You are on page 1of 24

Başlangıcından Günümüze

TÜRK TARİHİNDE
DİN VE İNANÇ

Editör:
Dr. Hakan DOĞAN

Aralık 2022 / ANKARA

I
Bu kitabın tüm hakları yazarına ve yayıncısına aittir.

Başlangıcından Günümüze

TÜRK TARİHİNDE
DİN VE İNANÇ

Editör:
Dr. Hakan DOĞAN

ISBN: 978-625-8365-81-8

Genel Yayın Yönetmeni


Ahmet Deniz AĞCA

Grafik-Tasarım
Biçer YILDIRIM

Baskı & Cilt


Berikan Ofset Matbaa
Y.Mahalle-Gersan/ANKARA
Matbaa Sertifika No: 47109

BERİKAN YAYINEVİ
Kültür Mahallesi, Kızılırmak Cad. No: 61/6
Çankaya-Kızılay/ANKARA
Tel: (0312) 232 62 18-19)

II
ÖNSÖZ

Bir toplumun maddî ve manevî alanlardaki birikimlerin tamamına


“kültür” denilmektedir. Kültürün ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde
toplumların yaşadıkları bölgelerin coğrafî özellikleri, iktisadî ve sosyal yapı-
ları ile diğer toplumlarla olan ilişkileri etkili olmuştur. Kültürün en önemli
kaynağı ve öğesi ise din ve inançtır. Din ve inanç insanoğlunun ortaya çık-
masıyla birlikte var olmuş iki kavramdır. Yapılan çok sayıdaki araştırma ve
arkeolojik kazılar, din ve inançtan yoksun hiçbir toplumun olmadığını orta-
ya koymuştur. Bu iki kavram, Türklerin devlet ve toplum hayatında ayrıca-
lıklı bir yer ve konum edinmiştir. Nitekim Türkleri çağlar ötesinden günü-
müze taşıyan en belirgin değer onların din ve inanç sistemleri olmuştur. Bu
bağlamda, yayıldıkları geniş coğrafyada oldukça farklı kültür ve inanç sis-
temleri ile karşılaşan Türklerin dinî hayat tarzları ve dinle olan ilişkilerinin
günümüze son derece zengin bir tarih ve kültür mirası bıraktığı görülmek-
tedir.
Dünyanın en eski ve en köklü milletlerinden birisi olan ve tarihte bü-
yük devletler kuran Türkler pek çok din ve inanç sistemini benimsemişler-
dir. Bu tarihsel süreçte, İslam öncesi dönemde Gök Tanrı Dini, Totemizm,
Şamanizm, Budizm, Taoizm, Maniheizm, Mazdeizm, Zerdüştlük, Musevilik
ve Hıristiyanlık gibi dinlere mensup olmuşlardır. VIII. yüzyıldan itibaren
İslam Dini’ne kitleler halinde geçmeye başlayan Türkler, X. yüzyıldan sonra
da bu dinin hem koruyuculuğunu hem de liderliğini üstlenmişlerdir.

Türk tarihinin belli dönemlerinden kesitler sunmaya çalıştığımız bu


çalışmada, Türklerin tarih sahnesine çıkmalarından günümüze kadar ki
süreçte mensup oldukları din ve inanç konuları hakkında yazılar yer almak-
tadır. On iki makaleden oluşan eserimizde, İslam öncesi dönemde; Elif Gi-
zem Polat, Andronovo kültüründe ölü gömme âdetleri ve inanç sisteminden
hareketle Türklerin etnik kökenini ve din anlayışlarını ortaya koymaya ça-
lışmıştır. Bunu yaparken de Türklerde yapı mezar manasına gelen kurgan-
lardan yararlanmıştır. Habibe Ceren Dağdeviren, İslam öncesi dönemde
Türklerin inanç sistemlerinden birisi olan Şamanizm içerisinde faaliyet gös-
teren kadın şamanların faaliyetlerinden ve gizemli dünyalarından kesitler
sunmaya çalışmıştır.
İslamlaşma sürecinde ve sonrasındaki dönemde ise; Ahmet Demir, İs-
lam dininin X. yüzyıldan itibaren Türkler arasında yoğun bir şekilde yayıl-
masıyla birlikte eski kimliklerini büyük ölçüde muhafaza eden Şamanların
eski âdet ve inançlarını yaşatmaya çalıştıkları süreci ele alarak, Türk tarihi-

III
ne özgü olan popüler kültür temsilcisi “şaman-derviş” tipini analiz etmeye
çalışmıştır. Bir terim olarak ilk defa bu çalışmada ele alınan tipin belirlene-
bilmesi, Türk tarihinde İslamlaşma sürecinin Türkistan’dan Anadolu’ya olan
yolculuğunun serencamını ortaya koyması açısından da büyük bir önem
taşımaktadır.
Kayhan Atik, Müslüman- Türk toplumunda tarihî olayların bir sonucu
olarak XIII. yüzyıl başlarında Anadolu’da kurulan ve XIX. yüzyılın ikinci
yarısına kadar Türk halkının ekonomik, sosyal, ahlakî ve siyasî düzenine
yön vermiş bir kurum olan Ahilik teşkilatına mensup tekke ve zaviyelerin
işlevini detaylı bir şekilde analiz etmiştir. Çalışmada, özellikle din ve ahlak
konusuna dair yapılan tespitler dikkate değerdir.
Dilara Dikmen, Büyük Selçuklu Devleti’nin Abbasîlerle olan ilişkile-
rinde hilafet makamı ve İslam koruyuculuğu meselesini konu edindiği ça-
lışmasında, iki taraf arasındaki ilişkileri Tuğrul Bey ve sonraki sultanların
dönemlerinde olmak üzere ayrı ayrı ele almıştır. İlk olarak, Selçuklu Devleti
öncesi bölgedeki genel dinî ve siyasî durum ile Türk-Arap ilişkilerine yer
vermiş, daha sonra kuruluş dönemi Selçuklu-Abbasi ilişkilerini hem siyasî
hem de toplumsal açıdan değerlendirmiştir.
Ahmet Özmen, XIII. yüzyılda Türkiye Selçukluları devrinin önde gelen
âlim, mutasavvıf ve şairlerinden ve Mevlana Celâleddin Rumî’nin de oğlu
olan Sultan Veled’in dinî ve tasavvufî manzumelerin yoğun olarak işlendiği
divanının muhtevasını incelediği çalışmasında, “Ramazan” ve “Oruç” konu-
larını örneklerle tahlil etmiştir. Bu örneklerden hareketle, Ramazan’ın rah-
met ve mağfiret ayı olması, Kur’an’ın bu ayda indirilmesi, Kadir gecesinin
Ramazan ayı içerisinde gizli olması, bayram günü oruç tutmanın yasaklı
olması gibi itikadî hususların deforme olmadan günümüze kadar varlığını
devam ettirdiğini ortaya koymaya çalışmıştır.
Bilgesu Coşar, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra mensup
oldukları tarikatlerden birisi olan Bektaşiliği konu edindiği çalışmasında, bu
tarikatın Anadolu coğrafyasındaki kuruluş sürecini, Türkler arasında
yayılmasını, faaliyetlerini ve Anadolu’nun siyasî-kültürel gelişimine olan
etkisini detaylı bir şekilde ele almıştır. Bu bağlamda Bektaşilik tarikatının
Anadolu’da İslamiyet’in Türkler arasında yayılmasındaki rolünü ortaya
koymaya çalışmıştır.
Fatma Açıkgöz, Osmanlı saray düğünlerinde tertip olunan şenliklerde
padişaha ve şehzadelere hediye sunulması geleneği temelinde ele aldığı
çalışmasında, 1720 yılında III. Ahmet’in oğulları Süleyman, Mahmut, Musta-
fa (III. Mustafa) ve Bayezid’in sünnet düğünleri için düzenlenen ve Osmanlı-

