You are on page 1of 358

EDİTÖR:

DOÇ. DR. BÜLENT KARA

ANADOLU’DA BİR KURUCU AKIL;

HACI BEKTAŞ-I VELÎ


EDİTÖR:
DOÇ. DR. BÜLENT KARA

ANADOLU’DA BİR KURUCU AKIL;

HACI BEKTAŞ-I VELÎ


Yayın No: 23
Akademik

Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;Hacı Bektaş-ı Velî


Doç. Dr Bülent Kara

Yayına Hazırlayan: Emel Demirezen


Kapak Tasarımı: Tin Ajans
Sayfa Tasarım: Mahmut Fidanil

2017, Doç. Dr Bülent Kara


Kitabın tüm yayın hakları İncir Yayıncılık’a aittir.

1. Basım: Eylül 2017


ISBN: 978-605-2316-01-6
Sertifika No: 33442

Baskı ve Cilt: Kardeşler Ofset Matbaacılık


Matbaa Sertifika No: 24209
Tel: 0352. 331 61 00
Faks: 0352. 331 09 52

İNCİR YAYINCILIK
Bahçelievler Mahallesi Hacı Cemil Caddesi
Aleyna Apt. 9/2 38280 Talas/Kayseri
Tel: 0530 606 63 43
e-posta: i.yayincilik@yandex.com
www.twiter.com/incir yayincilik
facebook.com/İncir Yayıncılık
İçindekiler

Takriz.............................................................................7
Ön Söz..........................................................................11
I. BÖLÜM
BİYOGRAFİSİ VE ESERLERİ ÜZERİNE
Hacı Bektaş-ı Velî
Prof. Dr. Ziya AVŞAR................................................19
Bir Müridin Terkler Dizgesi; Makalât-ı Gaybiyye ve
Kelimât-ı Ayniyye
Prof. Dr. Ziya AVŞAR / Ayşe CENGİZ....................28
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Makâlât Eserinin Fert ve
Toplum Açısından İzahı
Doç.Dr. Mehmet DÖNMEZ.....................................39
Sosyolojik Bakış Açısıyla Hacı Bektaş-ı Velî
Doç. Dr. Bülent KARA..............................................61
Edebiyattan Sosyolojiye: Besmele ve Fatiha
Tefsirleri Üzerinden Bir Şerh Denemesi
Yrd. Doç. Dr. Hakan YALAP................................. 100
Bireysel ve Toplumsal Bağlamda Kitab-ul Fevâid
Üzerine Bir İnceleme
Arif GÜNDÜZ / Lütfi DİKMEN........................... 146
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Türkçe Eserlerinin Söz
Varlığı
Yrd. Doç. Dr. Servet ERTEKİNOĞLU.................. 164
Anadolu Ortaçağ Türk İslam Sanatında İki
Dinamik: Mevlevilik ve Bektaşilik
Yrd. Doç. Dr. Savaş MARAŞLI.............................. 195
II. BÖLÜM
VELÂYETNÂME ÜZERİNE
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde Dini Motifler
Prof. Dr. Faruk ÇOLAK.......................................... 227
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde Gebelik ve Doğumla
İlgili Motifler Üzerine Bir Değerlendirme
Prof. Dr. Faruk ÇOLAK.......................................... 253
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde Geçen Karakter
Özellikleri
Prof. Dr. Faruk ÇOLAK.......................................... 265
Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nin Halk Bilimi
Açısından Değerlendirilmesi
Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN.............................. 279
Türk Edebiyatında Menkıbe/Velâyetnâme
Motiflerinin Tarih, Din-Tasavvuf, Mitoloji ve İnanç
Bağlamında Değerlendirilmesi
Prof. Dr. Faruk ÇOLAK / Uygar KURUM........... 314
III. BÖLÜM
BİBLİYOGRAFYA
BİBLİYOGRAFYA
Yrd.Doç.Dr Keziban PAKSOY............................... 332
Takriz
Anadolu Selçuklularının son dönemiyle beylikler
Türkiye’sinin ilk dönemi arasında Türk tasavvuf ve ir-
fan hayatının üç büyük dehası yetişmiştir. Birbiriyle
çağdaş olan bu üç dâhinin ortak özellikleri kendilerin-
den sonraki tarihî süreç içerisinde yerlerinin dolduru-
lamayacak ölçekte bir bilgi ve birikime sahip oluşları-
dır.
Bunlardan Ahî Evran-ı Velî ürettiği fikirler ve yap-
tığı işler bakımından büyük bir uygulayıcı akıl olarak
görülür. Ahî Evran, o güne değin sosyal ve kültürel an-
lamda üretilen fikirleri, üretime dönüştürme konusun-
da zamanında emsalsiz bir kişilik olarak temayüz eder.
Ahî Evran, Evhadüddîn-i Kirmânî’nin önderliğinde
giriştiği bilginin üretime dönüşmesi fikrini fevkalade
kavrayış gücüyle ele almış ve Ahilik ilkeleri etrafında
bir esnaf ve sanatkârlar zümresi oluşturmuştur. Bu
zümrenin esas görevi, bilgiyi nitelikli ve ilkeli biçim-
de üretime dönüştürmek, ticareti geliştirmek, ülkenin
iktisadi durumunu ileri düzeye taşımak ve gerektiğin-
de bir asker gibi bulunduğu yeri ve ülkeyi korumak-
tır. Ahiler aynı zamanda devlet otoritesinin ortadan
kalktığı ve düşman istilasının gerçekleştiği zamanlarda
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bulundukları yerlerde bir kayyum gibi çalışarak aha-
linin mal, can ve namuslarını güvence altına almışlar
ve devlet otoritesi tesis edilinceye kadar asayiş işlerini
bizzat yürütmüşlerdir.
Bu dönemde yetişen ikinci büyük deha Mevlânâ
Celâddîn-i Rûmî’dir. Mevlânâ, tasavvufi ve irfanî haya-
tımızın en büyük terkibî metni olan Mesnevi’yi ortaya
koymuştur. Onun diğer eserleri de tasavvuf açısından
kıymet arz etmekle beraber hiçbirisi Mesnevi çapında
bir yetkinlik göstermez. Mevlânâ, hayatı ve eseriyle
bir yaratıcı akıl olarak nitelenebilir. Onun eseri, içe-
risinden çok değişik fikirlerin çıkabileceği bir büyük
mektep hüviyetindedir. Ondaki dil, irfan, psikoloji ve
muhtelif yorum biçimleri bir büyük teorisyeni müjde-
ler. Pek çok sahada fikirlerine temel arayan fikir ve dü-
şünce insanlarının genişleme ve özgün bir bakış açısı
geliştirmek için Mevlânâ’nın görüşlerini esas almaları
kaçınılmazdır. Çünkü ondaki yaratıcı akıl, özellikle
bakış açılarının özgünlüğü ve temel değer olan Kur’an
ve sünnetle uyuşum açısından emsalsizdirler. Bu iti-
barla Mevlânâ’nın fikirlerinin hedef kitlesi aydınlar ve
yöneticilerdir.
Bu velud dönemin üçüncü büyük dehası Hacı Bek-
taş-ı Velî’dir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin dehası kurucu akıl
olarak kendisini gösterir. O, Ahmet Yesevî’den ve Ah-
met Yesevî’nin halifeleri vasıtasıyla kendisine ulaşan
fikirlerden hareketle “dört kapı ve kırk makam” adı ve-
rilen bir irfan ve şahsiyet mektebi kurmuştur. Hacı Bek-
taş’a gelinceye değin hiçbir büyük dimağda Makâlât’da
olduğu gibi billurlaşmış temel ilkeler yer almaz. Bu il-

8
Hacı Bektaş-ı Velî •

kelere bakıldığında yetişenin sadece bir derviş değil,


bir iman ve aksiyon adamı olduğu görülür. Özellikle
onun İslam’ın şartlarından birisi olarak vatan savun-
ması fikrini öne sürmesi onun neden yeniçerilerin pîri
olduğunu da açıkça izah eden bir etkendir. Onun iman
ve aksiyon odaklı şahsiyet hedefi sadece askeri planda
bile Osmanlı’yı yeniçeriler eliyle cihan şümul bir dev-
let haline getirmeye yetmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî bize,
her şeyin temeline iman ve aksiyon adamını koymayı
öğretmiştir. Onun öğretisinde insan, hayatın içinde
ancak hayata mahkum olan değil, hayata hakim olan
bir pozisyon içerisinde görülür. Bütün hayatı boyun-
ca kapı ve makamlar geçerek ilerlemek zorunda olan
bu şahsiyet hayatın son kapısını kâmil insan sıfatıyla
geçer. O, tabiri caizse insanı uzaktan seyretmek yerine
alır, yoğurur, pişirir ve işe koşar.
Anadolu’da Bir Kurucu Akıl; Hacı Bektaş-ı Velîadlı
bu kitap, Hacı Bektaş-ı Velî’yi daha yakından tanımak
için akademik bakış açısıyla oluşturulmuş bir kitaptır.
Her değerde olduğu gibi Hacı Bektaş üzerinde de yo-
ğun bir bilgi ve algı kirliliği vardır. O büyük şahsiyet,
üzerine örtülen bu fani fikirlerden elbette varestedir.
Bu kitapta popüler algı ve bilgilerin dışında tarihîve
hakiki bir Hacı Bektaş-ı Velî portresi çizilmeye çalı-
şılmıştır. Onun gibi büyük zatların mevcut kabul ve
retlerin dışında bir bakış açısıyla geniş bir şekilde ele
alınması irfanî ve vicdanî bir borçtur.
Ziya AVŞAR
Eylül 2017

9
Ön Söz
Her milletin dünyayı görme, algılama ve neticede
değerlendirme yapıları birbirinden farklıdır. Bu değer-
lendirme çizgisinin temel taşları dil, din, ırk, vatan gibi
kavramlardan ayrı düşünülemez. Bu kavramlar üze-
rinden yaşamını sürdüren milletlerin ortaya koyduğu
bazı maddî ve manevî değerler vardır. İşte bu maddî
ve manevî yaşam biçimine biz kültür adını veriyoruz.
Kültürün oluşturucusu ve taşıyıcısı konumunda olan
dil, milletlerin bütün yaşam şifrelerini bünyesinde ba-
rındırır. Bu şifrelerin dile geldiği ürün ise edebî me-
tinlerdir.
Edebî metinler veya edebiyat sanatını, aslında tüm
sanat dalları gibi toplum için bir ayna görevindedir.
Fakat edebiyatın diğer sanat dallarından üstün ya da
farklı diyelim bir yönü vardır: Edebiyat soyut olan ya-
şam felsefesini soyut olan dil matematiği üzerinden
ortaya koyar.
Milletler edebî metinleriyle çok uzun yıllar önce-
siyle her zaman en güvenilir ve kesilmez bağı oluştu-
rabilirler.
Türkiye, bulunduğu coğrafyanın etkisiyle kültürel
yaşamında devamlı bir değişim içindedir. Bu değişim
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
insanları maddî ve manevî kültür bağlantılarından ko-
pardığı müddetçe çok da sağlıklı değildir.
Daha 11. yüzyıldan itibaren yeni bir yaşam alanıyla
hemhâl olan Türkler, doğal olarak zorlu bir süreç ya-
şamışlardır. Bu dönem kabaca Anadolu Selçukluları,
Beylikler ve Osmanlı’nın erken dönemlerine denk düş-
mektedir. Çok tanrılı dinlerden kaynaklanan ve devam
eden alışkanlıklar tek tanrılı dinlerin kendi ritüelleri ve
tarikat inançları bu dönem inanç karmaşasını da akla
getirmektedir. 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun,
Türk ve İslamlaşma sürecine girmesi topluma yön ve-
recek olan yeni dinamikleri de beraberinde getirmiş-
tir. Bu dinamiklerin biri de 13. yüzyılın ortalarından
itibaren Moğol tehlikesinin baş göstermesi ile birlikte
Anadolu’ya yerleşen tarikat şeyh ve dervişleridir. 11.
yüzyıldan itibaren Anadolu’nun inanç ve kültür coğ-
rafyası bu heteredoks ve Ortodoks tarikatların önemli
ölçüde işin içinde olduğu bir zeminde gelişim gösterir.
Türkiye’nin inanç ve kültür coğrafyasındaki etkili sü-
reç tasavvuf olarak değerlendirilmelidir.
Müslüman Türk’ün İslam’ı anlama ve anlatma sü-
reci olan tasavvufun, bugün hâlâ tam olarak idrak edi-
lemediğini düşünüyoruz. Durumun bu vahametinde
esas sebebin, maalesef okuma kültüründen hızla uzak-
laşılmış olunması görünmektedir ve temel faktördür.
Bu sebeple, ne acıdır ki, günümüz insanının etrafında
çok farklı din algıları oluşmaya başlamıştır. Bu duru-
mun fertleri kutuplaştırmaya başladığı görülmekte,
devlet sistemi üzerinde bir algı ve yönetim oluşturma
çabası sergilenmektedir. İslam’ın temel dinamiklerin-

12
Hacı Bektaş-ı Velî •

den uzaklaşan ve uzaklaştıran bu sürecin insanları bir-


birinden nefret ettirmeye kadar götürebileceği, birlik
ve beraberliği bozma ihtimali bulunmaktadır. Hâlbuki
din, öncelikle anlama sonrasında ise yaşama ve irade
süreci olmalıdır. İşte Türk tasavvufu İslam’ın özünde
olduğu gibi tam da bunu öğütler. Kendini tanı!
Tasavvuf kültürünün Anadolu’daki en önemli tem-
silcilerinden biri olan Hacı Bektaş-ı Velî ve onun eser-
leri hem kendi dönemi hem de kendisinden sonraki
dönem için büyük önem arz etmektedir. Geçmişten
günümüze ulaşan eserlerin değerlendirilmesi elbet-
te kolay bir iş değildir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin eserleri
derin anlamlar taşımaktadır. Bu eserleri irdelemek,
sağlam bir metin halinde ortaya koymak son derece
meşakkatli bir süreçtir.
13.yy.da başlayan Mevlânâ ve Hacı Bektaş-ı
Velî’nin mühim rolü kendilerinden sonra da devam
etmiş Mevlevî ve Bektaşî tarikatları yüz binlerce ta-
kipçiye ulaşarak sadece Osmanlı Devleti’nin teşekkü-
lü ve devlet sisteminin kurulmasında değil, devletin
sonraki süreçte korunmasında ve ihtiyaç duyduğu in-
san kaynağının temininde en etkin ve en önemli güç
olmuşlardır. Mevlevî tarikatı eğitim seviyesi yüksek
münevver diyebileceğimiz bir alanda yayılma imkânı
bulurken sıradan halk kitleleri arasında Bektaşîliğin
yayıldığı görülür.
Yeniçeri ocağının ve Bektaşîliğin pîri olarak ka-
bul edilen Hacı Bektaş-ı Velî, hakkında söylenenlere
ve yazılanlara rağmen hakkıyla tanınamamıştır. Bu
bilinmezlikte onun tarihîbiyografisinin önüne geçen

13
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
menkıbevî şahsiyetinin etkili olduğu düşünülebilir.
Dolayısıyla Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihî biyografisi
üzerindeki gerçek olmayan noktalar, bu kutlu şahsın
siyasî ve ideolojik tartışmalara malzeme hâline gelme-
sine sebep olmuştur.
Bu çalışma ne bir biyografi ne de Hacı Bektaş-ı
Velî’nin eserleri üzerine yeni bilgiler getirme gayesin-
de değildir. Yesevîlik ekolünün Türkiye’deki en önemli
kollarından biri olan Hacı Bektaş-ı Velî’nin yaratıcı ve
birleştirici bir akıl olarak ortaya koyduklarıdır. Onun
fert ve cemiyet ilişkisini önemseyerek kişinin din ve
ahlâk eğitimine önem verdiği görülebilir. Hacı Bek-
taş-ı Velî, yaşadığı dönemde tıpkı Mevlânâ gibi her ke-
simden insanı kucaklayan bir irfan adamıdır.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin ve Bektaşîliğin temelini
oluşturan Yesevîliği de unutmamak gerekir. 13. yüzyıl
Türkiye’sinin maddî ve manevî sıkıntılarına farklı ka-
nallardan çareler gönderen Yesevîlik, bir irfan pınarı
edasıyla Mevlânâ’da, Yûnus Emre’de ve Hacı Bektaş-ı
Velî’de çağlamıştır.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin anlayışı geniş bir hoşgörü
çizgisine dayanmaktadır. Onun bu tavrı Türkiye top-
raklarındaki müslim ve gayr-ı müslim tebaa arasında
uzun soluklu birliktelik oluşmasına sağlamıştır. Dola-
yısıyla her zaman birlik ve beraberlik içinde bulunma-
yı öğütleyen Türk tasavvuf geleneğinin aynı kaynaktan
gelen pınarları olan Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nakşiben-
dilik vs. Türkiye topraklarının birleştirici ve bütün-
leştirici harcıdır. Bunları farklı inanç sistemleri gibi
göstermeye çalışmak veya birisini diğerinin zıddı ve

14
Hacı Bektaş-ı Velî •

hilâfı gibi düşünmek her halde Türk milletine ve onun


kanaat önderlerine yapılan en büyük ihanet olacaktır.
Çünkü Müslüman Türk’ün yaşam şifreleri bu irfan bü-
yüklerinin elindedir.
Bu çalışma iki bölüm üzerine bina edilmiştir. Bi-
rinci bölümde Hacı Bektaş-ı Velî ekseninde bibliyog-
rafya oluşturulmuş, Makalât ekseninde fert ve toplum
değerlendirilerek sosyolojik bakış açısıyla Hacı Bek-
taş-ı Velî değerlendirilmiştir. Birinci bölümde ayrı-
ca Hacı Bektaş-ı Velî’nin Besmele ve Fatiha Tefsirleri
üzerinden bir şerh denemesi yapılarak Kitabu’l-fevâid
üzerine bireysel ve toplumsal bir inceleme eklenmiştir.
Kitabın ikinci bölümünde halkbilimi verileri ışı-
ğında Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâme’sinde dini mo-
tifler, gebelik ve doğumla ilgili motifler, karakter
özellikleri incelenmiş ve Türk edebiyatında menkıbe/
Velâyetnâme motiflerinin tarih, din-tasavvuf, mitoloji
ve inanç bağlamında değerlendirilmesi yapılmıştır.
Dünya bilim çevresi çoktandır şekilde disiplinlera-
rası çalışma eksenine geçmiş bulunmaktadır. Bu vesi-
leyle bu kitabın disiplinlerarası bir çalışma olduğunu
tekrar vurgulamak ve başta yazarlar olmak üzere emeği
geçenlere teşekkür etmeyi bir borç biliriz. Kitabın Türk
kültür hayatına katkı sağlayacağını bilmek bu zahmetli
çalışmanın yorgunluğunu şimdiden atmak demektir.

Bülent KARA
Eylül 2017

15
I. BÖLÜM
BİYOGRAFİSİ VE ESERLERİ ÜZERİNE
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

18
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş-ı Velî1∗

Prof. Dr. Ziya AVŞAR2∗∗

Giriş
Horasan bölgesinin Nişabur şehrinin Fuşencan
köyünde dünyaya gelen Hacı Bektaş-ı Velî’nin (Güzel
2011:27) soy ve sopunu Hz. Ali’ye dayandırarak ona
seyitlik veren kaynak ve silsilenamelerin verdiği bilgi-
ler, tenkide muhtaç bilgilerdir. Vilayetname, babasını
Horasan hükümdarı İbrahim-i Sani, annesini ise Şeyh
Ahmed adlı âlim bir zatın kızı olarak gösterir. Vilayet-
name’deki bu nispet biçiminin Eflaki’nin Mevlana’nın
babası için anlattığı nesep hikâyesiyle benzeşmesi
dikkat çekicidir. Şu farkla ki orada Mevlana’nın an-
nesi Belh hükümdarının kızı, babası da âlim bir zatın
oğludur. Ancak Vilayetname’deki bu bilgilerden Hacı
Bektaş-ı Velî’nin Nişabur’da doğduğunu, varlıklı bir ai-
leye mensup bulunduğunu ve bu mensubiyete bakarak
1∗Bu makale, Kültür Ajanda dergisi için yazdığımız aynı adlı dene-
menin genişletilmiş biçimidir.
2∗∗Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğre-
tim Üyesi, ziyaavsar@hotmail.com
19
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
kuvvetli bir tahsil gördüğünü ileri sürebiliriz. Bu tah-
silin, Nişabur’un 12. yüzyıl sonu ve 13. yüzyıl başın-
daki konumuna bakarak iki yönlü bir tahsil olduğunu
tahmin etmek yanıltıcı olmaz. Muhtemelen Nişabur’da
medrese eğitimi alan Hacı Bektaş-ı Velî, ilerleyen yıl-
larda muhitin tesiri ve kendisinin de talebiyle tasavvu-
fa yönelmiş olmalıdır. O dönemde Nişabur, Moğollar
önünden kaçan Türk ve diğer Orta Asya ulusları tara-
fından doldurulmuş vaziyetteydi. Bu realitenin sonucu
olarak da en yaygın ve baskın tasavvufi anlayış, Buha-
ra ve Semerkant merkezli olan Melamilik anlayışıydı.
(Ocak 1996:455) Bir Horasan tasavvuf mektebi olan
Melamîlik’in Yesevîlik, Kalenderîlik, Haydarîlik gibi
alt kolları da Nişabur’da faaldiler. Hacı Bektaş-i Velî,
bu tasavvufi anlayışlar içerisinde Ahmet Yesevî’nin
kurduğu Yesevîlik’e intisap etmiştir. Kaynaklar, Hacı
Bektaş’ı doğrudan Ahmet Yesevî’ye intisap etmiş ola-
rak gösterirler. Ancak tarihî hakikat, 1166’da ölmüş
olan Ahmet Yesevî ile 1200’lerin başında doğmuş
olan Hacı Bektaş-i Velî’nin görüşmelerinin imkânsız
olduğunu söyler. O halde arada, Hacı Bektaş-ı Velî’yi,
Ahmet Yesevî ocağına bağlayan ve Ahmet Yesevî’nin
halifelerinden olan bir zatın bulunması gerekir. Vila-
yetname, bu zatın Lokman-ı Perende adıyla meşhur
bir Yesevî şeyhi olduğunu kaydeder, (Kara 2016) Hacı
Bektaş-ı Velî, Yesevîlik’in “4 kapı 40 makam” anlayışı-
nı Nişabur’daki Yesevî dergâhından öğrenmiş ve kısa
zamanda temayüz ederek bu dergâhtan icazet almıştır.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Nişabur’dan ayrılmasına se-
bep olan şey, onun gibi diğer derviş ve şeyhlerin de ay-

20
Hacı Bektaş-ı Velî •

rılmasına sebep olan Moğol istilasıdır (Ocak 1996:455).


Hacı Bektaş-ı Velî, Nişabur’da Horasan hükümdarının
oğlu olmasa da Çepni boyunun bir kolu olan Bektaşlı
oymağının reisi olan İbrahim-i Sani’nin oğlu olmalıdır.
Zira Hacı Bektaş-ı Velî, Anadolu’ya tek başına değil,
Bektaşlı oymağıyla beraber gelmiştir (Ocak 1996:455).
Onun Anadolu’ya geliş yılları, 1239’da baş veren Baba-
iler İsyanı’ndan önce olmalıdır. Bektaşî Vilayetname-
si’nde onun hacca gidip hacı ünvanını aldıktan sonra
Anadolu’ya geldiğini belirten rivayet de yine Mevlânâ
ailesinin izlediği yola çok benzemektedir. Oymak Ana-
dolu’da Elbistan, Amasya, Sivas, Kayseri gibi kentler
arasında bir müddet gezdikten sonra Hacı Bektaş-ı
Velî ve kardeşi Menteş, Amasya’ya giderek daha sonra
Babailer İsyanı’nı başlatacak olan Baba Resul lakaplı
şeyh İlyas-ı Horasani ile görüşmüşlerdir. Kaynaklar bu
görüşmeden hareketle ve Baba Resul’ün de Vefayî şey-
hi olmasına dayanarak onu, Vefayîlik’e girmiş ve Baba
İlyas’tan halifelik almış gibi gösterirler ki bu bilginin
doğruluğu tartışmaya açıktır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin
Vefayîlik’e intisap etmesinde bir sıkıntı yoktur. Zira bu
tarikatın kurucusu Bağdatlı Ebu’l- Vefa da tarikat eği-
timini Buhara’da tamamladığı için Melamîlik’e mensup
bir şeyhtir ve tasavvufi anlayışı Hacı Bektaş’ın Yesevî-
lik’i ile büyük ölçüde örtüşmektedir (Şahin 2012:600).
Ancak Hacı Bektaş-ı Velî, sanıldığı gibi Baba İlyas’a
intisap etmiş bir Vefayî halifesi olsaydı, Babailer İsya-
nı’na iştirak etmekten başka bir tercihi olamazdı. Bize
göre Hacı Bektaş-ı Velî, Baba İlyas’la bir Yesevî halifesi
olarak görüşmüş ve muhtemelen Baba İlyas’ın kendi

21
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
isyan çevresine katılma teklifini usulünce reddetmiştir.
Ancak öyle anlaşılıyor ki Bektaşlı aşiretinin beyi olan
kardeşi Menteş, isyanın kendi siyasî beklentilerine
denk düştüğünü hesap ederek bu teklifi oldukça sıcak
karşılamıştır. Bu görüşmeden sonra Hacı Bektaş-ı Velî,
Baba İlyas’ın nüfuz alanında bulunan Amasya, Sivas,
Tokat, Malatya, Maraş, Elbistan gibi yerlerde hoş kar-
şılanmadığı için Kayseri yoluyla Babailerin tesir dai-
resinin dışında bulunan Kırşehir’e gelerek, bugünkü
adı Hacı Bektaş olan Karayol’a ulaşmış ve kendi boyu
olan Çepni boyunun bu küçük kışlağına yerleşmiştir
(Ocak 1996:456). Eğer Hacı Bektaş-ı Velî, Baba İlyas’la
şu veya bu şekilde bir münasebette bulunmuş olsay-
dı Selçuklu Devleti’nin onu orada yaşatması mümkün
olmazdı. Gerçek şu ki kardeşi Menteş’e bağlı kendi
oymağı isyana iştirak etmiş ve Menteş, Sivas’taki çar-
pışmada öldürülmüştür. Kardeşi ve oymağı isyana işti-
rak etmiş birinin affedilmesi için adının hiçbir şekilde
bu başkaldırı ile anılmaması gerekir ki Hacı Bektaş-ı
Velî’nin izlediği yol da tamamen bu hareket tarzı ol-
muştur. Bugün Hacıbektaş adıyla anılan Karayol köyü,
Kırşehir’e 40 km. mesafede bir tepe üzerinde yerleşik
küçük bir Çepni köyü idi. Hacı Bektaş-ı Velî, bu köyde
İdris adlı bir şahsın evine boydaşlık ve soydaşlık huku-
kuna binaen yerleşmiş olmalıdır. İdris’in Bektaşî kay-
naklarında Kadıncık Ana namıyla bilinen Fatma Bacı
adında bir eşi vardır. Klasik kaynaklara rağmen, Fatma
Bacı’yı İdris’in kızı olarak gösterip Hacı Bektaş-ı Velî’yi
onunla evlendiren sonradan üretilmiş türedi kaynak-
lardaki bilgilerin herhangi bir değeri yoktur. Bektaşîler

22
Hacı Bektaş-ı Velî •

arasında çok muteber bir kaynak olan Vilayetname’de


Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kadıncık Ana ile evlendiğine
dair en ufak bir işaret bile bulunmaz.
Hacı Bektaş’ın Karayol’a gelerek gözden uzak kü-
çük bir köye yerleşmesi, ondan bahseden ilk Osmanlı
kaynaklarında onu değersiz gösteren bir tutuma yol
açmıştır. Ancak bu kaynakları iyi incelediğimizde bu
küçümseyici tavrın geçmiş bir hesaplaşmaya dayandı-
ğını görürüz. Elvan Çelebi ve Âşık Paşazade gibi müel-
lifler, Baba İlyas soyundan gelen müelliflerdir ve Hacı
Bektaş-ı Velî’yi, dedelerinin kendilerince haklı isyanı-
na karışmadığı için gözden düşürmeye çalışırlar.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin İdris’in evinde kalmasından
İdris’in kardeşi Sarı’nın hoşnut olmadığını belirten
Vilayetname, Sarı’nın Kırşehir emiri Nurettin Caca’ya
giderek, Hacı Bektaş-ı Velî’yi şikâyet ettiğini belirtir.
Ancak yine Vilayetname’deki bazı kayıtlar, emirin Hacı
Bektaş-ı Velî’nin manevî konumunu gözlemlemesi
üzerine bu şikâyetin amacına ulaşmadığını gösterir.
Öyle anlaşılıyor ki Hacı Bektaş-ı Velî’nin evine sığın-
dığı bu İdris adlı zat, sıradan biri olmayıp manevî hal
ve heyecanları olan ve muhtemelen tasavvuftan nasip-
li bir kişiydi. Hele Kadıncık Ana’nın Ahî Evran’ın eşi
olan Fatma Bacı’dan başka birisi olmadığına dair iddia
(Bayram 1987; Öztürk 2013;87’den) doğruysa durum
bambaşka bir mahiyet alır. Ahiler, şeyhleri Ahî Evran
önderliğinde güçlü oldukları Kırşehir’de Moğollara
karşı bir isyan başlatmış ve bu isyan Ahilerin güçlü
olduğu Kayseri, Ankara, Çankırı, Tokat, Denizli gibi
yerlerde de baş göstermiştir. İsyan sonucunda 90 ya-

23
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
şındaki Ahî Evran ölmüş ve muhtemelen onun genç
yaşta olan eşi Fatma Bacı birileri tarafından himaye
amacıyla Karayol’a kaçırılmıştır. Bu itibarla İdris’in;
Fatma Bacı’yı Kırşehir’den Karayol’a getiren kişiler-
den biri olduğunu, Ahiliğe mensup bulunduğunu ve
Kırşehir’in Moğollar tarafından talan edilip Ahî Ev-
ran’ın da öldürülmesi üzerine Fatma Bacı’yı nikâhına
aldığını söyleyebiliriz. Bu durumda Kadıncık Ana’nın
Evhadüddîn Kirmânî’nin kızı, Ahî Evran’ın eski eşi ve
Hacı Bektaş’ın yeni müridi olmak hasebiyle üç büyük
velinin yadigârı olarak müstesna bir konuma yükseldi-
ğini söyleyebiliriz. Çocuğu olmayan Kadıncık Ana’nın,
Hacı Bektaş’ın duası berekatıyla üç çocuğu olduğu
anlaşılıyor. Bu üç çocuktan Mahmut ölmüş, Habib ile
Hızır Lale hayatta kalmıştır. Bektaşî geleneği bu ço-
cukları, İdris’in çocukları yerine Hacı Bektaş’ın kera-
met çocukları sayar ve Hacı Bektaş-ı Velî’nin soyunu
bunlar üzerinden yürütür (Öztürk 2013: 94-95).
Tam bu noktada Hacı Bektaş’ın evlilik de dâhil,
dünya nimetlerine talip olmayan bir istiğna karakteri
taşıdığını söyleyebiliriz. Zaten onun fikirlerine bakıl-
dığında nizamın bozulmasına rıza göstermek gibi bir
anlayıştan uzak olduğu görülür. Daha Anadolu’ya ilk
geldiği dönemlerde Baba İlyas’ın Selçukluya karşı isya-
nına taraf olmamış ve Müslüman bir devletin, yaklaşan
Moğol tehlikesi karşısında zaafa düşürülüp nahak yere
kardeş kanı akıtılmasını hoş karşılamamıştır. Onun
süreç içerisinde tanıyıp değer verdiği bir şeyh olan Ahî
Evran’ın isyanına katılmayışını ise bu isyanın başarıya
ulaşma ihtimalini, zayıf görmüş olmasına bağlayabili-

24
Hacı Bektaş-ı Velî •

riz. Çünkü herhangi bir başarısız kalkışmanın binlerce


masum Müslüman’ın canına mal olacağı çok açıktır.
Bu duruma bakarak Hacı Bektaş-ı Velî’nin neticesiz is-
yanlardan uzak durulması ve Müslümanların zalimler
elinde helak olmaması konusunda Mevlana ile muta-
bık olduğunu söyleyebiliriz.
Hacı Bektaş-ı Velî, Karayol’da kısa zamanda bir çi-
lehane ve arkasından da dergâh açarak faaliyete geçer
ve müritler edinerek yavaş yavaş fikirlerini yaymaya
başlar. Özellikle isyanda Ahilerin katledilmesi ve böl-
geyi zorunlu terklerinden sonra doğan boşluğu, Hacı
Bektaş-ı Velî’nin kısa zamanda doldurduğunu söyleye-
biliriz. Bu sürede Hacı Bektaş-ı Velî’nin Makâlât adlı
eseri başta olmak üzere Besmele Şerhi, Fatiha Tefsiri,
Fevaid ve Makâlât-ı Gaybiyye gibi eserlerini yazdı-
ğını yahut yazdırdığını söyleyebiliriz. Bu eserlerden
Makâlât Arapça, Besmele Şerhi Türkçe ve diğerle-
ri Farsçadır. Bu eserlerin muhtevasına bakarak Hacı
Bektaş’ın Kur’an, Hadisler başta olmak üzere pek çok
imani, itikadi ve tasavvufi kaynağa dayanarak fikir
ürettiğini söyleyebiliriz. Onun ürettiği fikirler, temel
İslam anlayışından kesinlikle ayrılmaz ancak, daha
sonraları Hacı Bektaş-ı Velî’nin fikirlerine karşı geliş-
tirilen olumsuz algılar, tamamen maksatlı algılar olup
onun şahsiyet ve eserleriyle örtüşmezler.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin ne zaman öldüğüne dair
kaynaklarda birbirini tutmayan çelişik bilgiler varsa
da onun yaşadığı dönem ve çağdaşları ile ilişkisine ba-
karak bu yılı, 1271 yılına tarihlemek en doğrusudur.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin mezarı, Hacı Bektaş dergâhının

25
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
üçüncü avlusu olan Hazret avlusunun giriş kapısının
karşısındaki bölmededir. Türbesi 1582’de Yasinabad li-
vası emiri Murat bin Abdullah tarafından yaptırılmış-
tır (Güzel 2011:69).
Hacı Bektaş-ı Velî, Karayol’da kurduğu dergâhta,
mekânın küçüklüğü ile kıyaslanmayacak ölçüde büyük
bir tasavvuf mektebi kurmuş, akıl ve imanı birleştiren
son derece aksiyoner fikirleriyle büyük bir tasavvufi
anlayış inşa etmiştir. Ondaki fikirlerin Türk töresi ile
İslam anlayışının terkibinden gelen son derece kuvvet-
li fikirler olduğunu ileri sürebiliriz. Zannedildiğinin
aksine onun fikirleri, kesinlikle İslam ve şeriat daire-
sinin dışına çıkmaz. Ancak onun görüşleri, bu daire-
ler içerisinde hamle gücü yüksek, yeni ve diri fikirler
olarak kendisini gösterir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin amacı,
aksiyon adamı yetiştirmek olduğu için fikirlerini kısa,
az, öz ancak çok çarpıcı bir edayla ifade eder. Lakin sa-
nılmasın ki bu fikirler zayıf ve sığdır, aksine bu fikirler,
bir yorum ustasının çekirdeğinde ulu ağaçlar gizleyen
fikirleridir. Hacı Bektaş-ı Velî, en karmaşık fikirleri çok
kolay bir şekilde somutlaştırıp tasnif etme yeteneğine
sahip bir velidir. Onun fikirleri, en sığ idrakler tarafın-
dan bile kolayca anlaşılıp özümsenecek bir mahiyet arz
eder. Bu fikirler, onun ölümünden kısa bir süre sonra
Abdal Musa gibi müritleri tarafından Osmanlı Devle-
ti’nin en dinamik tasavvufi anlayışlarından biri haline
getirilir. Taptuk Emre ve Yûnus Emre gibi halifeleri
eliyle kurucu bir dil ve fikir abidesi halini alır. Öyle
anlaşılıyor ki Karayol’daki o küçük, mütevazı dergâh,
kurucu dehaya sahip bir veli tarafından cihan çapında

26
Hacı Bektaş-ı Velî •

büyük bir amacın merkezine oturtulmuştur.


Hacı Bektaş-ı Velî, Yesevîlik’de olduğu gibi düşün-
celerini, “dört kapı ve kırk makam” esasına göre işlemiş-
tir. O, fikirlerini işlerken amaçladığı ideal kişiye bazı
vasıflar tayin eder. Bunlar; kişinin ilim sahibi olması,
kendini ve haddini bilmesi, hoşgörülü olması, tevazu-
dan ayrılmaması, her millete aynı gözle bakıp kimseyi
incitmemesi, edep ve hayâdan ayrılmaması gibi temel
vasıf ve fikirlerdir. Hacı Bektaş-ı Velî, dört kapıyı; şe-
riat, tarikat, marifet ve hakikat olarak tanımlayıp her
kapıyı on makam ile açıklamıştır. Bu kapı ve makam-
lardan geçen derviş, sonunda hakikate ulaşarak yetkin
insan /insan-ı kâmil olur.

Kaynakça
Aytaş, Gıyasettin, Sümer, Uğur (2010),Hacı Bektaş
Veli Külliyatı, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş-ı Velî Araştırma Merkezi, Ankara.
Güzel, Abdurrahman (2011), Hacı Bektaş Veli El
Kitabı, Akçağ, Ankara.
Kara, Bülent (2016), Mutasavvıf Çizgide Bir Hoca:
Lokman-ı Perende, Turkish Studies (Volume 11 Issue
13), S. 217-228.
Ocak, Ahmet Yaşar (1996), “Hacı Bektaş-i Veli”,
DİA, C.14, s. 455-458.
Öztürk, Yaşar Nuri (2013), Tarihi Boyunca Bek-
taşîlik, Yeni Boyut, İstanbul.
Şahin, Haşim (2012), “Vefaiyye”, DİA, C.42, s. 600-
603.

27
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

Bir Müridin Terkler Dizgesi; Makalât-ı


Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye

Prof. Dr. Ziya AVŞAR3∗


Ayşe CENGİZ4∗∗

Yaygın şöhretinin aksine Hacı Bektaş-ı Velî’nin


şahsiyet ve fikirleri uzmanları dışında pek bilinmez.
Bu büyük zat hakkındaki söylemler, ne onun eserleri-
ne ne de fikirlerine dayanır. Bu yüzden biri söylenceye
dayanan menkıbevi bir Hacı Bektaş ve biri de eser ve
fikirlerinden doğan tarihî bir Hacı Bektaş olmak üze-
re iki Hacı Bektaş vardır. Eserleri ve fikirleri ile ortada
olan bir zatı, elbette menkıbenin dolambaçlarında ara-
yacak değiliz. Ancak bunca eseri ortada olduğu halde
tarihî Hacı Bektaş üzerinde de yeterince akademik ve
araştırma mahsulü çalışma yoktur. Araştırıcılar genel-
likle onun Makâlât’ına odaklandıkları için diğer eser-
lerini ihmal etmişlerdir. Bu ihmalde onun eserlerinin
3∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölü-
mü Öğretim Üyesi, ziyaavsar@hotmail.com
4∗∗Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Doktora Öğrencisi, aysecengiz_2690@hotmail.com
28
Hacı Bektaş-ı Velî •

gün yüzüne çıkışının Makâlât’tan sonraya denk gelme-


sinin payı olmakla birlikte hiç bir mazeret bu ihmali
ortadan kaldırmaz.
Biz bu bölümde Hacı Bektaş’ın Türk kültürüne
yakın zamanda kazandırılan Makâlât-ı Gaybiyye ve
Kelimât-ı Ayniyye adlı eserindeki yapı ve fikirler üze-
rinde duracağız. Hacı Bektaş konusunda uzman olan
isimlerin Hacı Bektaş’a aidiyetinde birleştikleri ( Göl-
pınarlı 1948:C3 535, Coşan 1971: XLI, Fığlalı 1996:25,
Güzel 2009:544) bir eser olan Makâlât-ı Gaybiyye,
2009 yılında ilk defa Davut Duman tarafından Farsça
aslından tercüme edilerek yayınlanmıştır. Eser 2010
yılında Giyasettin Aytaç tarafından hazırlanan Hacı
Bektaş Veli Külliyatı içerisinde ikinci kez yayınlan-
mıştır Biz bu bölüm yazısı için Makâlât-ı Gaybiyye’nin
Davut Duman tercümesini esas aldık, ancak bu metin
Abdurrahman Güzel tarafından yayınlanan Hacı Bek-
taş Veli El Kitabı’nın 485 – 513. sayfaları arasında neş-
redilen metindir.
Makâlât-ı Gaybiyye dibacesindeki kayıttan da an-
laşılacağı üzere Hacı Bektaş’ın dervişlerine yönelik
yaptığı sohbetleri muhtemelen dervişler tarafından
tutulan kayıtlarından oluşmaktadır. Yine anlaşılıyor
ki dervişlerden mutemelen yetkili biri, Hacı Bektaş’ın
ölümünden sonra bu kayıtları bir araya getirerek
Makâlât-ı Gaybiyye adını vermiştir.
Eserin muhtevası ve izah tarzına bakan uzman bir
göz, üslubun Hacı Bektaş’a ait olduğundan kesinlikle
kuşkulanmaz. Eserin genel tertibi, müritlerin sorula-
rına mürşit tarafından verilen cevaplar biçimindedir.

29
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş, müritleriyle yaptığı bu has sohbetlerde
kendisine yöneltilen soru ve sorunlara karşı üçlü bir
cevaplama tarzı seçer; tarif, tasnif ve tavsiye.
Hacı Bektaş, müritlerden gelen bir soruyu önce ta-
rif ederek ele alır. Bundan maksadı, cevaplanan kav-
ramın herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmasıdır.
Kavramın tarifini yaptıktan sonra o kavramın tasnifi-
ne geçilir. Tasniflerin genelde üçe ayrılarak verilmesi
Abdullah-ı Herevî’nin Menâzil-i Sâirîn adlı eserindeki
üçlü tasnifi andırmaktadır (Özdemir 2016:14). Hacı
Bektaş’ın Herevî’den ve eserinden haberdar olduğu-
nu birinci sorunun izahı içerisinde ondan “Tarikat
piri Hâce Abdullah Ensârî” (Güzel 2011 :487) diye
bahsetmesinden anlıyoruz. Özellikle Hacı Bektaş’ın
bu sohbetlerin eksenini Hak’tan gayrı her şeyi terk ve
ondan başka bir şeyi görmemek esasına dayandırması
da Herevî’nin Menâzil’deki tavrıyla örtüşür. Herevî’nin
Menâzil’de “Allah’tan başkasını görmeme anlamın-
da mahv ve fena haline işaret ettiği söylenir (Uludağ
1998:224). Bu örtüşmenin bir noksandan çok meziyet
olduğunu söylemekte fayda vardır. Öyle anlaşılıyor ki
söylencenin tahsil durumunu sıradan biri gibi takdim
ettiği Hacı Bektaş, tasavvufi bilgisini, Yesevî dergâhı-
nın hususi talimi dışında tasavvufi geleneğin çok sağ-
lam kaynaklarını da okuyarak elde etmiş ve kendi öz-
gün dağarını oluşturmuştur.
Makâlât-ı Gaybiyye’de tasniften sonra tavsiyeye ge-
çilir. Bu kısım Hacı Bektaş’ın tasnif münasebetiyle izah
ettiği bilgilerin dervişler tarafından nasıl anlaşılması
gerektiğine dair uyarıcı ve toplayıcı bir mahiyet içe-

30
Hacı Bektaş-ı Velî •

rir. Hazret bazen sözü birkaç kez dervişlere getirerek


üzerinde olduğu konuyu onlara ince ayrımlarına değin
kavratmayı amaçlar.
Makâlât-ı Gaybiyye’de sohbet yöntemi bu üçlü izah
biçimine göre seyretmekle birlikte asıl konu yukarıda
da değindiğimiz gibi bir terk dizgesi içerisinde işlenir.
Aslında Hacı Bektaş, tüm kavramların izahında terk
anahtar sözcüğünü kullanmaz, ancak kullandığı bütün
tabir ve nitelemeler terkin önemini vurgular.
Hacı Bektaş, eseri oluşturan sohbetler boyunca te-
mel bir gaye güder, o da bir dervişin inşası gayesidir.
Onda bütün fikirler bu gaye etrafında şekillenir ve bu
şekillenme sonuç olarak onda kurucu ve yapıcı bir akıl
olarak pratik kazanır. Kitap boyunca hazretin en dik-
kat çeken yönü, kavram üretme maharetidir. Ancak o,
bu kavramları üretirken ayet, hadis ve icma üçlüsünü
takip ederek gelenek içerisinde özgünlük oluşturur.
Şimdi Hacı Bektaş’ın eserde cevap verdiği 20 soru-
nun neler oldukları üzerinde duralım:
1. Allah’a ulaşma yolları yani vuslat: Hacı Bek-
taş’a göre vuslat üç çeşit davranışla mümkün olur. Bun-
lar, nefsi arındırmak, kalbi temizlemek ve ruhu yücelt-
mektir. Bu durum dervişin süflî sıfatlardan arınmasına
karşılık gelir. Bu arınmanın temel şartı da Allah’ı an-
maktan geçer. Allah üç türlü anılır. Birincisi dil ile,
ikincisi kalp ile, üçüncüsü de sır ile anmaktır. Derviş
maneviyat şehrini mamur edebilmek için nefsanî şeh-
rini ve benlik şehrini yıkmalıdır. Ancak bundan sonra
ruhanî şehrini kurabilir. Allah “Biz ona şah damarın-
dan daha yakınız.” dediğine göre vücutta Allah’tan baş-

31
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ka öz yoktur. Bu yüzden derviş Allah zikrini dilinden
düşürmemeli, gönlünde Allah adından başka bir şeye
yer vermemelidir. Zikri dille değil gönülle yapmalıdır.
Çünkü dil, Beyazıd Bistami’nin dediği gibi “Bir yere
sığmayan bir yalancıdır.”
2. Talip kime derler? : Talibin birinci makamı
dünya ve dünyada bulunanlara, ikinci makamı dün-
ya ve ahirete, üçüncü makamı ise kendi zatına ihtiyaç
duymamaktır. Hz. Peygamber; “Dünya ahiret ehline,
ahiret dünya ehline, her ikisi de Allah ehline haram-
dır.” buyurmuştur. Talip için ideal olan gerçek isteğe
ulaşmaktır. Bu yüzden derviş gönlünü Hak bilgisini
görür duruma getirmeli ve görmenin ne demek oldu-
ğunu bilmelidir. Görme, dost perdesindeki yüce Allah’ı
görmektir. Dost perdesi, Hakkı görmek için bütün ya-
ratıkların baktığı ince perde, ince perde ise bütün ya-
ratıklardır.
3. Zühd nedir? : Zühd dünyayı terk etmektir.
Dünyayı terk etmek bütün ibadetlerin, dünyayı sev-
mek de bütün günahların başıdır.
4. Takva nedir? : Takva, yüce Allah’tan başka her
şeyi terk etmektir.Sahip o’dur ve her şey onundur. Yani
kim Allah’ı müşahede ederse her şey onun demektir.
Hazret-i peygamber buyurur: “Başkalarını bırakıp da
bizimle yetinenler için biz yeteriz. Biz onun içiniz o da
bizim içindir. Bizim olan onundur da.”
5. Fena nedir? : Fena kendi sıfatlarından kurtul-
mak demektir. Yani kendi zatından çıkmaktır. Vücutta
Allah’tan başka özne yoktur, demektir.
6. Varlıklar kaç nesnedir? : Varlıklar 4 çeşittir.

32
Hacı Bektaş-ı Velî •

Bunlar:
-Vacibü’l-vücûd, yüce Allah’dır. Çünkü o her za-
man vardır.
-Caizü’l-vücûd, gözle görülen bütün varlıklara
derler. Çünkü bunlar ilimle bilinir.
-Mümkinü’l-vücûd, var olabildiği gibi yok da ola-
bilen varlıklardır.
-Mümteniü’l-vücûd, Allah’ın ortağının bulunma-
yışıdır.
7. Dervişin görevleri nelerdir? : Derviş tüm za-
manını Allah ile geçirmelidir. Ondan doğan her nefes
Hakkı anarak tükenmelidir. Sevgili makamına ermek
için gönlünü ve ruhunu Hakka yakınlaştırmalıdır. As-
len var olup hiçbir zaman yok olmayan şeyin varlığını
bilmelidir. Derviş, Allah’ın emrine razı ve ondan hoş-
nut olmalı, kendini Allah’ın rızasına, Yaradan’ın ira-
desine teslim etmelidir. Çünkü Yaradan’ın yarattığına
karşı iradesi bazen sevinç, bazen hüzün, bazen sağlık,
bazen hastalık, bazen darlık bazen ferah şeklinde tak-
sim edilir. Her şeyi Haktan bilmeli, Haktan gelen her
şeyi canı gönülden kabullenmelidir. Ancak o zaman
Allah ile beraberlik makamına ulaşılır. Derviş, Lâ ilâ-
he illallah kelimesine kendisinden geçecek derecede
gark olmalıdır. Fena makamına erdiğinde istediğini ve
sevdiğini kendinde görür. Talip Allah’ın yardımıyla bu
makama erdiği zaman Allah’tan başka hiçbir şeyin ol-
madığını görür.
8. Mümin kime derler? : Müminin beş alameti
vardır. Birincisi daimi hastalık, ikincisi daimi hüzün,
üçüncüsü mazlum olma, dördüncüsü eli açıklık, be-

33
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
şincisi fakirlikte ölçülü olma. Müminin gerçeği odur ki
hiçbir zaman hiçbir yaratığı haksız yere eline ve diline
dolamaz. Allah’ın elçisi “Namaz müminin miracıdır.”
buyuruyor. O halde, dünyadan el çekmeli, nefsi kurban
etmeli, yokluk denizinde boğulmalı ki namaz miraç
olsun. Müminin meşgalesi üç çeşittir: Birincisi ibadet,
ikincisi kulluk etmek demek olan ubûdiyyet, üçüncüsü
içtenlikle tapmak demek olan ubûdettir. Mümin ken-
dini Hakkın baktığı yer olarak bilmelidir. Çünkü “Al-
lah, kullarını Hakkıyla görücüdür.”
9. Tövbe nedir? : Tövbe Allah’ın emrine yani Al-
lah’a dönüştür. O da günahtan çıkıştır. Tövbe üç çeşit-
tir: Birincisi tövbe, ikincisi inâbet, üçüncüsü rü’yettir.
Tövbe, dervişin vücudunu dünya zevklerinden arın-
dırması, dilini dosttan başkası hakkında konuşmaktan
sakındırması, gönlünü Allah’tan başkasının sevgisin-
den korumasıdır. İnâbet ise dervişin kendini beğen-
mişlikten kurtulmasıdır. Bu durumda derviş, fena ma-
kamına ererek Allah’ı kalp gözüyle görüp Hakkı kendi
gözünde müşahede edebilir. Rü’yet ise dervişin ken-
dinden geçip Hakka ulaşmasıdır. Yani dervişin önüne
çıkan her merhaleyi geçmesi, onunla yetinmeyip daha
yükseğini istemesi ve seyirden geri kalmamasıdır.
10. Mücâhede nedir? : Mücâhede nefis ve şeytan-
la savaşmaktır. Şeytan ona yol bulamamalı, nefis ise
bağımlılıktan ve şeytanın vesvesesinden kurtulmuş ol-
malı ki Allah ona ihlas kapısını açsın.
11. Müâheded nedir? : Az yemek, az konuşmak,
az uyumak, benliğini yok etmek ve fakirliktir.
12. Fakirlik ve fenâ nedir? : Fakirlik Allah’tan

34
Hacı Bektaş-ı Velî •

başkasını istemeyi bırakmak yani Allah’tan başkasına


doymuş olmaktır. Fenâ ise Allah’tan başkasından uzak
kalmaktır.
13. Allah’ın mertebeleri kaçtır? : Allah’ın merte-
beleri dörttür. Bu dört mertebe kalp, akıl, ruh ve ne-
fisdir. Bu mertebeleri dört melek taşır. Kalp, Cebrail
kabıdır. Kalp, ilim yeridir. İlim, kalple taşınır. Akıl, Mi-
kail’in kabıdır. Mikail, hakikat rızkının aracıdır. İlim
ve marifet akılla olur. Ruh, İsrafil’in kabıdır. Eşyanın
hakikati onun elindedir. O, Hakk sıfatının suretidir. Ki
ruhta yazılıp saklanmıştır. Nefis, Azrail’in kabıdır. Az-
rail ise Hak üstünlüğünün simgesidir.
14. İnsanların kalıbını oluşturan 10 makam ne-
dir? Âlemlerin sahibi olan Allah, insan kalıbını ateş,
su, rüzgâr ve topraktan yarattı. Onlara kırk makam
verdi. Nefs-i Emmâre’den hâsıl olan 10 makam şun-
lardır: Cehalet, öfke, cimrilik, düşmanlık, küsmek, kin
beslemek, kibir, haset, küfür ve nifak. Nefs-i levvâme-
den hâsıl olan 10 makam: Zühd, takva, tevazu, kulluk,
zekât, oruç, hac, umre, humus ve cihat. Nefs-i mülhi-
meden hâsıl olan 10 makam: Akıl, bilgi, vahiy, ilham,
hayır, mal, fazilet, cömertlik, iyilik ve ihsan. Nefs-i
mutmainnenin on makamı: Fakirlik, sabır, adil olmak,
insaflı olmak, ilim, rıza, tahkik, yakin, ahit ve vefa.
15. Orucun dereceleri nelerdir? : Oruç üç de-
recedir. Birincisi halk derecesi, ikincisi seçkinler de-
recesi, üçüncüsü ârifler ve âbidler derecesidir.Birinci
derece oruç,karnı ve cinsel organları orucu bozan şey-
lerden korumaktır. İkinci derece orucu gözü namah-
reme bakmaktan, kulağa uygun olmayan sözler duy-

35
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
maktan, dili haksız konuşmaktan korumaktır. Üçüncü
derece orucu peygamber ve evliyalara özgüdür. Bunlar
gönlü Haktan gayrı her şeyden korurlar.
16. Kalbin çeşitleri nelerdir? : Birincisi şerh-i
sadr yani kabiliyet, ikincisi işgâf yani ilmi kapsamak,
üçüncüsü fu’âd yani Allah’ın nuru, dördüncüsü kalb
yani kayıp ve görünme arasındaki yer, beşincisi âlem-i
gayb yani insanlık hakikati, altıncısı gaybü’l-gayb yani
hakikat-i Muhammediyye, yedincisi yakin yani toplu-
luğun birliği.
17. Halk kaç çeşittir? : Halk dört bölüktür. Birin-
ci bölük âbidlerdir. Bunların ibadetleri; namaz, oruç,
zekât, hac, cehennemden korkmak, cennetle sevinmek
ve Allah’a ümit bağlamaktır. İkinci bölük zahitlerdir.
İbadetleri korku, ümit, yakınlık kurmak, helali kabul
edip haramdan sakınmaktır. Üçüncü bölük âriflerdir.
Ârifler, yaratıcıyla birlikte görürler. Bu evliyaların ma-
kamıdır. Ârif, sevgili olma makamına erişebilme için
dünya, ahiret ve onlarda olanları terk eder. Dördün-
cü bölük muhiblerdir. Bunların ibadetleri, sır, sohbet,
müşahede, münacaat ve muhabbettir.
18. Muhabbet ne demektir? : Muhabbet candan
geçmek demektir. Muhabbet için üç durum arzu edil-
miştir. Birincisi derviş, pîrin emriyle seyredip Allah’ın
yarattığı on sekiz bin âlemi görüp dikkatle gözlemle-
yip görüş sahibi olur. İkincisi, derviş pîrin yardımıyla
seyreder ve gönlün Allah’ın şehri ve fazilet odağı oldu-
ğunu öğrenir. Üçüncüsü, pîrin desteğiyle yüce Allah’ın
görüşme izni verdiği yere ulaşır.
19. Evliyanın makamı nedir? : Evliyanın makamı

36
Hacı Bektaş-ı Velî •

yetmiş iki milleti kabul edip herkese dua ve himmetle


yardım etmesidir. Çünkü bütün âlem denizin suyunu
içse denizin suyu ne azalır ne de artar.
20. Evliyanın üç hali: Evliyanın üç hali vardır.
Birincisi, durum onun elinde değildir. Onun isteği ile
gelip onun isteği ile gitmez. Yani istediğinde o duruma
girip istediğinde çıkamaz. Bu zayıf bir makamdır. İkin-
ci durum onun elindedir. İstediğinde insanın emrine
itaat eden bir rüzgâr gibi o hal içinde olabilir. Bu orta
makamdır. Üçüncüsü insanın kendisiyle özdeşleşen
haldir. Bu makam mükemmeldir. Böyle bir kimse ku-
tuptur. Kutup, evliyaların padişahıdır.

Görülüyor ki Makâlât-ı Gaybiyye’de Hacı Bektaş-ı


Velî, dervişlerine tasavvufun temel ilkelerini son dere-
ce açık, net ve somut bir hale getirerek vermekte, onla-
rın daha iyi anlamaları için bazen kavramları benzetme
ve örneklemelerle detaylandırmaktadır. Özellikle bu
kitabın halkın kaç bölük olduğuna dair olan kısımda-
ki bir bahis, Yûnus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye’sin-
deki kurgu ile büyük benzerlik arz etmektedir. Yûnus
Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye’sinin konusunu Hacı
Bektaş’ın Makâlât-ı Gaybiyye’sindeki halkın kaç bölük
olduğu bahsinin izahından aldığını söylemek yanıltıcı
olmaz. Çünkü Hacı Bektaş, gönlü büyük bir şehir ola-
rak niteler ve bu şehirde akıl ve iblis adlı iki sultanın
yaşadığını söyler. Bu sultanların komutan ve askerleri
vardır. Akıl sultanı daima komutanlarını göndererek
nefis sultanının askerlerini mağlup eder. Ki bu konu
tamamen Risâletü’n-Nushiyye’nin konusudur. Bu ör-
tüşme de bize eserin Hacı Bektaş’a ait olduğunu ispat

37
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

eder. Çünkü Yûnus Emre; Hacı Bektaş, Taptuk Emre


kolundan yetişmiş bir şahsiyettir.

Kaynakça
Coşan, Esad (1980), Hacı Bektaş Veli ve Makâlât,
Seha Neşriyat, Ankara.
Duman, Davut (2009), Makâlât-ı Gaybiyye ve Ke-
limât-ı Ayniyye, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayını, Ankara.
Fığlalı, Ethem Ruhi (1996), Türkiye’de Alevilik
Bektaşilik, Selçuk Yayınları, Ankara.
Gölpınarlı, Abdülbaki (1948), Bektaşilik ve Hacı
Bektaş Veli, Aylık Ansiklopedi, C. III, s. 535.
Güzel, Abdurrahman (2011), Hacı Bektaş Veli El
Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara.
Hace Abdullah el-Ensari-el Herevi (2017),  Tasav-
vufta Yüz Basamak Menazirü’n-Sairin, Emin Yayınları,
Bursa.
Özdemir, Mehmet (2016), Derviş Muhammed
Şifâyî, Mesnevî Şerhi (Eş-Şerhu’l-Kitâbi’l-Mesneviy-
yi’l-Ma’neviyyi’l-Muhtasar), Doğu Kütüphanesi Yayın-
ları, İstanbul.
Uludağ, Süleyman (1998), “ Abdullah Herevî” DİA
C 17, s. 222-226.

38
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş-ı Velî’nin Makâlât Eserinin


Fert ve Toplum Açısından İzahı

Doç.Dr. Mehmet DÖNMEZ5∗

Giriş
Bir eseri meydana getiren kişi ile eser arasında de-
rin izler mevcuttur. Eseri, onu yazan kişiden ayrı de-
ğerlendirmek, ilmi bir tavır olmaktan uzak bir davra-
nış olacaktır. İncelemeye çalıştığınız eser ve onu yazan
kişinin döneminin özelliklerini iyi tahlil etmek gere-
kiyor. Öncelikle Hünkâr’ın hayatına kısaca bakmakta
fayda olduğu kanaatindeyiz. O, Vilâyet-nâme’sinde
kendini şöyle tanıtmaktadır:
“Horasan erenlerindenim. Aslım Muhammed so-
yundan; Türkistan’dan geliyorum; İbrahîm al-Sânî,
diye tanınan Seyyid Muhammedin oğluyum. Seyyid
Muhammed, Mûsâ el-Sânî’nin, o, İbrahim Mucâb oğ-
ludur, onun babası da İmam Musa el-Kazım’dır. Mürşi-
dim doksan dokuz bin Türkistan Pirlerinin ulusu Sul-
tan Hâce Ahmed-i Yesevî’dir. Meşrebim, Muhammed
5∗İnönü Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

39
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Ali’dendir, nasibim Tanrı’dan.” (Gölpınarlı, 1990:19).
Diyerek, soyuna dikkat çekmektedir. Ayrıca, Vilâ-
yet-nâme’de Hacı Bektaş’ın, Hâce Ahmed ile doğrudan
görüştüğü ve atasından kendine bırakılan emanetleri
aldığıbahsideşöyle anlatmaktadır: “AhmedYesevî’nin
başında, bir zirâ uzunluğunda bir elifî tac vardı. Bu
tâç, hırka, çerağ, sofra, alem ve seccadeyle birlikte Tan-
rı’dan Hz. Muhammed peygamber’e gelmişti. O da, on-
ları erkânla Murtazâ Ali’ye vermişti. İmam Ali, İmam
Hasan’a sunmuştu, ondan İmam Hüseyn’e değmişti.
İmam Hüseyn’den sırasıyla İmam Zeyne’l-Abidin’e,
İmam Muhammed Bakır’a, İmam Ca’fer Sadık’a, İmam
Mûsâ Kâzım’a ve İmam Ali Rıza’ya geçmişti. İmam
Rıza’da doksan dokuz bin Türkistan ulusu Ahmed-
Yesevî’ye geçmişti. Onun halifeleri, bu emanetlerinin
sahibini merak edip onları Hâce’den istemeyi düşü-
nürken Hacı Bektaş gelip kerametle darı çeçi üzerinde
namaz kılarak emanetlerin sahibi olduğunu gösterir.
Namazı kıldıktan sonra elifî taç uçarak başına konar.
Hırka havalanıp sırtına konar. Çırağ onun önüne gelip
uyanır. Peygamberin sancağı onun başı ucuna dikilir,
seccade altına döşenir. Ahmed-i Yesevî erkân ile onu
tıraş edip emanetleri Hacı Bektaş’a verir ve onu Rum
illerine görevlendirir.” (Gölpınarlı,1990:19). Böylece
eserde Hünkâr’ın davranışlarının de sıradan olmadığı
anlaşılmaktadır.
Geçmişten günümüze kadar devam eden tartış-
maların başında gelen, Hacı Bektaş61Velî’nin doğum
61Bektaş sözü sıra arkadaşı, emsal, akran, eş, mertebe arkadaşı, bey
ile prens ile eşit anlamlara gelir. Beğdeş ve Anadolu da bu anlamda
Taydaş vardır. (Noyan Bedri; Bektaşîlik Alevilik nedir, İst. 1995. sh.
40
Hacı Bektaş-ı Velî •

ve ölüm tarihlerinin çeşitli kaynaklarda farklılık gös-


termesidir. Hacı Bektaş-ıVelî, Horasan’da, Nişabur’da
1242 yılında doğmuştur. Her tarikatta ileri sürüldüğü
gibi Hacı Bektaş-ı Velî’nin dahi soyunun on sekizinci
göbekte Hz. Ali’ye ulaştığı kendilerince iddia, başkala-
rı tarafından rivayet edilir(Gölpınarlı,1990:19). Hacı
Bektaş-ı Velî menkıbelerini anlatan “Velayet-nâme”
veya “Velayet-nâme”lerde, Horasandaki çocukluğu,
kerametleri, Şeyh Lokman-ı Perende’ye ve Hoca Ah-
medYesevî’ye intisap edişi anlatılmaktadır. Bir rivayete
göre, Hoca AhmedYesevî doğrudan doğruya onun piri,
mürşidi olmamış, Yesevî’nin müridi Lokman Perende,
Hacı Bektaş’ı yetiştirmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin he-
nüz on iki yaşında bir çocuk iken kazandığı mertebeyi
keşfeden pirinin, ona büyük saygı gösterdiği menkıbe
şeklinde olan Velayet-nâmelerde geçmektedir. Şöyle ki
şeyhinin isteği üzerine Hacı Bektaş-ıVelî kerametler
gösterecektir. Susam çiçeği üzerine seccadesini serip
namaz kılmak, darı yaprağı üzerinde namaz kılmak;
şeyhinin kuşandırdığı “tahta kılıç” ile, Çin ülkesinde-
ki ejderhayı öldürmek, yedi yıldır Bedahşan kâfirleri-
nin elinde tutsak olan Hoca AhmedYesevî’nin oğlunu
kurtarmak ve Bedahşan’ları Müslüman etmek, Hac’da,
Arafat törenleri sırasında “şimdi bizim oralarda bişi pi-
şirirler” diyerek canı ülke yemeklerini çeken şeyh Lok-
man-ı Perende’ye sofra çıkarmak, bişi götürmek ve bu
yüzden şeyhi tarafından kendisine “Hacı” ünvanının
verilmesi gibi (Eröz, 1971:53-54) menkıbelerin çoğu-
231 Doğduğunda geleceğin azizine “seviyede eş” ya da “bir beye eşit”
anlamına gelen Bektaş adı verilirdi. (Birge John Kıngsley: Bektaşîlik
Tarihi; (Çev. R. Çamuroğlu) İst. 1991. sh. 39.
41
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
nu aktarmak mümkündür.
Hacı Bektaş-ı Velî, Türk kozmogonisi ile İslâm
inanış ve erkânını birleştirmeyi başarmış bir “Din
Türkçüsü” şeklinde yorumlarda yapılmaktadır. Top-
rak Ana-Gök Ana inancını bir evin esas kişileri yerine
koyarak aileyi kutsal hale getirmiştir. Bunun yanında
millî inanışı, insani-beşeri bir kural haline getirmek de
onun başlıca isteği olmuştur (Noyan, 1995:36). Bu bil-
gilerin ışığı altında, Hacı Bektaş’ın, Horasan’dan bir-
takım İslamî ve Tasavvufî fikirlerle karışık olarak eski
Türk geleneklerini getirdiği sonucuna varabiliriz. Her
ne kadar bir tarikat kurma ve teşkilat geliştirme gücü-
ne sahip bulunmuyor olsa bile, yine de Allah yolunda
bir cezbe adamının etrafında pervaneler kendiliğinden
toplanabilir(Eröz, 1971:58). Zamanla da bu durum ku-
rumsallaşmaya yüz tutmaktadır. O’nun nasıl bir hayat
tasavvur ettiğini aşağıdaki şiir anlatmaktadır:
“Hacı Bektaş ol sebebden hiç
Göze almadı tac-ı sultanı
Ede Bali ve bundagıhuddam
GördilerHacı’dan bu seyranı
Ulu eşiğine gelür ve gider
Can iken seyrider bu cananı
Böyle anladı bildi buldı bular
Bu nihadı bu yolıvü erkânı”
Bahsedilen mısralardan, Hacı Bektaş’ın sultana
karşı eline silah almadığı, başta Ede Bali olmak üzere
dostları ile etrafı çevrili olarak, çekildiği Suluca Ka-
rahöyük’te kendi dünyasına dalmış bir hayat sürdü-
ğü açıkça anlaşılıyor. Yukarıdaki metin, Ede Bali’nin,

42
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş’ın izlediği tarikata mensup bulunduğuna


da işaret ediyor gibi görünmektedir. Osman Gazi’nin
hayatında birinci derecede rol oynayan Şeyh Ede Bali
ile Hacı Bektaş-ıVelî arasındaki sıkı ilişkilerin, ilk Bek-
taşîlerin tarihi için çok büyük önemi vardır. Sultan
Orhan’ın kardeşi Ali Paşa ile Bektaşî Tarikatı arasın-
daki bağlara yer veren tarihçi Oruç’un tanıklığı bunu
doğrulamaktadır (Melikoff, 1994:54).Bektaşîliğin et-
kileri sadece Anadolu ile sınırlı kalmamış, sözkonusu
etki, Anadolu’nun dışına da taşımıştır. 14. asırda Batı
Anadolu’da Rum gazileri denilen mücahid zümreleri
ve askeri taifeler arasında yayılmış bulunan Bektaşîlik,
Osmanlı fütühatlarıyla Balkanlara da geçmiş ve Tuna
kıyılarından Arnavutluk’a kadar çok geniş sahalarda
kurduğu tekkelerle, Balkanların İslamlaşmasında ve
Türkleşmesinde etkili olmuştur. Bu sürece, Bektaşîle-
rin içine karışmış olan Sarı Saltuk, Seyid Ali Sultan,
Otman Baba gibi bir takım şair derviş zümreleri de
katkıda bulunmuşlardır. 17. yüzyılda dahi canlı olan
ananelerden anlaşılıyor ki, Bektaşîlik, 18. ve 19. yüz-
yıllarda, Arnavutluk ve Balkanlarda gelişmekte ve İs-
lamlaştırma faaliyetini devam ettirmektedir (Dönmez,
2016:81). Hatta 21.yüzyılda dahi Balkanlarda İslam-
laşa devam etmekte ve bunda Bektaşîliğin derin izleri
görülmektedir.
Makâlât’ın Fert ve Toplum Açısından İzahı
Sosyolojik manada nesnellik ilkesine uygun olarak
bir sosyal kurum ve bir sosyal olgu olan din, daha öz-
nel bir yaklaşımla ‘’kutsalın tecrübesi” (Akyüz,Çapo-
oğlu, 2008:43) olarak kabul edilmektedir.

43
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş-ı Velî’nin fikirlerini iki kaynaktan
oluşturmuş olduğu görünmektedir. Birincisi Kur’an,
ikincisi, İnsanlığa İslam’ın Peygamberi tarafından il-
min kapısı olarak bildirilen Hz. Ali’den, Hoca Ahmed-
Yesevî’den, Baba İlyas Horasani’den O’na ulaşan Bâtınî
ilim olduğunu anlamaktayız.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin en önemli ve en hacimli
eserlerinin başında “Makâlât” gelmektedir. Özellikle
anlam bakımından Hünkâr’ın düşüncelerini ve tasav-
vuf anlayışını yansıtmaktadır diyebiliriz. O, bu eserde;
Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat  gibi dört kapıdan
ve her  kapının da on makamından bahsetmektedir.
Makâlât’ta tasavvuftan kalp ahvalinden zahit arif ve
muhiplerden bahsedilerek insan övülmekte kendisine
verilen nimetler dile getirilmektedir. Sözkonusu ese-
rin en ilgi çekici yönü, eserdeki düşüncelerin, Kur’an
ayetlerine ve Hz. Peygamber’in Hadis-i şeriflerine da-
yandırılmış olmasıdır. Hatta bazı bölümlerde konu-
lar sadece ayetler zikredilerek anlatılmaya çalışılarak
konuya farklı bir yorum getirilmiştir.Eserde; Şeriat,
Tarikat, Hakikat ve Marifet kapıları, âyet ve hadislerle
desteklenerek açıklanmıştır. Velâyetnâme’deMakâlât’ın
aslının Arapça olduğu ve Sadettin Konevî tarafından
Türkçeye çevrildiği rivâyet edilmektedir(Gölpınarlı,
1995:61).Makâlât’ta üzerinde sıkça durulan ve esere
anlam kazandıran dört kapı, kırk makamı kısaca açık-
layacak olursak;
A- Şeriat Kapısı ve On Makam
1. İman getirmektir.
2. İlim öğrenmektir.

44
Hacı Bektaş-ı Velî •

3. Namazdır, zekattır, oruçtur. Gücü yetince hac’a


gitmektir yine.
Allah yolunda savaşmaktır, cünüplükten temiz-
lenmektir.
4. Helal kazanmaktır ve faizi haram bilmektir.
S. Nikahyapmaktır.
6. Hayızvenifaz halinde (lohusalıkta) cinsi ilişkiyi
haram bilmektir.
7. Sünnet-i cemaattir.
8. Şefkattir.
9. Temiz giyinmek ve temiz yemektir.
10. İyiliği emretmek ve yaramaz işlerden sakın-
maktır.
B- Tarikat Kapısı ve On Makam
1. El alıp tövbe etmektir.
2. Müridolmaktır.
3. Saçlan tıraş etmek ve ( tarikata uygun) elbise
giymektir.
4. Mücahadedeetmektir (Nefislesavaşmak, nefisle
mücadele etmek).
5. Hizmet eylemektir.
6. Havfdur. ( Allah’tan korkmaktır).
7. Ümidvar olmak.
8. Hırka, zembil, makas, seccade ve subhadır(yüz
taneli tesbih) ve her şeyden ibret alıp hidayete ermek.
9.Nasihat vemuhabbet sahibi olmaktır.
10. Işkdur ( aşk) ve şevkdür ve fakirlukdur.
Allah’ın zenginliği karşısında insanın kendini fakir
hissetmesidir.
C-Marifet Kapısı ve On Makam

45
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
1. Edebdir.
2. Korkudur.
3. Perhizkârlıktır. (Haram olanlarda sakınma).
4. Sabır.
5. Utanmak.
6. Cömertlik.
7. Bilgi sahibi olmak.
8. Miskinliktir.( Benlikten geçip kişinin kendini
Allah’a vermesi)
9. Marifet sahibi olmak, Allah’ı bilmek.
10. Kişinin kendini bilmesi.
D- Hakikat Kapısı ve On Makam
1. Toprak gibi mütavazı ve verimli olmak.
2. Yetmiş iki milleti ayıplamamaktır.
3. Elinden geleni men itmemekdür.
4. Dünya içinde yaradılmışnesneye emin olmak-
dur.(Bütün nesnelerin
Kendisindengüvendeolması).
5. Mülkün mutlak sahibi Allah’a karşı itaatkâr
olmak. O’na olan muhabbetini göstermek.
6. Sohbetetmek ve hakikat sırlarını söylemektir.
7. Seyr-i süluka girmek. (Manevi yolculuktur).
8. Sır saklayabilmek.
9. Münacaatdır. (Allah’a yalvarıp yakarmak).
10. Allah’ın varlığını müşahede etmek ve O’na
ulaşmak (Yılmaz, 2015:29-31).
Hünkâr’ın, bu dört kapı ve kırk makam anlayışı,
Ahmet Yesevî’nin Fark-name’siyle de büyük ölçüde
benzerlik göstermektedir.7Makamların hepsi tamam
7Hacı Bektaşı Veli: Aynı Eser, sh.32

46
Hacı Bektaş-ı Velî •

olmadan hakikatın tamam olmayacağı ve Hakk’aulaşı-


lamayacağı belirtilmektedir. Ayrıca, dört kapı ve kırk
makamın bir bütün olduğu ve Hak dinin tekliği,sürek-
liği ve bütünsel bir yapıya sahip olduğu eserde vurgu-
lanmaktadır.
Makâlâtta İnsan Anlayışı
Kur’ân-ı Kerim, başlangıç noktası olarak insanı
kabul etmektedir. Çünkü ilk inen âyetlerde muhatap
alınan konusu itibariyle insan olmakta ve insandan
bahsetmektedir.8Bundan hareketle Yüce Allah’ınken-
dine muhatap olarak gördüğü varlıkların başında, eş-
ref-i mahluk9olarak vasıflandırdığı insan gelmektedir.
Belki de insanbu özelliğinden dolayı dağların taşla-
rın kaldıramadığı “emanet” yükünü üzerinealmış ve
sorumluluk sahibi olmuştur.10Şeklinde de bir yorum
getirilmektedir. Allah insanı başıboş11ve “boşuna”ya-
ratmamış12, olduğunu Kur’anda vurgulamakta ve so-
rumluluğunun tabii sonucu olarakda onu yeryüzünün
“halife”sikıldığını ilgili ayetlerde belirtmektedir.13 Ken-
di elleriyle yarattığı14 insanı belli bir merhaleden son-
ra “ilâhi nefha”15 ile de şereflendirmiştir. Hatta büyük
meleklerden biri olarak belirtilen İblisin, cennetten
kovulması, Allah’ın Adem’e (insan) “secde et” emrine-

8Alak, 96/1-5.
9İsrâ, 17/70.
10Ahzâb, 33/ 72-73; Haşr, 59/21.
11Kıyâme, 75/36.
12Mu’minûn, 23/115.
13En’am, 6/ 165; Bakara,2/ 30; Sad, 38/26; A’râf, 7/69; 74; Neml, 27/
62.
14Sad, 38/75.
15Hicr, 15/29; Sad, 38/ 72.

47
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
16
karşı gelmesi ve devamında gelişen hadiseleri Kuran
bize heber vermektedir. Allah’ın, Kuran’da belirtiği-
ne göre yeryüzünde yarattığı herşeyi insanın emrine
vermesi, yani insanın emrine âmâde kılınmış olması17
ve onun hizmetine sunulduğunun18altı çizilmektedir.
Buna mukabil insandan beklenen ise, bütün bu nimet-
lerin tabi sonucu olarak ibadet ve itaatini Allah’a hasre-
decek, böylece O’nun katında değer bularak19 yaratılış
gayesine uygun davranacak20olmasıdır.
Tasavvuf, insanın, maddî ve manevî, beden ve
ruhtan oluşan bir varlık olduğundan hareket etmiştir.
Başka bir ifadeyle insanın, topraktan yaratılmasından-
21
dolayı süflî, kendisine belli bir aşamadan sonra ilâhi
ruh üfürülmesiyle22 ulvî nitelikler taşımaktadır.
Hacı Bektaş-ı Velî eserlerinde “İnsancıl davrana-
rak mümin olmayanları İslâmiyet’e ısındırmaya çalış-
tı. Her türlü ibadeti hoş karşıladı. Ehli Beyt sevgisini
aşıladı. Türk diline canlılık verdi. Duaların Türkçe
yapılmasını devam ettirdi. Sohbet toplantılarında ila-
hiler ve nefesler okunması âdetini sürdürdü. Şeref ve
namusa önem verdi. Din kardeşliği esasından hareket
ederek, insan sevgisini yayan Hacı Bektaş din ve vatan
sevgisi üzerinde de durdu. Allah için ve yurt savunma-
sı için fedakârlık yapılmasını istedi. Şehitliğin manevî
16A’râf, 7/11.
17Lokman, 31/20; Nahl, 16/12.
18Hac, 22/ 36, 37, 65; Câsiye, 45/ 12; İbrahim, 14/32-33; Lokmân,
31/ 20.
19Furkân, 25/ 77.
20Zâriyat, 51/16, 56; Hicr, 15/99.
21Secde, 32/ 7.
22Secde, 32/9; Hicr, 15/ 28, 29.

48
Hacı Bektaş-ı Velî •

derecesini hadislere uygun olarak övdü.”(Çubukçu,


1987:213) Böylece Anadolu’da maya tutmaya başlayan
Türk-İslam kültürünün kalıcı olmasını sağladı. Türk-
lerin, değerlerinin, töresinin unutulmasını engellemiş
olduğunu eserlerinde anlamaktayız. Makâlât’ta insana
bakışı önemli bir yer tutmaktadır. O, “zâhid” olarak ni-
telendirdiği insanları da şöyle tanıtmaktadır:
“Amma ikinci gürühzahıdlardur. Bunların aslı od-
dandur ve bunlar tarikat kavmıdur pes od gibi dün
ügün yansalar gerek, kondüzlerin göyündürseler ge-
rek. Pes her kim bu dünyedekendüsini göyündürse
yarınahıratdadürlüazablardankurtılısardur. Pes imdi
şöyle bilün kim bir kez yanan ayruk yanmaz”. Zahid-
lerinaslını ateşe benzeten Büyük Veli, bu taifeyi, gece
gündüz ibadet edip, korku ve umut arasında bulunan;
neredengelip nereye gittiklerini bilmeyen kimseler
olarak tasvir etmektedir. Ona göre, bu guruptaki in-
sanlar,bulundukları makama kendi çabalarıyla gelmiş-
lerdir (Coşan, s:6-7). “Arif ” diye andığı kişilerin du-
rumları hakkında ise şunları söylemektedir:
“Amma üçüncigürühârıflardur, bunlarun aslı su-
dandur ve bular marıfatkavmıdur. Pes su arıdurvehe-
marıdıcıdur. İmdi arıfdahıgerekdür kim hem arı ola
ve hem arıdıcı ola.” Ariflerin aslını suya benzetenHacı
Bektaş-ıVelî, bu guruptaki insanların içlerinde ne kö-
tülükten ne de pislikten hiçbir şeyin bulunmadığını-
söylerken; suyun aslının yeşil cevheri olduğunu, bu
cevherin aslının da Allah’ın kendi kudretinden oldu-
ğunainanmaktadır. (Coşan, s:10).“İnsanın başı Arş’a
benzer. Dünya da gök var, yer var. İnsanın da arkası

49
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
göğe, tabanıyere benzer. Akıl aya, marifet güne, ilim
yıldızlara benzer. Hem yedi kat gök vardır.
İnsanın teni dahi yedi kattır. Deri, et, kan, damar,
sinir… Dünyada bulut var, yağmurvar.İnsanda kaygı
buluta, gözyaşı yağmura benzer”Yani şekilciliğe önem
vermeyen bir insan modeli çizmektedir.
“Hararet nardadır, sac’dadegildir
Keramet bastadır, tac’dadegildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de, Hac’dadegildir.”(Eyüpoğlu,
1998:103)diyen Hacı Bektâş-ı Velî, her şeyi insanda
arayan, Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta bu-
lan anlayışıyla sevgiyi kendisine rehber kılmıştır.
Hacı Bektaş-ıVelî, yaratılışın sebebi olarak gösteri-
len ve “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” şeklinde tanım-
lanan insanla dünya ve hatta daha geniş manada kainat
arasında münasebetler kurmuş ve insan vücuduyla ev-
reni mukayese etmiştir. Bunu da yaratılışla ilgili olarak
Kur’an-ı Kerim’de zikredilen tertip üzere değerlendir-
miş ve Adem’in yaratılışı (Coşan, s:84-90) bahsinde
geniş bir şekilde işlemiştir. “Pes Hakksubhânahu ve
ta’âlâeydür: Âdemi topraktan yarattum ve hem neslini
nutfedenyarattum, dir” diyen Veli, “Çünkü biz insanı
karışık nutfeden yarattık, onu deneyeceğiz, bunun için
onu duyma ve görmeye kabiliyetli kıldık.” âyetini de-
lil gösterir, eydür: Âdemi topraktan yarattum ve hem
neslini nutfedenyarattum, dir” (Coşan, s:98) diyen
Veli, “Çünkü biz insanı karışık nutfeden yarattık, onu
deneyeceğiz, bunun için onu duyma ve görmeye kabi-

50
Hacı Bektaş-ı Velî •

liyetli kıldık.” şöyleyapar;


23

“O yol, göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi


olanAllah’ınyoludur. İyi bilin ki işlerin hepsi Allah’a
döner.” (Şüra, 53)
“Yol her şeyden uludur” (Hazreti Ali).
Hünkâr’a göre, Allah”, “er-Rahman”, “er-Rahim”
sözcüklerini gönüldensöyleyen kullarına Allah pey-
gamberi aracılığı ile şöyle seslenir;
“Ey âşıklar, ey sadıklar, ey Taha ve Yasin ehli, dün-
yada yeterincedurdunuz, şimdi hangi kapıdan isterse-
niz Cennetime girin.Ben sizinim, siz benimsiniz” (Bes-
mele Tefsiri,89)
Hacı Bektaş-ı Velî bir “latife”sinde (latife: kıssadan
hisse çıkartılabileceknitelikte bir hoş anlatım, örnek
olay) içi tertemiz olmuş bir gönülevine nasıl misafir
olacağım anlatır. Bu anlatısında yere-göğe sığmayan-
yüce Hakk’ı Alevi-Bektaşîlerin nasıl olurda bir insanın
gönlüne sığdırdıklarını da görürüz.
LATİFE: TanrıTe’ala Resu1u’e “Ya Muhammed eğer
mü’minlerbenievlerine davet eder, ağırlarlarsa ben de
onları ağırlarım. Onlar banagönül aynasını gösterirler-
se bende perdeyi kaldırır, cemalimi gösteririm,” dedi.
Resul “ Ya İlahi, sen yemekten içmekten münez-
zehsin, insanlarseni nasıl ağırlasın? dedi.
Tanrı Te’ala “Ey benim habibim mü’minlere söy-
le, gönül evinitevazuluk süpürgesiyle süpürsün. Hır-
sın, cimriliğin, düşmanlığın,hainliğin ve kıskançlığın
çerini çöpünü çıkarsın. Sonra kötü işlerindenpişman
olsun. Pişmanlık suyuyla sulasın. Sonra deniz halısı-
23 Kur’an, insanın, 2. ayet.

