’a uğrayıp
suru altında otağ kurdukça, benim vasıtamla ziyafet diye takdim eylediği hububat
ve koyun miktarını havi bir cetvel gönderirdi. Cetvel şöyle yapılırdı. Helâl ko­
yun: şu kadar baş. Vezir bu koyunların bize kaça mal olduğunu bilmediğimi pek
âlâ bilirdi.
Bu seferden sonra Şerefülmülk Mukana avdet eyledi. Her tarafın vergisi
de buraya gelmişti. Askerler tarafından yapılan zayian tamir etti. Türkmen'leri
topladıktan sonra, Sultan tarafından vergi olarak tarholunan 50,000 dinarın gön­
derilmesi için Şirvan Şaha adam gönderdi. Şirvan Şah bu işte pek acele davranma­
dı. Hatta buna cevap bile vermedi. Şirvan Şah, Şerefülmülkün bir gasıp ve müs­
rif olduğunu, vereceği paraları boşuna harcedeceğini, bundan kendisine bir hesap
vcrilmiyeceğini düşünüyordu. Fakat bu hesap yanlıştı. Çünkü kendi mevkiini ida­
me için sarfına mecbur olduğu meblâğ bundan daha ziyade idi. Şerefülmülk bu
muameleye kızdı. Azir nehri kenarına gini, oradan asinin mülküne, yağma için
dört adı gönderdi. Bu seferden bir netice çıkmadı. Gidenler elleri boş döndü;
çünkü Şirvan Şah kaçmış, oturduğu yeri boş bırakmıştı.
Şerefülmük Azerbaycana gitti.
Nahcivan emaretinde bulunan Ata Bey Pehlivanın kızı, Itağmış atlı bir köle
almış, büyüttükten sonra bunu evlât edinmişti. Bu esnada deliikanlı velinimetini
terketd. Şerefülmülkün yanına gini. Kendisini yetiştiren şu kadın hakkında hid­
detini celbcyledi. Veziri Nahcivanı almaya, yarısı peşin, yarısı bir vade ile verilmek
üzere muayyen bir vergi mukabilinde emarete kendisinin geçirilmesine ikna eyledi.
Şerefülmülk Azerbaycana giderken ltağmış, kendi hususî adamlarından bir
takımını katmışa. Bunlar bu nankörün vasıtası ile Prensesin yanına gidecekler,
kendisini yakalayıp yerine memesinde yetiştirdiği bu yılanı çıkaracaklardı. Prense­
sin bir hafiye vasıtası ile bütün olup bitenleri haber aldığı kimsenin aklına gelmiyor­
du. Nahcivana yaklaştıkları sırada buranın muhafızlarile karşılaştılar. Bunlar
101 -

gelenlere karşı durmak için . hazırdılar. Bunları böyle görünce vezirin adamları
başlarını öne iğdiler, dizginlerini geri çevirdiler
Hemen bunların arkasından Şcrefülmülk Nahcivana geldi. Yakinindeki ça­
yıra kondu. Yüzünde hile eseri, hiyanet damgası görünüyordu. Prensesi misafir­
perverlikte kusur eder sanıyordu. Mabcyncilcrden bir kadın, melike tarafından
geldi, karargâhın kurulmasına itiraz eyledi. Bu vezirin şaşkınlığından utanmasını
arttırdı. Bu kadın sonra bir daha geldi. Kadın hakkmdaki muamelesinden dolayı
kendisine itap ile şöyle dedirtti: "Bana her yıl hediye pahası olarak ettiğiniz mas­
raflar, Nahcivan ve civarının vergisi, atalarımdan kalanlardan bir o kadar vergi
yetişmedi mi? İkametgâhım olmak, saçlarımdan sürüyerek beni sarayımdan çıkar­
mak mı istiyorsunuz? Eğer böyle hareketten maksadınız Nahcivanı almak ise pek
âlâ; birisini gönderiniz. İki sene vergisini toplasın. Benden gerek hazine namına
ve gerekse hediye olarak aldığınız paranın toplanacak verginin iki kan olacağını
göreceksiniz.”
Şerefülmülk buna hakikatten pek uzak, zoraki bir cevap verebildi. Bundan
sonra Gcmiran kalesine gitti. Buna Ata Bey tarafından tayin edilmiş olan muha­
fızı Melikülşercfin mümessiline teslim eylemişti. Bura halkı bir tepe üstüne bir
hisar yaparak yağmacıların sarkıntısından kendilerini koruyorlardı. Ordu uşakları
evlere dağılıp sarkıntılık ettiklerinden, bunlardan birisinin başını kesmişlerdi. Mak­
tul, vezirin has muhafızlarından birisi idi.
Bunu duyar duymaz, Şerefülmülk küplere bindi, bunların hakkından gelme­
den bir yere gitmemeye ant içti. Mahsurlar imdat için bağnşmaya başladılar. Ku­
lak veren olmadı, merhamet ilticalarını da dinlemediler. Aman! aman! sesleri ve­
zirin kulaklarına kadar geliyor, içine girmiyorlardı.
Ansızın davul ve trampete sesleri duyulmaya, sancaklar arkasından kızıllar
görünmeye başladı. Daha sonra kalkan toz bulutlan arkasından çıkan atlılar saffı
harp nizamı almaya vakit bırakmadan Şerefülmülk askeri üstüne yâirüdü. Bunlar­
dan hiçbiri at ve uşaklarını bulmaya vakit bulmadılar. Selâmeti kaçmakta buldu­
lar.
En genç gulâmlarıtıdan ufak bir grupun başında bulunan Şerefülmülk ga­
zup bir çehre ile saçlan kabarmış, madenî bir levhaya kazılmış bir tasvir gibi dim­
dik kalmıştı. Aonın dizgininden çekip kendisini oradan sürükledim. "Eşya diki-
lcmiyecek kadar yırulmıştır” diye kendisine bağırdım, fenalığın tamiri mümkün
değildir. Yalnız kendini kurtarmaya bak!„ Taşıp aşan bütün eşyasını ve to­
puzunu bıraktı, kaçtı. Üstümüze saldıran askerlerin birinci kısmı Suriye ordusu
idi. Bunlar Halep Emîri Fahrcddin ile Lenarar Emîri Hüsamüddin Hızır idiler.
Bu ikinci Sultan lraka gittiği zaman itaatini terketmişu. Buna sebep olarak ta
Şcrefülmülkün metalibine dayanmadığı idi. Zaferden sonra Şerefülkün hü­
kümet alâmetlerini, altın gümüş ve mücevherlerini bu aldı.
102

YETMİŞ ÜÇÜNCÜ FASIL


Hacip Aleleşrefi Azerbaycanın bir kısmını aldı. Şercfülmülkün
mağlup olması üzerine ikisi arasında olup bitenler.

Bozulduktan sonra Şerefülmülk, düşman tarafından Merendc kadar takip


olundu. Geceyi burada geçirdi. Ertesi günü Tebriz tarafına teveccüh eşledi. Hal­
buki Hacip, o esnada Şerefülmülkün gulâmlarından Nasirüddin Barkaya ıcvdi
olunmuş Hoya doğru şiddetli hareket ediyordu. Nasirüddin efendisinin mağlup
olduğunu haber alması üzerine şehri boşaltıp kapılarını Hacib'c açık bıraktı. Ha­
tibin kıt'aları, şehrin bazı mahallerinde serkeşane bir surette yağmacılık ettikleri,
haremlere de taarruza başlamışlar iken tellâllar bağırtılarak önü alındı.
Hacip Hoydan Nahcivana gitti. Burası da teslim alındı. Buradan da Me­
rtlide gitti, burasının suru kâfi derecede olmadığından muhasara lüzumu görülme­
di. Burada bir keşif kıt’ası tertip ile az bir maiyet ile Tebrizde bulunan Şercfül-
mülkü keşfe gönderdi. Keşif kollarının nihayet ucu Tebriz cihetinden Süfyana
kadar ilerlediler.
Şercfülmülk uzun, müddet Tebrizde kalmak mecburiyetinden pek sıkılıyor­
du. Burada yeniden kuvvet toplamak ümidinde bulunmadığı gibi, işlerini yoluna
koymanın da imkânını bulamıyordu. Errana gidip zayiatını telâfi edecek ve boş­
luklarını dolduracak kuvvet toplamak istiyor, fakat Tebriz halkı daima bu teşeb­
büsten kendisini vazgeçirmeye çalıştıkları gibi, orada dünyayı terk ile zühtü ibade­
te hasrı meşgale eden Ata Bey ö z Beyin veziri Refiküddini de emellerinin husulü
için tavsit ediyorlardı.
Tebriz ahalisinin, Şerefülmülkü göndermek istemeyişlerinin sebebi ise tek
bir mülâhazadır: İstikbal endişesi. Bunlar evvelâ Hacip tarafından memleketleri­
nin zaptedilmemesini istiyorlar. Çünkü bu istilâ sebebile düşmanı yakından sıkış­
tırmak için Sultanın kendi aleyhlerine hareketine vesile olacağını düşünüyorlardı.
İşte bundan dolayı Şerefülmülk ayrı düştüğünden ve sıkıntısından bahsettikçe Teb-
rizliler, bütün istediklerini tedarik ediyor, kendilerini bırakmaya vesile bırakmı-
yordular. Fakat ilkbahar geldiği gibi, Şerefülmülk vergi, asker toplamak üzere
Errana gitti. İki konaktan sonra, şimdi zikri geçen vezir Refiküddinin kaynana­
sına ait olan Merdanekin hisarı önüne kondu. Şehri muhasara ile tehdit eyledi.
Fakat içeri girdi mi 4.000 dinar takdim etmelerini ve bunun kabulüne iki tarafı ik­
na eyledim.
Şerefülmülk yolda Hacin kalesi önüne kondu. İçerde gürcü Vuaninin hem­
şirezadesi Celâlüddı'n bulunuyordu. Vaitlerle, korkutmalarla 10.000 dinarla bera­
ber Dinanı terhin vermek ve nice ytllardanberi alınan yedi yüz İslâm tutsağı bira-
1O 3

kılm ak yartıle yehrin teslimi kararlaştırıldı. Hu ru:U » teinde ber.^z ^ia.ua k c n tu*
tulm u) ihtiyarlar bulunulurdu.
Esirler ve verginin Kr kruru alındığı sırada A u lW-y ö x B o ı a memlûk u ek­
lin Bağdinin Surıseden ka^ıp Arerhastana gım eğı havadisi ılıodı İki Bağdanın
vaktile bazı çirkin hareketlen, kendisini Sultanın gözünden daju/tnu), en fena btr
i d i m etmişti. Vk’ı şudur: M o ğ »Harın Azerhavtana ilk taarruzlarında «a harbe
müteallik b*r vehep » n ı talihsizi/* r v r ı olarak Ha^dirun eline du)en Haremi
askerleri, huştur vual ve c o ı p olmak u r m »dam edilmelerdi ^u Hainine katiller.
Hamdının Sultana kır>ı olan duimanlısından ilen j;rlmı(du Hır günde İsınlardan
dört vurunun »din» edildiği sovlenır Sultan, A r r r t u u ı n , bunu haber alırca ve
Bağdıyc varaydı bir mevki tavın evirdiği halde, bovle btr kurbtvct hin! olmalın­
dan Bağdı korktu ve Mehkule)rcf'e ıltua edemeden rahat edemedi. Stmda de l’U
hukurmiarıJjn muvaade almaksızın Aıcrttastazva gelmişti <aunku burayı vahıjnır
ve her turlu tehalxtc asık diye haller almi)tı. Burada Ata lieylık Hükümetinin
cnkı/ı u/crıne bir hükümet kurmayı kurmuşu.
Bağdı, Hoy hududumla yaklaşığı tirada, lu nu lu l e r ilan Ha* ıp te krruiıtını
yakalamak i<;in irme duyııu) idi. Bağdı, !xın<ian kasıp kurtuldu, Araba ge\tı, kar­
şı yakadan Hatibe şöyle hitap evirdi: “ Ben Melıkulrşrrfın memlüku ve lürfunun
esiriyim, nerede eılvam, onun tabu kalırım, burava gelinim de vırf ona hizmet »*,ındıf.
Hatip bunun uırrınr geri dorulu Bağdı ive kıhlan memılıkırse girdi Buranın ka­
leler», Sultan tabiiyetine girmemi), yalnız kemim ne hedıveler ve köleler goruirf-
mekle iktifa eylemi) emirler elinde ıdı Bağdı bu emirleri Ara Hey tık Hükümetinin
ihyasına ve bunun rçin Kotur kalevinde bulunan Melik Kamu) nczdıne giderek o-
radan çıkarıp babasının yerine tahta çıkarmak ve bu türetir sonen ümitlere can ver­
mek i<,in teşsik esledi.
Bu haşatlı* ^rrrfulmulkun İm, te hoşuna gitmedi Almak teşel'husursde bu
lunduğu tertibatı bırakmak metburısetine soktu Diğer bir hadise daha yıkmıştı
Isfahan bozgunluğundan kurtulan bir alav firariler. Sultanın mağlûbiyet ve gas-
buheli haberini getirdiler. Bu, ŞercfulmulVun zihnim alimi etti Buna rağmen
Sultanın galebesini, İslimin kufur ürerine zaferini muş'ır haberciler gomiermeye
cesaret esledi.
Bağdi, Kablan emirlerinden sadaldıktan sonra Nutratuddın Muhammet btn
Biyungin nezdine giderek, bu i)< yardımını diledi. Bu emir kentlisini güzel kabul
etti, sahavetle ıkrarn eyledi, fakat sukua grlcvek hal üzerine Şeref ulmulkun naza­
rı dikkatini celp i\in hır mektup Hemen Şerefulmulkc mahrem bir mektup ta
Bağdinin ho) kasalarını dolduracak para seya kusursuz mukataalarla sola getirilme­
si paresinin bulunmasını bildirdi.
Birkaç gun suren müzakereden sonra Hagdı lunıujadı, Emir Nsrıtuddın de
bu aralık Araks tahılı üzerinde bulunmakta olan Şetrfulmulk ile ikisini gotuştur-
menin yolunu buldu. Mülakat pek tamimi oldu. S*rc(ulmulk Bağdı sı pek ağır-
I

104
ladı, bütün arzularına söz verdi, kendine ve maiyetine yüz elli kat kaftan giydirdi,
böyle taltif edilenler meyanında on kadar da hoşalon tugulgalar ve tuğlar alanlar
da vardı. Fazla olarak kendisine bütün mülhakatile Urumiya mukataasını temlik
ettiği gibi, Harczmliler meselesine dair kendisine bir lâf edilmesine de müsaade
etmiyeceğini vadeylcdi.
Şcrcfülmülk Bağdinin taarruzundan kurtulmak değil, hatta muavenetini el­
de ettiği şu sırada Sultanın sıhhat ve selâmetle İsfahan’a döndüğü, Moğolların m u­
vaffakiyet kazanamıyarak avdetlerini ve Sultanın takiplerine çıktığı haberleri geldi.
Bunun üzerine vezir hemen Azerbaycana döndü, Bağdi ile ibni Bişütgı'n yanında
idi, maksadı Hacijıten öcünü almaktı. Merende geldiğinde Sultan ordusunun sol
cenahından üç emir kendisine iltihak eyledi; Bunlar Koç Pehlivan, Hulusi mabeyin­
ci Han Bedri lmrahor Avdak. Bunları Sultan kendisine yardıma göndermişti. Sul­
tanın şöyle bir âdeti vardı: Kullarından birisi muharebe esnasında kaçar, harpte
vazifesini yapmazsa ona bu kusurunu örtmek fırsatını vermek ve bunu elde edinciye
kadar devam etmek üzere güç ve tehlikeli işler verir ve ancak bu yolda kendisini
affcylcrdi. Bu MoğoLlardan alınma bir usul idi. İsimlerini saydığımız emirler de
sol cenahta Isfahan önündeki müsademeden kaçmışlar ve bundan dolayı da buraya
gönderilmişlerdi.
Üç emir Şerefülmülkün kuvvetlerini arttırdı, Ifacip adına Bedrüddin bin
Scrhcngin kumandasında bulunan Huay üstüne yürüdü, Fakat bu mevkie yaklaş­
madı, oraya çıkmayan sağ taraf yolunu tuttu, çünkü vezirin maksadı bilhassa Ilacip-
ti; o da o vakit Nevşehir’de bulunuyordu. Hacip, düşmanın binlerce askerle kendi
üstüne yürümekte olduğunu duyunca Berkâri üzerine ric’at eyledi ve Şerefül-
mülkün gelmesine kadar buranın suru önünde bekledi. Vezirin geldiği günün er­
tesinde harp başladı. Bir tek hücum Hacibi Bcrkâriye girip kapanmaya icbar ey­
ledi. Hacip arkadaşlarından birçoğunu kaybetmişti. M elik ti lâd ilin oğlu Taülmiilk
bir okla vurulmuş, az zaman sonra ölmüşcür.
Zaferi müteakip Şerefülmülk, düşman tarafından bırakılan davul, trampete,
bayrak ve sancakları topladı, sai vasıtasile galebeyi tebşir için takdim eyledi. Sonra
etrafında yüz kadar atlı kaldığı halde harp meydanında oturdu, bütün maiyetini
muhtelif seferlere gönderdi. Beikâride kalan Hacibin zayiatı harp meydanımla
telef olan veya esir edilenlerden ibaret olup, mütebakisi yanında olduğu lıalde ya­
kalanmak korkusile kimse başım dışarıya çıkaramıyordu. llacip, lmrahur Avdaka
müracaatle Şerefülmülk ile aralarında olan anlaşmamazlığın izalesile aralarının bu­
lunmasını rica eyledi. Bu müracaat şu suretle olm uştu: lmralıorun mabeyincilerin­
den birisi sura yaklaşmış ve işte o vakit Hacip onunla görüşerek efendisine verilmek
üzere yazdığı mektubu vermişti.
Şerefülmülk, lmrahor vasıtasile gelen Hacibin mektubunu aldığı zaman
çok hiddedendi, ona sert bir surette hitap etti. Ve bir daha mabeyincisinin sipe­
re yaklaşmasını meneylemesini bildirdi. Haykırarak: “ Hacabi asla affctmiycceğim,
ıor»
bana onun ölüsü gerek. Yakında buraya lüzumu kadar kuvvetle geleceğim, memle­
ketinin külünü havaya savuracağım." Ftrafa sefere gönderilen askerler Azerbay-
cana döndüler, Şerefülmülktc onlara iltihaüc için hemen hareket eyledi. Iioya
yaklaştığı zaman, llacibin kaymakamı hemen burayı boşalttı; Kotora çekildi, bu­
rayı da Sultanın avdetinde tcrkeyledi. Şu suretle Azerbaycan Hacip taraftarların­
dan temizlenmiş oldu.
Şerefülmülk Hoya gelince hemen mezalime başladı. Boğazlanmadık, parça­
lanmadık kimse bırakmadı. Bundan sonra valiliğine kendi memlûkü Nasiriiddin
Bukayi dikti, kendisi Merende gitti, orada Koyda olduğu gibi hareket etti. Nalı-
civan ve bütün Azerbaycan şehirleri ayni akıbete uğratıldı, yıllarca bu tahribatın
eserleri göze çarptı.
Bunu müteakip Sultanın sancakları Azcrbancana doğru ilerlemekte olduğu
öğrenildi; Şerefülmülk bunları istikbal için Ancana gitti, orada Sultan Tekiişün
kızı ve Sultanın balası olan Şalıhatun ile Lcncukan Kanı buldu, bunlar ordunun
bir kısmı ile Sultandan evvel hareket etmiş idiler. Askerin diğer kısmı Al.uııut
hududunda, yukarda söylediğimiz gibi, oradan çıkacak olan Gıyasüddini gözetliyor­
du. Şu aralık acayip bir vak'a olmak üzere Scncakau Kan vefat etti. Bu zat Sultan
Yulckiııin yani cinayet mahkemesinin reisi idi. Mahkemeye bu adın verilişine sebep
te Türklerin kendisine yulek adını vermelerinden ilcrigclmişti. Bir gün, âdeti
üzere, Sencakan Kan Avcanda bir musahabet esnasında Yulekin direklerinden biri­
ne dayanmış dururken başını iğdi. Kazır bulunanların hepsi kendisini uyfcuya d al­
dı sandı. Halbuki ölmüştü. Şah Katun ve Sencakan Kandan az sonra Sultan geldi.
Ondan sonra da Mahfe ile Ata Bey Sadin kızı geldi. Sultanın bununla izdivaç
resmi Isfahanda ikameti esnasında vukua gelmişti. Orhanın katloluııduğu gün
Sultanın haremi olan hu kızın ablası vefat etmiş ve bu suretle dul kalan Sultan ye­
niden evlenmişti.

* YETMİŞ D Ö RD Ü N CÜ FASIL
\ -■ 1 l « ' \ \ r >*rM
Alıla111 İzziiddin Balabanın tarihi ve ömrünün nihayeti
A \ «W < ' vAlz t i î 1 » ' \ V\ cy\\z /1
Ata Bey ıııemlûklerinden bu zat Aldat ve buna tâbi kalelerin valisi idi. Bu­
nun Isellihaşlı endişesi büyük caddelerde dehşet salmak Iraktan Azcrlıaycana giden
yolcuları soymaktı. Bunun hirçok zulümlerine karşı edilen nihayetsiz şilkâyctlcrc
karşı Sultan pek meşgul olduğundan bir şey yapılamıyor, buralarda asayiş düzelc-
nıiyordu. Sultan Moğollarla uğraştığı ve llacip Azcrbaycanı kasıp kavurduğu es­
nada bunun da zulmü artıyordu.
Sultan Iraktan dönerken Izzüddinc ait araziden geçti ve kendisini Firuzabat
kalesinde muhasara etti. Birkaç gün sonra İzzüddin aman diledi. Bir kılıç ve bir
kefenle teslim olundu. Sultan kendisini af ile korkusunu geçirdi ve Belek ile Fi-
106
ruutut kalelerini kendisinden aldı. Finızabat A ta Bey Sadin memlûkü Ilü san ıiid d in
Tekin Taşa verildiği gibi öteki kale de bir Tvirke tevcih olundu.
Sultan hâzinesini, haremini ve eşyasını M ukanda bıraktıktan sonra h afifle
teçhiz kıt'alarile Hacibc karşı düşmanlığını gösterm ek üzere A hlat tarafına yönel­
di. Fakat Ercişe vardığı zaman kar ve soğuğun şiddetinden Tuğtap kalesine gireli,
burası etrafı yağmacılarla sanlım; olduğundan halk tarafından terkolunım ışiu.
Orada on gün kaldı. Sağa sola tepeye, kıra akıncılar saldırdı. Bu k ıt'alard an bir
tanesi Erzcnürrum (Erzurum) kapılarına kadar çapul etti.
Sultan Tuğtapta iken Rum hükümdarı A lâüddindcn aldığı bir m ektupta
Eyyubilcre karşı hasmanc hareket etmesi ve kendisine bu hususta yardım edileceği
biMirilisordu. Mektupta ilâve olarak Sultan nasıl M oğollarla uğraşıyorsa kemlisi
de civara yerleşmiş olan hıristiyanları defetmeğe ve ellerinden şehirler almağa
çalıştığını, şinıdi ise her ikisi de serbest olduklarından kuvvetlerini Eyyubilcr yani,
şu adi ve zalim herifler üstüne çevirmek m üm kün olduğunu söylüyor. N ihayet
«kuçuk cihadı bitirin, sıra büyüğüne geldi» diyordu.
bu mektuba diğer birisi leffolunmuştu. Bu da Sultan İrakta iken, Alanım
hâkimi Alâüddinin Suriye'de bulunan kaymakamı Seracüddinülmuzaffer ihııillıusaıı
tarafından yazılmıştı. Bu mektupta Rafızî C elâlüddin Isfahan surları altın d a vıı-
kuugclen harple öldürüldü. Orduları her tarafa dağıldı, kardeşi G ıyasüddiıı de
Alâuddin nezdine iltica eyledi. Bunun ve A ta Bey Kızılaslanııı yani bildiğim iz
şchıadc llamuşun Alamut hükümdarına tamamen itaatleri ve her ikisinin ele em re
ıııuntazır bulunduklarını ve artık Irakın bütün mütecavizlerden emin olarak Alâiid-
din hesabına temin edildiği bildiriliyor. Ve daha buna benzer birtakım şeyler de
söyleniyordu.
Sultan okumak için mektubu bana uzatmıştı. Mektubu süzdüm . İli
kâye elliğim gibi rürrehattan ibaret olduğunu gördüm . Huzurda ise b anlar filâ n ­
lar bulunmakta idi. Sultana kendi huzurunda okumağa değıııiyeceğiııi süsledim .
Okumasında ısrarla dedi ki:
«— Okuyunuz.
— Mademki emrediyorsunuz, dedim, yalnız kaldığımız zam an olsun
baria»
Bunun üzerine herkes çıka. Ben de m ektubu okudum. B itirdikten som a
elimden aldı. Büktü kesesine soktu. ğ\\.ıÇ s-Oc'
Geceleyin Ahladı Balaban Toğtaptan kaçtı. Bu el irişmez bir m esafe aldık -
tan sonra duyulabildi; Hacip kendisini Azerbaycana götürecek vasıtaları tedarik e t­
mişti. Bunun için de bu adam bir kere Sultan memalikinin ortasına g elip ortalığı
karışunrsa Sultanın bununla meşgul olacağım A hlat hakkındaki fikrinden vazge­
çeceğini mülâhaza etmişd. Fakat bu düşünce doğru değildi. Çünkü kaleleri e lin ­
den çıkmış olan Balaban kanadı kırılmış kuşa dönmüştü. Bulanan /e ııc a ıı d ağ la­
tma gitti. Yollarda emniyeü bozdu. Nihayet başı kesilip Isfahana getirildi. Başı
Sııllaııa getirildi. Bunu aşağıda yeri geldiği zaman sövüşeceğiz. Sulun Tuğtapeın
Sikli. Ila rıa b irt yani ila rp u t üstüne gitti. Orayı da Tuğtaba benzetti. Okuz t*-.*'.»
lcıiııi g.ısbctli. Bu hayvanların pençeği (yani şer'i beşte biri) yedi bini Kılda I>.
ğcr hayvanlar başka. Bu sefer ve bu tahribat Ahlat nevahisinin umamde hatip ol-
nıaMiıı mucip oldu.

YETM İŞ BEŞİNCİ FASIL


H alife lizzalıir Biemrullah tarafmdan elçilikle Necnıuddin Kazı »t
Rüknüddin lbnülatafm gelmeleri.

Sultan Tehriz.de iken şu iki elçi İmam Ezzahirbicnırullahın tahta şikiıg >.ı
haber verdiler, bilerindeki name güzel vailler, parlak öğütlerle dolu idi İt «İde
Ihnul.ıt.ıfc Sultanın ne/.dinde 'kalmasını tavsiye etmiş. Ra/inin ive gönder ılnek
hil allerle beraber hem en gelmesi bildirilmiş idi. Fakat talih ters dondu Itu kadar
•ıı ele beklenilen şey gecikti.
Sultan hediyeleri götürmeğe memur eylediği Kadı Meciruddını r!.,ı de
gönderm işti. Y olda, bunlar halifenin ölüm haberini aldılar. Hil'ati fahur m ııı
d.uı B.ığdata gönderildi. Sultanın hil'atleri bu şehre göndermesinin »ef«-j teri hık
kındaki m uam elenin değişmesi ve bunun sebebini anlamak endişesidir.

