Professional Documents
Culture Documents
Yazar
Metin TURAN
11
Amaçlar
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Dinsel halk edebiyatının içeriği hakkında bilgi sahibi olacak,
• Tasavvuf ve tekke kavramlarını öğrenecek ,
• Dinî tasavvufî halk edebiyatının tarihsel süreç içerisinde tem-
silcilerini tanıyacak,
• Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet,
Hacı Bayram-ı Veli gibi dinsel halk edebiyatının önemli temsilci-
leri hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
İçindekiler
• Giriş
• Tasavvuf Kavramı
• Dinsel Halk Edebiyatının Tarihsel Gelişimine KısaBir Bakış
• Yunus Emre
• Kaygusuz Abdal
• Pir Sultan Abdal
• Kul Himmet
• Hacı Bayram-ı Veli
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar
Çalışma Önerileri
• Bulunduğunuz yörede, tekke ve tarikatlardan yetişmiş halk sa-
natçılarıyla ilgili bilgiler toplayınız.
• Kaynakçada yer alan kitaplardan da yararlanarak, özellikle
Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram-ı Veli hakkında ayrıntılı bilgi-
ler edinmeye çalışınız.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 177
1. Giriş
İslamiyet sonrası Türk halk edebiyatı kapsamında, bir yandan şaman şiirinin izleri-
ni taşıyan, diğer yandan da düşünsel olarak İslam dini ve tasavvufla beslenen dinsel
halk edebiyatı oluşmuştur.
Bu edebiyat, işlediği konularla halk dilini, düşüncesini, duygu ve inancını esas ala-
rak toplumsal kesimlerin bütününe seslenmektedir. Dinsel halk edebiyatı, Ah-
met Yesevi'nin Hikmet'lerindeki öğretici unsurları, Yunus Emre'nin ilahilerindeki
duygu ve düşünceleri aşılama, inandırma ve coşturma isteğini günümüze kadar
sürdüregelmiştir. Dinsel halk edebiyatı bu yanıyla geniş toplumsal kesimler arasın-
da birleştirici, ortak duyguları zenginleştirici bir işlev kazanmıştır. Mesaj iletme
kaygısından dolayı İslami halk edebiyatı ürünlerinde dinsel temalar ağırlık taşı-
maktadır.
İslam dini ve tasavvufla beslenen dinsel halk edebiyatını anlamak için, tasvvufu bil-
mek zorunludur.
2. Tasavvuf Kavramı
Tarihsel anlamıyla mistiklik, İslamdaki adı ile "tasavvuf" ve "sûfilik", insan ruhu-
nun "mutlak gerçek" (Tek Yaratıcı), yani Tanrı ile birliğe ulaşması öğretisidir. Bu an-
lamda bu öğreti Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlığında, Hindu ve Yahudi dinlerin-
de, Şamanlıkta ve başka dinlerde de vardır. Daha genel ve güncel bir kullanışla mis-
tiklik, yaratanla yaratılan, sevenle sevilen, müzikle dinleyen, resimle seyreden ara-
sında ulaşılan bir birlik duygusudur. Öyle bir duygu ki, orada ikilik ortadan silinir,
özne ile nesne tek olur, tekleşir. Bir canda iki ruh, bir gömlekte iki baş gibi ... Bu du-
ruma çok defa dinsel bir eğitimle ulaşılır; ama, din dışı öğretiler yoluyla da bu duru-
ma ulaşanlar olmuştur. Böyle bir duruma ulaşan insanda saklı kalan enerji büyük
bir patlama ile ortaya çıkar ve bilinmeyen yeni dünyaların ve duyguların kapısını
açar.