51
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
nı(tevhid, hakikat seccadesi, hakikat makamı) sersin.
Muhabbet sofrasınıdöşesin. Aşkı başından çıksın. Rıza
ve teslim, korku ve ümityüzlerini tevekkül ve mari-
fet deniziyle, sabır bahçesinden yana açsın.”Bismilla-
hi’r-rahmani’r-rahim. Ve La İlahe İllallah’ı gönül okçu-
sunaversin ve bana atsın. Ben de daveti kabul edeyim.
Bir gün ve bir gecedeüç yüz altmış kez (sevap) vereyim.
Onun gönlüne girip konukluğunu kabul edeyim... “
(Duran, 2007:132).
Makalât bilindiği gibi, dört kapı-kırk makam terti-
bi üzre kaleme alınmıştır. Bu tertip, AhmedYesevî’nin
“Fakrnâme”siyle hemen hemen aynıdır. Dört kapı
(şeriat-tarikat-ma’rifet-hakikat) kırk makam anlayışı
Türk mutasavvıflarının kabul ve takip ettikleri bir sü-
lük anlayışıdır. Makâlât, bu özelliğiyle, Fakr-nâme’nin
bir şerhi gibidir. Bir Hacı Bektaş muakkibi olan Yûnus
Emre de, şiirlerinde bu sülûk usulünü oldukça geniş
olarak ele almıştır.Hacı Bektaş-ı Velî’nin dünyevi, dîni
ve tasavvufî konularındaki duygularını, düşünceleri-
ni ve nihayet bütünüyle “insan imajını” en açık, sade,
anlaşılır, tabiî söyleyişlerle ortaya koyduğu eseri hiç
şüphesiz “Makâlât”dır.Sekiz ayrı bölümden oluşan bu
eserin birinci bölümünde; “Anâsır-ı Erbaa”, yani; hava,
su, toprak ve ateş’ten ibaret dört unsura bağlı olarak,
dört çeşit Müslüman imajı tipi bulunduğundan bahis-
le, bunların sırasıyla; Âbidler, Zâhidler, Marifet Ehli ve
Muhibler olduğu belirtilir.Hünkâr,Makâlât’ta; İslâm
dînininîman, ibâdet ve ahlâk konularına yer vermiş,
ele aldığı konuları âyet ve hadîslerin ışığında ve onlarla
destekleyerek incelemiştir. İyi bir Müslüman olabil-

52
Hacı Bektaş-ı Velî •

mek ve Allah’ın rızâsına erebilmek için dikkat edil-


mesi gereken hususları, dört ana başlık ve her birini
de on alt başlık halinde sıralamış, kendi üslubu ile de
dört kapı, kırk makam olarak ifade etmiştir.Makâlât’ın
manzum tercümesinde, imanın sözlü anlatımı önemli
bir rükünolarak öngörülmekte ve şehâdeti terk etme-
yi küfrün belirtilerinden sayılmaktadır.Çünkü şahâ-
det getirmek insandan, kulun derecesini yükseltmek
ise Allah’tandır(Duran, 2007:302).Hacı Bektaş’a göre
iman, yalnızca kalple de ilişkili değildir.Hacı Bektaş-ı
Velî, Makâlât’ında şöyle söylemektedir: “Allah insana
can ve aklı vererekonun yaratılışını tamamladı. Kişi-
ye en büyük devlet; edep, akıl ve güzel ahlaktır.Yeryü-
zünde akıl ölçüsünden iyi bir şey yoktur. Çünkü her
iyi şeyi bilen ve buyuranakıldır. Bu nedenle akıl beden
için sultan; gönül için rahatlıktır. Tanrı Teâlâ’nın insa-
naverdiği bunca ululuk, bunca nûr, bunca kerâmetin
hepsi akıl bereketindendir.”24
“Pes imdi kimün ki gönlinde akıl nûru var ise fe-
biha (ne güzel) veillâ kim yok ise kendüye dahi hayrı
yokdur.Çalab Tanrı katında yiri yoktur.”25 Akıl nûruna
sahip bir kişinin kendisine hayrının dokunması önce-
likleiman sahibi olması ile mümkündür.Hacı Bektaş
Veli, insan vücüdu ile evren arasında ilginç bağlar kur-
maktadır. Allah insanı dört türlü nesneden yarattığını
belirtmektedir:
1. Topraktan
2. Sudan
3. Oddan
24Hacı Bektaş Veli: Aynı Eser, sh. 129
25Hacı Bektaş Veli: A.g.e.,sh. 129

53
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
4. Yelden
Hacı Bektâş-ı Velî, insanları dört gruba ayırarak
değerlendirir: Âbidler, Zahidler, Ârifler ve Muhipler.
Âbidler; şeriat mertebesinde kalan kimselerdir.
Bunlar ibadetlerin şartolduğunu bilir, fakat yeterli
olmadığını bilmezler. Kuralları icra etmenin herşe-
yolduğunu zannederler. Hacı Bektâş-ı Velî, “âbidler”
olarak isimlendirdiği kişilerin avam olduğunu, bun-
ların kendilerini tam olgunluğa eriştiremedikleri için,
birbirleriniincitebileceklerini, birbirlerine karşı kibir
ve kıskançlık gösterebileceklerini belirterek,bunların
birbirlerine düşman olabileceğine dikkat çekmektedir.
Sâhitler; bunlar ateş ehli olup, tarikat kavmidir.
Bunlar dünyada kendileriniyakarlar. Ancak bu dün-
yada çektikleri ıstırabın ve katlandıkları fedakârlığın
karşılığıolarak sonsuzlaşmış, ahiret kaygılarından kur-
tulmuşlardır. Ölümden sonra onlara korkuva endişe
yoktur. Hacı Bektâş bunları, gece gündüz ibadet edip,
korku ve ümit arasındabulunan, nereden gelip nereye
gittiklerini bilmeyen kimseler olarak tasvir etmektedir.
Ona göre bu guruptaki insanlar bu makama kendi ça-
balarıyla gelmişlerdir.
Ârifler; bunlar hem arı hem de arıtıcı insanlardır.
Âriflerin aslını suyabenzeten Hacı Bektâs-ı Velî, bu
guruptaki insanların içlerinde ne kötülükten ne depis-
likten hiçbir şeyin bulunmadığını dile getirmektedir.
Ona göre âriflik mertebesineulaşmış kişi, artık dün-
ya ve ahiret endişesinden uzaklaşmış, çok derinden
Allah’ıdüşünerek manevî mertebesinin yükselmesini
bekleyen, istediğini sadece Allah’tanisteyen ve ümitsiz-

54
Hacı Bektaş-ı Velî •

liğe düşmemesi gereken kişi der (Yılmaz, 2015:33-35).


“Evvel gürûh: Abidlerdür kim bunlar şeri’atka-
vimleridür ve asılları yildendür. Pes yil hem şâfidür ve
hem kavîdürzira ki yilesmeyincedeneler samanından
ayrılmaz ve eğer yilesmeyeyidimecmû-ı âlem yiyiden
helâk olayıdı. İmdi halâl ve haram mısmıl ve murdar
kamusıŞeri’at birle malum olur; zira kim Şeriat kapusı
ulu kapudur. Nitekim Çalapcellecelâluh cümle türlü
nesnenün varlığını Kur’an içinde yâd kıldı.”26
Hacı Bektaş, ikinci gürûhun “şahidler” olduğunu
dildirir. Bunlar tarikat topluluğudur. Görevleri, “bis-
millahirrahmanirrahim’ı cümle işde yâd kılmaktur, ve
hem havf u racâ içinde olmakdur ve arzuları dünyede
terk etmekdür.”27
Üçüncü güruhariflerdür, bunların aslı sudandur ve
bunlar marifet kavmidür. Pes su arıdur ve hem arıdıcı-
dır. İmdi ârif dahi gerekdür kim hem arı ola ve arıdıcı
ola.»28
Üçüncü gruptakiler, Allah’tan gelen irfana müzey-
yen, saf âriflerdir. Hem temiz ve hem de temizleyici
bir yaşayışa sahiptirler. Hacı Bektaş’a göre “hem ârifler
katında şirk murdardı, içlerinde komazlar, daşraçbıra-
ğurlar, kendilerinarıdurlar.”29
Ârifler, içlerinde güli ve sinsi, hiç bir şirk duygusu
taşımazlar. Allah’ın tek olduğuna şeksiz-şirksiz inanır
ve zikirlerini bu inanç üzerine bina ederler.
Hacı Bektaş, âritler ve hallerinden bahsederken,
26Hacı Bektaşı Veli: Aynı Eser, sh. 44
27Hacı Bektaş Veli: A.g.e.,sh. 48
28Hacı Bektaş Veli: A.g.e.,sh. 48
29 Hacı Bektaş Veli: A.g.e.,sh. 51

55
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
gerekli gördüğü öğütleri vermeyi de ihmal etmez. Arif
olmak içini-dışını tertemiz kılmaktır. Şeytanî değil
Rabbanî bir kul olmaktır. Hacı Bektaş-ıVelî,Bektaşî-
lik’te içkinin murdarlığını kati ifadelerle dile getirir.
Şeriatçe haram olduğunu bildirir ve bundan sakındı-
rır:
“Pes imdi bir damla süçi (içki) damladuğıçünsuyın
hep arıtmak gerek ve ol su döküldügıyırdebitenotıko-
yunotladugıçün eti haram olur. Sebeb: İçinde şeytan
fi’liolduğıçün..”30
Hacı Bektaş’ın dördüncü grup olarak adlandırdığı
kişiler ise, muhiblerdir: “Amma dördüncü güruh Mu-
hiblerdürve bunların aslı toprakdandur ve toprak tes-
lim-i rızadur. Pes muhibler dahi teslim u ırazı olalar.”31
Hacı Bektâs-ı Velî;
“Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk,
Eğer konuşacaksan, hikmet ile konuş
Ve oturacağın zaman, saygı ile otur.”32
Şeklindeki bu veciz ifadesiyle, aslında toplum için-
de yaşayan fertlere nasıl davranmaları gerektiğini bun-
dan yüzyıllar önce göstermektedir. Hünkâr’ın Makâlât
isimli eserinde ortaya koyduğu düşünceleri, insanın
var olma sebebi ve Allah’a nasıl kulluk edeceğidir. An-
cak insanın yaratılışından ölümüne kadar olan süreci
çok çarpıcı cümlelerle ifade etmektedir. İnsanın hem
ahirete dönük çabalarını izah etmekte hem de yaşadığı
bu dünyaya nasıl faydalı olabileceğinin yollarını gös-
termektedir. Mesela O, “Oturduğun yeri pak et, kazan-
30Hacı Bektaşı Veli: A.g.e.,sh. 52
31Hacı Bektaşı Veli: A.g.e.,sh. 52
32Erdogan, Kutluay: aynı Eser, sh. 35

56
Hacı Bektaş-ı Velî •

dığın lokmayı hak et”(Erdoğan, 2000:35) diyerek te-


mizlik, dürüstlük, çalışmak ve helal kazanç konusunda
tavsiyelerde bulunur, diğer yandan yıkıcılığa, zulme,
sömürüye ve tembelliğe karsı da tavır koyarak top-
lumsal barışı sağlamaktadır.Hünkâr’ın bu bakış açısı
toplumsal bütünleşme çabası olarak bugün karşımıza
çıkmaktadır.
Hacı Bektaş-ıVelî’nin insan ve toplum anlayışını
ortaya koyduğu Makâlât eseri birçok bakımdan ince-
lenebilir. Sosyoloji biliminin verileri ışığında incele-
nen eserlerinde fert ve toplum anlayışı önemli bir yer
tutmaktadır. Toplumsal açıdan barış ve huzuru temin
eden bir vizyona sahip olan Hacı Bektaş-ı Velî, yaşadı-
ğı döneminde ötesine geçerek mesajlarını günümüze
kadar ulaştırmayı başarmış ender düşünürlerimizden
biridir. Onun verdiği mesaj sadece Türk toplumuna
değil, aynı zamanda evrensel boyut da kazanmıştır.
Horasan’dan başlayıp Anadolu da maya tutan bakış
açısı Balkanlara, Afrika’ya kadar uzanmış ve bütün
insanlığı kucaklamıştır. İslam ve Türk kültüründen
beslenen fikirleriyle Hünkâr, toplumu mana etrafında
bütünleştirmeyi başarmıştır. Bugün de fikirleriyle in-
sanlığa yol göstermektedir.

57
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Sonuç
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin önemli eserlerinden
biri olan Makâlât’ın hem dini hem de dünyevi boyut-
ları vardır. Sözkonusu eser ile ilgili birçok bilimsel ça-
lışma yapılmıştır ve yapılmaya da devam etmektedir.
Hünkâr’ın yaşadığı dönemi de aşarak günümüze ışık
tutması ve verdiği mesajların evrensel olması, onunla
ilgili sadece yurtiçinde değil yurtdışında da birçok ça-
lışmaya konu olmasına sebep olmuştur. Ancak şunun
da belirtilmesi gerekir ki Hünkâr, bu eserinde bir insa-
nın nasıl dünya ve ahiret mutluluğunu yakalayacağı-
nın yollarını çizmektedir. İnsanın manevî yolculuğunu
ve yaratılış gayesini çeşitli misallerle anlatmaktadır.
İnsanın beşer ve manevî yönlerini derin analizlerle
ortaya koymaktadır. Bunu ise gerek İslam tarihinden
gerekse de dinler tarihinden ve Peygamberlerin ha-
yatından misaller vererek günümüzdeki insanlara yol
göstermektedir.
Makâlât isimli eserinde Hünkâr,fert ve toplum açı-
sından mutluğu adeta tarif etmekte ve toplumsal bü-
tünleşmenin yollarını göstermektedir. Ferdin kendi
hayatında ve toplumsal yaşantısında başarılı olmasının
yollarını veciz ifadelerle somut olarak ortaya koymak-
tadır. Mesela,
Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk,
Eğer konuşacaksan, hikmet ile konuş
Ve oturacağın zaman, saygı ile otur.
Oturduğun yeri pak et,
Kazandığın lokmayı hak et.
Sen seni bilirsen yüzün Hüdâ’dır; sen seni bilmez-

58
Hacı Bektaş-ı Velî •

sen, Hak senden


cüdâdır (ayrıdır).
İnsanın cemâli sözünün güzelliğidir.
Peygamberler ve Erenler, insanlığa Tanrı’nın hedi-
yesidirler.
Çalışmadan geçinenler bizden değildir.

Kaynakça

Coşan, Esat: Makâlât Hacı Bektaş-ı Velî, Ankara.


Çubukçu, İ. Agah: Türk-İslâm Kültürü Üzerinde
Araştırmalar ve Görüşler, Ankara, 1987.
Dönmez, Mehmet: Sosyal Bütünleşme Açısından
Malatya Aleviliği, Ankara, 2016.
Erdoğan, Kutluay: Alevi Bektaşî Gerçeği, İstan-
bul, 2000.
Eröz, Mehmet: Türkiye’de Alevilik- Bektaşîlik, An-
kara, 1971.
Eyüpoğlu, İsmet Zeki: Bütün Yönleriyle Hacı Bek-
taş-ı Velî, İstanbul, 1998.
Gölpınarlı, Abdülbaki: Velâyetnâme, Inkılap Yayı-
nevi, İstanbul, 1995.
Hacı Bektaş Veli: Besmele Tefsiri, Haz. Hamiye
Duran, Ankara, 2007.
Hacı Bektaş-ı Velî: Makâlât, Haz: Ali Yılmaz, Ve
Diğerleri, Ankara, 2015.
Melikoff, İrene: Uyur İdik Uyardılar, İstanbul,
1994.
Niyazi Akyüz, İhsan Çapooğlu: Din Sosyolojisi,

59
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Ankara, 2008.
Noyan, Bedri: Bektaşîlik Alevilik nedir, İstanbul,
1995.
Vilâyet-nâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı
Velî, Haz. A. Gölpınarlı, İstanbul 1990.

60
Hacı Bektaş-ı Velî •

Sosyolojik Bakış Açısıyla


Hacı Bektaş-ı Velî

Doç. Dr. Bülent KARA33∗


Giriş
Hacı Bektaş-ı Velîhakkında yazılmış temel eserleri
incelediğimizde genelde tarihîve edebî bir yaklaşımla
ele alınmış olduğu fark edilir. Bu bağlamda temel re-
ferans kaynakları olarak Firdevsî-i Rûmî tarafından
yazıldığı iddia edilen Vilâyet-name-i Hacı Bektâş-ı Velî 
veya  Manâkib-ı Hacı Bektâş-ı Velî, Fuat Köprülü’nün
yazdığı Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,  Âşıkpa-
şazâde Derviş Ahmet Âşıki’ nin Âşıkpaşazâde Tarihi
adlı eserleri örnek verilebilir. Hacı Bektaş hakkında
bilgi edindiğimiz bu eserlerin içeriği sosyolojik pers-
pektiften bizi tatmin etmeyecektir elbette. Son yıllarda
Hacı Bektaş üzerine akademi dünyasında yazılanların
bu minvalde daha doyurucu olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle Ahmet Yaşar Ocak’ın Türk Sufiliğine Bakışlar,
Abdurrahman Güzel’in Hacı Bektaş Veli El Kitabı adlı
eserlerin Hacı Bektaş düşüncesinin toplumsal bağla-
33∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim
Üyesi, bkara@ohu.edu.tr
61
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
mına temas ettiğini söyleyebiliriz. Bununla ilgili ola-
rak, Hacı Bektaş-ı Velî adına sempozyum düzenlenmiş
olması da konunun ehemmiyetini bize göstermektedir.
Tarihî ve edebî bir düzleme hapsedilmiş Hacı Bek-
taş-ı Velî’nin düşüncesinin anlaşılması ve yaşatılması
mümkün değildir. Kurtarıcı kimliklerin düşünce sis-
teminin ve öğretilerinin geniş toplum tabanına yayıl-
ması ancak o kişiliklerin yaşadığı tarihsel zamandan
koparılıp yaşanılan tarihe mal edilmesiyle gerçekleşir.
Bunun için kurtarıcı kişiliklerin tarihî kimliğinden
ziyade, düşünce dünyasını toplumsal zemine taşımak
gerekmektedir. 13. yy.’ da verilmiş bir mesajın günü-
müzde karşılık bulması, onun evrensel niteliğini or-
taya koymaktadır. Hacı Bektaş-ı Velîhakkında ulus-
lararası çalışmaların yapılıyor olması da bunun ispatı
niteliğindedir. Çeşitli toplulukların uzun yıllar bir ara-
da yaşadığı 13. yy. Anadolu’sunu da iyi analiz etmek
gerekir. Hünkâr’ın Anadolu’ya geldiği tarihin yanında
nasıl ve ne için gelmiş olduğu da önemlidir. Hünkâr’ın,
Vilayetnamede “Rum diyarına seni saldık, yurt olarak
sana Sulucakaraöyük’ü verdik. Rum diyarındaki ab-
dallara seni baş kıldık. Orada sarhoşlar, budalalar, ger-
çekler çoktur, bundan böyle bir yerde eğlenme, hemen
git.” ifadelerinden anlaşılacağı üzere, Anadolu’ya efsa-
nevi bir dille bile olsa, ulvi bir davaya hizmet için gel-
diği anlaşılmaktadır (Gölpınarlı, 1958: 17).Hakikaten
de Hünkâr, Horasan’dan Anadolu’ ya ayak bastığında
Anadolu’ da siyasî bir birlik, toplumsal bir düzen yok-
tu. Bu bağlamda, o dönemde düşünsel bir birliktelik-
ten de bahsedilmesi pek mümkün değildir. Söz konu-

62
Hacı Bektaş-ı Velî •

su “dağınıklık” içinde toplumu kucaklayıcı, birleştirici,


uzlaştırıcı bir toplumsal içeriğe ihtiyaç duyulmaktaydı.
İşte bu durumu nötralize edebilecek bir öğreti olarak
Bektaşîlik revaç buldu. Bu durumda, Hacı Bektaş-ı
Velî’yi farklı kılan faktör, öğretisi ile zengin Anadolu
kültür birikiminin kaynaşmasıydı.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin felsefesi “insandan” beslenir.
Bu anlamda ele aldığı belirli kavramlar vardır. Bunlar
“kardeşlik”, “hoşgörü”, “iyilik”, “barış”, “yardımsever-
lik” gibi kavramlardır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin ele aldığı
bu kavramlar onu, insanların gözünde iyi bir konuma
getirmiştir. Bu anlamda insanların dilinde öğretileri-
nin dolaşması da oldukça olağandır. Çalışmamızda
temel aldığımız bu kavramlar ile Hacı Bektaş-ı Velî’yi
sosyolojik bakış açısıyla değerlendirmeye çalıştık. Ale-
vilik-Bektaşîlik öğretisinin temelini kavrayıp sosyolo-
jik olarak analiz edebilmek için bu öğretinin öncüsü
sayılan Hacı Bektaş-ı Velî’yi iyi anlamak gerekir. Bir
şahsı anlayabilmek o kişinin eserlerini tanımaktan ve
geriye ne bıraktığına bakmaktan geçer. Sosyolojik ola-
rak Hacı Bektaş-ı Velî’yi anlayabilmenin imkânı, bakış
açısıyla ilgilidir. Bu konuyla ilgili, özellikle Hacı Bek-
taş-ı Velî’ye isnat edilen kaynaklar ciddi bilgiler içer-
mektedir. Bu alan yazınına ait Fuad Köprülü’nün Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ahmet Yaşar Ocak’ın
eserleri, Abdurrahman Güzel’in Hacı Bektaş-ı Velî El
Kitabı ve Hacı Bektaş-ı Velî Külliyatı eserlerinden fay-
dalanmaya çalıştık.

63
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Hayatı
Hünkâr, 13. yüzyıla damgasını vurarak günümüz-
de dahi düşünceleri ile insanları etkileyen bir varlığa
sahiptir. Hâlâ ismi ile dahi insanların aklında yer bulan
bu önemli insan varlığını bir şekilde devam ettiriyor.
Bunun en önemli unsuru söylediklerini yaşayarak an-
latmasıdır. Bu nedenle sadece Anadolu’da değil, Bal-
kan ülkelerinde, Yunanistan’ da ve Macaristan’da da
saygıyla anılmaktadır.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum tarihi hakkında fark-
lı rivayetler olmakla birlikte kesin tarihsel bir bilgi yok-
tur. Sözlü geleneğin hâkim olduğu böyle bir ortamda
bilim insanlarınca üzerinde ittifak edilen tarih miladi
1209 yılıdır. Bu konuda Güzel’in 2011’de yayımladığı
eserinde durumu şöyle ifade etmiştir: Kanaatimce Hacı
Bektaş-ı Velî’nin doğum tarihinin 1209 olma ihtimali
daha kuvvetlidir. Eğer onun doğum tarihini 1248’lere
götürürsek Ahmet Yesevî ile görüşme ihtimali daha
zayıflayacaktır. Bu sebeple onun XIII. yüzyılın birinci
yarısında doğmuş olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz.
Bektaş’ ın anlamı; eş, denk, benzerdir ve ‘san’ ni-
teliğinde de kullanılmaktadır. Bektaş adının Vilayet-
name’de ebeveynleri tarafından verilmiş olduğu (Göl-
pınarlı, 1958:4), fakat gerçek adının “Muhammed”,
Bektaş isminin ise mahlası olduğu belirtilmiştir (Sez-
gin, 1990: 19).
Köken itibariyle Horasanlı olan Hacı Bektaş-ı Velî-
Nişabur’ da doğmuştur. Babası Seyit İbrahim Sani, an-
nesi ise Hatem (Hateme) Hatun’dur.
Kaynaklarda, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin Soy

64
Hacı Bektaş-ı Velî •

Ağacına (Şeceresi/Aile Silsilesi) ilişkin bilgiler şu şe-


kildedir: İmam Ali, İmam Hüseyin, İmam Zeynelabi-
din, İmam Ca’fer Sadık, İmam Mûsa Kazım, Es-Sey-
yid İbrahim El-Mükerrem El-Mücab, Es-Seyyid Hasan
El-Mücab, Es-Seyyid Muhammed, Es-Seyyid Mehdi,
Es-Seyyid İbrahim, Es-Seyyid Hasan, Es-Seyyid İbra-
him, Es-Seyyid Muhammed, Es-Seyyid İshak, Es-Sey-
yid Mûsa Es-Seyyid İbrahim Es-Sani, Es-Seyyid Hacı
Bektaş-ı Velî’dir (Eyüboğlu, 1989:60).
Folk İslam’ın ilk öncüsü sayılan Hoca Ahmet Ye-
sevî’den ve kendisinin de asıl hocası olan Lokman-ı Pe-
rende’ den dersler alan Bektaş, Ahmet Yesevî tarafın-
dan halifelik sembolleri verilerek Anadolu’yu irşad34
etmekle görevlendirilir. Anadolu’ ya gelmeden önce
Mekke’ye giden Hacı Bektaş-ı Velî hac görevini yeri-
ne getirerek ‘’Hacı’’ lakabını alır. Aşıkpaşazade tara-
fından nakledilen bilgiye göre Amasya, Kayseri, Sivas
şehirlerine giden Hacı Bektaş-ı Velî en son yerleştiği
ve öğretisini yaydığı Sulucakarahöyük’e varır. “Hacı
Bektaş-ı Velî Sulucakarahöyük’e geldiğinde İdris Hoca
ile hanımı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana’nın) konuğu
olur, Hünkâr’ın ilk müritleri de bu kişilerdir” (Duran,
2007: 23-24).
Genel kanıya göre Hacı Bektaş genç yaşında Ho-
rasan’dan Anadolu’ya gelerek, Baba İshak denilen bir
dervişten el almış ve Baba İshak’ın öldürülmesinden
(1240) sonra bugün kendi adıyla anılan bölgeye yer-
leşmiştir.
Geçimini sağlamak için çobanlık yapan Hacı Bek-
34Doğru yolu gösterme, uyarma

65
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
taş-ı Velî’nin kerametleri de kısa sürede dillere düşer.
Bir süre sonra bugünkü dergâhının yerinde Kızılca
Halvet’i yapar. Günümüzdeki tekke bu alanda bulun-
maktadır. Kısa sürede kendini çevresine kabul ettiren
Hacı Bektaş-ı Velîyavaş yavaş mürit edinmeye de baş-
lar. Bu dönemde Seyyid Mahmud-i Hayrani, Ahî Ev-
ran gibi Rum evliyaları ile yakın münasebette bulunur.
Çevresindeki insanlara ve Moğol idarecilerine ir-
şadda bulunarak bir kısmının hidayete ermesine vesile
olur. Aynı zamanda kendisine halef olacak bireyleri de
yetiştirmekle uğraşır. Halifelerine icazetlerini vererek
Anadolu’nun türlü yerlerine irşad görevinde bulunma-
larını sağlar. Bu hal üzere vefat eden Hacı Bektaş-ı Velî,
ardından kendi öğretisini bugünlere taşıyacak halifeler
bırakmıştır (Ocak, 2014:178).
Hacı Bektaş-ı Velî’yi bir müellif olarak görmekten
ziyade çevresini sözleriyle, öğütleriyle, eylemleriyle
uyandıran, ışıklandıran bir ermiş olarak görmek daha
kıymetli bir bakış açısı olacaktır. Doğum tarihi ittifakla
kabul edilen Hacı Bektaş’ın ölüm tarihi noktasında da
ayrı görüşler vardır. Yine ittifakla Hünkâr’ın 63 yıl ya-
şadığı ve 1270’te vefat ettiği belirlenmiştir. Mezarı Hacı
Bektaş dergâhındadır.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin Eserleri


“Malzemesi kelime olan edebiyat sanatı, soyut bir
malzeme olan dili kullanarak çok canlı ve gerçekçi
tasvirler yapabilir. İçinden çıktığı toplumun temel de-
ğerlerini benimseyen dil matematiği, ulaştığı her coğ-
rafyada izler bırakır” (Yalap, 2016:633). Hacı Bektaş-ı

66
Hacı Bektaş-ı Velî •

Velî’yi daha yakından tanımak, öğretilerinin bağlamı-


nı kavrayabilmek ve onu analiz edebilmek için eser-
lerini incelemek esastır. Hacı Bektaş-ı Velî’ ye isnat
edilen eserlerin genel itibariyle içeriğine bakıldığında,
yetiştiği iklimin etkisiyle yaşadığı iklimin karmaşıklı-
ğı ona özgün düşünceler kazandırmıştır. Bu düşünce-
ler, toplumsal düzenin yapısının bozulduğu o dönem
Anadolu insanının sıkı sıkıya sarıldığı yol aydınlatıcı
ışık olmuştur. Hacı Bektaş-ı Velî’nin sahip olduğu sade
ve etkileyici üslup, halk tarafından kolayca benimsen-
miş ve etrafında kendini seven insan kitlesi hızlıca
artmıştır. İnsanı merkeze alan dünya görüşü onu hem
Müslümanlar hem de Müslüman olmayan unsurlar ta-
rafından sevilmesine neden olmuştur. 13.yy’ da söyle-
diklerinin 21.yy’ da hâlâ geçerliliğini devam ettirmesi
onun söylencelerinin evrenselliğini de ortaya koymak-
tadır. Hacı Bektaş-ı Velî’ye atfedilen eserler şunlardır:
Kitab-ul Feva’id, Besmele Şerhi, Makâlât, Fatiha Suresi
Tefsiri, Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimat-ı Ayniyye, Nesa-
yih, Şathiyye.
Bu eserlerin içeriğini kısaca incelemekte fayda var-
dır:
Kitab-ul Feva’id: Baha Said Bey ve Fuat Köprülü,
Fevaid’in varlığını ilk duyuranlardandır. Abdülbaki
Gölpınarlı, Fevaid’in geniş bir eserini gördüğünü ve
eserdeki birçok konunun Mesnevi’de, Sultan Veled’in
eserlerinde, Molla Cami’nin Nefahat’ ında da bulun-
duğunu belirterek eleştirel bir üslupla anlatır.
Ethem Rûhi Fığlalı, Kitâbü’l-Fevâ’id’ in Ahmet Ye-
sevî’nin “Divan-ı Hikmet” eserinden esinlenilerek ya-

67
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
zıldığını belirterek eserin üçüncü şahıs ağzından anla-
tıldığını ve Hacı Bektaş’ın kaleminden çıktığını, eserin
isminin bizzat kendisince verildiğini belirtir.
Farsça yazılmış bir eserdir. Çoğunluk itibariyle na-
killerden oluşmuştur. Bu eserinde nübüvvet makamı-
na ulaşırken peygamberin geçirdiği merhaleler (iman,
abid, zahid, arif ve velayet) ele alınmıştır (Gölpınarlı,
1959:27). Tasavvufun temel olgularından olan ‘’Dört
Kapı Kırk Makam’’ bu eserde geçmektedir. Genel iti-
bariyle öğütler içermektedir. Faydalı bilgiler anlamı-
na gelen bu kitapta Hacı Bektaş-ı Velî’ ye ait olmayan
yazılar da vardır. İçerik olarak Makâlât-ı Gaybiyye ve
Kelimat-ı Ayniyye ile benzeşmektedir. Eserde kullanı-
lan dil, üslup, örneklerin niteliği Bektaş-ı Velî’nin diğer
eserleriyle yüksek oranda benzeşmektedir. Dolayısıyla
eser onun düşünceleri sonucunda oluştuğu için Hacı
Bektaş-ı Velî’ye ait olduğunu belirtebiliriz. Bu konuda,
Fuad Köprülü’de eserin Hünkâr’a ait olduğu hususun-
da kuşku bulunmadığını belirtir (Köprülü, 1927: 139).
Besmele Şerhi:Besmele Tefsiri’nin Hacı Bektaş’a ait
olduğu konusunda tereddütler bulunmaktadır. Ancak
bu eser Makalât’ la birlikte kopya edilmiş olması ve
onun üslubuna benzemesi, eserin Bektaş’a ait olduğu
fikrini güçlendirmektedir. Ayrıca bu eser Türk-İslam
hayatı için oldukça önemli bir konuma sahiptir.
Besmele Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını içermek-
tedir. Hakikate ulaşmada bir aracı rol üstlenmektedir.
‘’Besmele’nin tüm ilimlerin toplamı olduğu üzerine;
ba-i Besmele’nin Hz. Muhammed Mustafa, ba’nın nok-
tasının Hz. Ali ve mim’in ise Cenab-ı Kibriya’yı giz-

68
Hacı Bektaş-ı Velî •

leyen bir örtü olduğundan bahsedilmektedir” (Özcan,


1994’ten akt. Güzel, 2011, s.256).
Yaratıcının bütün isim ve sıfatlarını içerisinde ba-
rındıran Besmele, Müslümanların inanç, ibadet ve
günlük hayatlarında önemli bir yer tutan Rahmân ve
Rahîm isimlerinin geçtiği bir ayettir.
Bu eserde Hacı Bektaş-ı Velî, Allah’ın Allah, Rah-
man ve Rahim isimleri üzerinde durmuş; her işe, “Bis-
millâhi’r-rahmâni’r-râhîm” diyerek başlamanın yarar
ve faziletlerinden bahsederek besmeleyi yorumlar. Al-
lah’ın bağışlayıcılığı ve ihsanı ele alınarak bu temaların
insan ilişkilerindeki etkileri vurgulanmıştır.
İslamiyet’te hem dünyevi hem de uhrevi hayatla
ilgili her meşru ve önemli konuda ve eylemde Besme-
leyle başlamak tavsiye edilir. Hz. Peygamberin “Bes-
mele ile başlamayan her iş bereketsiz ve güdüktür”
hadisi, besmeleyi günlük yaşamında kullandığı ve in-
sanlara bunu tavsiye edildiği görülür. Her işe besmele
ile başlamak, huzur ve sevginin sembolü haline gelerek
hakikate ulaşmak için bir vesile sayılmıştır.
Besmele, Türk-İslam dünyasında ebedi ve mima-
ri eserlerden, hat süslemelerine, hilye levhalarından
edebiyat ve folklora, çeşme alınlıklarından mezar taş-
larına, dükkân levhalarından eğitim ve kültür tarihine
kadar birçok noktada kullanılmıştır.
Makâlât:Tamamen tasavvufi içerikli olan Makalât,
hepsi tasavvufi konularda olan ve müstakil risalecikler
halindeki eserine makaleler anlamında Makalât adını
vermiştir.
Makâlât’ta; aklın önemi, aşk, sevgi, iman, ilim,

69
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
tevbe, zikir, birlik ve beraberlik vb. karakteristik fi-
kirlerin Horasan, Nişabur, Merv ve Buhara’ daki fikri
faaliyetlerle eşdeğer olması, bizim kültür bağlarımızın
Orta Asya’ dan Anadolu’ ya aynısıyla geldiğini açıkça
göstermektedir (Güzel, 2011: 291).
Aslı Arapça olan bu eser Ahmet Yesevî’nin Fakr-
name adlı eseriyle benzer içeriğe sahiptir. Birlik, bera-
berlik ve bütünlük konularına değinerek Türk tasav-
vufunda önemli bahislerden olan “Dört Kapı” ve “Kırk
Makam”ın izahını temel almaktadır. Makalât’a göre
dört kapı; şeriat, tarikat, ma’rifet ve hakikattir. Tasav-
vufta işin esası, kendini bilmek ve bu sayede yaratıcıya
ulaşmaktır. Bektaş’ın öğretisinde de bunu başarmak
yatar. Ancak bunun yolu “Dört Kapı”dan geçip “Kırk
Makam” a ulaşmakla mümkündür.
Mukaddime ile başlayan Makalât, besmele, ham-
dele ve salvele kısımlarından oluşan bölümlerinde
Hacı Bektaş’ a övgüler de bulunmaktadır. Bu övgüler-
den de anlaşılmaktadır ki, esere sonradan ilaveler ya-
pılmıştır. Didaktik bir üslubun hâkim olduğu eserde,
amaç, müritlerin ilahi hakikatlere ulaşmalarını sağla-
yabilecek bir dil kullanmaktır. Bundan dolayı, dili ol-
dukça akıcıdır ve tasavvufi ve dini konular somutlaştı-
rılarak anlatılmıştır.
Edebiyat tarihinde kalıcı bir yer edinen, edebiyatın
ve sosyal bilimlerin değişik alanlarında da karşılaştı-
ğımız hikâyeler, peri masalları, efsaneler, destanlar,
meseller, kıssadan hisseler, şiirler, fıkralar gibi edebî
türler birer eğitim aracı olarak kullanılmıştır. Bu yön-
tem; değerlerin, ahlaki görüşlerin ve örnek davranışla-

70
Hacı Bektaş-ı Velî •

rın insanların aklına aktarılıp yerleştirilmesinde etkili


olduklarından nöropsikolojik öneme de sahiptir. Ma-
kalât’ta yer alan hikâyelerdeki imge ve içerik zenginliği,
hikâyelerin içeriğini “ego” ya yaklaştırır ve okuyucu-
nun bu imge ve içeriklerle daha kolay özdeşim kurma-
sına yardımcı olur. Bu anlamda Makalât, pedagojik bir
eser olma özelliğini göstermektedir. İlgi, heves, edep,
zekâ, kabiliyet gibi kavramları irdeleyerek insanların
çalışkan, azimli, sabırlı, edepli, dikkatli, cesur, mert ol-
maları gerektiği üzerinde oldukça durmaktadır.
Birçok tasavvufi ve dini konunun yer aldığı Ma-
kalât, Hünkâr’ın fikirlerinin anlaşılması için temel bir
başvruru kaynağı olma özelliği taşımaktadır.
Fatiha Suresi Tefsiri: Tasavvuf geleneğinde Fatiha,
Kur’an’ın özeti olarak kabul edilir. Bu nedenle Fatiha
Suresi’nin önemi çok büyüktür. Hz. Muhammed, “Bü-
tün Kur’ an Fatiha’ da toplanmıştır. Fatiha da Besmele’
de toplanmıştır”. Hz. Ali, “ Besmele’deki bilgiler de ba-
şındaki “Be” harfinde toplanmıştır” demişlerdir. Fatiha
suresine Ümmül-Kitab, Seb-ül-Mesâni gibi adlarının
yanı sıra Tefsîru’l-Havâdîs adı da verilmiştir. Anlamı
ise Kur’an’daki bütün bilgileri toplayıp verendir.
Besmele Tefsiri’ ile benzerliği bulunmaktadır. Her
iki eserde de Miraç hakkında bilgi verilerek giriş ya-
pılır. Eski Anadolu Türkçesi ile yazılan bu eserde,
Bektaş’ın döneminin izlerine de rastlanılmaktadır.
Yöredeki rivayete göre, Hacı Bektaş’ın Fatiha Tefsi-
ri’ni yazdığını duyan bir tefsirci, Hacı Bektaş’a neden
Kur’an’ın tamamını tefsir etmediğini sorar. Hacı Bek-
taş-ı Velî de, “Anahtar olmayınca bedestana girilmez,

71
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
kutnu kumaş derilmez” cevabını verir. Yine yöredeki
bir rivayete göre, Hacı Bektaş’a “Müslümanlık Nedir?”
diye sorduklarında “İki Kulhü bir Elham Müslüman-
lık vesselâm” diye cevap verir. Hacı Bektaş-ı Velî, Fa-
tiha’nın Kur’an’ın özü olduğundan o dönemdeki ko-
nargöçerlere, bu sureyi onların anlayabileceği sade
bir dille açıklayıp anlatmıştır. Fatiha suresinin kelime-
lerinin sayısı ve surede kullanılmayan harflerle ilgili
tasavvufi yorumlarda bulunması da eserdeki bir diğer
önemli noktadır.
Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimat-ı Ayniyye:Bu eser
Farsça yazılmıştır. Bu eser de Hacı Bektaş-ı Velî’nin
diğer eserleriyle aynı içerik çizgisine sahiptir. Üslubu
halkın kolayca anlayabileceği, soru-cevap metoduyla
yazılmış bir eserdir. Eserde dini, ahlaki ve tasavvufi
konu başlıkları ağırlıklı olarak işlenmiştir. Eserde Al-
lah’ ı zikretmek, dervişlerin özellikleri ve görevleri,
züht, takva, tevbe, nasihat vb. kavramlar üzerinde du-
rulmuştur.
Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimat-ı Ayniyye bir bütün
halinde okunduğu, günümüz sözlü geleneğin halen
yaşadığı cemlerdeki başlayış, bitiriş ritüelleri gözlem-
lendiği, gülbank, nutuk ve nefeslerle karşılaştırıldığı
zaman Hacı Bektaş-ı Velî’ nin düşüncelerini içinde ta-
şıdığı çok açık bir biçimde görülmektedir (Aytaş, 2010:
335).
Hacı Bektaş-ı Velî’nin eserleri dilimiz ve kültü-
rümüz açısından önem arz etmektedir. Türk düşün-
cesinin sistematik yapılaşmasında ve Anadolu’ nun
manevî atmosferinin oluşumunda ciddi katkıları ol-

72
Hacı Bektaş-ı Velî •

muştur ve olmaya devam etmektedir.


Nesayih (Emânet-i Hazret-i Pîr):Bu eser Osman-
lıca yazılmıştır. Hacı Bektaş-ı Velî’ nin bu eserinde,
mürşid ve mürîdin vazifeleri; benlik ve beşeriyetin
melâmet yoluna mani olduğu; gönül yapmanın ve in-
sanları sevmenin ehemmiyeti; insanlara haset etmek
, kin beslemek, kibirli olmak, inatçılık, iftira, zulüm,
yalan gibi şeylerden uzak durulması; kişinin ayıbının
yüzüne söylenmemesi; erenlerin huzurundayken edep
ve erkâna riayet edilmesi; insanın iyi şeyleri Allah’tan
kötü şeyleri nefsinden bilmesi gerektiği gibi tarikat
ritüellerinden bahsedilmektedir. Bununla birlikte ah-
lâkın mertebelerinden bahsedilmiş ve bu dört merte-
beden ilki iyiliğe iyilik ile mukabele etmeye dayanan
merkeb ahlâkı; ikincisi iyiliğe kötülükle mukabele et-
meye dayanan yılan ahlâkı; üçüncüsü kötülüye kötü-
lük ile karşılık mukabele etmeye köpek ahlâkı ve son
olarak kötülüğe iyilikle karşılık vermeye dayanan yüce
ahlâktır (Kozan, 2013: 21).
Şathiyye:İki sahife kadar olan eser, anlaşılır bir
Türkçe ile yazılmış olması bakımından kıymetli bir
eserdir. H. 1091/1680 yılında Nakşî ve Hurûfî bir zât
olan Enverî tarafındanTürkçe olarak Tuhfetü’s-sâlikîn
adıyla mensur olarak şerh edilmiştir (Kozan, 2013:18).
Şathiyye, içerik olarak vecd halinde iken bireyin
teşbihi ve sembolik dille söylediği şiirlerdir.
Eserin öz Türkçe ile yazılmış olması, o dönemin dil
özelliklerine ilişkin bilgi vermesi açısından da önem
arz etmektedir.

73
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Yetiştiği İklim
Bir şahsiyetin yetişmesinde içinde bulunduğu top-
lumsal dinamiklerin etkisi çok önemlidir. Dil, kültür,
din, ekonomi, politika gibi birçok dinamiğin yanın-
da kişiliklerin de ciddi katkısı vardır. Hacı Bektaş-ı
Velî’nin yetiştiği iklimi anlayabilmek için öğretisinin
temellerinin oluşmasında kendisine etki eden hoca-
larını tanımakta fayda vardır. Yazılı kaynaklarda Hacı
Bektaş-ı Velî’nin yetişmesinde önemli iki şahsiyetten
bahsedilir. Bunlar Hoca Ahmet Yesevî ve Lokman-ı
Perende’dir. Türk Folk İslam’ı denilince akla ilk gelen
isim olan Ahmet Yesevî, Orta Asya’ da sufilik kanalıyla
İslam’ ı yayan ve Türkler arasında önemli bir konum
edinmiş olan ilk kişiliktir.
Onun tarihî misyonu kısaca, İran sufiliğinin süz-
gecinden geçirerek Orta Asya’daki Şamanist, Budist ve
Maniheist mistik kültürün içerisinden gelen göçebe ve
yarı göçebe Türk boylarının anlayabileceği ve hazme-
debileceği popüler ve kolaylaştırılmış bir hale getire-
bilmiş olması şeklinde özetlenebilir. Bu ise, bilhassa
Türk kültür ve tarihî açısından sonuçları günümüze
değin uzanan, pek çok bakımlardan oldukça mühim,
fevkalade bir hadisedir (Ocak, 2014:32).
Bu noktada şunu ifade edebiliriz, Türk Folk İs-
lam’ın bugünkü sahip olduğu mistik yapı ve evliyaların
toplumda önemli bir konumda yer alması bu Müslü-
manlık tarzının mihenk taşlarıdır. Bu bağlamda Ah-
met Yesevî’yi anlamak hem Türk Folk İslam’ ı hem de
üzerinde çalıştığımız Hacı Bektaş-ı Velî’yi anlamak
demektir.

74
Hacı Bektaş-ı Velî •

Tük halk sufiliğinin kaynaklara göre 3 zümresi bu-


lunmaktadır. Bunlar
1-Türkistan Erenleri
2-Horasan Erenleri
3-Rum Erenleri
“Türkistan Erenleri Ahmet Yesevî ile Orta Asya’da
Türk sufilik geleneğini, Horasan Erenleri Horasan Mela-
metiyyesi’ni (İran Sufiliği), Rum erenleri Mevlana, Hacı
Bektaş-ı Velî ve Yûnus Emre ile temsil edilen Anadolu
Sufiliği’nin temelini oluşturur” (Ocak, 2014: 33).
Ahmet Yesevî sahip olduğu makamı sadece züht
tasavvufunda değil, ilahi aşk ve cezbe temelinde geniş
hoşgörü ve insan sevgisini ön plana çıkaran her türlü
bencilliği bertaraf eden Horasan Melametiyyesi’nin ta-
savvuf anlayışından almıştır. Ahmet Yesevî’nin tasav-
vufi düşünce ekolü, göçebe Türk topluluklarının oluş-
turduğu kültürel, sosyal ve ekonomik çevrenin sahip
olduğu yapısal durumdan dolayı geleneksel inanç ve
ritüellerin içinde yaşatıldığı karışık (heteredoks) bir
karakteri ifade etmektedir. Yani bu durum sufiliğin
İslam yorumu ile Budizm, Şamanizm, Maniheizm vb.
inançlarının karışmış bir halini ifade ediyordu. Böy-
lece bu tarz bir Müslümanlık anlayışı giderek çevreye
yayılarak bugüne kadar yapısını bu şekilde korumuş
oldu. Sosyolojik bağlamda da Ahmet Yesevî’ nin eko-
lünü35 bu şekilde değerlendirebiliriz.
Yesevî kültürü Moğol istilası ile yayılım hinterlan-
dını genişletmiştir. İstila sonucu bu kültür Orta Asya
sahası, Hindistan sahası ve Anadolu sahası olmak üze-
35Senkretizm: Birbirinden ayrı düşünce, inanış veya öğretileri kay-
naştırmaya çalışan felsefe sistemi
75
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
re 3 alana yayılmıştır. Konumuz itibariyle Anadolu
sahasına kısaca bakacak olursak burada Haydarilik ve
Bektaşîlik ile bağlantısı üzerinde durulmalıdır. Moğol
istilası ile 13.yy’ da Anadolu topraklarına intikal eden
Yesevîlik, başında Hacı Bektaş-ı Velî’ nin bulunduğu
Haydarilik tarafından eritilerek, 16. yy. başlarında di-
ğer kültlerden bağımsız hale gelen Bektaşîlik tarikatını
oluşturmuştur.
Ahmet Yesevî’ye atfedilen Divan-ı Hikmet, Fakrna-
me ve Risale eserlerinin içeriğinde ana tema aşk ve in-
san sevgisidir. Ona göre insanı incitmek en büyük suç-
tur. Kişi, sevgi kadehinden içmeden bu dünyayı terk
ederse büyük bir talihsizlik yaşamış olur. Ahmet Yesevî
bağlamında değerlendirdiğimiz noktaları kısaca ele
alacak olursak bu kültürün aradan uzun yıllar geçme-
sine rağmen, giderek etkisini artırarak Orta Asya Folk
İslamı ile kaynaşıp kendine has bir yapı oluşturmuş-
tur. Diğer yandan Anadolu topraklarını da etkisi altına
alarak Türk topraklarına has sufilik yapılanmalarını da
etkisi altına almıştır.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin yetişmesinde etkisi olan di-
ğer zat ise Lokman-ı Perende’dir. Lokman-ı Perende
ile ilgili yazılmış herhangi müstakil bir eser yoktur.
Edinilen bilgiler daha çok menkıbevi boyutta ele alın-
mıştır. Bununla birlikte Velâyetnâme’ de de Lokman-ı
Perende bahsi geçmektedir. Lokman-ı Perende Hacı
Bektaş-ı Velî’nin hocası ve mürşididir. Şeyh Lokman-ı
Perende aynı zamanda Hoca Ahmet Yesevî’nin halefi
kabul edilmektedir. Lokman-ı Perende’nin Hacı Bek-
taş-ı Velî ile bağlantısına bakılacak olursa Hacı Bek-

76
Hacı Bektaş-ı Velî •

taş-ı Velî’nin babası onu yetiştirmesi için Lokman-ı


Perende’ ye teslim eder. Mehmet Fuad Köprülü’nün
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde bu
ilişkiyi şu şekilde ifade etmiştir:
Hacı Bektaş-ı Velî üzerine, sonrasında muhtelif
müridleri üzerine yazılmış olan çeşitli Velâyetnâme’le-
ri, bazen büyük farklılıklar arz etmektedir. Örneğin
Hâcim Sultan Velâyetnâmesi’ nde, Hacı Bektaş Velî’den
direkt olarak Hoca Ahmed Yesevî’nin halîfesi olarak
bahsedilir; oysakiHacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâmesi’
nin tam ve mensur nüshalarıylaKünnü’l-Ahbâr’ ın 5.
cildinde, Hacı Bektaş-ı Velî’ nin Şeyh Lokmân-ı Peren-
de müridi olduğu ve bu Lokmân-ı Perende’ nin Hoca
Ahmed Yesevî’ den ayrıca başka zayıf bir rivâyete göre
Yesevî’nin nesli Alî’ den meşhur Muhammed Hanefî’
den el aldığı nakledilmektedir. İşte, bu şekilde, örne-
ğin Hâcim Sultan Velâyetnâmesi’ nde doğrudan doğ-
ruya Hoca ile Bektaş-ı Velî arasında geçtiği anlaşılan
menkıbeler, ötekinde Lokmân-ı Perende ile Bektaş-ı
Velî arasında yaşanmış gibi gösterilmektedir; bunun-
la birlikte, bu ikinci tarzdaki rivâyetleri içeren Hacı
Bektaş Velî Velâyetnâmeleri’ nde de yine direkt olarak
Hoca Ahmed Yesevî ile Hacı Bektaş-ı Velîarasındaki
bazı menkıbeler de vardır (Köprülü, 2014: 105).
Lokman-ı Perende ile Hacı Bektaş-ı Velîarasında
yaşanmışlıkları menkabevi boyutta Velâyetnâme içeri-
ğinde görmekteyiz. Buna bir örnek verelim.
Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâmeleri’ nde yer alan
bir menkıbeye göre, Bektaş Velî’ yi henüz küçük yaş-
lardayken ta’lim için Şeyh Lokmân-ı Perende’ ye teslim

77
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ettiler. Şeyh Lokmân-ı Perende, Hoca Ahmed Yesevî
halîfelerinden, zâhiri ve batıni ilimlerde çok derin bil-
giye sahip bir zat idi. Perendelik nasibini Hoca Ahmed
Yesevî’ den, bir başka rivâyete göreyse Muhammed
Hanefî’ den almış idi. Bektaş, henüz çocuk yaşlar-
dayken pek çok kerâmet gösterdi: Bir gün Lokmân-ı
Perende onun yanına girdiğinde, odanın nûrla dolu
olduğunu görüp şaşırdı; etrafa baktı; Bektaş-ı Velî’
nin sağında ve solunda iki nûrânî zat vardı, Bektaş-ı
Velî’ye Kur’ ân okutuyorlardı. Lokmân-ı Perende oda-
yagirer girmez bir anda nûrânî zatlar kayboldular.
Lokmân, Bektaş’a “Kimdir bunlar?” diye sorduğunda
birinin Hz. Peygamber, ötekinin de Hz. ‘Alî olduğunu
anladı. Yine bir gün Bektaş, Lokmân-ı Perende ’ den
ders alıyordu: Namaz vakti gelmişti. Lokmân abdest
için talebesinden su istedi. Bektaş, hocası Lokmân’ a
: “Bir nazar buyursanız da, su buracıkta aksa, dışarıya
gitmeye lüzum kalmasa!” dedi. Lokmân, buna kendi
kudretinin yetmeyeceğini söyleyince, Bektaş, hemen
Allah’ a niyazda bulundu hocası da “Âmin!” dedi. O
sırada mektebin orta yerinden lâtif bir su çıktı, dışa-
rıya doğru akıp gitti ve pınarın etrafında güzel susam
çiçekleri açtı (Köprülü, 1976: 50).
Hacı Bektaş’a ‘’Hacı’’ lakabı, göstermiş olduğu ke-
rametler neticesinde hocası Lokmân tarafından ve-
rilmiştir. Göstermiş olduğu kerâmetlerin aslında çok
görülmemesi gerektiğini ve bunun sebebini kendisinin
Hazret-i Alî soyundan gelmiş olmasına bağlar. Bir gün
Lokmân-ı Perende Hacc’ a gider ve Arafat’ta iken ya-
kındakilere kendi memleketlerinde yemek pişirildiğini

78
Hacı Bektaş-ı Velî •

ifade eder. Bu söz Hacı Bektaş’a malum olur. Tam da


bu esnada şeyhin evinde de yemek pişer. Hacı Bek-
tâş hemen bu anda şeyhine yemeği sunar. Memlekete
döndüğünde etrafındakilere bu durumu anlatan şeyh,
Hacı Bektaş-ı Velî’ ye ‘’ Hacı’’ lakabını verir (Köprülü,
1976: 50-51).
Yine bir gün Horasan erenleri toplanarak Bektaş’a,
pîrinin kim olduğunu sordular. Bektaş-ı Velî, kim su-
sam yaprağının üzerine seccâde salarak namaz kılar-
sa, onun mürîdi olacağını söyledi. Bu öneri karşısında
hepsi güldüler ve bu kerâmeti kendisinin yapıp yapa-
mayacağını sordular. Bektaş’ın, onlara, bu kerâmeti
de göstermesi üzerine, hepsi başlarındaki kisbetleri-
ni çıkardılar. Hocası Lokmân-ı Perende de çıkardı.
Hacı Bektaş onları Tekbir’ leyerek yeniden giydirdi.
Bu sırada Sultan İbrahim-i Sânî vefat etmişti. Bektaş-ı
Velî’ye sultanlığı önerdiler; kabûl etmedi. Amcaların-
dan Hasan’a bıraktı. Kendisi bir ibâdethâneye çekilerek
halvet ve uzleti yeğledi; bulûğa ermesinden sonra kırk
sene bu hâlde kaldı (Köprülü, 1976:51).
Menkabevi boyutta ele alınmış olan Lokman-ı Pe-
rende hakkında edinilen bilgiler bu kadarı ile sınırlı-
dır. Yetişmesinde etkili olan şahsiyetlerin ve bu şahsi-
yetlerin öğretilerinin haricinde Hacı Bektaş-ı Velî’nin
bulunduğu halkın ve toprakların da etkisi olduğu ya-
dsınamaz. Çünkü kişiliğin oluşumunda sadece şahsi-
yetler değil, şahsiyetlerle beraber solunan toplumsal
havanın kültürü, davranışı, yaşam biçimleri de etkili-
dir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin kişiliğini biçimlendiren, ona
saygınlık kazandıran, ona Anadolu’nun düşünce orta-

79
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
mında yer sağlayan Anadolu budunudur (halkıdır), bu
budun geçmişiyle geleceğini birlikte düşünen, bütün
geleneklerini-törelerini bu sürenin oluğundan yıkayıp
yoğuran bir eylem varlığıdır, durağan, değişmez değil-
dir, yaratıcıdır (Eyüboğlu, 2012: 20).
Hacı Bektaş-ı Velî’nin öğretisinin geniş kitlelere
yayılmasında ve Anadolu toprağında maya tutmasında
Türk halkının etkisi yadsınamaz. Hacı Bektaş-ı Velî’nin
kültünün yüzünün toplum(lar)a açık olması, dayanış-
macı ve kucaklayıcı olması, gelişiminde ve yer tutma-
sında-toplumsallaşmasında önemli bir faktördür.
Hacı Bektaş’ın öğretisini dikkatle okuduğumuzda
göreceğiz ki neşv ü nema bulduğu yerde kişiyi önce-
likle toprakla bütünleştirmekte, sonra da yaşadığı kül-
türün bir parçası haline getirmektedir. Hayatın pratik-
lerinden süzülerek gelen bu kültür ve gelenek bir ürün
olarak ortaya çıkmaktadır. Kişi, yaşayan bir varlık
olarak, kendini bu geleneğin içinde bulur, onunla ko-
şullanır ancak bağnazca tutunmaz ve değişimlere açık
olur. Düşünme-davranış bir uyum içinde sürdürülür,
kişi düşündüğü gibi yaşar, inandığı gibi davranır, öte
yandan düşünme-davranma bütünlüğünü kurmada
güçlük çekmez. Bu ortamda toprağın verdiği, emeğin
verdiğiyle özdeş sayılır (Eyüboğlu, 2012: 27).
Hacı Bektaş-ı Velî Horasan’dan Anadolu’ya ayak
bastığında Anadolu’da siyasî bir birlik, toplumsal bir
düzen yoktu. Bu bağlamda düşünsel bir birliktelikten
de bahsedilemez. Bu dağınıklık içinde toplumu ku-
caklayıcı, birleştirici, uzlaştırıcı bir toplumsal içeriğe
ihtiyaç bulunmaktaydı. Hacı Bektaş-ı Velî Anadolu’ya

80
Hacı Bektaş-ı Velî •

geldiği dönemde durum bu şekildeydi. Toplumun bu


düzensizliğinin tabanında hangi etkenlerin olduğu-
nu ortaya çıkarabilmek için Anadolu halkının birli-
ğini-dirliğini, üretim-tüketim ilişkilerini, sosyal-idari
yapısını iyice araştırmak gerekmektedir.
Pek çok insanın gönlünü fetheden Hacı Bektaş’ın
bir gönül ehli olmasında, Yesevî Dergahı’nın manevî
ikliminden almış olduğu ölçüleri yaşamına uygulama-
da gösterdiği hoşgörüsüzlük, bencillik ve cahillik gibi
nedenler yatmaktaydı. Hacı Bektaş-ı Velî, böyle bir dö-
nemde barışı, kardeşliği, ilim öğrenmeyi, birlik ve be-
raberliği vurgulayan mesajlarıyla insanların gönlünde
taht kurmuştur.
Bektaş’ın; “Gelin canlar bir olalım”. “Bir olalım,
diri olalım, iri olalım.” sözleri, o dönemin toplumsal
sorunlarını ve aynı zamanda bu sorunlara uyguladığı
reçeteyi de göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Üzerinden geçen yüzyıllara rağmen bu mesajların ha-
len güncelliğini koruduğu ve etkisini devam ettirdiği
düşünüldüğünde, Bektaş’ın ne derecede büyük bir gö-
nül eri olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Hacı Bektaş-ı Velî Düşüncesi


Hünkâr’ın kendisinden sonra bir öğreti-yaşam tar-
zı haline gelen Bektaşîliğin tanımı yapılmak istenirse,
birbirine aykırı ve birbiri içinde zamanla kaynaşmış
birçok öğenin karışageldiği, toplumsal kökenini fark-
lı topluluklarda bulabileceğimiz gelenek-dışı ve dili
Türkçe bir halk öğretisi olduğu söylenebilir. Barkan’a
göre (1942) çoğu derviş geldiği kültürün taşıyıcısı ko-

81
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
numunda olmuştur. Eğer Bektaşî öğretisini çözümle-
mek için tarihsel bir altyapı arayacaksak her şeyden
önce sufi ve on iki imam temelli Şii bir görünüm al-
tında; ruhun beden göçü (reenkarnasyon) ve ruhun
sürekli dolaşımı inanışlarına Ali’nin tanrısallığı görü-
şü karışmış aşırı-Şii inançlarını da gelip katıldığı; Hu-
rufiliğin kabalistik (Tevrat gelenekli) ve insan nitelikli
Tanrı temelli öğretileri olduğu ortaya çıkar (Melikoff,
1993: 22-23).
Bektaşîlikte temel ilkelerden biri, “düşünen insan
ilkesi”dir. Düşünme eylemi bireye neye nasıl karar ve-
receği noktasında yardımcı olur. Bununla birlikte doğ-
ruya giden yolun kapılarını da açar. Düşünmeden ha-
reket etmek kişiyi yanlış mecralara sürükleyebilir. Hacı
Bektaş’ın sözlerinde bu ilke, “Akılla gidilmeyen yolun
sonu karanlıktır” biçiminde ifade edilmiştir. Doğru
yola akılla ulaşılır. Bunun için düşünmeyen, bağnaz
tutumlar içinde olan, körü körüne inanan kişiler doğ-
ruya ulaşamaz. Akıl insanın yol göstericisidir. Akılla
giderek imana ulaşan insan makbuldür. Bektaşîlikte
devamlı beynimizi çalıştırmamız, düşünme yeteneği-
mizi geliştirmemiz, konuları ve olayları izleyip, irdele-
memiz gerektiği savunulur. Medeniyetlerin ilerlemesi
de ancak bu şekilde gerçekleşir. Dolayısıyla Hacı Bek-
taş-ı Velî yolunun en önemli ilkesi, kişiye “özgür insan
olma” yolunu açan niteliktedir (Temren, 1999: 209).
Kara’ya göre (2016:58) Alevilik-Bektaşîlik teolo-
jisinin temelini oluşturan keskin çizgiler olmadığı ve
özünde etnik bir karakterin olmadığı, daha evrensel ve
hümanist bir inanç yapısının varlığından söz edilebilir.

82
Hacı Bektaş-ı Velî •

Bektaşîlik, altyapısı itibariyle diğer öğreti ve unsurları


kendi bünyesine katmayı başararak tek potada eritmiş-
tir. Bunda etken olan unsurlar yerli gelenek ve göre-
neklerin etkisi ve halkın kucaklayıcı bir kimliğe sahip
olmasıdır. Bu bağlamda Bektaşîlik senkretik bir yapıya
sahiptir. Yani inançlar karışımıdır, dersek yanılmayız.
13. yy. Anadolusu farklı topluluk, kültür ve yaşayış-
ların oluşturduğu bir ortam idi. Farklılıkları tek çatı
altına alarak toplumun kaynaşmasını sağlayan geniş
hümanistik bakış açısı, hoşgörü ortamı oluşturmuştur.
Burada kısaca değinecek olursak Alevilik-Bektaşîlik
farklılığını oluşturan unsurlar sadece sosyal nitelikte-
dir. Bektaşî geleneğe sahip bireyler genelde kent çevre-
lerinde yaşayan ve eğitimini alan bireylerdir. Aynı za-
manda tekkeleri de aktif şekilde kullanırlar ve onlarla
bir bütünlük arz ederler. Aleviler ise daha çok göçebe
hayatı yaşayan bireylerdir. Göçebe hayatının en büyük
etkilerinden biri de düzenli eğitimin sağlanamaması-
dır. Hem Alevilik hem de Bektaşîlik aynı kökten gelen,
beslenen yapılardır.
Din eğitimine, gelişmiş sosyal sınıflar kolaylıkla
uyum sağlayabilirken, halk tabakaları bir kültür karış-
ması evresi yaşarlar; geleneksel uygulama ve inançları-
nı bırakmadan, resmi inanışa ilişkin dogma’ları içsel-
leştirir ve gittikçe onlara adapte olurlar. Böylelikle iki
kültür birbiriyle kaynaşarak bir dinler karışımı (sync-
retisme) ortaya çıkmaya başlar. Bu da artık anılan, çok
uzaklarda kalmış ve silinmiş çağların örf ve adetlerini
koruya gelen bir halk inanış biçiminin doğmasına ne-
den olur. Böylesi bir halk inanışı, gelişmesini sürekli

83
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
muhafaza ederek, asırlar boyunca varlığını sürdürebi-
lir (Mélikoff, 2010: 157).
İstilaların kasıp kavurduğu bir ortamda, yoğun
göçlerin yaşanması sonucu topluluklarda da kültürle-
rin kaynaşıp yeni kültürlenmelerin meydana gelmesi
toplumsal temelleri farklılaştırmaktadır. Türk toplu-
munun Orta Anadolu’daki Moğol faktörünün istilası-
na maruz kalması sonucu olarak, bu bağlamda Bektaşî
öğretisini incelemeye girişmek, diğer İslami tasavvuf
tarikatları incelemekten daha zordur, çünkü oluşum
probleminin komplike olması ve belgelerin büyük bö-
lümünün sözlü geleneğe dayanmasıyla oluşan men-
kıbelere dayalı olmasıdır. Diğer tarikatların çoğunda,
tarikat öğretisinin temelini kuran belirli bir kurucu
şahsiyetin olması ya da bir mutasavvıf, bir veli olma-
sı durumu farklı kılmaktadır. Bektaşîler içinse durum
bambaşkadır. Tarikatın adını aldığı Hacı Bektaş-ı
Velî’ye ait bilgiler, daha çok menkıbelerle ulaşmıştır.
İlk Osmanlı padişahlarının vekayi-namelerinde ve ev-
liya menakıbnamelerinde Bektaşîlik geçmektedir. Bu
mevzuda bize en güvenilir bilgiyi aktaran tarihçi Aşık-
paşazade’dir. Aşıkpaşazade’ye göre Hacı Bektaş-ı Velî
ve biraderi Mintaş, Baba İlyas’ın müritlerindendiler.
Mintaş, Babailer’in bozgununun ardından gerçekle-
şen kıyımda öldürüldü; bu ayaklanma haricinde kalan
Bektaş-ı Velî, münzevi şekilde hayatını idame ettirece-
ği Sulucakarahöyük’e, yani bugünkü Hacıbektaş’a yer-
leşti. Aşıkpaşazade’ye göre Hacı Bektaş-ı Velî bugünkü
anlamda geleneği ve kültürü olan, ritüelleri belirlenmiş
bir tarikat kurmadı ve ona intisab etmiş müntesipleri

84
Hacı Bektaş-ı Velî •

olmadı. Tarikat, onun ölümünden sonra öğretisinin


halefleri tarafından yaygınlaştırılması sonucu kuruldu.
Aşıkpaşazade, onun ilk taraftarları arasında Kadıncık
Ana’nın müridi, Abdal Musa’dan bahsetmektedir. Ab-
dal Musa, Orhan Gazi’nin cenklerine katılmış ve Ye-
niçeri ordusunun kuruluşuyla da bağlantısı olmuştur.
Başlangıçta, Bektaşî Tarikatı kuruluş aşamasındaki ilk
Osmanlı padişahlarıyla sıkı ilişkiler içinde görünmek-
tedir. Bektaşîliğin kurumlaşması, Sultan 2. Bayezid’in
(1481-1512), 1501 yılında Hacı Bektaş tekkesi post-
nişinliğine getirdiği Balım Sultan’ a dayanmaktadır.
Anlaşılmaktadır ki Hünkâr-ı Velî’ye ait olarak bilinen
öğretiler, Türk dünyasında ondan hayli önce de mev-
cuttur. Temel öğreti Babailerin öğretilerinden çok da
farklı değildi. Fakat bu öğretilere başka inanışlar da ka-
tılıp senkretik bir yapıda gelmiş bulunmaktadır (Meli-
koff, 1993: 21-22).
Hacı Bektaş, bir gönül eri olmakla birlikte, Ahmed
Yesevî gibi büyük bir mutasavvıfın da manevî oca-
ğında İslam düsturunu özümsemiş, bu ışığı çevresine
yaymıştır. Bu ışıkla Anadolu’nun inanç ve kültürel ya-
şamlarında damgasını vurmasının yanında, beslendiği
Bektaşîlik tarikatına da etkileri olmuştur.
Hacı Bektaş’ın odaklandığı Allah aşkı ve insan sev-
gisi en yüksek noktalara ulaşarak, bugünkü toplumsal
yaşamın oluşmasını sağlayan niteliklere de haiz ol-
muştur. 13. yüzyıl gibi insanların toplumsal karmaşa
içerisinde olduğu bir dönemde, Hacı Bektaş’ın oluştur-
duğu düşünce sistemi ile beraber insanlar toplumsal
uzlaşma ve barış ortamını tadabilmişlerdir. Bu açıdan

85
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bakıldığında Hacı Bektaş-ı Velî’nin sosyolojik anlamda
toplumsal bütünlüğe katkısı çok olmuştur ve oluştur-
duğu bu bütünlük sayesinde ismi hâlâ okutulmaktadır.
Hoca Ahmet Yesevî ve öğrencileri, düşüncelerini
ve inançlarını yayarken özellikle herkesin anlayabile-
ceği bir dil kullanmışlar ve insanların büyük bir kesi-
mine ulaşabilmişlerdir. Yüzyıllardır Yesevîlik’in sürdü-
rülebilir bir zeminde olmasını sağlayan asıl unsur bu
anlaşılabilirlik olmuştur. Hacı Bektaş-ı Velî de bu an-
layışı devam ettirip Anadolu başta olmak üzere birçok
çevrede bu görüşlerin yayılmasını sağlamıştır.
Hacı Bektaş’ın doğru anlaşılabilmesi için yaşadığı
dönemin genel özelliklerinin bilinmesi gerekmekte-
dir. Bu dönemin 13. yüzyıl olduğu kabulünde yola çı-
karak bu döneme kısaca bir göz atmakta yarar vardır.
13. yüzyıldan itibaren Türkler batıya yönelmişlerdir,
ilk öncüler de alperenlerdir. Eski Türklerdeki kahra-
man, yiğit, bahadır anlamındaki sıfatlar zamanla yeri-
ni İslamiyet’in kabulü ile birlikte ermiş anlamına gelen
erenlikle birleştirerek yeni anlamlar kazanmıştır. Bu
noktada alperenler, toplumlarının liderleri ve inanç
önderleri konumuna yaklaşmışlardır.
Medeniyetler beşiği Anadolu’nun zengin kültür
mozaiğini, parçalamadan; bozmadan; farklılıklarile;
hoşgörü ve sevgi temelinde birleştirerek ve tasavvufla
yoğurarak, Anadolu Aleviği ve Bektaşîliği’nin doğma-
sına öncülük eden Hacı Bektaş-ı Velî “Hiçbir insanı ve
milleti ayıplamayınız!” diyerek Anadolu’nun sosyal,
ekonomik, siyasal, dini ve etnik din yapısını göz önün-
de bulundurarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temel-

86
Hacı Bektaş-ı Velî •

lerini atmıştır. Farklı kültürlerden, farklı kökenlerden


ve farklı dillerden gelen insanları bir olarak gören;
ceylan ile aslanı dost olarak kucaklayan bu anlayışın,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde dile getirilen
ilkelerin temeli olduğu; çağımız insanının, halen bu
telakki ye erişme gayesi içinde olduğu düşünüldüğün-
de; insanlığın ancak XX. asırda, üstelik de çoğunlukla
siyasî gayelerle kullandığı insan hakları ve insan sevgi-
sini, Hacı Bektaş-ı Velî de XIII. Asırda, üstüne üstlük
insanların birbirlerinin kanını döktüğü bir devirde en
samimi duygularla ifade etmiştir. Dini kaidelere bağ-
lılığı, Ehl-i beyt sevgisi, manevî gücü, engin zekâsı ve
sarsılmaz inancı ile Hacı Bektaş-ı Velî, kitleleri etkile-
miş; bugün de etkilemeye devam etmektedir. “Oturdu-
ğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et” sözüyle
temizlik, doğruluk, çalışmak ve helalinden kazanmak
konusunda tavsiyelerde bulurken; tembelliğe, yıkıcılı-
ğa, sömürüye ve zulme karşı da tavrını sergilemiştir.
“Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk, eğer konuşa-
caksan hikmetle konuş ve oturacağın zaman saygıyla
otur!” sözleriyle toplumda birliğin ve dirliğin tesisi,
gönüllere sevginin nakşedilmesi, insanların kardeşçe
yaşaması hususlarını ifade ederken “Gelin canlar bir
olalım” diyerek gönülleri fetheden Hacı Bektaş-ı Velî;
hoşgörü sahibi, yapıcı, birleştirici, yüreği sevgi dolu
bir gönül eri olarak kabul edilmektedir (Işık vd., 2010:
175-176).

87
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş-ı Velî Düşüncesinde Toplumsal Ni-
telikler
Toplumlarda insanlar arasındaki ilişkilerin ya da
dünya bazında toplumlar arasındaki bağların zayıfla-
masında ve düzensizliğin artmasındaki en büyük ne-
denler insanın sahip olduğu karakterindeki zayıflıklar-
dan, kötü hasletlerden kaynaklanır. Bunlar bencillik,
fesatlık, gurur, kibir ve hoşgörüsüzlüktür. Bu durum
toplumların zamanla dağılmasına neden olur.
Yaşadığı toplumsal yapıdan kaynaklanan durum-
lardan dolayı Hacı Bektaş-ı Velî’nin üzerinde durdu-
ğu konular genelde toplumlarda çimento işlevi gören,
insanları birbirine ve topluma bağlayan sevgi, barış,
kardeşlik, insana değer vermedir. Hünkâr-ı Velî’nin
“İncinsen de incitme”, “Her ne ararsan kendinde ara”,
“Düşmanının bile insan olduğunu unutma” sözleri
üzerinde çokça düşünülmesi gereken, hassas birey ol-
mayı gerektiren, toplumsal düzeni ve bütünlüğü sağla-
mada tesiri olan, halkın tümden kucaklayan bir bakış
açısıdır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin kitlelerce kucaklanması
ve peşinden gidilmesi, insanların gönlünde taht kur-
ması, onun bir gönül eri olması ve yetişme döneminde
edindiği tecrübeleri hassasiyetle kişiliğinde pratik ola-
rak uygulamasıdır.
Hacı Bektaş’ın söylencelerinden üç sorun üzerin-
de odaklandığı anlaşılıyor. Bunlar; doğruluk, iyilik
ve yardımdır. Bu konular toplumsal yaşamın önemli
değerlerinden birkaçıdır. Bu anlamda kendi odağını,
düsturunu oluşturan Hacı Bektaş, toplumsal yaşam
içerisindeki duruşunu belirtmiş ve anlatmıştır.

88
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş’ın çevresindeki eylemler eğiticilik vas-


fındadır. Bu eğiticilik ise yukarıdaki üç değere daya-
nır. Bu değerlerle şekillenen olaylar topluluklar içeri-
sinde değişik insan ilişkileriyle bağdaştırılır. Örneğin
bir kara domuz yavrusuna yapılan kötülük karşısında
üzülerek, bu durumu gerçekleştireni eğitici bir dille
eleştirir, yapılanın yanlış olduğunu belirterek doğru
davranışın neler olduğunu kişiye sezdirir. Bu örnekten
yola çıktığımızda İslam dininde domuz uzak durul-
ması gereken bir varlıktır ve eti haramdır. Ancak Hacı
Bektaş, burada tutumunu insan duygusunun ne denli
derinlerde olan bir kavram olduğunu vurgulayacak şe-
kilde davranışlar gösterir.
Toplumları her koşulda ayakta tutan sacayakları
birlik ve dirliktir. Toplumun birliğine ve dirliğine önem
veren Hacı Bektaş-ı Velî, “Gelin canlar bir olalım” diye-
rek insan haklarını ve insan sevgisini, insanların birbi-
rine kıydığı bir dönemde en güzel biçimde ve samimi
duygularla ifade etmiştir. Öte yandan “Oturduğun yeri
pak et, kazandığın lokmayı hak et” diyerek tembelliğe,
sömürüye, zulme karşı tavrını da dile getirmiştir.
Tüm toplumların varlıklarını devam ettirebilmek
için eğitim kurumlarına gereksinimi vardır. Öyleyse
eğitim, toplum hayatının normlara uygun ve düzenli
bir şekilde devamı ettirilmesi amacıyla toplum tara-
fından oluşturulan en önemli toplumsal kurumlardan
birisidir. İşte bu noktadan sonra, eğitim ve toplum
birbirlerini tamamlayan iki kavram haline gelmiştir.
Bilineceği üzere, eğitimin, fonksiyonlarını yerine geti-
rebilmesi için mutlaka bir toplumsal ortama ve atmos-

89
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
fere ihtiyacı vardır. Yani ancak toplum varsa eğitim
vardır. (Aslan, 2011: 27-28). Hacı Bektaş-ı Velî de bir
eğitim-öğretim kurumu niteliğindeki dergâhında aynı
zamanda bir ulusun temel kültür varlıklarının ve töre-
sel değerlerinin korunması hususunda gayret ve çaba
göstermiştir. Bu bağlamda kullanmış olduğu sade dil,
halkın anlayabileceği düzeydedir. Bu nedenle dili kul-
lanış tarzı hem kültürü korumada hem de aktarmada
etkili olmuştur.
Okumaya önem veren Hacı Bektaş-ı Velî “Ka-
dınlarınızı okutunuz. Kadınları okutmayan milletler
yükselmez” diyerek toplumun bilinçlenmesinde ka-
dınların da önemli olduğunu ve kadın-erkek eşitliği-
ni vurgulamıştır. Bu minvalde kadın erkek birbirinin
tamamlayıcısıdır. “İlimden gidilmeyen yolun sonu ka-
ranlıktır”, “Hamı pişiremezsen pişmişi ham etme bari”
sözleri okumanın önemini ortaya koymaktadır.
Hacı Bektaş-ı Velî’de dostluk ve barış ilkesi din, dil,
ırk, cinsiyet, mezhep ayrımı yapmaksızın tüm insan-
lık için geçerlidir. Eskiye saplanıp kalmayı yeren Hacı
Bektaş-ı Velî, yenilikçiliğin de önünü açmıştır. Bu me-
yanda “Eskiyi terk cahile ölüm, arife ise doğumdur’’
sözünü söylemiştir.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin saygınlığı kişiliğinden gel-
se de onu benimseyen bir halk vasıtasıyla adı dilleri
dolaşmıştır. Bu halk da Anadolu halkıdır. Anadolu
halkının besleyici varlığı birçok söylencenin beşiği ol-
masında ana unsurdur. Öyle olmasaydı Bektaşîlik de
Anadolu’da değil Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevî’nin
doğup büyüdüğü yerde doğar ve gelişirdi. Bu anlamda

90
Hacı Bektaş-ı Velî •

Anadolu halkı Hacı Bektaş-ı Velî’yi tekkeye kapanma-


mış aksine kırsal alanlarını tekkeye döndürmüşlerdir.
Hacı Bektaş-ı Velî öğretisinin aktarımında söz-
lü geleneğin yanı sıra en etkin üsluplardan biri de
şiir olmuştur. Anadolu’nun en üretken, en yaygın şiir
türlerinden birini de Hacı Bektaş-ı Velî öğretisinde
görmekteyiz. Velâyetnâmeler olağanüstü nitelikte de-
ğerlendirilecek şekilde velilerin kuşlara dönüştükleri,
göğe yükseldikleri, kerametler gösterdikleri, yer ve
zaman mefhumlarından beri şekilde onları aşarak yü-
rüdükleri olağan dışı hadiselerin hikâyeleridir. Halk
dindarlığını topluma yayma maksatlı halk şiiri de bu
bağlamda yer alır. Halk şiirleri temelde öncelikle şifahi
olarak doğar, kişiden kişiye aktarılarak manzume asır-
lar boyunca değişikliklere uğrar ve yorumlayanlar ona
kendi düşüncelerini de ekler; bir şiir birçok şaire atfe-
dildiğinden, bunlar genellikle bağlı olunan topluluğun
malı sayılırlar ve o topluluğun karakterini yansıtırlar.
Kendilerine mal edilen şiirler dilden dile değişerek
bize oldukça sonra ulaşmış olsa da, ilk Bektaşî ozanlar,
Abdal Musa ve onun müridi Kaygusuz Abdal, 14. yy’de
yaşamışlardır.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin Yetiştirdiği Kişilikler


Toplumu kaostan kurtaran, bireylere yaşama se-
vinci aşılayan ve yaşama sebebi insanlık olan değerle-
rin kendi çevresinde kişilikler yetiştirmesi olağandır.
Belirli süre sonra bu halka büyüyerek belirli bir olgun-
luğa ulaşır ve çevreye yayılır. Hacı Bektaş-ı Velî örne-
ğinde de bu durumu görebiliriz. Nasıl ki yetişmesinde

91
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
topluma mal olmuş kişilerin etkisi olmuşsa, kendisi
de topluma mal olmuş biri olarak öğretisini sonraki
çağlara taşıyacak halifelerini yetiştirmiştir. Bu durum
spontane gelişen bir durumdur. Nitekim biliyoruz ki
Bektaşîlik öğretisi Hacı Bektaş-ı Velî’den uzun yıllar
sonra bir kült haline gelmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin
bizzat yetiştirdiği kişiler sayılabilir fakat öğretisinden
kaynaklı yetişen nesli saymak niceliksel olarak zordur.
Mélikoff ’un 2010’ da yayımlanan çalışmasında, Hacı
Bektaş-ı Velî’nin yetiştirmiş olduğu toplumsal şah-
siyetlere örnek olarak Baba Resul, Cemal Seyyid, Pir
Ebi Sultan, Saru İsmail, Receb Seydi, Kolu-açık Hacım
Sultan, Sultan Bahaeddin, Ali Baba, Saru Kadı, At-
las-puş Sultan, Yahya Paşa, Barak Baba, Hızır Samit,
Dust-ı Huda isimleri verilmiştir. Hacı Bektaş-ı Velî’nin
en çok değer verdiği ve halefi olarak benimsediği kişi
Cemal Seyyid’ dir. Onu Akdeniz yönüne yollamıştır
ve O, Gelibolu’ ya gitmiştir. Kolu-açık Hacım Sultan
da Hacı Bektaş’ ın büyük halifelerinden biriydi. Ma’
na (batın) kılıcı ona verilmişti. Hacı Bektaş-ı Velî,
kendisini bir tekke kurmak için ve irşat faaliyetlerini
burada ifa etmek için, Germiyan beldesine gönderdi.
Pir Ali Sultan, çırağcısı idi. Konya’ya Sa’deddin Kone-
vi’ nin yanına gitti. Orada meftundur. Güvenç Abdal
da Hünkâr-ı Velî’nin dervişleri arasında yer alan birisi
olarak anılır.

Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Öğretiler


Eserlerine bakıldığında Hacı Bektaş-ı Velî, genelde
halkın anlayabileceği açıklıkta ve sadelikte bir üslup

92
Hacı Bektaş-ı Velî •

kullanmıştır. Bu durum aynı zamanda öğretisinin ge-


niş halk tabanına yayılmasında da etkilidir. Hacı Bek-
taş-ı Velî’de dini öğretileri itikadi, ibadi, ahlaki ve diğer
unsurlar olarak dört kısımda inceleyebiliriz. Bu dört
kısım birbiriyle bağlantılı şekilde ve aynı üslup dâhi-
linde işlenmiştir.
İtikat: Hacı Bektaş-ı Velî’de itikadi unsurları oluş-
turan yapılar Allah’a iman, meleklere iman, kitaplara
iman, peygamberlere iman, kıyamet gününe iman,
kadere iman olmak üzere altı kısımdan oluşmaktadır.
Ona göre iman tasavvuf ekolündeki “dört kapı-kırk
makam” içinde yer alan şeriat makamlarının ilkidir.
İman kavramını halkın içselleştirebileceği tarzda fark-
lı bir üslupla işlemiştir. İnsanın iç dünyasının ve dış
dünyasının bir olması gerekliliğini vurgulayarak ten-
can dünyası ile akıl-gönül dünyasının ortak paydada
olması gerekliliğini vurgulamıştır. Toplumu oluşturan
bireylerin zihin sağlığının yerinde olması aynı zaman-
da toplumsal düzen açısından ve gelecek nesillerin
kalitesi açısından önemlidir. Bu sağlığı oluşturan du-
rumlardan biri de bireylerin içsel ve dışsal tutarlılığı-
dır. İçi dışı bir olmayan bireyler toplumda her an kaos
oluşturabilecek potansiyelde olabilirler.
İbadet: Hacı Bektaş-ı Velî’ de ibadet yerine yer
yer taat, zühd kavramları kullanılmaktadır. İbadet
içeriğinde genel itibariyle kelime-i şehadet, namaz,
oruç,zekat ve hac zikredilmektedir. Temelde bu ritü-
ellerin yerine getirilebilmesi ve sağlıklı olabilmesi için
bireylerin temiz olması gerekir. Aslen ibadetlerin bir
dışa dönük zahiri yönü varken bir de içe dönük batıni

93
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yönü bulunmaktadır. Bu bağlamda Hacı Bektaş-ı Velî
ibadetlerin sembolik diline vurgu yaparak ibadetlerin
kastettikleri sembolik manaları anlamaya çalışır ve bu
durumu insanlığa da ifade eder. Kişinin kalbinin temiz
olması iyi niyetinin bir yansımasıdır. Kalbinde kötülük
taşıyan insanlar ne kadar ibadet etseler de boşunadır.
Kalp kıran bir insan en büyük suçu işlemiş olur. Bunun
için kişi hassas olmaya özen göstermelidir.
Hünkâr, ibadeti imandan ayrı tutmuş ve ibadeti
dört kapı kırk makamın temel amacı olan kâmil insan
olabilmenin şartı olarak değerlendirmiştir.
Ahlaki Unsurlar: Hacı Bektaş-ı Velî öğretisinde
ve eserlerinde ahlaki unsurlar oldukça geniş yer kap-
lamaktadır. Ahlaki unsurların bir toplumun temelini
meydana getiren tuğlalar gibi olduğunu ifade edebili-
riz. Dolayısıyla Hacı Bektaş-ı Velî yaşadığı çalkantılı
dönem itibariyle bu unsurlara daha çok vurgu yapma-
sı toplumsallığın sağlanması ve insanların sağlıklı bir
düzen oluşturması temelinde açıklanabilir. Bu unsur-
lara örnek olarak kanaat, sabır, cömertlik, ikiyüzlülük,
yalancılık, haram, helal vb. verilebilir. Hacı Bektaş’a
göre iman; akılla sorgulandığı, ilimle taçlandırıldığı ve
edep, cömertlik ve hoşgörü gibi ahlaki erdemlerle ya-
şandığında anlamlı olmaktadır. Bu nedenle, toplumsal
hayatın akışı noktasında bu kavramlara vurgu yapmak
önemlidir. Çünkü insan kolay unutan bir varlıktır. Her
toplumda da uyaran bir takım şahsiyetler mevcuttur.
Hacı Bektaş-ı Velî de yapısı ve anlayışı itibariyle tüm
toplumu kucaklayıcı bir felsefe benimsemesi bu un-
surlar üzerinde daha çok düşünmesini ve söylemesini

94
Hacı Bektaş-ı Velî •

gerekli kılmıştır.
Ayet ve Hadisler: Hacı Bektaş-ı Velî eserini oluştu-
rurken verdiği örnekleri destekler nitelikte ayetleri de
kullanmıştır. Hemen hemen bütün örneklerinde ayet
ve hadislerden bolca faydalanmıştır. Hünkâr’ın eserleri
incelendiğinde çoğunlukla tasavvufta kullanılan ayet
ve hadisleri kullandığı görülmektedir.
Hünkâr’ın düşünce sisteminde Kur’an’ı Kerim kut-
sal kitaplar içinde nasıl ayrı bir yere sahipse, Hz. Mu-
hammed de diğer peygamberler içinde ayrıcalıklı bir
yere sahiptir. Zira Bektaş’ın öğretileri ayet ve hadisle-
rin ışığında şekillenmiştir.
Sonuç
Moğol istilasının kasıp kavurduğu bir Anadolu
ortamında insanlığın birleştirici unsuru olarak or-
taya çıkan büyük ruh Hacı Bektaş-ı Velî’yi anlamak
için Anadolu insanının karakterinde taşıdığı ‘’Gelin
birlik olalım’’ düsturunu kavramak gerekir. Hakkın-
da yazılmış çoğu eser olmasına rağmen onu anlamak
yaşamakla olur. Her devirde insanlığa ışık tutan öncü
nesiller vardır. Bulunduğu kültürün kodlarını iyi çö-
zümlemiş ve o kültürün hamuruyla mayalanmış Hacı
Bektaş-ı Velî, 13.yy’da yaktığı ışık ile hâlâ günümüzü/
yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir. Hakkın-
da belki de yazılması gereken çok şey olmasına onun
toplumsal arka plandaki düşünce sistemini iyi analiz
etmek gerekmektedir. Hacı Bektaş-ı Velî’yi tarihe hap-
setmek onun anlaşılmamasını doğuracaktır. Kurtarıcı
kimliklerin öğretilerinin geniş toplum tabanına yayıl-
ması ancak o kişiliklerin yaşadığı tarihsel zamandan

95
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
koparılıp yaşanılan tarihe mal edilmesiyle gerçekleşir.
Hacı Bektaş-ı Velî düşüncesinin bu topraklarda gür
bir şekilde yeşermesi bu düşünce sisteminin bu topra-
ğın mayasında tuttuğunun bir sonucudur. Anadolu,
kültür yapısı gereği geçmişten geleceğe sahip olduğu
birikimi hep bünyesinde taşıya gelmiştir. Bu bağlam-
da Anadolu kültürel kodlarına uyum sağlayan ve bu
doğrultuda kendine yol bulan Alevilik-Bektaşîlik kültü
toplumsal tabanda ciddi izler bırakmıştır.
Bektaşîliğin içermiş olduğu insancıl, barışçıl, öz-
gürlükçü ve erdemli simgeler bu toprakların ve tüm
dünyanın insanlığına yol gösterecek niteliktedir. Ya-
şadığımız çağda teknolojinin hızla ilerlemesiyle küre-
selleşen dünyada sosyal yapılarda da hızlı değişimler
meydana gelmektedir. Bu değişimlere ayak uydurmak-
ta zorlanan bireylerin güven duygusu da zedelenmek-
tedir. Bunun sonucunda tutunacak dal, güvenebilecek
liman arayışına giren insanlara Hünkâr Hacı Bektaş-ı
Velî ve O’nun öğretisi olan Bektaşîlik, ilerici, akılcı ve
erdemli ilkeler sunmaktadır.
13. yüzyılda yaşanan savaşların, istilaların, dini ve
kültürel çatışmaların neden olduğu toplumsal yarala-
ra, Türk ve İslam kültürünün süzgecinden geçmiş ah-
laki değerlerle merhem olan Hacı Bektaş-ı Velî, tüm
insanlık için ahlaki eksenli evrensel bir yaşam modeli
inşa etmiştir. Bu nedenle Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihsel
gerçekliğinden ziyade sosyolojik bağlamda toplumda
bıraktığı izleri tartışmak, akademik çerçevede ortaya
bir şeyler koymak daha verimli olacaktır.

96
Hacı Bektaş-ı Velî •

Kaynakça
ASLAN, A. K. (2001). Eğitimin Toplumsal Temel-
leri.Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,  5,
16-30.
AYHAN, R. (2008). Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı
Velî.  Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma
Dergisi, (48).
BARKAN, Ö. L.,(1942). İstila Devirlerinin Kolo-
nizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler. Vakıflar Dergisi,
2,279-304.
ÇETİNKAYA, B. (2009). Hacı Bektaş Veli’ de insan
Felsefesi.  Doğumunun 800. Yılında Hacı Bektaş Veli
Sempozyumu, 17-18.
DURAN, H. (2007). Velâyetnâme. Ankara: Türki-
ye Diyanet Vakfı Yay.
ERİŞEN, İ. M., ve SAMANCIGİL, K. (1966). Hacı
Bektaş Veli: Bektaşîlik ve Alevilik tarihi. Ay Yayınevi.
EYUBOĞLU, İ. Z. (1998). Bütün Yönleriyle Hacı
Bektaş Veli. İstanbul: Özgür Yayınları.
FIĞLALI, E. R.,& AYDIN, M. (1997). Milli Bütün-
lüğümüz ve Hacı Bektaş-ı Velî (Editör: Erol Kalen-
der). AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara.
GÖLPINARLI, A. (1958). Vilayetname.(Menâ-
kıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli). İstanbul: İnkılab
Kitabevi.
GÖLPINARLI, A. (1959). Kitabu’l Fevaid. İstan-
bul: Dize Konca Matbaası.
GÜRTAŞ, İ. ve ÇAKMAK, Y. (2015) Kızılbaş-
lık, Alevilik, Bektaşîlik (1.Baskı) İstanbul: İletişim
Yayınları

97
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
GÜZEL, A.(2011). Hacı Bektaş Veli El Kitabı. An-
kara:Akçağ Yayınları
IŞIK, M., AKDAĞ, M., TÜRK, M.S.( 2010)Türk
Toplumunda Hacı Bektaş Veli Algısı Üzerine Bir Ça-
lışma.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmala-
rı Dergisi,55, 173 -192
KARA, B. (2016). Sosyal Kimlik ve Alevilik.Kültür
Ajanda, Şubat, 58-61
KOZAN,A.(2013).Hacı Bektaş Veli’ye İzafe Edilen
Bir Eser:Emanet-i Hazret-i Pir.Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş Veli Araştırmaları Dergisi, 67 , 15-38
KÖPRÜLÜ, F. (1927). Bektaşîliğin Menşeleri. Türk
Yurdu, (2)- sayı:8
KÖPRÜLÜ,F.(1976).Türk Edebiyatında İlk Mu-
tasavvıflar(3.Baskı)İstanbul:Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları.
MELİKOFF, I. (1993). Uyur idik uyardılar (1.Bas-
kı). İstanbul: Cem.
MELIKOFF, I. (1994). Efsaneden Gerçeğe (7.Bas-
kı).  Çeviren: Turan Alptekin, İstanbul: Cumhuriyet
Kitap
OCAK, A. Y. (2014). Türk Sufiliğine Bakışlar(15.
Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
SEZGİN, A. (1990). Hacı Bektaş Veli ve Bektaşîlik.
Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
SOYVER, Y. (1996). Sosyolojik Açıdan Alevî Bek-
tâşî Geleneği. İstanbul: Seyran.
SÜMER, A. (1975). Hacı Bektaş Veli’nin Bilimsel
Yönleri.
TEMREN, B. (1999).Birinci Binyıldan İkinci

98
Hacı Bektaş-ı Velî •

Binyıla Kanat Çırpan Barış Güvercini Hacı Bektaş


Veli.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş veli Araştırmaları
Dergisi, 12, 298-304
VELİ, H. B., Aytaş, G., ve Yılmaz, H.
(2009).  Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye.
Ankara:Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bek-
taş-ı Velî Araştırma Merkezi.

99
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

Edebiyattan Sosyolojiye: Besmele ve


Fatiha Tefsirleri Üzerinden
Bir Şerh Denemesi

Yrd. Doç. Dr. Hakan YALAP36∗

Giriş
Besmele lafzı ve Fatiha suresi Türk-İslam gelene-
ğinde çok önemsenmiştir. Tasavvuf tarihinde tarikat-
ların ritüellerinde ve yaşam alanlarında besmeleye ve
Fatiha suresine özel bir anlam yükledikleri görülebilir.
13. yüzyıl Türkiye’sinde birleştirici ve kucaklayıcı bir
güç olan Hacı Bektaş Veli de Besmele ve Fatiha Suresi
Tefsiri kaleme almıştır. Yeniçeri ocağının ve Bektaşîli-
ğin pîri olarak kabul edilen Hacı Bektaş Veli, hakkında
söylenenlere ve yazılanlara rağmen hakkıyla tanına-
mamıştır. Bu bilinmezlikte onun tarihi biyografisinin
önüne geçen menkıbevî şahsiyetinin etkili olduğu dü-
şünülebilir. Dolayısıyla Hacı Bektaş Veli’nin tarihî bi-
yografisi üzerindeki gerçek olmayan noktalar, bu kutlu
36∗Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe
Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi, el-mek: hakanyalap@hotmail.com
100
Hacı Bektaş-ı Velî •

şahsın siyasî ve ideolojik tartışmalara malzeme hâline


gelmesine sebep olmuştur.
Bu çalışma ne bir biyografi ne de Hacı Bektaş Ve-
li’nin eserleri üzerine yeni bilgiler getirme gayesinde
değildir. Yesevîlik ekolünün Türkiye’deki en önemli
kollarından biri olan Hacı Bektaş Veli’nin Besmele ve
Fatiha tefsirlerinden bazı çıkarımlar yapılmaya çalışıl-
mıştır. Onun fert ve cemiyet ilişkisini önemseyerek ki-
şinin din ve ahlâk eğitimine önem verdiği görülebilir.
Hacı Bektaş Veli, yaşadığı dönemde tıpkı Mevlânâ gibi
her kesimden insanı kucaklayan bir irfan adamıdır.
Müslüman Türk’ün İslam’ı anlama ve anlatma sü-
reci olan tasavvufun, bugün hâlâ tam olarak idrak edi-
lemediğini düşünüyoruz. Durumun bu vahametinde,
maalesef okuma kültüründen hızla uzaklaşılması esas
sebep olarak görünmektedir. Bu sebeple, ne acıdır ki,
günümüz insanının etrafında çok farklı din algıları
oluşmaya başlamıştır. Bu durumun fertleri kutuplaş-
tırmaya başladığı görülmekte, devlet sistemi üzerinde
bir algı ve yönetim oluşturma çabası sergilenmektedir.
İslam’ın temel dinamiklerinden uzaklaşan ve uzaklaş-
tıran bu sürecin insanları birbirinden nefret ettirmeye
kadar götürebileceği, birlik ve beraberliği bozma ih-
timali bulunmaktadır. Hâlbuki din, öncelikle anlama
sonrasında ise yaşama ve irade süreci olmalıdır. İşte
Türk tasavvufu İslam’ın özünde olduğu gibi tam da
bunu öğütler. Kendini tanı!
Tasavvuf kültürünün Anadolu’daki en önemli tem-
silcilerinden biri olan Hacı Bektaş Veli ve onun eser-
leri hem kendi dönemi hem de kendisinden sonraki

101
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
dönem için büyük önem arz etmektedir. Geçmişten
günümüze ulaşan eserlerin değerlendirilmesi elbette
kolay bir iş değildir. Hacı Bektaş Veli’nin eserleri derin
anlamlar taşımaktadır. Bu eserleri irdelemek, sağlam
bir metin halinde ortaya koymak son derece meşak-
katli bir süreçtir.
13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu’da yaşamış olan
önemli şahsiyetlerin hayatına dair birçok kaynakta bil-
gi bulunmakla birlikte bu bilgiler rivayet temelli oldu-
ğundan doğruluğu tartışmalıdır. Biyografi temelli bu
tartışmaları bir kenara bırakacak olursak asıl incele-
memiz gerekenin müelliflerin eserleri olduğu görüle-
cektir. Modern dünyada, bilimin gittiği çizgi de doğru-
su bu noktadadır.
Anadolu tasavvuf ekolu ve bu ekolün değerleri-
nin iyi anlaşılması için edebî metinler elimizdeki tek
kaynak olma özelliğine sahiptir. Ancak içinden çıktığı
cemiyetin temel dinamiklerini bünyesinde barındıran
edebî metinlerin sosyolojik bir bakış açısıyla değer-
lendirilmesi de yadsınamaz bir gerçektir. Nitekim her
edebî eserin yazıldığı devirde yaşamış insanların yaşa-
yış tarzlarına ve toplumsal sorunlarına dair sosyolojik
bir çözümleme yapmak son derece önemlidir. Bunları
bilmeden o devirde yaşam tarzı üzerine yorumlarda
bulunmak yanılgılara yol açabilir.
Tefsir, Kur’an-ı Kerim’in mânâ bakımından izahı-
dır (Devellioğlu, 1999:1059). Şu haliyle tefsirler edebi-
yattaki şerh kelimesinin dinî terminolojideki karşılığı-
dır, diyebiliriz.
Şerh lügatta, “açma, ayrıma, açıklama, bir kitabın

102
Hacı Bektaş-ı Velî •

ibaresini kelime kelime açıp izah ederek yazılan kitap”


(Devellioğlu, 1999: 991) olarak açıklanmaktadır. Şerh
yapana şârih denir. Şârihler edebiyat tarihi boyunca
müşkül gördükleri konularda şerhler kaleme almışlar-
dır. Bu şerhlerin dil ve üslubuyla işledikleri mevzular
hedef kitleye göre değişmektedir. Hacı Bektaş Veli’de
hem Besmele ve Fatiha Suresi tefsirinde hem de diğer
eserlerinde kısmen sade bir dil kullanarak İslam’ı yeni
öğrenen eğitim seviyesi düşük Türkmen köylülerine
bu dinin kural ve kaidelerini anlatmaya çalışmıştır.
Genelde Klasik Türk Edebiyatının özelde Hacı Bektaş
Veli’nin Fatiha Suresi ve Besmele tefsirinin şerh meto-
duna bakıldığında Arapça veya Farsça bir metinde ön-
celikle cümle eksenli bir çeviri metodu kullanılır. Bu
durumun Türklerin İslamiyet’i ilk kabul dönemlerin-
den itibaren görülen satır altı Kur’an tercümelerinin
etkisiyle başlamış olduğu düşünülebilir. Şârih, metnin
daha iyi anlaşılması için kelime kelime tercümeden
sonra mânâya uygun olarak ayet, hadis, kelam-ı kibar,
peygamber kıssalarından, beyitlerden faydalanır ve
çoklu anlam alanı oluşturmaya çalışır. Hac Bektaş Ve-
li’nin hem Besmele hem de Fatiha Suresi tefsirlerinde
temel amacın Allah’ın birliği, güç, kudret ve irade sa-
hipliğini vurgulamak olduğu görülebilir. İnanç akide-
sinde vahdaniyyet/ birlik, temel başlangıç noktasıdır.
Kelime-i tevhid de Allah’ın birliğini ilan etmektedir.
İslamiyet etkisinde gelişen Türk edebiyatında bel-
ki de ilk olarak gelişen edebi yapının şerh geleneği
üzerinde kurulduğu söylenebilir. Binaenaleyh ilk İs-
lamî metinler olma özelliğini koruyan Kutadgu Bilig

103
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ve Atabetü’l-Hakayık, insanlara doğru yolu gösterme,
erdemli olma, hem bu dünyada hem öbür dünyada
mutlu olmak için bilinmeyenin izahı, bilinenin daha
iyi açıklanması veya en iyi nasıl izah edilir sorusunun
neticesidir. Sanat kaygısından uzak toplumsal değer-
ler evrenine hitap eden eserlerin -hem ilk İslamî Türk
eserleri hem de Hacı Bektaş Veli’nin eserleri- toplum-
sal fayda prensibi üzerine kurulduğu görülebilir.
Hacı Bektaş-ı Veli 13. yüzyıl da yaşamış önemli
Türk İslam mutasavvıflarındandır. Anadolu’da saygın
bir yeri olan Hacı Bektaş Veli, Nişabur doğumludur.
Yaşamının büyük bir kısmını Anadolu’da geçirmiş an-
cak öğretilerini aldığı okullar açısından farklı bir öne-
me sahiptir. Bu öğretilerini aldıktan sonra ise Anado-
lu’ya gelmiş ve burada uzun yıllar öğretilerini anlatmış
ve Bektaşîliğin kurucusu olmuştur.
Hacı Bektaş Veli’nin ve Bektaşîliğin temelini oluş-
turan Yesevîliği de unutmamak gerekir. 13. yüzyıl
Türkiye’sinin maddî ve manevî sıkıntılarına farklı ka-
nallardan çareler gönderen Yesevîlik, bir irfan pınarı
edasıyla Mevlânâ’da, Yunus Emre’de ve Hacı Bektaş Ve-
li’de çağlamıştır.
Türkiye’de gelişen dinî-tasavvufî Türk edebiyatının
en mühim ve etkili temsilcilerinden olan Hacı Bektaş
Veli’nin hayatı menkıbelerle çevrilidir. Hacı Bektaş
Veli hakkındaki bilgiler kendi zamanından epey za-
man sonra yazılmış kaynaklarda görülebilir. Bu kay-
nakların en eskisi Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-Kud-
siyye adlı menkıbevî aile tarihidir. Hacı Bektaş Veli’den
bahseden ikinci kaynak Arif Çelebi’nin Menâkıbü’l-Â-

104
Hacı Bektaş-ı Velî •

rifîn adlı eseridir. Bir diğer kaynak 15. yüzyılda kale-


me alınmış olan Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli
adlı eserdir. Daha çok Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş veya
sadece Vilâyetnâme diye tanınan bu eserin ehemmiye-
ti, Hacı Bektaş-ı Veli’nin tarihî şahsiyetini tespite ya-
rayacak çok önemli bilgiler ihtiva etmesinin yanı sıra
Bektaşîlik ve Alevîlik’te bugün de mevcut olan inanç-
ların çoğunun kaynağını oluşturmasından ileri gelir.
Lâmiî Çelebi, Nefâhatü’l-Üns adlı eserinde ve Âşıkpa-
şazâde, Tevârih-i Âl-i Osman adlı eserinde Hacı Bek-
taş Veli’den bahsetmektedirler. Hacı Bektaş Veli’den
bahseden biyografik kaynakların sonuncusu Taşköp-
rüzâde’nin eş-Şakâyıku’n-Numâniyye adlı eseridir.
Hacı Bektaş Veli, bu eserde diğer kaynakların aksine
tam anlamıyla sünnî bir veli olarak tanıtılır. Sonraki
yüzyıllara ait bazı eserlerde de Hacı Bektaş Veli’ye dair
bilgilere rastlanır. Ancak bunlar esas olarak yukarıda
adı geçen eserlere ve özellikle Vilâyetnâme ve eş-Şakâ-
yıku’n-Numâniyye’ye dayanır (Ocak, 1996:455).
Onun hayatı hakkındaki daha ayrıntılı bilgilere
Ahmet Yaşar Ocak’ın İslam Ansiklopedisi’ndeki ma-
kalesinden ulaşılabilir. Hacı Bektaş Veli’nin rivayet
eksenli bilgilerinin dışında tarihî biyografisini kısaca
vermek faydalı olacaktır.
Horasan erenleri içerisinde anılan ve asıl adı Mu-
hammed olan Hacı Bektaş Veli (1208?-1271), Nişa-
bur’da doğmuş Horasanlı bir Türk’tür. Hacı Bektaş-ı
Veli’nin eğitiminde ise babası İbrahim Sani, hocası
olarak Şeyh Lokman-ı Perende’yi görevlendirmiştir.
Lokman-ı Perende ileri görüşlü bir öğretmen olmakla

105
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
birlikte Hoca Ahmet Yesevî’nin de öğrencisidir. Lok-
man-ı Perende, Hoca Ahmet Yesevî’den aldığı öğreti-
leri öğrencilerine aktarmıştır. Bu şekilde öğretilerin
diğer kuşaklara aktarılmasıyla “Horasan Okulunun”
temellerinin oluşturulduğu söylenilebilir.
Kaynaklar, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hoca Ahmet Ye-
sevî ile görüştüğüne dair bilgiler vermektedir. Ancak
tarihler konusundaki uyuşmazlık bu bilgilerin gerçek-
lik durumunu ortadan kaldırmaktadır. Çünkü Hoca
Ahmet Yesevî’nin 1093-1166, Hacı Bektaş Veli’nin ise
1209-1271 arası yaşamış olduğu kabul edilmektedir.
Hacı Bektaş Veli’nin Hoca Ahmet Yesevî ile olan bağı-
nın, Yesevî’nin talebesi olan Lokman-ı Perende aracılı-
ğıyla kurulduğunu söylemek şimdilik daha doğru olur.
Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın doğum ve ölümü ile
ilgili tarihi bilgilere rastlanmamaktadır. Bir kısım Os-
manlı müellifleri, Türk erenini, I. Murat (1362-1389)
dönemi uleması arasında zikretmektedir. Başka bir ta-
kım Osmanlı kaynakları ise, Hacı Bektaş’ı Orhan Gazi
devri âlimleri arasında kabul etmişlerdir. Esat Coşan,
Hacı Bektaş ilçesi Halk Kütüphanesi 119 numarada ka-
yıtlı Velâyetname’de (1-b) başlığın altında, Hünkar’ın
63 yıl yaşadığı, 606/1209’da doğup 669/1270’de vefat
ettiği kaydının bulunduğunu bildirmektedir (Coşan,
1987:95).
Lokman-ı Perende’den aldığı eğitimi bitiren Hacı
Bektaş Anadolu diyarına geldikten sonra Nevşehir’in
o zamanki adıyla Sulucakarahöyük (bugünkü Ha-
cıbektaş ilçesi) kasabasına yerleşmiş ve burada etrafına
toplanan samimî niyetli Türkmen köylüsünü irşat et-

106
Hacı Bektaş-ı Velî •

miştir. Bu amaçla bazı eserler telif etmiştir. Hacı Bektaş


Veli’nin eserleri şunlardır:
• Kitâbu’l-Fevâid

• Fâtiha Suresi Tefsiri

• Besmele Tefsiri

• Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye

• Makâlât (Aytaş, 2010:17)

Hacı Bektaş Veli’nin bu eserleri üzerinde yapılan


son çalışmalar bibliyografya kısmında zikredilmiştir.

Abdülbaki Gölpınarlı tarafından Hacı Bektaş’a ait


bir “Hadis-i Erbain Şerhi” bulunduğu belirtilmiştir.
Bektaş’a atfedilen şiirlerin de esasen “onun nefes ev-
ladı” olarak bilinen ve İdris Hoca ile Hatun Ana so-
yundan gelen üç Bektaş Çelebi’nin ilki Zehr-nuş Yu-
nus Bali Oğlu Bektaş Çelebi’ye (1554-1580) ait olduğu
muhtemel görülmektedir (Güzel, 2009:545).
Hacı Bektaş’ın “Hurde-Nâme” ve “Üssü’l-Hakîka”
adlı iki eserinin daha olduğu söylenmekteyse de şim-
diye kadar hiçbir nüshasına rastlanılmaması eserin
kimliği hakkında bir hüküm vermemizi güçleştirmek-
tedir (Güzel, 2009:545).
“1243 Kösedağ Moğol bozgunundan sonra Sel-
çuklular gittikçe ağırlaşan Moğol baskısına maruz kal-
mışlardır. Moğollar, her geçen gün vergilerini ve askeri
masraflarını artırmışlardır. 1277’den sonraki dönemde
ise iktisadi, ictimâî ve medenî hayat tamamen çökmüş

107
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ve ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır” (Turan, 2013:505-
506). Fiilî olarak Türk topraklarından kaybolan düzen
ve istikrar Türkler için kendi fikir dünyalarını ortaya
koyan ve çözüm yollarını ruh terbiyesinde arayan tek-
keler en büyük sığınma mahalli olmuştur. Moğolların
zulüm dolu yönetimiyle karşılaşan Türkler için Ho-
rasan’dan gelen irfan kaynağı etrafında toplanmak ve
bu irfanın terennümünü dinlemek sonraki yüzyıllarda
da etkisini gösteren bir sürecin başlamasına vesile ol-
muştur. Nitekim medrese çevresinde doğan ve gelişen
Mevlevîlik devlet yönetiminde etkin bir tarikat olur-
ken Türk köylüsünün toplandığı alan Nakşibendîlik ve
Bektaşîlik olmuştur. Bektaşîlik kırsalda yaşayan Türk-
lerde o kadar etkili olmuştur ki Osmanlı Devleti’nin
kuruluşundan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışına kadar
etkin bir güç olarak varlık göstermiştir. “Neticede şe-
hirli halk, köylü halka göre daha yüksek bir din bilgi-
si ve kültürüne sahipti. Dolayısıyla şehirlerden uzak
bölgelerde yaşayan halk, Türkmen şeyh ve dervişlerin
etkisinde dini bilgileri zayıf ve inançları da geleneksel
ananelere dayalı bir din inanışları vardı. Dini önder-
lerin bunlara öğrettiği Müslümanlık, Türkmenlerin
yaşayışına uygun, sade ve daha çok menkıbelere daya-
lı tasavvufi yönü ağır basan bir Müslümanlık anlayışı
şeklinde olmuştur. Buna bir nevi halk Müslümanlığı
denmiştir” (Boşkuş, 2001:251).
Bektaşîliğin kısa zamanda büyük rağbet görmesi,
yine bir Türk kuruluşu olan Ahilik teşkilatıyla iyi iliş-
kiler kurmuş olmasına da bağlanabilir. Öyle veya böyle
Bektaşîlik ve öğretileri devletin resmî ideolojisi olarak

108
Hacı Bektaş-ı Velî •

benimsenmiştir, diyebiliriz.
Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’te kurmuş
olduğu tarikat, hür düşünceye geniş yer vermiş ve bu
yapısını korumaya çalışmıştır. Her ne olursa olsun
Bektaşîlik kuruluşunda sünnîliğin çok da zıddında
değildir. Bu konuda Fuad Köprülü’den iktibasen Nihat
Sami Banarlı’nın yorumları ilgi çekicidir: “Bektaşîlik,
sünnîliğin zıddı değildir. Bunun mühim bir delili med-
reseye ve şeriata bağlı bir kısım aydınların da Bektaşî-
liğe saygı ve yakınlık duymaları hatta intisap etmeleri-
dir. Bu yolda mühim bir delil de XV. asır Anadolu şairi
Hatiboğlu’nun Makâlât tercümesidir. Hatiboğlu dev-
rinin İslam âlim ve fakihlerinden bir şeriat adamıdır.
Tarikatda ise Mevlânâ Celaleddin Rûmî’nin mesleğine
intisap etmiştir. Böyle olduğu halde Hacı Bektaş Ve-
li’nin Makâlât’ını Türkçeye çeviren odur. Bu tercüme
Makâlât’da Mevlevîliğe aykırı bir taraf bulunmadığının
açık delili olmuştur” (Banarlı, 2001:294).
Dolayısıyla her zaman birlik ve beraberlik içinde
bulunmayı öğütleyen Türk tasavvuf geleneğinin aksi-
ne, aynı kaynaktan gelen Mevlevîliği, Bektaşîliği, Nak-
şibendîliği vs. farklı inanç sistemleri gibi göstermeye
çalışmak veya birisini diğerinin zıddı gibi düşünmek
her halde Türk milletine ve onun kanaat önderlerine
yapılan en büyük ihanet olacaktır. Çünkü Müslüman
Türk’ün yaşam şifreleri bu irfan büyüklerinin elinde-
dir.
Bu çalışmamızda Hacı Bektaş Veli’nin Besmele
ve Fatiha Suresi şerhleri edebî tenkit metodundan ha-
reketle sosyolojik temeli de öncelenerek incelenmeye

109
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
çalışılmıştır. Metin incelememizde Gazi Üniversitesi
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi
tarafından hazırlanan “Hacı Bektaş Veli Külliyatı” adlı
çalışma kullanılmıştır.

Besmele Tefsiri

Türk-İslam kültüründe hem bu dünyada hem


de diğer dünyada huzur ve saadet bulmanın yolları
aranmış, mânâ iklimlerinin sultanları da bu yolu tasvir
eden eserler kaleme almışlardır. Anadolu’nın en buh-
ranlı dönemlerinden biri olan 13. yüzyılda yaşanan
sıkıntılara sabır temelinde iman ve inanç ekseninde
çözümler bulmaya çalışan bu eserlerden birisi de Hacı
Bektaş Veli’ye atfedilen “Besmele Tefsiri’dir”. Besmele
Tefsiri’nin Hacı Bektaş Veli’ye aidiyeti konusundaki te-
reddütlere rağmen Makâlât’la birlikte istinsahı ve ben-
zer üslup özelliklerine sahipliği eserin Hacı Bektaş Ve-
li’ye aidiyetini düşündürmektedir (Duran, 2010:205).
Yesevîlik geleneği etrafında teşekkül eden eserler
müelliflerin fikir ve şahsî hayat tecrübeleri neticesinde
kendi takipçilerine sağladıkları sonsuz ışık kaynakları
olarak değerlendirilmelidir.
“Kitâb-ı Tefsîr-i Besmele Ma‘a Makâlât-ı Hâcı Bek-
tâş adı ile Manisa kütüphanesinde 3536 numara ile ka-
yıtlı olan bu eser, 827-1423 tarihinde Cafer bin Hasan
tarafından istinsah edilmiş 30 varaklık tek nüshadır”
(Duran, 2010:205).
Müslüman Türk’ün günlük yaşantısında Besmele
o derece etkindir ki doğum anından başlayarak son

110
Hacı Bektaş-ı Velî •

nefesine kadar hayatının tüm aşamalarında yaşayan


ve değer verilen bir süreç olarak dikkat çeker. “Çeşme
alınlıklarında, dükkândaki levhalarda, mezar taşların-
da besmeleyle ilgili beyit ve mısraları görmek müm-
kündür” (Duran, 2010: 208). Besmelenin Türklerin
millî hayatında bu kadar etkili olmasının temelinde
Hz. Muhammed’in “Allah’ın adı zikredilmeden başla-
nılan her mühim iş kötü olur.” hadisi temel çıkış nok-
tasını oluşturur. Mutasavvıflar da Kur’an-ı Kerim’in
besmelede, besmelenin b (‫ )ب‬harfinde onun da altın-
daki noktada (.) özetlendiğine inanılır (Debbağoğlu,
1977:403).
İbn Arabi, Allah’a için kün (ol) ne ise insana göre
besmele de odur, demektedir. Besmele insana bir şeyi
yapma ve meydana getirme gücü ve iradesi verir. Allah
kün ile, kul besmeleyle yapar (Uludağ, 2012:73). Bu-
radan varılabilecek tasavvufî nazariye Allah’ın birlik
hâlinde bulunması ve sonsuz kudret ile irade sahibi
olması, elif ’lik (‫ )ا‬hâli; elife en yakın harfin de b (‫)ب‬
olmasıdır. Kâdir-i Mutlak’ın tüm esma ve sıfatları bes-
mele içine derc edilmiştir.
Besmele Allah, Rahman ve Rahim isimlerine câ-
mi’dir. “Câmiliği yönünden Allah isminin mensupla-
rı, iki kabzayı birleştiren berzâhın sahipleridir; bun-
lar, aynı zamanda kurbiyet, genişlik, vecih ve kemâl
makamının da sahipleridir. Lütuf ve kahrı birleştiren
er-Rahman ise, diğer kabza ve celâl ehli içindir. Er-Ra-
him, ehl-i yemin ve İlâhî cemâlin mensupları içindir”
(Konevî, 2009: 193). Dolayısıyla besmele, son hüküm
ve irade sahibi olan Allah’ın ilk zikir mertebesidir.

111
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Besmele tefsiri hakkında yazılan her çalışmada
Hacı Bektaş Veli’yle çağdaş Hz. Mevlânâ’yı da zikret-
mek gerekmektedir. Mevlânâ’nın besmele tefsiri bu-
lunmamaktadır, ancak Mesnevî’nin ilk lafzı olan “Biş-
nev” ( ) besmele hakkında derin mânâları işaret
eder. Mevlânâ ve besmele hakkında fikir beyan etmek
bu çalışmamızın sınırlarını fazlasıyla aşmak demektir.
Ancak yine de Mesnevî şârihi İsmail Rusuhî-yi Anka-
ravî’nin konu hakkında neler söylediğini kısaca ifade
etmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Bilindiği üzere İslam kültüründe müelliflerin eser-
lerine besmele ile başlaması bir gelenekti. Hem dinî
hem de lâdînî eserler besmele ile başlardı. Ancak Mev-
lânâ, Mesnevî’sine besmele ile değil “Bişnev” lafzıyla
başlamıştır. “Ankaravî’ye göre, nasıl ki Kur’an’daki bü-
tün sureler besmele ile başalarken Tevbe suresi bes-
melesiz başladığı hâlde ilk harfi bâ ise (berâetün mi-
nallah), Mesnevî besmelesiz başladığı halde ilk harfi
“Bişnev” kelimesindeki bâ harfidir. İşte bu harf besme-
leye işaret eder. Peki, bâ harfindeki sır nedir? Ankaravî
bu sırları, bâ harfinin sembolizmini İbn Arabî’ye refe-
ransla açıklar: Nitekim Hakk’ın her zaman galip gelen
arslanı Ali b. Ebi Talip, Tevrat’ta, İncil’de ve Zebur’da
her ne var ise; Kur’an’ın besmelesindeki bâ harfinde
mevcuttur. Bâ harfi ilk yaratılan varlıktır. Ancak elif
harfinden sonra ikinci olarak yer alır” (Ceyhan-Topa-
tan, 2008:80).
“Besmele okumanın faziletlerinin anlatıldığı Bes-
mele Tefsiri’nde Hz. Peygamber’in miraçta yaşadığı
ruhanî hayattan bölümler vardır. İşlediği konular gere-

112
Hacı Bektaş-ı Velî •

ği konuşmalar, Hz. Peygamber ile Tanrı arasında geç-


mektedir. Allah’ın lütfu, ihsanı, bağışlayıcılığı, cömert-
liği gibi konuların işlendiği bu eser, insanlar arasındaki
ilişkileri de aynı temalar üzerine oturtmaktadır. Rıza ve
teslimiyet içinde olanlar Allah’ın rahmetinin ulaşacağı
fikri ile çeşitli tasavvufî makam ve tevbe, nefis, vesve-
se, kulluk etme, tevazu, zikir gibi tasavvufî ıstılahlar da
işlenmiştir. Söz konusu fikir ve diğerleri Hasan-ı Bas-
ri, Cüneydi, Seriyy-i Sakatî, Kafâl Şâşî, Tâi gibi tarikat
ulularının yaşam ve sözleriyle daha müşahhas hâle ge-
tirilmiştir” (Duran, 2010:209). Besmelenin yorumlan-
ması son derece farklı bir bakış açısı getirmiştir. Eser-
de pek çok olay anlatılmakla beraber sonunda insanın
çıkarması gereken dersin öneminin altı çizilmektedir.
İncelememizde Hamiye Duran tarafından hazırlanan
Besmele Tefsiri (Duran, 2010:215-327) kullanılmıştır.
Besmele Tefsiri, Allah’a dua ve hamd, devamında
O’nun işleri ve filleri karşısında âlimlerin çaresizliği
vurgulanarak Hz. Muhammed’e salât ve selam getiril-
mektedir:
“Rahman ve Rahim Olan Allah’ın adıyla.
Kendisinden yardım dilediğimiz O padişahlar padi-
şahına sonsuz şükür ve hamdolsun.
Onu bilmekte âlimler ve hâkimler şaşkın ve fikir sa-
hipleri de onun yüceliğini anlamakta çaresizdir.
Dua, selâm, övgü ve salâvat kendisine kitap gönde-
rilen peygamberlerin başı, en yücesi, sözünde duranla-
rın efendisi ve günahkârların şefaatçisi olan Muham-
med Mustafâ’ya olsun (Allah’ın selamı üzerine olsun).
Bu kitabı âhiret ve din yolunu başarmaya yardımcı

113
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
olsun diye şeriat hükümlerinin sırlarını bir parça açık-
lamak için yazdım” (Duran, 2010:215).
Müellif devamında eseri düşünenlerin çeşitli fay-
dalar bulması ve kendisinin hayırla yâd edilmesi için
yazdığını beyan eder:
“Düşünenler çeşit çeşit faydalar bulup ben za’ifi ha-
yırla ansınlar diye Bismillahirrahmanirrahim’in Türkçe
açıklamasını yaptım. İnşa’allahu Ta’ala (Allah isterse
olur.)” (Duran, 2010:217).
Besmelenin, insan hayatını kolaylaştırıcı yönünün
olduğunu beyan eden hadis ekseninde besmeledeki
Allah, Rahman ve Rahim isimleri anlatılır:
“Allahu Te’ala Miraç gecesi Muhammed Mustafâ’ya
“Eğer her işte yardımımın seninle olmasını istiyorsan,
keremimi, lütfumu ve ism-i azamımı bildiren adım her
an dilinde olsun.” diye hitap etti.
Resul, ‘İlâhi ism-i azâmin hangisidir? Lütfunu bil-
diren adın hangisidir? Hiçbir zaman onlardan ayrılma-
mam için onları bana bildir.” dedi.
Tanrı Ta’ala “Ey Muhammed, ism-i azamim Al-
lah’tır. Keremimi bildiren adım Rahmâındır, Lütfumu
bildiren adım Rahîm’dir. Eğer her hâlde “ Bismi İlâ-
hi›r-rahmânir-rahîrn” dersen ben keremim ve lütfum
ile senin bekçin olurum”, dedi. Resul, “İlâhi bu lütuf ve
kerem yalnız bana mı? Yoksa asilere de bu sofradan na-
sip var mı?” dedi. Tanrı Te’ala “Ey cömert peygamber,
ben senin ümmetini senden bin kat fazla severim. Çün-
kü, Lailahe illallah Muhammedun Rasulullah derken
önce benim adımı sonra senin adını söylerler. Her iba-
dette önce farzı, sonra senin sünnetini yaparlar. Senin

114
Hacı Bektaş-ı Velî •

ümmetin benim kullarımdır. Sen onlara şefaat edersen


ben lütufta bulunurum. Eğer onlar benim kudretimin ve
büyüklüğümün hakkı için Bismilâhi’r-rahmâni’r-rahîm
derlerse; ben her işlerinde onlara kendilerinden daha
yakın olurum. Allah’ lığımla onların dünyadaki ayıp-
larını örterim. Er-rahmanlığımla ahirette diğer insanlar
arasında rezil etmem. Er-rahimliğimle işledikleri gü-
nahları, sevaplarla (iyiliklere) değiştiririm”, dedi.
Nitekim Tanrı Te’ala, Kelâm-ı Mecîd içinde, Allah
onların kötülüklerini iyiliklere çevirir, buyurur” (Du-
ran,2010:221).
Bu bölümde geçen olayın toplumsal boyutu tüm
topluma indirgenmiş olup ayrım gözetmeksizin Al-
lah’ın yarattığı bütün herkese kuşatıcı merhametiyle
seslendiği görülmektedir. Besmelenin önemini toplu-
mun kavraması ve insanların her işlerinde kullanma-
sının ne kadar önemli olduğu vurgulanmaktadır.
“Latife: Tanrı Te’ala “Ey müminler, kâfirler taptıkla-
rına el-Lât derler. Bunaldıkları zaman el-Lât diye sesle-
nirler. Ama fayda bulamazlar. Senin taptığın Allah’tır.
Sen de bunaldığın zaman Allah diye seslenir ve fayda
bulamazsan, Allah diyen ile el-Lat diyen arasında ne
fark olur. Kâfirler, el-Lat derler, sen Allah de. Allah de-
diğin zaman ben lebbeyk diyeyim. Dünyada ve âhirette
ne ihtiyacın varsa kabul edeyim. Kafirler mahrum ol-
sun, sen isteğine ulaş” der.
Sonra Tanrı Te’ala “Ey Muhammed benim ism-i
azamim Allah’tır. Allah’tan başka ne kadar adım varsa
hepsi sıfattır. Nitekim müminler içinde Hâlık denilince
yaratıcılığım bilinir” (Duran,2010:221).

115
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Tefsirin devamında Allah’ın sonsuz merhameti ve
şefkati karşısında kulların ümitsizliğe düşmemesi salık
verilir. Besmele Tefsiri’nde Allah’ın 99 ismi ve anlamla-
rını kulların bunları nasıl bilmesi gerektiği açıklanıyor.
İslam, insanları bilgilendirirken aynı zamanda onları
düşündürmektedir. İnsanların daha iyi anlayıp yorum-
lamasının sağlanması açısından üzerinde durulan bazı
önemli noktalar vardır. Nitekim Besmele Tefsiri’nde
geçen hikâyelerin birçoğu bir şeyler öğretirken aynı
zamanda öğüt vererek kaçınılması gereken konularda
uyarılar yapmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin derin dini bil-
gisinin yanı sıra ilmi bilgilerinin de toplum tarafından
sevildiğini söylemek doğru olur.
Besmele Tefsiri’nde özellikle sabır konusunda sü-
rekli durulmuş ve sabrın öneminin anlaşılması için
Peygamberlerden ve önemli kişilerden örnekler veril-
miştir. Burada özellikle Eyüp Peygamber’in sabrı en
güzel örneklerden biridir.
“Eyüp peygamber aleyhisselâm, sabır makamına
çıktığında, sabredenlerin sabrının onun yüceliği karşı-
sında hiçbir kıymeti olmadığını gördü ve şikayet ateşi-
ni sabır ormanına salıverdi. Sabır evini yıktı. Müflislik
makamına geldi.”İnni messenî durru ve ente erhamer
rahîmin” (Başıma bu dert geldi, sen merhametlilerin en
merhametlisisin) diyerek müflisliğini kabul etti” (Du-
ran,2010:227).
Her şekilde Allah’ın rahmet kapısının çalınmasını
öğütleyen Hacı Bektaş Veli, bir hikâyeyle devam eder:
“Harun er-Reşid zamanında bir bedevi Arap var-
dı. Hiç yetişmiş hıyar görmemişti. Bir yerde birkaç tane

116
Hacı Bektaş-ı Velî •

hıyar tohumu buldu, onu bir yere dikti. Kuyu suyu ile
suladı. Bir kaç acı hıyar oldu. Akıllıları topladı onlara
danıştı. Onlar, “Bu, görülmedik bir yemiştir. Bunu Hali-
feye götür. Bunun değerini ancak o verir.” Dediler.
Zavallı Arap, hıyarı halifeye getirdi. Kapıdaki zinci-
ri çaldı. Hizmetliler Arap’ı Halifenin yanına getirdiler.
Arap Halifenin yüzünü görünce o buruşmuş acı hıyar-
ları Halifenin huzuruna bıraktı. Halife hıyarlara baktı.
Sonra heybetle (öfkeyle) hizmetlilerine baktı. Onun bu
bakışıyla hepsi sessizce yerlerinde durdular.
Halife Arap’a, bize ne kadar bilinmedik bir yemiş ge-
tirdin. Bunun şükrânesini bir defada sana veremeyiz.
Birkaç kez gel ve değerini al, dedi. Dört acı hıyar için
yüz bin akçe verdi. Arap gitti. Halife vezirlerine “Benim
işime hayret ettiniz değil mi.” dedi. Onlar “Evet hayret
ettik.” dediler. Halife “O miskin Arap’ın hayatı kırda geç-
miş, hiç hıyar görmemiş. Hıyarı görünce bizim de ken-
disi gibi görmediğimizi sandı. O kıymetli nesneyi bize
layık gördü.” dedi. “Size heybetle bakmamın sebebi onun
utandırmamanız içindi. Biz kendi, bilgilerimizi bıraktık
onun bilgisiyle bir olduk. İnşallah herkesin iyiliklerinin
yazıldığı defterden biz de mahrum olmayız.” Emsalsiz
padişah olan Hz. Rahman ile asinin hikâyesi o Arap’ın
hikâyesine benzer. Onlar da ömürlerini her nerede geçir-
dilerse geçirdiler. Sonunda bir tövbe hıyarının tohumu
onların eline geçti. Onu pişmanlık yerine ektiler. Göz-
yaşıyla suladılar. Utanmadan o işe yaramaz tövbelerini
iyi bir meta sanıp o emsalsiz Tanrı’ya getirdiler. Tanrı
Teala meleklerine “Bu masum tespih tehlil bostanlarının
bizim ızz u ceberutumuz katında kıymeti yok. Asilerin

117
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bunca hırs arasından çıkan acı hıyarının ne kıymeti var-
dır. Sakın onları utandırıp ibadetlerinin kıymetsizliğini
bildirmeyesiniz. Çünkü benim adım Rahman’dır” (Du-
ran, 2010:235).
Bu hikâyede geçen olay hem ferdî hayat hem de
cemiyet hayatı anlamında önemli mesajlar içermek-
tedir. Bir bireyin halifeye olan bağlılığını göstermek
için kendisi gibi düşünerek gelmesi farklı bir etkileşim
ortaya koymuştur. Bu olayla birlikte aslında toplum-
da sınıf farklılığını gözetmeksizin herkese eşit mesa-
fede durmanın İslam dininin en önemli özelliklerinde
biri olduğu vurgulanmaktadır. Halifenin de ona olan
yaklaşımının ne kadar anlayışlı olduğu görülmektedir.
Makam sahipleri makamlarının gerektirdiği tevazu
ve kucaklayıcılığı her şekilde göstermelidir. Nitekim
tefsirin devamında Hacıbektaş Veli zalimlerin dünya
hayatında işlemiş oldukları kötü fiiller ve bütün ömür-
lerini boş yere geçirdiklerini söyledikten sonra Allah
Teâlâ’nın bu insanlara şu şekilde seslendiğini beyan
eder:
“Tanrı Teâlâ: Herkese bir sebep ile rahmet ederim,
sana sebepsiz Rahmet edeyim ki rahîmliğim bilinsin
dedi” (Duran, 2010;235).
Tevazu ve affedicilik erdem sahibi bir insanın en
önemli vasfıdır. Aslında düşünce ve idrak kabiliyeti
yönüyle Allah’ın halifesi olan bir bireyden de bu bek-
lenir. Toplumda hoş görü ve saygı ortamının oluşması
sadece sıradan halkta değil, yöneticilerde de bulunma-
sı gereken zorunlu bir haslettir.
Besmele Tefsiri’nin genel hatlarla üzerinde durulan

118
Hacı Bektaş-ı Velî •

temel değer Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkat sahip-


liği yönüdür. Bu nokta tefsirin devamında şu hikâye ile
tekrarlanır: Hikâyeye göre, Sultan Mahmut cömert bir
şekilde inci ve altın dağıtmaktadır. Yoldan geçen bir
hırsız sultanın cömertliğini görür ve şöyle düşünür:
eğer ben bu cömert padişahın malını çalarsam o da
duyarsa hiçbir şey demez. Hırsız bu fikirlerle hareket
edip bir gerdanlık çalar. Sultan Mahmut çok kızmıştır
ve kolculara adamın yakalanmasını emreder. Yakala-
nan hırsız padişahın hışmını görünce ağlar. Sultanın
keremini gören ve bu haline aldanan hırsız bu sebeple
hırsızlık yaptığını beyan eder; eğer Sultan Mahmut’un
bu kadar hiddetli olduğunu bilmiş olsaydım bu fii-
li yapmazdım, der. Bunu üzerine sultan hırsızın elini
çözdürür, elbiselerinden bir bohça getirtir, hırsıza giy-
dirir. Sultan kendi atını gerdanlığıyla bu hırsıza vere-
rek bu kişi sultanın keremine inanıp küstahlık etmiştir
diye bağırın, buyurur (Duran, 2010:239).
Bu hikâyeden hareketle Hacıbektaş Veli tekrar Ce-
nab-ı Hakk’ın rahmet sıfatını hatırlatır. Cenab-ı Hakk
bir köye birkaç rekât namazından dolayı rahmet eder.
“Bir köyün bir kez Lâilâheillallah dediği için seksen
yıllık günahını bağışlar. Onları utandırmaz” (Duran,
2010:239). Kul kulluğunu unutsa bile Cenab-ı Hakk
rahmanlığını unutmaz. Ölüm zamanı gelen insan ya-
şamış olduğu pişmanlıklarını dile getirir ve ne kadar
edepsizlik yaptıysa Cenab-ı Hakk’ın keremini gördük-
ten sonra bu kerem yüzünden yaptığını beyan eder.
Kıyamet günü asilere sorulduğunda onlar şu cevabı
verir: “Kitabının başında er-rahmânirrahîmi gördük,

119
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
düşmanlar hakkındaki iyilik ve bağışı gördük. Eğer
onun bu kadar öfkeli olduğunu ve bu kadar ağır bir
cezaya uğrayacağını bilseydik acaba kötülük eşiğini
geçer miydik, dediler” (Duran, 2010;243). 13. yüz-
yıl Türkiye’sinin karanlık ve ıstıraplı döneminde yeni
bir dinle tanışan Türkler tüm olumsuzluklara rağmen
ümitlerini kaybetmemeliydiler. İşte burada Hacıbektaş
Veli her ne olursa olsun, her ne yapılırsa yapılsın Ce-
nab-ı Hakk’ın rahman ve rahim isimleriyle kullarına
muamele ettiğini defalarca vurgulanmaktadır. Normal
şartlar altında siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, top-
lumsal çözülmenin esas sebebidir. Fakat tarihi bilgiler
bize gösteriyor ki 13. yüzyıl Türkiye’sinde böyle bir çö-
zülme olmadığı gibi Hacıbektaş Veli, Yunus Emre ve
Mevlana gibi irfan sahiplerinin huzurunda birlik ve
beraberlik içerisinde bulunmuştur. Hacıbektaş Veli
insanların yaradılışları gereği suça ve günaha meyilli
olduğunun farkındadır. Bu konuda besmele tefsirin-
deki Hakk Teâlâ dilinden şu ifadeleri dikkat çekicidir:
“Ben sizi yurdunuzdan ayırıp garipliğe gönderiyorum.
O yerde iken oraya gönül verip yurdunuzu unutmaz-
sanız benim nurumun sevgisini umup benim nurumun
yerine dünyayı tercih etmezseniz rahmetimin çokluğun-
dan size tattırdığım gibi rahîmliğim ve halîmliğim sof-
rasından da sizi doyurayım. Ne kadar çok suçunuz olsa
da onları bağışlarım yeter ki benim üstüme başka bir
nesne tercih etmeyesiniz. Her kim bizim huzurumuzda
hasekilik dilerse dünyadan yüz çevirsin, yüzünü ahirete
döndürsün” (Duran, 2010:247).
Sosyolojide tartışılan en önemli konulardan bi-

120
Hacı Bektaş-ı Velî •

risi de millet kavramı etrafındaki mensubiyet şuuru-


dur. Yani bir milletin ferdi olan şahıs hangi yaşantı ve
fikriyle milletine mensubiyet bağını güçlendirebilir.
Dolayısıyla yukarıdaki cümlelerden hareketle 1299’da
yeni devletlerini kuran Türklerin kısa zaman içerisin-
de bir cihan devlet olmalarının arkasında sosyal ada-
let, merhamet ve kuşatıcılık şuuru etkendir. İşte bu
şuur dünyası tasavvufî Türk tefekkürünün mayasıdır.
Besmele tefsirinin dayandığı ilkenin bir diğeri Al-
lah’ın vahdaniyet ilkesidir. Tefsirde Hasan-ı Basrî’nin
yaşamış olduğu bir olaydan hareketle Cenab-ı Hakk’ın
her türlü günahı bağışlayacağını ancak kendisine ortak
koşulmaması gerektiğini bir ayetle beyan eder37. Hakk
Teâlâ kulun her türlü edepsizliğini affettiğini, ibadet
eksikliklerini tamamladığını, bütün günahlarını iba-
det etmiş gibi değiştirdiğini beyan ederek kullarına
başka nesne seçmeyesiniz, der.
İnsanın kendi iç huzurunu bulması devamında hu-
zurlu bir toplum içerisinde yaşaması ideal dünya dü-
zenidir. İyilerle oturup kalkan, birbirine hayır öğütte
bulunan bir topluluk kurtuluşa ermiştir. Besmele tefsi-
rinde şöyle bir hikâye aktarılır: “Bir gün Yusuf a.s. sal-
tanat tahtında otururken kapıdan içeri kapkara olmuş
bir külhancı girdi. Yusuf ona bakınca canı sıkıldı. Ona
birkaç altın verin saraydan çıksın, diye emretti. O saat
37Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz.
Bunun dışında kalan (günah) ları ise dilediği kimseler için bağışlar.
Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira
etmiş olur. Nisa/ 48
Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun
dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah›a ortak
koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür. Nisâ/ 116.
121
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Cebrail a.s. geldi. Ey Yusuf! Tanrı sana selam gönderdi.
O külhancı kimdir bilir misin, dedi. Yusuf bilmem, dedi.
Cebrail, o Zeliha’nın seni yalnız bulduğu zaman senin
arılığına ve suçsuzluğuna tanıklık eden beşikteki genç-
tir. Şimdi onu vezirin yap, sağına geçir. Bir yaratılmışın
arılığına tanıklık eden bir taş cehennemden kurtuldu.
Bir yaratılmışın arılığına tanıklık eden bir oğlan vezir-
lik buldu. Gece gündüz Allah diyen, er-rahman diyen,
er-rahim diyen, kâfirleri yalanlayan, Halık’ın birliğine,
varlığına tanıklık eden bir müminin köşkler, gılman, vil-
dan, didar bulacağına hiç şüphe yoktur” (Duran, 2010:
257).
Bir insanı dış görünüşüne göre yargılamadan önce
çok iyi düşünmek gerekir. Netice itibariyle görünüşe
göre hüküm vermek, şeytanlığın bir özelliğidir. Cemi-
yetin farklı kanallarından gelen insanlar farklılıklarıyla
bir bütün oluşturmalıdırlar. İnsanların toplumda sınıf-
lara ayrılmaması İslam dinini üzerinde durduğu en
önemli noktalardan biridir. Tefsirin devamında Hakk
Teâlâ, Hz. Muhammed’e seslenerek kıyamet günün-
de müminin üç büyük korkusu vardır. İlki mezardan
başlarını kaldırdıklarında nasıl bir insan şeklinde ola-
caklarıdır. İkinci korkuları amel defterlerinin nereden
verileceğidir. Üçüncü korkuları ayaklarını sırata bas-
tıklarında yeryüzü parçalanırken duramamaktır. Bu
korkulardan emin olmak için müminlerin Bismillâ-
hirrahmânirrâhîm demeleri gerekir. Yani Allah demek
mezardan baş kaldırıldığında aydan nurlu güneşten
parlak olması demektir. Rahman demek amel defterini
sağ elden almak, Rahim demek sırat köprüsünü kolay-

122
Hacı Bektaş-ı Velî •

ca geçmektir (Duran, 2010:269).


Bu derece kurtuluşu müjdeleyen cümlelerin deva-
mında Cenab-ı Hakk, Hz. Muhammed’e şöyle seslenir:
“Ey Ahmet. Gökten inen dört kitabın tamamını topla-
dım. Fatiha’nın içine koydum. Fatiha’da ne varsa hep-
sini Bismillâhirrahmânirrâhîm’in içine koydum. Senin
ümmetinden kim bir kez iman ile doğru olarak Bis-
millâhirrahmânirrâhîm derse Tevrat’ı, İncil’i, Zebur’u,
Kur’an’ı okumuşçasına ve bunlarla ibadet etmişçesine
sevap vereyim” (Duran, 2010:271).
Tarihi bilgiler 13.yüzyıl Türkiye’sinde farklı dinlere
mensup insanların bir arada yaşadığını söylemekte-
dir. Üç büyük dine inanan insanları bir arada tutmak,
onları birleştirmek ve bütünleştirmek ancak böyle bir
ifade ile mümkündür. Besmele tefsirindeki bu cümle-
lerin benzerini Yunus Emre şu dizelerle terennüm et-
mektedir:
“Dört kitâbun ma’nîsi bellüdür bir elifde
Sen elif dirsün hoca ma’nîsi ne dimekdür” (Tatçı,
2005:101)
Moğol istilası neticesinde birlik ve bütünlüğünü
kaybeden Türkiye’de zayıf kalmış insanların gidebile-
ceği tek mekân tekkelerdir. Tekkelerin kucaklayıcı ve
düşmana karşı kuvvetli olmak için birleştirici yönü
besmele tefsirinde de bir vesileyle hatırlatılır. Buna
göre “Dünyada adettir ki bir kişinin çok fazla düşmanı
olsa ona gücü yetmese, o da gider büyük bir kişinin ete-
ğini tutar, düşmandan daha kuvvetli olmak için onun
yanında hizmetli olur, düşmanını kahreder” (Duran,
2010:289).

123
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Bismillâhirrahmânirrâhîm ile Cenab-ı Hakk’ın
merhametini dileyen kul tasavvuf büyüklerinin etekle-
rine yapışarak manevi zenginliğe kavuşmaktadır.
İslam dininin akidelerinden bir diğeri de kulun dua
etmesidir. Dua bir münacattır. Allah Teâlâ, kullarının
duasına her şekilde cevap vereceğini buyurur38. Tef-
sirde anlatılan bir hikâyeye göre düşkün bir ihtiyarın
sultanın evinin yakınında bir çadırı bulunmaktadır.
Bir gün çadıra ateş düşer ve ihtiyar sultana seslenerek
onun yardımını diler. Padişah kullarına ateşi söndür-
melerini emreder ve sultan ihtiyara bir hilat giydirerek
onu kendi atına bindirir. İhtiyarın önünde ve arkasın-
da, bu kişi bunaldığı zaman sultana seslendi, ondan
yardım istedi, diye bağırırlar (Duran, 2010:291).
Bu hikâye sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah’ın
tek sığınak kapısı olduğunu, ondan başka gidilecek yer
olmadığını, çaresiz insanlara hatırlatır. Ümitsiz olanlar
için tek ümit kapısı Allah’ın Rahman ve Rahim adıdır.
Bu husus tefsirde Zeliha’nın Yusuf için bir puttan yar-
dım dilemesi, ancak puttan cevap alamayarak “Ya Al-
lah, Ya Rahman, Ya Rahim!” diyerek Cenab-ı Hakk’a
münacatta bulunmasıyla aktarılır. Zeliha’nın bu duası-
na “Tanrı Teâlâ, Ya Cebrail çabuk yetiş, Zeliha’yı kana-
dınla bir kez sığa ve de Yusuf ’u iyice bıktırıncaya kadar
bırakma, dedi. Cebrail geldi. Zeliha’yı kanadıyla sığadı,
on dört yaşında bir genç kız oldu, ondan sonra dünyada
yetmiş yıl daha yaşadı. Yusuf ne ekmeğe ne suya bak-
38Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (on-
lara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veri-
rim. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar,
bana iman etsinler. Bakara/ 186.
124
Hacı Bektaş-ı Velî •

tı. Tanrı’nın emriyle yalın ayak ne yapacağını bilmeden


Zeliha’nın kapısına geldi. Zeliha ta ki Tanrı aralarında
barış sağlayana kadar kapıyı açmadı. Meleklerin hepsi
bu sırra şaşırdılar. İlahi, Zeliha dört yüz yıl küfür söy-
ledi. Senin nimetini yedi, puta taptı. Onun bir kez Al-
lah demesine buyur cevabı geldi. Bunun hikmeti nedir,
bilemedik dediler. Bu hikâyede Muhammed ümmetine
müjdeler vardır. Bir kez Allah er-Rahman, er-Rahim
demekle dört yüz yıl küfredenlere cevap gelir” (Duran,
2010:303).
Yukarıda anlatılan Yusuf ve Zeliha hikâyesi bu ha-
liyle dinî gerçeklerle bağdaşmaz. Ancak görünen o ki
yeni Müslüman olmaya başlamış insanlar için Müslü-
man olmadan önceki günahlarından ancak besmele ile
tövbe edilmiş olur. İslam’ın görünüşte katı kuralları,
zaten sıkıntı ve düzensizlik içinde bulunan Anadolu
Türk’ü için bir zorluk oluşturmaktadır. Dolayısıyla ge-
niş kitleleri etrafında toplayan Hacı Bektaş Veli onlara
ümit aşılamaktadır.
Besmele tefsirinin devamında Hacı Bektaş Veli,
erdemli bir insan olmak için yapılması gerekenleri an-
latır. Bir latifede Cenab-ı Hakk Hz. Peygamber’e şöyle
seslenir: “Ey Muhammed, eğer müminler beni evlerine
davet eder, ağırlarlarsa ben de onları ağırlarım. Resul:
Ya İlahi, sen yemekten içmekten münezzehsin. İnsanlar
seni nasıl ağırlasın, dedi. Tanrı Teâlâ: Ey benim habi-
bim. Müminlere söyle, gönül evini tevazuluk süpürgesiy-
le süpürsün. Hırsın, cimriliğin, düşmanlığın hainliğin,
kıskançlığın çerini çöpünü çıkarsın. Sonra kötü işlerin-
den dolayı pişman olsun. Pişmanlık suyuyla sulasın.

125
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Sonra deniz halısını (tevhid, hakikat seccadesi-hakikat
makamı) sersin. Muhabbet sofrasını döşesin. Aşkı ba-
şından çıksın. Rıza ve teslim, korku ve ümit yüzlerini
tevekkül ve marifet deniziyle sabır bahçesinden yana aç-
sın. Bismillâhirrahmânirrâhîm ve Lâilâheillallah’ı gönül
okçusuna versin ve bana atsın. Ben de bu daveti kabul
edeyim. Bir gün ve bir gecede üç yüz altmış kez (sevap)
vereyim” (Duran, 2010:309).
Bu cümleler açıkça şunları göstermektedir: Hacı
Bektaş Veli’nin hitap ettiği kesim çaresizlik içinde çır-
pınmaktadır. Bu insanlar eğitim seviyesinin düşük-
lüğüyle birlikte yeni bir dine inanmaya başlamış gö-
rünmektedir. Dolayısıyla bir irfan kaynağı olan Hacı
Bektaş’tan herkesi kucaklayıcı bir yapı, herkese eşit
yaklaşan bir din, bu dinin peygamberinin üstün ahlakı
ve devamında bu ahlakı benimseyen insanların oluş-
turduğu huzurlu bir toplum beklenmektedir. Nitekim
hırs, cimrilik, düşmanlık, hainlik, kıskançlık hangi
dinde olursa olsun cemiyetin temel dinamiklerini par-
çalar. İslam dini ümitsizlik dini değildir. Tövbe ile Ce-
nab-ı Hakk küfür dışında bütün günahları affedicidir.
Besmele tefsirinin bundan sonraki bölümlerinde
defaatle Cenab-ı Hakk’ın marifet nuruyla müminle-
rin günahlarını affedeceği vurgulanır. Bu bölümler
Hacı Bektaş Veli’nin davetkâr ve lütufkâr kapısının
anahtarlarıdır. Hırs, düşmanlık, kıskançlık, cimrilik
gibi kötü özelliklerden tövbe eden kullar için Cenab-ı
Allah cenneti hazırlamıştır. Güzelliklere kavuşan in-
sanlar için şükretmek vaciptir ve şükre karşılık olarak
nimetler verilir, kul Allah’ın cemalini görür. Besmele

126
Hacı Bektaş-ı Velî •

tefsirinin bundan sonraki bölümünde dünya hayatının


sıkıntılarına karşı sabır ve metanetle yaklaşan, ahlaklı
davranışlarla kendini süsleyen insanlar için Kur’an-ı
Kerim’den ayetlerle müjdeler verilir39.
Besmele tefsirinin tamamında insanlara Allah’ın
Rahman ve Rahim isimleri ekseninde Allah’tan ümit
kesmemeleri öğütlenir. O bu ümitvar görüntüsüyle
kullarını iyiliklerle ve nimetlerle kucaklar. Bunun kar-
şılığında kullar kötü fiillerden uzak durmalıdırlar ve
sabırla cennete ulaşırlar. Besmele tefsirinde pek çok
konu geçmekle birlikte bu konuların anlaşılması için
hikâyelere ve latifelere yer verilmiştir. Bu hikâyelerin
hemen tamamında insanların ders çıkarması gerektiği
ve yaşamlarında daha dikkatli olması gerektiği vurgu-
lanır. İnsan her zaman kendi iç muhasebesini yapmalı,
ferdi anlamda kendini ve davranışlarını bu iç muhase-
beye göre şekillendirmelidir.
Besmele Tefsiri’nde birincil kaygının Müslüman
Türk’ü ümitsizlikten uzak tutmak olduğu anlaşılıyor.
Bu tefsir vesilesiyle Hacı Bektaş Veli, insanları bir ve
beraber tutmaya çalışmış, bunda da başarılı olmuştur.
Nasıl ki besmele her işin başında zikredilmelidir, Hacı
Bektaş Veli de Besmele Tefsiri’yle İslam dininin temel
mantığını ortaya koymuş, sonrasında yapılması gere-
kenleri Fatiha Suresi Tefsiri’nde açıklamıştır.
Fatihâ Suresi Tefsiri
Anadolu’da önemli bir yer edinmiş olan Bektaşî ta-
rikatı bir dönemin en önemli dini yapılanmalarından
39İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla
mükâfatlandırılacaklar ve orada esenlik dileği ve selamla
karşılanacaklardır. Furkan/ 75.
127
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
birisi olmuştur. “Türk halk kültürü ve sosyal hayatı için-
de Bektaşîlik anlayışının önemli bir yeri vardır. Ritüel-
lerinde eski Türk inançlarından izler taşıyan bu anlayış
zamanla gelişerek ve yaygınlaşarak Türk toplumunda
önemli derecede kabul gören tasavvûfî bir akım haline
gelmiş, zengin Türk sosyal hayat ve tasavvûfî inanç mo-
zayiği içersinde Osmanlı zamanında popüler bir Türk
tarîkâtı olmuştur” (Özcan,2008:28). Bektaşîliğin bu
kadar yaygın olmasının arkasında insanlara dinin du-
rağan olmayan yönünü göstermesi, birleştirici ve bü-
tünleştirici oluşu, hemen devamında devlet sisteminin
kurucu gücü olması etkilidir. Osmanlı Devleti’nin en
yeni toprakları olan Balkanlardan Türkiye’nin en uzak
köşelerine kadar geniş halk kitlelerine bu derece tesir
eden başka yapı çok nâdirdir. Balkanların tarihin her
döneminde bir geçiş noktası olması, çok farklı millî
ve dinî yapı sebebiyle karışıklığa gebe olduğu unutul-
mamalıdır. Buna rağmen Türk fetihleri Balkanlarda
hızlı ve kalıcı olmuştur. Bu fetihlerde ordunun hemen
önünde, hatta çok önünde giden, Balkan dağlarının
dik yamaçlarına tekkesini kuran Bektaşî dedelerinin
olduğu unutulmamalıdır.
Anadolu farklı grupların ortaya çıkmasıyla birlik
ve beraberlik artmış toplumsal bir bilinç oluşmaya
başlamıştır. Bu gruplar sosyal ilişkilerin artırılması-
nı sağlamış ve daha sağlam bir yapı oluşturmuşlardır.
Sosyal ve ekonomik yapıda önemli yerler edinmişler-
dir. Sosyal ve ticari bir yapı olan Ahîlik ile Mevlevîlik
Bektaşîlik en temel yapıyı oluşturan gruplardır. Bu üç
yapı hiçbir şekilde mücadele içerisinde bulunmamıştır.