IV
nın son büyük sünnet şenliği olma özelliğini taşıyan bu şenlikte padişaha
sunulan birbirinden değerli hediyeler içerisinde yer alan dinî içerikli kitap-
lara dikkat çekmiştir. Söz konusu düğünde hediye edilen kitapların adı, ya-
zarı, türü, özelliği ve kimin sunduğu da ayrıntılı bir şekilde okuyucuya akta-
rılmıştır.
Mehmet Doğan, Osmanlı şehirciliğinin doğup gelişmesinde ve top-
lumda çok sıkı ilişkiler kurulmasında önemli bir fonksiyonu olan vakıfların
hayırseverlik yönünü, Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki önemli şehirlerin-
den birisi olan Dimetoka’daki tespit ettiği 10 adet vakıf çerçevesinde değer-
lendirmektedir. Çalışmada ayrıca bir taraftan vakıfların şehir tarihi araştır-
malarındaki önemine dikkat çekilirken, diğer taraftan da Dimetoka örne-
ğinde Balkanlar coğrafyasındaki şehirlerde Osmanlı kültür ve medeniyetine
ait izler de ortaya konulmaktadır.
Sibel Kavaklı ve Veli İlker Dağsever, Osmanlı Devleti döneminde Ana-
dolu şehirlerinin büyümesi ve gelişmesinde din ve inanç gereği ortaya çıkan
vakıfları tema edindikleri ortak çalışmalarında, vakıfların kurucuları ara-
sında erkekler kadar kadınların da din ve inanç gereği yer aldıklarını ortaya
koymaya çalışmışlardır. Bu bağlamda, arşiv kaynaklarından tahrir defterle-
rindeki verilerden hareketle Kastamonu’da 15. yüzyılın sonları ve 16. yüz-
yılda vakıf kuran kadınlar incelenerek bu alandaki katkıları ve sundukları
hizmetler değerlendirilmiştir.
Cem Karakılıç ve Mustafa Müjdeci, halk kültürünün önemli parçala-
rından birisi olarak görülen batıl inanç ve bununla ilgili bir kısım uygulama-
ları konu edindikleri ortak çalışmalarında, bu ritüel ve itikatların her top-
lumda olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk toplumunda da görül-
düğünü il il ve sancak sancak örneklerle okuyucuya aktarmaya çalışmışlar-
dır. Bu ritüel ve inanışlara dair bilgiler, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Mec-
lisi’nin açılmasından sonra kurulan İcra Vekilleri Heyeti içinde yer alan Sıh-
hiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâlet’ne bağlı illerin sıhhiye müdürleri tara-
fından hazırlanan raporlardan oluşturulan “Türkiye’nin Sıhhi İctimai Coğ-
rafyası” adlı kitaptan alınmış ve Anadolu’daki 21 vilayet ve sancaktaki batıl
inançlara yer verilmiştir.
Osman Köse, Türk kültürünün önemli parçalarından birisi olan Yörük
kültürünü konu edindiği çalışmasında, Yörük nüfusunun yoğun olduğu yer-
lerden biri olan Muğla’nın Fethiye ilçesinde Yörük kültüründe dinî hayat ve
devam ettirilen eski Türk inançlarının izleri üzerine bir değerlendirme
yapmıştır. Çalışmada, Yörüklerin gündelik yaşantısından örnekler verilerek
Yörük kültüründe eski Türk inanç ve uygulamalarının İslamiyet’in kabulün-

V
den sonra da kendine has bir üslupla devam ettiği, birçok değişimle birlikte
bu inanç ve uygulamaların her alanda yaşadığı, böylece bu kültürün günü-
müze kadar kesintisiz bir şekilde ulaştığına dikkat çekilmiştir.
Tarihî süreç içerisinde ana teması “Türklerde Din ve İnanç” olan bu
eserin ortaya çıkmasına, akademik tecrübeleri, değerli görüşleri ve yazdık-
ları makalelerle önemli katkılar sağlayan hocalarımıza ve araştırmacılarımı-
zın her birine şükran borçluyuz. Ayrıca eserimizin yayınlanmasında ve oku-
yucularımıza ulaştırılmasındaki katkılarından dolayı Berikan Yayınevi’ne,
değerli yöneticilerine ve çalışanlarına da ayrı ayrı teşekkür eder, çalışmamı-
zın bu alanda yapılacak olan araştırmalara katkı sağlamasını temenni ede-
rim.

Dr. Hakan DOĞAN


Ankara / Aralık-2022

VI
İÇİNDEKİLER

- ÖNSÖZ ............................................................................................................................... III

- ANDRONOVO KÜLTÜRÜ’NDE ÖLÜ GÖMME ÂDETLERİ VE İNANÇ


Elif Gizem POLAT .......................................................................................................... 1

- ŞAMANİZM ÖĞRETİSİNİN GİZEMLİ ŞİFACILARI:


KADIN ŞAMANLAR
Habibe Ceren DAĞDEVİREN..................................................................................19

- İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER


KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞ” TİPİ
(XIII-XIV. Yüzyıllar Anadolu Örneği)
Ahmet DEMİR................................................................................................................29

- AHİ TEKKE VE ZAVİYELERİNİN İŞLEVİ


Kayhan ATİK..................................................................................................................45

- BÜYÜK SELÇUKLU ABBASÎ İLİŞKİLERİNDE HİLÂFET MAKAMI VE


İSLÂM KORUYUCULUĞU
Dilara DİKMEN .............................................................................................................63

- SULTAN VELED DİVANI’NIN MUHTEVASI VE BİR ÖRNEK: RA-


MAZAN VE ORUÇ
Ahmet ÖZMEN...............................................................................................................87

- ANADOLU TOPRAKLARINDA İSLAMİYET’İN YAYILMASINDA


ALEVİ-BEKTAŞİ TARİKATININ ROLÜ
Bilgesu COŞAR ...........................................................................................................113

- 1720 ŞENLİĞİNDE SULTAN III. AHMET’E VE ŞEHZADELERE HE-


DİYE EDİLEN DÎNÎ İÇERİKLİ KİTAPLAR
Fatma ÜNYAY AÇIKGÖZ ........................................................................................125

VII
- OSMANLI DEVLETİ’NDE HAYIRSEVERLİK KURUMU OLARAK
VAKIFLAR: DİMETOKA ÖRNEĞİ
Mehmet DOĞAN ........................................................................................................135

- TAHRİR DEFTERLERİNE GÖRE DİN VE İNANÇ BAĞLAMINDA


KASTAMONU’DA VAKIF KURAN KADINLAR
Sibel KAVAKLI KUNDAKÇI / Veli İlker DAĞSEVER ................................149

- ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNDE “İTİKADAT-I BATILA”


ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Cem KARAKILIÇ / Mustafa MÜJDECİ .............................................................175

- YÖRÜK KÜLTÜRÜNDE DİNÎ HAYAT VE ESKİ TÜRK İNANÇ İZLERİ


Osman KÖSE ...............................................................................................................197

VIII
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK


TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞ” TİPİ
(XIII-XIV. Yüzyıllar Anadolu Örneği)

Ahmet DEMİR

ÖZET
Din, sosyal varlık olan insanların tarih boyunca hiçbir zaman vazge-
çemeyecekleri en önemli değerlerden birisidir. Geçmişte toplumlar, her-
hangi bir şekilde de olsa bir güce inanmanın kendilerini boşlukta kalmaktan
kurtaracağına inanmış olmalılar ki, bugün halk arasında hala canlılığını ko-
ruyan ve geçerliliğini devam ettiren “dinsiz yaşanmayacağı” düsturu günü-
müze kadar gelebilmiştir. Bazı toplumlar ilahî dinlere bağlanmışlar, bazıları
daha somut varlıklara inanmayı tercih etmişlerdir.
Türkler ise İslam dinini kabul etmeye başladıkları IX. yüzyıla kadar
tam bir tevhid inancını yansıtmayan yer ve gök kutsallarını kuşatan bir
inanca sahip olmuşlardır. Bu inanca daha sonraki zamanlarda Gök Tengri
denilecektir. Şamanlık ise Türklerin İslam öncesi dönemdeki en önemli
inançlarından birisi olmuştur.
Toplumların inançları veya dinleri ne olursa olsun bütün inanç sis-
temlerinde insanları en büyük güç olarak inanılan değer/değerlere ulaştır-
mak maksadıyla din adamları mevcut olagelmiştir. Şamanlık’taki din adamı
da “şaman” olarak bilinen ve miladî VI. yüzyıldan önce hiçbir kaynakta is-
mine rastlanmayan, bu dönemden itibaren adına kam denilen kişidir. Aslın-
da şunu da belirtmek gerekir ki, VI. yüzyıldan önce Türklerin inancının Şa-
manlık olduğuna dair hiçbir işaret bulunmamaktadır. Bu kanaate Çin kay-
naklarının sonraki devirlerde vermiş olduğu bilgiler neticesinde varılmak-
tadır. Zaten İslam öncesi Türk tarihi en iyi şekilde Çin kaynaklarından öğre-
nilebilmektedir.
Türkler arasında yoğun bir şekilde X. yüzyıldan itibaren İslam dininin
kabul edilmesiyle birlikte Şamanlar da eski kimliklerini büyük ölçüde muha-

Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
ademir38@gmail.com

29
AHMET DEMİR

fazaya gayret etmişler, İslam kisvesi altında derviş şekline bürünüp bu sa-
yede göçebe Türkmen kitleleri arasına girerek eski âdet ve inançlarını ya-
şatmışlardır. Buna dair Türk tarihinde Türkistan’dan Anadolu’ya hatta Ru-
meli’ye kadar birçok misal bulunmaktadır. Bu yazı yukarıda bahsedilen sü-
recin bir ürünü olarak ortaya çıkan ve Türk tarihine özgü olan popüler kül-
tür temsilcisi “şaman-derviş” tipini konu edinmektedir. Bir terim olarak ilk
defa burada ele alınacak tipin belirlenebilmesi Türk tarihinde İslamlaşma
sürecinin Türkistan’dan Anadolu’ya olan yolculuğunun serencamını ortaya
koymak açısından önem taşımaktadır.

Şamanların Özellikleri
Yazının ana kahramanı olan Şamanların özelliklerinden önce Şaman-
lığın kavram ve bazı esaslarından bahsetmek yerinde olacaktır. Şaman ke-
limesi, aslında Tunguzca olup Türk kavimleri şamanlara genellikle kam de-
mekteydi.92 Kam ise en erken M. VI. yüzyılda Çin kaynaklarında geçmekte-
dir. Eski Türklerde büyücüyü ifade etmek için kullanılan bu kelimeyi
Kaşgarlı Mahmud da kam şeklinde zikretmektedir.93 Şaman kelimesinin
geçmişi çok daha yenidir. Bu kullanım, Isbrand adındaki elçinin XVII. yüzyıl
sonlarında Çin’deki elçiliği sonrasında Avrupa’da öğrenilmiştir.94 Türkçede
en yaygın kullanımı kam adıyladır. Moğollar, Buryatlar ve Kalmuklar erkek
şamanlara “bö, böğe”, Yakutlar “oyun”, Çuvaşlar “yum”, Kırgız-Kazaklar
“bakşı-bahşı” demişlerdir.95
Kamlar, Şamanistlerin inançlarına göre tanrılarla insanlar arasında
aracılık yapma gücü ve kudretine sahip olan ve yine tanrılar tarafından se-
çilmiş olan kişilerdir. Dolayısıyla şamanistler, kamların kudretinin ilahî ol-
duğuna inanırlar. Kamlar, tanrılarca tayin edildiklerine, ruhların kendileri-
nin hizmetinde bulunduklarına inanan, hayali geniş, mistik ve yaratılış iti-
bariyle zeki insanlardır. Onlar, tabiattaki sırlara da vâkıftırlar.96 Kamlar er-

92 Orhan Hançerlioğlu, Dünya İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000,s. 477.
93 Kaşgarlı Mahmud, Divanu Lûgat-it-Türk Tercümesi-I, Çeviren: Besim Atalay, TTK, Ankara,
1985, s. 236 ve 283; Kaşgarlı Mahmud, a.g.e.,C. III, s. 157. Ayrıca bkz. M. Fuad Köprülü,
“İslam Sûfî Tarikatlerine Türk-Moğol Şamanlığının Tesiri”, Çev. Yaşar Altan, AÜİFD, S.
XVIII, Ankara, 1970, s. 142.
94 Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Aykut Kazancıgil, İstanbul, 1994, s.
51; Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm (Materyaller ve Araştırmalar), Ankara,
1986, s. 74.
95 Sadettin Buluç, “Şaman”, İslam Ansiklopedisi, C. XI, MEB, İstanbul, 1993, s. 311.
96 Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, 1976, s. 54-55.

30
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

keklerden olabildiği gibi kadınlardan da olabilir.97 Hatta bazı şamanistlere


göre kadın kamlar daha kuvvetlilerdi. Kamlar erkek olsun kadın olsun bir
kast halinde bulunmazlar, mensup oldukları boy, oymak ve köyün üyesi
olarak halk arasında yaşarlardı.
Şamanlığa 6-50 yaşları arasında özellikle de 20’li yaşlarda girildiği ve
bu dönemin de cinsî olgunlaşma devresine rastlaması dikkat çekmektedir.
Kamlık, bir din mesleği olduğuna göre bu meslek öğrenilmekle elde edilmez
ve kam olabilmek için belli başlı bir kavmin soyundan gelmek gerekmek-
teydi. Bu meslek çok ağır bir yükümlülük gerektirdiği için hiç kimse kam
olmak istemezdi. Fakat o kimse geçmiş atalarından olan bir kam’ın ruhunun
zorlamasıyla kam olmaya mecbur olur ve bundan sonra genç kam adayı,
yaşlı ve tecrübeli bir kam’ın terbiyesine verilirdi. Aslında kam olacak kişi
küçüklüğünden beri çok düşünceli olur, vakit vakit canı sıkılır, şair tabiatlı
olup irticalen şiirler söylerdi.98
Kam veya şamanlar vecd, istiğrak, cezbe veya trans haline geçebil-
mektedir. Onlara bu sayede tanrılarla münasebet kurduklarına ve bunu da
ruhlar aracılığıyla gerçekleştirdiklerine inanmaktaydı. Bu özellikleri dolayı-
sıyla denebilir ki, ruhlar şaman tarafından vecd (cezbe, istiğrak) haline geti-
riliyor ve böylece kutsalla buluşmuş oluyordu.99 Burada şamanlardaki vecd
haliyle yine onlara atfedilen bir özellik olan sihirsellik tekniği arasında bir
bağlantı olduğu göze çarpmaktadır. Kam ya da şamanların en önemli özel-
liklerinden birisi de istedikleri zaman bir hayvan, özellikle de kuş şekline
girebilmeleridir. Geyik, doğan, şahin, atmaca, güvercin gibileri bunlara ör-
nek gösterilebilir. Hatta sembolik olan bu hayvanlar İslamî dönem dervişle-
rin de başvurduğu unsurlar arasında yer almaktadır.100 XIV. yüzyılda Os-
manlı dönemindeki Geyikli Baba bunların en meşhurudur.101
Şamanların belli başlı özelliklerinden sonra bu inanç sistemindeki
önemli ögelerden bahsetmek de yararlı olacaktır. Şamanlık’ta âyin ve tören-
ler, kendisine kutsallık mesabesinde inanılan ve değer verilen şeyler (kült-

97 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi-I (Kaynakları ve Açıklamalarıyla Destanlar), TTK, Ankara,


1993, s. 17.
98 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 79.
99 Abdülkadir İnan, a.g.e.,s. 79-80; Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler,
İstanbul, 1985, s. 68-69.
100 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi-I, s. 29.
101 Ahmet Yaşar Ocak, “Geyikli Baba”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 14, Anka-
ra, 1996, s. 45.