YETM İŞ ALTINCI FASIL


Sultanın Azerbaycanda kışlak ittihazı — Şercfülmulkun batckctlrnnde
keşfeylediği bazı haller dolayısile bu vezir hakkındakı
fikrini değiştirmesi.

Sefer esnasında elde eyledikleri ganimetlerle askeri kıt'alar M ukim d.«s


dııler. Sultan ise bir ay kadar Hoyda kaldı. Bu müddet içinde vaktılr şehir hılim ın
başına getirilen dehşetli zulüm ve gadirleri öğrendi. Gene burada iken V l.ukıbr
den T u g n ıl bin A slanın kızı Prenses hakkında reva görülen /ulum sebeplerim
anlam ış, kendisine isnat olunan vak’alardan masumiyeti tahakkuk etmiş. I'ıtnves
sat ayımla ve lıalvetanesinde bulunan güzellerin Şerefülmulk tarafından rvaul r.!.
b p ele geçirildikleri öğrenilmişti.
Sultan Üsış ortasında Tcbrize gitti. O rada Prensesle hemşiresinin [»ek keder
li bir vaziyette bulunduğunu bizzat öğrendi. Şu hoşnutsuzluk sebeplerine hır raise
ilaha ilâve olundu. Sultan Tebriz nahiyelerinden Kurakuran otak kurdurdu, buranın
divana verdiği v a rid a t büyücek bir yekûn tutuyordu. Sultanın K ra ıa her inişinde
orada hüküm süren reis Sultanın m utfaklarına, fırınlarına, ahırlarına butun Uzva
108
mu olan zahire ve erzakı gönderir ve yine bu alicenabane bir surede bası hümayun
ve divan memurlarına da ikramda bulunurdu. Fakat bu sefer Sultan reisi bulmadı,
ettiği tahkikte, kendi adamlarından birisinin kanını döktüğünden dolayı tevkif edil­
diğini ve şimdi Tebrizde bulunmakta olup kendisinden 10,000 dinar istenildiğini
öğrendi ve nihayet Şerefülmülkün Korakonan valiliğini kendi memlûklerinden Nu-
sayrüddin Buka ile Scyfüddin Çaşengire tevcih ettiğine vâkıf oldu.
Tebrize geldiği zaman Sultan Karakonan valiliğine tayin edilmiş olan bu
iki gulâmın tevkifini cmrcyledi. Bunlar hemen tevkif olundular. Aldıkları kan
pahası da tahsil edildi. Ellerinden hayvanlan da alındınktan sonra yaya olarak
Mukana nefyolundular. Sonra Tebriz ve yanındaki sahra halkının pek sıkına içinde
olduğunu gördü. Bunun çaresine bakılmasına k arar. verdi. Şu maksatla halkın
üç senelik vergisini tecil etti ve hükmünün icrasını temin için de yazdığı fermanı
halkın eline verdi.
Şu kadar dikkatine rağmen gene zulüm ve suiidare gizlice devam eyledi.
Sultanın gaybubetinde olan fenalıklar avdetinden sonra da devam eyledi. Yani
avdeti bir nimet olamadı. Sultana arzolunan vak’alar Şerefülmülke olan kızgın­
lığını artırdı. En mühim meseleler üzerine yazdığı mektuplara cevap bile vermez
oldu. Nihayet Tebrizin hatta ahırlarına yem bile verebilecek bir halde olmadığını
ve emlâki hassada şehir bulunmadığım gördü, Şerefülmülkün ambarlarının
açılmasını ve bunlardaki şeylerin fırın ve ahırlarına verilmesini irade eyledi.
Şu icraatı gören halk arasında Şerefiilmülkün talii düştüğü hakkında dedi­
kodular olmağa başladı. Halbuki Sultan Mukana dönmüş, Şerefülmülk ile konuşup
görüşmüş, ortada bir şey olmadığı his bile olunmamıştı. Ne kin, ne adavet kalma­
mış görünüyordu.
Şerefülmülk ytllardanberi has ve mutaıaalı Mintan arazisinin vergisini al­
makta idi. Vezir böylece kendisinden evvel gelenlerin isrini takip ediyor, izlerinde
gidiyordu. Fakat onlar bu işi gizli yaparlardı.
Bu ise hiçbir iradeye istinat etmeden açıktan açığa yapıyordu. Bunlarla be­
raber Sultanın emri olmadığı için kendisine öşür vcrmiyenleri zorlamazdı. İşte bu­
nun üzerine Şerefülmülke aşarın verilmesi hakkında bir irade çıktı. Ben bunu
bizzat kendim yazdım. Bu emirname Yulek emirleri Biya Han ve Atlas melik tara­
fından tebliğ edildi. Ve Şerefülmülk te buna mukabil kendilerine 50,000 dinar
hediye edildi.
Vezire hürmeti az olan Şerefülmülk Alinin çıkardığı manialara rağmen
Irak âşan binde 70,000 dinan bulmadı. Tımar ve ziamete gelince bunların sahip­
leri yakalarını kurtaramıyacaklanm anladılar. Vezirle hasılân paylaşmağa razı ol­
dular. Şerefülmülk bütün maliye kalemlerine âşar memurları dikmiş olduğundan
bu vergiden yakayı kurtarmak mümkün olmazdı.
109

YETMİŞ YEDİNCİ FASIL .


Korkanın Sultan hizmetine girişi

Kıpçak kabilesi daima Sultan ailesine samimiyet ve hürmet gösteregelmişti.


Hiçbir devirde Hcmcdan içinde doğan bir çocuğun anasının Kıpçak prensesi olması
vaki değildir. İşte Cengiz ve evlâdının Krpçaklar malına yürüyüşlerinin sebebi
bu idi. Çünkü onlar bu kabileyi düşmanları için bir kuvvet unsuru, iktidar mem-
baı sayıyorlardı.
İsfahan suru önünde edilen harp kaybedilip Iraktan avdet ederken Sultan
askerinin Kıpçaklardan muavenet dilemeyi kurmuştu. İşte bu arzu üzerine aslâ ora­
lı ve hâlâ ailesi orada bulunan maiyeti efradından bir Kıpçaklıyı oraya göndermiş,
kendisine yardıma gelmelerini rica ettirmiş ve iki taraf için selâmetin kendi etrafın­
da toplanmakta olduğunu, böyle ayrı kaldıkları müddetçe müşterek düşmanın hü­
cumlarından kurtulamayıp mahvolacaklarını söyletti.
Kıpçaklılar Sultanın elçisini sevinçle karşdadılar. Ve bu hususta acele
davrandılar. Derhal elli bin çadırhk bir kuvvet gönderdiler. Şehir civarına kondu­
lar. Fakat beylerinden birisi olan Korka, kendisine yakın ve sadık üç yüz kişi ile
kayıkla geçti, bu esnada Mukanda Şerefülmülkle mülâki oldu.
İlkbaharda yollar açıldı. Sultan da Mukana geldi. Şerefülmülk Korka ile
kendisini istikbale açıldı. Korka kendisinin maiyette istihdamdan af ile ziyareti
ve kemali gayretle kendisine hizmet edeceği vadile iktifa edilmesini diledi. Bu tek­
lif vait olundu. Bunun üzerine hizmeti kabul ile el öptü. Birkaç gün sonra Sultan
kendisine ve arkadaşlarına hil'atlcr giydirdi; Derbent fethinde kendisine yardım
edeceklerine dair söz aldıktan sonra gitmelerine müsaade verdi.
Derbent alınacakken ortaya bir mâni çıktı. Kurka, Babülferah diye daha
ziyade malûm olan Derbentte buluşamk üzere ayrılmıştı. Derbentte hükümdar
bir çocuktu. Bunun adına Eset adlı bir Ata Bey işleri döndürüyordu. Sultan bu­
raya bir elçi gönderdi. Eset şu fırsattan istifade ile Sultana yaranmak için yanı­
na gitti. Sultan büyük hürmetle kendisini kabul etti. Kendisine hil’at giydirdi.
Gerek kendisine, gerek metbuu olan gence Derbentten daha mukataalar vadeyledi.
Genç hükümdarın bu mukataasını idare için Ata Beyin yanında bulunmasını
şart koştu.
Sultan altı bin kişi atlıyı teçhiz eyledi. Aynam Han, Sakar Han, Has H an
bu maiyet askeri içinde idiler. Yola çıkalı birkaç gün geçmişti ki bu zatlar Eset
üstüne çullandılar ve zincire vurdular. Buna sebep bu Ata Beyin izin almadan
kendilerinden ayrılmak istediklerini bağıra çağıra söylediler. Sonra asker D erbent
üstüne vardı. Burayı ta sınıra kadar yağmaladı, etrafı harabeye çevirdi, öyle bir hale
geldi ki olan bir şeyden eser kalmadı.
Esct hile ile düştüğü tuzaktan kurtuldu, ceylân gibi titriyerek, tuzaktan kur­
tulmuş arştan gibi Derbende vardı. İşte bu hile ve bu hal neticesi olarak Derbend
muhafızları icap eden tedbirleri alarak şehrin sukutunu mümteni bir hale koydu­
lar.

YETMİŞ SEKİZİNCİ FASIL

Sultan hilelerini keşfettiğini, hakkındaki hissiyatım değiştirdiğini haber


aldığı zaman Şercfülmülkün Mukanda yaptıkları

Şerefülmülk aldığı haberlerden Sultanın kendi hakkındaki fikrinin değiş­


tiğini ve teveccühünü kaybettiğini gördü. Onun bulunmadığı şu sırada da günahı­
nın affına medar olacak bazı şeyler yapmağa karar verdi. Bu maksatla kendi
kuvveti ve Sultan askerinin bir kısmı ile yola çıktı. Gemilerle Araksı geçti. Şirvana
ait Küştafi nahiyesini zapt ile bu yıllık 200,000 dinar beraber vergiye bağladı. O-
radaki şah Şirvan memurlarını koğdu Bu nahiye Araks ile Kur arasındadır, içine
ancak gemi ile girilebilir. Arazisi bataklıktır. Balık ve deniz kuşları o kadar çok­
tur ki bazen yüz yaban kazı bir dinar eder.
Sultan Mukana geldikte burayı Şirvanşahın oğlu Cclâlüddinin kirile ev­
lendirmek için vaftiz etmişlerdi. Gürcü memleketini zaptettiği zaman Sultan bu
çocukla beraber Erzakirum hükümdarının oğlunu azat eylemişti. Fakat Erzurum
hükümdarının oğlu tekrar irtidat ederek Gürcistana kaçmış fakat orada umduğu
itibarı bulamamış, hatta karısı olan prenses te kendisinden boşanıp başka birine
varmıştı.
Şirvanşahın oğlu insanı hayrete düşürecek bir güzellikte idi. Sultan bizzat
bunun terbiyesine baktığı gibi evlâdı gibi de sünnet ettirdi. Keştasf nahiyesini bu­
na vermekle babasının mirasından bir kısmım kendisine vermiş oluyordu.
Şerefülmülk masrafı kendi kesesinden olarak Araksta bir takım kanallar
açtırmıştı. Bu kanallara Şarkî, Fahrî ve Nizami adlarım vermiş ve bu sayede üç
nahiye teşekkül etmişti. Bunlarda bol mevva yetişiyordu. Şerefülmülk Sultanın
teveccühünün kazanıldığını gördü. Keştasf seferinden avdetinde Araksa doğru
gitti. Yeniden açılması kararlaştırılan kanal güzergâhına atılmak üzere, bundan bil­
istifade kestirilen kavaklar atıldı. Sonra bu kavak ağaçlarına ateş verildi. Yerin
üstü kül kaplandı. Böylece geçit vermiyecek derinlikte knallar açılabildi. Bu ka­
nala Sultan - Huy adım verdi ve bu yıl 80,000 dinar sarfetti. Bu kanallarla bir şey
ekilemedi. Fakat bataklıklar hasdâtı masrafı kapadı.
111

YETMİŞ D O K U ZU N C U FA SIL
Feridun bin Şirvanşahın Feriberzin gelişi.

Selçukilerden Alp Arslan oğlu Melekşah Erranı zapt ile geniş imparatorlu­
ğuna kattığı zaman Şirvanşahlılığında da birçok akınlar ettirmiş ve bu suretle
askerinin çoğu telef olmuştu. Bunun üzerine Alp Arslan Şirvanşahı huzuruna ça­
ğırmış, yılda 100,000 dinar vergiye bağlamıştı.
Sultan Cclâlüddin 612 (13 kânunusani 1225 — 2 kânunusani 1226)
de Errana sahip olduğu tarihte Feriberzin oğlu Elferidun Şirvanşaha bir elçi gönde­
rerek vaktile Mclckşaha verilmiş olan verginin kendi hâzinesine verilmesini teklif
etmişti. Şirvanşah memleket mâliyesinin bitikliğini, arazisinden meselâ Şeki ve
Kiblenin elden çıkması, Gürcülerin taarruzunu ileri sürerek itizar eyledi. Uzun
müzakerelerden sonra yıllık vergi elli bin dinara indirildi.
Sultan bu kere Errana giderken Şirvanşah davet edilmeksizin çıka geldi.
Şah şu suretle bir teveccüh kazanmak istiyordu. Sultana beş yüz cins Türk atı tak­
dim eyledi. Şerefülmülke de elli baş at verdi.
Şercfülmülk kendisine verilen atlan azımsadı; Sultana Şirvanşahın yaka­
lanmasını, memleketin kendi memleketine katılmasını teklif etti. Sultan bunu
kabul etmedi. Kendisine hil'at ve hediyeler vererek gitmesine müsaade etti ve bana
kendisini midinde ipka eylediğine ve vergisinden 20,000 miktannın indirildiğine
dair bir menşur yazmamı emreylcdi. Şirvanşah bundan dolayı bana 10,000 dinar
hediye etti.

SEKSENİNCİ FASIL
Sultanın Gürcistanda Sure şehrine girişi.

Sultan Erzincandan avdetinde Mukanda iken Kuc Abeh Kek Hanı kendi
askeri ile alarak sefere çıkmağa memur etti. O dağınık askerler kendi kumandan­
larına danışmadan birlikte gittiler. Han suru üstüne yürüdü. Etrafı yağma 've
tahrip etti, bunları aldı, avdet eyledi. Bctak gölüne vardıkları zaman, geceyi geçir­
mek için askerleri ikiye ayırdı. Bir kısmı garpte, diğeri şarkta kondu. Geceleyin
Gürcüler garptckilcre hücum ettiler, adamlarını öldürdüler, esir aldılar. Bu ke­
simde bulunmakta olan Aybek Han kayboldu. Ölüler içinde cesedi bulunmadı.
Kendisinin ne olduğu bilinmedi. Şarktakiler bir şeye yaramadan ganimetlerile
geri geldiler. Sultan Gürcülere çok kızdı. Gürcüler ise evlerini bırakıp kaçmışlardı.
Aradan çok geçmeden kıraliça ile Juaninin ittifak ettikleri ve Setz, Allan ve
112
Junlan kendilerine uydurduktan 40,000 tik bir ordu vücuda getirdikleri, birtakım
nümayişlerde bulunduktan işitildi.
Sultan hemen bu orduya karşı yürüdü. Ağırlık ve dermansızlarını karar­
gâhta bıraktı. Arkasında grup halinde veya müteferrik ve fakat müdafaa veya
imdada hazır bir kütle halindeki atlılarla ileri atıldı. Yukarda söylediğimiz göle
yaklaşıldığı sırada iki taraf piştarlan temasa geldi. Düşman piştan kaçtı. Sultana
birkaç esir takdim edildi. O da başlannı kestirdi. Kendisi düşman ordusuna karşı
yürüdü. Bu ordu korkudan darmadağın oldu, arkalanndan takip ettirildi. Matta
Yuaninin ağırlığı da ele geçti, ganimete katıldı.
Sultan Luri tarafına gitti. Oraya vardıkta sur üstüne karargâh kurdu.
Orada bulunan Gürcülere bir elçi gönderdi. Göl kenannda gece vukuagelen müsa­
demede esir tutulan Türklerin geri verilmelerini istedi. Bütün esirler iade edildi.
Yalnız Izbck Tayki bulunmadı, halbuki Gürcüler bütün kıt'ayı kuşatmış, kimse
kaçanıamıştı. Harp meydanında cenazesi bulunmıyan bu zatın iadesinde Sultan ıs­
rar etti, Gürcüler ellerinde tek bir Harzemli esir bulunmadığına ağır yemin et­
tiler.
Hikâye ettiler ki, Harezmliler tamamile öldürülmüş veya esir edilmişler. Yal­
nız bir kayaya yaslanmış, sadakını (ok koburunu) boşaltmış, bütün yaklaşmak isti-
yen Gürcülere yalnız bir ok kullanan bir kişi kalmış. Bu adam üç Gürcüyü yere ser­
dikten sonra geri kalanlar yanından çekilmiş, anık ne olduğunu aramamışlar bile.
Hakikaten de iş böyle olmuştu. Bahadir lzbebeh Tayın etrafında bulunanlara mu­
kavemetten sonra, yaya olarak, güç ile kendisine yol açmak suretile Azerbaycana
doğru gitmiş, Gürcülerden Yuaninin oğlu Auaka ait Beccni kalesine varmış.
Orada bir çobanın sürmekte olduğu bir koyun sürüsüne rasgelmiş, çobanı öldür­
müş, sürüyü vadiye atlatmış, koyunun birisini kebap etmiş, böylece yol zahiresini
tedarik ettikten sonra Nahcivana gitmiş, Sultanın Ahlat üzerine gittiği zaman ora­
dan geçişine kadar kalmış, orada Sultanın mevkibine rasgelmiş, başına geleni de
tıpkı Gürcülerinki gibi anlatmıştır.

SEKSEN BİRİNCİ FASİL

Sulran, Gürcü Behram kalesini muhasara etti.

Sultan Irakta iken, Gence havalisi Gürcü Behramın taarruzlarından çok sı-
kılmışn. Sultan oradan geçerken çok şikâyetler işitmiş, halkın öcünü almağa karar
vermişti. Birçok kimselerle bir karanlık gecede Behram üstüne yürüdü; maiyeti
113
bunun hüküm sürdüğü yere dağıldı; gömülen defineleri, saklanılan eşyayı çıkart­
mak için öldürmeğe, yağmaya başladılar. Dağlara kaçanları en sarp yerlere kadar
kovaladılar.
Sonra Sultan, Şekân kalesini cebrî hücumla aldı, ortalığı kasn, kavurdu. O-
radan lvane kızı Kıraliça Thmtha Bey Timura ait olan Ali Abat kalesi üstüne git­
ti. Bu kıraliçanın burnunu kırmak için müdafilcrini öldürdükten sonra şehri yağma
ettirdi. Oradan Kâk ve Kuarin kalelerine gitti, üç ay muhasara eyledi. Buradaki
Gürcüler sulh için para teklif ettiler. Müzakereden sonra paralan aldı, Ahlat mu­
hasarasına gitti.

SEKSEN İKİNCİ FASIL


Sultan, Mutfak Nazırı lhtiyarüddini hapsettirdi.
Yukarda zırhçı Cemalden bahsetmiştik. Bu adam Hindistanda kiralın silâh
fabrikasını terketmiş, bozgunluktan sonra Sultan Sind nehrini geçip, ne yapıp ne
işleyeceğini bilmez hale gelmiş olduğu bir zamanda maiyetine geldiğini de söyle­
miştik. Bunun elbise ve erzak getirdiğini ve bundan dolayı Sultanın kendisine
mutfak emaneti payesile Ihtiyarüddin unvanını verdiğini de hatırlarız.
Sarayda mutfak emaneti, hâzinenin bellibaşlı varidatından ve vergilerden
muayyen bir miktar almak, sonra fırın, mutfak ve ahırların masraflarına, müteah­
hitlere, saray memurlarına ve saireye bu paradan lüzumu miktarda verile işareti
ile buyurmaktan ibaretti. Bunun hesaplarına müteallik kâğıtlar, başvezin, mali-'
ye nazırı, masraf nazırı ve müfettiş tarafından vize edilir.
Bir de eşhasa ait hesap kâğıtları, idare müdiri ve sair ikinci derece âmirler
tarafından, hasılı on iki kişi tarafından vize olunurdu. Cemal, Sultan Irakt aldık­
tan ve buna kardeşinin mülkünü ilâve ettikten yani 621 (1224) den 624 (1227) ye
kadar, muhtelif eyaletlerin parasını alıp sarfettiği halde bir hesap vermedi. Bu hal
Sultanın Gürcü Behramın kalesini muhasara etmesine kadar sürdü. O gün kendi­
sinden hesap sordu. 150.000 dinar açığı çıku. Kendisinden bunun ödenmesi is
tenildiği ve bu hususta bir özür kabul olunmadığını kendisi de gördüğü halde,
kendisine verilmesi lâzımgelcn tahsisatı alabilmek için vezirlere 60.000 dinar vermeğe
mecbur olduğunu iddia ile herbirisine verdiği miktarı göstermek üzere bir de pus­
la çıkardı.
Para almakla itham edilenler içinde yalnız birisi elini kirletmemişti. Bu da
muydraz yani uzun saçlı lâkabile maruf olan Şemsüddin Mehmet idi. Bu adam
neticesinden korktuğu cihetle, ne dilini, ne kalemini kirletmez ve şüpheli şeyler­
den daima uzakta kalırdı. İlk önce büyük Sultan zamanında müsevvitlik etmiş,
sonra maliye müşaviri, daha sonra maliye nazırı olmuştu.
Diğer bütün memurlar, hep yeni türedilerdi. Bunlar adam yokluğunda, o r­
talığın boşluğunda birer mevkie geçmiştiler. Bunlar, kendi haklarındaki ithamı
Celâl 8
114
öğrenince, mutfak eminini korkutmağa kalkıştılar, alevler saçtılar; sonra kendile­
rini ve kendi nefsini mahv için İsrarını gördüler, 60.000 dinar açığı azaltmanın yo­
lunu aradılar.
Hesabı böylecc çevirdikten sonra Cemalin açığını 90.000 dinar olmak üzere
Sultana arzeylediler. Sultan mutfak emininin tutulup kendisinden paranın tahsilini
irade eyledi. Fakat mutfak emini de bir şeye malik olmadığını ileri sürdü ve ma­
lik olduğu yirmi yedi köle, yirmi iki acriye ile atlarını, develerini vereceğini bildir­
di. Bunlardan başka malı bulunmadı, çünkü müsrif bir adamdı. Aldığını keyfine,
eğlencesine sarfeder ve herkese dağıtırdı.
Gene bir gün Sermarada iken Cemal de Ancaza gitmek için buradan geçi­
yordu. Bitişiğinde bir hamam bulunan bir eve kabul olundu. Bu evin sahibi olan
Şercfüddin idi. O gün hamama gitmişti. Mutfak emini buna bir gömlek, şalvar,
bir setir, bir külah, sırmalı bir maşlah, bir altın kemer, askeri usulünde haşeli ve
dizginli bir at, bir tuğ gönderdi. Bunların hepsini kullandı. Bunun böyle delice
hali çoktur, kendi malına da acımazdı.
Borcunun verilmesi için sıkıştırılıyor, işkence ile korkutuluyordu. Cemal,
kılıcı ile boynunu kesmeğe kalkıştı, yanında muhafızı olmasa, bunu yapacaktı. Bu­
nu Sultan duyduğu gibi, Cemali bıraktırdı. Borcundan vazgeçti: "Bu bir işe yara­
maz delinin biridir” dedi. Yerine Şchabüddin Mesut bin Nizamülmülk Mehmet
bin Salihi getirdi. Bu bir ehil adamdı. Memuriyetini hanedanın sukutuna kadar
muhafaza eyledi.

SEKSEN ÜÇÜNCÜ FASIL


Sultan Nahcivana gitti, ağırlıklarını ordunun kısmı küllisi ile
Kakzaun yolundan Ahlata gönderdi.

Sultan Gürcülerin hakkından geldikten sonra, Kakzaun yolu ile ağır ağır
Ahlata gidilmek üzere yola çıka. Kendisi ise Nahcivan yolunu tuttu, öyle bir sü-
rade Beceniye vardı ki, orada buna dair niyetinden bile haber alınmamıştı. Şeh
rin yakınında pusuya girdi. Yanında bin kadar kendi memlûk atlıları, mabcynci-
leri ve Şerefülmülk bulunmakta idi. Sabahleyin Beceni ahalisi hayvanlarını otlama­
ğa götürürlerken üstlerine çullandı, aldığı sürülerini önüne kata, Nahcivana kadar
sürdü. Orada pek iyi bir tosun bir dinara indi.
Nahcivana gidişten maksadı, kendisile evlenmek istiyen oranın prensesine
kavuşmaktı. Teehhül icra olundu. Sultan orada Horasan, İrak ve Mazendcran iş­
lerini yoluna koymak için birkaç gün eğlendi. Bütün bu hudut eyaletleri, divanla­
rının azası, büyük memurları, cinayet hâkimleri maiyedne gittiler. Çünkü Sultan
Ahlat muhasarası başladığı gibi buralarla muvasalanın kesileceğini kestirmişti. İş­
leri gördükten sonra bütün gelenleri yerlerine gönderdi. Yeni tevcihat için bir
115
irade çıkarmıştı, bunun icrasına memur oldum. Bir günde bana şu kâtiplik vazi­
fesinden 1.000 küsur dinar kazanç hâsd oldu. Diğer ^günlerdeki az kazancımın he­
sabını veremem.
Biz Nahdvanda iken birisi, Sermara Emiri Hüsamüddinin Merci Nahcivana
çıkageldiğini haber verdi. Bu Hüsamüddin, benim iyi dostlarımdan idi. Dostlu­
ğumuzu bir şey bozamazdı. Gelişi, hayatını tehlikeye koyacak bir şeydi. Bunun
için sıkıldım. Şerefülmülkün kendisine pek kızgın olduğunu biliyordum. Çünkü,
vaktile mabeynci ile birlik olarak Hüsamüddine saldırmış, haksız yere şerefine ta­
arruz eylemiş, meskenini yağmaya muvaffak olmuştu. Bunun tafsili uzun sürer.
Dostum için Sultanın gazabı, Şerefülmülkünkinden daha azdı. Çünkü Sul­
tanın mizacı affe maildi. Bundan dolayı Şerefülmülk ile aralarını bulabilmek için
kasabada kalmasını Hüsamüddine bildirdim.
Bunun için Şerefülmülkün yanına gittim, Hüsamüddinin geldiğinden bah­
setmedim. Ondan bir mektup aldığımı, bir miktar para ihsanile kabahatinin unu­
tulmasını rica eylediğini bildirdiğini söyledim. Hüsamüddinin evinde edilen yağ­
maya mukabil tazminat olarak 5.000 dinar verileceğine ve geldiği surette hayatı­
nın emniyette bulunacağına söz aldım. Geldiği gibi dostumu himaye edeceğine,
her şeyi unutacağına ve Sultanın affinc mazhar olacağına dair and içirdim. Bu ye­
minden emin olduktan sonra Hüsamüddinin şehir kapısında olduğunu bildirdim.
Bunun üzerine; "Beni aldattınız” diye haykırdı. Sonra mabcyncilerine ve sair
adamlarına Hüsamüddini istikbal etmelerini emretti, ben de içlerindeydim. Hemen
sulh oldular. Şerefülmülk yemininde durdu.