Tanrı ile bir olma, "mutlak gerçeğe" ulaşma felsefesini Müslüman mistikliği, "Vah-
det-i Vücut" adı altında açıklar. Bu öğretiyi bugünün dili ile şöyle özetleyebiliriz:
Evren daha yaratılmadan karanlık ve yokluk vardı, bir de Mutlak Yaratıcı. Bu tek Yaratıcı
yokluğun ve karanlığın içinde bir nur parçası gibi balkırdı. Gerçi Yaratıcı en yüksek derece-
den iyilik, güzellik ve bilgeliklerle donanmıştır ama, onu insan aklının alacağı böyle nitelik-
lerle tarif etmek olmaz; onun tek niteliği niteliksizliktir. O görülmez, kavranmaz, duyulmaz,
zamanla ve mekanla sınırlı değildir. Tek gerçek olan Tanrı diledi ki, kendi güzelliklerine tapa-
cak, kendini sevecek varlıklar olsun. "Kün (Ol)" buyurdu bunun için ve bu buyrukla onun
nitelikleri yokluğun ve karanlığın üzerine düştü; bir aynaya düşen suretler gibi orada görün-
meye başladı. Evren ve insan işte bu karanlık ve boşlukta Tanrı'nın birleşmesinden ortaya
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
178 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
çıktı; bunun için asıl değil surettir. Bu surette bir yandan Tanrısal nitelikler vardır, bir yan-
dan da karanlık ve yokluktan gelen kötü nitelikler. Bunlar çirkinlik, kötülük vb. nitelik-
lerdir. Bu nedenle her insanın mayasında ikilik vardır. İnsan hem melektir hem şeytandır.
Hem kuzudur hem kurttur. Hem sevap hem günah işleyici; hem nur hem karanlık. Ama bu
evrende yalnız insanoğludur özündeki Tanrısal nitelikleri artırıp yokluk ve karanlık nitelik-
lerini eksilten, hatta yok edebilen. Bunu yapmak için ilkin, Tanrı insanın yüreğine sevgi bı-
rakacak, sonra bir şeyhin eteğinden tutulup tarikat denen bir yola girilecek, orda şeriat ve ma-
rifet aşamalarından geçilecek, en yüksek derece olan hakikata ulaşılacaktır. Hakikat aşama-
sında insanın özünde kötülük kalmayacak, yokluktan ve karanlıktan gelen her şey eriyip yok
olacak, sadece Tanrı nitelikleri kalacaktır. Böylece insan tanrılaşacak, Tanrı ile bir olacaktır.
Kul-Tanrı, Yaratan-yaratılan ikiliğinin yok olduğu aşamadır bu. Enelhak yani "Ben Tan-
rıyım" diyen sufi bu birleşme derecesini anlatmak istemiştir. Katolikler bu hale
"Tanrısal evlenme" diyorlar. Yunus bu yücelik derecesini şiirinde şöyle anlatır:
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 179
Ahmed Yesevi'den sonra Orta Asya'da tekke edebiyatının temsilciliğini yapan, onun
müridi Hakîm Süleyman Ata'dır. Orta Asya'da Yesevi ve Hakim Süleyman Ata ile baş-
layan dinsel (tekke) halk edebiyatı, Türklerin Anadolu'ya göçüp yerleşmelerinden
sonra Anadolu'da da varlığını göstermiştir. Anadolu'da tekkelerin ve çeşitli tarikat
kollarının kurulup gelişmesiyle, tekke edebiyatı da gelişmiş, geniş toplumsal ke-
simlere seslenen şairler yetişmiştir.
Nihad Sami Banarlı'nın vurguladığı gibi, yaratıcıları arasında divan şairleri ile birlik-
te saz şairlerinin de bulunduğu bu edebiyat, halk edebiyatı ile divan edebiyatı ara-
sında bu iki edebiyatı birbirine yaklaştıran, her iki edebiyatın seslendiği ayrı ayrı
toplumsal kesimleri birleştiren bir "edebiyat köprüsü" görevi de görmektedir. Bu
bakımdan, Ahmed Yesevi'nin Fakr-nâme'si, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makâlât'ı, Yunus
Emre'nin Risâletü'n- Nushiye'si, Kaygusuz Abdal'ın Saray-nâme'si, Hacı Bayram-ı
Veli'nin İlâhî'leri, Eşrefoğlu Rumi'nin Müzekki'n-Nüfus'u, Mısrî'nin Divân-ı
İlahiyât'ı, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Marifet-nâme'si biçim ve biçem bakımın-
dan farklılık gösterseler de farklılık düşünsel ve dinsel bakımdan ortak bir özü taşı-
maktadırlar.