31
AHMET DEMİR

ler) uğruna düzenlenen uygulamalardır. Eski Türkler, Gök Tanrı ve gökte


başta “tengri-ruh”ların varlığına inandıkları gibi tabiata da tapmışlardır. Bu
tabiat kültünü “yer-su” şeklinde ifade etmek mümkündür. Şaman inancına
göre bütün dünya ruhlarla dolu olduğu için bu kült içerisinde yer alan ve
kendisine inanılan her şey canlı nesnelerdir. Şamanist olan Eski Türkler
bundan dolayı “yer-su” kültü içinde yer alan dağ, göl, ırmak, orman, su, pı-
nar, kaya, ateş, ocak gibi kültlere inanıp ibadet de etmekteydiler.102 Şama-
nistler bütün bu kültlere inanmakta oldukları gibi onlara, düzenledikleri
âyin ve törenlerle kurban da sunmaktaydılar.
Bunların yaptıkları bütün törenlerde ateş asla vazgeçilmeyen bir kült,
kurban da kültlere sunulan en iyi hediyeydi. Her âyin için kanlı ve kansız
kurban bulunması gerekmekteydi. Kanlı kurbanlar içinde en önemlisi ise
attı. Attan sonra koyun gelmekte ve bunların erkek olmasına dikkat edil-
mekteydi.103 Şaman veya kamların âyin yaparken ruhların yardımını istedi-
ğini veya onlarla mücadele için ateşler yakıp davullar çalarak ve sihirli
nağmeler söyleyerek temsilî rakslar yaptıklarını söylemek mümkündür.
Destanlar da ölen kahramanların ruhlarının yerinde alpler tarafından, elde
tuğ, yine rakslar ile temsil edilirdi.104
Şamanlar için âyin ve törenlerde kullanmak üzere davul ve cübbe bu-
lundurmak gerekmekteydi. Onların evi de kendi kültüne uygun olarak süs-
lenmişti. Davulun bir tarafında erenler sıralanmıştı. Bunlar arasında tahta
kılıç da bulunurdu ki, şaman bu kılıçla kötü ruhları yok etmek için savaşırdı.
Her şaman kendisinin özel bir ruhu veya ruhları olduğuna inanırdı. Altaylı
kamlar bu özel ruha “tös”, Yakut “oyun”ları “ijakil” (ana-hayvan) veya
emeget, Türkistan ve Kırgız “baksı”ları “arvak” derlerdi. Şamanlık inançla-
rından olan bu ijakil ve arvak hikâyesi İslam meşayihinin menkıbelerine de
değişik şekillerde girmiştir.

Kültürel Sahada İslamiyet’le Birlikte Şamanlıktan Dervişliğe Doğru


Tarihte bütün kültürler, çevresinde gelişme gösterenlerle karşılıklı
etkileşim içerisine girmişlerdir. Bu, kültür alışverişini mümkün kılmış, top-
lum ve milletler değişik kültür ve medeniyet unsurlarını tanıma imkânı
bulmuşlardır. Eğer kendi değerlerine münasip olanlar olmuşsa onları kabul-

102 Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 31-46.


103 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 97-100.
104 Emel Esin, “Türk Kültür Tarihi, İç Asya’daki Erken Safhalar”, Türk Kültüründen Görüntü-
ler Dizisi, S. III, İstanbul, 1985, s. 5.

32
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

lenmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bazen de karşı kültürlerin katı kural-


larla dolu değerlerini kendi potalarında yumuşatmışlar ve kendi anlayışla-
rına göre yeniden yorumlamışlardır.
Türk tarihinin İslam öncesi döneminde de adı geçen durum söz konu-
su olmuştur. Özellikle dinî inanç sahasında Şamanlık karşısında Burkan,
Buda ve Mani dinleri etkili olmuştur. Bu dinler ona yeni birçok şey katmış,
bunun karşılığında ondan da bir takım şeyler almıştır.
Gerçekte Orta Asya’daki kozmopolit kültür ve milletlerarası dinler ile
Türk kültürü arasında Göktürk devrinde başlayan imtizaç Uygurlarca ta-
mamlanmış ve yerleşik Türk medeniyeti kemale erdirilmiş, bunun yanında
şehir hayatı da düzen kazanmıştır.105 Uygurlar zamanında dinler arasında
büyük etkileşimler meydana gelmiştir. Onlar, millî inançları olan Şamanlığa
bağlı olmalarının yanında özellikle Buda dininin önemli etkisinde kalmış-
lar,106 bunun yanında İslamiyet de ağırlığını yine onlar zamanında hisset-
tirmiştir. Bütün bunlara rağmen Uygur ülkesinde Şamanlık’la birlikte Bu-
dizm, Maniheizm hatta Hıristiyanlığa inananlar dahi yan yana yaşıyordu.107
Budizm, Uygurlar arasında daha Göktürkler devrinde başlayan bir süreç
içerisinde yer bulmuştur. Hatta denebilir ki, onlar devlet kurdukları sırada
halkın hiç olmazsa bir kesimi Budist idi.108
İslam öncesi dönemde Şamanlık karşısında bu dinler etkili olurken,
İslamiyet Orta Asya’da askerî saha başta olmak üzere kendini göstermiş,
daha sonra kültür ve medeniyet sahasında ağırlığını hissettirmiştir. İslami-
yet, Emeviler döneminde Türklerle karşılaşmış olmakla beraber onların
siyasetleri neticesinde Türklerin kendilerine pekiyi bakmamalarına neden
olmuştur. İslam ordularının Türkler açısından olumlu neticeler veren sefer-
leri ise esasen VIII. yüzyıl ortalarında kurulmuş olan Abbasi Halifeliği dö-
neminde gerçekleşmiştir. 751 yılında meydana gelen Talas Savaşı’yla birlik-
te Türkler artık yüzlerini İslamiyet’e çevirmişler ve böylece hem dinin pren-

105 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi-I (Kaynakları ve Açık-
lamalarıyla Destanlar), TTK, Ankara, 1993; Aynı yazar, Türk Mitolojisi-II (Kaynakları ve
Açıklamalarıyla Destanlar), TTK, Ankara, 1995. Özellikle eserin II. Cildi s. 13-108 arası;
Emel Esin, a.g.m., s. 11-12.
106 Emel Esin’e göre bu din astrolojik tarafları ile temayüz etmiştir. Bkz. Emel Esin,
İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a Giriş, İÜEF Yayınları, Türk Kültürü El-
Kitabı II, C. 1/b’den ayrı basım, İstanbul, 1978, s. 124-125.
107 Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 9-10.
108 Özkan İzgi, Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına Göre), Ankara, 1987,
s. 17.

33
AHMET DEMİR

siplerini hem de İslam toplumunu tanımaya başlamışlardır.109 Türklerin


kitle olarak İslam’a girişleri yoğun bir şekilde olmak üzere X. yüzyılda ger-
çekleşmiştir.
Orta Asya bozkırlarının en önemli unsuru olan göçebe Türklerin bu
dini tanımasına yardımcı olarak Maverâünnehr’de cereyan eden ilmî ve
ticarî faaliyetler önemli bir unsur olarak görülmelidir. Bu bölgenin medrese-
lerinde yetişen ilim ve tasavvuf erbabı Türk dervişler, ticaret kervanlarına
katılarak özellikle göçebeler arasında bu dini yaymaya çalışmışlardır.
Yukarıda anlatılanlar doğrultusunda yeni dini benimseyen Şamanlar
da, toplum içerisinde üstlenmiş oldukları dinî fonksiyonlarını büyük bir
kayba uğramadan İslam kisvesi altında da devam ettirmişler, derviş kimli-
ğine bürünmüşlerdir. İslamiyet’e geçiş dönemiyle birlikte şamanların inanç
sahasındaki fonksiyonları aslında azalmıştır. Yeni din, Allah ile insanlar ara-
sında herhangi bir aracıyı kabul etmiyordu. Böyle bir durum, hem siyasî
hem dinî temsilciliği bulunan şamanların tabiatına ters gelmekteydi. Bun-
dan sonra şamanlar da kendilerini bu yeni dine sadece dış görünüş itibariy-
le uydurmaya gayret göstermekteydi. Özellikle kendilerini daha iyi anlaya-
bilecek olan halk arasına girmişler, bu sayede faaliyetlerini, İslam anlayışını
da içine alacak şaman-derviş şeklinde devam ettirmişlerdir. Bunların İslam
öncesi dönemdeki dinî misyonunun ruhunda ise pek önemli değişiklikler
olmamıştır. Göçebe Türkler ise, kendilerini İslamlaştıran sûfî dervişleri,
içerisinde bulundukları kültür ortamına göre şamanlar olarak görüyorlardı.
Öyle anlaşılıyor ki onların bu işte başarılı olmasının sırrı da, özellikle Moğol
istilasından sonra Şamanlık’tan veya Budizm’den yeni ayrılmış olan Müslü-
man Moğol ve Türklerin Şaman geleneklerini ve hurafelerini din unsurla-
rından sayan şeyh ve dervişlere büyük bağlılık göstermelerinde yatmaktay-
dı.110

Göçebe Kültür Teolojisinin Kurucusu ve Yaşatıcısı Olarak Şaman-


Derviş Tipleri Hakkında Tarihî Örnekler
Türklerin İslamlaşma sürecindeki kültürel yapı itibariyle şu tespitin
yapılması gerekir. Zira bu sayede şaman-derviş tipinin ortaya çıkmasını
sağlayan ortam belirlenebilecektir. IX. ve özellikle X. yüzyılla birlikte İslami-

109 Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 11.
110 Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s. 187.