Q/ SEKSEN DÖRDÜNCÜ FASIL


I Sultanın Ahlata gidişi, şehrin muhasara ve zaptı.

Ahlat üstüne ordu yürüyüşte Sultandan evvel davranmışa. Şehre bir konak
mesafe yaklaştığı zaman Sultanın Nahdvandan gelmesini bekledi. Sultan orduya
girdiği zaman lzzüddin Aybekten bir adam geldi. Bu şehirde Meliküleşref Musanın
kaymakamı idi. Hacip Aliyi tevkif ettiren bu idi. Elçisi zeki ve ihtiyar bir Türktü;
adım unuttum.
izzüddinin takdim eylediği mektubun büyük kısmı mütcvazıane ve sadıkane
idi. Sonra şöyle diyordu: "Meliküleşrefin bana Hacip Aliyi tutmak emrini verme­
si, bunun sırf Sultana karşı hürmette kusur, etmesinden, davetsiz olarak Sultan me-
malikine ayak atmasından dolayı idi. Şimdi ben Ahlat kumandanıyım. Sultana
karşı sadakat, hürmet göstermeğe ve arzularının icrasını temin eylemeğe memu­
rum. Ben onun muavinlerinden ve hizmetkârlarındanım ve memalikinde bulunan
askerlere iyi bir misal göstereceğim.
lzzüddin böyle yaltaklanmakla Sultanı taarruz ve intikamından vazgeçirmek
116
sevdası ndaydı. Fakat buna muvaffak olmak şöyle dursun, ağır bir cevap aldı. Sul­
tanın o cevaplarından birisi de şöyleydi: "Affimi kazanmak istiyorsanız, bana Ha-
cip Aliyi gönderiniz”. Elçi Ahlata varır varmaz Hacip Ali öldürüldü. Sultan yo­
luna devam etti. Sur haricine kondu, taarruza başladı. Herbiri sekiz kişi ile idare
olunan on iki mancınık kurdurdu.

~X SEKSEN BEŞİNCİ FASIL


Ahlat muhasarası esnasındaki hadiseler.

Birinci hâdise: Süvari cenerali olan Cibal Emıri Nusradüddin, o zaman pek
ziyade Sultanın gözünde olan hanlardan Auter Hana kızkardeşlerinden birisini ver­
mişti. Şu karabete güvenerek çatmak için Sultanın bulunduğu yere geldi. Bu hu­
susta Şirvan Şahı misal almış ve onun gibi izzet ve ikram göreceğini ummuştu.
Saraya gelip, bilhassa kıymetli incilerden ibaret hediyesini takdim eder et­
mez Auter Han bundan yüzçevirdi. Karısının diğer bir kardeşini iltizam eyledi ve cc-
neralin hapsedilip yerine berikinin getirilmesini Sultandan rica eyledi.
Ceneral prangaya konuldu. Rütbesi, parası elinden alındı; ta Sultanın Sel-
çukilere karşı muharebeden bozgun geldiği güne kadar hapiste kaldı. Ondan son­
ra hürriyete kavuştu. Bunda kardeşinin umulduğu kadar sadakat göstermeyişi amil
oldu. Ceneral evlendikten sonra memur olduğu memlekete gitti, orayı kardeşinin
elinden aldı.
Sultan bu cenerali henüz Ahlat taraflarında mahpus iken beni yanma gönder­
mişti. Nezaretine memur olanlar Nusradüddin gizli bir şey bildirmek için. Sultan
maiyetinden emniyetli birisinin gönderilmesini istemişti. Karşısına vardığım gibi,
hapiste çektiklerinden, zincirlerinin ağırlığından, hakkında Sultanın iyi sözlerinin
tahakkuk etmediğinden şikâyet eyledi. Sonra Auter Hanın kendisinden aldığı para­
lan, mücevherleri saydı, bunları Sultana takdim etmek, affettirmek bahanesile al­
dığını, sözlerinde durmadığını söyledi. Hep bunları Sultana söyledim, merhame­
tini celbettim; Sultan bunun hakkında ettiğinden nadim olduğunu, kendisini bu
yola sevkedenleri takbih ettiğini yüksek sesle söyledi. Bunun üzerine cencralin kur­
tulması yaklaştığına hükmettim.
Diğer hadise: Sultan Mehmedin ilk kızı Han Sultan, Türkân Hatunla bir­
likte esir edilmişti. Cuci Han bunu kendi payına ayırmış, anne yapmıştı. Cuci öl­
dükten sonra, kardeşi Sultana Moğolların haline ve aldıkları tertibata dair malû­
mat verdi. Ahlat muhasarasında iken babalarından kalma bir mühür yüzük tak­
dim etti. Bu yüzük takdime tavassut edene vasıtai şükran oldu. Sultan kendisin­
den olan çocuklara Hakanın Kur’an okutmağa müsaade ettiğini bildiriyordu. "Ha­
kan, diyordu, şevketinizi, mertebenizi, memleketinizin vüs’atini öğrendi, sizinle sah-
117
rıyet akdcylcmck arada Ceyhun hudut olmak üzere sulh etmek emelindedir. Neh­
rin öte tarafı sizin, beri taraf onun olacak. Kuvvetiniz oldukça taarruz ve hücumda
devam ediniz. Galip olduğunuz takdirde istediğinizi yaparsınız. Aksi takdirde Mo­
ğolların size ettikleri muslihane teklifleri kabul ediniz.” Ahlat muhasarasile pek
meşgul olduğu için Sultan bu teklifle pek uğraşmağa vakit bulamadı.
Münasebetin iadesine ve uyuşmağa bir yol açması memul olan bu teklife ce­
vap vermedi.
Başka bir hadise: Erzakınım (Erzurum) Hükümdarı Rüknüddin Cihan Şah
bin Tuğrul Sultana geldi, önce Meliküleşref namına ricada bulunmuştu. Bu su­
retle bu hükümdar hakkındaki vefasını ilân eylemiş ve kendisini matbu tanımış,
böylcce Hacip Ali ile bir fikirde olduğunu göstermiş, Celâlüddine karşı da husu­
metini anlatmıştı. Bütün bunları amcazadesi olan Konya Sultanı Alâüddin Keyku-
bat bin Kcyhusrcvc karşı olan düşmanlığından ötürü yapmıştı. Bir de şunu ilâve
eylemeli ki, Rüknüddin Celâl hanedanı hakkında başka fenalıklar da yapmış oldu­
ğundan bunların akibetinden korkuyordu. Bundan dolayıdır ki, Hacip Aliye Şe-
refülmülk aleyhine yardım etmişti. Sultan ordugâhına tüccarların gitmesine mâni
olmuştu. Hulâsa, Rum memalücindcn gelmekte olan Sultanın elçisi Sedidülmüridi
öldürtmüştü.
Rüknüddin, Cclâlüddin saltanatının parlaklığını, şevketini görünce, Ahlatın
sukutu yakın olduğunu anlayınca Sultana bir elçi gönderdi, affini diledi. Sultan
elçiyi efendisinin arzusu tahakkuk edeceği vadile iade etti. Şemsüddin Halimülbağ-
dadi adlı olan elçi, zeki, edip, irticale kadir bir şairdi. Rüknüddin geldiği gibi
Sultan kendisini bir günlük yoldan divan azasile birlikte karşılamasını Şerefülmülke
emreyledi. Şcrcfülmülk gitti. Ahlat, Malazkirt arasında bulunan Nazük gölü ke­
narındaki karargâhında geceledi. O gece Rüknüddinin çadırında sabaha kadar sü­
ren bir işret âlemine iştirak eyledi. Ertesi sabah akılları başlarına geldikten sonra,
Şerefülmülke 10.000 dinar değerinde hediyeler takdim eyledi. Rüknüddin Ahlata
girdiği gün, hanlar teşrifat sırasınca arzı tazimat eylediler. Sultan da kendisini at
meydanı methalindeki otağında ayakta bekledi. Cihan Şah at meydanına girdiği gibi
yere indi, yerlere kapandı, birkaç adım yaya yürüdü; bu esnada İnanç Hanın oğlu
mabeyinci Bedrüddin Tutak, Sultan namına geldi, ata binmesini teklif eyledi. Ci­
han Şah tekrar ata bindi. Bir tâbi vaz’ınt aldı, Sultanın yanına geldi. Sultan ken­
disine koştu, bağrına bastırdı, o da onun elini öptü. Sonra Sultan kendisine vanın-
da durmasını işaret etti. Cihan Şah Sultanın sağ yanına geldiği esnada otağın di­
rek ve bağları çözülüp yıkıldı. Halk bunun iki hükümdar hakkında uğursuzluğuna
hükmetti; hem de öyle oldu.
Cihan Şah, Sultana tazimat için birkaç gün kaldı, o da sohbetinden haz duy­
du, mahzuziyetini izhar için maiyetindekilere on sekiz kürk dağıttı. Bu iftihara na­
il olanlardan birtakımına haşeler, dizginler, tuğlar dağıta. Sonra memleketine git­
mesine müsaade verdi. Tedarik edebileceği muhasara aletlerinin de Ahlata gönde­
118
rilmesini de rica eyledi. Cihan Şahın gönderdiği büyük tatar sapanına “Katapult”
Kara Boğra adı verildi. Bundan başka kalkanlar, yaylar ve birçok ok gönderdi.
Diğer hâdise: Sultanın oğlu Kıymar Şahın ölümü. Bununla meşgul olan
kimse, Eyyubiye Prenslerinden Şehabüddin Süleyman Şahın hemşiresi idi. Bu pren­
ses şu şartlar içinde Sultanla evlenmişti: 621 (1244) de Bağdat ve civarını harap
edip avdet ederken, yukarda zikrettiğimiz kaleye uğramış, yanında haremi olma­
dığından kendisine küfüv olabilecek bir kadının gönderilmesini istemiş idi. Şifa­
hen okuyuculuğa giden kimse Siracüddin Mahfuz adlı bir bende idi; kale muhafızı­
nın şu cevabını getirdi: "Burada Sultana lâyık karımdan başka kadın yoktur".
Sultan pek kadıncıydı, bunun için perhiz bilmezdi. Bu sebeple kendisine böylece
takdim olunan kadını o gece aldı. Kadını şehirde bıraka, kendisi yola çıktı, ara­
dan çok zaman geçmeden bir uşak vasıtasile gönderdiği haberde o geceden gebe
kaldığını bildirdi. Bunun üzerine Sultan kadım yanına getirtti, orada Kıymar Şahı
doğurdu. Üç yıl ömür süren bu çocuk zeki, sevimli ve lâtif idi; Ahlat hisarı önün­
de öldü. Bu çocukla Sultanın kızının sütninesi uğraşıyordu, Faris hükümdarının
kızından şüphe etti, o zehir içirdi dedi. Doğrusunu Allah bilir.
Başka bir hâdise: Ahaş Mülkün oğlu Duş Hanın vefau: Sultanın dayısının oğ­
lu olan Ahaş Mülk Isfahan suru önünde cesaretle mukavemet gösterirken ölmüştü.
Bundan dolayı Duş Ham, Sultan bir oğul gibi yetiştirdi, görenler bunu kendi oğlu
sanırdı, çünkü Sultan tarafından Ahaş Hana verilen ve bu çocuğa aııa ulaıı cariye
dokuz ay geçmeden doğurmuştu. Her ne ise Sultan bu çocuğu oğullarına tercih
eyler, her suretle ağırlar ve hürmetler ederdi. Duş Han Ahlat önünde hasta düşüp
öldüğü gibi, Sultan çok müteessir oldu, hatta hükümdarlık merasimini unutarak
kendi çadırından çıktı cenazenin bulunduğu odaya girdi, bunu gözlerimle gördüm.
Diğer hâdise: Hacip Sadüddin Hilâfet Divanından elçilikle geldi. Bu adam
birçok şeyler istemeğe gelmiş, eğer bunlar intaç edilirse Sultanın adlı sanlı emirle­
rinden ve musahiplerinden en ziyade hükümet işinde bulunanları birlikte götüre­
cek, divanda bunlara hil’at giydirilerek gene Sultan divanına geleceklerdi.
Divanın isteklerinden birisi, bundan böyle Sultanın Musul Hükümdarı Bed-
rüddin Lulu, Erbil Hükümdarı Muzafferüddin Gökbürü, Eyyubiye hükümdarların­
dan Şehabüddin Süleyman Şahı, Cibal Hükümdarı Alâüddin Pehlivan bin Hezar
Esbi Divan Hilâfete tâbi sayarak kendilerine Sultan tarafından emir verilmemesi
idi.
Diğer talep şuna dair idi: Büyük Sultan (Celâlin babası) Bağdat üzerine te­
veccühteki tasmimini bitirmeden Hcmedan dağlarından avdet ettiği zaman, bütün
kendi memleketinde halife adına hutbe okunmasını menetmişti; bu hal devam ey­
lemişti. Bununla beraber, imparatorluğa yeni ilhak olunan Erran, Azerbaycan ve
sairede hutbede halife ismi zikrolunur, ona dualar edilir, çünkü buralar Sultanın ba­
basının vefanndan sonra kendisine düşmüştür. İmparatorluğun eski eyaletlerinin
halkına gelince, bunlar aldıktan emre itaatle hutbe okutmamakta İsrar ediyor, di­
119
ğer şeylerle meşgul olan Sultan da buna bakmıyordu. Elçi şu talebi sürünce hemen
İmam Ebucafcrülmansur, Elmüstansırubiilah adına hutpe okunması için her tara­
fa tamim yazdırdı. İşler Divanı Hilâfetin arzusuna göre bitirildi, butpenin Halife adı­
na okunması, yukarda adlan geçen zeavtın halifeye tâbi oldukları tasdik edildi.
Sonra elçiye ruhsat verildi, yanına da mabeynci Bcdrüddin Tutak bin İnanç katıldı.
Bu zatın Türkler arasında bir eşi yoktu; ince, sevimli, hünerli, nafiz, bir
kişi idi. Güzel yazı yazar, farisî şiirden anlar, san’ate muvafık olup olmadığını se­
çer idi. Yaşının az ilerlemiş olmasına rağmen henüz genç olduğu halde, teşrifatı
ve saray merasimini pek iyi bilirdi.
Sultan, bana huzurunda Divan için bir muhtıra kaleme almamı emretti. Bir­
çok noktalardan bahsedilen bu muhtıranın sonunda Hilâfet Divanına giden mabe­
yincinin hususî merasimle kabulü hakkında, istisnaî muamele ifası, diğer hüküm­
darlardan gelenlere edilenden ziyade ikram edilmesi yazıldı. Bu ariza kabul olundu.
Mabeynci bana şöyle hikâye eyledi: "Sultan bana Halifenin veziri olan Ve­
zir Mücyyidüddinülkummînin elini öpmemi ve ona hürmette bulunmamı irade ey­
lemişti. Bu suretle onun hakkındaki husumetini göstermek isliyordu. Aldığım ira­
deyi ifa eyledim.
"Muvasalatımdan birkaç gün sonra, bir akşam, Dicle kenarında bulunan ika­
metgâhıma bir kayık yanaştı. İçinde bulunan, Mabeyinci oğlu Sadüddin, bana gel­
di, şöyle dedi: "Halifeye hürmet arzına gitmeğe hazırlanınız.” Hemen birlikte ka­
yığa bindim; fakat hamlacı bilmediğim bir dilde Sadüddine bir şeyler söyledi, ben
bir şey anlamadım. Sadüddin hemen başka bir kayağa atladı, ben yalnız kaldım.
Sebebini sordum, dedi ki: "Sandalın hususî olduğunu ve size tahsis olunduğunu
bilmiyordum.” Bunun üzerine kalktım, kendisine hürmetler takdim eyledim.
"Yola düştük, bir büyük kapının önüne geldik. Ben girdim, Sadüddin gir­
medi, eşiği aşmadı. Kendisine, neden bizimle girmiyorsunuz, dedim? Ilerbirimizin,
dedi, kendine göre mevkii var, ben burayı geçemem.” Bu kapının arkasında bir
uşak duruyordu. Beni başka bir kapıya götürdü, kapıyı çaldı, açıldı, girdim, bir
ufak kanape üstüne oturmuş ihtiyar bir uşakla karşılaşnm; önünde Kur’an ve bir
mum vardı. Elimi sıktı, oturttu, hoş geldin diye iltifat etti. Çok geçmeden beyaz
renkli, muhteşem kıyafetli ve terbiyeli başka bir uşak girdi. O da elimi sıktı, fari-
sice bin türlü muhabbet gösterdi, sonra elimden tuttu: "Kimin huzuruna varıyor­
sunuz, bilirsiniz diyor; onun yüksek mevkiini bilirsiniz, onun şevketini size tarife
hacet yoktur; ne suretle o yüksek zata hürmetlerde bulunacağınızı düşününüz; işa­
ret edeceğim yerde hemen yerlere kapanınız.” Bu mufassal tavsiyenin sebebi divan
teşrifatını bilmediğim sanıldığı için idi. Bağırarak: "Beni o kadar cahil sanmayın,
hernekadar Türk cinsinden isem de, bulunacağım yeri bilir, hürmet ve tevkirde
kusur etmem, yerinde vakarımı da muhafaza eylerim. Şu yerlere bin kere yüz sür-
sem, şu eşiğin tozlarına bulansam, lâzımgelen hürmeti ifa etmiş olmıyacağımı bi-
lirim,” Uşak sözlerimi beğendi, bana hürmet gösterdi.
120
Merdivenleri çıkıp ta kara perdeye gözüm ilişince, kılavuzumun işaretini
beklemeden secdeye kapandım. Bu halim beğenildi. O vakit pek karanlık bir ge­
cede su içinde semanın aksini andıran birçok ziyalardan müteşekkil bir koruluk
gördüm; vezir o zaman indirilmiş olan bir store önünde ayakta duruyordu. Ekse­
riya alnımı yere sürerek ilerlemeğe başladım. Vezirin hizasına gelip başımı kaldır­
dığım zaman, bir taht üstünde oturmakta olan Halifenin karşısında bulundum. Ve­
zire arapça birkaç kelime söyledi, o da bana doğru birkaç adım attı, kendisinin ön­
ce bulunduğu yere ilerlememi işaret etti. İlerledim, yere kapandım, işaret edilen
yerde durdum.
Bunun üzerine Halife bana döndü, Şehinşahın keyfini sordu. Cevap olarak
alnımı yere sürdüm. Halifenin sonradan söyledikleri hep güzel vaitlerden ve Sulta­
nın nef’ine ait şeylerden ibaret idi. Devrin bütün hükümdarlarından kendisini yüce
tucmak istediğini söyledi. Bunlar için yerlere kapandım. Sonra Sultanla evvelâ it-
tifaknameyi imzaladı. Vezir bunu bana verdi, ben de başıma koydum, yer öpüp
çıktım.
Halife, Bedrüddine parlak hediyeler vermiş, ve rivayete göre 10.000 dinar
da ilâve etmiş. Fakat bunları kendisinden duymadım. Sungur Tavil oğlu Emir
Fahrüddin, Hacibin oğlu Sadüddin, Bedrüddinle birlikte şahane bir kürk takdimine
geldiler. Sultan muhasara ile uğraşırken kışın Ahlata geldiler. Feleküddin "dih-
liz" denilen çadır kuruldu. Ata her biniş vc inişinde trampete çalınırdı. Fazla o-
larak, teşrifata riayet edilmiş olmak için, saraydaki yüksek mevkiine ve şeref ve
haysiyetine rağmen Sadüddin bin Elbacip kendisine mabeyincilik ederdi.
Halife tarafından gelenin getirdiği hediye ve hil’atlcri sayacağım: İki hil'at
şundan mürekkepti. Birincisi, bir setre, bir sarık, kabzası mücevher kakmalı bir
Hint kılıcı; İkincisi ise bir libas, bir sartk, bir cüppe, altın kakmalı üstü dinarlı
Hintkâri kınlı, kabzası kıymetli taşlarla murassa bir Karculu kılıcı, iki dizginli, ha-
şalı iki at ve tuğlar, bütün takımlar altın kaplamalı idi. Bir de bu atlar takdim
edilirken sekiz ayaktan herbirisinin tırnağına ikişer dinar ağırlığında birer altın
halka takıldı; 3) En nadir incilerle donanmış alan bir kalkan, bunun üstünde kırk
bir gök yakut ve lâl ve bunların ortasında kocaman firuze bulunuyordu. 4) Bizans
sateninden çul, haşaları Bağdat sateni kaplı otuz arap atı, her atın boynuna takılan
ipek yuların üscüne altmış halife dinarı tesbit edilmişti. Yirmi otuz gulâm, haşalı
binek hayvanlarile bu atların hizmetine tayin olunmuştu. Saten haşalı, alan ger­
danlıktı on hint kedisi; 6) Başlıktan inci işlemeli on doğan; 7) Herbirisi onar es­
vaplık yüz elli balya kumaş; 8) Altın çemberli beş amber yuvarlağı; 9) İki adam
tarafından götürülen beş alu arşın boyunda bir sabur ağacı; 10) Hanlara mahsus
on dört hil’at, bunların herbirisine dizginli, eğerli atlar, tuğ, altın kemerler vc Tif­
lis çuhaları ilâve olunmuştur. Halifenin fikrince bazı zatlar için birer alâmeti fari­
ka gibi telâkkisi lâzımgelen bu çomaklar ancak şu dört kişiye verilmiş idi: Ziya
121
Han, UJcg Han, Auter Han, Toğan Han; 11) Emirlere üç yüz hil’at. Bu hil’atle-
rin herbirisi birer libas ile birer sanktan ibaretti.
Şerefüddinin hil'ati şu idi: Kara bir sarık, bir elbise, bir üst esvabı, bir hint
kılıcı, iki topak amber, elli libas ve bir katır. Divan azasına yirmi hil’at verilmişti.
Her takım hil'at birer setre ile birer sarıktan ibaretti. Divan azasından olduğum­
dan arkadaşlarım arasında yalnız bana güzel bir ak katır, ekserisi Yunan satenin­
den veya Bağdat sateninden yirmi elbise ilâve olunmuştu.
Hilâfet Divanından Sultan dergâhına gönderilen nameyi okudum. Şu kelime­
lerle başlıyordu: Fahamctlû Şahinşah, sonra Şerefülmülküelmüştebir, sonra D i­
van azalarının nc adını, ne rütbesini zikretmiyor, vazifelerini yazıyor: Müstevfi,
müşerref, arız, nazır ilâh... bunların herbirerine birer setre ve sarık gönderildiği
yazılıyordu.
Bu esnada Şercfülmülkün bana az teveccühü vardı. Birtakım hasut ve gam ­
mazların sözlerine pek kandığı cihetle hakkımdaki fikrini değiştirmiş, teveccühünü
azaltmıştı. İşte bundan dolayı hil'at hususunda benim hakkımdaki kaydi okudu­
ğum esnada Sultana: "Neden dolayı buna arkadaşlarından ziyade itibar olunu­
yor? Bunlar hil'at ve sair iltifat noktai nazarından hep bir değil mi? Bu sebebin
farkı, dedi Sultan, pek açıktır. Çünkü divan hakkında nutuklarında en çok hürmet
gösteren, yazılarında merasime en ziyade dikkat eyliyen budur. Bir de Halifenin el­
çileri meclislerimizde bulundukları zaman divan azasından hiçbirisinin bu kadar
itibarı olmadığını görüyorlar. Divan azalan asla siyasetle meşgul olmazlar, onlar
mâliyeyi idare, varidatın toplanması, masrafın tahakkuku gibi şeylerle uğraşırlar.
Bundan dolayı bahsettiğiniz adamda bunlar arasında temas noktası yoktur.” Sulta­
nın bu cevabı, o ifşaatta bulunduğu fikri tatmin etmedi.
Halifenin elçileri Sultanın gelip kendilerini hazine civarına diktikleri çadır­
larında ziyaret edeceğini umuyor ve getirdikleri iki hl’atle kendilerine süs veriyor­
lardı, fakat böyle olmadı. Saltanat hâzinesi yanına bir otak kurulmasını ve bütün
hil'atlerin oraya götürülmesini irade eyledi, iki defa ata bindi, bu çadıra gitti, bir
günde Jki hil’ati giymiş oldu. Diğer zatlar da kendisini taklit ile hil’atlerle be­
zendiler.
Elçiler irat eyledikleri bir nutukta Ahlat lehinde söz söylediler; şehrin m u­
hasarasının kaldırılmasını dilediler. Sultan bu nutuk için bir kelime söylemedi;
fakat elçiler karargâhlarına gittikleri zaman, beni yanlarına itap için şu sözleri söy­
lemeğe gönderdi: "Halife namına bana söylediğiniz sözlere bakılırsa, benim mev-
kiimin yükselmesi, şevketimin artması, nüfuz ve iktidarımın kuvvetleşmesi ve asrı­
mızın bütün hükümdarlarına tefevvukum isteniyor. Siz ise bana Ahlat muhasarası­
nın terkini tavsiye ediyorsunuz, bu öyle zamanda oluyor ki, muvaffakiyet kuvvei
karibeve gelmiştir. Bununla bana getirdiğiniz hayırhahlık arasında bir tezat var.
Sultanın hakkı var diye cevap verdiler, hal, kendi dedikleri merkezdedir. Biz yalnız
122
muhasara uzar ve terkolurunak zaruri görülürse, kendilerine bu bapta bir mazeret
hasırlamak istedik.” Sultan bu özrü kabul eyledi, muhasara devam etti.
Elçiler Sultan yanında bulunduğu müddetçe Ahladılar hakaretten çekindi­
ler. Fakat elçilerin kendi haklarında araya girmediklerini ve gitmek üzere olduk­
larını anlayınca kaba kaba söylenmeğe başladılar.
Diğer hâdise: Amit (Diyarbekir) Hâkimi Mesuttan elçi gelişi. Elçi llmüd-
din Kasapessükkcr yani şekerkamışı adlı bir Türk idi. Yanında Mardin Hüküm­
darı Elmansur tarafından gönderilen bir zenci vardı. Elçinin de gelişi bir iş içindi.
Sultana arzı biat ve ihtiram. Bunlar giderken Sultan tarafından yanlarına katılan
elçi de bu iki hükümdrı memleketlerinde kendi adına hutpe okutmalarına davet
içindi. Şu suretle onların sadakatlerini denemek istiyordu. Bu elçiye Fıkıh Nec-
müddin Harzemiyi de kattı. Bu adam o iki hükümdarın yanında Sultanın arzu o-
lunmıyacak bir halde Anadoludan geldiği zamana kadar kaldı.
Başka hâdise: Ahlatın hali çekilmez, erzak pahalı, para nadir, açlık köpek­
leri, kedileri yiyecek kadar zor oldu, yirmi bin, bir günde şehri bıraktı. Bunlar aç­
lıktan öyle bozulmuşlardı ki, kardeş kardeşi, baba oğlu tanıyamaz olmuştu. Şerc-
fülmülk bunlara yiyecek verdirdi. Hergün kesilen öküzler bu zavallıların yüzlerine
bir damla kan vermiyordu, bunların çoğu öldü, kalanı öteye dağıldı.
Diğer vak’a: Merhum Sultanın öldükten sonra Abısükûn adasına gömüldü­
ğünü yukarda hikâye etmiştik. Sultan Ahlat muhasarasında iken Isfahanda onun
adına bir medrese yapmağı, cenazesini oraya getirmeği kurdu. Şu maksatla Isfaha­
na vaktile babasının oda uşaklarının başı olup cenazesini yıkamak hizmetinde bu­
lunan Mukarrebüddin Mehterimehterani gönderdi. Bu adam yaptıracağı medrese
içinde mezar olmak üzere bir de kubbe yaptıracak idi; bu kubbede saraylarda ol­
duğu gibi çamaşırhane, bir esvap odası, tuvalet odası, hayvan takımları buluna­
caktı. Kendisine peşin 30.000 dinar verildi, İrak veziri de tamamlanması için geri
kalan masrafı varidattan verecekti. Verilen talimatta kollu şamdanların, liğcn ve
ibriklerin alandan olması, kapıda haşa ve dizgini tamam tuğlu bir hizmet au bulun­
durulması da var idi. Mukarribüddin Isfahana gitti, işe başladı. Dört ay sonra bu
şehire vardığım vakit binanın bir adam bovu çıktığını gördüm.
Sultan Mazenderan mülhakatndan, Sarya şehri prensesi olan halasına bir
mektup yazdı. Babası Sultan Tekeşıin vaktile Mazenderan Hükümdarı Erdeşir bin
Haşana verip şimdi dul kalan bu prensese Sultan mektubunda bizzat yola çıkması­
nı ve yanına Mazenderanın prenslerini, emirlerini, büyük memurlarını alıp ada­
dan tabutu çıkartarak, Isfahandaki türbe beytine kadar hıfzedilmek üzere dünyanın
en müstahkem mevkilerinden olan Ardahana getirilmesini bildirdi.
Başıma yemin ederim, şu mektubu gönülden istemiyertfc yazdım; bundaki
fikir o kadar gülünç idi. Bu mektubun bana ilka eylediği fikirlerin bir kısmını
Mukarribüddine yazdım, fikrimi ona açtım. Sultan cesedinin Moğollar tarafından
yakılmadığını, çünkü oraya kadar giremediklerini biliyordum. Bunlar bütün Sul-
123