4. Yunus Emre
Kesin olmamakla birlikte, Yunus Emre'nin 1238-1240 yılları arasında doğduğu sa-
nılmaktadır. Sivrihisarlı, Karamanlı, Bolulu, Eskişehirli olduğu yönünde savlar ileri
sürülse de, doğum yeri konusunda kesin bir bilgi yoktur.
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
180 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
Konya Selçuklu Sultanlığı'nın zayıflaması ile birlikte Anadolu'da birçok küçük bey-
lik kurulur. Taht için, mal için, yaylak ve kışlak için Eretna Beyi, Sivas Beyi, Malatya
Beyi, Engürü Beyi, Akhisar Beyi, Germiyan Beyi, Karaman Beyi amansız bir vuruş-
ma içindedir. Kısacası bu yüzyılda insanlar, sosyal sıkıntılar, istila ve isyanlarla ku-
şatılmış durumdadır. Böyle bir sosyal atmosfer içerisinde, insanlara taşınan umut
ve huzurun kaynağı, dervişler kanalıyla, tekkeler olmuştur. Bu bakımdan tekke
edebiyatının en kuvvetli kişiliği Yunus Emre'nin bu sosyal romantizm içerisinde
yetişmesinin ayrı bir önemi vardır.
Yunus Emre'nin sanatını değerlendiren Başgöz (1990), şöyle demekte: "Yunus bize
hafif güldürünün, acı kınamanın ve kara yerginin de ilk örneklerini verir. " Ergüven
(1982) ise Yunus'un gerçekçiliği üzerinde durarak, "Kendisiyle Tanrı arasına aracı koy-
maz." der. "Yalvarmaz da. İnsanlığına özgü direnişle eyleme geçer. Can alan Melek, Azrail
kim ola. Yunus kendisine verilan canı sahibine vermek ister:
Ölüm, ölüm kavramı doğal bir şey Yunus Emre'de; yemek, içmek, gezmek eğlen-
mek gibi!
Ey yarenler ey kardaşlar
Korkarım ben ölem diye
Öldüğüme kayırmam ben
Ettiğimi bulam diye
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 181
Tasavvuf gibi dünyayı gizemci bir anlayışla algılayan düşünce sistemi içerisinde,
hayatı bütün somutluğu ve yaşanırlığıyla yorumlamasını bilen Yunus Emre, çağının
bütün sanatçılarından farklı olarak halkla kaynaşmayı, duygu alış verişinde bulu-
nabilmeyi başarmış bir değerdir.
5. Kaygusuz Abdal
Yaşamına ilişkin bilgileri menâkıbnâmelerden öğrendiğimiz Kaygusuz Abdal'ın do-
ğum ve ölüm tarihleri konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, gerek şiirle-
rinde geçen tarihi kişilerden gerekse menâkıbnâmelerden yaşadığı döneme ilişkin
bilgilere ulaşabilmekteyiz.
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
182 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
"Asıl adı Alâyî Gaybî (Alâeddin Gaybî) olan Kaygusuz Abdal XIV. yüzyılın ortalarında
Alâiye'de doğmuştur. Doğum tarihi 1341-42'den eskiye gidemez. Babası Alâiye Beyi
Hüsâmeddin Mahmud; dedesi Alâeddin bin Yusuf'tur. Alâiye Beyleri ailesi Karamanoğul-
ları'ndan inmektedir. Bir söylenceye göre aynı ailenin bir tarafı da Anadolu Selçukluları'na
dayanmaktadır. Bu devirde Alâiye, zengin bir ticaret merkezi ve önemli bir limandır. Mısır
ve Suriye tüccarları Alâiye'de ticaretle uğraşmakta ve Alâiye'den değişik ülkelere büyük
miktarlarda kereste ihraç edilmektedir. Ayrıca Alâiye Beyliği; Antalya, Karaman ve
Memlûkler'le sıkı siyasi ve askeri ilişkiler içindedir. 1361-1373 yılları arasında, Teke ve
Alâiye beyleri Kıbrıs Krallığı ile çetin mücadeleler vermişler; Teke Beyi Mübârizeddin Meh-