34
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

yet Türkler arasında birbirinden farklı iki sosyo-kültürel ortamda yayılmış-


tı. Birincisi şehirli kesimin beslendiği medrese İslam’ına dayanan kitabî ve
resmî ortam, ikincisi ise daha ziyade göçebe Türkmenler arasında güç kaza-
nan tasavvuf ağırlıklı mistik ortam.111 Bu yazıda ele alınan şaman-derviş tipi
ikinci ortamı temsil eden bir model olmuştur. Kendilerine baba denen sûfî
dervişler, mensubu bulundukları cezbeci mektebe atfen Horasan erenleri
olarak da bilinmekte ve eski kam-ozanları hatırlatmaktadır.112
Yukarıda özelliklerinden bahsedilen şaman-dervişlerin özellikle gö-
çebe halk arasında faal olmalarından yola çıkarak onların bu kültür teoloji-
sini hangi süreç içerisinde ne surette oluşturmaya çalıştıkları konusu krono-
lojik misallerle ele alınacaktır. Önce, hem iktidar hem de göçebe halk naza-
rında edindiği nüfuz itibariyle Türk şaman-dervişlerine güzel bir örnek olan
Cengiz Han’ın şamanından, daha sonra da bu tipin gerçek kimliğini kazandı-
ğı Anadolu’daki temsilcileri Baba İlyas, Hacı Bektaş, Geyikli Baba, Sarı Saltık
ve Barak Baba’dan bahsedilecektir.
Cengiz Han’ın Şamanı: Moğollar da Türkler gibi bozkırlarda ortaya
çıkmış olan bir Asya milleti idiler. Bu yüzden her iki millet birbirine çok
benzeyen özellikler göstermektedir. Göçebe Türkler gibi yaşadıkları coğrafi
şartların sevkiyle bu hayat tarzları onların Türklere yakın özellikler gös-
termesini sağlamış olmalıdır. Onlar da Şaman inancına bağlıdır. Dolayısıyla
her iki milletin sahip olduğu kültür unsurları arasında benzerlikler bulun-
maktadır. Hatta onların birbirlerine yakın özellikleri Reşidüddin ve bazı
Avrupalı tarihçilerce Moğolların Türklerin bir kolu olarak telakki edilmesi
zannını uyandırmıştır.113 Moğolların Türklere göre daha sonraki yüzyıllarda
(on üçüncü yüzyılın sonlarına doğru ilk İslamlaşma görülmüştür) İslam
dinine girmeleri, eski inançları olan Şamanlığın üstünde durmaya değer bir
konu olmasını sağlamıştır. Konumuz itibariyle bu noktada Şamanlığın siyasî
gücü üzerinde durulması gerekmektedir.
Şamanlık, iktidara ortak olduğu dönemlerde dahi, yapısı itibariyle
halka dönük bir inanç olarak varlığını devam ettirmekteydi. Öyle ki, en zayıf
olduğu zaman bile hükümdarı etkisi altında tutarak siyasî yetkiyi ele almak

111 Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı: Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da İslâm-
Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, Dergay Yayınları, İstanbul, 2014, s. 63.
112 Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s. 78-79. Yazar, adı geçen eserinde özellikle Anadolu’da XIII.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren faal rol oynayan bu grupların sosyal ve kültürel taban-
larını da açıklamaktadır.
113 Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 191-192.

35
AHMET DEMİR

için mücadele etmiştir. Büyük şaman rahibi ile Cengiz Han’ın siyasî iktidarı
arasında da büyük bir mücadele yaşanmıştır. Zaten Cengiz Han, hayatında
önemli bir rol oynayacak şaman ailesine sıkı bir şekilde bağlı bulunuyordu.
Onun oğlu Mönglik ve Teb-Tenggeri adı ile ün salacak olan torunu Köküçü
de şaman rahibi idiler.114
Cengiz Han gibi büyük bir siyasî güç, halk arasında faaliyet göster-
mekte olan şaman rahiplerinin tesirinde kalıyordu. Bu şamanın, birçok Türk
dervişinin de alışılagelmiş güçleri arasındaki bazı özellikleri kayda değerdir.
Reşideddin, Teb-Tenggeri hakkında, “bilinmeyen hususlar ve ileride gerçekle-
şecek olaylarla ilgili olarak bilgi verdiği ve Allah benimle konuşuyor ve beni
göğe kadar götürüyor; beyaz bir atın üstüne binerek göğe ulaşmak istiyor;
kışın en şiddetli bir döneminde bu ülkenin en soğuk bölgesi olan Onon ve
Kerülen bölgesinde donmuş bir nehrin üzerine oturma alışkanlığı vardı ve
bedeninin sıcaklığı ile buzu eritiyordu” demekle henüz İslam dairesine gir-
memiş olan Moğol çevrelerinde şamanların etkinliklerini ve psikolojilerini
yansıtmaktadır.115 Burada görülmektedir ki, sonradan Türk dervişlerinde
de göze çarpacak olan soğuğa karşı duyarsızlık, göğe yükselmek ve Allah’la
konuşmak gibi unsurlar, şamanların en önemli özellikleri arasında yer al-
maktadır. Türk tarihinde de buna benzer örneklerle karşımıza çıkan şaman-
derviş tipleri eski inançlarını kaybetmeden muhafaza etmektedir. Bunların
aynı zamanda siyasî desteği de yanlarında bulundurmaları halk arasında
saygınlıklarını ve nüfuzlarını artırmaktadır.
Baba İlyas Horasanî: Türk tarihindeki şaman-derviş tipinin Anado-
lu’daki en güzel örneği Baba İlyas’tır. XIII. yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunun
dinî-içtimaî yapısı açısından oldukça önemli bir şahsiyettir.116 O, Moğol isti-
lası sırasında Anadolu’ya göç eden ve Türkmen çevrelerin büyük bir alaka
göstermiş olduğu Türkmen babalarından biridir. Zaten Türkmen halkın
Anadolu’ya göçlerine paralel olarak meydana gelen derviş göçleri sonucun-
da bu babalar, onların dinî hayatının düzenleyicisi rolüyle inkâr edilemez
önemli fonksiyonlar üstlenmişlerdir.117

114 Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s. 57-58.


115 Jean Paul Roux, a.g.e.,s. 59.
116 Anadolu Selçukluları zamanında 1240 yılında meydana gelen Babaî isyanının liderinin
Baba İlyas mı Baba İshak mı olduğu ile ilgili olarak bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsya-
nı, İstanbul, 2014, s. 101-126.
117 Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1980, s. 35.