128
Hacı Bektaş-ı Velî •

Dolayısıyla çıkar çatışmasında uzak olmak ilişkilerin


sürdürülebilir ve geniş kitlelere ulaşılabilir olmasını
sağlamıştır.
Fatiha suresi, Kur’an-ı Kerim’in ilk suresinin adı-
dır. Mekke’de nazil olan sure, yedi ayettir. Hadislerde
ümmü’l-kitap (kitabın anası, esası) olarak tavsif edilen
Fatiha suresi, şükrün ve hamdin âlemlerin Rabb’i olan
Allah’a mahsus olduğunu bildirerek başlar. Aslında ilk
ayet İslam’ın dayandığı esası, tevhidi ilan etmektedir.
İkinci ayette Allah’ın Rahman ve Rahim olduğu beyan
edilir. Üçüncü ayet sevgi ve merhamet sahibi olan Al-
lah’ın, din gününün sahibi olduğunun beyanıdır. Bu
ayette geçen din günü sahipliği, irade ve hüküm sahi-
bi olmak mânâsına düşünülmelidir. Dördüncü ayette
kendisine ibadet edilecek ve kendisinden yardım dile-
necek olanın her şeye gücü yeten Kâdir-i Mutlak olan
Allah olduğu söylenir. Çokluk birinci şahıs ağzından
olan “sana ibadet eder ve senden yardım dileriz” ifa-
desi tam teslimiyet ve bir bilinç hâlidir. Surede kulun
kendi acizliğinin farkına varması beklenir. Güç yeti-
remezliğinin ve acizliğinin farkına varan kul, neye sa-
hip olamadığını bilir ve yapması gerekenleri yapmaya
çalışır. Bu ayette ibadetin öneminin vurgulandığı gö-
rülmektedir. “Böylece süreyi okuyan mümin Allah’a
kul olduğunu ifade ve ikrar ettikten sonra kendisiyle
yaratıcısı arasında hiçbir aracı bulunmadan doğrudan
doğruya O’na seslenir. Ebedî saadete ve nihayetsiz ni-
metlere ulaştıran doğruluk ve dürüstlük yolunda ilahi
lütfe nail olmuş iyilerin izini takip ederek ilerlerken
gazaba uğramışların, şaşırmış ve sapmışların duru-

129
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
muna düşmemek için Allah’tan hidayet ve yardım is-
ter” (Işık, 1995:253). Böylelikle surenin ilk üç ayetinde
Cenab-ı Allah’ın vasıfları anlatılırken bundan sonraki
dört ayette kulların durumu ve makbul duaları zikre-
dilir.
“Fatiha’nın Kur’an’daki en büyük süre olduğu, Tev-
rat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara sü-
resinin son ayetleriyle birlikte “iki nur” diye anıldığı ve
geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği,
şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceği-
ne dair hadisler” (Işık, 1995:254) Fatiha suresinin fa-
ziletlerine yönelik bu hadisler, yapılan tefsirlerin çok-
luğunda ve bu tefsirlerin dikkate alınmasında önemli
olmuştur. Müslüman Türk’ün doğumdan ölüme kadar
tüm hayat çizgisinde etkinliğini sürdüren Fatiha suresi
aynı zamanda tasavvufta da derin anlamlarıyla bir ge-
lenek olmuştur.
Dolayısıyla geniş halk kitlelerine hitap eden ve bu
kitleleri etrafında toplayan Hacı Bektaş Veli için İs-
lam’ın özü sayılabilecek Fatiha suresini tefsir etmek bir
zorunluluk olmuştur. Fatiha Tefsiri üzerinde akademik
çalışmalar yapılmıştır. Fatiha Suresi Tefsiri’nin ilmî ne-
şirlerinin dayandığı elyazması metinlerin temelini bi-
risi İngiltere British Library’de diğeri Süleymaniye Kü-
tüphanesinde olmak üzere iki metin oluşturmaktadır.
Hüseyin Özcan, Hacı Bektaş Veli’nin Fatiha Tefsiri adlı
makalesinde her iki nüshayı edisyon kritikle yayınla-
mıştır (Özcan, 2008). Bunlardan başka Yaşar Şimşek,
Hacı Bektaş Veli’nin Fatiha Tefsirinin Bilinmeyen Bir
Nüshası başlıklı makalesinde İstanbul Büyükşehir Be-

130
Hacı Bektaş-ı Velî •

lediyesi Atatürk Kitaplığında bulmuş olduğu nüshayı,


diğer iki nüshayla karşılaştırarak değerlendirmiştir.
Yazar makalesinde, “Nüsha, daha önce yayınlanan
nüshalardaki birtakım eksik noktaları tamamlamakta,
bu nüshanın yayını ile Hacı Bektaş Veli’nin Fatiha Tef-
siri metni tam olarak ortaya çıkmaktadır” demektedir
(Şimşek, 2016:235). Çalışmamızda Baki Yaşa Altınok
tarafından hazırlanan ve günümüz Türkçesi ile verilen
Fatiha Suresi Tefsiri kullanılmıştır (Altınok, 2010:175-
201).
Fatiha Suresi Tefsiri
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başladım.
Nebi aleyhisselam: “Miraç Gecesi göğün dördüncü ka-
tında büyük bir ses işittim” buyurdu. O kalbi temizlerin
yücesi, doğru ve vefa kubbesinin ay gibi parlayan yüzlü-
sü, bütün yaratılmışların en şereflisi ümmetin şefaatçisi
Muhammed Mustafa ağzından dökülen tatlı ve güzel
sözleriyle şöyle bildirdi: “O bilinen gece Hakk Teâlâ beni
Mirac’a çağırdı. Dördüncü kat göğe varınca bir şiddetli
ses işittim. O sesin şiddetinden bütün melekler yüzüko-
yun yere düştü. Beni dedim ki: Ya kardeşim Cebrail, bu
esin sebebi nedir? Cebrail: Ya Resulullah o sesin sebebi
şudur: Tanrı Teâlâ cehennem içinde adı gayya olan bir
kuyu yarattı. Burası cehennemin alt tabakasıdır. Hakk
Teâlâ’nın emriyle o kuyu bin yıl kızdırdı ve kuyu kıpkızıl
oldu. Tekrar bin yıl daha kızdırdılar. Bu sefer de ren-
gi ak oldu. Bin yıl daha kızdırdılar. Bu sefer rengi kara
oldu. O zamandan beri kuyunun kızgınlığı devamlı ar-
tar. Hakk Teâlâ yine o kuyunun içinde bir yılan yarat-
tı. Eğer o yılanın ağzından bir damla zehir dünyadaki

131
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
denizlere düşse dünyadaki bütün denizler zehir olurdu.
Kuyudan bir ses işitildi. Hz. Peygamber, bu ses kuyunun
neresinden gelir diye sordu. Cebrail dedi ki: O kuyuyu
kızdırırken bir taş kuyunun ağzından içeri düştü. Daha
o zaman Âdem Peygamber yaratılmamıştı. Taş o vakit-
ten beri düşmeye devam ediyordu. Şimdi dibine ulaştı.
Bu ses onun sesidir, dedi. Hz. Peygamber, ya kardeşim
Cebrail, o kuyuyu korkunç anlattın. Gönlüm korktu.
Burası kimlerin yeridir, dedi. Cebrail, Hakk Teâlâ Ke-
lam-ı Kadim, Meryem Suresi 59. Ayetinde bu konu hak-
kında şöyle buyurdu: “İleride gayya çukuruna düşecek
olanlardır.” Konu hakkında Bakara Suresi 256. ayetinde
yine şöyle buyurdu: “Artık doğru ile sapkınlık kesin ola-
rak birbirinden ayrılmıştır.”
Cebrail, ya Resulullah Tanrı’nın buyruğudur. Bu
kuyu dünya işlerine kendini kaptıran ve özrü olmadan
salâtı terk edenlerin yeridir, dedi. Resulullah buyurdu:
“Kim salâtı kasten terk ederse küfür sahibi olur. Yani her
kim herhangi bir özrü, engeli olmadan salâtı terk etse o
kişi günahkârdır.” Yine peygamber buyurdu: “Salât dinin
direğidir. Her kim Allah Teâlâ’nın nimetini yese salâtını
yerine getirse onun nimeti artar.” Bu konuda Kur’an’da
yer alan İbrahim Suresi 7. ayette şöyle buyruldu: “Eğer
şükrederseniz rızıklarınızı muhakkak artıracağım.” Ver-
diği nimete kul şükretmezse nimeti geri alır. Nitekim
Kur’an aynı ayetin devamında: “Eğer nankörlük eder-
seniz biliniz ki azabım pek çetindir, buyruldu.” Her kim
salâtını yerine getirmezse onun dini yoktur. Şunları da
bilesin Musa Tur Dağında Allah’a yalvardı, kurtuluşu
buldu. İbrahim ateş içinde yalvardı, kurtuldu. Yunus

132
Hacı Bektaş-ı Velî •

Balığın karnında yalvardı kurtuldu. Yusuf atıldığı kuyu


içinde yalvardı, kurtuldu. Muhammed Mustafa gökler-
de yani Mirac’da yalvardı. Ümmeti mescitler içinde yal-
vardı, kurtuldu. Her kim salâtını yerine getirse Tanrı’yla
konuşmuş sayılır. Bu vesileyle Tanrı’ya yalvarır. Bir in-
san salata dursa “Allahuekber” dese bunun anlamı şu-
dur: Ey yüce Tanrı, ben günah denizine batmış isem sen
çıkar demektir. Ve “euzubillâhi”, yani sığındım sen yara-
tıcı Tanrı’ya der ve salata başlar. Yüce yaratıcı Allah der
ki: “Neden korkarsın?” Kul, o sürülmüş İblis’ten, yani
Şeytan’dan ve devlerden korkarım, der. “Bismillâhirrah-
mânirrâhîm” Rahman ve Rahim olan Tanrı’nın adıyla
başladım, demektir. Er-Rahman, merhametli, şefkatli
demektir. Er-Rahim, esirgeyen, bağışlayandır. Kul, “El-
hamdulillahi” der, Allah, ya kulum kime şükredersin
(kul rabbi’l-âlemîn, âlemlerin Rabb’i olan Allah’a) kul
der ki: Er-Rahmânirrahîm ile rahmet et, bağışla. Allah:
“Neyle rahmet edeyim, bağışlayım?” Kul, “malikiyev-
middîn” ol günah ve sevap, ceza ve kurtuluş gününde
hesap soracaksın. O zaman rahmet eyle, bağışla. Kul,
“iyyâkenâbüdü ve iyyâke nestaîn”, senden yardım ta-
lep ederim, bağışlanmamı dilerim. Allah buyurur: “Ne
için yardım dilersin?” Kul, “ihdine’s-sıratal-müstakime”,
bizi doğru yola gönder. “Sıratellezine”, şu kişilerin yolu-
na, “enamte aleyhim”, nimetini artırdıklarının yoluna.
“Gayri’l-mağdubi aleyhim”, gazaba uğrayanlardan, “ve-
leddâllîn”, azgınlığa sapanlardan değil. Kul âmin, der.
Yaratan buyurur: “Ey kulum, şurasını iyi bilesin ki bir
Fatiha okursan Tanrı ile bunca kelam etmiş sayılırsın.”
Dünyada bir bey veyahut bir ünlü kişiyle bir kelam etsen

133
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
sevinirsin de O, padişahlar padişahıyla bunca kelam et-
mek için neden namaz kılıp niçin sevinmezsin?
Şurası da iyi bilinmesi gerekir. Fatiha Suresi yedi
ayettir. Her kim bu yedi ayeti okursa Allah Teâlâ’nın
izniyle cehennemden kurtulur. Bir haberde söyle an-
latılmıştır. Tanrı Teâlâ, Fatiha Suresi’ni Muhammed’e
verdi. Lanet İblis duydu, yas tuttu, ağladı. Kendisine
inananların yanına vardı. Niçin ağlarsın, sana ne oldu,
diye sordular. Lanet olunan İblis cevap verdi: “Bundan
büyük dert mi olur. Çünkü bugün Muhammed’e Fatiha
Suresi indi. Ümmeti okurlar, cennete girerler. Bundan
sonra benim onlar yoldan çıkarmaya, azdırmaya gü-
cüm yetmez, onun için ağlarım.” dedi.
Ey müminler! Müjdeler olsun size ki her kim Tan-
rı’nın birliğini bilse Resul’ün hak peygamber olduğuna
iman getirse, beş vakit namazı kılsa Hakk Teâlâ cehen-
nem ile onun arasına yetmiş rahmet perdesi koyar. Her
perdenin arası ise yetmiş bin yıllık yoldur.
Yine bir haberde şöyle anlatılır: Kayser-i Rum sa-
rayında bir mektup yazdılar. Resulullah ile sahabesine
gönderdiler. Mektupta “Kur’an’ın hangi suresinde yedi
harf yoktur? sorusuna cevap istenmekteydi. Sahabeler
sorulan soruya cevap vermekten aciz kaldılar. Emi-
ru’l-mü’minin Ali’ye vardılar. “Furkan’da hangi surede
yedi harf yoktur?” diye sordular. Hazreti Ali: “Yedi harf
olmayan Fatiha Suresidir.” dedi. Kayser-i Rum doğru-
dur, ilmî cevap budur dedi, Ali buyurdu: “Evvel se harfi
yoktur, cehennemin bir adı süburdur. Fatiha okuyan sü-
bura girmez. İkinci cim harfi yoktur, cehennemin bir adı
cahimdir. Fatiha okuyan cahime girmez. Üçüncü hı yok-

134
Hacı Bektaş-ı Velî •

tur, cehennnemin bir adı helaktir. Fatiha okuyan helak


olmaktan kurtulur. Dördüncü ze yoktur, cehennemin bir
adı zakkumdur. Fatiha okuyan zakkuma girmez. Beşin-
ci şın yoktur, Fatiha okuyan şerre uğramaya. Altıncı zı
yoktur, cehennemin bir adı lazamadır. Fatiha’yı okuyan
lazamaya girmez. Yedinci fe yoktur ki cehennemin bir
adı firaktır. Fatiha’yı okuyan firaka girmez. Allahu Teâ-
la inşallah rahmet eyler.
Cebrail’e, bu ne hikmettir, diye sordum. Cebrail dedi
ki ben İsrafil’e sordum. İsrafil dedi ki ben Levh’e sordum.
Kalem dedi ki ya Levh bilesin ki Hakk Teâla beni yarattı.
Yaz, ya kalem diye ferman geldi. Ben ya İlahi ne yaza-
yım dedim. Ferman geldi ki “Elhamdülillahi Rabbi’l-â-
lemin” yaz diye. Yazdım, benden bir nur sıçradı arşa
değip iki pare oldu. Yarısından bütün melekleri yarattı.
Yarısından cenneti yarattı. Yine yaz ya kalem diye nida
geldi. Kalem ne yazayım dedi. Nida geldi ki ”Er-rahma-
nirrahim” yazdım. Benden bir nur sıçradı arşa değdi, iki
pare oldu. Ondan da iki rahmet denizini yarattı. Yine
ferman geldi ki yaz ya kalem diye. Ben ne yazayım de-
dim. Ferman geldi ”Maliki yevmiddin” yaz diye. Yaz-
dım, benden bir nur sıçradı, arşa değdi. Ondan adalet
denizini yarattı ki zalime karşı adalet eylemek için. Yine
nida geldi ki yaz ya kalem diye. Ben dedim ki ya İlahi ne
yazayım? “İyyake na’büdü ve iyyake ne’sta’in” yaz diye
nida geldi. Yazdım, benden bir nur sıçradı, arşa değdi.
Ondan tevhid (birlik) denizini yarattı. Yine yaz ya ka-
lem diye nida geldi. Ben ne yazayım dedim. Nida geldi
“İhdine’s-sırata’l-mustakim” yaz diye. Yazdım, benden
bir nur sıçradı, arşa vardı değdi. Şaraben tahur’ı yani

135
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
temiz cennet şarabını ondan yarattı. Yine nida geldi ki
yaz ya kalem dedi. Ben dedim ne yazayım? “Sıratalle-
zine enamte aleyhim” yaz diye ferman geldi. Yazdım,
benden bir nur sıçradı arşa değdi. Ondan rızık denizi-
ni yarattı. On sekiz bin âleme rızkı onunla verdi. Yine
yaz ya kalem diye nida geldi. Ben İlahi ne yazayım de-
dim. “Ğayri’l-mağdubi aleyhim” yaz diye ferman geldi.
Yazdım, benden bir karanlık sıçradı, havada boşlukta
durdu, yukarı gitmedi geri indi, kıyamet gününü ondan
yarattı. Ya kalem yaz diye yine nida geldi. Ben ya İlahi
ne yazayım dedim. Nida geldi “veladdallin.” yaz diye.
Yazdım, benden bir nur sıçradı havada boşlukta durdu,
geri indi. Cehennemi ondan yarattı.
Hakk Teâla altı nesneyi dost edindi. Evvela el yıka-
mayı, yıkanmış temiz o eli neye sunarsan bereketlenir.
İkinci, sabırlı olmayı, nitekim Kur’an Al-i İmran Suresi
3/146 ayetinde anlatıldı: “İnnallahe yühıbbu’s-sabirin.”
“Allah sabırlı olanları sever.” Üçüncü, sünneti ve farzları
işleyeni dost edindi, cenneti ona bağışladı. Dördüncü,
tevekkül etmeyi dost edindi yani her işi hakkın rızasına
bırakmayı kendisine rehber ve emir edindi. Delili Kur’an
Talak Suresi 65/3 ayetinde: “Ve men yetevekkel alellahi
fehüve hasbühü.”, “ Kim tevekkül ederse Allah ona yeter.”
Beşinci, şükredeni dost edindi, ni’metleriyle çokça rızık-
landırdı. Delili Kur’an’ın İbrahim Suresi 14/7 ayetinde
buyruldu: “Lein şekertüm leezidenneküm.” “Eğer şükre-
derseniz rızıklarınızı mutlaka artıracağım.”
Ve yine biliniz ki, Fatiha’nın on adı vardır. Evveli
“Fatihatu’l-Kitab.”. İkinci “Ümmül-Kur’an.” Üçüncü
“Seb’u’l-Mesani”dir. Dördüncü “Suretü’ş-Şifa.” Beşinci

136
Hacı Bektaş-ı Velî •

“Esasü’l- Kur’an.” Altıncı, “Kısmetü’t-Tur.” Yedinci “Sure-


tü’t-Tekbir.” Sekizinci “Üstac-ı Suretü Medeniye.” Doku-
zuncu, “Suretü’n-Nur”. Onuncu, “Elhamdü Suresi.” Bu
on adın her birinden hikmet vardır. Amma evvel kalem
bunu levh-i mahfuzda yazdı. Namazda dahi Fatiha oku-
nur. Onun için adı Fatiha’dır. İkinci Ümmü’l-Kur’an’dır.
Zira bütün kitapların aslıdır. Üçüncü, Seb’ul-Mesani’dir.
Zira namazın her re’katında bu yedi ayet bir defa oku-
nur. Yukarda belirtildiği üzere yedi cehennemin adında
geçen yedi harf Fatiha’da yoktur. Resulullah buyurdu
ki; Hakk Teala bana başka peygamberlere vermediği
iki nur verdi. Evveli Fatiha, ikinci Bakara Suresi. Bu ka-
dar ayetlere karşılık istemedi. Bu konuda Kur’an Hicr
Suresi 15/87 ayetinde buyurdu: “Vele-kad ateynake
seb’an mine’l mesani ve’l kur’anel azim” And olsun sana
çift mânâlı yedi tekrarlanan yedi ayeti (Fatiha’yı) ve
Kur’an’ı verdik. Yine Fatiha’ya Suretü’l-Esas derler yani
esas-temel yapı-bina demektir. Göklerin binası beytü’l-
ma’mur’dur. Yerin binası Ka’be’dir. Ve cennetin binası
cennat-i adn’dır. Cehennemin binası haviye’dir. Kitapla-
rın binası Fatiha’dır. Resulullah buyurdu: Kur’an, İncil,
Zebur içinde anlatılanların tamamı Kur’an’da toplandı
ve anlatıldı. Fatiha’yı kim okursa İncil, Tevrat, Zebur,
Kur’an okumuş gibi sevap alır.” “Elhamdü” beş harftir,
namaz da beş vakittir. Her kim beş harfi okursa nama-
zında kusur olsa bile bu beş harf hürmetine bağışlanır.
“lillah” üç harftir. Üçü beşe eklersen sekiz olur. Bu sekiz
harfi “Elhamdülillah”ı okuyana sekiz uçmak, yani sekiz
cennet verilir. “Rabbi’l-alemin” on harftir. Onu sekize
katarsan on sekiz olur. Her kim on sekiz harf olan “El-

137
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
hamdülillahrabbi’l-alemin”i okursa on sekiz alem içinde
bulunanlar sayısınca sevap bulur. “Errahmanirrahim”
on iki harftir. On sekize katarsanız otuz olur. Sırat köp-
rüsü otuz bin yıllık yoldur. Her kim otuz harfi okursa
sıratı yıldırım gibi geçer. “Maliki yevmiddin” on iki harf-
tir. Otuz harfi katarsan kırk iki olur. Buna da kırk iki
yıl ibadet etmiş gibi sevap verilir. “İyyakenabudu” sekiz
harftir. Kırk iki harfi katarsan elli olur. Kıyamet günü
elli bin yıllık yoldur. Delili Kur’an Mearic suresi 70/4-
5 ayetidir. “Fi yevmin kane miktaruhu hamsine elfe
senetin fasbir sabran cemila” melekler ve ruh, miktarı
elli bin yıl olan bir günde ona yükselirler. Artık güzel
bir sabırla sabret. Her kim o harfi okursa Hakk Teala
ona gölge eder, korur. “Ve iyyakenestain” on bir harftir.
On biri elliye katlarsan altmış bir olur. Hakk Teala yer-
de, gökte bir deniz yarattı. Her kim bu altmış bir harfi
okursa o deniz damlası kadar sevap kazanır. “İhtinas
sıratal müstakim” on dokuz harftir. On dokuzu altmış
bir eklersen seksen olur. Her kim bu seksen harfi okur-
sa seksen yıl oruç tutmuş, gecesini ibadet ile geçirmiş
gibi sevap alır. “Sıratellezine enamte aleyhim” on dokuz
harftir. On dokuzu seksene eklersen doksan dokuz olur.
Hakk Teala’nın doksan dokuz adı vardır. Her kim dok-
san dokuz harfi okursa Hakk Teala o insana Allah’ın
doksan dokuz ismini okumuş, anmış gibi sevap yazar.
“Gayril mağdubi aleyhim” on beş harftir. On beş harfi
doksan dokuza eklersen yüz on dört harf yapar. Her kim
yüz on dört harfi okursa, Kur’an yüz on dört suredir.
Kur’an’ın tamamını okumuş kadar sevap kazanır. “Ve-
leddallin” on harftir. On harfi yüz on dörde eklersen

138
Hacı Bektaş-ı Velî •

yüz yirmi dört eder. Hakk Teala eksiğiyle fazlasıyla yüz


yirmi dört bin peygamber yarattı. Her kim Fatiha su-
resini okursa Allah Teala’nın izniyle evvela peygamber-
ler kadar mükafat ve sevap kazancaktır. İlahî yazanı,
okuyanı ve bütün Müslümanları sen mahrum eyleme.
Padişahlar padişahı Ya İlahî Nebi’nin hürmetine bi rah-
metike rabbul alemine. Âlemlerin Rabbi rahmetinden
bizleri esirgeme” (Altınok, 2010:201).
Araştırmacılar, Fatiha Suresi Tefsiri’nin Bes-
mele Tefsiri’yle ortak özellikler taşıdığını düşün-
mektedirler (Altınok, 2010:171), (Özcan, 2008:41).
Besmele Tefsiri Miraç hadisesiyle başladığı gibi Fa-
tiha Tefsiri de Miraç’ta Hz. Muhammed’in duymuş
olduğu sesin kaynağını Cebrail’e sormasıyla başlar.
Peygamber, Cebrail’in bildirmesiyle gayya kuyu-
sundan haberdar olmuş ve korkmuştur.
Besmele Tefsiri’nde inananların Allah’ın rah-
met ve mağfiretinden ümit kesmemeleri salık veri-
liyordu. Fatiha Tefsiri’nde ise inananların İslam’ın
önemli şartlarından namaza devam etmeleri öğü-
dü verilmiştir. Hz. Muhammed’in “Namaz dinin
direğidir.” hadisi aktarılarak, insanların dünya işle-
rine dalarak özr hâli olmadan namazını terk etme-
si durumunda günahkâr olacakları ifade edilir. An-
cak yine peygamberin dilinden Allah’ın namazını
kılan kimsenin nimetini artıracağı anlatılır. Kullar,
nimete karşı nankörlük yapmamalıdırlar. Tefsirin
devamında duanın kul için tek kurtuluş yolu ol-
duğu beyan edilir. Ulu’l-azam peygamberlerin dua
ederek kurtuldukları söylenir. Kul için şeytanın

139
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
şerrinden kurtulmanın yolu Fatiha suresidir.
Tefsirin başında Fatiha suresindeki kelimele-
rin teker teker anlamları verilerek bir nev’i tercü-
me yapılmış olur. Bu durum Arapça bilmeyen din
mensuplarının okumuş oldukları ayetleri en güzel
şekliyle kavramalarını sağlama hedefinin sonucu-
dur.
İnananlara Hz. Ali üzerinden Fatiha suresinin
yüceliği ve okunduğunda ulaşacakları nimetler an-
latılır.
Fatiha Tefsiri’nin bundan sonraki sürecinde
kısmen felsefî kısmen itikadî olarak Allah’ın evre-
ni yaratma macerasından kısa anektodlar aktarıl-
maktadır. Bu yaratma süreci tabi ki Fatiha suresi-
nin ayetleri ekseninde izah edilmeye çalışılmıştır.
Fatiha tefsirinde kulun şahsî din hayatını yön-
lendirme amaçlı ifadeler olduğu gibi sosyal hayata
yönelik açıklamalarda dikkat çekicidir. Mesela mü-
fessir, Allah’ın kendine dost edindiği şeyleri açıklar.
Bunlardan ilki el yıkamaktır, temiz elle nimetlere
dokunulduğunda bereketlenir yani Allah temizliği
sevmektedir. İkincisi Cenab-ı Hakk, sabırlı olan-
ları sever. Üçüncü olarak Allah, kendi farzlarını
işleyeni ve peygamberin sünnetini yerine getireni
sever. Bu ifade Hacı Bektaş Veli’ye göre farzlarda ve
sünnetlerde bir önceleme olmadığının, muhakkak
farzların ve sünnetlerin yerine getirilmesi gerekti-
ğinin en bariz kanıtıdır. Dördüncü olarak Allah,
tevekkül edeleri sever. Fakirlik, çaresizlik ve yalnız-
lık içindeki Türk milletine verilebilecek en büyük

140
Hacı Bektaş-ı Velî •

öğütlerden birisi bu olsa gerektir. Tevekkül, kulun


gerektiği gibi çalıştıktan sonra işin sonucunu Al-
lah’a havale etmesidir. Yani insanlar çalışmaktan
ve üretmekten uzak durmamalıdırlar. Velev ki top-
raklarında türlü olumsuzluklar olsun! Beşinci ola-
rak Allah, şükredenleri sevmektedir. Yani çalışan
ve nimete kavuşan kul, gücü ve iradeyi Allah’tan
bilmelidir. Dolayısıyla temizlik, sabır, dinin gerek-
lerini yerine getirmek, tevekkül ve şükrün toplu-
mun temel dinamiklerini ayakta tutan değerlerden
olduğu düşünülmelidir.
Hacı Bektaş Veli, tefsirinde Fatiha’nın on ismi-
ni teker teker hikmetleriyle beraber açıklar.
Tefsirde Hz. Muhammed’in “Kur’an, İncil, Ze-
bur içinde anlatılanların tamamı Kur’an’da toplan-
dı ve anlatıldı. Fatiha’yı kim okursa İncil, Tevrat,
Zebur, Kur’an okumuş gibi sevap alır.” hadisine de
yer verilmiştir. Kanaatimizce buradaki amaç, yeni
dine girenlerin eski inançlarındaki her şeyi faz-
lasıyla İslam dininde bulabileceklerinin dayanak
noktasını teşkil etmektedir.
Tefsirin son bölümünü Fatiha suresindeki ayet-
lerin sayısal olarak hesaplanması oluşturur.
“Fatiha süresi önce Allah’ı en belirgin nitelikle-
riyle tanıtmakta ve insanı sağlam bir imanla O’na
yöneltmekte, yaratıcıya ve yaratılmışlara karşı so-
rumluluk duygusuyla hareket etmeyi dinin ve din-
darlığın temeli olarak belirlemektedir. Sürenin,
insanoğlunu yaratıcısıyla ve hemcinsleriyle uyum
içinde yaşatmak şeklindeki evrensel hedefi gerçek-

141
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
leştirmeyi gaye edindiği dikkate alınırsa onun sa-
dece Kur’an’ın özü değil aynı zamanda bütün hak
dinlerin de özü olduğu sonucuna varılabilir” (Işık,
1995:254) cümlesinden hareketle Hacı Bektaş Ve-
li’nin de Fatiha tefsiriyle inanan hiç kimseyi halka
dışında bırakmadığı görülecektir. Yeter ki kul sa-
mimi olsun ve insanlık onurunu, erdemini öncele-
yen dinin temel gereklerini yerine getirsin.

Sonuç
Yesevîliğin ve takipçilerinin temel felsefeleri insa-
na saygıdır. Onlar, yeryüzünde Allah’ın gölgesi olarak
gördükleri insana büyük değer vermişlerdir. İnsan da
yaratılışına uygun olarak erdemli bir hayat sürmeli ve
halife-i arz hitabına layık olmaya çalışmalıdır. Bu se-
beple Hz. Mevlânâ “Yaratılanı sevdim yaratandan ötü-
rü!” derken Hacı Bektaş Veli tüm yaratılanları tek çatı
altında toplanmaya davet etmiş ve “Bir olalım, iri ola-
lım, diri olalım!” diye seslenmiştir.
İbadetler, kişinin Allah’a olan inanç ve sorumlulu-
ğunu her daim taze tutarak kulun kendi iç hesaplaşma-
sının ilk aşamasını oluşturmaktadır. İyi bir insan olma,
iyi bir vatandaş olmayı gerektirir. Bu vesileyle Hacı
Bektaş Veli, sabrı, şükrü, tevekkülü, temizliği öğütle-
miş; “Eline, beline, diline sahip ol!” demiştir.
Hacı Bektaş Veli’nin anlayışı “tasavvufun yapı-
sından kaynaklanan geniş bir hoşgörüye dayanmakla
beraber, aynı zamanda mühtedileri birden bire kendi
kültür çevrelerinden koparıp ürkmelerine sebebiyet
vermeden eski inançlarını da kendi içerisinde değer-

142
Hacı Bektaş-ı Velî •

lendiren bağdaştırmacı (syncretique) bir İslam” (Ocak,


1996:456) anlayışıdır. Onun bu tavrı Türkiye toprakla-
rındaki müslim ve gayr-ı müslim tebaa arasında uzun
soluklu birliktelik oluşmasına sağlamıştır. O kadar ki,
“bölge Hristiyanlarının da ona büyük bir yakınlık duy-
duğu ve kendisini Aziz Charalambos adıyla takdis et-
tikleri bilinmektedir” (Ocak, 1996:456)
Anadolu topraklarının Müslümanlaşarak sonsuza
kadar Türk kalmasını sağlayan Hacı Bektaş Veli, İs-
lam’ın temel dinamiklerinden asla taviz vermeden ama
Arap İslam’ının katı kurallarını da önemsemeden Türk
tasavvuf geleneğinin kurucu çizgisinde durarak bir ta-
raftan Türkmen köylüsüne İslamiyet’i anlatırken diğer
yandan etrafındaki Hıristiyanlarla iyi ilişkiler kurarak
bunların İslam’a geçişini sağlamıştır. Ayrıca istila dö-
neminde Türkiye’ye gelen fakat öyle veya böyle burada
kalmış olan Şamanist Moğollara da İslam’ı anlatmış, bu
vesileyle talebelerini en ücra köşelere göndermiştir.
13.yüzyılda başlayan Mevlana ve Hacı Bektaş Ve-
li’nin mühim rolü kendilerinden sonra da devam et-
miş Mevlevî ve Bektaşî tarikatları yüz binlerce takip-
çiye ulaşarak sadece Osmanlı Devletinin teşekkülü ve
devlet sisteminin kurulmasında değil, devletin sonraki
süreçte korunmasında ve ihtiyaç duyduğu insan kay-
nağının temininde en etkin ve en önemli güç olmuşlar-
dır. Mevlevî tarikatı eğitim seviyesi yüksek münevver
diyebileceğimiz bir alanda yayılma imkânı bulurken
sıradan halk kitleleri arasında Bektaşiliğin yayıldığı
görülür.
Dolayısıyla her zaman birlik ve beraberlik içinde

143
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bulunmayı öğütleyen Türk tasavvuf geleneğinin aynı
kaynaktan gelen pınarları olan Mevlevîlik, Bektaşîlik,
Nakşibendîlik vs. Türkiye topraklarının birleştirici ve
bütünleştirici harcıdır. Bunları farklı inanç sistemleri
gibi göstermeye çalışmak veya birisini diğerinin zıd-
dı ve hilâfı gibi düşünmek her halde Türk milletine
ve onun kanaat önderlerine yapılan en büyük ihanet
olacaktır. Çünkü Müslüman Türk’ün yaşam şifreleri bu
irfan büyüklerinin elindedir.

Kaynakça
Altınok, Baki Yaşa (2010). Fatiha Suresi Tefsiri.
Hacı Bektaş Veli Külliyatı. Ankara: Gazi Üniversitesi
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
Altınok, Baki Yaşa (2010). Fevâid. Hacı Bektaş Veli
Külliyatı. Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
Aytaş, Gıyasettin (2010). Makâlât-ı Gaybiyye ve
Kelimât-ı Ayniyye. Hacı Bektaş Veli Külliyatı. Anka-
ra: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi.
Banarlı, N. Sami (2001). Türk Edebiyatı Tarihi 1,
İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.
Ceyhan, Semih; Topatan, Mustafa (2008). İsmail
Rüsûhî Ankaravî Mesnevî’nin Sırrı Dîbâce ve İlk 18
Beyit Şerhi. İstanbul: Hayy Kitap.
Coşan, Esad (1987). Hacı Bektaş Veli ve Makalat.
İstanbul: Seha Neşriyat.
Debbağoğlu, Ahmet (1977). Besmele. Türk Dili ve
Edebiyatı Ansiklopedisi C.1. İstanbul: Dergâh Yayın-
ları.
Devellioğlu, Ferit (1999). Osmanlıca-Türkçe An-
siklopedik Lügat. Ankara: Aydın Kitabevi.

144
Hacı Bektaş-ı Velî •

Duran, Hamiye (2005). “Besmele Tefsiri”. Türk


Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Bahar,
S.33.
Duran, Hamiye (2010). Besmele Tefsiri. Hacı Bek-
taş Veli Külliyatı. Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kül-
türü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
Güzel, Abdurrahman (2009). Dinî-Tasavvufî Türk
Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Akçağ Yayınları.
Boşkuş, Metin (2001). “Anadolu Selçuklarında
Sosyal, Dini ve Mezhebi Yapı” CÜİFD. c.5, sy.2, Sivas.
Ocak, Ahmet Yaşar (1996). Hacı Bektaş-ı Veli. Tür-
kiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C.14. İstanbul:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Özcan, Hüseyin (2008). Fatiha Tefsiri Hacı Bektaş
Veli. İstanbul: Horasan Yayınları.
Özcan, Hüseyin (2008). Hacı Bektaş Veli’nin Fati-
ha Tefsiri. Millî Folklor. Yıl 20, sayı 80, s.39-52.
Sadreddin Konevî (2009). Fâtiha Suresi Tefsiri.
(Ter. Ekrem Demirli). İstanbul: İz Yayıncılık.
Şimşek, Yaşar (2016). Hacı Bektaş Veli’nin Fatiha
Tefsirinin Bilinmeyen Bir Nüshası. Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi. S.77, s.235-256.
Tatçı, Mustafa (2005). Yunus Emre Dîvânı Tenkitli
Metin. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Turan, Osman (2013). Selçuklular Zamanında
Türkiye. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Uludağ, Süleyman (2012). Tasavvuf Terimleri Söz-
lüğü. İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.

145
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

Bireysel ve Toplumsal Bağlamda


Kitab-ul Fevâid Üzerine Bir İnceleme

Arif GÜNDÜZ40∗
Lütfi DİKMEN41∗∗

Giriş
Bir eseri analiz edebilmek için onu yazanı ve eserin
yazıldığı dönemin kültürünü, sosyolojik yapısını, ta-
rihsel yapısını bilmekte fayda vardır. Dolayısıyla eseri,
yazarından ayrı incelemek abesle iştigal olur. 13. yüz-
yılda yaşamış olan Hacı Bektaş-ıVelî, günümüzde dahi
düşünceleri ile insanları etkileyen bir varlığa sahiptir.
Yaşam felsefesi bugün çoğu ülkelere yayılmış ve halk-
lar tarafından yaşanmakta ve yaşatılmaktadır. Bu min-
valde Kitab-ul Fevâid’i yazan Hacı Bektaş-ı Velî’nin
hayatına kısaca bakmakta fayda vardır.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum tarihi hakkında ke-
40∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Öğrencisi
41∗∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ,Sosyal Bilimler Enstitüsü
Öğrencisi

146
Hacı Bektaş-ı Velî •

sin tarihsel bir bilgi yoktur. Araştırmacılara göre üze-


rinde ittifak edilen tarih miladi 1209 yılıdır. Bu konuda
Güzel, 2011’de yayımladığı eserinde şöyle demektedir:
‘’Kanaatimce Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum tarihinin
1209 olma ihtimali daha kuvvetlidir. Eğer onun doğum
tarihini 1248’lere götürürsek Ahmet Yesevî ile görüş-
me ihtimali daha zayıflayacaktır. Bu sebeple onun XIII.
yüzyılın birinci yarısında doğmuş olduğuna kesin gö-
züyle bakabiliriz’’.
Bektaş; eş, denk, benzer demektir.Çoğunlukla da
san olarak kullanılmıştır.
Kaynaklara göre Hacı Bektaş-ıVelî’nin Soy Ağacı
(Aile Silsilesi/Şeceresi) şöyledir: İmam Ali, İmam Hü-
seyin, İmam Zeynelabidin, İmam Ca’fer Sadık, İmam
Mûsa Kazım, Es-Seyyid İbrahim El-Mükerrem El-Mü-
cab, Es-Seyyid Hasan El-Mücab,Es-Seyyid Muham-
med, Es-Seyyid Mehdi, Es-Seyyid İbrahim, Es-Seyyid
Hasan, Es-Seyyid İbrahim,Es-Seyyid Muhammed,
Es-Seyyid İshak, Es-SeyyidMûsa Es-Seyyid İbrahim
Es-Sani,Es-Seyyid Hacı Bektaş-ı Velî’dir (Eyüboğlu,
1989:60).
Türk halk Müslümanlığının öncülerinden Hoca
Ahmet Yesevî’den ve Lokman-ı Perende’den ders-
ler alan Hacı Bektaş-ı Velî, Ahmet Yesevî tarafından
halifelik sembolleri verilerek Anadolu’ya gönderilir.
Mekke’ye giden Hacı Bektaş-ı Velî hac görevini yerine
getirerek ‘’Hacı’’ lakabını alır. Aşıkpaşazade tarafından
nakledilen bilgiye göre Amasya, Kayseri, Sivas şehir-
lerine giden Hacı Bektaş-ı Velî en son yerleştiği ve öğ-
retisini yaydığı Sulucakarahöyük’e varır. “Hacı Bektaş-ı

147
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Velî Sulucakarahöyük’e geldiği zaman İdris Hoca ile
karısı Kutlu Melek’in (Kadıncık Ana’nın) misafiri olur,
kendisinin ilk müritleri de bunlardır” (Duran, 2007: 23-
24).
Çobanlıkla geçimini sağlayan Hacı Bektaş-ı
Velî’nin kerametleri de kısa sürede dillere düşer. Kısa
zamanda kendisini bulunduğu topluma kabul ettiren
Hacı Bektaş-ı Velî ‘nin çevresine yavaş yavaş müritler
de toplanmaya başlar. Bu dönemde Seyyid Mahmud-i
Hayrani, Ahî Evran gibi Rum evliyaları ile yakın mü-
nasebette bulunur.
Çevresindeki insanlara ve Moğol idarecilerine
doğru yolun ne olduğunu anlatarak bir kısmının hi-
dayete ermesine vesile olur. Aynı zamanda kendisine
halef olacak bireyleri de yetiştirmekle uğraşır. Halife-
lerine icazetlerini vererek Anadolu’nun türlü yerleri-
ne irşad görevinde bulunmalarını sağlar. Bu hal üzere
vefat eden Hacı Bektaş-ı Velî ardından kendi öğreti-
sini bugünlere taşıyacak halifeler bırakmıştır (Ocak,
2014:178).
Hacı Bektaş-ı Velî’yi bulunduğu topluluğu sözle-
riyle, öğütleriyle, eylemleriyle etkileyen, aydınlatan bir
mana eri olarak görmek daha kıymetli bir bakış açı-
sı olacaktır. Doğum tarihî ittifakla kabul edilen Hacı
Bektaş-ı Velî’nin ölüm tarihî noktasında da ayrı gö-
rüşler vardır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin 63 yıl yaşadığı ve
1270’te vefat ettiği belirlenmiştir. Mezarı Hacı Bektaş
dergâhındadır.

Hacı Bektaş-ı Velî’nin Eserleri

148
Hacı Bektaş-ı Velî •

1. Kitab-ul Feva’id
2.Besmele Şerhi
3.Makâlât
4.Fatiha Suresi Tefsiri
5.Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimat-ı Ayniyye
6.Nesayih
7.Şathiyye
Kitab-ul Fevâid’e Dair
Baha Said Bey ve Fuat Köprülü, Fevâid’ in varlığı-
nı ilk duyuranlardandır. Abdülbaki Gölpınarlı, Fevâid’
in geniş bir eserini gördüğünü ve eserdeki birçok ko-
nunun Mesnevi’de, Sultan Veled’ in eserlerinde, Mol-
la Cami’nin Nefahat’ ında da bulunduğunu belirterek
eleştirel bir üslupla anlatır.
Ethem Rûhi Fığlalı, Kitâb-ul-Fevâid’ in Ahmet Ye-
sevî’nin “Divan-ı Hikmet” eserinden esinlenilerek ya-
zıldığını belirterek eserin üçüncü şahıs ağzından anla-
tıldığını ve Hacı Bektaş’ ın kaleminden çıktığını, eserin
isminin bizzat kendisince verildiğini belirtir.
Farsça yazılmış bir eserdir. Çoğunluk itibariyle na-
killerden oluşmuştur. Bu eserinde nübüvvet makamı-
na ulaşırken peygamberin geçirdiği merhaleler (iman,
abid, zahid, arif ve velayet) ele alınmıştır (Gölpınarlı,
1959:27). Tasavvufun temel olgularından olan ‘’Dört
Kapı Kırk Makam’’ bu eserde geçmektedir. Genel iti-
bariyle öğütler içermektedir. Faydalı bilgiler anlamı-
na gelen bu kitapta Hacı Bektaş-ı Velî’ ye ait olmayan
yazılar da vardır. İçerik olarak Makâlât-ı Gaybiyye ve
Kelimat-ı Ayniyye ile benzeşmektedir. Eserde kullanı-
lan dil, üslup, örneklerin niteliği Hacı Bektaş-ı Velî’nin

149
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
diğer eserleriyle yüksek oranda benzeşmektedir. Do-
layısıyla eser onun düşünceleri sonucunda oluştuğu
için Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait olduğunu belirtebiliriz.
Bu konuda, Fuad Köprülü’de eserin Hünkâr’a ait oldu-
ğu hususunda kuşku bulunmadığını belirtir (Köprülü,
1927: 139).
Sosyolojik Bağlamda Kitab-ul Fevâid
Fevâid Farsça yazılmış öğütler içeren bir kitaptır.
Eser içeriğindeki konuların nakil yoluyla aktarılmış
olması, başka eserlerde de aynı konunun işlenmesine
mani değildir. Eser Besmele ile başlamaktadır. Dünya
ve ahiret işlerinde besmele ile başlamak işin hayırlı ve
bereketli olması için önemlidir. Türk toplumundada
önemli görülen bir alışkanlıktır.
Hacı Bektaş-ı Velî bir konu hakkında görüş veya
açıklama beyan edeceği zaman ‘’Şeriat sözlerimdir, ta-
rikat eylemlerimdir’’ hadisi ile başlangıç yapar. Bunun
sebebi ise mana (Batınî ilim) âleminde ayakları yere
sağlam basmaktır.
Eserin üzerinde durduğu genel konular peygam-
berin nübüvvet makamına geçerken aştığı merhaleler
(iman, abid, zahid, arif, velayet vb.), tasavvufun ilkele-
ri, dünya ve ahiret güzelliğini yakalamak için yapılma-
sı gerekenler üzerinde durulmuştur. Bahsedilen konu-
lara bakılacak olursa temelde insan olmanın erdemleri
üzerinde durulmuş ve toplumu oluşturan bireylerin
hepsi insan olma çabasını güderse toplumda iyilik ha-
linin zuhur edeceğini söyleyebiliriz.
Bireysel ve toplumsal değişim aşamalı gerçekle-
şen bir durumdur. Aniden gerçekleşmez. Toplumdaki

150
Hacı Bektaş-ı Velî •

manevî şahsiyetlerin çaba ve gayreti iyiliğin/iyi olma


halinin yaygınlaşmasına, kötülüğün/kötü olma hali-
nin engellenmesine neden olur. Nasıl ki vücudun bir
bölgesinde hastalık tedavi edilmezse tüm vücudu etki-
si altına alırsa, toplumda da var olan kötülük/ler iyi-
leş/tiril/mezse toplumda ifsad (bozulma) baş gösterir.
Toplumdaki bu bozulmayı engelleyenler arifler, abid-
ler, zahidlerdir. Hacı Bektaş-ıVelî, Hoca Ahmet Yesevî,
Yûnus Emre gibi önder şahsiyetler bu kişilikleri yetiş-
tiren iklimlerdir.
Mana âleminin erlerinin tuttuğu yol aşk yoludur.
Bu yolda görünenin tasavvurundan geçilerek asıl özne-
ye ulaşma çabası vardır. Bu öznenin buyurduğu fikir-
ler, insanlığın huzuru, mutluluğu ve saadetini mevzu
bahis edinen fikirlerdir. Büyük huzuru sağlayacak olan
da en büyüğün huzurundan bir rahmet olarak gelen
manalardır. Hakk’ın mana erlerine bahşettiği rahmet
ledün ilmi (Allah ile ilgili bilgi ve sırlara ait ilim, gayb
ve mârifet ilmi)’ dir. Bu ilmin sahibi olan mana erle-
ri zihnimizin çorak topraklarını sulayarak bize doğru
yolu bulmada gayret etmişlerdir (Avşar, 2016:10).
Bir mana eri olan Hacı Bektaş-ıVelî’nin Makâlât
adlı eserinde yer alan ve insanı kemal derecesine çıkış
yolunu gösteren ‘’Dört Kapı Kırk Makam’’ Fevâid’te
de geçmektedir. Hoca Ahmet Yesevî irşat için Hacı
Bektaş-ı Velî’ye, bütün yol sahiplerinin ‘’Dört Kapı
Kırk Makam’’ı bilmesi gerektiğini söylemiştir (Altınok,
2010:31). Bunlar; şeriatte on makam, tarikatte on ma-
kam, marifette on makam ve hakikatte on makamdır.

151
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Dört Kapı Kırk Makam
A.Şeriatte On Makam
1.İman etmek( Allah’a,meleklere,kitaplara, pey-
gamberlere,kıyamet gününe,hayır ve şerrin Allah’tan
geldiğine iman etmek)
2.Müslüman olmak
3.Dili boş ve kötü sözden korumak
4.İlim öğrenmek
5.Nikâhlanmak
6.Helal yemek
7.Peygamberin söz ve davranışlarına uymak
8.Allah’ın yarattıklarına sevgi ve merhamet göster-
mek
9.Helal giyinmek
10.Nefsine doğruları emretmek
B.Tarikatte On Makam
1.Tövbe etmek
2.Temizlenmek
3.Mürit olmak
4.Korku ve ümit arasında olmak
5.Öfkeyi yok etmek
6.Hizmet etmek
7.Zembil, makas, kandil ve çerağ icazeti
8.Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek
9.Cem olmak, öğüt vermek ve muhabbet
10.Dünyadan vazgeçmek
C.Marifette on makam
1.Nefsin edebi
2.Dervişlerin iç dünyasından korkmak
3.Yasaklardan kaçınmak

152
Hacı Bektaş-ı Velî •

4.Doğruluk ve temiz bağlılık


5.Haya etmek
6.Cömertlik
7.İlim
8.Salih amel
9.Kalbin temiz olması
10.Kendi nefsini tanımak
D. Hakikatte on makam
1.Teslim olmak
2.Yetmişiki millete bir gözle bakmak ve eşit hizmet
etmek
3.Nereden geldiğinin bilmediğin lokmaya el sür-
memek
4.Yedi uzvu (baş, göğüs, sırt, eller, beyin, kalp, ci-
ğer, dalak, karaciğer, safra kesesi, mide) Hakk yolunda
hizmete adamak
5.Canlıları zaruret haricinde öldürmemek
6.Manevi yolculuk ve gözlem
7.Dili uygun olmayan şeylerden korumak
8.İbadet ve Allah’a yakarış
9.Allah’ı birlemek (tevhid)
10.İç bilgi gözünü açmak, dini öğrenmek ve sus-
mak.( Altınok, 2010:29-43)
Hacı Bektaş’ ta ‘’Dört Kapı Kırk Makam’’ anlayışı
aynı zamanda tasavvufun da insana bakışını özetler
niteliktedir. Kişi, insan-ı kâmil olmak için ‘’Dört Kapı
Kırk Makam’’ı her yönüyle anlayıp hayatına aksettir-
melidir. Bu bahiste geçen davranışlar aynı zamanda
toplumdaki ahlaki nizamı tesis eden davranışlardır.
Bu davranışlar toplumun bireyleri tarafından hayata

153
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
uygulandığında, toplumsal düzen sağlanmış olacaktır.
Hacı Bektaş-ıVelî’ye göre tarikat ehli insanların en
önemli özelliklerinden biri nefsin arzularına uyma-
maktır ve bundan daha kısa yolu insanların gönlüne
girebilmektir. Yûnus Emre’nin dediği gibi bin hac’dan
daha iyisi bir insanın gönlüne girmektir. Allah Kur’an-ı
Kerim Maide Suresi 32. ayette buyurmuştur ki:’’Bir in-
sanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş gibidir.Bir insanı
dirilten tüm insanlığı diriltmiş gibidir’’. Hacı Bektaşlar,
Yûnus Emreler insanlığı dirilten mana erleridir.
Hacı Bektaş, dervişleri ikiye ayırır: Derviş gibi gö-
rünenler ve dervişler. Derviş gibi görünenler derviş
kılıklı olup gerçek manada bir derviş gibi yaşamayan,
gerekliliklerini yerine getirmeyen kişilerdir. Bunlar
harama el uzatan, oruç tutmayan, kalp kıran, görü-
nürde berrak ama içten riyakar, hoşgörüsüz, yalan
söyleyen, kalpleri katılaşmış gerçeği görmeyen tipler-
dir. Asıl dervişler gönülleri gamla dolu, mütevazı, kin
gütmeyen, aza kanaat eden, sürekli Allah’ın rızasını
gözeten kişilerdir. Dervişler tamahı terk eden, reddet-
meyi terk eden ve biriktirmeyi terk eden kişilerdir. Bu
kişiler ‘’Dört Kapı Kırk Makam’’dan belirli aşamalar-
dan geçerek abid, zahid ve arif olurlar. Abidler beden-
le ibadet eden, zahidler kalple ibadet eden, arifler ise
canla ibadet eden kimselerdir. Evliyalar ise kendi nef-
sini yok sayan ve ona düşman olan kişilerdir ( Altınok,
2010:47-53).
Kıta
Her nerede olursan ol yar seninle,
Başka yerde ne ararsın ey serseri?

154
Hacı Bektaş-ı Velî •

Bir kilimin altında bile seninle olan o iken,


Yürü git arkadaş yalnız başına ol.
İnançlı kimseyi ‘’Kişinin imanının en makbulü ne-
rede olursa olsun, Allah’ın onunla olduğunu bilmesidir’’
hadisiyle ifade eden Hünkâr, idrak eden herkese bu
dersin yeteceğini söylemektedir ( Altınok, 2010:59).
Hacı Bektaş’ a göre âlemlerin sayısı beştir.
1.İlahlık âlemi( Âlem-i zat)
2.Sıfat âlemi(Âlem-i sıfat)
3.Ruhlar âlemi( Âlem-i melekut)
4.Eserler âlemi( Âlem-i mülk)
5.İnsanlık âlemi
Bu âlemlerden ilk üçü görünmez olan, sadece var-
lığına inanılan, bilinmez olandır. Diğer ikisi duyularla
algılanabilen, görülen âlemdir. Kişinin yaradılıştaki
hikmetin künhüne vakıf olması âlemleri bilmesiyle
orantılıdır ( Altınok, 2010:65).
Hacı Bektaş-ıVelî Hz. İbrahim kıssasıyla peygam-
berliğin aşamalarını bize şu şekilde aktarır: Hz. İbra-
him kendinden önceki nebileri doğrulayarak mümin,
çokça ibadet ederek abid, dünyadan yüz çevirerek za-
hid, eşyanın hikmetini bilerek arif, Allah onu muha-
tab alarak veli, insanlığı Hakk’a çağırarak nebi, kitap
indirilmesiyle resul, yeni şeriat ile peygamber olmuş-
tur (Altınok, 2010:67).Bu mertebeler aynı zamanda
tarikat ehli insanların ‘’Dört Kapı Kırk Makam’’ı bilip
hayatına aktarmasıyla belli yere kadar kazanılabilecek
mertebelerdir. Buna ulaşmak için sabırlı ve azimli ol-
mak gerekir. Yine bu kıssada Hz. İbrahim’i ruha, İsma-
il’i kalbe, Cebrail’i akla, koçu da nefse benzeterek yol

155
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
sahibi olabilmek için kişinin tüm isteklerinden vazgeç-
mesi gerektiğini ifade etmektedir (Altınok, 2010:101).
Batınî bilgileri örnekteki gibi bize aktaran Hacı Bektaş
böylece mana âlemini de bize aktarmış oluyor.
Nebilerin ve velilerin tüm mucize ve kerametlere
(ayın ikiye ayrılması, ölüyü diriltme) kadir olduğunu
belirten Hacı Bektaş, gösterdikleri mucize ve keramet-
lerin çağın gerekliliğine göre ortaya çıktığını söylemiş-
tir (Altınok, 2010:81). Bunu güzel bir benzetmeyle
şöyle ifade edebiliriz: Nasıl ki doktor hastaya göre teda-
vi uyguluyor ve hastalığın oranına göre ilaç belirliyorsa
diğer bir deyişle nabza göre şerbet veriyorsa, toplumun
problemlerini halletmek için problemin kaynağını be-
lirleyip ona göre hareket etmek gerekir. İnsanlara iyi-
yi, güzeli onların anlayacağı dilde aktarmak gerekir.
Nitekim peygamberler geldikleri toplumu uyarırken
toplumun sosyolojik yapısından hareketle değişim ve
dönüşümü başarmışlardır.
Hacı Bektaş-ı Velî’ye göre kişi adil olmazsa yönetici
olamaz, bir topluluk düşmanı hakkında araştırma-in-
celeme yapmazsa ona üstün gelemez, alçak gönüllü
olmadan başkalarının kalbi kazanılamaz, sabırlı olun-
mazsa isteklere ulaşılamaz (Altınok, 2010: 89). Adale-
tin idarecilerin en önemli özelliği olduğunu belirten
Hünkâr, bir toplumun temel direklerinden birinin
adalet olduğunu ifade etmiştir. Devamında yönetimi
koruyan üç temel şeyi ifade eder: Din temizliği, güve-
nilir danışmanlar ve kararlı olmak. Hünkârın 13. yüz-
yılda verdiği mesajlar günümüzde hâlâ geçerliliğini
korumaktadır. Bu durum verilen mesajların evrensel-

156
Hacı Bektaş-ı Velî •

liğini ortaya koymaktadır.


Hz. İsa’dan nakille Hacı Bektaş, insanı kurtulu-
şa götürecek dört şeyin olduğunu söyler. Bunlar; az
söylemek, az uyumak, az yemek ve bir köşeye çekil-
mek(Altınok, 2010:89). Bu dört durum aynı zamanda
kişinin geleceğini kurtaracak ve başarılı olmasını sağ-
layacak fiillerdir.
Hacı Bektaş-ıVelî ilmin kapısı Emir’ül Mü’minin
Hz. Ali’den şunu nakletmiştir: ’’Birgün Emir Hz. Ali’ye
(r.a) ‘’Herşeyden daha büyük olan şey nedir?’’ diye
sordular. ’’İki şeydir.’’ diye cevap verdi. ‘’Biri ilim, biri
yumuşak başlılık. ‘’ Çünkü Hakk’a yol ilimle bulunur,
halka tahammül de yumuşak başlılık ile olur.’’ Yine Hz.
Ali ‘’ İlimden yoksun olan bir kimse, içinde su bulun-
mayan bir şehre; kendinde haramdan sakınma olma-
yan, meyvesiz bir ağaca; utanması olmayan, tuzsuz bir
kazan yemeğe; çalışıp çabalaması olmayan ise sahibine
eyvallahı olmayan gamsız bir köleye benzer.’’ buyurdu
( Altınok, 2010:93).
Rubai
On şey marifetin gereğidir:
Halkla huy ile, kendi nefsini devamlı ezme ile,
Alimlerle alçak gönüllülük ile, cahillerle sukut ile,
Düşmanlarla yumuşaklılık ile, dostlarla sözünde
durma ile,
Küçüklerle keramet ile, büyüklerle el açıklığı ile,
Fakir insanlarla gücün yettiğince vermek ( Altınok,
2010:95).
Kişi her daim güvende olmak istiyorsa Allah’a
bağlı olmalı, insanlara karşı merhametli olmalı, bü-

157
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yüklere saygılı olmalı, muhtaç sahibi kişilere karşı
şefkatli olmalı, düşmanlarına karşı yumuşak tavırlı ol-
malı, dostlarının kıymetini bilip onlara vefalı olmalı,
nefsine kahırlı olmalı, toplumun ileri gelenlerine karşı
cömert olmalı, alimlere karşı alçak gönüllü olmalı, ca-
hillere karşı susmayı tercih etmelidir. İnsanın insanla
ve toplumla iletişim çizgisini belirleyen bu maddeler
toplumsal huzurun anahtarlarıdır. Bu anahtarlar doğ-
ru yerde doğru şekilde kullanıldığında toplumsal refah
da yakalanmış olacaktır.
Hünkâr, kalbin yedi bölümden oluştuğunu ve her
bir bölümün bir cevherin madeni olduğunu belirtir.
Kalbin 1. katmanına ‘’sine’’ denir ve İslam’ın cevheri-
dir. 2. katmanına ‘’kalp’’ denir ve bu iman madeninin
ocağıdır.3. katmanına ‘’kalp zarı’’ denir ve muhabbe-
tin, aşkın bulunduğu yerdir. 4. Katmana ‘’ gönül’’ denir
ve görünüş madeninin ocağıdır.5. katmana ‘’kalbin ta-
nesi’’ denir ve Allah’ın muhabbetinin yeridir. 6. Katma-
na ‘’kalbin ortasındaki siyah nokta’’ denir ve hakikatin
yeridir. 7. Katmana ‘’güzel kalp’’ denir ve Allah’ın görü-
nen nurlarının yeridir (Altınok, 2010:123-127). Batınî
bilgileri bu şekilde yorumlayıp görünenin arkasındaki
görünmeyeni açıklamaya çalışarak bize yol gösteren
Hacı Bektaş, mana âleminin derinliklerine inmemizde
bize yardımcı olmaktadır.

Beyt
Allah adamlarıyla olan bir anlık sohbet,
Yüz sene riyazette olmaktan yeğdir.
Cismani olan vücudun doktorları olduğu gibi kal-

158
Hacı Bektaş-ı Velî •

bin de doktorları olduğunu söyleyen Hacı Bektaş-ıVelî,


o doktorların enbiya, evliya ve yolu doğru olan kim-
seler olduğunu belirtmektedir. Nasıl ki beden sağlık-
lı ve güçlü olsun diye tavsiyelerde bulunan doktorlar
gibi enbiyalar, evliyalar da insanların kalplerinin sağ-
lıklı ve güçlü olması için doğru yola eriştirecek reçe-
teler sunmaktadırlar. Aynı zamanda bunların sohbet
ve muhabbetleri kişiyi Allah’a ulaştıracak niteliktedir
( Altınok, 2010:137).
Hünkâr, kişilerin arif olma yolunda yedi makam-
dan geçmesi gerektiğini belirtmiştir. Bunlar;
1.Nefs-i Emmare(Kötülüğü emreden nefis):Allah’a
doğru yolculuk
2.Nefs-i Levvame(Kendini kınayan nefis):Allah
için yolculuk
3.Nefs-i Mülhime(İyiyi kötüyü ayıran nefis):Allah
yolunda yolculuk
4.Nefs-i Mutmaine(Kötülüklerden kurtulmuş ne-
fis):Allah ile yolculuk
5.Nefs-i Raziye(Hiçbirşeyden şikayetçi olmayan
nefis):Allah’a yolculuk
6.Nefs-i marziye(Allah’ın kendisinden razı olduğu
nefis): Allah’tan yolculuk
7.Nefs-i Kâmile(Bütün kemal sıfatları kazanan
ve öğretici nefis):Olgunluğa ermiş nefis ( Altınok,
2010:165).
Nefsin aşamaları, kişinin olgunluğa (insan-ı kâmil)
erişme aşamalarını göstermektedir. Hz Peygamber bir
hadisinde ‘’Nefsini bilen Rabb’ini bilir’’ buyurmaktadır.
Kişi kendini tanıdıkça eksiklerini fark eder. Arif olma

159
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yolunda eksiklerini tamamlayarak kâmil insan merte-
besine ulaşabilir. Bir toplumda ariflerin sayısı ne kadar
çok artarsa o toplum felaha o kadar kolay ulaşır.
Düşünceyi dört çeşit olarak ele alan Hacı Bektaş
bunları; rahmanî, şeytanî, melekî ve nefsanî olarak ad-
landırır. Rahmanî düşünce ilmi emreder ve asla hata
olmaz. Şeytanî düşünce Hakk’a muhalefet etmeyi em-
reder. Bu düşünceye aynı zamanda ‘’vesvas’’ da denir.
Melekî düşünce doğruya ve güzele yönelmeyi emreder.
İlhamın kaynağı melekî düşüncedir. Nefsanî düşünce
nefsin istek ve arzularını emreder. Eğer düşünce kişi-
yi Allah’a yaklaştırıyorsa rahmanî, bir şeye cezbediyor
ve başka bir düşünce onu engelliyorsa melekî, sağlam
inanca aykırılık ve tiksinme varsa şeytanî, bayalığa
sevkediyorsa nefsanî düşüncedir (Altınok, 2010:167).
Düşünceyi bu şekilde kategorize eden Hünkâr bize zi-
hin aydınlığına ulaşmada doğru yolu göstermektedir.
Kişi, kalbi ve gönlü temiz olduğu sürece bu düşüncele-
ri ayırt edebilecek seviyede olur.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kitab-ul Fevâid’i birçok açı-
dan ele alınacak bir eserdir. Sosyolojik bağlamda ise
bireysel ve toplumsal huzurun nasıl elde edileceğini
ortaya koyan bir eserdir. İnsan merkezli dünya görüşü
Hünkâr’ın en derin etkisidir. Anadolu kültür hamuru-
nun mayasında da Hünkâr’ın bu bakış açısının etkisi
vardır. Yıllarca Anadolu arzında çeşitli milletlerin iç
içe yaşamasında en büyük etken budur. Düşünceleri
bugün dünyanın dört bir tarafında insanlığa yol gös-
termektedir. Yani arkasında hoş bir sada bırakmıştır.
Hacı Bektaş, mana aleminin derinliğini de bize akset-

160
Hacı Bektaş-ı Velî •

tirerek bu yolda bize kılavuzluk etmiştir.


Sonuç
Hünkâr Hacı Bektaş-ıVelî’nin Kitab-ul Fevâid adlı
eseri peygamberlerin, evliyaların kâmil insan olma yo-
lunda geçirmiş oldukları aşamaları ayetlerle, hadisler-
le, peygamberlerin kıssaları ile, yer yer şiirler, beytler
ve rubailerle bize aktarmaya çalışmıştır. Bazı olayların
görünen yüzünün ötesini Batınî ilmi sayesinde derû-
ni bir şekilde aktararak mana aleminin mahiyetini
de bize göstermeye çalışmıştır. Hünkâr’ın eseri olan
Fevâid üzerine akademik anlamda yapılan çalışmalar
yeteri kadar değildir.
Evrensel insan imajını çizen Hacı Bektaş’ ın eserleri
13. yüzyıldan günümüze ışık tutmaktadır. Bu ışık her
daim kâmil insan yetiş/tir/me potansiyeline sahiptir.
Günümüzde insanlığın Fevâid ve Fevâid gibi eserleri
anlamasına ve yaşamasına ciddi şekilde ihtiyacı vardır.
Toplumsal bütünlüğü sağlayıcı bakış açısı Hacı Bektaş’ı
tarihin derin sayfalarına kaydetmiştir. İnsan merkezli
bu anlayış küreselleşen dünyada barışı, huzuru, kar-
deşliği önemseyen ve tesis edecek olan bir yaklaşım-
dır. Hacı Bektaş anlayışını yaşadığı zamanla kısıtlarsak
başka bir deyişle düşüncelerine tarihsel bağlamda ba-
karsak, onun mesajını günümüze taşıyamayız. İnsancıl
bakışı günümüze taşımak ve çağlar boyu yanan bu ışığı
ileriye taşımak için akademik ilgiye ciddi şekilde ihti-
yaç vardır.

161
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Kaynakça
ALTINOK, B. Y. (2010). Hacı Bektaş-ı Velî Külli-
yatı (Fevâid Bölümü), Gazi Üniversitesi Türk Kültürü
ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Merkezi Yayınları.
AYHAN, R. (2008). Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı
Velî.  Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma
Dergisi, (48).
AVŞAR, Z. (2016). Mana Âleminin Üç Efendisi.
(1. Baskı) Kayseri: İncir Yayıncılık.
ÇETİNKAYA, B. (2009). Hacı Bektaş Veli’ de insan
Felsefesi.  Doğumunun 800. Yılında Hacı Bektaş Veli
Sempozyumu, 17-18.
DURAN, H. (2007). Velâyetnâme. Ankara: Türki-
ye Diyanet Vakfı Yay.
ERİŞEN, İ. M., ve SAMANCIGİL, K. (1966). Hacı
Bektaş Veli: Bektaşîlik ve Alevilik Tarihi. Ay Yayınevi.
EYUBOĞLU, İ. Z. (1998). Bütün Yönleriyle Hacı
Bektaş Veli. İstanbul: Özgür Yayınları.
FIĞLALI, E. R.,& AYDIN, M. (1997). Milli Bütün-
lüğümüz ve Hacı Bektaş-ı Velî (Editör: Erol Kalen-
der). AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara.
GÖLPINARLI, A. (1958). Vilayetname.(Menâ-
kıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli). İstanbul: İnkılab
Kitabevi.
GÖLPINARLI, A. (1959). Kitabu’l Fevaid. İstan-
bul: Dize Konca Matbaası.
GÜRTAŞ, İ. ve ÇAKMAK, Y. (2015) Kızılbaşlık,
Alevilik, Bektaşîlik (1.Baskı) İstanbul: İletişim Yayın-
ları
GÜZEL, A.(2011). Hacı Bektaş Veli El Kitabı. An-

162
Hacı Bektaş-ı Velî •

kara:Akçağ Yayınları
IŞIK, M., AKDAĞ, M., TÜRK, M.S.( 2010)Türk
Toplumunda Hacı Bektaş Veli Algısı Üzerine Bir Ça-
lışma.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları
Dergisi,55, 173 -192
KARA, B. (2016). Sosyal Kimlik ve Alevilik.Kültür
Ajanda, Şubat, 58-61
KÖPRÜLÜ, F. (1927). Bektaşîliğin Menşeleri. Türk
Yurdu, (2)- sayı:8
KÖPRÜLÜ,F.(1976).Türk Edebiyatında İlk Muta-
savvıflar (3.Baskı) İstanbul:Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları.
OCAK, A. Y. (2014). Türk Sufiliğine Bakışlar(15.
Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
SEZGİN, A. (1990). Hacı Bektaş Veli ve Bektaşîlik.
Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
SOYVER, Y. (1996). Sosyolojik Açıdan Alevî Bek-
tâşî Geleneği. İstanbul: Seyran.
SÜMER, A. (1975). Hacı Bektaş Veli’nin Bilimsel
Yönleri.
TEMREN, B. (1999).Birinci Binyıldan İkinci Bin-
yıla Kanat Çırpan Barış Güvercini Hacı Bektaş Veli.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş veli Araştırmaları Der-
gisi, 12, 298-304
VELİ, H. B., Aytaş, G., ve Yılmaz, H.
(2009).  Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye.
Ankara:Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bek-
taş-ı Velî Araştırma Merkezi.

163
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

Hacı Bektaş-ı Velî’nin


Türkçe Eserlerinin Söz Varlığı

Yrd. Doç. Dr. Servet ERTEKİNOĞLU42∗

Giriş
Anadolu’nun en buhranlı dönemlerinden olan on
üçüncü yüzyılda yaşayan Hacı Bektaş Veli o dönemde
sığınılan bir liman olmuştur. Çağdaşları Yûnus Emre
ve Mevlânâ gibi gönüllere hitap etmiş ve o gönüllerde
yankı bularak binlerce insanı peşinden sürüklemiş ve
asırları aşıp günümüzde de binlerce insanı peşinden
sürüklemeye devam etmiştir.
İslâmı çevresindekilerin anlayabileceği sade bir
Türkçeyle anlatması geniş kitlelerce benimsenmesi-
ni kolaylaştırmıştır. Ancak o da çağdaşı Mevlânâ gibi
eserlerini kaleme alırken Türkçeden çok Arapça ve
Farsçayı tercih etmiştir. Ona ait olduğu kabul edilen
eserlerden Kitâbü’l-Fevâ’id ve Makâlât-ı Gaybiyye ve
Kelimât-ı Ayniyye Farsça, Makalât Arapça, Fâtiha Sû-
resi Tefsiri ve istinsah tarihî 1423 olan Besmele Tefsiri
42∗Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü, servetli@gmail.com
164
Hacı Bektaş-ı Velî •

Eski Anadolu Türkçesi ile kaleme alınmıştır.


Bu eserlerden Fâtiha Sûresi ve Besmele Tefsiri’nin
söz varlığı ele alınacaktır43.
Söz Varlığı
aġu: zehir (177)
bir ḳaṭre od dünya deŋizlerine düşeydi dükeli dükeli
deŋizler aġu olaydı.
Eski Türkçeden beri kullanılan bir sözcüktür (Cla-
uson 1972: 78b). Bugün yerini Farsça zehire bırakan
sözcüğün ağızlarda ağu (I) [agada, agu, ağ (IV) -2, ağo
(III), ahı (II)](DS 114a) biçimleri bulunmaktadır.
alacuḳ: çadır, otağ (291)
iy pādişāh alacuġuma od düşdi.
Eski Türkçede “çadır, kulübe” anlamındakullanıla-
nalaçu biçimi daha sonraları alaçuk olmuştur. (Clau-
son 1972: 129b)
Standart Türkçede kullanımdan düşmüş olan söz-
cük ağızlarda “üzeri dal veya hasırla örtülen çoban evi,
tarla, bostan, bağ kulübesi, çardak” anlamı ve alacık
[alacıḫ, alacuk-1, 2; alaçak, alaççık, alaçığ, alaçık -1,
alaçik, alaçuḫ, alaçuk, alançık, alapçık, alavçuk, alay-
cık, alayçık, alecük, aleçik, alençik, alevçik, aleyçik-1,
alıcık] biçimleriyle kullanılır.(DS 178b)
Tarama Sözlüğü’nde ise alacuk, (alacık, alaçuk, ala-
çık) biçimleri “göçebe çadırı” anlamıyla geçer. (TS 83)
alda-: aldatmak (235)
kitabumuz cunvanı bizi aldadı.
43Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Mer-
kezi ile Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Ortak Yayını olan Hacı
Bektaş Velî Külliyatı’ndaki Baki Yaşa Altınok tarafından hazırlanan
Fatiha Suresi Tefsiri (169-202) ve Yrd. Doç. Dr. Hamiye Duran tara-
fından hazırlanan Besmele Tefsiri (203-328) metinleri esas alınmıştır.
165
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Eski Türkçeden beri kullanılanılır. İlk biçimi “alta-
” olan sözcük daha sonraları “alda-” olmuştur. (Clau-
son 1972: 129b)
Standart Türkçede yerini aldat- fiiline bırakan söz-
cük ağızlarda aldamak biçimiyle varlığını sürdürmek-
tedir. (DS 209a)
Tarama Sözlüğü’nde aldamak sözcüğü “aldatmak,
kandırmak, oyun etmek” anlamlarıyla geçer. (TS 93)
aŋşur-: düşünmek, anlamak, bilmek(325)
bizüm cināyetümizi fażlumızı anuŋ ḥaḳḳında nite
aŋşurmaduŋ.
Standart Türkçede kullanımdan düşmüş olan söz-
cük ağızlarda “Söylemek, demek, anmak, söz konusu
etmek” ve “anlamak, bilmek” anlamlarıyla ve anşır-
mak, anşımak, anşırtmak ve anıştırmak biçimleriyle
kullanılmaya devam etmektedir. (DS 280b)
apar:aldatıcı (175)
ol şeker aġzından ol apar sözinden şöyle beyān ḳıldı.
Standart Türkçede kullanımdan düşmüş olan söz-
cük ağızlarda “aldatmak, kandırmak” anlamı ve apar-
mak, apartmak biçimleriyle yaşamaktadır. (DS 285b)
artuk: fazla, çok, büyük; başka (185, 251)
cevāb virdi bundan artuḳ ne muṣibet gele ki.
ben dükelin şol vaḳtın ḳılam ki benüm üstüme ar-
tuḳ nesne iḫtiyār ḳılmayasız.
Gabain (2007: 262), Eski Türkçede sözcüğün artuḳ,
arttoḳ (br.) ve adruḳ biçimleri olduğunu ve “ziyade, ar-
tık” anlamı taşıdıklarını belirtir.
Tarama Sözlüğü’nde artuk, (artuğ, artık) biçimleri
ve “başka, gayri, mâada”, “fazla, ziyade”, “küsur, -den

166
Hacı Bektaş-ı Velî •

fazla”, “üstün” anlamlarıyla geçer. (TS 232-238)


aşaḳlıḳ: tevazu, alçak gönüllülük (305)
ḥabibüm eyit mü’minlere gönli evin tevāżuclıḳ aşaḳ-
lıḳ süpürgesiyile süpürsün.
Tarama Sözlüğü’nde “alçak gönüllülük, tevazu”
anlamında Yûnus Emre’nin bir şiirinde tanıklanır. (TS
263) Daha eski dönem metinlerinde sözcüğe rastlan-
mamaktadır. Sözcük aşaḳ “aşağı, alçak” sözcüğüne +lıḳ
eki eklenerek türetilmiştir.
ayruk: başka, diğer (195)
ḥaḳḳ tecālā baŋa iki nur virdi ayruḳ peyġamberlere
vermedi.
Eski Türkçe adruḳ “başka, bundan başka, ayrı” an-
lamlarıyla kullanılmıştır. (Clauson 1972: 65a, Gabain
2007: 259a)
Kutadgu Bilig’de adruḳ “fark, farklı” anlamıyla üç
yerde geçer (201(2), 2067). DLT’de ise ayruk sözcüğü
“başka, ayrı” anlamında kullanılmış ve Oğuzca kaydı
düşülmüştür (I: 113, 417).
Tarama Sözlüğü’nde ayrık (I), (ayruğ, ayruḥ, ay-
ruk) biçimleri ve “başka, gayrı, mâada, diger”, “artık,
bundan sonra, bir daha” anlamlarıyla geçer. (TS 330-
335)
Yazı dilinde kullanılmayan sözcük ağızlarda “baş-
ka” anlamıyla yaşamaktadır. (DS 431b)
beliŋle-: korkmak, ürkmek (259)
taŋrı dirlerse ol ṣurdan beliŋlemeye.
Kökü Eski Türkçe beliŋ “panik, korku, dehşet” söz-
cüğüdür. (Clauson 1972: 343a)
Tarama Sözlüğü’nde beliŋlemek, (belüŋlemek) bi-

167
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
çimleri ve “korku ile birden sıçramak, irkilmek” an-
lamlarıyla geçen sözcük (TS 492-95) yazı dilinde artık
kullanılmamakta ağızlarda ise belinlemek ve çok farklı
biçimleri (berinlemek, beynemek vb.) ile “şaşkınlıkla
karışık korku duymak, irkilmek, ürkmek, uykudan
sıçrayarak korku ile uyanmak, afallamak, şaşırmak”
anlamlarıyla çok yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
(DS 618a-b)
berki-: sağlamlaşmak, pekişmek (251)
kendüzümi aradum göŋlümde tevḥidi berkimiş bul-
dum.
Kökü Eski Türkçe berk “sağlam” sözcüğüdür. (Cla-
uson 1972: 361b, Gabain 2007: 267) DLT’de “muhafaza
edilmiş, tahkim edilmiş, sağlam” anlamları geçer. (I:
349, III: 445)
Tarama Sözlüğü’nde berkimek, (berkişmek) bi-
çimleri ve “sağlamlaşmak, pekişmek, yerleşmek” an-
lamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 517-516)
Yazı dilinde varlığını sürdüren sözcük ağızlarda da
berkimek (II) [bekeşmeg, bekimek-2, bekişmek-2] bi-
çimleri ve “sağlamlaşmak, iyileşmek” anlamlarıyla ya-
şamaktadır. (DS 635b)
bilü: bilgi (225)
bizüm bilümüzüŋ yā bizüm ḳullıġımuzuŋ ne ḳadri
var.
Kökü Eski Türkçeden günümüze kadar çok yaygın
bir şekilde kullanılan bil- (Clauson 1972: 330b)sözcü-
ğüdür.
Tarama Sözlüğü’nde bilü, (bili) biçimleri ve “bilgi,
ilim irfan, idrâk, malumat” anlamlarıyla tanıklanmış-

168
Hacı Bektaş-ı Velî •

tır. (TS 569-71)


Yazı dilinde varlığını bili olarak sürdüren sözcük(-
TürS 339b) çoğunlukla yerini bilgi sözcüğüne bırak-
mıştır.
biregi: biri, başkası (289)
taŋrıtecālā eydür dünyada cadetdür kim bireginüŋ
ḳatı düşmanı olsa…
Tarama Sözlüğü’nde biregü, (bireği) biçimleri ve
“bir kimse, başkası” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
588-90)
Yazı dilinden düşmüş olan sözcük yerini başkası
sözcüğüne bırakmıştır.
biti: amel defteri (269)
ikinci ḳorḳu oldur kim bitiler kimüŋ ardından ki-
müŋ ṣolından kimüŋ saġın ol ḥālde çıkarlar.
Karşımıza ilk yazıtlarda bitig “kitâbe, yazı” (KT
G13, KT K13 vb.) biçimiyle çıkan sözcük Eski Anado-
lu Türkçesi döneminde sözcüğün sonundaki –g sesinin
düşmesiyle biti “amel defteri, mektup” biçimiyle var-
lığını sürdürmüş ve bir süre sonra kullanımdan düş-
müştür.
Tarama Sözlüğü’nde biti, (bitik (I)) biçimleri ve
“mektup, yazılmış şey”, “defter-i acmâl”, “senet, belge”
anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 615-19)
Yazı dilinde kullanılmayan sözcük ağızlarda var-
lığını biti (I) [bitgi (II), bitik (V)-1, 2, 3, 4] biçimleri
ve “defter, mektup, kitap, forma, kitap parçası” gibi an-
lamlarıyla sürdürmektedir. (DS 710a-b)
bular: bunlar (305)
ben daḫı buları aġırlayavan bular baŋa göŋül gözü-

169
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
güsün gösterürlerise…
Tarama Sözlüğü’nde bular olarak tanıklanan söz-
cük (TS 688-90) günümüzde bunlar biçimiyle kullanıl-
maktadır.
Derleme Sözlüğü’nde bular biçiminin Rize ve çev-
resinde varlığını koruduğu belirtilmiştir. (DS 786b)
çatlaş-: çatlamak (261)
gökler nicesi çatlaşur pāre pāre olur.
Eski Türkçede çatla-/çatıla- (Clauson 1972: 403a)
biçimleri vardır. Yansıma çat sözcüğüne (Clauson
1972: 401b) +la-ş- ekleri getirilerek türetilen sözcük
günümüzde çatlamak biçimiyle kullanılmaktadır.
çeri: ordu, asker (185)
iblis yas dutdı aġladı çerisin ḳatına durdı.
Eski Türkçede çerig biçimiyle (Clauson 1972:
428b-429a) kullanılan sözcük Anadolu sahasında so-
nundaki –g sesi düşerek çeri biçimini almıştır.
Günümüzde kullanımı yaygın olmayan ve sadece
bazı edebî eserlerde tanıklanan sözcük Tarama Sözlü-
ğü’nde çeri, (çerü) biçimleri ve “asker”, “savaş” anlam-
larıyla tanıklanmıştır. (TS 861-64)
daḳı: daha (251)
benüm üstüme bir daḳı iḫtiyār ḳılmayasın.
Eski Türkçeden itibaren geniş bir kullanım sahası
bulan sözcük tak- fiil kökünden yapılmıştır. (Clauson
1972: 466a-b)
Eski Anadolu Türkçesinde daḳı/dağı/daḫı biçimle-
ri bulunan sözcük günümüzde dahi biçiminde varlığı-
nı sürdürmektedir.
Tarama Sözlüğü’nde dakı, (dağı, daḫı) biçimleri

170
Hacı Bektaş-ı Velî •

ve “dahi, de”, “bundan başka, aynı zamanda, hem de,


ve…”, “başka, diğer”, “daha (sıfatların başında)”, “daha
ziyade, daha çok”, “sonra, bundan sonra, artık, bir
daha”, “yine, yine de” anlamlarıyla oldukça fazla tanık-
lanmıştır. (TS 969-77)
degme: her bir (277)
ol deŋizlerüŋ ululıġına baḳdı degme bir deŋizüŋ
ululıġın yetmiş bin bu dünyaca gördi.
Kökü teg- olan Eski Türkçede tegme biçimiyle kul-
lanılan sözcük (Clauson 1972: 482a) Anadolu sahasın-
da degme olarak dönüşüme uğramış, günümüz yazı
dilinde de kullanımdan düşmüştür.
Tarama Sözlüğü’nde değme biçimi ve “her, her bir,
her hangi bir, gelişigüzel, rasgele”, “beğenilmiş, seçil-
miş” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 1044-47)
Ağızlarda ise TS’de tanıklanan “beğenilmiş, seçil-
miş” anlamlarına yakın değme (I) biçimi ve “seçme,
üstün, en iyi” anlamlarıyla yaşamaktadır. (DS 1403a)
dekşür-: değiştirmek (219)
işledükleri yazuḳların müzde dekşürem.
Eski Türkçetekşür- olan sözcük (Clauson 1972:
488a; OTWF: 722) Eski Anadolu Türkçesi dönemi
özelliklerinden sözbaşı t > d değişimi sonrası dekşür-
olmuştur.
Bugün yazı dilinde yerini değiştimek biçimine
bırakan sözcük Tarama Sözlüğü’nde değşürmek (II),
(değşirmek) biçimleri ve “değiştirmek, değişmek” an-
lamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 1051-53)
delim: çok (271)
bir caziz derviş ṭaġlarda delim zemān riyāżat çeke-

171
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ridi.
Eski Türkçe ve Orta Türkçe döneminde telim bi-
çimi olan sözcük (Clauson 1972: 499b-500a) Anadolu
sahasında delimolmuştur.
Yazı dilinde kullanılmayan sözcük ağızlarda delim
(I) “çok fazla” anlamıyla yaşamaktadır. (DS 1412b)
Tarama Sözlüğü’nde ise delim biçimi ve “çok, bir-
çok, ziyade” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 1067-68)
dokan-: dokunmak (189, 191)
benden bir nur sıçradı carşa doḳandı.
Yazı dilinde dokun- biçimi bulunan sözcüğün ağız-
larda dokan- biçimiyle varlığını sürdürmektedir. (DS
1540b)
Tarama Sözlüğü’nde de dokanmak olarak tanıklan-
mıştır. (TS 1196) Sözcüğün Eski Türkçe biçimi tokın-
˂ tokı- “karşılaşmak” tır. Osmanlı Türkçesi dönemin-
de dokun- ve dokan- biçimlerini almıştır. (Clauson
1972: 471a)
dul- : (güneş) batmak (265)
eger anı daḫı ḳılmazlarısa güneş gibi dün dulıb
rāḥat içinde olsunlar.
Bugün yazı dilinde karşılaşmadığımız dul- sözcü-
ğünün Tarama Sözlüğü’nde dulunmak, [tulunmak]
biçimleri ve “kaybolmak, görünmez hale gelmek”,
“batmak, gurubetmek” anlamları tanıklanmıştır. (TS
1250-53)
dutruḳ: tuturak, odun (255)
ṭamuya dutruḳ ḳılam.
Sözcük tut- fiil köküne –tur- fiilden fiil ve ona geti-
rilen –ik fiilden isim yapma ekleri ile oluşturulmuştur.