tanları bir ısıldan gelme zanneylcr ve bu münasebetle rasgeldikleri mezarlarının


kem iklerini yakarlardı. İşte bu itikattan dolayı Gaznede Yeminüddevle M ahm ut
bin Scbüktekinin kemiklerini çıkarıp yakmışlardı.
M ukarribüddin kendisine ettiğim teklifimin farkında olmadı, kendisine b u ­
nun vaki olmamış gibi telâkkisini rica eyledim, işler de düşündüğüm gibi olmuştu.
M oğollar aşağıda hikâye edileceği veçhile Amit tarafında Sultanla kozlarını pay­
laştıktan sonra Ardahanı muhasara eylediler, sonra Sultanın cesedini oradan çıka­
rıp hakanc gönderdiler, o da yaktırdı.
D iğer hâdise: Bir gün Mecirüddin, Yakup bin Meliküleşref Ebube-
kir bin Eyyup, Ahlat suru üstüne geldi, Sultanı söyleşmeğe davet etti. Sultan da
bu davetin hayırlı bir iş olacağına ihtimal verdi, k alk a gitti. Fakat sur alana v a ­
rınca M ecirüddin kendisine: "Vaziyet derin bir surene acıklıdır, bunun m ah ­
zurları ise meydandadır, iki tarafta inliyor. İsterseniz ikimiz meydana çıkalım, n e­
ticeye göre işi tesviye edelim? Sultan: Bu muharebe ne zaman olsun? yann sabah
diye M ecirüddin cevap verdi.
Ertesi sabah Sultan harp elbisesini giymişti. Bunu haber alan Şerefülmiilk
koştu, dedi ki: "M ecirüddin Sultanın asla dengi değil . Sultanın böyle bir te k ­
lifi kabulü de münasip olmaz. Bir de Sultanın hasmını yere sermekle um duğuna
nail olacağından emin olsaydım, bu muharebeyi sevinçle kabul ederdim. O m u v af­
fakiyetle beraber umduğunu ele geçirmiyeceğinc tam amile kaniim, çünkü m ecirüddin
hanedana mensup olm akla beraber bir k ıt’a kum andanından başka bir şey d e ­
ğil. Hakkınız var, dedi Sultan, fakat böyle meydan okunan harbi kabul etm em ek
nasıl olu r? Beni çağırdıkları zaman birinci olarak hasım üstüne atılmak lâzım iken
bundan sakınmak kabil m i?” diyerek Sultan anna bindi, Bitlis kapısına, yani m ev’i-
di m ülakata sürdü. Bunu gören A hladılar tahkir ve ok yağdırmağa başladılar M e­
cirüddin ise görünmedi Sultan da geri döndü.
D iğer hâdise: Bir gece Sultan beni yanına çağırdı. Orada bir acuze k a ­
d ın buldum . Bu kadın A hlattan gelmiş. M eliküleşrefin pek ziyade h ü rm etin i
kazanan Zckiyülâcemiden olmak davasile sahte bir m ektup getirm işti. S ultan bu
kadınla üç dille, türkçe, crmenice, farisice konuşuyordu. Zekiyüddin bu m e k tu p ­
ta M endefahiyelcrle sair askerleri dağıtm ak ve bunları Sultan tarafına çevirm ek,
şehri aldırm ak için 5.000 d in ar istiyordu. Buna m ukabil hemen yarın k endisine
vadi kapısı açılacak, o rad an şehre girilecekti.
Bu hususta Sultan düşüncemi sordu, beni mütehalik görmeyince bu teklife
neden hasım olduğumu sordu. Şehri almak arzusu o kadar büyük idi ki, kadına
hemen paraları vereyazdı. Kendisine dedim ki: «Kulunuz Zekiyüddin ile, elçilikle
buraya geldiği zaman görüştüm. Bu asrımızın en ince fikirlilerindendir. pek mahir,
doğru ve hatayı iyi anlar bir adamdır. Böyle ayıp ve cezayı davet eden bir işe karışa­
cağına ihtimal verilemez. Bu işin sonradan meydana çıkmamasını ve kendisinin
bednam olmamasını kim temin eyler. Zekiyüddin eğer kaleyi kendi başına tesli-
124

me muktedir ise şevketiû efendimizden istediği paranın birçok mislini alabilece­


ğini pekâlâ takdir eyler.»
Bu sözüm üzerine Sultan kararının zayıf olduğunu hissetti. Fakat Ahlatın
zaptı fikri kendisini istilâ etmiş olduğundan kadına boş yere 1000 dinar verdi.
Yeni bir alâmet gösterilirse üst tarafını da vereceğini kadına anlattı.
Kadın gece kalktı, şehre gitti. Hiç esası olmıyan bu havadis Ahlat askerleri
arasına yayıldı. Şehir halkından birisi İzzüddin Aybeyk Zekiyüddinin Sultanla mu­
haberesinden haberdar eyledi. İzzüddin, Zekiyüddini günahı olmadan idam ettirdi,
Sultan Ahlatı aldığı zaman serhenklerinden birisi bu kadını yakaladı, bulunduğu
tabakhaneden ihtiyar kocasile birlikte çıkardı. Kadın paralardan 300 nü yemişti.
Gerisini getirdi. Bunun boğulduğu temin olunuyor. Arada ne oldu ise zavallı Ze-
kiyüddine oldu.
Diğer vak'a: Gizli dilde iki mektup yakalandı. Meliküleşrefe hitap olunu­
yordu. Birisi İzzüddin Aybeyk tarafından, diğeri Mecirüddin Yakuptan idi. Sultan
bunları bana verdi ve lütfen hallinde yardım etti. Her ikisinde muhasaranın şidde­
tinden ve musibetliğinden şikâyet ediliyordu. Düşmanın havaya sihir yapnğmdan,
etrafa kar bu yıl yağmadığından bahsolunuyordu. Bir de Meliküleşreften Ahlat va­
lisi lzzüddine gönderilmiş gizli dilde yazılı mektup ele geçti. Bunun bir yerinde
şöyle deniyordu: «Gökten kar bulutlarını kaçırtan düşman sihri meselesi nekadar
korktuğumuzu gösterir. Eğer aklı başında düşünebilscydiniz herkes gibi bunun
Allah elinde olduğunu bilirdiniz. Yakında ordumuzla gelip sizi sıkıntıdan kurtara­
cağız, düşmanı Ceyhunun gerisine atacağız.
Diğer hâdise: Divan Reisi Şemsüddin Mehmedülmüstevfiyülcüveyninin vefatı
Bu adam işinde muvaffakiyet kazanan ve kendisine havale olunan mühim bir
yazıda rakiplerine galip çıkan büyük bir adamdı. Büyük Sultan şevketinin kemale
erdiği sırada bu memuriyete tayin edilmiş ve halefi olan Sultanımız tarafından
yerinde tutulmuştu. Kalemi ve sözü daima saf idi. İstikameti hasebile daima karışık
işlerden azak kalmışa. Ahlat muhasarası esnsında vefat etti. Beni çocuklarına vasi
tayin eylemişti. Tabutunun da Horasan nahiyelerinden Cüveyne naklini vasiyet
eylemiş idi. Çünkü burada doğmuş, ilk yıllarını burada geçirmiştir. Vasi­
yetini yerine getirdim. Sultan mirasına hiç ilişmedi. Bir şeyini almadı. Benim ve
kendinin ahbaplarımızla malini yerlerine gönderdim.
Divan riyasetine bunun yerine Cemal Alvvülırakî geçti, bu adam vezir Şcre-
füddin tarafından bazı divan işlerinin icrasına memur edilmiş, bazı mühim işler için
hâmisinin saraya daveti sırasında Cüveyninin vefatı vukua gelmesile yerine tayin
olunmuştur. Bu esnada Sultan veziri rehavet ve ihmalinden dolayı tekdir etmiş
idi. Çünkü Şerefin hırsızlığını ve hazinedarın suiistimalini biliyordu. İşte bunla­
rın sert bir reis ile önlerini kesmek için divanı riyasete tayin eyledi. Fakat sağlam
ve doğru bir efendi yerine aç gözlü bir arlan getirmişti. İşi hile, tehir ve teşvişten
ibaret idi. Divan azası yerlerinde kalmak için buna para veriyorlar, sonra verdikle-
125
f

rinin birkaç misli0* çıkarıyordu. Bu hal çok zaman sürdü. Bu Cemalin başlıca sui­
istimali, insanları0 hakkını iptal etmek, aidatım tehir etmek ve terakkilerine mâni
olmaktı.
Adiliğini gösteren ilk vesile şu oldu: Mabeyinciler yeni reisi yerine oturt­
mak için toplandıktan sırada Şemsüddin Tuğra! Şerefülmülke arzı tazimat
için gelmiş vezirin yanma oturmuş idi. Cemal içeri girer girmez Şemsüddinin elin­
den tuttu vezirin yanından ayırdı. İkisi arasındaki yerine oturttu. Tuğraî: Yaptı­
ğından utanmıyormusunuz? demesi üzerine:
«Burası benim yerim, buraya kim göz dikerse dedi onunla mücadele ede­
rim».
Diğer vak’a: Alamut hükümdarının veziri Alâüddinin esaretle getirilişi. Bu
nasıl oldu. Her yıl âdet olduğu üzere vezir her yıl Kazvine hâkim olan dağa
angaryaya tutulan ahali ile gitmiş kış için ot toplatıyor idi. Irak emirleri Gıya-
süddinin tahta çıkarılması teşebbüsünden Sultanın lsmaililere kızgın olduğunu iyi­
ce biliyorlardı. İşte bundan dolayı Seva mukataacısı Bahaüddin Sükker, vezir aley­
hine asker gönderdi. Harp etti ve kendisini yakaladı. Kendisini Ahlata gönder­
di. Oradan Tebriz civarındaki Dizmar hisarına naklolundu. Dört ay sonra da
idam edildi.
Diğer hâdise: Rum Selçukilerinden elçiler gelişi: Sultan Alâüddin bin Key-
kubat bin Keyhusrev, Çaşnigir Şemsüddin Altın Abe ile Erzincan Kadısı Kemalüd-
din Kâmyaz bin lshakı elçi göndermişti. Sultanın teveccühünü kazanmak için
hediyeler getirmişti. Bunlar otuz katır yükü saten, hatabi, kunduz, samur ve da­
ha kıymetli şeyler. Fazla olarak yirmi otuz kadar kul, yüz takımlı at, elli katır da bu­
lunuyordu. Elçi heyeti Erzincana vardığı zaman, Erzurum Hükümdarı Rüknüddin
Cihan Şah bin Tuğrul Rum Selçukilerine ve Celâlüddin saltanatına karşı düşman
ve Melikülcşrcfe karşı dostluğunu ilân ediyor, elçilerin geçmesine mâni oluyordu.
Elçi heyeti Ahlat muhasarasına kadar Erzincanda kaldılar, o zaman Erzurum hü­
kümdarı Sultanın hakimiyetini tanıdı. Bunlara yol verdi. Bunlar geldiler, hediye­
leri teslim etmek istediler. Hediyelerin takdimi için Sultanın tebaasından olan emir
ve saire hakktndaki teşrifata riayet edildi. Yani Şemsüddin Altın Abe yanında
mabeyinci olduğu halde diz çökerek bulunacak, mabeyinci de birçok adamların hu­
zurunda hediyeleri birer birer sayacak, elçilerin temsil ettiği hükümdar, Sultanın
küivü sayılmak istenmiyordu. Hükümdarın halisane muhabbet ve iyi komşuluğa
riayet hususumdaki arzusu da kabul edilmiyor, elçilere kabul edemiyecekleri şeyler
yükletiliyordu. İlk önce hükümdarlarının oğluna Sultanın kızının elini istiyorlar,
böylecc bütürj anlaşılmamazlıkları kaldırıp, iyi münasebetler kurmak istiyorlardı.
Buna iyi bir cevap verilmedi.
Erzurum hükümdarının haklarında gösterdiği müşkülâttan şikâyet ettiler.
Bunun hakkından ge'cnmek için müsaade istediler. Sultan buna kızdı. Şu cevabı
verdi: "Size teslimini istediğimiz şahıs bana karşı mecbur olduğu hürmette kusur
126

i
ettiğine şüphe yoktur. Fakat bu hususta Arap usulünce hareket etmiş. Şimdi
nim gibi bir adamın madununu, kanına susayanlara vermesi ayıptır. Bir gün
refülmülkün yanına girdim. Yanında Rum elçilerini oturmuş gördüm. Onlar
sert söylüyorlardı: "Eğer Sultan bana müsaade etse, yalnız askerimle gider, m

§
lckctinizi zapteylerim” diyordu. Bu söze, buna benzerlerini de ilâve etti. Elçiler
çıktıktan sonra niçin böyle yapağını sordum: "Metbulan dedim, dostluğunuzu ka­
zanmak için teşebbüs ediyor. Buna mukabil elçileri, uşaklar, azatlı köle gibi gön­
deriliyor. Bana gönderdikleri hediyeler, dedi, 2.000 dinar tutmaz.” Sultan Alâeddi-
nin elçileri muvafık cevap almadan, bir iş görmeden yerlerine gittiler. Sultan git­
melerine müsaade ederken yanlarına tarafından Taştender Cemalüddini Fercürru-
mîyi avctbaşı Scyfüddin Tart Abe ile Harzemli fakih Rüknüddini kattı. Rum ül­
kesinin ortasına vardıktan sonra onların elçileri ileri giderek bütün hüsnü niyete
müpteni olan tekliflerini kabul ettiremediklerini mctbularına arzcylcdilcr.
Şu hal üzerine Alâüddin hemen Meliküleşrefc Kemalüddin Kânıiyazı gön­
derdi. Sultanla güzel münasebetler tesis için edilen teşebbüslerden bir netice alın­
madığını ve kendisinin bundan ümidini kestiğini bildirdi. Sultan zorla yola getir­
mekten başka çare yoktur. "Şimdi bizim için, diyordu, yapılacak bir şey var, iki
bayrağımızı birleştirip hanedanımızı korumak.” Meliküleşref bunu beğendi ve ka­
bul etti. Sultanın gönderdiği elçiler Alâüddine varmazdan evvel Kemalüddin Kâ-
miyaz muahedeyi imzalamış, gelmiş bulunuyordu.

SEKSEN ALTINCI FASIL


\
iultan 626 (1229 sonu) senesi sonunda Ahlan aldı.
Ahlat muhasarası uzun sürmüş, kıtlıktan, musibetlerden çok kimse ölmüş,
kediler, köpekler yenilmişti.
Alanın, gümüşün kıymeti kalkmış, Ahlann sukutu burayı alan için bir
yük ve ağır bir endişe olmuş idi. Bu esnada İsmail Yuani gece adamlarından biri­
sini göndermiş, o da Sultana İsmail için Azerbaycanda bir mukataa verilmek üze­
re, şehri teslim edeceğini söylemişti. Sultan, Selmas mukataası ile birtakım Azer­
baycan kariyelerinin iradını elile imza edeceğine yemin etti. Haberci Ahlata girdi.
Vaitler de yerine getirildi. Sultan karargâhında herkes silâhlandı. İsmail surlardan
ipler sarkıta. Bunlara tırmanarak muharipler ve sancaklar içeri girdi, harbe hazır­
landı. Sabahleyin kıt'alar mancınığa karşı olan gediklere gittiler, taarruza başladılar.
Karmari kıt’alannın Ahlatta bulunan enkazı cesurane harbeylediler. Kulelerin
Sultan askerile dolu olduklarını, surlarda onun sancaklarının sallandığını gördük­
leri halde düşmanı defedeceklerine şüphe yoktu. Fakat kulelere yerleşmiş olan as­
kerler bunların arkalarını kestirdiklerinden mahsurlar mündefi olup kaçtılar.
Karmerya, Eset bin Abdullah gibi bütün ceneralleri kale civarında bulunduk­
ları yerleri terketmek istemediklerinden esir edildiler.
127
İzzüddin Aybek Eşrefi Melikülâdil Ebubekir bin Eyyubun oğullan olan Meci-
rüddiri ile Tacüddin iç kaleye çekilip müdafaa vaziyeti aldılar. Sultan Ahlan yağma­
dan esirgemek istiyordu. Fakat yanına gelen hanlar ve emirler: "Muhasaranın uzama­
sı askerinizi bitirdi; atlarını, bineklerini bitirdiler. Bunlan yağmadan alakorsa-
mz taarruz etmesi ihtimali olan düşmana karşı duramazlar. Bu keşmekeş askerin
dağılmasını, disiplinin gevşemesini mucip olur” dediler. Bunların böyle söz birliği
etmelerinin sebebi açgözlülükten, gayrimeşru mala konmak arzusundan ileri geli­
yordu. Bunda çok İsrar ettiklerinden Sultan üç gün bunların dizginini boş bıraktı,
şehir yağmalandı. Bu musibetler üstüne bir musibet ve karuyan yaraya tuz ek­
mek gibi bir şey oldu. Gizledikleri, gömdükleri şeyleri çıkartmak için halka işken­
celer ettiler. Askerlerin eline düşenler, en vahşiyane muameleye tâbi oldular. Sul­
tanın fethini temin için katliâm ettireceği şayiası tamamil yalandır. Fakat işkence
altında ölenlerin çokluğuna şüphe yoktur, böyle olmakla beraber kıtlık daha ziyade
adam öldürdü.
Mccirüddin ile Tacüddin iç kaleden çıktılar. İzzüddin Aybek adına Sultandan
aman dilediler. Kabul olundu. Ertesi gün İzzüddin de kaleyi terketti. Tahkir
alâmeti olarak Sultan hiddetinden İzzüddin Aybeke el öptürmedi. Uzun ricalardan
sonra ayaklarını öpmeğe müsaade eyledi. İzzüddin Aybekin aşiretinden bir Türk,
lzzüddinin dununda ve maiyetinde bulunan Mccirüddin ile Tacüddine el öptürüşü-
ne mülâhaza beyan etti. Sultan: "İnsan dilediğini sever, başka kaynlara bağlana­
maz.,, diye cevap verdi.
Bu üç zat her gün Sultanın sofrasında bulunuyordu. Mccirüddin ve Tacüddin
oturuyor, İzzüddin ayakta kalıyordu. Mcliküleşref Musanın hâkimlerinden mahpus
bulunan Alemiiddin Sencar Sultana muhafızı ile şu haberi gönderdi: "Sultan Ahlat
civarındaki Berkcri, Malazgirt, Bitlis, Eleşgirt, Van, Ustan gibi şehirleri muhasara
için askerlerini dağıtmağa başladığını işittim. Buna lüzum yok. Ne asker, ne de
azdk toplamak istemez. Bu şehirlerin bürün kumandanları ile İzzüddin arasında
bir parola var. Sultan bunu öğrenirse bunlar kendiliğinden teslim olunurlar. Bu
güne kadar İzzüddin bunlarla muharebede bulunuyor. Sultanın askeri geldiğini söy­
lüyor. Mukavemete teşvik eyliyor.
Sultan buna inandı. Ve İzzüddinden bu parolayı sordu. Bunun aslı olma­
dığına dair aldığı cevaba kanmadı. O mevki memurlarına bir mektup yazdırarak
teslim olmalarını yazdırdı.
Valilerin hiçbirisi bu şarta razı olmadı. Böyle mektupla maksadım ele ge­
çirmeden ümidini kesen Sultan lzzüddine pranga vurdurdu. Dizmar kalesine hap-'
sc gönderdi. Zavallı adam Sultanın Rum bozgunluğundan avdetine kadar orada
mahpus kaldı.
Bu aralık Meliküleşref ile sulh müzakeresi sık sık cereyan etmekte iken Sul­
tan lzzüddini mahpeste öldürttü. Şu tedbir ile bunun hapisten kurtulması, cezası­
nın hafifleştirilmesi gibi müzakerelere mahal bırakmak istememesinden ileri geldi.
128
lzzüddini böyle soğukkanlılıkla öldürmenin bir sebebi de bu zatın kendisini alenen
tahkir eylemesi, Sultam taklit ile Nöbeti Zülkarneyn çaldırması idi. H üsam üddin Kay-
mara gelince, buna zincir vurulmamış, şehirde bulunan sarayında yalnız hapsedil­
mişti. Bir gün muhafızlarından harem tarafına geçmek istedi İçeri girdi. M u h a­
fızları kapı eşiğinde bıraktı; sonra arkadaşlarının saray arkasında açtıkları bir de­
likten çıktı. Hazırlanan adardan birisine binip Meliküleşrefe kaçtı. Şu firard an
dolayı Esat bin Abdullahülmehrani idam olundu.
Erzen Diyarbekir Hâkimi Hüsamüddin Tuğrul da muhafızlarından biri ile
Sultanın kendisine emin olduğu bir adam göndermesini, onunla bazı şeyler b ildire­
ceğini söyletti. Sultan beni bu işe memur etti, o da bana şunları söyledi: " T a ra ­
fımdan yer öpünüz, şunİ3n kendilerine söyleyiniz. Ben şarklı (Hazer denizi şark
tarafı) bir yabancıyım. Taliin kötülüğü atalarımı buralara atmış, ben de şu m em ­
leket halkını, yani Eyyubileri bu işten mes’ut bir surette çıkarmak için her tedbire
baş vurdum. Onlarla birlikte, şarktan bir muvaffakiyet çıksın diye derin karan lık ­
larda kaldım. Fakat güneş çıktı, dünyayı aydınlattı. Ayaklarımın işgal eylediği yer
karanlıkta kaldı. Erzende zekâsı az, zihni sebatsız, fikri gayrimakul bir yeğen bı­
raktım. Sultanın hakkımdaki az maiyetini görerek avını ucuz bir pahaya satm asın d i­
ye korkuyorum. Eğer Sultan malımı müsadere edecekse, diğerlerinden ziyade o n u n
istifadesini isterim. Bunun için orası düşman eline girmeden, bir engel çıkm adan
bir adam gönderip malımı aldırmak münasiptir. Fakat Sultanın fikri büsbütün baş­
ka ise, kendi lehine yazılmış bir taahhütname vererek bunda Sultanın sancakları
orada sallandığı zaman buraların mülhakatile birlikte şimdiki emirler uhdesinde
kalacağı temin edilsin."
Sultana bu sözü söyleyip bazı izahat verdim, kabul etti. Hüsam üddin de ne­
zaret altından çıkarıldı. Ondan sonra Hüsamüddin hergün Sultanın kabul resim ­
lerinde bulundu. Bu bir tarafta, Mccirüddin ile Tacüddin karşı tarafta d u ru rlard ı.
Sonra Sultan kendisine tam takım bir kürk verdi. Yerinde ipkasına dair b ir fe r­
manla Erzene gönderdi. Mccirüddin ile Tacüddinin halini ilerde söyliyeceğiz.
Ahlat alınıp bu kuvvetli havadis memlekete müjde verildiği sıralarda büyük
Sultanın kullandığı elkabın kullanılmasını teklif ettim. Elkap şu idi: Sultan, T a n rı­
nın yeryüzünde gölgesi, büyük Sultan Teküşün oğlu Ebulfütuh M ehmet Hürlıan
Emirülmüminin. Sultan bundan müteneffir göründü. Şöyle diye re d d e tti: Büyük
Sultanın tabilerinden birisi kadar bir ordu ve hâzineye malik olursam, o vakit bu­
na benzer bir şey yazmanızı emrederim. Bu söz üzerine kızardım, sustum , çünkü
hakh idi. Filhakika kendisi babasımn şevketinin onda birine nail olm am ıştı.