36
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

Göçebe hayat tarzının gereklerini en iyi şekilde bilen, hem bunları


hem de halkın içinde bulunduğu sosyal durumu değerlendiren Baba İlyas,
siyasî şartları da kendi lehine çevirmeyi başardıktan sonra halkı etrafında
toplamış ve eski inançlarından vazgeçmeyen, İslam kimliğine bürünmüş
şaman kılığına girerek onları kendisine inandırmıştır.118 Hatta halkı kendi-
sinin peygamber olduğuna inandıran Baba İlyas, zaten İslam’ı tam manada
anlayamayan göçebe Türkmenler arasında çok büyük bir saygı bulmuştur.
Baba İlyas’ın daveti kendilerini galeyana getiren göçebeler, büyük bir aşk ve
vecdle kıyama kalkmışlar ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin yoğun mücadelesi
sonucunda ancak durdurulabilmişlerdir.119 Baba Resul’e bağlı halk, onun
peygamberliğine, ölümüne değil göğe çıktığına ve meleklerden yardım iste-
diğine inanmışlardır. Hatta Allah’ın kendilerine onun vasıtasıyla siyasî başa-
rılar vaat ettiğini söylemişlerdir.120
Cengiz Han’ın büyük şamanı örneğinde de görüldüğü gibi Baba İlyas,
göğe çıkmak, meleklerden yardım istemek ve siyasî gücü ele geçirmek gaye-
leri noktasında aynı motiflerle kendini göstermekte ve tipik bir şaman-
derviş modeli çizmektedir. Cengiz Han dönemi Moğol toplumunun aksine
İslamiyet’in Anadolu’da sahip olduğu konum iki toplum arasındaki nitelik
farklarını düşündürmektedir. Zira Türkler Türkistan coğrafyasından beri
İslamiyet’e kitleler halinde geçişi sürdürmüş, Moğollar ise ancak XIII. yüzyı-
lın sonlarına doğru Anadolu’da İslamlaşmışlardır. Netice itibariyle Moğol-
lar’daki şaman tipi Türklerde şaman-derviş tipine dönüşmüş ve Baba İlyas
da bu konudaki en güzel örnek olarak tarih sahnesindeki yerini almıştır.
Dolayısıyla bahsedilen yüzyılın sonlarında büyük ölçüde Türk hâkimiyetin-
deki Anadolu, bu modelin tam yerine oturduğu yer olmuş, Baba İlyas örne-
ğini ve daha sonrakileri üretmiştir.

118 İbn Bîbî, El-Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk-Nâme), Hazırlayan: Mürsel


Öztürk, C. II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996, s. 49. Eserde isyanın lideri olarak
Baba İshak gösterilmektedir. Birçok tarihçi bu bilgiye dayanarak Baba İlyas’ı göz ardı
etmektedir. Oysa artık günümüzde bu kişinin Baba İlyas olduğu muhakkak gibidir. Bkz.
Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbı’l-Ünsiyye: Baba İlyas-ı Horasanî ve Sülâlesinin
Menkabevî Tarihi, Hazırlayanlar: İsmail Erünsal-Ahmet Yaşar Ocak, TTK, Ankara, 2014.
119 Babaî isyanının sebepleri, isyanı yöneten kişinin kimliği ve bu hareketin safhaları hak-
kında bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, s. 59-89 ve 104-134; M. Fuad Köprülü,
Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK, Ankara, 1991, s. 48-49; Osman Turan, Sel-
çuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 420-427.
120 Baba İlyas’ın, taraftarlarının neden kendilerini aldattığını sormaları üzerine verdiği
cevap şaman-derviş tipi için oldukça enteresandır. Bu konu hakkında bkz. Ahmet Yaşar
Ocak, a.g.e.,s. 124-125; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 424-425.

37
AHMET DEMİR

Hacı Bektaş Velî: XIII. yüzyılın ilk yarısı içerisinde Anadolu’ya yapılan
derviş göçleri esnasında gelen, Türk heterodoks sûfîliğinin en önemli şahsi-
yetlerindendir. Onun, Baba İlyas’ın halifelerinden olduğu, bunun yanında
bir taraftan Haydarîliğe, bir taraftan da Vefâîliğe bağlı bir derviş olduğu
kabul edilmektedir.121 Gerçekte göçebe Türkmen halk arasında faaliyet gös-
termesinden dolayı onun hangi tarikata bağlı olduğu fazla ehemmiyet taşı-
mamaktadır.
Horasan erenleri içerisinde yer alan Hacı Bektaş, hem tarihî hem de
menkabevî bir kişiliğe sahiptir. Onun bu durumu, gerçek kimliğinin tam
olarak ortaya konmasına müsaade etmemektedir. Bizzat kendisi tarafından
yazılmamış olan ve menkabelerini içeren Velâyetnâme’nin bu açıdan ince-
lenmesi tek başına yeterli olmayacaktır. Bu nedenle çağdaş diğer kaynakla-
ra da bakılması gerekmektedir.
Hacı Bektaş’ın eski şaman karakterini muhafaza eden ve İslam kisvesi
altında faaliyetler gösteren Baba İlyas’ın halifesi haline gelmesi, özellikle
göçebe ve yarı göçebe yaşayan halk arasında tutunması, onun da bu karak-
terlere sahip Türkmen babalarından olduğunu göstermeye yetecek işaret-
lerdendir. Onun menkabelerdeki niteliğini takip etmek bile bu karaktere
sahip olduğunu gösterebilir. Mesela meşhur Velâyetnâme’ye göre Hacı
Bektaş’ın şahin kıyafetine girerek uçup gitmesi, daha önce belirtildiği gibi
Şamanlık’ta mevcut olan her şamanın özel bir ruhu olan ve adına ijakil (ana-
hayvan) denen unsur, bir Türkmen dervişi olmasına rağmen hala kendisin-
de mevcut bulunmaktadır.122 Bu da göstermektedir ki Hacı Bektaş da diğer-
leri gibi İslamî kimliğinin yanında eski inançlarını muhafaza eden ve bun-
lardan bir türlü vazgeçmeyen bir şaman-derviş tipi çizmektedir. Fakat onun
yerleştiği Ürgüp’te, çevresindeki Hıristiyanları ve Moğolları Müslümanlaş-
tırmaya, tam anlamıyla Ortodoks olmayan anlayış çerçevesinde gayret et-
mesi de anlamlıdır.123
Geyikli Baba: Osmanlı Devleti'nin kuruluşu esnasında dönemin
menkıbevî tarihinin önde gelen simalarından birisi de Geyikli Baba’dır. O,
Bektaşîliğin kuruluşunda rol oynayan çağdaşı Abdal Mûsâ ile birlikte Os-

121 Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sûfîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1996, s. 162-163.
122 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s. 83. Yazar bundan başka Geyikli Baba,
Hacı Doğrul ve Hekim Ata hakkında da buna benzer örnekler aktarmaktadır.
123 Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sûfîliğine Bakışlar, s. 160.

38
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

manlı kaynaklarında en fazla iz bırakmış şahsiyettir.124 Kendisinden sonraki


dönem Osmanlı kaynaklarında daha çok menkabevî kimliğiyle yer alan Ge-
yikli Baba Orhan Gazi zamanında Azerbaycan’ın Hoy kentinden gelen bir
derviş olup müritleriyle birlikte İnegöl’e yerleşmiştir.125 Dönemin
heterodoks Türkmen dervişleri arasında önemli bir yeri bulunan Geyikli
Baba, Kalenderiyye-Vefâîlik-Babaîlik-Rum abdalları-Bektaşîlik bağlantısını
şahsında en iyi temsil eden bir şahsiyet olarak görünmektedir.126
Önceki şaman-derviş tiplerinde dikkat çeken menkabevî özelliklerin
Geyikli Baba’da da bulunduğu anlaşılmaktadır. Mesela İnegöl’de yerleştiği
dönemde müritlerinin arasından ayrılıp Keşiş Dağı’nda geyiklerle127 yürü-
düğü belirtilmektedir.128 Önceki şaman-dervişler gibi Geyikli Baba da dö-
nemin siyasi iktidar çevreleriyle yakın ilişkiler içerisinde bulunmuştur. Hem
Turgut Alp’i müridi yapmış hem Orhan Gazi’yle görüşmüştür. Yine bir gün
sırtında uzun ömrü temsil eden çınar (ya da kavak) fidanını Orhan Gazi’nin
ikametgahının önündeki bahçeye dikmiştir.129 Onun Orhan Gazi’yle görüş-
mesi esnasında kim olduğu sorusu üzerine verdiği “Baba İlyas müridiyim,
Seyyid Ebu’l-Vefâ tarikindenim”130 cevabı Geyikli Baba’nın, bu yazıda Ana-
dolu örneğinde ele aldığımız Baba İlyas çizgisinde popüler kültürün şaman-
dervişi olduğuna dair işaretlerdendir.
Sarı Saltık (Saltuk): Özellikle Batı Türkleri arasında meşhur olan kah-
raman bir kişiliktir. Onun hakkında en mufassal bilgileri veren Evliya Çele-
bi’ye göre Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş’tan sonra Sarı Saltık lakaplı Muham-
med Buharî’yi Horasan erenlerinden yedi yüz kişiyle birlikte ona yardıma
gönderiyor ve meşhur tahta kılıcını beline kuşatarak şu nasihati veriyor:
“Saltık Muhammed’im! Bektaş’ım seni Rum’a göndersin. Leh diyarında dalâ-
let-âyin olan Sarı Saltık suretine girip ol melʻûnu bir tahta kılıçla katleyle”.131