172
Hacı Bektaş-ı Velî •

Yazı dilinde bulunmayan, Eski Anadolu Türkçe-


sinde t > d değişimine uğrayan sözcük ağızlarda yine
eski t-‘li biçimleriyle tuturuk (I) [tutruk, tutturuk (II),
tuturuḫ (I)] ve “ocak, soba vb. şeyleri tutuşturmak için
kullanılan çalı, çırpı, çıra gibi kuru yakacaklar”, “ateş
ya da sigara yakmak için sürterek tutuşturulan madde,
kav” anlamlarıyla yaşamaktadır. (DS 4001b)
Tarama Sözlüğü’nde ise duturuk, (dutruk, dutrak,
tutrak, tutruk, tuturuk) biçimleri ve “ateş tutuşturacak
çörçöp” anlamıyla tanıklanmıştır. (TS 1295)
dükeli: Hepsi, tamamı, bütün(175)
ol ün ḳatılıġından dükeli feriştehler yüzin ḳoyın düş-
di.
Eski Anadolu Türkçesinde sıkça kullanılan sözcük
tüke- fiil kökünden gelmektedir. (Clauson 1972: 480b)
Divanü Lügati’t-Türk ve Kutadgu Bilig’de de geçen
tükel sözcüğü zamanla kullanımdan düşmüş, Dil Dev-
rimiyle birlikte yeniden felsefi bir terim olarak kulla-
nılır olmuştur.
dün: gece (265)
eger anı daḫı ḳılmazlarısa güneş gibi dün dulıb
rāḥat içinde olsunlar.
Eski Türkçeden itibaren kullanılantün “gece” (Cla-
uson 1972: 513a-b) sözcüğü Anadolu sahasında dün
biçimini almış, günümüzde ise “gece” anlamını kaybe-
derek “bugünden bir önceki gün” anlamıyla kullanılır
olmuştur.
Tarama Sözlüğü’nde dün biçimi ve “gece” anlamıy-
la tanıklanmıştır. (TS 1312-14)
dün yarusı: gece yarısı (301)

173
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
taŋrıtecālāeydür iy benüm feriştelerüm Zeliḫā dün
yarusına degin ṣaneme yalvardı dermān bulumadı.
Yazı dilinde yerini gece yarısı ifadesine bırakmış-
tır. Tarama Sözlüğü’nde dün buçuğu, (dün yarısı) bi-
çimleri ve “gece yarısı” anlamıyla tanıklanmıştır. (TS
1341-15)
egin: sırt (293)
ḳıyāmet güninde yetmiş ḳat ḥulle egnine gėydüre.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük eg- fiil
kökünden –in eki ile türetilmiştir. DLT, KB ve Osmanlı
Türkçesinde egin, Kıpçakçada eyin biçimleri görülür.
(Clauson 1972: 109a)
Yazı dilinde yaygın olarak kullanılmayan sözcük
ağızlarda ėyin (I) [egni -1, eğil (I) -2, eğen (I) -1, eğin
(I) -1] biçimleri ve “vücut, beden”, “sırt, arka”, göğüs
kemiği” anlamlarıyla geçer. (DS 1821b)
Tarama Sözlüğü’nde eğin, (eyin) biçimleri ve “sırt,
arka” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 1390-94)
esrüklik: sarhoşluk (313)
size şerāb ḥażırlayayın daḫı esrükligi maḫmurlıġı
yoḳ.
Eski Türkçe esrük ˂ esür- sözcüğüne (Clauson
1972: 250b-251a) –lik eki eklenerek oluşturulan söz-
cük yazı dilinde esriklik “sarhoş olma durumu” (TürS
820b) biçiminde kullanılmaktadır.
Tarama Sözlüğü’nde esriklik, (esrüklük) biçimleri
ve “sarhoşluk” anlamıyla tanıklanmıştır. (TS 1551-52)
etmek: ekmek (273)
yarım arpa etmemgin virdiler derviş etmegin aldı.
Eski Türkçeden itibaren “ekmek” anlamıyla kul-

174
Hacı Bektaş-ı Velî •

lanılan üç benzer sözcükten biridir. Ötmek biçimi de


görülür. Diğer sözcükler epmek ve ekmektir. (Clauson
1972: 60a)
Tarama Sözlüğü’nde etmek (I) biçimiyle tanıkla-
nan (TS 1563-65) sözcük günümüzde yerini ekmek
sözcüğüne bırakırken ağızlarda ise etmek [etmak, et-
meḫ, etmeyh] biçimleriyle varlığını sürdürmektedir.
(DS 1799b)
eyit-: Söylemek, demek(175)
cebrāil eyitdi yā resulullah şöyle bilgiltaŋrıtecālā
ṭamu içinde bir ḳuyu yaratdı.
Eski Türkçe ayıt- “sormak, konuşmak, söylemek”
˂ ay- (Clauson 1972: 268b) fiilinin Anadolu sahasında
aldığı biçimdir.
Tarama Sözlüğü’nde ayıtmak, (eyitmek, aytmak,
eytmek, etmek, itmek] biçimleri ve “söylemek, demek,
anlatmak” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 323-26)
Bugün yazı dilinde kullanılmayan sözcük ağızlarda
ayıtmak (I) [aytmak (I)] “söylemek, anlatmak, naklet-
mek, konuşmak; türkü söylemek, teganni etmek” vee-
yitmek (I) “cevap vermek” biçiminlerinde yaşamakta-
dır. (DS 421b-1823a)
gariplık: gurbet (247)
ben sizi yurduŋuzdan ayururvan sizi ġariblıġa viri-
birven ol ġariblıḳda eger göŋül virmeyüb.
İlk KB’de rastladığımız sözcük (477, 478, 498…)
Arapça ġarib ve Türkçe –lık ekiyle oluşturulmuştur.
Günümüz yazı dilinde gariplik “garip olma durumu,
garabet” (TürS 904a) olarak kullanılmaktadır.
gėydür- : giydirmek (293)

175
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ḳıyāmet güninde yetmiş ḳat ḥulle egnine gėydüre.
İlk karşımıza yazıtlarda kök halinde değil de ke-
dimlig “giyimli, kuşamlı” (˂ ked-im+lig) biçimiyle çı-
kar. (KT D33)
Eski Anadolu Türkçesi döneminde k > g ve d > y
değişimleri sonucu gey- olan sözcük bugün yazı dilin-
de giy- biçimiyle kullanılmaktadır. Dolayısıyla da gey-
dür- sözcüğü de giydir- olmuştur.
Ağızlarda sözcüğün kökü olan gey- biçimi kullanıl-
maya devam etmektedir. (DS 2016b)
gökçeklik: güzellik (323)
yusufun gökçekligin, görklüligin, yigitligin gördüŋ.
Sözcük gök sözcüğüne +çek ve +lik ekleri eklene-
rek oluşturulmuştur.
Yazı dilinde kullanımı pek yaygın olmayan sözcük
gökçek biçimiyle bazı edebî eserlerde (TürS 958a) ve
ağızlarda tanıklanmıştır. (DS 2136a)
Tarama Sözlüğü’nde gökçeklik, (gökceklik) biçim-
leriyle tanıklanmıştır. (TS 1736-37)
görklülik: güzellik, ihtişam (323)
yusufun gökçekligin, görklüligin, yigitligin gördüŋ.
Eski Türkçede körklüglüg biçiminde geçer. (Cla-
uson 1972: 744b) Sözcüğün kökü körk “güzellik, süs”
tür. (Clauson 1972: 741a)
Yazı dilinde kullanımı pek yaygın olmayan sözcük
görklü biçimiyle bazı edebî eserlerde (TürS) veağızlar-
da tanıklanmıştır. (DS 2161b)
Tarama Sözlüğü’nde görklü, (görüklü) biçimleri ve
“güzel, temiz, iyi, mübarek, mukaddes, cazibeli, göste-
rişli” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 1777-81)

176
Hacı Bektaş-ı Velî •

göyindür-: yakmak (293)


şeyṭān anı göyindürür helāk ḳılur.
Sözcüğün kökü Eski Türkçe köy- “yanmak” tır.
(Doerfer 1983: 95-96, Erdal 1991: 717)
Günümüz yazı dilinde kullanılmayan sözcük, Ta-
rama Sözlüğü’nde göyündürmek, (göydürmek) biçim-
leriyle tanıklanmıştır. (TS 1801-3)
gözügü: ayna (305)
bular baŋa göŋül gözügüsin gösterürlerise.
Yazı dilinde yerini Farsça aynaya bırakan sözcük
ağızlarda güzgü biçimiyle yaşamaktadır. (DS 4513b)
Tarama Sözlüğü’nde gözgü, (gözügü, gözüngü, gö-
zigü) biçimleri tanıklanmıştır. (TS 1819-23)
hergiz: asla, katiyyen, kesinlikle (249)
iy ulular ulusı hergiz dünyāda göŋlün ḫoş olduġı var
mıdur?
Bugün kullanılmayan ve Farsçadan dilimize giren
sözcük ağızlarda hergiz “hiçbir zaman, asla” olarak ya-
şamaktadır. (DS 4517b)
Tarama Sözlüğü’nde tanıklanmamıştır.
ıldurum: yıldırım (269)
bir nice kişi ıldurum şaḳduġı gibi geçeler.
Eski Türkçe yal- “parlamak” (Clauson 1972: 918a)
sözcüğünden gelmektedir. Zaman içerisinde sözcüğün
başındaki y- sesi düşmüştür.
Tarama Sözlüğü’nde ıldırım biçimiyle tanıklanan
sözcük (TS 1937) günümüzde yıldırım biçimiyle kul-
lanılmaktadır. Ağızlarda ise ıldırım biçimi varlığını
korumaktadır. (DS 2465b)
ılduz: yıldız (249)

177
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bir gün ṣavmıcam üstinde dururıdum ılduzlar ḥāli-
ne ictibar ḳılurıdum.
Sözcüğün Eski Türkçe biçimi yultuz “yıldız” dır.
(Clauson 1972: 922b)
Tarama Sözlüğü’nde ıldız, (ılduz) biçimleri tanık-
lanan sözcük (TS 1938-39) bugün yıldız biçimiyle kul-
lanılmaktadır. Ancak ağızlarda ıldız biçimi yaşamaya
devam etmektedir. (DS 2465b)
ıssı: sahip (215, 249)
ol kerem ıssı pādişāh kerem ḳıla.
fikr ıssılarunuŋ fikri.
Eski Türkçe idi “sahip” sözcüğünden gelmektedir.
*iyi  > *і+si  “sâhibi”, ünsüz ikizleşmesiyle  issi, yanlış
ayırma ile  is+si  >  is  >  ıs  ve iyelik ekinin kalıplaşma-
sıyle  issi>  ıssı olmuştur. (http://www.kubbealtilugati.
com/sonuclar.aspx?km=is&mi=0)[01.06.2017]
Tarama Sözlüğü’nde is, (issi) biçimleri ve “sahip,
malik” anlamıyla tanıklanan sözcük (TS 2096-2101)
bugün kullanımdan düşmüştür. Ağızlarda da bulun-
mamaktadır.
igli: hastalıklı (251)
musa ḥaḳḳında eyitdiler kim yavuz iglidür.
Eski Türkçe ig “hastalık” (Clauson 1972: 98b) söz-
cüğünden gelmektedir. Bugün kullanımdan düşen
sözcük iğ biçimiyle ağızlarda varlığını sürdürmektedir.
(DS 2508b)
Tarama Sözlüğü’nde iğ (I) “verem, ince ağrı” (TS
2014) ve iğlü “dertli, gamlı” biçimleri tanıklanmıştır.
(TS 2020)
ikinc: ikinci (287)

178
Hacı Bektaş-ı Velî •

taŋrıte ālā eydür kim baŋa ḳullıḳ ḳılursa üç yirde


c

aġırlayam bir dururiken ikinc otururken üçünci yatu-


riken.
Tarama Sözlüğü’nde ikinç biçimi ve “ikinci, ikinci
defa olarak, bu defa” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
2027) Bugün yerini ikinci biçimine bırakan sözcüğün
ağızlarda ise ekindi biçimi bulunmaktadır. (DS 1694b)
ḳaçan: ne zaman (181)
ḳaçan ḳul namāza tursa.
Bugün yazı dilinde kullanımdan düşmüş olan söz-
cük ağızlarda kaçan (V) biçimi ve “ne zaman, ne vakit”
anlamıyla yaşamaktadır. (DS 2586b)
Tarama Sözlüğü’nde kaçan (ḫaçan) biçimleri ve
“ne zaman, ne zaman ki, her ne zaman, vaktâki, nasıl,
ne suretle, ne vakit” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
2150-56)
ḳalı: halı (307)
deŋiz ḳalısın bıraḳsun muḥabbet neḫālisin döşesün.
Farsçadan dilimize giren sözcük bugün halı biçi-
miyle kullanılmaktadır.
Tarama Sözlüğü’nde kalı, (kalıça) biçimleriyle ta-
nıklanmıştır. (2184-85)
ḳamış-: kamaşmak (253)
musanıŋ gövdesin gördiler dükelinüŋ gözleri ḳamış-
dı.
Bugün kamaş- biçimiyle kullanılan sözcük Eski
Türkçede de kamaş- ˂ kama- (Clauson 1972: 629a) bi-
çimiyle kullanılmaktaydı.
Tarama Sözlüğü’nde sözcük tanıklanmamıştır.
ḳanda: nerede, nasıl (181)

179
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ḫālıḳ eydür ḳanda raḥmet ḳılayın, baġışlayın.
Bugün yazı dilinden düşmüş olan sözcük Tarama
Sözlüğü’nde kanda biçimi ve “nerede, nereye” anlam-
larıyla tanıklanmıştır. (TS 2209-14)
ḳanġı: hangi (187)
ḳur’anda ḳanġı suredür ki yedi ḥarfi yoḳdur.
Bugün yazı dilinde hangi biçimi kullanılan sözcü-
ğün kangıdı “nerede” biçimi ağızlarda bulunmaktadır.
(DS 2622a)
Tarama Sözlüğü’nde kangı, (kankı) biçimleri ta-
nıklanmıştır. (TS 2220-26)
ḳanḳı: hangi (217)
keremüŋ bildüren aduŋ ḳanḳıdur.
Bk. ḳanġı.
ḳaraŋulıḳ: karanlık (311)
gün nurı ay nurı ḳaraŋulıḳ gibi gözüke.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan karaŋġu ˂ kara
sözcüğüne (Clauson 1972: 662b) –lık eki getirilerek
oluşturulmuştur.
Bugün yazı dilinde karanlık biçimi kullanılan söz-
cüğün ağızlarda karankuluğ [karandırık, karanduruk,
karanu] biçimleri bulunmaktadır. (DS 2651b)
Tarama Sözlüğü’nde karaŋu, (karağu, karanuğ, ka-
raŋuluḫ, karaŋılık, karaŋuluk) biçimleriyle tanıklan-
mıştır. (TS 2270-76)
ḳarındaş: Kardeş (175)
ben eyitdüm yā ḳarındaşum cebrāil bu ne ündür?
Eski Türkçeden itibaren kullanılan karındaş ˂ ka-
rın (Clauson 1972: 662a) sözcüğügünümüzde yerini
kardeş biçimine bırakmıştır.

180
Hacı Bektaş-ı Velî •

Tarama Sözlüğü’nde karındaş, (kartaş, karıntaş) bi-


çimleri tanıklanmıştır. (TS 2304-07)
keleci: söz (319)
dillerinde daḫı dünyā kelecisi ola.
Eski Türkçe biçimi keleçü olan sözcük için Clau-
son, tereddüt belirterek alıntı olduğunu ifade eder.
Ancak Moğolcakele- “konuşmak” fiiliyle bağının kesin
olmadığını ifade eder. (Clauson 1972: 716b) İbrahim
Taş ise sözcüğün Moğolca kökenli olduğunu belirtir.
(Taş 2009: 114)
Günümüzde yazı dilinden düşmüş olan sözcük
ağızlarda keleci “sözleşme, anlaşma” (DS 2726a) geleci
etmek “konuşmak, dedikodu etmek” (DS 1973b) biçim
ve anlamlarıyla bulunmaktadır.
Tarama Sözlüğü’nde keleci, (geleci) biçimleri ve
“söz, lakırdı” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 2398-
2401)
ḳıġır-: çağırmak, seslenmek (175, 221)
ḥaḳtecālā beni micrāca ḳıġırdı.
bunalduġuŋ vaḳtın allah deyü ḳıġırursaŋ.
Eski Türkçede itibaren kullanılmıştır: kıkır- ˂ kıkı.
(Clauson 1972: 612a-b)
Bugün kullanımdan düşmüş olan sözcük ağızlarda
kığırmak olarak yaşamaktadır. (DS 2790a)
Tarama Sözlüğü’nde kığırmak biçimi ve “çağırmak,
davet etmek, seslenmek, haykırmak” anlamlarıyla ta-
nıklanmıştır. (TS 2473-77)
ḳızdur-: kızdırmak, ısıtmak, alevlendirmek (177)
biŋ yıl ḳızdurdılar aḳ oldı ve biŋ yıl ḳızdurdılar ḳara
oldı.

181
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Eski Tükçe kız- “kızarmak” (Clauson 1972: 681a)
sözcüğünden gelen sözcük günümüzde kızdırmak bi-
çimiyle kullanılmaktadır.
Tarama Sözlüğü’nde kızdırmak biçimi ve “ısıtmak,
hararetlendirmek” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
2537-38)
kimesne: kimse (233)
size heybetile baḳduġum oldı kim olmasun ki kimes-
ne anı utandıra.
kimsene: kimse (305)
ilahi sen yemekden, içmekden münezzehsin kimsene
seni nicesi aġırlaya.
Günümüzde yerini kimse biçimine bırakan sözcük
Tarama Sözlüğü’nde kimesne, (kimsene) biçimleriyle
tanıklanmıştır. (TS 2567-71)
ḳoca: yaşlı, ihtiyar (289)
bir zacif ḳocacuġun sulṭān ḳonşılıġında bir alacuġı
varımış.
Orta Türkçeden itibaren kullanılır. Nişanyan’a göre
Farsça ḫwāca “hoca”dan gelmektedir. (Nişanyan 2012:
331b)
Tarama Sözlüğü’nde koca biçimiyle tanıklanmıştır.
(TS 2588-89)
ḳonşı: komşu (291)
bir zacif ḳocacuġun sulṭān ḳonşılıġında bir alacuġı
varımış.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük konşı
˂ konuş- fiilinden gelmektedir. (Clauson 1972: 640b)
KB’de koşnı biçimi görülür. (140, 4512…)
Tarama Sözlüğü’nde konşu, (konşı, koŋuşu) bi-

182
Hacı Bektaş-ı Velî •

çimleri tanıklanan sözcük (TS 2635-38) günümüzde


komşu biçimiyle kullanılmaktadır. Ağızlarda ise konşu
[konuşu] biçimleri yaşamaktadır. (DS 2918a)
ḳullıḳcı: hizmetkâr (279)
ḳullıḳcıları aluŋ varuŋ.
Eski Tükçe kulluk ˂ kul “kulluk, kölelik” (Clauson
1972: 620b) sözcüğüne +cı eki eklenerek oluşturulan
sözcük Eski Anadolu Türkçesi döneminden itibaren
kullanılmış ve günümüzde bu anlamıyla kullanımdan
düşmüştür. Ağızlarda ise kullukçu [kullığçı, kulukçu]
biçimleri ve “memur”, “hizmetçi” anlamlarıyla varlığı-
nı sürdürmektedir. (DS 2996b) Daha sonra kullukçu
biçimi ve “işçi, besleme” anlamlarıyla da derlenmiştir.
(DS 4571b)
Tarama Sözlüğü’nde kullukcu, (kullukçu) biçimleri
ve “maiyet memuru, hizmetkâr, cariye”, “bekçi, nöbet-
çi” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 2723-25)
ḳulmaşlıḳ: aldatıcılık, kötülük (241)
eyitdi yitesi ḳulmaşlıḳ ḳılduḳ.
Günümüzde kullanımdan düşmüş olan sözcük
Tarama Sözlüğü’nde kulmaşlık biçimi ve “aldatıcılık,
hilekârlık, kalleşlik” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
2727)
nite: nasıl (183)
imdi ol pādişāhlar pādişāhıyla bunca kelāmı ḳılıcaḳ
nite namāz içinde olmazsın.
Eski Türkçe neteg ˂ ne (Clauson 1972: 776a) söz-
cüğünün değişmiş biçimi olan ve günümüzde kulla-
nımdan düşen sözcük Tarama Sözlüğü’nde nite biçi-
miyle tanıklanmıştır. (TS 2883-87)

183
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
od: Ateş (177)
anuŋ aġzından eger bir ḳatre od dünyā deŋizlerine
düşeydi.
Eski Türkçe biçimi ōt (Clauson 1972: 34b) olan
sözcük Eski Anadolu Türkçesinde od biçimini almış ve
bugün kullanımdan düşmüştür.
Tarama Sözlüğü’nde od biçimiyle tanıklanmıştır.
(TS 2909-15)
ol: o (177, 225)
ol ḳuyınuŋ vaṣfın ne ḳatı söyledüŋ göŋlüm ḳorḳdı ol
kimlerüŋ yeridür?
Bugün yazı dilinde o biçimi kullanılan sözcük Ta-
rama Sözlüğü’nde ol biçimi ve “o”, “öbür, diğer” anlam-
larıyla tanıklanmıştır. (TS 2952-59)
panbuḳ: pamuk (261)
baḳalar ṭaġlar nicesi panbuḳ gibi atılur.
Bugün pamuk biçimiyle kullanılan sözcük Farsça-
dan dilimize girmiş ve Orta Türkçe döneminden itiba-
ren kullanılmaya başlanmıştır. Sözcük DLT’de pamık/
pamuk biçimleri ve Oğuzca kaydıyla verilmiştir. (I 380,
III 346)
Tarama Sözlüğü’nde pambuk, (banbık, panbık,
panbuğ, panbuk, panmuk) biçimleriyle tanıklanmıştır.
(TS 3175-78)
Ağızlarda da pambık [pambuḫ, pambuk, pamık,
panbığ, panıḫ] biçimleri bulunmaktadır. (DS 3387b)
sıġa-: okşamak (299)
taŋrıtecālā eydür yā cebrāil tiz eriş zeliḫaya ḳana-
duŋıla sıġa.
Eski Türkçe biçimi sıka- (Clauson 1972: 806a) olan

184
Hacı Bektaş-ı Velî •

sözcük bugün kullanımdan düşmüştür. Ağızlarda ise


sığamak (II) biçimiyle varlığını sürdürmektedir. (DS
3602b)
Tarama Sözlüğü’nde sığamak biçimi ve “sıvamak”,
“okşamak”, “meshetmek” anlamlarıyla tanıklanmıştır.
(TS 3404)
sin: mezar (267)
mü’minüŋ ḳıyāmet güninde üç ulu ḳorḳusı vardur
evvel sinden baş götüricek.
Eski Türkçe sın “türbe” demek olan ve Çinceden
Türkçeye geçen sözcük (Clauson 1972: 832a)Eski
Anadolu Türkçesinde sin biçimini almıştır. Bugün
kullanımdan düşerek yerini Arapça mezar sözcüğüne
bırakmıştır. Ağızlarda ise sin (I) [sinne (I), sinnik] bi-
çimleri ve “ölü gömülen yer, kabir” anlamlarıyla bu-
lunmaktadır. (DS 3637b)
Tarama Sözlüğü’nde sin (I) biçimi ve “ mezar, ka-
bir, merkat” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 3470-75)
ṣuvar-: sulamak (233)
tevbe ḫıyārınuŋ toḫmı eline girür anı peşimānlıḳ ye-
rinde eker göz yaşıyıla ṣuvarırısa.
Eski Türkçe biçimi suvgar- (Clauson 1972: 786b)
olan ve bugün yazı dilinden düşen sözcük ağızlarda
suvarmak [su virmek] biçimleri ve “sulamak, su içir-
mek” anlamlarıyla kullanılmaktadır. (DS 3702b)
Tarama Sözlüğü’nde suvarmak, (sıvarmak) biçim-
leri ve “sulamak, su vermek” anlamlarıyla tanıklanmış-
tır. (TS 3594-98)
şaḳu-: çakmak, parlamak (269)
bir nice kişi ıldurum şaḳuduġı gibi geçeler.

185
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Eski Türkçe çak- olan sözcük Kıpçak Tükçesinde
şak- biçimini almıştır. (Clauson 1972: 405b) Eski Ana-
dolu Türkçesinde de bu biçimi kullanılan sözcük bu-
gün çak- olarak kullanılmaktadır. Ağızlarda şakımak
(I) biçimi ve “parlamak, aydınlanmak” anlamlarıyla
bulunmaktadır. (DS 3736a)
Tarama Sözlüğü’nde şakımak biçimi ve “şimşek ve
yıldırım gibi çakmak, parlamak”, “şakrak şakrak şarkı-
lar ırlamak, terennüm etmek” anlamlarıyla tanıklan-
mıştır. (TS 3644-46)
şol: şu (251)
ṣoŋ ucın günahlaruŋṭācata degşürem ben dükelin şol
vaḳtın kılam.
Bugün yazı dilinde şu biçimi kullanılan sözcük
Tarama Sözlüğü’nde şol biçimi ve “şu, o” anlamlarıyla
tanıklanmıştır. (TS 3671-77)
ṭam-: damlamak (279)
biŋ ḳatre nur anuŋ ḳanadından ṭamdı.
Eski Türkçe tam- olan sözcük (Clauson 1972:
503a) daha sonra tamla-/damla- biçimiyle daha yaygın
kullanılır olmuştur. Bugün yazı dilinde sadece damla-
biçimine rastlanır. Ağızlarda ise dammaḫ [dammak
(I)] biçimleri ve “damlamak”, “su konulan kap su sız-
dırmak” anlamlarıyla yaşamaktadır. (DS 1354a)
Tarama Sözlüğü’nde dammak, (tammak) biçimleri
ve “damlamak, damla damla akmak” anlamlarıyla ta-
nıklanmıştır. (TS 985-87)
ṭamu: cehennem(175, 187, 189)
ḥaḳtecālā ṭamu içinde bir ḳuyu yaratdı.
ṭamunuŋ bir adı zaḳḳumdur.

186
Hacı Bektaş-ı Velî •

ṭamunuŋ bir adı bil ki firāḳdur.


Clauson (1972: 503a) sözcüğün Soğdcadan ödünç-
leme olduğunu, bunun yanında çok tanrılı dinlere ait
bir terim ve bir İran dilinden alınmış olabileceğini be-
lirtir. Ancak sözcüğün Eski Türkçe tām- “alevlenmek,
tutuşmak” (Tekin 1995: 96) kökünden gelm ihtimali
yüksektir. Bugün yazı dilinde yerini cehennem sözcü-
ğüne bırakan sözcük ağızlarda tamu [tama, tamo, ta-
muğ] biçimleriyle bulunmaktadır. (DS 3818a)
Tarama Sözlüğü’nde tamu biçimiyle tanıklanmış-
tır. (TS 3711-16)
ṭaŋla-: şaşırmak (277)
anı göricek taŋlayasın.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük (Clau-
son 1972: 521a-b) bugün yazı dilinden düşmüş; ancak
ağızlarda varlığını korumuştur. (DS 3821a-b)
Tarama Sözlüğü’nde daŋlamak, (taŋlamak) biçim-
leri ve “taaccüp etmek, şaşmak, garip bulmak”, “şaşırt-
mak” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 1001-03)
ṭansuḳ: mucize (277)
yā muḥammed saŋa bir daḫı ṭansuḳ göstereyin.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük (Clau-
son 1972: 525b) bugün yazı dilindeyerini Arapça mu-
cize sözcüğüne bırakmıştır ve yok denecek kadar az
kullanılmaktadır. Nitekim Tükçe Sözlük’te sözcük Se-
lim İleri’nin bir eserinde tanıklanmıştır. (TürS 2264b)
Tarama Sözlüğü’nde daŋsuk, (taŋsuk, taŋsık, taŋ-
sak, daŋsık, daŋsuḫ) biçimleri ve “acayip, tuhaf, şaşıla-
cak”, “garip, acip şey” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
1007-08)

187
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
tartı-: çekmek, havaya kaldırmak, yükseltmek
(253)
c
aṣāsın tartıdı ol taşı urmaġa ḥamle ḳıldı.
Eski Türkçeden itibaren tart- biçimiyle kullanılan
sözcük (Clauson 1972: 534b) Eski Türkçesinde tartı-
biçimini almış bugün tart- olarak kullanılmaya devam
etmektedir.
Tarama Sözlüğü’nde dartmak (I), (tartmak (I))
biçimleri ve “çekmek” anlamıyla tanıklanmıştır. (TS
1016-18)
ṭon: giysi, elbise (243)
yetmiş ḳat ḥülle ṭonın caraṣāt içinde gezdürün.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük (Clau-
son 1972: 512b) bugün yazı dilinde ses ve anlam de-
ğişimine uğrayarak don biçimi ve “iç çamaşırı, külot”
anlamıyla kullanılır olmuştur.
Tarama Sözlüğü’nde don, (ton) biçimleri ve “elbise,
kılık kıyafet”, “renk” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
1211-13)
uçmağ/uçmaḳ: cennet (185, 263)
bugün muḥammede fātiḥa suresi indi ümmeti oḳur-
lar uçmaġa giriseler.
imdi girün uçmaḳlara ḳanḳı ḳapudan dilerseŋüz.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan ve uştmaḫ biçi-
miyle Soğdcadan ödünç alınan sözcük (Clauson 1972:
257b) Eski Anadolu Türkçesinde uçmağ/uçmaḳ biçi-
mini almış, bugün yazı dilinde yerini Arapça cennet
sözcüğüne bırakmıştır.
Tarama Sözlüğü’nde uçmak, (uçmağ, uçmaḫ) bi-
çimleriyle tanıklanmıştır. (TS 3891-96)

188
Hacı Bektaş-ı Velî •

uġrı: hırsız, uğursuz (237)


bir uġrı yoldan geçeriken baġçe ḳapusı yaruġından
baḳdı.
Eski Türkçeden itibaren oğrı (Clauson 1972: 90a)
biçimiyle kullanılmış, Eski Anadolu Türkçesinde uğrı
biçimini almış, bugün yerini yazı dilinde hırsız söz-
cüğüne bırakmıştır. Ağızlarda ise uğru (I) [ugri, ugru,
uğrulayıcı] biçimleri ve “hırsız, yolkesen” anlamlarıyla
bulunmaktadır. (DS 4027b)
Tarama Sözlüğü’nde uğru biçimiyle tanıklanmıştır.
(TS 3909-13)
uġrıla- : çalmak (237)
sulṭān atınuŋ boynından ṭavuḳın ugrıladı.
Eski Türkçeden itibaren oğurla-/ oğrıla-(Clau-
son 1972: 94a)biçimleriyle kullanılmış, Eski Anadolu
Türkçesinde uğrıla- biçimini almış, bugün yerini yazı
dilinde çal- sözcüğüne bırakmıştır. Ağızlarda ise uğ-
rulamak [uğurlamak] biçimleri ve “çalmak, aşırmak”
anlamlarıyla bulunmaktadır. (DS 4027b)
Tarama Sözlüğü’nde uğrulamak, (uğurlamak) bi-
çimleriyle tanıklanmıştır. (TS 3914-18)
ur-: takmak (293)
taç başına ura buyura.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük (Cla-
uson 1972: 194b) bugün vur- biçimiyle kullanılmaya
devam etmektedir. Ağızlarda urmak (I) [urlamak] bi-
çimleriyle varlığını sürdürmektedir. (DS 4041b)
Tarama Sözlüğü’nde urmak biçimi ve “vurmak,
çarpmak”, “vurmak, baskın yapmak, gasp ve yağma
etmek”, “belli bir sesi yüksek olarak çıkarmak, haykır-

189
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
mak”, “giydirmek, giyinmek, takmak”, “vazetmek, koy-
mak”, “sokmak, batırmak, delmek, yaralamak”, “nişan
alarak atmak”, “ifade etmek, beyan etmek, bildirmek”,
“sürmek”, “tesir etmek” anlamlarıyla tanıklanmıştır.
(TS 3967-76)
uyaḳ-: (güneş) batmak (265)
ılduzlar aḫşamdan ṭoġar irteye degin uyaḳmaz.
Bugün yazı dilinden düşmüş olan sözcük Tarama
Sözlüğü’nde uyakmak, (uyağmak, oyağmak, uyaḫmak)
biçimleri ve “gurubetmek, yıldız batmak” anlamlarıyla
tanıklanmıştır. (TS 4024-25)
ün: Ses(175, 249)
ḳulaġuma bir ince ün geldi.
ben eyitdüm yā ḳarındaşım Cebrāil bu ne ündür di-
düm.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan bir sözcüktür.
(Clauson 1972: 167a)
Tarama Sözlüğü’nde ün biçimi ve “ses, yüksek ses,
nida, avaz,sada”, “şöhret, şan” anlamlarıyla tanıklan-
mıştır. (TS 4069-73)
ür-: üfürmek, üflemek (257)
üç kez İsrāfil ṣur üresidür.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük (Clau-
son 1972: 195b) bugün kullanımdan düşmüştür. Ağız-
larda ise ürmek (II) biçimi ve “üfürerek şişirmek” an-
lamıyla bulunmaktadır. (DS 4070a)
Tarama Sözlüğü’nde ürmek (I), (üvürmek) biçim-
leri ve “üfürmek, üflemek” anlamlarıyla tanıklanmış-
tır. (TS 4080-82)
yalavaç: peygamber ( 251)

190
Hacı Bektaş-ı Velî •

kendü bilür daḫı anuŋ yalavacı bilür.


Clauson’a göre ilk kısım bugün herhangi bir İran
dilinde tanıklanamasa da –vaç ekinin İranca “ses” an-
lamına geldiğini belirterek sözcüğün Türkçeye ödünç-
lendiğini belirtir. (Clauson 1972: 921a)
Bugün kullanımdan düşerek yerini bir başka Fars-
ça sözcük olan peygambere bırakmıştır.
Tarama Sözlüğü’nde yalavaç biçimi ve “peygamber,
haberci, elçi” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 4231)
yaluŋuz: yalnız, sadece (219)
bu kerem yaluŋuz baŋa mıdur?
Eski Türkçeden itibaren yalŋusbiçimiyle kullanıl-
mış (Clauson 1972: 930b), Eski Anadolu Türkçesinde
yaluŋuz biçimini almıştır. Bugün yazı dilinde yalnız
biçiminde kullanılan sözcük ağızlarda yalağuz (I) [ya-
laŋız, yalazuḫ, yalgı (I), yalgız, yalğız, yalhı, yalḫı (III),
yalınız, yalıŋız, yālız (I)] biçimleriyle bulunmaktadır.
Tarama Sözlüğü’nde yalaŋuz, (yalavuz, yalguz, ya-
luŋuz) biçimleriyle tanıklanmıştır. (TS 4230)
yaşıl: yeşil (277)
aġzından bir yaşıl ḳuş çıḳdı.
Eski Türkçeden itibaren kullanılan sözcük (Clau-
son 1972: 978a) bugün yeşil biçimiyle kullanılmakta-
dır. Ağızlarda ise yaşıl biçimi ve “yeşil”, “yeşilbaş, erkek
ördek” anlamlarıyla bulunmaktadır. (DS 4197a)
Tarama Sözlüğü’nde yaşıl biçimiyle tanıklanmıştır.
(TS 4379)
yavlaḳ: çok (273)
açlıḳ yavlaḳ taḳāżā eyledi.
Eski Türkçeden itibaren görülen sözcük “kötü, kö-

191
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
tülük” ve bazen de “çok fazla, aşırı olarak” anlamlarıyla
kullanılmıştır. (Clauson 1972: 876b) Bugün kullanım-
dan düşen sözcük, ağızlarda ise yavlak (I) “çok, çok
fazla”, yavlak (II) “uğursuz”, yavlak (III) “alışılmamış,
yabansı” biçimi ve anlamlarıyla bulunmaktadır. (DS
4205a-b)
Tarama Sözlüğü’nde yavlak biçimi ve “pek, çok, ga-
yet” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS 4402-06)
yazuḳ: günah (219, 310)
işledükleri yazuḳların müzde degşürem.
mü’minüŋ çoḳ yazuḳları var.
Eski Türkçeden itibaren görülen, yaz- fiilinden tü-
retilen sözcük “günah, hata, kusur” anlamlarıyla kul-
lanılmıştır. Osmanlı Türkçesinde ise acıma bildiren
bir söz olmuştur. (Clauson 1972: 985b) Bugün biçim
ve anlam değişimine uğrayarak acınma, üzüntü bildi-
renbir söz olarak kullanılanve ve yerini Farsça günaha
bırakan sözcük, ağızlarda ise yazuk biçimi ve“yazık”
anlamıyla bulunmaktadır. (DS 4219b)
Tarama Sözlüğü’nde yazuk, (yazık) biçimleri ve
“günah, cürüm, suç” anlamlarıyla tanıklanmıştır. (TS
4230)
yigirmi: yirmi (201)
yüz yigirmi dört biŋ artuḳ eksik peygāmber yaratdı.
Eski Türkçede yėgirmi biçimiyle görülen sözcük
(Clauson 1972: 915b) Eski Anadolu Türkçesinde yi-
girmi biçimiyle kullanılmış, bugün ise yerini yirmi bi-
çimine bırakmıştır. Ağızlarda ise yiğırmı (DS 4276b),
girmi (Ertekinoğlu 2017: 387) biçimleriyle bulunmak-
tadır.

192
Hacı Bektaş-ı Velî •

Tarama Sözlüğü’nde yiğirmi, (iğirmi) biçimleriyle


tanıklanmıştır. (TS 4230)
yitesi: yeterince (241)
eyitdi yitesi ḳulmaşlıḳ ḳılduḳ
Eski Türkçeden itibaren kullanılan yėt- fiiline (Cla-
uson 1972: 884b) –esi eki getirilerek oluşturulmuştur.
Bugün kullanımdan düşen sözcük Tarama Sözlü-
ğü’nde de tanıklanmamıştır.
Sonuç
Bu çalışmada Hacı Bektaş Veli’nin Türkçe eserle-
rinin söz varlığı ele alınmıştır. Hacı Bektaş Veli Ana-
dolu’da tasavvufî geleneğin gelişmesinde ve termino-
lojisinin yerleşmesinde önemli bir rol üstlenmiştir.
Bu sebeple eserlerinde bu geleneğin söz varlığının da
izleri görülmektedir.
Hacı Bektaş Veli’nin Türkçe eserlerinde tespit edi-
len söz varlığının çok azı bugün yazı dili sözlüğünde
mevcuttur. Bu kelimelerin büyük bir kısmı bugün
arkaik durumdadır. Yani eserin kaleme alındığı dö-
nemde kullanılan ancak bugün kullanımdan düşmüş
sözcüklerdir. Bu sözcükler dönemle ilgili yapılacak ça-
lışmalara kaynaklık etmesi yanında Türkçe ile ilgili ya-
pılacak etimoloji ve semantik çalışmalara da kaynaklık
edecek ve katkıda bulunacaktır.

Kaynakça
Arat, Reşit Rahmeti (1947), Kutadgu Bilig I, Metin,
TDK Yayınları, Ankara.
Atalay, Besim (2006), Divanü Lûgat-it-Türk (Çevi-
ri) I-IV, TDK Yayınları, Ankara.
Clauson, Sir Gerard (1972), An Etymological Dicti-
193
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
onary of Pre-Thirteenth-Century Turkish, Oxford Uni-
versity Press, Oxford.
Ertekinoğlu, Servet (2017), Ahlat Ağzı Söz Varlığı,
TDK Yayınları, Ankara.
Gabain, A. von (2007), Eski Türkçenin Grameri
(Çeviren: Mehmet Akalın), TDK Yayınları, Ankara.
Hacı Bektaş-ı Velî Külliyatı (2010), Gazi Üniversi-
tesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Mer-
kezi ile Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Ortak
Yayını, Ankara.
Nişanyan, Sevan (2012), Sözlerin Soyağacı, Everest
Yayınları, İstanbul.
Taş, İbrahim (2009), Süheyl ü Nev-bahâr’da Eskicil
Öğeler, Palet Yayınları, Konya.
Tekin, Talat (1995), Türk Dillerinde Birincil Uzun
Ünlüler, T.C. Kültür Bakanlığı-Simurg, Türk Dilleri
Araştırmaları Dizisi-13, Ankara.
Tekin, Talat (2010), Orhon Yazıtları, TDK Yayınla-
rı, Ankara.
Türkçe Sözlük (2011), TDK Yayınları, Ankara.
Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü I-XII,
TDK Yayınları, Ankara, 1964-82.
XIII. yüzyıldan Beri Türkiye Türkçesiyle Yazılmış
Kitaplardan Toplanan Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü
I-VIII, TDK Yayınları, Ankara, 2009.

194
Hacı Bektaş-ı Velî •

Anadolu Ortaçağ Türk İslam Sanatında


İki Dinamik: Mevlevilik ve Bektaşilik

Yrd. Doç. Dr. Savaş MARAŞLI44∗

Giriş
Anadolu 11. yüzyıldan itibaren 14. Yüzyılın orta-
larına kadar içinde farklı inanç ve kültürlerin yer aldı-
ğı yeni bir dönem olarak tarih sahnesinde yerini alır.
Bu dönem kabaca Anadolu Selçukluları, Beylikler ve
Osmanlı’nın erken dönemlerine denk düşmektedir.
Çoktanrılı dinlerden kaynaklanan ve devam eden alış-
kanlıklar tek tanrılı dinlerin kendi ritüelleri ve tarikat
inançları bu dönem inanç karmaşasını da akla getir-
mektedir. 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun, Türk
ve İslamlaşma sürecine girmesi topluma yön verecek
olan yeni dinamikleri de beraberinde getirmiştir. Bu
dinamiklerin biri de 13. Yüzyılın ortalarından itibaren
Moğol tehlikesinin baş göstermesi ile birlikte Anado-
lu’ya yerleşen tarikat şeyh ve dervişleridir. 11. yüzyıl-
dan itibaren Anadolu’nun inanç ve kültür coğrafyası
44∗Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğre-
tim Üyesi, el-mek: savasmarasli@nevsehir.edu.tr
195
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bu heteredoks ve Ortodoks tarikatların önemli ölçüde
işin içinde olduğu bir zeminde gelişim gösterir. Aynı
zamanda bu zemin sanatın Ortaçağının da şekillendiği
önemli bir arka plan teşkil etmektedir.
Anadolu’nun farklı bölgelerinde ve hatta Balkan-
larda İslam’ın yayılması için de etkileri olan bu tarikat-
lardan başında yerleşik ahali arasında tutulan sunni
mezhep olan Mevlevîlik ve daha çok göçebeler ara-
sında kabul gören gayri sunni mezhep olan Bektaşîlik
Anadolu’da geniş tabanlı katılım bulmuş iki tarikattır.
Bunlardan Bektaşîlik daha Anadolu’ya gelmeden önce
Türkmen Babaların temsil ettikleri içinde İslam öncesi
inanç motiflerinin de izleri bulunan bir tarikat olduğu-
nu (Ocak, 1991: 110-116) kullanmış oldukları sembol
ve ikonografiden de anlaşılmaktadır.
Bu tarikatların sanata bakış açıları, Anadolu
Türk-İslam sanatı içerisindeki yerleri, sanatı nasıl et-
kiledikleri ve ya ne ölçüde yön verdikleri edebiyat ve
musiki gibi birkaç kalem dışında pek bilinmemekte-
dir45.
45Bektaşîlik ve Mevlevîlik ile ilgili şimdiye kadar yapılmış, sanat tari-
hi konusuna giren bazı çalışmalar için bkz. Oral, M. Z. (1954). Haz-
ret-i Mevlâna Dergâhındaki Şaheserlerden Nisan Tası. Ankara: Türk
Tarih Kurumu Basımevi;Uzluk, Ş. (1957). Mevlevîlikte Resim, Resim-
de Mevlevîler. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları; Karamağaralı, B. (
1971). Sivas ve Tokat’taki Figürlü Mezar Taşlarının Mahiyeti Hakkın-
da, Selçuklu Araştırmaları Dergisi II, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, s. 75-103; Karamağaralı, B. (1973). Anadolu’da XII-XVI.
Asırlardaki Tarikat ve Tekke Sanatı Hakkında. Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi. 21 (1), s. 247-276; Ocak, A.Y. (1983). Bek-
taşî Menakıbnâmelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, Ankara: En-
derun Kitabevi; Ocak, A.Y. (1991). Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâm-
laşması. DİA. C: III, s. 110-116; Ocak, A.Y. (2013). Türk Folklorunda
Kesikbaş Tarih Folklor İlişkisinden Bir Kesit, İstanbul: Dergah Ya-
yınları; Tanman, B. (2004). Osmanlı Dönemi Tarikat Yapılarında Sûfi
İnançların ve Simgelerin Yansımaları. B. Mahir ve Hâlenur Katipoğlu.
196
Hacı Bektaş-ı Velî •

13. yüzyıldan itibaren Anadolu’da tarikatların orta-


ya çıkması ve gelişmesi ile birlikte bu tekkelerde yeti-
şen mensupların yeteneklerine göre çeşitli sanat aktivi-
telerini icra etmeleri “tekke sanatı” oluştururken; diğer
yandan yüzyıllar içerisinde bu sunni ve gayri sunni
tarikatların inanç ve geleneklerine bağlı geniş kitleler
edebiyat, musiki, el sanatları, mimari, figürlü plastik
sanatlar ile tarikatın sanatı meydana getirmişlerdir de-
nilebilir.
Bunlardan tarikat yapıları olan zaviyelerin ortaya
çıkışları Osmanlı’nın kuruluş yıllarına rastlasa da Sel-
çuklu döneminden beri var oldukları bilinmektedir46.
(Yayına Hazırlayanlar). Sanat ve İnanç/2, İstanbul: MSGSÜ Matbaası,
s. 265-280;Bakırcı, N. (1999). İç Anadolu Bölgesindeki Mevlevî Mezar
Taşlarında Görülen Dekoratif San’atlar ve Semboller. Yayımlanmamış
Doktora Tezi. Konya: SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Atasoy, N. (2005).
Osmanlı Dönemi Tarikat Kıyafetleri ve Cihazları. Osmanlı Toplumun-
da Tasavvuf ve Sûfiler. Haz. Ahmet Yaşar Ocak. Ankara: Türk Tarih
Kurumu; Çağman, F., Tanındı, Z. (2005). Tarikatlarda Resim ve Kitap
Sanatı. Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler. Haz. Ahmet Yaşar
Ocak. Ankara: Türk Tarih Kurumu; De Jong, F. (2005). Bektaşîlik’te
İkonografi. Tarihten Teolojiye: İslam İnançlarında Hz. Ali. Haz. Ah-
met Yaşar Ocak. Ankara: Türk Tarih Kurumu; Değirmenci, T. (2006).
Farklı İnançlar, Farklı Kıyafetler: Osmanlı Resim Sanatında Gezici
Dervişler (16-17. yy.), Sanat Tarihi Araştırmaları, 1, s.79-98;Dağlı,
Ş. Z ve Başbuğ, F. (2007). Türk Hat Sanatında Yazı Resimler ve Mev-
levîlik. Türk İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, S:4,
s. 177-188;Kuru. A. Ç. (2007). Ortaçağ Anadolu Türk Mimarisinde
Hz. Ali Yazıları. Milli Folklor,Yaz/2007,S:74, s.46-69; Altıer, S. (2008).
Bektaşî İkonografisi Üzerine Bir Deneme: Hacı Bektaş Veli Müzesi’n-
deki Figürlü Keşkül-ü Fukaralar. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. S: 17, s.101-116; Aksel,
M. (2010). Türklerde Dini Resimler. İstanbul: Kapı Yayınları; Maden,
F. (2011). Bektaşîlikte Giysi ve Sembol Olarak Tâc. Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi. 60: 65-84; Zarcone, T. (2012).
The Lion of Ali in Anatolia: History, Symbolism and Iconology. The
Art and Material Culture of Iranian Shi’ism conography and Religious
Devotion in Shi’i Islam. Ed. Pedram Khosronejad. New York.
46Konya Dediği Dede Tekkesi, Konya Ali Gav Zaviyesi, Afyon Boyalı-
köy Hankahı, Tokat Ebû Şems Hankahı, Şeyh Meknûn Tekkesi, Hoca
197
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Selçuklu dönemi önemli kroniklerinden Eflâkî, Arifle-
rin Menkıbeleri adlı eserde Mevlânâ, Mevlevî Şeyhleri
ve kerametleri ile ilgili önemli bilgilere yer verilmiştir.
Bunlardan biri de Mevlânâ’nın babasının Konya’ya gel-
diğinde dönemin sultanı tarafından sarayda ağırlan-
mak istenmesi ile ilgilidir. Eflâkî, Mevlânâ’nın babası
Bahaeddin Veled’in; “imamlara medrese, şeyhlere hâ-
nikah, emirlere saray, tüccarlara han, başıboş gezenlere
zaviye, gariplere kervansaraylar münasiptir” dediğini
aktarır (Eflâkî, I, 1973: 123). “Başıboş gezenlere zavi-
ye” ile kasıt ise, bazı Ortaçağ İslâm yazarlarına göre,
gaziyân terimiyle eş anlamlı olarak ayyârûn kelimesini
kullanmaktadırlar ve ayyârûn kelimesinin sözlük anla-
mı ise serseridir (Kafadar, 2010: 82). Zaviyelerde kalan
ve serseri olarak da tabir edilen bu grup, gezici derviş-
leri niteliyor olabilir. Osmanlı’nın ilk mimari örnekleri
olan zaviye ve hankahların birer tarikat yapısı oldukla-
rı bilinmektedir. Dervişlerin barınmaları için inşa edi-
len bu yapılar, Osmanlı mimarisinin temel taşlarından
olan imaretlerin ve “Ters T” planlı zaviyelerin inşasına
zemin hazırlayan etkenlerin başında gelmektedir (Bu-
dak, 2016: 24). Konya Mevlânâ tekkesinin (Resim 1-2),
temelleri Mevlânâ’nın babası Bahaeddin Veled (ö. M.
1231) ve Mevlânâ (ö. M. 1273)’nın ölümünden sona
bu alana defnedilmeleri ile atılmış (Karpuz, 2004: 449)
olup Osmanlı dönemi ile birlikte gelişim gösterir.

Sümbül Baba Zaviyesi, Gümüştop Zaviyesi Selçuklu dönemi tekke ve


zaviyeleri için örnek verilebilir. Daha geniş bilgi için bkz. Tanman, B.
ve Parlak, S. (2011). Tekke, DİA, S: 40, s. 370-379.
198
Hacı Bektaş-ı Velî •

Resim 1: Mevlânâ Mazumesi görünüm.

Resim 2: Mevlânâ Manzumesi görünüm.


Anadolu’nun en eski ve köklü tarikatlarından bir
diğeri olan Bektaşîlik ise kurucusu olan Hacı Bektaş-ı
Velî’den dolayı, 13. yüzyıla kadar giden bir geçmişe sa-
hiptir (Bırge, 1991: 36-38, Melikoff, 2010: 93). Nevşe-
hir Hacıbektaş’ta bulunan Hacı Bektaş-ı Velî Tekkesi,
1271’de ölümünün ardından kızılca Halvet’in (Çileha-
ne) yanı başına defin olunması oluşmaya başlar (Re-
199
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
sim 3-4) (Ertuğrul, 1996: 30). İki tekkenin de gelişim
evreleri Osmanlı dönemine denk düşmektedir.

Resim 3: Hacı Bektaş Veli Tekkesi Meydan.

Resim 4: Pir Evi’nin de yer aldığı Hacı Bektaş Türbesi.

Osmanlı dönemi tarikat yapıları, Anadolu Türk


mimarisinin kendi içerisindeki gelişimi ve mimarinin
vardığı nokta ile bağlantılı olmalarının dışında, bağlı
oldukları tarikatların simgeciliğini de yansıtan örnek-
lerdir. Tarikatlara ait ritüel ve sembollerin izleri, özel-

200
Hacı Bektaş-ı Velî •

likle ayinlerin icra edildiği Mevlevîlerde “semahane”,


Bektaşîlerde “meydan” ve ya “meydan evi” diğer tari-
katlarda ise “tevhidhane” olarak bilinen mekanlarla,
türbelerde görülmektedir (Tanman, 2004: 265).
Genel olarak tarikat öğretilerinde simgesel ögele-
rin kullanılmış olduğu görülmekle birlikte Bektaşîlik-
te bu oran daha fazladır. Özellikle Bektaşî meydanları
kurgu ve şekil bakımından simgesel özellikler gösterir.
Meydan Evi’nde “şeriat kapısı” olarak bilinen asıl gi-
riş kapısı dışında, batıda, güneyde ve kuzeyde üç tane
daha gerçekte olmayan simgesel kapının varlığı kabul
edilir. Bu kapılar tarikat, marifet ve hakikat kapılarıdır
(Tanman, 2004: 265). Meydanların geometrik merke-
zindeki düşey eksenin, Allah’a ulaşan en kısa yol olarak
kabul edilmesi ise soyut düşünce yapısının somut ör-
neğini teşkil eder. İstanbul Merdivenköy’de ki Şahkulu
Tekkesi (1850 civ.) ile Bulgaristan Tutrakan’da yer alan
Softa Baba Tekkesi (18-19. yy.) meydanlarında buna
örnek verilebilir (Tanman, 2004: 265-266). Tarikat ya-
pılarında ayin mekanları ile türbelerin bir arada bu-
lunması ve sûfîlerin Velîleri gerçek anlamda ölü olarak
kabul etmemeleri ve ayinleri bizzat onların önünde
gerçekleştirmek istemeleri ile ilişkili olmalıdır (Tan-
man, 2004: 267). Mevlânâ ve Hacı Bektaş-ı Velî tek-
kelerindeki ayin yapılan yer ile türbelerin arasındaki
bağlantı geniş açıklık türünden ögelerle sağlanması
(Tanman, 2004: 268), inanç öğretisinin tarikat yapıla-
rının mimari tasarımına yansıması olarak görülebilir.
Bunun dışında Bektaşî tekkelerinde bulunan mey-
danlar da ezoterik anlamlar bütünüdür. Meydanların

201
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
sembolik değerlerine bakıldığında en çok 12, 8 ve 7 sa-
yısı ile karşılaşılır. Bu Anadolu kaynaklı rakam simge-
ciliğinin heteredoks tarikatlara yayılmasından kaynak-
lanır. Özellikle Rumeli’deki türbelerde 7 gen plan sıkça
kullanılmıştır. Rumeli’nin İslâmlaşmasında önemli
rol oynayan aslı bir Kalenderî şeyhi olan Otman Baba
(1378/ 1478) ve müridlerinin yedi terkli taç giymeleri,
7 sayısının Rumeli’de neden yaygın olduğunu açıkla-
maya yardımcı olur (Tanman, 2004: 272). Bektaşîlikte
12 köşeli yıldız on iki imamı 8 köşeli yıldız ise 8 sekiz
imamı temsil etmektedir. İmamların sayısı ile bir iti-
laf görülmektedir. Baha Sait 8 köşeli yıldızın, 8 ima-
ma işaret ettiğini 12 imamın Balım Sultan zamanında
tanındığını söylemektedir (Sait, 1926: 325-326). Hacı
Bektaş-ı Vilayetname’sine göre birinci türbe 1. Murat
zamanında (1359- 89) yapılmıştır. Özel olarak emir
vermiş olduğu söylenir:
Kubbeyi güçlü ve kavi yapın.
Fakat çevresi sekiz cepheli olsun.
Sekiz imam (İmamı Heştum) aşkına
Kubbeyi padişahın niyetine göre yapın.
(Bırge, 1991: 199).

Mevlevîlikte de rakam simgeciliği ile karşılaşıl-


maktadır. Bir takım tasavvufî ve kozmik anlamlar
içeren nezr-i Mevlânâ olarak bilinen 18 sayısı Mev-
levîhânelerin mimarisinde ve semahânelerinde görü-
lebilmektedir. Bu sayı dedelerin denetiminde bulunan
on sekiz hizmet şeklinde Mevlevî asitanelerinin iç ör-
gütüne yansımış, bu kuruluşlardaki dedegan hücrele-

202
Hacı Bektaş-ı Velî •

rinin adedini belirlemiştir. İstanbul Yenikapı (1816/


17-1837/38) Mevlevîhânesinde semahânenin 18 ahşap
dikme ile kuşatılması dikkat çekmektedir (Tanman,
2004: 277). Ayrıca Mesnevinin özü olarak da kabul
edilen ilk 18 beyitinin bizzat Mevlânâ tarafından yazıl-
mış olması da 18 sayısının Mevlevîlikteki kutsiyeti ile
alakalı olmalıdır.
İçinde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Hacı Bektaş-ı
Velî, Ahî Evren, Yûnus Emre gibi mutasavvıfları barın-
dıran Anadolu Selçuklu dönemi sanat ortamı, yine bu
büyük mutasavvıfların başını çektiği belli merkezler-
de yoğunluk kazanmıştır. Bu merkezlerden biri olan
Konya, sanat açısından birçok farklı alana ev sahipliği
yapmıştır. Doğunun büyük alimleri, şairleri, tasavvuf
ehli ve sanatçıları bu şehirde toplanarak dönemin kül-
tür ve sanatını etkiledikleri muhakkaktır. Mevlânâ’nın
ve müritlerinin desteğinde oluşan sanat ortamında,
zengin bir resim ve yazı sanatı fark edilmektedir. Mev-
lânâ’nın (1207-1273) ve müritlerinin resim sanatına
duyduğu ilgiden bahseden Eflâkî ‘Ariflerin Menkıbe-
leri’ eserinde, Mevlânâ’nın müritlerinden Aynüddev-
le’nin resim çizmede son derece yetenekli olduğundan
ve yine Mevlânâ’nın muhiplerinden Gürcü Hatun’un
isteği üzerine Mevlânâ’nın ayakta durur ve farklı açı-
larda yirmi ayrı pozunu kağıt üzerine çizdiğinden bah-
setmektedir (Eflâkî, I, 1973: 400-401).
13. yüzyılda resim alanında “Mevlânâ konulu” çi-
zimlerin yapıldığı gelişmeler yaşanırken 14. yüzyıla
gelindiğinde, El yazma eserlerin üretiminde konu ba-
kımından değişiklikler görülmektedir. Bu değişiklik

203
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Kur’ân-ı Kerîm’lerin yanında tasavvuf konulu eserle-
rin de tercih edilir olmasıdır. Bunda ise Mevlevîler-
den oluşan yeni bir hami grubunun doğmasının etkisi
vardır. Mevlânâ’nın görüşlerini benimseyen tarikat
mensubu varlıklı kişiler, Mevlânâ, Sultan Veled ve
Şems-i Tebrizî’nin eserlerinin nüshalarını hazırlatarak
dönemin kitap sanatlarına büyük katkı sağlamışlardır
(Aksoy, 2014: 267). İslâm yazı sanatına Mevlevîliğin
önemli katkılarının olduğunu bu dönemde görmekte-
yiz. Mevlânâ’nın Mesnevi ve Divan-ı Kebir’inin dışın-
da oğlu, Sultan Veled tarafından yazılan Rebabnâme ve
İntihanâme ( Raby ve Tanındı, 1993: 4) dönemin rağ-
bet gören el yazmaları olup kitap sanatları bakımından
da (hat-tezhip-cild) önemli örneklerdir.
Bugün için Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki el yazma
eserlerin kayıtları dönemin Mevlevîlerinin kültürel ve
sanatsal katkılarını göstermesi bakımından önemlidir.
İnce zevk sahibi sanatseverler olan bu Mevlevîler bağlı
oldukları tarikatın kitaplarının ihtişamlı olmasına da
özen göstermişlerdir. 1366-1372 yılları arasında seç-
kin ve güçlü bir Mevlevî olan Emir Satı b. Hüsâmü’d-
Din Hasan için, Mevlevî olan Katip Hasan b. Osman
tarafından çoğaltılan ve başka bir Mevlevî olan Ebu
Bekr el-mücellid el-Mevlevî el-Hamevi tarafından da
cildlenen Sultan Veled’in Rabâbnâme ve İntihânâme
adlı eseri ile Mevlânâ’nın Mesnevi’si ve Divân-ı Kebir’i
dönemin kitap üretiminde Mevlevîlerin söz sahibi ol-
duklarını göstermesi bakımından önemlidir. Emir Satı
b. Hüsâmü’d- Din Hasan Timur öldüğünde Semer-
kand’dan Anadolu’ya gelmiş ve bu kitapları Mevlânâ

204
Hacı Bektaş-ı Velî •

türbesine vakfetmiştir (Tanındı, 2000: 513-535). Bir


kitap üretim merkezi olan Konya bu konumu uzun
yıllar sürdürmüştür. Mevlevî hattatlar, Fatih dönemi-
ne kadar “Selçuklu Nesih” yazısını kullanarak eserler
meydana getirmiş (Alparslan, 1973: 9), faaliyetlerini
Osmanlı’nın sonlarına kadar devam ettirmiş (Resim
5) ve sonrasında Galata, Yenikapı, Beşiktaş Mevlevî
tekkelerinde yetişen Mevlevî sanatçılar önemli eserler
bırakmışlardır (Uzluk, 1957: 57).

Resim 5: Konya Mevlânâ Müzesi, Divan-ı kebir47.


Ortaçağ görselliğin ön planda olduğu sembollerle
yüklü bir dönemdir. Sembolik dil kullanımını temelle-
ri bu dönemlerde atılan tarikatlarda da görmek müm-
kündür. Tarikatlarla özdeşleşen semboller arasında ta-
rikat kıyafetleri önemli yer tutmaktadır. Mevlevîlikte
47Divan-ı Kebir. Konya Mevlana Müzesi Env. No. 72. 30 x 20.5  cm.
ölçüsünde olup 1854 tarihlidir. Sekizinci sayfanın başlık tezhibin-
de sehpa üzerinde yeşil destarlı Mevlevî sikkesi görülmektedir. Bkz.
http://muze.semazen.net/content.php?id=00108. (29.08.2016).

205
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
önemli sembollerden biri olan sikkeler (başlıklar), 19.
yüzyıla kadar farklı makamlarda farklı biçimlerde gi-
yilebilmiştir. Külah-ı Mevlevî’ ya da Tac-ı Mevlânâ da
denilen sikke, dövme yünden genellikle devetüyü ren-
ginde, yirmi beş otuz santim boyunda yapılırdı. Sikke-
lerin kenarlarından itibaren üste doğru basık ve tepesi
keskin olanına “Külâh-ı Seyfî” denilirdi. Çelebiler ve
halifeler, duhanî, yani bakılınca siyah denecek kadar
koyu mor renkte destar sararlardı. Şeyhlerden Seyyid
olanların destarları koyu yeşil, olmayanların destarları
beyaz renkli olurdu (Önder, 1998: 243). Mevlevî sikke-
leri (başlıkları) minyatür, kıyafet, yazı resim ve mezar
baş taşlarında Mevlevîliğin sembolü olarak karşımıza
çıkmaktadır (Resim 6-7).

Resim 6: M. 1584 yılına ait Nus- Resim 7: M.1874 tarihli Ahşap


retnâme’nin minyatürlerinden üzerine ortaya sikke formunda
birinde başlarında sikkeleri ve “Yâ Hazret-i Mevlâna Celaled-
kıyafetleri ile sema yapan Mev- din-i Rûmi” yazısı sülüs hatla
levîler görülmektedir1. istif edilmiştir2.

Mevlevîlikte ve Bektaşîlikte çok kullanılan yazı-re-


simlerde tarikatların sembollerle dolu dünyasında yer-

206
Hacı Bektaş-ı Velî •

lerini almıştır. İslâm yazı sanatının resme dönüşmüş


hali olan resim yazılar, İslâmiyet’in felsefesine uygun
örnekler olarak görülebilir. Kaynağını harfçilik felse-
fesinin dayandığı Hurûfilik teşkil etmiştir. Tercihen
tasvirden uzak durma yazının başlı başına bir sanat
dalı haline gelmesini tetikleyen başlıca etken olarak
görülebilir. Canlı suretlerini yazı yolu ile yapma şekil-
lendirme olan yazı-resimlerin, hat sanatının içerisinde
özel bir yeri bulunmaktadır. Genellikle simetrik tarzda
yapılan yazı resimlerde figür, yazının anlatım imkan-
ları ile ortaya çıkar (Dağlı ve Başbuğ, 2007: 180). Yazı
resimlerin cami-mescit-tekkelere girmesinde sakınca
görülmemiş, yazılarla şekillenen resimlerle camilere
ibadethanelere tekkelere yakışan gizemli resimler or-
taya çıkmıştır (Aksel, 1967: 14).
Anadolu coğrafyasında harflerin resme dönüştü-
rülmesine ait en erken tarihli örneklerden biri bugün
İstanbul Türk-İslâm Eserleri müzesi’nde 2832 envanter
numarası ile kayıtlı olan tunç davulun üzerinde görü-
lür (Resim 8).

Resim 8: Türk-İslâm Eserleri müzesinde tunç davul üzerinde yer


alan erken bir resim-yazı örneği.
13. yüzyıl özellikleri gösteren davulun üzerinde ki
dikey harfler ejder ve insan başları şeklinde sonlan-
207
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
maktadır. Görüldüğü gibi erken örneklerde harfler
insan ya da hayvan vücudu şeklinde dönüştürülürken
zamanla bundan vazgeçilerek harflerin kompozisyonu
dahilinde tasavvufi konulu çizgisel yazı resimler mey-
dana gelmiştir. Osmanlı’da 15. yüzyıldan itibaren izi
sürülen yazı resimlerden günümüze ulaşanlar genel-
likle 17.-19. yüzyıllar arasında tarihlenmektedir (Çağ-
man ve Tanındı, 2005: 526).
Bektaşîlikte yazı-resimler üç gruba ayırmak müm-
kündür. Figüratif olanlar, figür ve kaligrafinin bir ara-
da kullanıldığı örnekler ve sadece kaligrafik olanlar.
Bunlardan figüratif olanlar; Hz. Ali ve hayatı, Kerbelâ
olayı, çeşitli derviş ya da evliyalar, oniki imam gibi bel-
li kişi ve bunların öykülerini içerir (Eyüboğlu, 2010,
413). Yazı-resimlerde en çok görülen konuların başın-
da gelen Hz. Ali’yi temsil eden bir örnek 1795 tarihlidir
(Resim 9). Hz. Ali’nin sembolü olan aslanın dolayısı
ile Hz. Ali’nin kötülük yani yılan ile mücadelesi (Shani,
2012: 134-135) ve ona hükmetmesi olarak görülebilir.

Resim 9: 1795, Staatliches Museum für Völkerkunde, Münih (Raya


Shani, 2012).
Yazı-resim sanatına Mevlevîliğin de önemli katkı-
larının olduğu, eldeki örnek belgeler ve müzelerdeki
208
Hacı Bektaş-ı Velî •

eserlerden anlaşılmaktadır. Mevlevîlikte de yazı ile re-


simlenmiş ney üfleyen derviş biçiminde yazı resimler
yaygın olup yine en meşhur örneklerden biri 19. yüzyı-
lın önemli Mevlevî hattatlarından Hasan Leylek Dede
(ö.1827)’nin Leylek şeklindeki yazısıdır (Dağlı, Ş. Z ve
Başbuğ, F, 2007: 183). Leylek şeklinde yazılara bir ör-
nekte hattat Abdulgani tarafından 1763 yılında yazılan
leylek şeklindeki yazıdır(Resim 10).

Resim 10: Abdülgani’nin 1763 yılında yazdığı leylek yazı formu


(Alpaslan, 1973: 12).
Bektaşîliğin dayandığı Hz. Ali sevgisi, yapılar üze-
rinde görülen Hz. Ali yazılarının da ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Görselliğe hitaben estetik yönü ağır basan
bu yazılar Hz. Ali ikonografisin bir parçası olup, daha
çok Konya, Tokat, Amasya, Sivas gibi tarikatların ke-
sişme noktalarında yaygın olarak görülmektedir (Ka-
209
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ramağaralı, 2006: 303). Anadolu’da 13-14. yüzyıllarda
inşa edilmiş yapılarda Hz. Ali yazılarının yaygınlaşma-
sı bir bakıma Moğol istilası sonrasında Azerbaycan,
Irak Suriye İran bölgelerinden gelen Şii mezhebe bağlı
sanatçılarla açıklanabilir (Kuru, 2007: 66). Ali yazıla-
rının daha çok binaların kapılarında rastlanılması Hz.
Muhammed’in “Ben ilmin şehriyim, Ali’de onun kapı-
sıdır” hadisi ile alakalı olması muhtemeldir (Yurdagür,
1991: 359). Şii mezheplerce kapı (bâb) dini-hiyerarşik
bir anlamı içerir ve burada Hz. Ali derun ile iletişim
sağlayan kişi olarak görülmektedir.
“Ali” ismi, Anadolu Türk mimarisinin erken dö-
nemlerinden itibaren mimari de yazılı süsleme olarak
görülmektedir. Mardin Kızıltepe Ulucami (1204), mih-
rabın kemerinin içinde taş üzerine kabartma olarak,
Konya Sırçalı Medresenin (1242-43) giriş eyvanındaki
tonozda sırlı ve sırsız tuğlaların istifi ile ma’kılî tarzda
“Ali” şeklinde görülmektedir. Çay Taş Medrese (1278)
mozaik çinili mihrabın dış bordüründe yer alan sekiz
köşeli yıldızlar içerisinde Allah ve Ali yazıları görülür.
Antalya Yivli Minare Cami (1373) minare kaidesinde
sağır nişler içinde çini mozaiklerde “Ali” ismi , Selçuk
İsa Bey Caminin (1375) sütün başlıklarının birinde ka-
bartma sülüs hatla “Hz. Ali buyuruyor ki..” yazısı iko-
nografinin kullanım alanının yaygınlığına işaret eder.
(Kuru, 2007: 55)
Tarikat sanatı içinde değerlendirilecek tezyini eser-
ler içerisinde mezar taşları da önemli yer tutmaktadır.
Bu konuda Konya İnce Minare Taş ve Ahşap Eserleri
Müzesi’nde bulunan ve 13. yüzyıl sonlarına ait figürlü

210
Hacı Bektaş-ı Velî •

bir mezar taşının Ahilerin başı Ahmet Şah’a ait oldu-


ğu söylenmektedir (Karamağaralı, 1973: 249, Erdemir,
2007: 156-157). Mezar baş şahidesi üzerinde iki insan
figüründen soldaki bir tabureye oturur şekilde sağdaki
ise ayakta tasvir edilmiştir (Resim 11). Mezar taşı, Orta
Asya’daki mezara ölünün heykeli dikilmesinin Anado-
lu’daki devamı olarak düşünülebilir (Çal, 2015: 316).

Resim 11: Konya, Ahi Ahmet Şah’ın mezar taşı (1298) (Çal, 317).

Mevlevîlik ve Bektaşîlikte görülen tarikat eşyaları,


tarikatların iç dünyalarını yansıtan görsel yönü zengin
litürjik eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin
Konya Mevlânâ Müzesi’nde bulunan bir Nisan Tası
şifa anlamda dini ritüelin bir parçası olarak düşünülüp
tekke sanatı içinde değerlendirilebilir. Nisan tasının
Mevlevî dergâhına M. 1333 yılında geldiği görüşü esas
alınmaktadır (Oral, 1954: 2-3). Dört parçadan oluşan
Nisan Tası’nın tepesinde hakim bir durumda yer alan
horoz figürü bulunur. Horoz metafor olarak Mesne-

211
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
vi’de izah edilirken şehveti sembolize ettiği belirtil-
mektedir. Mevlânâ, Horozu şeytanın Allah’ın kulları-
nı aldatmak üzere kullanacağı en önemli silah olarak
görmektedir (Oral, 1954: 5, Nur, 2013: 25). Mevlânâ
Mesnevi’nin bir yerinde şöyle söyler:
“Şu beden dört huyun durağı olmuştur; onların ad-
ları, fitneler arayan, düzenler kuran dört kuştur. Halkın
ölümsüz diriliğe kavuşmasını istiyorsan, bu şom, kötü
dört kuşun kes başlarını. O yol kesen manevi dört kuş,
halkın gönlünü yurt edinmiştir. Bu dört kuş «kaz»dır,
«tavus»tur, «kuzgun»dur, «horoz» dur; bu dördünün
insanlardaki örneği de dört huydur. Bunlardan «kaz»
hırstır «horoz» şehvet, mevki «tavus»a benzer; «kuz-
gun» ise dileğe”.
Mevlevîlere göre nisan yağmuru kutsal olup, Nisan
ayında yağan yağmurlardan bu Tas’a toplanan su üze-
rine dualar okunarak Hz. Mevlânâ’nın sarığının ucu
batırılıp çeşitli hastalıklara şifa amacıyla çevredekilere
dağıtılıp bazen de bereket için tarlara serpildiği söy-
lenmektedir (Oral, 1954: 1).
Bektaşîlikteki litürjik eserler arasında sayabilece-
ğimiz keşkül-ü fukaralar, dervişlerin tasavvuf yolunda
dilenme ritüeli için kullandıkları tarikatın en önem-
li eşyalarının biridir. Keşkül kapları dervişlerin hem
dilenirken hem de yeme ve içme zamanlarında kul-
landıkları kaplardır. Sert ahşap, maden veya seramik
örnekleri mevcut olan kaplar elde omuzda taşımayı
kolaylaştırmak için iki ucuna takılan zincirlere sahip-
tir. Bazı örneklerin üzeri tarikat ikonografisine uygun
olarak yazı ve bezemelerle tezyin edilmiştir (Altıer,

212
Hacı Bektaş-ı Velî •

2008: 102). Bektaşîlikte sûfiler, müritlerin kibirlerini


kırmak, nefislerini terbiye etmek, mütevazi olmaları-
nı sağlamak için onları dilendirmiştir (Uludağ, 1992:
300). Dervişlikte dilenmek için kullanılan keşküller,
önemli bir ritüelin parçası olup yapımına ve bezenme-
sine önem verilmiştir. Hacı Bektaş-ı VelîMüzesi (Env.
No.804) bulunan Hindistan cevizinden yapılma kazı-
ma tekniği ile tezyin edilmiş keşkül, üzerinde bulunan
ejder, oturmuş dervişler, kuşlar, Hz. Ali ve Hz. Hüse-
yin’e ait yazılarla Bektaşî ikonografisini iyi bir şekilde
yansıtır (Resim 12).

Resim 12: Hindistan cevizinden keşkül, Hacı Bektaş-ı VelîMüzesi,


env.no.804 (Altıer, s. 108).

Yeri gelmişken Bektaşîlikte sıkça kullanılan bir tas-


vir olan ejder ikonografisinin, Türklerin İslâm öncesi
213
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
inanç motiflerine kadar giden bir geçmişi vardır. Özel-
likle Bektaşîlikte ejderha ile mücadele-savaş olgusu yo-
ğun olarak geçmektedir. Başta Sarı Saltık olmak üzere,
Hacım Sultan ve Otman Baba gibi Bektaşî Velilerinin
bu tarz hikayeleri vardır. Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı
Velî’de Sarı Saltık’ın ejderle olan savaşı geçmektedir.
Savaşta özetle: Sarı Saltık Rumeli’de Bulgaristan
Kaligra’da türeyen bir ejderha ile savaşır ve onu mağ-
lup eder böylece orada bulunan halk toptan Müslüman
olur ( Ocak, 1983: 226-227). Ejderha ile savaşım daha
eski dönem hikayelerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu
anlamda Hz. Ali ejderle mücadele eden ilk İslâm kah-
ramanlarındandır. Edebiyat eserleri ve halk hikayele-
rinin kahramanı olarak yaygınlık kazanan Hz. Ali’ye
ait minyatürlerde ejderha ile savaşımı görülmektedir.
Bunlardan Siyer-Nebî’de48, Hz. Ali’nin ejderha ve aslan
ile savaşını anlatan minyatürler vardır. Bunlardan bi-
rinde Hz. Ali, kayaların arasına sıkıştırdığı ejderhanın
Zülfikar’la başını kesmiştir (Resim 13)49.

48 Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, 1223.


49Görsel içib bkz. And, M. (2012). Minyatürlerde Osmanlı İslâm
Mitologyası. Yapı Kredi Yayınları: İstanbul, s. 370.
214
Hacı Bektaş-ı Velî •

Resim 13: Hz. Ali’nin Zülfikar ile ejderin başını kesmesi.

Sahnenin hemen gerisinde seyisi Kanber ve atı


Düldül görülür. Yine Siyer-Nebî’den bir başka min-
yatürde ise, Hz. Ali atına binmiş vaziyettedir ve yine
Zülfikar’ını, kendisine saldıran bir aslana saplamıştır
(Resim 14)50.

Resim 14: Hz. Ali’nin, Zülfikarı aslana saplaması.


Türk sanatında en çok kullanılan figürlü tasvirler-
den biri olan aslan, her medeniyette karşılaşılan ba-
zen farklı anlamlar yüklenmiş sembolik örneklerden
biridir. Dini inançlarda Esedu-l-Lah (Allah’ın Aslanı),
Esed-ul il Galip gibi isimlerle Hz. Ali’yi temsil etmek-
tedir.Bektaşîliğin Hz. Aliye bağlı bir tarikat olmasın-
dan dolayı (Eyüboğlu, 1993: 29) aslan’ın Alevi-Bektaşî
ikonografisine önemli bir yeri vardır ve yoğun bir şe-
kilde kullanılmıştır. Bektaşî inançlarında Hz. Muham-
med, Miraç’a çıkarken O’na aslan şeklinde görünerek
yardım eden kişi Hz. Ali’dir. Özellikle Alevilerin yoğun
yaşadığı Tokat çevresindeki mezar taşlarında aslan tas-
50 Görsel için bkz. And, M. Aynı yer.

215
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
virleri ile karşılaşılmaktadır (Karamağaralı, 1971: 94-
95). Kökleri Orta Asya mezar kültüne kadar inen aslan
tasvirleri, Anadolu’da farklı bir anlam kazanarak “Şîr-u
Hurşid” olarak kullanılmış ve Hz. Ali’yi temsil etmiştir.
Bektaşî semboller dünyasında aslan kadar yaygın olan
tasvirlerden biri de kuş tasvirleridir (Resim 15)51.

Resim 15: Tokat’ta bir mezar baş taşı üzerinde görülen karşılıklı
güvercinler.
Hacı Bektaş’ın Horasan’dan Anadolu’ya güvercin
donuna bürünerek gelmesi kuşlardan güvercini öne
çıkartır (Aksel, 1967: 74). Tokat mezar taşlarında gö-
rülen kuşlardan bir diğeri olan Turna kuşunun Bektaşî
tasvir dünyasında görülmesi, sesini Hz. Ali’den almış
olması ve Ahmet Yesevî ile Horasan Erenlerinin turna
donuna girmeleri ile ilgili efsanelere bağlanmaktadır.
Hacı Bektaş Veli’nin bir horoz üzerinde Kırşehir’e gel-

51 Mezartaşı için bkz. Karamağaralı, B. (1971). Sivas ve Tokat’taki Fi-


gürlü Mezar Taşlarının Mahiyeti Hakkında, Selçuklu Araştırmaları
Dergisi II, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, Res. 22.
216
Hacı Bektaş-ı Velî •

miş olması da, horoz’u Bektaşîlerce kutsal sayılan hay-


vanlardan biri yapmıştır. Pazırık buluntuları arasında
çıkan eşyada horoz motifinin bulunması (Karamağa-
ralı, 1971: 92) ve horoz’un Orta Asya Türk dini mera-
simlerinde dört mevsimde kesilen dört kurbandan biri
olması horoz ikonografisinin çıkış noktalarına işaret
etmektedir. Tokat ve Sivas mezar taşlarında görülen
semboller52Bektaşî tasvir dünyasının zengin örnekleri
arasında sayılır (Karamağaralı, 1971: 92-93).
Sözlü kültürün bir sonucu da içerisindeki bazı
unsurların zamanla somut kültür eşyasına dönüşme-
si olarak düşünülebilir. Örneğin Hz. Ali’nin savaşçı
kimliği, kendinden sonra gelen İslami dönem Türk
destan başkahramanlarının kendilerini bu soya bağ-
lamalarına neden olmuştur. Özellikle Bektaşî gele-
neklerinde Hz. Ali, savaşçı, alim, bilge ve aziz olarak
muazzam bir kimliğe bürünmüştür. Savaşçı kimliğini
yansıtan unsurlarından ilk akla gelen katırı düldül ve
kılıcı zülfikar’dır (Bırge, 1991: 153). Bu özelliği Ana-
dolu’da özellikle Kesik Baş destanlarında görmekteyiz.
Bu destanlarda Hz. Ali, atı Düldül ve Kılıcı Zülfikar ile
kötülüğe karşı savaşmaktadır53.
52Tokat ve Sivas gibi Alevilerin yoğun yaşadıkları yerlerde mezar
taşlarında güvercin, Turna, aslan, horoz gibi Bektaşî inanç sembolle-
ri arasında yer alan figürlü tasvirler ile sıkça karşılaşılmaktadır. Orta
Asya İslam öncesi Türk geleneklerinin Türklerin İslamiyet’i kabulün-
den sonra Anadolu’da devam ettiği bilinmektedir. Yeni din ile birlikte
şaman adetleri harmanlanarak bazı tarikat çevrelerince sürdürülmüş,
Horasan, Fergana, Buhara gibi önemli merkezlerde Moğolların önün-
den kaçan şeyhler Anadolu’ya gelerek inanç akidelerini burada devam
ettirmişlerdir. Bu bahse konu tasvirler Orta Asya hayvan üslubunun
devamı niteliğinde olup tarikatların Anadolu’da yayılması ile birlikte
yeni kimlik kazanmışlardır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Ka-
ramağaralı, B. A.g.m, s. 75-103.
53Kesikbaş destanları Anadolu’da 13. yüzyıldan itibaren ortaya çık-

217
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Kesik Baş destanları Anadolu’da o kadar çok değer
görmüştür ki bunun somut kültür haline gelmesini,
Kesik Baş’a ait olduğuna inanılan türbelerde ve yanla-
rında Dev’e ait kuyuların yapılmasında görürüz. Ahmet
Yaşar Ocak Anadolu ve Balkanlarda kesik baş türbeleri
üzerine yaptığı çalışmada Sinop, Gaziantep, Çorum,
İznik, Ankara, Sivas, Erzincan, Tokat, Yozgat, Konya,
Isparta, Trabzon’da bu türden türbeleri tespit etmiştir
(Ocak, 2013: 26-34). Bu çalışmada bahsedilen örnek-
lerin dışında Niğde ve Nevşehir Taşkınpaşa’da da kesik
baş türbeleri mevcuttur (Resim 16). Kesik Baş türbe-
leri, Anadolu’da tarikatlara bağlı olarak ilk defa ortaya
çıkan tekke-zaviye yapılarından sonra İslamiyet’i yay-
mak için savaşan gazi ve dervişlerin kahramanlıklarını
somutlaştıran tarikat yapıları olarak düşünülebilir.

Resim 16: Nevşehir Taşkınpaşa Kesik Baş’a Kesik Baş Türbesi.

mış olup Anadolu ve Balkan coğrafyasında kabul görmüş, kesik başlı


kahramanları konu alan destanlardır. İslam öncesi Türk destan gele-
neğinde görülmeyen bu motif, Türklerin İslamiyet sonrası Anadolu’ya
gelmesi ile birlikte ortaya çıkmış olup, Müslüman ve Hıristiyan des-
tan ögelerinin karışması ve etkileşiminin sonucu gibi görülmektedir.
Daha geniş bilgi için bkz. Ocak, A. Y. (2013).Türk Folklorunda Kesik-
baş-Tarih-Folklor İlişkisinden Bir Kesit,İstanbul: Dergah Yayınları.
218
Hacı Bektaş-ı Velî •

Siirt, Diyarbakır, Şırnak, Kayseri, Muğla, Bolu, Ak-


saray, İstanbul, Bayburt, Rize, Giresun, Erzurum, Kars
illerinde de Kesik Baş türbeleri bulunmaktadır (Ka-
lafat, 2011: 159-171), Efsane Balkanlarda da oldukça
yaygın olup, Kesik Baş’a ithaf edilen türbelerin Balkan-
ların fethi için buralara yerleşen Bektaşî erenlerine ait
olduğu söylenmektedir (Demir, 2011: 85).
Kesik baş destanları erken örnekleri 13. yüzyılda
ortaya çıkmış, 14-16. yüzyılda özellikle Balkanların
fetihlerinde yaygınlaşmış hatta 19. yüzyılda da devam
etmiştir. Destanların dışında Evliya menkâbelerinde
de kesik baş olayı görülmektedir. Kesik Baş’ın ortaya
çıkmasında Hz. Hüseyin’in başı kesilerek şehit edil-
mesinin etkisi olabilir. Bu konu üzerine Şii-Alevi Müs-
lümanlarca daha sonra ilginç efsaneler ortaya çıkarıl-
mıştır (Ocak, 2013: 38-41).
Kesik Baş efsaneleri sadece İslamiyet’te değil Hıris-
tiyanlıkta da varyantları olan bir motiftir. Hıristiyan-
lıktaki ilk örnek Hz. Yahya’nın başının kesilmesidir.
Onun dışında Hıristiyan aziz menkâbelerinde de bu
olay etraflıca görülmektedir. En tanınmışlarından biri
Saint Denis’e ait olanıdır. Putperestler Saint Denis’in
başını keser kesmez Aziz ayağa kalkar başını yerden
alarak koltuğunun arasına koyar. Daha sonra bir me-
lek eşliğinde mezarının bulunduğu yere kadar uçarak
gelir ve ruhunu teslim eder (Ocak, 2013: 64-65). Başı-
nı alarak uçma olayı Hıristiyan kökenli bir anlatı olup
Rumeli kökenli Türk Kesik Baş efsanelerindeki başını
alarak uçarak gitme ile benzeşmektedir. Bu bölgeler-
deki Hıristiyan efsanelerin daha eski olması sebebi ile

219
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Osmanlının Rumeli’yi fethetme dönemlerinde yerel
Kesik Baş efsanelerindeki bazı olayların (havada uç-
mak) Türk-gazi efsanelerin etkilemiş olduğu düşü-
nülebilir. Başını alarak uçmak gibi bazı yerel motifler
kültürel etkileşim neticesinde Türk kesik Kaş destanla-
rında da görülür (Ocak, 2013: 68). Bu doğal olarak 11.
yüzyıldan sonra Anadolu’ya gelmeye başlayan Müslü-
manlığı kabul etmiş Türk nüfusu ve kültürü ile mev-
cut yerli halkın nüfus ve kültürünün kaynaşması ve
etkileşmesinin de bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Hıristiyan azizlerin birçoğu din uğruna büyük acılar
çekmiş, hayatları ibretlik, yaşadıkları çevrelerde büyük
saygı duyulan kültler oluşturmuş din şehitleridir. İslâ-
mi anlayışta buna en yakın örnekler gaziler- dervişler
ve babalardır. Din uğruna savaşan bu yolda şehit ya da
gazi olan bu kişiler zamanla mistik düşüncenin de et-
kisiyle mucizeler yaratan, kültler oluşturan şahsiyetle-
re dönüşmüştür.
Bu çalışmada Mevlevîlik ve Bektaşîlik gibi Anado-
lu’da geniş taban bulmuş iki tarikatın Anadolu Türk-İs-
lâm sanatına katkıları belirli örnekler üzerinden anla-
tılmaya çalışılmıştır. Farklı inanç ve ritüellere sahip bu
tarikatlar, Anadolu’nun yerleşik ve göçebe halkı üzeri-
ne etki ederek Balkan coğrafyasına kadar bir taraftan
İslâm’ın yayılmasına katkı sağlamış, diğer taraftan ku-
rulan tekke ve zaviyelerde farklı sanat dallarının icrası,
sanata ivme kazandırmıştır. Bu tarikatlara mensup sa-
natçıların her ne kadar isimleri hakkında pek bilgi bu-
lunmasa da tarikatların inanç ve adetlerini sanatlarına
yansıttıkları aşikardır. Özellikle evliya menkıbeleri,

220
Hacı Bektaş-ı Velî •

destan, hikaye ve şiirlerde geçen tarikatların sembolik


dilini süsleme unsuru olarak tekke eşyaları ve litürjik
eserler üzerinde çokça görmek mümkündür. Aynı za-
manda tarikatın inanç ve ritüellerine bağlı kalabalık
kitlelerinde tarikatların sembolik dilini görsel mesaj
unsuru olarak kullandıklarını en azından mezar taşı
geleneklerinden anlamaktayız.
Elbette Anadolu Türk İslâm sanatından bağımsız,
kendi başına, soyutlanmış bir Mevlevî ya da Bektaşî
sanatından bahsedilemez. Farklı coğrafyalar, kültür-
ler, din-inançlar ve tabii ki insanlar sanatın yolculuğu
sırasında, sanata yön veren dinamikleri oluştur. İşte
Mevlevîlik ve Bektaşîlikte bu dinamiklerden önemli
ikisidir.
Kaynakça
Aksel, M. (1967). Türklerde Dini Resimler. İstanbul:
Elif Kitabevi.
Aksoy, Z. A. (2014). İlhanlı ve Memluk Etkileşimin-
de XIV. Yüzyıl Anadolu Türk Tezhip Sanatı, Uluslarara-
sı Sosyal Araştırmalar Dergisi. C: VII, S. 29, s. 276-280.
Alpaslan, Ali. (1973). Yazı Resim. Boğaziçi Üniversi-
tesi (Beşeri İlimler) Dergisi, C: I, s. 19-27.
Altıer, S. (2008). Bektaşî İkonografisi Üzerine Bir
Deneme: Hacı Bektaş Veli Müzesi’ndeki Figürlü Keş-
kül-ü Fukaralar. SDÜ Fen Edebiyat FakültesiSosyal
Bilimler Dergisi. S:17, s.101-116.
And, M. (2012). Minyatürlerde Osmanlı İslâm
Mitologyası. Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.
Bırge, J. K. (1991). Bektaşîlik Tarihi. (Çev: Reha
Çamuroğlu), İstanbul: Ant Yayınları.
Budak, A. (2016). İmaret Kavramı Üzerinden Erken
221
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Osmanlı Ters T Planlı Zaviyeleri İle Aşhanelerin İlişki-
si: Osmanlı Aşhanelerinin Kökenine Dair Düşünceler.
Metu Jfa 2016/1 (33:1), s 21-36.
Çağman, F ve Tanındı, Z. (2005). Tarikatlarda Resim
ve Kitap Sanatı. Ahmet Yaşar Ocak. Yayına Hazırlayan.
Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler. Ankara: Türk
Tarih Kurumu, s. 505-529.
Çal, Halit.(2015). Türklerde Mezar-Mezar taşları.
Aile Yazıları, 8, Ankara: TC. Aile Ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı Yayını.
Çetin, İ.(1997). Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâ-
meleri. Kültür Bakanlığı Yayınları: Ankara.
Dağlı, Ş. Z ve Başbuğ, F. (2007). Türk Hat Sanatında
Yazı Resimler ve Mevlevîlik. Türk İslam Medeniyeti
Akademik Araştırmalar Dergisi, S:4, s. 177-188.
Demir, G. K. (2011). Kosova’da Anlatılan Kesikbaş
Efsaneleri, Turkish Studies,Volume 6/4 Fall 2011, p.77-
86.
Eflâkî, A. (1973) Âriflerin Menkıbeleri. C:I, (Çev.
Tahsin Yazıcı), İstanbul.
Erdemir, Y. (2007). İnce Minare Taş ve Ahşap
Eserler Müzesi, Konya: T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü Yayın No 130.
Ertuğrul, E. (1996). Nevşehir Hacı Bektaş Dergâhının
Plan ve Form Özellikleri. Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Eyüboğlu, İ. Z. (1993). Bütün Yönleriyle Bektaşîlik.
İstanbul: Derin Yayınları.
Ocak, A.Y. (1983).Bektaşî Menakıbnâmelerinde İs-
lam Öncesi İnanç Motifleri, Ankara: Enderun Kitabevi.
Ocak, A.Y. (1991). Anadolu’nun Türkleşmesi ve

222
Hacı Bektaş-ı Velî •

İslâmlaşması. DİA. C: III,  s. 110-116.