med, Alâiye Beyi Hüsameddin Mahmud ve Karamanoğlu Alâeddin Ali ortaklaşa Kıbrıs
Krallığına karşı savaşmışlardır. Bu çetin savaşlarda Antalya on yıl kadar Kıbrıslıların elinde
kalmış, bir ara Alâiye dahi Kıbrıs donanması tarafından işgal edilmiştir. Alâiye beylerinin
şehre on mil mesafede bir sarayları vardır. Alâeddin Gaybi işte böyle bir aile ve sosyal çevre
içinde çocukluk ve gençlik yıllarını geçirmiştir. Kuşkusuz zamanının bütün bilimlerini öğ-
renmiş, ayrıca avcılık, okçuluk gibi hünerleri de saraya mensup bir bey oğlu olarak en mü-
kemmel şekilde kavramıştır. Genç yaşında Elmalı'daki Abdal Musâ'ya intisap ederek Kay-
gusuz adını almış ve uzun süre Abdal Musa'nın hizmetinde bulunmuştur. Tahminen 1397-
98 yıllarında Mısır'a gelerek orada bir tekke kurmuş, Mısır'da tarikatını yerleştirdikten son-
ra hacca gitmiş; Hicaz, Suriye ve Irak'ı dolaşarak Anadolu'ya dönmüştür. Anadolu'da, hiç
olmazsa Güney ve Batı Anadolu'da bir süre dolaşmış olmalıdır. 1424-1430 tarihleri arasın-
da Rumeli'ye geçmiş; Edirne, Yanbolu, Filibe ve Manastır'da bulunmuştur. Bundan sonra
muhtemelen tekrar Anadolu'ya (belki de Mısır'a) dönen Kaygusuz, tahminen 1444 yılında
vefat etmiştir."
Kaygusuz Abdal'ın aruzla yazdığı şiirlerden oluşan bir divanı, cönklerde ve mecmu-
alarda bulunan heceyle yazılmış nefesleri, dolaba sorduğu sorudan ve onun ceva-
bından oluşan "Dolab-nâme"si, heceyle yazılmış "Yaş-nâme" adlı uzunca bir şiiri,
"Cefriyye-i Kaygusuz" adlı mesnevî tarzında ve ilerde olacak şeylere ait aruzla ya-
zılmış diğer bir şiiri, "Budala-nâme" yahut "Dilgüşâ", "Maglata-nâme", "Esrâr-ı
Hurûf" adlı mensur risaleleri vardır.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 183
Halk Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu gibi sanatçıları söylenceleş-
tirip bu değerlere bir yaşam öyküsü yakıştırmıştır. Yakıştırılan bu yaşam öyküsü,
aynı zamanda o sanatçının toplum katında nasıl görüldüğünü de yansıtmaktadır.
Pir Sultan'ın öz adı Haydar'mış, Sivas'ın Banaz Köyü'nde doğmuş. Soyu Yemen'e, Hazreti
Ali'nin torunlarından İmam Zeynel Abidin'e kadar uzanıyormuş.
Haydar yedi yaşına geldiğinde kırda babasının koyunlarını otlatmaya başlamış. Bir gün Yıl-
dız Dağı'nda sürüyü güderken uyuyakalmış. Düşünde ak sakallı bir ihtiyar görmüş. Bir
elinde dolu, ötekinde elma tutuyormuş. Haydar ilkin doluyu içmiş, ardından elmaya uzan-
mış. İhtiyarın avucuna bakmış, parıldayan yeşil bir ben varmış. Karşısındakinin Hacı Bek-
taş-ı Veli olduğunu anlamış, hemen sarılıp elini öpmüş. Hacı Bektaş ona "Pir Sultan" adını
vermiş, ününün dört bir yana yayılmasını, sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelme-
mesini, Âl'ü evlâdın hakkını alması için çalışmasını dilemiş. "Tanrı yardımcın olsun!" de-
miş. Sonra gözden silinmiş.
Pir Sultan'ın ünü gitgide her yana yayılmış. Kendi erenlerin arasına karışmış. Sayılan, sevi-
len bir pir olmuş. Her Cuma, canlar bölük bölük gelirler, el bağlayıp dâra dururlar, ondan na-
sip alırlarmış. Kapısında koçlar tığlanır, açlar doyar, çıplaklar giyinip giderlermiş...