124 Ahmet Yaşar Ocak, “Geyikli Baba”, DİA, C. 14, Ankara, 1996, s. 45.
125 Âşık Paşazade, Tevârih-i Âl-i Osman’dan Âşık Paşazâde Tarihi, Matbaa-i Âmire, İstanbul, H.
1333, s. 46; Mecdî Efendi, Tercüme-i Şakâyık-ı Nuʻmâniyye, İstanbul, 1269, s. 31-32.
126 Ahmet Yaşar Ocak, a.g.m., s. 45.
127 Şakâyık’ta “âhû (ceylan) süvâr olduğu” şeklinde geçmektedir. A.g.e., s. 31.
128 Âşık Paşazade, a.g.e., s. 46. Ahmet Yaşar Ocak’a göre Geyikli Baba onun lakabıdır ve bu

lakap geyiklere binip gezmesi ya da onlara binmesinden çok sırtını hayvan postuyla ör-
ten Kalenderiye dervişleri gibi geyik postuyla dolaşmasından dolayı verilmiştir. Bkz. A.
Yaşar Ocak, a.g.m., s. 46
129 Âşık Paşazade, a.g.e., s. 46-47.
130 Âşık Paşazade, a.g.e., s. 46.
131 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, DİB Yayınları, Ankara, 1993, s. 54.

39
AHMET DEMİR

Aslında bu menkabenin tarihî bir esası vardır. H. 662 (M. 1263-1264) yılın-
da bazı Türkler onun maiyetinde Dobruca’ya geçmişler ve sonra
Karesioğulları’ndan İsa Bey zamanında tekrar buraya göçmüşlerdir.
Onun, özellikle Rumeli’nin İslamlaşması için büyük bir çaba harcayan
kahraman ve veli bir şahsiyet olduğunu kabul etmek tarihî gerçeklerle de
örtüşmektedir.132 Köprülü’nün ifadesiyle Anadolu alp gazileri’ne ait destanî
halk hikâyelerinden birinin ortaya çıkmasını ve kahramanlıklarının anlatıl-
masını sağlayacak kadar kabul görmüş birisi olduğu, destanlarda biraz ef-
sanevî anlatış hâkim olmasına rağmen gerçektir.133 Sarı Saltık’ın, büyük bir
sûfî olmakla birlikte dönemin ileri gelen şeyhlerinden Kutbeddin Haydar,
Hacı Bektaş Veli, Karaca Ahmed, Tapduk Emre, Seyyid Cemal Kalender gibi-
leriyle görüşmesi, onun bu şahıslarınkine yakın bir görüşe sahip olduğuna
dair delillerden sayılabilir. Bu bilgilere göre onun Haydarî-Kalenderî dervişi
olduğuna hükmetmek kabil görünmektedir.134 Sarı Saltık, Abdalân-ı Rum
sınıfı içerisinde yer alan, eline tahta kılıç verilen alp-gazi olarak gazalarda
bulunan kahraman bir derviş görüntüsü çizmektedir.
Barak Baba: Bu şahıs da Sarı Saltık’ın müridi olan heterodoks Türk
dervişidir. O XIII. yüzyılın sonlarında İlhanlı sarayında büyük bir şöhret
kazanmış birisi olarak135 Moğol şamanlığının sûfîliğe tesirinin güzel bir ör-
neğini teşkil etmektedir.136
Şaman-derviş tipi konusunda en güzel örneklerden birisi Barak Ba-
ba’dır. Haydarî-Kalenderî dervişi olarak137Abdalân-ı Rum sınıfında yer alan
bir alp-gazi durumunda olan Baba’nın portresi çok enteresandır. Şöyle ki;
“O, başında iki boynuzla donatılmış, keçeden yapılmış bir başlık taşıyordu.
Boynunda kına ile boyanmış aşık kemikleri, çengelli sopalar ve çıngıraklar
asılıydı. Müritleri davul ve diğer müzik aletleri çalıyorlar, çıngırakların, aşık
kemiklerinin ve sopaların sesi ile korkunç bir gürültü meydana getiriyorlardı.

132 Hakan Doğan, “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’nin İskânında Uyguladığı Yöntem ve Strateji-
ler”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Reşat Genç Özel Sayısı-I, C. 29, Ankara, 2009,
s. 668-669.
133 M. Fuad Köprülü, “Anadolu Selçukluları’nın Yerli Kaynakları”, Belleten, VII/25, Ankara,
1943, s. 430.
134 Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sûfîliğine Bakışlar, s. 121.
135 Barak Baba, İlhanlı hükümdarı Olcaytu zamanında ün kazanmış ve H. 707’de Cilan’da feci
şekilde öldürülmüştür. Bkz. M. Fuad Köprülü, a.g.m., s. 431.
136 M. Fuad Köprülü, “Türk-Moğol Şamanlığı”, s. 148.
137 Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e.,s. 121.

40
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

Barak Baba bir devekuşuna biniyor ve nârâları ile kaplanları kaçırıyordu”.138


Bu bilgilere göre Barak Baba, gaza ettiği düşmanlarını yenmek için şamanlı-
ğın unsurlarından olan ve kötü ruhları yok etmekte kullanmış olduğu şey-
lerle onları korkutmaktadır. Çoğu dervişte görülen seçilmiş bir hayvana
binme âdeti bunda da geçerlidir.
Aslında tarihte misallerine daha çok sayıda rastlanabilecek şaman-
derviş tipi bulunmaktadır. Özellikle Anadolu’ya gerçekleşen XIII. yüzyıl göç-
leri, bu yarımadanın uc bölgelerinde müsait bir ortam bulan halkın ve yine
buna paralel olarak göç eden dervişlerin karşılaşmalarını mümkün kılacak
kadar tabiî bir gelişme olarak görülebilir. Burasının bir gaza bölgesi olması
bu dervişlerin faaliyetleri için iyi bir zemin teşkil etmişti. Önceden sahip
oldukları özellikleri sayesinde Abdalân-ı Rum adıyla Osmanlı Devleti’nin
kuruluşu sırasında büyük faaliyetler gösteren bu dervişler, eski şamanlık
görüntüsünde olsalar da Anadolu’nun İslamlaşması konusunda önemli rol-
ler üstlenmişlerdir. Bunların, faaliyetlerinde samimi oldukları tahmin edil-
mekle birlikte İslamlaştırma hareketleri, Anadolu’da daha önceki dönem-
lerde ilk örnekleri görülecek ve kendilerince tam anlamıyla yerleştirilecek
olan heterodoks sûfîlik çerçevesinde olmuştur. Bütün bu örneklerden anla-
şılacağı gibi daha ziyade göçebe veya yarı göçebe halk arasında faaliyet gös-
teren dervişler, onların içtimaiyatını ve psikolojilerini iyi değerlendirip ger-
çekten de samimi duygularla hem kendileri onlara inanmışlar hem de onları
kendilerine inandırmışlardır. Onların başarılı olması ise halkın bu konuda
kendilerine yürekten inanmalarına ve teslimiyet göstermelerine bağlı gö-
rünmektedir. Zira özellikle göçebe halk, hem bu hayat tarzına alışkın olduk-
ları ve kendi aşiret nizamlarına ters gelen bir tarzı hazmedemedikleri için
bu şaman kılıklı dervişlerin öğretileri onlara daha münasip görünüyordu.
Bu önemli halk kitlesinin gerçekten İslamiyet’i eski âdet ve inançlarından
tamamen vazgeçebilecek derecede anlamadıkları veya daha doğru tabirle
anlayamadıkları söz konusudur. Gelişmeleri sadece bu boyutlarda ele almak
elbette yeterli değildir. İçinde bulunulan siyasî, iktisadî ve kültürel vaziyet-
lerin, ele almaya çalıştığımız şaman-derviş tipinin oluşmasında ve gelişme-
sinde önemli rolleri olduğu muhakkaktır.
XIII-XIV. yüzyıllarda Anadolu’da rastladığımız şaman-dervişlerden
Baba İlyas, Hacı Bektaş, Geyikli Baba, Sarı Saltık, Barak Baba gibi isimleri,

138 Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, s. 57.