Ocak, A.Y.(2013). Türk Folklorunda Kesikbaş Tarih
Folklor İlişkisinden Bir Kesit, İstanbul: Dergah Yayın-
ları.
Kafadar, C. (2010). İki Cihan AresindeOsmanlı
Devletinin Kuruluşu. Ankara.
Kalafat, Y. (2011). Türk Kültürlü Halklarda Ulucan-
lar. Ankara: Berikan Yayınları.
Karamağaralı, B. ( 1971). Sivas ve Tokat’taki Figürlü
Mezar Taşlarının Mahiyeti Hakkında, Selçuklu Araştır-
maları Dergisi II, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basıme-
vi, s. 75-103.
Karamağaralı, B. (1973). Anadolu’da XII-XVI. Asır-
lardaki Tarikat ve Tekke Sanatı Hakkında. Ankara Üni-
versitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 21 (1), s. 247-276.
Karamağaralı, N. (2006). Anadolu Selçuklu Mimari-
sinde Hz. Ali İkonografisi. Editör.Turgay Yazar. Sanatta
Anadolu Asya İlişkileri, Hacettepe Üniversitesi Yayınları:
Ankara.
Karpuz, H. (2004). Mevlânâ Külliyesi. Ankara: DİA.
C: XXIX, s. 449-452.
Kuru. A. Ç. (2007). Ortaçağ Anadolu Türk Mima-
risinde Hz. Ali Yazıları. Milli Folklor,Yaz/2007,S:74,
s.46-69.
Mėlıkoff, İ. (2010). Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe.
(Çev. Turan Alptekin). İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
Nur, H. İ. (2013) Mesnevi’de Hayvan Karakterleri
(Metaforları). AVKAE 2013, 3(1), s. 18-30
Oral, M. Z. (1954). Hazret-i Mevlâna Dergâhındaki
Şaheserlerden Nisan Tası. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.

223
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Önder, M. (1998). Mevlânâ ve Mevlevîlik. İstanbul:
Aksoy Yayıncılık.
Raby, J ve Tanındı, Z. (1993). Turkish Bookbinding
in the 15 th Century. The Foundation af an Ottoman
Court Style. London.
Sait, B. (1926). Türkiyede Alevi Zümreleri. Türk
Yurdu. No. 21-28, s. 26-28.
Shani, R. (2012). Calligraphic Lions Symbolising the
Esoteric Dimension of ‘Ali’s Nature. Pedram Khosrone-
jad, I.B. Tauris (eds.). in The Art and Material Culture
of Iranian Shi’ism pp. 122-158. London.
Tanındı, Z. (2000). Seçkin Bir Mevlevî ‘nin Tezhipli
Kitapları. Irvin Cemil Schick. Derleyen. M. Uğur Der-
man 65. Yaş Armağanı, İstanbul. s. 513-536.
Tanman, B. (2004). Osmanlı Dönemi Tarikat Yapıla-
rında Sûfi İnançların ve Simgelerin Yansımaları. B. Ma-
hir ve Hâlenur Katipoğlu. (Yayına Hazırlayanlar). Sanat
ve İnanç/2, İstanbul: MSGSÜ Matbaası, s. 265-280.
Tanman, B. ve Parlak, S. (2011). Tekke, DİA,C:
XXXX, s. 370-379.
Uludağ, S. (1992). Dilencilik. DİA,C: IX, s. 300.
Uzluk, Ş. (1957). Mevlevîlikte Resim, Resimde
Mevlevîler. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları.
Yurdagür, M. (1991). Bâb, DİA, C: IV, s. 359.
İNTERNET
http://muze.semazen.net/content.php?id=00108.
(29.08.2016).
http://www.neyzenim.com/neytarihi.html.
(02.09.2016)
http://akademik.semazen.net/article_print.
php?id=492 (02.09.2016)
224
II. BÖLÜM
VELÂYETNÂME ÜZERİNE
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

226
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde


Dini Motifler

Prof. Dr. Faruk ÇOLAK1∗

Giriş
Velâyetnâmeler, veliler hakkında anlatılan efsane
metinlerinden oluşan eserlerdir. Bu eserlerin içerisin-
de Menkıbe adını verdiğimiz, velinin başından geçen
olağanüstü hadiselerin anlatıldığı küçük anekdotlar
yer alır. Bu anekdotlar, inanç değeri üzerine bina edil-
dikleri için dinler tarihi, halk bilimi ve mitoloji çalış-
maları açısından son derece değer ifade ederler. Aslın-
da bu eserlerde anlatılanlar, her ne kadar bir şahsa mal
edilerek anlatılsa da toplumun inanç değerlerinden
beslendikleri için kolektif inanç ve şuurun görünen
yüzünü teşkil ederler.
Aynı zamanda Velâyetnâmeler, ermiş/veli kabul
edilen din veya tarikat büyüklerinin hayatları etrafın-
da teşekkül eden efsanelerden oluşmuş bir tür biyogra-
fik eserlerdir. Bu türden eserler, kimin adına oluşturul-
1∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi,Fen Edebiyat Fakültesi, Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü, fcolak@ohu.edu.tr
227
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
sa onun gerçek hayatından az da olsa izler taşırlar. Bu
eserleri saf bir yaşam hikâyesi olarak almak ne kadar
doğru ise, hiç dikkate almamak da o derece yanlıştır.
Ancak bu türden eserlerin içerisindeki hikâyelerin
gerçekliğine oldukça dikkatli yaklaşmak gerekir.
Bir veli veya tarikat büyüğünün din ve tasavvufa
bakış açısının tam olarak anlaşılabilmesi için onun ha-
yatı etrafında oluşturulmuş efsanelere de bakmak ge-
rekir. Bu efsaneler hiçbir değer ifade etmiyormuş gibi
gözükse de aslında adına teşekkül ettiği din büyüğü-
nün inanç ve düşünce kaynaklarına ışık tutar. Onun
beslendiği din, kültür ve çeşitli inanç kaynakları hak-
kında bize fikir verir. Mesela Hacı Bektaş Velâyetnâ-
mesine baktığımızda, orada Hacı Bektaş’ın sık sık gü-
vercin donuna girdiğini görürüz. Bu motif bize onun
İslamlık öncesi Türk inanç yapısı ile yoğrulduğunu
göstermesi bakımında oldukça manidardır.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde din başlığı altında
değerlendirilebilecek motifler “Allah/Tanrı, Tanrının
ilham etmesi, Tanrı vergisi, nefes vermek, Kelime-i şeha-
det, besmele çekmek, kuran okumak, erbain çıkarmak,
çile çıkarmak, riyazet, sema etmek, melekler, sadaka
vermek, şükretmek abdest almak, namaz kılmak, oruç
tutmak, hacc, kurban/adak, adak, dua/beddua etmek,
şehit olmak, günah, sevap, dünya ve ahiret, cehennem,
din değiştirmek ve puta tapmak,” olarak geçmektedir.
Allah/Tanrı
Velâyetnâmede Allah/Tanrı, en temel özellik ola-
rak duaları kabul eden (Gölpınarlı, 2014: 2, 3, 4, 6, 10,
12) varlık olarak geçer. Ayrıca Tanrı, Hz. Muhammed’e

228
Hacı Bektaş-ı Velî •

taç, hırka, seccade, çerağ, sofra, alem verir (Gölpınarlı,


2014: 15). Tanrı tarafından verilen bu nesneler, pey-
gamberlik sembolleri olarak karşımıza çıkar ki, bu
durum Bektaşîliğin İslam dışı yani heteredoks oldu-
ğuyla ilgili kanaatlerin zorlama olduğunun en önem-
li işaretlerindendir. Bilindiği üzere hükümdarlara taç
giydirme ritüelleri bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda
bu motifte tacın yer alması Hz. Muhammed’i dinin
hükümdarı olarak kabul etmesi yönüyle kıymete ha-
izdir. Hırka giydirmek de tarikatlarda birini şeyh ilan
etmek anlamında kullanılmaktadır. Burada Tanrı’nın
Hz. Muhammed’e hırka giydirmesi, onun dinin tek ön-
deri olduğu manasına gelmektedir. Seccade üzerinde
namaz kılmaya yarayan nesne olmasına rağmen ta-
savvufta şeriat, tarikat ve hakikat üçlüsünü tam olarak
gerçekleştiren dervişi sembolize eder ki, Hz. Muham-
med’e seccade verilmesi onun hem şeriat hem tarikat
hem de hakikatin yegâne temsilcisi olduğu anlamına
gelir. Çerağ, kandil ve mum manasındadır. Tasavvufî
terim olarak çerağ, Bektaşîliğin makamlarından birine
tekabül eder. Bu makamda niyazda bulunulur. Bek-
taşîlikteki bu çerağ, Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin
nurunu temsil etmektedir ki, bütün canlar bu nurla
nurlanıp onların cemaliyle müşerref olup Hak’a erişir-
ler. Burada Tanrı tarafında Hz. Muhammed’e çerağ ve-
rilmesi, Tanrı nurunun sembolik olarak Hz. Muham-
med’e aktarılması manasındadır. Arapça’da bayrak,
sancak manasındadır. Devlet ve hükümranlık sembolü
olarak kullanılır. Tarikatlarda da kullanılan alemlerin
üzerinde tarikat ulularının isimleri yazar. Bu motif-

229
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
te Tanrı tarafından Hz. Muhammed’e alem verilmesi
onun hükümranlığının hem şeriat hem de tarikat anla-
mında tescil edilmesi manasına gelmektedir. Tanrı ile
bağlantılı bir başka motif grubu da Tanrı’nın yardım
istemeleri durumunda veli kullarına her zaman yar-
dım edeceği muhtevalı motiflerdir. Bu duruma bağ-
lı iki motif karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birisi,
Tanrı’nın Hacı Bektaş’a yardım için yedi başlı ejderha
göndermesi (Gölpınarlı, 2014: 12), diğeri ise Tanrı’nın
Ahmet Yesevî’ye iftira edenleri köpeğe çevirmesi (Göl-
pınarlı,2014: 14) motifleridir. Bu iki motif bize Tanrı
dostlarının dilemeleri halinde her zaman ve her yerde
Tanrı’nın yardım ve ihsanına erebildiklerini anlatır.
Toparlayacak olursak, Velâyetnâmede Allah/Tanrı,
nübüvvetlik gönderme ve duaları kabul etme gibi en
temel fonksiyonlarının yanında veli kullarına da yar-
dım eder. Onlara kötü davrananları cezalandırıcı özel-
likleriyle karşımıza çıkmaktadır.
Tanrının ilham etmesi
Feyz yoluyla Tanrı tarafından insanın kalbinde
veya gönlünde hâsıl olan hise ilham denilmektedir.
Doğrudan doğruya Allah’a yakınlık ile alakalı bir du-
rumdur. Kişinin çalışarak elde etmesi mümkün olma-
yan bir bilgi elde etme yöntemidir. Çalışılarak elde edi-
lene ise ilâm denir. Birincisi tamamen Tanrı’nın seçtiği
kullarına gelirken ikincisi umumidir ve çalışana gelir.
Velâyetnâmede Tanrı’nın ilham etmesi, bir yerde geçer.
Ahmed Yesevî’nin duası üzerine Allah Hacı Bektaş’a il-
ham eder ve onu Ahmed Yesevî’nin yanına gönderir
(Gölpınarlı, 2014: 10).

230
Hacı Bektaş-ı Velî •

Tanrı vergisi
Tanrı vergisi, Allah tarafından bağışlanan yetenek
veya mal mülk olarak kabul edilir ki, genelde yetenek-
lerin ifadesinde karşımıza çıkmaktadır. Velâyetnâme-
de iki motif olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan
birisi Allah’ın Hacı Bektaş’ı mülk sahibi etmesi (Göl-
pınarlı, 2014: 10) ve diğeri kerametlerin Tanrı vergisi
(Gölpınarlı, 2014: 7) olduğuyla ilgili ifadelerdir.
Nefes vermek
Arapça’da soluk, hafif rüzgâr, bolluk ve genişlik
gibi anlamlara gelen nefes, Tasavvufta sır sahipleri ta-
rafından mürit veya salik olarak adlandırılan kişilerin
rahatlatılması durumudur ki, bu durum Velâyetnâme-
de Yûnus Emre ile ilgili bir anekdotta geçer. Buna göre
Taptuk Emre, Yûnus Emre’ye nasibi olan nefesi verir
(Gölpınarlı, 2014: 48). Tasavvufta kolaylık sağlama
olarak da geçen nefes, bu kullanımıyla da Velâyetnâ-
mede kendine yer bulur. Kızılca Halvet, bir nefesle, bir
gecede inşa edilir (Gölpınarlı, 2014: 36). Çocuğu ol-
mayan kadınların bir velinin himmet etmesiyle sahip
olunan çocuğa nefes evladı denir. Nefesle evlat sahibi
olma motifi Velâyetnâmeye Ahmed-i Yesevî yoluyla
girer. Buna göre, Kutbettin Hayder, Ahmet Yesevî’nin
nefes oğludur (Gölpınarlı, 2014: 9). Ayrıca nefesin kut-
sallığı ve değerli olduğu inancı da Velâyetnâmede de
kendine yer bulur. Erde yalan olmaz mübarek nefesi
yerde kalmaz (Gölpınarlı, 2014: 75).
Kelime-i şehadet getirmek
Arapça şehadet, delil getirme anlamına gelen ke-
lime-i şehadet, Hz. Muhammed’in peygamberliğini

231
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
tanımak ve ona şahit olmayı ifade eder. Velâyetnâme-
de Hacı Bektaş’ın kelime-i şehadet getirmesi şeklinde
karşımıza çıkan motif, şu şekildedir: Bektaş doğu-
mundan altı ay sonra dillenip kelime-i şahadet geti-
rir (Gölpınarlı, 2014: 4). Hacı Bektaş’ın doğumundan
altı ay sonra dillenmesi ve kelime-i şehadet getirmesi,
Hz. İsa’nın bebeklik çağında dile gelip konuşmasıyla
Oğuz Kağan’ın dile gelip şarap istemesi ve yürümesi
motifleri ile aynîlikler gösterir. Bu motif, kahramanın
erginlenmesine ve bu yolla kahramanın ruhsat alması-
na işaret eder. Daha bebeklik çağında kelime-i şahadet
getirerek Hacı Bektaş, hak yolunda rüştünü ispat etmiş
ve bu yolun önderi olmuştur.
Besmele
Kur’an-ı Kerimin ayetlerinin başında okunan anah-
tar niteliğindeki ayettir. Bismillahirrahmanirrahim ke-
limelerinin kısa söylenişidir. Her işin başlama anahtarı
olarak kabul edildiği için, âbid ve zâhid kimseler bir
işe başlarken besmele getirirler. Hacı Bektaş Velâyet-
nâmesinde Hacı Bektaşla bağlantılı olaylar vasıtasıyla
karşımıza çıkmaktadır. Velâyetnâmedeki besmele ile
ilgili motifler, Hacı Bektaş besmele çekerek ağaca çıkar
(Gölpınarlı, 2014: 34) ve Hacı Bektaş besmele çekerek
hamur teknesinin bereketi için dua eder (Gölpınarlı,
2014: 35) şeklindedir.
Kuran okumak
İslam’ın ilahî kitabı Kur’an-ı Kerin okumak Müs-
lümanlar tarafından bir ibadet olarak algılanmaktadır.
Kur’an okuma, dinî gün ve ayinlerde, namazda ve dua
niyetiyle gerçekleştirilir. Kur’an okuma motifi, Velâyet-

232
Hacı Bektaş-ı Velî •

nâmede Kur’an okumayı öğretme ve ihtiyaç giderme


gayeleri ile karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi
Hacı Bektaş’ın şahsında gerçekleşir. Hacı Bektaş, Be-
dehşan halkına Kur’an okumayı öğretir (Gölpınarlı,
2014: 13). İkincisi ise destanlar ve halk hikâyelerinde
de karşımıza çıkan çocuksuzluk motifine bağlı olarak
yer alır. Buna göre hafızlar, Sultan İbrahim ile Hatem
Sultan’ın oğlu olması için Kur’an okur (Gölpınarlı,
2014: 3). Çocuksuzluğun giderilme yollarından birisi
olarak kabul edilen Kur’an okuma veya okutma, hem
halk hekimliği uygulamalarında hem de halk anlatma-
larında karşımıza çıkar.
Erbain çıkarmak
Arapça kırk manasına gelen erbain, Farsça çi-
hil’den geliştirilmiş bir kelimedir. Kırk manasına gelen
erbain, tasavvufta kırk gün süren az uyumak, az ye-
mek, az içmek, az konuşmak gibi dünya işlerinin en
aza indirilmesi ve mümkün mertebe ibadet ile meşgul
olunması manasına gelen nefsi terbiye etme sürecidir.
Çileye giren derviş, çok zaruri olmadıkça dışarı çık-
maz ve ibadetle meşgul olur. Çileye giren dervişe ilk
gün kırk zeytin verilir ve her gün bir zeytin azaltılır.
Son gün ise yalnızca tek zeytin verilir. Tasavvufun ör-
gütlü biçimi olan tarikatların dergâhlarında bu amaçla
yapılmış özel bölümler vardır ki, bunlara çilehane de-
nir. Bu mekâna giren ve kırk günlük erginlenme süre-
cini başarıyla tamamlayan derviş, rüştünü ispat etmiş
kabul edilir. Çilenin Arapçası olan erbain çıkarmak,
Velâyetnâmede Hacı Bektaş ve Molla Saadettin ile ilgili
olaylarda geçer. Velâyetnâmede erbain çıkarmak hem

233
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
nefsi terbiye etmek hem de arınmak gayesiyle yapılır.
Buna göre; Hacı Bektaş, Necef, Medine, Kudüs, Ha-
lep’te (Gölpınarlı, 2014: 17) çeşitli mescitlerde erbain
çıkarır (Gölpınarlı, 2014: 28). Velâyetnâme kahraman-
larından Molla Sadeddin arınmak için kaynar kazanda
üç kez erbain çıkarır (Gölpınarlı, 2014: 61).
Çile çıkarmak
Farsça çihil’den düzenlenmiş bir kelime olan çile,
kırk manasındadır. Arapça erbain çıkarmak manasın-
dadır ve aralarında herhangi bir fark yoktur. Tasavvuf-
ta çile çıkarmak terimi daha çok kullanılır. Yukarıda
erbain çıkarmak maddesinde yapılan açıklamalar çile
çıkarmak için de geçerlidir. Velâyetnâmede çile çıkar-
manın mahiyeti, zamanı ve mekânı ile ilgili motifler
yer almaktadır. Buna göre, Erenler kırk gün çile çıka-
rırken (Gölpınarlı, 2014: 18) bu çileyi nerede çektikle-
ri belirtilmez. Ancak buna mukabil Hacı Bektaş, kırk
gün mağarada (Gölpınarlı, 2014: 11) ve Hırka dağında
çadıra dönüşen ardıç ağacı içinde çile çıkarır (Gölpı-
narlı, 2004: 25). Ayrıca Velâyetnâmede çilenin çeşitle-
rini açıklayan iki motif daha yer alır ki, bunlar çile-i
zenan ve çile- merdandır. Çile-i zenan kadınların çi-
lesi, çile-i merdan ise erkeklerin çilesi manasındadır.
Kırk gün yemeden içmeden yapılan itikâfa çile-i zenan
denir (Gölpınarlı, 2014: 17) ve kırk gün boyunca her
gün öküz yahnisi yiyip su içmemek ve abdest bozma-
mak şartıyla yapılan itikâfa çile-i merdan denir (Göl-
pınarlı, 2014: 17).

234
Hacı Bektaş-ı Velî •

Sema etmek
Dinlemek veya işitmek anlamına gelen Arapça bir
kelimedir. Hak’tan geleni halka ulaştırdığına inanılan
ve musiki eşliğinde dönerek yapılan bir ritüelin adıdır.
Daha çok Mevlevîlikle özdeşleşmiştir. Alevî Bektaşî
geleneğindeki semah dönme de aynı nitelikte bir ritü-
eldir. Her ikisinde de ayini gerçekleştirenin hem kendi
hem de bir dairenin etrafında dönme esas alınmıştır
ve bu esnada ellerin aldığı şekiller benzerdir. Aynı kay-
naktan beslendiğini düşündüren bu iki ritüel, dinlenen
şiir ve musikî vasıtasıyla ortaya çıkan ilahî vecdin neti-
cesinde gerçekleşir. Bu coşkunluk hali önceleri düzen-
siz ve kuralsızken, daha sonraki dönemler çeşitli ku-
rallara bağlanmış ve bu aşamada Mevlevîlik ile Alevî
Bektaşî uygulamalarında hem adı hem de oynanışı
kısmen farklılaşmıştır. Sema dönme Velâyetnâmede
şu şekilde geçer: Hacı Bektaş ve erenler Hırkadağı’n-
da ateş yakıp kırk kez dönerek sema eder (Gölpınarlı,
2014: 35, 36).
Melekler
Allah katında var olduğuna inanılan yemeden ve
içmeden münezzeh, Allah’a ibadet ve taatla meşgul
varlıklar olan melekler, belirli bir hiyerarşik düzen içe-
risinde kendilerine verilen işleri yerine getirirler. Ba-
zıları vahiy getirmekle meşgulken, bazıları ölüm ha-
diselerinde görevlendirilmiştir. Hangi meleğin ne işle
meşgul olduğu İslamî anlatmalarda geniş bir şekilde
kendisine yer bulur. Vasıfları belirtilmese de Velâyet-
nâmede meleklerden bahsedilir. Buna göre melek-
ler, Hacı Bektaş’ı arşın tavanında karşılar (Gölpınarlı,

235
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
2014: 18). Bu motiften anladığımıza göre melekler,
Velâyetnâmeye Hacı Bektaş’ın manevî şahsiyetini yü-
celtmek ve mertebesini ortaya çıkarmak için girmiştir.
Bilindiği üzere Tanrı ile yüz yüze sadece iki peygamber
görüşmüştür. Bunlardan ilki Musa peygamberdir ve
bu görüşme, yakmayan bir ateş şeklinde tur dağındaki
bir ağaçta zuhur eden Tanrı ile gerçekleşmiştir. İkincisi
Hz. Muhammet’tir ki, Hz. Muhammet’in Tanrı ile gö-
rüşmesi miraç hadisesiyle bağlantılı olarak geçmekte-
dir. Hz. Muhammet, miraç hadisesinde semada Tanrı
ile bir perde arkasından görüşmüştür. Velâyetnâmede-
ki bu motifte de miraç hadisesini çağrıştıran bir düzen
sezilmektedir. Kanaatimizce bu motif Velâyetnâme-
ye Hacı Bektaş’ın konumunu ve yüceliğini açıklamak
veya pekiştirmek için girmiştir.
Sadaka vermek
Sevap kazanmak maksadıyla fakirlere para veya
mal tasaddukunda bulunma eylemidir. Daha çok Al-
lah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılmasına rağ-
men, zaman zaman başka bazı uygulamalar için de
yapılmaktadır. Sadaka vermek, çocuksuzluk gibi bir
problemin çözümü için de başvurulan uygulamalar-
dandır. Velâyetnâmede çocuk sahibi olunca yapılan
bir uygulama olarak da karşımıza çıkmaktadır. Mu-
sa-el-Sani, İmam Aliyy-al-Rıza’nın duasıyla çocuk
sahibi olunca fakirlere sadaka verip ihsanda bulunur
(Gölpınarlı, 2014: 3). Çocuk sahibi olmak için veya
çocuk sahibi olununca yapılan bir uygulama olarak
sadaka vermek, Dede Korkut hikâyeleri başta olmak
üzere pek çok halk hikâyesinde, destanda ve diğer halk

236
Hacı Bektaş-ı Velî •

anlatmasında çeşitli uygulama biçimiyle karşımıza


çıkmaktadır.
Şükretmek
Yapılan iyiliği bilme ve bu iyilik vasıtasıyla iyiliği
yapanı övmek manasınadır. Şükür kelimesinden tü-
reyen teşekkür kelimesi de bir nev’i şükretmektir. Di-
limizde çok yaygın bir kullanım alanına sahip şükür,
Velâyetnâmede Hacı Bektaş’ın Kur’an-ı Kerimi öğren-
mesi ve keramet göstermesi vesilesiyle babası İbrahim
tarafından gerçekleştirilen iki motif olarak yer alır. Bu
motiflerden birincisi Hacı Bektaş’a Hz. Muhammed ve
Hz. Ali tarafından Kur’an öğretilmesi vesilesiyle ger-
çekleşir. Sultan İbrahim, oğlu Hacı Bektaş’a Hz. Mu-
hammed ve Murtaza Ali tarafından Kur’an öğretildi-
ğini öğrenince Tanrı’ya şükreder (Gölpınarlı, 2014: 5).
İkincisi ise Hacı Bektaş’ın keramet göstermesi bağla-
mında gerçekleşir. Sultan İbrahim oğlu Hacı Bektaş’ın
keramet gösterdiğini öğrenince Tanrı’ya şükreder
(Gölpınarlı, 2014:6).
Abdest almak
İslam’da temizliğin temel şartlarından olan ab-
destin iki şekli vardır. Bunlardan birincisi, namaz kıl-
mak için alınan; ikincisi ise cünüplük halinde alınan
abdesttir. İkinci tür abdeste gusül de denir. Abdest
Velâyetnâmeye her iki şekliyle de girer. Aliyy-al Rıza
pınarın başında abdest alıp namaz kılar. (Gölpınarlı,
2014: 2) ve Hacı Bektaş hayatı boyunca abdestli dola-
şıp ibadetten ayrılmaz (Gölpınarlı, 2014: 4).Abdestin
bazı olağanüstü hareketleri de barındırdığı anlaşıl-
maktadır. Hacı Bektaş’ın abdest aldığı su kana dönüşür

237
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
(Gölpınarlı, 2014: 29) İkinci tür abdest bazı mollaların
azması yönüyle girer. Buna göre, düşlerinde azan otuz
molla suda abdest alır (Gölpınarlı, 2014: 60).
Namaz kılmak
Arapçası salah olan namaz, İslamın temel şartla-
rındandır. Mutasavvıflar, “Namaz müminin miracıdır.”
ve “Siz nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir.”
ayetlerinden hareketle sürekli namaz haliyle, yani na-
mazda imiş gibi dolaşırlar. Bundan dolayıdır ki sufile-
re göre beş çeşit namaz vardır. Bunlardan ilki bedenin
namazıdır. Bu namaz, bilinen farz ve nafile namaz-
lardır. İkincisi, nefsin namazıdır ki, nefsi kötü istek
ve emellerden uzaklaştırmak, masiva ile uğraşmaktır.
Üçüncüsü, kalbin namazıdır ki, bu namaz da Allah ile
murakabe halinde olmaktır. Bunun neticesinde kalp
huzur bulur. Dördüncüsü sırrın namazıdır. Bu namaz
da sır deryasına dalarak masiva ile uğraşmaktır. Be-
şincisi ise, ruhun namazıdır. Bu namaz, fenafillâha ve
bekabillaha erenlerin namazıdır.
Velâyetnâmeye namaz, çeşitli yönleriyle girmiştir
ve bazı durumlarda imtihan motifi olarak yer alırken,
bazı durumlarda ise cenaze namazı olarak zikredilir. Bu
bağlamda bilinen farz ve nafile namazla ilgili motifler;
Aliyy-al Rıza pınarın başında namaz kılar (Gölpınarlı,
2014: 2), Lokman Parende, Bektaş ile Kâbe’de namaz
kılar (Gölpınarlı, 2014: 7), Hacı Bektaş, mağarada na-
maz kılar (Gölpınarlı, 2014: 12),Hacı Bektaş, namazını
tayy-ı mekân edip Kâbe’de kılar (Gölpınarlı, 2014: 61),
Lokman Parende, Bektaş ile Kâbe’de namaz kılar, Na-
maz bitince Hacı Bektaş aniden kaybolur (Gölpınarlı,

238
Hacı Bektaş-ı Velî •

2014: 7) ve Ahmet Yesevî doksan dokuz bin halifesi ile


tekkenin avlusunda namaz kılar (Gölpınarlı, 2014: 15).
Namaz bir hareketler zincirinden oluştuğu için hare-
ketlerin sırasıyla belirli bir düzende ve doğru yapılma-
sı gerekir. Bu bağlamda Hacı Bektaş, Bedehşan halkına
namaz kılmayı öğretir (Gölpınarlı, 2014: 13). Velinin
namazı karşısında namaz kılınan mekân da vecde gelir
ve velinin namazı karşısında eğilir. Hacı Bektaş’ın na-
maz kıldığı evin duvarı eğilir ve tüm duvarlar yıkılsa
da o duvar yıkılmaz (Gölpınarlı, 2014: 28). Namazda
belirli sure ve duaların okunması gerekliliği vardır. Bu
zorunlulukla bağlantılı olarak namazda bir şeylerin
okunmaması namazı bozan şeylerdendir. Velâyetnâ-
mede namazı bozmakla ilgili bir motif yer almaktadır.
İmamın hiçbir şey okumadığını gören cemaat namazı
bozar (Gölpınarlı, 2014: 33).
Velâyetnâmede Müslümanlığını gizleyen keşişin
gizli namaz kılması motifi de yer alır. Hristiyan keşiş
gizlice kilisede namaz kılar (Gölpınarlı, 2014: 55).
Namazı nurlanma olarak alan mutasavvıflar, aynı
zamanda çerağı da nurlanmanın sembolü olarak kul-
lanırlar. Bu bağlamda Hacı Bektaş, hiçbir darı tanesini
yerinden oynatmadan darı çeçi üzerinde namaz kılın-
ca çerağ uyanıp önüne durur (Gölpınarlı, 2014: 16) ve-
Hacı Bektaş namaz kılarken başucundaki kandil mu-
allakta durur (Gölpınarlı, 2014: 56). Bu motifte hem
çerağ sembolü kullanılmış hem de kandilin havada
durması olağanüstülüğü kullanılmıştır.
Mutasavvıflar, mürşidi her daim gönüllerinde taşı-
dıkları gibi, etraflarındaki her şeyi mürşit olarak veya

239
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
mürşitle ilişkili görürler. Bu durum Velâyetnâmede şu
şekilde motifleşmiştir: Molla Sadeddin, imamlık edip
namaza durunca gözündeki perde kalkar, Kâbe’ye dek
her yerde Hünkâr’ı görür (Gölpınarlı, 2014: 59).
Namaz bazı motiflerde imtihan muhtevalı olarak
karşımıza çıkar. Bu tür namazlar, kılanların sabrını ve
yeteneğini ölçen namazlardır. Bu bağlamda Lokman
Parende on dört yılda bir rekât namaz kılar (Gölpınar-
lı, 2014: 5), Namazı susam yaprağı üzerinde kılabilen
şeyhliğe kabul edilir (Gölpınarlı, 2014: 8), Hacı Bektaş
susam yaprağı üzerine seccade serip namaz kılar (Göl-
pınarlı, 2014: 8) ve Cafer-al-Sadık, Beyazıd-ı Bestami-
ye, Lokman Parende’yi ikinci namazının ikinci rekâtı-
nın sonuna kadar bekleseydi nasibini alacağını söyler
(Gölpınarlı, 2014: 5) motifleri yer almaktadır. Bu mo-
tiflerden en ilginç olanı Hacı Bektaş’ın darı çeçi üze-
rinde hiç bir darı tanesini oynatmadan namaz kıldığı
esnada elifi taç yerinden kalkıp Hacı Bektaş’ın başına
geçer, hırka havalanıp sırtına konar, çerağ kalkıp uya-
nır, sancak Hacı Bektaş’ın başına dikilir, seccade altına
serilir (Gölpınarlı, 2014: 16) şeklinde geçen motifidir.
Bu motifte kullanılan taç, hırka, çerağ, sancak ve sec-
cade ile ilgili tasavvufi anlamlar yukarıda açıklanmıştı.
Bak. “Allah/Tanrı” ile ilgili motif. Bu motife göre Velâ-
yetnâme anlatıcısı Hacı Baktaş’ı şeyhlik makamına
yükseltmiştir.
Yasağın çiğnenmesi muhtevalı namazla ilgili
motifler de yar alır. Buna göre Kara Fakı adlı imam,
Hünkâr’ın önüne izinsiz geçip namaz kıldırır (Gölpı-
narlı, 2014: 33).

240
Hacı Bektaş-ı Velî •

Namazın bir başka çeşidi de cenaze namazıdır. Bu


namaz Velâyetnâmede iki motif olarak yer alır. Buna
göre, bir kadın (Gölpınarlı, 2014: 37) ile Hacı Bektaş’ın
oğlu Mahmut ölünce cenaze namazı kılınıp defnedilir
(Gölpınarlı, 2014: 64).
Oruç tutmak
İslamın temel şartlarından olan oruç, namaz, hac
ve zekât gibi ahkâm-ı zahireden, yani dışa ait hüküm-
lerdendir. İslamın temel ibadetlerinden olan oruç, Al-
lah için tutulduğundan dolayı sevabını da Allah takdir
edecektir. Hacı Bektaş, Makâlâtında “dört kapı kırk
makam” olarak formulüze ettiği ilkeler toplamda kırk
makam olarak belirlenir. Şeriat kapısının üçüncü ma-
kamı “namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hac-
ca gitmek, düşmana karşı gelmek ve cenabetten kur-
tulmak” (Coşan, 1990: 13) olarak belirlenir. Ramazan
ve aşure gibi çeşitleri olan oruç, nefsi terbiye etmenin
en iyi yollarından birisidir ve Velâyetnâmede ibadet ve
çocuksuzluğun giderilmesi için dua aracı olarak yer al-
maktadır. Bu bağlamda Aliyy-al Rıza oruç tutar (Göl-
pınarlı, 2014: 2) ve oğlu kızı olmayan kadınların taşa
dönüşen tahıl tanelerini yutup üç gün oruç tutmasıyla
oğlu-kızı olur (Gölpınarlı, 2014: 34).
Hac
İslamın temel şartlarından olan hac farizası, gücü
yeten müminlerin yerine getirmesi gereken ibadetler-
dendir. Allah’a ulaşma seferi, mutasavvıflar arasında
hac olarak değerlendirilir ve bu bağlamda nefsi terbiye
etme mücahedesi, hacdaki bazı uygulamalarla ben-
zerlikler gösterir. Bu sayede insan manevî olgunluğa

241
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ererek, noksanlıklardan sıyrılır. Mesela, tavafta elbi-
selerinden sıyrılmak gösterişten sıyrılmak ve Allah’ın
haremine girmek olarak değerlendirilirken; şeytanın
kötülüklerinden uzak durmak için onu sembolik ola-
rak taşlamak tasavvufta nefsi taşlamak olarak değer-
lendirilir. Velâyetnâmede hacla ilgili motifler hacca
gitmek, tavaf etmek ve vakfe yapmak yönleriyle ön
plana çıkarılır. Bu bağlamda Lokman Parende hacca
gider, tavaf eder, vakfeye durur (Gölpınarlı, 2014: 6).
Ayrıca Hacı Bektaş, keramet gösterip tayy-ı mekân ya-
pıp hacca gider (Gölpınarlı, 2014: 6).
Kurban/adak
Dört kapının kırk makamından biri olan kurban,
İslamın temel şartlarından biridir. Yakınlık ve ünsiyet
kurma esasına dayalı, gücü yeten müminlerin yaptığı
bir ibadettir. Tasavvufta ise kişinin içindeki hayvani
yönleri yok etmesi, öldürmesi manalarında kullanılır.
Tasavvufta nefsini terbiye etmek maksadıyla tekkeye
intisap eden salik için tekkeye kurban gelmek deyimi
kullanılır. Kişinin Allah’ın cemali karşılığında canın-
dan geçmesine de şehid-i aşk kurbanı denir. Ayrıca
Bektaşîlikte kurban kesilmesi karşılığı olarak kurban
tığlamak ifadesi kullanılır. Arapçası nezir olan adak,
taahhüt ve mal tasadduk etmek manasında olması-
na rağmen daha çok kurban kesme biçiminde uygu-
landığı için kurbanla birlikte değerlendirilmektedir.
Velâyetnâmede kurban/adak, hem canlı bir hayvanı
kesmek hem de mal tasadduk etmek şeklinde karşı-
mıza çıkmaktadır. Velâyetnâmede Hristiyan Sineson
köylüleri her yıl toplanıp Hacı Bektaş’ın makamına

242
Hacı Bektaş-ı Velî •

kurbanlar adaklar getirerek şenlik ederler (Gölpınarlı,


2014: 24). Ayrıca Saru Saltuk, konuşan öküzü kurban
eder (Gölpınarlı, 2014: 47). Adak örneği olarak da bir
tacirin adağına rastlamaktayız. Suya kapılan tacir ken-
disini kurtardığı için Ahmet Yesevî’ye malının yarısını
adak olarak verir (Gölpınarlı, 2014: 15).
Dua/beddua etmek
Arapça yalvarma, niyaz ve isteme manalarına ge-
len dua; muhtaçların sözlü veya susarak Allah’tan iste-
meleri halidir. Tasavvufta Allah’ın takdir ettiğine rıza
gösterip sükût etmenin evla olarak kabul edildiği dua,
dil ve kalp ile yapılır. “Dua ibadetin özüdür” hadisin-
den hareketle bütün ibadetlerin özünü teşkil etmekte-
dir.“Kullarım, sana benden sorarlarsa, onlara yakınım.
Dua ettiğinde onun isteğine karşılık veririm. Haydi,
öyleyse, benden kabul talebinde bulununuz.” (Bakara
31) ayeti duanın Kur’anî yönünü ortaya koymaktadır.
Beddua ise duanın tersi olarak birisi hakkında kötü
dua yapmak olarak kabul edilmektedir. Duanın kötü
ve istenmeyenidir.
Velâyetnâmede yer verilen en önemli motif grubu-
nu dua oluşturmaktadır. Çeşitli vesilelerle karşımıza
çıkan dua ile ilgili bu motifleri şu şekilde sıralamak
mümkündür.
Bu dua motiflerinin başında çocuksuzluk proble-
mini çözmek için yapılan dualar gelmektedir. Bu bağ-
lamda İmam Aliyy-al-Rıza, Musa-l-Sani ile Zeynep
Hatun’un oğlu olması için Tanrıya dua eder ve Tanrı
duasını kabul eder (Gölpınarlı, 2014: 2). Hatem Hatun
hafızların, yoksulların, dervişlerin, bilginlerin duası ile

243
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Sultan İbrahim’den gebe kalır (Gölpınarlı, 2014: 3-4).
Sultan İbrahim ile Hatem Sultan’ın oğlu olması için
dervişler dua eder (Gölpınarlı, 2014: 3). Hatem Hatun
hafızların, yoksulların, dervişlerin, bilginlerin duası ile
Sultan İbrahim’den gebe kalır (Gölpınarlı, 2014: 3-4).
Susuzluk problemini çözmek için gerçekleştirilen
dualara yer verilir. Hacı Bektaş el kaldırıp dua edin-
ce su mektebin ortasından çıkar (Gölpınarlı, 2014: 6).
Hacı Bektaş dua edince mektebin ortasından su çıkar
(Gölpınarlı, 2014: 6).
Allah’ın Müslümanlara yardım etmesi için yapılan
dualar vardır. Ahmed Yesevî Allah’a Müslümanlara
yardım etmesi için kendisine bir kulunu göndermesini
isteyerek dua eder (Gölpınarlı, 2014: 10). Hacı Bek-
taş’ın duası üzerine yedi başlı ejderha mağarayı kâfir-
lere karşı kuşatır (Gölpınarlı, 2014: 12).
Bir işin sonun hayırlı olması için yapılan hayır du-
aları vardır. Hünkâr, Erdoğdu’ya hayır duasında bulu-
nur (Gölpınarlı, 2014: 72). Hünkâr, Osman’a hayır du-
asında bulunur (Gölpınarlı, 2014: 74). Ahmet Yesevî
doksan dokuz bin halifesi ile tekkenin avlusunda dua
eder (Gölpınarlı, 2014: 15).
Bereket için yapılan dualar vardır. Hacı Bektaş
hamur teknesinin bereketi için dua eder (Gölpınarlı,
2014: 35).
Ermişin duasıyla bazı nesneler şekil değiştirir. Hacı
Bektaş’ın bedduasıyla arpa, buğday, nohut, mercimek,
altın, akçe taşa dönüşür (Gölpınarlı, 2014: 34)
Kâfirler için yapılan iyi dilek ve temenniler ihtiva
eden dualar vardır. Onların imana gelmesi ve Tanrının

244
Hacı Bektaş-ı Velî •

onlara yardım etmesi için yapılan dualar vardır. Hacı


Bektaş kâfirlerin imana gelmesi için dua eder (Göl-
pınarlı, 2014: 11). Hacı Bektaş’ın duası ile kâfir ülkesi
üzerine gün doğar, karanlık ortadan kalkar (Gölpınar-
lı, 2014: 12). Hacı Bektaş’ın duası ile Sineson köyün-
de ekilen çavdar buğday olarak biçilir, ekilen buğday
çavdar olarak biçilir, fırına atılan küçük hamurlardan
büyük ekmekler alınır (Gölpınarlı, 2014: 24).
Kâfirler için yapılan kötü dilek ve temennileri içe-
ren dualar vardır. Hacı Bektaş’ın bedduası üzerine kâ-
fir ülkesinde yağmur yağmaz, ekin bitmez, kıtlık başlar
(Gölpınarlı, 2014: 12). Hacı Bektaş’ın bedduası ile kâ-
firlerin odları, ocakları, mumları yanmaz (Gölpınarlı,
2014: 12). Hacı Bektaş’ın bedduası ile kâfirlerin suları,
ırmakları, kuyuları kurur (Gölpınarlı, 2014: 12). Hacı
Bektaş’ın bedduası üzerine ejderha münkirleri yutar
(Gölpınarlı, 2014: 13).
Bedduayla cezalandırma motifine de sıkça yer ve-
rilir. Hacı Bektaş kendisini öldürmeye çalışan Molla
Sadettin’e beddua eder (Gölpınarlı, 2014: 60). Ahmed
Yesevî’nin niyaz etmesiyle Tanrı Ahmed Yesevî’ye iftira
edenleri köpeğe çevirir (Gölpınarlı, 2014: 14). Ucasar
köylüleri Hacı Bektaş’ın bedduasıyla o günden beri boş
yere kavga edip dururlar (Gölpınarlı, 2014: 24). Hacı
Bektaş’ın bedduasıyla Saru ve onun soyundan gelenle-
rin ölümlerine yakın koltuklarının altında kabarcık çı-
kar, gövdeleri şişer, gövdelerinden sarı sular akar (Göl-
pınarlı, 2014: 33). Hacı Bektaş’ın beddua ettiği fakı/
imam ve onun soyundan gelenler kara hastalığından
ölürler (Gölpınarlı, 2014: 33).

245
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Şehit olmak
Din ve devlet uğruna ölme olarak tanımlanabile-
cek şehit olmak, Velâyetnâmede din için gerçekleşir.
Velâyetnâmede Altı bin er, kâfirle savaşırken şehit dü-
şer (Gölpınarlı, 2014: 9). İmam Musa-l-Kazım, Bağ-
dat’ta Harun-al-Reşit’in emriyle şehit edilir (Gölpı-
narlı, 2014: 1). Harun-al Reşid’in oğlu Me’mun İmam
Rıza’ya zehir verip onu şehit eder (Gölpınarlı, 2014:
2). Aliyy-al-Rıza, oruçluyken kendisine sunulan şe-
ker şerbetini orucunu bozarak içer, ceddi Hüseyin’in
Kerbela’da susuzluktan şehit düştüğünü hatırlayarak
ağzındaki şeker şerbetini bir kaba boşaltır (Gölpınarlı,
2014: 2). Bedehşan kâfirleri şehitlerin başını kesip Be-
dehşan kalesinin burçlarına asar (Gölpınarlı, 2014: 9).
Günah
Semavî dinlerin hepsinde dinî bir kuralın veya ya-
sağın çiğnenmesi neticesinde günah kavramı ortaya
çıkar. Tasavvuf hareketi de bir nev’i günahlardan ka-
çınmak için geliştirilmiştir. Tarikata giriş merasiminde
salik öncelikle günahlarından tövbe ederek arınır, bir
daha günah işlememeye söz vererek işe başlar. Bu bağ-
lamda hırka-i tevbiye kavramı ortaya çıkmıştır. Hır-
ka-i tevbiye, tövbe hırkası demektir ve günahlardan
arınmaya karar vermiş, hazırlık aşamasındaki dervişin
veya talibin giydiği hırkaya denir. Kur’an’da en çok ge-
çen kavramlardan birisi de el-Gaffar’dır ki, tekrarlanan
günahları affeden, bağışlayan demektir. Benzer ola-
rak da el-Tevvab, tövbeleri kabul eden, örten demek-
tir. Velâyetnâmede yasağın çiğnenerek günahın orta-
ya çıkması bir yerde geçer. Aliyy-al-Rıza, oruçluyken

246
Hacı Bektaş-ı Velî •

kendisine sunulan şeker şerbetini orucunu bozarak


içer (Gölpınarlı, 2014: 2).
Sevap
Aslı Arapça sevâb kelimesi olan sevap, mükâfat
manasındadır. Allahtan rahmet ve mağfirete, Hz. Mu-
hammet’ten şefaate hak kazandıran şeye denir. Sevap
kavramı, bu şekilde bir teşvikle önce bireyi, daha sonra
da ferdi iyilik yapmaya sevk eder. Kötülükleri ve olum-
suzlukları minimize eder. Velâyetnâmede sevap kazan-
ma, halvet yeri yaptırma olarak karşımıza çıkar. Adam
sevap almak için halvet yeri yaptırmak ister (Gölpınar-
lı, 2014: 36).
Dünya
Arapça’da yakın, alçak gibi lügat anlamına gelmesi-
ne karşılık üzerinde yaşadığımız gezegendir ve âlem-i
dünya olarak geçer. Ancak dinde dünya, ahiretin zıttı
olarak algılamıştır. Bu minvalden olmak üzere tasav-
vuf düşüncesi, üzerinde yaşadığımız bu gezegene bi-
linenden farklı anlamlar yüklemiştir. Allah’tan alıko-
yan her şey, imtihan yeri, ahiret tarlası, geçici ve fani
yer dünyaya yüklenen farklı anlamlarıdır. Bu anlam
farklılaştırılması, dünyaya bakış açısını veya dünyadan
beklentiyi ortaya koymaktadır. Bir başka ifadeyle ahi-
retin ebedi olduğu düşüncesinden hareketle dünyayı,
ahiretin hazırlık yeri veya imtihan dünyası olarak al-
gılamıştır. Âşık Veysel’in dile getirdiği gibi dünya aynı
zamanda iki kapılı bir hana benzetilmiştir. Bu hana
gelen gider, konan göçer. Geçici bir mekân olarak algı-
lanan dünya sevgisi hep kötülenmiş ve Allah sevgisi ile
karşıt kutuplara oturtulmuştur. Velâyetnâmede dünya

247
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yokluk âlemidir (Gölpınarlı, 2014: 16).
Ahiret
Dünyanın zıddıdır. Dünya üzerinde yaşanan yakın
mekânı anlatırken, ahiret tehir edilen anlamında sona
kalan, son, netice, varılacak yer anlamlarına gelir. Ahi-
ret de dünya olarak algılanmış ve bu bağlamda öbür
dünya kavramı ortaya çıkmıştır. Bu dünyadaki haya-
tın geçiciliğine karşın ahiretin sonsuz olduğu inancı
ortaya çıkmıştır. Ahiretteki sonsuz yaşamla bağlantılı
olarak sırat, mizan, araf, cennet ve cehennem gibi kav-
ramlar ortaya çıkmış ve sonsuz yaşam fikri destek-
lenmiştir. Kur’an-ı Kerim, ahireti dünyaya göre daha
hayırlı olarak tanımlamıştır. Dünyadan elini eteğini
çekmiş, ahirete bazı kişiler için ahiret adamı, kadınlar
için de ahiret hatunu terimi de geliştirilmiştir. Manevî
anneliğe de ahiret anası tabiri ile karşılıksız kardeşli-
ğe ahiret kardeşliği kullanılmıştır. Velâyetnâmeye göre
ahiret ölen insanların ruhlarının gittiği yerdir (Gölpı-
narlı, 2014: 16).
Cehennem
Ahiretle ilgili kavramlardandır. Türkçe tamunun
karşılığıdır. Bu kavrama hemen hemen bütün din ve
inançlarda rastlanır. Genellikle günahkârların atıldığı
ateşten çukurlar olarak anlatılmıştır. İslami terminolo-
jide cehennemin cehennem, lezâ, hutame, sair, sakar,
cahîm ve haviye gibi katları vardır. Velâyetnâmede ce-
hennem ateşinde yanma yönüyle geçmektedir. Bu bağ-
lamda Hacı Bektaş’ın velayetiyle yerden çıkan suyla
yıkanan cehennem ateşinde yanmaz (Gölpınarlı, 2014:
40).

248
Hacı Bektaş-ı Velî •

Din değiştirmek
Her din bir bakış açısı ve ideoloji ile hayat bulur.
Bu bağlamda her din bir öncekinin de alternatifidir
veya her din bir öncekinin hükmünü ortadan kaldırır.
Bunun tam tersi olarak ortaya çıkmış her yeni din, bir
önceki, yani eski din tarafından gayrimeşru ve gayri
Hak olarak kabul edilmiştir. Bu Hak ve batıl çatışması
dinler arasında taraftar kapma yarışını da beraberin-
de getirmiştir. Bu bağlamda din değiştirmek, bir başka
ifadeyle Hak yolu bulmak pek çok anlatıda kendine yer
bulmuştur. Halk anlatmalarında din değiştirme çeşitli
şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Velâyetnâmede kâ-
firlikten Müslümanlığa geçen papazlar, yeni dini be-
ğenmeyince tekrar eski dinlerine dönerler. Müslüman
olan kâfir papazları tekrar Müslümanlıktan dönerler
(Gölpınarlı, 2014: 12). Müslümanlıktan dönen pa-
pazlar imana gelip tekrar Müslüman olur (Gölpınarlı,
2014: 12). Din değiştirme, özellikle Müslüman olma
bir keramet motifine bağlı olarak karşımıza çıkmak-
tadır. Bu bağlamda Velâyetnâmede kâfir beyi ve ya-
nındaki papazlar Hacı Bektaş’ın yedi başlı ejderhasını
alt edemeyince kelime-i tevhit getirip Müslüman olur
(Gölpınarlı, 2014: 12). Kavus Han, Can Baba’nın kera-
metleriyle dininden dönüp Müslüman olur (Gölpınar-
lı, 2014: 41). Gürcü padişahı ve kavmi Saru Saltuk’un
kerametiyle Müslüman olur (Gölpınarlı, 2014: 45). Ka-
lıgra Kalesi’nin beyi ve kavmi Saru Saltuk’un kerame-
tiyle Müslüman olur (Gölpınarlı, 2014: 45).
Puta tapmak
Farsça but kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. Tan-

249
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
rı düşüncesini çeşitli nesneler vasıtasıyla heykellere
dönüştürerek somutlaştırmak ve somutlaştırılmış bu
heykellere tapmaktır. Ancak tasavvufta put ve puta
tapmak farklı anlamda kullanılmıştır. Nefis put olarak
kabul edilmiş ve nefsini yüceleştirme puta tapma ola-
rak kabul edilmiştir. Bu bağlamda putperest âşık, put
vahdet, puthane ise tapınak olarak kullanılmıştır. Puta
tapmak Velâyetnâmede Müslüman olanların taptıkla-
rı putları ateşte yakmaları motifiyle girer. Müslüman
olan Tatarlar putlarını ateşe atıp yok ederler (Gölpı-
narlı, 2014: 44).
Sonuç
Bilindiği üzere Velâyetnâme, Hacı Bektaş’ın ölü-
münden yaklaşık üç yüz yıl sonra kaleme alınmış me-
tindir. Bu metnin ortaya çıkmasından en önemli fak-
tör, halk muhayyilesinin yarattığı ve efsaneleştirdiği
Hacı Bektaş’ın halk üzerindeki etkisi ve halktaki kar-
şılığıdır. Bu etki ve yaptırım gücü, onun halk arasında
ne kadar çok sevildiği ve itibar gördüğüne işaret eder.
Bu bağlamda Velâyetnâmede geçen din dışı gözüken
motifler, Türk kültür tarihinin bir bakiyesi olarak halk
muhayyilesinden bu metinlere aktarılmıştır. Velâyet-
nâmede din dışı motiflerin yer alması onun zengin bir
folklorik malzeme barındırdığına işaret ederken, aynı
zamanda Türk kültür ve inanç sistemi açısından çok
büyük bir değere haiz olduğunu gösterir.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesindeki dinî motifler-
den de anladığımıza göre, Bektaşîliğin heteredoks ol-
duğuyla ilgili iddiaların bazı motifler hariç tutulmak
kaydıyla herhangi bir zemininin olmadığı anlaşılmak-

250
Hacı Bektaş-ı Velî •

tadır. Hariç tutulması gerektiğini belirttiğimiz motifler


de insanlığın ortak kültür mirasından doğan ve Türk
inanç sistemi tarafından da kabul görmüş motifler ola-
rak karşımıza çıkmaktadır. Birkaç motiften hareketle
Bektaşîliğin heteredoks olduğunu iddia etmek akıl
dışı olarak gözükmektedir. Bu kanaatimizi destekle-
yen en önemli argümanlardan birisi de Hacı Bektaş’ın
Makâlât adlı eseridir. Makâlât’ın ortaya koyduğu ilke-
lerdir ki, bu ilkeler Bektaşîliğin gerçek dinî duruşunun
yerini ortaya koymaktadır.

Kaynakça
Cebecioğlu, Ethem, (2005), Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü, İstanbul; Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü;http://dosyalar. semazen.net/e_ki-
tap/tasavvuf_ terımlerı_ve_deyımlerı_sozlugu.pdf,
Son Erişim: 11.07.2017.
Coşan, Esat, (1990), MakâlâtHacı Bektaş Veli, (Sad.
Hüseyin Özbay), Kültür Bakanlığı Yayınlar, Ankara.
Duran, Hamiye, (1995), Hacı Bektaş-ı VelîVelâyet-
nâmesi ve Velayet-name’de Geçen Keramet Motifleri,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora
Tezi, Ankara.
Duran, Hamiye, (1987), Hacı Bektaş-ı Velî’nin
Makâlât’ında Din ve Tasavvuf, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Gölpınarlı, Abdulbaki, (2014), Menakıb-ı Hacı
Bektaş-ı Velî “Vilayet-name”, İstanbul.
Güzel, Abdurrahman, (2004), Dinî-Tasavvufî Türk
Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara.

251
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş Veli Külliyatı, (Ed: Gıyasettin Aytaş),
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2010.
Kaan, Mustafa Ertuğrul, (1964), Hacı Bektaşı
Velî-Bektaşîlik-Bektaşî Nefesleri, Gayret Kitabevi, İs-
tanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1997), Kültür Tarihi Kaynağı
Olarak Menakıpnameler, Metodolojik Bir Yaklaşım,
Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1983), Bektaşî Menakıpna-
melerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar, (2000) Alevî-Bektaşî İnançla-
rının İslam Öncesi Temelleri, İstanbul.

252
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde Gebelik


ve Doğumla İlgili Motifler Üzerine Bir
Değerlendirme

Prof. Dr. Faruk ÇOLAK2∗

Giriş
Hayatın dönüm noktaları içerisinde en önemli yeri
teşkil eden doğum ve doğum olgusuna temel teşkil
eden gebelik, insanlığın zihnini nesiller boyu meşgul
etmiş ve bu bağlamda ilk insanın ortaya çıkmasından
günümüze kadar her türlü gebelik ve doğumla ilgili
olgu üzerine düşünceler geliştirmiştir. Bu sebeptendir
ki ilk insan insanın ortaya çıkması semavî dinler de
dahil çeşitli yaratma motifleriyle anlatılmaya çalışıl-
mıştır. Mesela ilk insanlar semavî dinlerde topraktan-
yaratılmayla ilişkilendirilirken Türk mitolojisinde ağaç
ile ilişkilendirilmiştir. Daha sonraki dönemlerde de bu
ilk yaratmada rol alan nesne, ait olduğu toplum veya
dinlerde önemli hale gelmiş ve kutsanmasına sebep
2∗Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü, fcolak@ohu.edu.tr

253
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
olmuştur. İşte bu yüzdendir ki halk inançları ile an-
latmalarda yer alan anlamsız gibi gözüken gebelik ve
doğumla ilgili uygulama ve motifler; din, kültür, halk
bilimi ve mitoloji araştırmaları için oldukça değerlidir.
Bu inanç uygulamaları ve motiflerin incelenmesi ne-
ticesinde ait olduğu toplumun inanç ve kültür genleri
ortaya konulabilmektedir.
Velâyetnâmelerin bir başka önemi ise biyografik
özellik arzetmeleridir. Her ne kadar modern biyografi
anlayışından uzak olsa da Velâyetnâmeler, eski tarih
anlayışının biyografik eserleri olarak kabul edilmek-
tedir. Bilindiği üzere eski tarih anlayışı epik bir üslup
üzerine bina edilmekteydi. Bir başka ifadeyle eski tarih
anlayışında reel olanla destanî anlayış iç içe girer ve
bunların ayrılması için bir gayret de gösterilmez. Bir
olay anlatılırken o olayın gerçekliğinin üzerine destani
motifler ilave edilir ve böylece o olayda rol alan kah-
raman veya din büyüğünün hayat hikâyesi oluşturu-
lur, dahası o kahraman yüceltilir. İşte bu yüzdendir ki
Velâyetnâmeler, adına düzenlendikleri din büyükleri-
nin hem tarihî hem de efsanevî hayatlarının hikâyele-
rini ihtiva ederler.
Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı Hacı Bek-
taş Velâyetnâmeleri de ölümünden asırlarca sonra
kaleme alınmalarına rağmen onun hayatını ve büyük-
lüğünü anlamak bağlamında büyük önem arz etmek-
tedir. Velâyetnâmede geçen bir motif, onun gerçek
hayatından izler taşırken, oldukça fantastik ve masal-
lardan alınmış gibi gözüken motifler ise onun kültür
ve inanç genleri hakkında bilgi kırıntıları içermekte,

254
Hacı Bektaş-ı Velî •

onun inanç ve kültür kökenlerine referans teşkil et-


mektedir. Dahası bu motifler aracılığıyla onun manevî
şahsiyeti pekiştirilmekte ve bu kanalla toplum önderi
olması sağlanmaktadır.
Bu çalışmada Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde geçen
gebelik ve gebeliğin doğal sonucu olan doğumla ilgili
motifler ele alınacaktır. Bu motiflerin içerdiği anlamlar
çözümlenmeye çalışılacak ve bu yolla Hacı Bektaş’ın
manevî değeri ve büyüklüğü ortaya konulacaktır.
Türk halk anlatmalarında önemli bir yere sahip
olan gebelik ve doğumla ilgili motifler Hacı Bektaş
Velâyetnâmesinde de olağanüstü özellikler ve çeşitli
vesilelerle yer almaktadır. Bu motifler şu şekilde sırala-
mak mümkündür: Kanlı abdest suyundan hamile kal-
ma, taşa dönüşen mercimek tanelerini yutarak hamile
kalma, taşa dönüşen tahıl tanelerini yutarak hamile
kalma, taşa dönüşen tahıl tanelerini yutarak hamile ka-
lan erkeğin iki oğlan doğurması, taşa dönüşen tahıl ta-
nelerini yutarak hamile kalan erkeğin ölmesi, ağız şeker/
şerbetini içerek gebe kalma, dua ile hamile kalma, oruç
tutarak hamile kalma, rüyada doğum yapma, annesini
bir defa emmek, altı ayda dille gelerek ekime-i şahadet
getirmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Bu motifleri açacak olursak:
Kanlı abdest suyundan hamile kalma
Kanlı abdest suyundan hamile kalma motifi, Hacı
Bektaş’ın şahsına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. As-
lında iki unsuru içerisinde barındırmaktadır ki bun-
lardan birisi kan, diğeri ise abdest suyudur.Hacı Bektaş
bir gün abdest almaktadır ve bu esnada burnu kanar.

255
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Burnundan akan kan abdest suyuna karışır. Kadıncık
Ana, Hacı Bektaş’ın içine kan karışan abdest suyunu
içer ve bu yolla hamile kalır (Gölpınarlı, 2014: 63).
Toplumca değer atfedilen ve yüceltilen din ve dev-
let büyükleri genellikle ya soylu bir kandan gelirler ya
da soylu bir kan olarak görülüp o soylu kandan yeni
nesiller doğmasına sebep olurlar. Pekçok kültürdeki
kağanlar, krallar ve padişahların kutsallığı inancı kut-
sal kan düşüncesinin gelenekselleşmiş bir uygulama-
sından başka birşey değildir. Kutsal kandan meydana
gelecek yeni nesillerin o soylu kanı temsilde zaafiyet
göstermeleri ihtimaline karşı tedbir olması için soyları
devam ettirilmez. Ancak bu soysuzluk durumu onla-
rın soyunun kuruduğu anlamına gelmez, onlara ma-
nevî yolla soy oluşturulur. Peygamberlerle ilgili anla-
tılan hikâyelerin çoğunda bunu görmek mümkündür
ki, Hz. İsa ve Hz. Muhammed buna en güzel örnektir.
Hatta dönemin Araplarının Hz. Muhammet’in soyu-
nun olmadığı ile ilgili yaptıkları eleştiri ve alaya alma-
larına karşın ayet inmiş, geleneksel soy tartışması ma-
nevî kardeşlik ve soy yoluna evrilmiştir.
Bu motifin temelinde abdest suyundan ziyade kut-
sal kan inancı yatmaktadır. Abdest suyu bu motife ve
dolayısıyla anlatmaya Hacı Bektaş’ın ait olduğu dinin
bir ritüeli olarak girmiştir. Böylece kutsal kan inancı,
ait olunan dinin ritüeli ile birleştirilerek daha kuvvetli
hale getirilmiştir. Bu motif yoluyla Hacı Bektaşla ma-
nevî akrabalık bağı oluşturulmuş ve onun soyunun bu
yolla devam etmesi sağlanmıştır. Ayrıca bu motif ma-
haretiyle manevî soy veya akrabalığın, din veya inanç

256
Hacı Bektaş-ı Velî •

kardeşliğinin gerçek kan bağından daha önemli oldu-


ğu vurgulanmak suretiyle Hacı Bektaşın kişiliği ile öğ-
retinin evrensel boyuta taşınmasının zemini hazırlan-
mıştır.
Taşa dönüşen mercimek tanelerini yutarak ha-
mile kalma
Genellikle efsanelerde karşımıza çıkan taşa dönüş-
me, kutsal yasağın çiğnenmesi inancına bağlı olarak
insan başta olmak üzere pek çok nesne üzerinden ger-
çekleşen bir dönüşüm motifi olarak karşımıza çıkmak-
tadır. İnsanın taşa, ağaca veya hayvana dönüşmesi şek-
linde gerçekleşen dönüşüm geçici olursa masallarda,
kalıcı olursa efsanelerde karşımıza çıkmaktadır. Dö-
nüşüm motifinin temelinde duası makbul bir velinin
olağanüstü gücü yatmaktadır. Bu türden bir değişim
nesnenin değişmesinden çok, velinin gücünü orta-
ya koyması açısından önemlidir. Velâyetnâmede taşa
dönüşen mercimek tanelerini yutan kadınların kız ço-
cukları dünyaya gelir. Velâyetnâmede bu motif şu şe-
kilde karşımıza çıkmaktadır. Taşa dönüşen mercimek
tanesini yutanın kızı olur (Gölpınarlı, 2014: 34).
Taşa dönüşen tahıl tanelerini yutarak hamile
kalma
Yukarıda değişim ve dönüşüm hakkında yerli bilgi
verildi. Taşa dönüşen buğday tanelerin yutarak çocuk-
suzluk problemine çare bulunurken, bu olağanüstülü-
ğe inanmayan erkekler de hamile bırakılmak suretiyle
cezalandırılır. Taşa dönüşen tahıl tanelerini yutarak
hamile kalma hem erkekler hem de kadınlarda görü-
lür. Bu hamilelikten genellikle ikiz ve erkek çocuklar

257
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
dünyaya gelir. Velâyetnâmede bu motif şu şekilde geç-
mektedir: Oğlu kızı olmayan kadınların cuma gecesi
taşa dönüşen tahıl tanelerini yutup halvet olması ve üç
gün oruç tutmasıyla oğlu-kızı olur (Gölpınarlı, 2014:
34). Taşa dönüşen tahıl tanelerinden dişlerine değir-
meden yutan kadınların oğlu olur (Gölpınarlı, 2014:
34).
Velâyetnâmede taşa dönüşen buğday tanelerini
yutanın oğlu olması gibi fantastik bir duruma inan-
mayanlar da cezalandırılır. Bu cezalandırma motifi
aynı zamanda bir sülale adına da kaynaklık eder. Motif
Velâyetnâmede şu şekilde geçmektedir. Taşa dönüşen
buğday tanelerini yutan adam gebe kalıp iki oğlu olur.
Bu oğlanların soyundan gelenlere “Buğdayoğulları”
denir (Gölpınarlı, 2014: 35).
Bu motife bağlı olarak gebe kalan adam, ölür. İn-
sanın tabiatına aykırı olarak gerçekleşen bu hamilelik,
münkiri yola getirme aracı olarak kullanılmıştır. Ha-
mileliğin gerçekleşmesi ile birlikte bir de ölüm hadi-
sesi vardır ki, buradaki ölümün doğumdan önce mi
yoksa doğumdan sonra mı gerçekleştiği açık değildir.
Velâyetnâmede motif, taşa dönüşen buğday tanelerini
yutarak gebe kalan adam ölür (Gölpınarlı, 2014: 35)
şeklinde geçmektedir.
Ağız şeker/şerbetini içerek gebe kalma
Arapça içecek manasına gelen şerbet, tasavvufi
olarak ilahî feyz, sevgi ve aşk şarabı olarak değerlen-
dirilir. Bazı tasavvufî metinlerde velilerin, ermişlerin
veya gayb erlerinin ağız yarının bütün dertlerin devası
olduğuyla ilgili kayıtlar vardır. Burada ağız şekeri/şer-

258
Hacı Bektaş-ı Velî •

beti, ağız yarı olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu ağız


yarı veya şeker/şerbet olağanüstü hamilelik ve çocuk-
suzluk problemini çözme materyali olarak kullanıl-
mıştır. Bu bağlamda Velâyetnâmedeki olağanüstü ha-
milelik motifinin bir başka şekli de ağız şekeri/şerbeti
içmek şeklinde gerçekleşir. Bektaşîlikte Nasip Gecesi
içilen bir kırklar şerbeti vardır. Cennetteki kevserin
temsili olarak görülür. Beyaz bir kâse içinde sunulan
şerbeti önce baba, ardından kıdem sırasına göre diğer
canlar içer. Bektaşîlikte ayrıca Meydan Taşı denilen bir
makam vardır. Bu makamda bir tas bal veya şeker şer-
beti bulunur ve bu şerbeti yeni talip içer. Ağız şekeri/
şerbetinden hamile kalma Velâyetnâmede şu şekilde
geçmektedir. Zeynep Hatun, İmam Aliyy-al-Rıza’nın
içmeyerek ağzından kaba boşalttığı şeker şerbetini içip
gece kocası Musa-l-Sani ile birlikte olunca gebe kalıp
bir oğlan çocuk doğurur (Gölpınarlı, 2014: 3). Zeynep
Hatun, Aliyy-al Rıza’nın ağzından boşalttığı şeker şer-
betini içerek gebe kalır (Gölpınarlı, 2014: 2).
Dua ile hamile kalma
Arapça yalvarma, niyaz ve isteme manalarına ge-
len dua; muhtaçların sözlü veya susarak Allah’tan iste-
meleri halidir. Tasavvufta Allah’ın takdir ettiğine rıza
gösterip sükût etmenin evla olarak kabul edildiği dua,
dil ve kalp ile yapılır. Dua, Dede Korkut başta olmak
üzere pek çok halk anlatmasında çocuksuzluğun gide-
rildiği araçlardan biri olarak yer almaktadır. Dede Kor-
kut’ta Oğuzun ağzı dualı kocaları çocuk sahibi olmak
isteyen kişilere dua ederler. Velâyetnâmede ermişlerin,
velilerin, hafızların, yoksulların ve bilginlerin duasıyla

259
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
çocuk sahibi olur. Yiğirmi dört yıldır oğlu kızı olma-
yan Hatem Hatun ile İbrahim-al-Sani’nin hafızların,
yoksulların, dervişlerin, bilginlerin duası ile “Bektaş”
adında oğulları olur (Gölpınarlı, 2014: 3-4). Çocukla-
rı olmayan Musa-el-Sani ile Zeynep Hatun’un, İmam
Aliyy-al-Rıza’nın duası ve kerametiyle çocukları olur.
(Gölpınarlı, 2014: 2).
Oruç tutarak hamile kalma
İslamın temel şartlarından olan oruç, namaz, hac
ve zekât gibi ahkâm-ı zahireden, yani dışa ait hüküm-
lerdendir. İslamın temel ibadetlerinden olan oruç Al-
lah için tutulduğundan dolayı sevabını da Allah takdir
edecektir. Dolayısıyla tutulan orucun sevap karşılığı
olarak Tanrıdan çocuk istenir. Oruç tutarak hamile
kalma motifi, Velâyetnâmede karşımıza çıkan bir mo-
tiftir. Oruç tutarak hamile kalma motifinde orucun ya-
nında başka bazı olağanüstü objelerin yenmesi de rol
oynar. Velâyetnâmede oğlu kızı olmayan kadınların
Cuma gecesi taşa dönüşen tahıl tanelerini yutup halvet
olması ve üç gün oruç tutmasıyla oğlu-kızı olur (Göl-
pınarlı, 2014: 34).
Rüyada doğum yapma
Rüya insanlık tarihî boyunca bütün dinlerde ve
inanç sistemlerin bilgi edinme kanalı olarak algılan-
mıştır. Bu bağlamda bazı gizemli ve ilahî bilgilerin rüya
kanalıyla ilgililere aktarıldığı bilinenlerdendir. Rüya-
nın kutsanması da bu durumdan kaynaklanmaktadır.
Rüyada çocuğu olduğunu görmek, bir müjde olarak
kabul edilirken ve bu türden bilgi sıradanken rüyada
doğum yapmak sıra dışı bir doğumdur. Tıpkı Osman

260
Hacı Bektaş-ı Velî •

Gazinin ve Oğuz Kağan destanındaki Ulu Türk’ün rü-


yası gibi kutsaldır. Bu kutsallıktan doğan çocuk da kut-
sallık arz eder. Rüyada doğum yapma Velâyetnâmede
Hatem Hatun’un rüyasında doğum yapması şeklinde
geçer. Rüyada doğum rüya ile eş zamanlı olarak ger-
çekleşir. Hatem hatun, rüyada doğum yaptığını görür-
ken aynı anda eşzamanlı olarak doğum yapar. Hatem
Hatun rüyasında bir oğlan doğurduğunu görür, uyan-
dığında bir oğlu olduğunu görür (Gölpınarlı, 2014: 4).
Annesini bir defa emmek
Hamilelikle doğrudan bir ilgisi olmasa da doğan
çocuğun olağanüstülüğünü anlatan bir motif olan an-
neyi bir defa emmek, Oğuz Kağan destanında geçer.
Destan kahramanı Oğuz Kağan, fantastik bir şekilde
doğar ve annesini birkaç defa emer. Daha sonra dile
gelip konuşmaya başlar, büyükler gibi yiyecek ve şa-
rap ister. Bu davranış tarzı bize, bir defa emmenin bir
erginlenme sürecinin sonucunu anlatır. Kahramanlar
büyümek için uzun süre beklemezler. Bu türden bir
büyüme sıradan insanların işidir. O halde kahraman-
lar hızlı büyümek ve ait olduğu topluluk veya grubun
problemini çözmek zorundadır. Bütün halk anlatma-
larında bu türden hızlı büyüme motifleri yer alır ki,
bu durum kahramanın yüceliğini, kutsallığını ve bü-
yüklüğünü ifade eder. Velâyetnâmede anneyi bir defa
emme motifi, Hacı Bektaş ile bağlantılı olarak yer al-
maktadır. Bektaş annesinin memesini bir defa emer ve
doğumundan altı ay sonra dillenip kelime-i şahadet
getirir. (Gölpınarlı, 2014: 4).

261
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Altı ayda dille gelerek kelime-i şahadet getirmek
Hamilelikle doğrudan ilgili olmasa da olağanüstü
bir şekilde doğan çocuğun yine olağanüstü özellikle-
rinden birisi de çok kısa sürede konuşmasıdır. Bebek-
ken konuşma motifine Hz. İsa’nın hayatında ve Oğuz
Kağan destanında rastlamaktayız. Bilindiği üzere Hz.
İsa, annesi Meryem’e iftira atılması üzerine dile gelmiş
ve daha bebekken konuşarak annesinin masum oldu-
ğunu söylemiştir. Oğuz Kağan destanında ise Oğuz,
daha bebekken olgun insan özellikleri sergileyerek
konuşur ve yiyecek ister. Oğuz Kağan’ın İslamî versi-
yonunda ise, dile gelerek annesini Hak yola davet eder.
Şayet kabul etmezse emmeyeceğini söyler. Velâyetnâ-
mede de bu iki anekdottaki gibi bebeklik çağında dile
gelme motifi yer almaktadır. Bektaş annesinin meme-
sini bir defa emer ve doğumundan altı ay sonra dille-
nip kelime-i şahadet getirir. (Gölpınarlı, 2014: 4)
Sonuç
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş Velâyet-
nâmesinde geçen gebelik ve doğumla ilgili motifler,
Velâyetnâmenin inanç, kültür ve mitolojik kaynağına
işaret eder. Velâyetnâmede geçen olağanüstü hamilelik
ve doğumla ilgili motiflerden Kanlı abdest suyundan
hamile kalma, taşa dönüşen mercimek tanelerini yu-
tarak hamile kalma, taşa dönüşen tahıl tanelerini yu-
tarak hamile kalma, taşa dönüşen tahıl tanelerini yu-
tarak hamile kalan erkeğin iki oğlan doğurması, taşa
dönüşen tahıl tanelerini yutarak hamile kalan erkeğin
ölmesi, ağız şeker/şerbetini içerek gebe kalma, dua ile
hamile kalma, oruç tutarak hamile kalma, rüyada do-

262
Hacı Bektaş-ı Velî •

ğum yapma, annesini bir defa emmek, altı ayda dille


gelerek ekime-i şahadet getirmek motifleri, mitolojik
araştırmalar açısından önemlidir. Özellikle kanlı su-
dan, ağız şekeri, şerbeti ve suyundan hamile kalma,
anneyi bir defa emmek, bebeklik çağında dile gelip
konuşma mitolojik özellik taşımaktadır. Motifleri yö-
nüyle Velâyetnâme, Türk kültür tarihî açısından son
derece önemlidir.

Kaynakça
Cebecioğlu, Ethem, (2005), Tasavvuf Terimleri
ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul; Tasavvuf Terimleri
ve Deyimleri Sözlüğü; http://dosyalar. semazen.net/e
kitap/tasavvuf_ terımlerı_ve_deyımlerı_sozlugu.pdf,
Son Erişim: 11.07.2017.
Coşan, Esat, (1990), MakâlâtHacı Bektaş Veli, (Sad.
Hüseyin Özbay), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Duran, Hamiye, (1995), Hacı Bektaş-ı VelîVelâyet-
nâmesi ve Velâyet-name’de Geçen Keramet Motifleri,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora
Tezi, Ankara.
Duran, Hamiye, (1987), Hacı Bektaş-ı Velî’nin
Makâlât’ında Din ve Tasavvuf, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Gölpınarlı, Abdulbaki, (2014), Menakıb-ı Hacı
Bektaş-ı Velî “Vilayet-name”, İstanbul.
Güzel, Abdurrahman, (2004), Dinî-Tasavvufî Türk
Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara.
Hacı Bektaş-ı Velî Külliyatı, (Ed: Gıyasettin Aytaş),

263
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2010.
Kaan, Mustafa Ertuğrul, (1964), Hacı Bektaşı Ve-
li-Bektaşîlik-Bektaşî Nefesleri, Gayret Kitabevi, İstan-
bul.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1997), Kültür Tarihi Kaynağı
Olarak Menakıpnameler, Metodolojik Bir Yaklaşım,
Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1983), Bektaşî Menakıpna-
melerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar, (2000) Alevî-Bektaşî İnançla-
rının İslam Öncesi Temelleri, İstanbul.

264
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde Geçen


Karakter Özellikleri

Prof. Dr. Faruk ÇOLAK3∗

Giriş
Toplumca önder kabul edilen tipler, o toplumun
ulaşmak istediği hedefin amaçlarına göre tanımlanır-
lar. Atlı göçebe kültürünün oluşturduğu bir ortam-
da hayat bulan kahramanın hayatı ve onun hayatını
oluşturan unsurlar, dış dünya ile mücadele eden ve
hedefine ulaşmadan bu mücadelesinden asla vazgeç-
meyen insan tipolojisini yansıtır. Tarım toplumunun
bir parçası olan birey ise tarımsal üretim ve tarımsal
üretimin şartlarına göre dizayn edilen bilgi birikimi
ve erdem anlayışına göre şekillenir. Burada pek çok
model yaşayış ve tiplemeler karşımıza çıkar. Bu tiple-
melerde bazı hususiyetler ortak olabileceği gibi, bazı
hususiyetler orijinal aidiyet gösterirler. Mesela atlı gö-
çebe kültüründe dışa dönük, yani tabiatla mücadele
3∗Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü, fcolak@ohu.edu.tr

265
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
eden ve reformist insan tipi ön plana çıkarken, tarım
toplumlarında daha statik ve kuralcı anlayışlar ortaya
çıkmaktadır.
Bilindiği üzere Velâyetnâmelerin bir başka özel-
liği de model insan tipini oluşturmaları ve toplumu
geleceğe taşıyacak genç nesillere bu model insan tip-
lerini sunmalarıdır. Pekçok halk anlatması ve destan
metinleri de bu kategoride değerlendirilmektedir. Bu
bağlamında destan metinlerinde karşımıza çıkan kah-
ramanlar, tarihte var olan gerçek kahramanın kişili-
ğinden ziyade toplumun bileşenlerinden ortaya çıkan
ideal insan tipini temsilederler. Onun için hiçbir za-
man yenilmezler, adaletsizlik yapmazlar, hep mazlu-
mun yanında olurlar ve toplum için gözlerini budak-
tan sakınmazlar.
Velâyetnâmeler, varoluş gayesi açısında belirli bir
din veya inanç büyüğünün, bir velinin hayatı etrafında
teşekkül ettirilmiş, onların yüceltilmesini amaç edi-
nen eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu türden
eserlerde veli kişiliğin yüceltilmesinin yanında onun
toplum önderi olması gayesi de güdülmüştür. Bu bağ-
lamda kahramanlar iki yönü ile idealize edilmekte ve
bu doğrultuda karakter özellikleri kahramana yük-
lenmektedir. Dini eser kimliği taşımalarından dolayı
Velâyetnâmelerde din kurallarına bağlı bir insan tipi
ortaya konulurken, bu insan tipi aynı zamanda millî ve
mitolojik motifleri bünyesine katmaktadır. Bu da bize
Türk toplum yapısında dinin tek ve vazgeçilmez olma-
dığını, dinin yanında millî unsurların da belirleyici ol-
duğunu ortaya koymaktadır.