^SE K SE N YEDİNCİ FASIL


Ahlatın zaptından sonra Sultanın buradaki hareketi.
Ahlatın zabıt ve yağmasından sonra, Sultan refahını arzu etti. F en alık ları­
na ilâç etmek, hali düzeltmek en büyük arzusu oldu.
129
Tahrip edildiğine pek acıyordu. Ne faidc? Siperlerdeki gediklerin kapatıl­
masına sarfolunmak üzere Sultan hâzinesinden dört bin dinar alınmasına müsaade
etti. Orhan Sermara mukataasını istedi. Bu da kendisine verildi. Sultan şu su­
retle buranın eski mültezimi olan Şerefüddin Ezdere ki, memuriyetinde gösterdiği
ihmalden ve Ahlat muhasarası müddctince taahhütlerini ifada vukuagetirdiği teah-
hurdan dolayı mücazat etmek istedi. Bu ta muhasaranın başlangıcında saraya gel­
miş, fakat aradan birkaç gün geçer geçmez memleketine dönmek üzere müsaade is­
temiş, buna da maalkcrahe müsaade gösterilmişti. Şerefüddinin amcazadesi Hüsa-
muddin Hızır Ahlat muhasarasında bulunmuş, sonra Ercişe gitmişti. Burayı muha­
saraya almış, halkını itaate davet etmiş ve Sultan Ahlau almazdan evvel burayı el­
de ederek ordunun iaşesini şu suretle temin eylemişti. Şu hareketi pek iyi bir tesir
vücuda getirmişti. Scrmaranın Orhana tevcihi hakkındaki iradeyi aldığım zaman
buranın Hüsamüddin Hızıra verilmediğine teessüfler etmiştim. Orhanın o tevci­
hini o gün bir tarafa bırakmış, yazmak istememiş, divandan çıkar çıkmaz dostum
Hüsamüddin Hızıra koşmuş idim. Kendisine işi anlattığım vakit çok şaşaladı. He­
men ağlıya yazdı. Bana:
"Atalarım Sermarada metfundurlar, buranın topraklan atalarım tarafından
ihya olunmuştu. N e çare?” dedi. "Elinizden geldiği kadar dedim, Sultana hizmet
ettiniz, onun davası için çalıştınız. Bundan dolayı size müteşekkir olduğuna şüp­
hem yoktur. Size hürmeti de var, burayı siz isteyiniz, reddetmiyeceğine eminim.”
Başını eğdi, uzunca düşündükten sonra "Bana dediğinizi yapmama bir mâni var.
O da Şerefüddin Ezdereye karşı minnettarlığımdır. O bana en müşfik bir baba gi­
bi baktı, büyüttü. Bununla beraber bu gece düşüneyim, işi iyi muhakeme edeyim,
neticeyi yarın size söylerim.”
Bunun üstüne ayrıldık. Ertesi sabah bana geldi. Arzuhal sunmağa hazır­
lanmıştı. Dünya menfaati zihnini çelmiş, vazifesini ihmale, kendisini nankörlüğe
şevketmiş». Bir maksadın istihsali için Şerefülmülkü kandırmak lâzımgeldğini bi­
lirim. Bunu Hüsamüddinc teklif ettim. Kabul etti. Verilen karar mucibince Hü­
samüddin on bin dinarlık bir senet verecek, memuriyetini aldığı gibi bu borcunu
ödiyccek. Şcrcfülmülk hemen bu işe koyuldu. İşi Sultana açtı ve benim de yardı­
mımla iş neticelendi. Çıkan iradede Sermara, bütün tevabi ve kalelerile Hüsa­
müddinc tevcih olunuyordu. Yalnız şerefüddin Ezdere ile oğlu Hüsamüddin Isa-
nın elde edilmesi, yakalanması şartı ile.
Memuriyeti alır almaz, Hüsamüddin eski timarı olan Gukc gitti. Hüsamüd­
din gittikten az sonra Sultan, beni, ilerde söyliyeccğim işleri görmek için Iraka gön­
derdi. Hüsamüddini Gukte buldum. Beni pek hürmetle misafir etti, hediye olarak
atlar, katırlar, kumaşlar, doğanlar ve bir köle verdi. Çocuklarının sünnetinde bu­
lunmak bahanesile Şerefüddin ile oğlunu davet eylediği halde gelmediklerini söy­
ledi. Yalnız siz, dedi, bu işte bana yardım edebilir ve tamamına erdircbilirsiniz.
O aralık Şerefülmülkün memurlarının geldiğini gördüm. Bunlar Hüsamüd-
C elâl — 9
130
dinin Sermarayı alır almaz vermeği taahhüt eylediği paralan almak için lâzım olan
evrakı hâmil idiler. Bu az munsifane ve cahilâne ve biraz muhakkirane idi. Bu­
nun üzerine arkadaşlarımdan birisini Şerefüddin ile oğluna gönderdim, şunu dedirt­
tim: Sultan hakkınızdaki fikrini değiştirdi. Kendi hakkında vazifede kusur ettiği­
niz ve kendisine yardım etmediğinize kanidir. Emir Hüsamüddin Hızır ile olan bir
mülâkaamda kabahatinizi ve bunun affi çaresini konuştuk. Binaenaleyh, gidin,
Emir Hüsamüddini bulun, size söylemesi için kendisine havale ettiğim sözü dinle­
yiniz. Affiniz için en iyi çareyi birlikte müzakere ediniz.
Bundan sonra Iraka doğru gittim. Şerefüddin ile oğlu gönderdiğim haberi
alır almaz, Hüsamüddinin yanma gittiler. O da hemen onları tevkif ettirdi. Ser-
maraya sahip oldu. Bu havadisi Tebrizde iken aldım.

SEKSEN SEKİZİNCİ FASIL


Ahlatın zaptından sonra Hilâfet Divanından elçi gelmesi.

Sultan, Halifenin elçileri Fcleküddin ve Sadüddin tarafından getirilen halk


gittikten sonra bunlara Imrahor Necmüddin Avdek, Ccmalüddin Aliyülırakiyi ka­
tarak aldığı hediyelerden dolayı Halifeye tarafından teşekküre gönderdi. Bu iki
adam, Halifeye tatar atları da takdim etmeğe memur idiler. Sultan bu atlara çok
kıymet takdir ediyor, bunun için hediye olarak takdime lâyık görüyordu. Bu el­
çiler geri gelirken, Halife de bunlara Muhiddin bin Elcuzi, Sadüddin bin Hacibi
kata. Şu dört elçi, iki kola ayrılmak emrini aldılar.
Kolun biri Sultan tarafından gidip geri dönenler idi. Bunlar Azerbaycan
yolunu tuttular.
Hilâfet Divanından gelecek olanlar ise evvelâ Mcliküleşrefc gideceklerinden
Harran tarafına yöneldiler. İşler öyle cereyan etti ki, Halife elçileri geldikleri za­
man, Ahlat alınmış bulundu. Bu münasebetten şehirde elçilere yiyecek tedarikine
imkân yoktu. Müttefikan bu hali Sultana arz ile ne yapılmak lâzım olduğunu sor­
du. "Ben, dedi, onların işini çabucak bitirir, yedi günde sepetlerim. Bu müddet
içinde onlara erzak yerine hâzineden para gönderin, pintilik etmeyiniz” Bunun
için erzak fiyatları tetkik olundu. 2.000 dinar verilmesi kararlaştırıldı. Sultan
2.500 dinar verilmesini münasip gördü. Bu parası vermeğe memur oldum. Mai­
yetime de Irak Kaymakamı Muhtesüddin bin Şerefüddin verildi. Yedi gün bitme­
den evvel Sultan iki elçinin işlerini bitirdi. Bunlar Mclikülâdil Ebubckir bin Ey-
yubun oğullan olan Mecirüddin ile Nakiyüddini birlikte hilâfet divanına götürme­
lerine müsaade rica eylediler. Sultan büsbütün reddetmedi, münasip gördü. Yal­
nız Nakiyüddine müsaade eyledi. Elçilerin gitmesine müsaade ettikten sonra Ma-
lazgirde gitti. Şehrin muhasarasına Irak ve Mazendcran ordularile Şerefülddini ta­
yin etti.
131

SEKSEN DOKUZUNCU FASIL


Sultanın Rum diyarını (Anadoluya) gidişi, orada verdiği harpte
Selçuk ve Suriyelilerin müttefik ordularına karşı bozuluşu.

Sultan Ahlatı almış, Malazgirt muhasarasına hazırlanmış olduğu sırada, Er­


zurum Hâkimi Tuğrul oğlu Riiknüddin Cihan Şah, ikinci defa olarak Sultan der­
gâhına geldi. Sultana kendi aleyhine Rum Selçukilerile Suriyeliler arasında ittifak
ettiklerini bildirdi ve ilâve olarak dedi ki:
Benim fikrim iki taraf birleşmezden evvel teşebbüslerinin önüne geçmektir.
Bunun için hazırlanmazdan evvel herbirisinin ayn ayrı işlerini görmektir.
Sultan bunu kabul etti, münasip gördü. Aralarında verilen karara göre,
Rüknüddin beş gün sonra Erzuruma gidecek, bütün ordu ile Harput üstüne yürü­
yecek, orada iki düşman ordusundan hangisi evvel hareket ederse müttefikine ka­
vuşmağa mahal bırakmadan onun üstüne çullanacaktı. Sultan bu müzakerede iken
beni çağırttı. Dedi ki: Kardeşim Rüknüddine Harput eyaletine tâbi olan Keneayım
ve Hcrisinin timannı tevcih eylediğimi yazınrz. Yazıp bitirdiğim gibi Sultana tak­
dim eyledim, imza etti. Rüknüddin ayağa kalka. Yere kapandı. Sonra yola çıka.
Sultan ise çavuşlar vasıtasile hareket işareti olarak emirlere kızıl oklar dağırardı.
Ordularda içtima emri verdi. Sonra Harputa doğru gitti. Ordunun toplanmasını
bekledi. Bu esnada ağırca hastalandı. Yatağa düştü. İyileşeceğinden ümidini kesti.
Hastalığı esnasında emirler, hanlar memleketin herhangi bir tarafına verilecek işa­
rette gitmeğe hazır olarak ikametgâh kapışım beklediler. Eğer Sultanın öldüğünü
haber alsalardı, herbirisi zihninde kurduğu yeri benimsemeğe koşacaka. Bugünler­
de Erzurum Hükümdarı Rüknüddin hareketi tacil için mektup mektup üstüne ya­
zıyor, iki düşman ordusunun birleşmek üzere yürümekte olduklarını bildiriyordu.
Fakat Sultanın bu mektuplardan haber alacak ve ona göre hareket edecek hali
yoktu. Hastalığı biraz hafiflediği zaman ise birleşmiş bulunuyorlardı. Bu halde
de meş’um fikirde sebat etti. Sultan Şerefülmülkü Irak ve kendi ordusile Malaz-
girte bırakmışa. Hoy tımarına sahip olan Tekin de Berkari önünde bulunuyordu.
Erran, Azerbaycan, Irak ve Mazenderan ordularının bir kısmı memleketlerine git­
meğe izin verilmiş idi. Sultan ihmal ve teseyyüp ederek bu askerleri davet etme­
miş idi. Konak yerlerinden alınabileceklerden hiçbir istifade etmeksizin Sultan
yürümeğe devam etti, 2.000 kadar atlıyı Auter Han maiyetinde ileri sürdü. Yasçu-
manda Erzincan ve Harput kalelerile temas edildi. Vukuagelen harpte zehirli har­
bilerle birçok bağırlar delindi. Birçok yüzler parçalandı. Rum askeri kaçırıldı, te­
lef edildi. Buna dair Melikülmuzaffer, Şehabüddin Gazi bin Melikülâdilin şu söz­
lerini işittim: "Sultan Alâüddin Keykubat kendisine mülâki olduğumuz zaman de­
di ki: Şu gördüğünüz kıt’alar hiç te düşmana mukavemet için güvendiklerim değil­
132
dirler. Güvendiğim adamlarım, alplerim, askerlerim şark ordusundalar. Bunlar
da yakında geleceklerdir. Lâkin şu korkunç haberi aldığı zaman ne yapacağım şa­
şırdı. Ağzı, dili tutuldu. Geri çekilmek, boğazlan muhafaza etmek düşüncesinde
karar kıldı. Nihayet ısrarımız üzerine cesarete geldi. Beklenilen meydan muhare­
besine hazırlanmak için ayrıldığımız zaman o bunun o kadar yakın olacağını um­
muyordu. Enesi sabah düşman taburlan sökün etmeğe başladılar. Geleceklerini
pek ummadığımız bu kıt’alar gelir gelmez, harp nizamına girdiler. Bunlar hemen
harbe girişselerdi bizim için mukavemete imkân yoktu. Hemen atlara bindik, asker
de tertibat aldı. İki ordu harbe giriştikleri gibi Sultanın sağ cenahı, düşmanın sol
cenahına galip geldi. Üzerinde yerleştiği bir başarı elinden aldı.
Düşmana iltihak eden bir takviye kıt’ası sayesinde Sultanın sağ cenahı te­
peden tardedilerek ovaya indirildi, orada birçok hücumlara maruz kaldı. Sultanın
ordusu dayanamadı, ceylân sürüsü gibi dağıldı. Düşman galebenin bu kadar çabuk
olacağını ummuyordu. İlk önce bunu bir hud’ayı harbiye sandı. Aradan çok geç­
meden esirler, ganimetler gelmeğe, askerin kaçışı görülmeğe başladı. Bunun üze­
rine firarileri takibe koyuldular. Bu takip en ıssız yerlere kadar sürdü. Yalnız
Türk ve Araplar atlarile kaçtılar. Sultanın maiyetinden llek İlan, Atlasmelik ve
daha birçok zabitler esir alındılar. Rum Sultanı bunların boyunlarını vurdurdu.
Erzurum hükümdarı da ölürccsine harpten sonra tutuldu zincire vurulduktan sonra
boynu vuruldu. Bu zavallının ölümüne acınır.

DOKSANINCI FASIL
Meliküleşrefin Ahlata girişi, Sultan nezdinde sulh teşebbüsünde
bulunuşu, bu husustaki hüsnü niyeti.

Meliküleşref, Sultan Alâüddinle vedalaştıktan sonra askerinin bir kısmı ile


Ahlata g itti Mağlûbiyetinden sonra Sulun sürünerek Malazgirte kadar gitmiş, o-
rada kurduğu mancınıklarla şehri sıkı bir surette muhasara eden Şercfülmülkü bul­
muştu. Malazgirt ahalisi hiç beklemedikleri bir surette dertten kurtuldu. Çünkü
Sulun Şerefülmülkü Ahlata gönderdi, şehre varır varmaz götürülebilecek şeylerin
hepsini yükletti. Geri kalan serveti nakit ve nakliye vasıtası olmadığından yaktır­
dı. Ahlattan Azerbaycana hareket eyledi. Sekmanabada vardığı zaman burayı her
müteamza karşı müdafa için Şerefülmülk ile bütün İraklıları keşif kolu olarak bı­
raka. Kendisi Hoyda yerleşti. Bellibaşlı sadık Türklere ve hanlara gelinet, hiçbi­
risi arkadaşından ve Sultandan ayrılmak istemedi ve çabuk yürümek için her ko-
naku nakline mecbur oldukları eşyayı bırakarak yüklerini hafiflettiler. Böyle dar­
madağınık olduktan halde Mukana geldiler ve Sultanlarını tehlikede bırakalar.
Meliküleşref Şerefülmülkün Sekmanabatta olduğunu haber alınca onunla muhabe­
reye başladı. Ona şöyle dedirtti: "Senin efendin islâmın ve müslümanlann sulu-
133
nıdır. O, onların istinatgahıdır. Onlarla Moğollar arasında hail ve engel odur.
Babasının vefatı, islimin azametine ve dinin terakkıyaana dokunmadığını bilmez
değiliz. Onun da sukutu, islimin düşmesi ve kendisine gelecek her fenalığın bü­
tün dünyaya şamil olduğunu biliriz. Sen ki saadet ve feliketin tadım tatmışsın.
Efendilerini bizimle bir bayrak alana toplamak, bizi en eminli yola götürmek ve
en doğru caddeye götürmek istemez misin? Her halde bizim için şerefli bir mevkie
ve iradei ilâhiyeye götürecek olan dostane uzlaşmaya onu ikna etmiyorsun. Bana ge­
lince Alâüddin Kcykubat ve kardeşim Melikülkâmil nezdinde arzu eylediği her tür­
lü müzaheret, muhabbet ve hürmeti bulacağına, bütün münasebaan kesilmesine ve
husumetin vukubulmamasına çalışacaklarına kefalet eylerim." Bu ve buna benzer
nutuklarla hüsnü münasebet tesisine muvaffak oldu. Çünkü cidden iyi bir kalple
hareket etmişti. Sultan da bu teklifleri kabul etti. Birçok elçiler gidip gelerek
sulh kararlaştırıldı. Meliküleşrcf tarafından gönderilen son elçi Şemsi Tekriti idi.
İlerde söyliyeceğim bazı meselelerin halli için Ahlata gidip, oradan gelirken
Tckritiye Tebrizde rasgeldim. Ahlat işlerine karışmıyacağına dair Sultandan söz
almış, fakat Alâüddine karşı yeminli bir taahhüdü reddeylemişd. İşte bundan do­
layı Tekcrtili orada kalmağı uzatu. Onun çabucak gitmesini öğliyen Sultan, bir ay
muttasıl, kendisine, istediklerinizin hepsine and içtim, beni Sultam Rum ile kozumu
paylaşmağa bırak diyordu. Fakat Tekertili bir türlü işin arkasını bırakmıyor, Sul­
tana ant içirmeğe uğraşıyordu. Fakat Moğolların Iraka girdiklerine dair biribiri
ardınca haberler gelmeğe başlayınca Rum memalikine ilişmeyeceğine de yemin etti.
Sultan Meliküleşrefe Ahlat vak’asına karışmıyacağına dair ant içtiği zaman
hervakit Azcrbaycana ait sayılan Scrmarayı istisna etmişti. Tekertili, burada cmiri-
nin Meliküleşrefe dehaletinden dolayı bu istisnanın ref’inde ısrar eyledi. Bu Şc-
rcfülmülk tarafından ika olunan zulmün kaldırılması ve onun tarafından bir daha
bir tecavüz vukuunun men’i için elzemdir diyordu. Sultan, bunu ancak Mcliküleş-
refin adına terkettiğinc dair tahriri bir karar istedi. Tekertili bu teklifi kabul etti.
Matlup olan kararname geldiği gibi huzura çıkarak yer öptü. Onu takdim
eyledi.

DOKSAN BİRİNCİ FASIL


Iraka gönderilmeme ait mühim meseleler.

Bu meselelerden birisi şudur: Feleküddin lâkaplı birisi, Sultan tarafından


Ahlann zaptından sonra Alamut Hâkimi Alâüddin tarafından elçilikle gönderil­
mişti. Bu adam Ismaililere bağlanılan verginin bir kısmı olan 20.000 dinar getir­
mişti. Halbuki iki şıllık vergi tedahülde kalmış, getirdiği 30.000 den 10.000 eksik­
ti. Elçi bunları takdim ederken muhtelif bahaneler icat etmişti. İşte bundan dola-
134
yi Alamuta gitmeğe ve birçok ta işler görmeğe memur edildim. Meşgul olacağım
meselelerin İkincisi de şu idi:
Sultan bundan böyle Cibal Emiri lmadüddin Pehlivan bin Hezaresebi ve Ey-
yubilerden Şebabüddin Süleyman Şahı Divanı Hilâfete tâbi sayacağım ve bundan do­
layı üzerlerinde hükümet hakkı bulunmadığından onlardan yardım istemiyeccğinc
yemin etmişti. Fakat Irak Valisi Şerefüddin kendisine büyük bir hata işletildiğini
ve bunun tamiri elzem olduğunu anlatmış, peşiman ettirmişti. Bunu yapan da hep
Şcrefülmülk idi. Yukarda adlan geçmiş iki hükümdann Sultana itaati olmadıkça
Irakta hükümetin istikrarına imkân olmadığını ve bunlan gene idare altına alma­
nın elzem olduğunu Şerefüddin ispat eyledi. Böyle olmakla beraber o iki hüküm­
dann esas fikirlerini ve Sultana itaate meyilleri olup olmadığım iyice anlamadan
kendilerine bir şey yazılmamasını da ilâve etti. Samimî fikirleri ne olduğu anlaşılma­
dan kendilerine bir şey yazılmaması kararlaştmldıktan sonra, Sultan Isfahana bir
adam göndermek ve onun tarafından yazılacak mektuba cevap alındıktan sonra
bir karar almağı muvafık buldu. Bu iş için kur'a bana çıktı. Sultan beni bu işe
memur etti. İlk önce Isfahana gidip Irak valisi ile görüşmemi ve ondan sonra bu
iki hükümdarla muhabereye girişmemi ve eğer bunlar Sultana itaatte bulunurlar­
sa onlar ve Yezd hâkiminin verecekleri askerle ve Irak valisi ile Kazvine gitmemi
irade eyledi.
Oradan Alamuta gidecek, Alâüddinden hutpenin Sultan adına okunmasını,
vergi borcunun verilmesini istiyecektim. Eğer paralan vcrmcmczlik ederse, asker
memleketine girecek, yağma ve harap eyliyecekti. lstemiyerek bu seyahate çıktım.
Kazvine vanr varmaz orada Irak Valisi Şerefüddinin bir mabeyincisine rasladım.
Geçeceğim yol üstündeki valielre yazılmış olan bu mektupta hakkımda her türlü
kolaylıklar ve ihtiramlar gösterilmesi emrolunmuştu. Onlar da emrolunduğundan da­
ha ziyade bu hususa riayet eylediler. Isfahana bir konak mesafede bulunan Sine var­
dığım zaman valinin mabeyincilerinden birisi geldi. Bütün erkân ve ümera ve aha­
linin rikâbımda bulunabilmeleri için burada kalmamı söyledi. Ben buna aldırma­
dım, anma bindim, süratle hareket eyledim. Hemen valinin adamlarından birisi
geldi, atımın dizginini yakaladı, beni anan indirid. Böylece Şerefüddin, kadı, reis,
emirler, kibarlar, arkalarında birçok halk gelinciye kadar orada bekledim. Isfahana
28 ramazan 627 (10 ağustos 1230) da girdim. Orada Eyyubiye ve Cibal hüküm­
darlarına gönderdiğim zatların gelmesine kadar bekledim. Bunlar iki hükümdann
da Sultan itaatinde bulunmak arzusunda olduklanm ve adlanmn tabiiyet defterin­
den çizilmesinden müteessir bulunduklanm bildirdiler. Aradan çok geçmeden as­
kerleri de geldiler. Yezd Hükümdan Mahmut Şah ta bizzat geldi. Sonra Mahmut
Şah German Hükümdan Burak Hacibin kızı olan karısından bir mektup aldı. Bun­
da babasının Yezd üstüne yürümekte olduğu, şehrin muhafazasız oluşundan istifade
etmek istediğini ve bunun için kulağına bir söz girmek mümkün olmadığım yazı­
yordu. Şerefüddin ile birlikte Şah Mahmudun Yezde dönmesini münasip gördük.
135
Mahmut Şah bana veziri Safiyüddin vasıtasile 1.000 dinar, atlar ve kumaşlar verdi.
Hemen ben de İrak valisi ve gelen askerle Alamuta en yakın bir şehir olan Kazvi-
ne hareket ettik. Orada herkesi bıraktım, kendim yalnız Alamuta gittim.

DOKSAN İKİNCİ FASIL


Alamuta seyahatim, vazifemi görüşüm.

Sultan, Alamut Hükümdarı Alâüddine çok kızmıştı. Bunun da birçok sebep­


leri vardı. Bunların en ehemmiyetlisi Şehzade Gıyasüddini defedeceğine dair söz
verdiği halde bunun taliini denemesine yardım için kendisine lüzumu kadar atlar,
azıklar da verişidir. Bana verilen hizmet bundan dolayı bütün takbih, tekdir, teh­
dit idi. Sultan eğer Alâüddin beni bizzat kabul etmezse Alamuta gitmemi em-
reyledi. Bir de bu hükümdarın huzuruna girdiğim zaman elini öpmiyecek, hulâsa
hiçbir usule ve merasime riayet etmiyecektim. Bunu Şerefüddine hikâye eyledim.
Bana dedi ki: Sultanın size verdiği talimatın umumu üstünde bir hakkı hı­
yarınız var. Bir de Alamut ricali, hükümdar tarafından kabulünüzden başka bü­
tün şartlan da kabul ederler. Hükümdann bizzat kabulünde mazurdurlar. Çünkü
mukarrer bir yaşa girmeyince hükümdann huzuruna kimsenin çıkmamasını karar­
laştırmışlardır. Eğer şartta ısrar ederseniz, kabul edilmeyince şehre giremezsiniz,
redde maruz kalır ve hiçbir iş göremezsiniz.
Bana kalırsa, Sultanın verdiği talimatın hükümdar tarafından kabulüne dair
kısmım bir adam vasıtasile Alamut ricaline bildiririm. Ve bu adamın hemen arka­
sından yola düzülürüm, cevap beklemeden şehire girerim. Eğer talebiniz kabul
olunursa ki, bu pek muhakkak değildir, maksadınız hâsıl olur, reddolunursa gene
memur olduğunuz işlerin müzakeresinden geri kalmayın. Şu nasihati tuttum. Ala­
muta vardım. Bütün büyük zevat beni kabul ettiler. Hep Şcrcfüddinin dedikleri
çıktı. Vezir lmadüddinülmuhteşem ilk önce yanıma geldi. Hükümdara arzetmek
ve cevabını almak için elçiliğimin ne maksada mebni olduğunu anlamak istedi,
reddettim, üç gün sonra sarp bir dağ üstünde gcceliyen Alâüddin tarafından ka­
bul edildim. İstemeğe memur olduğum bütün şeyleri bütün şiddetilc izah eyledim.
Memur olduğum işlerden birisi şu idi: Alamut hükümdarından Büyük Sultan za­
manında olduğu gibi Sultan adına hutpe okunmak. Bunu Ismaililerin mutlaka
reddedeceklerini de biliyordum. Bununla beraber Kadı Mecirüddin henüz yaşıyor­
du. Büyük Sultan tarafından Alâüddin Mehmedin babası Celâlüddin Haşana
gönderilmiş ve hutpe meselesi bunun vasıtasile kabul olunmuştu. Bu işe dair Me-
cirüddinden bir de kâğıt almağı unutmamıştım. Bunu gösterdiğim zaman bu ka-
duuu bir yalana, dubaraa olduğunu söylediler. Huzurda tmadüddin Muhteşem, Alâ-
üddinin sağında oturuyordu. Beni de soluna oturtmuşlardı. Vezir her noktaya ce­
vap veriyor, Alâüddin yalnız benim söylediklerimi bir şey zam ve tarheuneksizin
136