Hızır Paşa Sivas'la Hafik arasında bulunan Sofular Köyü'ndenmiş. Pir Sultan'ın adını
duymuş, Banaz'a gelmiş, ondan nasip almış. İlkin onun azâbı, sonra da müridi olmuş. Yedi
yıl kapısında hizmet görmüş. Edep erkân öğrenmiş. Bir gün demiş ki:
— Pirim, bana himmet edin de bir makama geçeyim, büyük adam olayım.
— Hızır, ben sana ruhsat veririm, dua ederim, gider büyük adam olursun, paşa, vezir
olursun, ama sonra da gelip beni asarsın!
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
184 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
Hızır izin alıp İstanbul'a gitmiş. Padişahın sarayına girmiş. Pir Sultan'ın himmetiyle ilerle-
miş, paşa olmuş. Sivas valiliğine verilmiş. Fakat gitgide düşkün olup ikrarını unutmuş. Fa-
kir fukaraya zulmetmeye, haram yemeye başlamış. Namus gözetmez, hak aramaz olmuş.
.....
Gel zaman git zaman, günlerden bir gün, Hızır Paşa, kara kaşlı Kör Müftü'ye bir fetva yaz-
dırmış: "Şah'ın adını anmak yasaktır. Kim ki onun adını ağzına alırsa, dili kesilip öldürüle-
cektir."
Fetva alanlarda okunmuş. Kimse İran Şahı'nın adını açıktan anamaz olmuş. Pir Sultan, eski
müridinin ettiğini duyunca üzülmüş, kızmış. Fetvaya uymamış. Her gittiği yerde inadına
Şah'ı övmüş, Hızır Paşa'yı yermiş.
.....
Bunu duyan Hızır Paşa, Pir Sultan'ı Sivas'taki Toprak Kale'ye hapsettirmiş. Fakat içi de ra-
hat etmemiş. Eski pirine kıyamamış, bir süre sonra onu huzuruna getirtmiş. İçinde Şah'ın
adı geçmeyen üç şiir söylerse, kendisini bağışlayacağını bildirmiş. Sazını eline vermiş. Pir
Sultan birinci demeyi söylemiş. Bu denemede şah'ı anmış.
— Pirim, yanlış tezene vuruyorsun, dikkat eyle, iki adımın kaldı, ayağını denk al!
Pir Sultan aldırmamış. İkinci, üçüncü demelerinde de yine Şah'ın adını anmış. Çevresinde-
kiler şaşkınlıkla Hızır Paşa'ya bakmışlar. "Bir Kızılbaş parçası seni dinlemedi, yazık olsun
senin paşalığına!" demişler.
Pir Sultan asılırken taşlansın diye Hızır Paşa'dan buyruk çıkmış. Taşlamayanlar cezalandı-
rılacakmış. Bu yüzden herkes eline bir taş alıp atmış. Fakat taşların hiçbiri Pir Sultan'a do-
kunmuyormuş. Musahibi, tarikat arkadaşı Ali Baba da oradaymış. Taş atmaya bir türlü eli
varmıyormuş. Bir gülü gizlice ona doğru fırlatmış. Pir Sultan onu görmüş, pek üzülmüş. Şu
demeyi söylemiş:
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 185
Pir Sultan bunu söyleyince, "Bu adam hâlâ dilini tutmaz!" demişler, ipi boynuna geçirmiş-
ler.
Asılışının ertesi günü halk kahvede toplanmış konuşuyormuş. İçlerinden biri demiş ki:
Orada bulunan diğer bir kişi ise Pir Sultan'ı Malatya yolunda, öbürü Yeni Han yolunda,
başka biri ise Tavra Boğaz'ında gördüğünü söylemiş. Dinleyenler şaşırmış. Kalkıp birlikte
darağacının bulunduğu yere gitmişler. Bakmışlar ki darağacında Pir Sultan'ın hırkası asılı,
kendisi ortada yok.
Pir Sultan gide gide Horasan'a varmış. Şah'ın katına çıkmış. Oradan da Erdebil'e gitmiş.
Erdebil'de ölmüş. Oraya gömülmüş."