266
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş Velâyetnâmesini bu bağlamda ince-


lediğimizde kahramanların karakter özellikleri; yiğit-
lik, zalim, cömertlik, cesaret, adil olma, olgun, nefsine
hâkim olma, hoşgörülü olma, dindar, kâfir, bilge, mer-
hametli, mütevazı, yardımsever ve kötü huylu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu karakter özelliklerinden bir
kısmı idealize edilen insan tipleri için önerilirken, çok
az bir kısmı istenmeyen insan tipleri için önerilmekte-
dir. Bu çalışmada hacı Bektaş Velâyetnâmesinde geçen
karakter özellikleri irdelenecektir.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde tespit edilen karak-
ter özellikleriyle ilgili motifleri olumlanan yani iyi in-
san tiplerinin özellikleri ile kötü insan tiplerinin özel-
likleri olmak üzere temelde iki ana kategoriye ayırmak
mümkündür.
Olumlanan/iyi insan tiplerinin özellikleri
Velâyetnâmelerde verilen karakter özellikleri ge-
nellikle olumlanan iyi insan tiplerinin özellikleri ola-
rak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda Hacı Bektaş
Velâyetnâmesinde de ağırlıklı olarak idealize edilen
insan tiplerinin özellikleri verilmiştir.
Yiğitlik
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde bir karakter özelli-
ği olarak yiğitlik, yiğit bir delikanlı olarak geçen İbra-
him-al-Sani’ye (Gölpınarlı, 2014: 3) bağlı olarak geç-
mektedir. Bu karakter özelliği hem bildiğimiz manada
alp tipini özelliği olarak karşımıza çıkarken, bu özellik
aynı zamanda dine bağlılık olarak da karşımıza çıkar
ki bu durum alp tipinden eren tipine evrilmeyi de ifade
etmektedir. Azrail ile mücadele eden Deli Dumrul’un

267
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
fiziksel güçten doğan yiğitlikten, manevî yiğitliğe eriş-
mesi misalidir.
Cömertlik
Dede korkut hikâyelerinde geçen kahramanların
en önemli özelliklerinden birisi de cömertliktir. Bu se-
bepten dolayıdır ki Dede Korkut kahramanları sık sık
açları doyurur, çıplakları giydirir. Yiğitliği alp tipinin
temel karakteri olarak alacak olursak, bu alp tipinin
tamamlayıcı karakter özelliği cömertliktir. Bu sebep-
ledir ki yoksullar Hacı Bektaş’ın mutfağında yer içer
(Gölpınarlı, 2014: 14) ve Kadıncık malını mülkünü
hak yolunda harcar (Gölpınarlı, 2014: 28). Ayrıca İbra-
him-al-Sani tavsif edilirken delikanlılığının yanında-
cömertliğinden (Gölpınarlı, 2014: 3) de dem vurulur.
Cesaret
Alp tipi anlatı kahramanlarının en önemli karakter
özelliklerinden bir başkası ise cesarettir. Hiçbir tehli-
ke veya varlıktan korkmayan bu tipler, gerek fiziksek,
gerekse manevî özellikleri dolayısıyla problemin üze-
rine korkmadan giderler ve bu sayede toplumun prob-
lemini çözerler. Motifin verdiği bir başka mesaj ise
kahramanın erginlenmesine aracılık etmesidir. Halk
anlatmalarında cesaretiyle kahramanlık gösterisinde
bulunan kahraman aynı zamanda ergin hale gelir.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde cesaret, Hacı Bek-
taş’ın şahsında anlatılır. O, arslanların sığındıkları yere
gider ve kendisine saldıran iki arslandan korkmaz
(Gölpınarlı, 2014: 17). Bu motif bu şekliyle, Oğuz Ka-
ğan’ın gergedanıalt etmesi motifine benzer.

268
Hacı Bektaş-ı Velî •

Adil olma
Adalet kavramı nezdinde bir insanın adil olması
insanlığın geliştirdiği en evrensel ve insanî bir karakter
özelliğidir. Bu evrensel ve insanî özellikten hareketle
toplumlarda toplumlar din, dil, renk ve cinsiyet ayırı-
mı yapmaksızın insanlara eşit davranmayı başarmışlar
ve bugünkü medeniyet seviyesine ulaşmışlardır. Bütün
din ve devlet büyüklerinin en vaz geçilmez karakter
özelliği olan adil olma, varlığın da temeli olarak algı-
lanmıştır.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde adil olma, İbra-
him-al-Sani’nin şahsiyet özelliği olarak karşımıza çı-
kar. O adaletli bir şahıstır (Gölpınarlı, 2014: 3).
Olgun
Karakter özelliği olarak olgunluk halk anlatmala-
rında erginlik nişanesi olarak karşımıza çıkar. Kahra-
manlar çeşitli olaylar vasıtasıyla toplumca kabul edi-
lebilir bir düzeye gelirler ve bu sayede, yani olgunluk
özelliğiyle liderlik makamına ererler.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde olgunluk çeşit-
li vesilelerle dile getirilir. Velâyetnâmeye göre, İbra-
him-al-Sani olgun bir delikanlıdır (Gölpınarlı, 2014:
3). İbrahim al-Sani, bu özelliğiyle sıradan olanların
üstüne çıkar. Emir Cem şahin gibidir değme nesneye
konmaz (Gölpınarlı, 2014: 76). Emir Cem, şahin gibi
olma özelliğiyle sıradan insanların özellikleri, davra-
nışları ve alışkanlıklarından farklılıklar gösterir. Seç-
kin veya seçilmiş kişi kimliğine bürünür. Velâyetnâ-
medeki Hacı Bektaş’ın olgun karakterli olmasıyla ile
ilgili benzetme deniz üzerinden yapılır. Hacı Bektaş

269
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
deniz gibidir değme nesne onu bulandırmaz (Gölpı-
narlı, 2014: 76). Nasılki, deniz milyarlarca damla ve
dalgadan oluşuyor ve bu unsurların her birisi kendi
başlarına birer varlık olmasına rağmen denizin de bir
parçası oluyorsa, bu arızlar denizin bütünlüğüne zarar
vermezler. Vücudun tekliği misali zirve tipler, arızlarla
ve küçük şeylerle uğraşmazlar. Bu özellikleri itibariyle
lider tipler halkla ilişkilerinde ayrıntıya takılıp kalmaz-
lar, hoş görülü olurlar ve toplumu kucaklarlar.
Nefsine hakim olma
Tasavvuf düşüncesinde en önemli problemlerden
birisi, nefis ve nefisle yapılan mücadeledir. Nefsini bi-
lenin kendini bileceği düşüncesi, insanın erdemli ol-
masına yol açmış ve bu sayede bireysel arzu ve istekleri
dizginleyerek insanı Allah’a yaklaştırmış. Şems Sure-
sinde de belirtildiği üzere “Güneşe ve kuşluk vaktin-
deki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa
çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyü-
züne ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene,
nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kö-
tülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötü-
lüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere
gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 91/7) ayetinde de be-
lirtildiği üzere insanın nefsini terbiye etmesinin önemi
vurgulanır. İnsan ile hayvan arasındaki en belirleyici
farkların başında gelen nefsini bilme, insanın insan
olma macerasının temelini teşkil etmektedir. Bir in-
san nefsine hâkimse insandır ve Allah’a yakındır. Tam
tersi olarak nefsini bilmeyen hayvandan farksızdır ve
Allah’a uzaktır.

270
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde nefse hâkim olma


özelliği, Hacı Bektaş’ın şahsında verilir. O nefsine hâ-
kimdir (Gölpınarlı, 2014: 4) ki bu yolla Hacı Bektaş
yolunda yürüyenlere oldukça önemli bir düstur verilir.
Alevî Bektaşî öğretisinde “eline, beline, diline hâkim
olma” şeklinde formüle edilen karakter özelliği nefsini,
yani kendini bilmeden başkası değildir.
Hoşgörülü olma
Hoşgörü insanlığın geliştirdiği en önemli erdem
özelliklerinden biridir. Nefsine hâkim olmuş, erdem
sahibi lider tipler aynı zamanda hoşgörü sahibidirler.
Bu özellikleri sayesinde dinî, ahlakî ve görgü kuralları
açısından çeşitli insan katmanlarını bir potada topla-
yıp eritmişler ve bu sayede insanlığın temel değerlerini
oluşturmuşlardır. Hoşgörü, evrensel din ve ideolojile-
rin temel argümanı olarak karşımıza çıkar. Bu özellik
sayesinde gelenek, görenek, dil, din, ırk ve cinsiyetler
baskılanmaya çalışılır ve bu sayede eşitliğin başat de-
ğer kabul edildiği evrensel boyutta din ve ideolojiler
ortaya çıkar. Hoşgörünün olmadığı topluluklarda yu-
karıda saydığımız değerlerin her biri öncelikli hale
gelir ve toplumsal uzlaşmadan uzaklaşılır, çatışmalar
başlar. Bu da toplumları evrensel boyutta kemiren en
büyük yaradır.
Hoşgörülü olmanın en temel özelliklerinden birisi
günümüz anlayışında duygudaşlık, eski anlayışımızda
diğergamlıktır. Kendisini birini yerine koyma olarak
açıklayabileceğimiz diğergamlık, insanın hoşgörülü
olma erdemine ulaşmasının ilk basamağı olarak kabul
edilir. Velâyetnâmesinde Hacı Bektaş, kimsenin ayıbını

271
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yüzüne vurmaz (Gölpınarlı, 2014: 4). “...birinizin ku-
surlarını ve mahremiyetini araştırmayın...” (Hucurât
49/12) ayetinin vermek istediği amaca hizmet eden bir
karakter özelliğidir.
Dindar
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde öne çıkarılan ka-
rakter özelliklerin birisi de dindar olmaktır. Rol model
olarak önerilen Hacı Bektaş’ın idealize edilen toplu-
mun değer yargılarını yansıtacak özelliklerinden biri-
sinin de dindarlık olduğu görülmektedir. Bu bağlamda
Velâyetnâmede din ve dindarlıkla ilgili motifler, Hacı
Bektaş ve etrafındaki kişilerin şahsında dile getirilir.
Bu motifler genellikle Allah (Tanrı) inancı, meleklere
iman, ahiret inancı, cehennem inancı, besmele çekmek,
kelime-i şehadet getirmek, abdest almak, erbain çıkar-
mak, çile çıkarmak, riyazete girmek, namaz kılmak,
oruç tutmak, kuran okumak, dua etmek ve hacca gitmek
gibi motifler üzerinden aktarılır.
Kuvvetli bir tanrı inancı olduğu anlaşılan Velâyet-
nâmede Tanrı duaları kabul eden ve ermişleri kötüler
nazarında koruyup kollayandır. Bu bağlamda Hacı
Bektaş’a yardım için yedi başlı ejderha gönderir (Göl-
pınarlı, 2014: 12) ve Ahmet Yesevî’ye iftira edenleri
köpeğe çevirir (Gölpınarlı,2014: 14). Velâyetnâmede
melekler Tanrının yardımcıları rolünde karşımıza çı-
kar ve bu bağlamda Hacı Bektaş’ı arşın tavanında kar-
şılar (Gölpınarlı,2014: 18). Velâyetnâmede ahiret ölen
insanların ruhlarının gittiği yerdir (Gölpınarlı, 2014:
16) olarak tanımlanırken dünya tasavvufî öğretiye uy-
gun olarak yokluk âlemidir (Gölpınarlı, 2014: 16) ola-

272
Hacı Bektaş-ı Velî •

rak verilir.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde cehennem, günah-
kârların içine atıldığı ateş çukuru olarak tavsif edilir ve
bu bağlamda günahkâr kullar cezalarını çekmek üze-
re oraya atılırlar. İnsanların cehennemde yanmaları-
nın önüne geçmek için Velâyetnâmede Hacı Bektaş’ın
vilayetiyle yerden çıkan suda yıkanan kişi cehennem
ateşinde yanmaz (Gölpınarlı, 2014: 40) inancı yer alır.
Hacı Bektaş, çeşitli işleri yapmaya başlamadan
önce ve dua ederken besmele çeker (Gölpınarlı, 2014:
34, 35). Dindarlıkla ilgili en ilgi çekici motiflerden
birisi şehadet kelimesi ile ilgilidir. Hacı Bektaş doğu-
mundan altı ay sonra dillenip kelime-i şahadet getirir
(Gölpınarlı, 2014: 4). Bu onun daha doğmadan önce
seçilmiş bir dindar olduğuna işaret eden en önemli
motiflerdendir.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde Hacı Bektaş, Be-
dehşan halkına Kur’an okumayı öğretir (Gölpınarlı,
2014: 13). Ayrıca Velâyetnâmede çeşitli ihtiyaçların
karşılanması için Kuran okunur. Bu bağlamda Sultan
İbrahim ile Hatem Sultan’ın oğlu olması için hafızlar
Kur’an okur (Gölpınarlı, 2014: 3).
Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde en çok karşımıza
çıkan motif grubunu dua etmek oluşturur (Gölpınarlı,
2014: 2-74). Velâyetnâme kahramanları çeşitli dilek ve
temennilerini iletmek için sık sık tanrıya iltica ederler.
Bir başka ifadeyle Velâyetnâmede her türlü ihtiyacın
karşılanması dua vasıtasıyla gerçekleşir.
Velâyetnâmede abdest hem gusül, hem de namaz
abdesti olarak geçer. Bu bağlamda Hacı Bektaş hayatı

273
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
boyunca abdestli dolaşıp ibadetten ayrılmaz (Gölpı-
narlı, 2014: 4).
Velâyetnâmedeki dindarlıkla ilgili bir başka motif
grubu erbain ve çile çıkarmak ile riyazete girmektir. Bu
bağlamda Hacı Bektaş zaman zaman riyazete çekilir-
ken (Gölpınarlı, 2014: 8) diğer taraftan çileye girer ve
erbain çıkarır. Hacı Bektaş, Necef, Medine, Kudüs, Ha-
lep’te erbain çıkarırken (Gölpınarlı, 2014: 17), Molla
Sadeddin arınmak için kaynar kazanda üç erbain çıka-
rır (Gölpınarlı, 2014: 61). Tasavvuftaki erginlenmenin
en önemli aşamalarında birisi salikin çileye girmesidir
bu erginlenme süreci kırk gündür. Hacı Bektaş çeşitli
vesilelerle çeşitli mekânlarda çileye girer (Gölpınarlı,
2014: 11, 17, 18, 25, 28).
Hacı Bektaş Velâyetnâmesin dindarlıkla ilgili en
çok yer alan motif gruplarından biri namaz kılmaktır.
Velâyetnâmede namaz motifi hem cenaze hem de va-
kit namazlarını içine alır. Ahmed-i Yesevî, Hacı Bek-
taş ve Lokman Parende çeşitli yerlerde ve mekânlarda
çeşitli vesilelerle namaz kılarlar. Bu namazlarda tayy-ı
mekân ve zaman kavramları (Gölpınarlı, 2014: 7, 61)
ile imtihan motifinin de yar aldığı namaz (Gölpınarlı,
2014: 8) da önemli bir yer tutar.
Velâyetnâmede oruç tutma ibadetin gereği olarak
Aliyy-al Rıza oruç tutarken (Gölpınarlı, 2014: 2), ihti-
yaç için de oruç tutulur. Bu bağlamda oğlu kızı olma-
yan kadınların taşa dönüşen tahıl tanelerini yutup üç
gün oruç tutmasıyla oğlu-kızı olur (Gölpınarlı, 2014:
34).
Velâyetnâmede dindarlıkla ilgili bir başka motif de

274
Hacı Bektaş-ı Velî •

hacca gitmedir. Hacı Bektaş ve Lokman Parende’nin


şahsında aktarılan motifte Hacı Bektaş keramet göste-
rip bir an içinde hacca giderken (Gölpınarlı, 2014: 6),
Lokman Parende dinin gereği olarak hacca gider, tavaf
eder, vakfeye durur (Gölpınarlı, 2014: 6).
Bilge
İdeal insan tiplerinin önemli karakter özelliklerin-
den birisi de bilge olmalarıdır. İdeal tipler sadece dışa
dönük ve savaşçı tipler olmalarının yanında onların
aynı zamanda bilge kişiliğe sahip olmalarıdır. Velâ-
yetnâmede bilgelik Ahmed-i Yesevî’nin şahsında esere
girer. Bu bağlamda Ahmed-i Yesevî bilge biri (Gölpı-
narlı, 2014:14) olarak tavsif edilir.
Merhametli olma
Merhamet insanı insan yapan en temel değerlerin
başında gelir ki, zaman zaman merhamet ile iyi ve din-
dar insan aynı kategoride değerlendirilmiştir. Velâyet-
nâmede geçen ideal insanın karakter özelliklerinden
birisi de merhametli olmadır. Velâyetnâmede din, dil,
ırk ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın her türlü insan ve
varlığa merhamet göstermek Hacı Bektaş’ın şahsında
gündeme getirilir ve bu bağlamda Hacı Bektaş, dinin-
den dönen papazları bağışlaması (Gölpınarlı, 2014: 12)
motifi ile verilir.
Yardımseverlik
İnsanlığın geliştirdiği en temel değerlerden birisi
de yardımseverliktir. Velâyetnâmede ideal insan tipi-
nin karakter özelliklerinden birisi olarak da yardım-
severlik motifine yer verilir. Bu bağlamda Hacı Bektaş
köylüye yardım eder (Gölpınarlı, 2014: 32, 33).

275
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Olumlanmayan/kötü insan tiplerinin özellikleri:
Velâyetnâmelerde insanların ibret almaları mak-
sadıyla kötü veya olumlanmayan insanların karakter
özellikleri de verilir. Bu bağlamda Velâyetnâmede kâ-
firlik, zalim ve kötü huylu olma özellikleri olumsuz in-
san karakteri olarak verilir.
Kâfir
Olumsuz karakter özelliklerinin başında kâfirlik
gelir bu oldukça önemli bir durumdur. Tanrı tanımaz-
lık dünyada bütün kötülüklerden daha aşağıda göste-
rilmiştir. Bu bağlamda Velâyetnâmede Bedehşan ülke-
sinin halkı kâfir (Gölpınarlı, 2014: 9) olarak gösterilir.
Zalim
Kâfirlik motifiyle bağlantılı kullanılan bir başka
karakter özelliği de zalimliktir. Velâyetnâmede kâfir
beyi zalim (Gölpınarlı, 2014: 11) olarak gösterilir. Bu
türden bir yaklaşım Velâyetnâmenin yazılış gayesine
ışık tutan bir tavırdır. Düz mantıkla kâfir olan zalim
olur.
Kötü Huylu
Evrensel anlamda olumsuz karakter özelliği kötü
huylu olmadır. Kötü huylu olmanın teferruatı veril-
mese de motif, Allah dostlarına kötü davranmakla
ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda Akçakoca’nın karısı
erenlere kötü davranır (Gölpınarlı, 2014: 37) ve erenle-
re rahatsızlık veren kötü huylu kadın ölür (Gölpınarlı,
2014: 37).
Sonuç
Hacı Bektaş’ın efsanevi kişiliğinin en önemli ayna-
sı olan Velâyetnâme, Bektaşîlik özelinde Türk insanına

276
Hacı Bektaş-ı Velî •

referans olacak kıymette karakter özelliklerini vermek-


tedir. Bir diğer ifade ile Velâyetnâmede geçen karakter
özellikleri bir insanın nasıl olması gerektiğinin şifre-
leridir. Velâyetnâmede olumlanan karakter özellikleri
yiğitlik, cömertlik, cesaret, adil olma, olgunluk, nefsine
hâkim olma, hoşgörü, dindarlık, bilgelik, merhamet-
li, mütevazı ve yardımsever olmadır. Olumlanmayan,
yani istenmeyen karakter özellikleri de kötü huyluluk,
zalimlik vekâfirlik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kaynakça
Cebecioğlu, Ethem, (2005), Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü, İstanbul; Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü; http://dosyalar. semazen.net/e_ki-
tap/tasavvuf _terımlerı_ve_deyımlerı_sozlugu.pdf,
Son Erişim: 11.07.2017.
Coşan, Esat, (1990), MakâlâtHacı Bektaş Veli, (Sad.
Hüseyin Özbay), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Duran, Hamiye, (1995), Hacı Bektaş-ı VelîVelâyet-
nâmesi ve Velâyet-name’de Geçen Keramet Motifleri,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora
Tezi, Ankara.
Duran, Hamiye, (1987), Hacı Bektaş-ı Velî’nin
Makâlât’ında Din ve Tasavvuf, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Gölpınarlı, Abdulbaki, (2014), Menakıb-ı Hacı
Bektaş-ı Velî “Vilayet-name”, İstanbul.
Güzel, Abdurrahman, (2004), Dinî-Tasavvufî Türk
Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara.

277
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş Veli Külliyatı, (Ed: Gıyasettin Aytaş),
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2010.
Kaan, Mustafa Ertuğrul, (1964), Hacı Bektaşı Ve-
li-Bektaşîlik-Bektaşî Nefesleri, Gayret Kitabevi, İstan-
bul.
Kur’an-ı Kerim Meali, http://kuran.diyanet.gov.tr/
mushaf/kuran-meal-1/zumer-suresi-39/ayet-35/diya-
net-isleri-baskanligi-meali-1, Son Erişim:05.07.2017.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1997), Kültür Tarihi Kaynağı
Olarak Menakıpnameler, Metodolojik Bir Yaklaşım,
Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1983), Bektaşî Menakıpna-
melerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul.
Ocak, Ahmet Yaşar, (2000) Alevî-Bektaşî İnançla-
rının İslam Öncesi Temelleri, İstanbul.

278
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nin Halk


Bilimi Açısından Değerlendirilmesi4∗

Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN5∗∗

Giriş
Folklor; “Halkın geleneğe bağlı maddî ve manevî
kültürünü kendine özgü metotlarla derleyen, araştı-
ran, sınıflandıran, çözümleyen ve halk kültürü üzerin-
de değerlendirmeler yapan bir bilim” dalına (Tan 1997:
5) verilen addır.
Halk bilimi şeklinde dilimize çevrilen bilim dalı-
nın konusu oldukça geniştir. Beşikten mezara kadar
olan insan hayatı, maddî ve manevî kültür değerleri-
miz folklorun incelediği konular arasındadır.
Türk folklorunun kaynakları ile kültür ortamları
4∗ Bu yazı, “Ali Berat Alptekin, (2016), Kaygusuz’un Bilge Torunu Ab-
durrahman Güzel’e Armağan, Ankara” başlıklı kitabın 27-44. sayfala-
rı arasında yer alan “Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nin Halk Bilimi
Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı yazının yeniden gözden geçi-
rilmiş şeklidir.
5∗∗ Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu Eğitim
Fakültesi, Orta Öğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Bölümü, Türk Dili ve
Edebiyatı Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
279
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
arasında paralellikler vardır. Bilindiği gibi Türk folk-
loru sözlü, yazılı ve elektronik olmak üzere üç kaynak-
tan beslenir. Bu kaynak veya ortamlardan sonuncusu
(elektronik) son on yılda bilim dünyasıyla buluşmuş-
tur. Yazılı kültür ortamı, Orhun Anıtları’ndan bu yana
karşımıza çıkan pek çok kaynakta görülmektedir. Söz-
lü kültür ortamı ise insanlığın başlangıcından bu yana
varlığını devam ettirmektedir.
Halk bilimi alanında bazı çalışmalar yazılı kaynak-
lardan tespit edilen ürünlerle ilgili olarak hazırlanmak-
tadır. Bu tür yazılarda genellikle yazılı kaynaklarda yer
alan halk bilimi ürünleri tespit edilir ve bunlar ince-
lenir. Biz de bu makalede Doç. Dr. Hamiye Duran ve
araştırmacı Dursun Gümüşoğlu tarafından hazırlanan
Hünkâr Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi (Ankara 2010)
adlı eserde yer alan halk bilimi unsurlarını inceledik.
1. Bazı Uygulamalar ve Âdetler
1. 1. Teneke Çalma
Teneke çalma uygulamasının kökenlerinin eski
Türk inançlarında aramak gerekmektedir. Teneke çal-
ma genellikle ay ve güneş tutulduğu zaman yapılan bir
uygulamadır. Bilindiği gibi eski Türklerde ay ve güneş
tutulmasının sebebi kötü ruhlara bağlanmakta ve tu-
tulma bir felaketin habercisi olarak değerlendirilmek-
tedir. Felaketi önlemenin yolu bu ruhları korkutarak
kaçırmaktır. Bu da ses çıkarma yoluyla yapılmaktadır.
Nitekim ülkemizde 20 yıl önce bu uygulama özellikle
güneş tutulduğunda benzer bir şekilde (teneke çalmak,
tüfek atmak, davul çalmak vb.) devam etmekteydi. Bu
işi geçmişte kam (şaman) davulunu, Kızılderili tamta-

280
Hacı Bektaş-ı Velî •

mını çalarak yapmaktaydı. Türk halkları da bunu gü-


rültü çıkaracak eşyalarını davul gibi çalmak suretiyle
yapmışlardır. Benzer bilgiler Boratav’ın, 100 Soruda
Türk Folkloru kitabında da geçmektedir (2003: 33).
Velâyetnâme’de ise ay tutulmasıyla ilgili olarak aşağı-
daki bilgiler verilmektedir:
“Şeyh Necme’d-dîn-i Kübra öyle olsun diyüp taşra
geldi ittifak ol gice ay dutuldı Şeyh pâdişâhun sarâyı-
nun kapusına geldi kapıcılara eyitdi uşda ay tutıldı gi-
rün pâdişâhı âgâh idün didi kapucılar eyitdiler pâdişâh
sarâyında uyur şimdi üstine giremezüz didiler öyle olı-
cak Şeyh gelüp şehr halkına eyitdi taş tepsi legençe bakır
evâdanlığı çalun kim bu ay tutılması gide didi. Ay tutıla-
cak bakır evâdanlığı çalmak andan kaldı vardılar bakır
evâdanlığı çaldılar zemzem itdiler bu zemzemeyi itdür-
meden şeyhün murâdı pâdişâhı uyarup sözünin gerçek-
liğin bildirmek idi” (Duran-Gümüşoğlu 201: 373).
Kökeni itibariyle eski Türk inançlarından olan bazı
uygulamalar, yeni dinin etkisiyle açıklanma yoluna gi-
dilmiş, hatta İslâmî bir kisveye sokulmuştur. Yukarıda
sözünü ettiğimiz ay ve güneş tutulması sırasındaki eski
uygulamalar, Velâyetnâme’de karşımıza çıkmaktadır.
Belli ki kötü ruhların istilası inancı en azından 1034
tarihinde açıklanmaya muhtaç hâle gelmiş olmalıdır.
Buna bağlı olarak yazar eserini yazarken inancın kö-
kenini yukarıda anlatılan olaya bağlıyorsa da, inanışın
İslam öncesine ait olduğu araştırmalar sonucunda or-
taya konulmuştur. Ay tutulması sırasında yapılan ritüel
yazar tarafından Şeyh Necme’d-dîn-i Kübra üzerinden
açıklanmaya çalışılmaktadır.

281
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
1. 2. Davul Çalma
Velâyetnâme’de sancak devir teslim töreniyle ilgili
bilgiler de verilmektedir. Bu törenle ilgili olarak davul
çalınması üzerinde durulmaktadır:
“Osman Big dahı sevinç ile çadırından taşra çıkdı
sancak dahı geldi tabl-hâne çalındı tabl-hâne tamâm
olınca otırmadı ayak üstine turdı öriturmak tabl-hâne
nevbeti çalınınca Osmânoğlları katında âdet oldı andan
Osman Big atlanup sultan Alâa’d-dîn Pâdişâha geldi el
öpdi hil’at geydi destûr aldı dahı sancak kaldırup kendü
halkıyla Sultânönine revân oldı tâ kim sancağına gelüp
Sultân öninde leşkerin cem idüp kâfire gazâ itmege baş-
ladı” (Duran-Gümüşoğlu 2010: 729).
Osmanlılarda sancak devir teslimi sırasında davul
çalınmaktadır. Velâyetnâme’den öğrendiğimize göre,
Osmanlıların kurucusu Osman Bey kendisine sancak
verildiğinin müjdesini alınca çok sevinir ve davul su-
suncaya kadar ayakta durur. Osman Bey’le başlayan
ayakta durma âdeti kendisinden sonraki padişahların
döneminde de uygulanmaya devam edilmiştir (Ögel
1987: 22-32).
1. 3. Adak Adama
Velâyetnâme’de adakla ilgili hususlara değinilmiştir
ve eserin farklı yerlerinde adaktan söz edilmiştir (Du-
ran-Gümüşoğlu 2010: 757). Eserde adanan bir adağın
cinsi ise beş yüz altındır:
“Girçek Rûm erenleri mülk evliyâları biş yüz altun
nezrim olsun beni helâkdan ve bu gird-âbdan kurtarun
didi hemân oldı kim Hazret-i Hünkâr irişdi velâyet eliy-
le ol gemiyi çekdi halâsa irişdürdi bâzargân erenlerün

282
Hacı Bektaş-ı Velî •

öyle itdügin görüp eyitdi erenler şâhı adınuz nedir lutf


idün diyü virün didi.” (Duran-Gümüşoğlu 2010: 673).
Yukarıdaki cümlelerden anlaşıldığına göre Ana-
dolu erenleri gemisi batmak üzere bir tüccarı; “Gerçek
Anadolu erenleri beş yüz altın adağım olsun beni du-
rumdan kurtar.” (Duran-Gümüşoğlu 2010: 673) deme-
si üzerine Hacı Bektaş keramet göstererek gemiyi kur-
tarır. Yazının devamında kurtulan tüccar beş yüz altını
yanına alarak Hünkâr’ın dergâhının yolunu tutar.
Bilindiği gibi kurbanlar kanlı ve kansız olmak
üzere ikiye ayrılmaktadır. Burada adanan kurban ise
kanlı ve kansız kurban olmayıp 500 altındır. Elbette
bu iş bir adak kurbanı olduğu için, kurbanın yerine
getirilmesi gerekmektedir. Ancak kurban Türk kül-
tür hayatının hemen hemen her alanında görülmekte
olup efsane dünyamızda adağın yerine getirilmemesi
üzerine büyük ölçüde çoban ve sürüsü taş kesilmek-
tedir. Yine başta Dede Korkut hikâyeleri olmak üzere
pek çok kaynakta adak kurbanının kesilmesinden söz
edilmektedir. Günümüzde çeşitli sebeplerle (hastalık,
evlenme, çocuk sahibi olma, zor durumdan kurtulma)
kurban kesme işi devam etmektedir. Yeri gelmişken bu
kurbanlarda hem İslam öncesi hem de İslam sonrası
inanışlarının iç içe girmiş olduğunu da hatırlatmak is-
teriz. Örneklendirecek olursak türbede; hem kurban
kesilmekte hem de çeşitli yerlere taş yapıştırılmakta,
bez bağlanılmakta, mum yakılmaktadır.
Şunu da belirtmekte yarar vardır, buradaki adak
türünün kökeni Hoca Ahmet Yesevî’de de görülmekte-
dir. Yesevî’de boğulmak üzere olan bir tüccarın duasına

283
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hoca Ahmet yetişmekte ve tüccar mallarının yarısını
fakir fukaraya bağışlamaktadır (Eraslan 1983: 27).
1. 4. And İçme
Divânü Lügât’it-Türk’ten bu yana var olan and ör-
neklerini Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nde de gör-
mekteyiz. Daha önce Ali Berat Alptekin tarafından ya-
zılan bir makalede konu etraflı bir şekilde ele alındığı
için tarihçesi ve çeşitleri hakkında bilgi vermeyeceğiz
(2011: 33-35). Divânü Lügât’it-Türk’te, and olarak ge-
çen kelime Velâyetnâme’de de aynı adla bilinmektedir:
Korkdı kâfir ejderhâdan kaçdı hep
Cânların ele alup and içdi hep (Duran-Gümüşoğlu
2010: 139).
Velâyetnâme’de bunun dışında bir and formülüne
de yer verilmiştir:
“Hünkârun eline ve ayağına düşdiler andan Tatar
cemâ’ati and içtiler kim ki Hünkâr ululığın veya hod
cemâ’atini göre segirdi segirdi varup karşulamaya avratı
anun boş olsun didiler andan sonra Tatarun muhibligi
Hünkâr Ululığına be-gâyet ziyâde oldı” (Duran-Gü-
müşoğlu 2010: 655).
Yukarıdaki and (Avratu anun boş olsun) günü-
müzde de bilinmektedir. Dikkat edilirse burada Hacı
Bektaş’ın kerametini hapisteki kişinin babası gördü-
ğünde herkes koşarak gelmekte, gelmeyene de “Eşin
boş olsun.” demektedirler. Yukarıdaki alıntının deva-
mında bu olayın Tatarların Hünkâr’a bağlamasındaki
etkisi üzerinde durulmuştur.
1. 5. Rüya Yorumlama
Folklorun konularından birisi de rüya yorumla-

284
Hacı Bektaş-ı Velî •

madır. Alanda bu konu üzerinde fazla bir çalışılma


yapılmamıştır. Velâyetnâme’de ise Kadıncık Ana’nın
gördüğü rüya İdris tarafından yorumlanmaktadır:
“Gördügüm düş budur didi. İdris eyitdi Kadıncık
güneş enbiyâdur, ay evliyâdur idrâk it ve bildügüm bu-
dur kim senden bir veled evleyâu’llâhdan ola ve hem
ol vakte dek Kadıncıkdan oğul kız gelmemişdi” (Du-
ran-Gümüşoğlu 2010: 261).
İdris, bu rüyayı güneşin peygamberlere, ayın da
evliyalara işaret ettiği şeklinde yorumlamış ve Kadın-
cık Ana’ya çocuk doğuracağını söylemiştir.
Türk folklorunda güneş ve aya cinsiyet verilmiştir.
Güneş kız, ay ise erkektir. Daha çok bu ikilinin birbi-
rine âşık olması etrafında pek çok mitik metin ortaya
çıkmıştır (Boratav 2003: 28-33). İdris tarafından yo-
rumlanan rüyadan hareketle, o zamana kadar çocuk
dünyaya getirmeyen Kadıncık Ana’nın hamile kalması
ve rüyasında ay ile güneşi görmesi ise daha çok dinî
kültürümüzün etkisinden olsa gerektir.
1. 6. Göç Âdetleri
Velâyetnâme’de yer verilen âdetlerden bazıları göç-
le ilgili olanlardır:
“Sultan Alâa’dîn mektûp okıyup mazmûnını bili-
cek el-hakk Kâvus Hân müslimân olup kendüye mutî
olduğına be-gâyet sevindi vezîrleri ile ulu bigleri ile
müşâvere itdi nice idelüm ana kışla ve yazla gerekdür
Tâtâr kavmidür konmağa ve göçmege kışlaya ve yayla-
ya ögrenmişdür ne tedârik idersiz ve hem bu yirde dîn
düşmânları kalupdur çün müslimân oldılar bize ziyânı
yokdur bize arka yardımdur didi vardılar anlara Sivas-

285
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
dan Kayseriye varınca Çoruma Engürüye var Malya ol
diyârları kışla virdiler eyitdiler Sivasun Kayseriyyenün
ol tağları yaylaları olsun Malya güzleleri olsun etrâfda
kışlalar yapsunlar çıksunlar ol ulu tağlarda yaylasunlar
didi kûhen yirde olsunlar hemân bunlarun devri Kâvus
Hân devrindedür Kâvus Hân ölicek içlerinde baş çeker
kimse kalmaz kamusı sana il olur mutî olurlar didiler
vardılar Kâvus Hânın elçisine ol veçhile bildürdiler”
(Duran-Gümüşoğlu 2010: 405).
Burada “Tatar bigleri” dediği kavim, Duran ve Gü-
müşoğlu’nun hazırladığı Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâ-
mesi’ne göre Cengiz Han’ın oğullarından Kâvus Han
(Gülü Han)’ın (Duran 2007: 481) soyundan geldiğine
inanılan halktır. Velâyetnâme’de bunlar Müslüman
oldukları için Erzincan, Ankara, Kayseri, Sivas, Ma-
latya’yı içine alan bölge onlara yurt olarak verilmiştir.
Sözü edilen halk yazı serin yaylalarda (Sivas, Kayseri),
kışı ise sıcak bölgelerde (Malatya) geçirmektedirler.
Başlangıçta yaylag ve kışlag olan bu kavramlar za-
manla “g” ünsüzünün düşmesiyle günümüzdeki kul-
lanımı olan yayla ve kışlaya dönüşmüştür (Ögel 1978:
3-7).
Burada bizi ilgilendiren asıl konu, 1034 tarihindeki
göç âdetleriyle günümüz âdetleri arasında pek farkın
olmamasıdır. Bugün Mersin Yörükleri (artık nere-
deyse kalmamıştır) nevruzla birlikte yaylaya göçerler.
Yaylaya varışları silah atılarak, kurbanlar kesilerek kut-
lanır. Yayladan dönüşte de benzer uygulamalar yapıl-
maktadır. Dikkat edilirse Tatar Beyleri Hünkâr’a olan
saygı ve vefa borcundan dolayı her sene yaylaya çıkış

286
Hacı Bektaş-ı Velî •

ve inişte Suluca Kar’öyük’e gelmekteler ve iki boynuzlu


koçtan başka dörder boynuzlu, dört yüz tane de koç
kurban edilmektedir. 1034 tarihinde olduğu gibi gü-
nümüzde de İç Anadolu Bölgesi’nde daha çok koyun
beslenmektedir. Bu husus halk mutfağına da etki etmiş
olmalı ki, o zamanda da, günümüzde de koyun eti ter-
cih edilen ilk et olmuştur. Bugün de yayladan dönül-
düğünde “güzleklere” yerleşilebilmektedir ki, burası
göçerlerin bazen kışı da geçirdikleri yerdir.
2. Geçiş Dönemleri
İnsan hayatının üç önemli safhası diyebileceğimiz
doğum, evlenme ve ölüm geçiş dönemleri olarak bilin-
mektedir. Velâyetnâme’de üç devreden de izler bulmak
mümkündür.
2. 1. Çocuk Sahibi Olma
Velâyetnâme’de de tıpkı masal ve hikâyelerde oldu-
ğu gibi kahraman dünyaya olağanüstü bir şekilde gel-
mektedir. Çocuk sahibi olmak ancak bazı nesnelerin
ve şahısların yardımıyla gerçekleşmektedir. Velâyet-
nâme’de, şeker şerbeti içerek, burun kanı içerek, aygır
gibi kişneyerek ve taş kesilen mercimek ve buğdaydan
yiyerek çocuk sahibi olma motiflerine rastlamaktayız.
Bu hususta ilk menkabe Hacı Bektaş’ın babası İbrâ-
him-i Sânî’nin dünyaya gelişi ile ilgilidir. Bu menkabe-
ye göre İmam Mûsâ-yı Rızâ Mekke’den Horasan’a ge-
lir. Bir pınarın başında abdest alırken Zeyneb Hâtun’u
görür. Hizmetçisini göndererek eve davet eder. Yemek
yenildikten sonra Zeyneb Hâtun şeker şerbeti ikram
eder. Mûsâ-yı Rızâ şerbeti ağzına alınca aklına ceddi
Hüseyn’in Kerbela’da susuz şehit olduğu gelir ve ağla-

287
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yarak şerbeti bardağa boşaltır. Mûsâ-yı Rızâ, Mûsâ-yı
Sânî’nin de üzüldüğünü görünce sebebini sorar. O da
evliliğinden o güne kadar çocuğu olmadığı için üzül-
düğünü söyler ve imâmet döşeğinde oturan İmam
Mûsâ-yı Rızâ’nın duâ etmesini ister. O da dua eder,
izin ister ve gider. Zeyneb Hâtun şerbetin içilmediğini
görünce sebebini sorar. O da olduğu gibi anlatır. Bu-
nun üzerine Zeyneb Hâtun şerbeti içer ve hâmile kalır.
Zamanı gelince İbrâhim-i Sânî dünyaya gelir (Duran
2007: 67).
Hacı Bektaş ise babası İbrâhim-i Sânî’nin açları do-
yurup, çıplakları giydirip âlim, hafız, derviş, miskin ve
fazıllara Kur’an okutup dua etmesiyle doğmuştur (Du-
ran 2007: 74).
Bir başka ve önemli bir menkabe ise doğrudan
doğruya Hacı Bektaş’ın nesli meselesini ilgilendiren
“Burun kanından dünyaya gelme” hadisesini konu
almaktadır. Bu durum Bektaşîlikte kollar (Babagân,
Dedegân) meselesini de yakından ilgilendirmektedir.
Alevî-Bektaşîler arasında bu mesele ile ilgili iki görüş
vardır. Bir kısmına göre Kadıncık İdris’in karısı değil,
Hünkâr’ın karısıdır ve bu evlilikten üç çocukları ol-
muştur. Hacı Bektaş’ın soyu buradan sürmektedir ve
bunlara “bel evladı” yaygın olarak da “Çelebiler: De-
degan” denmektedir. Bir kısmına göre ise Hünkâr ev-
lenmemiştir. Kadıncık İdris’in karısıdır. Velinin kera-
metiyle Kadıncık, İdris’ten üç çocuk sahibi olmuştur.
Bu çocuklar velinin manevî evlatlarıdır ki Velâyetnâme
de durumu bu şekilde tespit etmektedir. Bunlar “Baba-
gan” kolu olup kendilerini “yol evladı” sayarlar.

288
Hacı Bektaş-ı Velî •

Menkabeye göre Hacı Bektaş Suluca Kar’öyük’te


İdris ile Kadıncık Ana’nın evinde kalmaktadır. Ka-
dıncık’ın uzun yıllar çocuğu olmamıştır. Kadıncık,
her zaman saygı göstermek maksadıyla Hacı Bektaş’ın
abdest aldığı suyu dökmeyip içmeyi âdet hâline ge-
tirmiştir. Bir gün abdest alırken Hacı Bektaş’ın burnu
kanar. Hacı Bektaş Kadıncık’a suyu ayak değmez bir
yere dökmesini söyler fakat Kadıncık alışkanlığı üzere
bu suyu da içer. Hacı Bektaş’a bu hâl malum olur ve
sorar. “...Kadıncık bu alup gitdügüni dahı içdün mi didi
Kadıncık eyitdi Sultanum ne ola ki malûm olmaya eren-
lerün cür’asın koymaga andan yeg bir ayak degmez yir
bulamayup nûş eyledüm didi Hünkâr eyitdi Kadıncık
ol bizden umdugun nasîbi aldun senden iki evlâdımuz
zuhûra gele bizüm ismümüzle analar yurdımuz oglı ola-
lar halkun yitmiş yaşarı anun yidi yaşarınun elin öper-
ler âlem fesada varup tûfân olıcak anlar yagrını üzere
yatalar didi pes sehl müddetden sonra Kadıncık hâmile
oldı” (Duran 2007: 285).
Bunun üzerine Kadıncık’ın üç oğlu olur. Bunlardan
Mahmud, Hünkâr’ın sağlığında ölür, Habib ile Hızır
Lâle kalır. Bektaşî geleneği post-nişin olarak Hızır Lâ-
le’yi göstermektedir.
Yine velinin kerametinin ürünü olan bir menkabe
ise Hâcim Sultan’la ilgili olarak anlatılmaktadır:
Seyyid Gazi Sultan’ın mezarını ziyarete giderken
Bulduk Çayır denilen yerde iki kadın ile karşılaşırlar.
Selâmlaştıktan sonra Hâcim Sultan kadınlara nere-
ye gittiklerini sorar. Onlar da çocukları olmadığını,
çocuklarının olması için erenlere safâ-nazar almaya

289
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
gittiklerini söylerler. Bunun üzerine Hâcim kadınlara
geniş bir yerde durmalarını söyler ve bir aygır gibi kiş-
neyerek kadınların üzerine yürür. Kadınlardan birisi
kıpırdamadan durur, diğeri ise kaçar. Hâcim duran
kadının sırtına el vurup kendisinden bir erkek evlâdı
olacağını ve demini onun oynatacağını söyler. Kaçan
kadına dönerek “Senden bir taş dünyaya gele.” der. Za-
manı gelince dediği gibi kadınlardan birisi bir erkek
çocuk, diğeri ise taş doğurur (Duran 2007: 585).
Çocuğu olmayan kadınların bir velinin duası be-
reketiyle ve belli bir nesnenin yardımıyla çocuk sahibi
olması motifi, eski Türk inançlarında ve destanlarında
mevcut motiflerdendir. Manas destanında 14 yıldır ço-
cuğu olmayan Yakup Han’ın karısı Çıırçı’ya söyledikle-
ri kadınların çocuğu olabilmesi için yapması gereken
şeyleri göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
“Çıırçı’yı alalı, henüz çocuk öpmedim
Bu Çıırçı saçını hiç bir zaman taramaz
Ondört yıldır alalı, ana dahı olmadı
Kutsal bir yere gidip adım dahı atmadı
Kutsal pınara gidip, yanında bir yatmadı
Bir elmanın altına giderek oynamadı
Kısırlıktan kurtulup, kutsal yol bulamadı” (Ögel
1971: 506).
Dede Korkut’ta Dirse Han çocuğu olmayınca eşine
acı sözler söyleyip kızınca eşi kendisine “Aç görsen to-
yurgıl yalınçak görsen tonatgıl, borçluyı borçından kur-
targıl depe gibi et yıg göl gibi kımız sağdur ulu toy eyle
hâcet dile ola kim bir ağzı du’âlının alkışıyla Tanrı bize
bir batman ayal vire” der. Dirse Han eşinin dediğini

290
Hacı Bektaş-ı Velî •

yapar ve bir oğlu olur (Ergin 1989: 81).


Çocuğu olmayan Yakut kadınları mukaddes bir
ağacın dibinde ak boz at derisi üzerinde “yer sahibi”ne
yalvarır, ağlaya sızlaya dua ederler (İnan 1980: 167).
Kırgız-Kazaklar’ın şeriate aykırı âdetlerinden şikâ-
yet eden Molla Gazi Hoca, “Kadınları kısır olursa sah-
râda tek başına biten bir ağaç, bir kuyu veya su yanında
koyun kesip gecelerler.” demektedir (İnan 1980: 168).
Günümüzde de çocuğu olmayan kadınlar, evliya
türbelerine giderek ziyaret edip adaklar adayıp çocuk
sahibi olmak için yalvarırlar.
İslâmiyet’ten önce dilekler doğrudan yer-su, ağaç
ruhlarına yapılırken İslâmiyet’in kabulünden sonra
Allah’ın sevgili kulları olan evliyanın yardımını dile-
mek şeklinde yapılmaya başlamıştır. Çocuğu olmayan-
lar evliya mezarlarına giderek niyaz edip dilekte bu-
lunurlar. Çünkü onlar Allah’ın sevgili kullarıdır. Orta
Asya’daki Kazak-Kırgızlar ise “Ahmed-i Yesevî” türbe-
sini ziyaret ederler (Eröz 1977: 367).
Halk anlatılarında (halk hikâyesi ve masal) ise
özellikle pirin sunduğu bir elma ile çocuk sahibi olma
motiflerine sıkça rastlamaktayız. Kerem ile Aslı,Şah İs-
mâil, Tahir ile Zühre, Gül ile Sitemkâr, vb. hikâyelerin-
de dervişin padişah veya karısına sunduğu elma do-
ğumla yakından ilgilidir.
Benzer uygulamalar Adriyatik’ten Çin Seddi’ne ka-
dar Türk halklarının yaşadığı her yerde türbeye gitme,
dua etme, kurban kesme, türbenin başında yatma or-
tak olan âdetlerdendir (Boratav 2003: 183-186). Günü-
müzde olduğu gibi geçmişte de benzer uygulamaların

291
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
yapıldığını Velâyetnâme başta olmak üzere pek çok ya-
zılı kaynakta bulmaktayız.
İslâm anlayışına ters düşen “çeşitli nesnelerin yar-
dımıyla çocuk sahibi olma (elma, burun kanı, şeker
şerbeti) motifi”, İslamiyet kabul edildikten sonra da
hayatiyetini devam ettirmiştir. Ancak aslında yardımı
istenilen ağzı dualı kulların yani evliyalar ve evliya ya-
tırlarının himmetidir.
Kısır veya yaşlı kadının çocuk sahibi olması mo-
tifine Kur’an-ı Kerim’de de rastlamaktayız. Çok yaşlı
olan Hz. Zekeriyya ve kısır karısından Hz. Yahya dün-
yaya gelmiştir (Kur’an, Meryem Suresi 4-11. Âyetler).
Velâyetnâme’deki ilginç motiflerden birisi de taş
kesilen mercimek ve buğdaydan yiyenlerin çocuk sa-
hibi olmasıdır. Menkabeye göre mercimek yutanların
kızı, buğday yutanların oğlu olacaktır. Bu taşları yut-
maktan ne olur diyen bir adam, iki buğday tanesi yutar
ve hamile kalır. Doğum zamanı adam ölür. Karnını ya-
rarlar ve iki oğlan çocuğu dünyaya gelir (Duran 2007:
265).
Erkeğin gebe kalması, tamamen masal motifi olma
özelliği taşımaktadır. Burun kanı, şerbet, vb. ile çocuk
sahibi olma ise bir velinin çocuğu olmayan kadına du-
ası neticesinde gerçekleşmiştir. Bu bir velilik belirtisi
olarak kabul edilebilir.
2. 2. Çocuğa Ad Verme
Sultân İbrahim ve Hatem Sultan çiftinin çocukları-
nın olması üzerine eğlencelerin yapılmasının ardından
çocuğa ad verilmesi gerekmektedir. Velâyetnâme’den
öğrendiğimize göre yüzü ayın on dördüne benzeyen

292
Hacı Bektaş-ı Velî •

çocuğa Bektaş adı verilmektedir:


“Sultân İbrâhim bunlara bî-hadd zer ve sîm tasad-
duk kıldı tâ kim destûr alup herkese yirlerine revân ol-
dılar pes ol gice Sultân İbrâhim Hatem Hâtûna yakınlık
itdi kudret-i Hakk Hatem Hâtûn hâmile oldı ve haml
müddet tamâm oldı bir oğlan dünyaya geldi yüzi ayun
on dördüne benzer pes begâyet şâdlıklar eylediler mübâ-
rek isimden adın Bektâş virdiler” (Duran-Gümüşoğlu
2010: 71, 73).
Velâyetnâme’de başka bir çocuğa ise “Çalab virdi”
adı verilmektedir:
“Hâcim Sultân âsitânesinde dervîş oldı andan bir
oğlı oldı adın Çalab virdi kodılar” (Duran-Gümüşoğlu
2010: 819).
Bu ad günümüzde daha çok Tanrıverdi, Allahverdi
şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Bektaş
adı da çok yaygındır. Verilişin sebepleri Hacı Bektaş
sevgisinin yanı sıra türbenin ziyaretiyle ilişkili olma-
lıdır.
2. 3. Evlenme
Velâyetnâme’de bazı evlenme âdetlerine de yer ve-
rilmiştir:
“Nişâbur şehrinde bir âlim fâzıl kimsenün kızı imiş
ol âlim fâzıl kâmil kişiye Şeyh Ahmed dirler ol çün
hâtûn âdemler gönderdi Hâtem Hâtûnı atasından istedi
Şeyh Ahmed dahı kızın toylar ve şâdlıklar idüp Hatemi
Sultân İbrâhime akd-i nikâh idüp virdiler” (Duran-Gü-
müşoğlu 2010: 69).
Evlenme âdetlerinden dünür olma ve düğün eğlen-
cesi hakkında tespit ettiğimiz yukarıdaki bilgiler, gü-

293
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
nümüzde küçük farklılıklarla da olsa yaşamaya devam
etmektedir. Kız istemeye giden Şeyh Ahmet tipi günü-
müzde de aksakal, diyebileceğimiz kişilerden oluşmak-
tadır. Yine dünür gitmeden sonra yapılan toy (düğün)
ve şadlıklıklar (eğlenceler) günümüzde kına gecesi ve
düğün adıyla devam etmektedir (Boratav 2003: 222).
2. 4. Ölüm
Velâyetnâme’de başı gövdesinden ayrılan bir ölü
hakkında söylenen şivan (ağıt)dan söz edilmesine rağ-
men eserde ağıt metni yer almamaktadır.
“Dönüp sarâya geldi meydân kapusına yetişdi gör-
dü kim bigünün başı yok gövdesi yatur efgân idüp fi’l-
hâl girüsine dönüp sarâya geldi haberi bildürdi geldiler
bu hâl gördiler bunlar dahı figân şîvân itdiler yaşların
dökdiler ahir girü sarâyına getürdiler kefenleyüp defn
itdiler” (Duran-Gümüşoğlu 2010: 667, 669).
Velâyetnâme’de cenaze ile ilgili bazı vasiyetlere de
yer verilmiştir. Bu vasiyeti yapan da kendi cenazesini
kaldıran da Hacı Bektaş-ı Velî’den başkası değildir. Sarı
İsmail’e yapılan vasiyette cenazenin tekkenin içerisine
gömülmesi, koyun ve sığır kesilerek yemeğinin veril-
mesi, herkesin yemeğe davet edilmesi, ölünün yedisi
ve kırkında yapılması gerekenler manzum bir şekilde
anlatılmıştır. Dikkat edilirse burada sözü edilen husus-
lar yüzyıllar sonra da olsa yaşamaya devam etmektedir
(Boratav 2003: 250-255).
Gidicek dârü’l-fenâdan Hazretüm / Ben bu dünya-
dan gidince
Tekye içre hakkına ko meyyitüm / Cenazemi tekke-
nin içine koy

294
Hacı Bektaş-ı Velî •

Bir koyunla yüz sığır kurbân kıl / Bin koyunla yüz


sığın kurban kes
Cümle halkı dâvet mihmân kıl / Herkesi davet et ve
onları ağırla
Ol kadar dâne pişür vâfir ta’am / Çok bol yemek yap,
pilav pişir
Kim pilâv etle toya hâss âm / Herkes etle pilav yiyip
doysun
Yedime helvâ pişür hem kırkıma / Yedimde ve kır-
kımda helva pişir
Harcı eksilmez erün sen korkma / Erin harcı eksil-
mez sakın korkma
Ne kadar var ısa muhibble mürîd / Ne kadar mürid
ve muhib varsa
Da’vet idüp katına getür becid / Acele yanına çağır
gelsinler (Duran-Gümüşoğlu 2010: 859, 862).
2. 5. Mezar Taşı ve Tarih Düşürme
Mezar taşı kitabelerindeki yazılar, Türk folkloru
ve halk edebiyatı açısından oldukça önemlidir. Bu hu-
susta başta Evliya Çelebi Seyahatnamesi olmak üzere
pek çok yazılı kaynakta bolca ürün bulunmaktadır. Bu
konuda yapılan bilimsel çalışmaların varlığı da dikka-
timizden kaçmamaktadır (Boyraz 2003).
Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın ölümü üzerine ta-
butunun hazırlanması ve mezar taşına tarih düşürül-
mesinden söz edilmektedir:
Geldi tabutını neccâr düzdi hem / Tabutçu gelip ta-
butunu hazırladı
Tüzdi neccâr taşa târih yazdı hem / Taş yazıcısı tari-
hini yazdı (Duran-Gümüşoğlu 2010: 871).

295
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
3. Halk Hekimliği
Hazar Denizi’nin doğusunda em (ilaç) kelimesi
etrafında oluşan kavram, Hazar Denizi’nin batısında
türkeçare (Azerbaycan), halk hekimliği (Türkiye, Ku-
zey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Balkanlar’daki Türkler
arasında) gibi adlarla bilinmektedir.
Pertev Naili Boratav’ın ifadesiyle “Halkın, olanak-
ları bulunmadığı için, ya da başka sebeplerle doktora
gidemeyince veya gitmek istemeyince, hastalıklarını ta-
nılama ve sağaltma amacı ile başvurduğu yöntem ve iş-
lemlerin tümüne halk hekimliği diyoruz” (Boratav 1984:
122).
Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’nde halk hekimliği
ile ilgili dört husustan söz edebiliriz.
3. 1. Elma ile Tedavi
Türkiye’de yapılan pek çok araştırmada elma çeşitli
yönleriyle değerlendirilmiştir (Şimşek 2006: 237-245).
Bu sebepten bu tür çalışmalara yardımcı olacağı dü-
şüncesiyle Velâyetnâme’deki elma ile ilgili kısımları
aşağıya alıyoruz. Bunlardan ilkinde Kadıncık Ana ta-
rafından saklanan elmanın yenilmesi üzerine hastalar
şifa bulmakta, yoksullar zenginleşmekte, işi olmayan
ise iş sahibi olmaktadır.
“Kadıncık ol elmalarun birazın köyli halkına üleş-
dürdi ve birazın dahı saklayakodı ol elmadan kankı
sayru kim yidi şifâ buldı sağaldı kankı yohsul yidi ise
bay oldı ve kankı işi onmaz ol elmadan yidi ise işi ondı.
Kadıncık ol gizledügi elmayı andan sonra hasta olan
bir nice ve maraza mübtelâ olana virdi her kim anı yidi
işi ondı sıhhat ve şifâ buldı” (Duran-Gümüşoğlu 2010:

296
Hacı Bektaş-ı Velî •

317).
3. 2. Dua ile Tedavi
Dua ile tedavi, Türk masallarının ve halk hikâye-
lerinin dışında hayatın her devresinde karşımıza çık-
maktadır. Nitekim günlük hayatımızda kurşun dök-
meden, seğ sıvamaya kadar pek çok yerde dua vardır.
Burada duanın yanı sıra çeşitli uzuvların ovulması ve
üzerine tükürülmesi gibi yan uygulamaların da etkili
olduğunu hatırlatmak isteriz. Velâyetnâme’de de dua
ovma birlikte ele alınmıştır.
Almışım zincîrüni ağır katı / Ağır zincirlerini çöz-
düm
Urdum el tenünde buldı sıhhati / Elimi sürünce vü-
cudun iyileşdi (Duran-Gümüşoğlu 2010: 125).
3. 3. Ağız Yârı (Tükürük) ile Tedavi
Galiba insanların –bilhassa erkeklerin- dünyadaki
en büyük problemlerinden birisi kellik ve kelliğin te-
davi edilmesidir. Başta Keloğlan masalları olmak üzere
pek çok halk anlatısında kellik çeşitli şekillerde tedavi
edilmek istenmektedir ki bu bazen bir iksirin, bazen
tükürüğün sürülmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir.
Ocak konumunda olanların yarayı veya kelliği tedavi
etmesinde benzer uygulamalar günümüzde de uygu-
lanmaya devam etmektedir. Belki kellik için olmasa
bile termeğe başta olmak üzere çeşitli cilt hastalıkla-
rının tedavisinde tükürükten yararlanılmaktadır. Velâ-
yetnâme’de bu husus şöyle geçmektedir:
Ağzı yârından başına çün sürer / Tükürüğünden ba-
şına biraz sürünce
Baş keli gidüben saçı biter / Kelliği geçip saçı çıkma-

297
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ya başladı (Duran-Gümüşoğlu 2010: 119).
3. 4. Gül Suyu ile Ayıltma
“Hazret-i Hünkâr yüregin sıkdı şöyle kim üç tamla
kan seki altına tamladı Monla Sa’de’d-dîn ol hâlle uss-
sı gitdi başı aşağa seki altına düşdi hây Monlaya n’oldı
diyü başına üşdiler elin ayağın ovdılar yüzine gül-âb
saçdılar sonra aklı başına geldi dört yana bakdı Haz-
ret-i Hünkârı göremedi kanı dervîş diyü sordı eyitdiler
dervîşi nidersin?”(Duran-Gümüşolu 2010: 539, 541).
Velayetnâme’den aldığımız yukarıdaki metinde,
bayılan bir kimseye yapılan ilk yardımdan söz edil-
mektedir. 1034 tarihinde olduğu gibi günümüzde de
bayılan insanın eli ayağı ovulur, yüzüne gül suyu veya
kolonya serpilir. Konu bu yönüyle halk hekimliğinin
Hacı Bektaş Veli Velâyetnâmesi’ne yansımış olan güzel
bir örneğidir.
Bazen de gül suyu yerine soğuk su ile ayıltmayla
karşılaşmaktayız ki bu husus eski şaman âdetlerinden
kalma olup günümüze kadar gelmiştir (Bayat 2006:
67). “Su dökerek ayıltma” Arzu ile Kamber hikâyesin-
de de görülmektedir (Şimşek 1987: 261-262).
3. 5. Toprağa Ekilen Arpa ile Gözün Kör Olma-
sının Önlenmesi
Türk kültüründe toprağın önemli bir yeri vardır.
Bilhassa insanın topraktan yaratılması ve sonunda
yine toprak olması, Türk mitolojisinde yeryüzünün
suların altından getirilen bir avuç toprağın saçılmasıy-
la yaratılması, görmeyen gözün toprakla açılması, vb.
motifler, destanların dışında halk hikâyesi, masal gibi
metinlerinde de sıkça karşımıza çıkmaktadır (Alpte-

298
Hacı Bektaş-ı Velî •

kin 2011: 128-131).


Velâyetnâme’de ise Nureddin Hoca’nın kireçle
sıvanmış olan zindana girdiğinde gözlerinin kör ol-
masından korkulmakta ve onun reçetesi velâyet ehli
kişiler tarafından sunulmaktadır. Bu reçete, toprağa
ekilen arpanın yeşermesidir. Bu da Velâyentname’nin
yazıldığı 15. yüzyılda yeşile verilen değeri göstermesi
bakımından önemlidir.
“Nûred’d-dîn Hâce ol ak kireçle sıvalı derin zindâ-
na girdi erenlerün remzin alup tahassür çekdi eyitdi iy
dirîgâ hayf ben ol velâyet ehli azîzün kadrin bilmedüm
ana yavuz kasd eyledüm bu belâya anun nefesiyle uğ-
radum uşda bir torba toprağıla bir avuç arpa cânuna
dermân olur didükleri nefes geldi imdi çâre oldur ki bir
avuç arpa ile biraz toprak getürdüp suvarayüz bite yeşil
renk ola bakam yoksa bu ak kirece baka baka gözüm
bozarur diyüp zindâncıya bir torba toprağıla bir avuc
arpa getürtdi toprağı döküp üzerine ol arpayı saçdı su-
vardı bir niçe günden sonra arpa bitüp yeşerdi bu kere
Nûre’d-dîn dâ’ima ol yeşil bitmiş arpaya nazar iderdi ve
ana bakardı ol yeşil renk berekâtında erün nefesiyle göz-
lerine nesne olmadı zarar gelmedi.”(Duran-Gümüşoğlu
2010: 291, 293).
4. Velâyetnâme’de Yer Alan Dua ve Beddualar
4. 1. Dualar
“Eski Türkçede “alkış” deyimiyle gösterilen hayır-
duaların hepsi iyilik getirici güçte büyülü sözler sayılır.
İlençlerin (eski deyimiyle “beddua”, “kargış”) olumsuz
yönden, aynı derecede büyülük gücüne inanılır” (Bora-
tav 2003: 112).

299
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâmesi’nden alınan aşa-
ğıdaki beyitlerde yağmur yağmaması üzerine Hünkâr
Hacı Bektaş’ın yaptığı bir duadan söz edilmektedir.
Bilindiği gibi yağmur yağdırmak için çeşitli yollara
başvurulmaktadır. Bunlardan birisi de dua etmedir
(Alptekin 2011: 22). Metinde, günümüzdeki ritüeller
verilmiyorsa da bir cami imamının duasına benzer
şekli kolaylıkla görebilmekteyiz:
Böyle diyüp parmağın götürdiler / Böyle deyip par-
maklarını kaldırıp
İkileyin Hakka îmân getürdiler / İkinci sefer Al-
lah’a iman ettiler
Suçların bağışladı anlarun hemân / Onların hemen
suçlarını bağışladı
Yağdı yağmur gök yüzin tutdı tuman / Yağmur
yağdı gökyüzü bulutlandı hemen (Duran-Gümüşoğlu
2010: 151).
Böyle diyüp Hâcı Bektâş Hünkâr / Hacı Bektaş
Hünkâr böyle dedi
Su dileyüp kıldı tâ’at bî-şumâr / Su için sayısız du-
alar etti
Doldı kuyı akdı çeşme oldı seyl / Kuyular doldu çeş-
meler aktı
Taşdı çaylar garka vardı niçe meyl / Dereler taştı her
taraf su altında kaldı (Duran-Gümüşoğlu 2010: 155).
***
“Ol yağdan biraz yağ aldı bir etmeğün içine koydı
dahı getürdi erenlere sunuvirdi erenler dahı artsun eksil-
mesün taşsun dökilmesün diyü hayr-du’â itdiler ol ara-
dan togrı mescide geldiler” (Duran-Gümüşoğlu 2010:

300
Hacı Bektaş-ı Velî •

263).
Yukarıdaki duada Hünkâr’ın “Artsın eksilmesin,
taşsın dökülmesin.” şeklindeki duasıyla karşılaşmakta-
yız. Günümüzde bu dua, “Gökden yağsın, yerden top-
layasın.” şeklinde olup farklı şekilde de olsa yaşamaya
devam etmektedir.
“Kadıncık bir altun oluk olduk evine akduk önin yir-
sin sonın ite yidürsin didi dahı Kadıncık önünden sonun
gür gelsün dünyâda nesne eksükligin görmeyesün didi”
(Duran-Gümüşoğlu 2010: 617).
Burada da Hünkâr’ın Kadıncık Ana’ya; “Sonun
önünden gür gelsin, dünyada hiçbir şeye muhtaç ol-
mayasın.” şeklinde dua ettiğini görüyoruz. Bu dua gü-
nümüzde “Tuttuğun altın olsun.” kalıp ifadesiyle özet-
lenebilir.
4. 2. Beddualar
“Kısaca “kötü dilek” olarak niteleyebileceğimiz bed-
dua, Farsça bed “kötü” ile Arapça dua sözlerinden mey-
dana gelmiştir. Anadolu’nun muhtelif yörelerinde “ah,
bedat, ilenç, inkisar, kargış, karış, lanet” gibi adlarla da
anılırlar” (Kaya 2007: 146-147).
Duanın zıddı olan bu kavramın sözlük anlamı
“Kötü duadır.” Günlük hayatımızda duanın yanında
bedduaları da çok sık kullanırız. Özellikle yolculuk
esnasında dua ve beddua kavramlarını birlikte kullan-
dığımızı hatırlatmak isteriz: Yolun açık olsun; gidip de
gelmeyesin. Yolun açık Hazreti Hızır yoldaşın olsun;
yollarını kör dumanlar bürüsün vb. gibi. Burada şunu
da belirtmek isteriz ki günlük hayatımızda beddua du-
aya göre daha az kullanılmaktadır. Annemizi çok kız-

301
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
dırdığımızda, o gözü kör olasıca bedduasını, gözü kör
olmayasıca diyerek duaya çevirir.
Velâyetnâme’de pek çok dua örneği olmasına karşı-
lık, beddua örneği fazla değildir. Tespit ettiğimiz bed-
dua örneği aşağıdadır:
“Hemân Hazret-i Hünkârun nefesinden öyle geldi
kim kolak olsun didi hemân saat kolları kolak oldı Hâ-
cim Sultân itdügi işe peşimân oldı halîfelere yalvardı lutf
idün beni erenlerden dilek idün bu hâlden halâs bulam
didi Cemâl Seyyid Sultân Sarı İsmâ’il Pâdişâh ve Baba
Resûl ve Pîr-Âb Sultân ve Recep Hâlife ve hâzır olan hâ-
lifeler Kolı Açuk Hâcim Sultân içün ayak üzere kalkup
cümlesi Hünkâr Ululığından dilek itdiler” (Duran-Gü-
müşoğlu 2011: 795, 797).
Metinde görüldüğü gibi Hünkâr’ın “Kolak olsun.”
demesi üzerine kolları tutulmakta, ardından da Ha-
cim Sultan yaptığı işin yanlış olduğunu anlamakta ve
halifelere yalvararak eski hâline dönmeyi istemekte-
dir. Yeri gelmişken burada anlatılan olayın benzerinin
Dede Korkut ile Deli Karçar arasında geçtiğini de ha-
tırlatmak isteriz (Ergin 1994: 126).
Velâyetnâme’de beddua kavramıyla da karşılaş-
maktayız:
Yoksa iderüm bunlara bed-duâ
Yürür üstünüze yatan ejdehâ (Duran-Gümüşoğlu
2010: 145).
Bugün Elâzığ ve çevresinde “Yere giresice.”, “Yere
giresin yere.” şeklinde çokça karşılaştığımız bedduanın
benzer şekli Velâyetnâme’de de görülmektedir:
Kim seni lâyık göre gire yere / Kim senin yere girme-

302
Hacı Bektaş-ı Velî •

ni dilerse
Gökde dahı olsa gün gire yire / Gökteki güneş ile ay
bile olsa yerin dibine girsin (Duran-Gümüşoğlu 2010:
861).
5. Halk Mutfağı
5. 1. Misafire Sofra Açmak
Türk sofra âdetlerinden biri de dışarıdan gelen bir
misafire “sofra açmak”tır. Bu sofra özel bir sofra ol-
mayıp, evde bulunanlardan oluşmaktadır. Geçmişte
olduğu gibi günümüzde biraz bozulsa veya moderni-
ze edilse de dışarıdan gelen misafire ikramda bulu-
nulmaktadır. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var.”
atasözü galiba bu konudaki her şeyi anlatmaktadır.
Yine Dede Korkut hikâyelerinde, “Misafiri gelmeyen
kara evler yıkılsa daha iyi.” sözü de bu âdetle alakalıdır.
Velâyetnâme’de de misafire ikramda bulunulmaktadır:
“Erenlerün sevicileri ve muhibbleri geldükçe İdrîsle
Kadıncık karşu varurlardı izzet idüp müsâfîrleri müsâ-
fir-hâne yapmışlardı ol müsâfir-hâneye kondururlardı
pervâzî sofra asel ve mâst ol müsâfirlere getürürler-
di nakldür kim müsâfirlere pervâzî sofra asel ve mâst
âdetin Hünkâr evinde evvel Kadıncık âdet idi.” (Du-
ran-Gümüşoğlu 2010: 333).
Velâyetnâme’den öğrendiğimize göre dışarıdan ge-
len her misafir misafirhaneye götürülmekte ve sofra-
larına asel (bal) ve mast (yoğurt) konulmakta olup bu
âdetin Kadıncık Ana’dan kaldığına inanılmaktadır. Ka-
dıncık Ana’nın gerçekten böyle bir âdeti var mıydı, yok
muydu bilmiyoruz. Ancak bilinen bir şey 1034 tarihin-
de yazılan Velâyetnâme’ye göre misafire ikram edilen

303
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
en önemli iki yiyeceğin bal ve yoğurt olduğudur.
5. 2. Çörek Götürmek
Bundan 15-20 yıl öncesine kadar değişik bölge-
lerimizde taziye evine, mezarlığa çörek götürülürdü.
Odun közünde pişirilen çörek daha çok ocağın taba-
nı temizlendikten sonra, ekmek pişirilen sacın altını
dolduracak genişlikte serilir ve üzeri kapatılırdı. Ara
ara sac demir şişle yukarıya kaldırılır ve çöreğin pişip
pişmediği kontrol edilirdi. Piştikten sonra dilimlere
ayrılan çörek, hem taziyeye gidilen evde, hem de ce-
nazenin defninden sonra mezarlıkta toplanan cemaate
ikram edilirdi. Bu çöreklerin yağlı olarak yapılanında
hamur çörek hâline getirilip üzerine susam serpildik-
ten sonra bir tepsinin içerisine yeterli miktarda zey-
tinyağı eklenerek yerleştirilir. Sonra tıpkı kül çörekte
olduğu gibi sacın altına yerleştirilir ve piştikten sonra
ikram edilirdi.
Velâyetnâme’de de çeşitli şekillerde yapılan çörek-
lerden bahsedilmektedir:
“Meger âdet oldı kim her gâh mekânında ya’ni Din-
dekin köyünde erenleri göresi gelse şevk itse bir anası
karıcuk vardı nefîs mahbûb buğday unundan yağıla bâ-
demile za’ferânıla anasına latîf çörekler itdürürdi dahı
erenler huzûrına getürürdi erenler hizmetlerinde bir za-
man tururdı” (Duran-Gümüşoğlu 2010: 745).
Yukarıdaki alıntı metinden öğrendiğimize göre
halis buğday unundan yağlı, safranlı, bademli çörek
yapıldığı anlatılmaktadır. Eserin yazıldığı dönemden
yüzlerce yıl sonra ülkemizin değişik yörelerinde aynı
şeylerin devam ettiğini hatırlatmak isteriz.

304
Hacı Bektaş-ı Velî •

5. 3. Keşkek
Keşkek, halis buğday kabuğunun çıkarılmasından
sonra kazanda “özleşinceye kadar” pişirilmesi ve tere-
yağıyla yağlanmasının sonunda ortaya çıkan bir çeşit
pilavdır. Keşkek, misafirlere yahni ile birlikte ikram
edilmektedir. Daha çok Akdeniz ve İç Anadolu kültü-
ründe tok tutucu özelliğiyle bilinen pilav düğünlerin,
bayramların ve ölüm merasimlerinin değişmez ikram-
larındandır. Velâyetnâme’nin yazıldığı dönemlerde de
keşkek bilinen bir yemektir:
“Hâzır olan dervîşler Kolı Açuk Hâcim Sultânun
pîş-rev gönderdügin revâ görmediler pîş-rev gâfillerdür
bunun gibi dahı âsitâneye ne Hâcet pîş-rev göndermek
ve hem mahyâ geçdi keşkek yendi bayrâm geldi” (Du-
ran-Gümüşoğlu 2010: 815).
5. 4. Tuz
Türk mutfak kültüründe tuzun önemli bir yeri var-
dır. Atasözü, deyimin ötesinde tuzla ilgili çeşitli inanış-
lar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları aşağıdadır:
Gün döndükten sonra evden dışarıya tuz verilmez.
Evden tuz verilirse evin tadı kaçar.
Evde kötü bir şeyden söz edildiğinde ocağa (ateşin
yandığı yere) tuz atılır.
Velâyetnâme’de tuzla ilgili herhangi bir inanış yer
almasa da yemeklerin tuzlu olması hususuna yer ve-
rilmektedir:
“Hazret-i Hünkâr ve Monla Sa’ade’d-dîn ol cemâ’a-
tün ni’metin bi’l-cümle bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm
diyüp ta’âma el sundılar gördiler kim ne kadar ta’âm
varısa küllisinün tuzı yok yimekden el çekdiler” (Du-

305
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
ran-Gümüşoğlu 2010: 557).
İy Hızır Lâle budur senden dilek / Ey Hızır Lâle
senden istediğim budur
Sıma sözim yimüşiz nân u nemek / Sözümü kır-
ma beraber tuz ve ekmek yemişiz (Duran-Gümüşoğlu
2010: 895).
Velâyetnâme’de, Hünkâr’ın da içinde bulunduğu
bir grup yemek için sofraya oturduklarında yemeğin
tuzunun olmaması üzerine yemeği yemek istemezler.
Bundan da anlaşılıyor ki Türkler günümüzde olduğu
gibi geçmişte de yemeği tuzlu yemektedirler. Bilindiği
gibi sofra adabında besmele çekilerek oturulması, bü-
yük yemeği yemeye başlamadan başlanmaması önem-
lidir. Bu arada bilinen bir gerçek de vardır ki, daha
yemeğin tuzuna bakmadan tuz atılması da âdetleri-
mizdendir.
Beyitlerde ise “nân ü nemek” hakkından söz edil-
mektedir ki bu çok eski bir Türk deyimidir (Aksoy
1981: 913).
6. Diğerleri
6. 1. Yuğ Taşı
Yuğ, loğ, yuvak taşı gibi adlarla bilinen silindir şek-
lindeki taş, üzeri toprakla örtülmüş olan evlerin örtü-
sünü sıkıştırmada kullanılmaktadır. Yaz sıcağında top-
rak çatlayınca üzerine yağan ilk yağmurda dam akar.
Bu durumda ev sahibi yuğ, loğ, yuvak taşına çamur ya-
pışmaması için damın üzerine biraz saman atar. Son-
ra da damı yuğ taşıyla yuvar. Toprak sıkıştıktan sonra
artık dam akmaz. Günümüzde ise müzelik olan bu taş-
lar, bazen çöplüklere atılmış (Nesim 2009: 126), bazen

306
Hacı Bektaş-ı Velî •

de dolgu maddesi olarak kullanılmıştır. Yuğ taşı, Türk


kültür hayatında sadece halk bilimine değil modern
edebiyata da malzeme olmuştur. Hamit Zübeyr Koşay
tarafından yazılan romanın konusu yuğ taşıdır (Koşay
1949; Kalenderoğlu 2000: 87-89).
Velâyetnâme’de ise yuğ taşının kullanımıyla ilgi-
li olarak şu bilgiler yer almaktadır: “Hazret-i Hünkâr
Hâcı Bektâş Velî hizmetinde Monla Sa’de’d-dîn on sekiz
yıl kaldı bir gün mezkûr Suluca Kar’öyük ki zikr olın-
mışdur bir kadîmî mescidi varıdı ol mescidün öninde bir
kara taş varıdı dâ’ima Hazret-i Hünkâr ol taşun üze-
rinde gâh gâh otururdı ve gâh yaturdı bir gün yağmur
yağup gine açıldı çoğaç oldı Hazret-i Hünkâr ol taşun
üzerine çıkup yatdı Monla Sa’de’d-dîne çağırup eyitdi
çık şu mescidi yuvağla tamlamasun yağmur yagıpturur
didi Monla Sa’de’d-dîn dahı mescid üzerine çıkup yuva-
ğı eline aldı yuvağlamağa başladı” (Duran-Gümüşoğlu
2010: 589).
Yukarıdaki alıntı, 1034 tarihinde İç Anadolu Böl-
gesi’ndeki evlerin yapıları hakkında bilgi vermesi açı-
sından önemlidir. Burada ayrıca Hazret-i Hünkâr’ın
taşın üzerine oturması ve yatmasından söz edilmekte-
dir. Türkiye’de eskiyen yuğ (yuvak) taşları, dış kapının
önüne konulurdu. Büyük bir ölçüde sandalye vazifesi
gören bu taşların üzerine oturulduğunu yakından bil-
mekteyiz.
6. 2. Bereket
Folklorun üzerinde az çalışılan konularından birisi
de “bereket”tir. Türk kültür hayatının hemen hemen
her safhasında bereketten söz edilmektedir. Siftah ya-

307
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
pan esnaf ilk satışı yaptıktan sonra “Siftah sizden bere-
ket Allah’tan.” der ve parayı yere atar. Dışarıdan gelen
her misafir yemek sırasında, ekmek açılmasında, yayık
yayımında, koyun kırkımında, buğday, arpa, vb. çeçin
yapımında, “Bereketli olsun.” der. Hıdırellez’de Hazreti
Hızır’ın elini sürdüğü her yerde bereket vardır (Bora-
tav 2003: 124-125). Velâyetnâme’de bereketle ilgili ola-
rak şu bilgiler verilmektedir:
“Hazret-i Hünkârun mübârek nutkundan öyle ne-
fes geldi ki berâket virsün eyligüm çavdar ekün buğday
götürün ve küçük zevâle dutun fırınunuzdan büyük
somunlar çıksun didi andan revân oldı rivâyetdür ki
andan sonra bu deme degin ol karyenün zımîileri eren-
lerün nutkı ile çavdar ekerler buğday götürürler ve kü-
çük zevâle dutarlar fırunlarından büyük somunlar çıkar
el-hâsıl âlemde meşhûrdur buğday ekülü ekülü çavdar
olur çavdar ekülüp buğday olmazdı” (Duran-Gü-
müşoğlu 2010: 243).
Hacı Bektaş Veli Hazretlerinin ekmeği eline alıp
“Allah bereket versin, küçük hamur açın, fırınınızdan
büyük somunlar çıksın” şeklinde dua etmesiyle yuka-
rıda anlattıklarımız arasında hemen hemen hiç fark
yoktur. Metnin devamında bölgede yaşayan Hristiyan-
ların çavdar ekip buğday kaldırması, küçük hamurlar-
dan büyük ekmekler yapmasından söz edilmektedir.
Aşağıdaki metinde de çocuksuzluğun tedavisinden
söz edilmektedir. Oğlu kızı olmayan kadınlara; cuma
gecesi dişlerine dokundurmadan buğday ve mercimek
yemelerini ve eşleriyle birlikte olmaları öğütlenmekte-
dir. Daha sonra bunların bir oğlunun veya kızının ola-

308
Hacı Bektaş-ı Velî •

cağından söz edilmektedir. Ayrıca ceplerinde taş olan


altın veya akçeden taşırsa kesesinden altın ve paranın
eksik olmayacağı anlatılmaktadır. Günümüzde de cep-
te veya vücudun değişik yerlerinde taşınan bazı eşya-
ların bereket unsuru olarak taşındığını yine yakından
bilmekteyiz.
Hakk Ta’âlâ ana bir oğlan rûzî kıla ve eger merci-
megin yutarsa kızı ola ve kesesinde götürse ol taş olan
altundan ve akçadan her giz kesesinde altun akça eksük
olmaya didi erenlerün velâyeti ile ol demden bu deme
degin ol taş olan dâneler yirün kahrında yirli taş içinde
kaynamış som taş olmış (Duran-Gümüşoğlu 2010: 329,
331).
6.3. Söz Varlığı
Velâyetnâme, Türkçe söz varlığı açısından da kıy-
metli bir eserdir. Eserde yer alan bazı kelimeleri Türk
dili araştırıcılarının dikkatine sunmak istiyoruz: Velâ-
yetnâme’de geçen tepsi, leğençe, avdanlık (Duran-Gü-
müşoğlu 201: 373) gibi eşyalar günümüzde hâlâ aynı
şekilde kullanılmaktadır. Yine eserde yer alan yuvak,
yuvlamak, loğ taşı ve loğlamak kelimelerinin (Duran
2007: 465) Türkçenin söz varlığı içerisinde olduğu-
nu hatırlatmak gerekmektedir. Bunların yanı sıra göç
âdetleriyle ilgili parçada geçen güzlek (Duran-Gü-
müşoğlu 2010: 405) kelimesi söz varlığı içerisindedir.
SONUÇ
Folklorun yazılı kaynaklarından olan Hacı Bektaş
Veli Velâyetnâmesi’ni her okuyan kültür değerlerimizin
çeşitli örneklerini bulacak ve bunları kendine göre de-
ğerlendirecektir.