tekrar ediyor, ihtiyatlı davranıyordu. Hutpe işi bir neticeye varmaksızın böylece
uzadı. Muhalefetim bunu daha ziyade arttırıyordu. Herkesin bir bildiği var idi ki,
o da Ismaililer tarafından Büyük Sultan hâzinesine yılda 100.000 bater dinarı tak­
dim olunduğudur. Alâüddinin nedimlerinden Bedriiddin Ahmet bu hükümdar ta­
rafından Maveraünnehire Moğollara gönderilmişti. Sultan işi anlamak için ve ona
göre hareket etmek için bu elçinin kendisine yollanılmasını istemeğe beni me­
mur etmişti. Buna dair bana şu cevap verildi: Sultan da bilir ki, bizim Moğollarla
bitişik toprağımız var. Bu yerleri zararlardan korumak gerek. Eğer Sultanın mem­
leketine bu teşebbüsün ziyan geldiği ispat edilmiş ise, kabahat elçiye değil bize
düşer. O vakit bize onu ispat eyler, bizi utandırır ve istediğini yapar.
Vergiden kalanı, eksiksiz hâzineye teslim edilmek istemek te vazifemdi.
Firuzgûh valisi olan Eminüddin Refikulhadtmın Gûhistandan Alamuta
gönderilen 15.000 dinarr gaspettiğini söylediler. Eminüddinin bu hareketi sulhten
ve muahedenin tasdikmdan evvel olduğunu ileri sürdüm. Buna da şu cevabı ver­
diler: İyi ama biz hangi devirde sizinle muhasamada idik ve ne vakit size karşı
sadakatten ve birlikten ayn kaldık. Sultan bizi taliin kendisine güldüğü ve yüz
çevirdiği günlerde gördü. Saadet günlerinde de, musibet zamanlarında da dene­
di. Sint nehrini aşıp ta en musibetli bir halde bulunduğu zaman adamlarımız Sul­
tana sadakatle hizmet etmediler mi? Bunu anlayınca bize alenen teşekkürler etme­
di mi? Şehabüddin Gori ancak Sultana yaranmak ve dostluğumuzu ispat için
öldürmedik mi? Cevap olarak: "Şehabüddin Gori memleketinizin bazı kısımla­
rını harap etmişti. İçinizden çok kişiler öldürmüştü. Ne olursa olsun bunlar ka­
rarlaştırılmış bir verginin azaltılmasını icap etmez.” O vakit Şcrefüddinin 10.000
dinarım aşağı verdiğini söylediler ve ispat için Şcrefüddinin tasdik işareti, kendi
elimle yazılmış bir kâğıt gösterdiler. Buna cevap olarak: "Bu para Sultanındır.
Onun olan şeyi, gene onun iradesile size bahşolunabilir. Fakat dediler, Sultanın
bütün varidatı Şerefülmülkün imzasiledir. Bütün masraf bilaistisna onun işaretile-
dir. Onun kararlarına hiçbir mâni yoktur. Hatta bunlar kendi keyfine veya şahsî
menfaatine dair olsa bile gene icra olunur. İş bize gelince neden olmuyor?”
Nihayet Alamut hükümdarının hemen 20.000 dinar vermesi, kalan 10.000
dinar için Sultana müracaatine vakit bırakmak için mühlet bırakılması kararlaştı­
rıldı. Bunlar giyasiye ve gariye denilen has ayarlı sikkelerdi. Bu mülakatta daha
birçok şeyler müzakere edildi. Bunlarda hayli metanet ve ısrarlar gösterilmek icap
eyledi. Fakat burada bahsedilmelerine lüzum görülmedi.
Irak Valisi Şerefüddin bana kendi adamlarından olup Süleyman Şah tara­
fından vezir nasbolunan Kemalüddin Müstevfi adında birini katmıştı. Bu da Iraka
müteallik bazı meseleler hakkında müzakerede bulunacaktı. Bunun da söz söyle­
mesi istenilip müsaade alındıktan sonra kendisini takdim ile mütekebbirane bir su­
rette söz söyledi. Bunun ısına bir dili, mukanni bir belâgati hakkında şöhreti var­
dı. Huzurdan çıktığımız vakit kendisine dedim ki: "Kim olduğunuz malum oldu­
137
ğu halde size kendinizi takdim etmeği kim ilham eyledi. Alâüddine karşı olan nut­
kunuzun şiddeti diye cevap verdi. Husrevin kam ını deşecek, en azametli hüküm­
darların başlarını kestirebilecek bir adam karşısında nasıl şiddet kullandığınızı gör­
düm. Mcphut ve lâl oldum. Tanrıya and içerim ki, bu mülakattan sağ çıkacağımı­
zı ummuyordum.”
İşler arkadaşımın umduğundan başka türlü oldu. Alâüddin bana hürmet
ve hususi riayette bulundu. Bu Sultanın başka elçilerine hiç gösterilmemişti. Ba­
na âdet olan hediye ve hil’atlerin iki kaanı verdi: "İşte metin bir adam dedi. Bu
gibi insanlara edilen iyilikler tam yerinde yapılmış olur.” Aldığım hediyelerin top­
tan değeri 3.000 dinarı buldu. İki hil'at aldım. Bunlardan herbirisi bir saten enta­
ri, bir külah, bir kürk ve bir üstlük, bunlardan birincisi saten kaplı, İkincisi Çin
krepi kaplı, 200 dinar ağırlığından iki kuşak, muhtelif elbise yapmak için 70 par­
ça kumaş, takımile beraber iki at, tuğlar, 1.000 dinar, çullu dört at, bahter zemin
mahsulü bir dizi deve ve maiyetim için otuz hil’at. Horasandaki kalemde bir
hanikah yaptırmıştım. Moğol istilâsından dolaya Horasanda koyun bulunmadığın­
dan biraz hediye olarak Alamuttan koyun almağı düşünmüştüm. Fikrimi duyan
Alâüddin bana şu haberi gönderdi: "Hanikahınıza hediye için koyun alacağınızı
işittim. Bu hayırlı işte size iştirak etmek istediğim için lüzumu kadar koyun gön­
deriyorum.” Şu vade hernekadar inandım İse de hükümdarın belki koyun çıkarıl­
masını istemediğini düşünerek mubayaayı tehir ettim. Fakat hükümdardan ayrılıp
Kazvine geldikten birkaç gün sonra hükümdarın genç oğlanlarından birisinin ver­
gisi alınacak yaşa gelmiş dört koyun getirdiğini gördüm. Bunları hisarıma gönder­
dim. Sonra Moğol karışıklıklarında ne olduklarını bilmiyorum.” Alamuttan çık­
tığım zaman elçi unvanile Esedüddin bana katıldı. Gelirken sultan bana:
"Eğer seninle Esedüddini elçilikle gönderirlerse muhalefet et” edmişti. Bunu Sul­
tanın neden dolayı söylediğini bilmiyordum. Bunu kendilerine söylediğim zaman
hiç oralarda olmadılar. Çünkü Esedüddin beni mutlaka takip etmek istiyordu. Sul­
tanın kızgınlığına sebep, Esedüddinin bir mektupta Şerefülmülkten şikâyet etmesi
ve iki taraf arasına nifak sokmak istemesi idi. Bu aralık Sultan Tcbrizi çabucak
terke mecbur oldu. Moğollar Zencana gelmişlerdi. Esedüddin Tcbrizde kaldı.
Sultan Mukana vardığı zaman Şerefülmülkten bir mdktup almış, içinde şunlar
vardı: “Alamut elçisi Moğollara bir mektup yazdı. Bunda onları çabucak gelmeğe
teşvik eyliyor. Mektubu yakalattım. Esedüddin ile maiyetini de öldürttüm.”

DOKSAN ÜÇÜNCÜ FASIL


A hladı İzzüddin Balaban meselesi ve bunun öldürülüşü.

' A hladı Balabandan yukarda bahsolunmuştu. Dediğimiz gibi Sultan bunu


Firuzabatta muhasara etmiş, sonra şiddetle muharebe edecek bir adama sahip olu-
mm ümidile kendisine acıyıp amaneti kabul etmişti. Balaban, Sultan Tuğtapta or­
du kurduğu zamana kadar maiyetinde kaldı, işte o vakit geceleyin kaça.
Ahlatta Hacip Aliyiileşrefinin yanına kaça. Bu da ilticasını kabul ile hak­
kında hürmetler gösterdi. Sonra Azerbaycana gönderdi Balaban Zencan dağları­
na gitti. Bütün yollara dehşet saldı. Kervanları yağmaladı. Bu hal Sultan beni
Iraka gönderdiği zaman bunun affi hakkında korkusunu kaldırmak üzere bir mek­
tup yazışına kadar sürdü. Yazılan mektupta şöyle deniliyordu: "Eğer Irakta kal­
mağı tercih ediyorsanız, bu eyaletteki kaymakamımıza, size ve arkadaşlarınıza kâ­
fi derecede zeametler verilmesini yazdık.” Sultan bana ayrıca: Zcncan dağlarına
vardığınız zaman adamlarınızdan birisile şu nameyi gönderiniz demişti. Balabana
edilen tebligat bir tesir yapmadı. Hadisat ayna gibi göz önünde aksediyor, fakat
gönlüne tesir edemiyordu. Bu mektup kendisine vâsıl olduğu zaman işin iç yüzü­
nü görmedi. Buna kandı. Kendisi de şakavetten yorulmuş, bitmişti. Kendisine
gönderdiğim adamın sözüne kandı. Isfahana gitti. Sultan Şerefülmülke yazdığı
iradede Balaban oraya gelirse kafasının kendisine gönderilmesini irade eylemişti.
Hüküm icra olundu.

DOK SA N D Ö RD Ü N CÜ FASIL
Cihan Pehlivan Özbek Bayan; bunun Ilindistandan Iraka gelişi.

Vaktile Cihan Pehlivan Özbek Bayandan, Sultanın Hint kıt’alan kuman­


danı olmak münasebetile bahscylemiştik. O vakit Hindistanda bulunan Sultana
ait yerlerin idaresi de buna havale edildiğini bildirmiştik. Cihan birçok yıllar bu
eyaletlerde kaldı. Oraları meharetle idare eyledi.
Komşu eyaletlerde kendisine hürmet ettirdi. Bu hal ta Lahor, Delhi ve bü­
tün Keşmir vadisi Hükümdarı Şemsüddin lltimüşün ordusile gelip kendisini ora­
dan tardına kadar sürdü. Sultan hizmetinde gözü olan Cihan, Vafilmülk unvanlı
Kazlak ve sair hizmetine girmiş olan eski zabitleri bıraktı. Bu tarafa geldi. O Ira-
ka geldiği zaman Alamut elçiliğinden avdetimde Kazvinde bulunuyordum. Cihan
bana ve Irak Valisi Şerefüddine geldiğini yazdı. Yanında müthiş harplerden kur­
tulmuş yedi yüz atlı vardı. Şerefüddin buna Irak hâzinesinden 5.000 dirhem gön­
derilmek münasip olup olmıyacağını sordu. Kendisine bu paranın bir kıymeti ol­
madığını, Sultan yanında bunun kadri yüksek, ilerde belki yüksek bir mevki işgal
edebilmesi mümkün olduğunu söyledim. Şerefüddine 20.000 dinar gönderildi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Sultandan alınan bir iradede Irak hâzi­
nesinden 20.000 dinar gönderilmesi, Cihanın Irakta kışı geçirip yoı-gunluk almasr
ve hayvanlanntn tavlanmağa vakit kazandırılması, ancak ilkbaharda hizmete baş­
laması bildirildi.
Cihanın Iraka gelişi Sultanın Rumdan fena bir halde gelişine tesadüf etmişti.
139
Bunun gelişi hayırlı'bir fal sayılabilirdi. Bazı kimseler Cihanın gelişini Moğolla­
rın Sekmanabada yayılışından sonra 628 de (9 teşrinisani 1230 — 20 teşrinievvel
1231) olduğunu iddia ederler. -

DOKSAN BEŞİNCİ FASIL


Kazvinde Irak Valisi Şerefüddinden ayrıldım.

Gidecek başka bir yer bulamadığımdan Azerbaycana vardım. Moğolların


yanında, birçok hediyelerle gelen elçi Esedüddin Mevdut ile Alamuttan aldığım
paralar bulunduğu halde.Kazvine döndüğüm zaman Moğolların Horasan nahiye­
lerinden lsferaymı aldıkları haberi geldi. Bunlar Sultanın Rumdan bozgun bir
halde döndüğünü haber aldıkları gibi takibine kalkışmışlardı.
Şerefüddin bu haberi alır almaz teşkilât yapmak, lâzımgelen tedbirlerde bu­
lunmak üzere hemen Rey tarafına gitti. Benimle veda ederken, Iraktan geçerken
beni muhafaza için maiyetime muhafızlar göndereceğini vadetti. Çünkü yollan
hep haydutlar kesmişlerdi.
Fakat Tatarlar işi acele tuttular. Reyi geceleyin ele geçirdiler, Şerefüddin
oradan kaçmağa mecbur oldu. Bu havadisi aldığım zaman Kazvinde idim; gündü­
züm gece oldu; ne yapacağımı şaşırdım. Irakta yanımda para olduğunu bilmiyen
yoktu; Alamut vergisine yakın kendi servetim de vardı. Her tehlikeyi göze aldı­
rarak Irakın Hilber, Culdiz ve sair mevkilerine geçtim.
Nizamülmülkün kardeşi Nusratüddin, o zaman Mazenderan veziri olup va­
ridatı götürmeğe memur olan Nasirüddin Mehmet bin Salihe iltihak etti. Sa­
raydan Mazenderan teftişine gönderilen Saffüddin Mehmedüttuğraî de birlikte idi.
Birlikte seyahate karar verdik. Bu esnada soğuk ve sıcak suya hasret kaldık. N i­
hayet Tebrize vardık, orada Sultanı bulduk. Melikülcşrefin elçisi Teikretili Şems
te orada idi. Tekretili hazır olduğu sırada vergiyi Alamut elçisi ile takdim ettir­
memi Sultan emreyledi. Ben de paraları olduğu gibi getirdim, Tekretili de bunu
gördü.

DOKSAN ALTINCI FASIL


Moğolların piştan Azerbaycan hududuna geldi.
Sultan Tebrizi aldı, Mukana gitti.

Sultan kendi adamlarından Berguyu Iraktan havadis almağa göndermişti.


Bu adam Zencan ile Ahhor arasında bulunan Mercişirvanda Moğol piştarına çarp­
140
a. On dört kişiden ibaret arkadaşlarının hepsi telef oldu. Yalnız kendisi geldi;
dehşetli haber getirdi.
Sultan Moğolların kış: İrakta geçirip baharda Azerbaycan: almağa kalka­
cakların: umuyor ve bu ümitle oyalanırken Rum memleketinden bozgun ve yorgun
geldiğini, orduya bir nizam veremediği sırada düşmanın geldiği haberini aldı. He­
men Mukana gitmek üzere Tebrizi terketti. Askerleri ise bu aralık orduluklanna
dağılmıştı. Sonra Tekreteli Aliye gitmek için izin verdi; ve yanına kendi tarafın­
dan elçilikle, Irak Valisi Şerefüddin Alinin oğlu Muhtasüddini kam. Tehlike o
kadar aceleyi mucip oldu ki, harem ve kendisince muhterem olan kimseleri bir
müstahkem yere göndermek için uğraşmağa vakit bulamadı; bugünlerin kendisini
onlarla buluşturduğu son günler olacağrnı sanarak onlar: Tcbrize bıraktı. Şerefül-
mülkü Tebrize bıraka; yanma orada bulunan nedimlerini alarak, dağılan askerini
toplıyabilmek ümidile hemen Mukana yollandı.
Maiyetinde bulunanlar içinde, kendi vazifesinde kalan bir bendim. Mcli-
külâdilin oğlu Müdrüddin Yakubu buldu. Kendisine arkadaşlık ediyor, konuşuyor­
du. Mecirüddin her yanından uzaklaşnkça, Sultanın gözlerinden yaşlar akağını,
yanaklarına indiğini görüyordum. Memleketin ziyama, kendisinin öleceğine ağlı­
yordu. Sevdiklerini düşmana bırakacağına ağlıyordu.
Arminan kasabasında karargâh kuruldu, atlar kösteklendi. Sultan beni ya­
nma istedi. Yanma girdiğim zaman Zcncanın hududu müntchasında bulunan Be­
lek kalesi kumandanından aldığı bir mektubu bana sundu. Vali bu mektupta Mo­
ğolların Zencan ile Abhor arasında bulunan Berguya taarruz ettiklerim, Zencan
çayırına konduklarını, bunlann nekadar olduklarnu anlamak için gönderdiği adam
vasıtasile yüz atlıdan ibaret bulunduklarını öğrendiği yazılıyordu.
Sultan bu havadisten çok sevindi; ağırlıktan kurtuldu; bana dedi ki: "Mo­
ğolların Zencan: almak ve orada yerleşmek için asker gönderdikleri pek açık görü­
nüyor. Olabilir ki, dedim; bu müfreze Moğolların piştarıdır. Arkasında da kısmı
küllileri bulunsun. Sultana o zaman daha ziyade hakikat göstermek zamanı değil­
di. İşi böyle geçiştirmek lâzım dedi.
Belekten Sultan Mukana doğru hareket eyledi. Mukana geldiği zaman as­
kerlerinin her tarafa dağılmış olduklarını gördü. Birtakımı şehirde kalmıştı. Di­
ğerleri kış: Şirvanda geçirmeği uygun bulmuşlardı; hatta bazıları Meklura kadar
gitmişlerdi. Bunları toplamak için seçme askerler gönderildi. Bunların ellerine
içtima alâmeti olarak kızıl oklar verilmişn'. Fakat toplanmağa vakit kalmadan Mo­
ğol altınları başladı. Bütün teşkilât ve toplanma işi suya düştü. İş Allaha kaldı.
Mukanda Sultan ava çıka. Bana dedi ki: "Benden ileri gidiniz. Şu tepeye
çıkınız” diye bana karşıdaki bir tepeyi gösterdi. Oraya vardığımız zaman Arduil-
de bulunan Şerefülmülkün kaymakamına bir mektup yazınız; bir de Firuzabatta bu­
ludan Hüsamüddin Tekintaşa yazınız; onlara Horasan askerlerini Emir Iğan Sen-
kura Mazenderandakini Arsun Pehlivana emanet ediyoruz ve bu iki asker birlikte
141
Moğolların hareketlerini tarassuda memurdurlar. Bunlara tarafınızdan bir kol Ar-
duilde, bir de Firuzabatta teşkil edilmesini ve bunların ihtiyaçlarının teminini em-
reyle.” Hemen gösterilen tepeye an sürdüm. Sultan yanıma gelmezden evvel mek­
tuptan yazıp bitirdim; bunlan kendisine takdim eyledim, işaretini koydu. Bunları
alıp yola koyulmak üzere aynldılar. Fakat bu iki adamın Sultan üzerine Mukanda
hücum ettiklerine kadar meskenlerinden kımıldamadıklannı, gönderdikleri keşşaf­
lara itimat eylediklerini öğrendim.

DOKSAN YEDİNCİ FASIL


Şirkebut yakınında Sultanın Tatarlar tarafından bozulması.

Keşşaflar gönderildikten, ufak zabitlere çarçabuk asker toplamalarını cm-


reylcdiktcn sonra, Sultan bütün vaktini avla geçirdi. O vakit yanında pek az ada­
mı, hususi muhafızları olan takriben bin atlı bulunuyordu. Bir akşam Şirkebut
denilen yere gitti; ordu kurdu.
Şirkebut Mukan nahiyesinde, bir tepe üstündeki kalenin adıdır; etrafı de­
rin ve geniş bir hendekle çevrilmiştir. Hendek içinden çıkan su hem hendeği dol­
durur, hem şehri sular, icabında kaldırılmak için bir de köprü var. Moğolların
taarruzu iptidasında burası tahrip edilmişti. Fakat yukarda hikâye ettiğimiz gibi
Araks kanallarını üzerine aldığı zaman Şerefülmülk burayı tamir eylemişti.
Sultan Ahlan muhasara eylediği zaman Silâhtar Dekcek Nuyeni bir keşif
müfrezesile Moğolların hareketlerini öğrenmek için Harzeme göndermişti. Dek­
cek Harezm taraflarında bir Moğol kıt'asma rasgeldi. Onlara taarruz eyledi; bir
kısmını telef etti; kalanları Ahlata getirdi. İçlerinde bulunan bir Moğola Sultan
canını bağışladı; diğerlerini öldürttü.
Şirkebut yanını karargâh edindiği zaman Sultan canını bağışladığı Moğolu
hapsettirdi. Bunun sebebi çoluk çocuk Harezmde kalan bu adamın hemşerilerine
gidip Sultan askerinin dağddığını haber verememesi idi.
Sultan bu Moğolu bana teslim ile dedi ki: "Bunu Şirkebut kalesine götürü­
nüz; zincire vurdurunuz ve Şerefülmülk adına kaleye kumanda edene teslim
ediniz.”
Bu emri yerine getirdim. Fakat akşam bastırdığından orada geceledim. Ya­
nımda ancak üç adamım vardı. Maiyetimi ve bu seyahate mahsus hayvan ve eşya­
mı karargâhta bırakmıştım. Ertesi gün işime gittiğim zaman çadırlar boşalmış, eş­
yayı her tarafa dağılmış, çete denilen yaban Hint kedilerini bağlı, şahinleri kafes­
leri üstünde zincirli buldum. O vakit korktuğumun başıma geldiğini, Sultanın
geceleyin sındığım, perişan olduğunu anladım. Sultanın kurtulduğunu bilmiyor;
Şirkebudun Moğollara dayanamıyacağına kani bulunuyordum. Sultanı aramağa
koyuldum. Onu Moğollar takip ediyorlardı; dünya başına dar geldi. Bir taraf-
142
cm nem varsa kaybetmiştim, diğer taraftan Sultana taarruz eden Moğolların
önümde ve kuvvei kiilliyelcrinin arkamda bulunduklarına emindim. Nihayet Sul­
tan Hoya yani Şerefülmülkün Sultan adına Araks şehrinden açtırdığı kanala var­
dım. Orada köprü üstünde Türkmetılere ait sayısız sürüler buldum. Köprüyü geç­
mek için kendime bir yol açmak imkânı olmadığından canımı tehlikeye attım, atı­
mı kanala sürdüm. Daha ömrüm varmış; kanalı geçtim, Bcylckan taraflarına
geldim.
Bana Şerefülmülkün, Sultanın harem ve hazinesile Beylekanda bulunduğunu
haber verdiler. Yanına gitmeğe bir mecburiyet duymadım. Sonunda pişmanlığımı
mucip olacak şeylerden kaçınmak istedim. Beylekanda birtakım atlarım ve eşyam
bulunmakla beraber, bunları yok farzettim, geceyi gündüze katarak Genceye geldim.
Geldiğimin ertesi günü Moğollar bu şehrin suru altına eriştiler.
Divan azalanndan benden başkaları, Şerefülmülk hakkındaki duygulanma
iştirak etmediler, onun yanına gittiler. Moğollar ortayı kasıp kavurdukları sırada
Şerefülmülk isyan bayrağını açtı, kendi divan azalannı soymak için işkenceye koy­
durdu. Allahtan Sultan o mazlûmlann imdadına yetişti. Şerefülmülkü Havzanı
terke mecbur etti. Yoksa o zavallılar ölüp gideceklerdi.

DOKSAN SEKİZİNCİ FASIL


Sultan, Mecirüddin Yakubu kardeşi Meliküleşref Musanın
yanına gönderdi.

Tebrizi terkile Mukana gittiği zaman Sultanın Mecirüddini birlikte götür­


düğünü hikâye eylemiş idik. Severek bu zat ile musahabet ediyor, Mukanda bulun­
duğu günlerde birlikte ava götürüyordu. Ortalık ağarmağa başladığı zamandan, gece
karanlığı basmaya kadar eğlenceleri, işleri güçleri bundan ibaretti. Sultan her akşam
Mecirüddini sohbeti şebbane denilen gece şarap meclisine çağırıyor, teklifsiz konu­
şuyordu. Moğol taarruzuna kadar hal böyle idi. Bir akşam, birlikte konuşmakta­
lar iken Mecirüddin Sultana Moğolların gelişi yalnız kendisine mahsus mülkü teh­
dit eden bir belâ değil, eğer onlara yolu açık tutmakta devam edilirse, vay islâmın
başına geleceklere! Kendisinin Meliküleşref yanına gitmesi ve ona tehlieknin müs­
tacel olduğunu, bu yangın (kıvılcımlarının her tarafa sirayeti muhakkak olduğunu
anlatmak; şu tehlikeye ancak tek bütün İslâm kuvvetinin bir sancak alcında toplan­
masında bildirmek lâzım dedi.
Eyvah! göğüs göğse muharebe başladığı sırada hangi efsuncu buna bir çare
bulacaktı. Acayip şey şudur ki, kalbini zehirli okla delen bir adamdan Sultanın
medet ummasıdır.
- Medrüddine destur verildi; kendisini Şerefüddinin yanına götürmek için
maiyetine muhafızlar tayin edildi; Şerefülmülke de bununla birlikte gitmek için
143
bir elçi tayini, buna da ahvalin icabı olan talimatın mükemmelen verilmesi emro-'
tundu. Şerefülmülk bu işe kendi veziri Muinüddinülkummiyi nasbetti; fakat verdi­
ği talimat Sultanın istediklerini hiç ediyor, bilâkis tamamile zıddına idi.
Şunu söylemeli ki, Şerefülmülk, o aralık Sultana olan şükran bağlarım ko­
parmağa karar vermişti. Bunun için bu talimat ile nifak ateşine odun atmış, bunun
alevini o kadar artarmış idi ki, uyuşmağa imkân bırakmamış idi. Hakikatte bu ate­
şe kendisi yandı ama, ne faide.

DOKSAN DOKUZUNCU FASIL


Mukan mağlûbiyetinden soma Sultanın hah.