Halkımızın gönlündeki Pir Sultan'la onun yaşamına ilişkin efsanevi bilgiler böyle.
Yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre de, XVI. yüzyılda yaşamıştır. Si-
vas'ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Buçağı'na bağlı Banaz Köyü'nden olup öz adı Hay-
dar'dır. Yaşadığı dönemi, şiirlerindeki kimi tarihsel kişi ve olaylardan anlayabiliyo-
ruz. Yaşamına ilişkin tarih belirlemede yardımcı olan dörtlüklerinden biri, Şah İs-
mail'in ölümünden sonra yerine geçen büyük oğlu Şah Tahmasp (1524-1576) zama-
nında Kanuni Sultan Süleyman'ın (1520-1566) İran'a savaş açarak Bağdat ve Bas-
ra'yı almasıyla ilgili olanıdır. Bu dörtlük şöyledir:
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
186 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
önderlik ettiği bir halk ayaklanması yüzünden Sivas'ta valilik yapan Hızır Paşa ta-
rafından asılmış olmasıdır.
7. Kul Himmet
Birçok halk sanatçısının yaşam öyküsünde olduğu gibi Kul Himmet'in yaşamıyla il-
gili tartışmalar da vardır.
Cahit Öztelli, Bektaşi Gülleri adlı çalışmasında, Kul Himmet'le ilgili olarak şu bilgi-
leri aktarmakta: "16. yüzyılın ünlü ve büyük Alevi ozanı Kul Himmet, Tokat'ın Almus il-
çesine bağlı Varzıl (yeni adıyla Görümlü) köyünden olup mezarı da oradadır. Soyundan ge-
lenler de aynı köyde yaşamaktadırlar. Şimdiye dek ancak 15-20 kadar nefesi yayınlanmış, ya-
şantısı üzerine bilgi verilmemiştir. Bizim cönklerden topladığımız şiirleri yüz elliden çoktur.
Yerinde yaptığımız araştırmalarla da yerini, yurdunu, soyunu, sopunu bulduk."
Kul Himmet, kendi çağı içinde tekke ve tarikat öğrenim ve kültürünün verebilece-
ğini en geniş biçimde almış bir ozan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dili çok sade olmakla birlikte, tasavvuf ve tarikat terimlerini iyi kullanmaktadır. İs-
lam ve tasavvuf tarihini de bildiğini gösteren şiirleri, kültürlü olduğunu gösteren iyi
birer tanıktır.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 187
Kul Himmet'e, sadece Alevi-Bektaşi topluluğu değil diğer kesimler de ilgi göster-
mektedir. Anadolu'nun geniş bir kesiminde değişik halk ozanlarının onun şiirlerini
okuyor olmaları, onu "usta" görmeleri de bunu doğrulamaktadır.
Günümüzde de her yıl düzenlenen Kul Himmet'i anma toplantıları ve köyü Var-
zıl'da yapılan törenlere gösterilen büyük ilgi bunun canlı bir kanıtıdır.
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
188 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
Daha çık tasavvufi kişiliğiyle tanınan Hacı Bayarm-ı Veli'nin günümüze ulaşmış
aruzla iki, heceyle üç şiiri, bir de ona ait olduğu şüpheli olan Türkçe mensur mektu-
bu bulunmaktadır.
1429 yılında hayata gözlerini yunan Hacı Bayram-ı Veli'nin mezarı Ankara'da, Hacı
Bayram câmiinin bulunduğu alandadır.
Yan ey gönül yan yan ey gönül yan El fakru fahrî, el fakru fahrî
Yanmadan oldu derdine derman Demedi mi ol âlemler fahri
Pervane gibi pervane gibi Fahrini fakrin fahrini fakrin
Şem'ine aşkın yandı bu gönlüm Mahv u fenâda buldu bu gönlüm
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 189
Özet
İslamiyet sonrası dinsel halk edebiyatının içeriğini tekke ve tarikat çevresinde yetişen kişilik-
lerin ürünleri oluşturmaktadır.