309
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Her şeyden önce Velâyetnâme bir menkıbeler mec-
muasıdır. Bu eser sayesinde Anadolu’da anlatılan pek
çok efsanenin kaynağını da tespit edebiliyoruz. Bugün
tayyi zaman tayyi mekân motifiyle özdeşleşen efsane-
lerin ilk örnekleri Hoca Ahmet Yesevî’den sonra Hacı
Bektaş-ı Velî Velâyetnâmesi’nde karşımıza çakmakta-
dır.
Velâyetnâme, kültür tarihî açısından önemli bir
eserdir. Yûnus Emre, Tabduk Emre, Ahî Evran, Baye-
zid-i Bestamî, lokman Perende, Seyyid Mahmut Hay-
ranî, Kara Donlu Can Baba, Sarı Saltuk, Sadreddin
Konevî, Şemsi Tebrizî, Kadıncık Ana, Molla Sadreddin,
Sarı İsmail, Mevlâna, Kara Reis, Battal Gazi, Korkut
Ata, Emir Cem Sultan, Güvenç Abdal ile Hacı Bektaş-ı
Velî’nin çeşitli şekillerde karşılaşmaları ve aralarında
geçen hadiseler kültür tarihimiz açısından son derece
önemlidir.
Velâyetnâme, sadece kültür tarihî açısından değil
tarih bilimi açısından da önemli bir eserdir. Bilhassa
13. yüzyıl Selçuklularının Sultanı Alaaddin, Osman-
lıların kurucusu Osman Bey, Cengiz Han, oğlu Kâvus
Han, vb. ile ilgili menkıbeler tarih bilimi açısından
önemlidir.
Velâyetnâme, coğrafya araştırıcıları için de önemli
bir kaynaktır Çünkü Hacı Bektaş Veli Velâyetnâme-
si’nde bugünkü Türkistan ve Anadolu coğrafyası, ese-
rin yazarı tarafından bize anlatılmıştır. Başlangıçta
Horasan, Türkistan, Bedehşan gibi yerlerden söz edilir-
ken, daha sonra Anadolu coğrafyası, Suluca Kar’öyük
merkez olmak üzere pek çok yerleşim merkezinin adı

310
Hacı Bektaş-ı Velî •

zikredilmektedir.
Velâyetnâme’de, Dede Korkut hikâyeleri, Battal
Gazi ve Cengiz Han destanlarında adları geçen bazı
kahramanlardan söz edilmektedir. Bu arada çocuk-
suzluk, bıyıkların kesilmesi (tıraş olma) ile Müslüman
olma, Hacı Bektaş Veli’nin vasiyetleriyle Manas’ın
vasiyetleri arasındaki motif benzerlikleri de gözden
kaçmamaktadır. Velâyetnâme, folklor araştırmacıları
için de önemli bir kaynaktır. Folklor doğumdan ölü-
me kadar her şeyi bir başka söyleyişle iki kapılı hanın
arasını konu alır. Yukarıda sözünü ettiğimiz kısımlar
da folklorun konusu olup 13. yüzyıl ile bugün arasında
kültürün devamlılığını sağlamaktadır.

Kaynakça
AKSOY, Ömer Asım (1981), Atasözleri ve Deyim-
ler Sözlüğü II: Deyimler Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Ku-
rumu Yayınları.
ALPTEKİN, Ali Berat (2011), Halk Bilimi Araştır-
maları, Ankara: Akçağ Yayınları.
BAYAT, Fuzuli (2006), Ana Hatlarıyla Türk Şa-
manlığı, İstanbul: Ötüken Yayınları.
BORATAV, Pertev Naili (2003), Türk Halk Bilimi II
/ 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar, Töre ve Törenler,
Oyunlar), İstanbul: K Kitaplığı.
BOYRAZ, Şeref, (2003), Türkiye’de Mezar Taşı Söz-
leri, Ankara: Akçağ Yayınları.
DURAN, Hamiye-Dursun Gümüşoğlu (2010),
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâmesi, Ankara: Gazi

311
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araş-
tırma Merkezi Yayınları Araştırma Dizisi.
DURAN Hamiye (2007), Velâyetnâme, Türk Diya-
net Vakfı Yayınları.
DURAN Hamiye (1995), Hâcı Bektâş-ı Velî Velâ-
yet-nâmesi ve Velâyet-nâme’de Geçen Kerâmet Motifle-
ri, Ankara (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-
sü, Basılmamış Doktora Tezi).
ERASLAN, Kemal (1983), Dîvân-ı Hikmet’ten Seç-
meler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
ELÇİN, Şükrü Murat (1949), Kerem ile Aslı Hikâ-
yesi, Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.
ERGİN, Muharrem (1994), Dede Korkut KitabıI:
Giriş-Metin-Faksimile, Ankara: Türk Dil Kurumu Ya-
yınları.
ERÖZ, Mehmet (1977), Türkiye’de Alevilik ve Bek-
taşîlik, İstanbul.
İNAN, Abdulkadir (1980), Tarihte ve Bugün Şama-
nizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
KALENDEROĞLU, İhsan (2000), “Folklordan Ro-
mana: Yuvaktaşı”, Edebiyat Güncesi, (16), 87-89.
KAYA, Doğan (2007), Ansiklopedik Türk Halk Ede-
biyatı Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yayınları.
KOŞAY, Hamit Zübyer (1949), Yuvak Taşı, İstan-
bul:
NESİM, Ali (2009), Sosyal Yaşam ve Kültürüyle
Templos / Socıal life and Culture of Zeytinlik, Lefkoşa.
ÖGEL, Bahaeddin (1978), Türk Kültür Tarihine Gi-
riş 1, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

312
Hacı Bektaş-ı Velî •

ÖGEL, Bahaeddin (1987), Türk Kültür Tarihine


Giriş 8, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
ÖGEL, Bahaeddin (1971), Türk Mitolojisi, Ankara:
Selçuklu Tarihi ve Medeniyeti Enstitüsü.
ŞİMŞEK, Esma (1987), Arzu ile Kamber Hikâyesi
Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma, Elazığ (Fırat Üni-
versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi).
ŞİMŞEK, Esma, “Ölümsüzlük İlacı Olarak Elma”,
Uluslararası Türk Kültüründe Meyve Sempozyumu, 7-9
Nisan 2004, İstanbul (Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırma ve Uygulama Merkezi). (Aynı yazı için bk.
“Ölümsüzlük İlacı Olarak Elma”, Saim Sakaoğlu’na Ar-
mağan, Konya 2006, 237-245.)
TANYU, Hikmet (1987), Türklerde Taşlarla ilgili
İnançlar, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayın-
ları.

313
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

Türk Edebiyatında Menkıbe/Velâyetnâme


Motiflerinin Tarih, Din-Tasavvuf, Mitoloji
ve İnanç Bağlamında Değerlendirilmesi

Prof. Dr. Faruk ÇOLAK6∗


Uygar KURUM7∗∗

Menkıbe/Velâyetnâme Kavramları
Arapça “velilik, evliyâullâhdan olan zatın hal ve sı-
fatı” anlamına gelen “Velâyet” kelimesinin kökü “Hak
Teâlâ’ya vâsıl ve kurbiyett-i ilah’iyeyenâil olan zât, aziz”
mânâsındaki “velî” sıfatı ile “velâ” (yaklaşmak, yakın
olmak) fiiline dayanmaktadır (Sami, 1317: 1498-99).
Arapça nekabe (isabet etmek, bir şeyden bahiste bu-
lunmak yahut haber vermek) kökünden türeyen men-
kıbe (çoğulu menakıb) ise sözlükte “öğünülecek güzel
iş, hareket ve davranış” manalarına gelmektedir. Te-
rim, çoğul şekliyle ve bu manasıyla ilk defa IX. yüz-
yıldan beri kaleme alınan hadis külliyatlarında Hz.
6∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü, fcolak@ohu.edu.tr
7∗∗ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
,Doktora Öğrencisi.
314
Hacı Bektaş-ı Velî •

Peygamber’in ve ashabının meziyet ve faziletleri için


kullanılmıştır (Ocak, 1997: 27). IX. yüzyıldan sonra
tasavvufun İslam âleminde yayılmasıyla birlikte sufîle-
rin hikmetli sözlerini ve örnek alınacak hikmetli dav-
ranışlarını ifade etmek için kullanılan “menkıbe” keli-
mesinin muhtevasına XI. yüzyıldan itibaren “keramet”
kavramı da eklenmiştir. Bu türden eserlere “menâkıb”
adı haricinde “tezkire” (Tezkire-i Saltuk Buğra Han),
reşâhat”, “makâmât”, “nefehât”, “kerâmât” (Kerâmat-ı
Ahî Evrân), “vilayetnâme”(Vilayetnâme-i Hünkâr
Hacı Bektaş-ı Velî) gibi adlar da verilmiştir (Kozan;
Akyol, 2013: 77-79).
Dinî-tasavvufî edebiyatımız içerisinde önemli bir
yere sahip olan ve genel olarak evliyaların kerametle-
rinin anlatıldığı eserler olarak bilinen velâyetnâme ve
menâkıbnâmeler üzerine birçok araştırmacı tarafın-
dan farklı tanımlar ortaya konmuştur. Pertev Naili Bo-
ratav, menkıbeyi efsane çeşitleri içerisinde sayıp sadece
dinlik inanış ve işlemlerin ağır bastığı, niteliklerini bu
öğelerden alan efsaneler olarak değerlendirmiştir (Bo-
ratav, 2000: 98-105). Ethem Cebecioğlu, menkıbeyi,
evliyaların hayatlarını, kerametlerini, hikmetli sözle-
rini, hallerini, yaşayışlarını anlatan, dinleyenlerde aşk
uyandırmayı ve kalplerde çerağ yakmayı amaçlayan
eserler olarak nitelendirmektedir (Cebecioğlu, 2005:
426). Abdurrahman Güzel, menkıbeyi, “Istılâhî ma-
nada din büyüklerinin izhar ettikleri kerametleri an-
latan küçük hikâyeler.” şeklinde tanımlamıştır (Güzel,
2004: 646). Hamiye Duran hazırlamış olduğu doktora
tezinde velâyetnâme ve menâkıbnâmeyi: “Tasavvuf

315
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
geleneğinde esasını salih kişilere Allah tarafından ola-
ğanüstü haller gösterebilme kudreti olarak bahşedilen
kerametlerin teşkil ettiği veli menkıbelerinin yer al-
dığı eserlere “menâkıbnâme/velâyetnâme” adı verilir”
(Duran, 1995:1) şeklinde ifade ederek velâyetnâme ve
menâkıbnâme kavramları arasında bir fark gözetme-
miştir. Ancak Hamiye Duran “vela”ya Farsça “name”
getirilerek zaman içerisinde “Velâyet kitabı” ve “Velâ-
yet risalesi” manasını kazandığını (Duran, 1995: 1) be-
lirtmektedir. Salih Gülerer menkıbeyi anlattığı olayın
doğru ve gerçek olduğuna inanan bir anlatıcının, me-
raklı grupların mekân gözetmeksizin oluşturdukları
sohbet ortamlarında olağanüstü/kutsal güçlere sahip
olduğuna inandığı şahsiyetin ortaya koyduğu bir veya
birden fazla olağanüstülükleri anlatan sözlü kültür
ürünleri (Gülerer, 2014: 108) olarak tanımlamıştır.
Menakıbnamelerin/Velâyetnâmelerin Ortaya
Çıkışı, Yazılış Sebepleri, Yazarları ve Kaynakları
Tarih boyunca insanoğlu çeşitli dinlerin ve inanç
sistemlerinin etkisi altında kalmıştır. Ancak şu da bir
gerçektir ki nerede ve hangi dönemde olursa olsun
insan kabullendiği dinin veya inanç sisteminin resmi
çerçevesi ile yetinmeyip birtakım olağanüstü güçlere
ve bunların ortaya koyduğu olağanüstü olaylara inan-
ma meylini muhafaza etmiş, dinî çerçeveye popüler
mahiyette ikinci bir çerçeve eklemiştir. Bu tabii mey-
lin gerek peygamberler ve onların etrafındakiler hak-
kında harikulade olayların anlatılması gerek İslamiyet
öncesi Arap toplumunda anlatılagelen efsane, mitler
ve kitab-ı mukaddeste yer alan kıssalar neticesinde

316
Hacı Bektaş-ı Velî •

keramet telakkisi halk arasında yayılarak IX. yüzyıl-


dan itibaren evliya menkıbeleri şekline dönüşmüştür.
İslam dünyasında meydana gelen bu gelişmeler hiç
şüphesiz Türk topluluklarına da etkisi altına almıştır.
İslamiyet’le birlikte gelen tasavvufun ve İslamiyet ön-
cesi Türk topluluklarının sahip olduğu efsane, destan,
mit, inanışların vb. tesiriyle Türk dünyasında da evli-
ya menkıbeleri teşekkül etmiştir (Ocak, 1997: 30-31).
Menkıbeler ilk olarak tasavvufî tabakat kitaplarında
(Tarih-i Teberi) ve evliya tezkirelerinde yer almıştır.
Muhtemelen XIII. asırdan itibaren menakıpname veya
Velâyetnâme adıyla müstakil eserler olarak İslam dün-
yasında teşekkül etmiştir (Ocak, 1983: 1).
Maveraünnehir, Harezm ve Horasan çevresinde
yaşayan Türkler tasavvuf cereyanının etkisinde kalarak
Karahanlılar zamanında Türkler arasında evliya men-
kıbelerinin ilk örneklerinivermiş, Malazgirt zaferin-
den sonra İslamlaşan ve Türkleşen Anadolu sahasında
tekkelerin teşekkül etmesiyle tarikat kurucusu pir ve
şeyhlerin menkıbelerini derç eden eserler yazılmaya
başlanmıştır. Bu kitaplar pirin yahut şeyhin yakınında
yaşamış veya onun ölümünden sonra müntesiplerin-
den olmuş kişi veya kişiler tarafından yazılmıştır (Ak-
tan vd., 2011:12).
Dinî-tasavvufî Türk Edebiyatı içerisinde bilinen
ilk menkıbe Karahanlılar döneminde yazılan Tezkire-i
Saltuk Buğra Han’dır. Tezkire-i Saltuk Buğra Han’dan
sonra Türkistanlı mutasavvıf Hoca AhmedYesevî’nin
hayatını, şahsiyetini ve halk arasında rivayetlerinin
anlatıldığı Menakıb-ı Ahmed Yesevî kaleme alınmıştır.

317
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Anadolu Selçukluları döneminde aralarında Mevlâ-
na, Sadreddin Konevî, Fahrettin Irakî gibi ünlü sufi-
lerin menakıbnamelerinin de bulunduğu Menakıb-ul
Arifin, Risale-i Sipehsalar be Menakıb-ı Hazret-i Hü-
davendigar, Kerâmat-ı Ahî Evran, Menakıb-ı Seyyid
Hahmud Hayranî; Osmanlı döneminde Saltukname,
Vilayetname-i Hacı Bektaş-ı Velî, Vilayetname-i Abdal
Musa, Vilayetname-i Seyyid Ali Sultan, Vilayetname-i
Otman Bababu türde kaleme alınan eserlerden sadece
birkaçıdır.
Menakıpnameler yazıldığı dönemin sosyal, tari-
hi, dinî, siyasî, ideolojik yapısını yansıtmakla birlikte
belirli amaçlara da hizmet eder. Ahmet Yaşar Ocak’a
göre menakıpnamelerin yazılışındaki temel gaye ve-
linin müritlerinin yetişmesi ve tarikat bütünlüğünün
sağlanmasıdır. İkinci olarak velinin ve tarikatın pro-
pagandasının yapılmasıdır. Üçüncü olarak ise tarikat
ve şeyhlere iyi gözle bakmayan ve resmi din görüşünü
temsil eden ulema nazarında veliyi ve tarikatını kabul
ettirmektir. Çünkü ulemanın desteğini sağlamış ta-
savvuf hareketleri halk arasında daha çabuk yayılarak
kendini kabul ettirmiştir (Ocak, 1997:36). Özet itiba-
riyle menkıbeler/Velâyetnâmeler tasavvufi hareket ve
liderinin propagandasını yapan ideolojik mahiyette
eserlerdir.
Menakıpname/Velâyetnâmeler, halk arasında an-
latılagelen tarikat veya tasavvuf büyüğünün propa-
gandasının yapıldığı, küçük anekdotların toplanarak
bir araya getirildiği eserlerdir ki, bu eserleri meydana
getirenler büyük oranda ilgili tasavvufi hareketinin

318
Hacı Bektaş-ı Velî •

mensubu olabileceği gibi dışarıdan (Ocak, 1997: 36),


tasavvuf hareketiyle ilgisi olmayan kişiler de olabilir.
Evliya menkıbeleri incelendiğinde eserlerde anlatı-
lan olayların sözlü geleneğe, yazılı kaynaklara ve tarihî
kalıntılara dayandığı görülür. Sözlü gelenekte velinin
hayatında ve ölümünden sonra halk arasında teşekkül
eden menkıbeler yer alır. Yazılı kaynaklarda velinin ya-
şadığı sırada yazıya intikal eden kendisine ya da başka
bir veliye ait menkıbeler yer alır. Tarihi kalıntılar ara-
sında ise veliye ait mezar, türbe, tekke binaları, eser ve
eşyalar yer alır (Ocak, 1997:37-38).
Menakıbname/Velâyetnâme Motiflerinin Tarihî,
Dinî-Tasavvufî, Mitolojik ve İnanç Sistemi Bağla-
mında Değerlendirilmesi
Menakıbnameler olağanüstülükleri ihtiva eden
kerametlerle dolu eserler olması nedeniyle tarihçiler
tarafından tarihî bir kaynak olarak görülmemektedir.
Menkıbelerin bazıları gerçekten yaşanmış tarihî vaka-
lardan kaynaklansa da yazılma amacı veliyi yüceltmek
olduğu için bu olaylar olağanüstü motiflerle süslenerek
salt gerçeğin kırıntılar halinde yer aldığı metinlere dö-
nüşmüştür. Menkıbelerde geçen bazı hikâyeler gerçek
olaylara dayanmayan tamamen hayal mahsulü ürünler
olmasıyla birlikte toplumun sosyal ve psikolojik yön-
lerini yansıtmaktadır. Toplumun veliyi idealize etmesi,
ahlaki değerlerin veli üzerinden verilmek istenmesi, ta-
rikat propagandasının bu türden eserlerle yapılması ve
çeşitli menşelerden gelen efsane türünden anlatıların
basit değişikliklerle evliya menkıbeleri şekline dönüş-
mesi (Hristiyan bir azize ait menkıbelerin Müslüman

319
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
bir velinin etrafında teşekkül etmesi) onları gerçekler-
den uzak, hayali bir yapıya sokmaktadır (Ocak, 1997:
34). Bununla birlikte menkıbeye konu olan hayali
veli (Buğday Dede, Kum Baba, Çınar Dede…) tipler-
le gerçekte yaşamış kişilerin (Hacı Bektaş Veli, Abdal
Musa, Hacı Bayram Veli…) haklarında anlatılan tarihî
ve efsanevi hikâyelerinin menkıbelerde birbirine ka-
rışmış olması, menkıbelerin/Velâyetnâmelerin tarihî
bir kaynak olarak kullanılmasını zorlaştırmaktadır.
Bütün bunlara rağmen yazıldıkları dönemin ideoloji-
sini, fikirlerini, beklentilerini, inançlarını, gelenek ve
göreneklerini, toplumsal yaşamın izlerini, tarihî olay
ve şahsiyetlerini; toplumun sosyal, ekonomik, siyasî,
dini-tasavvufi yapısını yansıtması yönüyle menkıbeler
kültür tarihimizde önemli bir yer tutmaktadır.
Masal, efsane, destan, halk hikâyesi gibi halk ede-
biyatı anlatı türlerinde yer alan, olaylara farklı ve çar-
pıcı özellikler kazandıran motifler menkıbe/velâyetnâ-
melerde de sıkça karşımıza çıkmaktadır. Tayy-ı zaman
ve mekân, şahin, güvercin, ejderha donuna dönüşme,
gaipten ve gelecekten haber verme, suyun üzerinde
yürüme, havada uçma, kemiklerden diriltme evliya
menkıbelerinde görebileceğimiz keramet motiflerden
sadece birkaçıdır. Genel olarak değerlendirdiğimizde
gerek keramet motifleri olsun gerek dinî ve mitolojik
motifler olsun menkıbelerde/velâyetnâmelerde yer
alan motiflerin değişik menşelerden geldiği görülür.
Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak
Menâkıbnameler adlı eserinde menakıbnamelerde yer
alan motiflerin kaynaklarını İslam öncesi Türk inanç-

320
Hacı Bektaş-ı Velî •

ları, İslami inançlar (Kur’an-ı Kerim ve Hadisler), Ki-


tab-ı mukaddes menşeli inançlar, Muhtelif destani ve
mitolojik mahsuller ve halk gelenekleri, Feriduddin-i
Attar’ın Tezkiret’ül Evliyası (Ocak, 1997: 70-83) şeklin-
de tespit eder.
Tıpkı diğer toplumlarda olduğu gibi Türkler de be-
lirli bir kültür ve inanç dairesi içerisinde asırlar boyu
varlıklarını devam ettirmiş, çeşitli tarihi, sosyal ve dini
nedenlerle yeni kültür ve inanç sistemlerinin etkisinde
kalmıştır. Her ne kadar kültürel değişim söz konusu
olsa bile Türkler eski kültür ve inançlarıyla ilişkilerini
tamamen koparmayıp farkı şekillerde geçmişe ait de-
ğerlerini yaşatmaya devam etmişlerdir. İslam öncesi
Türk inançlarına bağlı motifleri değerlendirdiğimizde
bunların ata kültü, gök tanrı, tabiat kültleri (dağ- tepe,
ağaç, kaya-taş, ateş), Şamanizm (sihir ve büyü yap-
mak, hastaları iyileştirmek, gayptan ve gelecekten ha-
ber vermek, Tanrı’nın insan şeklinde görünmesi, tabiat
kuvvetlerine hâkim olma, ateşe hükmetmek, kemik-
lerden dirilmek, tahta kılıçla savaşmak), Hristiyanlık,
Musevilik; Zerdüştilik, Mazdeizm, Budizm, Manihe-
izm, Taozim (tenasüh, hulul, don değiştirme, ejderha
ile mücadele, havada uçma, dört unsur) gibi İran ve
Uzak Doğu dinlerinin etrafında teşekkül ettiği görülür
(Ocak, 2000: 53-241). Burada bahsettiklerimize örnek
teşkil etmesi bakımından Hacı Bektaş-ı Velî Velâyetnâ-
mesinde geçen bazı motifleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Hırka dağının tepesindeki ardıç ağacı çadıra dönü-
şerek Hacı Bektaş’ı saklar (Gölpınarlı, 2014: 25), Hacı
Bektaş, yürüyen kızıl kayaya biner (Gölpınarlı, 2014:

321
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
49), Üç gün üç gece ateşin içinde kalan Can Baba yan-
maz (Gölpınarlı, 2014: 41), Hırka dağının tepesinde-
ki ardıç ağacı çadıra dönüşerek Hacı Bektaş’ı saklar
(Gölpınarlı, 2014: 25), Hacı Bektaş, şahin donuna girer
(Gölpınarlı, 2014: 10), Hacı Bektaş kendi ağız yarını
Kutbettin Haydar’ın başına sürünce kafasında saç biter,
kelliği iyileşir (Gölpınarlı, 2014: 11), Tanrı, AhmedYe-
sevî’ye iftira edenleri köpek şekline sokar (Gölpınarlı,
2014: 14), Ahmet Yesevî ve erenleri turna donuna girip
uçarlar (Gölpınarlı, 2014: 15), Ahmet Yesevî erenlerin
gönlünden geçenleri yüzlerine bakarak anlar (Gölpı-
narlı, 2014: 15), Hacı Bektaş’ın sağızladığı iki arsan
taşa dönüşür (Gölpınarlı, 2014: 17), Hacı Bektaş sıçra-
yarak arşın tavanına yetişir (Gölpınarlı, 2014: 18), Hacı
Bektaş gelecekte olacakları bildirir (Gölpınarlı, 2014:
30,31,32), Hünkâr denizin üzerinde yürür (Gölpınar-
lı, 2014: 71), Hacım Sultan batın kılıcı ile bir vuruş-
ta merkebi ikiye böler (Gölpınarlı, 2014: 81), Hacım
Sultan üzerine yürüdüğünde kendinden kaçmayan ka-
dının Osman adında oğlu olacağını, o oğlanın da sol
köprücük kemiği delik bir oğlu olacağını, kendinden
kaçan kadının ise taş doğuracağını bilir (Gölpınarlı,
2014: 83).
İslamî (Kur’an ve hadisler)ve tasavvufî inançlar
menkıbe/velâyetnâme motiflerine kaynaklık eden
önemli unsurlardandır. Menakıpname/Velâyetnâme-
lerde namaz kılmak, hacca gitmek, dua/beddua et-
mek, oruç tutmak, Kur’an okumak, melekler, dünya
ve ahiret inancı, din değiştirip Müslüman olmak, şehit
olmak, kurban kesmek, sema etmek, çile çıkarmak,

322
Hacı Bektaş-ı Velî •

erbain çıkarmak, taç tekbirlemek gibi dinî-tasavvufî


unsurlarla birlikte ölüyü diriltme, ırmak veya denizi
yarma, hayvanları konuşturma, asayı ejderha yapma,
gaybı bilme, geleceği haber verme, halka felaket mu-
sallat etme, taştan ve yerden su çıkarma, kemiklerden
dirilme, bedduanın tutması, ateşte yanmama, cansız
varlıkları canlandırma, hastalık ve vücut arızasını gi-
derme, tabiat kuvvetlerine hükmetme, yoktan yiyecek
çıkarma, ölmeden göğe çekilme, az yiyecekle çok kişiyi
doyurma (Ocak, 1997: 75) motiflerinin çoğunun ya da
bir kısmının menkıbelerde yer aldığını görülür. Hacı
Bektaş-ı Velî ve Ahî Evran menkıbelerinde yer alan
bazı örnekler şunlardır:
Yerden su çıkarma: Hacı Bektaş, el kaldırıp dua
edince mektebin orta yerinden su çıkar (Gölpınarlı.
2014: 6).
Hastalıkları ve vücut arızalarını giderme: Hacı
Bektaş ağzının yarından bir parmak alıp Kutbettin
Haydar’ın başına sürünce kafasında saç biter, kelliği
iyileşir (Gölpınarlı, 2014: 11).
Bedduanın tutması: Hacı Bektaş’ın bedduası üze-
rine Ejderha münkirleri yutar (Gölpınarlı, 2014: 13).
Gaybı bilme: Ahmet Yesevî erenlerin gönlünden
geçenleri yüzlerine bakarak anlar (Gölpınarlı, 2014:
15).
Hayvanları konuşturma: Hacı Bektaş kendisini se-
lamlayan balıklarla konuşur (Gölpınarlı, 2014: 17).
Cansız varlıkları canlandırma: Elli yedi bin Rum
ereninin seccadesi Hacı Bektaş’ın parmak işaretiyle
kaybolur, hepsi gelip Hacı Bektaş’ın huzuruna serilir

323
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
(Gölpınarlı, 2014: 19), Hacı Bektaş’ın kendine tanık
tuttuğu taşlar konuşur (Gölpınarlı, 2014: 32).
Yerden su çıkarma: Hacı Bektaş’ın üç defa “ak pı-
narım” diyerek kazdığı yerden su (pınar) çıkar (Gölpı-
narlı, 2014: 40), Hacım Sultan eliyle yeri kazıp su çıka-
rır (Gölpınarlı, 2014: 85).
Ateşte yanmama: Huy Ata ateşin içerisine girip
oturur ancak ateş onu yakmaz (Gölpınarlı, 2014: 44).
Ölüyü diriltme: Hacı Bektaş, ölen çocuğu hırkası-
nın altına alıp diriltir (Gölpınarlı, 2014: 66).
Denizi veya ırmağı yarma: Asıldoğan, Gelibolu’dan
karşı kıyıya geçerken su çekilip kara olur (Gölpınarlı,
2014: 80).
Asayı ejderha yapma: Saru İsmail’in attığı sopa ki-
lise içinde ejderhaya dönüşür (Gölpınarlı, 2014: 80).
Az yiyecekle çok kişiyi doyurma: Ahî Evran(Hz.
Muhammed’in amcası Hz. Abbas’ın oğlu), Medine’ye
Hz. Peygamber’i görmeye gittiğinde şükür için ka-
zan kaynatıp halkı doyurmak istediğini söyler. Hz.
Muhammed onun bu isteği üzerine küçük bir kazan
getirir ancak Ahî Evran bu kazanın küçük olduğunu
insanların bununla doymayacağını söyleyince Hz.
Muhammed: “Sen altına ateş at, Umulur ki halk doy-
duktan sonra artar” der ve bütün halk doyduğu gibi
yemekten bir kaşık eksilmez (Köksal 2012: 92).
Özellikle Bektaşî menakıbnamelerinde geçen öl-
meden göğe çekilme, suyu kana çevirme, halka felaket
musallat etme, bereket getirme, az yiyecekle çok kişiyi
doyurma, vücut arızalarını giderme, ölüyü diriltme,
kısır kadın ve erkeği çocuk sahibi yapma, kuru odu-

324
Hacı Bektaş-ı Velî •

nu ağaç yapma, yerden su çıkarma, ırmak ya da denizi


yarma, su üstünde yürüme, asayı ejderha yapma, hay-
vanları itaat altına alıp dost olma, bedduanın tutması,
tabiat kuvvetlerine hükmetme, hastalıkları iyileştirme,
ejderha ile mücadele gibi benzer birçok motif Kitab-ı
Mukaddes kaynaklı olmasına rağmen bu motiflerin
bir kısmı Kur’an ve hadislerde de tekrarlanmaktadır
(Ocak, 1997: 73,77). Hacı Bektaş’ın abdest aldığı su-
yun kana dönüşmesi (Gölpınarlı, 2014: 29), Hatem
Hatun’un hafızların, yoksulların, dervişlerin, bilginle-
rin duası ile Sultan İbrahim’den gebe kalması (Gölpı-
narlı, 2014: 3-4), Hacı Bektaş’ın bedduası üzerine kafir
ülkesinde kıtlık başlaması (Gölpınarlı, 2014: 12), Ahî
Evran’ın kavak ağacından sopasının bir anda yeşillenip
yapraklanması (Gölpınarlı, 2014: 51), taşa dönüşen
mercimek tanesini yutanın kızının olması (Gölpınarlı,
2014: 34) daha önce verilen örneklerden farklı Kitab-ı
Mukaddes’te yer alan bazı motiflerdendir.
Hayvan donuna girme, bedduanın tutması, can-
sız varlıkları konuşturma, hayvanları konuşturma,
peygamber tarafından irşat edilme, doğum esnasında
fevkalade olaylar, eşyaya biçim değiştirme, hasımlarını
ölümle cezalandırma, Hızır’la görüşme, ölmeden göğe
çekilme, öleceğini bilme, öldükten sonra keramet gös-
terme, tabiat kuvvetlerine hükmetme, ölüyü diriltme,
mekân aşma, hayvanları itaate alma, ejderha ile mü-
cadele, ateşte yanmama, taştan ve yerden su çıkarma,
su üstünde yürüme, taş kesilme motiflerinin temeli ise
Türk inançlarına, efsane, destan, masal, mitlerine ve
İranlıların Şehnamesi’ne dayanmaktadır (Ocak, 1997:

325
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
73, 81). Hacı Bektaş-ı VelîVelâyetnâmesinde geçen
bazı mitolojik motif örnekleri şunlardır:
Ejderha ile mücadele: Ejderha, Kırşehir halkına
musallat olur ancak Ah-i Evran onu dualarla alt eder
(Köksal 2012: 93).
Kemiklerden dirilme: Kurban edilip ölen kuzu-
lar deri ve kemiklerinden yeniden dirilir (Gölpınarlı,
2014: 71).
Doğumda olağanüstü haller: Hatem Hatun rüya-
sında bir oğlan doğurduğunu görür, uyandığında bir
oğlu olduğunu görür (Gölpınarlı, 2014: 4).
Tayy-ı mekân ve zaman: Hacı Bektaş, Molla Sa-
deddin’in ellerinden tutar, tayy-ı mekân edip Kâbe’den
Tekkekaya’ya varırlar (Gölpınarlı, 2014: 61).
Öleceğini bilme: Hacı Bektaş öleceği günü (Per-
şembe), bir boz atlının gelip cenazesini yıkayıp tabuta
koyacağını Saru İsmail’e bildirir (Gölpınarlı, 2014: 88).
Ölümden sonra keramet gösterme: Hacı Bektaş
(ölümünden sonra) türbenin kubbesinden aşağı düş-
mekte olan mimarın hayatını kurtarır (Gölpınarlı,
2014: 90).
Hızır’la görüşme: Hacı Bektaş ile Hızır denizin di-
bindeki köşkte oturup sohbet eder (Gölpınarlı, 2014:
70).
Sonuç
Tabakat kitaplarının yanı sıra XIII. asrın İranlı mu-
tasavvıflarından Feriduddin Attar’ın Tezkiret’ul-Evliya
adlı eserindeki hikâyeler, başta Anadolu sahası olmak
üzere kendinden sonra yazılan menakıpname ve Velâ-
yetnâmelere kaynaklık etmiştir.

326
Hacı Bektaş-ı Velî •

Günümüze kadar ulaşan menkıbe/Velâyetnâme tü-


ründe eserler göz önüne alındığında bu eserlerin veli ve
tarikatın kabul görmesi, dinî-tasavvufi değerlerin halk
arasında benimsenip yayılması, tarikat adabının mü-
ritlere öğretilmesi ve propaganda gibi belirli amaçlara
hizmet ettiği görülmektedir. Resmi din dairesi dışında
vücut bulan ve kısa zamanda Türk ve İslam âleminin
sınırları içerisinde yayılan evliya menkıbeleri halk ara-
sında kabul görmüş edebî ürünlerdir. Evliya menkıbe-
lerinin kısa zamanda kabul görmesi ve asırlar boyunca
anlatılagelmesi bu anlatıların toplumun inançları, ge-
lenek ve görenekleri, zihniyeti, kutsal saydığı değerler
çevresinde teşekkül etmesinden kaynaklanmaktadır.
İslam öncesi Türk inançları, atalar ve tabiat kültleri,
mitoloji, Kur’an-ı Kerim ve hadisler, Kitab-ı Mukad-
des, Budizm, Maniheizm, Zerdüştlük gibi İran ve Uzak
Doğu ve semavi kaynaklı dinlerin anlatıları Türk evli-
yalarını konu alan menakıpname ve Velâyetnâmeleri
beslemiş, çeşitli kaynaklardan beslenen bu eserler gü-
nümüze birer kültür hazinesi olarak taşınmıştır. Bu tür
eserlerin detaylı bir şekilde incelenip tahlil edilmesiyle
kültür ve edebiyatımıza yeni değerler kazandırılacağı
muhakkaktır.

327
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

Kaynakça
Aktan, Bilal-Mustafa Güneş, (2011), Menakıb-ı
Akşemseddin, İstanbul.
Boratav, Pertev Naili, (2000), 100 Soruda Türk
Halk Edebiyatı, İstanbul.
Cebecioğlu, Ethem, (2005), Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü, İstanbul.
Duran, Hamiye, (1995), Hacı Bektaş-ı VelîVelâyet-
nâmesi ve Velâyet-name’de Geçen Keramet Motifleri,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora
Tezi, Ankara.
Gölpınarlı, Abdulbaki, (2014), Menakıb-ı Hacı
Bektaş-ı Velî “Vilayet-name”, İstanbul.
Gülerer, Salih, (2014), Hacım Sultan ve Menâkıb-
nâmesi, İstanbul.
Güzel, Abdurrahman, (2004),Dinî-Tasavvufî Türk
Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara.
Kozan, Ali-Sevgi Akyol, (2013), “Şeyh Bedred-
din’in Menkıbevi Hayatına Dair Bilinmeyen Bir Eser:
Menakıb-ı Şeyh Bedreddin Sultan”, Tarih Okulu, S.
XIV, s. 75-112.
Köksal, M. Fatih, (2012), “Ahî Evran’ın Menkıbe-
vi Hayatına Dair Bilinmeyen Bir Eser: Menakıb-ı Ahî
Cihan-ı Nasreddin Ahî Evran”, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş-ı VelîAraştırma Dergisi, S. 62.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1997), Kültür Tarihi Kayna-
ğı Olarak Menakıpnameler-Metodolojik Bir Yaklaşım,
Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Ocak, Ahmet Yaşar, (1983), Bektaşî Menakıpna-

328
Hacı Bektaş-ı Velî •

melerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul.


Ocak, Ahmet Yaşar, (2000) Alevî-Bektaşî İnançla-
rının İslam Öncesi Temelleri, İstanbul.
Şemsettin Sami, (1317) Kamus-i Türki, Der-saadet.

329
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

330
III. BÖLÜM
BİBLİYOGRAFYA
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;

BİBLİYOGRAFYA

Yrd. Doç. Dr. Keziban PAKSOY1∗

Gerek Türkiye’de gerekse yurt dışında Hacı Bek-


taş-ı Velî ve Bektâşîlik üzerine pek çok çalışma ve
araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalardan oluşturulan
bibliyografyalar da hazırlanmış ve ilgililerin istifade-
sine sunulmuştur. Bu bibliyografyalardan biri Prof.
Dr. Mürsel Öztürk tarafından hazırlanan “Hacı Bektaş
Veli ve Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri Bibliyog-
rafyası (Deneme)”2 adlı eserdir. Bu konuda yapılmış
bir diğer çalışma ise Ali Yaman tarafından hazırlanan
“Alevîlik-Bektaşîlik Bibliyografyası”dır. 3Ayşe Ulusoy
ise “Alevîlik-Bektaşîlik Bibliyografyası’na İlaveler”4
başlıklı makalesiyleAli Yaman tarafından hazırlanan
1∗Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
2 ÖZTÜRK, M. (1991). Hacı Bektaş Veli ve Çevresinde Oluşan Kültür
Değerleri Bibliyografyası (Deneme). Ankara: Kültür Bakanlığı Halk
Kültürünü Araştırma Dairesi Yayınları.
3YAMAN,A. (1998). Alevîlik-Bektaşîlik Bibliyografyası.Mannheim:
Alevî-Bektaşî Kültür Enstitüsü Yay.
4 ULUSOY, A. (1999). Alevîlik-BektaşîlikBibliyografyası’na İlaveler.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 11.
332
Hacı Bektaş-ı Velî •

bibliyografyaya katkıda bulunmuştur. Biz de bu çalış-


mamızda Hacı Bektaş-ı Velî ve eserleri üzerine yapılan
çalışmaları tespit etmeye çalıştık ve tespit edebildiği-
miz çalışmalar listesini ilgililerin istifadesine sunduk.
Hacı Bektaş-ı Velî, hayatı, eserleri ve öğretileri üzerine
yapılan çalışmaların yekûnu düşünüldüğünde elbette
yaptığımız çalışma bir bibliyografya denemesinden
öteye geçemez ve konuyla ilgili araştırmacıların yapa-
cağı katkılara açıktır.

Tezler
Doktora Tezleri
DURAN, H. (1995). Hacı Bektaş-ı Velî Velayet-Na-
mesi ve Velayet-Name’de Geçen Keramet Motifleri, Ya-
yımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara.
KARDAŞ, S. (2016). Ali Nihanî’nin Manzum Hacı
Bektaş-ı VelîVelâyetnâmesi (İnceleme-metin-sadeleş-
tirme-dizin) / The Velâyetnâme of HajiBektash Veli
written in poeticby Ali Nihanî (Analysis-text-translati-
on-index), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Atatürk Üni-
versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum.
SALMAN, M. (2012). Günümüz Türkiye’sinde Baba
Soylu, Kutsal Bir Aile: Hacı Bektaş Veli’nin Evlatları,
Ulusoy Ailesi Üzerine Etnografik Bir Çalışma, Yayım-
lanmamış Doktora Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Yüksek Lisans Tezleri
AKA, A. (2003). Hacı Bektaş Veli’nin Vilayetna-
me’sine Göre Dini İnanç Adap ve Erkanlar, Yayımlan-

333
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
mamış Yüksek Lisans Tezi,Sakarya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
AKBALIK, H. (2015). Değerler Eğitimi Bağlamın-
da Hacı Bektaş-ı Velî’nin Eserlerinde Yer Alan Eğitsel
Unsurlar, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Erzurum.
ASLAN, F. (2007). Hacı Bektaş-i Velî’nin düşünce
dünyası / Mindworld of Hacı Bektaş-i Veli, Yayımlan-
mamış Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.
BOZKURT, H. (2008). Hacı Bektaş-ı Velî’nin Din
Tasavvuru, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anka-
ra Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
ÇİMEN, Ş. (2004). Alevî Bektaşî Kültürün-
de Hacı Bektâş-ı Velî Külliyesi’nin Yeri ve Öne-
mi / The Position and Importance of Hacı Bek-
taş-ı Velî Complex in AlevismBektashismCulture,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Gü-
zel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İs-
tanbul.
DİNDİ, E. (2006). Hacı Bektaş-ı Velî`de
Kur`an Anlayışı / Hacı Bektaş-ı Velis`Understan-
ding Koran, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İz-
mir.
DURAN, H. (1987). Hacı Bektâş-ı Velî’nin
Makâlâtında Din ve Tasavvuf, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-
sü, Ankara.
DÜNDAR, S. (2002). Vilayet-name-i Hünkâr Hacı

334
Hacı Bektaş-ı Velî •

Bektaş Veli, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mer-


sin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin.
İNAN, S. (2008). Hacı Bektaş-ı Velî’nin Makalât-ı
Sûfiyane Adlı Eserinin İsmail Bin Mikail Tarafından Ya-
pılan Türkçe Çevirisinin Transkripsiyonu ve Cümle Bil-
gisi İncelemesi / Analysis of Makalâtwhich is writtenby
Hacı Bektaş-ı Velî and Translatedinto Turkish by İsmail
Bin Mikail in AspectsofTranscription and Syntax, Ya-
yımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gaziantep.
SALMAN, M. (2005). Hacı Bektaş-ı Velî Anma
Törenlerinin Alevi-Bektaşî Kimliğinin Kuruluşundaki
Rolü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Makaleler
AKKUŞ, M. (2013). Hacı Bektaş-ı Velî’nin Moğol
Tahakkümüne Bakışı, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Dergisi, S. 66, s. 147-168.
ALTINOVA, A. (2000). Osmanlı Arşiv Belgelerin-
de Hacı Bektâş Veli Vakfı. Türk Kültürü ve Hacı Bek-
taş-ı Velî Araştırma Dergisi, S.15.
AYDIN, M. (1996). Hacı Bektaş-ı Velî’de Dinî Bo-
yut, Erdem Atatürk Kültür Merkezi Dergisi (Özel Sayı),
C. 8, S. 23, s. 541-553.
AYTAŞ, G. (?). Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Kütüphanesi Bulunan Alevilik ve
Bektaşîlikle İlgili Eserlerden Bazıları.
AYTAŞ, G. (1998).Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Merkezinde Bulunan Yazma ve Basma
Eserler. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma

335
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Dergisi, S. 5.
AYTAŞ, G.(?). Şinasi’den Önce Yazılan İlk Türkçe
Piyeslerde Hacı Bektaş Veli ve Bektaşîlik Üzerine Bir
Araştırma.
AYTAŞ, G. (2009). Hacı Bektaş-ı Velî’nin 800. Do-
ğum Yıl Dönümü Anısına Saygıyla. Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, S. 50, s. 11-16.
BALIVET, M. (2010). Çev. Perihan YALÇIN.Hacı
Bektaş-ı Velî ve Yûnus Emre Ya da Türk Ortaçağı Ev-
renselleşmesi. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araş-
tırma Dergisi, S. 55.
BARKAN, Ö. L. (1942). İstila Devrimlerinin Kolo-
nizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeleri. Vakıflar Dergisi,
S. 2.
COŞAN, M. E. (?). Hacı Bektaş ve Makâlât’ının
Arapça Aslı Hakkında. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
s. 9-47.
DUMAN, A. (2009). Metin Dil Bilimi Açısından
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Şiirleri. Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş Veli Araştırma Dergisi,S. 51, s. 211-222.
ÇETİN, A. Y. (2008). Ahmed Yesevî, Yûnus Emre
ve Hacı Bektaş Veli’de İnsan Anlayışı.Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 47, s. 43-49.
ÇINAR, A. A. (1996). Bazı Yazılı Bektaşî Kaynak-
larında Ahmed Yesevî Hacı Bektaş Veli Bağlantısı ve
Yesevî’nin Hoşgörüsünü İşleyen Şiirler. Erdem, C. 8, S.
24, s. 729-744.
DAĞDEVİREN, S. (1993). Hacı Bektaş Veli ve
Bektaşîlik. Kültür,S. 100, s. 70-74.
ERTÜRK, H. C. (1988). Hacı Bektaş Veli’yi Anar-

336
Hacı Bektaş-ı Velî •

ken.Birlik, C. 5, S. 49, s. 8-11.


FIĞLALI, E. R. (1996). Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
Erdem,c. 8, sayı: 23, Ocak 1996, ss. 317-336.
GÖRTAŞ, İ. (1996). Hacı Bektaş Veli, Makâlât ve
Bilgi Sorunu.Erdem,C. 8, S. 24, s. 999-1005.
GÜZEL, A. (1987). Hacıbektaş-ı Veli, Bektaşîliğin
Gelişmesi ve Türk Kültürü. Belgelerle Türk Tarihi Der-
gisi, S. 23, s. 58-61.
DEMİR, N. (2011). Sözlü Türk Kültüründe Hacı
Bektaş Veli. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştır-
ma Dergisi, S. 57, s. 15-28.
DOĞAN, E. (2010). Hacı Bektaş-ı Velî’nin Velâyet-
nâmesine Göre Horasan’dan Rum’a İzlediği Yol, Alevi-
lik-Bektaşîlik Araştırmaları Dergisi, S. 4, s. 58–82.
DURBİLMEZ, B. (?). Muhyiddin Abdal’a Göre
Hacı Bektaş ve Otman Baba.
FAROQHİ, S. (1976). The Tekke of Hacı Bektaş:
SocialPosition and EconomicActivities. International
Journal of Middle East Studies, Vol. 7, s.183–208.
GÜNDOĞDU, C. (2012). Hacı Bektâş-ı Velî ve
Bektaşîliği Tanımlamaya Dair Bazı Parametreler. Ata-
türk Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s. 21-47.
GÜZEL, A. (2007). Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş
Veli, Yûnus Emre ve Kaygusuz Abdal’da Dört Kapı
Kırk Makam. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araş-
tırma Dergisi, S. 41, s. 19-159.
GÜZEL, A. (1986). Hacı Bektâş-ı Veli, Bektâşiliğin
Gelişmesi ve Türk Kültürü. Türk Tarihi Dergisi, S. 23,
s. 58-61.
HALICI, F. (1966). Hoşgörü ve Hacı Bektaş Veli.

337
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Erdem, C. 8, S. 24, s. 769-775.
HALICI, F. (1966). Hacı Bektaş Veli ve Türk Halk
Kültürü. Hacıbektaş,C. 1. S. 1.
HASANOĞLU, E. (1998). Cumhuriyetimiz ve
Hacı Bektaş Veli. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî
Araştırma Dergisi, S. 7.
İMİK, Ü. (2014). Türkülerimizdeki Hoşgörü Te-
masına Toplumsal Bakış ve Hacı Bektaş Veli. Türk Kül-
türü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, S. 69, s.
181-199.
İPÇİ, H. (1966). Büyük Türk Mütefekkiri Hacı
Bektaş-ı Veli Ve Bektaşîlik Hakkında. Cem, C. 1, S. 1,
s. 18-20.
KARADENİZ, H. B.(2006). Osmanlı- Hacı Bek-
taş-ı Velî İlişkisi veya “Ak Börk” Meselesi, Akademik
Bakış, S. 8.
KEMALOĞLU, M. (2012). Selçuklular Dönemin-
de Anadolu’nun Türkleşmesi-İslamlaşması ve Hacı
Bektaş-ı Velî. Alevilik-Bektaşîlik Araştırmaları Dergisi,
S. 5, s. 11-140.
KILINÇ, M. Y. (1999). Hacı Bektaş Veli ve Alevî-
lik-Bektaşîlik.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araş-
tırma Dergisi, S. 9.
KOŞAY, H. Z. (1926). Hacı Bektâş Tekkesi. Türki-
yat Mecmuası, C. 2, s. 365-382.
KÖKSAL, M. F.(2014). Ankâ-yı Maşrık’a Göre
Hacı Bektaş ve Ahî Evran’ın Osmanlı Devleti’nin Ku-
ruluşundaki Rolleri. Turkish Studies- International Pe-
riodical For The Languages, Literature and History of
Turkish or Turkic, Volume 9/9 Summer, s. 59-79.

338
Hacı Bektaş-ı Velî •

KÖPRÜLÜ, M. F. (1922). Anadolu’da İslamiyet.


Dârü’l-fünûn Ed. Fak. Mec., S. 5.
KÜÇÜK, A. (2014). Sözlü Gelenekten Derlenen
Hacı Bektaş Veli - Mevlana Rekabeti Konulu Bir Men-
kabe. TÜBAR-XXXV / 2014-Bahar, s. 235-245.
OĞUZ, M. Ö. (1999). Bektaşîlik Kontekstinde
Halk Şiiri. Millî Folklor, S. 43, s. 3-6.
OĞUZ, M. Ö. (1999). Bektaşîlik Kontekstinde
Halk Şiiri, Millî Folklor, S. 43, s. 3-6.
ÖCAL, D. (2000).Hacı Bektaş Veli Üzerine Türki-
ye ve Uluslararası Alanda Yapılan Çalışmalara Genel
Bir Bakış.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma
Dergisi, S. 13.
ÖZCAN, H. (2012). Hacı Bektaş Veli ve Bek-
tâşîErkânnâmelerinde Dervişin Nitelikleri.Turkish
Studies- International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic,Volume 7/1
Winter, s.105-129.
TALAY, İ. (1999). Kültürel Zenginliklerimiz Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli.Türk Kültürü ve Hacı Bek-
taş-ı Velî Araştırma Dergisi, S. 9.
ÖZCAN, N. (2012). Hacı Bektaş Veli’nin Hadis-i
Erbaîn Adlı Eseri. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî
Araştırma Dergisi, S. 64, s. 77-96.
ÖZCAN, H. (2012).Hacı Bektaş Veli’nin Fatiha
Tefsiri. Milli Folklor Dergisi, s. 22-47.
ÖZCAN, H. (2012).Hacı Bektaş Veli’nin Eserlerin-
de ve Bektaşî Erkânnâmelerinde Dervişin Nitelikleri.
Turkish Studies- International Periodical For The Lan-

339
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
guages, Literature and History of Turkish or Turkic,Vo-
lume 7/1 Winter 2012, s.1695-1705.
ÖZCAN, H. (2008).Hacı Bektaş Veli’nin Fatiha
Tefsiri. Millî Folklor, S. 80, s. 39-52.
ÖZDEMİR, C. (2016). Hacı Bektaş Veli’nin Velâ-
yetnâme Adlı Eserinde Yer Alan Halk Kültürü Unsur-
larına İşlevsel Bir Bakış. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı
Velî Araştırma Dergisi, S. 42.
ÖZKAN, Ö. (1999). Hacı Bektâş Dergâhı İle İlgili
Yeni Belgeler. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araş-
tırma Dergisi, S. 11.
ÖZTELLİ, C. (1959). Hacı Bektaş-ı Velî: Hacı Bek-
taş-ı Veli Vilâyetnâmesi. Türk Dili,C. 8, S. 92, s. 475-
479.
ÖZTELLİ, C. (1964). Hacıbektaş Müzesi. Hisar
Dergisi,S. 10.
ÖZTÜRK, M. (1987). Ahmed Yesevî-Hacı Bektaş-ı
Veli ve Yûnus Emre Zinciri. Erdem, C. 3, S. 9, s. 759-
775.
ÖZTÜRK, M.(2008).Hacı Bektaş Zamanında Ni-
şabur’daki Kültürel Hayat. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Dergisi, S. 45, s. 145-153.
ÖZTÜRK, M. (1986). Hacı Bektaş-ı Velî. Belleten,
L/198, s. 885–894.
RAYMAN, H. (1994). Bektaşî Halk Şiiri. Millî Folk-
lor, S. 22, s. 31-33.
SOĞUKÖMEROĞULLARI, M. (2012). Nüzhet
Erman’ın Şiirlerinde Hacı Bektaş Veli Algısı. Atatürk
Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 48, s. 20-47.
SOLMAZ, B.,Taşğın, A. (2012). Hacı Bektaş Ve

340
Hacı Bektaş-ı Velî •

Hacı Toğrul Karşılaşması: Güvercin ve Doğan Donu-


na Bürünme. Turkish Studies- International Periodical
For The Languages, Literature and History of Turkish or
Turkic, Volume 7/1 Winter 2012, s.105-129.
SÜMER, U. (2008). Hacı Bektaş Veli’nin İlmî Yö-
nüne Genel Bir Bakış, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Dergisi, S. 45, s. 215-220.
ŞAHİN, F. (1994). Hacı Bektaş Veli ve Bektaşîliğin
Mahiyeti. Diyanet,C. 30, S. 2, s. 57-76.
ŞAHİN, H. İ. (2016). Yesevî Hikmetlerinin Metin
Ve Bağlam Özellikleri Açısından Alevî-Bektaşî Nefes-
lerine Etkisi Üzerine, Millî Folklor, S. 112, s. 30-41.
ŞEKER, M. (?). Hacı Bektaş Veli’nin Makâlâtına
Göre İnsan ve Toplum Hayatı, Türkler, Yeni Türkiye Ya-
yınları, s. 471-476.
ŞENGÜL, A. (2011). Türk Tiyatrosunda Ahmet
Yesevî ve Hacı Bektaş Veli.Uluslararası Sosyal Araştır-
malar Dergisi, S. 16, s. 424-427.
TALAY ,İ. (1998). Ağustos Kutlamaları ve Hacı
Bektaş Veli’yi Anlamak.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı
Velî Araştırma Dergisi, S. 6.
TALAY, İ. (2001). Kültürel Değerlerimiz ve Hacı
Bektaş Veli Düşüncesi. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı
Velî Araştırma Dergisi, S. 18.
TAŞĞIN,A. (2013). Hacı Bektaş Ve Hacı Toğrul
Karşılaşması: Güvercin Ve Doğan Donuna Bürünme.
Turkish Studies- International Periodical For The Lan-
guages, Literature and History of Turkish or Turkic, Vo-
lume 8/8 Summer, s. 2225-2237.

341
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
TEMREN, B. (1996). Anadolu’ya Hoşgörü Tohum-
ları Eken Hacı Bektaş-ı Velî.Erdem, C. 8, S. 24, s. 755-
767.
TURAN, A. (1991). Hacı Bektaş-ı Velî ve Tunceli.
Millî Folklor, S. 11, s. 36-38.
ULUSOY, A. (1999). Alevîlik-BektaşîlikBibliyog-
rafyası’na İlaveler.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî
Araştırma Dergisi, S. 11.
USLU, M. (2000). Hacı Bektaş-ı Velî Gerçeği.Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, S. 13.
USLU, M. (1988). Hacı Bektaş’ın Ahmed Yesevî
Müridi Olup Olmadığı Meselesi. Boğaziçi, S. 70, s. 25-
27.
USLU, M. (1992). Ahmed Yesevî Dervişlerinin
Sosyal Felsefesi. Türk Dünyası Tarih Dergisi, C. 28, S.
1, s. 103-115.
ÜNER, R. (1968). İlerici İnsan Hacı Bektaş-ı Velî.
Kemalizm, C. 7, S. 74, s. 20.
ÜNLÜ, İ. (1967).Büyük Türkçü Hacı Bektaş-ı Velî.
Hacıbektaş.C. 1, S. 1, s. 5.
YAVUZER, H. (2013). Hoşgörü Önderi Hünkâr
Hacı Bektaş-ı Velî. Turkish Studies- International Pe-
riodical For The Languages, Literature and History of
Turkish or Turkic, Volume 8/8 Summer, s. 2225-2237.
YAZICI, M. (2014). Tamamlanmamış Tarihi Bir
Portre: Hacı Bektaş-ı Velî. Turkish Studies - Interna-
tional Periodical For The Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic, Volume 8/9 Summer, s.
2601-2619.
YETİK, E. (1996). Tasavvufî Açıdan Fatiha Tefsi-

342
Hacı Bektaş-ı Velî •

ri.19 Mayıs Üniversitesi İlahiyatFakültesi Dergisi, S. 8.

YILDIRIM, R. (2009).Hacı Bektaş Veli ve İlk Os-


manlılar: Âşıkpaşazâde’ye Eleştirel Bir Bakış. Gazi
Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Dergisi.
YILMAZ, A. (1999).Ahmed-i Yesevî, Yûnus Emre
ve Hacı Bektaş-ı Velî’nin İslâm Çizgisindeki Bütünlük.
Bilig-9/Bahar’99, s.65-83.
YILMAZ, H.(2007). Hacı Bektaş-ı VelîBelgeleri.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi,
S. 42.
YUVALI, A. (1989). Hacı Bektaş-ı Velî. Türk Dün-
yası Tarih Dergisi, C. 3, S. 35, s. 23-27.

Kitaplar
AKTAŞ, H. (2005). Yeni Türk Şiirinde Hacı Bektaş-ı
Veli Okulu ve Misyonu. İstanbul: Yort Savul Yayınları.
ALTINOK, B. Y. (1998). Alevîlik Hacı Bektaş Veli
Bektaşîlik. Ankara: Oba Kitabevi.
ASENA, O. (1995). Hünkâr Bektaş Veli. Ankara:
İlke Yayınları.
ATALAY, A. A. (2012). Dünden Bugüne Hünkâr
Hacı Bektaş Veli. İstanbul: Can Yayınları.
ATALAY, B. (1991). Bektaşîlik ve Edebiyatı. İstan-
bul: Ant Yayınları.
AYKUT, A. S. (2007). Makâlât / HâcıBektâş-ı Velî.
İstanbul: Etkileşim Yayınları.
AYTAŞ, G., YILMAZ, H. (2009). Makâlât-ı Gay-
biyye ve Kelimât-ı Ayniyye/Hacı Bektaş Veli. Ankara:
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli

343
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Araştırma Merkezi.
AYTAŞ, G., DOĞAN, Y. (2009). Balkanlar’da Hacı
Bektaş-ı Velî ve Öğrencilerine Ait İzler (Bulgaristan-Ma-
kedonya-Arnavutluk). Ankara: Gazi Üniversitesi Türk
Kültürü Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları.
AYTEKİN, S. (1956). Velâyetnâme-i Hacı Bektaş
Veli: Hacı Bektaş Velinin Hayatı. Ankara: Emek Basım
Yayımevi.
AYTEKİN, S. (1954). Hacı Bektaş-ı Velî, Makâlât.
Ankara:?
BARKAN, Ö. L. (Tarihsiz). Kolonizatör Türk Der-
vişleri. Ankara:?
BOZKURT, T. (2011). Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli.
İstanbul: Yılmaz Basım Yayın.
COŞAN, E. (1986). Makâlât. Ankara: Seha Neşri-
yat.
ÇALIŞKAN, Z. Ü. (2005). Hacı Bektâş Veli’nin
Makâlât’ı ile Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserlerindeki
Ortak ve Farklı Motifler Üzerine Bir İnceleme.
ÇETİN, M. (1993). Hünkâr: Hacı Bektaş Veli. İs-
tanbul: Adım Yayınları (Bayrak Yayıncılık ve Matba-
acılık).
DİLAVER, F. (2015). Hünkâr: Hacı Bektaş Veli. İs-
tanbul: Destek Yayınevi.
DURAN, H., Gümüşoğlu, D. (2010). Hünkâr Hacı
Bektaş Veli Velâyetnâmesi. Ankara: Gazi Üniversitesi
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
DURAN, H. (2007). Velâyetnâme / Hacı Bektaş-ı
Veli.Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
DURAN, H. (2007) Besmele Tefsiri. Alevi Bektâşî

344
Hacı Bektaş-ı Velî •

Klasikleri I. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.


ECEVİTOĞLU, P., İRAT, A. M., YALÇINKAYA, A.
(2010). Hacı Bektaş Veli: Güneşte Zerresinden, Deryada
Katresinden. Ankara: Dipnot Yayınları.
ELÇİN, Ş. (1986). Halk Edebiyatına Giriş. Ankara:
Akçağ Yayınları.
ENGİN, S. (1996). Hacı Bektaş-ı Veli: (Oyun: 2 bö-
lüm). İstanbul: Can Yayınları. (Anadolu Matbaası).
ERİŞEN, İ. M., SAMANCIGİL, K. (1966). Hacı
Bektaş Veli: Bektaşîlik ve Alevilik Tarihi. Yer?: Ay Ya-
yınevi.
EYUBOĞLU, İ. Z. (1992). Bütün Yönleriyle Hacı
Bektaşı Veli Yaşamı, Düşünceleri Çevresi, Etkisi. İstan-
bul : Özgür Yayın Dağıtım (Acar Matbaası).
EYUBOĞLU, İ. Z. (1991). Alevi-Bektaşî Edebiyatı,
İstanbul: Der Yayınları.
FIĞLALI, E. R. (1992). Türkiye’de Alevîlik ve Bek-
tâşîlik, İstanbul:?
FIĞLALI, E. R., AYDIN, M. (1997). Milli Bütün-
lüğümüz ve Hacı Bektaş Veli. Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Başkanlığı Yayınları.
GÖLPINARLI, A. (2014). Alevi-Bektaşî Nefesleri.
İstanbul: İnkılap Yayınevi.
GÖLPINARLI, A. (1990). Velâyetnâme. İstanbul:
İnkılap Yayınevi.
GÜRSES, R. (1964). Hacıbektaş Rehberi. Ankara:
Sanat Matbaası.
GÜZEL, A. (2000). Dîni-Tasavvufi Türk Edebiyatı.
Ankara: Akçağ Yayınları.
GÜZEL, A. (2002). Hacı Bektaş-ı Velî ve Makâlât.

345
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Ankara: Akçağ Yayınları.
GÜLŞAN, H. (1975). Her Yönüyle Topsuz, Tüfeksiz
Gönüller ve Ülkeler Fatihi Pir Sultan Hacı Bektaş Veli ve
Alevi-Bektaşîliğin Esasları. İstanbul: (Zafer Matbaası).
GÜLVAHABOĞLU, A. (2001). Hacı Bektaş Veli:
Lâik-Ulusal Kültür. Ankara: Yorum Yayınları.
GÜRSEL, N. (2007). Yedi Dervişler : [Mevlânâ,
Hacı Bektaş, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Merkez
Efendi, Geyikli Baba ve Emir Sultan...].İstanbul: Doğan
Kitap.
HAFIZALİOĞLU, T. (2003). Gayb Bahçelerinden
Seslenişler.İstanbul: İnsan Yayınları.
IŞINSU, E. (2012). Hacı Bektaş Veli. Ankara: Diya-
net Vakfı Yayınları.
İZ, M. (1969). Tasavvuf Mahiyeti Büyükleri ve Ta-
rikatlar. İstanbul: ?
KAFTANCIOĞLU, Ü. (2003). Hacı Bektaş Gölge-
sinde Sömürü: Hakullah. İstanbul: Su Yayınları.
KALELİ, L. (1994). Alevi-Sünni İnancında Mev-
lana-Yûnus ve Hacı Bektaş Gerçeği: Araştırma-İncele-
me-Tartışma. İstanbul: Alev Yayınları (Yön Matbaacı-
lık).
KARA, M. (2004). Osmanlılarda Tasavvuf ve Tari-
katlar. İstanbul: Sır Yayıncılık.
KAYGUSUZ, İ. (1998). Hünkâr Hacı Bektaş Veli.
İstanbul: Alev Yayınları (Kayhan Matbaası).
KERİMOĞLU, M. (2012). Hacı Bektaş Veli’den Söz-
ler. Konya: Rûmi Yayınları.
KILIÇ, F., KÖKEL, C., BÜLBÜL, T. (2008). Ana
Hatlarıyla Horasan’dan Anadolu’ya Alevîlik ve Bektaşî-

346
Hacı Bektaş-ı Velî •

lik: (Erenler, Evliyalar, Ocaklar, Ritüeller ve Tarihî Sü-


reç). Ankara: G.Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Yayınları.
KOCA, T. (1990). Bektaşî Alevi Şairleri ve Nefesleri.
İstanbul: Maarif Kitaphanesi.
KOÇAK, Y. (2011).Baba Mansur ve Kerameti-Pey-
gamberin Allah’la Mülaki Oluşu-Gerçek İmam Cafer
Buyruğu-Hacı Bektaş Veli Buyruğu.Ankara: Kırkayak
Ofset Matbaacılık.
KORKMAZ, E. (1995). Vilâyetname : (Menakıb-ı
Hacı Bektaş Veli) İstanbul: Ant Yayınları (Anadolu
Matbaası).
KORKMAZ, E. (2003). Ansiklopedik Alevilik-Bek-
taşîlik Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Kaynak Yayınları.
KÖPRÜLÜ, M. F. (2003). Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar. Ankara: Akçağ Yayınları.
KÖPRÜLÜ, M. F. (2003). Türk Edebiyatı Tarihi.
Ankara: Akçağ Yayınları.
KUNTER, H. B. (1951). Hacı Bektaş İncelemesine
Giriş. Ankara:?
KURTOĞLU, O. (2015). Velâyet-nâme-i Hâcı Bek-
taş-ı Veli / Yozgatlı Nihânî. Ankara: Gazi Üniversitesi
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
MELİKOFF, I. (2004). Hacı Bektaş Efsaneden Ger-
çeğe.İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
MERT, H. (2000). İslam’da Hoşgörünün Simgesi
Hünkâr Hacı Bektaş Veli: Hayatı, Hizmeti, Mesajı. An-
kara: Ahmet Yesevî Üniversitesine Yardım Vakfı Bilgi
Yayınları (T.D.V. Yayın Matbaacılık).
MURAT, İ. (2015). Hacı Bektaş-ı Veli’den Bilgelik

347
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hikayeleri. İstanbul: Avrupa Yakası Yayıncılık.
MURAT, İ. (2015). Hacı Bektaş-ı Veli’nin Ondört
Sırrı.İstanbul: Avrupa Yakası Yayıncılık.
NOYAN, B. (1987). Bektâşîlik Alevîlik Nedir. An-
kara: ?
NOYAN, B. (1964). Hacı Bektaş’ta Pîrevi ve Diger
Ziyaret Yerleri. İzmir:?
OCAK, A.Y. (2012). Türkiye’de Tarihin Saptırılma-
sı Sürecinde Türk Sûfîliğine Bakışlar: Ahmed-i Yesevî,
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî,Yûnus Emre, Hacı Bektaş-ı
Velî, Ahîlik, Alevîlik-Bektaşîlik (Yaklaşım, Yöntem ve
Yorum Denemeleri). İstanbul: İletişim Yayınları.
OCAK, A.Y. (1996). Türk Sufiliğine Bakışlar. İstan-
bul: İletişim Yayınları.
OCAK, A.Y. (1983). BektâşiMenâkıbnâmelerinde
İslâm Öncesi İnanç Motifleri. İstanbul: Enderun Kita-
bevi.
OLGUNLU, A. C. (2009). Anadolu’nun Düşünce
Mimarları (M.Ö.6.-M.S.15.) Tales’ten Mevlana’ya Di-
ojen’den Hacı Bektaş-ı Veli’ye. İstanbul: Karakutu Yay.
OYTAN, T. (2007). Bektaşîliğin İçyüzü. İstanbul:
Demos Yayınları.
ÖZ, B. (1996). Hacı Bektaş Veli: Fevaid: (Yararlı
Öğütler). İstanbul: Can Yayınları (Anadolu Matbaası).
ÖZ, B. (1997). Bektâşilik Nedir?. İstanbul:?
ÖZBAY, H. (1990) Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât,
Ankara.
ÖZCAN, H.,Kardaş, A. (2015). Hacı Bektaş Veli.
İstanbul: Main-DonauVerlag.
ÖZCAN, H. (2009). Hacı Bektaş Veli: Hayatı, Eser-

348
Hacı Bektaş-ı Velî •

leri ve Sûfilik Yolu. İstanbul: Akademik Eksen Yayın-


ları.
ÖZCAN, H. (2009). Fatiha Tefsiri: Hacı Bektaş Veli.
İstanbul: Fatih Üniversitesi.
ÖZCAN, H. (2007). Alevî- Bektâşî İnancına Bakış-
lar.İstanbul: Fatih Üniversitesi Yayınları.
ÖZCAN, N. (2015). Kırk Hadis: (Hadîs-i Erbaîn)/
Hacı Bektaş Veli. İstanbul: Şah-ı Merdan Yayınları.
ÖZDEMİR, Ş. (1995). Yûnus Emre, Nasrettin Hoca
ve Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoşgörü. Ankara: Bi-
limsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı.
ÖZKIRIMLI, A. (1985). Alevîlik-Bektaşîlik ve Ede-
biyatı.İstanbul: Cem Yayınevi.
ÖZTELLİ, C. (1997). Bektaşî Gülleri: Alevi-Bektaşî
Şiirleri Antolojisi. İstanbul: Özgür Yayınları.
ÖZTÜRK, M. (1988). Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş-i
Veli ve Yûnus Emre. Ankara: Türk Tarih Kurumu Ba-
sımevi.
ÖZTÜRK, M. (1991). Hacı Bektaş Veli Çevresinde
Oluşan Kültür Değerleri Bibliyografisi:(Deneme).Anka-
ra: Kültür Bakanlığı (Neyir Matbaası).
ÖZTÜRK, M. (2012). Doğu’nun Ortak Mirası: Hacı
Bektaş-ı Veli ve Bektaşîlik, Ahmed Yesevî ve Yesevîlik,
Mevlânâ ve Mevlevîlik, Ahiler ve Ahilik, Fütüvvetnâme-
ler, Nevruz, Firdevsî, Şehriyar.İstanbul: İlk Harf Yayı-
nevi.
ÖZTÜRK, Y. N. (1998). Tarihi Boyunca Bektâşilik.
İstanbul: Yeni Boyut.
PAKSOY, A. (1992). Hacı Bektaş Destanı. Ankara:
Anadolu Ekini Yayınları.

349
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
SERİN, R. (2005). Hacı Bektâş-ı Veli (1247-1337).
İstanbul: Pamuk Yayıncılık.
SERTOĞLU, M. (1966). Hacı Bektaş-ı Veli. İstan-
bul: Şadırvan (Toker Matbaası).
SEZGİN, A. (1990). Hacı Bektaş Veli ve Bektaşîlik.
Ankara: Kültür Bakanlığı.
SOYLU, N. (2016). Hacı Bektaş-ı Veli. İstanbul: Ar-
mada Yayıncılık.
SÜMER, A. (1970). Anadolu’da Türk Öncüsü Hacı
Bektaş Veli. Ankara: Yeni Sanat Matbaası.
SÜMER, A. (1974). Hacı Bektaş Veli’nin Söyleşileri.
Ankara: Yeni Sanat Matbaası.
SÜMER, A. (2000). Hacı Bektaş Veli Aydınlığı.
Ankara: ?
ŞAHİN, F., ŞAHİN, Ö. (2014). Hacı Bektaş-ı Veli.
Antalya: ?
ŞARDAĞ, R. (1980). Her Yönü İle Hacı Bektâş-ı
Veli ve En Yeni Eseri, Şerh-i Besmele. İzmir:?
ŞENER, C. (1994). Alevi Törenleri: Abdal Musa -
Veli Baba Sultan - Hamza Baba - Hacı Bektaşı Veli. İs-
tanbul: Ant Yayınları (Anadolu Matbaası).
ŞENER, C. (2001). Vilayetname, Hacı Bektaş Veli.
İstanbul: Karacaahmet Sultan Kültür ve Tanıtım Der-
neği Yayınları.
ŞİŞMAN, M. (2013). Hacı Bektaş Veli. Ankara:
Sepya Kitaplar.
TANRIKULU, R. (?). Nur’u Hakkın Tecelliyatı Ah-
met Yesevî-Hacı Bektaş Veli ve Haydar’ı Sultan’da Görü-
lür. Ankara: Ayyıldız Yayınları.
TATAR, R. S. (2013). Hacı Bektaş Veli’nin Keramet-

350
Hacı Bektaş-ı Velî •

leri. İstanbul: Su Yayınları.


TEKİN, A. (2006). Makâlât: Konuşmaları, Öğütle-
ri/Hacı Bektaş Veli. İstanbul: Kelam Yayınları.
TIRPAN, S. S. (1996). Ruhsal Anılar: Hacı Bektaş
Veli ve Ahmet Rufai Hazretleri’nin Kerameti. İstanbul:
Ilmur Reklamcılık Matbaacılık.
TUNAŞAR, S. (2005). Yanlış Tanıtılan Üç Bilge.
Ankara: Zemin Yayıncılık.
UÇAN, M. (2011). Aşk Meydanı: [Tarihsel ve Sos-
yal Açıdan Hünkâr Hacı Bektaş Veli ve Bektaşîlik]. İs-
tanbul: Can Yayınları.
UÇAR, A. (2014). Hacı Bektaş-ı Veli. İstanbul: Gi-
zemli Bahçe.
ULU, M. (2013). Aşka Ağlayan Veli Hacı Bektaş:-
Biyografik Roman. Konya: Karatay Akademi Yayınları
(Ankara: Kalkan Matbaacılık).
ULUSOY, A. C. (1989). Hacı Bektaş Veli Külliyesi ve
Diğer Ziyaret Yerleri. Ankara: Ajans-Türk Matbaacılık.
ULUSOY, A. C. (1986). Hünkâr Hacı Bektaş Veli ve
Alevî-Bektaşî Yolu.Ankara: Akademi Matbaası.
USLU, M. (2002). Hacı Bektaş Veli. İstanbul: Papat-
ya Yayınları.
YALÇIN, A. (2004). Makâlât-ı GaybiyyeKelimât-ı
Ayniyye. Ankara: Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Yayınları.
YALÇIN, A. (2000). Makâlât -ı Hacı Bektaş Veli.
İstanbul: Der Yayınları.
YAMAN, M. (1985). Hacı Bektaş Veli Makâlât ve
Müslümanlık. İstanbul: Gülbay Yayıncılık.
YAMAN, M. (?). Hünkâr Hazretî Hacı Bektaş Ve-

351
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
li’nin Vasiyetnamesi. Ankara: Ayyıldız Yayınları.
YEŞİLDAĞ, Y. (2000). Hacı Bektaş Veli : Yaşamı ve
Bütün Şiirleri. İstanbul: Gün Yayıncılık(Eren Ofset).
YEŞİLTAŞ, K. (2012). Işık Eri Hacı Bektaş Veli. İs-
tanbul: Sınır Ötesi Yayınları.
YILMAZ, A., Akkuş, M., Öztürk, A. (2007).
Makâlât / Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî.Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı.
YILMAZ, D. (2015). Hacı Bektaş Veli. İstanbul:
Ataç Yayınları.
YURTSEVEN, A. N. (2013). Hacı Bektaşı Veli’nin
14 Sırrı. İstanbul: Neden Kitap.
ZAMAN, S. (2010). Hacı Bektaş Veli: (Yaşamı,
İnancı ve Öğretisi). İstanbul: Hacı Bektaş Veli Anadolu
Kültür Vakfı.
ZELYUT, R. (2014). Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli:
Ali’nin Sırrı. Ankara: Kripto Basın Yayın.
ZELYUT, R. (1990). Hacı Bektaş Veli. Hürriyet Ga-
zetesi Yayınları.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı. (1988).
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli. Ankara: Türk Kültü-
rü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı. (Ayyıldız Matbaası).
Hacı Bektaş Belediyesi . (2010). Hacıbektaş 2010.
Nevşehir: Hacı Bektaş Belediyesi.
Hacı Bektaş Belediyesi . (2011). Hacıbektaş 2011.
Nevşehir: Hacı Bektaş Belediyesi.
GÜZEL, A. (1997). Hacı Bektaş-ı Velî.Ankara:Kad-
ri Erdoğan Hacı Bektaş-ı Velî Armağanı.

Atatürk Kültür Merkezi. (2010). Doğumunun 800.

352
Hacı Bektaş-ı Velî •

Yılında Hacı Bektaş Veli Bildiriler.Ankara: Atatürk Kül-


tür Merkezi Yayınları.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı . (1988).
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli.Ankara: Türk Kültürü
ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları.
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği. (2011). Doğu-
munun 800. Yılında Hacı Bektaş Veli (I. İnanç Önder-
leri Buluşması ve Hacı Bektaş Semah Günleri).Ankara:
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Yayınları.
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. (?). Ahmet
Yesevî’den Hacı Bektaş Veli’ye Anadolu’da Türk Halk
Hümanizminin Kaynakları. Ankara: Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi. (2010). Hacı Bektaş Veli Külliya-
tı. Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Yayınları.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi. (1999). I. Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri.Ankara: Gazi Üni-
versitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
Merkezi Yayınları.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı. (2000).
1. Uluslarası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu Bildirileri
(27-28-29 Nisan). Ankara: Hacı Bektaş Veli Anadolu
Kültür Vakfı.
Hacı Bektaş Belediyesi. (1998). Hacıbektaş 1997.
Nevşehir: Hacıbektaş Belediyesi Hacı Bektaş Veli’yi
Anma Komitesi Basın-Yayın Komisyonu.
Hitit Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma ve

353
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Uygulama Merkezi. (2011). I. Uluslararası Hacı Bektaş
Veli Sempozyumu (07-09 Mayıs 2010-Çorum). Ankara:
Hitit Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygu-
lama Merkezi.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi. (2004). Makâlât-ı Gaybiyye ve Ke-
limât-ı Ayniye, Hacı Bektaş-ı Velî.Ankara: Gazi Üni-
versitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma
Merkezi Yayınları.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin Tarihsel Kimliği, Düşünce
Sistemi ve Etkileri 3. Uluslararası Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş- Velî Sempozyumu (30-31 Ekim 2009,Üsküp/
Scopje), Editör: Doç. Dr. Gıyasettin Aytaş-Yrd.Doç.
Dr. Yusuf Doğan- Arş. Gör. Deren Başak Akman Ye-
şilel, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Yayınları.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi. (2009). 800. Doğum Yıldönümü
Anısına Hacı Bektaş-ı Velî.Ankara: Gazi Üniversitesi
Türk Kültürü Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Ya-
yınları.
Atatürk Kültür Merkezi (Editör: Filiz KILIÇ).
(2009). Doğumunun 800. Yılında Hacı Bektaş-ı Velî
Sempozyumu. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayın-
ları.
Hacıbektaş Turizm Derneği. (1977). Hacı Bektaş
Veli : Bildiriler - Derlemeler – Açıkoturum. Ankara: Ha-
cıbektaş Turizm Derneği (Yeni Sanat Matbaası).
GÜZEL, A. (1983). Bektâşilik ve Bektâşî Şiiri, Şük-
rü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s. 47-65.

354
Hacı Bektaş-ı Velî •

TBMM Kültür ve Sanat Yayın Kurulu. (1995). Hoş-


görü ve Hacı Bektaş Veli Paneli. Ankara: TBMM Kültür
ve Sanat Yayın Kurulu.
Hacıbektaş Belediyesi. (1999). Hacıbektaş 1998.
Nevşehir: Hacıbektaş Belediyesi Hacı Bektaş Veliyi
Anma Komitesi Basın-Yayın Komisyonu.
Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dede-
baba Araştırma Eğitim ve Kültür Vakfı. (1998). Hacı
Bektaş Veli. İstanbul: Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet
Ali Hilmi Dedebaba Araştırma Eğitim ve Kültür Vakfı
(Anadolu Matbaası).
Hacıbektaş Belediyesi. (2003). Hacıbektaş 2003.
Nevşehir: Hacı Bektaş Belediyesi Hacı Bektaş Veli’yi
Anma Komitesi Basın-Yayın Komisyonu.
Hacıbektaş Belediyesi. (2004). 41. Ulusal 15. Ulus-
lararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sa-
nat Etkinlikleri. Nevşehir: Hacıbektaş Belediyesi Hacı
Bektaş Veli’yi Anma Kurulu Basın-Yayın Komisyonu.
Hacıbektaş Belediyesi. (2002). 38. Geleneksel, 12.
Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kül-
tür Sanat Etkinlikleri. Nevşehir: Hacıbektaş Belediyesi
Hacı Bektaş Veli’yi Anma Komitesi Basın-Yayın Ko-
misyonu.
Hacıbektaş Belediyesi. (2003). 39. Geleneksel, 13.
Uluslararası Hacı Bektaş Veli anma Törenleri ve Kül-
tür Sanat Etkinlikleri.Nevşehir: Hacıbektaş Belediyesi
Hacı Bektaş’ı Anma Komitesi Basın-Yayın Komisyonu.
Hacıbektaş Belediyesi. (2006). 43. Ulusal 17. Ulus-
lararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür ve
Sanat Etkinlikleri.Nevşehir: Hacı Bektaş Belediyesi

355
• Anadolu’da Bir Kurucu Akıl;
Hacı Bektaş Veli’yi Anma Komitesi Basın-Yayın Ko-
misyonu.
Hacıbektaş Belediyesi. (2005). 42. Ulusal 16. Ulus-
lararası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sa-
nat Etkinlikleri.Nevşehir: Hacıbektaş Belediyesi Hacı
Bektaş Veli’yi Anma Kurulu Basın-Yayın Komisyonu.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı. (2005).
Konferanslar, 2004-2005. Ankara: Hacı Bektaş Veli
Anadolu Kültür Vakfı.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi. (2007). 2. Uluslararası Türk Kültür
Evreninde Alevilik ve Bektaşîlik Bilgi Şöleni Bildiri Kita-
bı (Editörler: KILIÇ, F., BÜLBÜL T. vd.).Ankara: Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu. (1995).
Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den Özdeyişler. Ankara:
TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu.
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği. (2011). Doğumu-
nun 800. yılında Hacı Bektaş Veli: I. İnanç Önderleri
Buluşması ve Hacı Bektaş Semah Günleri. Ankara: Hacı
Bektaş Veli Kültür Derneği Yayınları.
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı. (1988).
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli. Ankara: Türk Kültü-
rü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı.

Dergiler
Hacı Bektaş Veli Dergisi
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi

356
Hacı Bektaş-ı Velî •

Ansiklopedi Maddeleri
KÖSOĞLU, N. (1985). Hacı Bektaş-ı Velî. Büyük
Türk Klasikleri,c.1.
OCAK, A. Y. Bektâşîlik. İslâm Ansiklopedisi, c. 5.
GÖLPINARLI, A., “Bektaş” Maddesi, Türk Ansik-
lopedisi, C. 5,
KÖPRÜLÜ, F. (1970). “Bektaş” Maddesi, İslâm An-
siklopedisi, C. II, İstanbul, s. 461-463.

357

You might also like