Sultan Moğollara mağlûp o ld ıiaaa sonra, Moğollar kendisini Gence cihe­


tinden nehri geçip, ondan sonra Azerbaycana doğru bir devir yapa sandıklan halde
o Araks tarafına sürmüştü. Her türlü avla dolu olan Mahanda durdu, kışı orada
geçirdi.
Burada yükselen sarp bir kale sahibi olan İzzüddin, bu kale üstüne birkaç
yıl evvel Şerefülmülk gittiği zaman itaatsizlik göstermiş, Derbentte bulunan arka­
daşlarının yardımı ile bir gece onu mağlûp ederek memleketini harap eünişti. Böyle
olmakla beraber, Mahanda bulunduğu müddetçe Sultana en büyük fedakârlıkla hiz­
met gösterdi. Hayvanlarla erzak ve sair neye ihtiyaa varsa hepsini gönderdi ve
Moğollara dair lâzımgelen haberleri toplayıp bildirdi. O kadar güzel hareket ey­
ledi ki Sultan: "Eğer bir gün mevkiim gene teessüs eder, aklım başıma gelir, Mo­
ğol düşüncesinden kurtulursam, kendisini gösterdiği fedakârlığından dolayı arka­
daşlarının gıptasını, rakiplerinin hasedini celbcder bir surene mükâfatlandıraca­
ğım” diyordu.
Kış geçti, İzzüddin Moğolların Avcandan kendisini takibe çıkaklarını ve
Mahanda bulunduğunu öğrendiklerini haber verdi. Bundan dolayı askerlerinin
dağlarında tahassun edebilecekleri ve ot bulacakları Errana gitmesini tavsiye etti.
Orada Sultanın işine yarıyacak birçok Türkmenler de vardı.
Sultan Errana doğru gitti; çok geçmeden Hayzana vardı. Şerefülmülk son
günlerde az zamanda bu şehri tamir ettirmiş, bir hükümdarın tereddüt edeceği bir
derecede buranın tamirine paralar sarfetmişti. Burası vaktile dünyanın en zorlu
mevkilerinden birisi idi; zaman, yıllar geçtikten sonra burayı tahrip eylemişti.
Şerefülmülk Sultanın adamlarını ve hâzinelerini Erranın en büyük Türkmen
emîri olan Hüsamüddin Kılıçaslana ait müstahkem yerlere yerleştirdiği zaman, bu
şatolardan Sind-Suarehi de hareme ayırmışa. Burası pek yüce bir sarplıkta bir ma­
ğara idi. İçinden çıkan su, aşağıda değirmenler çeviriyordu. Değirmenler de bun­
lara hâkim olan kalelerle müdafaa ediliyordu. Asd kale ise, rivayete göre, İran Şa­
144
hı Keyhusrevin, ana tarafından büyük babası olan Tütic Hakanı lfrasiyabı ele geçir­
diği mağara imiş.
Şerefülmülk Sultanın menafide uğraşmadan vazgeçer geçmez, o zaman met­
ruk bir halde olan Hayzan şehrine gitti; oraya halkı yerleştirdi; birçok sebepler­
den dolayı da isyan bayrağını açtı. Bunlardan birincisi Sultanın onun israfına set
çekmesi, bu gasp ve ibzalin haddini geçmişti. Fakat alışmış kudurmuştan beter
olduğundan bu ona ağır gelmişti. İkincisi Moğolların taarruzu ve Muhandaki za­
feri üzerine Sultanın Hinde kadar kaçmağa mecbur olması ve böylece kendi yani
Şerefülmülk ile ordu arasında uzun bir boşluk açılması. Bu şerait alanda, muhtelif
hükümdarlarla muhabereye girişmek, hutpe onların adına okunmak şartile Erran
ve Azerbaycana sahip olmak üzere onlarla uyuşmak istedi. Bu fikir kafasında yer­
leştikten sonra Şerefülmülk Rum Hükümdarı Alâüddin Keykubat ile Meliküleşrefe
karşı olan sadakatini ve Sultanın sözünde durmaz gaddar bir adam olduğunu mu­
fassal birer mektupla bildirdi.
Çit emini hudut valilerine ve saireye yazdığı bu gibi mektuplardan birta­
kımı Sultanın eline geçti. Bu münasebetsizliğe başkaları da inzimam etmişti. Şe­
refülmülk bozgunluk esnasında, yollarını şaşırıp kendi kalesi taraflarına gelen Sul­
tanın bütün taraftarlarını tevkif ettiriyordu. Bunları, bir şeyleri kalmadığına kana­
at getirinciye kadar işkenceye koyuyor; neleri varsa hepsini alıyordu. Hüsamüddin
Kılıçaslana yazdığı bir mektupta Sultanın harem ve hâzinelerini kendi için sakla­
masını ve hatta bizzat Sultana bile vermemesini emretmişti. Hulâsa, mektupların­
da Sultam pürcebbar ve hain diye tasvir ediyordu. Hep bu sevimli mektuplar Sul­
tana teslim edildi.
Şu müddet esnasında hudutlarda bulunan vezirler, emirler, valiler Sultandan
aldıkları mektuplarda Şerefülmülkten kaçınmaları, ondan sakınmaları, emirlerini
dinlememeleri hakkında mektuplar aldılar. Bu mektuplarda henüz adi bir adam
olduğu zaman kendisine verilen Beleducen Iâkabile anılıyordu. Bunlar iki taraf
arasındaki düşmanlığı artardı.
Sultan Hayzana yaklaşağı zaman Şerefülmülkü yanına çağırta: “Niçin, de­
dirtti; beni istikbalde neden teahhur ediyorsunuz; hizmetimde bu kadar ağır dav­
ranmanız neden?”
Sultanın böyle söylemesi, olanları unutmuş gibi davranması, ona olan bi­
ten işlerden haberi olmadığım göstermek içindi.
Şerefülmülk hemen Sultanın yanma geldi. Onun bu andaki hamakat ve gaf­
leti boynuna asılmış kefen gibiydi. Eğer Şerefülmülk gelişini ertesi güne bırakmış
olsaydı, ölümden kurtuluyordu; çünkü ertesi sabah Sultan Moğolların kendisini ta­
kip ettiğini haber almış, oradan savuşmuştu.
Sultan Şerefiilmülke kalesinden indikten sonra şarap içmesini teklif etmişti.
Vezirlerin huzurda değil, hatta saltanat dairesinde içmeleri âdet değildi. Şcrcfül-
mülk bunu büyük bir iltifat sandı. Bu teklifsizliğin şeref ve nüfuzunun artmasın-
145

dan ileri geldiğine hükmeyledi. Herkes ise vezarette kalmıyacağına hükmeylemiş-


ri. Şerefülmülkün gelmesini müteakip Sultan Errana hareket eyledi. Bir daha Şe-
refülmülke vezirlik işi havale olunmadı.

YÜZÜNCÜ FASIL
Bu devirde Şcmsüddin Tuğrainin hareketi.

önce Şcmsüddin Tuğraîdcn bahsetmiş, Tebrizde insanlan ve mallan muha­


fazada gösterdiği liyakatinden dolayı kazandığı nüfuzu anlatmıştık. Onun bu ha­
reketi halkın kendisi ile teşriki mesai eylemeği adeta bir tarize derecesinde telâkki
etmelerini mucip oldu. Nüfuz ve itibann ortadan kalktığı, herkesin ruhu bütün
çıplaklığile meydana çıktığı bir devirde Tebriz halkı kemali itaat ve hürmetle Tuğ­
rainin sarayına can atar, bütün emir ve nasihatlerini can kulağı ile dinler ve ya­
pardı.
Sonra Tebriz halkı Moğollan getirtmek, husumet ve intikam hislerini okşa­
mak için Harczm taraftarlarını öldürtmek istedi. Halkı bu hususta Tuğrainin men-
kûbiyetinden sonra Sultan tarafından Tebriz vezirliğine nasbolunan ve aslen halk
arasından sivrilen Bahaüddin Mehmet bin Besirar Bey ile daha birtakım vezirler de
teşvik ediyorlardı. Tuğrai yalnız bu fikrin icrasına mâni olmakla kalmadı; kan
dökmek, mallan aşırmak istiyen türedi aleyhine bunlan çevirmeğe muvaffak oldu.
Bununla beraber, bir gün, halk ayaklandı. Birçok fenalıklarla halkı dilgir
eden bir Harezmliyi öldürdü. Tuğrai sarayından çıka; yakalanan iki baldın çıpla­
ğın başlannı kestirip sokağa attırdı ve tarafından halka şöyle tellâl çağırttı: "Sul­
tana karşı hürmette kusur edenin ve milletin velinimet ve çobanına karşı koyanın
hali budur."
Böyle davranmakla Tuğrai kan dökülmesinin önünü aldı, başka yerlerde ise
ceza korkusu kalkmış, kan gövdeyi götürüyordu. Gene böylete taarruz olunmak
istiyen halkın her türlü malım ve keselerini yağmadan korudu. Bütün kuvvetile
Tcbrizi müdafaa haline koydu; muhafaza için birçok muhafız buldu.
Sultanla muhabereden bir an hâli kalmadı. Onun ileri gitmesile ricat zaman­
larım ayırt etmedi. Bunu bütün ruhunun saffetile, büyüklüğü ile yaptı. Vaktile
kendisini Sultanın gözünden düşürenleri utandırdı.

YÜZ BİRİNCİ FASIL


Sultan maiyetinde hizmet için genceden çıktım.

Ne gibi şartlar alanda, arzum olmaksızın Sultandan nasıl ayrıldığımı, Gen-


cede şapa oturduğumu hikâye eylemiştim. Tam üç ay, gözüme uyku girmeden,
Ç e lil - 10
146
yan kaburgam bir dakika rahat görmeden Sultan hizmetine koşmağı candan özle-'
iniştim. Erran Moğollar eline geçtiği için ona varmama imkân yoktu. İlkbaharda
Sultan dergâhına varmaklığım için bir name aldım. Gürcü lyvaniye beni Sultana
götürmek için emir yazıldığım ve o yoldan gitmemi söylediler. Düşüncelerim Gür­
cüler tarafına gitmekliğime müsait değildi. Çünkü yerlerinden emin olmuyor; bir
ihanetten korkuyordum.
Şunu da ilâve etmeli ki, Gencelilerde isyan alâmetleri belirmeğe başlamış,
vaziyet böyle devam ederse işlerin vahamet kesbedeceğini, hükümet adamlarından
birçoğunun öleceğini aklıma getirmiştim. Orada bulunduğum müddetçe kalede
bulunduğum miriye ait evden çıkmadım, bir ihtilâlden korktum.
Genceden çıkar çıkmaz, korktuğum isyan çıktı. Şehirde bulunan bütün ya­
bancılar öldürülüp kafaları Moğollara götürüldü. Sonra ihtilâl açığa vurdu.
Kendimi Allaha emanet ettim. Gündüzleri saklanarak, geceleri yol alarak
Zibateraya geldim. Burada Sultanın oğlu Menktuz Şah, Daye Hatun hademeden
Siracüddin Mahfuz, eyalet müfettişlerinden Tacülmülk bulunuyordu. Sultana dair
havadis almak için kaleye çıktım. Kale Emîri Hüsamüddin Kılıçaslan vasıtasile
aldıktan mektuplan bana verdiler. Bunlar Şercfülmülk tarafından, isyan düşünül­
mekte olduğu sırada yazılmış şeylerdi.
Bu mektuplan Sultana göstermek için götürmemi istediler; fakat “Şerefül-
mülkün şimdi devri bitti. Açtığı isyan bayrağı ve mektupları, kcndisitle dayana-
mıyacağı kadar ceza ve işkenceyi mucip olacak. Onun mahvine, hatta en ufak mer­
tebede iştirak edemem. Bunları Mohanda Sultana gönderiniz” dedim.
Sultana Zaris hisan önünde rasgeldim, Moğollar tarafından zaptolunan
Erratun altüst edildiğini, hemen ertesi gün ben oradan geçerken solumda duman­
lar ve alevlerr gördüğümü söyledim.
Şerefülmülkün hiyanetini gösteren bu sözleri Sultan işittiği zaman atından
indi, merasim otağına girmedi, kurdurduğu ufak bir çadıra indi. Sonra Erran ah­
valine, geçen müthiş vak’alara, ahalinin samimi hislerine dair beni istintak etti.
Bundan sonra muhtelif eyaletlere mektuplar yazmamı emreylcdi. Bu mek­
tuplarda Şerefülmülkün adı geçmek lâzımgeldiği zaman "Fahrüddinülhucendî"
diye yazıyordum. Bunları Sultana imza ettirmeğe gidenlerden ve biraz teklifsiz o-
tanlardan birisi yanıma geldi: "Niçin Şerefülmülkü onun Bclcducen lâkabı ile gös­
termediniz, Sultan bugünlerde onu hep böyle yadeyler” dedi.
"Böyle yazmamı mucip olan iki sebep var. Birincisi, Şercfülmülk kendi hi­
sarını bıraka; o, Sultan kendini affetti, geçmiş unutuldu sanıyor. Eğer Bclcducen
yazılırsa, hizmeti bırakıp, yeni fesatlar çıkarmasından koıkanm. ikinci sebep te,
kötü dillilerin böyle lâkaplı bir adamı nasıl olmuş ta vezir yapmışsınız demesinler
diye.”
Bu sözlerimi Sultana götürdükleri zaman, sesini çıkarmadı, mektuplan im­
zaladı, o gün öğleden sonra beni yanma çağırın. Birçok musahipleri çadırda idi­
147
ler; bunlar müzakereden sonra benim Errana gidip orada dağınık bulunan asker­
leri toplayıp Sultan bayrakları dikilmiş olan orduluğa getirmemi kararlaştırmışlar.
Topbyabildiğim Türkmenleri de getirmeğe memur idim.
Huzura vardığım gibi, Sultan bu tedbir hakkındaki fikrimi sordu. Ben Sul­
tanımın fikrindeyim, öyle ise, dedi, işte benim fikrim: Askerlerimi ve Türkmenle­
ri toplamak, buraya getirmek için Erraria birisini göndermek isterim. Toplanış
bittiği gibi Genceye kadar gideceğiz; bu şehrin suru alanda mel’un Moğollarla
harbcdcccğiz, ya galip olacağız, ya bozulacağız. Şimdi bana Türkmenlerin gönlünü
kazanacak, açgözlü ve haris olmıyan bir zat lâzım. Böyle bir vazifeyi ifa için Türk-
ler arasında böyle bir kimse yok.
Sultan bu sözü önümde tekrar etti, bunu üstüme almamı arzu ettiğini anla­
dım. O beni bu işi üstüme almağı arzu etmem sanmışa. "Hadımlar, kullar, diye
bağırdım, ancak birer alettirler; bazan kırılırlar, bazan iş başarırlar.” Kendi adıma
iradeler yazmağa başladım, geceleyin yola çıktım. Türkmen hanları, emirleri, atlı­
ları önünden geçiyor, bunlardan birisini Sultana gönderdiğim gibi dağa çıkıyor,
başkasını arıyordum. Birkaç gün sonra, Sultana doğru geldiğim zaman ordugâhın
mutat şaşaasını aldığını, binlerce kişinin kımıldandığını gördüm.
Erranı işgal eden Moğollar bu toplanmağı duyduktan gibi kısmı küllileri
üstüne çekildiler, Aucana yerleştiler. Bunlar Sultan adına Beylekan Valisi Nişa-
burlu Fahrüddin Hamzaya bir elçi göndererek kendilerine itaatini bildirmişlerdi.
Fakat Sultan Karkaz vadisine ordu kurduğu gibi, Fahrüddin bu Moğol elçisi olan
vc Yadmasın veziri bulunan Tahiriilmüridi Sultana gönderdi; şu suretle Sultan,
Moğollara dair malûmat alacak ve dilediği gibi hareket eyliyecekti.
Moğol elçisi orduluğa geldiği vakit, Sultan bana onun yanına gitmemi Cer-
mağon bu seferde nekadar muharip vc nekadar silâhsa neferle geldiği hakkında
ondan malûmat edinmemi emreyledi. Ona, eğer suallerime saffetle doğru cevap
verirse başı kendisine bağışlanacağını söyliyecektim. Elçiyi isticvap ettiğim zaman
bana şu cevabr verdi: "Cermağon Sultana taarruza karar verdiği zaman, Buharada
bir geçit resmi yapardı, 20.000 muahrip kaydetti; gayrimuharipler de çoktur. Ben
Sultana şu cevabr bildirir bildirmez: "Moğolların sayısını arkadaşlarımıza bildirme­
ğe vakit bırakmadan hemen bu adamı öldürsünler, böyle yapılmazsa bütün asker­
lerimiz kaçar” diye bağırdı.

YÜZ İKİNCİ FASIL


Sultan Şerefülmülkü Cariberd kalesinde hapsettirdi, bir ay
sonra da öldürttü.

Erran mülhakatından olan Cariberd hisan yakınından geçerken, Şerefülmül­


kü burada hapsetmeği kuran Sultan ata bindi, mevkii muayene için meydana gitti.
14»
Şerefülmülkün kendisini bırakmıyacağınr bildiği için onunla birlikte hisar yoluna
çıka. Bir kere, hisarın içine girdikten sonra kale valisi olan ihtiyar, zalim, vefasız
Selman Silk Beyle görüştü, gizlice, kendisi çıkarken Şerefülmülkü bırakmamasını,
sonra zincire vurup hapsetmesini irade eyledi.
Filhakika, Sultan Şerefülmülkü hapsetmezse günün birinde kendisinden an­
sam ayrılıp şüphelendiği isyan niyetini meydana çıkaracağından korkuyordu. Ta­
tar istilâsı korkusunun kendisini rahatsız etmesi bitinciye kadar kendisini mahpus
tutacağını söylüyor, daha sonra da hürriyetini iade edeceğini, gene vezir tayin ey-
liyeceğini, fakat vergi toplamasını men ile, Halife vezirinin olduğu gibi, kendisine
ayda 1.000 dinar vereceğini, bir de bütün masraflarını da teftiş ettireceğini işaa ey­
liyordu.
Şerefülmülkün hapsinden birkaç gün sonra, halkın şikâyet yeri olan divanı
hümayuna girmek için kaleden indi. Oraya toplanan birçok halk, yüksek sesle ta­
vukların gıtgıdakları gibi bağırıp çağırmakta idiler. Bu kadar şikâyetlere karşı
Sultan susuyor, bir şey sormuyor, adeta bu Türk valiyi rahatsız edeceğinden korku­
yordu. Vali de Sultanın kendisini azledeceğinden, yerine başkasını getireceğinden
ürküyordu. Bundan dolayı Sultandan müsaade almadan kaleye çekildi.
Şerefülmülkün hapsini irade eylediği zaman, Sultan, bunun emarete çıkardı­
ğı bütüıi memlûklerin Auter Hanın emri alana verilmesini emreylemişti. Bunların
ileri gelenlerinden Nasirüddin Kıştmir bir gün Auter Hanın yanına girdi, ihtiyar
valinin gönderdiği Şerefülmülkün mührünü teslim etti, ihtiyar vali şöyle demişti:
"Efendinle şunu kararlaşardık, sen Gürcülerle uyuşup onlara ihtilâl çıkarur ve bu­
nu ortaya vururlarsa ben de kendisini hapisten bırakacağım. Onunla teşriki mesai
edecekler kaleye gelsinler.”
Bu, Sultana bildirildiği zaman büsbütün cesareti kesildi, ne yapağını, ne ya­
pacağını bilmiyordu. Bununla beraber ihtiyar valinin oğullarından birisi, kendisi­
nin seçme askerlerinden, gürz taşıyanlarından idi, onu çağırdı, hareketinden dolayı
babasını tekdire, kendisine verdiği nimetleri haarlatmağa ve kendisinin şimdiye
kadar buna lâyık olduğunu göstermediğini ve Sultan aleyhine kalkışanların ciddi
bir sebebe istinat etmediklerini göstemeğe memur etti.
Bu hizmetten avdet eden delikanlı, babasının bütün tasavvurlarından vaz­
geçtiğini, bunlardan ziyan çekeceğini idrak ettiğini, Sultanın emrinden aynlmıyaca-
ğım bildirdi. Ve şunu ilâve etti ki, eğer Sultan hakkında olan şikâyetlere kulak
asmaz ve kendisini azletmeği düşünmezse ondan daha sadık bir kul bulamıyacağı-
nı, fena hareketinden nadim ve hakipaye yüz sürmeğe hazır olduğunu da söyledi:
"Bunlara inanmak için, Sultan dedi, bana baban Şerefülmülkün başım göndersin.”
İhtiyar valinin oğlu beş silâhtarla tekrar kaleye döndü. Bunalr Şerefülmülkü öl­
dürdüler. Gene bu darbe ile bunlar, cömertliği öldürmüş oldular.
Hapiste iken Şerefülmülkün hizmetinde bulunan Mehmet Ahi adlı bir uşak
bana şunu an lata: "Tirandazlar geldiği zaman, bunlann kendisini öldürmeğe gel­
149
diklerini efendim anladı. Kendilerinden aptese almak ve iki rekât namaz kılmak
için müsaade istedi. Sıcak su hazırladım, çünkü Şerefülmülk öleceğini bildiği hal­
de bile, bu kere olsun, soğuk su ile aptest almak istemedi. Aptest aldı, namaz kıl­
dı, biraz Kur'an okudu: İşte dinsizlerin sözlerine inananların ralii budur diye ti­
rendazların girmesine emir verdi.
Tirendazlar: Boğulmak mı, yoksa boynun vurulmak mı istersiniz? Boyun
vurulmak rüsvalık olur, cevabını verdi. Fakat dediler, emirlere bu tatbik olunmaz,
boğulmak sizin için az zahmetli olur. Pek âlâ diye bağırdı, istediğiniz gibi yapınız.
Kendisini boğdular, soğusun diye biraz dışarı çıktılar, başını vücudundan ayırıp
Sultana götürmek için içeri girdiler. Bir de girdikleri vakit ne görsünler, Şerefül­
mülk kalkmış, aklım başına toplamış, oturuyor. Bunun üstüne boynunu vurdular.
Bu vezir böylece telef edildi, Tanrısına kavuştu. Onunla saltanatı tutan ka­
ya çöktü, onu deviren sarsma, temellerini yıka.

YÜZ ÜÇÜNCÜ FASIL


Şerefülmüftün hareketine dair birkaç kelime.

Bu adam kerim ve cömertti. Onun gözünde paranın hiçbir kıymeti yoktu,


lâzım olmadığı yerde onu alır, liyakati olmıyan kimselere dağmrdı. Büyük âlimlere,
seyitlere çok hürmet eyler; onlara semahatle muamele eder, aylıklar bağlar, hedi­
yeler verirdi. Kalbi hislidi. Vaiz dinlediği, Kur’an okuduğu zaman ağlardı. İş ba­
şında bulunduğu zaman hiçbir vakit hâzinesinin yetişemiyeceği maaşlar bağlardı.
Bereket versin Sultan onun dizginini çekti. O vakitler saraydaki bir âdete göre es­
ki aidat ve maaşlar, hatta sahipleri düşman bile olsa kesilmez verilmekte devam o-
lunurdu. Bunları kesmek bid’at sayılırdı. İşte böylece Mehmet bin Sebüktinin ço­
cuklarına Selçukiler tarafından aidat verildiği gibi, bu devlette de Sultan zamanın­
da devam olunmuştu. Varisler sırasile bu aidaa alırlardı. Bunun sebebi, bunların
atalarının ettikleri hizmetleri takdir etmek ve selefin eserine riayet eylemekten baş­
ka bir şey değildi. Şerfülmülkün böylece verdiği tahsisat ve aidat yıllardanberi ve-
rilcgclcnlerden ziyade olayâzdı. Bir gün Şeyh Fıkıh Zeynüddin Ebuhamidülkazvinl
Şerefülmülk Beylkanda iken bir hediye ümidile Şerefülmülke gelir. Benim vasıtamla
Şercfülmülkün hususî surene huzuruna girdi. Zeynüddin dindarane bir nutuk
söyledi. Muhatabının gözlerinden yaş getirdi. Sonra ilâve etti: Rafaanın kızı bana
dünyaya üç kız ve iki oğlan getirdi. Bu çocuklar evlenme çağındadırlar, onları yer­
leştirecek akça yok, dedi. Rafaan Irakm en büyük fıkıhlarından Şerhülveciz müelli­
fi olan imam idi ki, Zeynüddinin kaynatası idi. Şerefülmülk bu söz üzerine Kaz-
vin varidaandan kızlarının herbirisine 200 dinar verdi. Erkek çocuklara da 100 di­
nar aylık verilmek için berat yazdırdı. Şu semahati gören şeyh: Bu çocukların ba­
150

ba ve analarının ne günahı var diye bağırdı. Şerefülmülk onlara da yüz dinar bağ­
ladı.
Hazine odasında bu hareket şüphesiz doğru değildi. Fakat ŞerefülmüBriin
bu ve buna benzer icraatı çoktur. Şunu da itiraf etmeli ki, kalem kullanmasında
ülfeti az, malumatı basit, hesabın, vezire ve devlet adamlarının bilmesi lâzım ilim­
lerin tamamile cahili idi. Bir satır farisiyi doğru yazamaz, birçok yanlışlıklar ya­
pardı.
Zihninde sebat yoktu; dostları ihlâsından emin olmaz, düşmanların ebedî
husumetinden çekinmezdi. Tercihen Türkleri sever, dillerini pek güzel söylerdi.
Kabalığı, sertliği bilmez, kimseyi tekdir edemezdi.
Sultanın yazdığı şeylerin altına "Elhamdülillâhilkadirülkayyum" yazardı.
Malikânesine dair emirlerinde farisice "İtimadı künit” işaretini kordu. Derkenar­
lardaki tırazı "Ebülhükkâm Ali bin Alilkasım, bendei has Sultan” ; mesleğinin ip­
tidalarında, Sultan her sözünü tutar, onun sözünden dışarı çıkmaz, başkasından fi­
kir sormazdı. Uzun zaman Şerefülmülk Sultam avucunda tuttu, istediğini yaptı.
En yükseklere çıkacak bir mevkii haizdi. Sonra sapıunasaydı, işleri başka bir cere­
yan alabilirdi.

YÜZ DÖRDÜNCÜ FASIL


Sultan Genceye hareket etti, cebren kaleyi aldı.

Genceliler sur içinde bulunan bütün Harczmlileri katliâm etmişlerdi. Bundan


sonra şehirde asayiş bozuldu. Sultana karşı isyan bayrağı açıldı. Bütün işler Ben-
dar adında bir türedinin eline geçti; bütün ayaktakımı bunun etrafını aldı. Bu
adam her türlü fenalığa kalkışmakla beraber, kendi hallerinde olanlara ilişmedi.
Sultan beni hususi mabeyinci Han Berdi ile o vakit Genceye gönderdi. Bize Şetcr
denilen yerde kalmağı, oraya vardığımız zaman Gencelilen itaate davet etmemizi
emrevledi. Gence yakınında oturduk, halkı isyandan vazgeçerek itaate girmeleri
için mektuplar yazdık, adamlar gönderdik. Genceliler bütün nasihatlerimize, ihtar-
lanmıza kulak tıkadılar. Yalnız reis Cemalüddin Kühi çocuklarilc geldi, dehalet
etti. Halkın itaatinden ümidimizi kestik.
Sultan da geldi, şehri kuşatan bir bostana kondu. Halka sık sık nasihatler
gönderildi, bütün kusurları unutulup kendilerine aman verildiği bildirildi. Edilen
nasihatler taşa kâr ederdi, bunların kulağına değmedi. Bindar büsbütün şımardı,
hile ile iş görmek istedi.
Gencelilen yola getirmek mümkün olmadı. Bunlar bir gün muharebe için
bir rezalete kalkışular, harp için dışarı çıktılar. Sultanın oturduğu bahçenin du-
vanna kadar ilerlediler, çadırına oklar atalar. Hemen Sultan maiyeti ve eli altın­
da bulunan askeri ile ata bindi. Anık bunlara sözün tesiri olamıyacağını gördü.
151
Halka doğru ilerledi. Sultanın etrafında bulunanlar içinden, dev gibi adamlar, zor-
lu ve genç Türkler ilerledi, bunların hepsi zıhlıydı, öç almak, şeref kazanmak isti­
yorlardı.
Şu hücum, düşmanın, bozulmasile neticelendi, harp meydanı vücutlarla ör­
tüldü.
Sultan, o bozgunlarla birlikte şehre girdi, çünkü ricat edenlerin çokluğu,
kapıların kapanmasına mâni olmuştu. Sultan ordusu yağmaya kalkışmak istedi,
menedildi.
Sultan halka baş olanları ve eşrafı çağırttı. Bunlardan isyan edenlerin cet­
velini istedi. Otuz kişi gösterdiler. Bu cetvelde insanların her türlüsü vardı. Adi
halktan yüksek memura kadar kimseler görülüyordu. Sultanın emrile bu otuz ki­
şinin boynu vuruldu, cesetleri ayaklarından şehir kapısına kadar sürüklendi. Bin-
dara gelince, Mehmet bin Melikşah tarafından bu şehirde kurulan tahtı bile kır­
dığı cihetle pek ağır bir surette cezalandırıldı, vücudu parçalandı.
Sultan on yedi gün Gencede kaldı. Bir karar vermeği düşündü, Meliküleş-
ref Musadan Moğollara karşı yardım dilemek kararile yola çıktı. Auter Han ve
arkadaştan, bu fikri Sultana teklif etmişlerdi. Kendisi bunun aleyhinde bulunduğu
halde muvafık gördü. Keylkandan geçerek yolu takip ederek Ahlata doğru gitti;
bu aralık Gürcistan da baştanbaşa akıncılar tarafından viran edildi. Sultan Meli-
küleşrcfc adamlar gönderdi, yardım diledi. Bir netice çıkmadı.
Meliküleşref kendisine, imdat istemek için elçiler gönderildiğini duyunca
Kahireye gitti, orayı makar edindi. Kahireye gidemiyen elçiler Şamda toplandılar,
orada Meliküleşreften Sultan hizmetine koşmak için askerler geleceğine dair mek­
tuplar alıyordu.
Şu seyahat esnasında Sultan Beceni kalesi önüne vardığı zaman bir parça ka­
le önünde durdu. Orada bulunmakta olan Yuani oğlu Auak kaleden çıktı, Sultana
karşı yer öptü, içeriye girdi, hediyeler takdim etti.
Velaşgerd önüne geldikleri vakit halk sıcağın şiddetinden, yağmursuzluktan,
insan ve hayvanlan taciz eden sineklerden şikâyet ediyorlardı. Taşlarla yağmur
yağmur yağdırmağa karar verildi. Biz buna inanmıyorduk. Sonradan birçok tecrü­
belerle bunun sahih olduğuna inandık. Sultan bu merasimi orada bizzat icra etti.
Geceli gündüzlü yağmağa başladı, yağmurun devamından halk şikâyet etti, yağmur
sihri yapıldığına peşiman oldular. O kadar çamurlardan, bataklardan Sultanın ça-
dınna gidilemez oldu. Hatunun sütninesinin şunu dediğini işittim: "Sen bir hüda-
vent âlemsin. (Yani kâinatın sahibisin) Mukarripleri hep kendisine böyle hitap
ederlerdi.) Fakat yağmur yağdırmakta değil; çünkü böyle bir tufan çıkarmakla ha­
ta etti; senin yerinde başka birisi olsaydı bunu yapmazdı, yalnız elverecek kadar
yağdırırdı.” Buna cevap olarak Sultan:
"— Dünya senin zannettiğin gibi değildir. Bu yağmur kudretimin bir alâ­
metidir; kudretim etrafındakilerin hiçbirisile mıikayese edilemez.”
152