Dinsel halk edebiyatının belirgin karakteri, tasvvufi bir içeriğe sahip olmasıdır. İslam inan-
cını değişik biçimlerde algılayıp yaymaya çalışan ve bu düşünce etrafında örgütlenen tari-
katlar çevresinde beslenen dinsel halk edebiyatının en önemli kolu Alevi-Bektaşilik koludur.
Orta Asya Türk kültürünün baskın izlerini taşıyan ve İslam inancına karşı daha esnek bir
inanca sahip olan bu çevrelerde şiir, saz eşliğinde dile getirilmekte ve dinsel törenlerde bu ikili
başköşede yer almaktadır. Bu edebiyatın beslendiği düşünce kaynağı İslam inancı ve tasav-
vuftur. Bu ana temayı gerek manzum gerekse mensur eserlerin tamamında görmekteyiz.
Dindışı halk edebiyatı ürünleri ile dinsel halk edebiyatı ürünlerinde vezin ve nazım şekilleri
gibi dış unsurlar bakımından belirgin bir ortaklık görülür.
Tasavvufi halk edebiyatının Türkler arasında yayılmasını 'Hikmet' adı verilen dinsel-ta-
savvufi şiirleriyle tekke şiiri geleneğinin oluşmasını Hoca Ahmed Yesevi sağlamıştır. Bu tür,
esas yükselişini, ünü ve etkisi bütün zamanlara yayılan Yunus Emre'yle yaşamıştır.
Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli, Kaygusuz Abdal, Eşrefoğlu Rumi, Eflaki Dede, Said
Emre, Gülşehri, Abdurrahim Tırsi, Ümmi Sinan, Pir Sultan Abdal, Azmi, Kul Himmet,
Muhyi, Gaybi Sunullah, Kul Budala gibi kişilikler bu geleneğin önemli adlarıdır.
Dinsel halk edebiyatının, divan ve âşık edebiyatı gibi, hem halk şiirine hem klasik şiirin cazi-
besine bağlı, iki taraflı bir kimliği vardır. Bu yüzden tekke edebiyatında da manzumeler aruz
ve hece vezinleriyle yazılırlar. Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Hacı Bay-
ram-ı Veli, Ahmed-i Sarban, Ümmi Sinan, Niyazi-i Mısrî gibi tekke edebiyatı büyükleri aynı
zamanda aruza da hakimdirler. Ancak, dinsel halk edebiyatı ürünlerinin sahipleri, kitleyle
buluşacak asıl ürünlerini heceyle söylemişlerdir.
Değerlendirme Soruları
Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.
1. Dinsel halk edebiyatı ile ilgili olarak aşağıda belirtilenlerden hangileri doğru-
dur?
I. Dinsel halk edebiyatı tekke ve tarikatlar çevresinde yaşam bulmuştur.
II. Dinsel halk edebiyatının en önemli temsilcilerinden birisi Hacı Bayram-ı
Velidir.
III. Yunus Emre dinsel şiirler söylemesine karşın, bu edebiyat kümesinden
de-
ğildir.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece I ve II doğrudur.
C. Sadece III doğrudur.
D. Hepsi doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
190 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
vermeksizin söylemiştir.
A. Sadece I doğrudur.
B. Sadece II doğrudur.
C. Hepsi yanlıştır.
D. Sadece I ve II doğrudur.
E. Sadece II ve III doğrudur.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI 191
Başgöz, İlhan. Yunus Emre. İstanbul: Indiana Üniversitesi Türkçe Programı Yayın-
ları, 1990.
Bezirci, Asım. Pir Sultan Abdal . 2. Basım. İstanbul: Say Yayınları , 1992.
Pekolcay, Necla. İslâmî Türk Edebiyatı. 2. Baskı. İstanbul: Kitabevi Yayınları, 1994.
AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ
192 DİNÎ-TASAVVUFÎ HALK EDEBİYATI
Kocatürk, Vasfi Mahir. Tekke Şiiri Antolojisi. 2. Basım. İstanbul: Edebiyat Yayıne-
vi, 1968.
Turan, Metin. Ozanlık Gelenekleri ve Türk Saz Şiiri. 3. Basım. Ankara: Başkent
Matbaacılık&Klişecilik, 1997.
Uçman, Abdullah (Hazırlayan). Rıza Tevfik'in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili
Makaleleri. İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