41
AHMET DEMİR

hem muhafaza etmiş oldukları baba lakapları hem de faaliyet göstermiş


oldukları çevreler doğrultusunda Rum Abdalları sınıfında değerlendirmeli-
yiz. Gaziler savaş yaparak kâfir beldeleri ele geçirirken onlar da tasavvufî
yolla halkı İslamlaştırmaya gayret etmişlerdir. Bunlar bir taraftan da tahta
kılıçlarıyla savaşlara iştirak etmişler, cezbeli halleriyle insanları etkilemiş-
lerdir.139 Sonuçta bunlar Anadolu’da, eski Türk şamanlarına benzeyen özel-
liklerini İslamî görünümde sürdürmüşler ve halk tasavvufu için en önemli
unsurlardan olan “şaman-derviş” tipini ortaya çıkarmışlardır.

DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Türkler, M. VI. yüzyıldan önce adı hiçbir kaynakta geçmeyen ve büyük
ihtimalle esasen Gök Tanrı dini içerisinde sonradan gelişme göstermiş olan
Şamanlığa bağlı kalmışlardır. Göktürk ve Uygurlar dönemlerinde diğer din
ve inanç sistemleri içerisinde kendine yer bulan bu inanç biçimi zaman içe-
risinde Türklerin İslam dinine girmeleri esnasında imtizaç imkanı bulabil-
miştir.
Şamanlık sıradan insanlara özgü bir şey değildi. Kam ya da Şaman
olacak kişinin kudretleri ilahî olup bu onlara göklerden verilmekteydi. Bu
durum aslında Eski Türklerin Gök inancının bir göstergesiydi. Onların ha-
yalleri genişti. Mistik karakter sahibiydiler. Hem zeki hem de tabiat sırlarına
da vâkıflardı. Şamanların bu temel özellikleri İslam’a geçiş dönemlerinde
devam etti; vecd, istiğrak ve cezbe haline dönüştü. Şamanlar bu süreçte faa-
liyetlerini daha çok göçebe ve yarı göçebe halk kitleleri arasında devam
ettirdi, yine bu çevrelerde kendi fonksiyonellikleriyle birlikte gelişen halk
tasavvufunun en iyi teşkilatçıları oldular. Yeni dinin inanç ve kültürel doku-
su içerisinde derviş kimliğini elde eden şamanlar özellikle XIII-XIV. yüzyıl
Anadolu’sunda birçok örnek ortaya koydular. Dış görünüş itibariyle İslam
dervişi, esasında Eski Türk şamanları şeklinde şaman-derviş tipi meydana
getirdiler.
Bahsedilen dönemde şaman-dervişlerdeki ruh hemen hemen hiç de-
ğişmeyen eski şaman karakterlerini yansıtmaktadır. Bunlar, siyasî bakım-
dan Anadolu yarımadasının geleceğinin şekillendiği dönemlerde mensup
oldukları heterodoksi içerisinde bölgenin dinî-tasavvufî gelişimine katkıda

139 M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, s. 94.

42
İSLAMLAŞMA SÜRECİNİN ÜRÜNÜ OLARAK TÜRK POPÜLER KÜLTÜRÜNDE “ŞAMAN-DERVİŞİ” TİPİ…

bulunmuşlardır. Bu dönemde gelişen şaman-derviş tipleri daha uzun süre


Osmanlı İmparatorluğu topraklarında varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Bunların heterodoksi içerisinde yer almaları ve eski şaman inancına bağlı-
lıklarını sık sık göstermeleri Anadolu’da veya başka İslam ülkelerinde Sünnî
ulemanın tekfirine ve tedbirine sebep olmuştur.
Netice olarak, tasavvuf sadece şehirlerde yerleşmiş olan halka mün-
hasır kalmamış, yerleşik olmayan ve bu hayat tarzına yabancı kalan göçe-
be/yarı göçebe halk arasında da kabul görmüştür. Eski âdet ve inançların-
dan vazgeçmeyen halkın, arzularını tatmin etmek için kendilerine inandık-
ları şaman-dervişler, onlar etrafında oluşacak ve gelişecek olan göçebe kül-
türünün en önemli teologları olmuşlardır.

KAYNAKÇA

Âşık Paşazade, Tevârih-i Âl-i Osman’dan Âşık Paşazâde Tarihi, Matbaa-


i Âmire, İstanbul, H. 1333.
Buluç, Sadettin, “Şaman”, İslam Ansiklopedisi, MEB, C. XI, İstanbul,
1993, s. 310-335.
Doğan, Hakan, “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’nin İskânında Uyguladığı
Yöntem ve Stratejiler”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Reşat
Genç Özel Sayısı-I, C. 29, Ankara, 2009, s. 657-674.
Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbı’l-Ünsiyye: Baba İlyas-ı
Horasanî ve Sülâlesinin Menkabevî Tarihi, Hazırlayanlar: İsmail Erünsal-
Ahmet Yaşar Ocak, TTK, Ankara, 2014.
Esin, Emel, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a Giriş,
İÜEF Yayınları, Türk Kültürü El-Kitabı-II, C. 1/b’den ayrı basım, İstanbul,
1978.
………….., “Türk Kültür Tarihi, İç Asya’daki Erken Safhalar”, Türk Kültü-
ründen Görüntüler Dizisi, Akın Yayınları, S. III, İstanbul, 1985.
Hançerlioğlu, Orhan, Dünya İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstan-
bul, 2000.
Hassan, Ümit, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Kaynak Yayınla-
rı, İstanbul, 1985.
İbn Bîbî, El-Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçuk-Nâme), Hazır-
layan: Mürsel Öztürk, C. II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1996.

43
AHMET DEMİR

İnan, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İs-
tanbul, 1976.
…………………,Tarihte ve Bugün Şamanizm (Materyaller ve Araştırma-
lar), TTK, Ankara, 1986.
İzgi, Özkan, Uygurların Siyasî ve Kültürel Tarihi (Hukuk Vesikalarına
Göre), TKAE Yayınları, Ankara, 1987.
Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lûgat-it-Türk Tercümesi-I ve III, Çeviren:
Besim Atalay, TTK, Ankara, 1985.
Köprülü, M. Fuad, “Anadolu Selçuklularının Yerli Kaynakları”, Belleten,
VII/27, Ankara, 1943, s. 279-521.
…………….……, “İslam Sûfî Tarikatlerine Türk-Moğol Şamanlığının Tesi-
ri”, Çev. Yaşar Aktan, AÜİFD, S. XVIII, Ankara, 1970, s. 141-152.
………………….., Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, TTK, Ankara, 1991.
………………….., Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Baş-
kanlığı Yayınları, Ankara, 1993.
Mecdî Efendi, Tercüme-i Şakâyık-ı Nuʻ mâniyye, İstanbul, 1269.
Ocak, Ahmet Yaşar, Babaîler İsyanı, Dergah Yayınları, İstanbul, 1980.
……………………, Babaîler İsyanı: Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Ana-
dolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, Dergah Yayınları, 6. Baskı,
İstanbul, 2000.
……………………., “Geyikli Baba”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklope-
disi, C. 14, Ankara, 1996, s. 45-47.
……………………, Türk Sûfîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul,
1996.
Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi-I (Kaynakları ve Açıklamalarıyla Des-
tanlar), TTK, Ankara, 1993.
………………., Türk Mitolojisi-II (Kaynakları ve Açıklamalarıyla Destan-
lar), TTK, Ankara, 1995.
Roux, Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Aykut
Kazancıgil, İşaret Yayınları, İstanbul, 1994.
Turan, Osman, Selçuklular ve İslamiyet, Boğaziçi Yayınları, İstanbul,
1993.
……………., Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul
1993.

44

You might also like