Az sonra Meliküleşrefe gönderilen elçilerin en ehemmiyetlisi olan Muhta­


ciridinden bir mektup alındı. Bunda imdat alabilmekten ümidi kestiğini ve bu­
na bel bağlanılmasını Melik ancak Sultanın Moğollarla işi bittikten yani ya Sulta­
nın galebesile bir imparatorluk teşkil veya mağlûbiyede tamamen mahvından son­
ra Kahireden geleceğini; elçilerin göndereceği haberi beklemeksizin kendi işlcrilc
uğraşacağım Sultana tavsiye eyliyordu. .
Şu havadis üzerine Sultan beni Melikülâdil Ebubekir Eyyubun oğlu Meli-
külmuzaffer Şehabüddin Gaziye gönderdi. Aldığım talimatta bu zatın maiyeti o-
lan Amit ve Mardin hükümdarlarile birlikte ordusu ile beraber gelmesi icap edi­
yordu. Nedimleri yanında iken:
"— Meliküleşrefe hiç ihtiyacım yok” dedi. Sonra bana dönerek Mclikülmu-
zaffere şunu söyledi:
"— İmdadıma koşunuz, Moğollarrı def için bana yardım ediniz. Eğer Tan-
n bana zafer verirse, size Ahlat ve nahiyesi gibi geniş arazi vereceğim, burası hak­
kınızda, kardeşinizin hasedini tahrik ediyordu, öyle bir yere sahip olacaksınız ki,
onlann artık nazarınızda kıymeti kalmıyacaktir.”
Hanlar ve emirler huzurundaki nutku böyle idi, fakat yalnız kaldığımız za­
man, dedi ki; "Bu adamların bizden yardımlarını reddedeceklerinden daima emi­
nim, bunlar bizimle asla şevkle harp müsademelerinde bulunmağa razı olmazlar;
insanın karşısında merhametsiz adamlar bulunduğu zaman şikâyet neye yarar. Bü­
tün şu insanlar, yani ordumun Türkleri, emirleri, serdarları ve büyükleri, hep bun­
lar olmadık şeyler arkasına koşarlar, elverir ki, o koştukları şey göğüs göğse harp­
ten kendilerini koruyacak parlak hayaller olsun. Kararlarımızda bizi şaşırtan işte
bu inhimaktir. Seni şu vazifeye intihap ettim ki, bu hükümdarın yanından avdet
ettiğin zaman, bunların kat’î surette ümitlerinden vazgeçmeleri, istikbalde hayale
kapılmamalarınm teminidir. O vakit Isfahana gitmeğe karar vereceğiz, çünkü an­
cak orada kuvvetimizi iade edecek ve mevziimizi yükselteceğiz.”
Hareketimden evvel, Harput, Erzincan ve Malatyayı tahribe giden ala bin
adının bir kısmını göndermişti. Bunlar o kadar ganimet getirmişlerdi ki, nakille­
rinde güçlük çekildi. Yirmi koyun bir dinara satıldı. Bu sefer, Sultanı kızdıran
Alâüddin Keykubat aleyhine açılmıştı; zira Ahlatta kendisine yazılan mektuplar
ve elçilerden sonra Sultanı bırakmış, Meliküleşrefe dönmüştü. Sultan, bunu Alâ-
üddine kendi elçilerde tavsiye edenin kendi veziri olduğunu ve böylece aralarını aç­
tığını bilmiyordu.
Melikülmuzaffcr kendisine takdim eylediğim nameye cevap olarak: "Sultan
bana ettiği yeminin aynini Alâüddin Keykubada da etmişti. Onun ise mülkü tah­
ribini, birçok ganimetlerin Sultan tarafına götürüldüğünü öğreniyorum. Benim de
bc halin başıma getirilmiyeceğini bana kim temin eder, çünkü yeminlerin ikisi de
bir idi. Her sebeple hükmeylediğim memleket, müstakil değildir; ben kardeşleri­
153
m in kaymakamıyım, onlarrn müsaadesi olmadan Sultana nasıl yardım edebilirim.
Şunu da söyliyeyim ki, benim askerlerimin hepsi Sultan askerlerinin arasında bir
göle nazaran bir su hendeği ve birçok süvari bölüklerine nazaran bir nefer mesa­
besindedir.
"Amit ve Mardin hükümdarlarına gelince onlara hükmüm geçmez ve beni
dinlemezler. Bunların her irisinin de Sultanla muhabere ettiklerini bilmez değiliz.
Bunların sadakatini anlamak için, Sultan kendisine iltihaklarını istesin, Moğollara
karşı muavenetlerini istimzaç etsin, o vakit onların muhalasatlannın müdahcncden
ibaret olduğunu, bunlara itimat edilemiyeceğini, işlerinin bir gösteriş olduğunu
anlarlar. Meliküleşrefe gelince, Sultana yardıma ve taahhütlerini tutmağa hazırdır.
Kahireye gidişi Suluna asker getirmek içindir.”

YÜZ BEŞİNCİ FASIL


Ahlattan Miyafarkine gelen bir mektupta Moğolların Sulum
akibe kalktıklarını bildiriyor. Berkeriden Sultanın yanına
gitmek için Melikülmuzafferden ayrıldım

Melikülmuzafferden gitmeğe izin aldığım esnada Beıkeriden alman bir mek­


tupta Moğolların bu şehirden geçtikleri ve Sultandan havadis almak istedikleri ve
kendisini takip için yürüdükleri bildiriliyordu. Melikülmuzaffer bu mektubu ver­
mek için çağırttı ve bana dedi ki: "Moğollar Sulum takip için şimdi Ahlat nahi­
yesinden geçiyorlar; şu günlerde ele geçirecekleri şüphesizdir. Bana kalırsa, ne o-
lacağmı anlamak için burada yanımda kalınız. Kur’andan makama münasip bir
ayet okudum.” Kendi kendime dedim ki, Sulundan daha meşhur bir zat değilim,
o bu dünyadan çıkaktan sonu da beni hayau bağlıyacak kimselerden de değilim.
Bundan dolayı yola çıkmağa k au r verdim.
Mclikülmuzafferin huzrunda veda için bulunduğum zaman şu nutku söyle­
dim: "İkiden birisi: ya Sultan galip gelecek, yahut vukuat aleyhine dönecek; müca­
delenin sonu ne olursa olsun, hareketinizden peşiman olacak uzire istihkak kaza­
nacaksınız. Bu nasd olur diye sordu. Eğer Sulun galebe ederse, dedim, siz de ken­
disine yardım etmeden çekinirseniz, dünyanın bütün servetlerini feda eyleseniz Sul-
unm affine nail olamazsınız. Eğer bilâkis mağlûp olursa, Moğollara komşu oldu­
ğunuz vakit onu yadedeceksiniz, fakat o nedamet boşunadır. Şüphe etmiyorum,
dedi, gerçek söylüyorsunuz, fakat ok yaydan çıka.” Ayrıldık, Haniye doğru yürü­
meğe başladım.
Birçok defalar aldığımız havadiste Sultan kıt'alannm Caver dağına geldiği-
154
dİ öğrendik. Gün batışından biraz evvel Megara adlı bir köyde atlara yem vermek
için durmuştum; oradan bütün gece gene yolumuza devam edecektik.
Uyumuştum, rüyada başımı dizlerim üstünde gördüm; başımda ne saç, ne
sakal kalmamış, sanki hepsi yanmışa. Rüyam içinde bunu şöyle tabir ettim: Ken­
di kendime dedim, baş Sultana delâlet eder ki, o da mahvolmuş ve kurtulamıyacak-
nr; sakal onun haremine işarettir, onlar da esir olmuşlar demektir; saçlarıma ge­
lince o da onun serveti demektir ki yakında mahvolacaktır. Bu manzaradan ürk-
tüm, heyecanla uyandım.
Yola çıktım, kederim bütün vücudumu menzul bir hale koymuştu; bütün ge­
ce ağzımdan bir lâf çıkmadı. Haniye geldiğimde ordunun menzil takımını, asker­
lerin kadınlarını buldum, bunlar bütün vadiye dağılmışlardı. Sultanın Cavcr da­
ğında pusuda olduğunu, çünkü Moğolların geldiğini haber aldığını söylediler. Mo­
ğol ümerasından, bin atlı kumandanı Tiuke Yahkom, ettiği bir kabahatten korka­
rak, haşini kurtarmak için Sultana iltica eylemişti. Bu Sultana, Moğolların nerede
olursa olsun kendisini takip için atlarını nallattıklarını söylemişti. Moğolların yol­
lan üstünde icra ettirdiği yağmalardan vazgeçip pusuya girmesini tavsiye eylemişti.
Buna sebep te bunlar kendilerine erzak ararken Sultanın kendilerini öldürerek ö-
cünü alabilmesi idi.
Bu nasihat iyi idi. Sultan dayısı Autcr Hanı dört bin atlı ile hemen keşfe
gönderdi. Dayısının meharet ve cesaretinden tamamile emindi, hiçbir tehlikenin
kendisini durduramıyacağını, hiçbir şeyin kararından onu geri koyamıyacağını tak­
dir ederdi. Auter Hana verilen emirde Moğollar yaklaştığı gibi önlerinden çekil­
mek, onları pusu kurulan mevki önündeki harp meydanına çekmek idi. Aradan çok
geçmeden geldi, Moğolların Menaz.girt civarına gittiklerini bildirdi. Bu, korku­
nun söylettiği sırf bir yalan, alçaklık, namertlik idi. Böylece zaman kazanmak ve
mevkiini muhafaza etmek istiyordu.
Sultanın Cavcr dağında pusuda olduğunu anladığım gibi hizmetine gittim.
Yolda menzil koluna doğru gelirken kendisine rasgeldim. Bana kendisi hitap et­
ti, elçiliğim hakkında havadis sordu. Mclikülmuzafferin dediklerini hep söyledim,
sonra Moğolların Berkerden geçtiklerine dair olan rivayeti söyledim. O da bana Ti­
uke Yahkomun gelişini, Moğolların kendisini takibe çıktıklarını haber verdiğini söy­
ledi. Sonra da pusu hikâyesini, keşif kolunun Moğolların Menazgirdc gittikleri
haberini getirdiğini anlata. Kendisine dedim: "Moğolların bu ricati bana hariku-
lâde görünüyor, onlar ise bir harp istiyorlardı. Buna taaccüp etmedim, dedi, bunlar
bizimle Ahlata harp için gelmişlerdi, bizim Suriye memleketi içinde yani Halife ara­
zisi dahilinde bulunduğumuzu öğrenince onları bizimle müttefik sandılar, geri
döndüler. Sözü uzatmadım, bununla beraber Moğolların ricatini acayip buluyor,
ricatlerine inanamıyordum.
155

YÜZ ALTINCI FASIL


Sultan Diyarbekirde durdu, Isfahana girmeği düşündü. Amit
Hükümdarı Mes'udun gönderdiği elçi üzerine fikrinden
caydı. Amide gelişinin ikinci günü sabahında
Moğollar kendisini bozdu.

Sultan Haniye avdette hanları, emirleri çağırttı, bana elçiliğimde başıma ge­
lenleri anlatmamı emreyledi. Ümitsizlik ayetlerini okudum, onları davette fayda ol­
madığını, onlardan hiçbir imdat beklememelerini söyledim. Silâhsızların Diyarbe-
kirdc bırakılmasına, hafifçe müsellâh olarak Isfahana gidilmesine karar verdi­
ler. Yalnız sevgili karılarile çocuklarını göreceklerdi. Çünkü Isfahan yolu uzun,
kendileri ise nizamından çıkmış, bitkin idiler, işlerini yoluna koymak ve halecan-
lannı durdurmak için başka bir yol yoktu.
Ertesi günü Kasabüssükr lâkabile meşhur Alcmüddin Sincann geldiği gö­
rüldü; Amit hükümdan taralından hizmet arzı, mütavaat ve Sultanı Rum memle­
ketini (yani Anadoluyu) almak için bir sefer icrasına teşvik için gönderilmişti.
"Bu, diyordu, ele geçirilmesi kolay bir lokmadır, Sultan bunu istediği gün hiçbir
mukavemet görmiyecek ve yerleşince kimse kendisini oradan çıkarmıyacaktır. Eğer
Sultan Selçuk İmparatorluğunu ele geçirmek isterse kendisine müsait olan ve ku-
dumunu bekliyen Kapçaklara istinat etmeli, o halde Moğollara korku gelecek ve
zafer kendinde kalacaktır."
Diğer şeyler arasında elçi, eğer Sultan bu işe teşebbüs ederse, hükümdarın
dört bin atlı ile bizzat gideceğini, bütün memleketi zaptetmeden ittifaktan aynl-
mıyacağına taahhüt eyliyordu. Şunu da ilâve eyliyordu ki, Rum Sultanı bu yıl Amit
Hükümdan Mes’udun elinden birtakım kalelerini almış ve kendisini tahkir etmişti.
Sultan bu nutka kanar gibi oldu; Isfahana gitmeden vazgeçti, dizgini çevirdi, Amit
üstüne yürüdü, şehre yakın bir köprü başına kondu. Burada, suya düşmüş, yüzme
bilmez, eline ne geçerse ona sarılmak istiyen bir adam gibi olmuştu.
Bütün gece şarap içti, sarhoş oldu, öyle sarhoş olmuştu ki, başı dönüyor,
nefesi kesilmiş, kendisini ancak Suru İsrafil uyayarabilecek hale gelmişti. Gece es­
nasında bir Türkmen yanma geldi, dedi ki: "Dün konakladığınız yerde kurulmuş
bir ordu gördüm; bu ordu askerlerinin üstleri sizinkiler gibi ve atlarının çoğu kır­
dır.” Sultan bu adama bir yalancı gözü ile baktı. Dedi ki: "Bu tarafla uğraşmama­
mızı istemiyenler tarafından tasavvur edilmiş bir plândan başka bir şey değil."
Sultan geceyi zevkle bitirdi, gün doğarken de kendisini ve ordusunu Moğol­
lar sarmış bulunuyordu.
Ben geceyi vesikalar yazmakla geçirmiştim. Sabaha doğru beni uyku bastır­
156
mış, yeni dalmıştım, uşağım geldi, beni uyardı: "Uyanma, kıyamet günü do-
.ğuyor” dedi. Çabucak giyindim, titriyerek çıkam, nem varsa, hepsini çadırımda
bıraktım.
Ata bindim, Moğol askerinin Sultan otağını sardığını gördüm. Sul­
tan sızmıştı, fakat o aralık Orhan asker ve arkadaşlarile yetişti, düşmana hücum
€tti, otağı kurtardı, diğer taraftan da Sultanın mukarriplerindcn birisi içeri
.girdi, elinden tutup dışarı sürükledi, Sultanın başında takke vardı. Bu adam Sulta­
nı bir ata bindirdi, önüne kattı. Şu aralık Ata Bey Sadin kaı olan Sultan Hatunu
kimseelr düşünmemişti. Yalnız bir atlının aklına geldi. Deniz kiki ile Avcıbaşı
Tahartabeye Hatunu alıp bozgunluğun götürebileceği yere kadar beraberinde git­
melerini, ayrılmamalarını emreyledi.
Sultan Moğolların kendisini pek yakından sardıklarını görünce Orhana asker­
lerde beraber kendisinden ayrılmasını emreyledi; buna sebep Moğollar ordunun kıs­
mı küllisini takip etmekteler iken, kendisinin yalnızca kaçacağını ummasıydt; bu da
onun bir hatasıdır. Orhan, Sultam bırakıp ayrıldığı gibi, cesur rouhariplerck-n bir kı-
-sım gelip ordusunu takviye eyledi ve dört atlı ile JErbile varabildi. Oradm gidip İs­
fahanı işgal eyledi, oraya Moğollar gelinciye kadar kaldı. Bu yıldan şimdi bulun­
duğumuz 639 (12 temmuz 124i — 1 temmuz 1242) ye kadar Orhan Fariste kapalı
kaldı.
Orhandan ayrıldıktan sonra Sultanla beraber kalanlardan birçoğu ve bun­
lar meyanında Auter Han, İmrahor Talasap, esirci Mahmut bin Saat bana şunu an­
lattılar: Moğollar kendi izine bastıkları halde, Sultan doğruca Amit yolunu tuttu.
Amitte, bu aralık herkesi bir düşünce almıştı, ahali Harezmlilcrin kendi aleyhle­
rinde bazı hiyanet tertip ederler korkusuna düştüler, Sultam okla, taşla kovdular.
O da şehre girebilmekten ümidini kesti, yanında kalan yüz kadar atlı ile gözünün
gördüğü bir cihete yünelip gitti.
Kaçarken, bu küçük kıt’a, cezire önüne geldi, burada bulunan geçitlerin he­
men hepsi yağmacı eşkiya tarafından tutulmuş, geçilmez bir hale getirilmişti. He-
medan Valisi Şeriri Mülk bunlardan birkaçını öldürmüştü; bu vak'a Auter Hanın
kendisine: "Bugün en emniyetli yol bize yetişmek için Moğolların takip eyledik­
leri yoldur” diye ricat emrini verdiği zaman olmuştu. Şeriri Mülk bu emri tuttu.
Halbuki Auter Hanın bu emrinin icrası mahvi mucip olur denilmişti.
Sultan Miyafarkin önünde bulunan kasabalardan birisine geldi, harman ye­
rinde yerleşti. Hayvanlan doyurmak için otlamağa serbest bıraktılar, sonra bindi­
ler. Bu aralık Auter Han Sultandan ayrıldı; bu ayrılış korku ve alçaklıktan olmak­
la beraber Melikülmuzaffer Şehap Gazi ile bir sıra mektuplar alınıp verilmek su-
retile iki taraf arasında dostluk, muhalasat, her türlü muhabbet ve samimiyet hâsıl
olmuştu.
Auter Han, Melikülkâmilin Amidi alıp kendisini huzuruna getirişine kadar
mahpus kaldı. Kahircde bir taraçadan düştü, vefat etti. Şehrin harman yerinde
157
kalan Sultan ise bütün geceyi orada geçirdi. Gece karanlığı kendisini düşmandan-
sakladı, şafak atağı gibi de M oğollar kendisini keşfettiler. Hemen ata bindi, hal­
buki arkadaşlarının çoğu binmeğe vakit bulamadılar, öldürüldüler.

YÜZ YEDİNCİ FASIL


Bu işin neticesi Sultan hakkında iyi olmadı.

Moğol taarruzu münascbetile Sultandan ayrı düştükten sonra, kaça kaça


Amide kadar sürüklendim, buraya gelmezden evvel üç gün bir mağarada saklandım.
İki ay bu şehirde mecburî alıkonulduktan sonra, Erbile, sonra Azerbaycana kapağr
atom, ama çok ta sıkına çektim. Nihayet kaygulu, yorgun, kese boş, elbisem yır­
tıldığı için hemen çıplak bir halde Miyafarkine geldim.
Sultana ait olan şehirlerde halkın heyecanından duramıyordum, fakat Sul­
tanın yaşamakta olduğuna, asker ve erzak toplamakta bulunduğuna imanım vardı.
Her taraftan bin türlü yalanlar düşüyordu. Miyafarkine vardığım zaman Sultanın,
göçtüğüne inanabildim.
İşte o zaman hayattan bıktım; arkasına kaldığıma yandım.
Yukarda hikâye edildiği gibi, Moğollar kasabada Sultan askerini bozmuş,,
kendisini de maiyetinden esir edilen biri göstermişti. Hemen on atlı arkasına
düştü. Bunlardan ikisi kendisine yetişmiş, Sultan bunları öldürmüş, ötekiler de ba­
şa çıkamıyacaklanm anlayıp geri dönmüşler.
Sultan dağa armanmış, orada be gelen geçenleri soymak için Kürtler bu­
lunuyordu. Kürtler kendisini yakalamış, herkese yaptıkları gibi soymuşlar. Kendi­
sini öldürmek btedikleri vakit Sultan bunların başmdakilcrc gizlice dedi ki: "Ben
Sultanım, hakkımda bir karar vermekte acele etme, çünkü şu iki şeyden birisini yap:
Ya beni Melikülmuzaffer Şehabüddine götür, o seni zengin eder, veya beni mem­
leketlerimden birisine götür, seni emir yaparım.”
Eşkiya reisi İkinciyi terdh etti, kendbini obasına, karısının yanına götürdü;
kasına emanet enikten sonra atlan getirmeğe dağa gitti. Adam orada yokken adi,
vahşi bir Kürt, elinde bir mızrakla geldi, kadına: "Bu Harezmli kim, neden bunu
öldürmüyorsunuz? dedi. Bu mümkün değildir, diye cevap verdi, kocam ona aman
verdi, çünkü Sultan olduğunu söyledi." Kürt bağırarak: "Bunun Sultan olduğuna
nasıl inanıyorsunuz? Onlar Ahlatta bundan daha kıymetli bir kardeşimi öldürdüler.
Böyle diyerek-Kürt, Sultana öyle bir darbe indirdi ki, ikinebine hacet kalmadan
canı çıka.
Bir zaman sonra Melikülmuzaffer dağa adam göndererek Sultanın eşyasını
toplatn. Bindiği at, eyeri, pek meşhur olan kılıa, saçının ortasına diktiği ufak.
158
harbesi hep bulundu. Bunlar getirildiği raman orada bulunan eski nuJcacrip-
leri tanıdılar, Sultanın olduğunu tasdik ettiler. Bunların içinde Auter Han Tala-
sep te vardı. Sonra kemiklerini de buldurdular, gömdüler.

YÜZ SEKİZİNCİ FASIL


Sultanın hareketi hakkında bir iki söz; şemaili, nrazı, Halife ve
sair hükümdarlar tarafından kendisine ve kendisinin başkalarına
verdiği unvanlar.

Sultan pdk esmer ve ufak idi; gösterişi ve dili Türk idi, fakat farisiyi ve er-
meniceyi de o kadar bilirdi. Cesaretine gelince harp meydanında gösterdiği hama­
set elverir. Bu bir aslan idi, maiyetinde onun kadar cesaret sahibi yoktu. Sakin ta-
biatli idi, kimseye sövüp saymazdı. Ciddî, vakarlı idi, gülmez, gülümserdi, az söy­
lerdi. Adalete meftundu, fakat saltanatını kedernak eden isyanlar da bU^yoldan
ayrıldı. Tebaasının saadetini şiddetle özlerdi, fakat zamanı kargaşalık içinde geç­
tiğinden çokça taaddi yapmağa mecbur kaldı.
önceleri, Hindistnda ve Halife ile münazaalı, Halifeye yazdığı şeylerde ba­
basının kullandığı elkabı kullanırdı. O da şöyle idi: "Bendei Haslan, Menkûbirti,
bin Sultan Sencer”, sonra, Halife kendisine Ahlatta iken saltanat alâmetleri gön­
derdikten sonra mektuplarının sonuna "bendeleri” yazar ve Halifeye de: 'Seyyidi-
na ve Mevlâna Emirülmiiminin, lmamülmüslimin, Halifci Resulullah ilâh..." ya­
zardı.
Alâüddin bin Keykubada, Suriye ve Mısır hükümdarlarına yazdığı zaman:
"lbnüssultan Mehmet” diye muhlisleri, bendeleri gibi tabirleri kullanmazdı.
Bermutat tirazı: "Vcnnasrii lllamin lndullah” idi. Musul Hükümdan Bed-
riiddin ve o rütbede olanlara yazdığı zaman pek güzel bir yazı ile yazar, yazısını
kalınlaştırmak için kalemi ona göre açardı.
Saltanatının başlangıcında, Hintte iken, Halife kendisine: "Rcfiüddevletü
Hakani” yazardı; kendisine Sultan dedirtmeğe çok ısrar ettise de faide etmedi. Fa­
kat saltanat unvanı verildikten sonra "Şehinşah” denilirdi.
Sultanın mağlûbiyeti 628 şevvali ortasındadır (17 ağustos 1231).
Kitabın yazıldığı tarih 667 (10 eylül 1268 — 31 ağustos 1269) dur.
Tercüme burada bitti. Pazartesi 24 şubat 1930.
YANLIŞ, DOĞRU CETVELİ
Yaalı; Dojru Satır Sahife
Anıtı Amur
ufa kbir ufak bir 1 12
Mennlulıaıı Mcndu Han 18 12
Belagıııı Balasaçun 32 12
Selçukîer Selçukîler 34 15
Mcciriiddin Anıribni Sad Mücirüddin Öm er ihni sad 34 22
Mecirü dilin Mücirüddin 34 22
Mecirüddin Mücirüddin 36 22
Mazcndan Mazcnderan 37 23
Gurça Yalıya Grjaııci 17 24
Kıvanıülnıelik kıvam üddin Müeyyidülnıülk Kıvamüddin 24 24
Riy Rey 27 24
fazladır Han 8 25
Kıvanıülnıelik Kıvamülmülk 8 25
Kıvanıülmclik Kıvamülmülk 14 25
Mücyyidülnıelik Müevyidülmülk 17 25
eve ’ uç 17 25
M ücyyidülnıelik Müevyidülmülk 21 25
T ikuü Tikü$ün 39 25
Vermesini vermemesini 6 26
eylemesini eylememesini 7 26
Nizamülmclik Nizanıülınülk 19 26
Dellalet delalet 34 26
IFcnıaıı Hemen 8 27
İzzüddin İzzüddine 24 27
Mticirülmelik M ücirülmülk 40 27
el-Kasım Ebu Kasını 1 28
H ifaülm elik elfcytanki Zivaülmülk E lbayâbank 1 28
Eynal Hâl 37 32
Abisükün Abısükûn 34 32
Eylül Hâl 19 33
alınm asını alınm am asını 31 41
üç atlı üç yüz atlı 2 42
Tarafından tarafından 3 42
yanm da yanım da 7 42
D am ar Melik Dem ir M elik 7 43
E bülfcddin E bülfeth’in 24 47
Cclxâlüddin Celâlüddin 5 48
Gurça Yahya G urjanci 33 48
Gurşa Yahya Gurşanci 36 48

You might also like